TEVHİD MÜCADELESİNİN TEMELİ:
ADÂLET
1787 HZ. ADEM (AS)'DEN,
Resûl-i Ekrem (sav)'e kadar devam eden dönem içerisinde
bütün peygamberler; yeryüzü müstekbirlerine karşı cihad
etmiş ve adâleti ayakta tutmaya çalışmışlardır.
Kur'ân-ı Kerîm'de; "Andolsun ki biz peygamberlerimizi
açık açık belgelerle gönderdik ve insanların adâleti
ayakta tutmaları için beraberinde kitabı ve mizanı da
indirdik"(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Adâletin,
"ayakta tutulabilmesinden" maksad; Allahû Teâla
(cc)'nın indirdiği hükümlerle amel edilmesidir. Zirâ
insanların hevâ ve heveslerinden kaynaklanan kanunlar; kuvvetli
olanın gâlibiyetini beraberinde getirir. Sonuçta
"Zulüm" ortaya çıkar. Mizan'dan murad; adâlet
terazisidir ve kitaba bağlı olarak zikredilmiştir.(2) Allahû
Teâla (cc)'nın emrini emrettiği şekilde yerine getirmeye
"Adâlet" denilir.(3) Hanefi fûkahası; Allah'ın
indirdiği hükümlerle hükmedilen, müslümanların
"Bey'at"la, gayr-i müslimlerin "Zimmet" akdi
ile güvenliğe kavuştukları beldelere
"Darü'l-İslam" denildiği gibi
"Darü'l-Adl" de demişlerdir.(4) İmam-ı Şafii (rha)
"Adâlet'den murad; Allahû Teâla (cc)'nın emrine uygun
şekilde amelde bulunmaktır."(5) hükmünü zikreder.
Esasen Allahü Teala (cc)'nın indirdiği hükümlerle
hükmetmeyenler; kâfirler, zâlimler fâsıklar olarak beyan
edilmektedir.(6)
1788 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Hiçbir insana yakışmaz ki; Allah O'na kitabı, hükmü
ve peygamberlik görevini versin de sonra o (kalksın) insanlara:
"-Allah'ı bırakıp da (gelin) bana kulluk edin"
desin, (mümkün mü?) Fakat o "-Öğrettiğiniz ve
okuduğunuz kitap gereğince Allah'a halis kullar (Rabbaniler)
olun" der. Size melekleri veya peygamberleri ilâhlar
edinmenizi de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra size
inkarı emreder mi hiç!."(7) hükmü beyan buyurulmuştur.
Yahudilerden Ebû Rafii El Kurazi'nin ve Necran
Hristiyanlarından bir grubun liderinin Resûl-i Ekrem (sav)'e
hitaben: "-Yâni sana ibâdet etmemiz, seni "Rab"
tanımamızı mı emrediyorsun" demesi üzerine bu Âyet-i
Kerîme'nin nâzil olduğu rivayet edilmiştir. Fakat hüküm
noktasından; bütün insanları tefekküre dâvet etmektedir.
Peygamberlerin; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümleri
bir kenara bırakıp, hevâ ve heveslerine uyamıyacakları
hatırlatılmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hiç
biriniz (eliniz, emriniz altında bulunanlara) kulum demesin.
Çünkü hepiniz Allahû Teâla (cc)'nın kullarısınız"
hadisi meselenin mâhiyetini kavramamızı
kolaylaştırmaktadır.
1789 Tevhid mücadelesinin
mahiyeti; "Kıssa"lar yoluyla, bütün insanlara
tebliğ edilmiştir. Esasen kıssaların nakledilmesinin
sebeblerinden birisi de; "İbret" alınmasıdır.(8)
Meydana gelen hadiselerin sebeblerini iyi tesbit etmek ve aynı
hataları tekrarlamamak şarttır. Nitekim bir Âyet-i
Kerîme'de: "Andolsun onların kıssalarını açıklamada
selim akıl sahipleri için birer ibret vardır. (Bu Kur'an)
uydurulacak bir söz değildir. Ancak kendinden evvel indirilen
kitapların tasdiki, (dine âid) her şeyin tafsilidir"(9)
buyurulmuştur. Şimdi tevhid mücadelesinde
"Adâlet'in" nasıl önemli bir yer tuttuğunu izaha
gayret edelim.
1790 İnsanların hevâ ve
heveslerinden kaynaklanan kânunlarla hükmetmek zulümdür.
