Bidayetü’l-Mübtedi Şerhi Hidaye
EL-HİDAYE YAZARININ HAYAT TARİHÇESİ
Çağdaşlarının, Hakkındaki Sözleri
Hidaye Yazarının Mezhep Uleması Arasındaki Yeri
Müellifin, Bu Kitabında Kendisine Has Olan Bir Takım
Üslup Ve Alışkanlıkları
Din kardeşlerimize
hizmet etmeyi vazife bilen müessesemiz, daha Önceleri yayınlamış olduğu
Sünen-i îbn-i Mâce, Kabir
Âlemi, Sî-ret-i İbn-i Hişam
gibi eserlerden sonra, şimdi de Hanefi mezhebi üzerine yazılmış kaynak
eserlerden sayılan -EL HÎDAYE-yi neşretmiş bulunuyoruz,
Müslüman din
kardeşlerimizin dünyevî ve uhrevî pek çok sorularına rahatlıkla cevap
bulabilecekleri bu değerli eseri, kıymetli âlimlerimizden Emekli Müftü Ahmeji Meylânî tarafından günümüzün
anlaşılır Türkçesi ile büyük itina gösterilerek
hazırlanmıştır. Aynca eserin dip notlarında
kaynakların yerleri de gösterilmektedir.
Eserin neşir sahasına
çıkmasını bize müyesser kılan Allah Teâ-lâ
Hazretlerine hamd eder, inşaallah
daha nice eserleri bizlere neşretmeyi nasib eder.
Okuyucuların istifade
ve takdirleri bizim için en büyük sürür ve mânevi ecir vesilesi olacaktır. Cenâb-ı Hakk'a hamd, Peygamberine salat,
ümmetine rahmet olsun...
Kahraman
Yayınları Fethullah
Kahraman[1]
büyük alimlerden olup
Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu
anh) 'in soyundandır. tslâmî
ilimlerin her dalında kıymetli eserler vermiş ve çağdaşı olan alimlerin takdirlerine
mazhar olmuştur.
tslâm fıkhı üzerinde önce herkesin yararlanabileceği özlü
ve kısa bir kitab hazırlamış ve buna «Bidayetü'l-Mübtedi- adını vermiştir.
Daha sonra bunu yeterli bulmayarak genişletmek istemiştir. Gördüğü bu lüzum
üzerine bu kitabını şerh ederek seksen cild haline
getirmiş ve ona, «Kifayetü'l-Müntehi- adını vermiştir.
Bugün, bu eserinin nüshalarına rastlanmamaktadır. Ancak bu eserin de çok geniş
olması sebebiyle kâtibler tarafından yazılıp
çoğaltılmasının bir hayli güç olduğunu ve faydalanma bakanından kolaylık
sağlayamayacağını düşünerek bunu daha yararlı bir hale sokmak istemiştir.
Nihayet 573 H. yılında Bidayetü'l-Mübtedi
adlı kitabına ikinci defa olarak dört cüz halinde bir şerh yazmış ve buna da, «Hidaye- adını vermiştir. Bu kitabın Önemini bizzat
kendileri, şiirlerinin birinde şöyle ifade ederler:
Hidaye öyle bir kitabdır ki, onu
öğreneni hidayet yoluna iletir, körün gözünü aydınlığa kavuşturur.
«Ey akü sahibi! Sen
ona sanl ve onu öğren; çünkü onu öğrenen, manevî
İsteklerin en yükseğine erişmiş olur.»
Bu eser, bugün bile
İslâm ülkelerinin çok yerlerinde okunup okutulmakta ve kıymetini muhafaza
etmektedir. Hanefi mezhebi üzere yazılmış kaynak eserlerden sayılabilir. Böyle
bir eserin, hocalarımızdan (Emekli Müftü Muhterem Ahmed
Meylâni) tarafından Türk-çeye
çevrilmesiyle iyi bir hizmet yapıldığı muhakkaktır.
