Takdim
HAMD; ALEMLERİN RABBI,
RAHMAN VE RAHİM, DİN gününün sahibi olan Allahû Teâla
(cc)'ya. Salât ve Selâm; Alemlere rahmet olarak gönderilen
Peygamberimiz Efendimize, temiz Ehl-i Beyti'ne ve Ashabına
olsun!... Hz. Adem (as)'den günümüze kadar; Tağuti güşlere
karşı cihad eden ve Allahû Teâla (cc)'nın rızasını
kazanmak gayretiyle şehadete koşan bütün mü'minlere dua
ederiz!.. Amellerimizin bidayeti ve nihayeti; verdiği nimetleri
saymaktan bile acze düştüğümüz Allahû Teâla (cc)'ya
hamdetmektir.
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Böylece sizi vasat bir ümmet
yapmışızdır, insanlara karşı hakikatin şahidleri
olasınız, bu peygamber de sizin üzerinize tam bir şahid olsun
diye..."(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu âyet-i
kerîme'de geşen "Ümmeten vasata" (Vasat ümmet)
tabirinin; "Adil ümmet" manasına geldiğini, bizzat
Resûl-i Ekrem (sas) haber vermiştir.(2) İmam-ı Şafii (rha)
"Adalet" mefhumunu izah ederken: "Adalet"ten
murad; Allahû Teâla (cc)'nın emrine uygun şekilde amelde
bulunmaktır"(3) hükmünü zikrediyor. Malûm olduğu
üzere "Adalet'in" zıddı; zulümdür. Yeryüzünde
heva ve heveslerine kapılarak; Allahû Teâla (cc)'nın
indirdiği hükümlere karşı ayaklanan (Tuğyan eden) her
gücün tek ismi vardır: Tağut!.. Hz. Adem (as)'dan itibaren
bütün Peygamberler insanları; Tağuti güşlere karşı cihad
etmeye davet etmişlerdir. Tevhid mücadelesinin temeli budur.
Nitekim Allahû Teâla (cc): "Andolsun ki biz her kavme:
"Allah'a ibadet edin, Tağut'a kulluk etmekten
kaşının" diye (tebligat yapması işin) bir peygamber
göndermişizdir"(4) hükmünü beyan buyurmuştur. Bütün
peygamberler insanları "Tevhid Akidesine" davet
etmişler ve karşılığında hişbir ücret talebinde
bulunmamışlardır. Alemlere rahmet olarak gönderilen
Peygamberimiz Efendimiz (sas): "Peygamberler babaları bir
kardeşler gibidirler, dinleri birdir"(5) buyurmuştur.
İnsanlar; birbirlerine olan kinleri ve hased'leri sebebiyle,
fırkalara bölünmüşlerdir.
Allahû Teâla (cc)'nın mülkünde, O'nun verdiği rızıklarla
hayatanı devam ettiren her insan; İslâm ahkâmına teslim
olmak borcundadır. Ancak bunun gerşekleşmesi; insanın lehinde
ve aleyhindeki hükümleri bilmesiyle mümkün olur. Resûl-i
Ekrem (sas)'in "İlim taleb edilip öğrenilmesi, her
mü'min erkek ve kadın üzerine farzdır"(6) buyurduğu
bilinmektedir. Dolayısıyle her mü'min; işinde bulunduğu hal
ile ilgili ilimleri öğrenmek zorundadır. İşte bu noktada
karşımıza "Farz-ı Ayn" ilimler şıkmaktadır.
"İlmühal" tabiri; "İnsanın işinde bulunduğu
halin ilmi" manasınadır. Tağuti güşlerin; İslâm
topraklarını kan ve zulümle istilâ etmelerinden sonra,
insanın işinde bulunduğu hallerde değişiklikler olmuştur.
İşte bu eserin hazırlanması ve yayınlanması;
"Ehliyet" sahibi mü'minlere, Allahû Teâla (cc)'nın
yüklediği "Emanet'in" hatırlatılması işindir.
"Emanet ve Ehliyet" isminin konulmasının sebebi de,
budur. "Onbeş" bölümden meydana gelecek eserin; ilk
sekiz bölümü "Birinci Cildi", kalan yedi bölümü
de "İkinci Cildi" meydana getirmektedir.
Şurası muhakkaktır ki; mü'minin niyeti, amelinden daha
hayırlıdır. Zira "Niyyet'te" ihlâs sözkonusudur.
