47. BÖLÜM.. 4

CİNAYETLER.. 4

47.1. Tanım.. 4

47.2. Nefsi Muhafaza Etmek. 4

47.2.1. İnsanın Kerameti 4

47.2.2. Hayat Hakkı 4

47. 3. Cahiliyetle İslam Arasında Kısas Uygulaması 6

47.3.1. Varislerin Af Etmeyerek Kısas Yolunu Seçmeleri 6

47.3.2. Adanı Öldürmede Kısas Uygulaması 7

47.4. Öldürme Çeşitleri 7

47.4.1. Kasden Öldürme. 7

47.4.2. Öldürme Aletleri 8

47.4.3. Kasde Benzeyen Öldürme. 8

47.4.4. Hataen Öldürme. 9

47.5. Öldürme Üzerine Gerekli Hükümler 9

47.5.1. Hataen Öldürmede Gereken Cezalar 9

47.5.2. Hataen Adam Öldürmekteki Keffaretin Hikmeti 9

47.5.3. Kasde Benzeyen Öldürmede Gereken Cezalar 9

47.5.4. Kasten Öldürmede Gereken Cezalar 9

47.6. Kısasın Vacib Olmasının Şartları 11

47.6.1. Gayle Öldürmesi 13

47.6.2. Topluluk, Bir Kişiye Karşı Öldürülür 14

47.6.3. Bir Kişinin Bir Kişiyi Tutup Diğerinin Onu Öldürmesi 14

47.7.  Kısasın Tesbiti 14

47.8. Kısasın Uygulanması 15

47.8.1. Kısasa Müstahak Olan Kimsenin Akıllı ve Baliğ Olmuş Olması 15

47.8.2. Ölü Sahiplerinin Hep Birlikte Kısasın Uygulanmasına Taraftar olmaları 15

47.8.3. Cinayeti İşleyenin Başkasına Öldürülme Esnasında Zarar Vermemesi 15

47.9. Kısas Ne Zaman Uygulanır?. 15

47.10. Kısas Ne İle Yapılır?. 15

47.11. Kabe Çevresinde Katil Öldürülür Mü?. 16

47.12. Kısasın Düşmesi 16

1. Kan Sahiplerinden Birinin veya Hepsinin Katili Bağışlaması : 16

2. Katilin ölmesi veya Cinayet İşlediği Organın Telef Olması: 16

3. Taraflar Arasında Barış Yapılması: 16

47.13. Kısas Mahkemelerin Hakkıdır 16

47.14. Kısas İle İlgilî Görüşler 17

47.15. Öldürme Dışındaki Suçlarda Kısas. 18

47.15.1. Öldürme Dışındaki Kısasta Bulunması Gereken Şartlar 18

47.15.2. Organlarda Kısas. 18

47.15.3. Organlarda Kısasın Şartları 18

47.15.4. Kasten Yaralamada Kısas. 19

47.15.5. Beraber Koparma veya Yaralama. 19

47.15.6. Darbe, Tokat ve Sövmede Kısas. 19

47.15.7. Malı Telef Etmede Kısas. 20

47.15.8. Aynısının Bedelini Ödemek. 21

47.15.9. Yaralama Yahut Mal Almakla Taşkınlık. 21

47.16. Hakimin Kısas Edilmesi 22

47.17. Koca, Karısını Yaraladığında Kısas Yapılır Mı?. 22

47.18. Yaralamalarda İyileşmeden Önce Kısas Yapılmaz. 23

47.19. Kısasın Ölüme Neden Olması 23

47.20. Dîyet 23

47.20.1. Tanımı 23

47.20.2. Hikmeti 24

47.20.3. Miktarı 24

47.20.4. Diyeti Zorunlu Kılan Öldürme. 24

47.20.5. Ağır ve Hafif Diyet 25

47.20.6. Diyet Kime Vacibtir?. 25

47.20.7. Organların Diyeti 27

47.20.7.1. Organların Yararlarının Diyeti 27

47.20.7.2. Şicâc'ın Diyeti 28

47.20.8. Kadının Diyeti 28

47.20.9. Ehl-i Kitabın Diyeti 29

47.20.10. Ceninin Diyeti 29

47.20.10.1.  Gurra Miktarı 30

47.20.10.2. Gurra Kime Vacibtir?. 30

47.20.10.3. Gurra Kime Verilir?. 30

47.20.10.4. Keffaretin Gerekliliği 30

47.20.11. İyileşmeden Önce Diyet Verilmez. 30

47.20.12. Birbirleri İle Arbede içinde Bulunan Topluluk Arasında Ölü Bir Kimsenin Bulunması 31

47.20.13. Diyet Aldıktan Sonra Öldürme. 31

47.20.14. İki Süvarinin Çarpışması 31

47.20.15. Hayvan Sahibinin Zaran Ödemesi 31

47. 20.16. Sürücü, Binici ve Kılavuzun Zararı Ödemesi: 32

47.20.17. Duran Hayvan. 32

47.20.18. Hayvanların Yok Ettiği Ekin, Meyve ve Benzerlerinin Ödenmesi 32

47.20.19. Kuşların Telef Ettiği Şeylerin Zararı 33

47. 20.20. Köpek veya Kedinin Yaraladığı Şeyin Zararı 33

47. 20.21. Öldürülebilen ve Öldürülmeyen Hayvanlar 34

47.20.22.1.   Isıran Adamın Dişlerinin Kırılması veya Dökülmesi 34

47.20.22.2. İzni Olmadan Başkasının Evine Bakma. 34

47.20.22.3. Canını, Malını, Namusunu Savunma İçin öldürme. 35

47.20.22.4. Savunma İle Öldürme İddiası 35

47.20.22.5. Ateşin Yaktığı Şeylerin Zararı 36

47.20.22.6. Başkasının Ekinini Bozma. 36

47.20.22.7. Gemi Batması 36

47.20.22.8. Doktor Zarar Öder mi?. 36

47.20.22.9.    Eğinin Perdesini Yırtan Adam.. 37

47.20.22.10. Duvarın Yıkılıp Adam Öldürmesi 37

47.20.22.11. Kuyu Kazanın Zararı Çekmesi 37

47.20.22.12. Yemek Vesaire Alırken izin Alma. 38

47.21. Kasâme. 38

47.21.1. Kasâme Nedir?. 38

47.21.2. İslâm'ın Kabul Ettiği Arap Uygulaması 38

47. 21.3. Kasâme Hükmünde İhtilaf 39

47.22. Ta’zîr 40

47.22.1. Tanımı 40

47.22.2. Ta'zirin  Meşruluğu. 40

47.22.3. Ta'zirin Hikmeti ve Hadlerden Farklı Tarafları 41

47.22.4.   Ta'zirin Şekli 41

47.22.5. Ta'zirde On Kamçıyı Aşmak. 41

47.22.6. Öldürme ile Ta'zir 42

47.22.7. Mal Alma ile Ta'zir 42

47.22.8. Ta'zir Hakimin Hakkıdır 42

47.22.9. Ta'zirde Zararı Ödeme. 42

 


47. BÖLÜM

 

CİNAYETLER

 

47.1. Tanım

 

«Cinayât»! cinayet kelimesinin çoğuludur.«Cenâ-, yecnî» kö­künden gelmekte olup almak anlamındadır. Ağaçtan meyve top­ladığı zaman araplar «cena es-semere» derler. Yine araplar «ce­nâ alâ kavmini cinâyeten- dediği zaman, muhakeme olunacağı bir suç işlemiş olduğunu söylemek isterler.

Şer'î Şerife göre cinayetten murad ise haram olan her iş­tir. Haram olan her işj dine, cana, mala, akla ve ırza verdiği zarar bakımından şariin sakındırdığı ve men ettiği her şeydir.

Fakihler, bu suçların iki kısma ayrıldığı konusunda anlaş­mış durumdadırlar.

Birinci Kısım: Bunlar, had cezası gerektiren suçlar diye isim­lendirilir.

İkinci Kısım: Kısas gerektiren suçlar olarak isimlendiril­miştir.

Kısas gerektiren suçlar, cana dokunan veya bundan daha düşük yaralama şeklinde yahut bir uzvun kesilmesi biçiminde meydana gelen suçlardır. Bu suçlara ceza vermek, insanı ko­rumak için bu cezalan muhafaza etmeyi ve toplum hayatını kur­tarmayı gerektiren zarurî temel maslahatlardır.

Daha önce, had cezası gerektiren suçlar ve cezalarına ait açıklama geçti. Şimdi ise kısas gerektiren cezaları açıklayacağız.

îslâmî açıdan nefsi muhafaza hakkında bir girişle başlaya­rak arkasından Cahiliyye ile islâm arasındaki kısasdan bahse­deceğiz. Daha sonra da daha aşağısına gereken kısası açıklaya­cağız.

 

47.2. Nefsi Muhafaza Etmek

 

47.2.1. İnsanın Kerameti

 

Şüphesiz Allahu Teâlâ insanı kerametli kılmış onu kudreti ile yaratmış ona ruhundan üflemiş meleklerin ona secde etme­sini emretmiş ve yerde ve gökte ne varsa hepsini onun emrine musahlar kılmıştır. Aynı zamanda yeryüzünün efendisi olma­sı ve kendisi için takdir edilen maddi olgunluğun ve ruhi yü­celiğin son noktasma onu eriştirmek için ona kuvvet ve ilâhî ba­ğışlar bahsetmiştir. İnsanın gelişmesi için bütün unsurlar oluş­madan ve tam olarak hakkını almadan bu hedefleri gerçekleş­tirmesi ve gayesine ermesi mümkün değildir. îslâmm kefil ol­duğu bu hakların önde gelenleri: Yaşama hakkı, Mülk edinme hakkı, Irz ve hürriyetini koruma hakkı, eşitlik hakkı, ve öğre­nim haklarıdır, Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur;

«And olsun ki biz insanoğullarını şerefli laldık onların ka­rada ve denizde gezmesini sağladık. Temiz şeylerle onları rızıklandırdık. Yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık» (İsra:70)

Bu haklar renk, din, cinsiyet, coğrafi bölge sosyal yapı far­kı gözetmeden insan olması açısından herkes için gereklidir. Ni­tekim Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Veda haccıda oku­duğu hutbede şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar şüphesiz ban­larınız ve mallarınız bugün nasıl mukaddes bir günse, bu ay na­sıl mukaddes bir aysa ve bu belde nasıl mukaddes bîr belde ise öylece mukaddestir.»

«Herbirinizin kanı ve mab ötekine haramdır. Tebliğ ettim. Şahid ol Ya Rab! Her müslümanın kanı, malı ve ırzı diğer müslümana haramdır.»

 

47.2.2. Hayat Hakkı

 

Bu hakların ilki ve korunmaya en layık olanı şüphesiz ha­yat hakkıdır. Hayat hakkı mukaddes bir hak olup bu hakka say­gısızlık göstermek ve onun korunması gerektiğini mubah say­mamak helal değildir. Allah'u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın,» (İsra-33) ön plana geçmesi gereken hak, hayat hakkıdır. Bu hakkı Rasû­lüllah sallallahu aleyhi ve sellem Ibn Mes'ûd'dan rivayet olu­nan hadiste şöyle açıklamıştır: «Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şahadet eden müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şeyden biri ile helal olur :1- Zina eden evli. 2- Cana karşı can.3- Dinîni terkedip cemaatten ay­rılan.» (Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)

Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla Öldürmeyin. Biz onlara da size de rızık veririz. On­ları öldürmek şüphesiz büyük bir günahtır.» (İsra: 31)

«Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine so­rulduğu zaman.» (Tekvir: 8 - 9)

Allahu Teâlâ öldürme işini başlatana mahlukatından hiçbir kimseye vermediği azabı vermiş bu konuda onun Rasûlü şöyle buyurmuştur: «Zubnen öldürülen hiç bîr kimse yoktur ki, onun kanından Adem'in ilk oğluna bir nasib olmasın. Çünkü o, ölü­mü ilk icad edendir.» (Hadisi Buharî ve Müslim'in rivayet et­mişlerdir.)

islâm'ın canlan korumaya hırslı olmasından dolayıdır ki, ca­nı helâl sayanları şiddetli bir cezayla tehdit etmiştir:

«Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, İçinde temelli ka­lacağı Cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanetlemiş ve bü­yük azab hazırlamıştır.» (îsra: 93)

Bu âyetle, adam öldürenin cezası, ahirette acıklı bir azab, ebedi olarak Cehennem'de kalma, Allah'ın lanetine, azabına ve büyük azaba lâyık olma olarak kararlaşmıştır. Bundan dolayı İbn Abbas şöyle demiştir: «Bir mü'mini kasden öldürenin tevbesi kabul değildir.» Çünkü bu konuda en son inen âyet bu olup her ne kadar cumhur bunun hilafına olsa da başka bir hüküm bunu neshetmemiştir. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöy­le buyurmuşlardır: «Dünyanın tamamen gitmesi, haksız yere bir mü'minin öldürülmesinden Allahu Teâlâ'ya daha hafif gelir.» (Hadisi İbn Mace, Bera'dan iyi bir senetle rivayet etmiştir.)

Tirmizî'nin iyi bir senetle Ebû Sâid'den rivayet ettiğine gö­re Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Bütün yer ve gök halkı (insanlar ve melekler) ortaklaşa bir tek mü'minin kanını dökecek olsalar, Allah tümünü yüz üstü Cehennem'e atar.»

Beyhaki'nin îbn Ömer (r.a)'den rivayet ettiğine göre Rasû­lüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Her kim bir müslümamn öldürülmesine yarım kelime de olsa yardım ederse, kıyamet günü iki kaşının arasına; «Allah'ın rahmetinden ümi­dini kesen» diye yazılır.»

Bunun sebebi, adam öldürmenin, Allah'ın murad ettiği ya­pıyı yıkmak üzerine saldırılan kişinin yaşamasına son vermek ve öldürülen kişinin varlığıyla aziz olan ondan faydalanan ve onun yokluğuyla yardımdan mahrum kalan yakın akrabaları­nın haklarına bir tecavüz anlamına gelmesinden dolayıdır.

Haramlık konusunda, müslüman, zammi ve kendi nefsini öl­düren müsavidir.

Zımmiyi öldürmek hakkındaki hadisler, öldürenin cehennem­lik olduğunu açık bir şekilde belirtmişlerdir.

Buharî'nin Abdullah bin Amr bin As'dan rivayet ettiğine gö­re Rasûllüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Her­hangi mü'min bir kişi, müslümanlann güvenliği altında anlaş­malı olarak bulunan bir zımmiyi öldürürse, o kişi cennetin ko­kusunu alamaz. Halbuki Cennetin kokusu kırk yıllık mesafeden duyulur.»

Nefsini öldürene gelince; Allahu Teâlâ bundan sakındırarak şöyle buyurmuştur:

Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayınız.» (Bakara:195)

Nefsinizi öldürmeyiniz. Allah şüphesiz ki size merhamet eder.» (Nisa:29)

Buharı ve Müslim'in Ebu Hureyre (r.a.) 'den rivayet ettiği­ne göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş­tur : «Bir dağdan kendisini aşağıya atarak intihar eden kimse cehennemliktir. Ebediyen çıkmamak üzere oraya atılır. Zehirle­yici bir madde tadarak kendisini öldüren kimse, hiç çıkmamak üzere atılacağı Cehennemde eline verilecek olan o zehirli mad­deyi yalamaya devam eder. Bir demir parçasıyla kendi öz canı­na kıyan kimseye ebediyen atılacağı Cehennemde devamlı kar­nına saplayıp durmak üzere o demir parçası verilir.»

Yine Buharî'nin Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet ettiğine gö­re Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Kendini ip ve benzeriyle boğan kimse Cehennemde kendini bo­ğarak bıçak gibi şeylerle kendini vuran da Cehennem'de ken­dini vurarak azap olunur.»

Cündüb bin Abdullah'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Sizden önce geçen ümmetlerden birisi içinde bir kişi vardı ki vücudun­da bir yarası vardı. Yaranın acısına dayanamayıp, bir bıçak ala­rak onunla elini kesmişti. Fakat kan bir türlü kesilmemiş ni­hayet Ölmüştü. Allahu Teâlâ «Kulum kendi kendine ölüme te­şebbüs ederek bana takaddüm eyledi. Ben de ona Cenneti ha­ram kıldım» buyurdu.» (Hadisi Buhari, rivayet etmiştir.)

Yine başka bir hadiste geçtiğine göre; «Kendisini herhangi bir şeyle öldüren kimse, kıyamet günü o şeyle azab olunur.»

Geçen açıklamalara ilaveten, adam öldürmenin çirkinliği hakkında düşünülebilen en son nokta şudur ki İslam dini, fert­lerden herhangi birisim öldüreni, tüm toplumu öldürmüş gibi kabul etmiştir. îşte bu akla ve dine uymayan adam öldürme su­çunu işlemenin çirkinliğim ortaya koymakta düşünülebilecek en son noktadır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozguncu­luğa karşılık obuadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (Ölümden kurtarırsa) bütün insan­ları diriltmiş olur.» (Maide : 32)

Kan akıtma işinin büyüklüğü ve tehlikesinin şiddetinden do­layı Müslim'in rivayet ettiği gibi adam öldürme, kıyamet günü hakkında ilk hüküm verilecek suç olacaktır.

Allahu Teâlâ, katilden intikam almak başkasını bu işten en­gellemek umumi düzeni bozucu ve güveni sarsıcı suçlardan top­lumu temizlemek için katilin idamını meşru sayarak şöyle bu­yurmuştur :

«Ey akıl sahipleri, Kısasta sizin için hayat vardır. Artık Al­lah'a karşı gelmekten sakınınız.» (Bakara : 179)

Bu ceza geçen bütün ilahi şeriatlerde mevcuttur. Yahudi­likte kısas Tevrat'ın Huruç bölümünün yirmi birinci faslında şu şekilde mevcuttur: «Bir insanı dövmek suretiyle öldüren kimse öldürülsün. Babasına ve annesine sopa atana ölüm cezası verilir.

Bir adam bir adama karşı azgınlık eder ve onu aldatarak öldürürse, hemen boğazından tut da öldürülsün. Babasını ve an­nesini döven normal bir şekilde öldürülsün. Eğer herhangi bir haksızlık yapılırsa cana can, göze göz, dişe diş, ele el, ayağa ayak, yaralamaya yaralama ve kırmaya kırma ile karşılık ver.»

İsa Mesih'in şeriatında ise bazıları; öldürenin öldürülmesi­nin bu şeriat ilkelerinden olmadığı kanısındadır. Onlar bu görüşlerine Metta İncil'inde beşinci îshah'da geçen îsa aleyhisselam'ın şu sözünü delil olarak kullanmaktadırlar.

«Kötülüğe karşılık vermeyiniz. Aksine, kim senin sağ yana­ğına bir tokat atarsa, ona sol yanağını da çevir. Kim seninle mücadele eder ve elbiseni almak isterse, ona abanı da bırak. Kim bir mil boyunca seni hizmetinde kullanırsa, onunla iki mil be­raber git.»

Diğer bazıları ise Mesih'i şeriatın idam cezasını tanıdığı gö­rüşündedirler. Onlar da îsa aleyhisselam'm şu sözüyle istidlal et­mektedirler.

«Ben İlahi yasayı, Namusu bozmak için gelmedim. Ben an­cak (onu) tamamlamak için geldim.»

Bu görüşü Kur'an-ı Kerim'de varid olan şu âyeti kerime kuv­vetlendirmektedir :

«Ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i, sakınanla­ra öğüt ve yol gösterici olarak verdik.» (Maide : 46)

Şu âyeti kerime bu manaya işaret etmektedir: «Tevrat'ta onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık.» (Maide: 45)

Şer'i Şerif kısas konusunda canların arasını ayırmamış olup, kısas hepsi için haktır, öldürülen ister büyük ister küçük ister erkek isterse kadın olsun arada fark yoktur. Çünkü hepsi de can taşımakta olup, herhangi bir şekilde hayatim bozacak bir şeyle bir kimsenin hayatına saldırmak helal olmaz. Hatta ha­ta ile öldürmek bile helal sayılmamış, Allahu Teâlâ hata ile öl­dürenin sorumluluğunu afetmeyerek, katile köle azad etmeyi ve diyet vermeyi gerekli kılmış ve bu konuda şöyle buyurmuş­tur:

«Bir mü'minin diğer mü'mini yanlışlık dışında öldürmesi as­la caiz değildir. Bir mü'mini yanlışlıkla öldürenin, bir mü'min köleyi azad etmesi ve Öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona di­yet ödemesi gerekir.» (Nisa: 92)

Bu mali cezayı sadece İslâm dini can'a gösterdiği saygıdan dolayı, hata ile öldürmede gerekli kılmıştır.

Bunun sonucu olarak, hiç bir kimsenin aklına adam öldür­menin kolay bir şey olduğu fikri yerleşmemiş, canla ve kanla ilgili konularda İnsanlar daha dikkatli davranmış olurlar. Yine bunun gibi kötülük odaklarına sed çekilmiş olur ki, netice­de bir kimse diğerini öldürüp, hata ile öldürdüğünü iddia et­miş olmasın.

İslâm'ın canlan koruma yönünde şiddetli davranmasmdan-dır ki, kendisinde hayat var olduktan sonra, cenini düşürmeyi haram kılmıştır. Ancak annenin hayatının söz konusu olması ve benzeri sebepler gibi, cenini düşürmeyi gerektirecek hakiki bir sebebin bulunması hali müstesnadır. İslâm dini haksız yere cenini düşürmeye, en değerli malı vermeyi gerekli kılmıştır.

 

47. 3. Cahiliyetle İslam Arasında Kısas Uygulaması

 

Cahiliyet döneminde araplardaki kısas sistemin de, kabilenin fertlerinden herhangi birisinin işlediği cinayetten, tüm kabile so­rumlu tutulurdu. Ancak kabile, caniyi ortaya çıkarır ve toplu­ma onu ilân ederse durum farklı olurdu.

Bundan dolayı, ölenin varisleri, caniden ve kabilesindeki di­ğer kişilerden kısas talebinde bulunur, cinayet işleyen cinayet işlenen iki kabile arasında savaş kıvılcımları estirecek şekilde kısas uygulamasını genişleterek iki taraf savaşa sürüklenirdi.

Şayet cinayet işlenen kişi kavmi içinde şerefli ve asil biriy­se bu tehlike daha da büyütülürdü. Bunun sonucu olarak bazı kabileler çoğu kez kısas isteğinde bulunamazlardı.

islâm gelince, bu zalim sistem için bir sınır koyarak, cina­yet işleyenin tek başına olarak cinayetinden sorumlu olduğunu ve işlediği suçtan hesaba çekileceğini ilân ederek şöyle buyurmuş­tur :

«Ey inananlar, öldürülenler hakkında size kısas farz kılın­dı. Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın öldüren ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu Habbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır. Ey akıl sahipleri kısasta sizin için ha­yat vardır.» (Bakara : 178)

 

47.3.1. Varislerin Af Etmeyerek Kısas Yolunu Seçmeleri

 

Beydavî bu âyetin tefsirinde şöyle demiştir. «Cahiliyet dö­neminde küçük arap kabilelerinden ikisi arasında kan davala­rı vardı. Bir kabile diğerine üstün ve ondan durumu daha müsaitse «Öldürdüğünüz köle karşılığında hür bir kişi, öldürdüğü­nüz kadın karşılığında sizden bir erkek Öldüreceğiz» diye ye­min ederlerdi. İslâm gelince, Rasûlüîlah sallallahu aleyhi ve sellem'in huzurunda muhakeme olundular. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Rasûlüîlah sallallahu aleyhi ve sellem onlara kar­şılıklı olarak haklarından vazgeçerek uyuşmalarını emretti.» Bu âyeti kerime aşağıdaki hususlara işaret etmektedir.

1- Allahu Teâlâ, cahiliye sistemini iptal ederek kısasta eşit­lik ve benzerliği farz kılmıştır. Eğer varisler af etmeyip kısas yolunu seçerler ve kısasın infazını isterlerse Hür'e karşılık hür, köleye karşılık köle kadına karşılık da kadın öldürülür. Kurtubî şöyle demiştir:

«Bu âyeti kerime; Öldürülen herhangi bir nev'e karşılık o neviden insanın öldürüleceğini açıklamak üzere gelmiş, buna göre, hüre karşılık hür, köleye karşılık köle, kadına karşılık ka­dın Öldürülür. îki neviden birisi diğerini öldürürse kısas taleb edilmez.»

Bu âyet muhkemdir; Ayetteki kapalılığı şu âyeti kerime açık­lamaktadır. «Tevrat'ta onlara cana can göze göz... karşılıklı kı­sas olunacağını yazdık.» (Maide : 45)

Yine Nebi aleyhisselam bir kadına karşılık Yahudi'yi öldür­mekle bu âyeti açıklamış oldu. Bu görüşü Mücahid söylemiştir.

2- öldürülenin varisi, caniyi af ederse örfe uygun bir şe­kilde olması azarlama ve kaba davranma olmadan caniden di­yet isteyebilir. Katilin de, borcunu ödememek ve hakkını ver­memek gibi bir duruma girişmeden af edene diyeti vermesi ge­rekir.

3- Allahu Tâla'nın kısasın veya afederek diyete çevrilme­sinin caiz olması konusunda meşru kılındığı hüküm, bu husus­ta genişlik meydana getirecek şekilde Allah'tan bir kolaylık ve bir rahmet olup, bunlardan herhangi birisini kesin olarak belirt­memiştir.

4- Her kim affettikten sonra, caniye tecavüz eder de onu Öldürürse onun için acıklı bir azab vardır. Ya dünyada, onu öl­dürmekle azab görür veya ahirette  cehennem azabına layık olur.

Buhari'nin İbn Abbas (r.a)'dan rivayet ettiğine göre İbn Abbas şöyle demiştir: «Beni İsrail'de kısas vardı fakat diyet yoktu. Bu ümmet için ise Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur. «Ey ina­nanlar, öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı......» «öl­düren ölenin kardeşi tarafından bağışlanırsa» ifadesinde, îbn Ab­bas buradaki bağışlama «Kasden öldürmede ölenin varislerinin diyeti kabul etmesi olup «örfe uygun olarak» ifadesinde, diyet isteyenin örfe uygun diyet talebinde bulunması ve karşı tara­fın da istenen diyeti iyi bir şekilde eda etmesi anlamına geldiği söylemiştir. İbn Abbas devamla; «Bu Rabbinizden bir hafiflet­me ve rahmettir.» ifadesinin, sizden önceki ümmetlere farz kı­lınana nisbetle geldiğini söylemiştir.

5- Şüphesiz Allah kısası meşru kılmıştır. Çünkü kısasta büyük hayat ve insanlığın bekası vardır. Şüphesiz katil mut­laka öldürüleceğini bildiği zaman geriye dönüş yapar, böylece hem kendi hayatını hem de öldüreceği kişinin hayatını kurtar­mış olur.

6- İslâm dini, cahiliyet döneminde araplarda olduğu gibi kısas talebinde bulunmak üzere öldürülenin velisi için velayet hakkını bırakmıştır. Bu konuda Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

«Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanımışızdır. Ar­tık o da Öldürmekte aşırı gitmesin, zira kendisi ne de olsa yar­dım görmüştür.» (İsra: 33)

Âyette geçen veliden maksat, öldürülenin kanını müdafaa etme hakkı olan kişidir ki bu öldürülenin varisidir. Bu kişi, ka­tili hükmü altma alıcı bir yetkisi olmaksızın kısas veya diyet talebinde bulunabilir.

7- Menar tefsirinin yazarı bu âyetle ilgili olarak şöyle de­miştir. «Bu hikmetli âyet hayatın bizzat matlub olduğunu ka­rarlaştırmış ve kısası hayata giden yollardan bir yol kılmıştır. Çünkü bir kimseyi öldürmeyi düşünen, öldürüleceğini bilirse adam öldürmekten, vazgeçer, böylece hem kendini hem de öldü­receği kişinin hayatını kurtarmış olur. Diyetle iktifa etmek her­kesi, gücü yettiği hasmının kanını akıtmaktan engellemez. Şüp­hesiz insanlardan düşmanına saldırmak için pek çok para har­cayanlar vardır. Bu âyette ceza konusunda canın zorla alınma­sındaki pek hoş olmayan durumu giderici ve nefse cezada eşit­lik ilkesini alıştırıcı üstün bir üslup ve beliğ bir ifade vardır. Çün­kü bu cezaya öldürme veya idam dememiş bilakis mutlu bir hayatı hedef alan insanlar arasında eşitlik olarak isimlendir­miştir.»

 

47.3.2. Adanı Öldürmede Kısas Uygulaması

 

Cana yapılan her saldın kısası gerektirmez, saldırılar ba­zen hata ile bazen de bunun dışında bir yolla olur. Bu bakım­dan öldürmenin çeşitlerini açıklamak ve kısas gerektiren öldür­me çeşidini belirtmek gerekir.

 

47.4. Öldürme Çeşitleri

 

Öldürme çeşitleri üçtür.

1- Kasden

2- Kasde benzeyen

3- Hataen öldürme

 

47.4.1. Kasden Öldürme

 

Kasden öldürmek şu demektir. «Mükellef bir kimsenin, zannı galib üzere kendisiyle öldürme işlemi yapılan bir aletle, Şer'an öldürülmeye müstehak olmayan bir insanın kanına kasdetmesidir.» Bu tariften anlaşıldığına göre kasden öldürme suçu ancak aşağıdaki şartlar meydana gelirse gerçekleşmiş olur.

1- öldürülenin akıllı, buluğ çağma ermiş ve öldürmeyi kasdetmiş olması. Akıl ve buluğ çağının dikkate alınması Ali (r.aJ'ın rivayet ettiği hadisten dolayıdır ki Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Üç kişiden teklif kaldırılmıştır. Ayıknca-ya kadar deliden ,uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğ çağına erinceye kadar çocuktan.» (Hadisi Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etmiştir.)

