264 Allahû Teâla (cc)'nın
imtihan için beyan buyurduğu emir ve nehiylerin tamamına
"Teklif" adı verilir. Malûm olduğu üzere insanın
lehindeki ve aleyhindeki haklarına sahip olabilmesine de
"Ehliyet" denilmiştir.(22) Allahû Teâla (cc)'ın
tekliflerine muhatab olabilmek için ehliyet şarttır. Her
mükellefin yapmak veya yapmamak hususunda sorumlu tutulduğu
İslâmi fiillere "Ef'âl-i Mükellefin" (Mükellef
olan kimselerin fiilleri) denir. Bunlar başlıca sekiz çeşit
olarak tesbit edilmiştir:
1. Farz, 2. Haram, 3. Vâcip,
4. Sünnet, 5. Müstehab, 6. Mübah, 7. Mekruh, 8. Müfsid.
265 FARZ: Lugat manası "Takdir etmek ve kat'i
olarak kesmek" demektir.(23) İslâmi ıstılâhta kat'i
nasslarla sâbit olan hükümdür. İbn-i Abidin: "Farzın
hükmü; onu şüphe götürmeyecek şekilde inkâr edenin kâfir
olmasıdır. İstihfaf ve istihzâ da inkâr
hükmündedir"(24) buyurmaktadır. Allahû Teâla
(cc)'nın her mükellefin nefsine teklif ettiği emirlerine
"Farz-ı Ayn" adı verilir: Beş vakit namaz, oruç ve
bunun gibi!.. Teklife Muhatab olan kimselerden bir kısmının
eda etmesiyle diğerlerinden düşen kat'i emirlere de
"Farz-ı Kifâye" denilmiştir. Cenaze namazı kılmak,
tıp ilmini öğrenmek, emr-i bi'l ma'ruf ve Nehy-i Ani'l Münker
ve bunun gibi!..
266 HARAM: Delâleti ve subutu kat'î nasslarla
işlenilmesi yasaklanan fiilere "Haram" denir. Hanefi
fûkahası: "Haramın sabit olması için kat'î ve
şüphesiz bir delil şarttır" hükmünde müttefiktir.
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Dillerinizin yalan yere
vasıflandırageldiği şeyler için: "Şu helâldır, bu
haramdır" demeyin. Çünkü (bu sûretle) Allah'a karşı
yalan düzmüş olursunuz. Allah'a yalan düzenler ise, şüphe
yoktur ki asla felâh bulmazlar"(25) hükmü beyan
buyurulmuştur. Hanefî fûkahası'nın kat'î delili şart
koşması bu ayet-i kerime'ye dayanır. Haram;
"Liaynihi" ve "Liğayrihi" olmak üzere ikiye
ayrılır. Can, mal, akıl, din ve nesil emniyetini tahrip eden
hususlar "Liaynihî haram" sınıfına girer. Adam
öldürmek, hırsızlık ve eşkiyalık, şarab, domuz eti ve
zina gibi!.. Liğayrihî haram ise; bizzat haram değildir. Ancak
harama vesile olmaktadır. Meselâ: bakmak haram değildir. Ancak
bir kadının avret mahaline bakmak harama (zina'ya) vesile
olacağı için haramdır. Yine elma yemek haram değildir. Ancak
bir başkasına ait olan bahçeden çalmak suretiyle yemek
haramdır. Bir kimse helâl'in haram olduğuna veya haram'ın
helâl olduğuna inanırsa kâfir olur.(26) Ancak burada
"Haram li aynihî" esastır. Meselâ: Bir kimse
şarabı besmele çekerek içer veya sonunda
"Elhamdülillâh" derse, bu helâl kabul etmiş olur.
Bu ise küfürdür.(27)
267 VÂCİB: Subûtu kat'î ve delâleti zannî
nasslarla beyan buyurulan tekliflere vacib denir. Meselâ her
namazda Fatiha sûresi'nin okunacağı Resûl-i Ekrem (sav)'den
kat'i olarak rivayet edilmiştir. Dolayısıyle sübûtu
kat'idir. Ancak "Kur'an-ı Kerim'den kolayınıza geleni
okuyunuz" emr-i ilâhisi, hem fatiha sûresi'ni, hem de
diğer sûreleri içine aldığı için zannîdir. Vâcib bazen
farz manasına da kullanılır.(28) "Namaz İslâmi bir
vecîbedir" cümlesinde, vecîbe farz manasınadır.
Resûl-i Ekrem (sav): "Kim ki kurban kesmeye malî kudreti
yerinde olur da kesmezse, o kimse namazgâhımıza sakın
yaklaşmasın"(29) emrini vermiştir. Buradaki tehdit,
kurban kesmenin vacib olduğuna delâlet eder. Dolayısıyle
kurban kesmek vacibtir.(30) Yatsı namazından sonra edâ edilen
"Vitir" namazı için de durum aynıdır. Farz ile
vacib arasındaki en önemli fark; farzın inkârının küfür
oluşu, vacib'in inkârının ise küfür olmayışıdır. Ancak
vacibi inkâr eden; bid'at ve dalâlet ehlidir.
