DEVLETİN TARİFİ VE
MÂHİYETİ
1798 İnsanların ortak
ihtiyaçlarının karşılanması ve insanlığa faydalı olan
işlerin yapılması; devletin "varlık sebebi" olarak
kabul edilmiştir. Mesele bu açıdan ele alındığı zaman
"İnsana Hizmet" hadisesi gündeme girer. Dolayısıyla
devleti şu şekilde tarif etmek mümkündür: "İnsanların
ortak ihtiyaçlarından doğan, birbirleriyle olan ilişkilerini
sosyal sözleşme esaslarına göre düzenleyen; bir ülke
üzerindeki siyasi ve hukuki iktidarın, müessese mahiyetindeki
görünümüne devlet denilir"(25) tariften de
anlaşılacağı üzere; devlet, müşahhas ve mücerred bir-çok
unsurun bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkar. Herşeyden
önce; sınırları mâlum olan bir toprak parçası (ülke) ve o
ülke üzerine yerleşmiş, insan cemaatine ihtiyaç vardır. Bir
devletin; siyâsi, iktisâdi, ictimâi çerçevesine ve
iskeletini teşkil eden yazılı-yazısız bütün hukuki
ilkelerine anayasa adı verilir.(26) Genellikle insanların ortak
ihtiyaç ve iradelerini (Sosyal sözleşme esaslarını) kabul
ettikleri anayasalarında görmek mümkündür. Dolayısıyla
Allahû Teâla (cc)'ya iman eden ve O'na ibadeti esas alan
insanların; kendi aralarındaki sosyal sözleşmeleri, İslâm
dinine dayanır. Nitekim İbn-i Hümam: "Mü'minlerin kendi
içlerinden bir imam (devlet başkanı, Ulû'lemr) seçmelerinin
sebebi; İslâm dininin emirlerini hakkı ile edâ
etmektir"(27) diyerek, müslümanların sosyal
sözleşmelerinin mahiyetini ortaya koymaktadır. Tağut'a
kulluğu esas alan insanlar; sosyal sözleşmelerini, kuvvet
dengelerine göre tesbite gayret ederler. Çünkü onlar; Allahû
Teâla (cc) ve Resûlü (sav)'ne karşı isyan ederek, hevâ ve
heveslerine kapılmışlardır.
1799 Filozoflar devletin
fonksiyonları hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Hatta
bir kısmı; devletin; egemen güçlerin, (diğer insanlara)
hâkimiyetini sağlayan bir araç olduğu iddiasındadır. Genel
olarak Aristo'dan bu yana devletin; teşri (kanun koyma), icra
(kânunları tatbik etme) ve Yargı fonksiyonları üzerinde
durulmuştur. Devlet teşri fonksiyonu ile; kanunlar koymak,
hukuk kaidelerini göstermek sûretiyle ferdlerin hareket ve
münasebetlerini belirler. Böylece cemiyet belirli bir nizama
kavuşur. Kaza (yargı) fonksiyonu ile; bu kanunları
münasebetlere ve hadiselere tatbik ederek, kaidelere uygun
olmayan davranışları önler, hukuk nizamını korur. İcra
fonksiyonu ise; gerektiğinde kuvvet kullanarak, hukuk nizamını
korumak ve ortak ihtiyaçların teminini sağlamak, faydalı ve
iyi neticeler elde etmek şeklinde ele alınmıştır.(28) Bugün
Türkiye'de; teşri (kanun koyma) fonksiyonu Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TBMM), icra ve idare fonksiyonunu;
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, Başbakan, Bakanlar Kurulu
ve devlet memurları, Kaza (Yargı) fonksiyonunu ise mahkemeler
yerine getirmektedirler. Ancak devletin temel nizamlarını
tamamen veya kısmen İslâm dinine uydurmak suçtur.(29) Bu
sebeble; TBMM üyeleri, insanlardan aldıkları yetkiye
dayanarak, insanlar üzerine kanun koymak durumundadırlar. Bazı
müellifler; bunu "Çağdaş Uygarlık" olarak
nitelendirmektedirler. Halbuki hevâ ve heveslerini ilâh edinen
insanların kurduğu bir sistemdir.
1800 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Şüphesiz ki Allah size emânetleri ehline vermenizi,
insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi
emreder. Hakikat Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor!.
(İyi düşünün) Şüphe yok ki Allah (hükümlerinizi) hakkı
ile işitici, (bütün yaptıklarınızı) hakkı ile
görücüdür"(30) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Âyet-i
Kerîme'nin "Mekke'nin Fethi" sırasında indiği
rivâyet edilmektedir. Resûl-i Ekrem (sav) fetihten hemen sonra
Kabe'yi tavaf etmiş, sonra içeri girmek istemiştir. Kabe'nin
anahtarı; atadan, dededen Hz. Osman b. Talha'ya intikâl eden
bir emânet durumundadır. Anahtarı peygamber (sav)'e vereceği
sırada Hz. Abbas (ra): "Bundan böyle anahtarın kendisine
emânet edilmesini, sıkâyet (hacılara su verme) hakkından
sonra, sidânet'in (Kabe'nin bekçiliğinin) de kendisinde
olmasını" arzu ettiğini beyan eder. Hz. Osman b. Talha
(ra) bu teklif karşısında anahtarı geri çeker, rahatsız
olduğu her halinden bellidir. Daha sonra Resûl-i Ekrem (sav)'e
hitaben: "-Anahtarı, Allah'ın emâneti olarak
veriyorum" der. Resûlûllah (sav) Kabe'nin içine girerek
putları temizler ve sonra Hz. Osman b. Talha (ra)'yı yanına
çağırarak: "Osman, işte emânet olarak verdiğin
anahtar. Bugün ahde vefa ve iyilik günüdür" buyurur.