Katilin kasden öldürmüş olmasına gelince; Ebu Hüreyre (r.a.)'nin rivayet ettiği hadisten dolayıdır. Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanın­da bir adam öldürüldü. Durumu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e arzetiler. O da öldürülenin velisine kısas hakkı tamdı. Katil «Ya Rasûlüllah, vallahi onu öldürmek istememiştim» de­di. Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem veliye «Eğer katil doğru söylüyorsa, sonra sen de onu öldürürsen Cehenne­me girersin» buyurdu. Nebi aleyhisselam'm bu sözü üzerine, öldürülenin velisi boynundaki tasma ile çekmekte olduğu kati­li serbest bıraktı. Ebu Hüreyre demiştir ki, «Bu katile tasman» diye isim talalmışü.- (Hadisi Ebu Davud, Nesaî, îbn Mâce ve Tit-mizi rivayet etmiş, Tirmizi sahihlemiştir.)

Ebu Davud'un rivayetine göre Rasûlüîlah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Kasden öldürmede, öldürülenin ve­lisinin affetmesi dışında kısas vardır.»

İbn Mâce'nin rivayetine göre Nebî aleyhisselam şöyle buyur­muştur :

«Kim kasden adam Öldürürse o kimseye kısas uygulanır. Her Kim katille kısas arasına girerek kısası engellerse Allah'ın, me­leklerin ve tüm insanların laneti üzerine olsun. Allahu Teala bun­lardan ne bir fidye ne de bir harcama kabul etmez.»

2- öldürülenin insan olması ve şer'an öldürülmeye müstehâk görülmemesi olması. Yâni kanı mubah sayılmaması.

3- Öldürmede kullanılan âletlerin, çoğu kez öldürme işin­de kullanılan aletlerden olmaları.

Şayet bu şartlar meydana gelmezse, öldürme işlemi kasden öldürme kısmına girmez.

 

47.4.2. Öldürme Aletleri

 

îster bıçak isterse helak edici başka bir şey olsun can al­makta birbirlerine benzerliklerinin dışında insan öldürmekte kullanılmalarından başka öldürme aletlerinde bir şart aranmaz.

Buhari ve Müslim'in rivayetlerine göre; Nebi aleyhisselâm başını iki taş araşma koyarak ezmek suretiyle bir cariyeyi öl­düren yahudi'yi, aynı şekilde iki taş arasında başını ezerek öl­dürmüştür. Bu hadis, -Miskal ile Öldürmelerde kısas yoktur.» di­yen Ebû Hanife, Şa'bî ve Nehâ'i'nin aleyhlerine bir hüccettir.

Ateşte yakmak, suda boğmak, yüksek bir yerden atmak, üze­rine duvar yıkmak, boğazını sıkmak, hapsetmek ve ölünceye ka­dar aç susuz bırakmak, yırtıcı hayvana atmak gibi herhangi bir suretle öldürmek de bu kabilden sayılır. Yine Şer'an Öldürülme­ye müstehak olmayan bir kimsenin aleyhine şahidlik yaparak öldürülmesine sebep olanlar, daha sonra şahadetlerinden vaz­geçerek, «biz onun öldürülmesini kasdetmiştik» derlerse, bütün bu durumlar, öldürme aleti kullanılmış gibi kabul edilir.

Bir kimse, içinde zehir olduğunu bildiği halde kendisi ye­meden başkasına bu yemeği verir de, adamın ölümüne sebep olursa, kısas olunur.

Buhari ve Müslim'in rivayetine göre, bir yahudi zehirli ko­yun eti getirerek Nebi aleyhisselâm'ı zehirlemek istemişti. Nebi aleyhisselâm, etten bir lokma ağzına koydu, sonra lokmayı çı­kartıp attı. Nebi aleyhisselâm ile birlikte Beşir bin Berâ da ay­nı etten yemişti. Nebi aleyhisselâm yahudiyi affederek ona ce­za vermedi. Yiyenlerden ölen olmayınca Nebi aleyhisselâm ya-hudinin cezasını affetmişti. Ancak daha sonra Beşîr bin Berâ ölünce, Nebi aleyhisselâm yahudiye kısas cezası uyguladı.

Ebû Davud'un rivayetine göre Nebi aleyhisselâm yahudinin öldürülmesini emretti.

 

47.4.3. Kasde Benzeyen Öldürme

 

Kasde benzeyen öldürme, mükellef bir kimsenin adet olarak kendisiyle adam öldürülmeyen bir aletle Şer'an öldürülmeye müstehak olmayan bir insanı öldürmesidir. Mesela hafif bir sopa ve­ya küçük bir taşla adama vurması veya yumrukla, kamçıyla ve benzeri şeylerle vurması gibi.

Eğer vurma işi hafif bir sopa veya küçük bir taşla bir ve­ya iki defa olur da, bu vurmadan dolayı adam ölürse, kasde benzeyen öldürme kısmına girer. Şayet kişinin ölüm yerlerine vurur veya vurulan küçük olursa, yahut çoğu kez ölüme sebe­biyet verici bir vurmayla hastaya vurursa, bu durumda kasden vurmuş sayılır. Bunun 'kasde benzeyen' diye isimlendirilmesi-nin sebebi; öldürmenin hata ile kasıt arasmda şüpheli olmasın­dandır. Çünkü bu tip öldürmede dövme kasdedilmiş olup, öl­dürme kasdedilmemiştir. Bunun için 'kasde benzeyen' ifadesi kullanılmıştır. Bu öldürme olayında ne sadece kasıt vardır, ne de sadece hata. Yalnız kasıt bulunmadığından kısas gerekme­mektedir. Çünkü aslolan kanın korunmasıdır ki, açık bir delil­den başka bir şeyle kan mubah sayılmaz. Bu tip öldürme yal­nız hata da değildir, çünkü öldürme dışında bilfiil dövme kasde-dilmiştir. O bakımdan ağır bir ceza olarak diyet gerekir.

Dârekutni'nin İbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre Nebi aley­hisselâm şöyle buyurmuştur:

«Kasden vurmak, el kısasıdır. Hata yoluyla vurmak ise di­yete neden olur; onda kısas yoktur. Kim de arbede içinde taşla yahut sopa veya kamçı ile öldürülürse o da develerin yaşların­da ağır olan bir diyettir.»

Ahmed ve Ebû Dâvûd da; Amr bin Şuayb'dan, onun baba­sından, onun da dedesinden Peygamber aleyhisselâm 'in şöyle bu­yurduğunu rivayet eder:

«Kasden öldürmeye benzeyen vurmanın diyeti, aynen kas­ten öldürme diyeti gibi ağırdır. Yalnız bu suçu işleyen öldürül­mez. Bu da şeytanın halkı kışkırtması neticesinde meydana ge­len kargaşa esnasında hiç bir kin ve istek olmadığı ve silah kul­lanılmadığı halde kan dökülmesidir.»

Ahmed ve Ebû Dâvûd ve Nesâi'nin rivayet ettikleri hadi­se göre; Nebi aleyhisselâm Mekke'nin Fethi gününde bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu:

«Dikkat!. Kamçı, sopa ve taşla öldürülen, kasde benzeyen öldürme sayılır.»

 

47.4.4. Hataen Öldürme

 

Hataen öldürme, mükellef bir kimsenin av'a atmak veya başka bir gayeyle atmayı kasdetmek gibi mubah olan bir fiili işlerken, kanı ma'sum olan bir ihsan'a denk gelerek onu öldür­mesi dir.

Mesela kazmış olduğu kuyuya bir insanın düşerek Ölmesi veya konmasına izin verilmeyen yerde bir ağ dikerek bir kişi­nin ona takılarak Öldürülmesi gibi.

Çocuk ve deli gibi mükellef olmayan bir kimseden sadır olan kasden öldürme de hataen öldürme kısmına girer.

 

47.5. Öldürme Üzerine Gerekli Hükümler

 

Öldürmenin, kasden, kasde benzeyen ve hata ile olduğunu söylemiştik. Bu üç kısımdan her birine bir takım hükümler lazım gelir ki aşağıda bunları açıklıyoruz.

 

47.5.1. Hataen Öldürmede Gereken Cezalar

 

Hataen adam öldürme iki ceza gerektirmektedir: Birincisi: Üç sene vadeli olmak üzere Öldürülenin varisle­rine hafif bir diyet gerekir.

Bu husus diyet konusunda gelecektir.

ikincisi.- Keffarettir, bu da çalışıp kazanmaya mâni olucu ayıplardan salim, mü'min bir köle azad etmektir. Köle bulamayan arka arkaya iki ay oruç tutar. Bunun aslı şu âyeti keri­medir :

«Bir mü'min'in diğer mü'mini yanlışlık dışında öldürmesi as­la caiz değildir. Bir mü'mini yanlışlıkla öldürenin, bir mü'min köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona di­yet ödemesi gerekir. Eğer o mü'min, size düşman bir topluluk­tan ise mü'min bir köleyi azad etmek gerekir. Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense, ailesine diyet ödemek ve mü'min bir köleyi azad etmek gerekir. Bulamayana, Allah tarafından tevbesinin kabulü için, ardarda iki ay oruç tutmak gerekir. Al­lah bilendir. Hakimdir.»  (Nisa : 92)

Eğer bir topluluk bir kişiyi öldürürlerse bu konuda Âlimle­rin çoğunluğu «Her birerlerine ayrı ayrı keffaret gerekir.» de­miş, diğer bir grup ise «Hepsine bir keffaret gerekir.» demiş­lerdir.

 

47.5.2. Hataen Adam Öldürmekteki Keffaretin Hikmeti

 

Kurtubi şöyle demiştir: «Keffaretin manasında alimler ih­tilaf etmişlerdir. Denmiştir ki keffaret, katilin günahına bir te­mizlik olması için gerekmektedir. Katilin günahı tedbir almayı terketmesi ve elinden kam helal olmayan bir kimsenin öldürül­müş olmasıdır.

Dendi ki: Öldürülenin nefsinde Allah'ın hakkında tecavüz edilmesine bedel olarak keffaret gerekmektedir. Şüphesiz öldü­rülenin nefsinde Allah'ın hakkı vardır ki bu hak da öldürülene Allah'ın vermiş olduğu yaşama nimetidir.

Allahu Teâlâ için bu kişi hakkında bir hak vardır. Çünkü bu kimse, ister küçük, ister büyük, ister hür, ister köle, ister müslüman, ister zimmi olsun, kendisini hayvanlardan ve diğer can­lılardan ayıracak şekilde kendisine kul ismi verilen Allah'ın kul­larından bir kuldur. Bununla beraber, Öldürülenin neslinden Al­lah'a ibadet eden ve ona itaat eden kişilerin gelmesi ümid edi­lir. Katil, öldürdüğü kişiden, bahsettiğimiz kul olma ismini ve vasıflandırdığımız manayı kaldırmış olacağından kendisine kef-fareti ödeme cezası gerekmektedir. Bu iki manadan hangisi olursa olsun, burada bir açıklama vardır. Her ne kadar keffa­ret hükmü hataen öldürene gerekmekte ise de kasden öldüren de bunun gibidir. Bilakis hataen öldürenden keffaret ödemeye daha layıktır.

 

47.5.3. Kasde Benzeyen Öldürmede Gereken Cezalar

 

Kasde benzeyen öldürme iki cezayı gerektirir:

1- Günah kazanır. Çünkü Allah'ın öldürmesini haram kıl­dığı bir canı haksız yere almıştır.

2-  İlerde geleceği üzere, varislerine Ödenmek üzere ağır bir diyet gerekir.

 

47.5.4. Kasten Öldürmede Gereken Cezalar

 

Kasden öldürmeye gelince, bu dört çeşit cezayı gerektirir :

1- Günah kazanmak,

2- Miras ve vasiyetten mahrum olmak,

3- Keffaret,

4- Kısas veya af.

1-2) Katil; öldürdüğü kişinin varislerinden ise; İster kas­den öldürsün, isterse hataen, öldürülenin ne malına ne de diye­tine varis olabilir.

Bu konudaki fakihlerin kaidesi şudur: «Her kim zamanın­dan evvel bir şeyi elde etmeye acele ederse, ondan mahrum bı­rakılarak cezalandırıhr.»

Beyhaki'nin Hallâs'tan rivayet ettiğine göre; adamın birisi bir taş attı. Attığı taş annesine isabet ederek kadıncağız öldü. Adam annesinden düşen mirası almak isteyince, kardeşleri ona; «Senin miras hakkın yoktur.» dediler. Durum Ali (r.a.) 'a inti­kal edince, Ali (r.a.); «Annenin mirasından sana düşen ancak taşür.» dedi ve adamı diyet cezasıyla borçlandırarak annesinin mirasından da kendisine bir şey vermedi.

Amr bin Şuayb'dan, onun babasından onun da dedesinden rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Katil'e mirastan herhangi bir hak yoktur. »

(Bu hadis ma'lûl olup, mevkuf ve merfû olduğunda ihtilaf edilmiştir. Hadisi kuvvetlendirecek şahidler vardır.)

Ebû Dâvûd, Nesâi ve İbn Mâce'nin rivayetlerinde Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Varis olacağı kişiyi öldüren, miras hakkından mahrum olur. Şayet öldürüle­nin başka veresesi yoksa, onun varisi kendisine en yakın olan insanlardır. Katil ise herhangi bir şekilde varis olamaz.»

İlim ehlinin çoğu bu kanaate varmışlardır. Hanefî ve Şafiiller de böyle söylemişlerdir. Hadeviye ve Malik ise; «eğer öl­dürme hataen olursa, diyet ödemeden mala varis olur.» demiş­tir. Zühri, Sa'id bin Cübeyr ve diğerleri; «Katil, miras'dan mah­rum bırakılmaz.» demişlerdir.

«Bedâi» kitabında şöyle denmektedir: «Haksız yere adam öl­dürmek büyük bir cinayet olup en ağır bir şekilde engellenme­si gerekir. Öldürenin vasiyetten mahrum bırakılması, mirastan mahrum bırakılması gibi olup engelleyici bir sebep olmaya uy­gundur. O bakımdan vasiyetten mahrum bırakılması sabit ol­muş olur. Öldürme ister kasden, isterse hataen olsun, arada fark yoktur. Çünkü hataen işlenen cinayet de öldürme sayılarak ak-len öldürenin hesaba çekilmesi caizdir. Vasiyet, ister cinayetten Önce isterse sonra olsun, katil vasiyetten mahrum bırakılır.»

3) Varislerin affetmesi veya diyete razı gelmesi durumun­da keffaret: Eğer katil'e kısas uygulanması istenirse bu durum­da katile keffaret gerekmez. İmam Ahmed'in Vâile bin Eskâ'dan rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir: «Nebi aleyhisselam'a Be­ni Seleme'den bir grup gelerek şöyle dediler: «Şüphesiz arka­daşımız Cehennemi kendisine gerekli kıldı.» Nebi aleyhisseîam; «Bir köle azad etsin. Allahu TeâJâ azad ettiği kölenin her uz­vuna karşılık kendi uzuvlarını ateşten korur.» buyurdu.»

Yine İmam Ahmed'in Vâile bin Eskâ'dan başka senetle ri­vayetine göre, o şöyle demiştir: «Cehennemi kendisine gerekli kılan bir arkadaşımız hakkında Rasûlüllah'a gelerek sorduk. Bu­nun üzerine Rasûlülîah saîlallahu aleyhi ve sellem şöyle buyur­du : «Onun adına bir köle azad edin ki, Allahu Teâlâ kölenin her uzvuna karşılık arkadaşınızın uzuvlarını Cehennem'den ko­rusun.» CEbû Dâvûd ve Nesâi de aynı rivayeti yapmışlardır. Ebû Davud'un lafzında ise, «Adam öldürmekle Cehennemi kendisi­ne gerekli kıldı.» şeklindedir.)

Şevkânî «Neylü'l-Evtâr» adlı kitabmda şöyle demiştir: «Vâi-le hadisinde kasden öldürmede keffaretin sabit olduğuna delil vardır. Bu keffaret, varis katili affettiği zaman veya diyete ra­zı geldiği zaman geçerlidir. Yoksa varis kısas isteğinde bulun­duğu zaman katile keffaret gerekmez. Bu konuda zikri geçen Ubâde hadisinden dolayı öldürmek keffaret sayılır.»

Ebu Na'îm'in «Marifet» isimli kitabında rivayet ettiğine gö­re; Nebi aleyhisseîam şöyle buyurmuştur: -Öldürme keffarettir.» (Bu ifade Huzeyme bin Sâbit'in hadisindendir. Hadisin is­nadında İbn Lehî'a vardır. Hafız şöyle demiştir: «Fakat bu ha­dis İbn Vehb'in hadisinden olup, bu durumda -Hasen» olmuş olur. Taberânî «Kebir» kitabmda bu hadisi Hasan bin Ali'den mevkuf olarak rivayet etmiştir.)

4) Kısas veya af: Kısas'a veya affetmeye gelince; af ya di­yet üzerine olur yahut diyetin dışında anlaşmayla veya bunun da ötesinde ölenin varislerinin karşılıksız affetmesi gibi daha efdal olan bir yolla olur.

«Bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur. Aranız­daki iyiliği unutmayın.» (Bakara : 238)

Şayet ölenin vârisleri katili affederse, hâkim bundan sonra katile ta'zîr cezası veremez.

Malik ve Leys şöyle demişlerdir: «Katil bir sene hapsedilir ve kendisine yüz sopa vurulur.»

Kısasın veya affın aslı şu âyeti kerimeden kaynaklanmak­tadır :

«Ey iman edenler; öldürülenler hakkında size kısas farz kı­lındı. Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadm ile kadın. Öldü­ren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uy­mak ve bağışlayana güzellikle ödemek düşer. Bu Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde buluna­na elem verici azab vardır.» (Bakara : 178)

Affetmek veya kısas istemek hakkı vârislere bırakılmıştır. Dilerlerse kısas isterler, dilerlerse affederler. Hatta vârislerden bir tanesi katili affetse kısas düşer. Çünkü kısas hükmü par­çalanamaz.

Ebû Hanife'nin arkadaşı Muhammed bin Hasan'ın rivayet ettiğine göre; Ömer bin Hattab (r.a.)'a kasden adam öldüren bir katil getirildi. Bunun üzerine Ömer (r.a.) katilin öldürülmesi­ni emretti. Vârislerden birisi katili affetti. Ömer yine öldürül­mesini emretti. Bunun üzerine Abdullah bin Mes'ûd şöyle dedi; «Onların tümü için tek can'dan kısas isteme haklan vardır. Vâ­rislerden birisi hakkını affedince cana hayat vermiş sayılırlar ki, affetmeyen vârislerin kısas isteme hakları kalmaz.» Ömer (r.a.); «Peki bu adam hakkında görüşün nedir?» diye sordu. İbn Mes'ûd; «Malından diyet vermesi ve böylece affedenin hissesinin kalkacağı görüşündeyim.» dedi. Ömer (r.a.)  «Ben de aynı görüşteyim.» dedi.» (Muhammed de aynı görüşte olduğunu söyle­miştir. Bu görüş Ebû Hanife'nin görüşüdür.)

Eğer vârisler arasında küçük varsa, kendisi için seçim hak­kı doğması için bulûğ çağma ermesi beklenir. Çünkü kısas is­teme hakkı bütün varislere ait bir haktır. Çocuğun buluğ ça­ğından önce muhayyerlik hakkı yoktur. Eğer vârisler topluca veya bir tanesi diyet üzere affederlerse, diyetler bahsinde açık bir şekilde geleceği üzere katile ağır bir diyet gerekir.

 

47.6. Kısasın Vacib Olmasının Şartları

 

Kısas, ancak aşağıdaki şartlar meydana gelirse gerçekleşir.

1- öldürülenin, şer'an öldürülmeye müstehak olmaması: Eğer Öldürülen; harbi, zina eden evli veya mürted ise, katile ne kısas ne de diyet Ödemek gerekir. Çünkü bunların hepsinin kanı heder edilmiştir.

Buharı ve Müslim'in îbn Mesüd'dan rivayet ettiklerine gö­re; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: «Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Rasûlüllah olduğu­ma şehadet eden müslüman bir adamın kanı helâl olmaz. An­cak üç kişi müstesna! Zina eden dul, cana karşı can ve dinini terkedip cemaatten ayrılan.»

2- Katilin buluğ çağına ermiş olması.

3- Akıllı olması: Çocuk, deli ve bunak üzerine kısas uy­gulanamaz. Çünkü bunlar mükellef olmayıp bunlarda adam öl­dürmek için gerçek bir kasıt veya hür bir irade bulunmaz. Şa­yet deli bazen kendine gelir de adam öldürürse, kendisine kı­sas cezası uygulanır. İçki içmeyi itiyad hâline getiren kimsenin sarhoşlukla aklının gitmesi de bunun gibidir. Mâlik'ten rivayet olunduğuna göre; kendisine şu haber ulaşmıştır. «Mervan bin Hakem, Muaviye bin Ebi Süfyan'a sarhoşken bir adamı öldüren kişinin kendisine getirildiğinden bahseden bir mektup yazdı. Bu­nun üzerine Muaviye de ona bu adamın öldürülmesi gerekti­ğini bildiren bir mektup yazdı.»

Eğer sarhoş edici olmadığını sandığı bir şey içer de aklı git­tikten sonra bu durumda adam öldürürse, üzerine kısas ge­rekmez.

Hadiste geçtiği üzere; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Üç kimseden teklif kaldırılmıştır. İhtilam oluncaya kadar çocuktan, ayüıncaya kadar deliden, uyanıncaya kadar uyuyandan.»

Mâlik şöyle demiştir: Bize göre üzerine icma edilen hüküm şudur: Çocuklar arasında kısas uygulanmaz. Onların öldürme­leri, had cezası gerektirmediği ve buluğ çağma ermediği müd­detçe hata sayılır. Şüphesiz çocuğun öldürülmesi hatadan baş­ka bir şey sayılmaz.

4- Katilin kendi isteğiyle öldürmesi gerekir. Şüphesiz zor­lama, kişiyi iradesinden ahkoyar. İradesini kaybedenin ise so­rumluluğu olmaz. Şayet sulta sahibi başkasını adam öldürme­ye zorlar da o da haksız yere bir insanı öldürürse, emreden öl­dürülüp katil öldürülmez. Katile ise başka ceza verilir.

Ebû Hanife ve Dâvûd bu görüşü benimsemiş olup, Şafi'İ'nin bir sözü de bu yöndedir.

Hanefiler şöyle demişlerdir: «Bir kimse canına veya her­hangi bir azasına kötülük geleceğinden korkacak şekildeki bir emirle müslümanın malını telef etmeye zorlanırsa, bu emri ye­rine getirmesi caiz olup mal sahibinin, zorlayan kişiye malı ödet­tirme hakkı vardır. Şayet Ölümle tehdit ederek, başkasını öldür­meye kendisini zorlarsa, bunu yapması caiz olmaz, öldürülün-ceye kadar sabreder, şayet öldürürse günahkâr olur. Eğer öl­dürme kasden ise, zorlayana kısas gerekir.

Bir grub alim; «Zorlayan değil, öldüren öldürülür.» demiş­tir. (Bu görüş, Şafiî'nin diğer bir görüşüdür.) İçlerinde Malik ve Hanbelilerin de bulunduğu bir başka grub ise şöyle demiş­lerdir : «Eğer Öldürülenin varisleri affetmezse hepsi topluca öl­dürülür. Eğer varisleri affederse diyet lazım gelir. Çünkü ka­til başkasını öldürmekle kendi nefsinin baki kalmasını kasdetmiştir.»

Eğer mükellef, çocuk ve deli gibi mükellef olmayana baş­kasını öldürmeyi emrederse, emredene kısas gerekir. Çocuğa ise kısas gerekmez. Kısas ancak ölüme sebep olana gerekir.

Eğer hakim zulmen öldürmeyi emrederse, bu durumda em­redilen kişi hakimin zulüm yaptığını ya bilir veya bilmez. Şa­yet, hakimin zulüm yaptığım bildiği halde emri infaz ederse üze­rine kısas gerekir. Ancak ölenin velisi affederse üzerine diyet ödemesi gerekir. Çünkü hakimin zulüm yaptığını bildiği halde öldürme işini üslenmiştir. Bu durumda mazur sayılmaz ve 'hakim ona emretmişti' de denemez. İslâmiyet'te şöyle bir kaide vardır: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in buyurduğu gi­bi : -Hâlık'a isyan etme hususunda mahluka itaat yoktur.»

Şayet ölümü hak etmediğini bilmediği halde onu öldürür­se, ölenin velisi affetmez veya diyete razı olmazsa, öldürme em­rini veren Öldürülür, öldürme işini gerçekleştiren ise öldürül­mez. Çünkü bu kişi, Allah'a asi olma durumuna düşmeden, ha­kime itaat etmenin gereğiyle mazur sayılır. Bir kimse, mükel­lef olmayan birisine öldürme aleti vererek, ona öldürmeyi em­retmediği halde, kendiliğinden öldürürse, silah verene bir şey gerekmez.

5- Katilin, öldürenin aslı olmaması: Oğlunu veya oğlunun oğlunu ne kadar aşağıya inerse insin), herhangi bir kasden öl­dürme şekillerinden birisiyle öldüren babaya kısas uygulanmaz. Anne babasından birisini öldüren çocuk ise bu hükmün dışın­dadır. O ittifakla öldürülür. Çünkü baba çocuğun hayatına se­bep olmuştur. Çocuk babasını öldürmeye ve onun yaşamına son vermeye sebep olamaz. Ancak çocuk anne babasından birisini öldürürse üzerine kısas uygulanır.

Tirmizî'nin îbn Ömer (r.a.)'den rivayet ettiğine göre Nebi aleyhisselâm; «Baba, oğlundan dolayı kısas olunmaz.» buyur­muştur.

Îbn Abdi'1-Berr şöyle demiştir: «Bu hadis Hicaz ve Irak böl­gesindeki ilim adamlarına göre meşhur olup onlar arasında yay­gındır. Medine ehlinin tatbikatı bu yönde olup bu görüş Ömer'­den de rivayet olunmuştur.»

Yahya bin Sa'îd'in Amr bin Şuayb'dan rivayet ettiğine gö­re; Benî Müdlec kabilesinden Katâde denen bir adam oğlunu kılıçla vurdu. Kılıç topuğuna isabet edince topuğunda yara aç­tı, daha sonra açılan bu yaradan dolayı öldü. Sürâke bin Cû'şem, Ömer bin Hattab'a geldi. Bu olayı ona anlattı. Sonra Ömer (r.a.); «öldürülenin kardeşi nerede?» diye sordu. Adam; «Ben burdayım, » deyince; Ömer (r.a.); «Şüphesiz Rasûlüllah sallallahu aley­hi ve sellem; ' (bu durumda) katile birşey yoktur.   buyurdular.» demiştir.

îmanı Malik bu meselede farklı görüşe sahip olup şöyle de­miştir : «Eğer baba, oğlunu yere yatırarak boğazlarsa, kendisi­ne kısas cezası verilir. Çünkü bu gerçek bir kasıt olup başka şeye ihtimali yoktur. Nitekim öldürme olaylarındaki kasıt gizli bir iş olup, o andaki ortaya çıkardığı iz ve işaretlerden başka bir şekilde isbatı yönünde hüküm verilemez. Ancak babanın öl­dürmesi, oğlunun canını almak ihtimali bulunacak surette ol­mayıp, bilakis onu terbiye etmek maksadım kaydetmişse, her ne kadar başkaları hakkında bu 'öldürmeye kasıd' hükmü ve­rilirse de, babanın oğlunu öldürmesiyle başkasının öldürmesi arasında fark bulunduğundan ve baba ile evlat arasındaki kuv­vetli sevgiden dolayı bu tip öldürmeye kasden öldürmemiş hük­mü verilir.

6- Öldürülenin, cinayet esnasında dinde ve hürriyette eşit olmaları suretiyle, katile denk olması: Kâfiri öldüren müslü-mana ve köleyi öldüren hür insana kısas yoktur. Çünkü katil­le öldürülen arasında denklik yoktur. Kâfirin müslümanı, köle­nin, hürü öldürmesi ise bunun hilafına olup bunlara kısas ce­zası uygulanır.

İslâm dini her ne kadar kısas konusunda müslümanlar ara­sında fark gözetmeyip, şerefli-düşük, güzel - çirkin, zengin-fa­kir, uzun - kısa, kuvvetli - zayıf, sağlam - hasta, vücudu tam - aza­ları noksan, büyük - küçük, kadın - erkek arasını ayırmamışsa da, müslüman ile kâfirin, hür ile kölenin arasını ayırmış ve bun­ları kısasda denk saymamıştır.

Eğer bir müslüman bir kâfiri veya hür bir insan bir köle­yi öldürürse, bunlara kısas cezası uygulanmaz. Bu hükmün as­lı Ali (r.a.)'in naklettiği hadistir ki; Rasûlüllah sallallahu aley­hi ve sellem şöyle buyurmuştur: -Dikkat! Kâfir karşılığında bir mü'min öldürülmez.» (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd Nesâi ve Hâ­kim rivayet etmiş ve Hakim sahihlemiştir.)

Yine Buhari'nin Ali (r.a.) 'den rivayet ettiğine göre Ebû Cu-hayfe Ali (r.a.)'a şöyle demiştir:

-Yanınızda Kur'ân'da olmayan vahiy'den bir şey var mı?... Ali (r.a.) «Taneyi yaran ve canı yaratan Allah'a yemin ederim ki, hayır. Ancak Allah'ın herhangi bir insana verdiği bir Kur'an anlayışı ve bu Sahife'de yer alan şeyler hariç.» dedi. Ben; *O Sahife'de yer alan nedir?- diye sordum? «Mü'minlerin kanlan (diyet ve kısasta) birbirine eşittir. Esirin serbest bırakılması mümkündür. Bir müslüman bir kâfire karşılık öldürülmez.» dedi.

Bu hüküm, harbî olan kâfir hakkında söz birliğiyle kabul edilmiştir. Müslüman biri onu öldürdüğünde, ona karşılık ola­rak müslümanm öldürülmeyeceğinde icma varid olmuştur.

