İKİNCİ BASKININ
ÖNSÖZÜ
Hamd alemlerin
Rabbi olan Allah'a mahsustur. Salat ve selam peygamberlerin en faziletlisi,
Rasuller Rasulu Hazreti Muhammed Mustafa'ya ve onun aline, ashabına, sünneti
seniyeye sarılan ve kıyamete kadar o yoldan ayrılmayan mü'minlerin üzerine
olsun.
Muhterem
okuyucular işte size "MÜSLÜMAN KADININ ÖRTÜSÜ" adlı eserimizin ikinci
baskısını da sunuyoruz. Bundan senelerce önce birinci baskısı neşredilen bu
eserin hemen bitmesi üzerine yeniden gözden geçirilip basılmasında büyük
faydalar mülahaza ettik. Bilhassa Avrupanın kalp medeniyetine kendisini
uydurmak isteyen, modern kadınlar arasında bu eserin yayılıp okunması elbetteki
bizim cephemizden pek çok faydalar sağlayacaktır. Bu günün kadını her şeyi ile
kendisini batı fitnesinin seline bırakıp, tıpkı ilk cahiliyet devrinde olduğu
gibi yine cahili adet ve ananelere dalmış bulunmaktadır. Artık yabancı erkekler
yanında vücud ve baldır gösterileri yapmak gayet normal bir hal almıştır. Bunu
gören anne ve babalar ise güya kızlarının calibi dikkat olmasından iftihar
ederek sevinmektedir. Bunun karşısında elhamdülillah tamamen islami tesetür
kaidelerine uyan ve her türlü fitneden kendisini koruyan, huyca güzel, yüzce
güzel, faziletce güzel, her işinde de yabancıları değil, mü'min kadınlarını
örnek alan genç kız kardeşlerimiz de gün geçtikçe artmaktadır.
Bu eseri
neşrettikten sonra çıkanlar da olmadı değil. Suriye ve Hicaz gibi bazı islam
ülkelerinde Lise ve dengi okullarda hocalık görevini deruhte eden, dini
hamiyyeleri oldukça fazla batı zatlar kadının yüz kısmının da avret mahalli
sayılacağını ve mutlaka örtülmesinin gerektiğini söyliyerek bizim kitapta
serdettiğimiz fikirlere itirazda bulundular.
Bunlardan bir
kısmı kadının yüz kısmının avret mahalli olup mutlaka örtülmesi gerektiği
fikrindedirler. Haddizatında bu fikrin menşei şer'i delillere ve derin
araştırmalara dayanmamaktadır. Sadece ecdattan yadigar olan adetleri taklit
etme isteğinden. Veya yaşadıkları çevrenin alışa geldiği hayat tarzını şeriatın
zaruri emirlerinden kabul etme temeyülünden gelmektedir. Bunlar arasında hüsni
niyet sahibi olup islami duyguları dini gayret ve hameset derecesine varanlar
bulunmaktadır. Hatta bir ara bu heyecanlı kardeşlerimden birisiyle saatlerce
oturmuş ve aynı mesele üzerinde uzun tartışmalara girişmiştik. Ben ondan kendi
fikrini destekler mahiyette kuvvetli deliller serdetmesini istemiştim. Fakat
serdettiği deliller umumiyetle kitap ve sünnete dayanmayıp bir takım ferdi
hükümlere ve kanaatlara dayanıyordu. Tabii bu durum benim fikrimin hakikata
daha uygun olduğuna dair beni takviye yönünden daha müessir oldu. Yaptığım
bütün araştırmalarda tefsir ve fıkıh ulamasının kadının el ve yüz kısmını avret
mahalli olarak kabul etmediklerini gördüm. Bu kitapta yerli yerince bütün
kaynaklarıyla onları da zikrettim.
Bir kısmı
kardeşlerimiz ise bizimle hem fikir olup kadının yüz kısmınını avret mahalli
olmayacağı itibare alarak her hangi bir fitneyi önlemesi bakımından
açılmamasının daha uygun olacağı fikrindeydiler.
Ancak şeriat
tarafından kitap ve sünnete sabit olan bir hükmü zamanın bozukluğu veya benzeri
sebepler dolayısıyla gizlemek ve sayfa altı etmek ne derece doğru olur bilmem.
Ayeti kerimede Allahü zülcelal kat'i olarak bilginin gizlenmesinin haram
olduğunu belirtmektedir. Bakara suresinin 159. ayetinde şöyle denilmektedir:
"Hakikat
indirdiğimiz o açık açık ayetlerimizi ve doğruyu biz kitapta insanlara pek
aşikar bir surette bildirdikten sonra gizleyenler yok mu? İşte onlara hem Allah
lanet eder ve hem lanet etmek şanından olanlar lanet eder."
Rasulu kibriye
aleyhisselatü vesselam efendimiz de buyuruyorlar ki: "Kim ilmini gizlerse
kıyamet gününde Allah onun ağzına ateşten gemler vurur." İbni Hibban
sahihinde Hakim ve Zehebi'de eserlerinde bu hadisi sahih olarak
kaydetmişlerdir.
Bundan sonra
kadının yüzünün avret mahalli olmadığı şeran sabit olduğuna göre nasıl olur da
biz kalkıp örtülmesini ve bu hükmün terkedilmesini söyleyebiliriz. Bizim
vazifemiz sadece hükümleri bildirmektedir.
Evet fitneyi
önlemek için örtmenin lüzumundan bahsetmek doğru olur. Fakat bunu şeriatın bir
emri olarak telakki etmek ve diğerlerini şeriat dışı ilan etmek elbetteki doğru
bir hareket sayılmaz. Rasulu Kibriyaya bakınız ki Hazreti Abbas'ın oğlu Fazlı
güzel bir kadınla lffet edip bakışırken görüyor. Kadın onun mahremi değildir.
Bununla beraber Efendimiz sadece Fazl'ın yüzünü öbür tarafa çeviriyor. Bundan
daha güzel örnek olur mu? Bu durum üzerine Rasulu kibriya şunu söylüyorlar:
"Genç bir
kızla genç bir erkeği bakışırken gördüm ve onların üzerinde şeytanın
galebesinden emin olmadım."
Bu hadisin
sıhhati ilerideki sayfalarda münakaşa edilecektir. Ancak güzel de olsa bir
kadının yüzünü açması kendisine verilen bir haktır. Dilerse açar dilerse bir
peçe kapatır. Ve bunu zorla örtmek konusunda hiçbir hareket yapılamaz. Yüzü
açmak her ne kadar caiz ise de şüphesiz ki fitneye vesile olmayacak şekilde
örtmekte fayda mülahaza edilir. Biz bu mevzu için kitabımızda özel bir konu
ayırdık. Zannediriz ki üzerimize düşen görevi gerektiği şekilde yerine getirmiş
bulunuyoruz. Bu kitapta Müslüman kadının üzerine düşen vazifeleri farz ve
vacipleri bilgimiz nispetinde açıkladık. Daha güzelini, alasını bilen ve
bulanında vazifesini yerine getirmesi ise şüphesiz ki çok iyi olacaktır. Ben bu
eserde dercettiğim hükümleri bizzat kendi ailem üzerinde tatbik ettim. Rabbi
Zülcelalımdan dileğim çocuklarımı da aynı terbiye ile yetiştirip
geliştirmektir.
Bir de şunu
açıklamayı bir vazife addediyorum. Günümüzdeki kadınları kıyafetlerindeki gayri
ahlaki ve gayri islami hal gittikçe kangırenleşen bir durum arzetmektedir.
Avrupa modası olarak memleketimize giren bu fitne ve fesat unsurlarını
temizlemek ve tedavi etmek için de ona mütenasip olarak haddi aşar derecede
hareket etmek uygun bir fiili olmaz sanırım fitneyi defedeceğiz diye de
Allah'ın helal kıldığını haram saymak kadınlarını mutlak şekilde yüzlerini de
örtmek, örtmeyenleri Allah ve Rasulunün emrinin dışında saymak asla hastalık
için tedavi unsuru değil; bilakis ters taraftan yeni bir hastalığın türemesine
vesile olur. Çünkü teşri hikmeti meydandadır. Rasulullah Aleyhisselatü vesselam
açıkça buyuruyor:
"Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, korkutmayınız." İslam hiç bir zaman teşri
hikmeti dışında zorluğa baş vurmaz. Ümmetim ileri gelenleri, mürşit ve mürebbi
vazifesini üstüne alanlar kadınlara şiddetle değil rıfk ile latifane hareket
etmelidirler. Allah'ın nehyetmediği şeylerden onlar için zorluk çıkarmayıp
kolaylık göstermelidirler. Bir taraftan müstehap ve sünnetli kaçırmayalım diye
binlerce kişinin farzlardan kaçmasına vesile olmayalım. Hele değil nafilelerin
farzlarını bile ifad edilmediği bir günde zorluğa başvurmayalım.
Eğer günümüzde
kadının vücudunun diğer kısımlarını örtüp yüzünü ve elini açık bulundurmasını
tehlikeli bulan din alimleri varsa bunu sadece kötüleyerek veya muhalefet
ederek bırakmamalıdırlar. Madem ki elin ve yüzün örtülmesi onlara göre
zaruridir. O takdirde halka kitap ve sünnete dayalı delillere mebni Allah'ın
hükmünü açıklamalıdırlar. Yoksa adet ve taklitlerin, çevre ve muhitin tesiri
ile meseleyi kestirip atmamalıdırlar. Bu takdirde doğru ile yanlış açıkça
beliremez. İkinci olarak yetişen yeni neslin, genç kızları sağlam bir islamiyet
terbiyesi ile eğitip okullarda, üniversitelerde faydalı dini ve dünyevi kültürü
vererek yetiştirmelidirler. Her eve girecek kadar küstahlaşan açık ve ahlaksız
mecmuaları, içtimai bir mikrop gibi ahlakımızı tehlikeye sokan kötü yayınları
yok etme çarelerini aramalıdırlar.
Ancak bu takdirde
tam ve ideal mü'min kadın nesli yetişebilir. Ve ancak bu terbiyeyi alan
kadınlar: "Ey Peygamber, zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına
dış elbiselerinden üstlerine giymelerine söyle. Bu onların tanınıp eza
edilmemelerine daha uygundur. Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir."
şeklinde bir emir gelince 1300 küsür sene önce Medine’li ensar kadınları gibi
hemen emre uyup örtüye bürünürler. İşte bu duygu ve şuura sahip kadınlara
sadece vücutlarını diğer kısımlarını örtmekle değil yüzlerini ve ellerini de
örtmeyi emredebilirsiniz. Fakat günümüzde hiç bir islam ülkesinin eteğini
kurtaramadığı en iğrenç şekliyle fitne unsurlarının yaygınlaştığı hatta
üzülerek söyliyeyim ki tevhit kalası müslümanların kıblegahı olan mübarek
beldelerin bile kurtulamadığı bir devirde yetişen nesillere bizzat hayata
tatbik etmenin zor olduğu bir zamanda kitap ve sünnetten anlayan kimse kolay
kolay zaruret kabul etmez.
Ne kadar
hayretimizdir ki, biz bugün müslüman yavrularına Allah'ın emrettiği kısımları
örtmesi için gereken faaliyeti tamamiyle deruhte edemez olmuşuz. Bu devirde
farz değil müstehap sayılan bir şeyi zorla dinin bir emri inmiş gibi telakki
etmek Allah'ın ve Rasulunün sevmediği taassuba işarettir. Bilhassa Rasulu kibriyanın
her zaman rıfk ile kolaylıkla muaemele edilmesini emrettiği bir kitle için
şiddete baş vurma zannımca yerinde olmaz. Biz kadını veya erkeği ile islamı
bizzat ve şuurlu olarak anlamı ve pratik hayatta yaşamaya başladığımız zaman
işte eski şerefli devreler mutlaka yeniden başlayacak ve özlediğimiz nesil
kendiliğinden meydana gelecektir. Ve o gün Allah dostları Allah düşmanlarına
karış mutlak şekilde galibiyeti elde edeceklerdir.
"O gün
mü'minler sevinecekler. Allah'ın nusratıyla ferahlanacaklardır. O kimse dilerse
ona yardım eder. O yeğane galiptir, çok esirgeyicidir." (Rum: 30/4)
Bu ise ancak ve
ancak bizim kadınlı ve erkekli Allah'ın emrine koştuğumuz zaman olacaktır.
Temenni ederiz ki o demler yakın olsun. Sözlerin en doğrusu şüphesiz ki,
Allah'ın kelamıdır.
"Ey iman
edenler, sizi size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah'a ve Rasulune
icabet edin. Bilinki şüphesiz Allah kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz
hakikaten yalnız ona dönüp toplanacaksınızdır. Bir de öyle bir fitneden sakının
ki, o içinizden yalnız zulüm edenlere çatmaz. (Ammeye de sirayet ve hepsini
perişan eder.) Hem bilin ki Allah, şüphesiz azabı çetin olandır. O zaman da
hatırlayın ki siz yeryüzünde azlıktasınız, aciz tanınanlardınız. Halkın sizi
tutup kapmasından korkuyordunuz. (İşte bu halde iken Allah) sizi, belki
şükredersiniz diye, ev bark sahibi yaptı yardımlarıyla kuvvetlendirdi, size en
temiz ve güzel şeylerden rızık verdi, taki şükredersiniz. Ey iman edenler, Allah'a ve Peygambere
hainlik etmeyin, siz kendiniz bilip dururken, kendi emanetlerimize hainlik eder
misiniz?... Bilin ki mallarınız da, evlatlarınız da, ancak birer imtihandır,
mükafat ise şüphesiz Allah katındadır.” (Enfal: 8/24-28)
Nasruddin El-Elbani
25/7/1385
ŞAM
Şayet Kur'an
ayetlerini, Muhammed Aleyhisslamın hadisi şeriflerini ve selefi salihinin
hikmetlerinin bu mühim mevzu ile alakadar olan kısmını araştıracak olursak
meydana şu hakikat çıkar: Kadın evinden dışarı çıktığı zaman hiçbir ziynet
eşyasını göstermemek kaydıyle yüzü ve elleri müstesna ne çeşit olursa olsun
aşağıdaki şartları haiz bir elbise giymek mecburiyetindedir. Giyinilmesi
gereken elbise aşağıdaki şartları haiz olmalıdır.
1) El ve yüz müstesna vücudun her tarafını kaplaması.
2) Süsün çevreye aksetmemesi, görülmemesi.
3) Şeffaf olmayıp kalın olması.
4) Dar olmayıp bol olması.
5) Etrafa güzel veya çekici koku salmaması.
6) Erkek kıyafetine benzememesi
7) Kafir kadınların kıyafetine benzememesi.
8) Şöhret
nev'inden giyilen elbiselerden olmaması.
Şurası iyi bilinmelidir ki bu şartlardan bir kısmı yalnız kadınlara mahsus
olmayıp müslüman erkeklerin de uyması gereken umumi kaideler arasında yer alır.
Aynı zamanda yukarıda saydığımız şartlardan bazısı kadınlar için mutlak şekilde
haramdır. İster evinde ister evin dışında olsun bu kıyafetler yasaktır. Son üç
bölüm bu kısma dahildir. Fakat bizim mevzuumuzun evin içi değil evin dışı ile
ilgili kadın kıyafeti olduğuna göre o mevzuları bir kenara itmek mecburiyetinde
kalacağız. Ancak bundan o mevzulara hiç dokunmayacağımız manası
çıkarılmamalıdır. Şimdi yukarıda madde madde saydığımız bölümlerin her birisin
ayrı başlıklar halinde kitap ve sünnete dayanarak açıklamaya çalışalım.
Bu mevzuda önce zikredilen ayetleri sıralıyalım Nur Suresinin 31. ayetinde
Allahu teala buyuruyor ki:
"Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar,
ırzlararını korusunlar. Zinetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı
müstesna. Baş örtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) koysunlar.
Zinet (mahal)lerini kendi kocalarından yahut kendi oğullarından yahut
kocalarının oğullarından, kendi biraderlerinin oğullarından yahud kız
kardeşlerinin oğullarından, yahud kendi kadınlarından, yahud kendi ellerindeki
kölelerinden, yahud erkeklerden yana ihtiyacı olmayan (yani erkeklikten kalmış
bulunan) hizmetçilerden, yahud henüz kadınların gizli yerlerine muttalı olmayan
çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizliyecekleri zinetleri bilinsin diye
ayakalarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah'a tevbe eden ey müminler. Ta ki
korktuğunuzdan emin, olduğunuza nail olasınız."
Ahzap suresinin 59. ayetinde ise şöyle denilmektedir:
"Ey Peygamber, zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış
elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp eza
edilmemelerine daha uygundur. Allah çok yargılayıcı çok esirgeyicidir."
İlk önce zikrettiğimiz ayeti kerimede zinete vesile olan her şeyin gizlenip
açıklanmamasına, yabancılara gösterilmemesine ancak kasdi olmadan açılan
kısımlar müstesna, örtülmesinin vücuduna dair emir sarahten açıklanmaktadır.
İstenmeden zaruri olarak açılan kısımları örtmeye çalıştıkları müddetçe
üzerlerine bir şey terettüp etmez.
İbni Kesir tefsirinde bu ayeti şu şekilde açıklamaktadır: "Yani örülmesi
mümkün olmayan kısımlar müstesna yabancılara zinete vesile olan hiç bir
yerlerini göstermemelidirler." İbni Mes'ud diyor ki, "Bu örtü veya
elbise gibi şeylerle olur. Eskiden Arab kadınlarının örtündükleri gibi.
Elbisenin ait kısmından görülen taraflarında ise bir şey yoktur zira
gizlenilmesi imkansızdır."
İmam Buhari 290/7'de Enes radıyallahu anhden rivayeten şu hadisi
nakletmektedir. Uhud gününde hezimet baş gösterince herkes peygamberin
çevresinden uzaklaştı. Yalnız Ebu Talha ve beraberindeki bir bölüm ashap zırhlı
olarak onun çevresini sarmışlardı... Ebu Bekir'in kızı hazreti Aişe ve Ümmü
Süleym.
Hafız İbni Hacer El-Askalani diyor ki: Bu hadise hicab emri gelmeden önce
idi. İhtimaldir ki, o bakmak maksadı olmadan vuku bulmuştur. Benim fikrime göre
"ancak açılan kısmı müstesna" ayetinin tefsirinde de zikrettiğimiz
gibi ayetin gelişinden de anlaşılan yukarıdaki beyandır. Selefi salihinin bu
ayeti üzerindeki görüşleri çok muhteliftir. "Açılan kısmı"
tabirinden, bazıları dış kısımdaki elbisedir demişlerdir. Bir kısmı ise sürme,
yüzük, bilezik, ve yüz kısmıdır demişlerdir. İbni Cerir tefsirinde (84/18) bazı
sahabe ve tabiinden bu mevzuda pek çok rivayetler serdettikten sonra içlerinden
şu görüşü secmişdir. İstisna edilen kısımdan maksat aslında en doğru kavil ise
şudur: İstisnadan murad el ve yüzdür." Eğer böyle olursa müstesna
edilenler arasında sürme, yüzük gibi şeylerde girer. Biz yukarıdaki fikri daha
doğru ve en uygun te'vil olarak bulduk. Zira icma-i ümmetle variddir ki herkes
namaz kılarken avret mahallini örtmek mecburiyetindedir. Ancak kadınlar namaz
anında yüz ve ellerini açabilirler. Vücutlarının geriye kalan kısımlarını
örtmekle mükelleftirler. Varid olan bir rivayetde Hz. Peygamber kadınlarını,
bileklerinin yarıya kadar olan kısmını açabileceklerini belirtmektedir.1
Bütün icma bu konuda müttefik olduğuna göre erkeklerde olduğu gibi kadınların
da avret olmayan mahallerini açık bulundurmalarında bir mahzur yoktur. Bu
kendiliğinden meydana çıkıyor. Zira avret olmayan şeyin ızharı haram değildir.
Kadın el ve yüzünü açabileceğine göre cenabı Allah'ın "ancak açılan kısmı
müstesna" ayetiyle bu kısımlar istisna edilmiştir. Zira umumiyetle açık
bulunan kısımları buralardır.
(1) İbni Cerir bu hadisin zayıfladığına işaret ediyor. O haklıdır çünkü
hadisi şerif bu lafızlarla sahih değidir. Hatta münker hadislerdendir. ibni
Cerir ise hadisi KATADE yoluyla rivayet ediyor. KATADE'nin rivayetinde hadisi
şerifin metni aynen şu şekildedir: Rasulullah buyurdu: “Allah'a ve ahiret
gününe iman eden bir tadının şuraya kadarı müstesna olmak üzere elini
göstermesi haramdır. Ve bileğini yarısına kadar tutmuştu." Halbuki bu
isnat munkatıdır. Buna benzer bir rivayet te İbni Cüreyc’den variddir. Hazreti
Ayşe dedi ki: Süslenerek kardeşim Abdullah İbni Tufaylin oğlunun yanına çıktım.
Rasulullah bunu hoş karşılamadı dedim ki:
- “Ey Allah'ın Rasulu o benim kardeşimin oğludur. Ne var
ki?” Rasululah buyurdu:
- “Kadın büluğa erince yüzünden başka hiç bir yerini açması helal değildir.
Ancak şuralarını açabilir. Ve eliyle kendi bileğini tuttu."
Bu hadis isnat yönünden zayıf ve münkerdir. Hazreti Ayşe'nin Ebu Davud'dan
rivayetten serdettiği hadisler bundan daha kuvvetlidir. Çünkü aynı hadisi
rivayet eden Hazreti Esma'dan aynı şeyleri zikretmektedir. Sahabeler arasında
cereyan eden hareket tarzı da aynı şekildedir. Ancak yukarıdaki hadisi takviye
eder mahiyette hiç bir şahit yoktur. Tatbiki de varid değildir, o yüzden
münkerdir. İbni Cüreyc'in rivayet ettiği hadiste de münkerlik vasfına sahiptir.
Hatta Kur'an'a tamamen muhaliftir. Hazreti Ayşe’nin kardeşinin oğlunun yanına
süslü olarak gitmesi açıkca inkar edilmektedir. Allahü Zülcelal Kur'an-ı
Kerim'inde "Kocalarınzdan veya kardeşinizin oğullarından. Başka kimseye
zinetini göstermeyin." buyuruyor. Bu ayet açıkça kadının zinetinin
kardeşinin oğluna gösterebileceğini belirtmektedir. Bu yönüyle hadis münkerdir.
Bana göre bu tercih pek kuvvetli değildir. Zira Kur'an'ın üslubundan
anlaşıldığı gibi ayette takip edilen gaye pek
bu şekilde değildir. Bu sadece fıkhi bir tercih unsuru olabilir. Fakat
bizim düşünce metodumuzla yakından ilgili değildir. Zira böyle bir izah tarzına
karşı bu şekide mukabele edilebilir. Kadının namazda yüzünü açması namaza
mahsus bir haldir. Namaz dışında da aynı şeyin caiz olup olmıyacağı münakaşa
mevzudur. Çünkü iki durum arasında önemli farklar vardır ve yüzden de kıyas
edilemez. Kadınların namazda yüzlerini ve ellerini açık bulundurmalarına dair
varid olan rivayetler pek çoktur. İlerde onları da zikredeceğiz. Biz bu
sebepten muhalefet etmiyoruz. Ancak münakaşamız bu delilin bu mevzuundaki
sıhhati ile ilgilidir. Yoksa iddianın sıhhatiyle ilgili değil. Burada istisna
edilen kısımla ilgili gerçek hüküm bizim İbni Kesir’in tefsirinden
naklettiğimiz metninde tashih ettiği şeklildedir. Kurtubi tefsirinde zikredilen
rivayet de bizim fikrimizi destekler mahiyettedir.
İmamı Kurtubi 229/12'de şöyle diyor: "İbni Atıyye diyor ki: Ayetin
lafılarından anlaşılan hükme göre ben öyle zannediyorum ki kadın hiç bir yerini
göstermeyip zinet nev'inden olan her şeyini gizlemekle memurdur. Zaruret
şeklinde açılması muhtemel hükümler ise bilmecburiyye veya bir şeyi ıslah için
vaki olan istisnalardır. Bu şekilde açılan kısımlar zaruret nevinden olduğundan
kadınlar için affedilmiştir." İmamı Kurtubi devam ediyor: "Bu güzel
bir sözdür ancak yüz ve ellerin açılması adet ve ibadet nevinden pek çok kerre
vakidir. Açıklık umumiyeti namaz ve hac ibadetinde vakidir. Ayetteki istisna
lafzının da buraya varid olması en uygundur. Ebu Davud'un Hz. Ayşe'den rivayet
ettiği şu hadisi şerif de fikrimizi destekler: Ebu Bekir'in kızı Esma
Radıyallahu taala anhüma Rasuli kibriyanın huzuruna girdiğinde üzerinde ince
bir elbise vardı. Rasulullah ondan yüzünü çevirdi ve şöyle dedi:
Ey Esma kadın hayız görmeye başladığı andan itibaren şurasından başka yeri
görülmesi doğru değildir. Yüzünü ve avuçlarını işaret etti. Bu bir ihtiyat olup
insanların bozulmaması için daha iyidir. Kadın ziynetinden eli ve yüzleri
müstesna hiçbir kısmını göstermemelidir. Muvaffakiyet Allah'tandır. Ondan başka
bir Rab yoktur." Bu hükmü de oldukça incelemek gerekir. Zira her ne kadar
açılan kısımlar el ve yüzlerden ibaret ise de bu sadece mükellefiyet maksadı
münasebetiyledir. Ayet bizim anlayışımıza göre açılan kısmın istisnası
ifadesiyle kast değil, sadece anlatış tarzını belirtmiştir. Böyle bir durumda
kasten açılan kısma da aynı ayeti teşmil etmek akıl ve mantık haricidir.
Evet Ebu Davud'un rivayet ettiği Hz. Ayşe'den mervi hadis kadının yüzünü ve
ellerini açmasının caiz olduğuna açık bir delildir.2 Aynı hadisi
çeşitli yoldan rivayet eden muhaddisler de takviye etmişlerdir. İmamı Beyhaki
fiilen takviye etmiştir. Bu takdirde yukarıda zikrettiğimiz şekilde bir delil
hükmünü alır. Bilhassa Peygamber Aleyhisselam devrinde bu şekilde muamele
edilmesi de bir takviye unsurudur. Asr-ı Saadet'te kadınlar Rasulullahın
huzurunda yüzlerini ve ellerini açarlardı. Buna rağmen o kendilerine bir şey
demezdi. Bu mevzuuda bir çok hadis varittir. Bunlardan birkaçını zikredelim.
