Cihad; lugatta güç ve takat ile
bütün gayreti harcamak demektir.
Terim anlamı ise, hak
din olan İslama davet etmek ve bunu kabul etmeyen
kimselerle mal ve can ile savaşmak demektir.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur:
"Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak hep birlikte
savaşa çıkın ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad
edin. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır." (Tevbe: 9/41)
"Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın,
bilakis onlar rableri katında diridirler. Fakat sizler (onların durumunu)
idrak edemezsiniz." (Bakara:
2/154)
Başka bir ayet-i
kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki Allah müminlerden canlarını ve
mallarını onlara cenneti vermek karşılığında satın almıştır. Onlar Allah
yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler." (Tevbe: 9/111)
Cihad, islamı en yüksek zirve
noktasına çıkarır. İslam kurallarının muhafazasını sağlayan surdur. İslamın ve müslümanların yaşadığı
ülkelerini korumanın yoludur.
İslam dini cihada
büyük önem vermiştir. Müslümanları onların düşmanlarına karşı korumanın en
başında yer alır. Bu nedenle cihad kıyamete kadar
bakidir. Cihad ruhuna sarıldığı müddetçe müslümanları hiç bir güç aşağı edemez. Hangi topluluk
cihadı terkedecek olursa dünyada aşağılık olur.
Bununla kalmayarak kendi topraklarında dahi saldırılara maruz kalır. Allah
onları yardımsız bırakır.
Cihadın üstünlüğünü ve
Allah katında amellerin en üstün olduğunu bildiren çok hadisi şerif vardır.
Allah resulü (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni
etmeyiniz. Allah'tan afiyet isteyiniz ama düşmanla karşılaşınca da (savaşın
bütün şiddetlerine karşı) sabrediniz. İyi biliniz ki cennet muhakkak silahların
gölgesi altındadır" [1]
Ebu Said el Hudri,
Resulullah (s.a.v.)'e,
-En faziletli insan
hangisidir? diye sormuş, O da şöyle buyurmuştur:
''Allah yolunda canı ve malı ile savaşan
mümindir" dedi. O zat:
-Sonra hangisidir?
diye sorunca, bu sefer de,
"Vadilerden bir vadide yalnızlığa çekilmiş
kimsedir ki Rabbına ibadet eder ve insanları kendi kötülüğünden
rahat bırakır." [2]
cevabını vermiştir.
İlahi hükümleri
dünyada geçerli hale getirebilmek için kendi ülkelerinde olan kâfirler için
dahi İslama davet etmek müslümanlar
üzerine farz-ı kifaye olduğu halde kendi ülkemizde,
kendi diyarımızda, kendi komşularımız ve yakınlarımıza karşı ilahi emirleri
tebliğ etmenin ne kadar gerekli olduğu haliyle ortaya çıkmaktadır.
İslama gerçek bir şekilde inanan mü'minin
imanını küfre karşı koruması için nasıl ki salih
amellere sarılması gerekiyorsa, aynı şekilde kâfirlere ve İslam düşmanlarına
karşı, islamın ve toplumun haysiyet, şeref ve
namusunu koruması da o kadar gereklidir. İşte bu gerekliliğin yolu cihaddan geçiyor.
İslam'ı içten hezimete
uğratmaya çalışanlara karşı ve islam ülkesine
saldırıp yıkmaya çalışan kâfirlerle yapılması gereken cihada farzı âyn olan cihad denir. Yani böyle
durumlarda ileride sayacağımız 'Cihadın vücubunun 7
şartını' taşıyan herkesin cihada iştirak etmesi farzdır.
Bu nedenle inanan bir müslüman Allah'ın cihad emrine
karşı duyarlı olarak, Allah'ın ve Resulü'nün insanlık için yararlı ve gerekli
olan emirlerine sarılması gerekir. [3]
Genel tarif kapsamına
göre cihadın bazı çeşitleri vardır. Bütün müslümanlar
yer ve zamana göre bütün bu cihad çeşitlerine iştirak
etmelidirler.