Ancak bu kişi zimmi yahut antlaşmalı bir kâfir ise, bu ko­nuda fakihlerin bakışları farklı olmuştur. Fakihîerin çoğunluğu, bu konuda sahih hadisler bulunduğundan ve onların karşıtı bir hadis nakledilin ediğinden, müslüman kimsenin ne zimmî ne de antlaşmalı kâfire kısasen öldürülmeyeceğini belirtmişlerdir.

Hanefiler ve İbn Ebi Leylâ ise derler ki: «Müslüman bir adam, harbî olan bir kâfiri öldürdüğünde öldürülmez.» Zaten çoğunluğun görüşü de budur. Yalnız zimmi ve antlaşmalı kâ­fir hakkında çoğunluğa aykırı görüş beyan etmişlerdir. Şöyle ki:

«Müslüman, zimmî yahut antlaşmalı kâfiri haksız yere öl­dürdüğü zaman öldürülür. Zira Allahu Teâlâ buyuruyor ki: «Biz orada onlara cana can şeklinde farz kıldık.» (Maide : 45)

Ayrıca Beyhaki ve Abdurrahman el-Beylemanî hadisinden tahriç ettiği rivayette Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in bir müslümanı, antlaşmalı bir köleye karşılık olarak Öldürttüğü kaydedilmektedir.Ve Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda:

«Ben antlaşmasına ve zimmetine bağlı kalanların en iyisiyîm. »[1] buyurmuştur.

Yine derler ki; Bütün müslümanlar, bir müslümanm, zimmînin malını çaldığında elinin kesileceğinde sözbirliği etmişler­dir. Madem ki malının dokunulmazlığı, müslümanm malının do­kunulmazlığı gibi olmaktadır, öyleyse kanının dokunulmazlığı da müslümanın kanının dokunulmazlığı gibi olmalıdır.

Hâkim olan Ebû Yusuf'a, kâfir bir zimmi'yi Öldüren müslü­manm davası gelmişti: Ebû Yusuf kısas yapılmasına hükmetti. Bir adam ona gelerek bir kâğıt parçası attı. Orada şunlarm ya­zılı olduğu hayretle müşahede edildi:

«Ey müslümanı kâfire karşı katleden! Gerçekten zulmettin sen! Adil ile zalim elbette bir değildir. Ey Bağdat'ta ve çevre­sinde bulunan toplumun bilginleri, şairleri! «İnnâlillah ve İnnâ ileyhi râci'ûn» deyin. Ağlayın dininize ve sabretmeye çalışın! Sabredene mükafat vardır. Ebû Yusuf, mü'mini kâfire karşı Öl­dürmekle bu dine zulmetmiştir.»

Ebû Yusuf hemen Harun Reşid'in huzuruna çıktı, durumu kendisine arzetmek amacıyla söz konusu kâğıt parçasını ona oku­du. Harun Reşid ona dedi ki;

«Bu işi kılıfına uydur da, fitne çıkmasın...... »

Ebû Yusuf, dışarı çıktı. Kan sahiplerinden zimmi olduklarına dair delil getirmelerini ve bunu ispat etmelerini istedi. Böyle bir belge getiremeyince de kısas hükmünü kaldırdı.

Malik ve Leys de derler ki:

«Müslüman, zimmîye karşı öldürülmez. Ancak «gayle» biçi­minde öldürürse o başka. («Gayle» şeklinde öldürme ise; kişiyi ya­tırıp boğazlamaktır.) özellikle malını almak için yapmışsa...»

Kâfirin durumu böyle. Köleye gelince: Hür olan biri onu öldürdüğünde durum böyle değildir. O zaman köle öldürülür.

Zira Dârekutnî'nin, Amr Bin Şu'ayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği hadiste deniyor ki: «Bir adam bir köleyi hapsederek kasıtlı olarak Öldürdü. Peygamber aleyhis-selam ona yüz dayak attı. Bir sene sürgün etti. Müslümanların gelirlerinden payını düşürdü. Yalnız ona kısas uygulaması ve bir köleyi azad etmesini emretti.»

Çünkü Allahu Teâlâ buyuruyor ki: «Hür olan adama karşı hür olan adam.» (Bakara : 178) Bu ifade sırf bunların kasdedildiğini belirtmektedir. Dolayı­sıyla anlamı şeyle olur: Hür olan bir adam hür olmayan bir ada­ma karşılık öldürülmez. Madem ki ona karşılık öldürülmüyor, o zaman bedelini ödemek zorundadır. Bu bedel nereye varırsa var­sın! İsterse, hür olan adamın diyetini geçsin.

Bu hüküm kölenin, başkasını öldürmesiyle ilgilidir. Fakat köleyi öldüren efendisi ise, bunun cezası hadiste belirtilen hü­kümdür. Fakihlerin çoğunluğu bu görüştedir. Malik, Safi*!, Ah-med, Hadeviye bunlardandır. Ebû Hanife ise der ki;

«Hür olan insan köleyi öldürdüğünde öldürülür. Ancak kö­lenin efendisi hariç.- Zira âyeti kerime diyor ki; «Biz orada on­lara cana can şeklinde farz kıldık.» Bu âyet ise her durumda geçerlidir. Ancak tahsis edildiği haller istisna. Sünnet bu konu­da Beyhaki'nin tahriç ettiği hadiste Rasûlüllah aleyhisselam'ın şu sözü ile âyeti tahsis etmiş bulunmaktadır.

«Bir efendi kölesiyle, bir baba oğluyla kısas yapılmaz.»

Eğer bu hadis sahih olsaydı, gerçekten güçlü bir yaklaşım olurdu. Ancak hadis Ömer bin isa'nın rivayetinden gelmekte­dir. Buharı, onun «Munkerü'l-hadis» olduğunu kaydetmiştir.

Mehdi de der ki: «Hür adam köleye karşı her ne şekilde olursa olsun öldürülür.» O da «Cana can...» âyetinin genel an­lamından hareket etmiştir.

7- öldürme eyleminde katile, kısasın kendisine uygulan­madığı kimselerin yardım etmemiş olması: Eğer bu eylemde ken­disine kısas uygulanmayan bir başkası da yardımcı olursa, her ikisine de kısas uygulanmaz. Diyet ödemeleri gerekir. Zira bu­rada haddin uygulanmasını engelleyen  şüphe  söz konusudur. Çünkü öldürme eylemi  bölünme kabul  etmez.  Ve bu  öldürme eylemi kendisine kısas uygulanmayan kimsenin darbesiyle ger­çekleşmiş olabileceği gibi kendisine kısas uygulanan kişinin de darbesiyle vuku bulmuş olabilir. İşte bu kuşkulu durum kısasın uygulanmasını düşürür. Kısas düşünce de bedelini ödemek zo­runlu olur ki, bedeli de diyettir. Mesela öldürme eyleminde bi­ri kasıtlı, biri yanlışlıkla vurmuşsa, yahut biri mükellef bir şa­hıs, diğeri yırtıcı bir hayvan ise yahut, katillerin biri mükellef diğeri bir çocuk ve deli gibi mükellef olmayan kimselerden ise bu durumda öldürme eylemi ortaklaşa gerçekleşmiş ve kısas düş­müş olmaktadır.

Bu konuda Mâlik ve Şafii derler ki:

«Mükellef olana kısas uygulanır, mükellef olmayana da di­yetin yansı ödetilir.

Malik mükellef olmayanın payına düşen diyeti yakın akra­basına yüklerken, Şafiî'ler bu diyetin onun malından ödenece­ğini belirtirler.

 

47.6.1. Gayle Öldürmesi

 

Gayle öldürmesi, Malik'e göre insanın başkasını aldatarak evine ve benzeri yerlerine girerek O'nu öldürmesi, yahut malı­nı almasıdır.

Malik der ki:

«Bize göre kişi bu işinden dolayı öldürülür. Kan sahibinin onu bağışlama yetkisi yoktur. Bu işi uygulayacak olan da ida­redir.»

O'nun dışındaki fakihler ise şöyle diyorlar:

«Gayle öldürmesi ile diğerleri arasında fark yoktur. Kısas ve bağışlamada ikisi de eşittir. Onların işi kan sahibinin emrine havale edilmiştir.»

Eğer onu bir grup öldürecek olursa kan sahibi onlardan is­tediği kimseyi öldürtebilir, istediği kimseden de diyet alabilir. Bu görüş İbn Abbas'dan rivayet edilmiştir. Sa'îd bin Müseyyeb, Şâ'bi, îbn Şirin, 'Atâ ve Katâde de bu görüştedir. Aynca Şafii, Ahmed ve îshak'ın görüşü de budur.

«Bir kadın kendi dostuyla birlikte kocasının oğlunu öldür­müştü. Yala bin Ümeyye, Ömer bin Hattab'a mektup gönderip bu konuda hüküm soruyordu. Ya'lâ Ömer'in valisiydi. H.z. Ömer (r.a.) bu konuda hüküm vermekte durakladı. Ali bin Ebi Talib (r.a.) ona şöyle dedi:

«Ey Mü'minlerin emiri! Eğer bir grup insan ortaklaşarak bir deve çalsa, onlardan her biri bir parçasını alıp götürseler, onların ellerini keser misin?» Ömer (r.a.) «Evet,» dedi. Ali (r.a.) «öyleyse bu da öyledir.» karşılığını verdi.

Bundan sonra Mü'minlerin Emiri, valisi bulunan Ya'lâ bin Ümeyye'ye; «Her ikisini de öldür. Eğer, San'â halkının hepsi bu eyleme katılmış olsaydı, onların hepsini de Öldürürdüm.» diye yazdı.

Şafi'î bu konuda ölü sahibinin hepsinin, öldürülmesini iste­yebildiği gibi, onlardan dilediği kimselerin öldürülmesini, diledi­ği kimselerden de paylarına düşen diyeti taleb edebileceğini be­lirtir.

Eğer katiller iki kişi ise ve her biri kısas yolu ile öldürülmüşse, diğerinden diyetin yansım isteyebilir. Eğer katiller üç ki­şi ise ve onların ikisi kısasen öldürülmüşse diğerinden diyetin üçte birini talep edebilir.

 

47.6.2. Topluluk, Bir Kişiye Karşı Öldürülür

 

Eğer bir topluluk bir kişiyi öldürmede beraber hareket eder­se, hepsi toptan Öldürülür. Bu topluluk ister az olsun, ister çok. İsterse bunların hepsi doğrudan öldürme eylemini gerçekleştir­miş olmasın, farketmez. Çünkü Malik, Muvatta'da, Ömer bin Hattab'ın, bir grub insanı (Sayının beş veya yedi olduğunda ih­tilaf edilmiştir) bir tek adamı öldürdükleri için öldürmüş oldu­ğunu kaydetmektedir. Adamı gayle şeklinde öldürmüşlerdi. (Gayle ölümü; Kişiyi aldatarak gizli bir yere götürüp öldürmektir.) Ömer bununla ilgili olarak der ki;

«San'â halkının hepsi onu öldürmek için toplanmış ve yardımlaşmış olsaydı, onların hepsini öldürürdüm.»

Şafi'îler ve Hanbeliler öldürme eylemine katılanların; teker, teker herbirinin vuruşlarının tek başına kişiyi öldürecek dere­cede olmasını şart koşmuşlardır. Eğer herbirinin eylemi ölümü için yeterli olmuyorsa o zaman kısas uygulanmaz.

Mâlik der ki; «Bize göre durum şöyledir. Kasten öldürme­de bir çok hür adamlar bir tek adama karşı Öldürülür. Yine bir çok kadın bir tek köleye karşı öldürülür.»

«EI-Mesvâ» da deniyor ki; «İlim ehlinin çoğunluğuna göre, uygulama da buna göredir. Onlar diyorlar ki:

«Eğer bir topluluk bir tek kişiyi öldürmede birlikte hareket ederse onların hepsi ona karşılık kısasen öldürülür,

«Bu fakihler söz konusu uygulamanın maslahata binaen yü­rürlükte olduğunu belirtmişlerdir. Zira kısas, kişilerin canlarını korumak için yürürlüğe konmuştur. Eğer bir topluluk bir kişi­yi öldürdüğünde öldürülmezse, o zaman herhangi bir kimseyi öldürmek isteyen biri bir kaç arkadaşından yardım diler, ki bu suçtan dolayı Öldürülmesin. Böylece kısasın uygulanmaya ko­nuşunun hikmeti etkisiz hale getirilmiş olur.»

îbn Zübeyr, Zühri, Davud ve Zahiriler; bir topluluğun bir tek kişiye karşılık öldürülemeyeceğini, zira Cenab-ı Allah'ın ...... «Cana can» buyurduğunu ifade etmişlerdir.

 

47.6.3. Bir Kişinin Bir Kişiyi Tutup Diğerinin Onu Öldürmesi

 

Bir kişi bir kişiyi tutup başka biri de onu Öldürdüğü zaman ve katil ancak onu tuttuğu zaman öldürebilecek güce ulaştığın­da ve öldürülen kimse de tutma eyleminden sonra kaçmaya güç yetiremezse, o zaman her ikisi de öldürülür. Zira onların ikisi de bu eylemde ortaktır. Bu Leys, Malik ve Nehâ'i'nin görüşüdür.

Bu konuda Şafi'iler ve Hanefiler aykırı bir görüş beyan ede­rek şöyle demişlerdir: .Katil öldürülür, onu tatan adam ise ölün­ceye kadar hapsedilir. Böylece maktulu tutma cezasını çekmiş olur.»

Zira Darekutni, İbn Ömer'den Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

«Bir adam bir adamı tutup da başkası onu öldürdüğü za­man. Öldüren Öldürülür, tutan ise hapsedilir.»

İbnu'l-Kattan da bu hadisi sahihlemiştir. Hafız ibn Hacer ise; «ricali sikadır.» demiştir.

Şafii, Ali'den O'nun, «başkasının tuttuğu bir adamı kasten öldüren adam» hakkında şöyle hüküm verdiğini tahric eder. Ali bu konuda şunları söylemiştir:

«Katil Öldürülür. Diğeri ise hapiste ölünceye kadar bekletilir.»

 

47.7.  Kısasın Tesbiti

 

Kısas aşağıdaki şekilde tesbit edilir:

Birinci olarak ikrar: Çünkü ikrarda bulunmak deyim halin­deki ifadesiyle «Delillerin en büyüğüdür.»

Vâil bin Hucr'den rivayet edilmiştir ki, o şöyle demiştir: -Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte otu­ruyordum. Bu esnada bir adam birisini bir iple çekerek getir­di ve 'Yâ Rasülalîah bu benim kardeşimi Öldürdü.' dedi.

Dedi ki: 'Eğer o itiraf etmezse delil getirmesini söyleyece­ğim?...

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem : 'O'nu öldürdün mü?...' dedi.

Adam: 'Evet O'nu öldürdüm,' dedi.» Hadisin devamı vardır.

(Hadisi Müslim ve Nesai rivayet etmişlerdir.)

İkinci olarak: Adil iki erkeğin şahitliği ile sabit olur:

Rafi' bin Hadic'ten rivayetle, o der ki:

-Ensar'dan bir adam Hayber'de ölü olarak bulundu... ölü­nün sahipleri Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip, durumu arzettiler.

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Size ar­kadaşınızın öldürüldüğü hakkında şahitlik yapacak iki şahidi­niz var mı?..» Hadisin devamı vardır... (Hadisi Ebu Davud ri­vayet etmiştir.)

İbn Kudame «el-Muğni»de der ki:

«Bu olayda bir erkek ile iki kadının şahitliği kabul edilmez. Yine bir şahit ile istek sahibinin yemini de geçerli değildir. İlim ehli arasında bu konuda aykırı görüş belirten kimseyi bilmiyo­ruz. Bu böyledir. Çünkü kısas, işlenen bir cinayete karşı kanın dökülmesidir. Bu nedenle, diğer hadlerde olduğu gibi, iki adil şahidin varlığı ihtiyaten şart koşulmuştur. Bu konuda kısasın kendisine uygulanacağı adamın müslüman, kâfir, hür, köle ol­ması arasında fark yoktur. Çünkü cezalan uygulamadan önce ihtiyatlı olmak zorunludur.»

 

47.8. Kısasın Uygulanması

 

Kısasın uygulanabilmesi için üç şartın gerçekleşmesi gere­kir:

 

47.8.1. Kısasa Müstahak Olan Kimsenin Akıllı ve Baliğ Olmuş Olması

 

Eğer kısasa müstahak olan kimse çocuk yahud deli olursa, ne baba, ne vasi, ne de hakim onun yerine kimseyi koyabilir. Bu konuda suçu işleyen çocuksa, buluğ çağma erinceye kadar, deliyse akıllanıncaya kadar hapsedilir. Muaviye, Hudbe b. Haşrem'i kısasta ölünün oğlu bulûğ çağma erinceye kadar hapset­miştir. Bu uygulama sahabe asrında gerçekleşmiş ve kimse ona karşı çıkmamıştır.

 

47.8.2. Ölü Sahiplerinin Hep Birlikte Kısasın Uygulanmasına Taraftar olmaları

 

Onlardan bir kişinin tek başına bunu isteme hakkı yoktur. Eğer ölü sahiplerinin bazıları uzakta, yahut küçük yaşta veya deli olursa, uzakta olanın dönünceye kadar, küçüğün erginlik çağma gelinceye kadar, delinin ayılıncaya kadar beklenmesi ge­rekir. Karar verilmeden önce bunlar bir araya gelmelidir. Çün­kü seçme hakkına sahip olan bir kimsenin bulunmadığı bir sı­rada onun adına hükmetmek caiz değildir. Çünkü bu onun seç­me hakkını iptal etmek demektir.

Ebu Hanife der ki; «Büyüklerin kısasta uygulama isteğinde bulunma haklan vardır. Onların küçük yaştakilerin erginliğe ulaşmasını beklemeleri gerekmez. Eğer, Ölü sahiplerinin biri ba­ğışlarsa kısas düşer. Çünkü kısas bölünme kabul etmez.»

 

47.8.3. Cinayeti İşleyenin Başkasına Öldürülme Esnasında Zarar Vermemesi

 

Eğer kısas hamile olan bir kadına uygulanacaksa, doğu­munu yapıp çocuğunu emzirinceye kadar öldürülmez. Çünkü kadırun çocuğunu emzirmeden önce öldürülmesi çocuğa zarar ve­recektir. Eğer kadın çocuğuna doğumdan sonraki ilk sütünü ve­rir, onu emzirecek bir kimseyi bulursa çocuğu ona verir ve ken­disine kısas uygulanır. Çünkü ondan başkası da yerine dadıhk görevi yapabilecektir. Yok eğer çocuğa doğumdan sonraki ilk sütünü verir ve kendisine dadılık yapacak kimse bulamazsa, ka­dın çocuğunu iki sene boyunca emzirip sütten kesinceye kadar bekletilir.

İbn Mâce, Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle bu­yurduğunu rivayet eder:

«Bir kadm kasten cinayet işlediğinde eğer hamileyse hemen öldürülmez. Çocuğuna başka birini buluncaya kadar bekletilir. Yine bir kadm zina ettiğinde eğer hamile bulunuyorsa, doğum yapıncaya kadar ve çocuğuna karşı görevini bitirinceye kadar recmedilmez.»

Yine bunun gibi, hamile olan bir kadm, organlarının her­hangi birisi konusunda da kısasa tabi tutulmaz. Doğumu bek­lenir, fakat doğumdan sonraki ilk sütünü içirmesini beklemek gerekmez. (Eğer had cezası recmedilmekse, had de kısas gibidir.)

 

47.9. Kısas Ne Zaman Uygulanır?

 

Kısas, kan sahiplerinin hazır bulunması, ergenlik çağma gel­mesi ve kısası istemesi durumunda, hangi şekilde olursa olsun, kısasın uygulanması gerektiği tesbit edilince hemen uygulanır. Ancak, katil, hamile bir kadm ise, daha önce de belirttiğimiz gibi, cezası doğumunu yapıncaya kadar ertelenir?

 

47.10. Kısas Ne İle Yapılır?

 

Kısasta esas olan, katilin, öldürdüğü şekilde öldürülmesidir. Zira, eşitlik ve benzerliğin gereği budur. Ancak, o şekilde öl­dürülmesi daha fazla işkence çekmesine neden olacaksa, kılıç­la Öldürmek onun için daha rahat olur. Aynca Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:

«Size saldıranlara ,siz de onların saldırdığı gibi saldırın. »(Bakara:194)

Yine:

«Eğer cezalandırırsanız, cezalandırıldığınız gibi cezalandırın. »(Nahl:126)

Beyhaki'nin Berâ (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre Rasûlül­lah sallallahu aleyhi ve seîlem şöyle buyurmuştur: «Kim biri­sini oklarma hedef yaparak öldürürse, biz de onu oklara hedef kılarak Öldürürüz. Kim yakarsa biz de onu yakarız. Kim de su­da boğdurursa, biz de onu suda boğdururuz. »

Yine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, bir kadının ba­şını taşla ezmiş olan yahudinin başını aynı şekilde taşla ezmiş­ti. Alimler bu notu düşerken, katilin kullandığı öldürme sebe­bini, öldürme olayında kullanılması caiz olan sebeplerden olma­sıyla sınırlandırmışlardır. Eğer katilin kullandığı sebep, — sihir yaparak öldürme gibi— kullanılması caiz olmayan bir Öldür­me ise, katil o şekilde öldürülmez. Çünkü bu haram kılınmıştır.

Şafi'îlerden bazıları der ki: Eğer katil kişiyi içki içirerek Öl­dürürse, kendisine sirke içirilerek öldürülür.»

Bir görüşe göre ise, burada dengi ile kıyas yapmak düşer. Hanefîler ve Hadeviye ise; kısasın ancak kılıçla olabileceği görüşündedirler. Bu konuda dayanakları şu hadistir:

Bezzâr ve İbn Adiy'in Ebû Bekre'den rivayet ettiklerine gö­re Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Kısas ancak kılıç ile olur.»

Yine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; işkenceyi yasak­lamış ve şöyle buyurmuştur: «Öldürdüğünüz zaman güzel öldü­rünüz. Kestiğiniz zaman güzel kesiniz. »

Ebü Bekre'nin hadisine itiraz edilmiş ve 'tüm tarikleri za­yıftır' denmiştir.

İşkencenin yasaklanması ise Allah u Teâlâ'nın şu âyeti ile tahsis edilmiştir:

«Eğer onları cezalandırırsanız, sizi cezalandırdıkları gibi ce­zalandırın.»  (Nahl: 126)

Yine şu âyet de bu konuda delil teşkil etmektedir: Onların size saldırdığı gibi siz de onlara saldırın.»  (Baka­ra : 194)

 

47.11. Kabe Çevresinde Katil Öldürülür Mü?

 

Bütün âlimler, Kabe harem'inde adam öldüreni orada öldür­menin caiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Eğer bir kişi, dışarıda bir adam öldürüp de oraya sığınırsa, yahut dinden dönme v.s. gibi sebeplerden dolayı öldürülmesi kesinleştikten sonra Harem'e sığınırsa, Malik; «Orada öldürülür.» demiştir. Ahmed ve Ebû Hanife ise şöyle demişlerdir: «Harem'de öldürülmez. Fakat sıkın­tıya düşürülür. Onunla alış - veriş yapılmaz. Oradan çıkıncaya kadar beklenir ve Harem'in dışında öldürülür.»

 

47.12. Kısasın Düşmesi

 

Kısas, bir kişiye uygulanması kesinleştikten sonra, aşağıda sıraladığımız sebeplerden birinin gerçekleşmesi ile düşer:

 

1. Kan Sahiplerinden Birinin veya Hepsinin Katili Bağış­laması :

 

Burada, bağışlayan kimsenin aklı başında ve iyiliği kötülük­ten ayırabilecek yaşta olması şarttır. Çünkü bu bağışlama ey­lemi, çocuk ve delillerin sahip olmadığı önemli işlerden biridir.

 

2. Katilin ölmesi veya Cinayet İşlediği Organın Telef Ol­ması:

 

Kendisine kısas uygulanacak kişi, öldüğü zaman yahut ci­nayet işlediği organını kaybettiği zaman kısas düşer. Çünkü bu durumda kısacın şartlan gerçekleşmemektedir. Kısas düştüğün­de ise, «Hanbelilere ve Şafi'i'nin sözüne göre— akrabalarına bıraktığı malından ödenmesi gereken diyeti vermek zorunlu olur.

Malik ve Hanefiler ise şöyle derler: «Diyet zorunlu değil­dir. Onların hakkı, ölenin boynunda idi, ancak, o vefat etmiş­tir. Artık onların, ölünün varislerinin zimmetine geçmiş olan mallan almaya haklan yoktur.»

Birinci grubun delili ise şudur; ölü sahiplerinin haklan o kişinin boynunda yahut zimmetindedir. Onlar her ikisinden birini almakta muhayyerdirler. Eğer birini kaybederlerse, diğe­rini almaları zorunludur.

 

3. Taraflar Arasında Barış Yapılması:

 

Cinayeti işleyen ile cinayete maruz kalan, yahut cinayete maruz kalanın sahipleri arasında barış olduğu zaman kısas dü­şer.

 

47.13. Kısas Mahkemelerin Hakkıdır

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, kısası istemek kan sahiple­rinin hakkıdır. Kan sahibinin ve katilin durumunu incelemek ve bir karara bağlamak hakimin hakkıdır.

Kurtubi der ki: «öldürme olaylarında, kısası ancak idari mekanizmanın uygulayabileceğinde ihtilâf yoktur. Kısası uygu­lamak, diğer hadleri yerine getirmek ve benzeri görevler onla­ra farz kılınmıştır. Zira Cenâb-ı Allah, mü'minlerin hepsinden kısas yapmalarını istemiştir. Bütün mü'minlerin toplanıp kısası uygulama, hadleri yerine getirme ve saire görevleri İdareye bı­rakılmıştır. Ümmet, bu işlerde idareyi kendilerine temsilci ka­bul etmişlerdir.

Celâleyn Tefsiri'nin haşiyesi olan Sâvi'nin kaydettiğine gö­re, bunun sebebi şudur: «Öldürme olayının kasten ve düşman­lıktan kaynaklandığı tesbit edildiğinde, hukuk hakiminin, kan sa­hiplerinin eline katili teslim etmesi zorunlu olur. Artık onlar, ister kısas, ister diyet ve isterse bağışlama seçeneklerinden bi-ririni tercih ederler. Kan sahiplerinin, hakimin izni olmadan ka­tili öldürmeye yeltenmeleri caiz değildir.[2] Zira böyle bir uy­gulama bozgunculuğa ve yıkıma neden olur.»

Kan sahipleri, katili hakimin izninden önce öldürülürse, ta-zir cezasına çarptırılırlar.

Hakimin, cinayet aletini incelemesi gerekir ki, aynı aletle öldürülecek adam daha fazla acı çekmesin. Kısas eylemini de en güzel bir şekilde uygulayacak birine yaptırması hakimin gö­revleri arasındadır. Hükmü uygulama ücreti beytü'l-mal'e aittir.

Kan sahiplerinden başkaları daha hızlı davranırlarsa durum ne olur?

îbn Kudâme şöyle demiştir: «Katili, kan sahiplerinden baş­kası öldürdüğü zaman, katilin kısasen öldürülmesi gerekir. Bi­rinci ölü sahiplerine ise diyet verilir.» Şafii de bu görüştedir.

Hasan ve Malik ise şöyle demiştir: «Katili öldüren Öldürü­lür. Birincisinin kanı hükümsüz kalır. Çünkü bu kan, yerini kay­betmiş olmaktadır.»

Katâde'den ve Ebü Haşim'den şöyle rivayet edilmiştir: «İkin­ci katile kısas yoktur. Çünkü ikinci olarak Öldürülen adamın ka­nı mubahtır. Adam onu öldürmekle kısasa müstahak olamaz.»

İkinci katile kısasın vacib olduğu hakkında alimlerin çoğun­luğunun delili şudur: «Evet o adamın kam helâldir. Ancak, öl­dürülmesi kesinleşmemiştir. Üstelik, onu öldürmek, kan sahiple­rinden başkasına mubah değildir. Dolayısıyla, onu öldürmekle kısasa müstahak olur.»

 

47.14. Kısas İle İlgilî Görüşler

 

İdam cezası hakkında pratik tartışmalar yapılmıştır. Bu konuyu yazarlar, felsefeciler ve kanun adamları değişik açılar­dan ele almışlardır. Rousseau, Bentham, Beccaire ve diğerleri bunlar arasında zikredilebilir.

Bunlardan bazıları bu ceza biçimini desteklerken, bir kısmı da karşı çıkmış ve bu tür cezaların yürürlükten kaldırılması çağ­rısında bulunmuşlardır. İdam cezasının kaldırılmasını isteyenler, aşağıdaki delillerle tezlerini savunmaya çalışmışlardır:

1. Cezalandırma devletin sahip olduğu bir haktır. Bu hak­kı toplum adına kendisi kullanır. Toplumu muhafaza etme ve koruma zarureti bu cezanın uygulanmasını gerektirebilir. Hal­buki toplum, bireye hayatı vermemiştir ki, onu elinden alma imkanına sahip olsun.

2. Şartlar ve durumlar, talihsizlik eseri olarak suçsuz bir insanı da hata eseri olarak pençesine alabilir. Dolayısıyla kişi, suçsuz olduğu halde idama mahkûm olabilir. Kişi idam edildi­ğinde artık bu hatayı düzeltme imkanı kalmaz. Çünkü mahkû­mun hayatını kendisine tekrar iade etmek hiç bir şekilde müm­kün olmaz.

3. Bu cezalandırma usûlü çok katıdır ve adaletsizdir.

4. Üstelik, böyle bir cezalandırmaya gerek de yoktur. Bu tür bir cezalandırmanın cinayetleri azalttığına dair hiç bir de­lil kalmamıştır. Dolayısıyla artık bu cezayla hükmetmenin ge­reği kalmamıştır.