(2) Bu hadisi Ebu Davud Sünen’in ikinci cildinin 182- 183 ncü sayfalarında
rivayet etmiştir. İmamı Beyhaki ise süneninin 2. cildinin 226 ncı ve 7.
cildinin 86 ncı sayfalarında şu şekilde rivayet emiştir:
“Beşir oğlu Said Kattade'den, o da Düreyk oğlu Halid’den, o da Ayşe'den
rivayet etmiştir. Ebu Davud hadisi zikrettikten sonra şöyle demektedir:
"Bu hadis mürseldir, zira Düreyk oğlu Halid Hazreti Ayşe’ye
ulaşamamıştır.
Benim fikrime göre Beşir oğlu Said de zayıftır. Hafız İbni Hacer
el-Askalani de "Takrib" adlı eserinde bunu böylece zikretmiştir.
Fakat hadis başka yollarla da geldiğinden kuvvetlidir. Bu yolları şöyle
sıralıyalım:
a. Ebu Davud Mürseller arasında bunu zikrettikten sonra der ki:
"Katade anlatıyor, Rasulullah aleyhisselam buyurdu:
"Kadın hayız görmeye başlayınca onun yüzünden ve bileklerine kadar
elinden başka hiç bir yerinin görünmesi doğru olmaz." Dürrü’l-Mensur cilt
5 sayfa 42.
b. Beyhaki de bu hadisi şu yollardan rivayet etmiştir: İbni Lühey'a
Abdullah oğul İyaz’dan o da Ansar kabilesinden Rufaa’nın oğlu Ubey oğlu
İbrahim’den, o da babasından o da Esma’dan anlatıyor: “Rasulullah aleyhisselatü
vesselam Ebu Bekir’in kızı Ayşe’nin yanına geldi. Hazreti Ayşe’nin yanında kız
kardeşi Esma bulunuyordu. Esma’nın üzerinde omuzları genişçe bol şami bir
elbise vardı. Bunu gören Rasulullah iğrendiği bir şey gördü de gitti. Rasulullah
biraz sonra tekrar geldiğinde Hazreti Ayşe sordu:
“Niçin gitmiştiniz?” Peygamber buyurdu:
- “Görmüyor musun durumunu? Müslüman bir kadın şurası ve şurası müstesna
hiç bir yerini gösermez. İki elini aldı (asıl ve doğru olan başka bir kaynakta
ise iki eteğini aldı) parmaklarından başka hiç bir yeri görünmiyecek şekilde
kolunu tuttu. Sonra ellerini başına doğru götürerek yüzünden başka hiç bir yeri
görünmeyecek şekilde kapattı.” "İmamı Beyhaki" diyor ki bu hadisin
isnadı zayıftır. Çünkü İbni Lüheya’nın asıl adı Abdullah El-Hadremi, Lakabı Ebu
Abdurrahman El-Mısri el-Gazi’dir. Bazı müneahhirin hadisçileri onun hadislerini
hasen kabul ederler. Bazıları ise sahih kabul ederler. Heytemi de bu hadisi
ondan rivayet ederek "Mecma’uz-Zevaid" adlı eserinin 5. cildinin 137.
sayfasında kaydetmiştir. Kebir ve Evsat adlı eserlerinde de hadisi zikrettikten
sonra şöyle demektedir: "İbni Lühey'anın hadisi hasendir. Bu hadisin diğer
ravileri ise sahih hadis ravileridir.
İmamı Beyhaki bu hadisi başka yöndende takviye etmiştir. Hazreti Ayşe’nin
ve İbni Abbas’ın hadislerini serdettikten sonra diyor ki: "Allah'ın zahir
olan zinetleri mübah kılmasını beyan eden geçmiş sahabelerden bazıları da bu
mürsel hadisle aynı fikirdedirler. Bu durumda hadis kendiliğinden takviye
buluyor" Zehebi de "Tehzibü sünen El-Beyhaki" adlı eserinin 1.
cildinin 38. sayfasında buna muvafakat etmektedir.
Beyhaki’nın "bazı sahabeler" kaydıyle işaret ettiği eshab Hazreti
Ayşe, İbni Abbas ve Abdullah İbni Ömer’dir. Buna benzer rivayetler Evzai'nin de
dediği gibi Ata İbni Ebi Rehab, Said bin Zübeyr’den de variddir."
Yukarıdaki hadise uygun şekilde fiiliyata dair Rasulullah’dan pek çok hadis
zikredilmiştir.
1- Ümmü
Atıyye rivayet ediyor. Rasulullah kadınlara bayram namazına gitmelerini
emredince “Bizden birimizin örtüsü yoktur” dedim. Rasulullah buyurdu:
“O da kardeşimin üst örtüsünü giyinsin.” Bu hadis müttefekun aleyhdir.
Açıkça Peygamber devrindeki kadınların namazlara giderken üstlerinden bir
elbise giydiklerini açıklamaktadır.
2- Bu da
Ümmü Atıyye’den rivayet edilmiştir. Rasulullah Aleyhisselatü vesselam Medine’ye
gelince Ensarın kadınlarını bir eve topladı. Sonra Hattab oğlu Ömer’i onların
yanına gönderdi. Ömer kapının yanına geldi ve onlara selam verdi. Selamını
kadınlar tekrarladılar. Ömer konuşmaya başladı ve dedi ki:
- “Ben Allah elçisinin elçisiyim. Rasulullah beni size gönderdi.” Kadınlar
hep birden “Rasulullah ve Rasulullah'ın elçisi bize hoş geldiler” dediler.
Hazreti Ömer devam etti.
- “Siz Allah'a şirk koşmayacağınıza, hırsızlık yapmıyacağınıza, zina
etmiyeceğinize, evladınızı öldürmiyeceğinize, çevrenizdekilere iftira
etmiyeceğinize, bühtan etmiyeceğinize ve Allah'a isyan etmiyeceğinize dair biat
eyleyin. Kadınlar “evet biat ederiz” dediler. Ömer evin dışından elini yukarıya
kaldırdı. Kadınlar da iç kısımda ellerini yukarıya kaldırdılar. Sonra dedi ki:
-"Allah'ım sen şahit ol" Bundan sonra hayızlı olmayanların bayram
namazına gidebileceğini bildirdi. Cenazenin gerisinde gitmekten nehyetti.
“Sizin üzerinize Cum'a namazı yoktur” dedi. Ben bühtan ve isyan üzerinde ona
süal sorduğumda Ömer “o, çığlıkla ağlamaktır,” dedi.
İmam Ahmed Müsned’inin 6. cildinin 408-409, Beyhaki, 3. cildinin 104 ve 105
nci sayfalarında Abdurrahman oğlu İsmail Atıyye’den o da ninesi Ümmü Atıyye’den
bu hadisi rivayet ettiğini kaydederler. İbni Huzayme ve İbni Hibban da
sahihlerinde kaydetmişlerdir.
İbni Hatem "cerh ve tadil" adlı eserinde bu hadisin ravisi olan
ismaili zikretmiş ve onun rivayet ettiği hadislerden hiçbirini cerh ve tadil
etmemiştir. Takrib’de ise İsmail’den makbul ravi olarak bahsedilmiştir.
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi kadınların bayrama gidişleri Hicap
farizasından sonra olmuştur. Ümmü Atıyyenin hadisinde geçen Hazreti Ömerin
kadınların yanına girmeyip, sadece kapının ardından konuşması da bu fikrimizi
teyid eder mahiyettedir. İşte o zaman Hazreti Ömer kadınların bayrama
gitmelerini bildirmiştir.
1-
Abdullah oğul Cabirden: "Ben Rasulullah'ın huzurunda bir bayram günü hazır
bulundum. Rasulullah ezan ve kametsiz hutbeden önce namaza başladı. Sonra
Bilal’a dayanarak ayağa kalktı. Allah'tan korkmayı emrederek Allah'a itaata
teşvik etti. Orda bulunan cemaata çeşitli konularda vaaz ve nasihat etti. Biraz
geçtikten sonra kadınların yanına gitti. Onlara da vaaz ve nasihat etti ve
şöyle dedi: “Sadaka verin. Zira sizin çocuğunuz cehenneme odunsunuz.” Oturan
kadınların arasında yanakları siyah ve benli bir kadın niçin ya Rasulullah
dedi. Rasulullah buyurdu: “Çünkü siz çok şikayet eder ve ileri gelenlerinize
küfr edersiniz.” Cabir diyor ki kadınlar kendi ziynet eşyalarından çeşitli
miktarda tasadduk ettiler. Yüzüklerini Bilal’ın elbisesinin üstüne atıyorlardı.3
Bu olay hicretin altıncı senesinde Peygamberin hudeybiye musalahasından
dönüşünde imtihan ve biat ayetlerinin nüzulü sırasında vuku bulmuştu. Ümmü
Atiyye de rivayetinde bunu belirtir mahiyette ifade tarzı kullanmaktadır.
Rasulullah Medine’ye geldiği zaman demektedir. Buradaki geliş hicret sebebiyle
değil Hudeybiye’den dönüştür. İlk akla gelen hicret zamanı olabilir. Fakat
tarihi hakikat Hudeybiye dönüşüdür. Şurası bir hakikattır ki Rasulullah'ın
kadınların erkekler yanında yüzlerini açmalarına bir şey dememesi bunun
cevazına delildir. Durum böyle olunca malum olduğu gibi bir hüküm başka
birisiyle nesh edilip kalmaktadıktan sonra asla değişmez. Bizim iddiamız odur ki
bundan sonra o hükmü kaldırır mahiyette hiç bir hüküm varid olmamıştır. Hatta
devamını teyid eder mahiyette geçer. Hadiseler pek çoktur. Bunun aksini iddia
edenler o hükmü kaldıran delili açıkça zikretmelidirler. Yoksa hükme muhalefet
imkan haricine çıkar.
(3) Bu hadisi Buhari 3. cildinin 295. 4. cildinin 54. sayfalarında Müslim
4. cildin 101. sayfasında, Ebu Davud 1. cildin 286. sayfasında, Nesei 2. cildin
5. sayfasında İbni Hazım 3. cildin 218. sayfasında İbni Maceh 2. cildin 314.
sayfasında Malik 1. cildin 309. sayfasında İbni Abbasdan rivayet etmişlerdir.
İmamı Ali'nin bu kıssa ile ilgili hadisini ise Tirmizi Bolak baskısının 1.
cildinin 167. sayfasında zikretmiş ve "sahih, hasen bir hadistir"
demiştir. Ahmed İbni Hanbel ise 562. ve 1347 nci sıra numarasında bu hadisi
kaydetmiştir. Ziya el-Makdisi Muhtarın 1. cildinin 214 sayfasında
kaydetmiştirl. Bunun isnadı daha da kuvvetlidir. Hafız da Feth adlı eserinde bu
fetvanın Kurban bayramında taşlamadan sonra kurban kesilirken vuku bulduğunu
söyliyerek delil getirmektedir.
İbni Hazm şöyle der:
"Şayet yüz kısmı avret mahalli sayılsaydı halkın huzurunda o açtığı
zaman tekrar örttürülmesi gerekirdi. Şayet yüzü örtülü olsaydı İbni Abbas onun
güzel veya çirkin mi olduğunu nerden bilecekti.
İbni Battal ise şöyle diyor: Hadisi şerifte fitne korkusuyla yüzü
çevirmenin zaruretine dair emir vardır. Fitneden emin olununca men edilemez.
Hatta Rasulullah bile Fazl’ının yüzüne dikkatlice baktığının farkına varınca
çeviriyor. Fitnenin harekete geçmesinden çekiniyor. Bu da insanoğlu
tabiatındaki kadına karşı meyli ve hayreti ve bu zaafının kötü neticesini
Rasulullah'ın iyi bilmesindendir. Aynı zamanda peygamberlerin hanımları için
gereken peçenin diğer mü'min kadınlara zaruret olmadığını da delalet eder. Şayet yüzü örtmek bütün kadınlara vacip olsaydı. Rasulullah Aleyhisselatü
vesselam Hüşami Kabilesinden olan kadının da yüzünü örtmesini emreder. Ve
Fazl’ın yüzünü öte tarafa çevirmezdi.
Yine bu hadisi şerifte kadının yüzünü örtmesinin farz olmadığını icmaı
ümmetle yabancılar görse bile yüzünü açmasının gerektiğine dair belirtiler
mevcuddur."
İbni Battal’dan zikrettiğimiz bu metne Hafız şu şekilde karşılık
vermektedir. Hüşami kabilesine mensup kadından İbni Battal’ın delil olarak
getirdiği kıssa münakaşa mevzuu olabilir. Çünkü o kadın ihramlı olduğunda
yüzünü açmış bulunuyordu.
Her ne kadar Hafız bu fikirdeyse de gerçek onun serdettiği gibi değildir.
Zira yukarıda da açıkladığımız gibi Hüşami kabilesine mensup kadının
Rasulullaha süal sorması cemrei akabede şeytan taşladıktan sonra vuku
bulmuştur. Bu durumda ihramdan çıkmış olması gerekir.
Hatta Hüşami kabilesine mensup kadının süal sorduğu anda ihramlı olduğunu
kabul etsek bile İbni Battal’ın yukarıda zikrettiğimiz delilini çürütmez. Çünkü
yüzü örtmekle veya açmakta ihramlı kadınla diğeri arasında hiç bir fark yoktur.
Birisine caiz olup diğerine caiz olmaz diye bir şey söylenemez. Şayet bir kadın
yabancılar yanında yüzünü açacak olursa o takdirde caiz olmıyacaktır. Halbuki
İbni Abbas’ın baktığı kadın güzel ve şık idi. Fazıl ona vurulabilirdi de. Buna
rağmen Rasulullah kadını yüzünü örmesini emretmiyordu. Fazlın yüzünü öteye
çeviriyor. Bu da gösteriyor ki yüz örtmek güzel veya çirkin kadınların üzerine
vacip değil sadece fitneyi def için müstehaptır. Bazı fazilet sahibi kimselerin
kadının yüzünü açık olmadığına dair sarfettikleri beyana gelince tamamen
gerçeğe aykırıdır. Şayet kadının yüzü kapalı olmuş olsaydı rivayeti nakleden
kişi nasıl olupda onun güzel ve parlak bir kadın olduğunu bilecekti. Yine Fazl
neden tekrar ve tekrar dönüpte ona bakacaktı. Hadis açıkça kadınların
yüzlerinin avret mahalli olmayacağını beyan etmektedir.
Bir kerre vakıa Hz. Peygamberin son zamanlarında cereyan etmiştir.
Rasulullah'ın fiili ile ortaya koyduğu bir şey ise sabit hüküm mesabesine
geçer.
3- İbni
Abbas’dan: "Hasam kabilesinden bir kadın veda haccında Rasulullah'tan
fetva istedi. Abbas’ın oğlu Fadıl ise Rasulullah'ın benzeri idi. (Fadıl parlak
bir erkek idi) hadis devam ediyor. Fadıl kadına doğru dönerek ona birşeyler
söylemeye başladı. (Kadın oldukça güzeldi. Rasulullah Fadıl'ın çenesini tuttu
ve yüzünü öbür tarafa çevirdi.)4
Bu kıssayı Ebu Talip oğlu Ali (r.a.) hazretleri rivayet eder. Anlattığına
göre Rasulullah cemrede taş attıktan sonra da kurban keserken kadın sual
sormuştu. İmamı Ali rivayete şunu da eklemişti:
(4) Bu hadisi Buhari 9. cildinin 107. sayfasında, Müslim 4. cildinin 134.
sayfasında, Nesai 2. cildinin 86. sayfasında, Beyhaki 7. clidinin 84.
sayfasında, "Evlenecek erkeğin kadınlara bakması" babında
zikretmişlerdir. Hafız "Fetih" adlı eserinin 9. cildinin 173.
sayfasında aşağıdaki malümatı dercetmektedir:
"Bu hadiseden aynı zamanda bir kadınla evlenmek isteyen erkeğin
kadının güzelliklerini düşünmesinin caiz olacağına dair hüküm de beliriyor.
İsterse bu arzu evlenme isteğinden ve nişandan önce olsun. Çünkü Rasulullah
Aleyhisselam kadına baktıktan sonra onu tasvip etti denilmektedir. Aynı zamanda
bazı rivayet tariklerinde ifade edildiği gibi Rasulullah ona buyurdu ki:
“Benim kadına ihtiyacım yoktur." Rasulullah Aleyhisselamın yabancı
kadınlara bakmasının caiz olup diğerlerinin caiz olmayacağı fikri de yaygın
olan görüşler arasındadır. Ebu Bekir İbnül Arabi ise aynı konuda başka bir yol
tutmuş ve hadisi şu şekilde izah etmiştir: "Olabilir ki bu emir örtünme
ayetinin gelmesinden önce vuku bulmuştur."
(Abbas Peygambere dedi. “Ey Allah'ın Rasulu neden amcazadenin boynunu öbür
tarafa çevirdin?” Peygamber buyurdu:
“Gördüm ki, ikisi de genç idiler. Onları şeytanın aldatmasından emin
olamadım.” )
İmamı Ahmed'in bizzat Fadıl’dan şu rivayeti vardır. (211/1).
(Ben ona bakıyordum. Rasulullah bana baktı yüzünü onun yüzünden çevirdi.
Sonra ben tekrar baktım. Rasulullah yine yüzümü çevirdi. Ve üç kere aynı
hareketi tekrarladı. Yine de ben vaz geçmemiştim.) Bu hadisin rivayeti Sika
ravilerdendir. Fakat, rivayet munkatıdır.
3- Sehl
bin Saad’den "Kadının birisi Rasulullah'ın huzuruna geldi ve dedi: Ya
Rasulallah kendimi sana hibe etmek için geldim. Rasulullah ona baktı gözünü
gezdirdi. Sonra başını eğdi. Kadın Rasulullah'ın bir şey arzu etmediğini
görünce oturdu."5
4- Hz.
Ayşe (r.a.) dan: "Mümin kadınlar Rasulullah'la birlikte sabah namazında
hazır bulunurlardı. Örtülerine bürünmüş halde namazlarını eda ederlerdi. Sonra
evlerine dönerlerdi. Karanlıktan onları kimse tanımazdı."
5-
Kays’ın kızı Fatma'dan: “Hafsin oğlu Ebu Amir onu tamamen boşamıştı ve kayıptı.
(Başka bir rivayette de üç talakla boşamıştı.) Kadın Rasulullah'ın huzuruna
geldi ve olanları ona anlattı. Rasulullah ona Ümmü Şureyk'in
evinde iddetini tamamlamasını emretti. Sonra dedi.
(5) Bu hadisi İmamı Buhari ve diğerleri Ebu Davud’un sahihinin 449.
sayfasında varid olan rivayetten apayrı şekilde serdetmişlerdir. Buradaki
istidlal ciheti ise "Karanlıktan bilinmezlerdi" sözüdür. Bu sözün
açıkça ifadesi karanlık olmayınca tanınacaklarını belirtmektedir. Malum olduğu
gibi kadınları tanıyabilmek için yüzlerini görmek zarureti vardır. Bu durumda
asrı saadetteki kadınların yüzleri örtülü değil açıktır. Ebu Yali'nin
müsneddinin 2. cildinin 214. sayfasında sahih senetle serdettiği hadiste sarahatan
bizim yukarıda kaydettiğimiz hüküm belirtiyor. Hadisin son kısmı lafız bile
lafız aynen şu şekilde "Bizden bazımız bazımızın yüzünü
bilemiyorduk."
“O kadarını ashabım korur. Sen İbni Ümmü Mektum’un yanında iddetini doldur.
Zira o ama bir adamdır. Yanında örtünü indirebilirsin.” Başka bir rivayette
şöyle variddir. (Ümmü Şüreyk'in yanından taşın. Ümmü Şüreyk Ensardan zengin bir
kadındı. Allah yolunda pek çok nafaka verirdi. Misafirler hep onun yanında
kalırlardı. Yapacağım dedim Rasulullah:
“Yapma Ümmü Şüreyk misafiri çok olan bir kadındır. Ben senin örtünün
düşmesinden veya elbisen açılıp ayaklarının çevrede bulunanlar tarafından
görülmesinden çekiniyorum. Böyle bir durumdan sen de kaçınırsın. Fakat amcan
oğlu Abdullah İbni Ümmü Mektum'un evine git. -Abdullah ile aynı sülaleden
idiler.- Şayet sen örtünü indirsen de o seni görmez” dedi. Ben de
Abdullah İbni Ümmü Mektum'un yanına gittim. İddetim bitince bir münadinin
namaza çağırdığını duydum. Mescidi nebeviye vardım. Rasulullah'la birlikte
namaz kıldım. Rasulullah namazımı bitirince minberin üzerine çıktı ve şöyle
dedi:
“Vallahi ben sizi ne korkutmak ne teşvik etmek için sadece şu vakıayı
bildirmek için topladım. Temim ed-Dari Hristiyan bir adamdı. Geldi biat etti;
müslüman oldu. Ve bana öyle sözler söyledi ki, tıpkı benim size Mesih
Aleyhisselam ve deccal mevzuunda söylediğim sözler gibiydi."6
(6) Bu hadisi müslim sahibinin 4. cildinin 195. sayfasında ve 8. cildinin
203. sayfasında zikretmiştir. Hadisi şerifin kadınlarda yüz kısmının avret
mahalli olmıyacağına dair belirttiği hüküm açıktır. Şöyle ki Rasulullah
aleyhisselatü vesselam Kays’ın kızı Fatıma’yı başörtülü olarak erkeklerin
görmesinde mahzurlu bir tarafı bulmuyor. Bu da gösteriyor ki başı örtme vacip
olduğu gibi yüzü de örtme zarureti yoktur. Buna rağmen Rasulullah yine de onun
hımarının düşüp ayeti kerime ile açıkça haram olduğu belirtilen kısımlarının
görünmesinden çekinerek daha ihtiyatlı bir yol takip ediyor. Ve Fatıma’yı Ümmü
Şüreyk'in evinden ama olan İbni Ümmü Mektum’un evine naklediyor.
6- İbni
Abbas'dan: İbni Abbas'a dendi ki:
- “Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesselem ile hiç bir Bayramda hazır bulundun
mu?”
- “Evet” dedi İbni Abbas. “Şayet küçük olmasaydım hazır bulunamayacaktım.
Rasulullah'ın alemi Kesir b. Salt evinin önünde bulunuyordu. Kendisi de oraya
geldi ve namazı kıldı. (İbni Abbas diyor ki: Rasulullah Sallallahu Aleyhi
Veselelemi inip eliyle adamları oturttuğunu sonra onları yarıp geçtiğini görür
gibi oluyorum.) Sonra kadınlar geldiler ve beraberlerinde Bilali Habeşi'de
bulunuyordu. Rasulullah şu ayeti okudu:
"Ey Peygamber, mü'min kadınlar- Allah'a hiç bir şeyi eş tutmamaları,
hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evlatlarını öldürmemeleri, elleriyle
ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, emredeceğin her hangi bir
iyilik hususunda sana asi olmamaları şartıyla sana biatleşmeye geldikleri
zaman, biatlerini kabul et. Onlar için Allah'tan mağfiret isteyiver. Çünkü
Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir." Ayeti bitirdikten sonra işte
siz bunun üzerine kaim misiniz? İçlerinden bir kadın kalktı evet ey Allah'ın
Peygamberi dedi. Ama diğer kadınlar hiç bir cevap vermediler. İbni Abbas diyor
ki: Rasululullah onlara vaaz etti ilahi emirleri zikretti sadakayı emretti.
Bilal elbisesini açmıştı: İşte size anam babam feda olsun haydin diyordu. Ben
onların ellerinde bulunan şeyleri çıkarıp Bilal’in elbiseninin üstüne
fırlattıklarını görüyordum. Başka bir rivayette kadınlar parmaklarına
taktıkları ziğir ve yüzüklerini atıyorlardı. Sonra Rasülullah ve Bilal
peygamberin evine döndüler.[1]
7- Haris’in
kızı Sübey'aden: "Sübey'a Havle’nin oğlu Sa'dın nikahı altında idi. Saad
veda haccında vefat etmişti. Bedir harbinde bulunmuştu. Ölmeden dört ay ona gün
önce Sübey'a hamlini vaz etmişti. Nifastan temizlenince Batek'in oğul
Ebussenabil onunla karşılaştı. Sübey'a gözlerine sürme çekmişti. Ebussenabil
ona şöyle dedi:
- “Kendi nefsine arkadaş ol- Veya buna benzer- Yoksa sen nikahlanmak mı
istiyorsun? Daha kocanın ölümünün üstünden dört ay on gün geçti.” Sübey'a diyor
ki: Ben Rasulullah Sallalahü Aleyhi Vesellemin yanına geldim. Batek'in oğlu
Ebussenabil'in söylediklerini anlattım. Rasulullah şöyle dedi:
“Hamlinizi vaz ettikten sonra helal oldun."8
İbni Hazm İbni Abbas’ın yoluyla zikrettiği hadise şu ilaveyide koymuştur:
İşte İbni Abbas Rasulullah Aleyhisselatü vesselamın huzurunda kadınların
ellerini görebiliyor. Bu da elin ve yüzün avret mahalli olmayıp kapanmasının
zaruri olmayacağının delilidir. El ve yüzden maada vücudun bütün kısımlarını
örtmek farzdır.
Bu kıssada nakledilen Rasulullah'ın kadınlarla biatleşmesi vakıası da bu
hükmün, hicabın fraz olma emrinden sonra vukuu bulduğuna delildir. Bilindiği
gibi hicap emri hicretin 3. senesinde farz kılınmıştır. Biat ayeti ise hicretin
6. senesinde nazil olmuştur. Hafızda "Feth, Cilt 2 sayfa 377" İbni Abbasdan nakledilen vakıanın Mekkenin
fethinden sonra vukuu bulduğunu belirtmiştir.
İmamı Taberani’nin Kays bin Ebu Hazm'dan rivayet ettiği hadiside yukarıdaki
fikri destekler mahiyettedir. Ebu Hazm diyor ki: Biz Hazreti Ebu Bekir
hastalandığı vakit yanına vardığımızda beraberinde beyaz yüzlü titrek elli bir
kadın görmüştüm. Bu da Esma binti Amis idi.
Heytemi 5. cildinin 170. sayfasında şöyle der: Bu hadisi rivayet edenler
sahih kimselerdir. Esma binti Amis Ashaptan bir kadın olup Hazreti Ebu Bekirkin
Hanımıdır. Görülüyor ki Ebu Bekirin zevcesi yabancıların yanında titrek
ellerini açık bulundurarak oturuyordu yanında bulunan kocası Ebu Bekir hiç bir
şey demiyor. Şu halde el ve yüzü kapamak zarureti vaki değildir.
(8) Zannederim ki Rasulullah yüce bir şey üzerinde hutbesini irad etti.
