Evlenecek Olan İki Müslümanm Nikâh Akdinde İki A'manm
Şehadeti Sahih Midir?
Kadının Veya Erkeğin Evlâdı Şahit Olabilir Mi?
Bu Husustaki Genel Kaaide Şudur :
Sağırların Hazır Bulunması Şahitlik Îçin Yeterli Midir?
Dili Tutulan İle Dilsizin Şahidliği :
Şahidlerden Biri İşitir, Diğeri Sağırdır İşitmezse :
Sarhoşların Hazır Bulunmasıyla Akid Sahih Olur Mu?
Evin İçindeki Kadını Tezevvüc Ettim Derse :
Sadece Allah Ve Peygamber Şahidimiz Olsun Demek Kâfi
Midir?
Kadın Örtülü Bir Vaziyette Hazır Olursa :
Hazır Olmayan Kadının İsmi Anılınca Şahitler Onu
Rahatlıkla Tanırsa :
Küçük Kızını Nikâh Ettirmesi İçin Bir-Adama Vekâlet
Verirse:
Kadın Kendisini Nişanlısına Nikâh Ettirmek İçin Bir Adama
Vekâlet Verirse :
Şahidlerin Hazır Bulunma Vakti :
Bir Kadının İki Şahid Huzurunda, Falan Adama Kendimi
Tezvic Ettim (Zevce Olarak Verdim) Derse:
Erkek Mektup Göndererek Kadım Zevce Olarak Aldığım
Yazarsa :
Kadın Mektubu Okuduğu Meclisin Dışında Cevaplandırıp,
Kabul Ettim, Derse :
Mektubu Okumaz Da Sadece Bana. Böyle Bir Mektup Geldi,
Derse :
Kadınla Erkek Hayvan Üzerinde Seyahet Ederken Nikâh Akdi
Yaparlarsa :
Aynı Mecliste Bulunduktan Sonra Kabul Konusunda Acele
Etmek Şart Değildir :
Kadın, Kendimi 100 Altın Mehir İle Sana Tezvic Ettim,
Derse :
Resmi Nikâhta Kullanılan Fiiller :
Belediyelerde Yapılan Nikâh Akidleri :
Karşılıklı Yazı Île Akid Yapılabilir Mi?
Evlenecek Olan Kız İle Erkek Hazır Olur Da Yazı Île İcap
Ve Kabulde Bulunurlarsa Caiz Sayılır Mı?
İcap Ve Kabul Sözleri Ya Sarih Ya Da Kinaye Olur :
Erkek Kadından Zina İsteğinde Bulunursa
Nikâh'ta Hiyar-İ Rü'yet Veya Hıyar-İ Ayb Şarti Koşulursa
:
Sıhriyyet Cihetiyle Haram Olanlar :
Zina Ettiği Kadının Anası Ve Kızları :
Tenasül Cihazına Şehvetle Bakmanın Ölçü Ve Anlamı :
Öz Kızının Tenasül Cihazına Bakarsa :
Kadının Üzerindeki Elbiseye Şehvetle Dokunmak :
Dübürden Cinsel Temas Hürmeti Gerektirmez :
Evlendikten Sonra Hürmet-İ Müsahereti İkrar Ederse :
Adam, «Şehvetle Dokunmadım Veya Şehvetle Bakmadım» Diye
Îddia Ederse :
Sarhoşun, Karısı Sanarak Kızıyla Cinsel Yaklaşmaya
Yeltenmesi :
Zevcen Anasına Ne Yaptın? Sorusuna Verilen Cevap :
Evlendiği Kızın Bakire Olmadığını Anlayınca Ona Bunu Kim
Yaptı Diye Sorması :
Kadın, Kocasının Oğlunun Kendisine Şehvetle Dokunduğunu
Îddia Ederse :
Babasının Karısını Şehvetle Öperse :
Hürmet-İ Müsaheret Gerektikten Sonra Adam Yine Eski
Karısıyla Cinsel Yaklaşmada Bulunursa :
Anasını Baba, Kızını Da Oğlu Alabilir Mi?
SÜT EMME SEBEBİYLE NİKÂHI HARAM OLAN KADINLAR:
Bir Kadın Bir Akidde İki Erkekle Birden Evlenirse :
Meharimin Aralarını Cem'etmek :
Kadınla Kocasının Kızını Aynı Kişinin Nikahlaması :
Kadınla Cariyesini Bir Nikâh Altında Toplamak Ta Caizdir.
İki Kız Kardeşi Bir Akidle Nikahlarsa :
İki Kız Kardeşle Ayrı Ayrı Akidlerle Evlenir, Ancak
Sırayı Unutursa :
Boşadığı Kadının İddeti Bitmedikçe Onun Kız Kardeşiyle
Evlenemez :
Mülk Sebebiyle Ortaya Çıkan Hürmet :
Hür Kadın Üzerine Cariyeyi Nikahlamak Caiz Değildir :
Bîr Nikâh Akdiyle Hür İle Cariyeyi Cem'etmek :
Hurreyi Boşadıktan Sonra Cariyeyi Nikahlamak :
Hür Kadın Fasit Bir Nikâhtan Dolayı İddet Bekliyorsa :
Câriye Talâk-İ Ric'î İddetinde İken Adam Hür Kadınla
Evlenebilir Mi?
Köle, Efendisinin İznini Almadan Hür Bîr Kadınla
Evlenirse :
Hür Kadınla Evlenme Îmkâm Bulunduğu Halde Câriye İle
Evlenmek :
Başkasının Hakkı Olan Bir Kadınla Nikahlanmak :
Başkasının Nikâhlı Karısıyla Evlenirse :
Zinadan Gebe Kalan Kadınla Evlenmek :
Zina Ettiği Kadını Nikahlarsa :
Evlendiği Kadın Bir Düşük Getirirse :
Nesebi Sabit Olan Gebe Kadınla Evlenmek :
Cariyesiyle Cinsel Temasta Bulunduktan Sonra Onu
Nikahlaması Caiz Midir?
Zina Ettiğini Gördüğü Halde Kadınla Evlenirse :
Baba, Öz Oğlunun Cariyesi İle Evlenebilir Mi?
Esir Edilen Evli Kadını Nikahlanmak Caiz Midir?
ŞİRK NEDENİYLE MUVAKKAT HÜRMET :
Dar-İ Harpte Bir Müslümanm Kitap Ehli Kadını Nikahlaması
:
Herhangi Semavî Bir Kitap Ve Dine Ttikad Edenlerle
Evlenmek Caiz Mi?
Sabitlerden Bir Kadınla Evlenmek Caiz Midir?
Anası Mecusî, Babası Hıristiyan Olan Kızın Evlenmedeki
Durumu :
Kitap Ehlinden Bir Kadın Nikahlandıktan Sonra Mecusî Veya
Putperest Olursa :
Murted, Murtedde İle Evlenebilir Mi?
Müslüman Kadın Müşrik Ya Da Kitap Ehliyle Evlenebilir Mi?
Kitap Ehli Kadını Müslüman Kadın Üzerine Nikahlamak :
MÜLK SEBEBİYLE HAHAM OLANLAR :
TALÂK = BOŞAMA İLE MEYDANA GELEN TAHRÎM :
NİKÂH-İ MUT'A = MUVAKKAT NİKÂH :
Mutlak Anlamda Bir Akidle Nikâh Etse :
İş İcabı Sadece Gündüz Beraber Bulunmak Kaydıyla Evlenmek
:
İhrâmlı Bulunan Erkekle Kadının Evlenmesi :
Kaadi Velayet Hakkım Kullanarak Küçük Kızı Kendi Nefsine
Tezvîc Edebilir Mi?
Vasî'nin Velayet Hakkı Var Mıdır?
Çocuğun, Delinin Ve Kâfirin Müslüman Üzerinde Velayet
Hakkı Var Mıdır?
Murteddin Velayet Hakkı Var Mıdır?
Açıktan Günah İşlemek Velayete Engel Midir?
Velî Sürekli Cinnet Getirirse, Velayet Hakkı Kalkar Mı?
Sürekli Cinnet Halinde Bulanmanın Miktarı Yok Mudur?
Gerizekâh Veya Aklî Dengesi Bozuk Olan Çocuk Ergenlik
Çağma Girerse :
Çocuk Ergen Olduktan Sonra Cinnet Getirir Veya Gerizekâlı
Bir Durum Alırsa :
Baba Cinnet Getirir Veya Bunayacak Olursa :
İki Veli Ardarda Nikâh Akdi Yaparlarsa :
Derece Bakımından Uzak Sayılan Velî Nikâh Akdi Yaparsa :
Kızın Velisi Gaiblere
Karışırsa Kaadı Velilik Yapabilir Mi?
Başkasına Nikahlanan Küçükler Ergen Olunca Nikâhı
Feshedebilirler Mi?
Kaadı Veya Sultan Tarfmdan Nikâh Akdi Yapılan Küçükler
Ergen Olunca :
Ergen Olmayan Kız Kendini Başkasına Tezvîc Ederse :
Yine Küçük Kız Kendini Tezvîc Ettirir De Velîsinin
Kardeşi Uygun Görürse :
Efendileri Tezvîclerini Yaptıktan Sonra Azâd Ettiği Küçük
Kız Veya Oğlan :
İrtidad Edip Dar-İ Harbe Geçen Velî :
Ergenliğe Dayalı Muhayyerlik Sebebiyle Ayrılma :
Küçük Yaşta Nikâh Akdi Yapılan Kızın Durumu :
Kızın Cinsel Temasa Güç Getirip Getirmiyeceği İhtilâf
Konusu Olursa :
Hür Ve Ergen Kızın Nikâhı Velîsiz Caizdir Ve Geçerlidir :
Baba Veya Sultan Kızın Îzni Olmaksızın Onu
Evlendirebilirler Mi?
Baba Veya Sultan Kızdan İzin İsterken :
Bakire Ergen Veya Dul Kız Evlenme Teklifine Ağlayarak
Cevap Verirse :
Velîsi, Seni Şu Kadar Mehir Karşılığında Falan Adama
Tezvîc Ediyorum, Dese :
Nikâhı Yapılmak îstenen Kızın îzni Alınırken Kinlinle
Nikâhlanacağı İyice Açıklanır :
Ergen Bakire Veya Dul Kız, Nikâh Hususunda Velîsine
Mutlak Anlamda Yetki Verirse :
Kız Hazır Bulunduğu Halde Velîsi Onu Tezvîc Ederse :
Eşit Seviyede Bulunan İki Velîden Herbiri Kızı Bir Başka
Adama Aynı Anda Nikahlarsa :
Kız Teklif Edilen Adamdan Başkasını Uygun Görürse :
Velî İzin İsterken Kız, «Uygundur» Derse :
«Benim Nikâha İhtiyacım Yoktur» Derse :
Ergen Bakire Kızı, Amcasının Oğlu Kendine Nikahlarsa :
Ergen Bakire Kızı, Amcasının Oğlu Kendine Nikahlarsa :
Velisi İzin İstemeden Nikâh Akdini Yaparsa :
Velisi Tarafından Evlendirilen Kızın Kocası Hemen Ölürse
:
Bekâretin Başka Bir Sebeple Zail Olması :
Gerdeğe Girmeden Kocası Ölürse :
EVLİLİKTE KEFAET = EŞİTLİK VE DENKLİK :
Kefaet'in Erkek Tarafında Aranmasının Sebebi :
Kefaet Konusunda Mezheplerin Görüşleri :
Hanefî Mezhebine Göre Altı Hususun Açıklanması :
Kefaeti Dikkate Almadan Evlenen Kız :
Kız Kendine Denk Olmayanla Evlendikten Sonra Kaadı Onları
Ayırırsa :
Kız Kendini Denk Olmayan Bir Adama Tezvîc Ederse :
Velînin Ademi Kefaet Hususunda Susması :
Kız Kendine Denk Olmayan Biriyle Evlenir De Velîlerden
Biri Buna Razı Olursa :
Kadınla Nikâh Akdi Yaparken Kendisini Falanın Oğlu Diye
Tanıtan Kimse :
Velîsinin Tasvibini Almak Şartiyle Denk Olmayan Biriyle
Evlenirse :
Kız Evlendikten Sonra Kocası Onun Mehrini Noksan Verirse
:
Kadın Dengiyle Evlenmeye Zorlanırsa :
Vekîl Ta'yininde Şahitlere Gerek Var Mıdır?
Vekil, Müvekkilesini Kendine Nikâh Edebilir Mi?
Müvekkilenin Genel İşlerinde Tasarrufta Bulunma Yetkisi
Vermesi Halinde :
Vekîl Velisi Bulunduğu Küçük Kızı Müvekkiline Tezvîc
Edebilir Mi?
Vekîl, Müvekkilesini Kendi Babasına Veya Oğluna Tezvîc
Ederse :
Adam Kendisini Evlendirmesi İçin Birine Vekâlet Verirse :
Beyaz Bir Kadınla Evlendirmesini İsterse :
Beni Falan Ve Falan Kadınlarla Evlendir Derse :
Adını Belirlediği Kadınla Evlendirilmesini İsterse :
Bin Dinar Mehir Karşılığında Bir Kadınla Evlendirilmesini
Emrederse :
Tezvîc Île İlgili Vekâlette Vekîl Başkasını Vekîl
Edebilir Mi?
Tezvîc Îçin İki Kişiyi Veîdl Tutarsa :
Beni Falanca Kızla Evlendir Derse :
Kadın Tezvîcî İçin Vekile Emrettikten Sonra Kendisi Nikâh
Akdini Yaparsa :
Bir Kişi İki Tarafın Vekili Olabilir Mi?
Adam : Şahid Olun Ben Falan Kadınla Tezevvüc Ettim Derse
:
Mehrin Aile Hayatındaki Yeri Ve Önemi :
Mehir Olarak Ayrılan Malın Bir Kısmı Noksanlaşırsa :
Mehr Vermemek Şartiyle Yapılan Nikâh Akdi :
Kur'ân Öğretmek Üzere Nikah Akdi Yapan Koca :
Koyunlarını Gütmek Veya Ziraat İşlerini Yürütmek Üzere
Evlenirse :
Helâl Ve Haramı Öğretmek Üzere Evlenmek :
Nikâhta Mehr Olarak Belirlenen Menfaat :
Bulunduğun Şehirden Seni Çıkarmamak Şartiyle Bir Tesmiye
Yapılırsa :
Nikâhlı Bulunduğu Kadim Boşamak Üzere Akid Yapılırsa :
Halen Mevcut Olmayan Bir Şeyi Mehr Olarak Belirlemek :
Mehr Şu Üç Sebepten Biriyle Gerçekleşir :
Nikâh Akdinde Mehr Amlmıyacak Olursa :
Mut'a Hususunda Kadınla Erkeğin Ekonomik Durumunun
Dikkate Alınması :
Kocası Ölen Kadına Mut'a Bir Hak Olarak Tanınmamıştır :
Mut'a Genellikle Üç Kısma Ayrılır :
Karı Kocanın Yanında İkinci Karısı Bulunursa :
Kadın Uykuda İken Kocası Odasına Girerse :
Karı Koca Birbirini Tanımayacak Olursa :
Kadın Müslüman Olduktan Sonra Kocası Yanına Girerse :
Halvetin Sahih Olacağı Yerin Niteliği :
Umuma Açık Yerler Halvete Elverişli Değildir :
MEHR-İ MİSİL NASIL TAKDİR EDİLİR?
Mehr-İ Müsemma Üç Kısma Ayrılır :
Mehr-İ Müsemma Genellikle Üçe Ayrılır :
Mehr Olarak Belirlenen Şeyin Aksi Çıkarsa :
Mehrde Fazlalık Veya Noksanlık Söz Konusu Olabilir Mi?
Nikâh Akdinde 100 Altın, İkinci Bir Akidde 200 Altın
Belirlenirse :
Nikâh Akdinde Belirlenen Nisbeti Düşürmek :
Belirlenen Mehr Telef Olursa :
Kadın Takdir Edilen Mehri Bağışlayabilir Mi?
Nikâh Akdi Yapıldıktan Sonra Kadın Mehrini Almadan
Kendini Teslim Etmezse :
Babası Başka Bir Şehire Göç Ederken Evli Kızım Da
Götürebilir Mi?
Kocası Mehrin Bir Kısmını Kesip Vermese :
Küçük Kızı Evlendiren Velîsi, Mehr Ödeninceye Kadar Onu
Kocasından Men'edebilir :
Bir Yıl Sonra Mehri Ödemek Üzere Evlenirlerse :
Mehrin Ne Kadar Olduğunda İhtilaf Vaki Olursa :
Adam Evlendiğinde Karışma Bir Miktar Altın Hediye Ederse
:
Ayrılan Karı-Koca Ev Eşyası Hakkında İhtilâf Ederse :
Karı Kocadan Biri Öldükten Sonra Böyle Bir İhtilâf Ortaya
Çıkarsa :
Adamın Birkaç Karısı Bulunur Da Ev Eşyasında İhtilâfa
Düşerlerse :
Kadın Yanındaki Eşyayı Kocasından Satın Aldığını İddia
Ederse :
Kadına Ait Bir Eşya Üzerinde İhtilâfa Düşerlerse :
KÖLE VE CARİYENİN NİKÂHI İLE İLGİLİ HÜKÜMLER :
GAYRİ MÜSLİMLERLE İLGİLİ NİKÂH AKDİ VE HÜKÜMLERİ :
Karı - Kocadan Biri İslâm'dan Çıkarsa :
HANIMLAR ARASINDA
ADALET VE EŞİT MUAMELEYE RİAYET ETMEK :
Hanımları Arasında Belirtilen Eşitliğe Riayet Etmiyen
Koca Cezalandırılır :
Kadınlardan Biri Kendi Sırasını Bir Diğerine Verirse :
Bir Karısına Mal Veya Para Karşılığı Sırasını Diğerine
Terketmesini İsterse :
Erkek Geceleri Namaz, Gündüzleri Oruç Tutup Hanımının
Yanında Yatmazsa :
Seyahata Çıkarken, Hanımlardan Birini Beraberinde
Götürmesi Gerekiyorsa :
İkinci Bir Kadınla Evlenmek İsteyen Fakat Adaletle Davranamayacağından Endişe Eden Koca
:
Birkaç Kadını Aynı Evde Birarada Bulundurmak Caiz Midir?
Ayhali Veya Lohusalıktan Sonra Kadının Yıkanması
İstenilir :
Kadın Gelişigüzel Koku Sürünüp Rasgele Yemek Pişirmekte
Serbest Midir?
Kadın Kocasının İznini Almadan İlim Meclisine Katılabilir
Mi?
Genç Yaştaki Annesi Sözü Edilen Toplantılara Katılabilir
Mi?
Nikâh, sözlükte cinsel
yaklaşma demektir. Ragıb EI-Esbehanfye göre, kök mânası akit anlamına gelir.
Sonra cinsel yaklaşma mânasında kullanılmıştır. Terim olarak, cinsel
yaklaşmayı mubah kılmak için bir kadını şer'i ölçüler dahilinde kendine eş
edinmektir.
Bu nedenle fukahanın
çoğuna göre nikâh : Akd-i tezvlcden ibarettir. Bu anlamda yapılan akidle kan
koca arasında bir takım haklar ve vecibeler yerleşip temelleşir.
Nikâh, diğer bir
deyimle evlenmek, yuva kurmak, Allah'ın varlık âleminde nesli devam ettirmek
ve aile yuvasının huzurunu sağlamak için koymuş olduğu sünnetlerden biridir;
Diyebiliriz ki, bu kanun sadece insanlara has bir sünnet değil, bütün
canlıları, bitkileri de içine alan geniş kapsamlı bir Sünnetullah'tır.
Kur'ânda bu husus
belirtilerek şöyle buyuraluyor :
Düşünüp ibret alasınız
diye her şeyi çift yaratmışızdır.»[1]
«Her çeşit üründen
çift çift yaratıp yetiştiren, gündüzü
geceyle bürüyen de O'dur.»[2]
«Yerin bitirmekte
olduğu şeylerden, (insanların) kendilerinden ve daha bilemiyecekleri birçok
şeylerden bütün çiftleri yaratan ' (Allah) münezzehtir.»[3]
İnsan türünün bir
erkekle bir dişiden üreyip çoğaldığını Kur'ân çok veciz bir anlatımla
belirtirken ilmi araştırmalara ışık tutarak şöyle buyurur :
«Ey insanlar! Şüphesiz
ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.»[4]
«Ey insanlar! Sizi bir
tek nefs (can) dan yaratan, ondan da eşini meydana getiren ve ikisinden birçok
erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten, O'na saygısızlıkta
bulunmaktan sakının.»[5]
Bunun için nikâh bütün
peygamberlerin sünneti olarak günümüze kadar süregelmiştir.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bir hadislerinde buyurdular ki :
«Dört şey
Peygamberlerin sünnetlerindendir : Kına sürünmek diğer bir rivayette, utanmak),
güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve nikâh...»[6]
«Dünya (mn hepsi)
yararlanılacak şeydir; en hayırlı yararlanılacak şeyi ise sâliha kadındır.»[7]
Normal hallerde, yani
malî kudretin yerinde olduğu, şehvetin de günaha sürüklemediği durumlarda,
evlenmek, müekked Sünnettir. Cinsel ilişkiye aşırı ihtiyaç duyulduğu durumlarda
vâcibdir. Haksızlığa kapı açacak, aile yuvasını huzursuz edecek durumlarda ise
mekruhtur.[8]
Nikâhın rüknü, icab ve
kabul'den ibarettir.[9]
İcab'dan maksat, nikâh
akdini meydana getirmek için ilk söylenen sözdür. Meselâ -. Erkeğin kadına,
«Seni tezevvüc ettim, teş aldım)», demesi bu cümledendir. Kabul'den maksat,
erkeğin bu sözüne karşılık kadının, «Ben kendimi sana tezvîç ettim, (eş olarak
kendimi sana verdimi» demesidir.
Bunun aksi de
olabilir. Meselâ : Önce kadının, «Ben kendimi sana tezvîc ettim, (kendimi eş
olarak sana verdim),» demesi bir icâb; erkeğin de «Ben de seni tezevvüc ettim,
(kendime eş olarak kabul ettim)» demesi bir kabuldür.
îşte erkekle kadın
arasında îcab ile kabul meydana gelince, nikâhın rüknü gerçekleşmiş olur. [10]
Nikâhın bir takım
şartları vardır. Yapılan akidcle bu şartların tahakkuk etmesi gerekir. Bunlar
on tanedir :
1. Akıl, ergenlik, hürriyet.
Bu üç sıfatın âkid
(akdi yapan) da gerçekleşmesi şarttır. Ancak birinci sıfat, yani akıl,
in'ikadın şartıdır. O halde delinin ve henüz akledemiyen çocuğun nikâhı
bağlantı yapmaz. Yani in'ikad şartı bunlarda mevcut değildir. İkinci ve üçüncü
sıfatlar ise, nefazın şartıdır. Yani nikâhın geçerli olmasının şartıdır. Çünkü
akh eren bir çocuğun nikâhının geçerliliği, velisinin icazetine bağlıdır.
Velisinin «olur» demesiyle geçerlik kazanır.[11]
2. Şeriatın nikâh akdiyle helâl kıldığı kadının
mevcudiyeti.
Fıkıhta buna «mahall-i
kaabü» denir. Yani nikâhı kabul edecek cadının var olması ve ehil bulunması,
demektir.
3. Nikâh akdini yapan erkek ve kadının veya vekillerinin
bir-oirinin icab ve kabul anlamındaki sözlerin işitmesi.[12]
pirinin icâb ve kabul
anlamındaki sözlerini işitmesi.[13]
4. Şahidlerin hazır bulunması :
Fukahanm çoğuna göre,
şâhid, nikâhın cevazının şartıdır. [14]Nikâh
akdinde hazır bulunup şâhid olacak kimselerde dört sıfatın bulunması şarttır :
Hürriyet, akıl, ergenlik ve İslâm. O halde köle ve esirlerin bu konuda şâhid
olarak hazır bulundurulmaları kâfi değildir. Bunun gibi delilerin, çocukların
ve kâfirlerin hazır bulundurul-masıyla da nikâh akdi bağlantı yapmaz. Çünkü
bunlar şahid olmaya ehil değildirler.