İdam cezasının yürürlükte kalmasını savunanlar ise, bu de­lilleri şu şekilde cevaplandırmışlardır:

1. Birinci delile şöyle cevap vermişlerdir: «Toplum, bire­yin hayatını vermiyor ki, onu elinden alabilme yetkisine sahip olsun düşüncesi tutarlı değildir. Zira, toplumun, insanlara öz­gürlüğü de bağışlamadığı bir hakikattir. Bununla beraber, top­lum, zaman zaman gayri meşru bir eyleminden dolayı bireyin özgürlüğünü kısıtlayabilmekte ve hürriyetini elinden alabilmek­tedir. Çünkü her türlü cezalandırma özgürlüğü kısıtlamaktır. Halbuki, bu uygulamalar suç işleyenin suçunu karşılar kabilin­den şeyler değildir. Aksine, toplumun hayatını sürdürmesi ve varlığım savunması amacına ve hakkına dayanmaktadır. Top­lumlar, kendi varlıklarını ve düzenlerini tehdit eden her orga­nı kesmektedirler. İdam cezası için de bu tür bir yaklaşımda bulunulabilir. -Can güvenliğini koruma ve toplum düzenini mu­hafaza etme zarureti bu cezanın uygulanmasını gerekli kılmak­tadır.

2. İkinci delilin reddi için şöyle demektedirler: «Cezalan­dırma Öyle büyük bir zarara neden olmaktadır ki, bunu düzelt­mek ve durdurmak asla mümkün olmamaktadır» şeklindeki yak­laşıma şu açıdan cevap verilebilir: Bütün diğer cezalandırma­larda da yanlış olma ihtimali mevcuttur. Yanlış olarak uygu­lanan bir cezanın daha sonradan düzeltilme imkânı da yoktur. Bununla birlikte, yanlışlıkla idam durumları hemen hemen hiç mevcut değilken, böyle bir itirazda bulunmak asla tutarlı değil­dir. Çünkü, hakimler suçlama delillerinin apaçık olduğu durum­lar dışında bu ceza ile hükmetmekten kaçınmaktadırlar.

3. İdam cezalarının adaletsiz olduğunu ileri sürmelerine karşılık da, her cezanın, işlenen suça münasip olduğunu söyle­yerek cevap verirler.

4. Bu cezalandırma biçiminin gereksiz olduğu iddiasına ge­lince; bunu şöyle cevaplandırmaktadırlar: Cezalandırma göre­vi, — ceza biliminde tercih edilen görüşe göre — yararlı bir gö­revdir. Yani bunun amacı, toplumu suçların kötülüklerinden ko­rumaktır. Bu da, cezanın, işlenen cinayet oranında olmasını ge­rekli kılar. Çünkü böyle bir ceza, suçlunun gönlündeki bir is­teği gerçekleştirirken, onda cezadan korkma duygusu meydana getirir. Verilen ceza, işlenen suça uygun oranda olursa, suçlu­yu bu suçu işlemekten alıkoyar ve caydırır. Yani kişi bu iki şey arasında bir karşılaştırma yapar: İşleyeceği suç ile bu suça kar­şılık takdir edilen ceza arasında bir mukayese yapar. Eğer ve­rilen ceza gerçekten dehşet verici olursa, cezalandırılma korku­su, suçluyu suç işlemekten alıkoyar.

Yukarıdaki görüşlerden ikincisini tercih edenler çoğunluk­ta olduğundan, bugün pek çok ülke idam cezasını kabul etmiştir. Bazıları da birinci görüşü kabul ederek idam cezasını yü­rürlükten kaldırmıştır.

 

47.15. Öldürme Dışındaki Suçlarda Kısas

 

Kısas, öldürme olaylarında gerçekleşebildiği gibi, bunun dı­şındaki bazı durumlarda da gerçekleşebilir: Bu da iki çeşittir:

a. Organlarda.

b. Yaralamalarda.

Kur'ân-ı Kerim, bu konularda, Tevrat düzeninin kısasla il­gili uygulamalarından söz etmektedir:

«Orada (Tevrat'ta) onlara; 'cana can, göze göz, buruna bu­run, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas' yazdık. Kim bunu bağışlarsa, o kendisi için keffaret olur ve kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileri­dir.» (Maide: 45)

Yani, Cenâb-ı Allah, Tevrat'ta kişi kişiyi öldürdüğünde öl­dürülür, şeklinde farz kılmıştı.

Göz çıkaranın gözü çıkarılır. Bu konuda gözün küçüklüğü­ne bakılmadığı gibi, ihtiyar ile çocuğun gözü arasında da bir ayı­rım yapılmaz.

Burun kesenin burnu kesilir. Kulak kesenin kulağı kesilir. Diş şokenin dişi sökülür. İsterse, kısas sonucu sökülen diş di­ğer dişten büyük olsun.

Başka türlü yaralayanların aynı şekilde yaralanması da em­redilmiştir. Kim kısasın uygulanması için sorun çıkarmaz ve onu doğrularsa, böylece kendisine kısasın uygulanmasına zemin ha­zırlarsa, bu, işlediği günaha kefaret olur.

Bu hüküm, her ne kadar Tevrat'ta yer almışsa da, Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem onu ikrar ettiğinden dolayı bi­zim için de yasa kabul edilir.

Buhari ve Müslim'in Enes bin Maiik (r.a.)'dan kaydettikle­ri hadiste deniyor ki: «Nadir bin Enes'in kızı Rubeyyi', bir ca­riyenin ön dişini kırmıştı. Onlar da bunun bedelini tesbit etmiş­lerdi. Karşıdakiler illa kısas olsun istiyorlardı. Kardeşi Enes bin Nadir, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek; «Ey Al­lah'ın Rasûlü!» dedi. «Rubeyyi'in dişini kıracak mısın? Seni hak ile gönderen'e yemin olsun ki, onun dişini kırmayacaksın!" de-

di. Peygamber sallaUahu aleyhi ve. sellem: «Ey Enes, Allah'ın kitabına göre, kısas gerekiyor.» buyurdu. Enes der ki: «Dava sahipleri suçluyu bağışladılar. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; «Allah'ın kullarından bazıları vardır ki, Allah'a yemin ettiklerinde Allah onları yalancı çıkarmaz.» bu­yurdu.

Tüm bunlar, kasıtlı suçlarda böyledir. Hata ile yapılan bu tür cinayetlerde ise diyet vardır.

 

47.15.1. Öldürme Dışındaki Kısasta Bulunması Gereken Şartlar

 

Öldürme dışındaki kısas için aşağıdaki şartlar gerekmek­tedir :

1. Akıllı olmak.

2. Erginlik çağma gelmek.  (Ya ihtilam olması ya da yaş ile olur.)

3. Suçun kasden işlenmiş olması,

4. Kendisine karşı suç işlenen adamın kanının, suçlunun kanına denk olması.

Denklikte etkili olan kölelik ve küfürdür. Yani, bir köleyi yaralayan yahut bir tarafını kesen bir kimseye kısas uygulan­maz. Bir zimmîyi yaralayan veya bir tarafını kesen bir nıüslürnana da kısas uygulanmaz. Zira ikisinin kanı denk değildir. Çün­kü kölenin kam, hür adamın kanından, zimmînin kanı da müslümanın kanından daha az değerdedir. Kısas uygulanmadığı za­man, bedelini ödemek zorunlu olur ki, o da diyettir. Eğer köle yahut zimmi, hür yahut müslüman bir kişiyi yaralayacak olur­sa, her ikisinde de kısas gerekir.

Hanefîler, organ koparmada müslüman ve kâfir arasında kı­sasın uygulanması gerektiği görüşündedirler. Yine onlar derler ki: «öldürme dışında kalan suçlarda, kadın ile arasında kısas olmaz.»

 

47.15.2. Organlarda Kısas

 

Organların kısasa tabi olanları ile olmayanları arasında öl­çü şudur: Belli eklemi bulunan her organda kısas vardır. Dir­sek, bilek, vs. gibi. Eklemi bulunmayan organda ise, kısas yok­tur. Zira birincisinde benzerlik mümkün olduğu halde, ikincisinde yoktur. Buna göre, bir parmağı kökünden kesen, yahut bir eli bilekten yahut dirsekten kesen, ayağı ekleminden koparan, yahut gözü çıkaran, burnu koparan kulağı kesen, dişi söken kim­seye kısas uygulanır. Aym şekilde cinsel organı kesen veya hus­yeleri koparana da kısas uygulanır.

 

47.15.3. Organlarda Kısasın Şartları

 

Organlarda uygulanan kısasm üç şartı vardır:

1. Kesilen organın bir ekleminin bulunması veya belli bir sınırının olması: Dolayısıyla zulmedilmeyeceğinden emin olmak. Buna göre, diş dışında herhangi bir kemiği kırmakta kısas ol­maz. İçe kadar varan yaralamada kısas olmadığı gibi, pazunun ısırılmasında da kısas uygulanmaz. Zira bunlarda kısasa gidil­diğinde, daha ağır cinayetlerin işlenmesinden emin olunmaz.

2. Hem isimde hem de yerde benzerlik bulunması: Yani, sağ,  sol ile kısas yapılmadığı gibi, sol da  sağ  ile kıyas yapıl­maz. Küçük parmak, yüzük parmağı ile kısas yapılmadığı gibi tersi de uygulanmaz. Çünkü burada isim benzerliği yoktur. As­li olan, zaid olanla —karşılıklı rıza olsa da— alınmaz. Zira yer ve yarar bakımından eşitlik yoktur. Fakat fazla olan, yer ve yaratılış olarak kendisinin benzeri olanla alınır.

3. Sağlık ve tamam olma bakımından suç işleyenle, ken­disine karşı suç işlenen arasında eşitlik bulunması: Dolayısıy­la, sağlıklı bir organ sakat bir organla alınmaz. Yine eksiksiz bir el, parmakları eksik bir elie alınmaz. Aksi ise caizdir. Yani sakat e!, sağlıklı ele karşılık alınır.

 

47.15.4. Kasten Yaralamada Kısas

 

Kasten yaralamada kısas zorunlu değildir. Ancak kısas müm­kün olan yerlerde uygulanabilir. Yani yaralının yarası kadar — ne eksik, ne fazla— bir yara açılabiliyorsa olabilir. Eğer eşit­lik ve benzerlik, ancak bir miktar fazlasıyla, tehlikeyle yahut zarar vermekle gerçekleşebiliyorsa, bu durumda kısas zorunlu olmaz. Diyet gerekir. Çünkü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel­lem, alt deriye kadar varan baş yarmasmda, kemiğin kırılıp da­ğılmasında ve içe kadar varan yaralamada kısası kaldırmıştır. İnsanın ölümüne neden olabilecek diğer ağır yaralamalar da böyledir. Boyun, bel, uyluk ve benzeri yerlerin kemiklerini kır­ma buna örnek olabilir.

Şicac'a gelince: Bunlar yüz ve başta meydana gelen yara­lardır ve bunlarda kısas yoktur. Kemiği görülecek kadar varı­lanlar müstesna, bunlar kasten işlendiğinde kısasa tabidir. Di­yetler bölümünde şicac üzerinde duracağız.

Dilde ve kemik kırmada kısas olmaz. Ancak dişler bu hük­mün dışındadır. Çünkü burada, hükmü, zulmetmeden uygula­mak mümkün değildir.

Kim bir kişiyi içe vuracak şekilde yaralar da adam iyileşir-se, yahut elini pazusunun ortasından keserse ona kısas yoktur. Diğerinin, onun kolunu o yerden kesmeye hakkı yoktur. Ancak bilekten kısas yapabilir. Pazusunun yarısı için de mahkemeye başvurur. Eğer bir adamın dişi dışında bir kemiğini (mesela kaburgasını) kırarsa, yahut sakat bir elini koparır, yahut par­makları olmayan bir ayağını, yahut konuşamayan dilini, yahut görmeyen bir gözünü yahut fazla olan bir parmağım kopanrsa, bunların hepsinde adil bir mahkemeye başvurulur.

 

47.15.5. Beraber Koparma veya Yaralama

 

Hanbeliler; bir organın koparılmasında yahut da kısası ge­rektiren bir yaralama eyleminde birkaç kişi yardımlaştığında, eğer onların fiilleri birbirinden ayırd edilemiyorsa, hepsine kı­sasın gerektiği kanısındadırlar. Çünkü, Ali kerremallahu vechehü'dan rivayet edildiğine göre; onun yanında iki kişi, bir ki­şinin hırsızlık yaptığına şahitlik etmişler o da elini kestirmişti. Daha sonra başka bir adam gelmiş, bu sefer şahitlerin ikisi de; işte hırsız budur, birincisinde yanıldık.» demişlerdi. Hz. Ali (r.a.) onların ikinci adam hakkındaki şahitliğini reddetmiş ve onlan birinci adama diyet vermekle borç andırmış tır. Ayrıca :

«Eğer bu işi kasıtlı yaptığınızı bilseydim, ellerinizi keser­dim.» demiştir.

Yok eğer beraber hareket edenlerin fiilleri birbirinden ay­rı ayrı ise, yahut herbiri adamın bir tarafını koparmışsa, onla­ra kısas yoktur.

Malik ve Şâfii der ki: Eğer imkânı varsa kısas yapılır ve onların organları kesilir. Yaralama beraber yapıldığında da kı­sas uygulanır. Tıpkı bir kişiyi öldürmede bir grup yardımlaştı­ğında hepsinin de ona karşılık öldürülmeleri gibi.

Hanefiler ve Zahiriler der ki: «Bir el için iki el kesilmez. Eğer iki adam bir adamın elini kesecek olursa hiç birisine kı­sas yoktur. Her ikisine de ayrı ayrı diyetin yarısı ödetilir.»

 

47.15.6. Darbe, Tokat ve Sövmede Kısas

 

Dövme, tokat atma, göğüse yumruk atma yahut sövmeler­de kısas yapılması caizdir. Zira Cenâb-ı Allah buyuruyor ki:

«... Size saldıranlara siz de onların saldırdığı gibi saldırın ve Allah'tan korkun.»  (Bakara : 194)

«Bir kötülüğün cezası onun gibi kötülüktür.»  (Şûra : 40)

Sünnet-i Seniyye de bu konularda kısasın uygulandığını gös­termektedir.

Tokat, göğse yumruk atma, dövme yahut sövmenin; suçu işleyenin tokadı, yumruğu, dövmesi yahut sövmesi kadar olma­sı şarttır. Çünkü bu, kısasın yasa olarak konmasına neden olan adaletin gereğidir.

Aynı zamanda tokatlamada, darbenin göze gelmemiş olma­sı yahut telef olmasından korkulmayan bir yerde olması şarttır.

Söğmede kısasın şartı bu sövmenin haram olan sövmeler­den olmamasıdır. Bu nedenle kendisini tekfir edeni tekfir ede­mez, kendi adma yalan söyleyenin adına yalan söyleyemez, ba­basına lanet okuyanın babasına lanet okuyamaz, anasına sö-venin, annesine sövemez. Çünkü müslümanı tekfir etmek yahut onun adına yalan söylemek İslâm'da temelden haram kılman şeylerdendir. Sonra onun babası kendisine lanet okumamış ki, ona lanet okusun! Annesi onunla sövüşmemiş ki kendisine söv­sün! Fakat kişi kendisine lanet okuyana lanet okuyabilir. Ken­disini çirkin şekilde eleştireni, çirkin şekilde eleştirebilir. Sözün bir benzerini söyler ve kısasen ona aynısını geri çevirir.

Kurtubî der ki:

«Kim sana zulmederse zulme uğradığın kadarıyla hakkım ondan al. Kim de seninle sövüşürse sözünü geri çevir. Kim se­nin namusuna söverse, sen de onun namusuna söv. Fakat taş­kınlık yapıp, babasına, oğluna yahut yakınlarına sövme. Senin adına yalan söylemiş olsa bile, onun adına yalan söylemen doğ­ru olmaz. Zira günaha karşılık günahla cevap verilmez..

-Eğer adamın biri sana; 'ey kâfir!' derse, ona; 'kâfir sensin,' demen caizdir. Eğer sana; 'ey zani!' derse, ona; 'ey yalancı, ey yalan üzere şahitlik eden!' demen gerekir. Çünkü bu sözün kı­sası ancak böyledir. Eğer sen de ona; "ey zanü' demiş olsan ya­lancı olmuş olursun ve yalan söylemekle günahkâr olursun. Eğer senin borcunu verebilecek imkanı olduğu halde — özürsüz bir şekilde — oyalarsa, ona; 'ey zalim, ey insanların mallarını yi­yen!' şeklinde sözlerle karşılık ver. Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem buyuruyor ki:

«Borcunu Ödeyebileceği halde oyalayanın namusu ve ceza­landırılması helâl olur.»

«Onun ırzını daha önce açıklamıştık. Cezası ise hapishane­dir. Orada hapsedilir.»[3]

Tokat atma, dövme ve sövmenin kısası konusunda Hulefa-i Raşidin ve diğer sahabe ve tabiinden sabit olan kısas uygulama­ları mevcuttur.

Buhâri'nin; Ebû Bekr, Ali, İbn Zübeyr ve Suveyd bin Mukar-ren'den rivayet ettiğine göre; onlar tokat ve benzeri şeylerde kı­sas uyguluyorlardı.

İbnül-Münzir der ki:

«Kamçı, sopa yahut taş cinsinden kişiyi öldürmeyen darbe­ler kasten yapıldığında kısasa tabidir. Bu, hadis ehlinden bir gru­bun da görüşüdür.

Buhâri'de kaydedildiğine göre; H.z. Ömer (r.a.) kamçı ile vur­maya karşı kısas uygulamış, Alî bin Ebî Talib kerremalîahu vec-hehu da üç kamçıdan dolayı kısas uygulamıştır. Kadı Şurayh da bir kamçıdan ve tırmalamadan dolayı kısas yapmıştır.

Bu konuda diğer bölgelerin alimleri ihtilaf etmişlerdir. Bun­lara göre bu tür şeylerde kısas yoktur. Çünkü bunlarda genellik­le eşitlik hemen hemen uygulanamayacak kadar zordur.

Madem ki bu tür şeylerde kısas uygulanması gerekmiyor, o zaman ta'zirin uygulanması zorunlu oîur.

Şeyhülislâm îbn Teymiyye bu konuda birinci görüşü tercih etmiş ve şöyle demiştir:

«Bu uygulamalarda benzerlik mümkün değildir, diyenlere ise şu şekilde karşılık verilir: Bu suç için ya kısas ya da ta'zir olmak üzere mutlaka bir ceza gerekir. Madem ki türü ve miktarı belli olmayan ta'zir cezası burada caiz görülüyorsa, bu uygulamadan sınırları daha belli olan bir cezayı takdir etmek daha iyi ve da­ha yerinde olur. Kısasta adil olmak imkan nisbetincedir. Bilindi­ği gibi kısas için vurulan darbe, vuranın vuruşu gibi yahut ona yakın olduğunda bu uygulama adalet ölçülerine göre kişinin kam­çı ile dövülüp ta'zir edilmesinden daha adalete yakındır. Burada zulüm korkusuyla kısasın uygulanmasını mahzurlu görenler; kendisinden kaçtıkları daha büyük bir zulmü mubah görüyor­lar. Böylece anlaşılıyor ki, sünnetteki uygulama hem daha adil, hem de daha takdire şayandır.»

 

47.15.7. Malı Telef Etmede Kısas

 

Bir kişi, ağaç kesme, ekinini bozma, evini yıkma yahut el­bisesini yakma gibi bazı şeylerle bir kişinin malını telef eder­se, o kişiye kısas uygulanması, ona yaptığının aynısının yapıl­ması caiz olur mu?...

Alimlerin bu konuda iki görüşü vardır:

1- Bir görüşe göre; bu konuda kısas doğru değildir. Çün­kü bu bir taraftan bozgunculuktur, bir taraftan da elbise ve ekin gibi şeyler birbirine denk değildir.

2- Bu görüşe göre; burada kısas yapılabilir. Çünkü kısa­sın Öldürmede ve organların koparılmasında uygulanması da­ha da önemlidir. Madem ki oralarda kısas uygulanıyor, onlar­dan daha aşağıda bulunan mallarda uygulanması daha da doğ­ru olur.

Bu nedenle, harp ehli bizim mallarımızı telef ettiğinde on­ların mallarını telef etmemiz caiz olur. Meselâ; meyva veren ağaçların kesilmesi gibi.

Bu konuda, «ihtiyaç yoksa kesilmez,» denmişse de bu böy­ledir.

İbnü'l-Kayyim de bu görüşü tercih etmiş ve şöyle demiştir: «Malın telef edilmesi; eğer dokunulmazlığı olan mallarda olursa, malını telef ettiği gibi telef etmek caiz olmaz. Hayvan­lar ve köleler gibi.»

Eğer mal, yırtılan elbise, kırılan çanak cinsinden ise; meş­hur olan görüşe göre, onun telef ettiği gibi telef etmez; ya pa­rasını ya da bir benzerini alabilir.

Kısasa göre hüküm; suçlunun telef ettiği gibi onun da te­lef edebileceğini gösterir. Elbisesini yırttığı gibi onun elbisesini yırtar, sopasını kırdığı gibi onun sopasını kırar. Tabii eğer ara­larında eşitlik varsa. Adaletin gereği de budur. Bu konuda onun bu hareketini yasaklayan ne bir nas, ne bir kıyas, ne de bir ic-mâ vardır. Çünkü bu, Allah'ın hakkından doiayı haranı kılın­mış değildir. Sonra maim dokunulmazlığı, canın ve organların dokunulmazlığından daha önemli değildir. Madem ki, yasakla­yan kişi bir organı telef olduğunda suçlunun organını telef et­meyi ön görüyorsa, burada bu uygulamanın yürürlüğe konma­sı daha uygun ve daha doğru olur.

Kısasın hikmetlerinden biri olan gönül rahatlığı ve öfkenin dindirilmesi de ancak bu uygulama ile gerçekleşebilir.

Sonra kişinin onun malını yahut elbisesini telef etmedeki amacı ona hakaret etmek olabilir. Malının bedelini de öder. Ma­lı çok olduğundan onun bedelini ödemek kendisine zor gelmez. Kendisi bu hareketiyle ondan hıncını aldığı halde kendisine kar­şı suç işlenen adam aldatmış ve öfkesi dindirilmemiş olur. Ma­lının kıymetini vermek; onun öfkesini dindirmek, içini soğutmak ve suçluya da kendisine karşı suç işlenenin tattığını tattırmak imkanı nasıl sağlasın ki?...

Bu mükemmel, üstün Şeriat'in hikmeti ve kıyas bu tür bir uygulamayı kesinlikle red eder. Cenab-ı Allah buyuruyor ki:

«Onların size saldırdığı gibi siz de ona saldırın.» (Bakara: 194)

 «Bir kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür.» (Şûra: 40)

  «Eğer onları cezalandırırsanız, cezalandırıldığınız gibi ceza­landırın.»   (Nahl: 126)

İşte bu âyetler de sözkonusu uygulamanın caiz olduğunu ifade etmektedir.

Fakihler kâfirlerin ekinlerini yakmayı, ağaçlarını kesmeyi, bize bu tür şeyleri yaptıkları zaman caiz görmüşlerdir. Bu ko­nuda açıkça görüş beyan etmişlerdir. Bu ise sözünü ettiğimiz meselenin aynısıdır.

Cenab-ı Allah, yahudilerin hurmalıklarının sahabe tarafın­dan kesilmesini uygun görmüştür. Çünkü bunda onlarm rezil olması, utanıp mahvolması, suçlunun horlanmasını sevmekte ve bunu yasal görmektedir.

Ganimet malını çalmış olan kişinin malını yakmak caiz ol­duğuna göre, suçsuz olan bir müslümanm malını yaktığı zaman malının yakılacağına hükmetmek daha doğru ve yerinde olur. Çünkü ganimet malını çalmakla o kimse, müslümanların ortak malı olan bir şeyde kendilerine hıyanet etmiş olur. Burda da durum farklı değildir.

Allah'ın hakkında, cezalandırma yasal olarak görüldüğüne göre, cimri olan kulun hakkında, bu uygulamanın yasal olaca­ğı daha doğru ve yerinde olur. Çünkü Cenb-ı Allah, kendi hak­larında, cezalandırmadan daha çok müsamahalı uygulamayı ter­cih eder.

Cenab-ı Allah, kısası kişileri düşmanlıktan alıkoymak için yasal kılmıştır. Cenab-ı Allah'ın mali yönden zulme uğrayan kim­selere diyeti farz kılması mümkündü, fakat onun yürürlüğe koy­duğu yasa daha mükemmel ve kullar için daha yararlıdır. Zul­me uğrayanın öfkesini dindirmeye canlarını ve mallarım, organ­larını korumaya daha elverişlidir. Böyle olmasa bir kişiden öf­kesini almak istediğinde onu öldürür, yahut bir organını keser ve bunun diyetini verirdi. Cenab-ı Allah'ın hikmeti, rahmeti ve maslahatı gözetmesi bunu tümden reddetmektedir. Bunların hep­si de mala karşı düşmanlıkta mevcut olan şeylerdir.

Eğer denilse ki; 'bu tür duygular, telef edilen malın aynı­sını vermekle onarılabilir.'

Cevaben denir ki: Kendisine karşı suç işlenen adam buna razı olduğunda kişinin kopan organına karşı diyete razı olma­sı gibidir. İşte kıyasın gereği de budur. Bu görüşü her iki Ah-med de (Ahmed bin Hanbel ve Ahmed bin Teymiye) tercih et­miştir. Musa bin Said, rivayetinde der ki:

«Eşyanın sahibi, dilerse suçlunun elbisesini yırtar, dilerse bir benzerini ondan alır.»

 

47.15.8. Aynısının Bedelini Ödemek

 

Alimler; yenilebilen, içilebilen yahut tartılabilen mallardan birşeyi yok eden yahut bozan bir kimsenin bedelini ödemesi ge­rektiğinde ittifak etmişlerdir.

Aişe (r.a.) der kî: «Ben Safiye gibi yemek yapan birini gör­medim. Rasûlüllah için bir yemek yapmış ve onu Rasûlüîlah sal-lallahu aleyhi ve sellem'e göndermişti. Beni ise bîr kıskançlık duygusu tuttu ve onun kabını tutup kırdım. Ve; «Ya Rasûlal-lah!» dedim, «yaptığımın kefareti nedir?» «Onun kabı gibi bir kab, yemeği gibi bir yemektir.» buyurdu.»   (Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)

Alimler, yok edilen yahut bozulan mallanıl tartılmayacak ve Ölçülmeyecek cinsten olduğu zaman görüş ayrılığına düşmüş­lerdir.

Hanefîler ve Şâfiîler der ki: Malı yok eden yahut bozan adamın onu misliyle ödemesi gerekir. Bir benzer bulunmadığı durumların dışında kıymetinin Ödenmesine gidilmez. Çünkü Cenab-ı Allah:

«Size saîdında bulunanlara size saldırdıkları gibi siz de sal­dırın.» buyurmuştur.

Bu tüm eşyada geçerli olan bir kuraldır. Yukarıda belirti­len Aişe (r.a) hadisi de bu görüşü desteklemektedir.

Malikiler ise bu durumlarda, kıymetin ödeneceğini, bizzat benzerinin ödenmesi gerekmediğini söylemişlerdir.[4]

 

47.15.9. Yaralama Yahut Mal Almakla Taşkınlık

 

Bir insan başkasına karşı yaralamak yahut malını almak şeklinde saldırıda bulunduğu zaman, imkanı varsa bizzat ken­disi hakkını alabilir mi?...

Alimlerin bu konuda bir çok görüşleri vardır. Kurtubi bu konuda caiz olmayı tercih etmiş ve şöyle demiştir:

«...Doğru olan bunun caiz olduğudur. Hırsız sayılmadığı müddetçe hakkını nasıl alabiliyorsa o şekilde alabilir. Bu Şafiî’nin de görüşüdür. Davudi bunu Malik'ten de rivayet etmiştir. İbnü'l-Münzir de bu görüşü benimsemiş, İbnü'l-'Arabî de onu tercih etmiştir. Bu hainlik değil, hakka ulaşmaktan ibarettir. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor Ki:

«Kardeşine zalim yahut mazlum olduğu her iki halde de yar­dım et.»

Zalimden hakkm alınması ise onun için bir yardımdır.

Ebû Süfyan'ın karısı Utbe'nin kızı Hind Nebi aleyhisselam'a; «Ebu Süfyân cimri bir adamdır. Bana ve çocuklarına yetecek na­fakamı vermemektedir. Ancak ben ihtiyacımı gidermek için onun haberi olmadan malından alıyorum. Bundan dolayı bana bir günah var mıdır?... » dediğinde, Rasülüllah sallallahu aley­hi ve sellem;'

«Sana ve oğluna normal şekilde yetecek kadarını al.» bu­yurmuştur.

Yani Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem ona mal alma­sını mubah kılmış ve yetecek miktardan fazlasını almamasını söylemiştir. Bunların hepsi Sahih'de sabittir... Allah Teâlâ bu­yuruyor ki:

"Kim size saldıracak olursa size saldırdığının aynısı ile ona saldırın.»   (Bakara : 194)

İşte bu farklı görüşlerin kökünü kazımaktadır. Alimler zul­me uğrayan adamın kendi malının cinsi dışındaki bir malına el koyma imkanı olduğunda bunu yapıp yapamayacağında ihtilaf etmişlerdir.

Bir görüşe göre, bu malını ancak hakimin hükmü ile ala­bilir, yoksa alamaz.

Şâfi'i'nin bu konuda iki görüşü vardır: En sağlıklı görüşü; «Eğer malının cinsinden bir şeyini bulsaydı onu alırdı,» ilkesi­ne kıyasen başka mallarını da alabilir, şeklindedir.

Şâfii'nin ikinci görüşü İse şöyledir: «Onu alamaz, çünkü bu kendi malının cinsinden değildir.»

Alimlerden bazıları da şöyle derler: «Telef olan malının miktarınca el koyar ve bu miktarını alabilir. İşte, daha önce de­lilleri ile ortaya koyduğumuzdan dolayı, bu görüş en sağlıklı olan görüştür.»