Belki de bineğinidir. Minber
diyemeyeceğiz. Çünkü İbnül Kayyim El
8- Yine
İbni Abbas'dan:
Kadının birisi biat etmek için Rasululullah'ın yanına geldi. Gözünde sürme
yoktu ve kına yakınmamıştı. Rasulullah; kadın sürmelenip kınalanıncaya kadar
biatını kabul etmedi."9
Bu hadislerin hepsi kadının elini ve yüzünü açmasının caiz olacağına
delalat etmektedirler.10 Aynı zamanda Hz. Ayşe radıyallahü anha’nın daha önce geçen
hadisini te'yid etmektedir:
Cevzi ve diğer ulemanın bildirdiğine göre Hz. Peygamber'in Bayramlarda
minbere çıkarak hutbe irad ettiği açıkça bilinmemektedir. Çoğu kez olduğu yerde
ayağa kalkarak hutbe okurlardı. Cabir’in rivayet ettiği ve bizim daha önce
serdeddiğimiz hadisi şerifde şöyle denilmektedir: Sonra Rasulullah Bilali
Habeşi’ye dayanarak ayağa kalktı.
İbnül Kayyim El Cevzi "Zadül maad" adlı eserinde şu bilgiyi
vermektedir: "Rasulullah'ın dışarıda üzerine çıktığı her hangi bir minber
yoktu. Medine’deki mescitte bulunan yere de çıkmış değildi. Sadece olduğu yerde
ayağa kalkar ve o şekilde hutbesini irad ederdi. (İbnül Kayyim Cabir’in ve İbni
Abbas’ın rivayet ettiği hadislerle birlikte bir kaç hadis zikrettikten sonra
şöyle demektedir:) Bu hadisten anlaşılan Peygamber minber veya bineğin üzerinde
hutbe irad etmiştir. Bu iki hadisin sıhhatında şüphe olmadığına göre durum
nasıl ifade edilebilir. Minberi ilk olarak camii dışına götüren Hakem oğlu
Mervan’dır. O yüzden kendisine karşı gelenler olmuştur. Çamurdan veya kerpiçten
ilk olarak minber bina eden ise Salt oğlu Kesir’dir. Mervan onu Medine’ye emir
tayin ettiği zaman Camii dışına minber naklederek halka hutbe irade etmiştir.
Belki bu hadiste zikredilen yüksek yerden murat musalladaki seki veya benzeri
yüce bir mahaldir. Rasulullah buradan hutbeyi irad ettikten sonra kadınlara
vazu nasihatta bulunmuştur. Şüphesiz ki en doğrusunu bilen
Allahü Zülcelal'dir.
(9) İmamı Ahmed bu hadisi müsnedinin 6. cildinin 432. sayfasında iki yoldan
ihrac etmiştir ki yollardan birisi sahih diğer ise hasendir. Kendisinin
belirttiğine göre Ebussenabil Sübeya'yla nişanlanmış fakat Sübeya evlenmekten
kaçınmıştı. Bu da gösteriyor ki sahabe devri kadınlarının örfünde el ve yüzler
avret mahalli değildir. Şayet avret mahalli sayılsaydı.
Ebussenabil’in önünde Sübeya’nın elini ve yüzünü açık bulundurması gerekirdi.
(10) Buna benzer bir hadis de Ata İbni Ebi Rabah’ın İbni Abbas’tan rivayet
ettiği hadisi şeriftir. Ata diyor ki: Abdullah İbni Abbas bana şöyle dedi:
- “İstermisin sana cennetlik bir kadın göstereyim?”
- “Evet” dedim. İbni Abbas dedi ki:
“İşte şu esmer kadın Rasulullah'ın yanına geldi, ben sar'a geçiriyorum.
Allah için bana dua et” dedi. Rasulullah buyurdu:
“Dilersen sabret ve karşılığında cenneti bul. Dilersen
sıhhat bulman için dua edeyim. Bundan sonra kadın o halde sabredeyim”
dedi."
- Bu vak'ayı İmamı Buhari 10. cildin 94. sayfasında. İmamı Müslim 8. cildin
16. sayfasında, İmamı Ahmed müsnedinin 3240 numaralı hadisinde zikretmiştir.
(11) İbni Sadin tabakatının 4. cildinin 147. sayfasında şöyle bir hadiste
nakledilir: Ebu” Esma Ebu Zer El-Gıfari hazretlerinin yanına geldiğinde
beraberinde esmer bir kadın bulunuyordu. Bu sıralarda Ebu Zer el-Gıfarı
Rebeze’de ikamet ediyordu. Ebu Esma diyor ki: Beni görünce Ebu Zer El-Gıfari
şöyle dedi:
- “Bakmaz mısınız şu esmer kadına bana ne emrediyor.” Ebu Nuaym de 1.
cildinin 161. sayfasında sahih bir senetle aynı vak'ayı zikretmiştir. Başka bir
tarikle Ebu Nuaym’ın 1. cidinin 174. sayfasında Ebu Süleyldan diyor ki: Ebu Zer
Gıfari’nin kızı üzerine yünden bir örtü atarak Ebu Zer'in yanına geldi.
Yanakları esmerimsiydi. Kolunda bilezikleri vardıl. Ebu Zerin önüne geldi
etrafında Ebu Zer’in yaranı dizilmiş oturuyordu. Dedi ki:
- “Babacığım, çiftçiler ve bekçiler seni bu batıl şeylerle iflas
ettireceklerini zannediyorlar.” Ebu Zer dedi:
“Bırak yavrum baban sarı beyaz neye sahipse hepsi Allahın mülküdür. Hamd
yine ona mahsustur.” Bu vak'ayı zikreden ravilerde güvenilir kimselerdir.
İbni Asakir tarihinin 2. cildinin 73. sayfasında Salb İbni Zübeyr’in
vak'asını anlatırken şu malumat verilmektedir. Salbın Annesi Ebu Bekirin Kızı
Esma tebessüm ederek parlak bir çehre ile yanımıza geldi diye zikredilmektedir.
283. sayfasında da Mihran oğlu Meymun’dan şu rivayet anlatılmaktadır.
"Ümmü Derda’nın yanına vardığımda ince bir başörtüsünü kaşının üzerinden çenesinin
altına kadar sarmış olduğunu gördüm.”
Gömlekten veya hırkadan kesilmiş olan kısımdır. Kelimede filolojik olarak
kesmek manasına gelen "ceb" mastarında türemiştir. Allahü Teala
başörtüsünün boyuna ve göğse sarılmasını emrediyor ki, bu o kısımların örtülmesinin
vacip olduğuna delalet eder.
Emri ilahide yüzün örtülmesi diye bir şey geçmediğine göre bu kısımların
avret mahalli olmadığı meydana çıkıyor. Buna binaen İbni Hazm
"Muhalla" adlı büyük eserinin üçüncü cildinin 216-217"inci
sahifelerinde şöyle diyor:
Allahü teala başörtüsünü- yakalarının üstüne atılmasını emretmekle bu
kısımların avret mahalli olup göğsü ve boynu örtmesinin vacip olduğunu nas ile
ifade etmiş oluyor. Bu ayeti kerimede yüzün açılmasının mübah olduğuna delalet
vardır. Bundan başka ksımları açmak ise imkan dışıdır.
Bizim fikrimize dair üzerinde söz ettiğimiz ayeti kerimenin orta
kısımlarında açık şekilde işaret vardır.
“Mümin erkeklere de söyle gözlerini haramdan sakınsınlar.
Ve ırzlarını muhafaza etsinler. Mü'min kadınlara da söyle gözlerini haramdan
sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zinetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen
kısmı müstesna." Nur- 30 ayeti kerime kadınların açılan kısımlarının
görülmesinin mümkün olduğuna işaret ederek onlara bakmaktan korunmayı
emrediyor. Bu kısımlar ise el ve yüzlerden başka taraf olamaz. Buna benzer bir
hadisi şerif de vardır. Rasulullah Sallahü Aleyhi Veselem buyuruyor:
“Sakın ha yollarda oturmayasanız. Eve döndüğünüz zaman yoların hakkını
veriniz.” Ya Rasulallah yolların hakkı nedir diyenlere Rasülullah buyurdu:
“Gözü korumak, eziyyet verici şeyleri kaldırmak, selam vermek, marufu
emredip münkeri nehyetmektir.”12
(12) Bu hadisi Buhari 3. cildinin 11. sayfasında, Müslim 3. cildinin 7.
sayfasında Ebu Davud 2. cildinin 291. sayfasında, İmamı Ahmed İbni Hanbel 3.
cidinin 36. sayfasında, Ebu Said El Hudri’den ve Ebu Talha El Ancarı’dan naklen
rivayet etmektedirler.
Başka bir hadisi şerifde şöyle buyurur:
“Ey Ali baktıktan sonra bir daha bakma ile bakış senindir ama sonuncusu
değil.”13
Abdullah oğul Cerir'den diyor ki: Ben Rasulullah Sallallahü Aleyhi
Veselleme ansızın bakış mevzuunda sordum, Rasulullah gözümü çevirmemi emretti.14
İmamı Kurtubi tefsirinin 12. cildinin 230. sahifesinde. Ve diğer
müfessirlerde bahis mevzuu olan ayeti kerimenin tefsirinde ayetin inişine sebep
olarak şöyle demektedir:
"O zamanki kadınlar başlarını yaşmakla örttükleri zaman belin üst
kısmından sarkıtırlardı. Tıpkı naptılerin yaptıkları gibi. Boyun gerdan ve
kulaklar bu durumda örtülmezdi. Onun üzerine Allah'ü Teala (himarı)
Başörtüsünü, üzerinden sarmalarını emretti."
Hazreti Ayşe Radıyallhü taala validemizden, dedi ki:
"Allah ilk muhacir kadınlarına merhamet etsin. (Baş örtülerini
yakalarının üstünü kapayacak surette koysunlar.) Ayeti inince üstlerine
giydikleri abalarını yırttılar ve onu başörtüsü olarak kullandılar. Başka bir
rivayette de ibare şu şekildedir: İzarlarını aldılar eklendikleri kısmından
yırtarak başörütüsü yaptılar.”15
(15) Bu hadisi Buhari 2. cildinin 182. ve sekizinci cildinin 392.
sayfalarında nakletmiştir. İbni Ebi aynı hadisi daha mükemmel senetleriyle
Şeybe kızı Safiyeden nakletmiştir. İkinci rivayet aynen şöyledir:
"Biz Hazreti Ayşe’nin yanındayken Hazreti Ayşe’nin şöyle dediğini
işittik: Söz konusu kureyşli kadınlar fazilet sahibidirler. Ama Allah'a yemin
ederim ki Medineli Ansar kadınlarından daha faziletli kimse bulunamaz. Onlar
kadar Allah'ın kitabına sadakatla bağlanan, Kuranı mübine kuvvetle inanan pek
az bulunur. Nur suresindeki "Baş örtülerini de yakalarının üstünden
atıversinler" mealindeki ayet inince kocaları onlara Allah'dan nazil olan
ayetleri okudular. Herrek karısına, kızına, bacısına ve bütün akrabalarına
Allah'ın emrine sadakatla bağlanmayan hiç bir kadın çıkmadı. Başlarında kuş
varmış gibi saçlarını örterek Rasulullah'ın gerisinde namaza durdular."
Gamid kabilesinden Haris 'in oğlu Haris'den, diyor ki:
Biz Mina’da iken babama bu cemaat nedir diye sordum babam dedi ki, onlar
bir müneccim için toplanmışlardır. Haris diyor ki: Biz indik "başka bir
rivayette de geldik" baktık ki, Rasulullah Aleyhisselam insanları tevhide
ve imana davet ediyordu. Oradaki kalabalık ise Rasulullah'ın sözünü reddedip
ona eziyet ediyorlardı. Gün yarıya varıp yanındaki kalabalık çekilince
gerdanlığı görünen bir kadın ağlıyarak Rasulullah'ın yanına geldi. Kadının
elindeki kadehte su bulunuyordu bir elinde de mendil vardı. Onu Rasülullah'a
sundu, Rasulullah sudan içti, abdest aldı. Sonra başını kadına doğru kaldırarak
buyurdu ki:
- "Ey kızım başörtünü gerdanına da ört. Babanın mağlup ve zelil
olacağından korkma."
“Kimdir bu kadın?” dediğinde,
“O kızı Zeyneb’tir” dediler.16
Bundan sonra ayeti kerimedeki "gizleyecekleri
zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar." İbaresine
gelince bu da kadınların ayaklarını da örtmelerinin vacip olduğunu
göstermektedir. Şayet böyle olmasaydı her hangi bir kadın gizlemesi gereken süs
eşyasını (Arabların nesne) açabilirler ve sadece ayaklarını vuramazlardı.
Ayağın açılması şeriata muhaliftir. Bu yüzden kadınlardan birisi çevresinde
bulunan erkeklere gizlediği süs eşyası olan halhalını bildirmek için ayağını
vuruyordu. Ve Allahü Taala o yüzden bu ayeti kerime ile ayak vurmayı da yasak
etti. İbni Hazm'de "muhalla" adlı eserinin üçüncü cildinin 216.
sahifesinde, tıpkı bizim beyan ettiğimiz gibi izahat verererk. Şöyle demektedir:
"Bu da ayakların ve baldırların gizlenmesi gerektiğini açılmasının asla
helal olmayacağını belirten bir nasdır."
(16) Bu hadisi Tabarani "Mu’cemül kebir"' adlı eserinin 1.
cildinin 245. sayfasında. İbni Asakir "Şam
tarihi" adlı eserinin 4. cildinin 46. sayfalarında zikretmişlerdir.
Bu fikrimizi destekler mahiyette İbni Ömer'den merfu bir hadiste Rasulullah
Sallallahü Aleyhi Vesellem buyuruyor:
"Kim hile ile elbisesini çekerse Allah kıyamet gününde asla onlara
rahmet nazarıyla bakmaz.” Bunun üzerine Ümmü Seleme dedi:
“Ya kadınlar eteklerini ne ederler?” Rasülullah buyurdu:
“Bir karış kısaltsınlar.” Ümmü Seleme dedi:
“O takdirde ayakları açılır.” Rasulullah buyurdu:
"Bir zira bollatsınlar, fazla değil." Tirmizi de Süneninin 3.
cildinin 47. sahifesinde aynı hadisi ihraç ederek diyor ki: Bu hasen ve sahih
bir hadistir.
Bu hadiste kadınları izarlarının çekmelerine dair ruhsat vardır. Çünkü
bununla daha iyi örtünürler. İmamı Beyhaki de şöyle diyor: Bu hadis kadınların
ayaklarını örtmelerinin vacip olduğuna delalet etmektedir. İşte asrı saadetten
beri devam edip gelen kadınların örtüsü mevzuunda örf bu şekilde cereyan
etmiştir. Bu konuda bazı şer'i meselelerde varid olmuştur. İmamı Malik ve
diğerleri Abdurrahman İbni Avf'in oğlu İbrahim’in Ümmi Veledin'den şöyle bir
vakıayı zikrederler: O Peygamberlerin pak zevcelerinden olan Ümmü Seleme
validemize sordu. Ben eteği uzun olan bir kadınım ve pis yerlerde yürürüm nasıl
edeyim? Ümmü Seleme diyor ki: Rasulullah buna şöyle dedi:
“Geri kalan kısmı temizlersin.”
Abdul Eşhel oğullarından bir kadın rivayet ediyor:
- “Dedim ki, Ya Rasulallah bizim evin mescide giden yolu çirkin kokuludur.
Yağmur yağınca ne yapacağız?” Rasulullah buyurdu:
- “Daha güzel başka bir yol yok mu?” “Evet” dedim. Rasulullah “bunun yerine
ordan gelin” dedi.17
(17) Bu hadisi ve daha önce geçenleri Ebu Davud "Sünen'inde sahih bir
isnatla zikretmiştir. İbni Hacer El-Heytemi de aynı hadisi hasen olarak kabul
etmiştir.
Buna binaen ilk müslümanlar zimmi kadınlarının ayaklarını müslüman
kadınlara benzememeleri için açık bulundurmalarını şart koşarlardı. Cehennem
ehline muhalefet mevzuunda "doğru yolun icapları" adlı eserde de bu
nevi bir hüküm zikredilir.
Allah'ü zülcelal nur suresinde mezkür ayette kadının yabancıların
karşısında gizlemesi gereken yerlerini ve süs eşyalarını belirttikten sonra
diğer ayette evinden çıkan kadının evde giydiği elbisesini üstüne çarşafa
benzer bir şeyle örtünmesinin lüzumunu belirterek böyle bir örtünün kadınları
daha iyi koruyacağının ve kadın tabiatını daha şerefli bir hale getireceğini
beyan ediyor. Ayeti kerimede şöyle buyuruluyor:
"Ey Peygamber, zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış
elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp eza
edilmemelerine daha uygundur. Allah çok yargılayıcı çok esirgeyicidir."
Bu ayet indiği zaman ensar kadınları başlarında (Karga) biçimindeki
elbiselerle dışarı çıkmışlardı.
Ayeti kerimede geçen "Celabib" kelimesine gelince
"Cilbab" kelimesinin cemidir. Bu ise ne sahih lince "cilbab" kelimesinin cemidir. Bu
ise en sahih kavle göre kadınların elbiselerinin üzerinden büründükleri
örtüdür. Bilhassa evden dışarı çıkıldığı zaman bu örtüye bürünürler. İmamı
Buhari ve Müslim de Ümmü Atıyye Radıyallahü Anhadan şöyle bir hadis rivayet
ederler:
Rasulullah bize ramazan ve kurban bayramında hayız gören, dul ve yetişmiş
kızların şu şekilde dışarı çıkmalarını emretti. Hayızlı kadınların namaz anında
bulundukları yeri terk edip namazdan sonra müslümanlar için hayır duada
bulunmak üzere tekrar gelmelerini emretti. Ümmü Atıyye diyor ki: “Ey Allah'ın
Rasulu, ya birimizin örtüsü yoksa” dediği zaman Rasulullah şöyle cevap verdi.
“O da mü'min bacının örtüsünü giyinsin.”
Keşmirli Şeyh Enver "Feyzül Bari" adlı meşhur eserinin birinci
cildinin 38. sayfasında bu hadisi şu şekilde açıklamaktadır:
"Bu hadisten anlaşıldığı gibi "cilbab" denilen örtü evden
çıkıldığı zaman gerekmektedir. Şayet üstten giyilen bir örtü bulunmasa kadın
asla evinden dışarı çıkmamalıdır. Bu örtü omuzdan topuğa kadar uzanır. Buna
göre himar denilen yaşmaklar evin haricine çıkıldığı zaman giyilir. Kur'an-ı
Kerim'de geçen "yaşmaklarını da yakalarından salıversinler" ayetin
tefsirini ben bu şekilde yaptım. Yine şeyh Enver mezkur kitabının birinci
cildinin 256 sayfasında Ayette geçen cilbab ve himar kelimelerini şu şekilde
tefsir etmektedir:
"Diyecek olursanız ki izara benzeyen çarşaf biçimindeki cilbab adı
verilen örtüye bürünüldüğü zaman tekrar yaşmakları boyunlarından atıvermelerine
lüzum var mıdır? Biz bu suale şu cevabı veririz: Cilbab denilen çarşaflar
ihtiyaç vaki olduğu zaman evden dışarı çıkıldığı vakit giyilir, boyundan
salınıveren yaşmaklar ise evin içinde ve diğer zamanlarda giyilir. O yüzden de
çarşafa bürünmek yaşmadığı örtünmeye engel değildir."
Biz Şeyh Enver'in yaşmak denilen baş örtülerini sadece evlerde giyilmekle
takyid etmesine muhalifiz. Zira ayetin zahirine aykırıdır. Ayeti kerimede şöyle
denilmektedir: "Baş örtülerini yakalarının üstünü kapayacak surette
koysunlar. Zinet mahallerini kendi kocalarından yahut kendi oğullarından, yahut
kocalarının oğullarından başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri zinetleri
bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar."
Burada ayakları birbirine vurmaktan nehyedilmesi de açık bir karine ile
yaşmakların da evin haricinde yakalardan sarılmasının zaruretine delalet
etmektedir. Ayetin baş tarafında da "Mümin kadınlara da söyle gözlerini
haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, zinetlerini açmasınlar."
Ayetinde belirtilen hüküm de Nur ve Ahzap suresinde ayette belirtilen hükmün
icabı olarak evinden dışarı çıkan kadınların yaşmaklarıyla başlarını örtüp onun
üstüne çarşaflarını giymelerinin zaruretini ifade etmektedir. Çünkü böyle bir
kıyafet kadını daha iyi muhafaza eder. Başının ve omuzlarının şekli belirmemesi
için böyle bir kıyafet daha evladır. Bizim bu izahımıza uygun olarak
"Dür" adlı meşhur hadis kitabının 5. cildinin 222. sayfasında İbni
Ebi Hatemin Said Bin Zübeyr’den rivayet ettiği şöyle bir hüküm vardır.
Üstlerinden de bir örtüye bürünsünler ayetini Said bin Cübeyr şöyle açıkladı: Yani dış örtülerini üst
taraflarından sarkıtıversinler. Bu himar denilen yaşmağın üstünden örtülen bir
kıyafettir. Ve hiç bir müslüman kadının başında bu örtü bulunmadan ve bu örtüyü
başına ve gerdanına sıkıca bağlamadan yabancı erkeklere görünmesi asla helal
değildir.
Sonra cilbab denilen elbisenin üstünden giyilen örtünün dışarı çıkılırken
giyilmesinin hiç bir manası yoktur. Zira bu kadının zinetini yabancılardan
saklaması için gereklidir. İster kendisi evinden dışarı çıksın ister bir
yabancı erkek onun evine girsin her iki halde de kadının bu örtüsünü giyinmesi
gerekir. Bizim bu fikrimizi teyid eder mahiyette Zeyd oğlu Kays’den de şöyle
bir rivayet vardır:
Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Ömer’in kızı Hafsa’yı boşadı.
Rasulullah tekrar onun yanına geldiği zaman Hafsa dış örtüsüne bürünmüştü.
Rasulullah buyurdu:
“Cebrail banageldi ve dedi ki, "Hafsa’yı tekrar al çünkü o gündüzleri
oruç tutan, geceleri namaz kılan bir kadındır. Ve senin cennette eşindir."19
(19) Bu hadisi İbni Sad 8. cildinin 58. sayfasında Hammad bin Selemeden
rivayet etmiştir.
Bütün bu izahlardan anlaşıldığı gibi Ayeti Kerimede kadının yüzü avret
mahalli olup örtülmesine dair hiç bir rivayet yoktur. Sadece Ayette kadınların
yabancılar yanına yaşmağının üstüne çarşaf veye benzeri bir örtüyle
çıkmalarının gerektiği belirtilmektedir. Bu da gördüğünüz gibi mutlak bir emir
halindedir.
Bu rivayette kaydedilen ravilerin hepsi sika olup Kays bin Zeyd’den başkası
müsellemdir. İbnü Abdil Ber Kays’ın rivayetlerinden mürsel olduğunu zikreder.
Hafız "El-isabe" adlı eserinde şu malumatı vermektedir: "Küçük
bir tabidir ki, mürsel hadis rivayet etmiştir." Ebu Usame oğul Haris’in de
dahil olduğu bir topluluk onu sahabeler arasında kaydetmişlerdir. Bu hadis İbni
Ebu Hatemin ve diğer ravilerin beyanatına göre mürseldir. Aynı hadisi Hakim 4.
cildin 15. sayfasında beyan ederek Ehes'in hadisinde zikremiş ve bununla
takviye edildiğini söylemiştir. İbni Sa’d ise Tabakat’ının 8. cildinin 63.
sayfasında Ebu Sabit oğlu Habib yoluyla bunu şu şekilde nakletmiştir: Ümmü
Seleme dedi ki: Ebu Selemeden iddetim bittikten sonra Rasulullah yanıma geldi
ve benimle konuştu. Aramızda hicap vardı.." Bundan sonra yukarıdaki hadisi
zikretmektedir. Gerçekten bu rivayette zikredilen hicab kadının büründüğü örtü
olmayıp sadece duvar veya perde gibi dışarıyla irtibatı kesen bir şey olması
gerekir. Ahzap suresinin 53. ayetinde beyan edilen hicapta aynı cinstendir.
"Ey iman edenler! Bundan sonra Peygamberin evlerine davet
olunmaksızın, vaktinde bakmaksızın girmeyin. Fakat davet olduğunuz zaman girin.
Yemeği yeyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de izinsiz
girmeyin. Çünkü bu peygambere eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise
hakkı açıklamaktan çekinmez. Bir de onun zevcelerinden lüzumlu bir şey
istediğiniz vakit perde ardından isteyin onlardan. Bu, hem sizin kalpleriniz
için hem de onların kalpleri için daha temizdir. Sizin Allah'ın peygamberine
eza vermeniz doğru olmadığı gibi kendinden sonra zevcelerini nikahla almanız da
ebedi caiz değildir. Bu, Allah nezdinde çok büyük bir günahtır."
Bu ayette geçen hicap (perde) ile yukarıdaki hadisede zikredilen hicap aynı
manaya gelmektedir.
a)
Bilindiği gibi Kur'an'ın bazı ayetleri bazılarını tefsir eder. Daha önce geçen
Nur suresindeki ayette yüzün örtülmesinin vacip olmadığı beyan edilmektedir.
Buradaki bürüme lafzını iki ayetin arasını uyuşturmak için yüzden başka yerler
kaydıyle kabul etmek uygun düşer.
b) Yine
malum olduğu veçhile hadisi şerifler Kur'an-ı Azim-üş-Şan'ın ayetlerini
açıkladığı gibi umumi hükümlerini hususileştirir. Mutlak delilleri takyid eder.
Daha önce zikrettiğimiz gibi bir çok hadis delileri yüzün örtülmesinin vacip
olmadığını açıklamıştır. Bu ayeti de o hadislerin ışığı altında umumi durumda
hususi hale irca ederek tefsir etmek gerekir.
Bütün bu izahattan yüzün kadınlar için örtülmesi gereken avret mahalli
olmadığı meydana çıkıyor. İbni Rüşd'ün "Bidaye" adlı meşhur eserinin
1. cildinin 89. sayfasında dediği gibi müslüman ailmlerinin pek çoğu da bu
fikrin taraftarıdırlar. İmamı Ebu Hanife, İmamı Malik, İmamı Şafii ve (Mecum
adlı eserinin 3. cildinin 169. sayfasında zikredildiği gibi) İmamı Hanbel de
aynı fikirdedirler. Tahavi "Şerhül Maani’nin" 2. cildinin 9.
sayfasında belirtdiği gibi İmamı Ebu Hanife’nin iki talebesi olan İmamı Ebu
Yusuf ve İmamı Muhammed Eşşeybani de aynı fikirdedirler. Şafii kitaplarının
önemlilerinden olan "mühimmat" adlı eserde de bu fikir kabul
edilmektedir. Şeyh Eşşerbini de ikna adlı eserin 110. sayfasında aynı fikirde
olduğunu açıklamaktadır.
