HISIMLAR BİRBİRİNE DAHA
YAKINDIRLAR (RED YOLUYLA MAL ELDE ETMEK)
1956 Önce "Red kelimesi
üzerinde duralım. Lugatta "geri çevirmek, kabul etmemek
ve iâde etmek gibi" manalara gelir. Fıkıhta:
"Muayyen hisse sâhipleri (yani ashâb-ı ferâiz)
hisselerini aldıktan sonra, kalanı alacak asabe yoksa ve
terike'de artmış ise, bu artanın aynı mirasçılara hisseleri
oranında verilmesine reddiye denilir"(94) tarifi esas
alınmıştır. Ancak karı ve kocaya red yoluyla hisse
verilemez. Çünkü bunlar nikâh sebebiyle (Neseb noktasından
değil) Ashâb-ı Ferâize dahil olmuşlardır. Bunlara
"Menlâ yüreddû aleyh" (Üzerlerine red
yapılamıyanlar) denilir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Hısımlar
Allah'ın kitabında (hükmünde) birbirine daha
yakındırlar"(95) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi
fûkahası; onlar hısımlık sebebiyle birbirinin mirâsına
daha lâyıktırlar. Eğer artan mirâs; asabe yoksa, yine
hisseleri nisbetinde Ashab-ı Feraize intikâl ettirilir. Ancak
sağ kalan eşe red yapılamaz. Sahabe-i Kiram'dan Hz. Ömer, Hz.
Ali, Abdullah İbn Mesûd ve İbn-i Abbas (ranhüm)'tan gelen
rivayet budur"(96) hükmünü benimsemiştir. Esasen
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse; bir mal veya hak
bırakırsa bu mirasçılarına âiddir"(97) hadisi, hiçbir
tahsis getirmemiştir, mâhiyeti umûmidir. Asabe olmayınca
artan malın; muayyen hisse sahiplerine, hisseleri oranına göre
vermek gerekir.Şimdi bir misâl verelim.Farzedelim ki;Fatıma
hanım vefat etti!.. Geriye kocası ve iki kızı kaldı. Mesele
şöyledir:
Dikkat edilirse;
ashâb-ferâiz'den koca hissesini almıştır. Kızların hissesi
de üçte ikidir. Fakat sonuçta belli bir mal artmaktadır. Daha
önce de belirttiğimiz gibi; kocaya red yoluyla sehim verilemez.
Bu durumda üzerine red yapılacak kimseler iki kızıdır. İki
kıza terikenin 3/4'ü kalmıştır. Mahreçin yükseltilmesi
gerekir: 3/4x1/2=3/8 olur ve sonuçta;
karşımıza çıkar!.. Dikkat
edilirse red yoluyla kızların hisseleri (terike'nin üçte
ikisinden) fazla hale gelmiştir. Koca; üzerine red
yapılamadığı için, farz olan hissesini aynen almıştır.
1957 Dikkat edilirse; Ashâb-ı
ferâizden neseb noktasından asabe olanlar, başka kimse
bulunmadığı zaman red yoluyla terikenin artanını hisseleri
oranında paylaşmaktadırlar. Bunun zıddı da sözkonusudur.
Mûrisin (ölen kimsenin) terikesi; borçlarını ve vasiyetini
ifâya kafi gelmiyorsa; bu eksiklik hak sahiplerine, hakları
nisbetinde taksim edilir. Ayrıca muayyen hisselerin toplamı;
asıl meselenin mahrecinden büyük çıkarsa (yâni
dağıtılacak mal az, hisse çok olursa) "Avliye"
gündeme girer.(98) Çünkü Allahû Teâla (cc) muayyen
hisseleri, hepsine yeterli olmayan bir hal içerisinde
toplamıştır. Nassın muktezâsı ile sâbit olan, bizzat
nass'la sâbit olan gibidir. Böyle bir mesele ilk defa Hz. Ömer
(ra)'in hilâfeti döneminde sözkonusu olmuştur. Hz. Ömer (ra)
sahabe ile istişâre ederek; hisselerin toplamını mahreç
yapmış ve bu yolla eksikliği bütün vârislere taksim
etmiştir. (Yâni hepsinin hisseleri, belli oranda azalmıştır)
Bu konuda; sadece İbn-i Abbas (ra) muhâlefet etmiş, diğer
sahabe uygun bulmuştur.(99) Şimdi bir misâlle konuya
açıklık getirelim. Farzedelim ki Havva hanım vefat etti!..