 

47.16. Hakimin Kısas Edilmesi

 

Hakim de ümmetin fertlerinden biridir. Başkasından farklı bir özelliği yoktur. Farklı özelliği, ancak vekil ve vasiyet edi­lenin farklılığı gibidir. Ümmetin tüm fertlerine uygulanan şey­lerin hepsi ona da uygulanır.

Hakim, ümmetin fertlerinden birine karşı taşkınlık yaptığın­da kısasa müstahak olur. Zira Allah'ın hükümlerinde onunla bir başkasına hiçbir farkı yoktur. Allah'ın hükümleri geneldir. Tüm müslümanları kapsar. Ebu Nadre, Ebû Firas'dan rivayetle der ki:

Ömer bin Hattâb bize yaptığı bir konuşmasında şöyle de­mişti : «Ey İnsanlar! Allah'a yemin olsun ki, ben valilerimi, size tokat atsınlar, mallarınızı alsınlar diye göndermiyorum. On­ları yalnız size dininizi ve peygamberinizin sünnetini öğretsin­ler diye gönderiyorum. Kim bundan başka bir olaya şahit olur­sa, bana bildirsin. Allah'a yemin olsun ki, bundan dolayı ona kısas tatbik ederim...»

Amr bin As (r.a.) dedi ki:

-Eğer bir adam, emri altındaki bazı kimseleri te'dlb eder­se, onu bundan dolayı kısas mı edersin?»

Dedi ki: «Evet, canımı elinde tutana yemin olsun ki, o za­man ona kısas yaparım. Ben, Rasûlüllah'm bizzat kendi kendi­sine kısas yaptığını gördüğüm halde, bu adama nasıl kısas yap­mayabilirim ki?!»

(Hadisi Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir.)

Nesâi ve Ebü Dâvüd, Ebû Sa'îd bin Cübeyr hadisinden ri­vayetle onun şöyle dediğini kaydederler: «Bir ara Rasülüllah sal-lallahu aleyhi ve sellem aramızda bir şeyi paylaştırıyordu. Bu sırada bir adam ona çullandı. Rasûlüliah sallallahu aleyhi ve sellem yanında bulunan bir hurma dalıyla ona dürttü. Adam da bağırdı. Rasûlüliah sallallahu aleyhi ve sellem ona: «Gel de kı­sas yap!» buyurdu. Adam: «Hayır, ben bağışlıyorum ya Rasû-lallah.» dedi.»

Ebu Bekir es-Sıddik (r.a.)'a şikayete gelen bir adam; bir va­linin, kendisinin elini kestiğini haber verdiğinde o şöyle demiş­ti : «Eğer senin doğru söylediğin ortaya çıkarsa, ona kısas uy­gularım.»

Şâfi'i, Rebi' rivayetinde der ki:

Ömer (r.a.) hadisinde onun şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Ben, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in bizzat kendisi­ne kısas uyguladığını gördüm. Ebu Bekir de bizzat kendisine kı­sas uyguluyordu. Ben de kendime kısas uygularım.»

 

47.17. Koca, Karısını Yaraladığında Kısas Yapılır Mı?

 

İbn Şihâb der ki: Sünnet'teki uygulamalara göre alışılage­len şey, kocanın, karısını yaraladığında kısas yapılmayacağıdır. O yaranın diyetini verir. Kısas yapılmaz.

Malik bunu açıklayarak der ki:

«Koca kasıtlı olarak karısının gözünü çıkarır, elini kırar, par­mağını kopanr yahut benzeri bir şey yaparsa bundan dolayı

kısas yapılır. Fakat adam; kansmı iple yahut kamçı ile döver ve bu esnada istemediği ve kasıt gözetmediği bir yerine gelir­se, bu şekilde yaralamalarda diyet uygulanır, kısas yapılmaz.» El-Mesvâ'da der ki: «İlim ehli de bu yoruma taraftardır.»

 

47.18. Yaralamalarda İyileşmeden Önce Kısas Yapılmaz

 

Yaralanan adamın yarası iyileşinceye ve başka tarafa sira­yet edeceğinden emin oluncaya kadar suçluya kısas uygulan­maz. Eğer yaralama başka taraflara da sirayet ederse, suçlu onların da bedelini öder.

Kısas, çek şiddetli soğuklarda, bunaltıcı sıcaklarda uygulan­maz. Kısas uygulanan adamm ölmesinden endişe edildiğinde ce­za ertelenir. Eğer sıcaklıkta yahut soğuk havada yahut körelmiş veya zehirlenmiş bir aletle kısas yapılırsa ve eğer bir telef olmaya neden olursa, diyetin geri kalanını vermek gerekir.

Amir bin Şuayb'ın babasından, onun da dedesinden riva­yetine göre, dedesi der ki: «Bir adam boynuzla dizinden yara­lanmıştı. Peygambere gelmiş ve "bana kısas yap,» demişti. Ra­sûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; «Iyileş de gel,» buyurmuş­tu. Sonra tekrar gelmiş ve; «Bana kısas yap,» demişti. Rasû­lüllah sallallahu aleyhi ve sellem de ona kısas yaptı. Aradan çok geçmeden adam geldi ve; «Ya Rasûlallah, topal kaldım,» dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ona; «Ben seni alı­koyduğum halde bana isyan ettin. Allah da seni uzaklaştırdı; topal kalışın da boşa gitti.» dedi.

Daha sonra Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem yaralar iyileşmeden kısas yapılmasını yasakladı.

(Hadisi Ahmed ve Dârekutnî rivayet etmiştir.)

Şâfi'i, bundan, beklemenin mendub  olduğunu  anlamıştır.

Çünkü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem yara iyileşmeden

kısas yapma imkanına sahipti.

Onun dışındaki imamlar ise; «Beklemenin vacip olduğunu» söylemişlerdir. «Kısasa izin vermesi ise, bu uygulamanın zarar­lı sonuçlara varacağını öğrenmeden önceydi," diyorlar.

Suçlu, Kasıtlı olarak bir parmak koparır ve mazlum adam da onu bağışladıktan sonra, yara ele yahut Ölüme kadar sira­yet ederse, eğer bağışlama karşılıksız yapılmışsa bu sirayetin ne­den olduğu şeyler heder olur. Fakat bir mal karşılığında bağışlamışsa, yaralıya sirayetin neden olduğu aksaklıkların diyeti vardır. Böylece sirayet yoluyla meydana gelen zarardan bağış­lanan çıkarılır gerisinin diyeti ödenir.

 

47.19. Kısasın Ölüme Neden Olması

 

Kısastan aldığı yara yüzünden Ölen kimsenin durumu hak­kında alimlerin bakışları farklı farklı olmuştur.

Alimlerin cumhuru, bu meselede kısas yapanın taşkınlık yap­madığından bir cezası olmadığı görüşündedir. Zira hırsız eli ke­sildiğinden dolayı ölecek olursa, onun elini kesene hiç bir ce­za yoktur. Bu konuda icma vardır. İşte bu da onun gibidir.

Ebü Hanife, Sevrî ve İbn Ebî Leylâ der ki: «... Öldüğü zaman kısas yapanın aksine diyet düşer. Çün­kü bu yanlışlıkla öldürmedir.»

 

47.20. Dîyet

 

47.20.1. Tanımı

 

Diyet: Suçtan dolayı kendisine karşı suç işlenen kişiye ya­hut onun akrabasma verilmesi gereken maldır.

«Vedeytü'I-katil ifadesi; -öldürülenin diyetini verdim,» de­mektir.

Diyet, hem kısas olan, hem de kısas olmayan suçlardan uy­gulanabilmektedir. «Diyetü'1-Akl» adı da verilmektedir. Bunun temeli şudur: Katil, bir kişiyi öldürdüğünde, develerden diyeti toplar ve onları götürür, ölünün sahiplerinin bahçesinde bağ­lar. Yani onları yularlarıyla oraya bağlar ki, onlara teslim etsin.

«Akaltu an-fulan»: Falanın suçunun diyetini borçlandım, de­mektir.

Diyet nizamı daha önceleri Araplarda mevcuttu. İslâm, bu düzeni kendi halinde bıraktı (değiştirmedi).

Bunun temeli de Yüce Allah'ın şu sözüdür: «Bir mü'min bir mü'minî öldüremez, ancak yanlışlıkla olur­sa başka. Yanlışlıkla bir mü'mini Öldüren kimsenin, mü'min bir köle azad etmesi ve ölenin ailesine de bir diyet vermesi gere­kir. Eğer bağışlarlarsa o başka. Mü'min, düşmanınız olan bir top­luluktan ise mü'min bir köle azad etmek gerekir. Ve eğer sizinle kendileri arasında andlaşma bulunan bir topluluktan ise verilecek bir diyet ve mü'min bir köle azad etmek lazımdır. Bun­ları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay ardı ardına oruç tutması gerekir. Allah bilendir, hik­met sahibidir.» (Nisa: 94)

Ebû Davud'un Amr bin Şuayb'dan onun babasından, onun da dedesinden rıvayetme göre, o der ki:

«Rasûlüllah. sallallahu aleyhi ve sellem döneminde diyetin değeri sekiz yüz dinar, yahut sekiz bin dirhemdi. O gün ehli kitabın diyeti ise, müslümanlann diyetlerinin yansıydı. Bu uygulama, Ömer (r.a.) halife seçilinceye kadar böylece devam et­ti. Halife seçilince bir konuşma yaptı ve; «Dikkat edin, artık develer pahalanmış tır» dedi.               

Der ki; «Ömer, altın sahiplerine bin dinar, gümüş sahiple­rine[5] ise oniki bin, sığır sahiplerine ikiyüz sığır, koyun sa­hiplerine iki bin koyun, giysi sahiplerine ikiyüz takım elbiseyi diyet olarak vermelerini belirledi.»         

Şâfi'i, Mısır'da dedi ki:

«Altın ve gümüş sahiplerinden develerin kıymeti dışında hiç bir şey kabul edilmez. Ne kadar pahalı olursa olsun.»

Tercihe şayan görüş ise şudur: Kuşku yoktur ki, Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem'in diyeti, develerin dışında başka şeylerle takdir ettiği sabit.olmamıştır. Buna göre, Ömer (r.a.) diyetin cinslerini çoğaltmış olmaktadır. Bu da, böyle uygulama­sını gerektiren ve zorunlu hale getiren bir sebepten kaynaklan­maktaydı.»                                               

 

47.20.2. Hikmeti

 

Diyetten amaç, insanları o işden alıkoymak ve onları-yıl­dırmaktır. Can güvenliğini korumaktır.

Onun içindir ki, mükelleflerin onu vermelerinin çok zor ol­ması ve bundan sıkıntıya, üzüntüye ve meşakkatlere maruz kal­maları esas alınmıştır. Mükelleflerin bu üzüntü ve sıkıntıyı gö­rüp duymaları, onun bilincine varmaları ancak diyetin büyük bir mal olması, onların mallarını azaltması, onu ödemekle, suçluya yahut varislerine vermekle sıkıntıya düşmeleriyle anlaşı­labilir. Yani diyet hem ceza, hem de bedeldir.[6]

 

47.20.3. Miktarı

 

Diyeti Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem vacib kılmış ve miktarını belirlemiştir. Hür ve müslüman erkeğin diyeti, deve sahiplerine göre iki yüz devedir. Sığır sahiplerine göre ikiyüz sığırdır, koyun sahiplerine göre iki bin koyundur. Altın sahip­lerine göre bin dinardır. Gümüş sahiplerine göre oniki bin dir­hemdir. Elbise sahiplerine iki yüz elbisedir. Diyet vermekle mü­kellef olan biri bunlardan hangisini getirirse, ölü sahibi onu ka­bul etmek zorundadır. Artık ölü sahibinin hangi gruptan oldu­ğuna bakılmaz. Zira kişi vermekle mükellef olduğu şeylerin as­lından birini getirmiş bulunmaktadır.[7]

 

47.20.4. Diyeti Zorunlu Kılan Öldürme

 

Alimler arasında ittifakla kabul edilen odur ki; yanlışlıkla öldürme, kasten öldürmeye benzer cinayetlerde, küçüklük ve de­lilik gibi teklifin şartlarından birini taşımayan birisinin neden olduğu öldürmelerde diyet zorunludur.[8]

Öldürülen kişinin dokunulmazlığı, Öldüren kişinin dokunul­mazlığından eksik olduğu hallerde de diyet gerekir. Mesela hür bir kimsenin köle bir kişiyi öldürmesi gibi.

Uykusunda, dönerken başkasını öldüren, başkasının üzeri­ne düşerek onu öldüren, kalabalık yüzünden öldürülen ve bir çukur kazıp başkasının oraya düşüp ölmesine neden olan kim­selerin de diyet ödemesi gerekir.

Bu konuda Haneş bin Mu'temir'den Ali (r.a.)'dan gelen ha­bere göre o şöyle demiştir:

«Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem beni Yemen'e gön­derdi. Aslan için tuzak kuran bir topluluğa rastladık. Onlar bu­nunla uğraşırken ve birbirleriyle itişip kakışırken bir adam düş­tü. Başkasına tutundu. O da başkasına tutundu. Böylece dört kişi içeri düştü. Aslan onları yaraladı. Bir adam kargısıyla as­lanı Öldürdü.. Adamların hepsi de bu yaralarından dolayı öldü­ler. İlk kişinin akrabası başkasının akrabasından davacı oldu. Savaşmak için silahlarını çektiler. Tam bu sırada Ali (r.a.) on­ların yanma vardı ve şöyle dedi:

«Allah'ın Rasûlü aranızda sağ olduğu halde savaşmak isti­yorsunuz! Ben aranızda hüküm vereceğim. Eğer razı olursanız hüküm odur. Yoksa birbirinizden davacı olarak Peygamber aleyhisselam'a gidersiniz. O sizin aranızda hüküm veren olur. Bun­dan başkasını isteyene başka hak yoktur. Kuyuyu kazan kabi­lelerden : 1/4 divet, 1/3 diyet 1/2 diyet ve bir de tam diyet top­layın.

«Birincisine; diyetin dörtte birini verin. Çünkü o üç kişinin helakına neden oldu.

«ikincisine; üçte bir diyeti verin.

«Üçüncüsüne yüzde elli diyeti verin.

«Dördüncüsüne; tam diyeti verin.

«Onlar bu hükmü kabul etmeyip ille de Peygamber aleyhisselam'a gitmekte ısrar ettiler. Peygamber aleyhisselam'ı Makam-ı İbrahim yanında buldular. Olayı kendisine naklettiler. Rasûlül­lah sallallahu aleyhi ve sellem onun hükmünü uygun gördü.»

(Bunu Ahmed rivayet etmiştir. Başka bir lafızla da riva­yet etmiştir. Burada iso birbiriyle boğuşan kabilelere diyeti yük­lediği kaydedilmektedir.)

Ali bin Rebah el-Lahmi'den rivayet edildiğine göre, Ömer bin Hattab'ın hilafeti döneminde âmâ bir adam hacda şöyle diyordu : «Ey insanlar! Nahoş bir şey gördüm, Âmâ olan sağlıklı, basiretli adama akıl verir mi?

Beraber yürüdülerse, ikisi de kırılırlar.-

Âmâya gözleri gören bir adam kılavuzluk ediyordu, İkisi de bir kuyuya düştüler. Âmâ olan, gözleri görenin üzerine düş­tü. Gözleri gören öldü. Ömer (r.a.) gözleri görenin diyetini âmâ­ya yükledi.

(Hadisi Dârekutnî rivayet etmiştir.)

Yine bir başka hadis şöyledir: «Bir adam birtakım evleri olan bir topluluğa gitti. Onlardan su istedi. Kişi orada ölünce­ye kadar kimse ona su vermedi. Ömer (r.a.) onların hepsine di­yeti yükledi.»

(Ahmed; îbn Mansur'un rivayetinde bunu hikaye edip, «ben de bu görüşteyim» der.)

Kim bir kişiyi aniden bağırarak korkutsa ve adam bu ba­ğırmasından dolayı Ölecek olsa, diyetini ödemesi gerekir. Sesi­ni değiştirip bir çocuğu korkutsa, çocuk da bundan ötürü de-lirse, onun (diyetini) borçlanır.

 

47.20.5. Ağır ve Hafif Diyet

 

Diyet, «muğallaza» (ağır) da olur, «muhaffafa» (hafif) da. Muhaffafa olan diyet yanlışlıkla Öldürmede olur. Muğallaza da kasten öldürmeye benzer durumlarda olur.

Kasten öldürme olayında, kanın sahibi eğer bağışlayacak olursa, Şâfi'î ve Hanbelilere göre bu durumda diyet-i muğalla­za gerekir.

Ebû Hanife ise kasten öldürmede belli bir diyet olmadığı ka­nısındadır. Burada Önemli olan her iki tarafın üzerinde anlat­tığı miktardır. Onların üzerinde anlaştığı şey, belli ve te'hir edil­miş bir şey değildir.

Diyet-i muğallaza, yüz devedir. Bunlardan kırkının karnın­da yavrusunu taşıyan deve olması gerekir.

Zira Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî ve îbn Mâce; Ukbe bin Evs'-ten sahabeden bir adam aracılığıyla aldıklara hadiste Peygam­ber saüallahu aleyhi ve sellem'in şöyle dediğini kaydederler:

«Dikkat edin! Hata sonucu meydana gelen ile kasıtlı kam­çı, sopa ve taşlarla sebep olunan öldürmede diyet-i muğallaza vardır: Yüz deve; bunların içinden kırkının tamamı gebe olma­lı, altıncı yaşıyla dokuzuncu yaşı arasında olmalıdır.»

Muğallaza kavramı, ancak develere has olan diyetlerde olur. Çünkü Sâri' böyle emretmiştir. Burada durulur ve dinlenir. Baş­ka görüş belirtilmez. Çünkü bunlar kesin olan sınır lamalardır.

Diyetin haram ayda. Haram Belde'de ve yakınlara karşı iş­lenen suçlarda muğallazaya dönüşmesi:

Şafi'î ve başkası der ki: «Diyet, haram beldede, haram ay­da, adam öldürme ve yaralamalarda, nikah düşmeyen yakın ak­rabaya karşı işlenen suçlarda muğallazaya dönüşür. Zira Şe­riat, bu kutsal şeylere çok değer vermiştir. Suç büyük olunca diyeti de büyük olur.»

Ömer (r.a.), Kasım bin Muhammed ve îbn Şihâb'dan riva­yet edildiğine göre; bu tür diyetlerde üçte biri kadar arttırılır.

Ebû Hanife ve Mâlik der ki: «Diyet bu tür sebeplerden do­layı muğallazaya dönüşmez. Zira bunlarda muğallazaya ait bir delil yoktur. Çünkü diyetlerde Şari'den gelen şeylerle sınırlı ka­lınır. Yanlışlıkla meydana gelen olaylarda muğallazadan bahset­mek Şeriat'ın temel ilkelerinden çok uzaktır.»

 

47.20.6. Diyet Kime Vacibtir?

 

Katile vacıb olan diyet ıkı çeşittir:

a- Birincisinde; suçlu onu malından ödemek durumunda­dır. (Kadın, erkek olması farketmez.) Bu da kasten öldürmeler­de kısas düştüğü zamanlarda olur.

İbn Abbas der ki:

«Ne kasten öldürmelerde, ne itiraflarda ne de kasten öldür-melerdeki antlaşmalarda yakın akrabaya diyet düşer.»

Sahabe içinde ona muhalefet eden çıkmamıştır. Mâlik, İbn Şihâb'dan rivayetle şöyle dediğini kaydeder: «Sünnetteki uygulamalara göre kasten öldürmelerde, kati­lin sahipleri bağışlayacak olursa, diyetin yalnız katilin malın­dan verileceği anlaşılmaktadır. Ancak yakın akrabası kendi is­tekleriyle ona yardım ederlerse o başka.

Şu üç kişiden biri akraba olduğu halde diyet vermez: Kasten Öldürmede, ikrarda ve anlaşmada akrabanın diyet ödemesi gerekmez.  Çünkü kasten  Öldürme cezayı gerektirir. Artık akrabasının onun yerine diyet vermesiyle yükünü hafif­letmelerine müstahak değildir. O ikrarda da akrabanın diyete

katılması gerekmez. Çünkü diyet, öldürmek ile değil, öldürme­yi ikrar etmekle vacib olmaktadır. İkrar ise kesin olan bir de­lildir. Yani yalnız ikrarda bulunan için bir delildir. Yakın ak­rabasına geçmez.

Anlaşmayı ikrar etmiş kimseye de, akile1 (asabe: yakın ak­raba) nm diyete ortak olması gerekmez. Zira anlaşma bedeli öl­dürme ile zorunlu olmadı. Aksine anlaşma akdi ile vacip oldu. Ayrıca suçlu suçunun sorumluluğunu yüklenir. Bir şeyi telef edene telef ettiği şeyin bedeli ödetilir.

b- Bir çeşit diyet de vardır ki, katilin ödemesi gerekir. Yalnız yakın akrabası onu yüklenir. Eğer yakın akrabası var­sa, yardım yoluyla onu öderler. Bu da kasten öldürmeye ben­zer öldürme ve yanlışlıkla Öldürmedir.[9]

Katil de yakın akraba fertlerinden biri gibidir. Çünkü ka­til olan odur. Onu burada dışarda bırakmanın hiçbir anlamı yoktur. Şâfii der ki: «Katile, diyetten hiçbir şey düşmez. Çün­kü ma'zurdur.»

Âkile : Akl'dan alınmıştır. Çünkü o kanları bağlar. Yani ak­masını önler, durdurur. «Akale'î-beire aklen» denir ki: Yani «de­veyi bağladı, akıl da ondandır.» demektir. Çünkü o da kişiyi çirkinliklere bulaşmaktan alıkoyar:

Âkile : Akl, yani diyeti toplu halde ödeyen topluluktur. «Akal-tu'I-katil» denir ki, «Ölünün diyetini verdim,» demektir. «Akal-tuani'l-katil» de denir ki, «Katile lazım olan diyeti Ödedim,» de­mektir.

Âkile: Adamın asabesi yani ergenlik çağma gelen — baba tarafındaki— erkek akrabasıdır.[10] Bunların hali vakti yerin­de olması, akıllı olması da şarttır. Bunlara; âmâ olanlar, müz­min hastalar ve pîr-i faniler de zengin olurlarsa girerler. Âki-leye kadınlar, fakirler, küçükler, deliler ve suçlunun dinine ay­kırı bir dine inananlar girmez. Zira bu işte asıl, yardımlaşma ve dayanışmadır. Halbuki belirtilen kimseler bu işe ehliyetli de­ğildir.

Diyetin âkile üzerinde vacib olmasının kaynağı şudur. Huzeyl kabilesinden iki kadın birbiri ile dövüşür. Biri diğerine bir taş atarak kadını ve karnındaki çocuğunu öldürür. Durum Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e arzedildiğinde kadının di­yetinin âkile üzerinde olduğuna hükmeder.

Olayı Buhâri ve Müslim, Ebü Hüreyre (r.a.) hadisinden tahric eder:

Âkile; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında suç işleyenin kabilesiydi. Bu durum Hz. Ömer (r.a.) dönemine ka­dar böyle devam etti. Disiplinli ordular kurup divanlar teşkil edildiğinde Âkileyi divan sahiplerine yükledi. Bu uygulama Pey­gamber aleyhisselam'm dönemindekine muhalifti.

Serahsi, Ömer (r.a.)'m bu uygulaması hakkında şu açıkla­mada bulunur: «Eğer denilse ki; »Sahabe RasülüHah sallallahu aleyhi ve sellem'in uygulamasına aykırı bir şey üzerinde nasıl icma edebilir?...»

Deriz ki: «Bu, uygulamanın Rasûlüllah aleyhisselam'm hük­müne uygun olduğunu gösteren bir icma'dir. Zira onlar Rasû­lüllah sallallahu raleyhi ve sellem'in yardımlaşmayı esas alarak kişinin aşiretine yüklediğini biliyorlardı. O zamanlar kişinin gü­cü ve desteği aşiretinden kaynaklanıyordu.

Ömer (r.a.) onlardan divanlar oluşturunca artık güç ve kuv­vet divanın eline geçti. Kişi bundan böyle divanı üzerine kabi­lesi ile savaşa- duruma gelmişti."

Hanefîîer bu hükme razı olurken, Malikiler ve Şafiîler ise onu reddetmişlerdir. Zira Rasûlüllah'tan sonra nesh mümkün değildir ve hiç kimse Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem dö­neminde mevcut olan bir şeyi değiştirme hakkına sahip değildir.

Âkile'nin ödemesi gereken diyet üç sene boyunca ödenebi­lir.[11] Bu konuda alimler ittifak etmişlerdir.

Katilin ödemesi gereken diyete gelince; Şâfi'î'ye göre onun hemen ödenmesi gerekir. Çünkü paraya bir mühlet tanınması akilede işi hafifletmek içindir. Bu hafifletme apaçık kasıtlı Öl­dürmeyi kapsamaz.

Hanefîler onun da hata: ile öldürmede olduğu gibi üç sene zarfında ödenebileceği görüşündedir.

Kasten öldürmeye benzer öldürmelerde ve yanlışlıkla öldür-melerdeki diyetin akileye yüklenmesi, İslâm'ın genel ilkesi olan şu kuralın bir istisnasıdır:

însan kendi kendisinden sorumludur ve yalnız yaptıklarına karşı hesaba çekilir. Zira Cenab-ı Allah buyuruyor ki:

«Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.»

Yine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: «Kişi ne babasının ne de kardeşinin suçu ile cezalandırıl­maz.» (Hadisi Nesâî, İbn Mes'ûd (r.a.)'dan rivayet etmiştir.)

İslâm'ın diyetin bu durumda akileye ortaklaşa dağıtılması­nı önermesi, ancak suçluyu kollamasından ve kendi isteği dışın­da meydana gelmiş olan bir suçundan dolayı çarpıldığı cezada ona yardımcı olmasından kaynaklanmaktadır.

Bu da daha önce Araplar arasında yaygın olan bir düzen­lemenin kabul edilmesidir. O zamanlar kabileler arasındaki yar­dımlaşma, dayanışma ve birlikte hareket etmenin gerektirdiği bir uygulamadır.

Bunda da apaçık bir hikmet vardır. Zira kabile diyette ken­disinin de sorumlu tutulacağını bildiğinde bir taraftan kendisi­ne mensub olan bireyleri suç işlemekten alıkoyarken Öbür ta­raftan onları sağlıklı bir yaşama yönlendirecek ve onları hata­ya düşmekten alıkoymaya çalışacaktır.

Fakihlerin cumhuru yanlışlıkla işlenmiş olan bir cinayette akilenin ancak diyetin üçte birini aşan kısmını yüklenebileceğini, üçte birinin ise suçlunun malından verilmesi gerektiği kanısın­dadır.[12]

Malik ve Ahmed derler ki: Asabeden olan kimselerin hiç birisine diyetin belli bir miktarı zorunlu değildir. Hakim bu ko­nuda herkese gücünün yetebileceği miktarı yüklemekte ictihad eder. Ve en yakından başlayarak daha az yakma doğru gider.

Şâfii ise der ki: Zenginlerin bir dinar fakirin ise yanm di­nar vermesi gerekir. Ona göre diyet yakınlık oranına göre düzenlenmiştir. Önce babasının oğullarından en yakınlardan baş­lanır, sonra dedesinin çocuklarına geçilir, sonra babasının oğul­larının oğullarına geçilir. Eğer katilin ne soy ne de dostluk yö­nünden asabe akrabası yoksa diyeti beytü'l-mâl'den ödenir. Ra­sûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: «Ben kimsesi olmayanın velisiyim...»

Eğer kendisi fakir ve akilesi de fakir olup diyeti yüklene­cek güçte değilse onun diyeti de beytü'l-mâl'dan verilir.

Eğer müslümanlar savaş esnasında bir adamı kâfir zanne­derek öldürdükten sonra o adamm müslüman olduğu ortaya çı­karsa onun diyeti de beytü'l-mâl'den ödenir.

Şafii ve başkası Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in — Huzeyfe'nin babası— Yemân'm diyetinin verilmesine hükmet­tiğini rivayet eder. Yeman Uhud günü müslümanlar tarafından öldürülmüştü. Zira tanınmıyordu...

Aynı şekilde kalabalıkta ölen kimsenin diyeti de beytü'l-mâl'den Ödenir. Zira o müslüman bir kimsedir. Müslüman bir topluluğun fiili ile Ölmüştür. Diyetinin Beytü'l-mâl'den Ödenme­si gerekir.

Müsedded rivayet eder ki; Cuma günü bir adam kalabalık­ta sıkışıp ölmüştü. Ali kerremallahu vechehu, müslümanlanıı beytü'ül-mâl'indan onun diyetini ödedi.

Hanefilerin sözlerinden anlaşıldığına göre, bu durumlarda diyet suçlunun malından ödenir.

«Dürrü'l-Muhtar» kitabında deniyor ki:

«Bu konuda yardımlaşmak temel ilkedir. Eğer böyle birşey varsa akile de vardır. Yoksa yoktur...»

Eğer ne kabile ne de yardımlaşma sözkonusu değilse diyet beytü'l-mâl'den ödenir. Eğer beytü'l-mâl'da yoksa yahut düzenli değilse diyet suçlunun malından ödenir.

îbn Teymiye der ki; -Yanlışlıkla öldürme olayında eğer aki­le yok ise diyet alimlerin bu konudaki iki görüşünden en sağ­lıklı olanına göre suçlunun maundan alınır.»

 

47.20.7. Organların Diyeti

 

insanda Öyle organlar vardır ki, burun, dil ve zeka gibi tek­tir. Yine insanda öyle organlar var ki göz, kulak, dudak, yanak, el, ayak, husya, kadın memesi, erkek memesi, but ve ka­dınlık organının yanı gibi çifttir.

Bazı organları ise daha çoktur.

Eğer bir insan başka bir insanın tek olan bir organını ya­hut çift olan organların her ikisini telef edecek olursa, tam di­yet gerekir, ikili organların birini telef ederse, diyetin yansı ge­rekir.

Yani burunda tam diyet gerekir. Burunun yaran koku al­mada ve bunun beyine kadar yükselmesindedir. Bu da burunun yumuşak kısmını koparmakla engellenir.