Cihadı sadece savaş
anlamında algılamak hatadır. Çünkü cihad bazan savaşın bizzat kendisi olduğu gibi bazan da tebliğ, iyilikleri emrekme-kölülüklerden sakındırma olur.
Cihadın çeşitleri.
1- İslami emirleri öğretme ve tebliğ yoluyla yapılan cihad. Allah'ın bütün emirleri olan İslam'ın muhteviyatını
yaymak, İslami emirleri öğrenmeyi engelleyen ya da şüpheye düşüren bütün beşeri görüşleri reddetmekle
tebliğ cihadını yapmaktır. Cihadın bu çeşidi her zaman ve her yerde imkânlar
dahilinde geçerlidir.
2- Mal ile
yapılan cihad. İslami
hükümleri yükseltmek ve Allah ile Resulü'nun
emirlerini gerçekleştirmek için maddi güç vetiren kişiler için yapmaları
gereken cihad.. Bu cihad
türü savaşta olabildiği gibi bazan da kişilere
İslam'ın gerçek ruhunu kazandırmak için
maddi fedakarlıklarda bulunmaktır.
3- Savunmak
için' yapılan cihad. Müslümanların dinine ve ülkesine
saldıranlara karşı harekete geçerek gerekli karşılığı vermekle yapılan cihaddır. Böyle bir
durumda bütün müslümanların karşılık vermesi farzdır.
Bu cihada farz-ayn olan cihad
da denir.
Yüce Allah şöyle
buyurur.
"Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın ve aşırı
gitmeyin. Şüphesiz Allah aşırı gidenleri sevmez." (Bakara: 2/190) [4]
Cihadın vücubunun şartları yedidir:
1- Müslüman
olmak,
2- Baliğ
olmak,
3- Akıllı
olmak,
4- Hür
olmak,
5- Erkek
olmak,
6- Sağlıklı
olmak,
7- Savaş
için güçlü olmak.
Kafirlerden esir
alınanlar iki kısımdır:
1. Çocuklar
ve kadınlar: Bunlar esir alınmakla köle ve cariye durumuna düşerler.
2. Baliğ
olan erkekler: Bunlar köle durumuna düşmezler.
Cihadın, İslamın önemli farzlarından ve İslamın
şiarlarından olduğu ayeti kerime ve hadisi şeriflerle belirtmiştik.
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur:
"Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz
kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için daha hayırlı olabilirken,
hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz
bilmezsiniz" (Bakara: 2/216)
Cihad, akıllı, baliğ ve güç sahibi olanlara farzdır.
Abdullah bin Ömer şöyle demiştir: "Uhud günü ben
on dört yaşında idim. Resulullah beni gözden geçirdi,
bana (baliğ değildir diye savaş için) izin vermedi. Sonra Hendek günü beni
gözden geçirdi. Bu defa bana (savaşa katılmak için) izin verdi. O sıralarda ben
on beş yaşında idim" [5]
İslam halifesi
(savaşta esir aldığı baliğ) bu kişiler hakkında aşağıdaki dört şekilden
hangisini yararlı görürse onu yapmakta serbesttir:
1. Öldürmek.
2.
Köleleştirmek.
3. İyilik
yaparak (onları serbest bırakmak).
4. Mal karşılığında serbest bırakmak, veya müslüman esirlerle değiştirmek.
Esir alınmadan önce müslüman olanın; malına, canına ve küçük çocuklarına
dokunulmaz.
Bir çocuğun müslüman olduğuna şu üç sebepten dolayı hüküm verilir:
1.
Ana-babasından birinin müslüman oluşuyla.
2. (Savaş
sırasında) bir müslüman tarafından ana-babasız olarak
ganimet alınmasıyla.
3. İslam
ülkesinde sahipsiz olarak bulunmasıyla.
Esirler, kafirlerle
yapılan savaş sırasında yakalanan insanlardır. İslam Halifesi esirleri ya mal alma karşılığında bırakır ya
da müslümanlardan yakalanan esirleri bırakma
karşılığında onları salıverir. İslam halifesi İslamın
maslahatı için uygun olanı yapar.