Ancak bu hükmü yüzde ve ellerde zinet unsurunun bulunmaması kaydıyle
sınırlamamız gerekmektedir. Çünkü Allahü Teala'nın "zinetlerini de
göstermesinler" hükmü umumiyyet ifade eder. Eğer yüzde ve elde zinet
unsuru bulunursa o kısımları da kapamak gerekir. Bilhassa kadınların yüzlerini
ve ellerini çeşitli şekilde zinet unsurları ve boyalarla süsledikleri günümüzde
böyle bir şeyin zaruretinde hiçbir müslüman muhalif kalmaz. Hatta akıllı ve
gayret sahibi herkes böyle bir şeyin haram olacağından asla şüpheye düşmez.
Bu fikrimiz İbni Sad'ın 8. cildinin 238-239. sayfalarında Süfyan yoluyla
Mansur’dan, o da Reb'i bin Harraş'dan o da başka birisinden, o da Huzeyfe’nin
bacısından zikrettiği bir hadis teyid etmektedir. Huzeyfe’nin Peygamberin
devrine ulaşan bir kaç tane bacısı vardı. Diyor ki: Bir gün Rasulullah bize
hutbe irad etti. Buyurdu ki:
- “Ey kadınlar sizin gümüşten süs eşyalarınız var mı? Sizden hangi kadın
altından süs eşyalarıyle süslenip ve onu başkalarına gösterirse onunla muklaka
azaba düçar olur.” Mansur diyor ki ben bu hadisi mücahide anlattığım zaman
şöyle dedi:
- “Sen onlara ulaştığın zaman onlardan birisi yüzüğe benzer bir süs
unsurunu yakasına takmışlar mıydı?..”
Benim müşahedelerime göre bu hadis sarih olmasına rağmen merfu değildir.
Çünkü kendisine isnad edilen kadının ismi arada zikredilmemiştir. Mücahidin
sözü ise sarih bir nastır.
Allah'ü zülcelal üstten bir örtüye bürünmenin hikmetini ayetin devamında
şöylece beyan etmektedir: "Bu onların tanınıp eza edilmemelerine daha
uygundur." Yani bir kadın elbisesinin üstünde çarşaf veya izare benzer bir
örtüye bürünürse iffetli temiz ve ahlaklı olduğu bilinir. Fasık kimselerin
uygunsuz laflarına muhatap olmaz. Açık ve mütesettir olmayan bir kıyafetle
dışarı çıktıkları zaman fasık kimselerin tamalarını arttırıp- günümüzdeki
modern cahiliyetin hakim olduğu her ülkede olduğu gibi kötü- hareketlerine,
muhatap olur. Cenabı Allah; mü'min kadınlara fenalığın yayılmasını önlemek için
hicap emrini koymuştur.
İbni Sad'ın 8. cildinin 127. sayfasında Muhammed bin Ömer’in Ebu Sebre'den
onun Ebu Sahr'dan onun da İbn Kab'dan ihrac ederek kaydettiği rivayette şöyle
denmektedir:
"Münafıklardan bir adam mü'min kadınlarına dil ile taarruz ederek
eziyyet ediyordu. Kendisine “Neden böyle yapıyorsun?” denildiğinde
“Ben onu cariye zannetmiştim” diyordu. Bunun üzerine Allahü talaa
elbiselerinin üstünden bir örtüye bürünerek cariyelerden ayrı bir kıyafete
girmelerini emretti."
Bu rivayet bir çok bakımdan zayıftır.
a) İbni
Kab'ın adı Muhammed’dir: Tabiin devrinde yaşamış olup saadet asrına
ulaşmamıştır. Bu yüzden rivayet mürseldir. Yani arada atlanılan bir kişi
vardır.
b) İbni
Ebu Saburii ise asıl adı Ebu Bekir'dir. Ebu Seburenin oğlu Muhammed'in oğlu
Abdullah'ın oğludur. Bu da rivayet bakımından oldukça zayıftır. Hafız
"Takrib" adlı eserinde onun mevzu hadis rivayet ettiğini söyler.
c)
Muhammed bin Ömer El-Vakidi de bunu zayıf kabul etmektedir. Onun zayıf ravi
olduğu bir çok muhadiselerce bilinmektedirler.
Bu rivayete benzer başka rivayetleri de İmamı Süyuti
"Ed-dürü’l-mensur" adlı eserinde zikretmiştir. İbni Cerir ve
diğerlerinde de bu rivayetler variddir. Ve zikredilen bütün rivayetler de
mürsel olduğunda, sahih değildir. Çünkü son olarak Ebu Malike, Ebu Salihe,
Külebiyye, Gurure oğlu Muaviyeye ve Hasenel Basriyye ulaşmaktadır. Müsned
olarak gelmeyen bir hadis huccet olarak kabul edilmez. Bilhassa zahiri hükmü
şeriat tarafından ve değerli akıl sahipleri tarafından kabul edilmeyen
meselelerde olursa asla hüccet olmaz. Biz o rivayeti kabul edecek olursak
müslüman kızlar için (bir takım müslüman kadınlarının da arasına girdiği)
Tesettürü emretmediği münafıkların onlara eziyyet etmesini defetmek için sadece
elbisenin üstünden örtüye bürünmelerini emretti vehmi doğar ki bu da asla
kabule şayan değildir.
Ne acayiptir ki bazı müfessirler bu zayıf rivayetlere kapılarak Allahü
Tealanın ayeti kerimesinde "müslüman kadınları" lafzını sadece hür
kadınlara tahsis edip cariyeleri bundan hariç tutmuşlardır. Buna binaen de hür
bir kadına düşen vaciplerini cariyeye düşmiyeceğini başını ve saçını
açabileceğini söylemişlerdir. Hatta bazıları cariyelerin avret mahallinin
erkekte olduğu gibi göbek ve diz arasından ibaret olduğunu söyleyenler bile
çıkmıştır. Bazıları da yabancı erkeklerin cariyelerin saçına, koluna,
bacaklarına, göğsüne ve memelerine bakmalarının caiz olduğunu söylemişlerdir.
Bu görüş ise kitap ve sünnete bir delil olmamakla beraber Allah'ü tealanın
"Mü'min kadınlarını" kavli şerifinin umumi ahengine muhaliftir. Zira
bu ayet umumi olması bakımından tıpkı şu ayet-i kerime gibidir. "Ey iman
edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye ve cünub iken de yolculuk
hali müstesna gusül edinaceye kadar namaza yaklaşmayınız. Eğer hasta olur ya
bir sefer üzerinde bulunursanız veyahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse
veya kadınlara dokunup da su bulamazsanız o vakit temiz bir toprağa teyemmüm
edin. Yüzlerinize ve ellerinize sürün, şüphesiz ki Allah çok affedici ve
yargılayıcıdır."
Ebu Hayyan El-Endülüsi "Bahrul Muhit" adlı tefsirinin yedinci
cildinin 250. sayfasında şöyle diyor:
"Açıkça ayeti kerimede geçen "Müminlerin kadını" tabiri hür
ve cariyelerin hepsine şamidir. Cariyelerin yayacağı fitne daha çoktur. Çünkü
onların tasarrufu fazladır. Hür kadınlara gelince durum başkalaşır. Hür
kadınları diğer kadınlardan ayırd edebilmek için açık alamet ve işaretlere
ihtiyaç vardır."
Büyük alim İbni Hazm'in "Muhalla" adlı eserinin 3'üncü cildinin
218-219 sayfalarında belirttiği ifade ne kadar güzeldir. İbni Hazm merhum şöyle
diyor:
"Hür kadınlar cariyeler arasındaki farka gelince; Allah'ın dini
birdir. Yaratılış ve tabiat bakımından aralarında hiçbir fark yoktur. Dinin
hükümler hür kadınlar ve cariyeler için aynı şekildedir. Aralarını tefrik eden
umumi bir hüküm bulunmadıktan sonra biz de hiç bir fark gözetmeyiz." Ve
İbni Hazm devam ediyor:
Bazı anlayışlı kimseler Allahü Teala’nın "Ey peygamber zevcelerine,
kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini
söyle. Bu onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur."
Ayetinin tefsirinde örtünmeyi sadece hür kadınlara mahsus kılarak şöyle
diyorlar: Zira fasıklar fıskları yüzünden kadınlara taarruz ediyorlardı. O
yüzden Allahü zülcelal mü'min kadınların üstlerinden elbiselerini giyinmelerini
ve böylece de fasıkların taarruzundan korunmalarını emretmiştir. Biz ya
bilginin yanlışlığından veya akıl sahibi kimselerin kısa düşüncelerinden yahud da
yalancı fasıkların iftirasından neşed eden bu gibi izah tarzlarından ayeti
kerimeyi tamamen uzak kabul ederiz. Böyle bir izah tarzı haşa Allahü taala’nın
fasık kimselerin müslüman cariyelerin ırzına tecavüzü normal karşılaması gibi
bir düşünce belirtir ki bu ise edebi bir musibetin tezahüründen başka bir şey
değildir. Ve ayet bu gibi izahlardan tamamen beridir. Hiç bir müslüman alimi
hür kadınlar için haram olan zinanın cariyeler için haram olmayacağını ileri
sürmemiştir. İcma-ı ümmetle hür kadınların zinası esnasında vurulan haddi
şerinin zina eden cariyeler için de tatbik edilmesinde hemfikirlerdir. Cariye
ile hür kadınlar arasında hiç bir fark yoktur. Hür bir kadına taarruz nasıl
haramsa cariyelere taarruz aynı şekilde haramdır. Bu hür kadındır. Öbürü cariyedir
diye tefrik edilmez. Bu ve buna benzer şüpheli mevzularda Efendimiz
Aleyhisselamdan rivayet edilmiyen hiçbir sözü kabul etmemek gerekir."
Daha önce beyan edilen Enes İbni Malik'in rivayet ettiği hadis ile bu hüküm
arasında hiç bir çatışma yoktur. Enes İbni Malik'in rivayet ettiği hadis
şöyledir:
"Rasulullah Sallallahü Aleyhi Veselem, Hayber gazasının esirleri
arasında bulunan Safiye’yi kendi nefsi için ayırınca sahabeler şöyle dediler.
Rasulullah onunla evlenecek mi yoksa Ümmü Veled onlar mı (cariye) kullanacak? Şayet hicaba büründürürler örtüye girdirirse evlenecektir. Yok örtündürmez
hicaba büründürmezse Ümmü Veled olarak alacak demişlerdir. Safiye bineğine
bineceği zaman Efendimiz ona örtünmesini emretti. Hazreti Safiye deveye
binmişti. Bunu gören ashab da Peygamberimiz Safiye ile evlendiğini
anlamışlardır.”
Diğer bir rivayette ise hadisin son kısmı şöyledir. Rasulullah onu örtüye
büründürdü ve terkisine bindirdi. Başına attığı şalını Safiye’nin omuzuna ve
yüzüne sardı ayağına kadar uzattı. Peygamberin zevceleri arasına girdiğinde
bile Safiye bu şalı taşıyordu.
Biz diyoruz ki bu hadisle bizim ayeti kerimeyi izah tarzımız arasında hiç
bir muhalefet yoktur. Çünkü hadiste elbisenin üstünden giyilen
"cilbab" denilen örtünün yokluğu değil de sadece hicap denilen
örtünün yokluğu vardır. Bu ise mutlak şekilde cilbabın o devirde yokluğunu
gerektirmez. İhtimaldir ki, yok olan yüzü de örten tam bir cilbabdır. Hatta bu
fikrimiz destekler mahiyette ifade tarzı da ibarede mevcuttur. "Şalını
omuzuna ve yüzüne sardır" kuvvetli bir ihtimalle burada -ilerde de beyan
edeceğimiz gibi- efendimizin hanımlarının hususiyetlerinden olarak yüzlerini
kapayacak bir hicaptır. İşte bu hususiyetleri ile ancak ashabı güzin Peygamber
Efendimizin hür kadınlarını cariyelerinden tefrik ediyorlardı. Yukarıda beyan
edilmek istenen de budur.
Açıkça ortaya çıktığı gibi ashabın "şayet hicaba büründürmezse"
sözünden maksat yüzünü örtmezse demektir. Bu durumda cariyelerin bedenlerinin
diğer kısımlarını örtmemeleri veya başlarını açık bulundurmaları gibi bir ifade
çıkarılamaz. Omuz ve göğse gelince zaten bu mevzudaki ayet ve hadisler açıktır.
Günümüzde bazı meşayih ve hocalar kadının yüz kısmının da avret mahalli
olup açılmasının caiz olmayacağını ve haram olduğunu ileri sürmektedirler. Biz
aynı konuyu gerektiiği mikarda daha önce inceledik. Bir de bunlara muhalif olan
başka bir tabaka vardır ki, onlar da yüzü örtmeyi bid'at sayıp dine leke sürmek
diye kötülemektedirler. Şimdi biz meseleyi etraflıca incelemeye başlıyalım.
Şurası iyi bilinmelidir ki elleri ve yüzleri örtmenin Peygamberin
sünnetinde yeri vardır. Efendimizin zamanında kadınlar ellerini ve yüzlerini
örterlerdi. Bir hadisi şerifde de buna şu ifade tarzıyla işaret edilmektedir:
"İhramlı olan kadın yüzünü örtmesin eldivenlerini giymesin" büyük
alim Şeyhül islam İbni Teymiye de "Nur suresinin tefsiri" adlı
eserinin 56. sayfasında şöyle diyor:
"Bu da gösteriyor ki peçe ve eldiven o gün ihramlı olmayan kadınların
giyimleri arasındaydı. Ve herkesçe maruftur. Böylece kadınların yüzlerini ve
ellerini örtmeleri gerekir. "Peygamberimizin kadınlarının hicaba
büründüklerini, yüzlerine değin örttüklerini belirten hadisler pek çoktur. İşte
bunlardan birkaçı:
“Hz. Aişe Radıyallahü taala anhadan:
(23) Bu hadisi Buhari 8. cildinin
430. sayfasında, Müslim 7. cildinin 7. sayfasında, İbni Sad ve Tabakat’ının
125. sayfasından, İbni Cerir ve Beyhaki de nakletmişlerdir. Ahmed İbni Hanbel
ise 6. cildinin 56. sayfasında kaydemiştir.
"Hz. Sevde hicabını çıkardıkdan
sonra bir ihtiyaç için dışarı çıktı. Sevde cüsse bakımından uluca bir
kadındı. Onu tanıyanlar hemen farkına varırlardı. Hattab oğlu Ömer onu görünce
dedi ki: "Ey Sevde Allah'dan korkmaz mısın ki, bizim yanımıza örtünmeden
geliyorsun? Baksana nasıl çıkmışsın. Bunun üzerine Hz. Sevde gerisin geriye eve
döndü. Rasululullah Aleyhisselam benim evimde akşam yemeğini yiyordu. Elinde
bir et parçası vardı. Sevde hemen Rasulullah'ın yanına gedi. Ve şöyle dedi:
"Ey Allah'ın Rasulu, ben bazı ihtiyaçlarım için dışarı çıktım. Ömer ise
böyle böyle dedi." Bunun üzerine gelen vahyi ilahide belirtilen ayetin
hükmüne muvafık olarak Efendimiz buyurdu:
"Öyleyse siz ihiyacınızı gidermek için dışarı çıktığınızda hicaba
bürünümelisiniz.” Vahiy geldiği anda etin dikesi hala Rasulullah'ın elinde
bulunuyordu.24
(24) Bu hadiste açıkça olmasa da delalet itibarıyle Hazreti Ömer’in
Sevde’yi ancak Cüssesi ile tanıdığı meydandadır. Bu da gösteriyor ki Sevde’nin
yüzü bir şöyle örtülüydü. Hazreti Ayşe’de Hazreti Sevde’yi cesametinden
tanıdığını zikreder. Ömer sadeace bu arzu ile hareket etmiştir. Yoksa onun
şahsını bilmiş değildir. Sadece evden dışarı çıkmaması için böyle bir hareketi
tercih etmiştir. Ancak şeriatı vaz eden yaratıca böyle bir zorluğa Peygamberin
kadınlarını düçar etmeyip, daha başka hikmetler koymuştur. Hafız Merhum diyor
ki:
"Hazreti Ömer Radıyallahü anhin gönlünde Harimi Nebeviyye yabancıların
muttil olmasından dolayı bir nefret hissi bulunuyordu. En sonunda Rasulullah'a
bu hissi açarak Peygamber kadınlarının hicabı bürünmesini istedi. Ve bunun
üzerine de ısrar etti. Nihayet hicap ayeti indi. Bundan sonra örülü de olsalar
şahıslarının belli olmamasının kasdederek sadece meşakkati defetmek için
ihtiyaç anında dışarıya çıkmalarına müsaade edildi. Böylece onlarında zora
koşmaktan korudu."
Kadı İyaz diyor ki:
"Hicap farizası mü'minlerin anneleri olan peygamberin pak zevcelerine
mahsustur. İhtilafsız onlar ellerini ve yüzlerini örtmekle mükellefdirler.
Şahadet için veya başka şeyler için olsun açmaları caiz değildir. Zaruret
olmadığı takdirde örtülü bile olsalar şahıslarının belirmemesi gerekir."
2- Hz.
Aişe Radıyallahü taala anhadan, ifk hadisesi ile ilgili kıssayı anlatırken
şöyle dedi:
"Ben yerimde otururken fena halde uyku bastırmıştır, gözlerimi açamaz
olmuştum. Uyudum, beni Süleym kabilesinden sonra Zekvan kabilesinden olan
Muattal oğlu Saffan askerin gerisinde idi. Gecenin başlangıcından yürüyüşe
devam edildi. Saffan uyuyan bir insan karartısı görmüştü. Yanıma geldi ve beni
görünce tanıyıverdi. O beni daha hicaba bürünmeden önce de bilirdi. Ben onun
gürültüsü ile uyanıverdim. Hemen yüzümü ve hırkamı üstüme çektim.25
3- Hz.
Enes Hayber gazası ile ilgili kıssayı rivayet ederken Peygamberimizin esirler
arasında kendi nefsi için Safiye'yi ayırt edişini şöyle anlatır:
"Rasulullah Aleyhisselam Hayber'den çıkınca onu henüz kendisi için
almamıştı. Deve yaklaşınca Rasulullah ayağın dik tutarak Safiye'nin deveye
binmesi için ayağını baldırına koymasına yardım eti. Safiye kaçındı ayağını
koymadı sadece dizini Peygamberin baldırının üstüne koydu. Rasulullah onun
üstünü örttü. Terkisine bindirdi şalını Safiye'nin yüzüne ve beline sardı.
Sonra ayağının altından bağlayıverdi. Ve beraberinde eve götürerek hanımları
arasına onu da girdirdi."26
4- Hz.
Aişe Radıyallahü taala anhadan:
"Biz Rasulullah'la birlikte ihramlı olduğumuz zaman süvariler
yanımızdan gelip geçiyorlardı. Tam hizamıza gel
(25) Bu hadisi İmamı Buhari 8. cildinin 365. sayfasında, Müslim 8. cildinin
118. sayfasında, Ahmed İbni Hanbel 6. cildinin 197. sayfasından, İbni Cerir
Ettabari 18. cildinin 66. sayfasında, Ebul Kasım "Fevaid" adlı
eserinin 9. cildinin 142. sayfasında, hasen olarak zikretmişlerdir.
(26) Bu hadisi İbn-i Sa'd Tabakatının 8. cildinin 87. sayfasında, Ebu
Hüreyre yoluyla Enes İbni Malik ve Ümmü el-Eshemi’den rivayet etmiştir. Bu
konuda İbn-i Sa'd şu malumatı vermektedir. Ebu Hüreyre Ebu Gatafan Enes İbni
Malik Ümmü Sinan El Esnemi’nin bazı hadisleri diğer bazılarınkine karışmıştır.
dikleri vakit her birimiz abalarımızı başımıza ve yüzümüze örterek yan
tarafa sarkıtıyorduk. Bizi geçtikleri vakit tekrar açıyorduk."27
5- Ebu
Bekir kızı Esma'dan:
Diyor ki: "Biz erkeklerden yüzümüzü örter, ihramlı iken örtmeden önce
de taranırdık."28
6- Şeybe
kızı Safiye'den diyor ki:
"Hz. Ayşe'yi, Kabeyi tavaf ederken peçeli olarak görmüştüm."
7- Ömer
oğlu Abdullah:
"Hz. Peygamber Safiye'yi yanına alınca Aişe’yi halkın ortasında örtülü
olarak görmüş ve tanımıştı."29
8-
Abdurrahman İbni Avf’ın oğlu İbrahim’den:
"Hattab oğlu Ömer son haccında Peygamberin hanımlarının da birlikte
hacca gitmelerine izin vermiştir. Onlara beraber Affan oğlu Osman’ı ve Avf oğlu
Abdurrahman’ı da gönderdi. İbrahim diyor ki, Hz. Osman Kabe’de şöyle
bağırmıştı: “Onların yanına kimse yaklaşmasın, kimse onlara bakmasın” dedi.
Onlar indikleri zaman Osman ve Abdurrahman topluluğun gerisinde idiler ve yanlarına
kimse yaklaşmamıştı.30
(27) Bu hadisi Ahmed İbni Hanbel 6. cildinin 30. sayfasında, Ebu Davud ve
Beyhakı Hac mevzuunda zikretmişlerdir.
(28) Bu hadisi Hakim 1. cildinin 454. sayfasında zikrettikten sonra sahih
olduğunu söyler. Zehebi de bu konuda ona muvaffakat etmiştir.
(29) İbn-i Sa'd 8. cildinin 97. safyasında bu hadisi zikrettikten sonra
ravilarinin sıka olup isnadın yerinde
olduğunu bildirmiştir. Rivayet zinciri şu şekilde gitmektedir. Esed
kabilesinde Abdullah oğlu Muhammed Süfyan bin Cüreyc’den o da Hasen bin
Müslim’den o da Safiyye’den bize anlattı.
(30) Bu hadisi İbni Sad Tabakatı’nın 8. cildinin 152. sayfasında, şu
rivayet zinciriyle zikretmişir. Bize Ata oğlu Velid Sad oğlu İbrahim’den, o da
babasından, o da dedesi Ömer İbnül Hattab’dan rivayet etti..
Bu isnad hasen olup ravileri sika dır. Zehebi mizan adlı eserinde Hafız
lisan adlı eserinde irad etmişlerdir.
Bütün bu hadislerden açıkça anlaşıldığı gibi Peygamberin saadetli devrinde
ve kadınlarının yüzlerine örttükleri peçe bilinirdi. Ve peygamber kadınları
peçeyi kullanırlardı. Daha sonra gelen fazilet sahibi kişiler de onların yolunu
tutup peçe kullanmayı adet saydılar. İşte iki örnek:
Asım oğlu Ahvel anlatıyor: "Biz Sirin'in[2]
kızı Hafsa’nın yanına vardığımızda abasını hep bu şekilde yapardı:
"Yüzünü ve gözünü örterdi. Biz ona derdik ki, "Ey Allah'ın rahmeti
üzerine olasıca kadın. Allah'ın kendisi Kur'an-ı mübininde buyurmuyor mu?
(nikahlanmak istemeyen kadınlardan oturanların zinetlerini açıkça belirtmeyecek
şekilde üstlerindeki giyecekleri indirmelerinde bir mahzur yoktur.)" Hafsa
ise ondan sonra ne var diyordu. Biz ayetin devamını okuyup "Şayet
iffetlerini takınırlarsa kendileri için daha hayırlıdır" dediğimiz zaman.
Ve o "İşte hicabın şart olduğunu beliren hüküm budur." diyordu.[3]
Abdurrahman oğlu Uyeyne babasından rivayet ederek anlattı: Kadının birisi
Cündep oğlu Semure’ye gelerek kocasının kendisine yaklaşmadığını söyledi. Adama
sorunca adam inkar etti.[4]
Semure bu durumu Muaviye’ye yazdı.
Ve beytul malden ona yardım edilmesini belirterek şöyle dedi: Onun eşi
güzellik ve din bakımından oldukça nasipkar birisidir. Ubeyde diyor ki, kadın
ikinci defa geldiğinde peçeli olarak gelmişti.[5]
Yukarıdan beri anlatılanlardan belirtildiği gibi kadının yüzünü peçe veya
benzeri bir şeyle örtmesi rastlanır şeylerdendir. Bu gün bile iffetli ve
müttaki kadınlar arasında güzel ve yaygın olan bir adettir. Her ne kadar dinen
yüzün örtülmesi emredilmemişse de güzel bir fiildir. Yapmayanlar için hiçbir
beis yoktur.
Nur suresinde varid olan ayeti kerimede Allahü Zülcelal kadınların çevreye
süs unsuru arzedecek hiçbir kıyafeti giymemelerini emrederek buyuruyor ki:
Bu nas açıkça peçenin faziletini haya yönünden iyi olduğuna belirtmektedir.
Ancak bu isnad hüccet mesabesinde olamaz.
Bu kabilden olarak Ubeyd bin Ömer el-Mekki’nin naklettiği bir vakıa vardır,
şöyle ki:
"Mekke’de güzel bir kadın vardı. Kadın bir gün aynayla kendi yüzüne
baktı ve kocasına şöyle dedi:
- “Biliyor musun bu yüzü görüpte meftun olmayacak kimse var mı?”
“Evet var” dedi. Kadın “Kimdir o?” deyince, adam “Ubeyd bin Ömer” dedi.
Kadın “Bana müsaade et onu da meftun edeyim” dedi. Adam “İzin veriyorum” dedi.
Kadın Ubeyd’in yanına bir fetva danışmak için geldi. Mescidi Haram’ın bir
köşesinde başbaşa kaldılar. Ubeyd de ona dedi ki, “Ey Allah'ın cariyesi
Allah'dan kork bir daha bu nevi hareketlere tevessül etme.”
"Zinet (mahal)lerini kendi kocalarından yahut kendi oğullarından,
yahut kocalarının oğullarından yahut kendi biraderlerinden yahut kendi
biraderlerinin oğullarından yahut kendi ellerindeki memluklerden yahut
erkeklerden yana ihtiyacı olmayan (yani erkeklikten kalmış bulunan)
hizmetçilerinden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan
çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizliyecekleri zinetleri bilinsin diye
ayaklarını vurmasınlar. Hepiniz Allah'a tevbe edin ey mü'minler, ta ki
korktuğunuzdan emin, umduğuna nail olasınız."