Dilin kesilmesinde de diyet gerekir. Çünkü konuşma kaabi-liyeti ile insan, konuşamayan hayvanlardan ayrılır. Konuşma önemli bir özelliktir. Engellendiğinde insanın pek çok maslahat­ları engellenir. Başkasına isteklerini açıklayamaz, maksatlarını izah edemez.

Eğer az bir kısmı kesildiği halde kişi yine konuşmaktan aciz kalıyorsa, bu durumda diyet gerekir.

Eğer harfleri çıkarabiliyor, bazılarını çıkaramıyorsa o za­man diyet harflerin sayısına bölünür.

Ali kerremallahu vechehû'dan rivayet edilmiştir ki; o, diye­ti harflere bölüştürmüş çıkarabildiklerinin diyetini düşürmüş, çı­karamadıklarının diyetini emretmiştir.

Zekerin koparılmasında da diyet gerekir. İsterse sadece sün­net yerine kadar kopmuş olsun. Çünkü cinsel ilişkide yaran olan orası, sidik tutan yine o kısımdır.

Kişinin beline vurup yürümekten aciz hale sokulduğunda di­yet gerekir. Her iki gözde tam diyet, tek gözde yarım diyet, iki göz kapağında da bir göz kadar, bir gözün iki kapağında ya­rım, bir kapağında çeyrek diyet vardır. İki kulakta tam diyet, birisinde yarım diyet, iki dudakta tam diyet, birisinde yarını di­yet vardır. Alt dudak, üst dudak arasında fark yoktur. İki el­de tam diyet, tek elde yarım diyet, iki ayakta tam diyet, bir ayakta yarım diyet, iki el - iki ayağın tüm parmaklarında tam diyet, her bir parmakta on deve vardır ve tüm parmaklar ay­nıdır. Yüzük parmağı ile baş parmak arasında fark yoktur, el -ayak parmaklarının her bir ucunda diyetin otuzda biri vardır. Her permakta üç eklem vardır. Başparmakta iki eklem vardır. Her eklemde diyetin yirmide biri vardır. Her iki husyede tam

diyet, birisinde yannı diyet vardır. Butlarda da hüküm aynıdır. Kadınlık organının her iki yanında, her iki memesinde erkeğin her iki memesinde tam diyet vardır. Birisinde yansı vardır. Diş­lerde tam diyet, her bir dişte beş deve vardır. Ûn ve azı dişleri hariç diğer dişler arasmda fark yoktur. Bir diş kırılır, ya da siyahlaşıp çekilmesine neden olunursa diyeti gerekir.

 

47.20.7.1. Organların Yararlarının Diyeti

 

Bir kişi bir kişiye vurarak aklını oynatmasına neden olur­sa tam diyet vardır. Zira insanı hayvandan ayıran özellikler­den biri de akıldır. Duyu organlarından birini «görme», «duy­ma», «koklama», «tad alma» yahut «bütünüyle konuşma»smı ça­lışamaz hale sokarsa bunda da tam diyet vardır. Çünkü bu du­yu organlarından her biri kendisine has bir işe yaramaktadır. Kişinin güzelliği ve tamam bir hayata sahip olması bunlara bağ­lıdır. Ömer (r.a) bir adama vurup duyma, görme duygularını, cinsel gücünü ve aklını sakatlayan bir adam hakkında dört di­yet ile hükmetmişti. Halbuki adam daha yaşıyordu.

İki gözden birinin görmesi, iki kulaktan birinin işitmesi en­gellenirse bunda yarım diyet vardır. İster diğeri sağlam olsun ister olmasın farketmez.

Kadının her iki memesinin tümünde kadın diyeti vardır. Bi­risinde yansı vardır. Kadınlık organın her iki tarafında diyeti vardn-. Yansında yansı vardır.

Sağlıklı olan tek göz çikanldığmda tam diyet vardır. Ömer, Osman ,Ali, İfan Ömer (r. anhüm) bu konuda böyle hükmetmiş­lerdir. Sahabeden onlara aykırı görüşte olan kimse bilinmiyor. Zira tek olan gözün gitmesi görmenin tümden gitmesi demek­tir. Çünkü adam onunla iki gözle yapılan işi görmektir.

Aşağıda belirtilen dört kıldan dolayı da tam diyet gerekir:

1- Saç,

2- Sakal,

3- Kaşlar,

4- Kirpikler.

Bir kaşta yarını diyet vardır.

Bir kirpikte dörtte biri vardır.   

Bıyıkta ise iş, hakimin takdirine bırakılmıştır.

 

47.20.7.2. Şicâc'ın Diyeti

 

Şicâc: Baş ve yüzdeki yaralardır.

On çeşidi vardır: Bunların hepsinde de kısas yoktur. An­cak kemik görünecek kadar olan yaralama eğer kasten yapıl­mışsa o başka. Zira bunlarda benzer bir yara açma olnağı yok­tur.

Şicâc'ı şu şekilde bölümlere yırabiliriz:

1- Hârisa: Bu, cildi hafif yarmakla gerçekleşir.

2- Bâdia: Ciltten sonraki eti yaran yaralardır.

3- Dâmiye veya Dâmiğa: Kanayan yaralardır.

4- Mâtelâhime; Oldukça etin içine geçen yaralardır.

5- Simhâk: Kemik ile arasında ince bir zar kalan yara-

6-  Müdiha: Kemik görünecek kadar yarılan yaralardır.

7- Hâşime: Kemiğin kırıldığı, ufalandığı yaralardır.

8- Munkile: Kemiği görünen, kemikleri ufalanan ve ke­miklerin yer değişecek kadar dağıldığı yaralardır.

9- Me'nûme veya Âme: Başın derisine kadar varan ya­ralar.

10- Câife: içe kadar varan yaralardır.

Bu yaraların Mûdiha dışında kalanlarında adil bir mahke­me gerekir. Bîr görüşe göre ise doktorun ücreti gerekir. Eğer yara mûdiha olursa o zaman daha önce de belirttiğimiz gibi, kı­sas gerekir. Yanlışlıkla olmuşsa, diyetin yirmide biri gerekir. İs­ter küçük olsun ister büyük farketmez. Diyetin yirmide biri de beş devedir. Zaten bu, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in Amr bin Hazm'e gönderdiği yazıda açıkça sabit olmuştur.

Eğer değişik bir kaç mûdiha varsa, her birinde beş deve vardır. Baş ve yüz dışındaki mûdihalarda (adil) bir mahkeme­ye başvurmak gerekir.

Hâşime'de diyetin onda biri vardır. Bu da on deve eder. O da Zeyd bin Sabit'ten rivayet edilmiştir. Ve sahabeden hiçbiri ona muhalefet etmemiştir.

Munkile'de ise diyetin onda biri ve onda birin yansı var­dır. Yani onbeş deve.

Ame'de: Diyetin üçte biri olduğunda icma vardır.

Caife'de diyetin üçte biri olduğunda icma vardır. Eğer bir taraftan girip öbür taraftan çıkarsa bu iki câife sayılır ve bun­da diyetin üçte ikisi vardır. .

 

47.20.8. Kadının Diyeti

 

Kadın yanlışlıkla öldürüldüğünde, erkeğin diyetinin yansı vardır. Organlarının kopması da öyledir. Yaralanmaları, erke­ğin yaralanmalarının gerektirdiği diyetin yansını gerektirir. İlim ehlinin ekseriyeti bu görüştedir.

Ömer, Ali, îbn Mes'üd ve Zeyd bin Sabit (r. Anhüml)'den rivayet edilmiştir; Onlar kadının diyeti hususunda: «Onun di­yeti, erkeğin diyetinin yansı kadardır,» derler. Ve onlara hiç kimsenin karşı görüş belirttiği de nakledilmemiştir. Böylece bu görüş icma olmaktadır. Aynca kadının mirasta ve şahitlikte er­keğin yansı kabul edildiği de bilinmektedir.

Bir görüşe göre ise diyetin üçte birine kadar kadın - erkek eşit kabul edilir. Geriye kalan kısımda yarı yarıyadır.

Nesâî ve Dârekutni, Amr bin Şuayb'dan, o da dedesinden Peygamberin şöyle dediğini tahric etmişler, İbn Huzeyme de bu hadisi sahih saymıştır:

«Kadının diyeti, diyetinin üçte birine ulaşıncaya kadar, er­keğin diyeti kadardır.»

Malik, Muvatta'da, Beyhakî de Rebia bin Abdurrahman'dan tahric ederek onun şöyle dediğini kaydeder:

«Said bin Müseyyeb'e sordum : «Kadının parmağında ne ka­dar var?...» «On deve,» dedi. «İki parmağında kaç tane?...» de­dim. «Yirmi deve!» dedi. «Üçte kaç tane?...» dedim. «Otuz de­ve...» dedi. «Dörtte kaç var?...» dedim. «Yirmi deve» dedi... «Ya­rası büyüyüp daha fazla belaya uğrayınca diyeti küçülüyor.» dedim?... Sa'id: «Sen Iraklı mısın?» diye sordu. «Hayır, bilgisi­ni sağlamlaştırmaya çalışan bir alim veya öğrenmek isteyen bir cahilim.» dedim. Said: «Sünnet olan budur ey kardeşimin oğ­lu,» dedi.»

İmam Şâfiî bu sünnet kavramını eleştirmiş ve «sünnet» ten maksadın, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti de­ğil, Zeyd bin Sabit'in bu şekilde görüşünü belirleyen sünneti ol­duğunu açıklamıştır.

Şâfii der ki:

«Sünnet kavramı mutlak olarak kullanıldığında bundan maksat Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetidir. Sa-habilerin büyüklerinin bunun zıddına fetva verdikleri rivayet edilmiştir. Eğer bu Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in sün­neti olsaydı ona muhalefet etmezlerdi... (Said'in) Sünnet kav­ramını kullanması, Zeyd bin Sabit'in sünnetini kastettiğine yo­rumlanır. Zira bu görüş ancak onun sözü olarak rivayet edil­miştir. Ayrıca bu imkansız olan bir şeye neden olmaktadır. Çün­kü bu görüşe göre kadının acısı fazlalaşıp belası ağniaştıkça diyeti azalmaktadır ve bunun kaynağı olarak da Şari'in hikme­ti gösterilmektedir!

Bu görüşü Sari'e nisbet etmek caiz olmaz. Zira bir suçun şer'an hiçbir şeyi gerektirmeyeceğini düşünmek imkansızdır. Başkasıyla vacip olan şeyi düşürmesi daha çirkindir.

 

47.20.9. Ehl-i Kitabın Diyeti

 

Ehl-i kitabın diyeti (ister zımmî olsunlar, ister kendilerine güvence verilen sözleşmeli kimseler olsun) yanlışlıkla Öldürül­düklerinde müslümanm diyetinin yarısıdır. Onlann erkeklerinin diyeti müslüman erkeğin diyetinin yansıdır. Kadınlarının diyeti  müslüman kadının diyetinin yansıdır. Zira Amr bin Şuayb'ın, babasından, onun da dedesinden rivayetle; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ehl-i kitabm diyeti konusunda müslümanın di­yetinin yansıyla hükmetmiştir.

Ahmed rivayet etmiştir.

Öldürmede diyetleri, müslümanm diyetinin yansı olduğu gi­bi yaralamalarda diyet yan yarıyadır.

Malik ve Ömer bin Abdülaziz de bu görüştedir.

Ebû Hanife, Sevri ise onlann diyetlerinin müslümanm di­yeti kadar olduğu görüşündedir. Ömer, Osman ve İbn Mes'ud'-dan rivayet edilen görüş de budur. Zira Cenab-ı Allah buyuru­yor ki:

«Ve eğer sizinle kendileri arasında andlaşma bulunan bir topluluktan İse ailesine verilecek bir diyet ve mü'min bir köle azâd etmek gerekir.» (Nisa: 92)

Zühri der ki:

Yahudi, hiristiyan ve zimminin diyeti müslümanın diyeti gibidir.

Der ki:Rasulüllah sallallahu aleyi ve sellem Ebu Bekir, Osman ve Ali (r.anhüm) dönemlerinde uygulama böyleydi.Muaviye’ye gelince ,o diyetin yarısını beytü’l-mal’e koydu, yarısını da ölüye verdi.

Sonra Ömer bin Abdülaziz diyetin yarısına hükmetti ve Muaviye'nin beytü'l-mal'e koyduğu yarısını kaldırdı.»

Zühri der ki :

«Fırsatım olmadı ki; bunu Ömer bin Abdülaziz'e hatırlata­yım ve zimmet ehli için diyetin tam olduğunu haber vereyim.»

Şafi'i onlann diyetlerinin müslümanm diyetinin üçte biri ol­duğu görüşündedir. Putperestlerin, anlaşmalı ve güvence veri­len mecusilerin diyeti ise müslümanm diyetinin onda birinin üç­te ikisidir (yani otuzda ikisi).

Onlann bu konudaki delilleri ise, bu konuda ileri sürülen en az görüşün bu olmasıdır. Zimmet ise kişiden uzaktır, ancak kesin bilgi veya delil ile sabit olur.

Hesaplandığında bu 12.000 (oniki bin) dirhemden, (800) se­kiz yüz dirhem eder.

(2/3 X 1/10 = 2/30 = 12.000 : 30 = 400 = 400 X 2 = 800) Ömer, Osman ve İbn Mes'üd'dan rivayet edildiğine göre on­ların kadınları da yan yanya hükmüne tabidir.

Zimmi ve anlaşmalı birinin öldürülmesinde diyetle beraber keffaret de gerekiyor mu acaba?

İbn Abbas, Şâ'bî, Nehâi ve Şâfii’ye göre gerekir. Taberi de bunu tercih etmiştir.

 

47.20.10. Ceninin Diyeti

 

Annesine karşı kasten veya yanlışlıkla işlenen bir suçtan dolayı cenin ölür de annesi ölmezse, bu suçtan dolayı Curra (Gur-ra, herşeyin en güzeline denir) gerekir. Cenin ister anasından doğduğunda ölü olarak dünyaya gelsin, isterse karnında ölsün, ister kız, isterse erkek olsun farketmez.

Eğer sağ olarak doğar da sonra ölürse onda diyet vardır. Erkek ise yüz deve gerekir. Kız olursa elli deve lazım gelir. Sağ olmak; aksınna, nefes alma, ağlama, bağırma, kıpırdama ve sai­re ile bilinir.

Şafii', ceninin herhangi bir şekilde annesinin karnında öl­mesinde bu hükmün geçerli olabilmesi için onun bir yaratılışa kavuşmuş olmasını ve ruhun ona geçmesini şart koşmuş ve bu­nu da «Ceninin insan şekline girmesi, el ve parmaklarının bel­li olmasıyla» açıklamıştır.

Mâlik ise bunu şart koşmamış ve şöyle demiştir: «Kadının düşük yaptığı ister et parçası halinde olsun, ister

kan pıhtısı halinde olsun doğum olduğu bilinen herşeyde gurra vardır.»

Şafiî'nin görüşü tercihe şayandır. Yani asıl olan beraeti zimme'dir ve gurranın vacib olmamasıdır. Eğer ceninin hilkatına kavuştuğu bilinmiyorsa o zaman bir şey gerekmez.[13]

 

47.20.10.1.  Gurra Miktarı

 

Gurra Şa'bî ve Hanefilerin belirttiği gibi beşyüz dirhemdir. Ya da Ebû Dâvûd ve Nesâi tarafından tahric edilen Ebû Bu-reyde hadisinde olduğu gibi yüz koyundur. Bir söylentiye göre ise beş devedir.

Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edilen hadiste deniyor ki: «Rasûlüilah sallallahu aleyhi ve sellem kız olsun erkek olsun ceninin diyeti hususunda ğurra'ya hükmetmiştir.

Mâlik, İbn Şihab'dan, Said bin Müseyib'den rivayet ederek anasının karnında öldürülen cenin hakkında Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in gurra üe hükmettiğini bunun erkek ya­hut kız olması arasında fark olmadığını belirtmiştir. Kendisine karşı bu hüküm verilen adanı: Yemeyen, içmeyen, konuşmayan ve hareket etmeyen bir şey için nasıl ben borçlanayım, demişti. Bunun gibileri heder olunur.

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Bu adam kahinlerin kardeşierindendir.»

Bu müslüman kadının cenini için böyledir. Zımmi kadının cenini ise bidayetü'l-müctehid'in sahibinin belirttiğine göre Mâ­lik, Şafiî ve Ebû Hanife anasının diyetinin onda biri vardır, de­mişlerdir. Fakat Ebû Hanife burada da asıl düşüncesine göre hareket eder ve zımnimin diyeti ile müslümamn diyeti arasın­da fark görmez.

 Şafiî de kendi aslına göre hareket eder, ona göre de, zımmi-nin diyeti müslümamn diyetinin üçte biridir.

Mâlik de kendi aslına göre hareket eder ve zimminin diye­tini müslümamn diyetinin yarısı olarak görür.

 

47.20.10.2. Gurra Kime Vacibtir?

 

Malik ve arkadaşları ile Hasan el-Basrî ve Basralılara gö­re; gurra suçlunun malından ödenil".

Hanefiler, Şafi'İler ve Kûfeliler: Ğurra'nın, âkile tarafından ödenmesi gerektiği görüşündedirler. Çünkü bu yanlışlıkla işle­nen bir suçtur.[14] Dolayısıyla âkilenin ödemesi gerekir.

Cabir (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselam ceninin öldürülmesine ğurra takdir etmiş ve bunu vura­nın âkilesine yüklemiştir. Kadının kocası ve çocuğundan başla­mıştır.

Malik ve Hasan ise vurmanın kasten yapıldığı zamanı kas­ten vurma diyetine benzetmişlerdir. Fakat birinci görüş daha doğrudur.

 

47.20.10.3. Gurra Kime Verilir?

 

Malikiler, Şafiiler ve başkalan ceninin diyetinin onun va­rislerine verileceğini ve onu şer'î varislerinin vermesi gerektiği­ni, hükmünün de diyet hükmü gibi olduğunu, mirasla başkası­na geçebileceğini belirtmişlerdir. Bir görüşe göre ise ceninin di­yeti annesine aittir. Çünkü cenin onun organlarından biridir. Di­yeti de yalnız ona mahsustur.

 

47.20.10.4. Keffaretin Gerekliliği

 

Alimler ceninin sağ olduğu halde doğup sonradan ölmesi halinde diyetle beraber kefareti de gerektirdiğinde ittifak etmiş­lerdir.

Cenin sağ değil de Ölü olarak doğduğunda gurra ile bera­ber keffaret gerekir mi? Yoksa gerekmez mi?

Şafii ve başkası der ki; «keffaret de gerekir.» Zira Şafii'ye göre hem kasten hem de yanlışlıkla işlenen suçlarda keffaret ge­reklidir.

Ebû Hanife der ki; «keffaret gerekmez. Çünkü o bu durum­da kasten öldürme hükmüne tabidir.» Ebû Hanife'ye göre kas­ten öldürmelerde keffaret yoktur.

Mâlik'e göre keffaret verilirse iyi olur. Zira Malik bu öl­dürmenin kasıtlı mı yoksa yanlışlıkla mı işlendiği hususunda kesin bir kanıya varamamıştır.

 

47.20.11. İyileşmeden Önce Diyet Verilmez

 

Malik der ki: Bize göre yanlışlıkla işlenen suçlarda yaralı iyileşmeden diyeti ödenmez. Bu konuda görüş birliğine varılmış­tır. İnsanın el yahut ayak gibi kemiklerinden biri yanlışlıkla kı­rılacak olursa tekrar iyileşip eski halini aldığında onda diyet yoktur.[15] Eğer eksilir yahut da eksik diyeti varsa o zaman hesaba göre eksilenin diyeti vardır.

Malik devamla der ki: Eğer bu kırılan kemik hakkında pey­gamberlerden belirlenmiş bir diyet varsa o zaman Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in belirlediği ölçüde belirli bir diye­te tabi tutulur. Eğer bu konuda Peygamber sallallahu aleyhi ve seliem'den belirlenmiş bir diyet yoksa sünnette bir uygulan­masına ve belirli bir diyetine rastlanmıyorsa bu konuda ictihad yapılır.

 

47.20.12. Birbirleri İle Arbede içinde Bulunan Topluluk Arasında Ölü Bir Kimsenin Bulunması

 

Bir topluluk arbedeye girip aralarından biri ölü olarak bu­lunur ve katili de bilinmezse, bu konuda kimse de şahitlik et­meyip durumu açığa çıkmazsa onda diyet vardır.

Ebû Davud'un rivayet ettiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

«Kim karşılıklı oklaşmalarda yahut atışmalarda öldürülürse bu yanlışlıkla öldürmedir. Diyeti yanlışlıkla öldürme diyetidir. Atışmanın taşla, sopayla yada kamçı ile olmuş olması arasında fark yoktur. Kim kasten öldürürse bunda kısas vardır. Kim kı­sasa engel olursa Allah'ın laneti ve gazabı onun üzerinedir. Onun ne bir farzını ne de bir nafilesini kabul etmez.»

Alimler bu adamın diyetini ödeyecek kimseler konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Ebu Hanife der ki: Eğer ölünün sahipleri başkalarından da­vacı olmazsa diyeti kabile akilesi yüklenir.

Malik der ki:

«Onun diyeti kendisiyle münakaşa edenlerin üzerinedir.» Şafi'i der ki:

«Eğer belli bir adamdan yahut belli bir gruptan davacı olur­larsa orada kasame vardır. Yoksa ne diyet ne de kısas olur.

Ahmed der ki: «Bu diyet öbür taraf in akileleri üzerinedir. Ancak belli bir adamdan davacı olurlarsa o zaman kasame ge­rekir.»

îbn Ebi Leyla ve Ebû Yusuf der ki: «Onun diyeti birbiri ile savaşan iki grubun da üzerinedir.»

Evzâ'i der ki: «Onun diyeti her iki gruba da yüklenir. An­cak eğer iki grup dışında kalan bir kimsenin öldüğüne bir de­lil varsa o başka. Eğer bu kimsenin Öldürdüğü ortaya çıkarsa ona hem kısas hem diyet gerekir.»

 

47.20.13. Diyet Aldıktan Sonra Öldürme

 

Kan sahibi diyeti aldıktan sonra artık katili öldüremez. Bu onun için haram olur.

Ebû Dâvûd der ki: Hasan'dan, Câbir bin Abdullah'tan Ra-sülüJlah'ın sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu kay­dedilmiştir :

«Diyet aldıktan sonra öldürenin malı çoğalmasın.»

Dârekutni, Ebû Şurayh el-Huzai'den rivayetle onun Rasûlül­lah sallallahu aleyhi ve seliem'den şöyle duyduğunu kaydeder:

«Kime bir kan yahut yara isabet ederse, o şu üç şeyden bi­rini tercih etmekte serbesttir:   Eğer adam bunların dördüncü-

sünü arayacak olursa ona engel olunur. Bu üç seçenek: Kısas, bağışlama yahut diyet almadır. Eğer bunlardan birini kabul ettikten sonra haddi aşarsa ona ateş vardır. Orada ebedi olarak kalacaktır.»

Eğer buna rağmen öldürecek olursa alimlerden bir kısmı­na göre:

«O, suçsuz bir kimseyi öldürmüş gibidir. Kan sahibi diler­se onu Öldürür. Dilerse bağışlar. Ayrıca ahirette de cezaya çarp­tırılacaktır.»

Bazı alimler de derler ki: «Mutlaka Öldürülür. Hakim kan sahibinin bağışlamasına imkan tanımaz.»

Bir söze göre ise; «Onun durumu imanım isteğine kalmış­tır. Hangisini uygun görürse onu uygular.»

 

47.20.14. İki Süvarinin Çarpışması

 

Ebû Hanife ve Mâlik der ki: «Eğer iki süvari çarpışır ve her ikisi de ölecek olursa her birisinin diğerinin diyetini ödemesi gerekir. Bu diyetlerini akile yüklenir.»

Şâfi'î der ki: «Her birisine arkadaşının yan diyeti vardır. Zira herbiri hem kendisinin hem de arkadaşının hareketiyle öl­müştür.»

 

47.20.15. Hayvan Sahibinin Zaran Ödemesi

 

Hayvan ön ayağı yahut arka ayağı veya ağzıyla bir yara­lamaya neden olduğunda sahibi zararı öder. Bu Şâfi'i, İbıı Ebî Leyla ve Şibrime'nin görüşüdür.

Malik, Leys ve Evzâ'i der ki: «Eğer sürücüsü, binicisi yahut kılavuzu tarafından vurma ve cimdikleme gibi sebeplerden do­layı değil de kendi tabii hareketi ile suça neden olmuşsa sahi­bi zararını ödemez. Eğer bir sebep varsa o zaman sahibine te­lef olan şeyin zarannı ödemesi gerekir. Mesela: Bir şey yaptır­mak ister, hayvan da kıracak olursa durum böyledir. Eğer iş­lenen suç kısası gerektiriyorsa ve sahibi de hayvana o işi kas­ten yaptırıyorsa bunda kısas vardır. Zira hayvan bu durumlar­da bir vasıta, bir alet konumundadır.

«Eğer hayvana bu işi yaptırmada kasıt yoksa o zaman akilenin diyet ödemesi gerekir. Eğer talep olunan şey mal ise o za­man suçu işleyen zararını yüklenir.»

Ebû Hanife der ki: «Eğer bir kimsenin binmiş olduğu hay­vanı başka bir kimseyi teperse eğer tepme olayı hayvanın ar­ka ayağı ile gerçekleşmişse adamın kanı heder olur. Eğer ön ayakları ile vurmuşsa o zarannı Öder. Zira kişi hayvanın ön ta­rafına hakim olur. Fakat arka ayağına hakim olamaz.

«Eğer bir hayvanı sürerken eğeri veya gem'i düşer, yahut yüklediği herhangi bir şey düşüp bir adama değerse onun sü­rücüsü bundan kaynaklanan suçun zararını öder.

«Eğer bir hayvan parlar, bir mal yahut insana zarar verir­se sahibi onun zararını ödemez. Çünkü kişi bunu kasıtlı yapmış değildir. Parlama işinin gündüz yahut gece olması arasında fark yoktur.

«Eğer bir adam bir hayvana biner başka biri de onu döver yada sopa ile dürtükledikten sonra bir insanı ezer, yahut ön ayak­lan ile vurur, yahut kaçıp birisine çarpar ve ölümüne neden olur­sa, bu durumda hayvana binen değil onu dürtükleyen cezayı öder.

«Eğer dürtükleyeni tepelerse kanı heder olur. Çünkü sebep kendisidir.

«Eğer zıplar da binicisini düşürür ve ölümüne neden olursa, diyeti onu dürtükleyenindir, akileyi öder.

«Hayvan yolda pisler yahut da bevlederse bundan herhan­gi bir kimse ölür, bozulur, kırılır yada kızarsa kişi bunun zara­rını çekmekle mükellef değildir. Kişi hayvanını bu tür ihtiyaç­larını gidermek için durdurmuş olsa da hüküm aynıdır.»

 

47. 20.16. Sürücü, Binici ve Kılavuzun Zararı Ödemesi:

 

Hayvanın bir sürücüsü, binicisi yada kılavuzu olduğu halde bir şey olursa yahut kendisine bir zarar gelirse, hayvana isabet eden zararı ödemesi gerekir. Ömer fr.a.) atını sürüp başkasını ezen birisi hakkında diyetle hükmetmiştir.

Zahir ehline göre bu üç grubun hiçbirine zaran ödemek düş­mez. Zira Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

«Konuşmayan hayvanın yaralaması heder olur. Kuyununki de öyle, madeninki de öyle. Hazinelerde ise humus vardır.»

Zahiriye'nin kendisi ile delil getirdiği hüküm hayvanın ne sürücüsü, ne binicisi ne de kılavuzu olmadığı zamanlara mahsustur. Zira buna benzer durumlarda hayvanın zarar verdiği şey­lerde ceza çekmenin olmadığında icma' vardır.

 

47.20.17. Duran Hayvan

 

Duran bir hayvan herhangi bir suç işleyecek olursa Ebû Hanife'ye göre işlediği suçun cezasını sahibi çeker. Burada hayvan sahibinin, hayvanını bağlaması caiz olan bir yerde bağlamış ol­ması, onu zararı ödemekten kurtaramaz.

Nu'man bin Beşir'den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

«Kim hayvanım müslümanların yollarından birinde yahut çarşılarından bir çarşıda durdurur, hayvan da Ön yahut arka ayaklarıyla birini ezecek olursa, kişi zararını öder.»

(Hadisi Dârekutnî rivayet etmiştir.)

Şâfiî der ki: Eğer hayvanını durdurması gereken yerde dur-durursa zararını ödemez. Eğer durdurması caiz olmayan yerde durdurursa o zaman zararını öder.

 

47.20.18. Hayvanların Yok Ettiği Ekin, Meyve ve Benzerlerinin Ödenmesi

 

Alimlerin cumhuru — ki bunların içinden Mâlik, Şâfi'i ve Hicaz fakihlerinüı ekseriyetini sayabiliriz — hayvanların gündüz telef ettiği başkasına ait can ve mallarda sahibine kıymetini öde­mesi zorunlu olmadığı görüşündedir. Zira halkın örfünde belli­dir ki bostan ve bahçe sahipleri gündüzleri korularını kollamak­ta ve hayvan sahipleri de hayvanlarını gündüz serbest bırak­maktadır. Geceleri ise onları ağıllarına çekmektedir. Bu genel adete muhalefet eden muhafaza sınırlarını aşmış zayii olmanın sınırına dahil olmuştur.

Bu mal sahibinin beraberinde bulunmadığı zamanlarda böy­ledir. Eğer sahibi beraber ise o zaman telef ettiklerinin zararını öder. Sahibi bu esnada hayvanın binicisi sürücüsü, kılavuz yada yanında durmuş olsun farketmediği gibi hayvanın onu ön yada arka ayaklarıyla veyahut ağzı ile yok etmesi arasında da fark yoktur.