Salih bir niyyetle; yeryüzü müstekbirlerine karşı cihad etme
gayretinde olan mü'minler birbirlerinin kardeşleridir. Elbette
birbirlerinin hatalarını; İslâmî usullere riayet ederek
telafi etmeye gayret edeceklerdir. Tağuti güşlerle işbirliği
yapan ve onların iktidarlarını, İslâm dinini istismar ederek
ayakta tutmaya şalışan "Bel'am" tipli kimseler;
mü'minlerin en büyük düşmanlarıdır. Tağut'un, Belam'ın
ve Hased ehlinin şerrinden Allahû Teâla (cc)'ya
sığınırız. Amellerimizin başı ve sonu Allahû Teâla
(cc)'ya hamdetmektir.
MİSAK YAYINLAR
___________________________
(1) El Bakara Sûresi: 143.
(2) İmam-ı Kurtubi-El Camiûl Li Ahkami'l Kur'an-Kahire: 1967
(3 Bsm) C:2 Sh:156, Ayrıca İbn-i Kesir-Tefsirû'l Kur'an'il
Azim-Beyrut: 1969 D. Marife Neşri C:1 Sh:191.
(3) İmam-ı Şafii-Er Risale-Kahire: 1979 (2 Bsm) A. M. Şakir
(thk) Sh: 25 Md: 71
(4) En Nahl Sûresi: 36.
(5) Sahih-i Buhari-İst: 1401 Çağrı Yay, K. Sitte Serisi C: 4
Sh: 142 K. enbiya: 48.
(6) İmam-ı Serahsi-El Mebsut-Beyrut: C: 1 Sh: 2, Ayrıca El
Aclûni-Keşfû'l Hefa-Beyrut: 1351-52 C: 2 Sh: 43 Had. No: 1665.
ÖNSÖZ
Yirminci yüzyılın başlarında; İslâm
topraklarının, emperyalist kafirlerin istilâsına uğradığı
bilinmektedir. Şirke ve zulme dayanan ideolojik hareketler;
yapılarının gereği olarak "Cahiliye" hayatını
gündeme sokmuşlardır. Dikkat edilirse; insanların heva ve
heveslerinden kaynaklanan, itikadi ve ameli teoriler, hayata
hakim olma mücadelesi vermektedirler. Her ideoloji kupkuru bir
zan'dır, "Hakikatle" hişbir ilgisi yoktur. Şöyle
ki; insanların kavrama ve öğrenme kabiliyetleri birbirinden
farklıdır. Bir insanın aklı ile tesbit ettiği ve "Tek
kurtuluş yolu" olarak sunduğu teorileri, diğer bir insan
tamamen "Saşma" olarak nitelendirebilir. Hatta
insanın akli melekelerini işletmeyip, hakikati bulmada, iyiyi
ve kötüyü birbirinden ayırt etmede, gaflete düşmesi de
mümkündür. Şehvetlerinin peşinde koşan insanlar; sihirli
bir yalanın şevresinde ittifak etebilirler. Esasen bütün bu
ihtimaller olmasaydı; aklı ile hareket eden ve "Hakikati
bulduğunu" ilan eden her insana inanmamız zaruri olurdu.
Halbuki görünen odur ki, her insan aklını beğenmekte, tesbit
ettiğini zannettiği doğrular dışında kalan herşeyi
reddetmektedir. İlim adamlarının insanların bütün
meselelerini bilmeleri ve bunlara şözüm getirmeleri de
mümkün değildir. Zira ilim adamları da insandır ve işinde
yaşadıkları toplumun inanşlarıyla
şartlandırılmışlardır. Esasen her toplumda "o toplumun
resmi ideolojisiyle" uzlaşmayan ilim adamları, değişik
vasıtalarla (Hapis, tehdit, iftira vs.) susturulurlar.
İnsanların bütün imkanlarını birleştirip; hakikati
bulabileceklerini kabul etsek dahi (ki bu mümkün değildir),
Allahû Teâla (cc)'nın peygamberler göndererek hakikati
tebliğ ettirmesinin, bir lütûf olduğunu kabul etmek
zorundayız. Kur'ân-ı Kerîm'de; "Andolsun size kendi
işinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya
uğramanız ona şok ağır ve güş gelir. Üstünüze şok
düşkündür. Mü'minleri cidden esirgeyici ve
bağışlayıcıdır o"(1) hükmü beyan buyurulmuştur.