Bu ayet şümulü bakımından, dışarı çıkılırken üstten giyilen dış elbisenin
umumunu kaplar. Dıştan giyilen elbisenin yabancı erkeklerin nazarı dikkatini
celbetmeyecek şekilde olması gerekir. İşte Allah'ü zülcelal ahzap suresinin 33
üncü ayetinde buyuruyor.
"Vakar ile evinizde oturun evvelki cahilliyye devri kadınlarının
kırıla döküle, süslerini göstererek yürüyüşleri gibi yürümeyin. Namazı dosdoğru
kılın. Zekatı verin. Allah'a Rasulune itaat edin. Ey ehli beyt Allah sizden
ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister."
Efendimiz Aleyhisselatü vesselam Hadisi Şeriflerinde buyuruyorlar. "Üç
kimseye Allah sual sormaz ve onları ebedi helake gark eder."
1.
Cemaattan ayrılıp mü'min başkana isyan eden ve isyankar olarak ölen kişi.
2.
Sahibine isyan edip kaçan köle ve cariye.
3.
Kocasının yanından ayrılıp ta dünya metaaına aldanan ve cahili süslere dalan
kadın. Bu üç kişi süale, çekilmeden azaba müstahak olur."35
(35) Bu hadisi Hakim 1. cildinin 119. sayfasında, Ahmed İbn-i Hanbel 6.
cildinin 19. sayfasında, Fadala bin Ubeyd’den zikretmişlerdir. Hadisin senedi
sahihdir.
Ayeti Kerimede geçen teberrüç: (Cahilliyyet adetine uygun süs) kadının
kendi zinet ve güzelliklerini ve örtmesi gereken yerlerini yabancıların şehevi
hislerini harekete getirecek fiilleri göstermesidir." Fethül Beyan'ın 7
inci cildinin 274. sayfasında böyle denmektedir.
Cilbab denilen örtüyle emrolunmaktan maksat kadının zinet unsurlarını
örtmesidir. O takdirde elbisenin üstünden giyilen cilbabın da zinet unsurunu
havi olması elbette makul değildir. Büyük alim Zehebi "Büyük
Günahlar" adını verdiği eserinin 131. sayfasında şöyle diyor:
"Kadının tel'in edilmesi gereken fiilleri şunlardır: Zinet unsuru olan
altın, inci ve benzeri süsleri örtüsünün altından dışarı çıkarıp göstermesi,
misk ve anber gibi benzeri koku saçan şeyleri evde dışarı çıkarken sürünmesi,
ipekli ve süslü elbisler giyip kısa eteklerinin genişletip süründürmesi"
Bütün bunları Allah cahili süslenme saymaktadır. Bu gibi hareketleri yapanlara
dünya ve ahirette buğz etmektedir. Günümüzde bir çok kadınlarda bu gibi
hareketler yaygın halindedir. Bütün bunlardan dolayı Rasulullah kadınlar
hakkında şöyle buyurmuştur:
"Cehenneme muttali oldum, orda bulunanlardan çoğunun kadın olduğunu
gördüm." İslam bu mevzuularda o kadar sıkı davranmıştır ki cahili
hareketleri hırsızlık, şirk ve zina gibi büyük günahlar derecesine
yükseltmiştir. Kadınlar Rasulullah'a biat ederlerken cahili adetlere
dalmayacaklarına dair söz veriyorlardı. Amr oğlu Abdullah diyor ki:
"Rukayka kızı Ümeyme biat etmek için Rasulullah'ın yanına geldi ve
şöylece biat etti: “Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek,
evladını öldürmemek, önündekine arkandakine bühtan ve iftira'da bulunmamak,
çığlık atarak ağlamamak, evvelki cahiliyye devri kadınlarının yaptıkları gibi
süs ve hareketlere dalmamak üzere sana biat ederim de." diyordu
Rasulullah.36
Elbisenin vücudu iyici örtebilmesi için şeffaf ve dar olması gerekir. Şeffaf olmamalıdır. Çünkü şeffaf elbise kadınların fitne ve zinet
unsurlarını daha çok arttırır. Bunun için Rasulu kibriya aleyhisselatü vesselam
buyuruyor:
"Ümmetimin son zamanlarında açık ve çıplak kadınlar bulunacaktır.
Başlarındaki saçlarının kıvrımları develerin hörgücü gibi olacaktır. Siz onları
lanetleyin. Çünkü onlar melun kadınlardır." Başka bir rivayette aynı
hadise şu ibare de ilave edilmiştir.
"Onlar cennete giremezler. Cennetin kokusunu alamazlar. Onlara cennet
kokusu şu kadar şu kadar fersah mesafeden ulaşır."[6]
İbni Abdulber'den:
"Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam hafif bir elbise giyip tamamen vücut
hatlarını örtmeyen elbiseler giyen kadınlara “Onlar adı örtülü ama gerçekten
çıplaktırlar." buyurduğunu rivayet ediyor.”[7]
Ümmü Alkame diyor ki:
"Ebu Bekr’in oğlu Abdurrahman kızı Hafsa’nın Hz. Ayşe'nin yanına
gelirken üzerinde sadece ince bir örtünün bulunduğunu, alnını onunla sardığını
görmüştü. Hz. Ayşe ona kızarak dedi ki:
“Sen nur suresini okumadın mı? Allah'ın orda ne vahyettiğini bilmez misin?
Sonra bir baş örtüsü isteyerek Hafsa’nın başını örttü.”[8]
Urve oğlu Hişam'dan:
"Zübeyr oğlu Müzir Irak’tan dönünce Ebu Bekir’in kızı Esma’ya
"mürevi" ve "Kuhi" adı verilen bir elbise gönderdi.
(Mürevi: Irakta Merv adlı bir şehirin adına nisbetle söylenilen bir kıyafet
şeklidir. Kuhi ise: Horasanın Kuhistan bölgesinde örülen ve bu adla meşhur olan
bir giyim şeklidir.) Hişam diyor ki: Hz. Esma o güzelim elbiseye eliyle şöyle
bir dokunduktan sonra dedi ki: of, gönderin ona geri elbisesini. Münzir buna
kırıldı ve Esma’ya dedi ki: Anacağım, o şeffaf değil neden reddedersin? Hz.
Esma şöyle dedi: Şeffaf değilse bile vücut hatlarını belirtir ya."[9]
Ebu Seleme oğlu Abdullah'tan:
"Hattab oğlu Ömer Radıyallahü anh halka "Kubat" denilen bir
elbise giymelerini emretti. Sonra sakın onları karılarınıza giydirmeyeseniz
dedi. Adamın birisi Ey mü'minlerin emiri karım onu giyiniyordu. Ama evin içinde
gördüm ki şeffaf değildi. Ömer dedi ki: Her ne kadar şeffaf değilse de vücud
hatlarını belirtir." (Kubat kıptilerinin giydiği bir kıyafet şeklidir,
İnce ve beyazımsı elbiselerden meydana gelir.)[10]
Bütün bu rivayetlerden anlaşılacağı gibi şeffaf ve vücut hatlarını belirten
elbiselerin caiz olmayıp dinen yasak olduğu meydandadır. O yüzden Hazreti Ayşe
radıyallahü anha buyuruyor:
"Hamar; saçı ve teni örten baş örtüsüdür."[11]
Şümeyse de şöyle diyor: "Hz. Ayşe’nin yanına vardığımda üzerinde
ipekle karışık ve güzelce örülmüş bir cübbe gördüm. Başında baş örtüsü ve
peçesi vardı. Baş örtüsü bir parça usfur renginde idi."[12]
Bütün bunlardan dolayı islam bilginleri kadınların avret mahallerini ve
saçlarını belirmiyecek şekilde örtmelerini vacip olduğunu, bunun bol bir
elbiseden veya sahtiyandan yahut da bunlara benzer şeylerden yapılmış olmasını
şart koşmuşlardır. Vücudu belirten herhangi bir kıyafet caiz olmaz çünkü
tesettür ancak vücudun bütünün örtülmesiyle hasıl olur.[13]
İbni Hacer El Heytemi "zevacir" adlı mühim eserinin birinci
cildinin 127'inci sayfasında bu konu için hususi bir bab ayırmış, kadınların
vücud hatlarını belirten ince elbiseler giymelerinin büyük günahlardan olduğunu
zikretmiştir. En sonunda şöyle demektedir:
İslam'ın
nazarında elbiseyi giymekten murat çevrenin fitnesini defetmektir. Fitnenin
defi ise ancak vücut hatlarını belirtmiyen bol elbiselerle mümkün olabilir.
Zira dar elbise her ne kadar vücudu örterse de vücut hatları, bedenin hacim ve
boyu, etraftaki kimseler tarafından tefrik edilebilir. Yabancı erkeklerin
gözünde dar elbesi giyenen kadınların hal ve suretleri canlanır. Bu ise fesada
vesile olduğu gibi açakça fitneye işarettir. Bu yüzden kadın elbisesinin dar
değil vücut hatlarını belirtmeyip bol olması gerekir. Zeyd oğlu Üsame de şöyle
der:
"Rasulullah
sallallahü aleyhi vesellem bana "kutbi"[14]
denilen ince ve dar bir elbise hediye etmişti. Onu da kendisine "Dihyetül
Kelbi" armağan olarak göndermişti. Ben elbiseyi götürdüm ve karıma
giydirdim. Rasulullah beni görünce “Neden o kutbi elbiseyi giymemissin” dedi?
Karıma giydirdim efendim dedim. Rasulullah “Koş, altından bir gömlek giysin.
Korkarım ki vücudunun hacmı belirir kemikleri dışarı çıkar.” dedi."45
Görüldüğü gibi
Rasulullah Sallallahü taala aleyhi vesellem efendimiz Usame'nin karısının kutbi
denilen elbisenin altından bir de gömlek giymesini vücut hatlarını belirtmemesi
için emrediyor. Bu takdirde "usulü hadis" ilminde beyan edildiği gibi
efendimizin bu emri vücub ifade eder. Buna binaen imamı Şevkani bu hadisin
şerhinde şu açıklamaları zikrediyor:
(45) Bu hadisi
Ziya el-Makdisi muhtar hadisler adlı eserinin 1. cildinin 441. sayfasında Ahmed
ve İmamı Beyhaki de sahih bir senetle nakletmişlerdir.
"Hadiste
görüldüğü gibi kadınların bedenlerini vücut hatları belirmiyecek şekilde bir
elbiseyle örtmeleri vaciptir. Setri avret için bu şarttır. Üsameye kutbinin
altından bir gömlek giymesinin emretmesi ise kutbi denilen elbiselerin vücut
hatlarını belirtmiyecek şekilde olmayıp şeffaf olduğundan ötürüdür. (Şevkani
cild 2 sayfa 97)
Görüyorsunuz ki
imamı Şevkani bu hadisi vücut hatlarını tamamen gizleyemeyen şeffaf elbiselere
hamletmiştir. Ancak şurasını da belirtmek gerekir ki hadis sadece şeffaf
elbiselere değil dar elbiselerde variddir. Hata vücut hatlarını belirttiği
takdirde darlık ve şeffaflıktan başka bol olan elbiseler de hadisin şümulü
içerisine girer. Çünkü hadiste belirtildiği gibi Üsame’nin ifadesine göre kutbi
denilen ve peygamberin hediye ettiği elbise oldukça geniş imiş. Ancak
inceliğinden dolayı vücut hatlarını belirtir imiş. Yoksa bol elbisede kolayca vücut
hatları belli olmaz. İmamı Şevkani'nin hadisi açıklarken sadece şeffaf
elbiselere tevil etmesi şayani dikkattir. Ancak Şevkani Merhum hadisi şerifte
geçen bol kaydını nazarı dikkate almamıştır. Böylece Kurtubi tabirin asıl
manası ile şerhedip bilinen şekilde ifade etmiştir. İkinci olarak ta
Peygamberimiz Efendimiz Aleyhisselam bizzat ifadeli ile Üsame’ye Hediyye ettiği
kutbi elbisenin mahzurlu yönlerini de sarahatan açıklıyor. Bilindiği gibi ifade
aynen şöyledir. "Ben vücut hatlarının belirmesinden, kemiklerinin dışarı
çıkmasından korkarım." Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi mahzurlu olan
taraf vücut hatlarının belirmesidir. Yoksa elbisenin rengi değil. Denilecek
olursaki durum anlatıldığı gibi olunca ve kutbi denilen elbise bol idiyse
gömleğin ne faydası olur. Bu süale verilecek cevap gayet basittir. Gömleğin
faydası onun mahzurlu yönünün bertaraf etmesindedir. Bazı elbiseler vücuda
yapışınca tabiatıyla bol da olsa vücut hatları belirir. Tıpkı günümüzdeki ipek
ve çuha kumaşlar gibi. İşte bu yüzden Rasulullah bütün mü'minlere hanımlarının
giyecekleri kıyafet şeklini iş'ar etmek için Üsame’ye altından bir de gömlek
giymesini emrediyor. Şüphesiz ki en doğrusunu ancak Allah bilir.46
Şafii
fıkıhçılarının takip ettikleri metod ise daha garipir. Onlara göre "Elbise
vücudun rengini örttükten sonra vücut hatarının belirmesinden bir beis yoktur.
Yani dar bir gömleğin giyilmesi mahzurlu değildir.
"Şerhül
mühezzep" adlı eserinin 4 üncü cildinin 92'inci ve 105 inci sayfalarında
geçen ibare şöyledir: "Kadının namaz kılarken uzun bir entari ve baş
örtüsüyle, bunun üzerinden vücut hatlarının belirmemesi için aba biçiminde bir
elbise giymesi müstehaptır."
Burda geçen
müstehap'tır ifadesi daha önceki ibarede geçen vücup tabirini bir bakıma
nakzeder.
İmamı Şafii'nin
"Ümm adlı meşhur eserinde zikredilen ifade ise bizim fikrimize daha
yakındır. Büyük imam bu eserinin birinci cildinin 78. sayfasında şöyle diyor:
"Şayet bir
erkek vücudunu saran şeffaf bir elbiseyle namaz kılarsa namazı caiz olmaz.
Ancak namazda giydiği elbise vücuduna yapışmayıp sadece beden hatlarını
belirtirse mekruh olur. Buna rağmen namazını iade etmesi gerektiği de açıkça
söylenemez. Kadınlara gelince durum daha başkadır. Vücut hatlarını belirten
veya ince entari ve baş örüsüyle kılınan namazın keraheti daha şiddetlidir. En
doğrusu bu gibi elbiselerin üzerinden cilbab gibi hırka giymeleri gerekir.
Ancak bu takdirde entarilerinden vücud hatları meydana çıkmaz."
Hz. Ayşe
radıyallahü anha validemiz de şöyle diyor:
"Bir kadının
namaz kılarken üç bölüm elbisesi olmalıdır:
a) Deri: Ferace veya benzeri entari yerine giyilen elbise.
b) Cilbab:
Elbiselerin üzerinden çarşaf mahiyetinde giyilen örtü.
(47) Bu hadisi
İbni Sa’d 8. cidinin 49. sayfasında sahih bir isnatla kaydetmiştir.
c) Hımar:
Başörtüsü.
Hazreti Ayşe dışarı
çıktığı zaman elbisesinin üzerinden mutlaka cilbab denilen çarşaf veya benzeri
örtüsünü giyinirdi. "Elbisesinden hareket anında vücud hatlarının
belirmemesi için cilbabı üstünden giyerdi. Elbette gerekir, sözü de bunun
lüzumuna delalet eder.
Abdullah bin
Ömer'in sözü de bu fikre delalet etmektedir:
"Kadınlar
namaz kılarken elbiseleriyle kılsınlar.48 Ferace veya benzeri hımar
ve çarşaflarını örtünsünler." Bütün bunlar bizim daha öncede belirttiğimiz
gibi dışarı çıkarken kadınların elbiselerinin üstünden bir örtüye
bürünmelerinin lüzumuna delalet etmektedir. Bu arada şunu da zikretmemiz
yerinde olur. Cafer'in oğlu Muhammed’in kızı Ümmü Cafer’den gelen bir rivayete
göre Rasulullah'ın kızı Fatımatüzzehra Radıyallahü taala anha hazretleri der
ki:
"Ey Esma ben
kadınların öldükleri zaman üzerlerine bir örtü çekilip elbiselerinin
soyulmasını ne kadar çirkin karşılıyorum bilmez misin. Esma dedi ki: Ey
Rasulullah'ın kızı, sana habeşililerde gördüğüm bir şeyi söyliyeyim mi? Sonra
Hazreti Fatıma devam eti: Şayet ölürsem beni sen ve Ali yıkayın. Ve yanıma hiç
kimse yaklaşmasın. Hazreti Fatıma vefat edince İmamı Ali ve Esma onu
yıkadılar."49
İşte görüyorsunuz
ya Fatıma ölü bir kadının bile bir elbiseye sarılmasını hoş karşılamıyor.
Canlı olunca ne
kadar iğrenç olacağını siz düşünün. Hele günümüzde hareketlerini, adım
atışlarını herkese göstermek için çırpınan, giydikleri elbiseden bütün uzuvları
tefrik edilen güya müslüman kadınlarına ne deme gerekir siz
(48) Bu hadisi
İbni Ebi Şeybe Musannef adlı eserinin 2. cildinin 26. sayfasında sahih senetle
nakletmiştir.
(49) Bu hadisi
Ebu Nuaym hilye adlı eserinin 2. cildinin 43. sayfasında nakletmektedir.
Beyhaki 4. cildinin 35. sayfasında aynı rivayeti nakletmektedir
düşünün. Allah
günahlarını affetsin. Onlara sadece tevbe edip istiğfar etmelerini tavsiye
eder, Rasulullah'ın şu hadisi şerifini hatırlatırız:
"Haya ve iman ikisi birbirine eştirler. Birisi
kalkınca diğeri de kalkar."50
Evinden dışarı çıkan kadınlarda aranan beşinci şart giydiği elbiseden
çevreye parfüm veya koku nevinden bir şey salmamasıdır. Rasulullah’dan bize
kadar ulaşan pek çok hadisi şerifte dışarı çıkan kadınların koku
sürünmemelerinin gerektiğini görüyoruz. Senetleri sahih olan bu hadislerden bir
kaç tanesini zikredelim.
1. Ebu
Musa El Eşari diyor ki: Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vessellem buyurdu:
"Hangi bir kadın ki koku sürünerek evinden dışarı çıkarsa ve kokusu
(karşılaştığı kimselere) ulaşsın diye bir toplulukla karşılaşırsa o kadın zina
etmiş olur."51
2. Sakif
kabilesinden Zeyneb’in rivayetinde Efendimiz buyuruyor ki:
“Kadınlar sizden biriniz mescide çıktığı zaman koku sürünmesin."
3. Ebu
Hüreyre’den Rasulullah buyuruyor ki:
“Hangi bir kadın buhur sürünürse yatsı namazında cemaatımızda hazır
bulunmasın."
4. Musa
bin Yesar Ebu Hüreyre'den anlatıyor:
(51) Bu hadisi Nesai 2. cildinin 283. sayfasında, Ebu Davud 2. cildinin
192. sayfasında, Tirmizi 4. cildinin 17. sayfasında, Hakim 2. cldinin 396.
sayfasında, İmamı Ahmed 4. cildinin 400 ve 413 sayfalarında, İbni Huzeyme ve
İbni Hıbban sahihlerinde kaydetmişlerdir.
- “Ey Cebbar’ın cariyesi camiyi mi ararsın?” Kadın.
- “Evet” dediğinde Ebu Hüreyre:
- “O yüzden mi koku süründün?” dedi. Kadın:
- “Evet” dedi. Ebu Hüreyre:
- “Git ve yıkan. Çünkü Rasulullah’dan işittiğimiz bir hadisi şerifte
efendimiz şöyle buyuruyordu:
"Hangi bir kadın koku sürünerek camiye girerse evine dönüp yıkanıncaya
kadar Allah namazını kabul etmez."52
Bu hadislerdeki istidlal ciheti umumidir. Koku sürünme çeşitli şekillerde
olur; vücuda sürüldüğü gibi bazan da elbiselere sürülür. Bilhassa üçüncü
hadiste adı geçen buhur en çok elbiselere sürülür ve bu hassasıyla bilinir.
Koku sürmeyi yasaklamanın gayesi açıkça meydandadır. Bilindiği gibi koku
insan şehvetini tahrike vesile olan amillerdendir. Bu konuda bazı bilginler
üstten giyilen elbisenin süsü ve şatafatı etraftan görülen zinet eşyalarının
durumu ve erkeklere karışık olarak bulunmayı da aynı sınıfa girdirmişlerdir.53
"Fethül Bari"nin 2. cildinin 279. sayfasında İbni Dakik El-İyd
şöyle der:
"Mescide giden kadınların koku sürünmelerinin haram olmasına sebep
erkeklerin şehevi hislerini tahrike vesile olmasından dolayıdır."54
Mescide giderken, haram olan koku çarşıya, komşuya, pazara giderken de
haramdır elbette. Hatta günah bakımından öbüründen daha da fazladır.
(52) Bu hadisi Beyhaki 3. cildinin 133 ve 246. sayfalarında İmamı Evzai
yoluyla Musa bin Yessar’dan nakletmiştir. ibni Yessar Şayet Kulebinin kendisi
ise şüphesiz ki isnat sahih olur. Çünkü onun Ebu Hüreyre’den de rivayetleri
vardır. Şayet Ürdünlü Musa bin Yessar ise rivayet munkatı olur.
(53) Fethul
Bari’nin 2. cildinin 279. sayfasına bakınız.
(54) Bu ibareyi
Münavi "Feyzül Kadir" adlı eserinde Ebu Hureyre’den şerhederken
nakletmiştir.
İbni Hacer
El-Heytemi "Zevacir" adlı eserinin 2. cildinin 37. sayfasında şöyle
demektedir:
“Kadının
süslenerek, koku sürünerek evinden dışarı çıkması kocası müsaade etse de büyük
günahlardandır."
Sonra hadislerde
zikri geçen hükümler umumidir. Zaman ve mekan bakımından şumulü her yere ve her
devreye ulaşır. Üçüncü hadisde yatsı namazının zikredilmesi, karanlığın basmış
olması münasebetiyle fitne unsurunun daha çok olmasından dolayıdır. Yoksa
yatsıdan başka zamanlarda caiz olması gibi bir vehme yer verilmemelidir.
"Aliyyül
Kari"nin "Mirkat" adlı eserinin 2. cildinin 71. sayfasında şu
rivayet zikredilir: "Açıkçası, hadisi şerifdeki nehyin yatsı vakine tahsis
edilmesi karanlıktan ve yolların asude olmasından dolayıdır. Koku ise şehveti
tahrik eder. Ve bu vakitte kadınlar fitneden kolayca emin olamazlar. Sabah ve
akşam namazında ise durum bunun aksidir. Vakit oldukça aydınlıktır, daha önce
de söylediğimiz gibi koku sürünmek mutlak şekilde kadınların camiye gelmesini
engeller."55
Erkek kıyafetine
benziyen elbise giyen kişi kadınları Peygamberimiz Efendimiz muhtelif hadisi
şeriflerde tayin emiştir. bunlardan sahih olanlarını sıralıyalım:
1. Ebu Hureyre'den:
"Rasulullah
(S.A.V) kadın elbisesi giyen erkeklerle, erkek kıyafeti giren kadınları telin
etti."56
(55) Bu ibareyi
Aliyyül Kari mirkat adlı eserinin 2. cildinin 71. sayfasında nakletmiştir.
(56) Bu hadisi
Ebu Davud 2. cildinin 182. sayfasında, İbni Maceh 1. cildinin 588. sayfasında,
Hakim 4. cildinin 194 sayfasında, Ahmet İbn-i Hanbel 2. cildinin 325.
sayfasında Süheyl İbn-i Ebu Salih yoluyla nakletmiştir. Ayrıca Hakim şu
malumatı vermektedir:
2. Amr oğlu Abdullah'dan Rasulullah'ın şöyle dediğini
işittim:
"Kadınlardan
erkeklere benziyenlerle, Erkeklerden de kadınlara benziyenler bizden
değildir."57
3. Abdullah İbni Abbas'dan
"Peygamberimiz
Aleyhisselatü vesselam erkekleşen kadınlarla kadınlaşan erkekleri telin etti ve
buyurdu:
“Onları
evlerinden çıkarınız." Abdullah diyor ki: “Peygamber aleyhisselam
falancayı, halife Ömer de falancayı bulundukları yerden çıkarmışlardı."
Başka bir rivayette de aynı hadis şu şekilde gelmektedir:
"Rasulullah
erkeklerden kadınlara benzemek isteyenlere kadınlardan erkeklere benzemek
isteyenleri lanetledi.”58
"Müslim
yoluyla olduğu takdirde hadis sahih olur. Zehebi de tıpkı Hakim gibi kabul etmektedir.
İbni Hıbban da sahihinde zikretmiştir. Şevkani bu hadisi rivayet edenlerin
sıhhatlı kimseler olduğunu nakleder.
(57) Bu hadisi
Ahmed 2. cildinin 199. sayfasında nakletmiştir. Ayrıca İmamı Ahmed rivayet
silsilesini şu şekilde saymaktadır: Abdurrazzak bize anlattı da o da Ömer’den,
o da Amr İbni Dinar'dan, o da Katade’den, o da Hüzeyl kabilesinden bir adamdan
dinlemişti. Hüzeyl kabilesinden olan adam diyor ki: Amr İbnil As'ın oğlu
Abdullah'ın yanında olduğum zaman Ebu Cehlin kızı Ümmü Saidin erkek gibi
yürüyerek ok takınmış olduğunu gördü. Abdullah dedi ki: şu giden kadın kimdir?
Adam: O Ebu Cehlin kızı ümmü Said dir, dedim. Bunun üzerine Abdullah ibni Amr
İbnil As şöyle dedi: Ben Rasulullah'dan işittim ki o, kadın elbisesi giyen
erkeklere erkek kıyafetine giren kadınları tel'in etti.
Bana göre bu
hadisin isnadı sahih olup ravileri sika kimselerdir. Ancak Huzeyl kabilesinden
olan kimsenin isminin müphem kalması sıhhat derecesini gölgeler, Tabarani
rivayetinde kısaca isimleri zikretmiş ama Hüzeyl kabilesinden olan kimseden
bahsetmemiştir. Bu takdirde Tabarani’nin rivayetindegeçen isimlerin hepsi sika
ravilerdir.
(58) Bu hadisi
Buhari 10. cildinin 274, Ebu Davud 2. cildinin 305, Daremi 2. cildinin 281.
sayfalarında nakletmişlerdir. İmamı Ahmed 1982-2006 ve 2123 numaraları hadis
olarak Hışam’dan, o da Yahya bin Ebu Kesir’den, o da İkrime’den gelen rivayetle
nakletmiştir. Tirmizi 4. cildinin 17. sayfasında, ibni Maceh 1. cildinin 589.
sayfasında Tayalisi 2679 numarada İkrime’den rivayet etmişlerdir.