Cumhur, bu görüşlerine Malik'in İbn Şihab'dan, Haram bin Sa'd bin el-Muhayyisa'dan aldığı rivayeti delil getirmiştir. Bu­na göre Berâ bin Azib'in devesi bir adamın bostanına girmiş ve onu bozmuştu. Rasûlülîah sallallahü aleyhi ve sellem bu konu­da şöyle hüküm verdi: «Bostan sahipleri gündüzleri bahçelerini korumalıdır. Hayvanların geceleyin buralarda yaptığı tahribatı ise sahipleri Ödemelidir.»

Ebû Ömer bin Abdilberr der ki: «Bu hadis mürsel de olsa meşhur bir hadistir. İmamlar onu mürsel olarak rivayet etmiş­tir. Güvenilir kimseler onu rivayet etmişlerdir. Hicaz fakihleri de onu kullanmış ve kabul etmişlerdir. Medine'de uygulama da böyledir. Medine ehlinin ve diğer hicaz halkının bu hadisle amel etmiş olması bile yeterlidir.

— Malikilerden— Sahnûn, bu hadisin bahçeleri korulu bu­lunan şehirler için ancak geçerli olabileceğini söylemiş, ekinle­ri şehire bitişik olan, koru altında bulunmayan ve bostanları da öyle olan şehirlerin durumlarının değişik olduğunu ve bu durum­larda hem gece hem gündüz hayvanların telef ettiklerinin za­rarını hayvan sahiplerinin çekmesi gerektiği kanısındadır.

Hanefiler der ki: -Eğer sahibi yanında bulunmuyorsa zara­rını çekmez. Gece ve gündüz farkı da yoktur. Zira Rasûlülîah sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

«Hayvanların yaralamaları heder olur.»

Yani Hanefiler hayvanların bütün yaptıkları şeyleri onların yaralamalarına kıyas etmektedirler.

Eğer sahibi kendisi ile beraberse ve onu sürüyorsa her du­rumda onun telef ettiğini ödemek zorundadır. Eğer ona binmiş halde ise yahut ona kılavuzluk ediyorsa ağzı ile yahut ön ayak­ları ile telef ettiği şeylerin zararını öder. Arka ayaklarıyla te­lef ettiklerininkini değil.

Cumhur şöyle cevap verir: «Hanefilerin bu konuda kullan­dığı hadis geneldir. Berâ hadisi ise onu tahsis etmiştir.»

Bu ekin ve meyvelerle ilgili olan hükümlerde böyledir. Di­ğerleriyle ilgili hükümleri İbn Kudâme'nin <<el-Muğnî»de belirt­tiklerinden nakledelim:

«Eğer bir hayvan ekin dışındaki bir şeyi telef edecek olursa sahibi onun telef ettiklerini eli hayvanın üzerinde olmadığı müd­detçe gündüz olsun gece olsun Ödemek durumunda değildir.

Şurayh'den hikaye edildiğine göre o geceleyin bir bahçeye girmiş olan koyun hakkında sahibinin zararı ödemesi ile hükmet­miştir.

Şurayh, hükmüne şu ayeti delil olarak göstermiştir: «Toplumun davarının yayıldığı bîr ekin hakkında hükmedi­yorlardı. » (Enbiya 78)

Şurayh der ki: «Ayette geçen «nefes- kavramı ancak gecele­yin gerçekleşebilir.»

Sevrî der ki: «Gündüz de olsa onun zararını öder. Çünkü o hayvanını serbest bırakmakla ifrata düşmüştür. Bizim lehimize ise Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in sözü vardır:

«Konuşmayan varlıkların (hayvanların) yaralaması heder olmuştur.»

(Bu hadis Buhâri ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.) Ayete gelince; «nefes» gece hayvan yayma anlamına gelir. Bu da hayvanların yayılmakla tabii olarak bozduğu ekinlerdir. Başkası ise böyle değildir. Dolayısıyla başkasını ona kıyas et­mek sağlıklı olmaz.

 

47.20.19. Kuşların Telef Ettiği Şeylerin Zararı

 

Bazı alimlere göre bal anları, güvercinler, kazlar, tavuklar ve kuşlar da diğer hayvanlar gibidir. Eğer kişi onları gündüz serbest bırakır, onlar da başkasının tanelerini, ekinlerini topla­yacak olurlarsa sahibi zararını ödemez. Zira adet olan onların serbest bırakılmasıdır.

Diğer bazı alimler ise, bunda zararı ödemek gerektiği kanı­sındadır. Kim onları serbest bırakır ve bir şeyi telef etmelerine neden olursa zararını Öder.

Eğer kişinin doğan, şahin gibi yırtıcı kuşları olur ve bun­lar başkasının kuşlarına, hayvanlarına zarar verirse, zararını öder.

Doğru olan görüş de budur.

 

47. 20.20. Köpek veya Kedinin Yaraladığı Şeyin Zararı

 

«EI-Muğnî»de şöyle denir:

«Kim kuduz (veya ısırgan) bir köpek besler ve onu serbest bırakırsa, bir insanı ya da hayvanı gece veya gündüz ısırdığın­da, ya da bir kişinin elbisesini parçaladığında sahibinin zararı­nı ödemesi gerekir. Zira o bunu beslemekle aşırılığa kaçmış ol­maktadır. Ancak bir kişi kendisinin izni dışında evine girerse, onda zararı ödeme yoktur. Zira kendisi oraya girmekle haddi aşmış, taşkınlığa neden olmuş ve köpeğin kendisini ısırmasına sebep olmuştur. Eğer köpek ısırma dışında bir şeyi telef ederse onu besleyen zararını ödemez. Başkasının kabına ağzını bulaş­tırması veya pislemesi gibi. Zira bu kuduz köpeğin kendisine has özellikleri değildir.»

Kadı der ki:

«Eğer bir kişi başkasının civcivlerini yiyen bir kedi besle­yecek olursa, kuduz köpeğin telef ettiklerinin zararını ödediği gibi bunun da zararım Öder. Gece ile gündüz arasında fark yok­tur.

«Eğer kedinin böyle bir alışkanlığı yoksa, onun cezasını sa­hibinin çekmesi gerekmez. Köpek kuduz olmadığı zaman da du­rum böyle olduğu gibi. Eğer kuduz köpek yada yabani kedi, ken­di isteği ve sahipleriyle değil de kendi kendine birisinin yanı­na gelip bazı şeyleri dağıtacak olursa, zararını ödemez. Zira bu zarara kendisi neden olmuştur.»

 

47. 20.21. Öldürülebilen ve Öldürülmeyen Hayvanlar

 

Hayvanlar içinden, Rasûlülîah sallallahü aleyhi ve sellem.in öldürülmesini emrettikleri dışında, hiçbiri öldürülmez. Onlar da şunlardır:

«Karga, delice (dölengeç) kuşu, fare, yılan, akrep, kuduz köpek, zehirli keler.»

Zararda bunlara benzeyenler de onlara ilave edilir. Acı veren eşek arısı, panter, pars, aslan gibi. Bunlar kim­seye saldırmamış olsalar dahi öldürülebilir.

Aişe radiyallahu anhâ der ki:

«Rasûlüllah sallalahü aleyhi ve sellem hem Harem'de hem de Harem dışında beş fâsıkın öldürülmesini emretti: «Karga, delice kuşu, akrep, fare ve kuduz köpek.»

(Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)

Sahihayn'da yer alan Ümmü Şeriyl hadisinde Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem zehirli kelerin öldürülmesini emretmiş ve ona «Fuveysika» adını vermiştir.

Bunlar öldürüldüğünde, öldürüldüklerinden dolayı zararı ödenmez. Diğer yırtıcı hayvan ve haşereler de böyledir. Bunlar evcilleştirilmiş de olsa durum değişmez. Bunda icma vardır. Ke­di hariç. Kedi öldürülürse kıymeti ödenir. Ancak bir saldırı sözkonusu olmuşsa o başka. Ne çavuş kuşu ne karınca, ne balansı, ne kırlangıç, ne göçeğen kuş ne de kurbağa Öldürülür. Çünkü bunlar zararlı hayvanlar değildir.

Nesâi, İbn Amr'dan, Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu kaydeder:

«Kim bir serçe kuşunu ve ondan büyüğünü haksız yere öl­dürürse, Allah onu kıyamet günü hesaba çeker. Ey Allah'ın Ra-sûlü haklı yere de Öldürülür mü? denildi. Buyurdu ki: Hakkı onu güzelce kesip yemek, başını koparıp atmamaktır.»

Eğer onları öldürecek olursa, Allah'a tevbe etmesi gerekir. Zararını ödemesi gerekmez.

îbn Abbas'tan rivayete göre; o dedi ki:

Rasûlüllah sallallahü Aleyhi ve sellem dört hayvanı Öldür­meyi yasakladı:

«Karınca, bal ansı, çavuş kuşu ve göçegen kuşu.» 47.20.22.   Zararı Ödenmesi Gerekmeyenler

Eğer suç zalim ve azgın bir zalimin haksız hareketi nedeniyle işlenmişse, kanı heder olur. Yani bunda ne kısas ne de diyet var­dır.

Bazı örnekler verelim:

 

47.20.22.1.   Isıran Adamın Dişlerinin Kırılması veya Dökülmesi

 

Bir kişi başkasını ısırdığında, ışınlan adam, ısıran adamın ağ­zından ısırdığı şeyi çekerken dişleri sökülürse, yahut çenesi çı­karsa suçu işleyen sorumlu değildir. Zira adam haddini aşmış de­ğildir.

Buharı, Müslim, îmran b. Husayıı'dan rivayet ederler ki  Bir adam bir adamın elini ısırdı. Adam elini ağzından çe­kince ön dişlerinden ikisi söküldü. Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e başvurdular. Buyurdu ki:

«Biriniz, kardeşinin elini erkek deve gibi ısırıyor! Sana di­yet yoktur.»

Malik der ki: Zararını öder. Bu hadis ise, onun aleyhine de­lil olmaktadır.

 

47.20.22.2. İzni Olmadan Başkasının Evine Bakma

 

Kim başkasının evine bir delikten kapı aralığından, ya da başka bir yerden bakacak olursa, eğer kasıtlı bakmıyorsa za­rarı yoktur.

Müslim rivayet eder ki: Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sel­lem'e ani bakışlardan soruldu? Buyurdu ki:

«Gözünü başka tarafa çevir.»

Ebû Dâvûd ve Tirmizi rivayet eder ki: Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Ali'ye buyurdu ki:

-Arka arkaya bakma. Birincisi senin ise de ikincisi senin değildir.»

Eğer ev sahibinin izni olmadan kasıtlı olarak bakacak olur­sa, ev sahibi onun gözünü çıkarabilir; zararını ödemesi de ge­rekmez.

Ahmed ve Nesâi, Ebü Hüreyre'den tahric ederler ki; Pey­gamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

«Kim bir topluluğun izni olmadan evine bakarken onlar onun gözünü çıkarırsa ne diyeti ne de kısası vardır.»

Buhâri ve Müslim yine Ebû Hüreyre'den rivayet ederler ki: Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve seîîem şöyle buyurmuştur:

«Eğer biri, senin iznin olmadığı halde, haline vakıf olmaya çalışırsa, sen de ona bir çakıl atıp gözünü çıkarırsan, sana bir günah yoktur.»

Sehl bin Sa'd'dan: Bir adam Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in kapısının deliğinden ona bakmaya çalışıyordu. Ra­sûlüllah saiiallahü aleyhi ve sellem'in yanında saçını taradığı bir kemik vardı. Ona dedi ki:

«Senin baktığını bilseydim, onu gözüne sokardım. Zira izin alma, bakma için  (meşru) kılınmıştır.»

Şafi'iler ve HanbelHer bununla amel eder.

Hanefiler ve Malikiler ise muhalefet ederek derler ki:

«Kim ev sahibinin izni olmadan bakar o da bir çakıl atar ya da gözüne çöp batırırsa, kişi sorumludur. Çünkü bir kişi eve girer, evin içine bakar, ev sahibinin kansmı (cinsel organı dışında) görüşe, onun gözünü çıkarmak caiz değildir. Onun başına büyük bir felaket getirmesi de doğru olmaz. Zira bu tür günahları işlemek buna benzer cezalara denk değildir.»

Bu ise daha önce kaydedilen sahih hadislere aykındır.

İbnü'l-Kayyım da birinci görüşü tercih etmiş ve şöyle de­miştir :

«...Bu sünnetler, şeriatın aslına aykırı görülerek reddedil­miştir. Zira Allah gözün çıkarılmasını ancak göz çıkarılmasıy­la mubah kılmıştır. Bakma suçu ile değil. Bu nedenle eğer kişi diliyle günah işlerse, dili kesilmez. Eğer kulağıyla onları dinle­se, kulağı kesilmez. Bunlara denir ki: Bu sünnetler, şeriatın asıllarının en büyükleridir. Bunlara aykırı olanlar, asılların da hilafmadır. Sizin:

«Allah gözün alınmasını ancak gözün alınmasıyla helal kıl­mıştır.» şeklindeki sözünüz kısas hakkında doğrudur. Ama suç işleyen organ ise buna dahil değildir. Onun zararı ve düşman­lığı ancak çakıl atmakla bertaraf edilebilir. Bu konuda ayet ne müsbet ne menfi bir şeyi kapsar. Sünet Kur'an'm sözetmediği bir konuda yeni bir hüküm beyan etmiş olmaktadır. Bu Kur'an'ın hükmüne aykırı değildir. Bu ise kısasta gözlün çıkarılmasından başka bir meseledir. Başkaldıranın gücünün bertaraf edilmesi de değildir ki kolayın kolayı tercih edilsin. Zira burada amaç gü­cünün zararını bertaraf etmektir. Eğer sopa ile savılabilirse, kılıçla savılmaz. Fakat bu harama bakmakla haddini aşan ve kendisinden korunma imkanı olmayan adam ise ancak gizlen­mek ve pusuya düşürülmekle yakalanabilir. Bu başka bir me­seledir. O suç işleyen olmadığı gibi düşmanlığı gerçekleşmemiş isyancı da değildir. Bu iş genellikle gizli şekilde ve başkasının göremeyeceği durumlarda tahakkuk eder.    Kendisine bakılan adamın delil getirmesi şart koşulursa, kişi bunun altından kal­kamaz. Eğer en zararsız ve kolay yolla savılması emredilirse, kendisine ve mahremine karşı İşlenen bakma şeklindeki suç ce­zasız kalır.

«Mükemmel olan bir yasa hem bunu hem de onu kabul et­mez. O zaman bize de suçluya da en uygun ve en sağlıklı olan hiçbir şekilde reddedilmeyecek olan sünnetin hükmüdür.

«Burada çakıl atmanın hiçbiri sünnetin sıhhatma gölge dü­şüremez. Eğer ortada adiy bir bakış yoksa çakılların atılması önemli değildir. Eğer adiv bir bakış varsa, o da kendisinden başkasını kötülemeye kalkmasın. Zira sahibini felakete sürük­leyen bu bakış olmuştur, Helake yaklaştıncı unsur budur. Ça­kıl fırlatan ona zulüm etmiş değildir. Bakan ise hain bir zalim­dir. Şeriat, mahremi çiğnemiş bu adamın delilini getirdikten sonra suçluyu ta'zir ile cezalandırmak suretiyle yardımına (!)

koşmaktan çok mükemmel ve yücedir. Gerçek Alah'ın hükmü­dür. O bunu elçisine bildirmiştir. Gerçekten inanmış bir toplu­luğa başka kim daha güzel hüküm koyabilir?»

 

47.20.22.3. Canını, Malını, Namusunu Savunma İçin öldürme

 

Kim bir insanı ya da bir hayvanı, kendi canını veya başka­sının canını kendi malını veya başkasının malını yahut namu­sunu korumak ve savunmak için Öldürürse, ona bir ceza yok­tur. Zira canı ve malı korumak bir görevdir. Eğer bu öldürme dışında başka bir yolla gerçekleştirilemiyorsa, onu öldürebilir. Katile bir şey de gerekmez.

Müslim, Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet eder ki; o şöyle de­miştir:

«Bir adam Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e geldi ve ona:

«Ey Allah'ın elçisi!... Bir adanı gelse, malımı almak istese ne yapmamı buyurursunuz?...

Buyurdu ki: «Ona malını verme.»

Adam-. «Eğer benimle dövüşürse, ne dersiniz?...» dedi,

«Onunla savaş,» buyurdu.

«O beni öldürürse ne olur acaba?..." diye sordu.

Buyurdu ki: «Sen şehid olursun.-

Adam : «Ben onu Öldürürsem ne olur?...» dedi.

«O cehennemdedir,» buyurdu.

Ibn Hazm der ki:

«Eğer bir hırsız ya da başkası bir kişinin malını zulmen al­mak isterse, eğer başından savıp ona vermeyebiliyorsa, onu öl­dürmesi doğru olmaz. Bu halde öldürecek olsa kısas gerekir. Eğer hırsızın en küçük bir ihtimalle karşı saldırıya geçeceğini bekliyorsa öldürsün. Ona bir şey de gerekmez. Çünkü o ken­di kendisini savunmaktadır.»

 

47.20.22.4. Savunma İle Öldürme İddiası

 

Eğer katil, öldürdüğü adamı, canını, namusunu veya malı­nı savunmak için öldürürse, iddiasına delil getirebilirse sözü ka­bul edilir, kısas ve diyet de düşer. Yok iddiasına delil getiremez­se, sözü kabul edilmez, işi kan sahibine havale edilir. Dilerse bağışlar, dilerse kısas yapar. Zira asıl olan suç sabit olana ka­dar suçsuz olmaktır.

İmam Ali'ye  (r.aJ : Karısıyla beraber bir adam yakalayan ve ikisini öldüren adamın durumu soruldu. Dedi ki: «Eğer dört şahid getiremezse, başını versin.»[16]

Eğer katil delil getiremez fakat kan sahibi öldürmenin sa­vunma olduğunu itiraf edecek olursa, katilden sorumluluk kal­kar ve hem kısas hem de diyet düşer.

Sa'id bin Mansûr, Sünen'inde Ömer (r.a.)'dan rivayet eder ki: «Ömer bir gün kahvaltı yapıyordu. Bir adam koşa koşa gel­di. Elinde kana bulanmış bir kılıç vardı. Ardında kendisini ko­valayan bir topluluk bulunuyordu. Adam geldi. Ömer'le bera­ber oturdu. Diğerleri de geldiler.

Dediler ki:

  Ey Mü'minlerin Emiri! Bu adam arkadaşımızı öldürdü. Ömer (r.a.) ona dedi ki:

  Ne diyorlar? Dedi ki:

  Ey Mü'minlerin Emiri! Ben karımın iki bacağına vurdum. Eğer iki bacağı arasında bir adam varsa, onu Öldürmüşümdür.

Ömer (r.a.) dedi ki:

  Ne diyor?... Dediler ki:

  Ey Mü'minlerin Emiri!  O kılıçla vurmuş, adamın orta­sına kadının bacaklarına gelmiş.                       

Ömer (r.a.) adamın kılıcını aldı, şöyle bir salladı, sonra ona

verdi.

Ve:

  Eğer onlar tekrar ederlerse sen de tekrar et, dedi.= Zübeyr'den rivayet edilmiştir:    «O, bir gün savaştan geri

kalmıştı. Yanında bir cariyesi de vardı, iki adam yanma geldi­ler ve:

  «Bize bir şey ver,» dediler.

Yanında bulunan bir yemeği onlara verdi.

Dediler ki:

— «Cariyeyi bize bırak!»

Kılıcıyla onlara saldırdı. Bir tek darbe ile onları parçaladım

İbn Teymiye der ki:

«Eğer katil, Ölenin kendisine silah çektiğini iddia etse ve ölünün sahipleri bunu reddetse, bu durumda eğer ölü iyilikle bilinen bir adamsa ve kuşku yaratmayan bir yerde öldürülmüş-se, katilin sözü kabul edilmez.

«Eğer ölen kötülükle tanınan bir adamsa, öldüren de iyilik­le bilinen bir adamsa, söz yeminle beraber katilin sözüdür, özel­likle bundan önce kendisine sataşmasıyla biliniyorsa.»

 

47.20.22.5. Ateşin Yaktığı Şeylerin Zararı

 

Kim kendi evinde normaldeki haliyle bir ateş yakar da rüz­gar eser, bir kıvılcım uçurup bir canı ya da malı yakacak olur­sa bunda zararı ödemesi gerekmez.

Vekî', Abdülaziz bin Husayn'dan, Yahya bin Yahya el-Gassani'den kaydederek der ki:

« Bir adam kendisi için bir ateş yaktı. Ateşten bir kıvılcım fırlayıp komşusunun bir şeyini yaktı.» Der ki: «Adam Abdül­aziz bin Husayn'a durumunu yazdı. O da cevaben yazdı ki: Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

«Sessiz şeyler tin neden olduğu suçlar) in cezası yoktur.» «Ben de ateşin neden olduğu şeyin cezası olmayacağı ka­nısındayım.»

 

47.20.22.6. Başkasının Ekinini Bozma

 

Eğer başkasına ait bir ekini normalden fazla bir şekilde su­lar ve ekin de bozulursa, zararını öder. Eğer ona haberi olma­dan su sızacak olursa, zararını ödemez; zira bu iş kasıtlı bir şe­kilde ondan kaynaklanmamıştır.

 

47.20.22.7. Gemi Batması

 

Bir gemisi bulunan adam, onunla insanları ve hayvanları taşıyorsa, eğer doğrudan kendisinden kaynaklanan bir sebep olmadan batacak olursa, geminin batmasıyla telef olan malla­rın ve canların zarannı çekmez.

Eğer kendisi batmasına neden olursa, o zaman zararı öder.

 

47.20.22.8. Doktor Zarar Öder mi?

 

Alimler, tıp konusunda bir yetkinliği olmayanın bir hasta­yı tedavi ederken herhangi bir felakete neden olduğunda iş­lediği suçtan sorumlu olduğunda ihtilaf etmemişlerdir. Buna göre adam neden olduğu kadarıyla zararı öder. Zira o, bu ha­reketi ile haddini aşmış sayılır. Zararı kendi malından öder.

Zira Amr bin Şuayb, babasından, o da dedesinden Rasûlul-lan sallallahü aleyhi ve sellem'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Kim doktorluğa soyunursa ve ondan Önce tabib olduğu hakkında bir malumat yoksa, o zararı öder.»

(Hadisi Ebû Dâvûd, Nesâi ve İbn Mâce rivayet etmiştir.)

Abdülaziz bin Ömer bin Abdülaziz der ki: «Babamın hu­zuruna geîen elçilerden bazıları bana haber verdiler ki: Rasû-lüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur;

«Kim bir topluluğa doktorluk yapmaya soyunursa, eğer bundan önce doktorluk yaptığı bilinmiyorsa, hastaya zarar ver­diğinde zararını öder.»

(Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)

Fakat doktor, tıp konusunda uzman olduğu halde hata ederse, fakihlere göre ona diyet gerekir. Fakihlerin çoğunluğu­na göre diyeti de akilesi öder.[17]

Bir söylentiye göre, diyeti malından ödenir.

Zararı ödemenin hüküm olarak konmuş olması, canları ko­rumak, doktorların görevlerine dikkatle yönelmelerini sağlamak, onların insan hayatı ile ilgili çalışmalarında gerekli olan ihti­yat tedbirlerini almaktan kaynaklanmaktadır.

Malik'ten rivayet edildiğine göre: Bu durumda doktora bir şey gerekmez.

 

47.20.22.9.    Eğinin Perdesini Yırtan Adam

 

Kişi hanımı ile cinsel ilişkide perdesini yırtarsa, eğer eşi cin­sel ilişki yapılabilecek kadar büyükse zararı ödemek zorunda değildir[18]. Eğer cinsel ilişkiye girilemeyecek kadar küçük olur­sa, diyet vermesi gerekir.

-Perdeyi yırtma» olarak verilen «ifzâ» kavramı «feza» kö­künden gelmektedir ki, geniş yer anlamına gelir. Cinsel ilişki anlamına geldiği de olur. Bu anlamlardan biri şu ayette geç­mektedir :

«Nasıl onu geri alıyorsunuz? Halbuki siz birbirinizle cinsel ilişkide bulundunuz."

Dokunmak anlamına da gelir. Bu anlamına şu hadiste rast­lıyoruz

«Biriniz eliyle zekerine dokunduğu zaman abdest alsın.»

Burada ifza'dan kasıt: Ön cinsel organ ile dübür arasında­ki perdeyi yırtmaktır.

 

47.20.22.10. Duvarın Yıkılıp Adam Öldürmesi

 

Duvar yola ya da başkasının mülküne doğru eğilir, sonra da bir adamın üzerine yıkılıp öldürürse, eğer daha önce sahi­binden onu düzeltmesi istenmiş ve o da düzeltme imkanına sa­hip olduğu halde düzeltmemişse, yıkılışı ile sebep olduğu zara­rı öder, yoksa ödemez.[19]

Eşheb'in Malik'ten rivayeti ise : Zarara neden olacağından kesin emin olunmadığı kadar endişe verici hale gelirse, onun­la telef olan şeyin zararını öder. İster daha önce yapmış ol­sun, ister olmasın. İster görmüş olsun isterse görmesin farketmez.

Ahmed'ten gelen rivayetlerin en meşhuruna, Şafiilerden ge­len en güzel yaklaşımlara göre kişi onun zararını ödemez.

 

47.20.22.11. Kuyu Kazanın Zararı Çekmesi

 

Bir kimse bir kuyu kazar, başka biri de gelip kuyuya dü­şerse, eğer sahip olduğu mülkünde kazmışsa ya da sahip olma­dığı bir yerde kazmış fakat sahibinden zararını çekmeyeceğine dair izin almışsa (zararını çekmez). Eğer sahip olmadığı yerde kazar, yer sahibinden izin almazsa zararım öder. Eğer kendi emrinde bulunan yahut sahibinin izin verdiği yada ekilip bi­çilmeyen bir yerde kazmışsa aşağıda gelen hadise göre zara­rını ödemez. RasûJüllah sallallahu aleyhi ve sellem buyuru­yor ki :

«Kuyu (nun neden olduğu suçlar) heder olur.»

Yani bu durumlarda biri kuyuya düşerse kanı heder olur. Diyeti olmaz.

Malik der ki:

-Eğer normal herkesin kazdığı bir yerde kazmışsa, zararı­nı ödemez. Eğer bunun dışında bir biçimde kazacak olursa, za­rarını çeker.

«Eğer biri mükellef olan bir kişiye kuyuya inmesi yada bir ağaca çıkmasını isteyecek olursa, adam da kuyuya inmekle ya­da ağaca çıkmakla ölecek olursa, emreden zararını ödemez. Zi­ra onu bu işe zorlamış değildir.

«Hakim de bu iş için bir adam tutar adam da ölecek olur­sa, zararını ödemesi gerekmez, zira burada suçlu ve taşkınlık sözkonusu değildir.

«Eğer bir kimse kendisini yada çocuğunu güzel yüzme bi­len birine teslim edecek olursa, boğulduğunda yüzücüye zara­rı ödemesi gerekmez.»

 

47.20.22.12. Yemek Vesaire Alırken izin Alma

 

Cumhur ulemaya göre hiç kimse başkasına ait bir hayva­nı onun izni olmadan sağamaz. Eğer kişi zor durumda kalır ve sahibi de orada değilse, o zaman sağabilir. Sütünü içebilir, sa­hibine zararını öden

Diğer yiyecekler ve ağaçlarda asılı bulunan meyveler de böyledir. Zira darda kalma başkasının hakkını hükümsüz kıl­maz.

Malik, Nafi'den, îbn Ömer'den, Rasûlüllah sallallahu aley­hi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

«Kimse kimsenin hayvanını onun izni olmadan sağmasın. Biriniz başkasının odasında (meşrübe)[20] saklı bulunan eşyanıza gelip eşyasını sakladığı kabı kırarak yiyeceğinizi alıp götürmesini hoş karşılar mısınız Onlara da hayvanları yiye­ceklerini depo etmektedir. Kimse kimsenin hayvanını onun iz­ni olmadan sağmasın.»

Şafii der ki: Zararını ödemez. Zira darda kalmakla sorum­luluk düşer. Çünkü burada Şari'nin izni vardır. îzin ile zararı ödeme bir arada olmaz.

 

47.21. Kasâme

 

47.21.1. Kasâme Nedir?

 

İyilik ve güzellik anlamında kullanılır. Burada Kasâme'den maksat yeminlerdir. Bu kavram: «Akseme, yuksimu, iksâmen ve kasameten» fiilinden alınmıştır.

Yani bu kavram kasemden türemiş bir mastardır. Nasıl ki cemaat kavramı da cem' kökünden türemiştir.

Kasâme'nin uygulama biçimi: Ortada katili bilinmeyen bir ölü vardır. Bu durumda içlerinden birinin katil olduğunda kuş­ku olmayan bir topluluk tümden kasameye tabi tutulur. Yal­nız ortada apaçık bir alamet, işaret, iz, belirti bulunmalıdır. Me­sela : ölü, düşmanlardan bir topluluk arasında bulunur ve on­lardan başkası da onlara karışmamış olur. Ya da bir grup in­san bir evde yada çölde toplanır ve arkalarında bir ölü bırakır yada bir bölgede ölü biri bulunur ve orada onun kanına bulaş­mış biri görülür.

Bu durumda eğer ölü, bir beldede yada yollarından birinde yada ona yakın bir yerde bulunursa kasâme o belde halkına uy­gulanır.

ölünün cesedi iki belde arasında bulunursa, ölünün cese­dine en yakın olan belde halkına kasâme uygulanır.

Kasâmenin uygulama şekli: ölünün sahibi belde halkın­dan elli adam seçer. Onlar onu öldürmediklerine ve katilini bil­mediklerine dair Allah'ın adına yemin ederler.

Eğer bunlar yemin edecek olursa, onlardan diyet düşer. Ye­min etmezlerse, belde halkı ortaklaşa diyeti verir.

Eğer iş karışırsa, ölünün diyeti beytu'l-mâl'den ödenir.