Koca müslüman, kadın
zimmî (gayr-i muslini vatandaş) olursa, o takdirde zimmîlerden iki erkeğin
şâhid tutulmasıyla nikâh akdi bağlantı yapar. Evlenecek erkek ile kadının ikisi
de Müslüman olursa, sözü edilen kimselerin hazır bulunup tutulmasıyla bağlantı
yapmaz, Zimmi kadının nikâh akdinde hazır bulunan iki zimmî şahidin, mutlaka
onun dininden ve milletinden olması şart değildir. Mücer-red zimmî olmaları
kâfidir.[15]
Evlenen İki Gayr-i
Müslimin Nikâhlarında şahidlerin Müslüman olması şart değildir. İki gayr-i
müslim erkeğin hazır bulunmasıyla iki kâfirin nikâh akdi yapılabilir. İsterse
şahidlerle evlenecek olan çiftin din ve milletleri ayrı olsun, fark etmez.[16]
Erkekle kadın müslüman
olduğu halde şahitlerin ya açıktan günah işleyen ya da a'ma bulunmalarında bir
sakınca yoktur. Yani bunların hazır bulunmasıyla nikâh akdi sahih olur. Ancak
salih kimselerin tercih edilmesi tavsiye olunmuştur.[17]
Bunun gibi hadd-i kazf
(yani namuslu bir kadına zina isnadindan dolayı seksen değnek ceza) gören kimselerin de şehadeti muteberdir,
isterse bu isnatlarından dolayı tevbe etmemiş oslunlar.[18]
Zina suçundan dolayı
kendisine yüz değnek had vurulan bekâr iki erkeğin de nikâh akdinde şehadetleri
sahih kabul edilmiştir. [19]
Nikâh akdinde kadının
da erkeğin de usûl ve füruu şahid olabilirler. Ancak ileride bu nikâhla ilgili
bir dâvada şahitlikleri muteber değildir. Şu farkla ki, şahid kadının veya
erkeğin usul ve furuundan ise, onun aleyhine şehadette bulunabilir, ama lehine
şehadette bulunamaz. Ama her ikisinin de usûl ve furuundan ise, hiçbirinin hakkında
şahidlik etmeleri muteber değildir. [20]
Kim nikâhta veli
olmaya ehilse, şahid olmaya da ehildir. Velî olmaya ehil olmayan, şahidliğe de
ehil sayılmaz.[21]
Nikâh akdmda hazır
bulunacak şahidîerin ya iki erkek, ya zla bir erkek iki kadın olması şarttır. O
halde sadece bir erkeğin hazır bulunmasıyla nikâh akdi bağlantı yapmaz. Bunun
gibi sadece iki ka-dmın da şehadeti kâfi değildir. Hunsâ olan iki kişinin de
şehadeti, beraberlerinde bir erkek bulunmadığı takdirde yeterli değildir.[22]
5. Şahidlerin, kadın ve erkeğin icab ve kabul anlamındaki
sözlerini işitmeleri de şarttır.[23] O
halde nikâh akdî yapılırken şahitlerin uyumuş bulunmasıyla akid bağlantı
yapmaz. Çünkü bu durumda erkekle kadının icab ve kabul ile ilgili sözlerini
duymamışlardır. [24]
Bu hususta farklı
görüşler ortaya koyanlar olmuşsa da sahih olanı şudur ki: Nikâh akdinde iki
sağır erkeğin veya bir sağır erkekle iki sağır kadının şahid olarak
bulunmasıyla akid yapılmış olmaz.[25]
Nikâh akdinde dili
tutulan ile dilsizin -tarafların sözlerini işitiyorlarsa- şahid tutulmaları
sahihtir. Yani yapılan nikâh akdi bunların şahidliğiyle bağlantı yapar.[26]
Şahidlerden biri
söylenenleri işitir: diğeri işitmezse, nikâh akdi caiz olmaz. Veya bunlardan
biri akidlerden birinin, dğeri de Öbürünün sözünü işitirse, yine de yapılan
akid caiz olmaz.[27]
Şahidlerden biri
akidler tarafından söylenen sözleri işitir, diğeri ise sağır olduğundan
işitmez, ancak işiten şâhid onun kulağına eğilerek yüksek sesle duyurur veya
bir başkası böyle yaparak duyurur-sa yine nikâh akdi caiz olmaz. Çünkü iki
şahidin aynı anda söylenen sözleri işitmeleri şarttır.
Bunun gibi, nikâh
akdinde şahidlerden biri erkeğin ne dediğini, diğeri de kadının ne dediğini
işitir, akidde icab ve kabul tekrar edilince bu kez önce erkeğin sözünü işiten
kadının ne dediğini, kadının ne dediğini önce işiten bu kez sadece erkeğin ne
dediğini işitirse, ister akid tekrarlanırken aynı mecliste, ister ayrı ayrı
meclislerde olsun, yapılan akid caiz olmaz.[28]
Nikâh akdi yapılırken
hazır bulunan şahidlerin dilleri başka olur da ancak söylenen sözleri yorum
yapacak durumda bulunurlarsa, akid caiz olur, doğru yorum yapmıyacak
olurlarsa, caiz olmaz, [29]deniimişse
de sahih olan şudur ki : Şahidlerin söylenen sözleri anlamaları şart değil
işitmeleri şarttır. O halde akidlerin dilini bilmiyen yabancı iki adamın şâhid
olması caizdir. Çünkü bu durumda karineyle nikâh akdi yapıldığını bilirler.
Ancak İmam Halvanî
Sİracü'l-Vehhac'da, akidlerin söylediğini işiten fakat manasım anlayamıyan
şahidlerin huzuruyla yapılan akid caiz olmaz, demiştir. Fukahanın çoğuna göre,
bu daha sahihtir. Nitekim El-Cevheretü'n-Neyyire sahibi de Halvanî'nin bu
tesbitini sahih kabul etmiştir. [30]
Nikâh akdinde önemli
olan, söylenen sözleri işitip anlayacak vasıfta iki Müslüman erkeğin veya bir
erkek iki kadının bulunmasıdır. O halde söylenen sözleri anlayabilen iki sarhoş
erkeğin hazır bulunmasıyla yapılan akid caiz olur.[31]
Bir adam dışarıda
bulunan birkaç kişiye, sizler şahid olun ki şu evin içinde bulunan kadım
tezevvüc ettim, kendime eş olarak aldım, derse, kadın da içerden görünmediği
halde, «ben de onunla evlenmeyi kabul ettim» diye cevap verirse, yapılan akid
sahih olur mu? Evdeki kadın «kabul ettim» dediğinde şahidler tarafından
görülürse, caiz olur. Görünmediği takdirde, evde ondan başka kadın yoksa yine
caiz olur. Başka bir kadın da varsa, o takdirde caiz olmaz.[32]
Adam kadınla evlenmek
ister ve icab ile kabul safhasına gelince, şahidimiz Allah ve Peygamber olsun,
derse yapılan nikâh akdi sahih olur mu? Akıl, baliğ, hür ve müslüman iki
şahidin hazır bulunması şart olduğundan bu tür akidler caiz değildir.[33]
Kadının Evleneceği
Erkeğe Vekâlet Vermesi :
Kadın evleneceği
erkeğe, nikâh akidlerini yapmak üzere vekâlet verir, erkek de iki şahidin
huzurunda, falan kadınla evlendim, onu kendime eş kabul ettim, derse, şahidler
o kadını tanıyorsa yapılan akid caizdir. Tanımıyorsa, caiz değildir. Tanımanın
ölçüsü ise şudur : Koca olacak adam evleneceği kadının ismini, babasını ve
dedesini tanıtır ölçüde anacak [34]Fukahanın
çoğu, kadının dedesinin isminin anılmasını da şart koşmuşlar ki en sahih olan
da budur. Fetva da buna göre verilmiştir. [35]
Evlenecek erkekle
kadın bir araya gelir, şahidler de hazır bv nur, ancak kadın örtülü bulunduğu
için şahidler onu tanıyama dece icab ve kabul sesini işitecek olurlarsa,
yapılan akid caiz olur. Sahih olan da budur. Ancak koca olacak adamın kadının
ihtiyaten yüzünü açması ve isminden bahsetmesi daha uygun olur. Yüzünü açmadığı
takdirde kadının ismini, baba ve dedesinin ismini anması ihtiyata daha
uygundur. [36]
Evleneceği kadının
vekâletini alıp iki şahid huzurunda nikâh akdini yaparken sadece kadının
isminden bahsetmekte sahicilerin onu tanıması mümkün oluyorsa, o takdirde
yapılan nikâh caizdir.[37] diye
fetva verilmiştir. [38]
Babası küçük kızını
evlendirmesi içm bir adama vekâlet verir, o da kızın nikâh akdini kızın
babasıyla başka bir adamın huzurunda yaparsa, caiz olur. Çünkü babasının bu
durumda şahid olması sahihtir. Babası hazır olmadığı takdirde sahih olmaz.
Ergen kızını onun
arzusuyla evlendirirken kız hazır bulunur, babasıyla birlikte bir şâhid daha
hazır olursa, o takdirde yapılan nikâh akdi sahih olur. Çünkü bu durumda, yani
kızın hazır bulunduğu bir mecliste, babayla birlikte bir şahidin bulunması
yeterlidir. Kız hazır olmadığı takdirde yapılan akid sahih değildir. Çünkü bu
durumda baba şahid yerine geçemez.[39]
Kadın kendisini
nişanlısına nikâh ettirmek üzere bir adama vekâlet verir, o da iki kadının
hazır bulunduğu bir mecliste nikâh akdini yaparsa, müvekkilesi de hazır
bulunursa, sahih olur, bulunmazsa sahih olmaz. Çünkü müvekkilesinin hazır
bulunması durumunda, vekil aynı zamanda şahid yerine geçer ve hazır bulunan iki
kadın da şahid tutulunca, akid caiz olur. Müvekkilesi hazır olmadığı takdirde,
kendisi şahid yerine geçmez. Bu bakımdan hazır bulunan iki kadınla birlikte bir
de bir erkeğin şahid olarak bulunması gerekir.[40]
Şahidlerin hazır
bulunma vakti, icab ve kabul sözlerinin söyleneceği vakittir. O takdirde icab
ve kabul sözlerinden sonra hazır bulunan adamların şahid kabul edilmesi sahih
olmaz, yapılan nikâh akdini yenilemek gerekir.
6. Bakire olsun, dul bulunsun ergen olan kadının
rızasının alınması da nikâhın şartlarından biridir.
Hanefî fukahasma göre,
ergen kızın velîsi onu evlendirmeye zorlayamaz. Kız arzu ettiği takdirde nikâh
akdi yapılabilir. Arzu etmediği zaman velîsi onu nikâha zorlama hakkına sahip
değildir. [41]Şafiî Mezhebine göre, baba
ve dede «veli-yi mücbiredir. Bakire kızını -ister ergen olsun, ister olmasın-
rızasını almadan evlendirebi-lir. Dul kızını, rızasını aldıktan sonra
evlendirme yetkisine sahiptir.[42]
Mâliki Mezhebine göre de,
baba ile dede Veli-yi Mücbir'dir. Han-belî Mezhebine göre, yalnız baba Veli'yi
Mücbirdir. Ve bütün mezheplere göre, vasiy de -kendisine evlendirme konusunda
yetki verilmişse- Veli-yi Mücbir sayılır.[43]
7. İcab ile Kabulün Aynı Mecliste Olması, Nikâhın
şartlarından biri de, evlenecek olan
kadın ile erkeğin icab ve kabul ile
ilgili sözlerinin aynı mecliste söylenmesi ve işitilmesidir.
O halde «Seni tezevvüc
ettim- icabına karşı kadın, kalkıp başka bir meclise geçer ve orada «kabul
ettim» derse veya bu arada meclis değişikliği anlamına gelen başka işlerle
meşgul olduktan sonra «kabul ettim» derse, nikâh akdi sahih olmaz. [44]
Kadın, evleneceği
erkek hazır bulunmadığı halde iki şahidin yanında, «Ben kendimi falan adama
zevce olarak verdim, ona eş olmayı kabul ettim derse, caiz olmaz. îsterse bu
haber adama ulaşsın ve o da «kabul ettim, onu kendime eş olarak aldım» desin,
farketmez. Çünkü nikâh akdinde ne kendisi, ne de vekili bulunmuştur.
Bunun gibi erkek,
evleneceği kadın hazır olmadığı halde iki erkeğin huzurunda, «falan kadını
zevce olarak aldım, onunla evlendim,» der ve bu haber kadına ulaştığında o da,
«kabul ettim» derce, yapılan nikâh akdi caiz olmaz. Çünkü akid yapılırken
kadın hazır bulunmadığı gibi, vekili de hazır bulunmamıştır. Bu, İmam Ebû
Ha-nîfe ile İmam Muhammed'e göredir. [45]
Erkek te rafından
gönderilen bu mektubu kadın iki şahidin huzurunda sesli olarak okur ve «kabul
ettim» derse, yapılan akid sahih olur .Çünkü icab ve kabul aynı mecliste
cereyan etmiştir. Mektup okunmaz da sadece böyle bir mektubun geldiği
söylenirse, yapılan akid sahih olmaz. Ama İmam Ebû Yusuf'a göre, bu durumda da
caiz olur.[46]
Kadına gelen mektup
iki aüamin huzurunda okunduktan sonra kadm «kabul ettim» demez ve o meclisten
şahidlerle birlikte ayrılıp başka bir mecüse
gittikten sonra yine aynı şahidlerin
huzurunda «kabul ettim» derse, nikâh akdi sahih olur. Çünkü bu durumda
mektup kadınla birlikte aynı mecliste bulunuyordur.[47]
Erkeğin - «Seninle
evlendim, seni kendime eş seçip kabul ettim» sözünü yazılı bulunduğu mektubu
kadm şahidler huzurunda oku- ; maz da
sadece falan adam bana mektup yazıp beni kendisine zevce kabul etmiştir, siz
şahid olun, ben de onun bu teklifini kabul ettim, onu kendime zevç edindim,
derse, nikâh akdi sahih olur. Çünkü şa-hidîer kadının kabul ettiğini işittiler,
aynı zamanda erkekten gelen teklifi de
onun ağzından dinlediler.
Mektupla evlenme teklifinde
bulunup kadını tezevvüc ettiğini bildirmek hususunda hür, köle, küçük, büyük,
âdil ve fasık arasında fark yoktur. Çünkü bu sadece bir tebliğdir ki, yazılan
mektupta yer alır ve şahidler huzurunda okunup kabul görürse, gerçekleşir. [48]
Her biri ayrı bir
hayvan üzerinde seyahat ederken icab ve kabule delâlet eden söz söyler ve
beraberlerinde seyahat eden iki şahid huzurunda akit yaparlarsa, caiz olmaz.
Ama ikisi bir gemi veya uçak ya da tren gibi bir vasıtada bulunur da iki şahit
huzurunda nikâh akdi yaparlarsa, o takdirde caiz olur.[49]
Kadınla erkek aynı
mecliste bulunur, erkek ona «seninle evlendim veya seni kendime zevce edindim»
derse, kadının hemen cevap vermesi yani «kabul ettim» demesi şart değildir.
Bir sürü sonra aynı mecliste bulunmaları şartıyla «kabul ettim» demesi kâfidir.[50]
8. Kabulün icaba aykırı bulunmaması :
Nikâhın şartlarından
biri de kabulün icaba aykırı biçimde olmamasıdır. Meselâ : Erkek kadına
hitaben, «Seni tezevvüc ettim (kendime eş edindim)» der, kadm da bir süre
düşündükten sonra «kabul ederim» derse, yapılan akid sahih olmaz.
Bunun gibi, «kızımı
sana rnehri 1000 altın olmak üzere tezvic ettim» der, erkek ise nikâhı kabul
ettim, ama 1000 altını değil, derse, yapılan akid hükümsüz kalır. Ama nikâhı
kabul ettim, der mehirden söz etmeyip susarsa, nikâh akdi sahih olur.[51]
Kadın iki şahit
huzurunda erkeğe «kendimi sana 100 altın mehir ile tezvic ettim, (seni kocam
olarak seçtim)» derse, erkek de seni 200 veya 300 altın mehir ile kabul ettim»,
der ve kadm da buna rıza gösterirse, yapılan akid sahih olur.[52]
9. Nikâhın Kadının Ya Tamamına, Ya da Tamamı Hükmünde
Olan Bir Bölümüne İzafe Edilmesi.
Nikâh akdinde erkeğin
şahitler huzurunda kadına «Seni
veya başını ya da boynunu tezevvüc ettim» der, kadın da «kabul ettim» derse,
caiz olur. Ama tamamı hükmünde olmayan el ve ayak gibi bir organı belirterek
tezevvüz ettim, derse, sahih olmaz. Sırt ve karın gibi tamamın hükmünde
sayılan organlara izafe etmek te caizdir.[53]
10. Evlenecek Çiftin Bilinmesi.
Nikâh akdinin
şartlarından biri de, evlenecek olan erkek ve kadının bilinmesidir. O halde
iki kızı bulunan bir baba kızlarından birini isim tasrih etmeden bir erkeğe
tezvic ederse, sahih olmaz. Ancak kızlarından biri evliyse o taktirde yapılan
akit bekâr kizla bağlantı yapacağından sahih olur.[54]
Kızının ismi Fatıma
olduğu halde nikâh akdinde baba olan şahıs, «kızım Âişeyi sana tezvic ettim»,
derse sahih olmaz. Hiç isim anmadan sadece «kızımı sana tezvîc ettim,» der ve
evinde de yalnız bir kızı bulunursa, o taktirde nikâh sahih ve caiz olur.[55]
Kızın babası oğlanın
baDasma, «kızım Fatıma'yı senin oğluna tezvîc ettim», der, oğlanın babası da
«senin kızını zevce olarak oğluma kabul ettim,» diye kabulde bulunur, fakat
evinde iki ya da üç oğlu bulunursa, yapılan nikâh caiz olmaz. Çünkü kızı hangi
oğluna zevce olarak kabul ettiği belli değil. Ama bir tek oğlu olursa, o zaman
caizdir.
Ama kızın babası
«kızımı senin Ahmed adındaki oğluna tezvic ettim,» der, Ahmed'in babası da
«kabul ettim» derse, yapılan nikâh akdi sahih olur. [56]
Nikâh'ın bağlantı yapması,
yani iki taraf arasında akid yapılarak bağlantı sağlanması ne ile olur?
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, nikâh'ın mün'akid olması, önce icab ve kabul
ile tahakkuk eder.
Nikâh ve Tezevvüc
kelimelerinin türetildiği lafızlarla söylenen îcab ve kabul aşağıda belirtilen
beş şekille yapüagelmiştir :
l. îcab ve kabul'ün ikisi de geçmişi anlatan fiillerle
olur. Daha çok kullanılan şekil de budur. Gerçi geçmişi anlatan fiil bir bakıma
haber mahiyetinde ise de şer'an inşa' yollu kullanılmaktadır. Bu bakımdan
artık zaman ve ihbar ölçüsünden sıyrılmıştır.
O halde erkek kadına iki
şahidin huzurunda «seni kendime tezvîc ettim, veya «seni tezevvüc ettim» der,
kadında «kabul ettim» veya «kendimi sana tezvîc eyledim» derse, nikâh akdî
bağlantı yapmış olur.
2. İcab şimdiki zamanla, kabul geçmiş zamanla ilgili
olur.
Erkek kadına «Seni tezevvüc
ediyorum, seni kendime kan olarak alıyorum» der, kadın da «kabul ettim» veya
«kendimi sana tezvic ettim» derse, yapılan akid sahih olur.
3. İcab geniş zamanla, kabul geçmiş zamanla olur.
Erkek şahitler
huzurunda kadına «100 altın mehirle seni tezevvüc ederim» der, kadın da «kabul
ettim» veya «Ben de kendimi sana tezvîc ettim» derse akdi nikâh sahih olur.
4. İcab ism-i faail, kabul geçmiş zamanla olur.
Erkek evlenmek
istediği kızın velisine, «velisi bulunduğunuz falan kızı mütezevvicim (onunla evleniciyim),» der kızın
velisi de «Onu sana tezvîc ettim,» derse nikâh sahih olur.
5. İcab emr-i hazır, yani karşıdaki ikinci şahsa emir şeklinde, kabul ise geçmiş
zamanla ilgili olur.
Erkek evlenmek
istediği kızın vekiline, «Müvekkilen falan kızı bana tezvic et (benimle
evlendir,- bana nikâh et)» der, vekil de «mü-vekkttem olan o kızı sana tezvic
ettim» derse, nikâh akdi caiz ve sahih olur. [57]
Görülüyor ki, nikâh
akdinde şart olan îcab ve kabul sözleri beş kısma ayrılıyor. îcab sözü geçmiş
zamanla, şimdiki zamanla, geniş zamanla ve îsm-i faail ile ilgili
kullanılabiliyor. Ama kabul sözü her halde geçmiş zamanla ilgili olarak
kullanılabiliyor. [58]
Durum bu olunca,
Belediyelerde yerine getirilen resmi nikahlarda genellikle ilgili me'murlar
evlenecek olan,erkekle kıza şimdiki ve geniş zamana delâlet eder fiillerle
hitap etmekte ve onlar da yine bu fiillerle cevap vermektedirler.
Arapların örfüne göre,
belirtilen beş şekilde de kabulün herhalde geçmiş zamanla ilgili olması
gerekiyor. Şimdiki veya geniş zamanla ilgili fiil kullanmak onların örfüne
göre, bir nev'i va'dde bulunma ihtimali taşımaktadır. Ancak «Kızımı şu anda
sana tezvîc ediyorum», der ve «şu anda» tabirini kullanırsa, bunada cevaz
verilmiştir. Genellikle mezheplerin görüş tesbit ve içtihadları bu doğrultudadır.
Biz Türklerin örf ve âdetinde ise, bu gibi akidlerde geçmişle ilgili fiiİler
yerine dafca çok şimdiki zamanla ilgili filler veya bazen de. geniş zamanla
ilgili fiiller kullanılır. Bu bir va'dde bulunma ihtimalinden uzaktır, inşa-yı
nikâhta kullanılan sözlerdir ki nikâh akdi bunlarla gerçekleşir. O halde
özellikle şimdiki zamanla ilgili fiillerle yapılan nikâh akdinin caiz
olduğuna, ülkenin örf ve adeti dikkate alınarak fetva verilmiştir.
Nitekim Istılahat-i
Fıkhiyye Kamusunda Nikâh bahsinde müellif bü hususa temasla şöyle diyor :
«Nikâhın rüknü, icap
ve kabulden ibarettir. Nikâhta icap ve kabul, beldelerin Örf ve âdetine göre
inşayı nikâhta kullanılan sözlerdir ki, nikâh akdi bunlar ile husule gelir.»[59]
Fetâvâ-yi Hindiyye'de
bu husus şö.yle belirtilmiştir :
«Nikâh icap ve kabul
ile bağlantı yapar. îcap ve kabul ile geçmişle ilgili veya biri geçmiş
zamanla, diğeri emir gibi gelecek zaman--la veya muzari gibi şimdiki zamanla
ilgili şekilde konulmuş olmalıdır.»[60]
O halde erkek
evleneceği kıza, «Şu kadar mehirle seninle şimdi evleniyorum der, kız da «kabul
ettim» derse, nikâh akdi tamam sayılır. Bunun gibi erkek evleneceği kıza,
«Kendini bana tezvîc et» der, kız da «kabul ettim» der ve erkek bu emir
sıgasıyla gelecek zamanı kasdetmezse, yapılan akid sahih olur.[61]
Nikâh akdi sözle
yapılabileceği gibi, dilsizlerin işaretiyle de yapılabilir. Şu şartla ki
yapılan işaretin bu hususta bilinmiş olması gerekir.[62]
Teati, karşılıklı
verme veriştirme anlamına gelir. Buna bir misal verelim : Kadın şahitler
huzurunda erkeğe hitaben, «Kendimi şu kadar mehir ile şana tezvîc ettim,» der
erkek de hiç sesini çıkarmayıp sadece kadının istediği mehri çıkarıp verirse,
yapılan akid sahih olmaz. Çünkü burada teati söz konusudur. Alım - Satımda
buna cevaz verilmişse de nikâh gibi aile yuvasını vücuda getirecek önemli bir
konuda cevaz verilmemiştir.[63]
Evlenecek çift hazır
olur da hiç konuşmadan biri diğerine «Kendini bana tezvic et» diye yazıp
uzatır, diğeri de «Kabul ettim» diye yazarak cevap verirse, yapılan akid sahih
olmaz. Fukahanm çoğuna göre, icab yazılı, kabul şifahî olsa yine de akid
yapılmış sayılmaz. Bunun gibi hazır olmayan erkekle kadın birbirlerine mektup
yazıp icap ve kabul sözlerini kullansalar, yine de nikâh akdi caiz olmaz. Ancak
erkekten icap şeklinde gelen mektubu kadın iki şahit huzurunda okuduktan sonra,
«kabul ettim» derse, akid sahih olur. Buna cevaz verilmiştir. Nitekim az
yukarıda buna temas edilmiştir. [64]
Nikâh akdinde
kullanılan ve aynı zamanda nikâhın rüknü sayılan icap ve kabul lafızları ya
sarih, veya kinayedir. Nikâh ve Tezvîc sözleri sarihtir. Çünkü bunların sözlük
ve şer'î mânalarının anlaşılması karineye muhtaç değildir. Bu ikisinden başka
sözlük ve şer'î manaları niyet veya karineye muhtaç olan lafızlar ise kinayedir.
Hemen temlîk-i aynı ifade eden beyi', şıra, hibe, sadaka, atiyye ve temlik
sözleri nikâhta kullanıldığında karine bulunursa, yapılan nikâh akdi sahih
olur. Hemen temlik-i ayne konu olmayan lafızlar ile nikâh akdedilmez. Örneğin
«vasiyyet» lâfzını kullanmak bu cümledendir. Çünkü bu söz ölümden sonra temlik
ifade eder.
Karine bulunduğu
takdirde kadının «Nefsimi sana hibe
ettim»
demesi ve erkeğinde
«aldım» diye kabul etmesi nikâh akdi sayılır, Karine bulunmadığı takdirde
sayılmaz.[65]
Bunun gibi, «Kızımı
senin hizmetine hibe ettim» demesi, erkeğin
de «onu kabul ettim
diye söylemesi, karine bulunmadığından nikah akdi yerine geçmezi.
Ayrıca sarih ve kinaye
hususunda ülkelerin örfüne itibar edilir. [66]
Bir erkek kadından
zina isteğinde bulunur, bunun üzerine kadın da «nefsimi sana hibe ettim» der,
erkek te «kabul ettim» diye ilâve ederse, bu da nikâh akdi olmaz. Çünkü karine
mevcut değildir.[67]
«Yüz dirhem
karşılığında benim karım ol!» der, kadın da bunu kabul ederse, veya «sana yüz
dirhem verdim tâki benim karım olasın» der, kadın da kabul ederse, bu nikâh
akdi sayılır.
Bunun gibi kadın
erkeğe hitapla «Kendimi sana gelin verdim» der, erkek te «kabul ettim» derse,
nikâh akdi yapılmış olur. Çünkü her üç durumda da karine vardır.[68]
İcare, iare, ibaha,
ihlâl, temettü, icaze ve rıza lafıziarıyla nikâh akdi yapılmaz.[69]
Bunun gibi ikale, sulh ve beraat sözleriyle de akid yapılmaz. Şirket ve kitabet
lafızları da bu cümledendir.[70]
Erkek kaçlına selâm
verirken «Selâm sana ey karım!» der, kadında şahidler huzurunda «selâm sana ey
kocam!» derse, bu nikâh akdi yerine geçmem.[71]
Alım - satımda hıyar-i
rü'yet; ve hıyar-i ayb şart koşulabilir. Bunun süresi en çok üç gün olabilir.