4. Ömer oğlu Abdullah Efendimiz buyurdu ki:
"Üç kimse
cennete giremez. Ve kıyamet gününde Allah onlara rahmet nazarıyla bakmaz. 1 Ana
ve babasına isyan eden. 2. Erkeklere benzeyerek erkekleşmek isteyen kadın. 3.
Ve deyyus."59
5. Ubeydullah oğlu Abdullah'dan: Hazreti Ayşe
radıyallahü anhaya soruldu:
“Kadın, erkek ayakkabısı giyebilir mi?” Hazreti Ayşe dedi ki:
“Allah'ın Rasulu kadından erkekleşenleri tel'in etti.”60
Bu hadislerde açıkça belirtildiği gibi ereklerin kadınlara, kadınların da
erkeklere benzer kıyafete girmeleri haramdır. Ve bu hüküm umumidir. Elbiseyle
beraber diğer hususları da içine alır. Ancak birinci hadisi şerif sadece
elbiseye delalet eder. Ebu Davud "İmam Ahmed’in meseleleri" adlı
eserinin 261. sayfasında şöyle demektedir:
"İmam Ahmed’den işittim ki cariyesine beyaz hırka giydiren bir adamın
birisi helal olup olmayacağını sordu. İmamı Ahmed dedi ki:
“Ona erkek elbisesi giydirmeyin erkeklere benzemesin."61
Ebu Davud Diyor ki: "İmamı Ahmed’e dedim ki:
“Kadın kıldan ayakkabı giyebilir mi?” “Hayır” dedi, “Ancak abdest için mest
giyebilir.” “Güzellik için olursa?” dediğimde. “Hayır” dedi. “Kılı caiz olur
mu?” diye sorduğumda, “Hayır” diye cevap verdi."62
(60) Bu hadisi Ebu Davud 2. cildinin 184. sayfasında İbni Cüreyc’in İbni
Ebu Melike yoluyla rivayetini zikreder. Rivayet silsilesi sika ravilerden
müteşekkildir. Ancak İbni Cüreyc müdellesdir. Fakat hadisin başka kaynaklardan
gelen rivayetler dolayısıyla takviye edildiği malumdur.
(61) Nihaye'de bu ibare şu şekildedir: "Çocuk geldi ve başında bir
beyaz bere vardı."
(62) Buna benzer bir rivayeti de Müslim 1. cildinin 176. sayfasında
Abdurrahman oğlu Ebu Seleme’den nakletmektedir. Ebu Seleme diyor ki:
"Ben ve süt kardeşi Hazreti Ayşe’nin yanına girdik. Süt kardeşi ona
Rasulullah'ın cünüplük halinde nasıl yıkandığını sorduk..."
Zehebi kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzemelerini büyük
günahlardan sayıp bu adı verdiği eserinin 129. sayfasında bizim yukarıda
zikrettiğimiz hadisleri saydıktan sonra şöyle der:
"Kadın erkek kıyafetine girip dar omuzlu elbiseler giyindiği zaman
erkeklere benzemiş olur. O yüzden de
Allah'ın lanetine müstehak olur. Kocası da onu müsaade eder veya rıza gösterir
yahutta ona bu hareketinden alı koymazsa o da Allah’ın lanetini hak eder. Çünkü
koca karısını doğru yola sevketmek, Allah’ın emirlerine itaat ettirip, isyandan
alı koymakla görevlidir. Çünkü Rabbı Zülcelal Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
"Ey iman edenler kendi nefsinizi ve evladu iyalınızı yakacağı insan ve
taş olan cehennemden koruyunuz." Peygamber efendimiz de bir hadisi
şeriflerinde açıkça ifade ediyorlar:
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiğiniz sürüden mesulsünüz kişi
ailesinin çobanıdır, ve kıyamet gününde onlardan mesuldur.”
İbni Hacer El-Heytemi de Zehebi’nin izini takip ederek "zevacir"
adlı eserinin 1. cildinin 126. sayfasında şöyle diyor:
"Kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzemelerinin büyük
günahlardan olduğu zikredilen hadisi şeriflerden açıkça anlaşılmaktadır. Bu
konudaki ilahi azabın şiddeti de meydandadır. Bizim imamlarımızdan gelen
rivayetler ise iki türlüdür:
Bir kısmı kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzeyişini açıkça
haram kabul etmektedirler. Bunlar arasında İmam Nevevi’yi sayabiliriz. İkinci
Tayfa ise mekruh kabul etmektedirler. İmam Rafii de bunlar arasındadır. Benim
fikrime göre en sahihi İmam Nevevi’nin dediği gibi haram olmasıdır. Ben onu
büyük günahlar arasında sayıyorum. Sonra yaptığım araştırmalarda bazı kelam
bilginlerinin de büyük günahlardan saydığını gördüm."
Hafız "Fethul Bari" eserinin 10. cildinin 273-274. ncü
sayfalarında bizim üç numarada serdettiğimiz İbni Abbas’ın hadisi şerhederken
özetle şöyle demektedir.
"Taberi diyor ki: Erkeklerin giyecek ve zinet eşyalarında kadınlara
benzemeleri, kadınların da aynı konularda erkeklere benzemeleri caiz değildir.
Kadınlara mahsus bir giyeceği erkekler giyinemezler. Ebu Cemre oğlu Şeyh Ebu
Muhammed her ne türlü olursa olsun kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara
benzemelerini tahrim etmektedir. Ancak diğer delillerden de anlaşılacağı gibi
hadisi şerifde murad olunan kıyafet ve hareketlerle ilgili benzemedir. Hayır
mevzuularında böyle bir şey söz konusu olmaz. Kadınların erkeklere, erkeklerin
kadınlara benzer hareket ve giyeceklerin yasaklanmasındaki hikmet hakimler
hakimi olan Allah'ü zülcelalin koymuş olduğu hilkat kanunun esas çığrından
çıkarılmak gayesine mebnidir. Peygamberimiz aynı mevzuu ile münasebetinden
dolayı başka bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuşlardır: (Allah'ın laneti
Allah'ın yaratmış olduğu hilkati değiştirenlerin üzerine olsun.)"63
Bütün bu izahlardan anlaşılacağı gibi ne şekilde olursa olsun kadınların
kıyafetinin erkeklerin kıyafetine benzemesi asla caiz değildir. Bir kadının
entari ve baş örtüsü yerine bazı Avrupa hayranlarının yaptığı gibi ceket ve
pantalon giymesi doğru değildir. Hatta
pratik hayatta pantalon veya ceket giymesi kadını daha çok tesettüre
yaklaştırmakta ve diğer yabancı kılıklardan İslami kıyafete daha yakın ise de
caiz değildir. Ey düşünce sahibi olanlar ibret alınız!..
(63) Bu hadisi İmamı Buhari 10. cildinin 306. sayfasında, Müslim 6.
cildinin 107. sayfasında ibni Mes'ud’dan merfu olarak nakletmişlerdir.
İbni Teymiye merhumu eserlerini karıştırırken konumuzla yakından ilgisi ve
münasebeti olmasından dolayı burada kısaca bahsetmeyi uygun buluyorum. İbni
Teymiye mevzuumuzu gayet ilmi ve faydalı bir şekilde araştırmıştır. Kendisine
irad edilen suali şöyle dercediyor:
Sual: Kadınların küfüye ve ferace giymelerini hükmü nedir? Giyilen
elbiselerde erkeklerin kıyafetine benzememesi için nelere başvurulmalıdır?
Kadının erkeğe erkeğin kadına benzemesinin haram oluşu Rasulullah'ın devrine
mahsus mudur? Yoksa bütün zamanı şümulü içerisine almaktamıdır?
Cevap: Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Uzamış saçları tamamen
örtmiyen kufüye çocukların giyecekleri arasındadır. Buna binaen küfuye giyen
kadınlar da çocuklara benzemektedir. Kufiye kadınlar da çocuklara
benzemektedir. Kufiye ilk önce kadınların sarılı ibiğine saçlarını benzetmek
için yapmaları ile başlamıştır. Tıpkı bazı yanlış yolda olanların saçlarını
uzatıp tek bölüm halinde bağlayıp iki omuzundan sarkıttıkları gibi, haddi
zatında erkek oldukları halde bölüklerini uzatan bu yanlış yolun yolcuları
kadınlara benzemek için bunu yapmaktadırlar. Böylece yavaş yavaş bu durum
yaygınlaşmaktadır. İşte kufiyede kadınların saçlarını başlarına örttükleri
örtüyü dolayarak tıpkı öğe sarılı ip manzarasına benzetmek için kadınlar bu
maksadı gütmemişlerdir. Lakin bu benzeşme arzusu hepsinde de müşterek bir durum
arzetmiştir. Peygamberimiz Aleyhisselamın hadisi şeriflerinden fışkıran nurani
hükümlere göre kadınlardan erekeklere benzeyenler erkeklerden de kadınlara
benzeyenler telin edilmiştir. Sahih olan bu rivayete göre hadisin ibaresi aynen
şöyledir: "Rasulullah Aleyhisselam erkeklerden kadınlaşanları, kadınlardan
da erkekleşenleri telin etti. Kadınlaşan erkeklere erkekleşen kadınların sürgün
edilmesini emretti." İmamı Şafii Ahmet İbni Hanbel ve diğer bazı imamlar
aynı izi takip ederek zina edenlerle muhnisleri tel'in etmişlerdir.
Müslim’in sahihinden varid olan bir hadisi şerifde Efendimiz buyuruyor:
"Ümmetimden iki sınıf vardır ki onlar cehennem ehlidirler. Daha onları
görmedim. Elbiseli çıplaktırlar. Meyledikci ve meylettiricidirler. Başları deve
hörgücüne benzer. Cennete girmezler ve cennet kokusu görmezler. Diğerlerinin elinde
öküz kuyruğuna benzer kırbaçlar vardır. Onunla Allah'ın kullarına
vururlar." Bazı hadis alimleri yukarıda geçen "Elbiseli olup çıplak
olan kadınlar" ibaresini tesettüre riayet etmiyecek şekilde elbise giymek
diye tefsir etmişlerdir. Haddi zatında onların da elbiseleri vardır. Ama
gerçekten örtünmüş sayılmazlar. Vücud hatlarını belirten, baldırları veya
mafsalları gösteren ince dar elbiseler giyen kadınlar gibi Kadın giyeceği
elbisenin bol olması, bedenin en ve boyunu, vücud hatlarını belirtmesi gerekir.
Bu izahattan; kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzemesinin
yasaklanmasındaki hikmet açıkça beliriyor. Bu konuda esas olan sadece
kadınların beğenip istedikleri ve adet haline getirdikleri kıyafetler mücerred
şekilde maksut değildir. Şayet kastedilen sadece adet ve istekler olsaydı,
erkeklerin baş örüsü ve entari giymeleri, gözlerinden başka her taraflarını
örtmeleri normal karşılanırdı. Yahutta kadınların cübbe takke gibi elbiseler
giymeleri yaygınlaşabilirdi. Haddi zatında yaygın olan adet ve gelenek şekli
nassın üzerinde müessir değildir. Ayetin zahiri hükmü ve bilgilerin icmai bu
yönde değildir. Allahü zülcelal kitabı mübininde kadınlara şöyle hitap ediyor:
"Baş örtülerini yakalarının üstünü kapayacak surette koysunlar Zinet
mahallerini kendi kocalarından yahut kendi oğullarından yahud kocalarının
oğullarından yahut kendi biraderlerinden, yahud kendi biraderlerinin
oğulllarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut kendi kadınlarından
yahut kendi ellerindeki kölelerinden, yahut erkeklerden yana ihtiyacı olmayan
hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan
çocuklarından başkasına göstermesinler."
Diğer ayeti kerimede ise:
"Ey Peygamber zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış
elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp eza
edilmemelerine daha uygundur."
Öbür ayeti kerimede ise: "Onlar eski cahiliyyet devrinin süsleriyle
süslenmesinler."
Şayet elbise deyince mücerret olarak kadınların veya erkeklerin giymeyi
adet haline getirdikleri kendi arzu ve isteklerine bağlı bir kıyafet şekli
olsaydı elbiselerinin üstünde başka bir elbise giymeleri veya baş örtülerini
yakalarının üstünden sarmaları gerekmezdi. Hele cahilliyet devri kılıkları asla
yasaklanmazdı. Çünkü o çeşit kılık ve kıyafet ayetin geldiği devreden arap
kadınları arasında en yaygın olanıydı. Şu halde yasaklanmasına vesile olan
hüküm adet yönünden değil de esas hikmetlere mebnidir. O devrede yaşayanlar
diyebilirdi ki giyilmesi gerek esas kılık adetlerimize göre budur. Diğerleri
ise haramdır. Haddi zatında o devrede yaygın olan kıyafete göre kadınlar eteği
uzun elbiseler giyerlerdi. Öyleki dışarı çıkan kadının gerisinde eteği yerlere
kadar uzanırdı. Erkeklere ise eteklerini aşıklarına kadar uzatırlardı. O yüzden
Rasulullah erkeklerin elbiselerini kısaltmalarını yasaklayınca kadınlar ne
yapacaklar? dendi. Efendimiz:
- “Bir karış kısaltsınlar” dedi. Ashab:
- “O zaman ayakları görünür” dediler: Peygamberimiz:
- “Bir ziradan fazla kaldırmasınlar” dedi. Tirmizi diyor ki: Bu hadis sahihdir.
Hatta bu emre binaen kadınların etekleri yere değince pislik isabet ederse
sonra o yere kadar uzanan etek temiz yerlerden geçince temizlendiğine dair
ruhsat bile vardır. Ahmet İbni Hanbel ve diğer bir kaç alimin görüşü bu
sadeddedir. Onlar yere değen etekleri ayakkabıya benzetmişlerdir. Nasıl necaset
bulaşan ayakkabı kuruyunca temizlenirse etekler de kuru yerde sürününce
temizlenir demişlerdir.
Şayet kadınlar şalvar ve geniş ve sert mes giyerlerse ve vücut hattı
belirtmiyecek şekilde üstünden dış elbisesi giyinirlerse maksat kendiliğinden
hasıl olur. Ancak ayağının hacimini açıkça belirten ince mesler üzerinde
ihtilaflı görüşler vardır. Bazılarına göre ince mes giymek erkeklere mahsustur.
Tıpkı bunun gibi her hangi bir kadın soğuktan korunmak için cübbe ve kazak
giyinse kimse onu men edemez. Denilecek olursa ki kadınlar cübbe giymezler, hiç
bir yerde buna rastlanmamıştır, hiç caiz olur mu? Bizim buna vereceğimiz cevap
şu olacaktır. Burada giyilen elbise ihtiyaçla alakalıdır. Soğuk memlekelerde
sıcaklık verici ve üşütmeyici, yönden kalın elbiseler giymek zaruretter. Sıcak
memlekette bu ihtiyacın bulunmaması o nevi kıyafetin yasaklanmasına sebep
değildir. Ve adet haline gelmemiş olması da haramlığına vesile olmaz,
zikrettiğimiz hadisi şerifin şümulüne girmez.
Erkek kıyafetiyle, kadın kıyafetini neye göre tefrik edeceğiz diye soranlar
olabilir. Kadın kıyafetiyle erkek kıyafetini birbirinden ayırt eden esas sebep
uygunluk meselesidir. Erkek kıyafetine uygun olan elbise erkeklere mahsus
sayılır. Kadınların hareket ve işlerine uygun olan elbise de kadınlara mahsus
kıyafettir. Ve bu kıyafeti erkeklerin kullanması doğru değildir. Şeriata göre
erkeklerin ve kadınlar memur olduğu tarz ve fiil de tefrik ettirici unsurlar
arasındadır. Mesela kadınlar örtünmekle memurdurlar. Kıyafetleri hiç kimse
tarafından vücud hatları, hareket ve fiilleri bilinmeyecek şekilde olması
gerekir. Aynı zamanda kadınlar ezan ve telbiye anında seslerini yüksetlemekle
mükelleftirler. Safa ve Merve’ye çıkarken de durum aynıdır. Kadınlar ihrama
girerken erkekler gibi değillerdir. Çünkü erkekler ihramda başlarını açmak ve
alışa geldikleri elbiseleri giymemek mecburiyetindedirler. Gömlek ve şalvar
gibi alışa gelen elbiseler mecburiyet durumu olmayınca giyilmez. Avret
mahallini örtmek için bir örtü bulunmayınca şalvar veya benzeri bir örtü için
ruhsat verilmiştir. Nalin bulunmayınca da mes giyilebilir. Bu sadece umumun
ihtiyacına mebnidir. Ancak hastalık veya soğuk gibi hususi zaruretler müstesna.
Bu takdirde bir şey giyerse fidye vermek mecburiyetinde kalır. O yüzden Ebu
Hanife bu konuda kıyası kabul etmemiştir. Fakat bir çok imamlar sahih hadise
binaen ona muhalefet etmişlerdir. Kadınlara gelince durum bunun tam tersine.
Kadınlar ihram için herhangi bir elbiseye giymekten nehyedilmemiş olup iyice
örtünmeleri emredilmiştir. Bunun aksine bir hüküm düşünülemez. Ancak kadınlar o
anda peçe, eldiven gibi giyecekleri çıkarmak zaruretindedirler. Çünkü bunlar
uzuvların ölçüsüne göre yapılmış giyecekleri olup ihtiyaç zarureti yoktur.
Fıkıh bilginleri kadınların yüzleri mevzuunda ihtilaflıdırlar. Kadın
yüzünün erkeklerin başı veya bedeni gibi şeri hükümler müvacehesinde mecburiyet
var mıdır, yok mudur? İmamı Ahmed’in kavline göre kadının yüzü erkeklerin
başları gibi şeri hükümlerin müvacehesine girer. Bu takdirde baştan atılan
örtünün yüz kısmını kapaması gerekir. Bir kısmı ise kadınların yüzünün el
yerinde olduğu fikrindedirler. Sahih olan da budur. O takdirde yüzü örtmek
yasak değil sadece peçe ve eldivenler yasak olur. Yüzü baştan sarkıtılan bir
şeyle örtmeye gelince uyurken başka birşey sarmak veya elleri elbisenin yenleri
ile örtmek gibidir. Bu durumda da nehyedilen bir hal yoktur.
Şayet erkekler peçe örtünüp başlarına bir şeyler sarsalar kadınlar da
yüzleriniaçık bıraksalardı yine menedilmeleri gerekirdi. Tıpkı bunun gibi
kadınlar da, namazda uzuvlarını birbirinden ayrı bulundurmayıp, toplu halde
oturmakla emrolunmuşlardır. Başlarını örtmekle ilahi emirdir. Hayız gören bir
kadının baş örtüsü olmadan namazını Allah kabul etmez. isterse hiç kimsenin görmediği
yalnız bir yerde bulunsun. Bu da gösteriyor ki kadınlara şeriat tarafından
emredilen hükümler erkeklere emredilmemiştir. Bu da Allah'ın onlar üzerindeki
emir münasebetiyle tebeyyün eden bir hakkıdır. Kadın başını açmaz. İsterse onu
hiçbir kimse görmesin. Allahü Zülcelal Kuran-ı Kerim'de buyuruyor:
"Evlerinizde vakarlıca oturun evvelki cahiliyyet devri kadınlarının
adet ve süslerini kullanmayın." İşte Allah'ın Rasulu de buyuruyor:
"Allah'ın cariyelerini Allah'ın camilerinden menetmeyiniz. Ama
evlerinin köşesi onlar için daha hayırlıdır." Başka bir hadisi şerifte
şöyle buyuruyor:
"Sizden birinizin odasında namaz kılması diğer odada namaz kılmasından
daha faziletlidir. Başka odada namaz kılmanız ise salonda namaz kılmanızdan
daha efdaldir. Evde namaz kılmanız mahallenizin camisinde namaz kılmanızdan
daha efdaldir. Mahallenizin camisinde namaz kılmanızsa benimle birlikte namaz
kılmanızdan daha efdaldir."64 Bütün bunlar örtünme ve fitne
şartlarından dolayı fazilet kesbetmektedirler.
Bilindiği gibi evlerin içerisi bir bakıma elbiseler gibidir her ikisi de
haddi zatında zararı defetmek ve korunmak içindir. Tıpkı yemek ve içmenin
menfaatı celbettiği gibi. Elbise insanı sıcak ve soğuktan korur. Çevreden
gelecek taarruzları hafif de olsa engeller. Evler de aynı vazifeyle
yapılmıştır. İnsanı hem sıcak ve soğuktan korur. Hem de düşman tecavüzlerini
engeller. Allahü Taala da Buyuruyor:
"Allah evlerinizi sizin için sükunet yeri kıldı." Başka bir
ayette ise şöyle denilmektedir:
"Allah yarattıklarınızdan sizin için gölgeler yaydı. Dağlardan size
yuvalar, siperler yaptı. Hararetten sizi koruyacak elbiseler, Harpte sizi
muhafaza edecek demirden giyimler yaptı, işte o bu surette üzerimizdeki
nimetini tamamlıyor. Taki ona teslimiyetle itaat edesiniz." (Nahl: 16/81)
(64) Hadis hasen
olup Ahmed İbni Hanbel, İbni Huzayme ve İbn Hıbban sahihlerinde
nakletmişlerdir. Müslim de aynı hadisi rivayet eder.
Burada belirttiği
gibi bu nimetler insanları eziyetlerden koruyacak ihtiyaçlar mesabesindedir.
Surenin başında da şöyle deniyor:
"Davarları
da sizin faydanız için o yaratmıştır ki, bunlarda sizin için ısıtıcı ve
koruyucu maddeler ve nice nice menfaatler vardır. Onlardan yersiniz de."
Bunları
zikretmekteki maksadımız elbiselerle meskenler arasındaki benzerliği
anlatabilmektedir. Erkek ve kadın elbisesi muhtelif olunca örtünme ve hicapla
mütenasip olan elbiseler kadınlara, diğerleri de erkeklere mahsus olur. Biz bu
mevzuda "sarıta müstekimin" icabı cehennem eshabına
muhalefettir" adlı eserimizde uzun şekilde bilgi verdik. Dileyenler oraya
müracaa etsinler. Bilindiği gibi kılık ve kıyafet bakımından beliren benzerlik
ahlak ve amellere de sirayet eder. Bu yüzden de kafirlere acemlilere ve çöl
bedevilerine benzemekten nehyedilmiş bulunuyoruz. Aynı zamanda erkek ve
kadınlar da kılık ve kıyafette birbirine benzemekten nehyedilmektedir.
Kadınlara benziyen erkekler dış yüzleriyle onlara benzemiş olduklarından naşi
ahlak ve hareketleriyle de onları taklide yönelirler. Neticede hareket ve
kılıkları tıpkı kadınlar gibi olur. Erkeklere benziyen kadınlar da bu
benzeyişin neticesi erkek ahlak ve hareketlerini taklide başlar. Tıpkı erkekler
gibi hareketlerde bu taklid daha ileri varır. Erkekler gibi onlar da vücud
hatlarını belirten gayri islami kılıklara bürünürler. Haya duyguları silinip
kadınlar için şart olan utanmak ve haya hissi ortadan kalkar. Bütün bunlara
vesile; görüldüğü gibi fitnenin esası olan kadın erkek benzeşmesidir.
Erkek
elbiseleriyle kadın elbiseleri arasında ikisini bir birinden ayırd eden fark
bulunması tebeyyün ettiğine göre kadınların giyeceği elbiselerde de hicap ve
örtü şartlarının yeri yerince bulunması elbetteki kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Şu halde bir elbise umumiyetle erkekler tarafından giyiliyorsa onu kadınlara
giydirmemeleri, kadınların kıyafetini de erkeklerinkine benzer şekle
sokmamalıdır. Şüphesiz ki, her şeyin doğrusunu bilen Allah'dır.65
Yukarıdan beri
yaptığımız açıklamalardan anlaşılacağı gibi ister kadın ister erkek olsun
müslüman fertlerin hiç bir surette kafirlere benzememesi bir kazıyye
hükmündedir. Bu benzeyiş özel kıyafette olduğu gibi ibadet şekillerinde ve
bayram törenlerinde de caridir. ancak üzülerek belirtelim ki islamın bu büyük
kaidesi bizzat müslümanlar tarafından yıkılmış ve her işimizde kafirleri taklid
eder olmuşuz. Haddi zatında müslümanların geri kalışlarının zafa düşüp
yabancıların boyunduruğu altına girmelerinin esası da bu taklid unsuruna
dayanmaktadır. Çünkü Allahü Zülcelal açıkça beyan ediyor:
(65) Ben bunu İbni Urve’nin
"Kevakib"inden aldım. Cilt 1, sahife 1354 Zahiriyye kütüphanesi No:
579 ŞAM
'"Bir millet
kendi kendisini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez." Bu hükmü
anlamaya ne kadar muhtacız? Bu konuda varid olan naslar pek çoktur. Mücmel olan
ayetler hadisi şerifler tarafından açıklanmış ve tefsir edilmiştir. Şimdi biz
bunlardan bir kaçını alalım:
"Andolsun ki
biz İsrailoğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik vermiş onları tertemiz
rızıklara nail etmiş, onları zamanlarında, alemlerin üstüne çıkarmış idik. Onlara din emrinden açık deliller de
vermiştik. Şimdi onların bu emirler hakkında ihtilafa düşmeleri başka sebeple
değil ancak kendilerine durumun hakikatına dair bilgi geldikten sonra
aralarındaki ihtirastan dolayıdır. Şüphesiz, Rabbin onların ihtilaf etmekte
oldukları şeyler hakkındaki hükmünü kıyamet günü aralarında verecektir. Sonra
habibim seni de din emrinden ve şeriatın üstüne memur kıldık. O halde sen ona tabi ol. Bilmezlerin heva ve heveslerine uyma" (Casiye: 45/16-18)
Şeyhül İslam İbni Teymiye merhum "Sıratı Mustakimin icabı cehennem
ashabına muhalefettir." adlı eserinin 8. sayfasında şöyle diyor:
"Allahü zülcelal bu ayette İsrail oğullarına din ve dünya
nimetlerini ihsan ettiğini bundan sonra aralarında ihtilafa düştüklerini belirtiyor. Bu örnekten sonra Hazreti Muhammed’e dönüyor. Ve
ittibaını emerttiği bir şeriat sunduğunu bildiriyor.
Bunun yanında bilmezlerin heva ve hevesine uymaktan da nehyediyor.
"Bilmezler" tabiri ile şeriata muhalif olan herkes
bu hususa dahil oluyor. "Heva ve heves" tabiri ile müşrikler ve onların peşinde olanlar kastediliyor.
