SİYASET, HİLAFET VE İMAMET
MESELESİ
212 Kur'an-ı Kerim'de:
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden
olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer birşey hakkında
çekişirseniz onu Allah'a ve Peygambere döndürün. Eğer
Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bu hem hayırlı, hem
netice itibariyle daha güzeldir" (En Nisâ Sûresi: 59)
hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Şafii (rha) bu Ayet-i Kerime'yi
zikrettikten sonra: "Araplar imamet diye bir müesseseden
habersizdiler. O dönemlerde Araplar indinde, bazı kimselerin,
diğer bazı kimselere itaat etmesi sevimli bulunan birşey
değildi. Kat'iyyen beğenilmezdi. Allahû Teâla (cc)
ulû'l-emr'e itaati de emretmektedir. Ancak bu mutlak manada
itaat değil, istisnai bir itaattir. Yani hak ve vecibelerde
itaat!.. "Eğer birşeyde ihtilafa düşerseniz,
çekişirseniz" Ayet-i Kerimesi, eğer siz ve itaat etmekle
emrolunduğunuz emir ile bir konuda anlaşamazsanız, o konuyu
Allahû Teâla (cc)'ya ve Resûlüne bırakın demektir. Şunu
biliyoruz ki bu farza riayet edilince, ihtilaf ortadan
kalkar"(169) buyurmaktadır. İbn-i Kesir: "Allahû
Teâla (cc)'ya itaatten murad, Kur'an-ı Kerim'in hükümlerine
uymaktır. Peygambere itaattan murad, sünnet'e riayet etmektir.
"Ulû'lemri minküm"den murad da, ümmet üzerinde
velâyet hakkı bulunan alimlere itaat etmektir"(170)
hükmünü zikreder. Konunun devamında da: "Allahû Teâla
(cc)'ya isyan hususunda mahlûka itaat yoktur" hadis-i
şerifini zikrederek, emir sahiplerine ancak şer'i şerifle
sınırlı bir itaatin sözkonusu olduğunu kaydetmektedir.
213 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Her kim imama (Ulû'lemr'e) itaatten bir el kadar
ayrılırsa, kıyamet gününde Allahû Teâla (cc)'ya ameli
hususunda, lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Her
kim de boynunda bey'at olmadığı halde ölürse, cahiliye
ölümü ile ölür"(171) buyurduğu bilinmektedir. Ümmetin
velâyetine haiz bir halife var iken o'na bey'at etmemek büyük
bir tehlikedir.
214 Sahabe-i Kiram, Resûl-i
Ekrem (sav)'in vefatından sonra en önemli iş olarak imam
(Ulû'lemr) tayin etme işini görmüşlerdi. Hatta Ulû'lemr
seçme işini, Resûl-i Ekrem (sav)'i defin etmekten daha önemli
buldukları bilinmektedir. İbn-i Abidin: "Mucizeler
sahibinden murad bittabi Peygamberimiz (sav)'dir. Pazartesi
günü vefat etmiş, salı günü yahud çarşamba akşamı veya
çarşamba günü defin edilmiştir. Bu arada Ashab-ı kiram
herşeyden evvel müslümanların başına bir halife seçmekle
meşgul olmuşlardır. Bu sünnet bugüne kadar devam
edegelmiştir. Bir halife vefat etti mi, yerine başkası
seçilmedikçe defin edilmez"(172) hükmünü zikreder.
215 İmam Ebû Muin En Nesefi:
"Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan imamı görmeden
bir günün geçmesi caiz değildir. İmametin hak olduğunu
kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dini hükümlerden bir
kısmının caiz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cum'a
namazı, bayram namazları ve yetimleri evlendirmek vb. gibi.
İmamı inkâr eden kimse farzları inkâr etmiş olur. Farzları
inkâr eden de kâfir olur"(173) buyurmaktadır.
216 Kitap, sünnet ve sahabe-i
kiram'ın icmaı ile sabit olan; mü'minlerin, kendi içlerinden
bir ulû'lemr seçmelerinin farz olduğudur. Zira kâfirlerin
mü'minler üzerinde velâyet hakları yoktur.(174) Ayrıca
Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerin dışında (ve o
hükümlerin yerine kâim olmak üzere) hüküm icad eden ve
yeryüzünü fesada veren güçlerle cihad etmek farzdır.