Nikâhta ise bu tür muhayyerlik şartları ister üç gün, ister daha az olsun
muteber değildir. O halde kadın veya erkek tarafından iki üç günlük bir süre
içinde rü'yet ve ayb muhayyerliği şart koşularak nikâh akdi yapılırsa, akid
sahih olur, şart ise batıl... Ancak sözü edilen ayıb ve kusur, tenasül aleti
cinsel temas yapamıyacak biçimde kesik olur veya idiş edilmiş bulunur veya
cinsel iktidarsızlık gösterir şekilde ise, o takdirde kadın boşanıp
boşanmamakta muhayyerdir. Bu da İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göredir.[72]
Körlük, El tutmazlık,
Yaşlılık, güzellik ve bakirelik gibi hususlar nikâh akdinde şart koşulur,
evlendikten sonra aksi çıkarsa, muhayyerlik şartı iki taraf için de muteber
değildir. Meselâ : Erkek nikâh akdinde «Seni zevcem olarak kabul ettim, ancak
bakire çıkmadığın taktirde bu akid sahih sayılmaz» der, veya kadın, «Kendimi
sana tezvîc ettim; felçlik ve benzeri bir illet ve hastalığın bulunduğu
takdirde yapılan bu nikâh akdini üç gün içinde bozdurabilMm» der. erkekte bu
şartla kabul ederse, nikâh akdi sahihtir, şart bâtıldır. Evlendikten sonra
erkeğin felçli olduğu .kadının da bakire olmadığı ortaya çıkarsa, her iki
taraf için de muhayyerlik şartı geçerli değildir.[73]
Nikâhı haram olan
kadınların bir kısmı nesep cihetiyle, bir kısmı sıhriyye (evlenmeden meydana
gelen akrabalık) cihetiyle nikâhlan-maları dinen yasaklanmıştır. Bir üçüncüsü
de reza = süt sebebiyle haramdır.
Nesep (soy) cihetiyle
nikâhı haram olan kadınlar :
a) Anneler ve neneler, (ne kadar yukarı da çıksa.
b) Kızlar (ne kadar aşağı da inse),
c) Kız kardeşler,
d) Halâlar,
e) Teyzeler,
f) Erkek kardeşin kızları,
g) Kız kardeşin kızları.
Bu yedi sınıf kadınla
nikahlanmak, cinsel yaklaşma veya ona yol açan davranışlarda bulunmak ebediyyen
haramdır.
Anneler; adamın
annesini, sonra da baba ve anne tarafından nenelerini kapsar. Bunlar ne kadar
yukarı da çıksa, yine haramdır. Kızlar : Adamın öz kızı ve oğullarıyla
kızlarının kızlarıdır. Bunlar ne kadar aşağı da inse, yine haramdır. Kız
kardeşler : Ana baba bir kız kardeşler, baba bir kız kardeşler, yalnız ana bir
kız kardeşlerdir. Kız kardeşlerin kızları da böyledir. Erkek kardeşin kızları
da böyledir. Yani ister ana baba bir cihetinden, ister yalnız baba bir, ister
yalnız ana bir cihetinden olsun tahrim de fark etmez.
Halâlar ise üç
kısımdır : Ana baba bir olan halâlar, yalnız ana bir olan halâlar ve yalnız
baba bir olan halâlar. Adamın babasının ve dedesinin halâları da böyledir.
Anasının halâları ile nenesinin halâları da aynı hükme aynı ölçülerle dahildir.
Bunlar ne kadar yukarı da çıksa yine böyledir.
Halâların halâlarına
gelince : Bunlar ana baba bir veya yalnız baba bir halâların halâları olarak
bulunuyorsa., nikahlan haramdır. Yalnız ana bir halâların halâları olarak
bulunuyorsa, nikâhları haram değildir.
Teyzelere gelince :
Bunlar ana baba bir, yalnız baba bir ve yal-nız ana bir teyzeler haramdır.
Kişinin babalarının ve analarının teyzeleri de aynı hükmün kapsamına girerler.
Teyzelerin teyzelerine
gelince : Bunlar ana baba bir veya yalnız ana bir olarak bulunuyorlarsa, o
takdirde nikâhları haramdır. Yalnız baba bir olarak bulunuyorlarsa, o takdirde
nikâhları haram değildir. [74]
Sıhriyye, yani
evlenmeden meydana gelen akrabalık cihetiyle haram olan kadınlar dört gurupta
toplanır :
1. Adamın karısının ana babası tarafından anneleri ve
neneleri... (Bunlar ne kadar yukarı da çıksa yine böyledir).
2. Karısının kızları ve karısının evlâdının
kızları. (Bunlar ne kadar aşağı da İnse yine böyledir. Şu
şartla ki, adam evlendiği karısıyla cinsel temasta bulunmuş olsun... Aksi
halde nikâhlı fakat cinsel temasta bulunmadığı karısını boşadığı takdirde onun kızıyla veya evladının kızıyla
evlenebilir).[75]
Hanefî fukahası,
adamın evlendiği, yani nikahladığı kadınla cinsel temas olmaksızın mücerred
halvette bulunmalarını tahrime sebep saymamışlardır.[76]
3. Adamın oğlunun karısı, oğlunun oğlunun karısı...
(Bunlar ne kadar aşağı da inse yine böyledir.)
Ancak evlâtlık
edindiği adamın karısı, evlâtlığı ya öldüğü ya da boşadığı takdirde kendisine
haram değildir. Bunu bir misal ile açıklıyalım : A, B'yi kendine evlâtlık
ediniyor. B evlendikten sonra ölüyor veya karısını boşuyorsa, o takdirde A
evlâtlık edindiği B'nin karısıyla evlenebilir. Çünkü B, A'nın öz evlâdı
değildir.[77]
Sıhriyyet yoluyla
meydana gelen hürmet, nikâh-ı sahih sebebiyledir. Bu bakımdan fâsid bir nikâh
sıhriyyet hürmetini gerektirmemektedir. O halde fâsid bir nikâhla evlendikten
sonra cinsel yaklaşmada bulunmadığı takdirde onun anasıyla evlenebilir. Cinsel
yaklaşmada bulunmuşsa, o takdirde artık onun anasıyla evlenmesi haramdır.
Nikâh fâsid olsun, sahih olsun bu durumda fark etmez.[78]
O halde bir kadınla
ister sahih bir nikâh, ister fasit bir nikâh, isterse şüphe ile veya doğrudan
doğruya zina ile cinsel yaklaşmada bulunan kimseye o kadının anası haram olur.[79]
Bir kadınla zina eden
erkeğe o kadının ana ve nenesi, kızı ve evlâdının kızları haram olur, yani
bunlarla artık nikâhlanması yasaktır. Bunun gibi, zina ettiği kadın da onun
yani zina eden erkeğin babasına, dedesine, oğullarına ve torunlarına haramdır,
bunlarla nikâhlanması yasaklanmıştır.[80]
Şafiî Mezhebine göre,
zina hürmet-i müsahereti gerektirmez. Şüpheli cinsel yaklaşma ise gerektirir.
Hanbelî Mezhebine göre, hem zina, hem şüpheli cinsel temas htirmeta müsahereti
gerektirir. Böylece Hanbeli Mezhebi bu konuda Hanefî mezhebiyle birleşmektedir.
Maliki Mezhebi ise bu konuda Şafiî Mezhebiyle aynı görüştedir.[81]
Yine Hanefî fukahasma
göre, kadına şehvetle dokunmak, onu yine aynı duygu ile öpmek ve yine aynı
duyguyla tenasül cihazına bakmak da kadının anasını haram kılar. Yani kadına bu
tür dokunmalar ve bakmalar hürmet-i müsahereti gerektirir.[82]
Tenin tene şehvetle
dokunması ve kadınla yine bu duyguyla kucaklaşmak da aynı hükmün kapsamına
girer. Şafiî mezhebine göre, bu ve benzeri şeyler günahsa da hürmet-i
müsahereti gerektirmez.
Kadının erkeğin
tenasül aletine şehvetle bakması veya aynı duyuyla tutup okşaması, yine Hanefî
mezhebine göre belirtilen hürrne-gerektirir.[83]
Tabii şehvetsiz
dokunmak veya böyle bir duygu taşımadan bak-ıak hürmet-i müsahereti
gerektirmez. Sahih olan da budur.[84]
Ayakta duranın değil
de dizlerini dikerek oturan kadının tena-îül cihazına şehvetle bakıldığı
takdirde hürmet-i müsahereti gerek-irdiği kabul edilir. Fetva buna göredir.[85] Aynı
şekilde oturan tadının tenasül cihazına cam arkasından veya çok ince bir örtü
ar-tasından bakmak ta böyledir. Ayna veya suya akseden cenasül cihazma bakmak
bu hüküm dışındadır, yani hürmeti gerektirmez. Ancak bu tür davranışlar büyük
günahlardandır.[86] Sahih olan görüş de
budur. [87]
Adam öz kızının
belirtilen ölçü ve anlamda tenasül cihazına bakarsa, anası kendisine artık
haram olur. Aynı zamanda büyük günahlardan en çirkinini işlemiş sayılır.
Gece karısı olduğunu
sanarak kızını şehvetle çimdiklerse, kız da iştiha çağında bulunuyorsa, artık
bu durumda kızın anası ona ebediyen haram olur. Bunun için karı kocanın yatak
odası daima ayn olmalı çocuklarla aynı odada yatmamaları gerekir.[88]
Saçlarını da baş
kısmına gelen yerine dokunarak şehvetle okşamak da böyledir.
Hatırlatma :
İslâm fıkhında ilk
bakışta lüzumsuz gibi görünen veya utandırıcı bir anlam taşıdığı kabul edilen
meselelere sık sık yer verilmesi, mü'minleri dinî konularda yeterince
aydınlatmaya yöneliktir. Bazen olmayacak meseleler üzerinde durularak
açıklamalar yapılır, ona göre hükümler sergilenir. Bu da olmaz olmaz ya olursa,
nasıl bir hüküm verilir? düşüncesine dayanmaktadır, Allah ve Peygamberi hakkı
söylemekten çekinmez. [89]
Kadının üzerindeki
elbise çok ince olur da erkek elini dokundurduğunda vücudun ısısını
hissederse, o takdirde şehvetle dokunan bu el hürmet-i müsahereti gerektirir.
Elbise kalın olur da vücudun ısısı hissedilmezse, sadece günahkâr olur.[90]
Kadına dübürden cinsel
yaklaşmada bulunmak, büyük günahların yine en çirkinlerindense de hürmet-i
müsahereti gerektirmez. En sahih görüş ve ictihad da budur. [91]Fetva
da buna göredir.
Ölü ile de cinsel
yaklaşmada bulunmak büyük günahlardan biridir, ne var ki böyle bir temas
hürmet-i müsaherete yol açmaz. Çünkü bu konuda cinsel yaklaşmadan veya
şehvetle dokunmaktan mak-sad, dirinin diriyle münasebette bulunması veya
şehvetle dokunması demektir.[92]
Adam evlendikten sonra
karısına, «senin annenle de cinsel temasta bulundum veya şehvetle onu tutup
Öptüm» derse, ayrılmalarına derhal karar verilir ve karı kocalık hükmü sona
erer. Adam hâkimin huzurunda bunu inkâr da etse, yalan söyledim dese, yine hâkim
tefrika karar verir.
Süt emme meselesi
böyle değildir. Adam bir kadını göstererek «bu benim süt ananıdır der, sonra
onunla evlenmek isterken ben yanılmışım, o benim süt anam değildir, diye
sözünü tashih ederse, o takdirde o kadınla evlenebilir. Çünkü süt emme
konusunda insan yanılabiilr. Ama bir kadınla cinsel temasta bulunmaktan dolayı
yanılma söz konusu değildir. [93]
Kayınvalidesine veya
başka bir kadına dokunur, öper veya tenasül cihazına bakar, sonra da ben böyle
yaptım ama şehvetle değil, derse, öpme konusunda bu iddiası muteber sayılmaz.
Dokunma ve bakma hususunda iddiasının aksi sabit olmadıkça, muteber sayılır.[94]
Elle dokunma tenasül
cihazına olursa, fukahanm çoğuna göre, ihvetle dokunmadım, diye ortaya koyduğu
iddiaya iltifat edilmez-ünkü oraya herhalde şehvetle dokunulur. Kadının
yanağını, dudak-nm ve başım öpen kimsenin «şehvetle öpmedim», demesi
"kabul edi-f mi, edilmez mi? Hidâye sahibi Merğinani, kabul edilmez,
demiştir. Bakkalî ise, «tenasül aleti münteşir vaziyette ise, kabul edilmez.
leğilse kabul edilir», demiştir.[95]
Kadının göğsünü de
tutmak hürmet-i müsahereti gerektirir. Tum adam isterse, «şehvetle tutmadım»
desin. [96]
Sarhoş adam eve gelip
karısı sanarak kırma şehvetle sarılıp öper e cinsel temasta bulunmak ister,
kızı da kön'or; tartmak suretiyle tabasının menfur tecavüzünü önlerse, kızın
anası ona ebediyen haram olur.[97]
İslâm bununla da evin
erkeğinin sarhoş bir vaziyette eve girme-nesini, namuslu bir aile. reisine
yakışan ölçü ve davranışlar içinde julunmasmı sağlamayı amaçlamıştır. Aksine
hareket edenleri de belirtilen şekilde maddî ve manevî cezalara çarptırmayı
emretmiştir. [98]
Biri diğerine «Zevcen
anasına ne yaptın?» diye sorunca, o da Onunla cinsel temasta bulundum...»
derse, hürmet-i müsaheret sabit olur, böylece- karısı kendisine ebediyen haram
olur.[99]
Evlendiği kızın bakire
olmadığını görünce, «Kim senin bekâretini bozdu?» diye sorar, o da «senin
baban...» diye cevap verirse, bu durumda koca olacak adam karısının bu
iddiasını doğrularsa, kadın boş düşer ve mehir de gerekmez. Yalanlarsa, o
takdirde boş düşmez ve karı koca ilişkileri devam eder.[100]
Bu durumda kadın
tasdik edilmez, bu hususta asıl kabule uygun olan söz, adamın oğlunun sözüdür.
Oğlu bunu kabul ederse, o takdirde kadın kocasına haram olur.[101]
Adam, babasının
karısını şehvetle öper veya baba, oğlunun karısını şehvetle öperse, bu durumda
kadının iddiası yeterli değildir. Adamın bunu itiraf etmesi gerekir. İtiraf
ettiği takdirde hürmet-i müsaheret gerekir. Bu nedenle babanın ayrıldığı kadına
mehir vermesi vâcib olur. [102]
İmam Muhaınmed'e göre,
nikâh, hürmet-i müsahere ile kalkmaz, belki fâsid olur, hükümsüz kalır. Bu
bakımdan hürmet-i müsahere gerektiği halde adam eski karısıyla cinsel
yaklaşmada bulunursa, zina sayılır, ama had gerekmez. Bu da tefrikten önce
olursa böyledir. Tefrikten sonra had gerekir.[103]
Bir yanda ana ile
kızı, diğer yanda baba ile oğlu. Daha önce aralarında sıhriyyet bulunmadığı
için baba olan adam kadınla, oğlu da o kadının kızıyla evlenebileceği gibi,
bunun aksi de caizdir. Yani baba kız ile oğlu da o kızın anasıyla evlenebilir.[104]
Neseb cihetiyle haram
olanlar redâ' (süt emzirme) cihetiyle de haramdır. Neseb cihetiyle haram
olanlar : Ana, kız, kız kardeş, halâ, teyze, erkek kardeşin kızları, kız
kardeşin kızlarıdır.
Kur'ân'da bu konu
şöyle açıklanmıştır :
«Analarınız,
kızlarınız, kızkardeşleriniz, halâlarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları,
kızkardeş kızları, sizi emziren süt analarınız, süt kardeşleriniz,
kanlarınızın analarl, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kari
lannızdan (doğma) yanınızda
beslediğiniz üvey kızlarınız, -anala-rıyla gerdeğe girmemişseniz onlarla
evlenmenizde bir sakınca yoktur. Öz oğullarınızın kanlarıyla ve iki kız
kardeşi nikâhınız altında birleştirmek suretiyle evlenmeniz haram
kılınmıştır...»[105]
Bu kaide ve ölçüye göre :
Süt emziren kadın ana yerine geçsr ve kendisinden süt emen çocuğa haram olur. O
halde oğula neseb cihetiyle haram olanlar süt emme cihetiyle de haramdır; bunu
özet-liyecek olursak şöyle bir sıralama yapabiliriz :
1. Süt emziren kadın, (süt emen çocuğun anası sayılır).
2. Süt emziren kadının anası, (süt emen çocuğun nenesi sayılır).
3. Süt emziren kadının
kocasının anası, (burada ki kocad&n maksad," sütün
meydana gelmesine sebep olan adamdır).
4. Süt emziren kadının kız kardeşi, (çünkü bu, süt emen çocuğun teyzesi
sayılır).
5. Süt emziren kadının kız ve erkek çocuklarının kızları,
(çünkü bunlar teyze ve halâlarının çocukları sayılır).
6. Süt kızkardeş. Bu ister ana baba bir, ister ana bir,
isterse baba bir kızkardeş olsun farketmez.
Süt emme ve emzirme
konusunu özel bahsinde açıklayacağımızdan burada teferruata geçmeyi gerekli
görmüyoruz. [106]
Hür bir erkek hür
kadınlardan kaç tanesini nikâhı altında toplayabilir? Dört mezhep imamlarına ve
bütün âlimlere göre, hür müslüman bir erkek en çok dört hür kadını nikâhı
altında toplayabilir. Bundan fazlası kesinlikle haramdır. Kölenin de iki
kadından fazla nikâhı altında bulundurması haramdır.[107]
Ancak hür bir müslüman
erkek, cariyelerden istediği kadarım nikâhı altında toplayabilir. Köle bir
kimsenin odalık cariye edinmesi caiz değildir.
Gerçi bugün artık
cariye problemi kalkmış, Arapların cahilijrye devrinde asırlarca sürdürdüğü
kölelik ve cariyelik müessesesini Islâmiyet pedagojik bir metodla yavaş yavaş
kaldırmamıştır. Ancak İslâm'ın ilk yıllarında bu çok yaygın olduğundan onların
da haklarını korumak gerekiyordu. Bu bakımdan İslâm köle ve cariyelerle ilgili
yepyeni hüküm koymuş, böylece insan haklarının ilk savunucusu olarak tarihe
geçmiştir.
O halde hür bir erkek
peşpeşe beş badınla nikâhlanırsa, ilk dört kadının nikâhı sahih, beşincisinin
ise gayr-i caizdir. Bir tek akitte beş kadınla birlikte evlenirse, hepsinin de
nikâhı hükümsüz sayılır.
Darü'l-Harpte bir
müslüman beş kadınla evlendikten sonra bu kadınlar İslâm'a girerse, bakılır :
Eğer bunları ayrı ayrı nikâh akdiyle almışsa, beşincisini terketmek
zorundadır. Hepsini bir tek akidle almışsa, İmam Ebû Hanife'ye göre, hepsini
terketmek zorundadır. Sonra bunlardan ancak dört tanesiyle yeniden evlenebilir.
Önce bir kadınla evlenir, sonra da dört kadını bir nikâh akdiyle alırsa, ilk aldığı
kadının nikâhı caiz, diğer dört tanesinin hükümsüzdür.[108]
Bu tür bir nikâh akdi
caiz değildir. Ancak o iki erkekten birinin dört karısı varsa, o takdirde
ikincisiyle yapılan nikâh caiz olur.[109]
Meharimden maksat,
birbirlerinin mahremi sayılan kadınlardır. Bunlardan ikisini bir erkeğin kendi
nikâhı altında toplaması muvakkaten haramdır. Yani birisi hayatta olduğu
sürece diğeriyle nikahlanmak caiz değildir,
O halde ister nesep
cihetiyle, ister süt cihetiyle kardeş olan iki kızkardeşi bir erkeğin nikâhı
altında toplaması haramdır. Çünkü çoğu zaman birbirine kuma sayılan iki
kadının birararada geçindiği pek mümkün olmamıştır. Bunun için İslâm birbirinin
mahremi olmayan dörde kadar kadınla evlenmeyi adalet ve eşitlik şartlarına
bağlamak suretiyle meşru' kılmıştır. Adalet ve eşitilği sağlamak ise çok zor,
hattâ çoğu aile yapısında imkânsızdır. Bu bakımdan iki kızkardeşi birbirine
kuma yapıp bir nikâh altında toplamak, onların sürtüşüp tartışmasına sebep
olabilir. Bu da yakınlığın bütün bağlarını koparır.
Bunun gibi kadınla
halâsını, kadınla teyzesini bir erkeğin kendi nikâhı altında biraraya getirmesi
haramdır. Bunlar ister nesep cihe-tiyle, ister süt emzirme cihetiyle halâ ve
teyze olsunlar farketmez. [110]
Dul bulunan bir
kadınla, onun ölen kocasının başka karısından meydana gelen kızı bir erkeğin
nikâhı altında toplaması caizdir. Çünkü bu ikisi arasında mahremiyet ölçüsünde
bir bağ yoktur. Bu kadın bir an farzedelim ki erkektir ve karısı ölmüştür.
Karısının bir başka kocadan olan kızıyla evlenmesinde dinen bir salanca yoktur.[111]
Bir erkek iki kız
kardeşi bir akidle nikahlarsa, hâkim bunları ayırır. Eğer cinsel yaklaşmada
bulunmamışsa, mehir gekermez. Bulunmuşsa, her birine mehrin en az nisbetini
vermesi gerekir.[112]
Bu ikisini ayrı ayrı
nikâh akidleriyle alırsa, o takdirde birinci akid caiz ve geçerlidir. İkinci
akid fasid ve hükümsüzdür. Hâkim derhal onunla ikinci kız kardeşi ayırır.
Cinsel temasta bulunmuşsa, mehr-i müsemma vermesi gerekir. Ayrıca o kadına
iddet (şer'î bek- . leme süresi) vâcib olur. Bunun iddeti sona ermeden adı
geçen adam onun kız kardeşine yaklaşamaz.[113]
İki kız kardeşle ayrı
ayrı akidlerle nikahlandıktan sonra hangisiyle evvel nikâhlandığını bilmezse,
hâkim derhal her ikisini de ondan ayırır.[114] Her
birine yanm mehir verilir. Ama cinsel yaklaşmada bulunduktan sonra tefrik
meydana gelmişse, her birlerine tam mehir ödemesi gerekir.[115]
İki kız kardeş
nikâhlandıkları erkekten ayrıldıktan sonra bunlarla cinsel yaklaşmada
bulunmamışsa, biriyle yeniden evlenebilir. Cinsel yaklaşmada bulunmuşsa,
iddetinin bitmesini beklemesi gerekir. İkisiyle cinsel yaklaşmada bulunmuşsa,
ayrıldıktan sonra ikisinin de iddetinin bitmesini bekler, öylece birisiyle
evlenebilir.[116]
Erkek boşadığı kadının
iddeti bitmedikçe onun mahremleri sayılan kız kardeşiyle veya teyzesi ya da
halasıyla evlenemez. Karısı dinden çıkıp dar-i harbe gidince, onun iddetini
beklemeden kız kardeşiyle evlenmesi caizdir. îrtidad edip dar-i harbe giden
kadın tekrar İslâm'a girip geri dönecek olursa, bu kız kardeşinin nikâhına
te'-sir etmez. Çünkü iddet hakkı sakıt olduktan sonra artık geri dönmez. Bu,
İmam Ebû Hanife'ye göredir. Kız kardeşiyle evlenilmeden önce dönecek olursa,
yine de iddet söz konusu değildir. Adam isterse onun kız kardeşiyle hemen
evlenebilir, îmameyne göre, evlenemz.[117]
Bir cariyenin mülk
olması, muvakkaten de olsa nikâh akdine bir engel sanılmıştır. Çünkü mülk
nikâha engeldir ve bir bakıma ondan daha kuvvetli bir bağdır. O halde bir adam
kendi cariyesiyle nikâh akdinde bulunursa, bu akit muteber sayılmaz, Bu nedenle
sözü edilen akidden dolayı mehrin vücubu, talâk ve miras gibi nikâhla ilgili
hükümler gerekmez.
Cariyenin aslında hür
olma veya bîr başkasının azablısı bulunma ihtimali dikkate alınarak efendisi
tarafından odalık edilecekse kendisiyle ihtiyaten bir nikâh akdinde bulunması
müstehabdır. Buna Nik&h-i Tenezzühî denir.
Hür kadın da azâd
etmedikçe kendisini kölesine tezvic edemez. İsterse o kölenin tamamına değil
bir bölümüne sahip olsun, fark etmez. Çünkü malikiyet bir bakıma memlukiyete
aykırıdır.[118]
Hür bir kadınla evli
bulunan kimse onun üzerine bir câriye ile nikâhlanması caiz değildir. Aynı
zamanda hür ile cariyeyi bir akidle nikahlamak ta böyledir. İslâm burada
hürriyete geniş paye verirken analarından hür olarak doğan kimselerin
köleleştirihnemesini istemektedir. Elden ele satılan bir cariyenin uğradığı
felâket hiçbir şey ile telafi edilemez; ancak onu kölelik kaydından kurtarıp
hürriyetine kavuşturmakla mümkün olur. Bu bakımdan bir câriye ile evlenmek
isteyen evli bir erkek, Önce onu satın alıp hürriyetine kavuşturmalıdır.
Bunun gibi kendisiyle
akd-i tedbir yapılmış (efendisi ona, ben öldükten sonra sen hürsün, demiş) ve
efendisinden çocuğu olan cariyeyi de hür bir kadın üzerine nikahlamak caiz
değildir.[119]
Adam bir nikâh akdiyle
hür ile cariyeyi kendine zevce yapmak isterse, çoğu fukahaya göre, hürreni
nikâhı sahih, cariyenin fasittir. [120]
Bekâr bir kimse önce
bir câriye ile evlenirse, bu caizdir. Sonra hür bir kadınla nikahlanmak
isterse, buna da cevaz vardır. Çünkü cariye üzerine hür kadını nikahlamak
caizdir.[121]
Evli kimse nikâhı
altındaki hür kadını boşadıktan sonra, bu kadının iddeti (şer'î bekleme
süresi) bitmedikçe câriye ile evlenemez. Bu, îmam Ebû Hanî'feye göredir.