Gerek mütercim için ve
gerekse, basımını sağlayan yayınevi sahipleri için sadaka'i
Cariye kabilinden sevab vesilesi olmasını ve
okuyucuların da faydalanıp gereği üzere işlem yapmalarını yüce Al-lah'dan dilerim. 3/1/198 A. Fikri Yavuz[2]
Yüce Allah'a hamd ve senalar, onun son Peygamberi olan H z. Muhammed (Aİeyhi's-salatü ve's-selâml'a da sayısız saîât ve selâmlar olsun.
Sayın okuyucu,
elindeki bu değerli eseri tercüme etmek benim için büyük bir mutluluk kaynağı
olmuştur. Çünkü bu çalışmayla Hanefi fıkhının en mutemet kaynaklarından biri
daha yeni neslin istifadesine sunulmuş olmaktadır. Nitekim beni
–özellikle- bu eseri tercüme etmeye
yönelten amil, eserin mukayeseli olması ve İslâm fıkhı konusunda okuyucunun
muhakemesini geliştirecek nitelikte bulunmasıdır:
Bu arada, tercümedeki
bazı özellikleri açıklamakta yarar görmekteyim. Şöyle ki:
1- Eserin Arapça ifadesi bir hayli muğlak olup konulann işleniş tarzı herkesin rahatça anlayabileceği
kolaylıkta olmadığından, okuyucu tercümede de aynı zorluklarla karşı karşıya
bırakmamak için metne bağlı kalmaktan çok, elden geldiği kadar, kolay anlaşılır
ve açıklamalı bir üslup tercih ettim. Bununla beraber, eserdeki zorluğun
tamamen ortadan kaldırılmış olduğunu iddia edemem.
2- Eserdeki aktüel olmayan bazı klasik örnekler, çağa
uygun ve modern örnekler durumuna getirilmiştir. Aynı amaçla köle ve cariyelerle
ilgili kısımlar tercüme edilmemiştir.
3- Müellif, «el-Mebsut-,
«Kudurt Muhtasarı», yahut el-Cami-üs-sağir»den bir
söz naklettiği zaman, bu kitapların adını vermeyip birincisîne -Asıl»,
ikincisine «Muhtasar», üçüncüsüne de «el-Kitab» demektedir.
Biz ise, bu kitapların asıl adlarını vermeyi ve müellifin, kendi tarafından
esere bir söz katmak ihtiyacını duyduğu zaman, tevazu göstererek «Zaif kul diyor ki» şeklinde kullandığı ifadeyi «Ben diyorum
ki» şeklinde değiştirmeyi tercümeye daha uygun bulduk.
4- Müellifin önsözünde
de geçtiği üzere, bu eser kendisinin daha önce
yazmış olduğu «Bidayet' ül-Mübtedi»
adındaki metnin şerhi olduğu ve bütün şerhlerde olduğu gibi bu şerhte de, metin
kısmı parantez içine alındığı için, biz tercümede de aynı usule bağlı kaldık.
Kaldı ki bunda, metin ile şerhin birbirine karışmaması ve okuyucunun ihtiyaç
duyduğu zaman, tercümeyi Arapça aslı ile kolaylıkla kar-şılaştırabilmesi
gibi birtakım yararlar da bulunduğu için -özellikle- biz buna özen gösterdik.
