TEŞRİİ (KANUN KOYMA)
HAKKI'NIN TESBİTİ
1803 Resûl-i Ekrem (sav)'in
Medine'ye hicretinden hemen sonra İslâmi devleti kurduğu
bilinmektedir. Önce muhacirlerle-ensar arasında kardeşlik
anlaşması yapılmış; daha sonra da Medine'de oturan Yahudi,
Hıristiyan ve diğer inançlardaki insanlarla (Adli, Siyasî,
Askerî ve Mâlî konuları içine alan 52 maddelik) bir
"Sosyal Sözleşme" imzalanmıştır. Bazı
müellifler; bu sosyal sözleşmeye "Anayasa" adını
vermişlerdir. Bu tabirin yerinde olup-olmadığı
tartışılabilir. İmzalanan sosyal sözleşmenin 23.ncü
maddesine göre; "İhtilâf halinde çözümün Allah'a ve
Resûlüne bırakılacağı" kararlaştırılmıştır.(38)
Esasen mü'minlerin şahsi reyleriyle; Allahû Teâla (cc) ve
Resûlü'nün hükümlerine karşı çıkmaları mümkün
değildir.(39) Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah ve
Resûlü bir işe hüküm ettiği zaman; gerek mü'min olan bir
erkek, gerek mü'min olan bir kadın için (o hükme aykırı
olarak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah'a ve
Resûlüne isyan ederse, muhakkak ki o apaçık bir sapıklıkla
yolunu sapıtmıştır"(40) hükmü beyan buyurulmuştur.
1804 Teşrii (Kanun koyma)
hakkı; mutlak manada, sadece ve sadece Allahû Teâla (cc)'ya
aittir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de; "(Ve şu emri
indirdik) İnsanlar arasında Allah'ın indirdiği hükümlerle
hükmet!.. Sakın onların (insanların) hevâ ve heveslerine
uyma. Allah'ın sana indirdiği (hükümlerin) bir kısmından
seni vazgeçirmelerinden sakın. Eğer onlar (hükümleri
kabulden) yüz çevirirlerse bil ki, Allah günahlarından
(yalnız şu) biri (veya yüz çevirmeleri) sebebiyle bile;
kendilerini mutlaka musibete uğratmak istiyordur. İnsanlardan
bir çoğu muhakkak ki Allah'ın emrinden dışarı çıkanlar
(fasıklar)dır. Onlar hala cahiliyet devrinin o kötü
hükmünü (kanunlarını) mı arıyorlar? Şüphesiz salih bir
kanaate sahip bir kavim indinde; hümü (Kanunu) Allah'tan daha
güzel olan da kimdir?"(41) hükmü beyan buyurulmuştur.
Dolayısıyla hiç kimsenin; Allahû Teâla (cc)'nın
hükümlerine mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere
hüküm koyması câiz değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)'ya yemin
olsun ki, arzusunu İslâma tabi kılmayan kimse iman etmiş
olmaz"(42) buyurduğu bilinmektedir.
1805 Genel olarak kanunlar;
insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemek için devlet
tarafından konulan kaidelerdir. İnsanların hürriyetlerinin
sınırlarını tesbit etmek ve otorite'nin hakkını tayin
etmek, önemli bir hadisedir. Mü'minlerin kime itaat edecekleri
ve ihtilaf halinde nasıl davranacakları kat'i nasslarla
belirtilmiştir. Nitekim bir Âyet-i Kerîme'de: "Ey iman
edenler!.. Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan
(mü'min) emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir-şey
hakkında ihtilafa düşerseniz, onu Allah'a ve peygamberine
döndürün. Allah ve âhiret gününe inanıyorsanız; bu hem
sizin için hayırlı, hem netice itibariyle daha
güzeldir"(43) buyurulmuştur.
1806 Şimdi itaat edilmesi
emredilen "Sizden olan emir sahipleri" üzerinde
duralım. İslâm devletini; meşru hududlar içerisinde yöneten
kimselerin "Ulû'lemr" hükmünde olduğu malumdur.
Ancak İbn-i Abbas (ra)'dan gelen bir rivayete göre:
Ulû'lemr'den maksad, İslâm alimleridir. Nitekim bir başka
Âyet-i Kerîme'de: "Onlara eminlik veya korku haberi
geldiği zaman onu yayıverirler. Halbuki bunu peygambere ve
içlerinden Ulû'lemr olanlara götürseler, o (haberi)
arayıp-yayanlar bunun (mahiyetini) onlardan
öğrenirlerdi"(44) hükmü zikredilmiştir. Resul-i Ekrem
(sav)'in İslâm Devletinin Reisi olduğundan şüphe yoktur.