Geriye kocası, annesi ve anne-baba bir iki kızkardeşi kaldı.
Mesele şöyle olur:
Dikkat edilirse hepsi farz
olan hisselerdir. Terike'nin tamamı 6/6 kabul edilirse (ki
öyledir); hisselerin toplamı 8/6'dır!.. Dolayısıyla Allahû
Teâla (cc) muayyen hisseleri, hepsine yeterli olmayan bir hal
içerisinde toplamıştır. Bu durumda (Reddiye'nin zıddı)
avliye gündeme girer. Asıl mahreç (8) yapılırsa; bütün
farz sahiplerinin hisseleri, muayyen bir şekilde azalmış olur.
Mesele şöyledir:
Avliye usûlü ile; terike
vârislere taksim edilince muayyen hisselerde belli oranlarda
azalma olur. Ancak terekenin; bütün hisseleri
karşılamadığı durumlarda, zarûri bir işlemdir.
1958 Şimdiye kadar; terikenin
sarfedileceği sınıflardan; Ashab-ı Ferâiz, asabe ve kendi
hisselerinden başka, kalanı da red yoluyla olan mirasları
inceledik!.. Muhakkak ki hayatta en çok (ferâiz konusunda)
bunlarla karşılaşılır!.. Ancak mûrisin (ölen kimsenin)
ashâb-ı ferâizden ve asabeden kimsesi olmayabilir!.. Şimdi
(Nâdir de olsa) bu gibi durumlarda; terikenin nerelere
sarfedileceğini ele alalım ve kısaca izah edelim.
1959 ZEVİ'L ERHÂM'IN
TARİFİ VE MÂHİYETİ: Mûrisin (ölen kimsenin)
ashâb-ı ferâiz ve asabesinden hiç kimsesi yoksa, akrabaları
gündeme girer. Zevi'l erham; "Zü'r-rahim'in"
çoğuludur. Lûgat manası; rahim beraberlik, akrabalık ve
yakınlıktır.(100) Kur'ân-ı Kerîm'de: "Anne ve baba ile
yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, anne ve baba
ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara; azından
da çoğundan da farz edilmiş birer nasip olarak hisseler
vardır"(101) buyurulmuştur. Ayette geçen
"ve'lâkrebûne" (Akrabalar, hısımlar) kelimesi;
mutlak olarak vârid olmuştur. Esasen savaşma gücü olmayan
kadın ve çocukları; mirâstan mahrum eden, cahiliye
düşüncesini ortadan kaldırmak için inzâl
buyurulmuştur.(102) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Dayı,
vârisleri bulunmayanın mirasçısıdır"(103) buyurduğu
da bilinmektedir. Sahabe-i Kiram'dan Hz. Sabit b. Ed-Dihdâh (ra)
vefat etmiş; geride yalnızca kız kardeşinin oğlu Ebû
Lübâbe b. Abdi'l-Münzir (ra) kalmıştı. Resûl-i Ekrem (sav)
bütün mirasını ona vermiştir.(104) Halbuki kendisinin;
asabesi ve ashâb-ı ferâizi durumunda değildi, Zevi'l-erham
durumundaydı. Hanefi fûkahası: "Zevi'lerham'ın mûrise
yakınlığı dikkate alınır. Çünkü bunlar; aslında asabe
hükmünde olup, ya kadın oldukları, ya araya kadın girdiği
için asabe olamamışlardır. Bu bakımdan asabe hangi usül ve
sırayla vâris oluyorsa, bunlar da aynı şekilde mirasçı
olurlar"(105) hükmünde ittifak etmiştir. Zevi'l erham
dört sınıfa ayrılır.
Birincisi:
Mûrisin (ölen kimsenin) farz sahibi ve asabesi olamayan
fûrûu: Kızlarının çocukları, oğlunun kızları vs...
İkincisi:
Mûrisin (ölen kimsenin) usûlü: Sahih olmayan (fasid) dede ve
nene!.. Bilindiği gibi sahih dede ve nene ashûb-ı ferâiz ve
asabe durumundadırlar.