Şunu da belirtmeliyim
ki: Çeşitli sebeplerden dolayı tekbaşıma tercümeyi
arzuladığım süre içinde bitiremeyeceğime kanaat getirdiğimden, halen Eğridir
vaizi bulunan Mehmet Yalar ile eski din görevlisi Mehmet Selim Bilge' den bana
yardımcı olmalarım rica ettim. Ricamı kabul eden bu meslektaşlarımdan Mehmet
Yalar 3. cildin tamamım, Mehmet Selim Bilge de 4. cildin beşte üçünü tercüme
etmeyi başardılar. Kendilerine teşekkür eder, ilerdeki çalışmalarında da
basanlar dilerim. Başarı Yüce Allah'dandır. 12.7.1983 Ahmed Meylâni[3]
El-Hidaye
yazarı, Şeyh-ül îslâm İmam Bürha-n ü d d i n lâkabı ile
meşhur olup künyesi Ebülhasan, adı Ali' dir. Babasının adı E b û b e k i r, büyük babası da Ab-d ü
I c e 1 i 1' dir. F e^r ğ a n e ' nin
M e r g i n a n kentinde dünyaya gelmiştir. Hz.'Ebû Bekr-i Sıddiyk'uı
(Radıyal-lahü anh) soyundandır. Kendisine imam denebilecek kadar büyük
bir fıkıh âlimi, hafız, muhaddis, müfessir, bütün İslâmi ilimleri kendisinde toplayan, ilim ve fenlen
göğsünde tutan, her meseleyi bütün incelikleriyle ele alan ve derin bir
kavrayışla araştırıp inceîiyen, keskin görüşlü,
üstün takva ve geniş bilgiye sahip, İslâmi ilimlerin
her dalında mahir, üstün vasıflı, Usul-i Fıkıh'ta, Şiir ve Edebiyatta eşsiz bir
kimse idi. Hilafiyatta ve özellikle Fıkıh-ı Hanefi'de
üstün yargı ve geniş bir anlayış gücüne sahipti ilimde ve Edebiyatta benzeri
görülmemiştir. F e r ğ a n e, doğu Türkistan'da bir ülke olup Merginan bu ülkede
bir kentin adıdır.[4]
Büyük âlim Muhammed b.
Abdülhay el-Kenzi,
atalarından birinin.A 1 â ü d d i n ismindeki
müverrihin el yazısından naklen şunu kaydettiğini söylemiştir :
«El-Hidaye'nin sahibi, beşyüz onbirinci yılı Recep ayının sekizinci gününe rastlayan
Pazartesi günü ikindiden sonra dünyaya gelmiş, beşyüz
kırk dördüncü yılında Beytüllah'ı ve Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
kabr-i şerifini ziyarete muvaffak olmuş ve beşyüz doksan üç yılı Zilhicce ayının on-dördüncü gününe
rastlayan Sah akşamı vefat ederek Semer-kant'ta toprağa verilmiştir.»[5]
El-Hidaye
sahibi, fıkhı birtakım meşhur imamlardan okumuştur, ki Tevhit ve Kelâm ilmine
dair -el-Akaİd-ün Nesefiye-
sahibi Müftissekaleyn Nacmüddin
Ebû Hafs Ömer el-Nesefî, İmam el-Sadır el-Şehid Hisamüddin Ömer b. Abdülaziz, Tuhfe
sahibi Alaüddin el-Semerkandi'
nin tilmizi bulunan İmam Ziyaüddin
Muhammed b. el-Hüseyin el-Bendenici ve -Hulasatülbeyan» sahibinin babası İmam Kıvamüddin
Ahmed b. Abdürreşid el Buharı
bunlardandır.[6]
İmam Fahrüddin Kadıhan, el-Muhitül-burhanı sahibi el-Sadrül
Kebir Bürhanüddin, el-Fetavezzahiriye
sahibi üstad ve İmam Zahîrüddin
Ahmed b. Muhammed el-Buhari
ve Üstad Zey-nüddin Ebû Nasır Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-İtabî
ve başkaları gibi çağdaşı bulunan büyük âlimler, onun üstünlük ve ilmi
hakkında şehadette bulunmuşlardır.[7]
Mecmu-un Nevazil, Kitab-üt Tecnisi ve-1 Mezid, Feraiz, el-Münte-ka, Bidayet-ül Mübtedi, Kiyafet-ül Müntehi, el-Hidaye ve Hac Me-nasiki gibi bir çok eserleri
bulunmaktadır. Kendisi Bidayet-ül Mübtedi
hakkında şunu yazmaktadır: -İlk çağımda ve daha gençken arzu ederdim ki, hacmi
küçük muhtevası büyük ve içinde meselelerin her çeşidi bulunan bir kitap
bulunsun. Nihayet uzun yolculuklarım esnasında K u d u r i' nin Muhtasan'nı benim arzuladığım
biçimde kaleme alınmış bir kitap olarak buldum. Bu kitap kısa olmakla beraber
zengin muhtevalı ve beğendirici bir üslub. ile
yazılmıştır. Ayrıca gördüm ki zamanın büyükleri, büyük küçük herkesi,
el-Cami-üs Sağir'i ezberlemeye teşvik ediyorlar.