îmameyne göre, iddet bitmeden ni-kâhlıyabilir. Ama ric'î talâkla boşamışsa ve
bunun iddeti içinde bulunuyorsa, iddet bitmeden câriye ile evlenemez. İmamlar
bu hususta görüş birliğine varmışlardır.[122]
Adam fasit bir nikâhla
evlendiği için karısından ayrılınca veya şüphe yolu cinsel münasebette
bulunduktan sonra kadın iddet beklerken adamın câriye ile evlenmesi caizdir. [123]
Evlendiği cariyeyi
talâk-i ric'î ile boşadıktan sonra cariyenin henüz iddeti bitmeden hür bir
kadınla evlenmesi caizdir. Evlendikten sonra isterse o cariyenin iddeti
bitmeden ona ric'at etsin, fark etmez.[124]
Köle efendisinin
iznini almadan hür bir kadınla nikahlandıktan sonra yine izin almadan bir
câriye ile de evlenir ve evlendiği hür kadınla cinsel temasta bulunduktan sonra
efendisi onun bu nikâhlarını tasvip ederse, hür kadının nikâhı caiz, cariyenin
ki hükümsüzdür.[125]
Köle önce bir
cariyeyle evlenir, ama cinsel temasta bulunmaz, sonra hür bir kadınla
evlendikten sonra efendisi ona cevaz verirse, yapılan nikâh caiz değildir. [126]
Hür kadınla
evlenebilecek malî imkâna sahip olduğu halde onunla evlenmeyip bir cariyeyle
evlenmek caiz değildir. Çünkü bir câriye ile evlenebilmek için, hür kadınla
evlenebilme imkânlarından mahrum bulunmak gerekir.[127]
İslâm fıkhında buna
«Hakku'I-Gayr» denir. Başkasının nikâhlı karısı bu cümledendir. O halde
başkasının nikâhı altında bulunan bir kadınla nikahlanmak caiz değildir. Bunun
gibi başkasına ait olup iddet (şer'î bekleme süresi) içinde bulunan bir kadının
da bu süresi bitmedikçe onunla nikâhlannıaya cevaz verilmemiştir.[128]
Sözü edilen iddet
ister talâktan, ister vefattan, isterse fasit bir nikâhtan veya şüpheli bir
cinsel temastan dolayı olsun farketmez. Çünkü bütün bu hususlarda kadının bir
şer'î bekleme süresi vardır ki o bitmeden başkasına nikâhlanması kesinlikle
haramdır.[129]
Başkasına nikâhlı
bulunduğunu bilmediğinden bir kadınla evlenir ve cinsel temasta bulunur, sonra
başkasının nikâhlısı olduğu anlaşılırsa, kadının bundan dolayı iddet beklemesi
gerekir. Adam o kadının nikâhlı bulunduğunu bildiği halde kendisine nikahlayıp
cinsel temasta bulunursa, bundan dolayı kadına iddet gerekmez. Ancak bu zina
hükmüne girer.[130]
Zinadan gebe kalan bir
kadınla nikahlanmak Ebû Hanîfeye göre caizse de, doğum yapmadan onunla cinsel
temasta bulunmak caiz değildir. İmam Ebû Yusuf'a göre, böyle bir kadını
nikahlamak caiz değildir. Bu hususta her iki imâmın içtihadına göre fetva
verilebilir.[131]
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre bu durumda olan kadını nikâh eden kimse doğum olmadan cinsel yaklaşmada
bulunamıyacağı gibi, ona yol açan davranışlarda da bulunamaz. Fethü'l-Kadîr
sahibi de aynı görüşü tesbit etmiştir. Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam
Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/[132]
Adam zina ettiği
kadını nikâhlıyabilir mi? Kadın zinadan gebe kalmış olsa bile yine de
nikahlayabilir ve çocuk kendisinden olduğu için doğumunu beklemeden o kadınla
cinsel temasta bulunabilir. Yapılan nikâh ta caizdir. Buna muhalefet eden
olmamıştır.[133]
Evlendiği kadın bir
düşük getirirse, bakılır : Şekillenmiş ve dört-ayhk kadar olmuşsa, nikâh
caizdir. Daha az bir zaman içinde düşük yapmışsa, nikâh caiz değildir. Çünkü bu
süre içinde yani dört aylıktan az bir zaman içinde çocuğun şekli tam olarak
ortaya çıkmaz. Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/[134]
Nesebi sabit gebe bir
kadınla evlenmek caiz değildir. Ancak İmam Ebû Hanîfe'ye göre, çocuk bir harbi
(gayr-i müslim ülkenin vatandaşın) dan ise caizdir. Ne var ki, doğum yapmadan cinsel
yaklaşmada bulunamaz. îmam Muhammed'e göre, böyle de olsa nikahlaması caiz
değildir. İmam Kerhî bu içtihadı ihtiyar etmiştir. Tahavî ise, bu hususta imam
Ebû Yusuf un, îmam Ebû Hanîfe'den yaptığı rivayeti itimada şayan görmüştür.[135]
Cariyesiyle cinsel
temasta bulunduktan sonra onu nikahlaması caizdir. Ancak hür bir kadınla evli
bulunmaması gerekir. İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre, nikahlandıktan
sonra bir istibrâ' süresi beklemeden cinsel temasta bulunabilir. İmam Muhammed'e göre, kadirim bir ayhali
görmesini beklemek daha uygun olur. Bunda ihtiyat vardır.[136]
Adam, kadının zina
ettiğini gördüğü halde onu nikahlarsa, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a
göre istibra sûresini beklemeden onunla cinsel temasta bulunabilir. îmam
Muhammed'e göre, istibra süresini beklemesi daha uygun olur.[137]
Hanefi fukahasma göre,
baba, öz oğlunun cariyesini nikahlayabilir. Ancak hür bir kadınla evli
bulunmaması şarttır.[138]
Yanında kocası yoksa,
yalnız başına esir edilmişse, o takdirde onu nikahlamak caizdir. Bu kadının
iddet beklemesine gerek yoktur. Bunun gibi gayr-i müslim ülkeden hicret edip
gelen ve İslâmı kabul eden kadınların da kocaları yanlarında yoksa, iddet
beklemeden onları nikahlamak caizdir. Bu ictihad, îmam Ebû Hanîfe'ye aittir.
îma-nıeyne göre bu durumda olan kadınların da iddet (bir ayhali) beklemesi
gerekir. Aksi halde hemen nikâh akdi yapmak caiz olmaz.
Ancak bir ayhali
gördükten sonra kendisiyle cinsel yaklaşmada bulunmaya hepsi cevaz vermiştir.
Sahih olan da budur.[139]
Nikâhı haram kılan
sebeplerden biri de şirk «Allah'a ortak koş-maklık) tır. Yahudi Hristiyandan
başka gayr-i müslim kadınlarla -hangi dine mensup olurlarsa olsunlar veya hangi
inkâr ve inanç içinde bulunurlarsa bulunsunlar- evlenmek haramdır. Yahudi ve
Hristiyanlara gelince, onlara Ehl-i Kitap = Semavi Kitap sahibi milletler
denildiğinden Kur'ân bu iki millete mensup olan kadınlarla evlenmeye cevaz
vermiştir.
O halde ateş perest,
putperest, dinsiz ve güneşe, yıldızlara tapan kadınları nikahlamak caiz
değildir. Ancak bunlar İslâm'a girerlerse o taktirde dinde kardeşimiz
sayılacağından nikahlanın alarmda bir sakınca yoktur. Bu konuda hür ile câriye
arasında fark yoktur. Yani Yahudi ve Hristiy anlar dan başka gayr-i nıüslim
kadın ister hür olsun, ister câriye olsun bir Müslümanm onlarla evlenmesi caiz
değildir.[140]
Fukahanın hepsine göre
: Güneşe ve yıldızlara tapanlar, havyan ve suretlere ibâdet edenler, zındıklar,
bâtınüer, cin ve şeytanlara tapan dürziler ve benzeri gruplar genellikle
putperestler hükmünde sayılır.[141]
Mülkiyeti altında bulunduran
müşrike, mecusiye ve benzeri putperest cariyelerle cinsel temasta bulunmak ta
caiz değildir.
O halde bir müslümanm,
ister harbî (gayr-i müslim ülkede oturan kadın). , ister zımmî (Müslüman
ülkede oturan kadın) ile Kitap Ehlinde olduğu taktirde evlenmesi caizdir. Bu
kadın ister hür, ister câriye olsun cevaz sadedinde fark etmez.[142]
Bununla beraber mecbur
kalmadıkça Kitap Ehli kadınlarla evlenmek ve boğazladıkları hayvanlardan
yememek daha uygun dur. [143]İffetli
bir müslüman kadınla evlenmek mümkün olmadığında bunlarla evlenir, ne var ki,
kilise sinagog ve benzeri ibâdet yerlerine gitmesine müsaade etmez. Çünkü
İslâm'ın bu hususta iki önemli amacı var : Birisi, kadın çoğu zaman erkeğin
te'siri altındadır. Bu bakımdan Kitap Ehli bir kadın Müslüman bir erkekle
evlendikten sonra çok geçmeden İslâm'a girmesi umulur. Diğeri ise, Müslümanlarla
Kitap Ehli arasında belirlenen ölçüler dahilinde diyalogu devam ettirmektir.
O halde nikahlanan
gayr-i müslime bir kadının kilise ve benzeri ibâdet yerlerine gitmesine müsaade
edilmeyeceği gibi, evde içki, domuz eti ve benzeri haram şeyleri de
bulundurmasına cevaz veril mez.[144]
Müslüman Koca,
evlendiği Kitap Ehli kadını ayhali, lohusalık ve cenabetlik sebebiyle
gusletmeye zorlamaz. Onu kendi haline bırakır. Çünkü bir dine zorla adam
sokulmuyacağı gibi, ibâdetini de yapmaya mecbur tutmaya kimsenin hakkı yoktur.
Bu bir imân ve irfan meselesidir. [145]
Bir Müslüman erkek
dar-i harbe gidip orada Kitap Ehli bir kadınla nikâhlanırsa, kerahetle
caizdir. İslâm ülkesine dönecek olurlarsa, yapılan nikâh sahih sayılır.[146]
Dar-i Harpte evlendiği
kadını orada bırakıp İslâm ülkesine yalnız başına dönecek olursa, hukuken o
kadından ayrılmış sayılır. Çünkü bu durumda her biri iki ayrı ülkede bulunuyor,
demektir.[147]
Kadınlardan biri
herhangi semavî bir dine bir kitaba inanır ve o dinin de indirilmiş bir kitabı
bulunuyorsa -İbrahim Peygambere ve Şit Peygambere indirilen sahifeler, Davud
Peygambere indirilen Zebur gibi- o takdirde onu nikahlamak ve boğazladığı
hayvanı yemek câzdir.[148]
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, onlar da Hıristiyanların bir kolu bulunduğundan ve daha çok Zebur okuyup
bazı yıldızlara ta'zünde bulunduklarından Kitap Ehli sayılırlar ve bu nedenle
de onlarla evlenmek caizdir.[149]
Boğazladıkları hayvanlar da yenilir.
İmameyn'e göre, bunlar
daha çok yıldızlara inandıkları için Kitap Ehli sayılmazlar ve bu nedenle de
onları nikahlamak ve boğazladıkları hayvanları yemek caiz değildir. [150]
Ana babasından biri
mecusî veya putperst, diğeri Kitap Ehli olan kızın hükmü, Kitap Ehlinden olan
kızın hükmü gibidir. Çünkü bu durumlarda çocuk, ana - babasından en has ve
yakın olana tabi'-dir. Burada en has ve en yakın olan Kitap Ehlidir. O halde bu
durumda bulunan bir kızla Müslüman bir
erkeğin evlenmesi caizdir.
Ancak bir Müslüman
kadınla evlenmek mümkün olduğunda bu yola girilmesi pek uygun değildir.[151]
Müslüman bir erkek,
Kitap Ehli bir kadınla evlendikten sonra kadın mecusî olur veya dinsizliğini
ilân ederse, o takdirde kocasına haram olur, nikâhları hükümsüz kalır.
Kadın Müslüman
bulunur, kocası İslâm'ı bırakıp ya dinsizliğini ilân eder ya da diğer dinlerden
birine girerse, hâkim derhal onları ayırır, nikâhlarını fesheder.
Müslüman bir erkek bir
Yahudi kadınla evlenir, çok geçmeden o kadm Hıristiyan olur veya Hıristiyan
iken Yahudiliğe dönerse, nikâhları fesholmaz. Sabiîleşirse, İmam Ebû Hanifeye
göre yine fesh-olmaz. İmameyne göre fesholur.[152]
Müslüman iken dinden
çıkan bir erkek, dinden çıkan bir kadınla evlenemiyeceği gibi, Müslüman ve
kâfir bir kadınla da evlenemez. îslâm ülkesinde buna cevaz verilmez. Bunun gibi
İslâm'ı bırakıp başka dine giren bir kadınla da kimse evlenemez. Bunun sebebi
açıktır : İslâm ülkesinde dinden çıkan bir kimsenin aile yuvası yıkılır, başkasıyla
evlenmesine cevaz verümiyerek dine dönünceye kadar bu yoldan cezalandırılır.[153]
Kur'an kesinlikle bunu
yasaklamış, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin hadîsleriyle konuya yeterince
açıklık getirilmiştir.
«Allah'a ortak koşup
inkâr içinde bulunan kadınlarla -imân edinceye kadar- evlenmeyin. İnanan bir
câriye, Allah'a ortak koşan bir kadından -bu sizi imrendirip hoşunuza gitse
bile- herhalde hayırlıdır. Allah'a ortak koşup inkâr içinde bulunan erkeklerle
imân edinceye kadar- Müslüman kadınları evlendirmeyin. Herhalde inanan bir
köle -sizi imrendirip hoşunuza gitse bile- Allah'a ortak koşan bir abamdan
hayırlıdır.»[154]
«Kadın dört
özelliğinden dolayı nikahlanır : Malı için, soyluluğu için, güzelliği için ve
dindarlığı için. Aman sen dindar olanına zafer bul (onunla evlen) ki ellerin
bereketle dolsun!»[155]
Bunun için fukaha
«Müslüman bir kadının bir müşrik ya da Kitap Ehli bir erkekle evlenmesi caiz
değildir» demiştir.[156]
Allah'ı inkâr eden bir
kâfir, Hem mecusî, hem putperest kadınlarla evlenebilir. Ancak murted olan
erkek evlenemez. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu ona dünyada verilen
cezalardan biridir. Sonra belki İslâm'a dönme ihtimali de kuvvetlidir.
Yahudi ve Hıristiyanların
birbirlerine kız verip almaları da caizdir. Her ne kadar şeriatleri değişik de
olsa, hepsi birden Kitap Ehli sayılırlar.[157]
Müslüman kadınla
nikâhlı bulunduğu halde Kitap Ehlinden bir kadını onun üzerine nikahlamak caiz
olduğu gibi, Kitap Ehli bir kadınla evli bulunduğu halde onun üzerine Müslüman
bir kadını nikahlamak da caizdir. Çünkü bu ikisi nikâh hükmünde eşittirler. Yani
ikisiyle evlenmeye cevaz verilmiştir.[158]
Mülkün var olması
nikâh akdine muvakkat da olsa mani'dir. O halde bir kimse mülkü altında bulunan
cariyesini nikâhlıyamaz. Ni-kâhlasa bile bu muteber sayılmaz. Çünkü mülk nikâha
engeldir ve bir bakıma ondan daha kuvvetli bir bağdır. O halde kendi cariyesini
nikâhlasa bile bu akidden dolayı mehir gerekmez, boşama hükmü câri değildir ve
miras hükmü de vâcib olmaz.
O halde bir kadm kendi
kölesiyle evlenemez, aynı zamanda kendisiyle başkası arasında müşterek bulunan
bir köle ile de nikâhlan-ması caiz değildir. Çünkü mülk bağı, nikâh bağından
daha kuvvetlidir.
Karı kocadan biri
diğerini mülk edinirse, nikâhları
bâtıl olur.
Çünkü bu durumda mülk
nikâh üzerine arız olmuş ve onu hükümüz
bırakmıştır.[159]
Bir adam cariyesiyle
veya mükatebesiyle (kendisiyle anlaşma Çapılıp akd-i kitabette bulunulan
câriye), müdebberesiyle (öldükten sonra azâd edilmesini vasiyyet ettiği
cariyesi) evlenemez. Yani nikâh akdiyle bir akidde bulunamaz. İsterse bu câriye
onunla başkası arasında ortaklaşa bir mülk olsun, farketmez.[160]
Müdebbir ve Mükâtib
olan Efendi, nikahladıkları cariyeyi
satın: alacak olurlarsa nikâhları hükümsüz kalmaz.
Hür bir erkek
nikahladığı cariyeyi bilahere satın alırsa, nikâhları hükümsüz olmaz. [161]
Bir adam bir veya iki
talâkla hür karısını, bir talâkla câriye olan karısını boşarsa, gerek iddet
içinde .gerekse iddeti sona erdikten sonra o kadını rızası varsa alabilir.
Çünkü hür kadınlarda bir veya iki talâk, nikâh akdini tamamen koparmıyor, bir
ya da iki bağ ile bağlı kalıyor. Cariyelerde ise bir talâk nikâh akdini tamamen
koparmıyor, bir bağ daha kalıyor. Bu bakımdan tekrar evlenmeleri caizdir.
Ama hür bir kadını üç
talâkla boşadıktan sonra iddeti tiitsin bitmesin, iki talâkla boşadığı cariyesini
yine iddeti bitsin bitmesin, rızaları olsun olmasın bir daha onunla evlenmesi
caiz değildir. Meğerki boşanan bu kadın tesadüfen başka bir erkekle evlenir ve
yine bu ikinci kocasından tesadüf en boşanır veya ikinci kocası ölürse, o takdirde
birinci kocasıyla yeniden nikâhlanabilir.[162]
Evlendiği cariyeyi iki
talâkla boşadıktan sonra onu satın alıp azâd ederse, artık onunla evlenemez.
Ancak tesadüfen başka bir erkekle evlendikten sonra ondan boşanır veya bu
kocası ölürse, o takdirde iddeti bittikten sonra birinci kocasıyla
evlenebilir.[163]
Hayber savaşına kadar
mubah olan Muvakkat Nikâh, Resülül-lah'm Sünnetiyle yasaklanıp haram
kılınmıştır. O halde belli bir süre ta'yin edip bir kadınla nikahlanmak caiz
değildir. Bununla beraber böyle bir nikâh ne kadım helâl kılar, ne boşama
hükmüne kapı açar, ne zihar, ne de miras terettüb eder. Şöyleki : Bir kadınla
muvakkat nikâhla evlenen adam ona, o da o adama vâris olmaz, bir arada
bulundukları sürece zina etmiş sayılırlar.[164]
Nikâh-i Muta'nm
süresinin az veya çok olması arasında bir fark yoktur. En sahih kavle göre ise,
muvakkat olduktan sonra malûm ve meçhul olması arasında da fark yoktur.[165]
Ancak kıyamete kadar, İsa ininceye veya Deccal çıkıncaya kadar seni
nikahlıyorum, yani seninle evleniyorum şeklinde bir ifade kullanırsa,
muvakkatlık şartı burada hükümsüz kalır ve nikâh akdi sahih olur. Çünkü o zamana
kadar yaşamaları mümkün değildir.[166]
Adam muvakkat değil
mutlak anlamda bir ifade kullanarak kadınla evlenirken içinden belli bir
süreyi geçirecek olsa, nikâh akdi onun içinden geçirdiğine göre değil, diliyle
mutlak anlamdaki sözüne göre sahih olur.[167]
O halde içinden bir ay
sonra boşamayı düşünerek mutlak anlamda nikâh akdi yapsa bile yine de akid
sahihtir. Çünkü itibar burada niyete
değil, sözedir.[168]
Gece bekçiliği gibi
bir işte çalışıp "gündüzleyin ancak evinde bulunabilen kimse nikâh akdinde
sadece gündüzleri karısıyla bulunabileceğini ifade ederse, bu da sahihtir.
Mut'a nikâhı anlamında değildir.[169]
Hac veya umre için ihrama
giren erkekle kadın, henüz ihrâm-lan çıkmadan önce nikâh akdi yapabilirler,
ancak cinsel temasta bu-mamazlar, çünkü ihram buna nıani'dir. [170]
Velayet : Başkalarının
kişiliği veya malları ve evlenmeleri komşunda 'söz sahibi olma, anlamında
kullanılır. İslâm Hukukunda bilhassa evlenme hususunda velayet şu dört sebepten
biriyle sabit olur :
1. Akrabalık,
2. Satın aldığı köle üzerindeki velâ (efendilik hakkı),
3. İmamet,
4. Mülk...[171]
İmamet, velâyet-i
ammeyle ilgilidir. Akrabalık velâyet-i hasse ile ilgilidir. Yani baba, vasi ve
mütevellinin velayetleri yalnız çocuklarıyla ilgili olup velâyet-i kasıradır
ve belli bir vakte ilişkindir.
Velayet hakkına sahip
bulunan «velî» çoğuluna «evliya» denir. Kadının en yakm velîsi, oğlu sonra
oğlunun oğlu (ne kadar aşağı da inse böyledir), sonra babası, sonra babasının babası
(ne kadar yukarı da çıksa böyledir).[172]
Mecnune bir kızın
babasıyla oğlu veya dedesiyle oğlu bulunursa, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû
Yusuf a göre, velayet oğluna aittir. İmam Muhammed'e göre, babasına aittir.[173]
Mezhep imamları
arasında farklı görüş bulunduğuna göre, bu hususta af dal olan şudur : Baba,
mecnuneyi nikâh ettirmesi için oğluna emreder. Böylece imamlardan her üçünün
de içtihadına göre amel edilmiş olur. Bununla beraber baba oğuldan her biri bu
hususta velilik yapabilir.[174]
Baba, oğul ve dededen
sonra baba-ana bir kardeş, ondan sonra baba bir kardeş gelir. Bunlardan sonra
baba - ana bir kardeş oğlu, Sonra baba - ana bir amca, sonra baba bir amca,
sonra da baba - ana sonra da baba bir kardeş oğlu gelir. Ne kadar aşağıda inse
böyledir, bir amca oğlu ve sonra da baba bir amca oğlu gelir. Ne kadar aşağı da
inse böyledir. Bundan sonra baba - ana bir babanın amcası, sonra baba bir
babanın amcası ve sonra da sırayla bunların oğullan gelir. Sonra baba - ana
bir baba tarafından dedenin amcası, sonra baba bir baba tarafından dedenin
amcası gelir. Sonra bu tertip üzere bunların oğulları gelir.[175]
Bütün bu
saydıklarımızın belirtilen sıraya göre, küçük kız ve erkek çocuklarıyla, büyük
olup cinnet getiren kız ve erkek çocukları üzerinde icbarı anlamda velayet
hakkı vardır.[176]
Bunlardan sonra köle
ve cariyeyi azâd eden efendinin velayet hakkı yardır. Bunda da erkek ile kadın
eşittir. Sonra da efendinin asabesi velayet hakkına sahiptir. [177](Buna
Mevlâ'l-ltaka denir.)
Asabe bulunmadığında
zevil-erhamdan küçük kız veya oğlana ya da cinnet getirmiş büyük yaştaki oğlan
ve kıza varis olanlar sıra ile veli olurlar. Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir.
İmam Muhammed'e göre, zevi'l-erhama velayet hakkı yoktur. İmam Ebû Yusuf ise bu
meselede mütereddiddir.