Dolayısıyla bu Âyet-i Kerîme'de zikredilen
"Ulû'lemr"; fetva ehliyetine haiz olan alimlerdir.
İbn-i Kesir'de "Ulu'lemr'den" maksadın; emir sahibi
alimler olduğunu zikretmektedir.(45) Fahrüddin-i Razi'ye göre;
"Ehl-i Hal ve'l Akd" durumunda olan ûlemanın
çoğunluğu "Ulû'lemr" hükmündedir.(46) İbn-i
Abidin de: "Bu Âyet-i Kerîme'de geçen ûlû'lemr'den
murad ûlemadır"(47) hükmünü zikreder. Resûl-i Ekrem
(sav)'in: "Âlimler, Peygamberlerin
vârisleridirler"(48) Hadis-i Şerifindeki verâsetin,
ümmetin velâyeti olduğu rivayet edilmiştir. Zira
peygamberlerin maddi herhangi bir miras bırakmadıkları (geriye
kalanların sadaka olduğu) bilinmektedir. Sonuç olarak
Ulû'lemr: İslâm Milleti üzerinde; bey'at sonucu; tasarruf
etmeye hak kazanmış kimsedir. Bunun "Ehl-i Hal ve'l
Akd" durumunda olan; ûlema arasından seçilmesi dikkate
alınarak, ûlema'nın da "Ulû'lemr" mahiyetinde
olduğu zikredilmiştir.
1807 Âyet-i Kerîme'de:
"Eğer birşey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu (ihtilaf
konusunu) Allah ve Resûlüne döndürün" emri
verilmiştir. İmam-ı Kurtubi: "İhtilafın peygambere
döndürülmesinden murad; sağlığında bizzat kendisine
müracaat etmek, ölümünden sonra da sünnetine
başvurmaktır"(49) hükmünü zikretmektedir. İmam-ı
Şafii (rha) "Eğer birşey hakkında ihtilafa
düşerseniz..." âyeti kerimesi (Allahû alem) siz ve itaat
etmekle emrolunduğunuz Ulû'lemr; bir konuda anlaşamazsanız, o
konuyu Allahû Teâla (cc) ve Resûlüne bırakın. Şunu
biliyoruz ki bu farza riâyet edilince ihtilaf ortadan kalkar.
Çünkü Allah Teala (cc) şöyle buyurmuştur: "Allah ve
Resûlü birşey hakkında hüküm verdikten sonra, gerek mü'min
bir erkek, gerek mü'min bir kadın için (o hükme aykırı
olarak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur." Ancak
ihtilaf ettikleri konuda Allahû Teâla (cc)'nın kitabında ve
Resûl-i Ekrem'in (sav) sünnetinde bir hüküm yoksa o zaman
ictihad gündeme girer"(50)
1808
Resûl-i Ekrem (sav)'in: Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği
hükümlerle hükmettiği malûmdur. Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Bir de peygamber size ne verdiyse (her ne emir verirse) onu
tutun. Nehyettiğinden de sakının"(51) emri verilmiştir.
Hükmü kat'iyyet ifade eden mütevâtir sünnetin inkârının
küfür olduğu hususunda ittifak vardır.(52) İmam-ı Gazali
"Küfrü" tarif ederken: "Resûl-i Ekrem (sav)'in
getirdiği haberlere inanmamak onları yalanlamak"(53)
hükmünü zikreder. Esasen peygambere itaatin farz olduğu
hususunda icma mevcuddur. Resûl-i Ekrem (sav) ihtilâf konusunda
herhangi bir nass mevcut değilse, ictihadı ile hükmetmiştir.
Sonradan gelen bir vahiy; aynı konuda farklı bir hüküm
getirmişse, derhal o hükme tabi olmuştur.(54) Ulemâ
tarafından (Kat'i nasslar esas alınarak) yapılan ictihadlar
da; "Ulû'lemr'e" itaat noktasından geçerlidir.
Çünkü "Ulû'lemr'e itaat edilmesi; bizzat Allahû Teâla
(cc) tarafından emredilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav):
"Müslümanlar, gerek hoşlarına giden, gerek hoşlarına
gitmeyen her hususta kendilerinden olan emir sahiplerine itaat
ederler. Bununla yükümlüdürler. Ancak günah işlemeleri
emredilirse, itaat etmezler"(55) buyurmuştur. Dolayısıyla
şer'i hududlarla sınırlı bir itaat söz konusudur. Yine bir
Hadis-i Şerif'te şöyle buyurulmuştur.; Allahû Teâla (cc)'ya
isyan hususunda, mahlûka itaat yoktur. İtaat ancak
ma'ruftadır"(56) Teşrii hakkı; hevâ ve heveslere
dayanamaz.