KADI'LARIN GÖREVİ
1831 Resûl-i Ekrem (sav) ve
Hülâfa-i Raşidiyn döneminde tayin edilen kadıların; kazâ
görevleri dışında İslâmı tebliğ etmek, fetvâ vermek ve
emniyeti sağlamak gibi vazifeleri de yerine getirdikleri,
mûteber kaynaklarda zikredilmiştir. Meselâ: Ebû Hureyre (ra)
Bahreyn'de kadılık vazifesiyle birlikte emniyet (Ehdas, şurta)
görevini de yürütmüştür. İmam-ı Serahsi; fetvâ veren
kimselerin büyük çoğunluğunu kadıların teşkil ettiğini,
bu sebeble kadılara "Müfti" de denildiğini
kaydeder.(111) Esasen (Emeviler devrinde) Ömer b. Abdülaziz'in
(rha) hilâfeti döneminde "Müfti" tayinine
başlanılmıştır. Daha önce ayrıca müftilik diye bir vazife
sözkonusu değildir. Resûl-i Ekrem (sav) döneminden, o
tarihlere kadar kadı'lar; aslî görevlerinin yanında müftilik
ve vaizlik gibi vazifeleri de yerine getirmişlerdir. İslâm
fıkhının tatbikatı esas alındığı zaman kazâ makamına
(Kadılık görevine) tâyin edilen kimsenin aslî görevleri şu
şekilde sıralanabilir.
Birincisi:
Kur'ân, Sünnet ve İslâm fıkhının diğer kaynaklarını
kânun olarak uygulamak zorundadır. Kat'iyyen hevâ ve hevesine
tâbi olamaz.
İkincisi:
Yetimlerin, mecnunların, küçüklerin, mahcur ve sefihlerin
mallarını korumak (Kayyımlık).
Üçüncüsü:
Velîleri bulunmayan yetim kızları ve erkekleri, kefâet
hükümlerine riâyet ederek evlendirmek, onların
ihtiyaçlarını karşılamak.
Dördüncüsü:
Vakıfların işlerini tâkip etmek.
Beşincisi:
Vasiyetleri yerine getirmek.
Altıncısı:
Sünnete uygun şekilde her türlü ihtilâfı çözmek, davalara
bakmak ve hak sahiplerine haklarını vermek. Kısaca had
cezalarının dışındaki İslâmi hükümleri de icrâ etmek.
Yedincisi:
Nafaka işlerini, şer'i hududlara göre çözüme
kavuşturmak!.. Boşanma sonucu meydana gelen boşlukta;
çocukların telef olmaması için, "Hıdâne"
vazifesini anne veya babadan birine vermek.
1832 Kaza makamına (Kadılık
Görevine) getirilen kimse hüküm verirken; herhangi bir
müdahale olsa bile, Kur'ân ve sünnet'in hükümlerine kat'i
olarak uymak zorundadır.(112) Kadı'nın Kur'an, sünnet ve
icmâ'ya aykırı olarak verdiği hüküm derhal bozulur.(113)
Fetevâ-ı Hindiyye'de "Kadı için esas olan; Allahû
Teâla (cc)'nın kitabında bulunanla hükmetmektir. Bu sebeble
Kur'ân'da bulunan nâsih ve mensûh olan ayetleri iyi bilmesi
gerekir. Nasih olan Âyet-i Kerîmelerin; muhkemini,
müteşâbihini ve kıraat sebebiyle te'vilinde olan
ihtilâfları kavraması şarttır. Eğer vereceği hükmü
Allahû Teâla (cc)'nın kitabında bulamazsa; Resûl-i Ekrem
(sav)'in sünnetiyle hükmetmesi gerekir. Bu sebeble; sünnet'in
de nasih ve mensûhunu iyi bilmesi icabeder. Hadislerde ihtilâfa
düşerse en sağlamını (Mütevâtir veya meşhuru) alır ve
onunla ictihad eder. Kadı'nın hadis-i şeriflerin mütevâtir
ve meşhur olanları bilmesi, haber-i vâhid'i tanıması
gerekir. Bunun dışında râvilerin mertebelerini dikkate
alması; adil ve âlim olanları, dört halife ve dört
Abdullah'tan gelenleri ve diğerlerini bilmesi lâzımdır. Eğer
bir hâdise zuhûr eder; onun hakkında Kur'ân ve Sünnette
hiçbir şey bulamaz ise; kadı, Sahabe-i Kiram'ın üzerinde
icma ettikleri görüşe göre hükmeder. Çünkü Sahabe-i
Kiram'ın icmâ'ı ile amel etmek vâciptir. Şayet o meselede
Sahabe-i Kiram ihtilâf etmişse durum şudur: Eğer kadı
ictihad ehli ise; bu sahabelerden bazılarının kavlini tercih
eder, Müctehid değilse onlara muhalif olarak hükmedemez.
Çünkü her ne kadar sahabe İhtilâf etmişse de; hiç birisi
bâtıl ile ictihad etmemiştir. Hassaf: "Gerçekten
sahabilerin ihtilâfı, ictihad için birer delildir"
buyurmuştur. Sahabelerin üzerinde icmâ eylediği bir hükme;
tabiûndan birisi muhalefet ederse, onun muhâlefetine itibar
olunmaz. Bu durumda kadı; sahabe'nin icmai'nın hilâfına
hüküm verirse, o hüküm batıldır, geçersizdir. Sahabi
devrine yetişmiş fetvâ hususunda onlarla karşılaşmış
(Kadı Sureyh ve Şa'bi gibi) alimlerin muhâlefeti de, icmâyı
bozmaz. Eğer hüküm Ebû Hanife (rha) gibi, tabiûndan
bazısından gelir ve o hususta başka da nakil bulunmazsa, bunda
iki rivâyet vardır. Bu birisinde İmam-ı Azam Ebû Hanife
"-Ben onları (Tabiûnu) taklid etmem" buyurmuştur.
Zahiru'l mezheb'de budur. Nevâdir'in rivâyetinde ise; "-O
kimse, Sahabe-i Kiram zamanında fetva vermiş ve ictihad'da
bulunmuşsa (Kadı Şureyh, Meşruk b. Ecdâ ve bunun gibi) o
zaman ben onları taklid ederim" buyurmuştur. Eğer kadı
ictihad ehli değilse; kendisinden istenilen hükmü bir
müctehid'den alır, ilimsiz hüküm vermez, sormaktan da
utanmaz"(114) hükmü kayıtlıdır.
1833
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İctihadı ile hükmeden kadı
isâbet ederse iki ecir vardır. İctihadı ile hükmedib hata
ederse bir ecir (sevab) alır"(115) buyurduğu
bilinmektedir. Diğer bir rivâyette; "İctihad eder ve
isâbet edersen on sevab mükâfat alırsın. Bütün gayretine
rağmen hata edersen bir sevap alırsın"(116) buyurduğu
beyan edilmiştir. Şüphesiz ki bu; ictihad yapabilme kudretinde
olan kadı (Hâkim) ile ilgili bir hadisedir. Bir kimsenin
"müctehid" olabilmesi için; bir-çok vasfı elde
etmesi gerekir. Bu konu üzerinde daha önce durmuştuk!..(117)