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, Zevi'I-Erham'dan velayet hakkına en yakın anadır, sonra kızıdır, sonra
oğlunun kızıdır, sonra kızının kızıdır. Sonra da oğlunun oğlunun kızıdır,
sonra da kızının kızının kızıdır. Sonra ana - baba bir kız kardeşidir, sonra
baba bir kız kardeşidir. Sonra ana bir erkek ve kız kardeşleridir. Sonra da
bunların tertip üzere çocuklarıdır.[178]
Kız kardeşlerin
evlâdından sonra halâlar sonra dayılar, sonra teyzeler, sonra amca kızları,
sonra halâ kızları gelir. İmam Ebû Ha-nîfeye göre cedd-i fasit bu hususta
kızkardeşten önde gelir.[179]
Sonra da
mevlâl-muvalat (yani nesebi meçhul bir şahıs tarafından veli edinilen kimse)
dir. Sonra Sultan, sonra da kaadıdır. Kaadı-nın nasbettiği kimse de kaadı
makamına geçer.[180]
Kaadmm velayeti, ancak
bir veliye ihtiyaç duyan çocuk veya cinnet getirmiş büyük onun yetkisi
altındaki beldede oturursa, o takdirde geçerlidir. Yukarıda belirttiğimiz
akrabadan velîler varsa, kaa-dı velilik yapamaz. Ayrıca velayete muhtaç çocuk
veya deli kaadımn yetkisi dışında bir beldede oturuyorsa, o takdirde de
kaadımn ve lâyet hakkı yoktur. Bununla beraber yetkisi dışındaki yerde bulunan
çocuğa velilik eder, sultan da buna cevaz verirse, o takdirde caiz ve geçerli
olur. Fukahanın çoğuna göre, bu cevaz istihsanîdir. Sahih olan da budur.[181]
Kaadının velayet
hakkım kullanması, onu başkasına evlendirme yetkisiyle ilgilidir. Kendi nefsine
evlendirme yetkisine sahip değildir. Çünkü bu durumda çocuğu velisiz nikâh
etmiş sayılır. Hem kaa-dı kendi nefsi hesabına raiyye mesabesindedir. O
takdirde ondan üstün olan valinin velilik yaparak küçük kızı ona nikahlama
hakkı vardır. Valinin durumu da böyledir. O da velayet hakkını kendi nefsi
için kullanamaz, çünkü bu durumda velisiz bir küçük kızı nikahlamış sayılır ki
bu caiz değildir. Vali bu hususta raiyye sayılır. O takdirde sultanın
velâyetiyle küçük bir kız ona tezviç ettirilebilir.[182]
Ama velayet hakkını
taşıyan amca oğlu, amcasının kızını kendine nikâhlıyabilir. Buna cevaz
verilmiştir. Halbuki velayet hakkına sahip bulunan kaadı'küçük kızı kendi
oğluna nikâhhyamaz. Diğer evliya ise, amca oğlu hakkındaki yetkiye sahiptirler.[183]
Bilindiği gibi Vasi,
bir ölünün vasiyetini yerine getirmekle emredilen kimsedir. İslâm Hukukunda
vasî'nin küçük yaştaki kız ve oğlan çocuklarını başkasına evlendirmede velayet
hakkı yoktur. İsterse ölen baba bu hususta vasiyet etmiş bulunsun. Ancak vasî
aynı zamanda küçük kız veya oğlanın velisi bulunursa, o takdirde velayet
hakkına sahiptir.[184]
Küçük yaştaki kız ve
oğlan çocukları sahibsiz kalırlarda bir adamın evinde himaye edilirlerse, yine
de himaye eden kimse onları ergen olmadan evlendiremez, bu hususta velayet
hakkına sahip sayılmaz. Günümüzde bazı kurumlarda himaye edilen kimsesiz
çocukların da durumu böyledir.[185]
Başkasının mülkü
sayılan memlûkün ve kendisiyle akd-i kitabet yapılan mükatebin de velayet
hakları yoktur. Çünkü kendileri velayet altında bulunuyorlar dır. [186]
İslâm fıkhına göre, ne
çocuğun, ne delinin, ne de kâfirin Müslüman üzerinde velayet hakkı ve yetkisi
yoktur. Bunun gibi, Müslüman da kâfir üzerinde velayet hakkı yoktur. Ancak Müslüman
kimse, kâfire olan cariyenin efendisi olursa velayet hakkı vardır. Bunun gibi,
ülkenin sultanına da ülkedeki kâfirler üzerinde velayet hakkı tanınmıştır.
Tabiatıyle kâfirin kâfir üzerinde velayet hakkı vardır.[187]
İslâm hukukuna göre,
murteddin (yani İslâm'dan çıkanın) ne Müslüman ne kâfir, ne kendisi gibi başka
bir murted üzerinde velayet hak ve yetkisi yoktur.[188]
Müfta bih olan kavle
göre, açıktan günah işleyen kimsenin velayet hakkı sakıt olmaz. Yani günah
buna engel değildir. Çünkü günahsız kimse yoktur (peygamberler müstesna).
Ancak açıktan günah işlemek dikkat çektiğinden, söz konusu edilmiştir.[189]
Cinnet getirip sürekli
şekilde aklî dengesi yerinde olmayan kimsenin velayet hakkı kalkar. Ancak
bazen cinnet getirip bazen de aklî dengesi yerine gelen kimse müstesnadır, yani
böylesinin velayet hakki kalkmaz. Kendine geldiği vakitlerde gereken
tasarrufatı yapabilir.[190]
İmam A'zam Ebû
Hanîfe'ye göre, en az bir ay veya daha çok cinnet hali devam eden kimse,
sürekli mecnun sayılır ve bu nedenle velayet hakkı kalkar. Fetva buna göredir.
Bir aydan daha az bir süre devam ederse velayet hakkı kalkmaz.[191]
Bu durumda da
velîsinin velayet hakkı kalkmaz. Çünkü bunların çocuklardan farkı yoktur ve
ergen de olsalar kendilerine sahip değillerdir.[192]
Bu durumda îmam Ebû
Yusuf'a göre, babasının velayet hakkı
tekrar başlamaz. Bu hak otomatikman kaadı (hâkim) 'ya intikal eder. mam
Muhammed'e göre, istihsanen babaya intikal eder. İmam Mu-hammed'in görüşü
ağırlık kazanmış ve ona göre fetva
verilmiştir.[193]
Baba bu iki halden
biriyle nıübtelâ olursa, malından velayet hakkı oğluna verilmez, evlendirme
hususunda ise, İmanı Ebû Hanîfe ile îmam Ebû Yusuf'a göre, velayet hakkı oğluna
intikal eder, kaadıya değil. Sahih olan da budur. Velîlerden İki Tane Ayni
Derecede Bulunursa :
Küçük erkek veya kız
çocuğunun aynı derecede iki tane velisi bulunursa, her ikisi de bunları
evlendirmekte yetkilidir. Biri bu hakkını kullandığında diğeri buna cevaz
vermese bile, yine geçerli sayılır. Ama iki kişi arasında ortaklaşa satın alman
cariyenin durumu böyle değildir, ikisi anlaşmadıktan sonra sadece birinin
velayet hakkını kullanarak onu evlendirmesi geçerli sayılmaz.[194]
Velayetleri altındaki
küçük kızı velîlerden her biri bir başkasına tezvîc ederse, ikisi aynı anda
akid yapmışlarsa, yapılan akid hükümsüz kalır. Biri diğerinden önce yapmış,
önce yapılan akid geçerli, diğeri hükümsüzdür.[195]
Küçük kızı, yakın
velîsi bulunmadığı ve nerede olduğu da bilinmediği takdirde uzak velîsi tezvîc
edebilir. Yakın velî hazır olur da ancak cinnet getirmiş veya bunamış bir durumu
bulunursa, ö takdirde uzak velînin yine nikâh akdini yaptırması caiz olur.
Yalan veli hazır bulunduğu halde uzak velî nikâh akdini yaptırırsa, bu akid yakın
velinin uygun görmesine bağlıdır.[196]
Efendisi hazır
bulunmadığı takdirde bir cariyeyi onun vâris ve yakınları evlendiremez. Çünkü
bu durumda velayet hakları yoktur.[197]
Ancak nerede olduğu bilinmez ve bu hususta bir ip ucu da bulunmazsa, o takdirde
gaib-i munkati' (haberi kesik bir gaib) kabul edilerek yakınları tarafından
cariyesi evlendirilebilir. Hattâ fu-kahadan bir kısmına göre, efendinin, yani
cariyenin velîsinin şehirde bilinmiyen bir yerde gizlendiği malûm olsa bile,
yine de diğerlerinin adı geçen cariyeyi evlendirme yetkisi vardır.[198]
Cariyenin yakın ve
uzak velîsinden her biri diğerinden habersiz aynı anda onu evlendirecek
olurlarsa, yapılan nikâh akdi hükümsüz sayılır. Bunun gibi, hangisinin önce
nikâh akdi yaptırdığı bilinmediğinde de durum böyledir.[199]
Yakın velînin
gelmesiyle uzak velînin yetkisi kalkar. Ancak o gelmeden önce yaptığı akid
geçerli kabul edilir. Çünkü o durumda velayet hakkına sahip bulunuyordu. [200]
Kızın velîsi gaiblere
karışır, nerede olduğu bilinmez veya velisi olan baba ya da dede açıktan günah
işleyen fâsık kişiler olursa, o takdirde kısan başına bir kötülük gelmesin
diye- kaadı (hâkim) onun veliliğini üstlenir ve bir dengine nikâhlıyabilir.[201]
Henüz ergen olmayan
kız ve erkek çocuklarım, arzulan olmasa bile velîleri -onlar için mutlak bir
yarar görüyorlarsa- evlendirebi-lirler. Bundan maksat, bir dengine
nikâhlıyabilirler. Tabii düğün, çocuklar ergen olduktan sonra yapılır.
Aklî dengesi yerinde
olmayan ile geri zekâlı veya bunak kız ve erkek çocuğunu da nikâhlamada
-arzuları olmasa bile- velînin yetkisi vardır.[202]
Velîleri, babaları ya
da dedeleri olan küçük kız ve erkek çocuk-lar ergen olunca yapılan nikâhı feshe
demezler. Baba ve dededen başka velilerin yaptığı nikâhı bozmakta serbesttirler.
Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göredir.[203]
Küçük yaşta nikahlanan
kız ve erkek çocuk büyüdükten sonra -velileri baba ve dedelerinden başkası
olduğu için- nikâhı feshetmek isterler de kaadı buna engel olur ve bu durumda
iken karı kocadan biri ölürse, miras hakkı cereyan eder.[204]
Bu durumda nikâhı
feshetmekte serbesttir. Sahih olan da budur. Çünkü belilik yapan kaadı veya
imam onun baba veya dedesi değildir.[205]
Velîsi ölmüşse ve
oturduğu yerde kaadı veya sultanın vekili kıldığı bir görevli de bulunmuyorsa,
küçük kız kendini birine tezvîc et-
tirirse, yapılan akid
caizdir. Ancak adı geçen kız ergen olurca, bu nikâhı feshetme yetkisine
sahiptir. Dilerse bu nikâha bağlı kaim evlenir, dilerse, bozar.[206]
Bu durumda yapılan
nikâh akdi sahihtir. Ancak kız ergen olunca dilerse bu akde bağlı kalıp
evlenir, dilerse akdi bozar. [207]Ne
var ki, akdi bozmada beklememesi gerekir. Ayhali kanım görünce, şahidleri bulup
onların huzurunda nikâhı feshetmesi gerekir. Şahid bulmakta zorluk çeker,
insanlardan uzak bir yerde bulunduğu için te'min edemezse, bu bir özür
sayılmıyacağı için, nikâhı tasvip etmiş kabul edilir.[208]
Ayhali görünce şahit
bulup nikâhı bozduğunu söyler, fakat durumu gidip hâkime bildiremez de aradan
iki ay gibi uzun bir zaman geçerse, yine de bozma veya kabul etme yetkisi devam
ediyor, sayılır. Tabii bu arada kendini nikâhlı bulunduğu adama teslim etmezse;
aksi halde nikâhı feshetme yetkisi sona ermiş kabul edilir.[209]
Kız ergen olunca
nikâhını feshettiğini iddia eder, kocası ise, feshetmediğini bilâkis susup bir
şey demediğini iddia eder ve bu yüzden kaadıya başvurulursa, aralarında şahit
yoksa, kocanın sözüne itibar edilerek nikâhın devamı sağlanır.[210]
Ergen olmayan küçük
kız veya oğlan köle olarak bulunuyorlar da efendileri velayet hakkını
kullanarak onları uygun kimselere tezvîc ettikten sonra azâd ediyor. Küçükler
hürriyetlerine kavuştuktan sonra ergenlik çağma giriyor. Bu durumda efendileri
tarafından yapılan nikâh akidlerini bozma serbestileri yoktur. Çünkü kölelik
kaydı bu hakkı kökünden kaldırmıştır.
Ama önce azâd eder,
sonra birine nikâhlar ve küçük kız veya oğlan bir süre sonra ergen olunca,
nikâhı feshetme yetkileri vardır.
Çünkü buna engel
sayılan kölelik kaydi, nikahlanmadan önce kaldırılmıştı.[211]
Bir müslüman dinden
çıkar da dar-i harbe geçer geride karısını ve bir de küçük kızını bırakır kızın
amcası onu bir dengine nikâh ederse, bu akid caizdir; ancak kız ergen olunca
muhayyerdir, dilerse bu nikâhı bozabilir. Ama bu durumda ergen olmadan anasıyla
babasıyla birlikte irtidad edip dar-i harbe geçerlerse, nikâh hali üzere
kalır.[212]
Şunu da belirtelim ki,
hıyar-i bulûğ ile meydana gelen fesih, talâk değil tefriktir, bu hususta
erkekle kadın arasında fark yoktur. Ama nikâh akdinde kendisine talâk tahyiri
verilen kadının nikâhı bozması tefrik değil, talâktır.[213]
Kadın tarafından gelen
her ayrılma, fesih anlamındadır. Küçük iken nikâh ettirilen ve ergen olunca nikâh
feshetme yetkisine sahip bulunan kızın bu isteği bir fesihtir, talâk değildir.
Erkek tarafından gelen
ayrılma ve sebebi ise bir talâktır, fesih değildir. Nikah akdinde kadına
Tefvîz-İ Talâk, Tahyîk-Î Talâk da bir bakıma erkekten gelen bir yetki olduğu
için talâk anlamına-dır.[214]
Küçük yaşta baba ve
dedesinden başka olan velîsi'tarafından birine nikahlanan kız ergen olunca
nikâhı feshedebilir. Bu durumda, kocası sayılan adam ona cinsel yaklaşmada
bulunmuşsa, kendisine mehrin tamamını ödemesi gerekir. Bu ayrılma isteği ister
kadın, ister erkek tarafından gerçekleştirilsin, farketmez. Cinsel yaklaşmada
bulunmamışsa, yine ayrılma isteği hangi taraftan gelirse gelsin, me-hir ödemeğe
gerek yoktur.[215]
Bunama geçiren bir
kızı baba ve dedesinin dışındaki
velilerinden biri evlendirirse, kız evlendikten sonra kendine gelir, normal haline
dönerse, o takdirde yapılan nikâhı feshetmekte serbesttir.[216]
Belirtilen durumda
olan bir kadım oğlu evlendirirse, bu durumda oğul da baba gibidir belki daha
yetkilidir. O takdirde kadın normal haline dönerse, nikâhı feshetme yetkisine
sahip değildir. [217]
Aslında küçük yaştaki
bir kızı evlendirmek doğru değildir. Ancak ona bakacak kimse bulunmaz da
ileride bir yuva kurması düşünülerek velisi tarafından birine nikâh
ettirilirse, ergenlik veya ona yakın bir çağa girmedikçe kocasının cinsel
yaklaşmada bulunmaması gerekir. Fukahadan bir kısmı ergenlik çağma yakın yaşı
dokuz olarak belirlemişlerse de bu kızın gelişmesine, yaşadığı iklime göre
değişebilir.
Ergen olsa bile cinsel
temasa güç getiremiyecek kadar zayıf yada hasta bulunursa, kocasının
yaklaşması doğru olmaz. Fukahadan bir kısmı bu durumda olan kadına yaklaşmak
helâl değildir, demişlerdir.[218]
Babası, nikâh
ettirdiği kızının cinsel temasa güç getiremiyecek kadar küçük veya zayıf
olduğunu iddia eder, kocası ise bunun aksini savunursa, o takdirde durum
kaadıya havale edilir. Kızın mahkemeye gelmesi mümkünse davet edilir ve durumu
tesbite çalışılır. Mümkün değilse iki bilirkişi kadına havale edilir, onların
vereceği bilgiye göre karara varılır.[219]
Hür ve ergen kızın
kendine denk biriyle evlenmeye karar vermesi ve nikâh akdini velîsiz yerine
getirmesi, İmam Ebû Yusuf ile -zahir rivayete göre- İmam Ebû Hanîfe'nin
ictihadlarına göre geçerlidir.[220]
Bu konuda Şeyhülislâm
Atâ' bin Hamze'den Şafiî Mezhebine bağlı bakire ergen bir kızın, babasının izni
olmaksızın kendini bir dama tezvic eder, babası da buna rıza
göstermezse, yapılan nikâh ,kdi sahih olur mu? diye sorulmuş. O da şu cevabı
vermiştir : Sözü [dilen kız ister Hanefî mezhebine mensup bir adam ile, ister
Şafiî Mezhebine mensup bir adamla evlensin, babasının razı olmaması nikâhın
sıhhatma engel sayılmaz.[221] Bu
bir fetvadır. [222]
Akli dengesi yerinde
olup ergen bir kızı izni alınmaksızın baba-n veya devrin sultanı evlendiremez.
Bu kız ister bakire olsun, ister dul bulunsun farketmez. Şayet baba veya sultan
bu yola girerlerse, kızın icazetine, yani yapılan nikâhı tasvip etmesine bağlı
kalır; isterse kabul eder, isterse reddedebilir. Reddetdiği takdirde nikâh
hükümsüz kain.[223]
Baba veya sultan nikâh
akdini yapmak üzere kızdan müsaade isterlerken kız gülerek cevap verirse, onun
gülmesi izin yerine geçer.[224]
Ancak bö.yle bir
teklif yapıldığında kız aîayvari gülerse, bu bir izin verme ve tasvip
sayılmıyacağından, yapılan nikâh sahih olmaz. Fetva buna göredir. Sadece
tebessüm etmesi, uygun kabul etmenin belirtisi sayılır.[225]
Bakire veya dul ergen
kız, evlendirme teklifine ağlayarak karşılık verirse, bakılır : Gözlerinden
sadece yaş akıyor, ama sesini çıkarmıyorsa, bu tasvip anlamına gelir. Sesli
ağlıyorsa, bu red mânasına gelir. [226]Ne
var ki dulun sözlü muvafakatinin alınması daha uygundur.
Ergen bakireyi
evlendirmek üzere velisi ondan izin ister, o da susup cevap vermezse, bu uygun
kabul etme anlamına gelir. Bunun gibi, kendisine bu konuda yapılan tekliften
hemen sonra mehrini isterse, bu da uygun kabul etmek sayılır. [227]
Böyle bir teklif
karşısında kız susup cevap vermese veya velîsi onu bir adama nikahladıktan
sonra kendisine bu haber gelince susup cevap vermezse, her iki durumda da onun
bu davranışı uygun kabul etme anlamına gelir. Nikâh yapıldıktan sonra «ben razı
değilim» dese bile, bu yapılan nikâhı hükümsüz bırakamaz.
Ancak yakın velisi
varken uzak velilerinden biri onu nikâh ettirmek üzere izin ister, o da susup
cevap vermezse, bu uygun kabul etme anlamına gelmez. Nikâh akdi yapıldıktan
sonra dilerse, reddedebilir.
Velisi onu evlendirmek
üzere elçisini gönderir, o da elçinin getirdiği teklife karşı susup cevap
vermezse, gelen elçi ister âdil bir kimse olsun, ister gayr-i âdil olsun,
kızın ona karşı susması kabul anlamına gelir. Ama velînin göndermediği bir
başka adam gelip haber verir, kız da susup cevap vermezse, bakılır ; Âdil bir
adamsa veya haberi getiren birden fazla kimse ise, susmak kabul anlamına gelir.
Gayr-i âdil bir tek adam ise, kızın susması yeterli değildir. Bu bakımdan
nikâh akdini reddedebilir. [228]Bu,
İmam Ebû Hantfe'riin kavlidir. [229]
Haberi getiren üçüncü
şahıs ne kızın velisi, ne de gönderdiği adam değilse, gayr-i âdil bile olsa,
kız onu tasdik ederse, nikâh akdi sabit olur, yalancı kabul ederse, sabit
olmaz. Bu, îmam Ebû Hanîfe-nin kavlidir. İmameyne göre, haberi getirenin
doğruluğu sabit olursa, nikâh sübut bulur.[230]
Ergen bakire veya dul
kızın velisi onu birisine nikahlamak üzere izin isterken, kiminle evlendirmek
istediğini çok açık şekilde kendisine anlatması gerekir. O halde tanıtmaksızm
sadece seni bir adama nikahlamak istiyorum, der, kız da susarsa, bu uygun kabul
etme anlamına gelmez. Bir iki adamın ismini söyler ve yeterince her birini
tanıtır da öylece izin isterse, kızın bu durumda susması, tasvip sayıhr. O
takdirde velîsi onu, ismini andığı iki adamdan birine nikahlayabilir. [231]Ancak
dulun sözlü nıuvakatı şarttır.[232]
Ergen bakire veya dul
kız velisine, «Beni dilediğin adama nikahlayabilirsin, ben senin yaptığına
razıyım...» derse, o takdirde, velînin nikâh akdi yaparken ona gelip
evlendireceği adamı tanıtması gerekmez. Ama tanıtmasında yarar vardır.
Velî, kıza : «Birkaç
kişi seni istiyor» der veya kız ona 'Sen beni dilediğine, beğendiğine tezvîc
edebilirsin» derse, bu genel anlamda bir izindir ve geçerlidir. Sahih olan da
budur.
Bu arada mehrin
anılması gerekir. En uygun olan da bu görüştür.[233]
O halde kızın babası,
adamın ismini ve mehrini ne kadar tesbit edileceğini anmadan izin ister, kız da
susup cevap vermezse, bu durumda nikâh akdi yapıldıktan sonra kız nikâhı
reddedebilir ve bu red geçerli sayılır. Ama babası hem adamı tanıtır, hem
mehirden söz ederse o takdirde kızın mücerred susması tasvip anlamına gelir ve
artık nikâhı reddetme yetkisine sahip değildir. [234]
Mecliste kız da hazır
olduğu halde velisi onu yine hazır olan bir adama veya hazır olmayıp tanınan
adamın vekiline nikâh ederken kız susup sesini çıkarmazsa, en sahih görüşe
göre, bu kabul sayüır ve yapılan nikâh geçerlidir. [235]
Eşit seviyede bulunan
iki veliden herbiri aynı anda kızın iznini aldıktan sonra ayrı kimselere
nikâhlıyacak olursa, yapılan nikâh hükümsüz sayılır. Çünkü izin.vermede
öncelik sağlanmamıştır. Yani önce birine izin vermiş olsaydı, sonra verdiği'
izin geçersiz sayılır, ilk izine dayanılarak yapılan nikâh akdi sahih olurdu.[236]
Velisi, kızı bildiği
bir adama nikahlamak üzere gelip izin ister, kız da başka bir adamdan söz edip
«o daha uygundur» diye cevap verirse, o takdirde, bu velinin isteğine karşılık
bir izin sayılmaz.
Ancak velî nikâh
akdini yapdıktan sonra gelip kıza haber verir, kız da «ben de onu
istiyordum...» derse, bu yapılan nikâh akdine cevaz anlamına gelir ve
geçerliklik kazandırır.[237]
Ergen kızı babası bir
adama nikahladıktan sonra haber kendisine ulaşınca, ben o adamı istemiyorum,
derse, muhtar olan kavle göre bu yapılan nikâhı red anlamını taşır, bu
bakımdan nikâh akdi geçerliliğini kaybeder.[238]
Velisi nikâh akdi
yapmak için gelip kızından izin ister, o da «uygun» der, velî tam dışarı
çıkarken kız pişman olur da «istemiyorum» derse, bakılır : Veli onun bu ikinci
sözünü işitirse, nikâh akdi yaptıramaz, işitmemişse yaptığı akid sahihtir. [239]
Velisi nikâh akdini
yapmak üzere kızdan izin istediğinde, «Benim nikâha ihtiyacım yaktur...» veya
«Ben size daha önce de söylemiştim, ben evlenmek istemiyorum...» derse, bu
nikâhı red anlamına gelir. En zahir kavi de budur.[240]
Kız yapılan telife
«Sen bilirsin» derse, bu izin sayılmaz. [241]
Erken bakire kızı,
haberi olmadan amcasının oğlu kendi nefsine nikâhlar ve bu haber kendisine
ulaşınca önce susar, sonra da «Hayır böyle bir nikâha razı değilim» derse, bu
yapılan nikâh akdini red-olur. Çünkü amcasının oğlu kendi hesabına asîlse de
kızdan yana fuzulî sayılır. Bu bakımdan İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e
göre, yapılan akid sahih olmaz.
Ama amcasının oğlu
önce kıza müracaat edip kendi nefsine nikahlamak üzere izin ister, o do
susmakla karşılık verir ,ve oğlan buna dayanarak nikâh akdini yaparsa,
bi'1-icmâ' caiz olur.[242]
yılır. O takdirde velîsi
onu, ismini andığı iki adamdan birine nikahlayabilir. [243]Ancak
dulun sözlü nıuvakatı şarttır. [244]
Ergen bakire veya dul
kız velisine, «Beni dilediğin adama nikahlayabilirsin, ben senin yaptığına
razıyım...» derse, o takdirde, velînin nikâh akdi yaparken ona gelip
evlendireceği adamı tanıtması gerekmez. Ama tanıtmasında yarar vardır.
Erken bakire kızı,
haberi olmadan amcasının oğlu kendi nefsine nikâhlar ve bu haber kendisine
ulaşınca önce susar, sonra da «Hayır böyle bir nikâha razı değilim» derse, bu
yapılan nikâh akdini red-olur. Çünkü amcasının oğlu kendi hesabına asilse de
kızdan yana fuzulî sayılır. Bu bakımdan İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e
göre, yapılan akid sahih olmaz.
Ama amcasının oğlu
önce kıza müracaat edip kendi nefsine nikahlamak üzere izin ister, o do
susmakla karşılık verir ,ve oğlan buna dayanarak nikâh akdini yaparsa,
bi'1-icmâ' caiz olur.[245]
Kızın velisi izin
istemeden onu bir adama nikahladıktan sonra iz bundan haberdar olur ve kocası
olacak adamla ihtilâfa düşerler e kız : «Ben evlenmeyi reddettim» der, koca ise
«Hayır, muvafakat ttin» veya «sana teklif edildiğinde sustun» derse, kızın
sözüne göre lüküm verilir.[246] Ama
koca olacak adam, «kızın yapılan teklife kısarak cevap verdiğini» belge ve
şahitlerle isbat ederse, o takdirde rapılan nikâh geçerlidir. Belge ve şahid
gösteremezse, nikâh hüküm-iüzdür. Bu hususta İmam Ebû Hanîfe'ye göre, kıza
yemin de teklif »dilmez. Ama İmameyn'e göre, yemin teklif edilir.[247]
Fetva imaneynin görüşüne göredir.
