DAVA'NIN TÂRİF VE
MÂHİYETİ
1840 Önce "Dava"
kelimesi üzerinde duralım. Arapça bir kelime olup; "Duâ,
talep, niyaz, temenni, nidâ ve rağbet gibi manalara gelir. Bir
kimsenin; ihtilaf halinde, bir şeyi kendine izâfe ederek
"Bu mal benimdir" demesi, tâlep açısından bir
dava'dır. İslâmi ıstılahta; "Bir kimsenin; Kadı'nın
(hâkimin) huzurunda, bir hakkı başkasından talep etmesine
dava denilir"(139) târifi esas alınmıştır. Hakkı
ihlâl edilen ferd; bir davâ dilekçesiyle Kadıya mürâcaat
ederek, hakkının tesbit edilmesi ve geri verilmesini talep
edebilir. Burada "Talep edebilir" demesinin sebebi;
hukuk davalarında hakkı ihlâl edilen ferdin, dava açmaya
zorlanamâyacağını ifâde içindir.(140) Dava dilekçesinde;
dava edilen şeyin kıymet ve vasfı belirtilir, eğer gayr-i
menkûl ise hududları zikredilir ve davalının ikâmetiyle
birlikte açık adresi yer alır.(141) Kadı; şekil yönünden
eksik olanı işleme koymaz, ıslâh edilmesini talep eder.
1841 DAVA'NIN
SIHHATININ ŞARTLARI: Dava'nın sahih olabilmesi
için bazı şartların bulunması gerekir.
Birincisi: Davâ
edenin (Müddei) ve dava edilenin (müddei aleyh) akıllı
olması gerekir. Delinin, mecnunun ve aklı ermeyen çocuğun
davası sahih değildir. Bunların delilleri de dikkate alınmaz.
İkincisi: Dava
edilen kimsenin huzurda olması lâzımdır. Kendisinden hak
talebinde bulunulan kimse duruşmada hazır olmadığı
müddetçe; dava açanın iddiası ve beyyinesi dinlenemez. Zira
Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Ali (ra)'yi Yemen'e Kadı olarak
gönderirken: "İki taraf senin karşında yerini alınca;
her iki tarafı da iyice dinlemedikçe, aralarında hüküm
verme"(142) tavsiyesinde bulunmuştur. Hz. Ömer b.
Abdülaziz (rha) bir kadı'ya davasının mücerred iddiasına
dayanana hüküm vermemesini tavsiye ederken: "Sana
gözünün çıkartıldığı iddiasıyla gelen davacı hakkında
"-Ona işkence edilerek göz çıkarılmış" diye
hüküm verme. Belki diğer şahsın iki gözü birden
çıkarılmıştır" diyerek, gâib hakkında hüküm
verilmemesini belirtmiştir. Hanefi fûkahası; gâib hakkında
hüküm verilemeyeceğini esas almıştır.(143) İmam-ı Şafii
(rha) bu hususta muhâliftir.
Üçüncüsü;
İddia edilen hususun belirli olmasıdır. Bir kimse; herhangi
bir hak hususunda ben fulânın vekiliyim dese, davacı da bunu
red etse, dava dinlenemez.
Dördüncüsü:
Dava'nın; kadı tarafından, dava meclisinde (mahkemede) hükme
bağlanmasıdır. Mahkeme hâricinde verilen hüküm geçerli
değildir. Zira bunda davalıya karşı haksızlık
sözkonusudur.
Beşincisi:
Davacının özürü yoksa, davasını bizzat kendisinin
anlatmasıdır. Ancak davalı râzı olursa, onun adına bir
başkası vekâleten konuşabilir. İmameyn'e göre rızâsı
olmasa da vekil tutması sahihtir.
Altıncısı:
Dava'da tenâkuz olmamalıdır. Ancak "Neseb'in ve
Hürriyet'in tesbiti konusundaki davalar" müstesnâdır.
Meselâ: Bir adam önce "Kendi mülkü" olduğunu iddia
eder, sonra da "Sattığını" söylerse ve satma
işleminin sonradan değil, önceden olduğunu beyan ederse bu
bir tenâkuzdur. Bahru'r Raik'te de böyledir.
Yedincisi:
Davacının, davasının (Dava ettiği konunun) sükût bulma
ihtimâli olmalıdır. Bir kimse hakkında davacı: "-Bu
benim oğlumdur, bunun bir benzeri daha doğrulmadı" derse,
davası dinlenilemez. Bedai'de de böyledir.(144)
1842 İslâm fıkhında; kamu
adına dava açacak "Savcılık Makamı" yoktur. Zira
herhangi bir suçta; ya Allahû Teâla (cc)'nın hukuku ihmal
edilmiştir veya kul hukuku sözkonusudur. Bazı suçlarda ise;
hem Allahû Teâla (cc)'nın hukuku, hem kul hukuku bir arada
bulunur. Meselâ; Hadd-i Kazf gibi!.. Dolayısıyla "Kamû
Hakkı" diye ayrı bir hak sözkonusu değildir. Hz. Osman
(ra)' Kûfe Vâlisi Velid b. Ukbe'nin şarab içtiği ihbar
edilmiş; bunun üzerine Halife (Hz. Osman) hâdise ile ilgili
olarak gerekli soruşturma ve tahkikatı yaptırmıştır.(145)
Bunun gibi bir-çok misâli zikretmek mümkündür. Allahû
Teâla (cc)'nın hukukunun çiğnendiği durumlarda; her
müslüman'ın, Kadı'ya mürâcaat etme hakkı vardır!..
Mürâcaat eden şahıs, dava açmış sayılır. Ayrıca kamu
adına dava açacak "Savcı'ya" ihtiyaç yoktur.
1843
DAVA'NIN HÜKMÜ: Davalının; davacıya karşı
"Kabul" veya "Red" etme hakkına sahip
olması, dava'nın hükmüdür. Eğer davalı (Davacının
hakkını) ikrar ederse, iddiâ olunan (hak) sâbit olur. Şâyed
inkâr ederse Kadı; davacıya hitaben; "-Beyyinen (Delilin)
var mıdır? diye sorar. Eğer o: "-Hayır, delilim
yok" derse, bu defa "-Yemin eder misin?" sualini
sorar. Bu sual karşısında davacı susar, "Evet" veya
"Hayır" demezse, Kadı (Hâkim) onun davasını inkâr
ettiğini kabul eder. Şâyed beyyinesi (Delili) varsa, davası
dinlenir. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir."(146) daha
sonra Beyyine (Delil'den) kasdın neler olduğu izah edeceğiz.