Yüce Allah (c.c.)
şöyle buyurur:
"(Savaşta) kafirlerle karşılaştığınızda hemen
onların boyunlarını vurunuz. Nihayet onları tamamen yendiniz mi (esir edin ve)
bağı sıkı tutun. Bundan sonra da (esirleri) ya bir
iyilik olarak (karşılık almadan) ya da hır fidye
(alarak) bırakın. Ta ki harbe katılan düşman harp silahları gibi ağırlıklarını
bıraksın" (Muhammed: 47/4)
Abdullah b. Ömer (r.anhüma) şöyle rivayet ediyor: "Resulullah'a
karşı önce Nadiroğulları, sonra Kureyzaoğulları
savaş açtılar. Bunun üzerine Resulullah. Nadiroğulları'nı yerlerinden sürüp çıkardı. Kureyzaoğullarını ise yerinde bıraktı ve onlara iyilik
etti. Nihayet bunun ardından Kureyza da savaş açtı. Resulullah (s.a.v.)'da onların erkeklerinin öldürülmesini
emretti. Kadınlarını, çocuklarını ve mallarını müslümanlar
arasında paylaştırdı." [6]
Rivayete göre Hz. Peygamber. Hevazin
Kabilesi'nin erkeklerini esir aldı. Bunlar taksim edildikten sonra Hevazin kabilesinden bir heyet müslüman
olarak Resulullah'a geldiler. Mallarını ve esirlerini
geri almak istediler. Bunun üzerine Resulullah
onlara lütufta bulunup esirlerini karşılıksız olarak geri verdi. [7]
İlyas bin Seleme (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir:
"Müslümanlar bir grup esir getirdiler. Onların içinde Beni Fezare Kabilesi'nden bir kadın da vardı. Hz. Peygamber o kadını Mekke ahalisine gönderdi ve ona
mukabil Mekke'de esir tutulan bir grup kadım kurtardır" [8]
Esir olmadan önce müslüman olanların malına, kanına ve küçük çocuklarına
dokunulmaz. İbni Ömer'den rivayetle Peygamberimiz
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah'tan başka
ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet,
namazı kıhncaya, zekatı eda edinceye kadar insanlarla
savaş etmek bana emrolundu. Onlar bunları yapınca
kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak islamın
hakkı mukabili olmak müstesna, onların gizli hesapları da Allah'a
aittir." [9]
Kim bir düşmanı
öldürürse düşmanın yanında bulunan malları ona ait olur.
Daha sonra ganimetler
beş paya ayrılır.
Bu paylardan beşte
dördü;
Süvari'ye 3, Piyade'ye
1 olmak üzere hazır bulunan bütün savaşçılara taksim edilir.
Bir mücahidin pay alabilmesi
için 5 şart aranır:
1. Müslüman
olması.
2. Baliğ
olması.
3. Akıllı
olması.
4. Hür
olması.
5. Erkek
olması.
Bu şartlardan birini
taşımayan bir kişi savaşırsa ona da bir şeyler verilir. Verirken bu şey pay
kadar olmamalıdır.
Ganimetlerden kalan
diğer beşte biri de beş paya ayrılır:
1.
Peygamberimiz (s.a.v.)'e ayrılan pay:
Bu pay peygamberimiz
(s.a.v.)'in vefatından sonra müslümanların maslahatı
cihetine harcanır.
2.
Peygamberimiz (s.a.v.)'in akrabası olan Beni Haşimi
ve Beni Muttalibiler'e ayrılan pay.
3. Yetimlere
ayrılan pay.
4. Fakirlere
ayrılan pay.
5. Yolda
kalanlara ayrılan pay. [10]
Lugatta, kişinin çalışmasıyla elde ettiği şeydir. Istılahta
ise İslam düşmanlarından harp ve savaş sonucu alınan maldır.
Bunlar genelde 3
kısımdır: Menkul mallar, Esirler ve Toprak.
