MİRÂS'TA TERTİBE RİÂYET
ETMEK (TERİKE'NİN ÜZERİNDEKİ HAKLAR)
1912 Kur'ân-ı Kerîm'de;
ölenin mirâsının taksimi ile ilgili hükümler
açıklanırken: "(Fakat bütün bu hükümler ölenin)
Edeceği vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunu
ödemesinden sonradır" hükmü hassaten zikredilmiştir.
Hanefi fûkahası: "Ölünün bıraktığı maldan; önce
techiz ve tekfini için pay ayrılır. Bu hususta israfa
kaçılmadığı gibi, cimrilik de yapılmaz. Sünnete uygun
şekilde defin işlemi gerçekleştirilir. Daha sonra ölünün;
hayatta iken yapmış olduğu borçları varsa ödenir. Bu
borçlar; Allahû Teâla (cc)'nın emri olan zekat, keffâret,
oruç fidyesi ve nezr (adak) olabileceği gibi, diğer
insanlardan alınmış (borçlar) da olabilir. Borç ödeme
hususunda da; önce insanlara olan (borçlar) dikkate alınır.
Borçların ödenmesinden sonra; ölenin vasiyyeti mevcutsa,
terikenin üçte birini aşmayacak şekilde yerine getirilir.
Bütün bunlardan sonra kalan mal; vârislere; sehimleri dikkate
alınarak taksim olunur"(28) hükmünde ittifak etmiştir.
Dikkat edilirse terike üzerinde dört hak sözkonusudur. bunlar:
1. Mûris'in techiz ve tekfini
için gerekli masraflar.
2. Mûrisin borçlarının
ödenmesi
3. Mûris'in vasiyyetinin
yerine getirilmesi
4. Bütün bunlardan sonra
kalan malın; ferâize uygun olarak vârislere taksimi!..
1913 Feteva-ı Hindiyye'de:
"Haram yoldan servet elde eden bir kimse ölünce; uygun
olan vârislerinin durumu araştırmalarıdır. Eğer haram olan
bu servetin nereden ve kimden temin edildiğini
öğrenebilirlerse, onu sahiplerine geri verirler.
Öğrenmemeleri hâlinde ise; o haram serveti fakirlere
dağıtırlar"(29) hükmü kayıtlıdır. Elbette bu
"Haram li gayrihi" ile ilgili bir hükümdür. Eğer
"Haram liaynihi" ise (Şarap, rakı vs. gibi) imha
edilmesi esastır.
1914 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Herhangi bir mü'min ölürken borç bırakırsa, onu
ödemek bana aittir"(30) buyurduğu bilinmektedir. Eğer bir
mü'min; fakr-û zarûret içerisinde hayatını devam ettirir ve
borç içerisinde iken ölürse; bütün borçları
"Beytü'lmal"den ödenir. Defin işleminin
gerçekleşmesi hususundaki her türlü masraf da;
"Ulû'lemr" tarafından karşılanır. Esasen bu gibi
kimselerin velisi; mü'minlerin bey'at ettiği kimsedir. Nitekim
Resûlullah (sav): "Ulû'lemr; velisi olmayan kimselerin
velisidir"(31) buyurmuştur. Ancak mûrisin (ölünün)
yakın akrabası olan kimseler (varisler) zengin ise; ölüye
âit her türlü masrafı (Velev ki hiçbirşey bırakmamış
olsa da) karşılamak durumundadırlar. Tıpkı Nafaka
meselesinde olduğu gibi!..
1915
Şurası da unutulmamalıdır ki; borcun ve vasiyetin, vârisleri
zarara sokmamasına dikkat etmek gerekir Ölen kimsenin normal
borcu; ne olursa olsun ödenmelidir. Ölüm hastalığındaki bir
kimsenin; sevdiği bir yakınına veya dostuna, fazla mirâs
bırakmak için yalan yere ona borçlu olduğunu söylemesi
haramdır. Hanefi fûkahası; "can verirken ikrar edilen
borcun sahih olmayacağını; bu sebeble, edâsı için
vârislerin muhayyer duruma geçecekleri" konusuda, farklı
hükümlere varmıştır. Essah olan kavle göre; can verirken
ikrar edilen borç hususunda vârislerin muhayyer olduğudur. Bu
sebeble; borç hususunda titiz olmak ve (kat'iyyen yalan beyanla)
varislerden bazılarını zarara sokmamak şarttır.