ALLAH (CC)'IN FARZ KILDIĞI
HAK VEYA
"FERÂİZ"
1896 Ehliyet sahibi her insan;
Allahû Teâla (cc)'ya iman etmek ve İslâmın çizdiği
hududlar içerisinde hayatını devam ettirmek borcundadır.
İmtihan alanını ve zamanını Allahû Teâla (cc) tâyin eder.
İnsana düşen görev; hiç bir mâzeret ileri sürmeden
"Bugün ölecekmiş gibi" hesâb gününe hazır
olmaktır. Her canlının; er veya geç ölümü tadacağı kat'i
nass'larla sabittir. İnsan ölünce; geriye (az veya çok)
Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri bırakır!.. Bu
noktada karşımıza: "-Bu nimetler kimlere ve ne şeklide
teslim edilecektir? suali çıkar!.. Allahû Teâla (cc)'nın
kat'i nasslarla edâ edilmesini emrettiği hususlardan birisi de;
mirâs'ın hak sahiplerine teslimidir. "Mirâs, irs,
verâset, tevârüs, mûris, vâris" aynı kökten kelimeler
olup masdarının lûgat manası; geçmek, halef olmak ve
intikâl etmektir. Mirâs'ın mahiyetini ve taksimini beyan için
kullanılan ıstılâhlardan birisi de "Ferâiz"dir.
Kur'ân-ı Kerîm'de "Mirâs payları" açıklandıktan
sonra: "(Bu hükümler ve hisseler) Allah'dan birer
fârizadır. Şüphesiz ki Allah hakkı ile bilicidir. Yegane
hüküm ve hikmet sahibidir"(1) hükmü beyan
buyurulmuştur. Buradaki "Fâriza" Allah'ın farz
kıldığı hak, ayırdığı hisse manasınadır, çoğulu
"Ferâiz"dir.(2) Bilindiği gibi "Farz"
kelimesi; takdir etmek, kat'i olarak kesmek manasına gelir.(3)
İslâmi ıstılâhta ise; kat'i nasslarla sâbit olan hükme
"Farz" denilmiştir. İbn-i Abidin "Farzın
hükmünü" izah ederken: "Farzın hükmü: onu şüphe
götürmeyecek şekilde inkâr edenin kâfir olmasıdır.
İstihfaf (hafife alma) ve istihza da, inkâr
hükmündedir"(4) buyurmuştur. "Ferâiz ilminin
hedefi; Allahû Teâla (cc)'nın tayin etmiş olduğu hakları,
hak sahiplerine ulaştırmaktır. Dolayısıyla buna mani olmak;
hangi sebeble olursa-olsun, kat'i bir zulümdür. Eğer herhangi
bir hak; sahibinin rızâsının dışında, başkasına
verilirse "Haram" gündeme girer!.. İslâm ûleması:
"Ferâize göre taksim edilen mirâsın helâl, hevâ ve
heveslere (şahsi kanaatlere) göre dağıtılan mirâsın haram
olduğu" hususunda müttefiktir.
1897 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Kur'ân-ı Kerîm'i ve Ferâizi öğrenin, insanlara
öğretin"(5) emrini verdiği bilinmektedir. Câhiliye
döneminde; kadınlara, kızlara ve çocuklara mirâs'tan pay
verilmiyordu. Mirâs ancak savaşma gücünde olan erkeklerin
hakkıydı. Bunun dışında mirâsın "Ahd Yoluyla"
intikâl ettiği de olurdu. Bir kimse diğerine: "Kanım
senin kanındır, şerefim senin şerefindir, sen bana vâris
olursun, ben sana vâris olurum. Sen benim ırzımı kollarsın,
ben senin ırzını kollarım" şeklinde teklifte bulunur,
diğeri de kabul ettiği zaman "Verâset" gündeme
girerdi. Ayrıca "Evlâtlık" edinme yaygındı.
"Evlâtlık" da, tıpkı evlâd gibi muâmele
görürdü. Fahrüddin-i Razi; arapların kendi kanunlarına
göre, mirâs dağıtımını yaptıklarını kaydeder.
1898 Kadınların ve
çocukların da; "Mirâs'ta paylarının bulunduğunu"
haber veren Ayet-i Kerime nâzil olunca, bazılarının zoruna
gitmişti. Kendi kendilerine dediler ki: "-Kadına dörtte
bir, sekizde bir; kıza yarısı veriliyor. Küçük çocuklara
mirâs ayrılıyor. Bunların hiç birisi düşmanla savaşamaz,
ganimet toplayamaz. Sesinizi çıkarmayın, sükût edin.