Bunun üzerine, bu iki kitabı birleştirip bir kitap haline getirmeye ve bu
kitaba -bir zorunluk duymadıkça - bu iki kitap
dışından bir şey katmamaya karar vererek bu işe koyuldum ve kitap bitince ona
«Bidayet-ül Mübtedi» diye
ad koydum. Müellif bu kitapta babları teberrüken el-Cami-üs Sağîr'in
sıra-layışma göre sıralamıştır. Müellif : «Eğer bu
kitabıma bir şerh yapmayı başarabilirsem ona da «Kifayet-ül
Müntehi» diye ad koyacağım» dedikten sonra bu işe de girişmiş ve şerh
bittikten sonra ona -dediği gibi- Kifayet-ül Müntehi
adını vermiştir. Bu şerh, K ü -n e v i'nin «Miftah-us Saade» de nakline göre
yetmiş ciltlik olup benzeri bulunmayan bir kitaptır. Ancak çok uzun oiduğu için kimsenin okuyamayacağı endişesiyle müellif,
metni bir daha ve bu kez eskisine göre kısa ve fakat gerekli olan bilgilerden
hiç birini kaçırmamak kaydı ile şerh ederek ona da -Hidaye-
admı vermiştir. Müellif bu şerhini de, beşyüz yetmiş üç yılı Zilkade ayında bir Çarşamba günü
öğleden sonra kaleme almaya başlamış olup onda en iyi rivayetleri ve'sağlam ve güçlü dirayetleri bir araya getirmiştir. Bu
kitap halk arasında büyük bir rağbet gören ve herkesçe sevilip beğenilen,
ellerden hiç düşmeyip dolaşan bir kitap olmuştur. Bu kitap hakkmda
Hidâye sahibi Şeyhülislâm'in
mahdumu î m a m İ m a ü d d i n şu mealde bir methiye yazmıştır:
«Hidaye,
kendisini belliyenleri hidayete' eriştiren ve körlüğü
gideren bir kitaptır. Öyleyse ey sağduyu sahibi olan kişi, ona yapış ve onu tut
hiç bırakma. Kim ki ona ulaşıp elde ederse, emellerin en üstününe ermiş olur.»
Bir başkası da şöyle
demiştir :
•Şüphe yoktur ki Hidaye adındaki kitap, Kur'an-ı
Kerim gibi kendisinden Önce ulemanın fıkha dair yazdığı hiç bir kitaba gerek ve
ihtiyaç bırakmamıştır.»
Muhammed b. Abdülhay el-Leknevi demiştir ki:
Bu sözü kabul edebilmek için, Hidaye müellifinin onu
-rivayete göre- onüç yılda tamamladığını ve bu uzun
süre içinde oruçlu olup bir gün olsun oruçsuz geçirmediğini, oruçlu olduğunu da
gizliyerek hiç kimseye sezdirmemeye çalıştığını
hatırlamak kâfidir. Söylendiğine göre hizmetçisi ona yemek getirdiği zaman
ona: -Bırak oraya git» der ve hizmetçi gittikten sonra yemeği ya öğrencilerinden birine veya bir başkasına yedirir ve
hizmetçi dönüp kaplan boş görünce kendisinin yediğini sanırdı.