İnsanlara peygamber gönderilmesinin sebeblerinden birisi;
işinde bulundukları sıkıntıların ortadan kaldırılması,
dünyada ve ahirette kurtulacakları yolun mahiyetinin tebliğ
edilmesidir. Sadrüddin Taftazani: "Allahû Teâla (cc)
dünya ve din işleriyle ilgili olarak ihtiyaş duydukları
hususları aşıklasınlar diye insanlara peygamberler
göndermiştir"(2) buyurmaktadır. Ayrıca insanların;
"Ğ Bizi Allahû Teâla (cc)'ya iman etmeye ve sadece O'na
kulluğa davet eden olmadı" şeklinde mazeret beyan etme
haklarının olmaması da esastır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:
"(Biz) Peygamberler (i rahmet) müjdecileri ve azab
habercileri olarak gönderdik. Ta ki peygamberlerden sonra
insanların Allah'a karşı (bizi imana şağıran olmadı diye)
bir bahaneleri olmasın. Allah mutlaka galiptir, yegane hüküm
ve hikmet sahibidir"(3) hükmü beyan buyurulmuştur. Yine
bir başka ayet-i kerime'de; "Senin rabbin memleketlerin ana
merkez(ler) ine; karşılarında ayetlerimizi okuyacak bir
peygamber gönderinceye kadar, o memleketleri helâk edici
değildir ve biz ahalisi zalim olan memleketlerden başkasını
helâk edici değiliz"(4) buyurulmuştur. Adalet; Allahû
Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlere göre amel etmektir.
Zıddı olan "Zulüm" ise; insanın heva ve
heveslerinden kaynaklanan hükümlere tabi olmasıdır.
YERYÜZÜNDE ALLAH
(CC)'IN HALİFESİ: İNSAN
Allahû Teâla (cc) gerek kendi hukuku, gerek yaratmış olduğu
canlıların hukukunu muhafaza etmek üzere, insanı
yaratmıştır. İnsanın yeryüzünde Allahû Teâla (cc)'nın
emirlerini tebliğ ve infaza memur kılındığı bilinmektedir.
Ayrıca kat'i nass'la sabittir ki; insan yeryüzünde Allahû
Teâla (cc)'nın halifesidir.(5) Meselenin daha iyi
kavranabilmesi işin, "Ruhlar Aleminde" gerşekleşen
misak olayını dikkate almak mecburiyetindeyiz. Kur'an-ı
Kerim'de: "Hatırla ki Rabbin, adem oğullarının
sülbünden zurriyetlerini şıkarıp, kendilerini nefislerine
şahid tutmuş; Onlar da "Ğ Evet Rabbimizsin, şahid
olduk" demişlerdi. (İşte bu şahidlendirme) Kıyamet
günü: "Ğ Bizim bundan haberimiz yoktu" dememeniz
işindir. Yahûd: "Ğ Daha evvel atalarımız (Allah'a)
şirk koşmuştu. Biz de onların ardından gelen (Atalarının
izinden ayrılmayan) bir nesiliz. Şimdi o batılı kuranların
işlediği (günahlar) yüzünden bizi helâk mı
edeceksin?" dememeniz işindi"(6) hükmü beyan
buyurulmuştur. İslâm ûleması: "Ruhlar aleminde
gerşekleşen "Misak" olayında iki önemli unsur
mevcuddur.
Birincisi: Allahû Teâla (cc)'nın "Ğ Ben sizin rabbiniz
değil miyim?" şeklindeki suali ve teklifi.
İkincisi: İnsanların kendi nefislerine şahid tutulup;
"Ğ Evet Rabbimizsin, şahid olduk" şeklindeki,
tasdikidir. Bu hadisede "İcap ve Kabul" teşekkül
etmiştir. Bunun tabii sonucu insanların yerine getirmesi
gereken vazifeler ortaya şıkmıştır. Buna "Emanet"
denir"(7) hükmünde ittifak etmiştir. Bu misak
hadisesinden sonra insanoğlu, başta Akıl olmak üzere;
hürriyet, mülkiyet ve diğer nimetlere kavuşmuştur.