Allah'ın Resûlü (sav) belki bunu unutur veya kendisine
söyleriz; bunun değiştirilmesi için dua eder. Daha sonra
Resûl-i Ekrem (sav)'e; "-Ey Allah'ın Resûlü!.. Kıza
babasının bıraktığı malın yarısını mı verelim?
Bilirsin ki kız; ata binemez, düşmanla savaşamaz!.. Çocuğa
mirâs mı verelim? Mirâs aklı ermeyen çocuğun işine yaramaz
ki?"(6) dediler. Dikkat edilirse; Allahû Teâla (cc)'nın
mirâsla ilgili olarak indirdiği hükümler, toplumun
"Mirâs anlayışını" derinden etkilemiştir. Fakat
Sahabe-i Kiram; her zaman olduğu gibi, şahsi kanaatleriyle
karşı çıkmamış ve sonunda: "-Allah (cc) ve Resûlü
neyi emretmişse amennâ" diyerek teslim olmuştur.
Günümüzde: "-Efendim, nasıl olur da erkeğe, kadının
iki katı mirâs verilir?" diyerek, fındık kabuğunu
doldurmayacak akıllarıyla karşı çıkanlar nerede, sahabe
nerede!.. Halbuki erkek; (hem kendisinin, hem karısının olmak
üzere) iki kişinin nafakasını elde etmek zorundadır.
Evlenirken "Mehir" vermek sûretiyle, belli bir yükün
altına girmiştir. Annesinin, babasının ve çocuklarının
nafakalarını da temin etmek mecburiyetindedir. Kadın ise;
evlenirken "Mehir" aldığı gibi, nafakasını da
kocasından temin eder. Mülkiyet hakkı bakidir. Eğer kocası;
kendi evinde (karısının) oturuyorsa, ondan kira talebinde
bulunma hakkı vardır. Kaldı ki; Allahû Teâla (cc) her
hakkı, hak sahibine vermiştir. Bir kimse hem
"-Elhamdülillâh müslümanım" diyecek, hem de
"Allahû Teâla (cc)'nın farz kıldığı hakları"
(Ferâizi) ciddiye almayacak. Eleştirecek!.. Bu mümkün mü?
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah ve Resûlü bir işe
hükmettiği zaman; gerek mü'min olan bir erkek, gerek mü'min
olan bir kadın için (o hükme aykırı olarak) işlerinde
kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan
ederse, muhakkak ki o apaçık bir sapıklıkla yolunu
sapıtmıştır"(7) hükmü beyan buyurulmuştur.
İslâm'ın hükümlerine, şahsi kanaat ve reylerle, karşı
çıkılması mümkün değildir. Şimdi İslâm fıkhında;
mirâsın dayandığı delilleri gümdeme getirelim. Önce
"Mirâs'la" ilgili Âyet-i Kerimeleri zikredelim.
1899 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Allah size (mirâs hükümlerine şöyle) tavsiye (ve emr)
eder: Evlâdlarınızın hakkındaki hüküm; erkeğe, kadının
payının iki katıdır. Fakat onlar (çocuklar) ikiden fazla
kadınlar ise (ölünün) bıraktığının üçte ikisi
onlarındır. (Kız çocuğu) bir tek ise; mirâsın yarısı
onundur. (Ölenin) çocuğu varsa; ana ve babadan her birine
terikenin altıda biri (verilir). Çocuğu olmayıp da; ona
(ölene) ana ve babası mirâsçı olduysa üçte biri
anasınındır. (Ölenin) Kardeşleri varsa, o vakit altıda biri
anasınındır. (Fakat bütün bu hükümler ölenin) Edeceği
vasiyet (in yerine getirilmesin)den veya borç(unun
ödenmesin)den sonradır. Siz babalarınızdan ve
oğullarınızdan hangisinin fâide cihetinden, size daha yakın
olduğunu bilmezsiniz. (Bu hükümler ve hisseler) Allah'dan bir
farizâdır. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilicidir. Yegâne
hüküm ve hikmet sahibidir. Zevcelerinizin çocuğu yoksa
terikesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa,
size terikesinden (düşecek hisse) dörtte birdir. (Fakat bu da)
Onların edecekleri vasiyeti yerine gitermek ve borcunu
ödedikten sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa;
bıraktığınızdan dörtte biri onların (zevcelerinizin)dır.
Şayed çocuğunuz varsa; terikenizden sekizde biri; edeceğiniz
vasiyet ve borcun ödenmesinden sonra, yine onlarındır. Eğer
(ölen) erkek veya kadının mirascısı, evlâdı ve ana-babası
olmayıp (başka yakınları var ise o zaman) bir erkek veya bir
kız kardeşi varsa, bunlardan her birinin hakkı altıda birdir.