Hidaye'yi asıl müellifinden ilk okuyan kişi Şemsül
Eimme el-Kezderi' dir. Ulemâdan büyük bir kalabalık ve üstün ilim erbabından
birçok kimseler Hidaye'ye şerh ve haşiyeler yapmışlardır.
Onu çekemiyenlerin kiminin:
«Hidaye
sahibi kaynaksız ve sıhhati şüpheli birtakım hadisleri kitabına almıştır diye
ona taş attıkları için, birçok kimseler de ondaki hadisleri tahriç ederek sıhhatlanm
kanıtlamışlardır. Bunlardan biri, imam Muhyiddin Abdülkadir b. Muham-med el-Kureşi el-Mısri' dir. Bu zatın bu konuya
ilişkin kitabmın adı -el-İnaye
bi-ma'rifeti ahadis-il Hidaye-dir. Biri de Şeyh Alaüddin' dir. Bunun da kitabının adı «el-Kifaye
fi ma'rifeti ahadis-il Hidaye-dir. Şeyh Cemalüddin b. Abdullah b. Yusuf el-Zeylaî
de bu konuda «Nasbürraye li
ahadis-il Hidaye- adında
bir eser yazmıştır.[8]
tmam Muhammed Abdulhay el-Leknevi el-Fevaid-ül behiyye fi teracimil
hanefiye- adlı kitabında şunları kaydetmektedir :
«Bilinmelidir ki
ulemâ, Hanefi fıkhı âlimleri olan arkadaşlarımızı altı kuşağa ayırmışlardır:
1- İmam Ebû Yûsuf, îmam
Muhammed b. Hasan el-Şeybanî gibi mezhep sahibi büyük
îmam Ebû H a n i f e hazretlerine arkadaşlık ederek
ondan öğrenim yapan, mezhep içinde müçtehitler kuşağı. Bunlar, îmam Ebû Hanife'-nin
tesbit ettiği kaidelerden fıkıh ahkâmını çıkarma
gücüne sahip kimselerdir.
2- Hassaf, Tahavi,
Kerhi, Serahsl, Hul-vani. Pezdevi
ve başkaları gibi mezhep sahibinden hakkında herhangi bir rivayet gelmiyen meselelerde içtihat eden kimseler. Bunlar ne usûl
ve ne de füru'da, yani ne delil ve kaidelerde ve ne de delil ve kaidelerden
çıkan hükümlerde îmam'ın görüşünden ayrılmaya yetkili değillerdir. Ancak hakkmda tmam'dan bir rivayet
bulunmayan hükümleri,
îmam'ın tesbit ettiği usûle göre çıkarma yetkisine
sahiptirler.
3- Sadece tahriç, yani kapalı falan bir sözü açıklamaya veya birden
çok mânaları verebilen bir sözün hangi mânada kullanıldığını kestirme gücünde
olan tahriç sahibi kimseler.
4- Kuduri ve Hidaye sahibi
gibi, yine tahriç sahibi olup dirayet gücü ile ancak
bir rivayeti bir diğer rivayetten üstün görme yetkisinde olanlar.
5- Mukallitler kuşağı. Bunlar -muteber olan dört metin
sahipleri gibi- güçlü, zaif, seçkin ve gevşek olan
görüşleri biribirin-den ayırt edebilen kimselerdir.
6 - Bunlardan sonra gelen kuşak ki bunlar, semizi,
cılızı, sağı, solu ayırt edemiyen kimselerdir.
«Ettealik
alel Fevaid-il behiyye» sahibi Ebû Firas el-Gassani de Hidaye sahibinin hayat tarihçesinde aynen şunları
kaydetmektedir:
«Keskin görüşleriyle
bir görüşü bir diğer görüşten üstün görme gücünde olan tercih sahipleri
kuşağından Kemalpaşa Zade, Hidaye sahibinden, söz
ederken onun K a d ı h a n ' dan aşağı olmadığını, delilleri eleştirme ve
meseleleri delillerden çıkarmada büyük bir güç sahibi olduğunu söyledikten
sonra:
«Hidaye
sahibi, mezhep içinde içtihat etmeye herkesten daha lâyıktır. Onu mezhep
içinde müçtehitlerden saymak sağduyuya daha yakındır» diye yazmaktadır.[9]
Müellifin, bu
kitabında edindiği birtakım usûl ve alışkanlıkları bulunmaktadır:
1- Muhaddis Şeyh Abdülhak'ın dediğine göre, Müellif «Allah kendisinden razı
olsun diyor ki- dediği zaman kendini kas-detmiş olur.