Hz. Adem (as)'den itibaren bütün peygamberler insanları,
Allahû Teâla (cc)'ya kulluğa davet etmişlerdir. Kur'ân-ı
Kerîm'de; "Cinleri ve insanları, bana ibadet etmeleri
işin yarattım"(8) hükmü beyan buyurulduğu sabittir. Bu
ayet-i kerime'de geşen "İllâ liya'bûdûn" (Yalnız
kulluk işin, ibadet işin) ibaresi; insanların ve cinlerin,
(hişbir istisna sözkonusu olmadan), tamamını işine alır.(9)
Bazı alimler ibadeti; "Allahû Teâla (cc)'nın rızasını
kazanmak ve O'na tazim etmek niyetiyle, her emrini emrettiği
şekilde yerine getirmektir" şeklinde tarif etmişlerdir.
Seyyid Şerif Cürcani:"-Hevâsına muhalefet edip, Allahû
Teâla'ya (cc) teslim olan mükellefin fiillerine ibadet
denilir"(10) tarifini esas almıştır. Tariflerin
keyfiyeti ve muhtevası aynıdır.
İnsanoğlunun yaratılış hikmetini unutması, inkâr etmesi
ve hevâsına göre yaşaması mümkünür. İmam-ı
Şehristani:"-İtikad yönünden insanlar; milel ve nihal
ehli olmak üzere, iki zümreye ayrılırlar. Milel ehli, ,
vahye dayanan ve hak bir şeriat ile amel eden ehlĞi diyanettir.
Nihal ise, hevâsına göre yaşayan ehl-i ehvâya verilen
isimdir"11) diyerek, güzel bir tasnifte bulunmuştur.Milel
ve nihal ehlinin velâyet hukuku birbirinden farklıdır.
Kur'an-ı Kerim'de: "Allah iman edenlerin velisidir.Onları
karanlıklardan (zulûmattan) nura şıkarır. Küfredenlerin
velisi ise tağuttur. O da kendilerini nurdan ayırıp zulûmata
şıkarır. Onlar cehennemin arkadaşlarıdırlar. Onlar orada
bir daha şıkmamak üere ebedi kalıcıdırlar."(El Bakara
Sûresi:257) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam Fahrüddin-i
Razi; müfessirlerin bu ayette geşen "nûr ve zulûmat
kelimelerinden kasdın, iman ve küfür olduğunda ittifak
ettiklerini" belirtmektedir. (12) İbn-i Kesir, önemli bir
inceliğe işaret ederek şöyle demiştir:" Allahû Teâla
(cc) bu ayette nuru tekil, zulûmatı ise şoğul olarak
kullanmıştır. Şüphesiz ki hak (nur) tektir. Küfrün
şeşitleri ise pek şoktur.Hepsi de batıldır." (13)
Dünyada hem Allahû Teâla'ya (cc) teslim olan mü'minler, hem
hevâlarını ilâh edinen kafirler birarada yaşamaktadırlar.
Kıyamete kadar bu manzara hiş değişmeyecektir. Bunun sebebi
üzerinde kısaca duralım.
DİNDE ZORLAMA YOKTUR
Kur'an-ı Kerim'de: "Dinde zorlama yoktur. Hakikat; iman ile
küfür apaşık meydana şıkmıştır. Artık kim Tağut'u
tanımayıp da, Allahû Teâla (cc)'ya iman ederse, o (kimse)
muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa
yapışmıştır. Allah hakkı ile işitici (Her şeyi) kemâli
ile bilicidir"(El Bakara Sûresi:256) hükmü beyan
buyurulmuştur. Bu ayet-i kerime'de hem imanın ve küfrün
mahiyetinin apaşık meydana şıktığı, hem insanların
tercihlerinin bulunduğu haber verilmiştir. Yine bir başka
Ayet-i Kerime'de : "Eğer rabbin dileseydi yeryüzündeki
kimselerin (insanların) hepsi iman ederlerdi. Böyle iken sen
hepsi mü'min olsunlar diye insanları zorlayıp duracak
mısın?" (Yunus Sûresi: 99) hükmü beyan buyurulmuştur.
Başta Fahrüddin-i Razi olmak üzere müfessirler; "İlahi
iradenin aksine herhangi bir hal meydana gelmeyeceği işin, bu
ayet-i kerime'de zamir "Tûkrihû" fiili üzerine
takdim olunmuş ve "efe'ente tûkrihû'n nase"
şeklinde varid olmuştur. Resûl-i Ekrem (sas)'in kavminin iman
etmesi hususunda haris olduğundan, bu kuvvetli arzuyu izale
işin nazil buyurulduğunu"(14) kaydetmişlerdir. Ayrıca
"De ki; o (Kur'an) Rabbinizden (gelen) bir haktır. Artık
dileyen iman etsin, dileyen (inkar ederek) kafir olsun" ( El
Kehf Sûresi: 29) ayet-i kerimesi, meseleyi kavramamızı
kolaylaştırmaktadır. Şurası muhakkaktır ki, Allahû Teâla
(cc) insanoğlunun küfrüne razı değildir. Fakat hevâsına
uyan insanoğlu cüz'i iradesiyle küfrü tercih edebilir.