Allah, ganimetleri
sadece bu ümmete helal kılmıştır.
Delili şu ayet-i-
kerimedir:
"Elde ettiğiniz ganimetleri, temiz ve helal
olarak yiyin. Allah'tan sakının. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. " (Enfal: 8/6)
Savaşla elde edilen bu
ganimetlerin dağıtım şekli yukarıda anlatıldı. Anlamamız gerekir ki elde edilen
ganimetlerin sarfiyat yeri genelde maslahat konusu olan fakirler, yetimler,
yolda kalmışlar ve bu gibi durumlar içindir. Savaş sırasında bir düşmanı
öldüren müslüman, onun bütün savaş malzemelerine
sahip olur. Bu savaş malzemeleri, silah, binek, giyim eşyası gibi tüm
mallardır.
Ebu Katade Peygamberimiz
(s.a.v.)'den şöyle rivayet etmiştir:
"Kim savaşta bîr düşmanı öldürür ve öldürdüğüne
dair delili de varsa öldürülen o kimsenin elbise, silah ve diğer eşyaları
onundur." [11]
Burdaki delilden kasıt, onu öldürdüğünü gören şahitler veya
başka alametlerdir. Ganimet, savaş sırasında kafirlerden zorla da olsa alınan
tüm mallardır. Bu malların dağıtım şekli ise şöyledir: Öncelikle düşmanı öldüren
müslümanlar savaşta öldürdüğü kişilere ait olan
mallan ayrı ayrı alırlar. Çünkü bu onların hakkıdır.
Daha sonra genel olarak elde edilen düşmana ait mallar beş kısma ayrılır. Bu
beş kısımdan dördü savaşçı mücahitlere ayrılır. Savaşa atlı olarak katılanlara
üç pay, piyade yani atsız olanlara ise bir pay verilir.
Abdullah bin Ömer (r.anhuma) şöyle rivayet eder: "Hazreti Peygamber Hayber günü at için iki pay, atın sahibi için bir pay
verdi." [12]
Hadisi şeriften açıkça
anlaşıldığı gibi atın kendisine iki pay, at sahibine de bir pay olduğu için süvariye'üç pay düşmektedir. Savaşa piyade olarak iştirak
edene ise bir pay verilecektir.
Savaşa katılıp savaş
şartları kendisinde tam olarak mevcut olmayan kadın, köle ve çocuklara ise
ganimet malları taksim edilmeden önce islam halifesi
bir miktar bir miktar malı da onlara verir. Fakat verilen bu miktar yaya olarak
savaşan bir mücahidin payından daha az olmalıdır. Zaten metinde geçen 'Rudihe' nin lügat anlamı az bir
şey demektir.
Ganimetlerden beşte dördü
süvari ve piyadelere dağıtıldıktan sonrü kalan beşte
birinin dağıtım şekli metinde açıkça ifade edildi. Delili de Allah (c.c.)'ın şu ayeti kerimesidir:
"İyi bilin ki ele geçirdiğiniz ganimetin beşte
biri, Allah'a ve resulüne, resulün akrabalarına, yetimlere fakirlere ve
yolculara aittir." (Enfal: 8/4) Ayeti kerimede geçen 'Allaha
aittir.' hükmü, Allah'ın onlardan dilediği şekilde hükmetmesidir. 'Resulüne
aittir, sözünden maksat, beşte birinin taksiminin Resulullah'a
ait olmasıdır. 'Resulün akrabaları'ndan maksat, Beni Haşim
ve Beni Multalip'tir. Çünkü bunların zekat alma
hakları yoktur. 'Yetimlerden' maksat, babası ölen ve ergenlik çağına girmeyen
çocuklardır. 'Yolculardan' maksat, malından ve servetinden uzak olup muhtaç
duruma düşen kimselerdir.
Babası ölüp ergenlik
çağına giren çocukların yetimliği kalkar. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Çocuk baliğ olduktan
sonra yetim değildir." [13]
Fey' beş parçaya taksim edilir. Beşte biri ganimetlerin sarfedildiği yerlere harcanır.