Nitekim "Kur'ân-ı Kerîm'de: "-Ey Davûd!.. Biz seni
yeryüzüne halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve
Adâletle hükmet!.. (Sakın) Hevâ ve heveslerine tabi olma ki;
bu seni Allah yolundan saptırır. Hesab gününü unuttukları
için, Allah yolundan sapanlara (Hevâ ve hevesine tâbi
olanlara) çetin bir azab vardır"(10) hükmü beyan
buyurulmuştur. Bilindiği gibi peygamberler; akıllı, zeki ve
kuvvetli rey sahibi olan kimselerdir.(11) Buna fetânet denir.
Allahû Teâla (cc) peygamberlere; tâğuti güçlerin her
türlü iddialarını ortadan kaldırabilmeleri için,
"Fetânet" vasfını ihsan etmiştir. Dikkat edilirse
Âyet-i Kerîme'de; "Hak ve Adâlet'le" hükmetmesi
emredilirken, hevâ ve hevesinden sakınması da
hatırlatılmaktadır. Şimdi "Hak ve Hukuk" kelimeleri
üzerinde duralım. İbn-i Abidin: "Hukuk kelimesi,
"Hak" kelimesinin çoğuludur. Hak lugatta; bâtılın
zıddıdır. Mevcut olan demektir"(12) hükmünü
zikrediyor. Usûl-i Fıkıh'ta: "Şer'i şerifle her
bakımdan ve şüphesiz bir mahiyette mevcut olana Hak
denir"(13) tarifi esas alınmıştır. Maalesef günümüzde
hukuk kavramı; bâtılın zıddı olma mâhiyetinde
kullanılmamaktadır. Selim akıl sahibi her insan; hukukun (yani
hakkın) üstünlüğünü kabul eder.
1791 İnsanlara; kuvvetle ve
silahla gâlip gelen zorbalara boyun eğmek ne büyük bir
zillettir!.. Hevâ ve heveslerinden kaynaklanan kanunlarla
insanlara zulmeden Tâğuti güçler; fitne ve fesadın
kaynağını teşkil eder. Kur'ân-ı Kerîm'de: "İşte Âd
kavmi!.. Onlar Allahû Teâla'nın ayetlerini bilerek inkâr
ettiler. Peygamberlerine isyan ettiler. Böylece başları
(liderleri) olan her zorbanın emrine uyup gittiler. Onlar bu
dünyada da kıyamet gününde de lânet cezasına tâbi
tutuldular"(14) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat
edilirse burada; zorbaların ve halkına silâhla gâlip gelen
güçlerin mâhiyeti izah edilmektedir. Âd kavmi onların
peşinden gittiği için lânetlenmiştir. Bu bir anlamda;
zorbalığa karşı direnmenin vâcip olduğunun açık
delilidir. Şimdi Âd kavmininin akıbetini gündeme getirelim;
Allahû Teâla (cc) şöyle buyurmuştur: "Âd kavmine
gelince!.. Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük
tasladılar ve "Kuvvetçe bizden daha güçlü
kimmiş?" dediler. Onlar (Kendilerini) yaratıp durmakta
olan Allah'ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu anlamadılar
mı? Onlar bizim mûcizelerimizi ve ayetlerimizi bilerek inkâr
ediyorlardı. Bundan dolayı biz de; dünya hayatında zillet
azabını kendilerine tatdırmak için, uğursuz günlerde
üzerlerine çok gürültülü korkunç bir fırtına gönderdik.
Elbette âhiret azâbı daha da zelil kılıcıdır. Onlara
(Hiçbir sûretle) yardım da olunmaz"(15) Afif Abdülfettah
Tabbara: "Âd kavmi o gün ne istemişse, büyük devletler
(emperyalistler) de bugün aynı şeyi istiyorlar. İlim,
medeniyet, servet ve kuvvet gururunun kölesi olmuş bu devletler
hak'dan yüz çevirmiş, kendilerine mağlup olan küçük
devletleri köleleştirmişler, servetlerini yağmalamışlar,
fitneyi tutuşturmak, vicdanları parçalamak için her âdi yola
başvurmuşlardır. Sanki lisân-ı hal ile "Bizden daha
kuvvetli kim var?" demektedirler"(16) hükmünü
zikrederek, meselenin can alıcı noktasına işaret
etmektedir" Bugün Türkçe'de kullanılan "âdi"
kelimesi; bu kavime mensubiyet belirten bir sıfattır. Tabii
kötü bir sıfat!...
1792
Resûl-i Ekrem (sav)'in "Bir günlük Adâlet, altmış
yıllık (nafile) ibâdetten hayırlıdır"(17) buyurduğu
bilinmektedir. Allahû Teâla (cc)'nın emrini; emrettiği
şekilde yerine getirmek ve hukuka riayet etmek tevhid
mücadelesinin temelini teşkil eder. Şimdi "Adâlet
Siyâseti" üzerinde duralım.