268 SÜNNET: Resûl-i Ekrem (sav)'den sadır olan, söz,
fiil ve takrire sünnet denir.(31) Allahû Teâla (cc) muhkem
ayetleriyle Resûl-i Ekrem (sav)'e itaat etmemizi farz
kılmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in kavlî ve fiillî olarak
sabit olan; ancak farz veya vacib olmayan hükümler
"Sünnet" ıstılâhı ile izah olunur. Sünnet: biri
"Sünnet-i Hüdâ", diğeri "Sünnet-i
Zevaid" olmak üzere iki kısımdır.(32) Sünnet-i
hüda'nın terki isâet ve kerahet icap eder: Cemaat, ezan,
ikamet ve emsali bunlardandır. Sünnet-i Zevaid'in terki ise;
isâet ve kerahet icab etmez. Resûl-i Ekrem (sav)'in giyiminde,
oturmasında, kalkmasında takip buyurduğu hatt-ı hareket
gibi!.. Sünnet-i Hüdâ'ya aynı zamanda "Sünnet-i
Müekkede" (Te'kid edilmiş, kuvvetli) adı da verilir.
Sabah, akşam ve öğle vakitlerinde edâ edilen sünnet namazlar
gibi!.. Sünnet-i Zevaid'e, aynı zamanda "Sünnet-i gayr-i
müekkede" (Te'kid edilmemiş sünnet) denilir. Resûl-i
Ekrem (sav)'in devamlı olarak değil de, bazen işlediği
ibadetler bu sınıfa dahildir. Yatsı ve ikindi namazından
önce kılınan sünnet namazlar gibi!..
269 MÜSTEHAB: Umumi veya husûsi olarak güzel bir
delili bulunup, Resûl-i Ekrem (sav)'in tavsiye ettiği
amellerdir. Bunların da yapılması istendiğinden ve sevab
umulduğundan bunlara "Mendub, nafile, tatavvu ve edeb"
de denir.
270 MÜBAH: Allahû Teâla (cc)'nın yapıp-yapmamak
hususunda insanları serbest bıraktığı hususların tamamına
"mübah" olan fiiller denir. Kur'an-ı Kerim'de:
"Yeryüzünde neler varsa onların hepsini sizin için
yarattı"(33) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm
ûleması "İhtiyaçlarınızı karşılayan şeylere mal
denir"(34) tarifini esas almıştır. Dolayısıyla
"Haram ihtiyaç hükmünde değildir." İmam Abdülaziz
Buhari: "Haramlığına dair husûsi bir delil (Nass)
bulunmayan her eşyada ibâha (Mübahlık) esastır"
kaidesinin ehl-i sünnet alimleri tarafından benimsendiğini
beyan eder.(35) Esasen mübah'ın sınırı oldukça geniştir.
271 MÜFSİD: Esasen meşru olduğu halde, gayr-i meşru
bir şeye bağlantısı sebebiyle meşruiyet hududundan çıkan
fiillere "müfsid" denir. Bu fiiller aslen caiz olduğu
halde, vasfen caiz olmaz.(36) Sıhhatini kaybeden ve bozulan
ibadete "Fasid" denir. Bir ibadetin edasının
şartları bulunmaksızın yerine getirilmesi "Batıl"
olur. Abdestsiz kılınan namaz batıldır!.. Abdest alarak namaz
kılarken; kahkaha ile gülen veya konuşan kimsenin namazı
"Fasid" olmuştur. Halbuki namaz aslen meşrudur.
Kahkaha ile gülme veya konuşmaya bitişince, bu vasıf
yüzünden fasid olur. Meselâ: Nikâh meşrudur. Ancak bir kimse
nikâh kıyarken, şarabı mehir olarak vermeye kalkarsa
"Fasid" olur.
272 MEKRUH: Delâlet-i ve subutu zanni olan nass'larla
meydana gelen hükümlerden birisi de mekruhtur. İşlenmesi
hakkında kat'i bir nehiy bulunmayan ancak terkedilmesi sevimli
olan fiillere "Mekruh" denir. Meselâ: Bir vacibin veya
sünnetin terkini içine alan fiiller mekruhtur. Vacib'in terki;
"Kerahat-ı Tahrimiyye", sünnetin terki ise
"Kerahat-ı Tenzihiyye" ile mekruhtur. Molla Hüsrev:
"Kerahat-ı Tahrimiyye ile mekruh olan şey, İmam-ı
Muhammed'e göre haramdır. Kesin nass bulunmadığı için haram
lafzı kullanılmamıştır. İmam-ı Muhammed (rha)
kitaplarında "Kerahati" kullandığı zaman, bununla
haramı kasdetmektedir. İmam-ı Azam (rha) ile İmam-ı Yusuf
(rha)'a göre; kerahat-ı tahrimiyye harama yakındır. Ancak
haram değildir. Kerahat-ı Tahrimiyye ile mekruh olan şeyin
harama nisbeti, vacibin farza nisbeti gibidir? Kerahat-ı
tenzihiyye ile mekruh olan ise, helâle daha yakındır"(37)
hükmünü zikretmektedir. Mü'minler; nasıl vacib olan ibadeti
eda hususunda titizlik gösteriyorlarsa, "Tahrimen
mekruh" olan hususlarda da titiz olmak durumundadırlar.
Zira Vacib ne ile sabitse, tahrimen mekruh'ta onunla sabittir.
Delil noktasında kuvvetleri aynıdır.