Her iki taraf ta belge
ve şahit getirip kendi iddiasını isbata calırsa, kızın belge ve şahitlerine
itibar edilir. [248]Ama
şahidler, «biz o sırada kızın yanında idik, konuştuğunu işitmedik» derlerse, bu
,kızm yapılan nikâh teklifini uygun görme anlamına gelir ve erkeğin lehine
karar verilir. Tabii kız bunun aksini şahidlerle isbat îdemediğinde böyledir.[249]
îmam Halvanî'ye göre :
Erkek, nikâh akdiyle ilgili teklif yapıldığında kız buna rıza gösterdi, diye
beyyine gösterir, kız da teklif yapıldığında reddettiğini isbatlar mahiyette
beyyine gösterirse, burada Brkeğin beyyinesi kabul edilir.[250]
Veli ma'rifetiyle
nikâh yapılıp gerdeğe girildikten sonra yani kendisiyle cinsel temasta
bulunduktan sonra kız yapılan nikâh akdini reddederse, geçerli sayılmaz, Çünkü
cinsel temasa kendini teslim etmesi, doğrudan kabul sayılır. Ama zorlanarak
kendisiyle temasta bulunduğunu isbat ederse, o takdirde nikâhı reddetme hakkı
vardır.[251] Bu konuda velîsinin onun
aleyhine söylüyeceği söz kabul olunmaz. [252]
Velisi tarafından
evlendirilen kızın bu nikâhı uygun görüp görmediği henüz bilinmezken kocası
ölürse, miras hakkına sahip olabilir mi? Ölenin varisleri, «kızın rızâsı
alınmadan nikâh akdi yapılmış-diye iddiada bulunur, kız da : «Hayır, velim
benim rızamı aldıktan sonra nikâh ettirdi» derse, bu konuda kızın sözüne itibar
edilir. Mirastan payım almakla beraber, iddet de beklemesi gerekir.[253]
Velisi onun sözlü
izinini almadan evlendiremez. Evlendirse bile, kendisine haber ulaştığında,
sözlü olarak uygun görmedikçe yapılan akid hükümsüz kalır.[254]
Ancak fukahadan bazısına göre gözleri yaşararak cevap vermeye çalışır, fakat
heyecandan konuşamazsa bu da sözlü tasvip yerine geçer. Nitekim az yukarıda
buna kısmen temas edilmişti. Tebessüm etmesi de bu anlama gelir. Yeter ki
alayvari olmasın.
Dul kızın izni
alınmaksızın velisi tarafından birine tezvic edildikten sonra o adamın verdiği
hediyeyi alması veya onun yemeğinden yemesi ya da hizmetinde bulunması rıza
gösterdiğine delâlet etmez. Ancak kendi rızasıyla başbaşa kalmayı tasvip
ederse, bu rıza sayılır. [255]
Kızın bekâreti zina,
yani cinsel temas dışında herhangi bir sebeple zâü olursa, bu durumda kız yine
bakire sayılır.[256]
Nikahlanan kızın
kocası gerdeğe girmeden ölür, kız eski halinde bakire olarak kalırsa, yine
bakire kızlar gibi evlendirilir, yani aynı hükme dahil olur. Çünkü bekâreti
zail olmamıştır. Bunun gibi, cinsel iktidarı olmayan biriyle evlendikten sonra
boşanırsa, cinsel temas vaki olmadığı için kız yine bakire sayılır ve aynı
hükme göre tekrar evlenebilir.
Ama bekâreti fasit bir
nikâh veya şüphe ile zail olursa, o takdirde dul hükmüne girer.[257]
İslâm, her yönüyle
aile yuvasının selâmet ve saadet içinde
defanımı ön görmüş ve bunun için bir takını prensipler koymuştur, tünkü amaç
evlenmek değil, evlendikten sonra evlilik hayatını düzenli sürdürmek ve
hayırlı evlâd yetiştirmektir. Bu bakımdan karı -toca haklarına geniş yer
verilmiş ve her birlerinin hakkı güvence altına alındıktan sonra bir de
evlenecek çiftler arasında yaklaşık bir ülçüde eşitlik ve denlik aranmıştır.
Fıkıh sözlüğünde buna kefaet lenir.
Bu nedenle
fakîhlerimiz nikâh bölümünü işlerken, kefaet bahsine özel bir başlıkla girmiş
ve kan - kocanın evlendikten sonra uyum sağlamalarını amaçhyaralc bir takım
prensipler sergilemiştir.
Genellikle nikâhta
erkek tarafında kefaet, yani eşitlik ve denklik aranır. Evlenecek olan erkeğin
belirtilecek hususlarda kadına denk olması veya ondan daha üstün bulunması
gerekir.[258]
Genellikle evin reisi
erkektir. Kadın daha çok kocasının himaye ve bakımına muhtaçtır. Böyle olması,
evin reisine vekar ve onur kazandırır. Kadında aranacak olsaydı, çoğu kez
kadının bazı yönleriyle erkekten üstün olmasını sonuçlandırır, bu da aile
yuvasına pek huzur sağlamazdı. Nitekim günümüzde, çok zengin ve soylu bir
ka-!dınla derece bakımından ondan aşağı olduğu halde evlenen erkek huzurlu
değildir. Her zaman kendisinde bu aşağılığın acısını için için hissedip
üzülebilir. Bu da aile yuvasının tam huzur içinde devamına pek yardımcı bir hal
sayılmaz. Hele bir de kadın zenginliğine, soyluluğuna veya geniş bilgi ve
kültürüne dayanarak şımarık hareketlerde bulunur veya kocasını saymamazhk
ederse, o zaman mesafe büsbütün açılır.
İşte bu ve benzeri
nedenlerden İslâm Kefaet'i kadın tarafında değil, erkek tarafında aramıştır.
O halde kadın
kendisinden daha hayırlı bir erkekle evlendiği takdirde, velisinin bu nikâhı
bozma veya karı koca arasını ayırma hakkı yoktur. Çünkü kefaet erkek tarafında
ağırlık sağlamıştır.[259]
Kefaet hakkında bize
ışık tutacak birkaç hadîs-i şerif vardır. Müctehid imamlar da bu ve benzeri
rivayetlere dayanarak sözü edilen konuda ictihad yürütmüşlerdir : :
«Dinini ve
ahlâkını (yani dindarlığını ve
huyunu) beğendiğiniz kimse size
geldiğinde (kızınızı) ona nikahlayın...»[260]
«İnsanlar madenler
(gibidir); dinde anlayışlı ve bilgili olduktan sonra cahiliyye devrinde iyi ve
seçkin olanlar, İslâm'a girdikten sonra da iyi ve seçkindirler.»[261]
Hanefî Mezhebine göre,
erkeğin kadına denkliği şu altı hususta aranır : Soy, İslâm, Sanat ve Kültür,
Hürriyet, Dindarlık ve Servet.
Şafiî Mezhebine göre,
şu dört hususta aranır : Soy, din, hürriyet, sanat ve kültür.
Hanbelî Mezhebine göre
ise, şu beş hususta aranır : Dindarlık, sanat ve kültür, servet, hürriyet ve
soy...[262]
Soy:
Aslında İslâm Dininde
dede ve babalarla övünmeye iltifat edilmemiştir. Allah (C.C.) katında en
makbul insan, Allah'tan en çok korkup kötülüklerden sakınan kimsedir. Ne var
ki, köklü bir aileye, geniş kültüre, örf ve iyi âdetlere sahip bulunan bir
kadınla, bütün bunlardan uzak yetişen bir erkek hiçbir zaman birbirine denk olamaz.
Bunun için karı kocanın uyum sağlamasında soy ve köklü bir aileden gelme çok
önemlidir.
İslâm:
Erkeğin gayr-i müslim,
kadının müslünıan olması, ikisi arasında büyük bir dengesizlik sayılır. Bunun
için Kitap Ehlinden de olsa gayri- müslinılere kız vermemiz yasaklanmıştır.
Ancak bir Müslüman kızla evlenme imkânları bulunmadığı takdirde Kitap Ehli
sayılan Yahudi veya Hıristiyanlardan bir kadınla evlenmeye cevaz verilmiştir.
Kadının soyluluğu, iffet ve dindarlığı ve ayrıca mali durumu, Müslüman erkekle
uyum sağlamasına yardımcı olabilir.
Hürriyeti :
Kölelik ve cariyelik,
hürlüğe denk değildir. Bu bakımdan hür bir kadının bir köleye nikâhlanması
uygun görülmemiştir. Bunun gibi, hür bir kadınla evlenme imkânları bulunduğu
halde, bir câriye ile evlenmek* pek tasvip edilmemiştir. Babası kölelikten azâd
olan bir kimse ile babası hür olan kimse birbirinden farklı sayılır. Gerçi bugün
kölelik diye bir konu bir problem yoktur. Ne var ki, İslâm fıkhında sözü
edilen hususun yerini belirtme bakımından dokunmakta yarar var.
Sanat ve
Kültür:
Sanat, kültür ve bilgi
bakımından da karı koca arasında uyum bulunması üzerinde durulmuştur. Kadının
daha kültürlü ya da daha tahsilli bulunması, erkekte bir aşağılık duygusu
doğurabilir ki bu da bir takım huzursuzluklara yol açar. Ama erkeğin daha
tahsilli ve kültürlü bulunması veya ikisinin aynı tahsil seviyesinde olması
uyum sağlamayı kolaylaştırır.
Dindarlık:
Dinî esas ve
prensiplere sıkı sıkıya bağlı bir kadınla, hava-i meşrep olan bir erkek
birbirine denk sayılmaz. Evlenseler bile uyum sağlamaları çok zor, hattâ
imkânsız olur. Bu hususta ikisinin de dindar olmasına çok dikkat edilmelidir.
Kadının erkekten biraz az dindar olması, yadırganmaz. Çünkü kısa zamanda
kocasının te'siri altında kalıp onun kadar dindar olabilir.
Mal ve
Servet:
Erkek en azından
evleneceği kadının mehrini emsaline göre verebilecek ve evlendikten sonra onun
geçimini sağlayabilecek malî güce sahip bulunmalıdır. Kadının gerçi erkekten
biraz daha varlıklı olması pek yadırganmamıştır. Ama arada büyük bir farkın
bulunması, uyumsuzluk ve huzursuzluk doğurabilir. Buna bilhassa dikkat etmekte
yarar vardır.
Güzellik kefaette bir
ölçü olarak dikkate alınmamıştır. Ancak karı kocanın bu hususta da az-çok
birbirine bir yakınlık ve benzerlik içinde bulunmasında herhalde yarar vardır.
Nitekim Fetâvâ-yi Hindiyye'de bu husus birkaç cümleyle belirtilmiş ve tavsiye
anlamında bazı nakiller yapılmıştır.
Bütün bu sayılan
hususları dikkate almadan bir kadın kendini beğendiği veya sevdiği bir erkeğe
nikâh ve tezvîc ederse, yapılan akid sahih sayılır, ancak kadının velîsi buna
itiraz edebilir. Hattâ El-Hasan bin Ziyad'ın Ebû Hanîfe'den yapmış olduğu bir
rivayette, kefaet dikkate alınmadan yapılan nikâh bağlantı yapmaz. Meşayih-ten
birçoğu bu rivayeti benimsemiştir. [263]İmam
Şemsü'l-eimme Serahsî de El-hasan'm bu rivayetini ihtiyata daha uygun
bulmuştur.[264]
Bezzaziye'de ise
Burhanü'l-Eimme, bu hususta yapılan nikâhın cevazına kaail olmuş ve İmam Ebû
Hanîfe'den yapılan birinci rivayeti sened kabul etmiştir.
Tabii bütün bu
durumlarda kızın velîsi bulunursa, bu tür farklı görüşler ortaya çıkar. Velîsi
yoksa, yapılan nikâh sahih ve geçerlidir.[265]
İhtilâf zuhurunda tefrik (karı kocayı birbirinden ayırma) da kaadı yetkilidir.
Erkek kadınla cinsel temasta bulunmamışsa, mehir vermesi bile gerekmez.[266]
Ama cinsel temasta
bulunmuş veya Halvet-i Sahiha meydana gelmişse, o takdirde mehr-i müsemma'nm
tamamını vermesi gerekir. Ve bu durumda kadına iddet (şer'î bekleme müddeti)
vâcib olur.[267]
Kefaeti dikkate
almadan aşağılık bir adamla evlenen kızın ancak asabası (baba tarafından,
erkek tarafından akraba olanlar) müdahale edip meseleyi kaadıya
götürebilirler. Zevi'l-Erham (ana kadin
tarafından akraba olanlar) m ise müdahale
hakkı vs yetkisi yoktur.[268]
Kız hiç kimseyi
dinlemeden kendine denk olmayan bir adamla evlenip cinsel temasta bulunur ve
sonra durum kaadıya intikal ederse, kaadı onları ayırabilir. Ayırdıktan sonra
kadına hem mehir gerekir, hem iddet. Ama iddeti sona ermeden yine aynı erkekle
evlenir, cinsel temasta bulunulmadan kaadı tekrar onları, birbirinden ayırırsa,
adamm kadına ikinci bir mehir vermesi ve kadının müstakil bir iddet beklemesi
gerekir. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmanı Ebû Yusuf -un görüşleridir.[269]
Kız kendi kendini
kefaeti dikkate almadan aşağılık bir adama tezvîc ettikten sonra velîsi buna
ses çıkarmaz, üstelik mehrini alıp onun düğün hazırlığını yaparsa, bu bir rıza
ve teslim sayılır. [270]
Kız kendine denk
olmayan biriyle evlenil-, velînin haberi olduğu halde sesini çıkarmayıp
susarsa, bu tasvip anlamına gelmiyeceği gibi, itiraz hakkını da kaldırmaz.
Aradan epey zaman geçse bile, velînin itiraz hakkı vardır.[271]
Ancak velî, kız doğum
yapıncaya kadar sesini çıkarmaz, itirazda bulunmazsa, doğum ile itiraz hakkı
kalkmış olur. Ne var ki Şem-sü'I-Eimme Serahsî El-Mebsut'ta buna itiraz etmiş
ve «Kız bu durum da birkaç doğum bile yapsa, velînin yine müdahale ve itiraz
hakkı vardır» demiştir.[272]
Bu durumda o velînin
seviyesinde veya ondan aşağı derecede bulunan bir velî varsa, o itiraz
edebilir.[273] Bunun gibi velîlerden
biri kızın rızasını alarak onu denk olmayan biriyle evlendirirse, daha üst
derecede bulunan velî itiraz hakına sahip sayılır.
Velî, kızı denk
olmayan bir adamla evlendirdikten sonra cinsel temas meydana gelir ve akabinde
bir talâk-î bâtn ile boşandıktan sonra kadın bu kez kendini -velisine sormadan-
aynı adama tezvîc ederse, velîsinin bu durumda itiraz hakkı vardır, kaadıya baş
vurup bunu feshedebilir.[274]
Ancak Talâk-i Ric'î
ile boşadıktan sonra velîsinin haberi olmadan koca olan adam karısına rücûT
eder, kadın da bunu kabul ederse, velinin itiraz hakkı olmaz. Çünkü talâk bâin
değil, ric'îdir; erkeğin rec'at hakkı vardır.
Kendisiyle denk
olmayan bir erkekle evlendikten sonra, babası ortada bulunmaz ve nerede olduğu
da bilinmez, bu yüzden . kardeşi bu evliliğe itiraz eder veya daha yakın olan
velî ortada bulunmaz ve nerede olduğu bilinmez de bu yüzden derece bakımından
daha aşağıda sayılan diğer bir velîsi itirazda bulunur; koca olan adam ise
ortada bulunmayan velînin buna rıza gösterdiğini iddia ederse, bu iddiasını
isbatlaması için kendisinden beyyine (delil ve kam istenir. Yeterli delil
gösterirse, evlilikleri devam eder. Gösteremediği tak-drde ayrılmalarına karar
verilir.[275]
Kız kendisine denk
olup olmadığını araştırmadan bir erkekle evlenir, sonra denk olmadığını
anlarsa, artık itiraz hakkı olmaz. Belki velîsinin itiraz hakkı vardır. Ancak
velîsi de kızın rızâsını alıp nikâh akdini yaptırırken erkeğin kıza denk olup
olmadığını sormaz ve bu hususta bir bilgisi de olmazsa, o takdirde itiraz hakkı
kalkar. Ama nikâh akdinde kefaeti şart koşar ve sonra denk olmadığı anlaşılırsa,
o takdirde itiraz hakkı vardır. [276]
Nikâh akdi yapıldıktan
sonra tanıttığı adamın oğlu değil de onun amcasının veya akrabasının oğlu
olduğu ortaya çıkarsa, kadının bu nikâhı feshetme hakkı vardır.[277]
Kız kendini denk
olmayan bir adama tezvic eder ve «Velimin
tasvibini almadan seni kendime yaklaştırmam »derse, bu kıyasa uymamakla
beraber caizdir. Velisine müracaat ettiğinde, tasvip ederse, yapılan nikâh akdi
sahihtir. Tasvip etmezse, kız bunu feshedebilir. Ama Meşayihten bir çoğu,
bunun, hilâfına fetva vermiştir. Fâkih Efou Leys ise birinci görüşü uygun
bulmuş ve ona göre fetva vermiştir.[278]
Bu durumda velinin
itiraz hakkı vardır; ya kızın kocası mehrin tamamını verir, ya da veli nikâhın
feshini isteyebilir. Bu durumda cinsel temas meydana gelmeden onları
ayırırlarsa, o takdirde mehir gerekmez. Cinsel temas meydana gelmişse o
takdirde mehrin tamamını ödemesi gerekir. Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir.
îmameyne göre, velinin bu durumda itiraz hakkı yoktur.[279]
Birinci görüşe
dayanılarak ayırma gerektiğinde, bunu ancak kaadı yapabilir, başkası yetkili
değildir. Kaadı böyle bir karar vermediği takdirde karı koca arasında normal
evlilik devanı eder ve talâk zihar, ilâ' ve miras hükümleri bakidir.[280]
Kadın mehir
karşılığında kendine denk biriyle evlenmeye zorlanır, o da istemiyerek bunu
kabul ederse, evlendikten sonra bu zorlama kalkar da kadın serbest
bırakılırsa, artık nikâhı bozma veya devam ettirme serbestisine sahip
değildir. Ama kendisine denk olmayan bir adamla evlenmeye veya az bir mehirle
evlenmeye zorlanır, sonra da bu tazyik kaldırılırsa, kadın serbesttir, dilerse
bu nikâhı feshedilir, dilerse devam ettirebilir.[281]
Verilen misal ve
tesbit edilen görüş ve ictihadlardan anlaşıldığına göre, Hanefî Şafiî ve
Hanbelî Mezheplerine göre, ya nikâhın lüzumunun ya da sıhhatinin şartlarından
biridir. Nitekim bu şart gerçekleşmediğinde bazı meselelerde velilere, bazı
meselelerde kadına, bazı meselelerde de kaadıya tefrik yetkisi tanınmıştır.
Bunun şart kabul edilmesine ağırlık verenler, daha çok aile yuvasının selâmet ve
saadetini dikkate almışlardır. Ne var ki Hanefi fukahasmdsrs İmam Kerhi nikâhta
kefaetin şart olmadığına kaail olmuş ve bu doğrultuda fetva vermiştir.
îmam Mâlik, Medine'de
gerek Asr-i Saadette, gerek Hulefâ-i Ra-şidîn devirlerinde cereyan eden bazı
olayları dikkate alarak kefaeti nikâhın lüzumu veya sıhhati ölçüsünde bir şart
olarak kabul etmemiştir. Sevrî ve Zahirî mezheplerinde de hüküm bu ölçü ve
anlamdadır. Çünkü bunlara göre, «İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittirler.
Müslümanlar kardeştirler, tekvâ dışında hiç birinin diğeri üzerinde bir
üstünlüğü yoktur...» mealindeki hadîsler, nikâhta kefaetin şart olmadığını
göstermektedir. Diğerleri ise «Kureyş Kabilesinin bazisı-na denktir,..*
hadisine ve daha önce Tirmizi'nin naklettiği hadise dayanmışlardır. Ancak
dindarlık hususunun dikkate alınması, bütün imamlar tarafından kabul
edilmiştir. [282]
İslâm fıkhında caiz
olan akidlerin çoğunda vekâlete cevaz verilmiştir. Çünkü insanların buna büyük
ihtiyacı var. Bu bakımdan Fu-kaha bu konuda şu genel kaideyi tesbit etmiştir :
Herhangi bir akdi şahsın kendisi yapması caizse, o akdi yaptırmaya vekil ta'yin
etmesi de caizdir. Alım - satım, icare, tezvic ve talâk bu cümledendir.
Evlendirme hususunda bizzat
Resûlüllah (A.S.Î Efendimizin kadın ve erkeğe vekil olduğu sahih rivayetlerle
sabit olmuştur. Nitekim Akabe bin Âmir (R.A.Î diyor ki,: «Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bir adama, seni falan kızla evlendirmeme razı oluyor musun? diye sordu.
O da evet, dedi. Sonra da kıza avnı soruyu yöneltti. Kız da kabul edince vekîl
olarak onların nikâh akidlerini yaptı.»[283]
Nitekim bu hadîse
dayananlar, bir kimsenin iki tarafa da vekil olabileceğine delü getirmişlerdir.
Nikâh akdi için vekîl
tutma hususunda mezheplerin ictihad farkları ve görüşleri :
1. Hanefîlere göre, ergen olan erkek ve kız
nikâhlarının akdi için ergen aklı
başında bir kişiyi vekîl ta'yin edebilirler. Bu kişi erkek olabileceği gibi
kadın da olabilir.
2. Mâlikîlere göre, veli nikâh akdinin icrası için kendi
mislini vekil ta'yîn edebilir. Ancak veküin erkek, baliğ, hür ve müslüman
olması gerekir. Ayrıca vekilin ihram halinde bulunmaması da şarttır.
3. Şafiîlere göre, ister mücbir ister gayr-i mücbir
olsun velî kendi yerine nikâh akdinin icrası için vekil ta'yin edebilir. Ancak
vekâ-İet bahsinde belirtilen şartların vekilde bulunması gerekir, aksi hal-,
ide vekâlete ehil sayılmaz.
4. Hanbelîlere göre, ister mücbir, ister gayr-i mücbir
olsun velf bu konuda bir vekil ta'yin edebilir. Ancak vekilin erkek ve ergen
olması, sonra da vekâlet bahsinde belirtilen şartları kendinde bulun-, durması
gerekir.[284]
Vekil tutarken şahit
bulundurmak şart değildir. Çünkü nikâha tevkil, nik'âh değildir. Şahit
bulundurmak ise, nikâhın şartlarından-dır. Ancak ileride bir uyuşmazlık ortaya
çıkılması halinde beyyine getirmek için şahitlere ihtiyaç olabilir. Bu bakımdan
birini nikâh akdini yapmaya vekîl ta'yin ederken istihsanen bir iki şahit
bulundurmak tavsiye olunmuştur.[285]
Vekil, müvekkilesini
kendine tezvic yetkisine sahip değildir. O halde bir kadın vekîl edineceği
adama : «Beni dilediğin kimseye tez-vîc et...» derse» vekîl bu genel anlamdaki
vekâlete dayanarak müvekkilesini kendine tezvîc edemez. [286]Bunun
aksini de yapmaya cevaz verilmemiştir. Şöyle ki : Adam bir kadına genel anlamda
vekâlet verir de, «beni dilediğin bir kadınla evlendir...» derse, vekile onu
kendi nefsine tezvîc edemez.[287]
Kadın, genel işlerinde
tasarrufta bulunmak üzere bir adamı vekîl ta'yîn eder, adam da bu umumî
anlamdaki vekâlete dayanarak müvekkilesini kendine tezvic eder, bunun üzerine
kadın ona : «Ben seni alım - satım ve benzeri konularda tasarrufta bulunman
için vekîl ta'yin ettim,» derse, vekilin yapmış olduğu nikâh akdi caiz olmaz.
Hem kadın kendisini
evlendirmeye de yetki vermiş olsaydı, yine de onu kendisine nikâhlamaya cevaz
olmazdı.
Ama Kadın, Erkeğe :
«Beni kendine tezvic etmen için sana vekâlet verdim...» der, adam da iki şâhid
huzurunda, «Falan kadını kendime tezvîc ettim» derse, yapılan akid sahih olur.[288]
Adam evlenmek
niyetiyle bir başka adama «beni evlendir!» diye vekâlei verir, vekîl de velîsi
bulunduğu kendi küçük kızını veya kardeşinin küçük kızını ona tezvîc ederse, bu
nikâh akdi caiz olmaz. Ama büyük kızını -rızasını almak şartiyle- ona nikâh
ederse, bu caizdir. İmam Ebû Hanîfeye göre, müvekkil buna razı olduğu takdirde
caizdir. İmameyne göre, mutlaka caizdir.[289]
Vekil müvekkilesi olan
kadını kendi babasına veya oğluna tezvîc edemez. Bu, İmam Ebû Hanîfe'nin
içtihadıdır.[290] îmameyn buna cevaz
vermiştir. Ama vekilin oğlu küçük olursa, imamların hepsine göre caiz değildir.
Bunun gibi vekilin müvekkilesini denk olmayan bir adama nikâh etmesi de caiz
değildir. Yapılsa bile geçerli 1 Olmaz. Sahih olan da budur. Denk olur da bir
takım bedenî arızaları bulunursa, yapılan akid sahihtir. Ancak kadın buna
itiraz edebilir.[291]
Adam mutlak anlamda
vekiline «beni bir kadınla evlendir...» der, vekîl de onu a'ma, veya felçli, ya
da aklî dengesi bozuk, ya da henüz ergen olmamış bir kız veya kadınla
evlendirecek olursa, bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göre caizdir. Ne var ki müvekkil,
dilerse nikahlanan kadını hemen boşayabilir.[292]
Bu anlamda bir vekâlete
dayanarak vekîl kendi cariyesini müvekkiline nikâhlıyamaz. Bunda icmâ' vardır.
[293]
Müvekkil vekiline
«Beni beyaz bir kadınla» veya «siyah bir kadınla evlendir...» diye emreder,
vekil bunun aksini yaparsa, nikâh akdi sahih olmaz.