Bunun tabii sunucu şudur: dünyada hem Allahû Teâla (cc)'ya
teslim olan "mü'minler", hem hevâsına uyarak
tağut'a kulluk eden "kafirler" bulunacaktır. Bu
durumda şu suale cevap bulmamız gerekir; "Yeryüzünde
Allahû Teâla'nın (cc) indirdiği hükümlerle mi, yoksa
insanların hevalarından kaynaklanan ideolojilerle mi
hükmedilecektir?" Bu suale verilecek cevap, Hz. Adem
(as)'dan itibaren devam eden mücadelenin keyfiyetini belirleme
aşısından önemlidir.
HAKİMİYET KAYITSIZ
VE ŞARTSIZ ALLAH (CC)'NINDIR
Kur'an-ı Kerim'de Resûl-i Ekrem (sas)'e hitaben: "(Ve şu
emri indirdik) insanlar arasında, Allah'ın indirdiği
hükümlerle hükmet!.. Sakın onların (insanların) heva ve
heveslerine uyma" ( El Maide Sûresi: 49) hükmü beyan
buyurulmuştur. Allah'ın (cc) hükümlerine mukabil olmak ve
onların yerine geşmek üzere; insanların hüküm icad etmesi
caiz olmadığı gibi, küfür ahkamına razı olmaları da caiz
değildir. Resûl-i Ekrem (sas)'in: "Nefsim yed-i kudretinde
olan Allahû Teâla (cc)'ya yemin olsun ki, arzusunu İslâm'a
tabi kılmayan kimse iman etmiş olmaz"(15) buyurduğu
bilinmektedir. Allahû Teâla (cc)'nın mülkünde küfür
ahkamı ile hükmetme hakkı hiş kimseye tanınmamıştır.
Molla Hüsrev: "Siyerû'l ecnas'ta kaydedildiğine göre;
bir kimse başkasına küfür (ahkamı) ile emretmek işin
azmeylese, sırf bu azmi sebebiyle kafir olur. Şayed bu kimse
kelime-i küfrü konuşsa ve bir cemaat de o konuşanın
sözünü kabul eylese, o cemaatin hepsi kafir olur"(16)
hükmünü zikretmektedir.
Hanefi fûkahası; "Yeryüzünde yaşayan bir kimsenin
canının ve malının masum olması işin; ya iman etmiş
olması, ya ahdinin (zimmet akdi) bulunması gerekir. İslâm'a
karşı savaşan harbilerin (saldırgan kafirlerin) canları ve
malları masûm değildir"(17) hükmünde ittifak
etmişlerdir. Bu ittifak şu ayet-i kerime'ye dayanmaktadır:
"Kendilerine kitap verilenlerden ne Allah'a, ne ahiret
gününe inanmayan, Allah'ın Resûlü'nün haram ettiği
şeyleri "Haram" tanımayan, İslâm dinini din olarak
kabul etmeyen kimselerle; zelil ve hakiyr olup kendi elleriyle
cizye verecekleri zamana kadar muharebe edin" ( Et Tevbe
Sûresi: 29) Dürri'l Muhtar'da: "Cizye mülhidlerin dediği
gibi, müslümanların kafirlerin küfürlerine razı olmaları
değildir. Bilakis cizye kafirlerin küfürleri üzere
kalmalarının cezasıdır. İmana davet etmek işin kafirlere
cizyesiz mühlet vermek caiz olduğu takdirde, cizye ile mühlet
vermek evleviyetle caizdir. Nitekim Allahû Teâla (cc)'nın:
"Kafirlere, zelil va hakiyr olarak kendi elleriyle cizye
verinceye kadar onlarla muharebe ediniz"(Et Tevbe Sûresi:
29) ayet-i kerimesi ve peygamber efendimizin Hecer
mecûsilerinden, Necran hıristiyanlarından cizye alıp
kendilerini dinleri üzere bırakmaları da, cizyenin caiz
olduğuna delildir"(18) hükmü kayıtlıdır. İmam-ı
Şafii (rha)'de; iman veya zimmet akdi (Ahid) olmadığı süre
işerisinde, kanın ve malın masum olmayacağını beyan
etmiştir.(19)
Sonuş olarak yeryüzünde; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği
hükümlerle hükmedilmesi esastır. İmam-ı Serahsi (rha):
"Cihad'dan maksad, mü'minlerin emniyet işerisinde
bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkanına
kavuşmalarıdır"(20) hükmünü zikretmektedir.Sonuş
olarak şunu söyleyebiliriz: İslâm fıkhında hakimiyet ve
iktidar kavramları; birbirleriyle ilgili olmakla beraber,
farklı mahiyete haizdirler.Hakimiyet kayıtsız ve şartsız
Allahû Teâla (cc)'ya aittir. Hakim-i mutlak olan O'dur.
