DAVA'LAR NE ZAMAN VE NASIL
SONUÇLANIR?
1876 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Elinizden geldiği kadar müslümanlardan cezalarını
kaldırınız. Eğer zanlı için bir çıkar yol varsa, hemen
salıverin. Zira imamın veya kadı'nın (Hâkim'in) afv etmekte
hata etmesi, cezâları tatbik etmesinde yanılmasından çok
daha hayırlıdır"(235) buyurduğu bilinmektedir. İslâm
ûleması; şüphenin, daima sanığın lehine olduğu hususunda
müttefiktir. Zira insan için asıl olan; Suçluluk değil,
mâsumluk (suçsuzluk)tur. Suçsuzluğu isbata muhtaç değildir.
Ancak suçluluğu isbata muhtaçtır. İsbat edilmediği an (en
ufak bir şüphe'de) bırakılıvermesi tavsiye olunmuştur.Yine
diğer bir Hadis-i Şerif'te; had cezâlarının, şüpheli
durumlarda uygulanmaması emredilmiştir.(236) Bilindiği gibi
hudud cezaları; Resûl-i Ekrem (sav)'in elbiselerini çalan
hırsız; yakalanarak Resûl-i Ekrem (sav)'in huzuruna getirilir.
Beyyine (Delil) ve kendi ikrarı dikkate alınarak Hadd-ı Sirkat
(El kesme) cezası verilir. Hz. Safvan b. Ümeyye (ra)
"Hırsızlık sonucu cezaya çırptırılmış bir suçluyu
ben afv etsem dahi, Allahû Teâla (cc) afvetmez"(237)
diyerek, kesinleşmiş hadd cezalarında afvetme yetkisinin
bulunmadığını, ancak kazâ makamının (Kadı'nın) huzuruna
gelmeden önce hudud'larla ilgili meselelerde "Afv etmenin
ve haklardan fergatın" mümkün olduğunu izah eder.(238)
Hanefi fûkahası; kazâ makamına intikâl etmiş ve
kesinleşmiş had cezalarında afv yetkisinin bulunmadığında
ittifak etmiştir.(239) Ancak kısas ve diyet'te mağdurun
"afv etme ve hakkından ferâgat etme" imkânı
mevcuttur. Böyle bir durumda "Afv veya ferâgat"la,
dava derhal sona erer.
1877 Hukuk davalarında;
kadı'ya (Hakim'e) mürâcaat eden şahıs (Davacı), hakkından
ferâgat ederek davaya son verebilir. Resûl-i Ekrem (sav)
"Allahû Teâla (cc) afveden kulun, izzet ve şerefini
artırır" buyurmuş ve mü'minlerin birbirlerine karşı
"Merhâmetli ve afv edici" olmalarını tavsiye
etmiştir. Bazı hukuk davalarında; Kadı'nın (Hâkim'in)
davacıya "-Afv etmen mümkün değil mi? İsterseniz gelin
sulh yapalım!?" şeklinde tavsiyelerde bulunması
müstehabtır. Zira ihtilâfların; afv, ferâgat ve sulh sonucu
ortadan kalkması esastır.
1878 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Kötülüğün karşılığı, ona denk bir kötülük (bir
misilleme)dir. Fakat kim afv eder, sulhu gerçekleştirirse
mükâfatı Allah'a aiddir. Şüphe yok ki Allah zalimleri asla
sevmez"(240) hükmü beyan buyurulmuştur. Mü'minlerin
birbirlerine karşı merhametli olması ve kardeşlik hukukuna
riâyet etmeleri defalarca hatırlatılmıştır. Nitekim
"Fâziletle muamele etmek"(241), sabretmek ve suçları
(örterek) bağışlamak"(242) "Öfkeleri yutmak ve
insanları afv etmek"(243) tavsiye buyurulmuştur. Kazâ
makamında bulunan kimse (Kadı, Hâkim); bu temel hedeflerin
gerçekleşmesi için gayret sarfeder. Hanefi fûkahası;
yakını öldürülmesi sonucu mağdur olan kimsenin, ikrah
sonucu bile olsa, kısas hususundaki affının sahih olduğunu
esas almıştır.(244) Eğer kısas talep etme hakkı bir cemaate
(vârislerinin çokluğu sebebiyle) âid ise; içlerinden sâdece
birisinin afv etmesi sonucu, kısasın uygulanmayacağında
ittifak edilmiştir. Zira kısas'ın; cüzlere ayrılabilme
imkânı yoktur.
1879 İslâm toplumunda
davalar; en-çok, sulh sonucu ortadan kalkmıştır. Taraflar;
gerek duruşmadan önce, gerek duruşma devam ederken ihtilâf
ettikleri hususta anlaşma yaparak (ki o konuda sulh mümkün
ise) davaya son verebilirler. Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Müslümanlar arasında; helâlı haram, haramı helâl
etmemek şartıyla, her türlü sulh câizdir"(245)
buyurduğu bilinmektedir. Önce "Sulh" kelimesi
üzerinde duralım. Kelimenin kökü; "Salah"tır ve
hâlin doğru olması manasına gelir. Sulh lûgat yönünden;
musâlaha (uzlaşma, anlaşma) manasına isimdir.(246) İslami
ıstılâhta: "İki tarafın (Davacı ve davalı)
karşılıklı rızâlarıyla, ihtilâfı ortadan kaldırmak
için yapmış oldukları anlaşmaya (Akde) sulh
denilir"(247) tarifi esas alınmıştır. Buna kısaca;
ihtilâfı ortadan kaldıran bir anlaşmadır" demek de
mümkündür.