 

47.21.2. İslâm'ın Kabul Ettiği Arap Uygulaması

 

Kasâme, cahiliye döneminde yürürlükte olan bir düzendi. İslâm onu olduğu gibi bıraktı.

İslâm'ın bu düzeni iptal etmemiş olmasının hikmeti, bu dü­zenin canları koruma ortamlarından birini hazırlamış olmasi-dır. Bu uygulamanın ölünün kanının heder olmasını sağlama­sıdır.

«Buharı ve Nesâî, İbn Abbâs'dan tahric ederek der ki. Cahiliye döneminde uygulanan ilk kasâme şudur : «Haşimoğullarından birini Kureyş'in diğer boylarından bir adam işçi olarak tutmuştu. Develeriyle birlikte onu  (çöle)  gö­türmüştü. Orada Haşimoğullarından biri yanından geçmiş çu­valın ağzını bağladığı ipi kopmuştu.  Bana devenin bağlandığı bir ip ver de onunla çuvalımın ağzını bağlayayım, develer kaç­masın, demiş, o da ona bir ip vermiş adam da çuvalının ağzını bağlayıp gitmişti.

Bir yere konakladıklarında develeri teker teker bağladı. Onu işçi olarak tutan adam dedi ki:

  Develer arasında bu deve neden bağlanmamış?

  Onun ipi yok, dedi işçisi.

Adam; «öyleyse ipi nerde?...» dedi. Sopasını ona fırlattı. Bu darbe onu sonradan ölümüne neden olacak şekilde yaraladı. Bu sırada Yemen halkından biri işçinin yanından geçti. İşçi:

  Hacca mı gidiyorsun?... diye sordu.

  Hacca gitmiyorum. Ama belki de bidebilirim, dedi.

  Ne zaman olursa olsun benden bir mesaj iletir misin?... dedi.

Adam : «Evet,» dedi.

«Oraya vardığın zaman : «Ey Kureyş!» diye bağır. Onlar yanma geldiğinde bu sefer: "Ey Haşimoğulları!» diye bağır. Eğer onlar sana karşılık verirlerse, Ebü Talib'i sor ve ona falanın beni bir ip için öldürecek şekilde yaraladığını haber ver,» dedi.

Sonra işçi orada vefat etti.

Onu işçi olarak tutan adam geri gelince; Ebû Tâlib ona gi­derek :

— Arkadaşımız nerede?... diye soruşturdu.

Adam: «O hastalandı. Ona güzelce baktım, sonra da göm­düm,- dedi.

Ebû Talib : «Zaten ona öyle davranman gerekiyordu (!)» dedi.

Bir süre bekledi, sonra ölünün vasiyet ettiği adam sözünde durdu. Hacca gelip mesaimi iletmeye çalıştı.

  Ey Kureyş! dîye bağırdı.

  Kureyş burda. dediler.

  Ey Haşimoğullan! dedi.

  Haşimoğullan burada, dediler.

  Ebû Taîib nerde?,.. diye sordu.

  Işıe Ebü Talib, dediler.

  Falan  adam, sana bir mesaj  iletmemi söyledi:    «Falan adam onu bir ip için ağır yaralamış-... dedi. Ve onun öldüğü­nü bildirdi.

Ebû Talib adama gidip: «Bizden üç seçenekten birini seç: İstersen yüz deveyi diyet olarak ver. Çünkü arkadaşımızı öldür­müşsün. İstersen kavminden elli kişiye onu öldürmediğine ye­min ettir. Eğer bunu da reddedersen onun yerine seni de öldü­rürüz," dedi.

Adam yakınlarına gidip durumu haber verdi.

  Yemin ederiz, dediler.

Onlardan biri ile evli olan ve ondan bir çocuğu olan kadın Ebû Talib'e geldi ve dedi ki:

  Ey Ebû Talib! Ben şu oğlumu elli adamdan biri sayma­manı ve başka bir adamı yerine kabul etmeni ve onun yemi­nini, yeminlerin toplandığı zamana bırakmanı istiyorum.

Ebû Talib de öyle yaptı; onlardan bir adam yanma geldi: -Elli adamdan yüz deve yerme yemin etmelerini istedin. Her adama iki deve düşmekledir. îşte iki deve. Onları benden kabul et. Yeminlerin toplandığı her nerede olursa olsun yeminimi is­teme.- dedi.

Ebü Talib ikisinin de İsteğini kabul etti. Kırk sekiz kişi ise gelip yemin etti. İbn Abbâs (r.a.)  der ki'-.

«Allah'a yemin olsun ki, daha sene geçmeden bu kırksekiz kişiden hayata gözlerini kapamayan kimse kalmadı.»

 

47. 21.3. Kasâme Hükmünde İhtilaf

 

Alimler, kasâme ile hükmetmenin gerekliliğinde ihtilaf et­mişlerdir.

Fakihlerin cumhuruna göre, kasâme ile hükmetmek gerek­lidir.

Alimlerden bir grup ise; kasâme ile hükmetmek caiz değil­dir, demektedir.

İbıı Rüşd, «Bidâyetü'l-MüctehicUte der ki:

«Her zaman onunla hükmetmek gerekir görüşünde olanlar Cumhur fukaha'dır. Bunlar; Mâlik, Şâfi-i, Ebû Hanife, Ahmed, Süfyân, Dâvûd ve arkadaşları ile başka beldelerin fakihleridir.

Alimlerden bir grup ise; kasâme ile hükmetmek caiz değil­dir, der : Salim bin Abdullah, Ebû Kılâbe, Ömer bin Abdülazîz ve İbnu Uleyye bunlar arasındadır.

Cumhurun delili, Rgsülüllah sallaîlahu aleyhi ve seîlem'den sabit Huyayyisa ve Muhayyisa hadisidir ki, hadis alimleri onun sahihliğinde ittifak etmişler, yalnız lafızlarında ihtilaf etmişler­dir.

İkinci grubun, «kasâme ile hükmetmek caiz değildir,- görü­şünün delili ise :

Zira kasâme şeriatın, sağlamlığında ihtilaf edilmeyen temel­lerine aykırı düşmektedir. Bunlardan biri:

Şeriat'ta asıl olan hiç kimsenin kesin olarak bilmediği ve bizzat müşahade etmediği konularda yemin etmemesidir. Eğer burada da durum aynıysa o zaman kan sahipleri ölüyü görme­dikleri halde yemin edebilirler. Halbuki onlar bir beldede, öl­dürme ise başka bir yerde meydana gelmiştir.

Bu nedenle : Buharı, Ebû Kilâbe'den tahric eder ki: «Ömer bin Abdülaziz bir tahtını dışarı çıkardı ve halkın yanma gel­mesi için izin verdi ve onlara :

'Kasâme hakkında ne diyorsunuz?- dedi. Haîk hiddetlenip dediler ki: «Biz şöyle diyoruz :

Kasâme ile kısas yapılır. Bu doğru bir iştir. Halifeler de onunla kısas yapmışlardır.

Ömer». «Ey Ebû Kılâbe! Sen ne diyorsun?» diye sordu. Ve beni halkın karşısına çıkardı.

Ben : «Ey Mü'minlerin Emiri! Katında araplarm İleri gelen­leri, ordu komutanları var. Eğer onlardan elli kişi, bir kişinin

Şam'da zina ettiğini iddia eder ve onu görmediklerine şahidlik ederse sen o adamı recmeder misin?» dedim.

«Hayır.» karşılığını verdi.

Ben dedim ki: «Yanında bulunan elli adam bir kişinin Hu-mus'ia hırsızlık yaptığına şahitlik eder ve onu görmediklerini söylerse onun elini keser misin?»

«Hayır.» dedi.

Bazı rivayetlerde ise :

Ona dedim ki: «Öyleyse, nasıl oluyor da, onlar senin yanın­da oldukları halde, bir adamın falan yerde öldürdüğüne şahitlik ediyorlar, sen de onların şahitliğiyle adama kısas uyguluyor­sun?:»

Ebü Kılâbe der ki: «Ömer bin Abdülaziz, kasâme ile ilgili şunları yazdı: 'Eğer onlar iki adil şahit getirip; falan adamın onu öldürdüğüne tanıklık ederlerse ona kısas uygula. Fakat adam, yemin eden elli kişinin şahidliği ile öldürülmez.»

Dediler ki: «Şeriat'ın temellerinden biri de şudur: Yemin­lerin, kan dökülmesinde bir etkisi yoktur.»

Şeriat'm temellerinden bir diğeri de şudur: -İddia sahibine delil, inkâr edene de yemin vardır.»

Onların delillerinden biri de şudur: Orîîara göre bu hadis­lerde Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in kasâme ile hük­mettiğine dair bir uygulama yoktur. Bu ancak bir cahiliye hük­müdür. Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem nazik davrana­rak bununla nasıl hükmetmek gerekmediğini göstermiştir. Zi­ra İslâmi temellere balğı kalınarak bu hüküm uygulanamaz. Bu nedenle onlara: «Siz —yani kan sahiplerine ki bunlar Ensar'dır— elli yemin eder misiniz?!» diye sormuş.

Onlar da: «Görmeden nasıl yemin edelim ki?!» demişler. Bu sefer o : «Yahudiler size yemin eder.» der. Onlar ise : «Biz kâfir bir topluluğun yeminlerini nasıl kabul edebiliriz?» derler.»

Derler ki: «Eğer görmeden yemin etmek sünnet olsaydı, Rasülüllah sallallahu aleyhi ve seilem onlara; -Sünnet olan bu­dur.» derdi.

Denir ki: Eğer bu rivayetler kasâme ile hükmetmede nass de­ğilse, te'vîl de götürüyorsa, onları te'vil ile asıllara uydurmak daha yerinde olur.

Kasâmeyi kabul edenlere göre ise; bunlar arasında özellik­le Malik'e göre; kasâme sünneti, başlıbaşma bir sünnettir. Şe-riat'ın diğer asıllarını tahsis etmiştir. Bu da tahsis eden sair sün­netler gibidir. Malik burada illetin kanlan korumak için ihti­yat olduğunu zannetmiştir. Şöyle ki : Öldürme çoğaldığından ka­til de öldürme eylemi için kimsenin olmadığı yerleri seçmekle şahid bulma imkanı da azaldığından bu sünnet kanlan koru­mak için kabul edilmiştir.

Fakat bu iilet yol kesiciler ve hırsızlar hakkında onun aley­hine döner. Zira hırsıza tanıklık etmek de zordur. Yol kesicinin durumu da böyledir.

Bu nedenle Mâlik, malları soyulan adamların soyguncular aleyhindeki sahiciliğini — şeriatın asıllarına aykırı olmasına rağ­men — caiz görmüştür. Halbuki malları soyulanlar, soyulmala­rında iddia sahibi konumundadırlar.» inteha.

 

47.22. Ta’zîr

 

47.22.1. Tanımı

 

Ta'zir; ta'zim ve yardım anlamına gelir. Allah Sübhanehü ve Teâlâ'nm şu sözü bu anlamdadır:

“Allah'a ve Rasûlüne iman etmeniz, O'na yardım etmeniz için."   (Fetih : 9)

Yani ona ta'zimde bulunup yardım etmeniz için...

Ta'zir, horlama anlamına da gelir. Azzere falanın falanen denir ki: Kendisinden bir suç sadır olduğunda azarlama ve eğit­me amacıyla horladı demektir.

Şeriafta (hukukta) ta'zirden maksat: Ne had ne keffaret düşmeyen günahlara karşı eğitme amacıyla uygulanan ceza de­mektir.

Ta'zir'cezası, hakimin[21] bir cinayet[22] yada günahtan do­layı takdir ettiği bir cezadır. Şeriat bu konuda herhangi bir ce­za tayin etmemiş yada belli bir cezayı tayin ettiği haîde cezayı tatbik etmek için gereken şartlar gerçekleşmemiş olabilir, ön taraf dışında başka bir yolla ilişkide bulunma, el kesme cezası­nın uygulanmayacağı bir hırsızlık yapma, kısas bulunmayan bir cinayet işleme, kadın kadına cinsel ilişki, zina dışında bir suçla iftirada bulunma vesaire gibi suçlar ta'zirlik suçlardandır.

Çünkü günahlar üç bölümdür :

1- Had cezası olup keffaret cezası olmayan suçlar:   Bun-iar daha önce kaydettiğimiz hadlerdir.

2- Keffaret cezası olan fakat had cezası olmayan günah­lar: Ramazan gündüzünde cinsel ilişki, ihramdayken cinsel iliş­ki gibi.

3- Ne had cezası ne de keffaret cezası gerekmeyen gü­nahlar: Bu da daha önce sözü edilen günahlar gibidir. Bunlar­da ta'zir gerekir.

 

47.22.2. Ta'zirin  Meşruluğu

 

Ta'zirin meşru olduğunu gösteren seri temel Ebû Dâvud, Tirmizi, Nesâi ve Beyhaki'nin Behz bin Hâkim'den, onun baba­sından, onun ria dedesinden tahric ettiği hadistir. Buna göre : «Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem töhmet altında bulun­durulan kimseyi hapsetmiştir.'- (Hakim bu hadisi sahih saymış­tır.)

Bu hapsetme cezası ihtiyaten alınmış bir karardı. Kişi ger­çek ortaya çıkıncaya kadar hapsedilmişti.

Buhâri, Müslim ve Ebü Dâvüd da Hani' bin Neyyar'dan tah­ric ettikleri hadiste Hani; Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem'-den şunları duymuştur :

«On kamçıdan fazla dayak atmayın. Ancak Allah'ın belirle­diği hadlerden biri sözkonusuysa o başka.»

Ömer bin Hattab'm (r.a.) da başını tıraş etme, sürgün etme ve dövme ile ta'zir ve uslandırmada bulunduğa sabittir. Ömer (r.a.)'ın içki dükkanlarını ve içinde içki satılan köyleri yakma­sı gibi. Sa'd bin Ebi Vakkas'm Küfe'deki sarayını, onu halktan koparınca yakmıştı.

Ayrıca bir kamçı yaptırmış, onunla dövmeyi hak edenleri dövmüş,    hapis olarak kullanılmak amacıyla bir ev yaptırmış,

saçları görününceye kadar ölüye bağırıp çağırarak ağlayan ka­dınlar: dövmüştür.[23]

Üç imama göre ta'zir cezası vacibtir.[24]

Şafii der ki: Ta'zir uygulamak vacib değildir.

 

47.22.3. Ta'zirin Hikmeti ve Hadlerden Farklı Tarafları

 

İslâm Dini isyankârları ve düzene karşı koyanları cezalan­dırmak amacıyla ta'ziri yasal bir cezalandırma olarak görmüş­tür. Bunun hikmeti de daha önce yeri geldikçe sözü edilen şer'î hadlerin hikmeti gibidir. Yalnız ta'zir cezası üç yönden hadler­den aynlr.

1- Hadlerde  tüm insanlar eşit kabul edilir. Fakat ta'zir de onların durumlarına göre cezaları farklılık gösterebilir.

İyi ahlaklı bir adam bir hata ettiğinde bu hatasının ceza-landırıîmayıp affedilmesi caizdir. Eğer cezalandınlacaksa onun cezalandırılması şersf ve mevki yönünden ondan daha aşağıda bulunan bir kimsenin cezasından daha hafif olması mümkün­dür.

Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Beyhaki Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunr tahric ederler:

«İyi insanların hatalarını hoşgörün. Allah'ın belirlediği had­ler müstesna.»

Yani kötülük iie tanınmayan bir kimse bir hata işlediğinde yahut küçük günahlardan birine bulaştığında, yahut kişi itaat­li olduğu halde ilk defa hataya düşüyorsa onu hemen cezalan­dırmayın.

Eğer ille de cezalandırılması gerekiyorsa o zaman daha ha­fif bir şekilde cezalandırılsın.

2- Allah'ın  belirlediği hadler   hakime havale   edildikten sonra onlarda şefaatte bulunmak caiz değildir. Bunun yanın­da ta'zir suçlarında şefaatte bulunmak caizdir.

3- Ta'zir cezası ile öldürülen bir kimsenin zararını öde­mek gerekir.Zira Ömer b. Hattab (r.a.)bir kadını korkutmuş o da düşük yaparak ölü bir cenin doğurmuştu. Ömer de ceni­ninin diyetini ödemişti.[25]

 

47.22.4.   Ta'zirin Şekli

 

Ta'zir kınama, azarlama, tehdit etme, vaaz gibi sözlü bir şekilde yapıldığı gibi durma göre dövme, hapsetme, bağlama, sürgün etme, uzaklaştırma, azletme gibi bilfiil müdahalelerle de gerçekleşebilir.

Ebü Davud'un tahric ettiğine göre; Peygamber sallallahu aleyhi ve seîlem'e muhannes (kadın gibi davranan) bir adam getirilmişti. Adam ellerine ve ayaklarına kına yakmıştı.

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seliem buyurdu ki: «Bu neden böyle yapmış?»

«Kadınlara özeniyor,» dediler. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seliem, onun Bekî'e sürülmesini emretti.

«Ey Allah'ın. Rasûlü, öldürelim mi?» dediler. Rasûlüllah sallalahu aleyhi ve seliem buyurdu ki .-«Benim, namaz kılanları öldürmem yasaklandı.»

Ta'zir sakalı tıraş etmekle, evi yıkmakla, bostanları, ekin­leri, meyveleri ve ağaçlan tahrib etmek şeklinde uygulanmaz.

Yine burun koparmakla, kulak, dudak veya parmak uçla­rını kesmek şeklinde de uygulanmaz. Zira bu tür bir uygulama sahabilerin hiçbiri tarafından uygulanmamıştır.

 

47.22.5. Ta'zirde On Kamçıyı Aşmak

 

Daha önce Hani' bin Neyyar hadisinde kaydedildiğine gö­re ta'zirin on kamçıdan fazla olması yasaklanmıştır.

Ahmed, Leys, İshak ve Şafi'ilerden bir grup bu görüşe ka­tılmış ve hadisi aynen benimsemişler, Sâri' tarafından belirle­nen on kamçıdan daha fazlasıyla ta'zirde bulunmak caiz değil­dir, demişlerdir.

Mâlik, Şafi'i, Zeyd bin Âli ve başkaları ise ta'zirin ondan da­ha fazla olmasını caiz görmüşlerdir. Yalnız bu fazlalık en kü­çük haddin miktarına ulaşmamalıdır.

Bir grup ise, herhangi bir günahın ta'ziri onun haddi se­viyesine ulaşmamalıdır, demişlerdir.

Korunmamış bir yerden çalman malın ta'zir cezası, el kes­me haddine ulaşmamalı, zina dışındaki bir sövmenin cezasın­da zina iftirasında bulunma cezasına ulaşmamalıdır.

Bir görüşe göre ise, idareciler bu konuda içtihad eder, ce­zayı maslahatın gereği ve suçun durumuna göre belirler.

 

47.22.6. Öldürme ile Ta'zir

 

Öldürme yolu ile ta'zirde bulunmayı bazı alimler caiz gör­müş diğer bazıları ise yasaklamıştır.

İbn Abidin, Hafız İbn Teymiyye'den yaptığı nakilde diyor ki • «Hanefîîerin usûl kurallarından biri şudur ki; ağır bir şey­le öldürme, erkekler arası fuhuş vs. gibi öldürme cezası olma­yan suçlar tekrarlandığında imamın bu tür fiilleri yapanları öl­dürme yetkisi vardır. Yine bu konuda maslahat görüyorsa, be­lirlenen haddin daha fazlasını vurdurabilir.»

 

47.22.7. Mal Alma ile Ta'zir

 

Mal alma ile ta'zirde bulunmak caizdir. Bu Ebü Yûsuf'un görüşüdür. Malik de bu görüşü kabul etmiştir.

«Mu'înüT-Hükkâm» sahibi der ki:

«Mal ile cezalandırma nesh edilmiştir, diyenler imamların mezheplerini yanlış göstermiş olurlar. Bu hem nakil hem de is­tidlal yönünden böyledir. Bu konuda nesh iddiasında bulunmak kolay değildir. Zira onların iddialarını sağladığını gösterecek ne bir sünnet ne de icma sözkonusudur. Neshi gösteren bir delil yoktur,

«Ancak onlar diyebilirler ki: «Bizim arkadaşların görüşüne göre caiz değildir.»

Îbnü'l-Kayyim der ki.Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, ganimetten payına düşeni vermemek suretiyle bazılarını ta'zir etmiştir. Zekâtını vermeyenin malının yarısının alınma­sıyla ta'zire çarptırılacağını haber vermiştir. Ahmed, Ebû Dâ-vûd ve Nesâi'nin tahric ettiğine göre Peygamber saliallahü aley­hi ve sellem şöyle buyurmuştur:

«Kim sevap almak niyetiyle zekâtını verirse ona mükafaatı vardır. Kim de onu vermezse biz onu ve malının yansını Rab-bımızin emirlerinden biri olarak alırız.»

 

47.22.8. Ta'zir Hakimin Hakkıdır

 

Ta'zir işini hakim yerine getirir. Zira onun tüm müslüman-lar üzerinde genel velayeti vardır.

«Sübülü's-Selâm»'da deniyor ki:

-İmamdan başkasının ta'zirde bulunma yetkisi yoktur.   Üç kişi hariç :

1- Baba:Babanın küçük olan çocuğuna eğitim öğretim amacı ile ve kötü ahlaktan sakmdîrmak için ta'zirde bulunması caizdir. Zahir olan görüşe göre anne de çocukluk zamanlarında ve babasının himayesinde bu hakka sahiptir. Namaz kılması hu­susunda ve bu  konuda  dövmek suretiyle ta'zirde bulunabilir. Bulûğ çağma ermiş bir çocuk kötü yolda bile olsa babasının onu ta'zire hakkı yoktur.

2- Efendi:Kendi hakkında ve Allah'ın haklarından biri hususunda  efendi  kölelerini  ta'zirde bulunabilir.     Doğru olan görüş budur.

3- Koca:Kendisine karşı itaatsizlikte bulunan  karısını ta'zirde bulunabilir. Kur'an'da bu konu açıkça belirtilmiştir. Na­mazı ve benzeri şeyleri terkettiğinde onu dövebilir mi? Zahir olan görüşe göre eğer bu konuda azarlama ve tehdit yeterli gel­miyorsa dövebilir. Çünkü bu kötülüğü reddetme konularına gi­rer. Koca da kötülüğü eli yahut dili yada kalbi ile reddetmekle mükellef olan kimselerdendir. Burada kastedilen, ilk ikisidir.

Öğretmenin de çocukları uslandırmak için dövmesi caizdir.

 

47.22.9. Ta'zirde Zararı Ödeme

 

Baba oğlunu, eğitmek amacı ile dövdüğünde zararını öde­mez.

Koca karısını, yine eğitmek amacı ile dövdüğünde o da za­rarı ödemez.

Hakim de suçluyu uslandırmak amacı ile dövdüğünde aşırı kaçmamak şartı ile zararı ödemez. Burada hepsi de amacı ger­çekleştiren miktarla yetinmek durumundadır.

Eğer bunlardan biri uslandırmada başvurdukları çarelerde aşırılığa kaçacak olurlarsa taşkınlık yapmış sayılırlar ve taş­kınlıkları nedeniyle telef ettikleri şeylerin zararını Öderler.

 

 



[1] îbnu'I BeylemânI, kendisiyle delil getirilebilecek biri değildir. Bu hadisi ayrısa mürseldir. Ebû Abdülkâsım bin Sellâm der ki: «Bu hadis müsned değildir. Onun gibileri kendisiyle kan dökülen imam kılınamaz.»

[2] Eğer öldürülenin varisi yoksa, katile yapılacak muamele hakime kalır. Müslümanların maslahatına hangisi uygunsa onu tercih eder. îster kı­sas yapar, İsterse diyet alarak onu bağışlar. Diyet almadan bağışlama yet­kisi yoktur. Çünkü bu onun hakkı değil, müsiümanların hakkıdır.

[3] Kurtubi, il, 360.

[4] Kurtubi, II, 259.

[5] Altın sahipleri/Ehlü'z-Seheb: Şam ve Mısır halkıdır. Gümüş sahipleri/Ehlü'l-Verik : Irak halkıdır. Muvatta'da böyle kaydedilmiştir. II. Cild.

[6] Tarihu'l-Fıkh; s. 82.

[7] Ebû Hanife ve kendisinden  gelen İki rivayetten birinde Ahmed der ki :

«Kasten Öldürme diyeti dört parçadır :

«Yirmi beş tanesi iki yaşında deve, yirmi beş tanesi üç yaşında deve, yirmibeş tanesi dört yaşında deve, yirmibeş tanesi de tam olgunlaşmış de­vedir.»

Kasten öldürmeye benzer cinayetlerde de her iki imama göre durum budur. Şaf j'I başka bir rivayette der ki: «Diyet, otuzu dört yaşındaki deve, otuzu olgunlaşmış deve, kırkı da yavruîannı karınlarında taşıyan gebe de­vedir. Hata ile öldürme diyeti ise beş bölümdür: Yirmisi olgunlaşmış deve. yirmisi dört yaşındaki deve, üç yaşında dişi deve, yirmisi iki yaşında erkek deve, yirmisi de iki yaşında dişi deve. Malik ve Şafii de iki yaşındaki de­ve yerine üç yaşındaki develeri koymuştur.

[8] Cinayeti işleyen küçük ya da deli olursa; Ebû Hanife ve Malik'e göre diyeti yakın akrabasına düşer. Şâfii der ki: «Küçüğün kasten öldür­me diyeti onun malından verilir.»

[9] Aynı şekilde küçük ve delinin kasten öldürme diyeti de akile (ya­kın akraba)ya yüklenir. Katâde, Ebû Sevr, Ibn Ebî Şeybe ve îbn Şİbrime der ki: «Kasten Öldürmeye benzer suçlarda diyet suçluya düşer. Bu görüş zayıftır.»

[10] Malik, Ebû Hanife, imam Ahmed'den gelen iki rivayetin en açığı­na göre asabeye; baba da, oğul da girer...

[11] Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu akile diyetini gönülleri birbirine ısındırmak ve kişilerin arasını düzeltmek amacıyla onu bir defada veriyordu. İslâm tam egemen olduğu zaman bu süreyi sahabe yukarıda be­lirtilen şekilde belirlediler, İmanı diyetin peşin ödenmesinde bir yarar gö­rürse öyle yapabilir.

[12] Şâfi'i der ki : «Yanlışlıkla işlenen suçun diyeti akilenin boynunda-dır. Suç az olsun çok olsun farfeetmez. Zira çok olana borçlanan adam azı da borçlanır. Nasıl ki kasten Öldürmesinin diyeti suçlunun malından verilir. Diyet az olsun çok olsun farketmez.»

[13] Alimler, anne ölüp cenini karnında kaldığı ve cenini çıkarılmadığı zamanlarda bir şeyin gerekmeyeceği konusunda sözbirliği etmişlerdir. Kar­nına vurulan bir darbeyle Ölüp, Ölümünden sonra cenini Ölü olarak çıka­rıldığı durumlarda ise ihtilaf etmişlerdir. Cumhur'u Fukaha bunda da bir şey olmadığına kanaat getirmiş, Leys b. Sa'd ve Davud İse onda Ğurra ol­duğunu belirtmiştir. Zira burada önemli olan darbe anında annesinin sağ olmasıdır. Başka hiçbir şey değil.

[14] Ceninin düşürülmesi sırf ona karşı kasten işlenen bir suç değildir. Annesine karşı kasten işlenen bir suçtur. Cenin hakkında ise yanlışlıkla iş­lenen bir suç olarak kabul edilir.

[15] Ebu Hanife de bu görüştedir. Zira kendisine karşı suç işlenen adam acıdan başka bir şeye maruz kalmamıştır. Sırf acısının ise bir değeri yok­tur. Bu bir kişiye sövmekle, hakaret etmekle kalbini kıran adamın dununu gibidir. Onun zararını ödemek diye bir şey yoktur. Her ne kadar söven kim­se sövmesinin sorumluluğundan kurtulamaz tazir yoluyla cezalandırılır, ya­hut ona karşılık kısas yapılırsa da durum değişmez. Sövme ile ilgili farklı görüşler kitabımızın ilgili yerinde açıklanmıştır. Ebu Yusuf ise der ki: Suç­lu verdiği acının diyetini öder. Bunu adil bir mahkeme belirler. Muhammed der ki: «Suçluya doktorun ücretini ödemesi ve ilaç parası vermesi düşer.»

[16] İki şahid de yeter denilmiştir. «Başını versin» yani başını Ölünün sahiplerine teslim etsin ki onu öldürsünler.

[17] Hasta öldüğünde, doktora kısas gerekmez. Diyet lazım gelir. Zira tedavi hastanın İzni ile gerçekleşmiştir.

[18] Bu Ahmed ve Ebû Hanife'nin görüşüdür. Şâfi'î ve bir rivayetin­de Mâlik der ki : Diyet vermesi gerekir. Mâlik'in meşhur görüşüne göre ise hüküm mahkeme kararına bırakılır.

[19] Bu Hanefîlerin görüşüdür.

[20] Meşrübe: Oda gibi bir yerdir. îçine eşya konur. Rasûlüllah sal­lallahu aleyhi ve sellem hayvanların memelerini sütü muhafaza açısından, insanın eşyasını sakladığı odaya benzetmiştir. Hadisten kıyasın kullanıla­bileceği ve bir şeyi benzeri İle muhakeme etmenin doğru olduğu anlaşılmaktadır.

 

[21] Hakim : İslâm'ın hükümlerini uygulayan, hadleri infaz eden ve te­mel ilkelerine bağlı kalan kimsedir.

[22] Cinayet :   Hukuk literatüründe :   «Cezası, idam, hapis ya da ağır işlerde çalışma olan suçlardır.»

[23] Bu konuda daha geniş bilgi için İbn Kayyim el-Cevziyye’nin setü'I-Lehfân» isimli eserine bakılabilir.

[24] Yani ta'zir uygulaması gereken yerde ta'zir vacibdir.

[25] Bir görüşe göre diyet beytü'lmal'den ödenir. Başka bir görüşe gö­re ise idarecilerin aknesi öder.