Üçüncüsü:
Mûrisin (Ölen kimsenin) annesinin ve babasının asabe ve farz
sahibi olmayan furûu!.. Kız kardeşlerinin çocukları, erkek
kardeşlerinin kızları vs...
Dördüncüsü:
Mûrisin (ölen kimsenin) büyük baba ve büyük annesinin asabe
ve farz sâhibi olmayan fûrûu: Halalar anne bir amcalar vs..
Bilindiği gibi; farz sahipleri ve asabe varsa, Zevi'l-erhâm
vâris olamaz.(106)
1960 MEVLÂ'L-MUVÂLAT
(MUKÂVELELİ VÂRİS): Hür, akîl-baliğ olan iki
mü'min; karşılıklı diyet ödeme, yardımlaşma ve vâris
olma konusuda akid yaparlarsa buna "Muvâlat Akdi"
denilir. Hanefi fûkahası; muvâlat hısımı (mevlâsı) nın;
vâris olabilmesi için bazı şartların bulunması gerektiği
üzerinde durmuştur. Karı ve koca müstesna; farz sahibi, asabe
ve Zevi'l-erham mevcutsa, hiçbir şekilde vâris olamaz. Bazı
hallerde ise, varis olur.(107)
1961 İKRAR SONUCU HISIM
OLANLARIN DURUMU (MUKARRUN LEH BİNNESEBE): Her toplumda
nesebi meçhul kimseler bulunur. Bunun gizli olmasının bir-çok
sebebi vardır. (Nesebi meçhul) bir kimsenin nesebini; bir
şahsın kendine veya başkasına bağlayan sözüne, nesebi
ikrar denilir. Meselâ Hasan efendi; gizlice evlenmiş ve bu
evlilik sonucu bir çocuğu olmuştur. Diğer hanımının veya
çocuklarının bundan haberi yoktur!... Daha sonra nesebi
meçhul bilinen çocukla ilgili olarak "-Bu benim
oğlumdur" diyerek ikrar eder, zâhiri hal de kendini tekzib
etmezse, vefatında kendisine vâris olur. Ayrıca nesebi meçhul
olan (ve daha sonra ikrarı ile kendi çocuğu olduğu ortaya
çıkan) çocuğun annesini boşayıp-boşamadığı gündeme
girer!.. Eğer Hasan efendi o çocuğun annesi için: "-Bu
benim karımdır" diye ikrar eder ve kadın da "-Evet,
bu benim kocamdır" derse, bu defa "evliliği
ikrar" sözkonusu olur!.. Dolayısıyla verâsette zevce
(karı) durumu ortaya çıkar. Bütün bu ikrarlarda; sıhhat
şartlarının bulunması gerekir.(108)
1962 BEYTÜ'L-MAL: Mûrisin
(ölen kimsenin) hiçbir vârisi yoksa veya vârislerden bir
kısmı hissesini aldıktan sonra, geriye kalan malın sâhibsiz
olması durumunda "Beytü'l Mal" gündeme girer!..
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mevlâsı olmayanın mevlâsı
Allah ve Resûlüdür. Vârisi olmayanın mirasçısı
dayısıdır"(109) buyurduğu bilinmektedir. Hadis-i
şerifteki birinci hüküm; bazı hallerde mirâsın
Beytü'lmal'e kalabileceğinin delilidir. Ancak Terike
Beytü'lmal'e; irs sûretiyle değil "sâhipsiz mal
hükmünde" olarak konulur.(110) Farzedelim ki Cafer efendi
vefat etti!.. Geriye sadece karısı kaldı!.. (Yâni farz
sahiplerinden, asabeden ve Zevi'l-erham'dan hiç kimse yok)
Mesele şöyle olur. Techiz ve tekfin masrafları karşılanır.
Varsa borçları ödenir ve vâsiyet yerine getirilir. Kalan mal
şöyle olur:
Eğer
bu durumda Cafer efendi değil de; karısı vefat etmiş
olsaydı, malın yarısı Cafer efendiye verilecek, kalan yine
"Beytü'lmal'e" konulacaktı!.. Hatta zimmilerden
(Gayr-i Müslimlerden) kimsesiz olan (ve vasiyetleri de
bulunmayan) vatandaşların da; malları, Beytü'lmal'e konur!..