Bunun gibi, bir câriye
ile evlendirilmesini ister, vekil onu hür bir kadınla nikahlarsa, bu da sahih
olmaz. Vekil onu vekâletten önce bir veya iki bâin talâkla ayrıldığı kadınla
evlendirirse, bu caizdir. Ama vekâlet verdikten sonra ayrıldığı kadım ona nikâh
ederse bu caiz olmaz.[294]
Müvekkil vekiline :
«Beni falan ve falan kadınlarla evlendir» diye vekâlet verirse, vekil de
onlardan birini müvekkiline tezvîc ederse, bu caiz olur. îkisini bir akidle
nikâhhyacak olursa, caiz olmaz.[295]
Bunun gibi, «beni bir kadınla evlendir» der, vekil bir akidle iki kadını ona
nikahlarsa, hiçbiri geçerli olmaz. Sahih olan da budur. Ama müvekkil ya.pılan
bu nikâhı tezvîc eder uygun karşılarsa veya onlardan birini uygun görürse,
yapılan akid sahih olur.[296]
Ayrı ayrı akidlerle
iki kadını nikâh ederse, ilk yapılan nikâh geçerlidir. İkincisi müvekkilinin
uygun kabul etmesine bağlıdır.[297]
Müvekkil vekile ismen
belirlediği kadınla evlendirilmesini emreder, o da hem o kadını, hem de başka
bir kadım müvekkiline tezvîc eder veya iki kadmla evlendirilmesini söyler, ama
müvekkili bir kadınla onu tezvic ederse, birinci şekilde yalnız ismini
belirttiği kadınla olan nikâh sahihtir. İkinci şekilde de müvekkil tecviz
ederse yapılan akid sahihtir. [298]
Müvekkil 1000 dinar
karşılığında bir kadınla evlendirilmesi hususunda vekiline yetki verir, o da
2000 dinar mehir karşılığında onu bir kadına tezvîc ederse, müvekkil fazla olan
kısmı kabul ederse yapılan akid geçerli olur, kabul etmezse, geçersiz kalır.[299]
2000 diner mehir ile
nikâh akdi yapıldığını bilmez de nikâhhlan-dığı kadınla cinsel temasta
bulunduktan sonra durumu öğrenirse, müvekkil yine ayni hakka sahiptir : Dilerse
fazlalığı kabul eder, dilerse reddeder ve öylece yapılan akid hükümsüz kalır.
Bu durumda kadına Mehr-i Misil vermesi vâcib olur. Ayrıca kadına iddet gerekir.
Fazla olan kısmı vekil ödemek isterse de buna itibar edilmez.[300]
Mehrin muaccel ve
müeccel anlamda açıklanmasına, riayet edilmediği, yani vekîl bu hususta
müvekkilinin muaccel ve müeccel olarak belirttiği nisbetlere uymadığı takdirde
yaptığı nikâh akdinin geçerliği müvekkilinin uygun görmesine bağlıdır. Aksi
halde hükümsüz kalır. Müvekkil vekilinin öyle yaptığını bildiği halde sesini
çıkarmaz da evlendiği kadmla cinsel temasta bulunursa, bu mehir hususunda
yapılan akdi uygun görme anlanunadır.
Kadın, vekiline beni
2000 dinar mehir ile evlendir, diye emreder, vekîl ona haber vermeden 1000
dinar mehir üzerinden onu birine nikahlarsa, kadın durumu öğrenince isterse
bunu tasvip eder, isterse yapılan nikâh akdini reddeder, hükümsüz bırakır. Adam
kadmla cinsel temasta bulunmuşsa, o takdirde Mehr-i Mislini ödemesi gerekir.[301]
Tezvic'te kendisine
vekâlet verilen şahıs başkasını kendi yerine vekîl tutamaz. Ancak müvekkil
hazır olursa, o takdirde buna cevaz verilmiştir.[302]
Bunun gibi kadın vekîl
tuttuğu adama, bu hususta ne yaparsan caizdir, sana yetki veriyorum, derse,
o.takdirde vekîl kendi yerine birini vekîl tutup tezvic muamelesini
yaptırabilir. [303]
Bir adam veya kadın
tezvic konusunda kendine iki kişiyi vekil tutarsa, o takdirde yalnız birinin
onu tezvîc ettirmesi caiz olmaz. İkisinin beraber nikâh akdini yapmaları
gerekir.[304]
Müvekkil vekiline beni
falanca kızla evlendir; der; nikâh akdi
yapıldıktan sonra aralarında ihtilaf çıkar : Koca olan adam, ben bu kızı değil,
şu kızı demiştim, diye iddiada bulunur; vekili de, hayır sen bu kızla evlenmeni
söylemiştin, diye iddia ederse, aralarında şahit yoksa veya yazılı bir belge
bulunmuyorsa, o takdirde koca olan adamın sözü kabul edilir, şu şartla ki
evlendiği kadın da onu tasdik etmelidir.[305]
Kadın evlendirmesi
için vekile yetki verir, sonra kendisi evlenmek istediği adama kendini tezvîc
ederse, vekil böylece vekâletten azledilmiş sayılır.[306]
Hanefi fukahasma göre,
bir adam hem erkeğe, hem kadına tez-vicleri hususunda vekil olabilir. Aynı
zamanda iki tarafın velisi de olabileceğinde fukahanm icma'i vardır. Bunun gibi
aynı adam bir tarafın velîsi, diğer tarafın da asili olabileceği gibi, bir
tarafın velîsi diğer tarafın vekili de olabilir.
Aynı adam bir taraf
için veli, diğer taraf için fuzulî (hiçbir yetki ve bağı olmamak) veya bir
tarafın vekili, diğer taraf için fuzulî ya da bir taraf adına asil, diğer taraf
adına fuzulî olabilir mi? îmanı Ebû Hanife'ye göre olamaz[307].
Şahs-i fuzulî
tarafından yapılan herhangi bir akdi, ister başka bir fuzulî, ister velî, ister
vekîl, ister asil kabul edecek olursa, geçerlilik kazanır. Ne var ki bu kabul,
akdin yapıldığı mecliste gerçekleşmelidir. Aksi halde geçerli sayılmaz.[308]
Bir toplantıda adamın
biri çevresindekilere : «Sizler şahid olun ki, ben falan kadınla tezevvüc
ettim,» der ve bu haber de o kadına ulaşınca kabul ederse, yine de caiz
değildir. Yapılan akid hükümsüzdür. Bunun gibi bir kadın birkaç kişinin
yanında : «Sizler şahid olun ki ben kendimi falan adama tezvîc ettim,» der, bu
haber o adama ulaşınca «kabul ettim» derse, yine de yapılan akid sahih olmaz.
Ancak orada bulunanlardan fuzulînin biri o kadın veya o adam adına bu akdi
kabul edip olumlu cevap verirse, yapılan akdin sıhhati gaib-deki adam ve
kadının tasvibine bağlıdır, fuzulînin bu kendiliğinden vekâlet yollu kabulünü
uygun görürse, caiz olur. [309]Fuzulînin
yaptığı nikâha cevâp verme sözlü olabileceği gibi, fiilî de olabilir. îbn
Nüceym de bunu caiz görmüştür.
Gerek âkidler, gerekse
onların yetkileri ve yaptıkları akidleri feshetmeleri hakkında geniş bilgi
edinmek isteyenlere, Fetâvâ-i Ka-dıhan ile Fetâvâ-yi Hindiyye'de Vekâletle
Nikâh ve bir de Vekâlet bahislerini okumalarını tavsiye ederiz.[310]
Mehr: Evlenirken nikâh
akdinde Müslüman erkek tarafından kadına şer'î bir hak olarak verilen mal veya
paradır.
Mehr, yeni bir hayata
adım atan kadın için malî bir destek, tutunacak bir imkândır. Nikâh akdinin
bir bakıma sağlama bağlanmasının hukukî te'minatıdır. Ayet mehrüı vücubuna.
delâlet eder. Bunda icnıâ' vardır. Ancak Irak Fukahasmdan bir kısmı, efendi
kendi köle veya cariyesini evlendirecek olursa, o takdirde mehr gerekmez, demişlerdir.
Halbuki âyetin zahiri böyle bir takyid ya da istisnaya uygun değildir. Mutlak
bir hüküm ifâde etmektedir.
Gerçi bu konuda
mezheplerin ictihad ve görüşlerini açıklıyaca-ğız ama genel hatlarıyla
incelediğimizde mehrin belli bir tavam yoktur, diyebiliriz. Tabanına gelince,
bu, müctehid imamlar tarafından tesbit edilmiştir. Nitekim Hz. Ömer (R.A.)
kadınların mehrini en çok 12 okiyye olarak belirledi, Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin bu ölçüde mehir verdiğini hatırlattı. Bunun üzerine îslâm
hanımlarından biri kalkıp şöyle itirazda bulundu : «Ya Ömer! Allah'ın bize
verdiğini sen kısmak istiyorsun. Kur'ân'da, «Boşamak istediğiniz kadına bir yük
altun vermiş olsanız bile ondari bir şeyi geri almayın!.» buyurulmu-yormu?»
Bunun üzerine Hz, Ömer (R.A.) ilâhî hükmü hatırladı ve : «Kadın uygun olanı
ifade etti. Ömer ise hatâya düştü...»[311] demekten
kendini alamadı.
Görülüyor ki hakları
en iyi koruyan ve zayıfların elinden en çok tutan, şüphesiz ki Allah, ve
Peygamberdir. îslâm, haklı olduğu sürece zayıftan yanadır. [312]
Hemen şunu belirtelim
ki, mehr tek kelimeyle kadın haklarını korumaya yönelik haklardan sadece
biridir. Bunun aile yapısında birçok yararları var, bunlardan birkaçını şöyle
sıralayabiliriz :
a) Erkeklerin kadınlara karşı koruyucu birer destek
olduğunu hatırlamak,
b) Yeni bir hayata başlayan kadını büsbütün mali
dayanaksız bırakmıyarak, onu bu yönden de desteklemek,
c) Nimetin külfetsiz olmadığını, evlenmenin de bir takım
külfetlerinin bulunduğunu bu hakla da anlamak,
d) Mehrin bir bağış değil, dinin belirlediği bir hak
olduğunu, bu hususta kadının kocasına karşı bir eziklik veya küçülme, aşağılanma
duymasına gerek olmadığına, hakların karşılıklı bir anlam taşıdığına açıklık
getirmek.
e) Erkeğin zorlayıcı bir sebep olmadığı halde keyfi
boşamasını engellemek, bu cümledendir.
Mehr ile İlgili Âyet :
«(Evlendiğiniz)
kadınlara mehrlerini güçlük çıkarmadan gönül rızasıyla verin. Eğer onun bir
kısmını kendi arzularıyla size bağışlarlarsa, onu rahatlıkla, içinize sinerek
yiyin.»[313]
Mehr ile İlgili Hadîs
:
Şartlardan noksansız
yerine getireceğinizin en haklısı, kadınları kendinize helâl kılmanız
(karşılığında verdiğiniz) mehrdir.»[314]
Mehr, kadına tanınan
bir hak olmakla beraber ona ilâhi bir hak da taalluk etmektedir. O halde nikâh
akdinde, diğer bir tabirle kadın evlenirken bu hakkı düşürmeye kimsenin yetkisi
yoktur. Meğerki kadın kendi rızasıyla sonraları bu hakkından vazgeçmiş
olsun...
Arap cahiliyye
devrinde olduğu gibi, bugün de îslâm ülkelerinin Kur'ân'a ve İslâm Fıkhına
bilgisiz ve ilgisiz kalmış kesimlerinde evlenen kadınların mehrini velileri almakta
ve böylece her bakımdan desteklenmesi gereken ailenin bu ferdinin ilk adımda
hakkı gasbe-dilmekte, tutunacak küçük bir dal ondan esirgenmektedir.
Kur'ân'da yukarıda
mealini verdiğimiz âyetle, evlenen kızın öz hakkı olan mehrinin hem kocası, hem
velisi tarafından alınması haram kılınmıştır. Ancak yukarıda belirttiğimiz
gibi, kadın gönül rızasıyla mehrinin ya tamamını ya da bir kısmını kocasına
veya velîsine bağışlarsa, bunda bir sakınca görülmemiştir. [315]
Mehrin tavanına bir sınır
çizilmemişse de tabanı müctehid imamlar tarafından tesbit edilerek az farklı da
olsa belirlenmiştir,:
a) Hanefîlere göre : En az miktarı on dirhem gümüştür,
bunun darphanede basılmış olması şart değildir. Bugünkü birimle 32 gram
eder.
b) Şaf iîlere göre : Bu hakkın taban ve tavanı yoktur,
alım -satım kapsamına giren her mal az olsun çok olsun mehr olabilir.
c) Mâliküere göre î Bunun en azı som altından bir dînann
dörtte biri veya halis gümüşten üç dirhemdir. Bunların kıymetindekibir mal da
mehr olarak verilebilir.
d) Ahmed bin Hanbel'e, yani Hanbelîlere göre : Bunun
taban ve tavanı smırlandırılmamıştır. Ne var ki on dirhem (32 grJden az
olmaması müstehabdır. Dört yüz dirhem verilmesi ise sünnete daha uygundur.
Bunun için Hanefî
fukahası mehr hakkında şöyle demişlerdir :
Mehrin en azı on
dirhem madrup veya gayr-i madrup gümüştür. Gümüş değil de onun yerine mal
verildiğinde, bu nisbeti bulmalıdır. Nikâh akdi yapılırken on dirhem gümüşe
tekabül eden bir mal belirlenir, ödenecek zaman malın değeri artmış veya
eksümişse, ne yapılır? Malm değeri artmışsa, artan kısmı kadından geri alınmaz,
olduğu gibi verilir. Kıymeti düşmüşse, yine kadını koruma bakımından ve bir
tavan da belirlenmediğinden düşen nisbeti tamamlayıp öylece verilir.[316]
Kadın bu hususta
muhayyerdir, dilerse belirlenen malm tamamını ister, dilerse onun yerine ıo
dirhem gümüş taleb eder.[317]
Nikâh akdi bir mehir
belirlenmeden veya mehr vermemek kay-diyle akdedüirse, birinci şekilde kadın
herhalde «mehr-i misil» yani emsaline uygun bir mehir alır. İkinci şekilde
yapılan akid fâsiddir. Bununla beraber adam bu fâsid nikâhla evlenip kadınla
cinsel temasta bulunursa, o takdirde yine «mehr-i misil» vermesi gerekir.
Bunun için mehrin
nikâh akdinde belirlenmesi sünnettir. Nikâhın şartlarından değildir. Şafiilere
göre de, şart değildir, sadece akid esnasında anılması sünnettir. O kadar ki,
reşide olan bir kız, kendisini nıehirsiz tezvîc ettirmesi için velîsine izin
verse veya nikâh akdi yapılırken bundan hiç söz edilmese, cinsel temastan sonra
kızm bu tarz bir izin vermesi dikkate almmıyarak kendisine «mehr-i misil»
verilmesi -vâcib olur. Aynı zamanda kadın nikâh akdi belirtilen şekilde
yapıldıktan sonra, mehrim belirlenmedikçe kendimi sana tes-lîm etmem diyebilir.
Çünkü bu onun şer'an belirlenmiş bir hakkıdır.[318]
Mehr, mal ve para
olabileceği gibi, mal ve para ile mübadelesi elverişli olan herhangi bir
menfaat de olabilir. Örneğin, mevcut kö-ie veya cariyesinin, bugün için
hizmetçi ve kapıcının evleneceği kadına hizmet etmek üzere nikâh akdi yapması
bu cümledendir. Çünkü bii tür menfaatler mal ve para ile mübadelesi kabildir.[319]
Hattâ evlenen erkek
köle ise, mehr olarak zevcesine hizmet etmesi caizdir. Tabii kadın bunu kabul
ederse... Fukahanıri bu hususta icmâ'ı vardır.[320]
Mehr olarak evlenecği
kadına Kur'ân öğretmeyi taahhüt eder ve böylece nikâh akdi yapılırsa, bu mehr
yerine geçmez, kadın mehr-i misle hak kazamr. Çünkü Kur'ân parayla okutulmaz.[321]
Koca olacak adam mehr
yerine kadının koyunlarını gütmeyi veya zirai işlerini yürütmeyi kabullenirse,
farklı görüşler olmakla beraber fukahadan bir kısmına göre, caizdir. Çünkü bu
tür işler ancak mal veya para karşılığında yapılır.[322]
Ancak îbn Nüceym'in tes-bitine göre, birincilerin görüşü daha sahihtir. Ne var
ki birinciler bu konuda Musa Peygamberin yedi yıl çobanlık yapmak şartiyle
Şuayb Peygamberin kızıyla evlendiğini delil göstermekte ve bizden önceki
peygamberlerin kıssası -aksi sabit olmadıkça- bize de gerekmekte ve sünnet
olmaktadır.[323]
Koca mehr olarak
karışma helâl ve haramı, bir takım ibâdetleri öğretmek üzere nikâh akdini
yaparsa, bu tür şeyleri belirtmek sahih değildir. Çünkü dini meseleleri bir
menfaat karşılığı öğretmek câri bir âdet değildir. Özellikle her kocanın
-biliyorsa- karısına bunları öğretmesi sünnettir. [324]
Nikâh akdinde mehr
olarak belirlenen mal veya mal ile mübadelesi kabil olan menfaat, on dirhemden
aşağı ise, bu herhalde tamamlanır. Çünkü mehrin tabanı en az on dirhem olarak
belirlenmiştir. Belirlenen mal veya menfaat herhangi bir sebepten yerine
getirilemezse, o takdirde kadın mehr-i misil almaya hak kazanır. [325]
Adam mehr olarak
kadına «seni bulunduğun şehirden çıkarmı-yacağım, yani başka bir kasabaya
nakletmiyeceğim veya «Senin üzerine evlenmiyeceğim...» der ve buna karşılık
nikâh akdi yapılırsa, nikâh sahihse de bu tür şeyler mehir yerine geçmez. Çünkü
mal ile mübadelesi mümkün olmayan şeylerdir. O takdirde kadın mehr-i misil
ahr. [326]
Adam mehr olarak hâlen
nikâhlı bulunduğu kadını boşamak üzere nikâh akdi yaparsa, akid sahihse de bu
tür sözler mehr yerine geçmez ve kadına mehr-i misil ödemesi gerekir.[327]
Kadında alacağı
bulunan 5000 liranın ödeme süresi nıehr olarak uzatılmak üzere nikâh akdi
yaparsa, bu tür geciktirmeler hükümsüz sayılır, evlendikleri takdirde kadın
mehr-i misil alır.[328]
Başkasında alacağı
olan 5000 lirayı mehr olmak üzere kadına havale edip nikâh akdi yapacak
olurlarsa, kadın bu durumda isterse borçludan tahsile çalışır, dilerse
kocasından bu nisbet parayı alabilir.[329]
Başkasının malı olduğu
halde şu köle veya şu ev mehr olmak üzere nikâh akdi yaparsa, nikâh akdi caiz
olmakla beraber belirtilen şeylerin de mehr olması sahihtir. Ne var ki köle
veya evin sahibi kendilerine ait bu malların satışına cevaz verirlerse, mesele
çözülmüş olur, yani koca olan kişi bunları satın alıp karısına mehr olarak verir.
Mal sahipleri satmadıkları takdirde, belirtilen malın bir benzerini mehr
olarak vermesi gerekir. Bu durumda yapılan akid hükümsüz kalmaz.[330]
Nikâh-ı Şiğar : Mehr
vermemek üzere iki adamın karşılıklı birbirlerine kızlarını veya
kızkardeşlerini tezvîc etmeleri ve bu şartla nikâh akdinde bulunmalarıdır.
Kısacası : Yapılan
nikâh akdinde mehri kaldırmak anlamında kullanılır. Dört mezhebe göre de bu tür
nikâh akidleri bâtıldır. Ancak yapılan nikâhın kendisi sahih, sayılır. Bu
bakımdan cinsel temas bulunmadan nikâhın fasit olduğuna hükmedilerek
ayrılmaları sağ-lanırsa, mesele yok. Cinsel temas yapılmışsa, o takdirde nikâh
sahih, mehr belirtilmesi -belirtilen ölçüde- gayr-i sahihtir. Bu bakımdan kadına
mehr-i misil verilmesi gerekir. Gerçi Nikâh-ı Şiğar'da Mezhep İmamlarının
görüşleri ve ictihadları arasında bazı nüans farkları vardır ama burada
açıklamaya gerek görmüyoruz.
Hanelilerin bu mesele
hakkındaki tesbit ve ictihadları şöyledir :
«Nikâh-i Şiğar -her ne
kadar hadîsle men'edilmişse de- bağlantı yapar, şart ise hükümsüz kalır.
Karşılıklı tezvîc edilen kadınlar mehr-i misil alırlar.»[331]
Tarla ve bahçesinden, içinde
bulunduğu yıl elde edilecek ürüne karşılık veya ortağının, hizmetçisinin
kazanacağı paraya bedel nikâh akdi yapacak olursa, bu tür mevcut olmayan
mallan mehr olarak ortaya koymak sahih değildir. Ama nikâh akdi sahih olduğundan
kadın mehr-i misil alır.[332]
1. Nikâh akdi -fasid bile olsa veya şüpheyle cinsel temas
meydana gelse- mücerred cinsel temasta bulunmakla,
2. Cinsel temas yapılmaksızın karı kocanın yalnız
başlarına bir odada bulunmaları nedeniyle,
3. Karı kocadan birinin ölümüyle...
Her üç durumda da
ister belirlenmiş bir mehr olsun, ister belirlenmedik.bulunsun, kadının lehine
gerçekleşir. Ancak belirlenmediği takdirde kadın mehr-i misil alır. Hiç kimse
kadının bu şer'i hakkını iskat edemez, meğerki kendi rızasıyla ya tamamından
ya.da bir kısmından vazgeçmiş ola...[333]
Yapılan nikâh akdinde
mehr amlmıyacak olursa, akid sahihtir, ancak evlenip cinsel temas veya sahih
bir halvet meydana geldiği veya karı kocadan biri öldüğü takdirde mehr-i misil
gerekir. Cinsel temas ve sahih bir halvet meydana gelmeden adam ölür veya
kadını boşarsa, o takdirde Mut'a gerekir. Mut'a, kadının yararlanacağı malî bir
imkândır ki bu mehr-i mislin yarısını geçmemek üzere belirlenir. Bu, İmam Ebû
Hanîfe ile İmam Muhammed'in görüş ve içtihadıdır.[334]
Cinsel temas ve sahih
halvet meydana gelmeden kocanın karısını boşaması, îlâ' (karışma yaklaşmamaya
yemin etmesi), liân, tenasül uzvunun kesikliği, cinsel iktidarsızlık, riddet
(dinden, çıkmaklık), nkâhh karısının anasını veya kızını şehvetle öpmek gibi
sebeplerle meydana gelen ayrılmadan dolayı mehr gerekmez, mut'a gerekir.
Ama ayrılma sebebi
kocadan değil de kadından taraf meydana gelirse -örneğin, kadının dinden
çıkması, kocasının oğlunu şehvetle öpmesi, rezâ (süt kardeşlik), hıyar-i bulûğ,
hıyar-i itik ve adenı-i ke-faet gibi sebeplerle kadın kocasından ayrıhrsa-
mut'a gerekmez.[335]
O halde, nerede nikâh
akdi mehri gerektiriyorsa, orada cinsel temas veya halvet-i sahiha meydana
gelmeden talâk meydana geldiğinde mut'a'ya gerektirir. [336]
İslâm Hukukunda kadına
mehir alamadığı yerlerde mut'a adı altında tanınan bu hak, Allah'ın kadınları
korumaya, onların haklarını ayakta tutmaya yönelik bir sünnetidir.
Bunun ortalama olanı :
Bir çarşaf vey manto, bir entari ve bir de baş örtüşüdür. Bunların vasat bir
kumaştan ya da bezden olması da yeter. Hattâ fakir kimseler için bunlar az
kullanılmış da olabilir.[337]
Ne var ki mutlaka bu
üç giysinin alınıp mut'a olarak verilmesi şart değildir. Başka giysiler de
olabilir. Fukaha bu meselede daha çok beldenin ve muhitin örfüne göre, üç parça
elbise alınmasını uygun görmüştün Elbise alınmadığı veya te'min edilmediği
takdirde, kıymeti takdir edilerek nakit para ödenir. Kadın mutlaka elbise isterim
diye diretecek olursa, onun bu tür davranışlarına itibar edilmez ve takdir
edilen para, almasa bile zorla verilir.[338]
Erkeğin durumu iyi
sayılıyorsa, kadın da az-çok görgülü zengin bir aileden ise, iyi kumaştan
hazırlanır, vasat bir aileden ise, ortalama bir şey, fakir bir aileden ise,
fakirlerin giydikleri bezlerden hazırlanıp verilir. İmam Kerhı de aynı
görüştedir. En sahih olan da bu tesbit ve görüştür. [339]Fetva
da buna göredir.[340]
Kocası ölen kadın
mirasçı olacağından mut'a gibi basit bir hakka yer verilmemiştir. İsterse
kocası onunla cinsel yaklaşmada bulunmamış veya bulunmuş olsun; sahih bir
halvet yapsın veya yapmasın fark etmez. [341]
Hanefi fukahasına göre
mut'a, genelikle şu üç kısma ayrılır :
1. Vâcib olan mut'a...
Kendisiyle cinsel
temasta bulunulmadan boşanan kadına verilir. Şu şartla ki kadına daha önce bir
mehir belirlenmemişse, Şayet böyle bir şey varsa, artık mut'a değil doğrudan
mehri verilir.
2. Müstehab olan mut'a...
Kendisiyle cinsel
temasta bulunulduktan sonra boşanan kadına verilir. Aslında her iki surette de
kadına verilen mut'a, bir bakıma mehr anlarmnadır.
3. Ne vâcib, ne de müstehab olmayan mut'a...
Kendisiyle cinsel
temasta bulunulmayan ve fakat nikâh akdinde kendisine mehir belirlenen kadına
verilir.[342]
Halvet-i Sahiha nedir?