Ebüssuud demiştir ki: Hidaye
sahibi, kendisinin olan bir görüşü açıklamak isterken; «Aciz olan bende (Allah
eksikliklerini bağışlasın» diyor ki- diye söylüyor. Ancak onun vefatından
sonra (Allah makamını yüceltsin) talebelerinden kimisi, onun bu deyimini «Allah
kendisinden razı olsun diyor ki- şeklinde değiştirmiştir.
Müellifin -Ben diyorum-
deyiminden kaçınmasının nedeni, bu deyimden benlik kokusunun duyulmasıdır.
Bunun içindir ki bu güzel âdet, Hadis ve Fıkıh ulemasının büyükleri arasında ötedenberi alışılagelen bir âdet olmuştur.
2- Kendisince muhtar olan görüşün delilini -Kadıhan' m
Haniye»deki usulünün tersine olarak- en sonraya bırakır. K a d ı z a d e «Netaic-ül Efkâr-'da -Müeilifin süregelen alışkanlıklarından biri de şudur:
Çeşitli görüşlerin delillerini açıklarken güçlü olan görüşün delilini hepisinden önce söylemek daha uygun ise de, en sonraya
bırakır ki, kendisinden önceki delillere bir cevap mahiyetinde olsun- diye
kaydetmektedir.
3 - »Şeyhlerimiz» deyimini kullandığı zaman Maveraun-nehir (Ceyhun nehri Ötesi) diye yâd olunan Buhara
Se-m e r k a n t ulemasını kasdeder. Vakfünnehir, Allame Kasım' dan İstılahta Şeyh
tabirinden büyük İmama yetişmiyen kimseler kasdedilir- diye nakletmektedir.
4- Feth-ül
Kadir'in dediğine göre -Ülkemizde» dediği zaman Ceyhun
nehri ötesine düşen kent ve kasabaları kasdeder.
5- Daha önce getirmiş olduğu bir âyetten söz ederken -Yukarıda
okuduğumuz üzere-, daha Önce getirmiş olduğu bir akli delilden söz ederken
-Yukarıda belirttiğimiz üzere- ve daha önce getirmiş olduğu bir Hadisten aöz ederken de «Rivayet ettiğimiz üzere» deyimlerini
kullanır. Netaic-ül Efkâr
fi şerhi rümuz-İl Esrar böyle söyler. Fakat Kifâye'den anlaşıldığına göre, çok kere «Yukarıda belirttiğimiz
üzere» deyimini hem âyet, hem hadis ve hem de aklî delil hakkında
kullanmaktadır. Miftah-us Saade'ye
göre de «söylediğimiz üzere» deyimini en önemli olan deliî
hakkında kullanmaktadır. Ayrıca Sahabinin sözü
hakkında -Eser» deyimini kullanırken çoğu kez -Eser» ile «Hadis» arasında
ayırım yapmaksızın ikisinde de «Yukarıda belirttiğimiz üzere- deyimini kullanmaktadır.
6- Çok kere Âyet ve Hadis nassmın
nedenini -meselenin hükmü için hem nakli, hem akli delil olsun diye- müstakil
bir akli delil olarak getirmektedir.
7- Akli delil yerine «Fıkıh» deyimini kullanır ve: «Bu
meselede fıkıh böyledir- der.