Geride kalan dört pay
ise mücahitlere ve müslümanların maslahatı cihetine sarfedilir.
Fey', savaşsız olarak kafirlerden elde edilen maldır.
Fey', kâfirlerden savaş olmaksızın alınan mal olup
ganimet dışında cizye, haraç ve ticaret malları vergilerinin genel adıdır.
Kâfirlerden bu isim altında alınan mallardır.
Fey' Resulullah (s.a.v.)'e has
olup dilediği gibi ondan tasarruf ederdi.
Fey'in Allah Resulu'nun
tasarrufuna ait olduğunu bildiren ayet-i Kerime'de Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
"Allah'ın onlara ait olanlardan Resulün'e verdiği fey'e gelince,
siz onun için ne at oynattınız, ne de binek. Fakat Allah, peygamberlerini dilediği
kimselerle musallat kılar. Allah her şeye kadirdir" (Haşr: 59/6)
Hz. Ömer (r.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Nadir oğulların
malları yüce Allah'ın Resuluna fey'
olarak verdiği mallar idiler ve bunlar sadece ona aitti. O, bu mallardan aile
halkının bir yıllık masrafını çıkartırdı. Geri kalanlarını ise (at, katır, eşek
gibi) binekler ve silah için ayırırdı." [14]
Resulullah (s.a.v.)'den sonra fey'
genel olarak müslümanların menfaati olan alanlarda
harcanır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında fey'
gelirlerinin miktarı çok azdı ve Medine'deki müslümanlara
dağıtılıyordu. Kaynaklar Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in kendisine gelen fey'i vakit geçirmeden dağıtımım yaptığını belirtmektedirler.
Bu dağıtım şeklinde evli olanlara iki, bekârlara bir hisse dağıttığı
belirtilmektedir.
Hz. Ebubekr (r.a.)'in
halifeliği sırasında da aynı uygulamanın devam, ettiği hatta gelen fey' mallarının hemen dağıtılmasından dolayı Beyt'ül mal'e muhafız konulmasına
gerek kalmadığı bilinmektedir.
Öte yandan Hz. Ebubekr (r.a.)'in Medine'de
yaşayan bütün-müslümanlara büyük-küçük, hür-köle,
kadın-erkek farkı gözetmeden fey' gelirini eşit
miktarda hilafetinin ilk yılında 9, ikinci yılında 10 dirhem olarak dağıttığı
bildirilmiştir.
Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman
(r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) devrinde de aynı uygulama
devam etmiştir.
Fey' malları ölen mücahidlerin
aile fertlerine de verilir. Fıkıhta buna mürtezika denir.
Bu mücahidlerin savaşta ölmeleri şart değildir. Fey' malları alimlere ve benzeri kişilere de verilir.
Çünkü ümmet bunların ilmi yararlarına muhtaçtır.
Alimlerin geride
bıraktığı evlatlarına, kendi nafakalarını karşılayacak duruma gelinceye kadar
maslahatı amme malından verilir. Dul kalan hanımlarına evleninceye kadar maaş
verilir. Bunun sebebi ise insanları ilme teşvik etmektir. [15]
[1] Buhari, 2861
[2] Müslim, 1888.
[3] Kadı Ebu Şuca’,
Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 537-539.
[4] Kadı Ebu Şuca’,
Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 539.
[5] Buhari, 2521, Müslim 1868.
[6] Buhari, 3804, Müslim, 1766.
[7] Buhari, 2963.
[8] Müslim, 1763.
[9] Buhari, 25.
Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 540-542.
[10] Kadı Ebu Şuca’,
Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 543-544.
[11] Buhari, 2973, Müslim, 1751.
[12] Buhari,3988, Müslim, 1762.
[13] Ebu Davud,
2873.
Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 544-545.
[14] Buhari, 2748; Müslim, 1757, Neylül Evtar, 8/71.
[15] En-Nihaye, 3/7.
Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi , Ravza
Yayınları: 546-547.