Müslümanlar namazlarını edâ ettikten sonra; "Lehûl
Mulk (hakimiyet o'nundur) ve lehû'l Hamd" diyerek, bunu
ikrar ederler. İktidar kavramı ise, Allahü Telâla'nın (cc)
halifesi olan insanlara ait fiilleri ifade işin kullanılabilir.
İnsanların rızalarını (bey'at veya zimmet akdi) alarak
iktidara gelen kimseler; hem Allahû Teâlâ'nın rızasını
ve hakimiyetini dikkate almak, hem insanların haklarını
muhafaza etmekle vazifelidirler. Hilâfet rejiminin hedefi,
insanoğlunun hem bu dünya , hem ahiret aleminde saadetine
vesile olmaktır. Günümüzde insanların hevâlarından
kaynaklanan ideolojiler, yeryüzüne hakim olma ihtirasına
kapılmışlardır. Bunun getirdiği fitne ve fesad, bütün
şiddetiyle sürmektedir. Hesap gününe hazırlanan
mü'minlerin; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümleri
(hakikati ve adaleti) bir kenara bırakıp, müstekbirlerin
ideolojilerine hizmet etmeleri caiz değildir.
İLİM, AMEL ETMEK
İCİNDİR
Bilindiği gibi fıkıh ilminin konusu, insanoğlunun
fiilleridir. Gayesi ise, insanı dünyada ve ahirette saadete
ulaştırmaktır. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) fıkhı şu
şekilde tarif etmiştir: "Fıkıh ilmi kişinin leh ve
aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. İlim ancak amel etmek
işindir. İlim ile amel etmek; ahiret saadeti işin dünya
meşguliyetlerini terkedip, gönülden şıkarmaktır. Leh ve
aleyhte olan şeylerden maksad; mükellef (sorumlu) olan
müslümanları ilgilendiren emir ve nehiyler ile mübah olan
şeylerdir. Ahiret saadetini elde etmek işin dünya
meşguliyetlerini terketmekten maksad; dünya hırsını, mal
sevgisini terk edip (bütün imkanlarını) Allah yolunda hizmete
vasıta kılmak ve böylece ahiret saadetini elde
etmektir."(21) İnsanoğlunun lehindeki ve aleyhindeki
hakları; Allahû Teâlâ'nın (cc) kitabında ve Resûl-i Ekrem
(sav)'in sünnetinde, muhkem ve müfesser olarak belirlenmiştir.
Bu hakların gizlenmesi, tahribi veya değiştirilmesi
mümkün değildir. İnsanoğlunun haklarına sahip
olabilmesine "Ehliyet" denilir. Allahû Teâla
(cc)'nın teklifleri bu ehliyete dayanır.(22)
Her mükellef, işinde bulunduğu hal ile ilgili ilimleri
öğrenmek ve onlarla amel etmek durumundadır. Zira bu ilimler,
dünya ve ahiret saadeti işin zaruridir.Her mükellefin üzerine
farzdır. öğrendikleri ile amel eden müslümanlar, değişik
nimetlere mazhar olurlar. .Resûl-i Ekrem (sas): "Bir kimse
bildikleriyle amel ederse, Allahû Teâla (cc) o kimseye
bilmediklerini öğretir"(23) müjdesini verdiği
sabittir. Zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı
kötülüğün de, karşılığının verileceği, hesap gününe
hazırlanan her mü'min, İslâm'ı öğrenme ve salih amel
işleme hususunda titizlik göstermelidir.