Kısa bir süre sonra: "Şüphesiz ki Allah, size
emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adâletle hükmetmenizi emreder..." âyeti nâzil
olur.(31) Bunun dışında başka rivayetler de vardır. İslâm
ûleması; ayetin hükmünün umumi olduğu hususunda ittifak
etmiştir. Esasen Resûl-i Ekrem (sav)'in Kabe'nin anahtarı
amcası Hz. Abbas'a değil; o işe daha ehil olan Hz. Osman b.
Talha'ya vermesi de, bu ittifakın bir delilidir. Ayrıca:
"İş ehil olmayanların eline geçti mi, kıyâmeti
gözetleyiniz"(32) Hadis-i Şerifi; her türlü emânetin
mutlaka ehil olanlara teslimini tavsiye etmektedir. Bazı
müfessirler, bu Âyet-i Kerîme'nin; emir sahipleri ve kadı'lar
hakkında indiğini de rivayet etmişlerdir.(33)
1801 Müslümanlar; herhangi
bir kavme kin duysalar dahi, hüküm verirken âdil olmak
mecburiyetindedirler. Zirâ "İnsanlar arasında
hükmettiğiniz zaman, Adâletle hükmetmenizi emreder"
hükmü; herhangi bir tahsise manidir. Ayrıca bir başka Âyet-i
Kerîme'de: "Ey iman edenler!.. Allah için hakkı ayakta
tutan (hakim insan)lar, adâletle şâhidlik eden (kimse)ler
olun. Bir kavme olan kininiz, sizin Adâletten ayrılmanıza
sebeb olmasın. Adil davranın. Zira (Adâletle muamele) takvaya
en yakın olandır"(34) hükmü beyan buyurulmuştur.
Farklı dinlerden olan insanlar; mü'minlerin imamına veya
kadısına müracaat ettikleri zaman, onlar arasında da
Adâletle hükmetmek farzdır. Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Allahû Teâla (cc) zulmetmeyen (Adil olan) hakimle
beraberdir. Eğer zulme saparsa, onu kendi nefsinin eline
bırakır"(35) buyurduğu bilinmektedir. Bilindiği gibi
zulüm; Adâletin zıddıdır. Allahû Teâla (cc)'nın;
zalimleri sevmediği ve zulme razı olmadığı kat'i nasslarla
sabittir. Şimdi zulmün çeşitlerini kısaca gündeme
getirelim. Resûl-i Ekrem (sav): "Zulüm üç türlüdür.
Bir zulüm var ki, Allah onu affetmez. Bir zulüm var ki, Allah
onu affeder. bir zulüm de var ki, Allah onun mutlaka hesabını
sorar. Allahû Teâla (cc)'nın affetmediği zulüm şirktir.
Çünkü Allah "Şirk büyük bir zulümdür" (Lokman
Sûresi: 31) buyurmuştur. Allah'ın affedeceği zulüm;
kulların kendi nefislerine karşı işledikleri zulümdür.
Rabbleri ile kendileri arasındaki işlerde yaptıkları
hatadır. Allah'ın hiç bırakmayıp mutlaka hesap soracağı
zulüm ise; kulların birbirlerine karşı haksızlıklarıdır.
Allah bunların hesabını sorar ve zâlimleri
cezalandırır"(36) buyurarak, zulmün çeşitlerini ve
sonuçlarını izah etmiştir.
1802
Akaid kitaplarında müslümanların ortak ihtiyaçları beyan
edilirken "Müslümanlar için bir imama mutlak sûrette
ihtiyaç vardır. Dini hükümlerin uygulanması cezaların
(Hadlerin) tatbiki, kafirlere karşı ülke sınırlarının
korunması, cihad için ordu teşkil edilmesi, sadakaların
toplanması, zorbaların, soyguncuların ve eşkiyaların zabt-u
rapt altına alınıp kahredilmesi, Cum'a ve Bayram
Namazlarının edâ edilmesi, insanlar arasında ortaya çıkan
ihtilâfların ortadan kaldırılması hukukun üzerine kâim
olduğu şâhidliklerin kabulü, velileri bulunmayan (kimsesiz)
çocukların ihtiyaçlarının karşılanması, eğitilmesi,
evlendirilmesi ve ganimet mallarının taksimi gibi önemli
meseleler imam (Devlet başkanı, Ulû'lemr) sayesinde icra
edilir"(37) hükmünde ittifak edilmiştir.Bütün bunları;
teşrii, tebliğ, icra ve kaza fonksiyonları içerisinde
mütalaâ etmek mümkündür. Şimdi bu konu üzerinde duralım.