217 Sadrüddin Teftazani:
"Şer'i vazife ve vecibelerin pek çoğunun yerine
getirilmesi halifeye bağlı olduğu için, müellif Ömer
Nesefî buna işaret ederek dedi ki: "Müslümanlar için
bir imama mutlak sûrette ihtiyaç vardır. Müslüman halkla
ilgili dini hükümlerin infazı, cezaların tatbiki,
düşmanlara karşı ülke sınırlarının korunması,
müslümanlardan ordu teşkil edilmesi, sadakaların, yani
vergilerin toplanması, zorbaların, soyguncuların ve
eşkiyaların zabt-u rabt altına alınarak kahredilmesi, Cum'a
ve bayram namazlarının ifa (edâ) edilmesi, insanlar arasında
ortaya çıkan ihtilâfların ortadan kaldırılması, hukuk
üzerine kaim olan şahidliklerin kabulü; velileri bulunmayan
küçük yaştaki oğlan ve kızların evlendirilmeleri ve
ganimet mallarının taksim edilmesi gibi önemli hususlar imam
sayesinde icra edilir."(175)
218 Hilâfet veya İmamet ile
birlikte ele alınması gereken konulardan birisi de siyasettir.
Emir, nehiy ve terbiye gibi manalara gelen siyaset kelimesi, sase
fiilinden masdardır. İbn-i Abidin "Siyaset"i şu
şekilde tarif ediyor: "Siyaset, halkı dünya ve ahirette
kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salah ve
menfaatlerine çalışmaktır."(176)
219 Akil-baliğ olan mü'min
her erkek ve kadının siyasi hakları mevcuttur. Resûl-i Ekrem
(sav)'in erkek ve kadın herhangi bir ayırım yapmadan hepsinden
bey'at aldığı mütevatir haberlerle sabittir. Siyaset ile
istişareyi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kur'an-ı
Kerim'de Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben: "(O vakit) Sen
Allah'tan bir esirgeme sayesindedir ki, onlara yumuşak
davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın onlar
etrafından herhalde dağılıp gitmişlerdi bile!.. Artık
onları bağışla (Allah'tan da) günahlarının affolunmasını
iste. İş hususunda onlarla istişare et!.."(177) hükmü
beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'de istişare emir
sıgasıyla belirtilmiştir.Resûl-i Ekrem'in (sav) hakikati
tesbit için; diğer insanlarla kıyaslandığı zaman,
istişareye ihtiyacının olmadığı söyleyebilir. Ancak
ashabına ve daha sonra gelecek olan mü'minlere istişare
usûlünü ve edebini öğretmesi zarurudir. Hakkında nass
bulunmayan meselelerde, ilim ve rey sahibi olan insanlarla
istişare etmek vaciptir. İmam-ı Kurtubi; "istişareyi
terkederek, zorbalığa sapan imam'ın azlinin gerektiğini"
beyan etmektedir.(178) Kur'an-ı Kerim'de sûrelerden birisinin
ismi de: "Şûrâ Sûresi'dir" Bu sûrede mü'minlerin
vasıfları beyan buyurulurken: "Onlar (Mü'minler)
meselelerini aralarında istişare yolu ile
hallederler"(179) denilerek, bu vasıf övülmektedir.
Resûl-i Ekrem (sav)'in sahabesiyle önemli olan her konuda
istişare ettiği bütün muteber hadis mecmualarında
kayıtlıdır.