TAKİP EDİLEN USUL
Bu eseri kaleme alırken, hangi ûsûlü takip ettiğimizi
kısaca izaha gayret edelim. "Usûl-i Fıkıh"
kitablarında; "Bir mükellef; ictihad şartlarına haiz
ise, hiş kimseyi taklid edemez. Şer'i delillerden
şıkardığı hükümlere göre amel eder. Eğer ictihad
şartlarına haiz değilse, bir müctehidi taklid etmesi vacip
olur" hükmü mevcuddur. "İctihad'ın Mahiyeti"
başlığı altında bu hususu izaha gayret ettik!.. Müctehid
seviyesinde ilme sahip olmayan kimse; taklid ettiği mezhebin
muteber kaynaklarına tabi olmak durumundadır. Meseleleri izah
ederken; hangi eserlerden faydalandığımızı (baskı
tarihlerine, cild ve sahife numaralarına kadar) aşıkşa
zikrettik. Bu şekilde hareket etmemizin sebebleri şunlardır.
Birincisi: İslâm ûlemasının üzerinde ittifak ettiği
ûsûle muhalefet etmemektir. "Müctehid derecesinde ilme
sahip olmayan kimsenin; taklid ettiği mezhebin meşhur
kaynaklarına müracaat etmesinin şart olduğu" hususunda
ittifak vardır.
İkincisi; izaha gayret ettiğimiz mesele hakkında daha geniş
bilgi sahibi olmak isteyen kardeşlerimizin işini
kolaylaştırmaktır.
Üşüncüsü; hatalarımız veya unutma sebebiyle ortaya
şıkabilecek bir yanlışın, tasihihine imkân sağlamaktır.
İlim ehli kardeşlerimizden bunu hassaten istirham ediyoruz.
Dürri'l Muhtar'da: "Ben bu tahkikatı büyük ûlemadan
aldım. Ama Allahû Teâla (cc) kendi kitabından başka hişbir
kitabın hatasızlığını kabul etmez. İnsaf sahibi şok
sevabın yanında az hatayı affedendir" hükmü
kayıtlıdır. İbn-i abidin bu metni izah ederken: "Allah
kendi kitabından başka hişbir kitabın hatasızlığını
kabul etmez. Bu ifade ile şarih merhûm özür dilemektedir.
Demek istiyor ki, bu kitap her ne kadar müteehhirin ûlemanın
yazdıklarını ve adı geşen tahkikatını işine alıyorsa da
masûm değildir. Yani hatadan salim değildir. €ünkü Allahû
Teâla (cc) kendi kitabından başka hişbir kitabın hatasız
olmasını takdir buyurmamıştır. Kendi kitabı işinse:
"O'na önünden ve arkasından bâtıl gelemez"
buyurmuştur. Başka kitaplarda hata ve kusur olabilir. Bu
onların şiarıdır. €ünkü onları insan te'lif
etmiştir"(24) hükmünü zikretmektedir. Şurası muhakkak
ki müctehid imamlar; Allahû Teâla (cc)'nın kitabının
hükmünü ve Resûl-i Ekrem (sas)'in sünnetinin mahiyetini, en
güzel şekilde izaha gayret etmişlerdir. Onların şer'i
delillerden hüküm şıkarma ûsûlünü takip eden
müteehhirûn ûlema; insanın karşılaşabileceği her
meselenin hükmünü beyana gayret etmiştir. Bütün müctehid
imamlara ve onların ûsûlünü takip eden ûlema'ya; ne kadar
dua etsek azdır. Bize düşen herhangi bir ma'zeret ileri
sürmeden; Allahû Teâla (cc)'ya emrettiği şekilde kulluk
etmeye gayret etmektir.
Bu eserde; ortaya koyabildiğimiz bütün doğrular İslâm'a
aittir. Hatalarımızdan dolayı esirgemesi ve bağışlaması
bol olan Allahû Teâla (cc)'ya sığınırız. Bu eserin
hazırlanmasında teşviklerini ve yardımlarını esirgemeyen
kardeşlerime hassaten teşekkür ederim. Tağut'i güşlerin,
Bel'am'ın ve hased ehlinin şerrinden Allahû Teâla (cc)'ya
sığınıyorum. İşlerimizin başı ve sonu Allahû Teâla
(cc)'ya hamdetmek ve O'nun emrettiği şekilde kulluğa devam
etmektir.