Eğer onlar bu miktardan çok iseler; o halde onlar (ölünün)
edeceği vasiyetin yerine getirilmesi ve borcunun (edâsından)
sonra; üçte birde ortaktırlar. (Bu taksim) Zarar verici
olmayan vasiyyet ve borcun edâsından sonra (uygulanır). Bunlar
(Emir ve hükümler) Allahû Teâla (cc)'dan size vasiyyettir.
Allah her şeyi hakkı ile bilendir, halimdir. (Cezayı
geciktirse de ihmal etmez) İşte bunlar Allah'ın
hududlarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, (Allah)
onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar ki, onlar orada
ebedi kalıcıdırlar. Bu en büyük bir kurtuluştur. Kim de
Allah'a ve Resûlüne isyan eder, (Allah'ın) hududlarını
(çiğneyip) geçerse onu da, içinde daimi kalıcı olarak
ateşe koyar. Onun için hor ve hakiyr edici bir azab
vardır"(8) hükmü beyan buyurulmuştur.
1900 Allahû Teâla (cc)
"Mirâsla ilgili olarak" diğer bir Âyet-i Kerime'de
şöyle buyurmuştur: "(Habibim) Senden fetva isterler: De
ki: Allah size ana-babasız ve çocuksuz kişinin mirâsı
hakkında hükmünü şöyle açıklar: "Ölen kişinin
çocuğu yok, bir kız kardeşi varsa bıraktığı malın
yarısı o (kız kardeşinin)dir. Fakat kendisi (ölen),
kızkardeşinin çocuğu yoksa, onun mirasını tamamen alır.
Eğer (ölenin) iki kızkardeşi varsa, bıraktığının üçte
ikisi onlarındır. Ve eğer (vârisler) erkek, kadın, bir-çok
kardeşler olursa, erkeklere iki kadının payı kadar (pay)
verilir. Şaşırırsınız diye Allah size (hükmünü)
açıklıyor. Allah her şeyi hakkı ile bilendir"(9)
1901 Câhiliye döneminde;
kadınlar, kızlar ve çocuklara mirastan pay verilmiyordu.
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ana ve baba ile yakın hısımların
bıraktıklarından erkeklere; Ana ve baba ile yakın
hısımların bıraktıklarından kadınlara; azından-çoğundan
(Az veya çok) farz edilmiş birer nasiyb olarak hisseler
vardır"(10) buyurularak, câhiliyenin mirâs anlayışı
reddedilmiştir.
1902 Hz. Ebû Bekir (ra) bir
hutbesinde: "Allahû Teâla (cc)'nın Nisâ Sûresinde;
ferâiz hakkında inzâl buyurduğu Âyetlerden birincisi:
çocuklar ve anne baba hakkındadır. İkincisi; karı-koca ve
anne bir kardeşlerle ilgilidir. Üçüncüsü: Anne-baba bir
veya baba bir kardeşler hakkındadır. Sûre-i Enfal'in
sonundaki Âyet ise "Zevi'l-erham" ile
alakalıdır"(11) buyurmuştur. Enfâl Sûresindeki Ayet-i
Kerime meâlen şöyledir: "Henüz iman edip de, hicret ve
sizinle beraber cihad edenlere gelince: Onlar da sizdendir.
Hısımlar Allah'ın kitabında (Hükmünde) birbirine daha
yakındırlar. Allah herşeyi hakkı ile bilendir"(12)
İmam-ı Şafii (rha) bu hükmün; muhâcirlerle ilgili
olduğunu, hicret ve cihad edenlerin faziletlerini izâh
ettiğini esas almıştır. Hiç kimsenin bulunmaması durumunda
uzak akrabaların da, mirâsa dahil edileceğinin delili olarak
değerlendirir.(13)
1903
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İlim üçtür, bundan ötesi
fazlalıktır. Mûhkem ayet, neshedilmemiş (yürürlükte olan)
sünnet ve adâletli ferâiz"(14) buyurduğu bilinmektedir.
Çünkü mirâs meselesi; her insanın başına gelebilen bir
hadisedir. Eğer bu konuda Allahû Teâla (cc)'nın hududları
çiğnenirse, hem bu dünya'da, hem de âhirette elim bir azaba
uğrama tehlikesi sözkonusudur. Dolayısıyla her mü'min;
"Mirâs" konusuna muhatab olduğu zaman, İslâm'ın
hükümlerine kayıtsız ve şartsız teslim olmalıdır.