Aynı zamanda kafirlere imrenenler veya heveslenenler de aynı hükmün şümulu içinde giriyor. Müslümanların kendi prensiplerine uymalarından
dolayı kafirler sevinirler. Hatta bunun için bir yığın masraftan da
kaçınmazlar. Şayet yapılan işin
onlara özenmekten ve heveslenmekten gelmediğini kabul edecek olsak bile onları
sevindirmektense Allah’ın (emrine) tabi olup onun rızasını elde etmek daha iyi
olmaz mı? Çünkü siyecin kenarında dolaşan onun içine
girebilir. Şüphelerden mümkün olduğu kadar sakınmak
gerekir."
Yine aynı konuda Allahü Zülcelal Ra'd suresinin 36-37. ayetlerinde şöyle buyuruyor:
“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler sana indirilen bu Kur'an ile
sevinirler. Fakat Peygamberin aleyhinde birleşen
güruh, onun bir kısmını inkar eden kimseler de vardı. De ki: "Ben ancak
Allah'a kulluk edip ona ortak koşmamakla emrolundum. Ben
ancak ona dua ederim. Dönüşüm de yalnız O’nadır."
"İşte biz onu böyle Arapça bir hikmet olarak
indirdik. Andolsun ki sana gelen bu ilimden sonra onların heva ve heveslerine
uyarsan Allah'dan senin için ne bir yardımcı vardır, ne de bir koruyucu
vardır."
Ayeti kerimede geçen "heva ve heveslerine" tabirindeki üçüncü şahıs zamiri daha önce zikri geçen peygambere düşman
olan güruha ulaşmaktadır. Tabiiki bunlar arasına ister nasrani
ister yahudi, ister put perest olsun Kur'an’dan bir parçayı inkar eden herkes
girer.
Allahü Teala
hadid suresinin 16 ıncı ayeti kerimesinde buyuruyor ki:
"İman
edenlerin Allah’ı ve haktan ineni zikri için kalplerinin saygıyle yumuşaması
zamanı hala gelmedi mi? Onlar daha evvel kendilerine kitap verilip de
üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalpleri kararmış bulunanlar gibi
olmasınlar. Onardan bir çoğu dinlerinden çıkmış fasıkar idi."
Şeyhül İslam İbni
Teymiye tefsirinin 43. sayfasında diyor ki:
"Ayeti
kerimede geçen "olmasınlar" nehyetmektedir. Şurası da bir hakikattır
ki benzeyiş sadece kılık ve kıyafetlerde olmaz aynı zamanda fiil ve
hareketlerde istek ve arzularda da olur. Bu da bir nevi masiyettir."
İbni Kesir
tefsirindeki bu ayeti şöyle izah eder:
"Allahü
zülcelal kati şekilde mü'minlerin kafirlere asli ve feri konularda
benzememelerini yasaklamıştır." (Tefsiri İbni Kesir cild 4 sayfa 310)
İbni Kesir merhum
bakara suresindeki şu ayetin tefsirinde aynı mevzua mütenasip beyanlar veriyor:
"Ey iman
edenler "raina" demeyin. "Unzurna" deyin. Söze iyi kulak
verin kafirler için çok acıklı bir azap vardır."
(Bakara: 2/104)
"Allahü
Teala mü'min kullarını söz ve fiilleriyle kafirlere benzemekten nehyetmektedir.
Yahudiler Kur'an-ı Kerimde geçen tevriye ve benzeri sanatları maksatlı olarak
Kuran’a noksanlık atfetmek için dile doluyorlardı. Allah'ın laneti onlara
olsun. Bizi dinle demek istedikleri zaman böyle demiyorlardı da
"raina" bizi korur diyorlardı. Kur'an-ı Kerim'de Bakara suresinin 46.
ayetinde aynen şöyle denilmektedir:
"Yahudi
olanlardan kimi kelimeleri Allah tarafından konuldukları yerlerinden kaldırıp
değiştirirler. Dillerini eğerek bükerek dine de saldırarak sana derler ki:
(sözünü zahiren dinledik fakat kalbimizle isyan ettik. İşit işitmez olası)
"raina" eğer onlar (dinledik itaat ettik. İşte bize bak) deselerdi
kendileri için elbet daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, kendi
küfürleri yüzünden onları rahmetinden koğmuştur. Artık onlar birazı müstesna
olmak üzere iman etmezler."
Yine hadis ve
muhtelif rivayetlerinden edindiğimiz bilgilere göre Yahudiler müslümanlarla
karşılaştıkları zaman "Esselamünaleyküm" demezler de
"essamüaleykum" derlerdi. Yani Allah’ın selamı üzerine olsun
diyecekleri yere Allah'ın derdi (ölüm) üzerinize olsun derlerdi. Bunun üzerine
efendimiz de onlara karşılık verirken "Aleykümselam" demeyip sadece
"vealeyküm" yani sizin de üzerinize demeyi emretmişti. Ve şöyle
buyurmuştu: Onların bizim için yaptıkları dua kabul olmaz da bizim onlar için
yaptığımız dua kabul olur. Bütün bunlardan açıkça şu hakikat meydana
çıkmaktadır. Allahü Teala her ne türlü olursa olsun fiil ve sözle kafirlere
benzemekten kati şekilde mü'minleri nehyetmiştir." Tefsiri İbni Kesir cild
1 sayfa 148.
Şeyhul islam İbni
Teymiye bu ayeti tefsir ederken özetle şöyle demektedir:
"Katade ve
diğerleri dediler ki: Yahudiler Peygamberle alay etmek için ona bizi dinle
diyeceklerine "raina" diyorlardı. Buyüzden Allah'ü zülcelal
mü'minlerin yahudilerin yaptığı gibi bu kelimeyi kullanmalarını nehyetmiştir.
Şu halde yahudilerin, fazlaca ve kötü niyetle kullandıkları, böylece
yasaklanmasına sebep oldukları bu kelimede kötü bir yön yoktur.
Nehyedilmesine
yegane sebep gayri müslimlere benzememek prensibini yerleştirmektir."
Bu mevzu ile
ilgili genişçe izahat İbni Teymiye’nin tefsirinin 8, 14, 22 ve 42'inci
sayfalarında mevcuttur. Dileyen oraya göz atsın.
Yukarıdan beri
zikrettiğimiz hükümleri özetliyecek olursak kafirlere söz ve işle, gaye ve
idealle benzememe prensibi Kur'an-ı Kerim tarafından açıkça va'z edilmiştir.
Peygamberimiz Aleyhisselam da ümmeti Muhammed’e bunu tafsilatlı olarak
açıklamıştır. Hatta pratik olarak da açıkça iş'ar etmiştir. O zaman Peygamberin
şehrinde '"Medine" yaşayan Yahudiler bile bu durumu anlamışlar ve
içlendiklerini gizlememişlerdir. Enes İbni Malik'den gelen bir rivayette şöyle
denilmektedir:
"Yahudiler,
kadınlar hayıza girince onunla beraber evde yemek yemezler, cinsi münasebette
bulunmazlardı. Sahabeyi güzin Rasulullah aleyhisselamdan bu konu hakkında
malumat dilediler. Bunun üzerine Allah'ü zülcelal şu ayeti kerimeyi indirdi:
"Sana kadınların ay halini de sorarlar. Deki o bir ezadır. Onun için
hayız zamanında da kadınlarınızla cinsi münasebetten ayrılın. Temizlendikleri
vakte kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi Allah'ın size
emretiği yerden onlara gidin. Herhalde Allah hem çok tevbe edenleri sever, hem
de çok temizlenenleri sever. Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde onlara
dilediğiniz gibi gelin. Kendiniz için önceden iyi ameller gönderin. Bir de
Allah'dan korkun ve bilin ki herhalde siz ona kavuşacaksınız. İman edenlere
müjdele."
(Bakara:
2/222-223)
Bunun üzerine efendimiz Eshabı güzine buyurdular:
"Hayızlı anlarında karılarınıza cinsi münasebetten başka bir şeyi
yapabilirsiniz. Bu durum Yahudilere ulaşınca ileri gelenleri dediler ki:
"Bu adam hiç bir şey bırakmıyacak hep bize muhalefet ederek" Üseyd ve
Bişr oğlu Ubbad Rasulullah'a geldiler ve dediler ki:
- “Ya Rasulallah yahudiler böyle böyle diyorlar. Biz hayızlı kadınlarımızla
cima etmiyelim mi?”
Rasulullah'ın mübarek çehreleri değişti üzerlerine yürüyeceğini
zannettik."66
(66) Bu hadisi İmamı Müslim 1. cildinin 169. sayfasında, Ebu Uvane 1.
cildinin 312. sayfasında nakletmişlerdir. imamı Tirmizi hadisin hasen ve sahih
olduğunu söylemektedir.
Şeyhul İslam İbni Teymiye iktiza adlı eserinde bu hadisi şu şekilde
açıklamaktadır:
"Bu hadis Peygamberin Yahudilere ne kadar muhalefet ettiğini açıkça
göstermektedir. Hatta Yahudiler bu adam bize muhalefet etmedik hiç bir şey
bırakmıyacak diye dert yanmaya başlamışlardır. Bu muhalefet bazen esasda bazen
de evsafta olur. Bazı sahabeler Allah'ın koymuş olduğu hükümlere muhalefet ettikleri
zaman Rasulullah'ın çehresi değişecek şekilde kızarmıştı.
Müslüman kadınlarının kafir kadınlarına benzememelerine dair hadisi
şerifler pek çoktur. Biz mümkün olduğu kadarını kaydetmeye çalışalım:
1. Enes
oğlu Ebu Ümeyre'den o da Ansarlı halasından:
"Peygamber aleyhisselatü vesselam halkı namaz vakitlerinde camiye
nasıl toplamak gerektiğine dair istişare yapıyordu. Topluluktan birisi dedi ki:
-Bir sancak dikelim namaz vaktinde bu sancağı gören herkes camiye gelsin.
Peygamber bunu acayip karşılamadı. Başka birisi boru çalınsın dedi. Peygamber
bunu kabul etmedi. O yahudilerin alemidir dedi. Çan çalalım diyenler oldu.
Peygamber onu da kabul etmedi. Çan dedi, Hristiyanların alametidir. İstişare
meclisi bir karara varmadan dağıldı. Ertesi gün Zeyd oğlu Abdullah rüyasında
Ezanı Muhammediyeyi öğrendi ve peygambere rüyasını anlattı. Ve kabul edildi.[15]
2. Abese
oğlu Amrden: "Dedim ki:
- “Ey Allah'ın peygamberi bana Allah'ın sana öğrettiklerinden öğret.” Bunun
üzerine peygamber bana namaz kılmayı öğretti ve dedi ki:
- “Sabahleyin gün doğmadan önce kalk ve sabah namazını kıl. Kuşluk vakti
güneş zevale erişinceye kadar namaz kılabilirsin. Güneş doğarken ve zeval
anında namaz kılma. Çünkü güneşin sabahleyin doğuşu şeytanın iki boynuzu
arasından çıkışı gibidir. O zaman işte kafirler ibadet ederler. Güneş bir
mızrak boyu yükseldikten sonra tekrar namaz kılabilirsin. Ama zeval anında
kılma. Çünkü o zaman cehennem kızdırılır. Bundan sonra ikindiye kadar dilediğin
namazı kılabilirsin. Ancak ikindiden sonra güneş batarken namaz kılmayı bırak.
Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasından kayıyormuş gibi batar. Ve kafirler
işte bu vakitte güneşe tapınırlar."[16]
3.
Abdullah El-Beceli oğlu Cündep’ten diyor ki: "Rasulullah'ın vefatından beş
gün önce onun şöyle dediğini işittim:
"Dikkat edin sizden öncekiler peygambelerinin ve salih kişilerin
kabirlerini mescit edinip ibadet ettiler. Dikkat edin. Sakın ha kabirleri
mescit edinmiyesiniz. Ben sizi bundan kati surette nehyederim.”[17]
4. Evs
oğlu Şeddat'tan, Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Yahudilere muhalefet ediniz. Çünkü onlar mestleri ve ayakkabıları ile
ibadet edinirler.”[18]
5. Ömer
oğlu Abdullah'dan Rasulullah buyurdu:
"Sizden biriniz üs elbiseyle namaz kılarsa düğmelerini iyice
pekiştirin. Sakın ha Yahudiler gibi seriştirmeyiniz.”[19]
6.
Abdullah oğlu Cabir'den:
"Rasulullah bir gün şikayetlenerek ayakta namaz kıldırmayacağını
belirtti. O oturuyordu biz de gerisinde kendisine tabi olarak ayakta namaz
kılıyorduk. Ebu Bekir ise cemaata tekbir sesini duyuruyordu. Rasulullah bize
döndü ayakta olduğumuzu görünce işaret ederek oturmamazı bildirdi. Biz de
oturarak namaza başladık. Namaz tamamlanınca selam verdik. Rasulullah tekrar
bize doğru döndü şöyle dedi:
- “Sizde mi İranlı ve Bizanslılar gibi yapmak istiyorsunuz. Onlar oturan
krallarının yanında ayakta elpençe divan dururlar. Sakın öyle yapmıyasınız. Siz
imamınıza uyunuz. Eğer ayakta kılarsa siz de namazınızı ayakta kılın. Şayet oturarak kılarsa siz de oturarak kılın." Başka bir ravinin
metninde ise hadisin sonuna şu ibare eklenmiştir:
"Sakın ha İranlıların büyüklerine yaptığını siz de yapmıyasınız."[20]
7. Ömer
oğlu Abdullah'dan:
"Rasulullah aleyhisselatü vesselam namazda sol eline dayanarak oturan
bir adama böyle yapmamasını emretti ve buyurdu:
- “O şekilde yahudiler namaz kılarlar." Başka bir rivayette ise
hadisinin sonu şu şekildedir:
"Öyle oturma çünkü o şekilde oturuş azaba müstehak olanların
oturuşudur."[21]
8.
Abdullah oğlu Cerir’den Rasulullah buyurdu:
"Bizim ölülerimiz için lahid, kafirlerin ölüleri için yarık."[22]
9. As
oğlu Amir’den Rasulullah buyurdu:
"Bizim orucumuzla kafirlerin orucu arasındaki fark sahur yemeğidir.”[23]
10. Ebu Hüreyre’den Rasulullah buyurdu:
"İnsanlar
iftarda acele ettikleri müddetçe bu din zahir olacaktır. Çünkü Yahudi ve
Hristiyanlar iftarı tehir ederler."
11. Hassasi kabilesinden Büşeyir’in karısı
Leyla'dan diyor ki:
"Ben iki gün
ardarda oruç tutmak istedim. Kocam Büşeyr ise beni nehyeti ve dedi ki:
“Rasulullah ardarda oruç tutmaktan bizi nehyetmiştir. Çünkü bu
hıristiyanların adetidir. ‘Siz sadece Allahın size emrettiği şekilde oruç tutun
ve Allah’ın emrine uygun olarak orucunuzu bitirin. Akşam olunca iftar edin’
dedi."[24]
12. Abdullah İbni Abbas'dan diyor ki:
"Rasulullah
aşure günü oruç tutmaya başlayınca bize de oruç tutmamızı emretti. Ashabtan
dediler ki:
- “Ey Allah’ın
Rasulu aşure günü Yahudi ve Hristiyanların tarafından tazim edilen bir gün
değil midir?” Rasulullah buyurdu:
- “Önümüzdeki
sene inşallah dokuzuncu günü oruç tutarız.” İbni Abbas diyor ki: Ertesi sene
aşure gelmeden Rasulullah Aleyhisselam vefat ettiler.[25]
13. Ümmü Seleme’den diyor ki:
"Rasulullah
Sallallahü Aleyhi Vesellem Cumartesi ve pazar günleri diğer günlerdekinden daha
çok oruç tutarlardı. Ve şöyle derlerdi.:
- “Cumartesi ve
pazar müşriklerin bayramıdır. Ben onlara muhalefet olsun diye bu günlerde oruç
tutmayı da daha çok seviyorum.”[26]
14. Hattab oğlu Ömer’den, diyor ki:
"Müşrikler
gün doğuncaya kadar Müzdelife’den ayrılmazdı. Rasulullah aleyhisselatü vesselam
onlara muhalefet olsun diye gün doğmadan önce ayrılmayı emretti.”[27]
15. Hatem oğlu Adiy’den, diyor ki:
"Dedim ki ya
Rasulallah zaruretten başka yememen gereken yemekleri bana bildirirmisin?
Rasulullah buyurdu:
“Hristiyanlara
benzeyen hiç bir şeyi bırakma.”[28]
16. Amr İbnül as oğlu Abdullah'dan:
"Rasulullah
aleyhisselatü vesselam benim üzerimde çeşitli renklere boyanmış iki elbise
gördüğünde şöyle dedi:
- “O kafirlerin
giydiği elbisedir. Sen giyme onları."[29]
17. İmamı Ali Kerremallahü vechehudan,
rasulullah buyurdu:
"Sakın ha
papaz kıyafetini giymeyesiniz. Kim onların kıyafetini giyinirse ve benzerse benden
değildir."[30]
18. Ebu Umame’den diyor ki:
"Rasulullah
sakalları beyazlaşmış ansarlı ihiyarların yanına varıp dedi ki:
"Ey ensar
topluluğu sakallarınızı kırmızılaştırın veya sıralaştırın ve ehli kitaba
muhalefet edin. Ebu Umame diyor ki:
“Ey Allah'ın Rasulu
ehli kitap mes giyerler de ayakkabı giymezler” dedim. Rasulullah yine buyurdu:
- “Mest de giyin
ayakkabı da giyin ve ehli kitaba muhalefet edin.” Ebu Umame diyor ki:
“Biz ey Allah'ın
Rasulu kitap ehli bıyıklarını gür, sakallarını kısa yaparlar” dedik. Peygamber
buyurdu:
- “Siz de bıyıklarınızı kesin, sakallarınızı
bırakın. Ve böylece ehli kitaba muhalefet edin” dedi.[31]
19. Ömer oğlu Abdullah’dan Rasulullah buyurdu:
"Bıyıklarınızı
kırkın, sakallarınızı bırakın."[32]
20. Ebu Hüreyre’den Rasulullah buyurdu:
"Bıyıklarınızı
kesin, sakallarınızı bırakın. Mecusilere (ateş perestlere) muhalefet
edin."[33]
21. Ebu Hüreyreden Rasulullah buyurdu:
"Yahudi ve
hıristiyanlar sakallarını ve bıyıklarını boyamazlar. Siz onlara muhalefet
edin.”[34]
22. Ebu Hüreyre’den Rasulullah buyurdu:
"İhtiyarlığınızı
değiştirin, ama yahudi ve hıristiyanlara benzemeyin."[35]
23.
Abdullah İbni Abbas’dan, diyor ki:
"Rasulullah aleyhisselatü vesselam, ilahi emre mebni olmayan konularda
başkalarına değil ehli kitaba muvafakatı severdi. Mesela ehli kitap saçlarını
sarkıtırlardı. Müşrikler ise saçlarını başlarının ortasından ikiye ayırırlardı.
Rasulullah da müşrikler gibi değil ehli kitap gibi sarkıtırdı.”[36]
24.
Abdullah oğlu Cabirden, Rasulullah buyurdu[37]:
"Yahudiler gibi selam vermeyin. Çünkü onların selamı başla elle ve
işaretledir."[38]
25. Süveyd
oğlu Şüreyd’den diyor ki:
"Bir gün ben şöylece oturmuştum. Sol elimi yan tarafına doğru yere
dayamış ve onun üstüne abanmıştım. Rasulullah sallallahü aleyhi vessellem bana
rastladı ve şöyle dedi:
- “Allah'ın gazabına uğrayanlar "yahudiler" gibi mi
oturursun?"
26. Sad
İbni Ebi Vakkas'dan Rasulullah buyurdu[39]:
"Evlerinizi temiz tutun ve yahudilere benzemeyin. Onlar süprüntülerini
evlerinde yığarlar."[40]
27. Ömer
İbnül Hattab diyor ki: Ben Rasulullah'ın şöyle dediğini işittim:
"Siz beni yahudilerin Meryem oğlu İsa’yı aşırı derecede öğdükleri gibi
öğmeyin. Ben sadece Allah’ın kuluyum. Ve deyin ki: "Muhammed Allah'ın kulu
ve Rasuludür."[41]
28. Ebu
Vakıd Elleysi’den:
"Rasulullah sallallahü aleyhi vesellem Huneyn gazasına giderken
müşriklerin çevresinde toplandıkları, "Zatü envat" dedikleri üzerine
silah ve diğer eşyalarını astıkları bir ağaca rastladı. Müşrikler topluca onun
çevresinde oturuyorlardı. Sahabe-i güzin dediler ki:
- “Ey Allah’ın Rasulu müşriklerin olduğu gibi bizim de bir "Zatü
envat"ımız olsa iyi olmaz mı bize de böyle bir yer seç?” Rasulu zişan
efendimiz buyurdu:
- “Sübhanellah (başka bir rivayette ise Allahü Ekber) bu sizin dediğiniz
kardeşim Musa’nın kavminin dediğine benzer. Onlar da "Ey Musa müşriklerin
ilahları olduğu gibi bizim için de ilahlar kıl" dediler. Nefsim elinde
olan Allah'a yemin ederim ki siz de sizden yıllarca önceki kavimlerin
adetlerini mi irtikap edersiniz."[42]
29.
Abdullah İbni Ömer’den Rasulullah buyurdu:
"Ben kıyamete yakın devrede kılıç ile gönderildim. Ta ki, Allah'a
ibadet edip ondan başkasını eş koşulmaz oluncaya kadar. Benim rızkım mızrağımın
gölgesinde verildi. Zillet ve küçüklük benim emrime muhalefet edenlerin
üzerinedir. Kim ki bir kavime benerse o da onlardandır."[43]
Görüldüğü gibi bütün bu hadislerden açıkça kafirlere muhalefet edip onlara
benzememenin islam şeriatının esas prensiplerinden biri olduğu kendiliğinden
ortaya çıkıyor. İster kadın olsun ister erkek olsun özel yaşayışında ve umumi
hayatında kılık kıyafetinde yukarıda zikredilen ayetlerin ve hadislerin emrine
uygun şekilde hareket etmesi her müslümana vaciptir. Ancak bu şekilde bir kılık
islam kıyafeti olabilir.
Bazıları bu muhalefetin ibadetle ilgili emirlerde olduğu gibi sadece icbari
olduğunu sanmaktadırlar. Halbuki durum hiçte böyle değildir. Kıyafetteki
hususiyyetin hikmeti açıkça meydandadır. Hatta büyük ilim adamları tarafından
belirtildiği gibi insanın dış görünüşüyle iç görünüşü arasında büyük irtibat
vardır. Birinin diğerine tesiri mühimdir. Dış görünüşüyle hayırlı olan bir
kişinin umumiyetle iç alemi hayırlıdır. Bunun aksine dış görünüşü şerli olan
kimseler çok kerre iç alemleriylede şerlidirler. İnsan her ne kadar bunu
kendisinde hissedemesse de diğer kimselerde farkına varabilir. Bunu Şeyhül İslam İbni Teymiye merhum güzelce izah etmiştir.
"Dış ve iç alemlerin münasebeti his ve tecrübelerle kolayca
anlaşılabilir. Hatta aynı memleketten hemşehri olan iki kişi diyaru gurbette
karşılaştıkları zaman aralarında yakın ve dostana ülfetler olur. İsterse kendi
memleketlerinde birbirlerini tanımasınlar. Sadece aynı memleketli olmaları bile
dostça anlaşmaları için sebep sayılır. Hatta gurbet illerde yolculuk eden iki
kişi kılık ve kıyafet biçim konuşma veya binek tarzlarda birbirine uygun olursa
anlaşma ve yakınlaşma daha çabuk ve kolay olur. Pratik hayatımızda da örnekleri
pek çoktur. Aynı sanattan anlayanlar veya aynı işi yapanlar arasındaki muhabbet
söylenmiyecek dereceyi bulabilir. Haddi zatında düşmanlıkların ve savaşların
esası ya saltanat içindir yahut ta din içindir. Devlet adamları ve reisleri
memleketleri her ne kadar birbirine uzakta olsa aralarındaki riyaset ve
saltanat benzerliğinden dolayı kolayca anlaşıp uyuşabilirler. Bu insan
tabiatının görme ve tanışma duygularının bir icabıdır. Bu gibi uyuşuklukları ya
din duygusu yahut ta özel idealler yokedebilir. Dünyevi işlerde benzerlik insan
tabiatında bu derece muhabbet ve dostluk yaratıyor da dini konulardaki
benzerlik yaratmaz mı? Hatta bu konulardaki benzerlik diğerlerinden daha çok
muhabbeti temin eder. Halbuki kafirlere muhabbet imana aykırıdır. Görmüyor
musunuz Allah'ü zülcelal kitabı mübinin de ne buyuruyor:
“Allah'a ve ahiret gününe
imanda sebat eden hiç bir kavmin Allah'a ve rasulune muhalefet eden
kimselerle-velevki onlar bunların babaları, oğulları, kardeşleri yahut
soysopları olsunlar-dostlaşacaklarını göremez misin. Onlar, o kimselerdirler ki
Allah imanı kalplerine yazmış bunları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.
Bunları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Bunlar orada ebedi
olarak kalıcıdırlar. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'dan hoşnud
olmuşlardır. İşte onlar Allah fırkasıdır. Gözünüzü açın ki Allah fırkasının
mensupları umduklarına erenlerin ta kendileridir."
(Mücadele:
58/22)
Böylece Allah kafirlerle dostluk kuracak hiç bir mü'minin bulunamayacağını
belirtiyor. Kim kafirlerle dostluk kurarsa o müm'min değildir. Dış görünüşü
itibariyle de olsa benzerlik dostluğa vesile olacağından haramdır. (sıratı
müstakimin icabı cehennem ashabına muhalefetir. Sayfa: 105-106)
İbni Teymiyye aynı eserin başka bir yerinde de şöyle diyor:
"Zahiri işlerle batını işler arasında yakından bir irtibat ve
münasebet vardır. Kalbe vasıl olan haller zihne giren duygular zahiri işlerin
tesiriyle cereyan eder. İnsanın dış dünyası ile münasebette bulunduğu işler
kalbinde ve zihninde yer eder. Allah Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi
vesellemi kendi şeriatı ve sistemiyle insanları kurtarmak için Peygamber olarak
göndermiştir. Elbetteki bu şeriatın söz ve fiillerle ilgili hükümlerini
belirten hikmetleri vardır. Elbetteki islam şeriatının koyduğu hükümler lanete
uğrayan, delalete düşen, gazaba müstehak olanlara yoluna uymayacaktır. Uyulduğu
takdirde zuhur edecek fenalıklardan dolayı Allah ehli küfre muhalefeti
emretmiştir.