220 Günümüzde bazı
müellifler İslâm dininin istişareye verdiği önemi dikkate
alarak: "- Gerçek demokrasi İslâm dininde mevcuddur"
tezini ileri sürmektedirler. Demokrasi; aralarında hiçbir
ayırım gözetmeksizin bütün vatandaşların katıldığı bir
yönetim biçimidir. Demokrasi Allahü Teâlâ'nın (cc)
indirdiği hükümlere değil, insanların siyasi tercihlerine
dayanan bir siyasi rejimdir. Çoğunluğa iktidar yetkisini
kullanma, azınlığa da haklarının korunması şartı ile
iktidara rıza gösterme prensibini tavsiye eder. Bu bir anlamda
insanın kendi kendisini "Hüküm koyucu" ilan etmesini
beraberinde getirir. Mesela "Mekke Döneminde"
demokratik manada bir seçim yapılsaydı, Ebû Cehil ve
taifesinin iktidara gelmesi kaçınılmaz olurdu. Sonuç olarak
şunu söyleyebiliriz: istişare ile demokrasi arasında bir
münasebet yoktur. İslâm fıkhında istişare; hakkında kat'i
nass bulunmayan konularda , ilim ve rey sahiplerinin
görüşlerinden istifade ederek en doğru kararı verme
usûlüdür. Günümüzde demokrasi; hem bir siyasi rejim, hem
"hakimiyeti kayıtsız ve şartsız insana tahsis eden"
insanların savunduğu bir ideoloji haline gelmiştir. Diğer
ideolojiler gibi, kuvvet ve kudret sahiplerinin hevâlarına
göre keyfiyet değiştirebilmektedir. Hakkı ve hukuku değil,
toplumu yönlendirebilen çevrelerin tercihini ön plâna
çıkaran ideolojik demokrasi ile İslâm'ın temel hedefleri
arasında önemli farklar vardır. İslâm'ın temel hedefi;
insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini muhafaza
etmek, hakkı ve hukuku korumaktır. İktidarın teşekkülünde,
denetlenmesinde ve devredilmesinde insanların rızasını esas
alan hilâfet rejimi de (bazı benzerlikler bulunsa bile)
demokrasiden farklıdır.
221 Bilindiği gibi imamet; din
ve dünya işleri hususunda Peygamber (sav)'e halife olarak umumi
bir riyasettir. Dolayısıyle mü'minlerin imamının muktedir;
yani hükümleri infaz ve ceza hukukunu icra edebilir olması
şarttır. Gerek ilim, gerek takva noktasından zamanın en
üstünü olması gerekmez. Ayrıca masum (günahlardan
korunmuş) olması da şart değildir.
222 İmamın kâmil ve kesin
bir velâyete sahip olması şarttır.(180) Bunun mahiyeti
şudur: İmamette aranan vasıfların bir şahısta toplanması
zaruridir. İmam-ı Merginânî: "Kâfirlerin,
müslümanlar üzerinde velâyet hakları yoktur"(181)
diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. İbn-i Abidin imamda
aranan şartları şu şekilde izah etmiştir: "Halifenin,
müslüman ve hür olması şarttır. Zira kâfir, müslüman
üzerine veli olamaz. Köleden de halife olmaz. Çünkü onun
(kölenin) kendisine veli olmaya hakkı yoktur. Başkasına
nasıl veli olabilir. Sabi ile deli de, köle gibidir. Kadından
da halife olmaz. Çünkü kadınlar evlerinde oturmakla
memurdurlar. Onların hali tesettüre mebnidir. Peygamber (sav)
buna işaretle, hükümdarları kadın olan bir kavim nasıl
felâh bulur?" buyurmuştur.(182)
223 İmamın zâhir ve açıkta
olması gerekir.(183) Zalimlerin galebe çalması ve düşman
korkusu sebebiyle, halkın gözünden gizli olması mümkün
değildir. İmamiyye Mezhebi; 12. imamın gizli oluğunu ve
gelecekte zuhur ederek yeryüzünü adaletle dolduracağını
iddia etmektedir.(184) Bir İslâm toprağı istilâya uğrarsa,
orada bulunan müslümanların kendi aralarından birisini emir
tayin etmeleri vaciptir..(185) Zira müslümanlar küfür
ahkâmına razı olamıyacakları gibi, kâfirlerin velâyetini
de kabul edemezler. Dünyanın en ücra köşesinde bile olsa,
üç müslümanın kendi içlerinden bir emir seçmeden
yaşamaları helâl olmaz.(186)