8- Çoğu kez aklî delilden sonra -nedenine işaret etmek
üzere- bir başka aklî delil de getirmektedir. Netaic-ül Efkâr i «Müellifin usulü şudur ki, bir dâvaya delil
getirdikten sonra «Çünkü» diye devam ederek dâvanın Inni
delilinden sonra Lİmmi delilini de ( [10] )
belirtmek ister- diye yazmaktadır.
9- «Asıl"da böyledir» dediği zaman İmam
Muhammed b. Hasan el-Şeybani' nin «el-Mabsût» adındaki kitabını. «Mutasar-
dediği zaman K u d u r i' nin -eI-Muhtasan»nı,
-el-Ki-tap> dediği zaman da «el-Cami-us Sağiyr»i kasdeder.
10- Bir babta Kuduri1 nin aynı bab'a
müteallik meselelerini tamamladıktan sonra, babın sonunda el-Cami-üs Sağiyr'İn. meselelerini ele alır.
11- Kuduri ile el-Cami-üs Sağiyr'İn
ibareleri arasında bir uyuşmazlık bulunduğu zaman «el-Cami-üs Sağiyr
böyle demiştir» der. Uyuşmazlık bulunmazsa el-Cami-üs Sağiyr'İn
adını vermeden sadece «Demiştir» dedikten sonra ibaresini nakletmekle yetinir.
Hatta bazan «Demiştir- sözünü de atar.
12 - Demişlerdir- tabirini yalnız ihtilaflı meselelerde kullanır.
13- «Bu hadis şu mânâya mahmuldür- dediği- zaman «Hadis
ulemâsı tarafından o mânâya hamledilmiş tir- demek ister. «Bu hadisi şu mânâya
hamlediyoruz» dediği zaman ise, hadis hakkındaki hadis ulemâsmm
yorumunu değil, kendi yorumunu açıklar.
14- Falan keşten- dediği zaman: «O kimse o görüşü başkasından
nakletmiştir-, -Falancaya göre» dediği zaman ise, «görüş o kimsenindir- demek
ister.
«Allah, hakkında
iyilik dilediği kimseyi din konusunda bilgili kılar.» Hadıs-i
Şerif ([11])
İlmin bayrak ve
sancaklarını yükseklere dikip dalgalandıran, şeriatın şiar ve hükümlerini
belirleyip ortaya koyan, insanlığa doğru yolu göstermek için birtakım
peygamberler gönderen ve o peygamberlerden sonra, onların gittiği yola
insanları davet etmek için birtakım âlimleri o peygamberlere halef ve vâris
kılan yüce Allah'a hamd ve senalar olsun. O âlimler
ki; görevlerini tam anlamıyla yerine getirmiş, hayatın -büyük küçük, açık
kapalı- ne kadar ihtiyaçları varsa,
hepsine ışık tutacak birtakım meseleler va'zederek
dinî ve içtimai hayatta büyük ölçüde kılavuzluk etmişlerdir.
Ne var ki, ardı arkası
kesilmeyen hayat olaylarının sayılamayacak derecede çokluğu yüzünden, konunun
kemeri biribirinin ardından akıp gelen bu olaylara
dar gelmekte ve her bir olay için mahsus bir hüküm bulunamamaktadır. Bununla
birlikte, kaçıp ele geçmeyen ve uzaklaşıp
karanlıklara gömülen avlan, kaynakların ışığında arayıp bulmak ve ana
yuvalarında yakalayıp bağlamak mümkündür. Ancak bu da, her kişinin değil,
hüküm ve hâdiseler arasındaki benzerlikleri kavrayıp örneklerden
yararlanmasını bilen er kişinin işidir.
Sayın okuyucu.