Şüphesiz ki şekil ve durum bakımından kafirlere benzemenin ahlaki ve ameli
yönden pek çok mahzurları vardır. Mesela bilginlerin, profesörlerin kıyafetine
giren kimse kendi nefsinde bir ilim vasfı görür. Ve alimliğe yeltenir. Yahut
subay elbisesi giyen kimse hareket ve yaşayışlarıyla bir nevi askerlik
mesleğinin tesiri atında kalır. Bu, insan tabiatında mevcut olan bir halettir.
Bunu önlemek için ya açıktan açığa benzeyişi kaldırmak hakikat ve hidayet ehli
ile küfür ehli arasında açık bir tefrik koymak, yahuta Allah düşmanlarıyla
açıktan açığa harb etmek gerekir. Müslüman olduğuna yakınen inanan ve gönülden
islamı yaşamak isteyen herkes her yönüyle yahudi ve hıristiyanlar da dahil
olmak üzere bilcümle kafirlerden ayrılmalıdırlar. İslam deyince sadece bu ismi
alan namaz veya benzeri ibadetlerle iktifa eden kimseleri kastetmiyorum. Gayri
müslimlerin içimize saçtıkları fitneler öldürücü veba mikroplarından daha
tehlikelidir. İkinci olarak dış görünüş itibariyle kafirlere benzemek ihtilat
ve karışmayı normal hale getirir. Bu durumda müslüman ile kafirlerin, hidayete
erenlerle, Allah'ın gazabına müstehak olanların arasında ayırd edecek
özelliklerin kalkmasına vesile olur."(Aynı eser sayfa 7-8)
İnsanın dış alemi ile iç alemi arasındaki irtibatı en güzel şekilde beyan
yine Efendimin şu hadisi şerifleri oluyor. Numan bin Beşir rivayet ederek diyor
ki:
"Rasulullah aleyhisselatü vesselam bizim saflarımızı tıpkı bir ok gibi
düp düzgün yapardı. Bir kerre saflardan dışarı çıktığımızı gördüğünde şöyle
demişti:
- Ey Allah'ın kulları, ya saflarını düzeltirsiniz yahutta Allah sizin
yüzünüz arasını açar. Başka bir rivayette ise yüzünüzü yerine
"kalpleriniz" denmiştir."[44]
Bu hadisi şerifle de Rasulullah efendimiz sahiri ihtilafın velev saflarda
olsa gönüllerinde ihtilafına vesile olacağını açıkça belirtiyor. Toplu
haldeyken bile ayrı oturmayı yasaklıyor. İşte size iki hadis:
1. Semure
oğlu Cabirden:
"Bir gün Rasulullah aleyhisselatü vesselam yanımıza geldi. Biz halka
halka oturuyorduk. Ve buyurdu:
- “Neden dağınık olarak oturuyorsunuz?"[45]
2. Ebu
Salebe’den Diyor ki:
"Topluluk bir yere indiği zaman sahabeler vadi ve bölüklere
ayrılırlardı. Rasulullah buyurdu[46]:
- “Sizin bu dağılışınız Şeytanın eseridir.” Bundan sonra nereye inildi ise
bütün ashab birleşik halde otururlardı. Hatta üstlerine bir şey örtülseydi
hepsini de kaplardı denilebilir.[47]
Abdullah İbni Ömer Radıyallahü Anhin rivayet ettiği bir hadisi şerifte
Rasulullah aleyhisselatü vesselam buyuruyor:
"Kim dünyada şöhret için elbise giyerse Allah ona kıyamet gününde
zillet kaftanını giydirir. Sonra da onu cehennemin alevli ateşlerinde
yakar."[48]
İşte muhterem okuyucular ayet ve hadislere dayanarak kadınların örtüsü
mevzuunda yazmış olduğumuz bu kitap burada bitiyor. Her müslümanın aile ve
efradının ayet ve hadislerde belirtilen hükümlere göre giyinmesi vaciptir.
Herkes kendi idaresi altında bulunan efradı ailesinden mesulüdür. Ve bu
mesuiliyetin hesabı kıyamet gününde mutlaka sorulacaktır. İşte Rasulullah
buyuruyor:
“Hepiniz bir çobansınız ve hepiniz idare ettiğiniz sürüden mesulsunuz.”
Son sözü ise alemleri yoktan var eden Rabbı zülcelalımıza bırakalım:
"Ey iman edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi yakacağı
insan ve taş olan ateşten koruyun. O ateşin üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı
melekler vardır ki onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan
etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar."
(Tahrim: 66/6)
Muhammed Nasıruddin El-Elbani
ŞAM
5/9/1375
[1] Bu hadisi İmamı Buhari 2. cildinin 273. sayfasında, Ebu
Davud 1. cildinin 174. sayfasında, İmamı Beyhaki 3. cildinin 307. sayfasında
Nesai 1. cildinin 227. sayfasında, İmamı Ahmed 1. cildinin 331. sayfasında,
İbnül Carut Münteka adlı eserinin 263 numaralı parağrafında kaydetmişlerdir.
[2] Bu hadisi Beyhakı 7.
cildinin 93. sayfasında Nasr oğlu Sa'd'dan o da Asım’dan zikretmişlerdir.
[3] Hafıza binti Sirin
Basralı Ansardan Ümmü Hüzeyn lakabıyla anılır. Faziletli tabiindendir. 12
yaşlarında küçük bir kızken Kur'an-ı iyice okumuştu. Hicretin 101. yılında 70 yaşında
Allah'ın rahmetine kavuşmuştur.
[4] Bu hadisi Beyhakı 7.
cildinin 228. sayfasında zikretmiş olup senedi hasendir.
[5] Müteahhirin ulemasından
bazıları Ebu Davud'un Sünen'in 1. cildinin 389. sayfasında Ferc bin Faddale’den
o da Sabit oğlu Abdul Habir’den, o da Gays oğlu Şemmas’dan, o da babasından, o
da dedesinden rivayet ettiği şu hadiseyi huccet kabul etmişlerdir. Hadise
şöyledir.
"Bir kadın
Rasulullah'ın yanına geldi. Ashab arasında Ümmü Hallad diye anılırdı. Kadın
peçeliydi ve öldürülmüş olan çocuğunu soruyordu. Peygamberin ashabından
bazıları şöyle dediler:
- “Peçeli olarak oğlunu
sormaya mı geldin?” Rasulullah ona dedi ki:
“Oğluna iki şehit mükafatı
var.” Kadın:
- “Niçin ya Rasulallah?”
deyince. Rasulullah buyurdu.
- “Çünkü onu ehli kitap
öldürdü."
[6] Bu hadisi Tabarani
Mucemüssağir adlı eserinin 232. sayfasında İbni Amr’ın hadisinden sahih senetle
zikretmiştir. Diğer hadisi ise Müslim Ebu Hüreyre’den rivayet etmiştir.
[7] Bu hadisi süyuti
"tenvirul havalif" adlı eserinin 3. cildinin 103. safyasında
nakletmiştir.
[8] Bu hadisi İbni Sad
Tabakat’ının 8. cildinin 46. sayfasında şu şekilde rivayet etmiştir: Bize Halid
Süleyman’dan o da Ebu Alkame oğlu Alkame’den anlattı. Bu senedin ravileri
Alkame’nin, anasından başka hepsi sikadır. Bu kadının asıl adı Mercane’dir.
İbni Hıbban da sikat adlı eserinin 1. cildinin 236. sayfasında zikretmişlerdir.
[9] Bu hadisi İbni Sad 8.
cildinin 184. sayfasında Münzir’den sahih bir isnatla zikretmektedir. İbni
Hıbban da "Sikat" adlı eserinde Muhammed bin Münzir’den böyle bir
hadisin rivayet edildiğini kaydetmektedir. Münzir’in kardeşi oğlu Hişam Bin
Urveden nakledildiğine göre Muhammed bu hadisi Zübeyr oğlu Münzir Kızı
Fatıma'dan rivayet etmektedir.
[10] Bu hadisi İmamı Beyhaki 2.
cildinin 234-235 sayfalarında kaydetmiş olup mürsel olduğunu zikretmektedir.
Yani rivayet zinciri Abdullah İbni Ebu Seleme ile Ömer İbni Hattab arasında
inkita vardır. Fakat ravileri sikadırlar. Beyhaki’nin dediğine göre Müslim El
Bakının Ebu Salih'den o da Ömer İbnül Hattab’dan arasında inkita vardır. Fakat
Ravileri sikadırlar. Beyhaki’nin dediğine göre Müslim El Bakının Ebu Salih'den
o da Ömer İbnül Hattabdan aynı hadisi rivayet etmiştir. Bununla hadis kuvvet
kazanmaktadır.
[11] Aynı hadisi İmamı Beyhakı
2. cildinin 235. sayfasında zikrettikten sonra şu bilgiyi vermektedir:
"Biz Ayşe'den himar mevzuunda sual sorulduğumuz zaman saçı ve teni örten
şeye himar denir, diye cevap verdi."
[12] Bu hadisi İbni Sad
Tabakat’ının 8. cildinin 48. sayfasında sahih senetle Şümeyse’den
nakletmektedir. Şümeyse Basralı Amir’in Oğlu Aziz’in kızıdır. Hafız da
Şümeyse’nin makbul olduğunu kaydetmektedir.
[13] Bu hadis Mühezzeb'in 3.
cildinin 170. sayfasında nakledilmiştir.
[14] Kutbi: Mısır’da
kıbtilerin giydiği bir nevi entaridir.
[15] Bu hadis sahip olup Ebu
Davud’un Sünen’inin 511 numarasında kayıtlıdır.
[16] Bu hadisi İmamı Müslim 2.
cildinin 209. sayfasında, Ebu Uvane, 1. cildinin 387. sayfasında sahih olarak
nakletmişlerdir.
[17] Bu hadisi İmamı Müslim 2.
cildinin 68. sayfasında, Ebu Uvane 1. cildinin 401. sayfasında sahih hadiseler
arasında nakletmiştir. İbn-i Sa'd da Tabakat’ının 2. cildinin 35. sayfasında
zikretmektedir. Şeyhul İslam İbn-i Teymiye iktiza adlı eserinin 52. sayfasında
şu malumatı verir:
"Rasulullah'ın daha
önceki milletlerin salih kimselerin, peygamberlerin kabirlerini mescid ittihat
edinmelerini söylerken, ifade tarzı açıkça kabirlerde ibadet edinmemenin
lüzumunu belirtir. Bu nehye sebep daha öncekilere benzememektir. Aynı zamanda
Yahudi Hiristiyanlara da benzeyişin fenalığını belirtmektedir.
[18] Bu hadis Ebu Davud’un
Sünen’inde 659. numarada kayıtlıdır.
[19] Bu hadisi İmamı Beyhakı,
Tahavi sahih senetle zikretmişlerdir. Ebu Davud’un sahihihnde de 645 numarada
kayıtlıdır. Merfu olduğuna dair hükümler daha tercihe şayandır.
[20] Bu hadisi İmamı Müslim ve
Ebu Uvane sahihlerinde nakletmişlerdir. Ebu Davud’un Sahih’de de 619 numarada
kayıtlıdır. isnadı sahihdir.
[21] Birinci rivayet Hakim’in
olup isnadı sahihdir. Diğer
rivayet ise İmamı Ahmed ibn-i Hanbel’in olup senedi hasendir. Bu hüküm
Müslim’in hasen hadislerde aradığı şartı nazarı itibare aldığımız takdirde
ortaya çıkar.
[22] Bu hadisi Tahavi "Müşkilül asar"
adlı eserinde, İmamı Ahmed müsnedinde, ibn-i Sa'd tabakatının 2. cildinin 72.
sayfasında zikretmişlerdir. Aynı hadisi takviye eder mahiyette İbni Abbas’ın
rivayeti mevcuttur.
[23] Bu hadisi İmamı Müslim 3. cildinin 131.
sayfasında İmamı Ahmed 4. cildinin 197. sayfasında ve diğer Sünen sahibleri de
hasen bir isnatla rivayet etmişlerdir.
[24] Bu hadisi İmamı Ahmed 5. cildinin 225.
sayfasında, Şeyhul İslam İbni Teymiyenin iktiza adlı eserinin 29. sayfasında
belirtildiği gibi, Said bin Mansur Ubaydullah bin İyad tariki ile
nakletmişlerdir. Bu isnat sahihdir.
[25] Bu hadisi İmamı Müslim 3. cildinin 151. sayfasında, imamı Beyhaki 4. cildinin 287. sayfasında nakletmişlerdir. Her ikisinin şartına göre hadisin isnadı sahihdir. Buna benzer başka bir rivayetde zayıf senedle merfu olarak nakletmişlerdir.
[26] Bu hadisi İmamı Ahmed 6. cildinin 324.
sayfasında, Hakim 1. cildinin 436. safyasında, Beyhakı 4. cildinin 303.
sayfasında, Abdullah İbni Muhammed İbnül Ömer, İbn-i Ali yoluyla zikretmiştir.
Bu isnad hasendir. Ancak Hakim’in rivayetine göre isnadın sahih olması gerekir.
Zehebi de Hakim’in fikrindedir. Neylül Evtar adlı eserde İbni Huzeyme’nin bu
hadisi sahih kabul ettiği variddir. İbnül Kayyim El Cevzi Zadül Maad adlı
eserinin 1. cildinin 237. sayfasında Neseinin rivayetini nakleder. Hafız Feth
adlı eserinin 10. cildinin 289. sayfasında aynı rivayetin taraftarıdır. İmamı
Tabarani Sünenül Kebir’de hadisi rivayet etmiş olup ravilerinin sika kimseler
olduğunu kaydeder. İbn-i Hıbban da hadisin sıhhatına taraftardır.
Hafız hadisi naklettikten sonra şu malumatı
vermektedir:
"Burada bayramdan maksat Yahudilerin
Cumartesi günü Hıristiyanların da Pazar günü mübarek gün olarak kabul
etmeleridir. Rasulullah bu günlerde oruç tutarak onlara muhalefet etmiştir.
Bazı Şafii Fıkıhçılarının yalnız cumartesi veya yalnız Pazar günleri oruç
tutmalarını iyi karşılamamaları da bu yüzdendir.
[27] Bu hadisi İmamı Buhari 3. cildinin 418
sayfasında, Ebu Davud 1. cildinin 305. sayfasında, Nesai 2. cildinin 9.
sayfasında, Tirmizi 2. cidinin 104. sayfasında, Daremi 2 cildinin 60.
sayfasında Beyhakı 5. cildinin 125. sayfasında, İmamı Ahmed 385 numarada
zikretmişlerdir. Tirmizi ayrıca hadisin hasen ve sahih olduğunu kaydeder.
[28] Bu hadisi İmamı Buhari 9. cildinin 553.
sayfasında, İmamı Müslim 6. cildinin 79. sayfasında, Ebu Davud 2. cildinin 6.
sayfasında, Nesai 2 cildinin 207. sayfasında Tirmizi 2. cildinin 351. sayfasında
İbni Maceh 2. cildinin 284. sayfasında, İmamı Beyhakı 9 cildinin 247.
sayfasında kaydetmişlerdir.
[29] Bu hadisi İmam Ahmed 4. cildinin 377.
sayfasında, İmamı Beyhakı 7. cidinin 279. sayfasında, İmamı Tirmizi 2. cildinin
384. sayfasında, Şabe, Semmak bin Harb yoluyla nakletmişlerdir. Semmak diyor
ki: Mürri bin Katari’den işittim. O da Adiy İbn-i Hatem’den işittim. Ve
yukarıdaki rivayeti zikrediyor. Bu takdirde Senet hasen olup ravileri sika
kimselerdir. İbni Hibban Mürri'nin de sika olduğunu kaydeder. Hafız
"Takrib"inde Mürri’nin makbul bir ravi olduğunu söyler. İmamı
Tirmizi, Ebu Davud, İbni Maceh, İmamı Beyhakı, İmamı Ahmed Semmak yoluyla aynı
hadisi başkalarından da rivayet etmişlerdir. Bu rivayetin zinciri şu
şekildedir.
Ubeyse bin Helep babasından rivayet ediyor:
Rasulullah'dan şöyle dediğini işitim...
Bu isnad da yukarıdaki gibi sahihdir. Ancak
Ubeyse’nin sahih olup olmadığı kesin değildir. Tirmizi bu rivayetin hasen
olduğunu kaydeder.
[30] Bu hadisi İmamı Müslim 6. cildinin 144.
sayfasında Nesei 2. cildinin 298. sayfasında, Hakim 4. cildinin 190. sayfasında
nakletmişlerdir. Hadis sahih olup her iki imamın da şartlarını taşımaktadır.
[31] Bu hadisi Tabarani Evsat adlı eserinde
kaydetmiştir. Fethul Kadir’in 10. cildinin 223. safyasında da kayıtlıdır.
[32] Bu hadisi İmamı Ahmed Kasım yoluyla rivayet
edip 5. cildinin 264. sayfasında kaydetmiştir. Bana göre bu isnat hasen olup
ravilerin hepsi sika kimselerdir. Ancak Kasım sika değildir. Esas adı Kasım
olup şamlı Ebu Abdurrahman oğlu İbni Abdurrahman’ın kendisidir. Heytemi
"Mecma" adlı eserinin 5. cildinin 131. sayfasında şu bilgiyi verir:
Bu hadisi İmam Ahmed ve Tabarani rivayet etmiştir. İmamı Ahmed’in ravileri
sahih ravilerdir.
[33] Bu hadisi İmamı Buhari
10. cildinin 288. sayfasında, İmamı Müslim 1. cildinin 153. sayfasında, Ebu
Uvane 1. cildinin 189. sayfasında,
İmamı Beyhakı 1. cildinin 150 . sayfasında Nafi yoluyla rivayet etmişlerdir.
[34] Bu hadisi imamı Müslim 1.
cildinin 153. sayfasında Ebu Uvane 1. cildinin 88. sayfasında Beyhakı 1.
cildinin 150. sayfasında İmamı Ahmed 2. cildinin 153. sayfasında Ala Bin
Abdurrahman yoluyla nakletmişlerdir. "Necma" adlı eserin 5. cildinin
166. sayfasında Enes'in rivayet ettiği hadiste bunu desteklemektedir. Enes’in
hadisini Tahavi 2. cildinin 333. sayfasında nakletmiştir.
[35] Bu hadisi İmamı Buhari
10. cldinin 291. sayfasında, Müslim 6. cildinin 155. sayfasında, Ebu Davud 2.
cildinin 195. sayfasında Nesei 2. cildinin 273. sayfasında, İbni Mace 2.
cildinin 3821. sayfasında, İmamı Ahmed 2. cildinin 240, 260, 309, 401 nci sayfalarında
nakletmişlerdir.
Şevkani, "Neylül
Evtar" adlı eserinin 1. cildinin 105. sayfasında şu malumatı verir:
"Boyanmanın teşri
edilmesinin sebebi Yahudi ve Hıristiyanlara muhalefettir. Rasulullah bu konuda
çok ciddiyet gösterirlerdi. İbni Cevzi der ki: Sahabe ve tabiinden pek çok
kimseler sakallarını boyardılar.
[36] Bu hadisi İmamı Ahmed 2.
cildinin 168. sayfasında, Amr İbni ebi Seleme ve Muhammed bin Amr yoluyla
nakletmektedir. İsnad hasen olup İbni Hıbban, Camiinde sahih hadisler arasında
kaydetmiştir. İmamı Ahmed 2. cildinin 356. sayfasında, İmamı Tirmizi 3.
cildinin 55 sayfasında, Amr bin Ebi Selemi’nin babasından rivayet ettiğini
söyliyerek der ki:
"Hadis hasen ve sahih
olup pek çok delilleri vardır. Zübeyr İbni Avam’dan bir rivayeti İmam-ı Ahmed
1415 numarada kaydeder. Rivayet zinciri şu şekilde yürür: Muhammed bin
Urve’den, o da babasından, o da Zübeyr İbni Avvam’dan, İbni Kenase’nin bu
yoldan rivayetini nesei 2. cildinin 278. sayfasında, Ebu Nuaym 2. cildinin 180.
sayfasında, Hatip 5. cildinin 404-405 sayfalarında kaydeder. Bu isnad en sahih
olanıdır.
[37] Bu hadisi Buhari 6.
cildinin 447. 7. cildinin 83.
sayfasında Ebu Davud 2. cildinin 193. sayfasında Nesei 2. cildinin 292.
sayfasında, İbni Maceh 2.cildinin 383. sayfasında, İmamı Ahmed 2944 numarada
kaydetmiştir.
[38] Bu hadisi Hafız
"Fetih adlı eserinin 11. cildinin 12. sayfasında nakletmiştir. Nesei
"Sünenül kübra'sında kaydeder. İbn-i Hacer El Heytemi mecma adlı eserinin
8. cildinin 38. sayfasında irad eder. Tirmizi İbni-l Lühey'a yoluyla Amr İbn-i
Sayb’den, o da babasından, o da dedesinden getirmiş olduğu bir rivayeti 3.
cildinin 386. sayfasında nakleder. Ancak İbni-l Lühey'a rivayet yönünden
zayıftır.
[39] O yüzden Ata İbn-i
Rabah’ın dediğine göre ashabı Güzin el ile selam vermeyi iyi karşılamazlardır.
Buhari Edebül Müfred adlı eserinin 146. sayfasındaki bu hadisi kaydeder, isnadı
sahihdir. Nevevi diyor ki:
"İşaretle selam verme
yasağı söyleyebilme kudretine sahip olan kimselere mahsustur. Selam veremiyecek
kadar mazur olan kimseler işaretle selamlaşabilir. Uzakta olan dilsizler,
sağırlar ve namaz kılanlar müstesna.
[40] Hadis hasen olup, Dolabi,
"kına" adlı eserinin 2. cildinin 137. sayfasında zikremiştir. Dolabi
Muhammed oğlu Ebutayyib El Harun yoluyla zikreder ve der ki: Mükeyr bin Semmar
bin Sa'd’dan o da Sa'd bin Ebi Vakkas’tan bize nakletti. Rasulullah buyurdu ki:
“Allah temizdir ve temizliği sever. Cömerttir cömertleri sever. Kerimdir
kerimleri sever. Güzeldir güzelleri sever. Siz de temiz olun." Bu hadisin
ravileri sika kimselerdir. Sadece Ebu Tayyib Harun bin Muhammed zayıftır.
Tirmizi bu Hadisi başka bir yolla Halil bin İlyas’dan, o da Salih bin Ebu
Hasan’dan o da Said bin Müseyyeb'den nakleder. Tirmizi Hadisin garip olduğunu
ve Halid bin İlyas’ın zayıf olduğunu söyler.
[41] Bu hadisi Ahmed İbni Hanbel
4263 numarada, İmamı Beyhakı 10. cildinin 215. sayfasında, ibrahim bin Müslim
El Hucri’nin Ebul Ahvas yoluyla getirdiği rivayeti nakleder. Hucri rivayet
bakımından zayıftır. İbni Hacer El Heytemi Mecma adlı eserinin 8. cildinin 113.
sayfasında yukarıdaki lafızla zikretmiştir. İmamı Ahmed ve Tabarani’nin rivayet
zincirini teşkil eden raviler sahih kimselerdir. Hicri ise sahih kimse
değildir.
[42] Bu hadisi Buhari 6.
cildinin 381. sayfasında, Tirmizi Şemail’in 6. cildinin 161. sayfasında, Daremi
2. cildinin 320. sayfasında, Tayalisi 25 numarada, imam-ı Ahmed 154 numarada
naklederler.
[43] Bu hadisi Tirmizi 3.
cildinin 213. sayfasında, İmamı Ahmed 5. cildinin 218. sayfasında nakleder. Bu
isnad İmamı Buhari ve Müslimin şartlarına muvafık olup sahih hadisdirler.
Tirmizi Sahih ve Hasen bir hadis olduğunu kaydederler. ibnül Kayyim El Cevzi
"İgasetül-Lehefan" adlı eserinin 2. cildinin 300. sayfasında takviye
eder.
[44] Bu hadisi İmamı Ahmed
5114 numarada nakleder. İbni Asakır 1. cildinin 96. sayfasında, Şeyban oğlu, Sabit
oğlu Abdurrahman yoluyla nakleder. Bu isnat hasendir. İbni Teymiye’de İktiza
adlı eserinin 39. sayfasında isnadın yerinde olduğunu söyler. Hafız El Irakı
"tahricül ihya" adlı eserinin 1. cildinin 342. sayfasında senedin
sahih olduğunu söyler. Hafız Feth’ul-kadir aldı eserinin 10. cildinin 222.
sayfasında senedin hasen olduğunu söyler. Sanani’nin "Bülüğul meram"
şerhinin 4. cildi sahih kabul ettiği kayıtlıdır. Aynı Hadisi Tahavi
"Müşkilül Asar" adlı eserinin 1. cildininin 88. sayfasında Ebu Umeyye’den naklen anlatır: Muhammed bin Veheb
Atıyye’den işitti. O da Velid Bin Müslim’den işitti. O da Evzai’den işitti. O
da Hasan bin Atıyye’den işitti....
Bu isnattaki Ravilerin hepsi de sahih olup sıka oldukları maruftur. Ancak
Velid Bin Müslim müdellesdir. Bu hadisin aynı metnini Tabarani Evsat adlı
eserinde Huzeyfe’den naklen anlatır. Diğer kimselerinde mecma adlı eserin 10.
cildinin 271. sayasında sıka oldukları belirtilmiştir.
[45] Bu hadisi Müslim ve Ebu
Uvane sahihlerinde naklederler. Diğer rivayette Ebu Davud’un sahihinin 688
numarasında kayıtlıdır.
[46] Bu hadisi Müslim 2.
cildinin 31. sayfasında nakleder. Ahmedde 5. cildinin 93. sayfasında, Tabarani
Mucemül Kebir’inde kaydederler.
[47] Bu hadisi Ebu Davud 1.
cildinin 409. sayfasında, İbni Hıbban 1664. bölümünde Hakim 2. cildinin 115.
sayfasında, Beyhaki 9. cildinin 152. sayfasında İmamı Ahmed 4. cildinin 193.
sayfasında Velid bin Müslim yoluyla naklederler. Rivayet zinciri şu şekilde
uzar: Abdullah İbni Zübeyr İbni Müşküm’den o da Ebu Salebe’den nakleder.
[48] Şevkani Neylül Evtar adlı
eserinin 2. cildinin 94. sayfasında: Şöhret elbisesinden maksat, başkalarına
görünmek ve fors satmak için giyilen elbisedir, der. İbnü’l Esir ise şöhret
elbisesinden maksat insanların arasında göz alıcı elbiseler giyerek mütekebbirane
edeya bürünmektir diye belirtir.