Sulhün rüknü;
şartlarına uygun şekilde icap ve kabûldür.(248)
Davalı'nın: "-Kabul ettim" veya "-Râzı
oldum" demesi, yâhud kabûlüne ve rızâsına delâlet
eden bir durumun bulunması kabuldür.(249) İcap davacı'dan da
gelebilir. Şöyle ki: "-Ben seninle, şu davama
karşılık, şunun üzerinde sulh oldum" diyebilir. Davalı
"-Kabul ettim" derse, sulh gerçekleşir.
Sulhün hükmü:
mal gibi temlik (Mülk edindirme) imkânı olan; bir ihtilâf
sonucu sulh olmuşsa, mülk sâbit olur. Eğer temlik ihtimali
yoksa (kısas gibi), iddia olunan şahıs için (davalı)
beraatın vûkû bulmasıdır.
1880 SULH'UN SAHİH
OLMASININ ŞARTLARI: İslâm toplumunda "Sulh"
önemli bir hadisedir. Fukaha sulhun câiz olması için bazı
şartların bulunması gerektiği hususunda ittifak etmiştir.
Bunlar:
1. Sulh yapan kimsenin
(Musâlihin) akıllı olması gerekir. Aklı ermeyen çocuğun ve
mecnunun sulh yapması câiz olmaz.(250) Sulh için çocuğun
bulûğa ermiş olması şart değildir. Temyiz kudreti varsa ve
sulh kendisi için faydalı ise, mesele yoktur. Sarhoşun
yaptığı sulh câizdir.(251)
2. Sulh talebinde bulunan
kimsenin mürted olmaması gerekir. Bu şart İmam-ı Azâm Ebû
Hanife (rha) tarafından ileri sürülmüştür. Hürriyet sulh
için şart değildir.(252)
3. Sulh olunan şey; Allahû
Teâla (cc)'nın hakkına (Hukukullah'a) taallûk etmemelidir.
Sulh yapan kimselerin hakkına dâhil olmalıdır.
4. Sulh bedelinin belirli ve
mâlum olması gerekir. Ayrıca mal hususunda ise; mütekavvim
olmalıdır. Sulhû talep eden kimsenin; mülkiyetinde olduğu
da, sâbit olması gerekir. Eğer, mal karşılığı sulh
yapılır, fakat mal başkasına âit olursa, mesele
anlaşıldığı an akid geçersiz olur.
5. Sulh yapan kimsenin; bedeli
teslime gücü yetmelidir.
6. Sulhun konusu; haram
akidlere girmemelidir.(253)
1881 Bir kimsenin, başkasına
bin dirhem borcu olsa; kendi aralarında beşyüz dirheme sulh
olsalar, bu câiz olur. Feteva-ı Suğra'da da böyledir. Ancak
va'deli olan bin dirhem borcun, derhal beş yüz dirhem olarak
ödenmesi hususunda anlaşma yapılsa bu sulh câiz olmaz.(254)
Mehir, talak, hûl, nafaka ve süknâ hususlarında, şartlarına
riâyet ederek sulh yapmak câizdir. Ancak bütün bunların;
kazâ makamında bulunan kimsenin (Kadı'nın) hükmünden önce
ve şeriata uygun olarak yapılması gerekir. Kadı (Hâkim);
hüküm verdikten sonra; her iki taraf için sulh imkanı yoktur
(her ikisi de) hükme uymak zorundadırlar.
1882 Sulh; davalının cevap
verip-vermediği dikkate alınarak üç kısımda mütalâa
edilmiştir.
1. İkrar üzere yapılan sulh
2. İnkâr üzerine yapılan
sulh
3. Sükût üzerine yapılan
sulh!..(255)
Bütün
bu sulh çeşitlerinde, karşılıklı rızâ esastır. Bir kimse
gece veya gündüz; ihtilâf halinde olduğu kimsenin evine
girer, silâhını çekerek "bir şeyi ikrar etmesi veya bir
şeyden vazgeçmesi" için tehdit ederse, yapılan sulh
(ikrar sebebiyle) câiz olmaz!.. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha)
Ulû'lemr'den başka hiç kimsenin, ölüm tehdidiyle ikrah
edemiyeceğini esas almıştır ve bu sebeble câiz olduğunu
beyan etmiştir. Ancak İmameyn'in kavli; ikrah ve tehtidin
kimden geldiği önemli değildir,
gerçekleşip-gerçekleşmediği" önemlidir. Fukâha
"Fetv^â'nın İmameyn'in kavline göre verileceğini"
tasrih etmiştir.(256)