Yusuf KERİMOĞLU
__________________________________________
(1) Et Tevbe Sûresi: 128
(2) Sadrüddin Teftazani-Şerhû'l Akaid-İst: 1980 Dergah Yay.
Sh: 294.
(3) En Nisâ Sûresi: 165.
(4) El Kasas Sûresi: 59.
(5) Mecmuatu't Tefasir-İst: 1979 Çağrı Yay. C: 1 Sh:
101-102. (El Bakara Sûresi: 30, 31. ayetlerin tefsirine
müracaat)
(6) El A'raf Sûresi: 172-173.
(7) Molla Hüsrev-Mir'at El Usûl fi Şerhi'l Mirkat El
Vüsûl-ist:1307-8, C:1 Sh:591, Ayrıca İmam Abdülaziz El
Buhari Keşfül Esrar (Usûl-i Pezdevi'nin şerhi) İst:1308,C:4
Sh:238.
(8) Ez Zâriyat Sûresi: 56.
(9) Mecmuat'u't-Tefasir-İst: 1979 Çağrı Yay. C: 6 Sh: 86-87
(Not: Ûlema "kafir ibadetten mesû'l müdür, değil midir,
suali çerçevesinde ihtilaf etmiştir. Ancak sahih bir iman
olmadan, hiçbir ibadetin geçerli olmayacağı hususunda ittifak
vardır. İbn-i Abidin: "Kafirin kötülükleri yazılır.
Çünkü onun hasenatı yoktur. Kafir kul hakları ve cezalarla
bi'littifak mükellef olduğu gibi gerek itikad, gerekse
ibadetlerle de mükelleftir. Bize göre "mutemed" olan
kavil budur. Binaenaleyh bu iki şeyi (yani itikad ve edâyı)
terk ettiği için azab olunur" buyurmuştur. (Reddü'l
Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar-İst: 1982 Şamil Yay. C: 2 Sh: 345)
İmam-ı Serahsi, İmam Abdülaziz El Buhari, İbn-i Hümam ve
Molla Hüsrev'de "Usûl" kitablarında; "Emanet,
ehliyet ve Misak" mevzûlarını izah ederken, aynı hususu
beyan etmişlerdir.
(10) Seyyid Şerif Cürcani- Et Tarifat- İst: ty Sh:146
(11) İmam-ı Şehristani- El Milel Ve'n Nihal- Beyrut: 1392 C:
1 Sh: 4.
(12) İmam Fahrüddin-i Razi- Mefahitû'l Gayb- İst: 1308 C:2
Sh: 231.
(15) İbn-i Kesir-Tefsirû'l Kur'an'il Azim-Beyrut: 1969 D.
Marife Yay. C: 3 Sh: 490. (16) Molla Hüsrev-Dürerû'l Hükkam
fi şerhi Gureri'l Ahkam-ist: 1307 C: 1 Sh: 324.
(17) İmam-ı Serahsi-El Mebsut-Beyrut: ty C: 14 Sh: 57,
Ayrıca İmam-ı Kasani-El Bedaiû's Senai-Beyrut: (2 Bsm) C: 5
Sh: 192, İbn-i Hümam-Fethû'l Kadir-Beyrut: 1316 D. Sadr Mtb.
C: 5 Sh: 300.
(18) İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar-İst:
1984 C: 8 Sh: 482.
(19) İmam-ı Şafii-Er Risale-Kahire: 1979 (2 Bsm) A.M. Şakir
(thk) Sh: 301-303.
(20) İmam-ı Serahsi-A.g.e. C: 10 Sh: 3.
(21) İmam Burhanüddin Ez Zernûci-Ta'limü'l Müteallim-İst:
1980 Çağrı Yay. Sh: 27.
(22) İmam-ı Serahsi-Temhidû'l Füsûl fi ilmû'l
Usûl-Beyrut: 1393 C: 2 Sh: 332.
(23) El Aclûni-Keşfû'l Hefa Beyrut: 1351-52 C: 2 Sh: 265
Had. No: 2542.
(27) İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar-İst:
1982 Şamil Yay. C: 1 Sh: 27.
(22) İmam-ı Serahsi-Temhidû'l Füsûl fi ilmû'l
Usûl-Beyrut: 1393 C: 2 Sh: 332.
(23) El Aclûni-Keşfû'l Hefa Beyrut: 1351-52 C: 2 Sh: 265
Had. No: 2542.
(24) İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar-İst:
1982 Şamil Yay. C: 1 Sh: 27.