Ben şu kitabın metni
olan -Bidayet-ül Mübtedi-ye
başlarken -Bittikten sonra -Allah izin verirse-- ona bir şerh de yazıp o şerh
-Kî-fayet-ül Müntehi» adını
vereceğim- diye va'detmiştim. Bunun için kitap biter
bitmez hemen şerha başladım ve -Cenab-ı Allah'ın,
sözünü yerine getirmeye çalışanlara kolaylık verdiği için- kısa bir süre
içinde bitirmeyi başardım. Ancak kitap bitmek üzere iken, onun bazı yerlerinde
gereksiz uzatmalar yapıldığını ve bu yüzden kitabın bir hayli kabank olduğunu görerek, bir kenara itilip okunmayacağından
endişelendim. Bunun üzerine bu sefer ona. «el-Hidaye»
adındaki bu şerhi yazmaya koyuldum.
Bu şerhte en güzel ve
sağlam rivayetleri, en sıhhatli ve ilginç dirayetleri toplamış bulunuyorum. Bu
şerhe ayrıca, bütün temel meseleleri ve çeşitli dallara kök olabilecek ana
kaideleri dercetmekle beraber onda gereksiz uzatmalar
yapmaktan da kaçındım. Ta ki, zamanı müsaid olmayan
veya mizacı uzuna mütahammil bulunmayan kimseler kısa
ve küçük olana, zamanı müsaid olup da fazla şeyleri
öğrenmek isteyenler de uzun ve büyük olana başvursunlar. Zira insanlar değişik
mizaçlıdırlar ve herkesin mizacı ve heves ettiği şey ayrıdır. İlim ise, hepsi
-azı da çoğu da, kısası da uzunu da, büyüğü de küçüğü de -hayırdır.
Yüce Allah'dan
basanlar ve ömrümün bitiminde bana ve bütün müslümanlara
mutluluklar ihsan etmesini dilerim. Yüce Allah bütün zorluklan
kolaylaştırmakta, dilediği her şeye gücü yetmekte ve dualan
kabul buyurmaktadır. Her şeyde vekilimiz odur ve bizim için o yeterdir.[12]
[1] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/6.
[2] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/7-8.
[3] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/9-10.
[4] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/11.
[5] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/11-12
[6] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12.
[7] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12.
[8] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12-14
[9] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/14-15
[10] İnnl delil davayı kanıtlamak
için yeterli ise de hükmün nedenini taz&m-mün etmez. Limml delil ise, hem
dâvayı kanıtlamada, hem de hükmün nedenini anlatmada kullanılır. Bunu basit
bir örnek ile açıklamak mümkündür. Mesela : «Verem mikrobik bir hastalıktır.
Çünkü bulaşıcıdır» ifadesindeki «Çünkü bulaşıcıdır» cümlesi veremin mikrobik
bir hastalık olduğunu kanıtladığı için Inni bir
delildir. Yani onunla sadece müddeanın doğruluğu
hakkında kişide kanaat hasıl olur. Hükmün nedenini ifade etmez. «Verem bulaşıcı
bir hastalıktır. Çünkü mikrobiktir» ifadesindeki «Çünkü mikrobiktir» cümlesi
ise, Liml bir delildir. Zira veremin bulaşıcı bir
hastalık olduğunu kanıtladığı gibi bu hastalığın niçin bulaşıcı olduğunu da
bildirir.Mütercim
[11] Buhari, Müslim, İmam Ahmed'in Müsned'i, Tirmizl, İbn-İ Mâce, Mu-vatta ve Dârlml, Buhari ile Müslim Muâviye b. Ebû Süfyan'dan. İmam Ahmed hem Muâviye b. Ebü Süfyan, hem İbn-i Abbas'tan, Tirmizl îbn-i Abbastan,
tbn-1 Mâce de
Buhari (İlim)
10, <Humus) 7, (İtisam) 10, Müslim (tmare) 175, (Zekât) 98, 100, 35, Tİrmizî
(İlim) 4,îbn-i Mâce
(Mukaddime) 17, Dâriml (Mukaddime) 24, (Rikak) ı. Muvatta' (Kader) 8,
İmam Ahmed-in Müsnedi
1/306, 2/234, 4/92, 93, 95, M. 97, 98, 99, 101
[12] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir
Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/15-20.