Nikâh akdi yapıldıktan sonra karı kocanın cinsel temasta bulunmayıp tenha bir
yerde başbaşa kalmaları ve bulundukları bu tenha yerde cinsel temasta
bulunmalarına hissi, şer'i ve tabii hiçbir engelin bulunmaması halidir, Böyle
sahih bir halvetten sonra koca karısını boşayacak olursa, ona tam mehir
vermesi gerekir. [343]
Halvet-i Sanmadan
başka bir de Halvet-i Fâsida vardır. Bunun açıklaması şöyledir : Nikâh akdi
yapıldıktan sonra hakikaten cinsel temasta bulunamamaktır. Ya erkekte ya da
kadında veya her ikisinde meydana gelen hastalık buna engel olduğu yerde,
başbaşa da kalsalar, buna halvet-i faside denir. Sahih olan da budur.[344]
Karı kocadan bir farz
ya da nafile hac için ihrama girmiş veya farz bir namaza başlamış veya farz bir
orucu tutuyorsa, cinsel temasın yapılmasına sözü edilen engellerden biri
bulunmasa bile yine mevcut ibâdet halvetin sıhhatına engeldir. Bu bakımdan
böyle hallerdeki halvete de «halvet-i faside» denir.
Kaza orucu, adak ve
keffaret oruçları da en sahih kavle göre halvete engel sayılmamıştır. Nafile
oruç -zahir rivayete göre- böyledir. Nafile namaz da bu anlamdadır. Ayhali ile
lohusalık halvete engel sayılırlar.
Nikahlanan karı
kocanın yanında a'ma ve uyuyan bir kimse bulunursa, her ne kadar başbaşa da
kalsalar, yine de halvet-i sahiha sayılmaz. Ancak yanlarında henüz akledemiyen
küçük çocuk veya uzun süre baygın kalan biri bulunursa, bunlar halvete engel
sayılmaz. Yanlarındaki çocuk o gibi şeyleri akledecek yaşta ise veya yanlarında
dilsiz ya da sağır bir kimse bulunuyorsa, o takdirde halvet-i sahiha gerçekleşmez.[345]
Deliyle bunak da böyledir, kan koca arasındaki ilişkileri akledecek durumda
iseler, halvet gerçekleşmez, ak-ledemiyecek kadar akli dengesini
kaybetmişlerse, halvet gerçekleşir.[346]
Kan kocanın bulunduğu
tenha odada veya benzeri yerde yanlarında kadına ait bir cariye bulunursa,
farklı görüşlerde bulunanlar olmuşsa da en sahih olanı, bu durumda halvetin gerçekleşmesidir.[347]
Bunun gibi erkeğe ait
câriye de halvete mani' sayılmamıştır.[348]
Ne var ki cariyenin
hazır bulunması hususunda imamlar arasında farklı görüşler olmuştur. Kimi
halvet gerçekleşir, derken kimi de gerçekleşmez, demiştir. İkincilerin görüşü
biraz daha kuvvetli sanılıyor. [349]
Nikâh akdi yapıldıktan
sonra cinsel temas meydana gelmeden karı kotra tenha bir odada haşhaşa kalır da
yanlannda âdamm ikinci karısı da bulunursa, o takdirde halvet gerçekleşmez. [350]
Henüz cinsel temas
meydana gelmeden erkek kendi odasında uyurken karısı ansızın
onun odasına girecek olursa, erkek onun girdiğini bilsin bilmesin, halvet-i
sahiha gerçekleşir. Bu, İmam Ebû Ha-nîfe'nin içtihadına göredir. Çünkü ona
göre, bu konuda uyuyan kimse uyanık hükmünde sayılır.[351]
Adanı odasında
otururken karısı içeri girer de içeride başka kimse bulunmaz, ama adam giren
kadının kendi karısı olduğunu bilmez veya bunun aksine kadın odasında yalnız
otururken kocası içeri girer de kadın onu tamyamazsa, bu durumda halvet
gerçekleşmez. Nitekim Fakîh Ebû Leys de bu görüşü beğenmiştir. El-Muhit sahibi
Serahsî bu görüşün muhtar olduğunu kaydetmiş ve sebebini açıklamıştır.
Tatarhaniyye sahibi de aynı görüştedir.[352]
Ancak kocası onu tanır
da kocasını tanımıyacak olursa, o takdirde halvet-i sahiha gerçekleşir.[353]
Karı koca ikisi de
gayr-i müslim oldukları halde evlenirler, henüz cinsel temas meydana gelmeden
kadın Müslüman olur ve kocası bu vaziyette kadının yanma girerse, halvet
gerçekleşir. Ama adam Müslüman olur da kadın müşrike olduğu halde adamın yanma
girerse, halvet gerçekleşmez.[354]
Kadınn tenasül cihazı
doğuştan veya sonra meydana gelen bir hastalıktan dolayı cinsel temasa
elverişli değilse, o takdirde nikâh-landığı kocasıyla tenhada başbaşa da kalsa,
halvet-i sahiha gerçekleşmez. Bunun gibi erkek karısına zihar yaptıktan sonra
keffaret ödemeden onunla tenha kalırsa, halvet gerçekleşmez, çünkü keffaret
ödemeden bu durumda karısına yaklaşması haramdır.[355]
Tenasül aleti kesik
erkeğin halveti, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, sahihtir. Cinsel iktidarı olmayan
erkeğin durumu da böyledir. İdiş olan erkek te aynı hükme dahildir.[356]
Halvetin sahih
olabilmesinin şartlarından biri de başkasının muttali1 olamıyacağı, izin
almadan giremiyeceği bir yer olmasıdır.
Çölde insanların gelip
geçme ihtimali bulunduğu sürece halvet gerçekleşmez. Evlerin damları ne kadar
yüksek te olsa, çevresinde sütre yoksa, başkasının görmesi ihtimali kuvvetli
bulunduğundan yine halvet gerçekleşmez.
Sapa bir yolda baş
başa kalmaları -insanların gelip geçme ihtimali yoksa- halvet sayılır. [357]
Cami, hamam, salon ve
benzeri yerlerde baş başa kalan kan -koca hakkında sahih halvet gerçekleşmez.
Çünkü bu gibi yerler her zaman umuma açıktır.
Kırda) bayırda kurulan
özel çadırda baş başa kalmaları halvet sayılır. Bunun gibi dağda kayalıklar
veya ormanlar arasında sapa bir yerde baş başa kalmak ta sahih bir halvet kabul
edilir. [358]
Nikâh akdinde beîil
bir mehir söz konusu edilmediği takdirde yapılan akid sahihtir, ancak kadın
mehr-i misil alır, denilmişti. Bu neye göre takdir edilir? Emsal olarak neler
dikkate alınır? Fukaha-nın çoğuna göre, kadının baba tarafındaki sosyal durumu,
aynı aileden yaş güzellik ve benzeri hususlarda ona yakın bir ölçüdeki kızın
mehri esas kabul edilir. Ayrıca kültürlü, tahsilli bir kız ise, yine baba
tarafındaki aileler arasından ona yakın kültür ve tahsilde olan kızların mehri
ölçü kabul edilir.[359]
Baba tarafındaki
aileler arasında bir emsal bulmak mümkün olmadığında baba tarafıyla benzerliği
olan diğer aileler arasında emsal aranır.
Ancak bu arada kız
nikâh akdinde «annemin mehrinin bir mislini istiyorum» derse, bu da caizdir.
Mehir de «kız güzel
olursa 100 altın, çirkin olursa 50 altın mehir veririm» şeklindeki kayıtlar
caizdir. Adam vekiline yetki verirken bu tür şart ve kayıtları ileri sürerse,
dikkate alınır. Nikâh edilen kızın güzellik ve çirkinliğine göre, mehr verilir.
Mehirde bir miktar da
Allah (C.C.) için veya fakirler, miskinler, hastalar için ayrılırsa, bu tür
kayıtlara itibar edilmez. Bunu biraz açıklayalım : Nikâh akdinde ister erkek
ister kadın «1000 Allah için veya fakirlere dağıtılmak üzere 2000 lira» mehirle
bağlantı yaparsa, sadece 1000 lira mehir gerekir, diğer kayde itibar edilmez.
Bu, istih-sanen böyledir.[360]
Mehr-i Müsemma, nikâh
akdinde miktarı veya cinsi belirlenen mehr-dir. Mehr-i Misil, nikâh akdinde
anılmıyan mehirdir, evlendikten sonra emsali dikkate alınarak takdir
edilendir.[361]
1. Cinsi ve vasfı belli olmayan...
Koyun veya sığırın
karnında bulunan yavru veya cinsi ve vasfı belli olmayan bir elbise, bir ev
veya bir hayvan mehr olarak belirlendiğinde, bu tür kayıtlar geçerli sayılmaz,
evlendikten sonra kadına mehr-i misil verilir.
2. Cinsi belli olup vasfı meçhul olan...
Bir köle veya at ya da
koyun, keçi, elbise ve deve gibi bir eşya mehr olarak belirlendiğinde, bunun
cinsi belli ama vasfı belli değildir, nasıl bir köle, nasıl bir at veya deve
verilecek bilinmemektedir. Bu durumda sözü edilen cinslerden hangisi
belirlenmişse ondan ortalama ölçü ve vasıfta olanı verilir. Gerekirse kıymeti
takdir edilerek verilebilir,
Ancak yanımdaki kölemi
veya şu elbiseyi, derse o takdirde vasfı da belli olduğundan, adlandırılanın
aynını vermesi gerekir. Çünkü izafe, tarif sebeplerinden biridir.[362]
3. Hem cinsi hem vasfı belli olan...
Şu kadar gram altın
veya gümüş, ya da şu kadar lira para diye adlandırıldığında, mehrin hem vasfı,
hem cinsi belirlenmiş olur. [363]
Nikâh akdinde şu köle
veya şu küp dolusu buğday ya da sirke taehr olarak belirlenir, sonra kölenin
hür, küpün içindekinin de fa-kulya olduğu görülürse, o takdirde kadına mehr-i
misil verilir. Bu, tmam Ebu Hanîfe'ye göredir. İmam Muhammed'in de aynı görüşte
olduğu söylenir.[364] Ebû
Yusuf'a göre, bu hususta kıymete de baş vurulabilir.
Bu nedenle belirli bir
köle veya belli bir elbise mehr olarak ta'yin edilir, kölenin cariye olduğu,
elbisenin de başka bir ülkenin nıa-mulü olduğu anlaşılırsa, o takdirde kölenin
veya elbisenin kıymeti takdir edilerek nakden ödenir.[365]
Mehirde fazlalık sahihtir.
Nikâh akdi yapılırken, belirlenen nis-betin üzerine çıkıp fazla bir nisbet
istemek caizdir. Akid yapıldıktan sonra erkek belirlenen mehri biraz
artıracağını, yani fazla bir nisbet üzerine koyup vereceğini söyler, kadın da
bunu kabul ederse, aynen ödenmesi gerekir.[366]
Ancak adamın
belirlenen mehri artırması ve bunun gerçekleşmesi üç şarttan biriyle mümkün
olur . Cinsel temas, halvet-i sahiha, karı koradan birinin ölmesi,.. Bu üç
sebepten biri meydana gelmeden karı koca ayrılacak olurlarsa, belirlenen
fazlalık kendiliğinden düşer. Mehrin de ancak yansı nıut'a olarak verilir.
Fukahanın ileri gelenlerinden çoğunun görüş ve tesbiti bu ölçü ve anlamda
bulunuyordur.
Kudurî'de İmanı Ebû
Hanîfe'ye göre, erkeğin vermek istediği fazlalığın, kadının ölümü halinde
verilmesi caizdir. Yani kadın öldüğü takdirde hem mehri hem kocasının vermek
istediği fazlalık kadının mirasçılarına verilir. İmameyne göre, fazlalığı
vermek caiz değildir.[367]
Ric'i talâkla boşanan
kadına kocası belirlenen mehrini artırdım derse, buna itibar edilmez. Çünkü bu
meçhul bir anlam taşır. Ama «sana bin lira mehr ile rücû ettim» der, kadın da
bunu kabul ederse, caiz olur. Kadın kabul etmezse caiz olmaz. Çünkü ilk nikâh
akdinde belirlenen mehirden fazla bir nisbet taşımaktadır. Erkeğin vermek
istediği fazlalığı, kadının aynı mecliste kabul etmesi de şarttır. Aksi halde
caiz olmaz. [368]
ilk nikâh akdi
yapıldığında adam 100 altın mehir belirler, sonra nikâhı tazeleyip ikinci bir
akid yaptığında 200 altına çıkarırsa, herhalde bu nisbeti vermesi gerekir mi?
Havahirzade'nin tesbitinde İmam A'zam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre,
sadece 100 altın gerekir. İmam Ebû Yusuf'a göre, 200 altın gerekir. Muhtar
olan, îmam Ebû Hanîfe'nin görüşüdür.
O halde ihtiyaten
nikâhı tazelerken yeni bir mehre gerek yoktur, îmamlar bu hususta
müttefiktirler.[369]
Akid esnasında
belirlenen mehrin bilahare nisbetini düşürmek, kadının rızasını almadan caiz
değildir. Meğerki kadın buna rıza göstere.[370]
Akid esnasında
belirlenen mehr henüz teslim edilmeden erkeğin yanında telef olursa, misli
varsa aynen alınıp teslim edilir, misli yoksa kıymeti takdir edilip verilir.[371]
Mehr bilindiği gibi
İslâm Şeriatının- takdir ettiği bir haktır. Kadın kendine ait olan bu hakkı
istediği gibi kullanabilir. O takdirde belirlenen mehrin ya tamamını ya da bir
kısmını kocasına bağışlarken velî ve vekilinden hiçbiri buna itiraz etme
hakkına sahip değildir.[372]
Nikâh akdinden sonra
cinsel temas veya sahih bir halvet meydana geldikten sonra kadın mehrinin
tamamını acele ister ve kocası ödemedikçe kendini ona artık teslim etmezse, bu,
İmam Ebû Hanîfe'-ye göre caizdir. îmameyne göre, caiz değildir. Çünkü bir takım
huzursuzluklar doğurabilir.
Bu durumda adam mehri
ödemedikçe, kadının evden çıkmasına, seyahat yapmasına ve nafile hacce gitmesine
engel olamaz. Bu da İmam Ebû Hanîfe'ye göredir. İmameyn muhalefet etmiştir. Ama
henüz cinsel temasta bulunulmadan kadmm muaccel olan mehri veril-memişse, o
takdirde kadının sözü edilen hususlar için evden çıkmasına kocası engel
olamaz, imamların bu hususta görüş birliği vardır.
Kadın henüz ergen
olmamış veya aklî dengesini kaybetmişse, o takdirde velîsi onun muaccel mehrini
alıncaya kadar onu kocasından men'edebilir.[373]
Kızını evlendirdikten
sonra baba bulunduğu kasabadan ayrılıp başka bir şehire göç etmek isterse, evli
olan kızını da beraberinde götürebilir mi? Kocası kızın mehrini vermemişse, o
takdirde götürebilir, koca buna engel olamaz. Ama mehrini vermişse, o takdirde
kızın babası onu beraberinde götürmek isterse, ancak kocasının müsaadesiyle
götürebilir.[374]
Nikâh akdi yapıldıktan
ve cinsel temas veya halvet-i sahiha meydana geldikten sonra kadının kocası
mehrin az bir kısmını kesip gerisini verirse, bu durumda kadın mehrin tamamını
alıncaya kadar kendini kocasından uzak tutabilir, yani cinsel temas ve benzeri
davranışlarına imkân vermiyebilir. Ancak aldığı kısmı bu yüzden iade etmesi
caiz olmaz. Meğerki gönülden rıza gösterip bağışlaya...[375]
Henüz ergen olmayan
kızı evlendiren velîsi kızın mehri ödenmedikçe onu kocasından uzak tutma
hakkına sahiptir. Hattâ kendi evinde tutup mehrin tamamen ödenmesini
bekleyebilir.[376]
Bunun gibi, kardeşinin
yetim kalan küçük kızını evlendiren amcası, belirlenen mehri teslim almadan
kızı kocasına teslim etmesi doğru değildir .[377]Çünkü
bu durumda kızın hakkı zayolabilir.
Kadın borçlu durumda
olur, alacaklı kapıya dayanır, kocası da onun mehrini ödeyemiyecek olur, o
takdirde kadın kendini kocasından men'edebilir. İstihsanen kocasının da ona
yaklaşma hakkı olmaz, mehri ödemedikçe.[378]
Ama mehir müeccel
(belirlenen bir süre sonra ödenmesi söz konusu olan mehr) in ödeme günü
gelindiğinde kadın hemen ödensin diye kendini kocasından men'edemez. Bu, İmam
Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göredir. [379]
Nikâh akdinde mehri
bir yıl sonra ödemek üzere anlaşma yapılırsa, br yıl dolmadan kadmm «mehri
almadıkça sana teslim olmam» uemesi caiz midir? Akid yapıldığında mehr bir yıl
sonra verilecektir, denilirken erkek, «ben mehri ödemeden sana yaklaşabilirim»
demişse, o takdirde kadının ona engel olması caiz değildir. Erkek böyle bir
söz söylememiş, sadece bir yıl sonra mehri ödeyeceğini şart koşmuşsa, kadmm
kendini ondan men' etmesi doğru olur mu? İmam Muhammed'e göre edebilir, bu da
bir alım - satım akdindeki sözleşmelere benzer. Nitekim İmam Zahîrüddin buna
göre fetva vermiştir. İmam Ebû Yusuf a göre, kadmm böyle yapması caiz olmaz.
Nitekim Sadrüşşehîd buna göre fetva vermiştir.[380]
Mehr muaccel olarak
belirlendiği halde erkek mehri henüz ödemeden cinsel yaklaşmada bulunabilir
mi? Nikâh akdinde erkek «ödemeden yaklaşmada bulunabileceğini şart koşmuşsa» o
takdirde yaklaşabilir, Böyle bir şart konulmamışsa, kadın kendini ondan men'edebilir.
Ric'î talâk sebebiyle
mehr-i müeccel, muaccele dönüşür. Bu durumda erkek kadına müracaat etse bile
artık onu müeccel halde bırakması doğru olmaz. [381]
Karı koca evlendikten
sonra nikâh akdinde belirlenen mehrin nisbeti
üzerinde ihtilâfa düşer, hiçbiri bu hususta bir beyyine ortaya koyamazsa,
mehr-i misil ile hükmedilir.
Erkek mehrin 1000
dirhem, kadın 2000 dirhem olduğunu iddia eder, mehr-i misil de 1000 dirhem
civarında olursa, o takdirde yemin verdirilerek erkeğin iddiasına göre
hükmedilir. Erkek yeminden kaçınacak olursa, kadının iddiası sübut bulmuş kabul edilir.
îki taraftan hangisi
iddiasını beyyine getirerek isbat ederse, ondan yana hükmedilir. [382]
Bazı hallerde mehrin
tekrarı gerekir. Bunu bir misal ile- açıklı-yalım : Evlendiği kadınla cinsel
temasta bulunduktan sonra onu bir ya da iki talâk-i bâin ile boşar, henüz
iddeti (şer'i bekleme süresi) bitmeden tekrar evlenir ama cinsel temasta
bulunmadan tekrar bo-şarsa, imam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göre, biri
birinci nikâhtan dolayı, diğeri ikinci nikâhtan dolayı olmak üzere iki tam mehir
vermesi gerekir. Bu durumda ilk iddetinin tamamlanmasını bekler. İkinci bir
iddet gerekmez.
Bunun gibi, kadın
kendisine denk olmayan bir erkekle evlenir, kendisiyle cinsel temasta
bulunduktan sonra kadının velisi durumu hâkime yükseltip ayrılmaları sağlanırsa,
kadına hem mehr ve hem iddet vâcib olur. Sonra sözü edilen adam o kadını
velîsinden izin aldırmadan nikâhlar ve hâkim, bunlar henüz cinsel temasta
bulunma- dan onları ayırırsa, kadına tekrar tam bir mehir vermesi gerekir.
İkinci bir iddet gerekmez, birinci iddetini tamamlamayı bekler.
Birkaç Misal Daha
Verelim :
Henüz ergen olmayan
kızla -velisinin izniyle- evlenir, cinsel temasta bulunduktan sonra kız ergen
olur ve ayrılmayı tercih edip kaadıya başvurur, kaadı onları ayırır, henüz
iddeti bitmeden adam tekrar onunla evlenir, ama cinsel temasta bulunmadan
boşarsa, erkeğin tam bir mehr vermesi, kadına da ilk iddetini tamamlamak gerekir.
Adam bir kadınla
evlenip cinsel temasta bulunduktan sonra kadın irtidad edip (dinden çıkar)
sonra İslâm'a girince adam iddet içinde onunla evlenir ama henüz cinsel
temasta bulunmadan kadın tekrar irtidad
ederse, sadece tam bir mehr gerekir ve kadın ela ilk iddetini tamamlar.
Kadını üç talâkla
boşadıktan sonra iddet içinde helâl olduğunu zannederek onunla cinsel temasta
bulunursa, her temas karşılığında bir mehr gerekir. [383]
Müslümanların mehrine
elverişli olan her şey onların nikâhında da mehrlerine elverişli kabul edilir.
Müslümanların mehrine elverişli kabul edilmiyen şeyler onlar için de uygun
kabul edilmez. Ancak domuz ve şarap gibi haram nesneler müstesna. Çünkü bunlar
gayr-i müslimlere göre mubah sayılır.[384]
O halde zımmî (gayr-i
müslim vatandaş) bir erkek bir zimmîye ile mehri domuz veya şu kadar şarap ya
da benzeri bir şey olmak üzere nikahlanır veya nikâh akdinde hiç mehrden söz
edilmez veya temamen mehrsiz denilerek akid yapılırsa, yapılan bu tür akid caizdir.
Zimmî böyle bir
nikâhtan sonra cinsel temasta bulunur veya bulunmadan önce karısını boşar veya
ölürse, son iki şekildeki akidden dolayı kadına bir mehr gerekmez. Bu, İmam Ebû
Hanîfe'ye göredir. [385]İsterse
bu durumda ikisi de İslâm'a girmiş olsun, ister meseleyi halletmek için
Müslüman bir kaadıya başvursun farketmez. Çünkü ilk nikâh akdi yaptıklarında
kendi dinlerince mehr diye kabul edilmiş olsa, Müslüman kaadımn ona göre,
kadının hakkını koruması gerekir.[386]
Harbi olan karı
kocanın da durumu bunlardan farksızdır. Onlar da kendi ülkelerinde domuz, şarap
veya benzeri bir haram nesne mehr verilmek üzere nikâh akdi yapar veya mehrsiz
bir akidde bulunurlar, sonra da boşandıklarında, İslâm kaadısma baş
vururlarsa, kadına mehr verilmesi hususunda bir hüküm verilmez. Kaadıya baş
vururken İslâm'a da girseler farketmez. Çünkü nikâh akdi kendi dinlerine ve
inançlarına göre yapılmıştır.
Ancak yapılan sahih
tesbitlere göre, zimmi zimmîyeyle mehr olarak domuz veya şu kadar şarap
üzerine evlenirler, sonra İslâm'a girip birbirinden boşanır arsa, o takdirde
kadına mehr-i misi gerekir. Bu, İmam Ebû Yusuf'a göredir; fetva da ona göredir.
Tabii bütün bu meselelerde mehr konusu ele alındığında, eğer daha önce
belirlenen mehr verilmemişse, böyledir; verilmişse, artık bu konu üzerinde durulmaz.[387]
Adam kızını
evlendirilmen ona bir takım eşyayı çeyiz olarak verirse, artık geri alması
-istihsanen- doğru olmaz. Fetva da buna göredir. Kızı çeyiziyle birlikte
kocasına teslim ederken, kız tarafı ayrılan çeyizden bir şey geri almak
isterse, kızın kocası buna engel olabilir, Çünkü bu bir bakıma rüşvet
kapsamına girer.[388]
Kızma çeyiz ayırıp ona
teslim ettikten sonra evlendirir ve bir süre sonra verdiği çeyizi -emaneten
verdim iddiasıyla- geri almak ister, kız ise bunun aksini iddia ederek, «bana
temelli bağışladı» derse, bu hususta babasının değil kızın iddiası dikkate alınır.
Kız öldükten sonra babası böyle bir iddiada bulunur, kızın kocası ise aksini
savunursa yine bu hususta kızın kocasının sözüne itibar edilir.
Gerçi bu meselede İmam
Serahsî'nin belirtilen fetvanın aksine bir görüşü varsa da, fukahamn çoğu
birinci görüşü daha uygun bulmuştur. Et Tebyîn sahibi Zeyîaî ise, bu meselede
beldenin örfüne bakılır, demiştir. Beldenin örfüne göre kıza verilen çeyiz
emaneten göstermelik olsun diye veriliyorsa, o takdirde babasının iddiasına
itibar edilir. Böyle bir örf yoksa, kızın, o ölmüşse kocasının sözüne itibar
edilir.
Nitekim Sadrü'ş-Şehîd
bu son görüşü fetvaya daha uygun kabul etmiştir.[389]
Beldenin örfüne göre,
babanın kızma verdiği çeyiz emaneten göstermelik anlamında değildir, ama baba
bu anlamda verdiğini is-bat için şahid veya yazılı imzalı belge getirirse, o
takdirde iddiasına itibar edilerek o yönde hükmedilir. Çünkü şahidlerin
şehadeti veya yazılı belgede kızın imzası yeterli sayılır.[390]
Adam kızma çeyiz
hazırlar, onu evlendirirken hazırladığı çeyizi teslim etmez, sonra da yapılan
akdi fesheder ve kızını başka bir adama tezvîc ederse, kızın daha önce
hazırlanan çeyizi isteme hakkıl olmaz.
Kız babası evinde
iken, babasının satın aldığı yumak, ipek ve benzeri şeyleri el işi olarak
değerlendirir, çok geçmeden babası ölürse, örf ve âdete bakılarak kızın
hazırladığı eşya kıza bırakılır, diğer vârisler bir hak talep edemez.
Annesi kocasının
malından kıza çeyiz hazırlarken kocanın bundan haberi olur, ama hiç sesini
çıkarmaz, bu böyle devam edip giderken bir gün kız evlendirilir ve hazırlanan
çeyizin tamamını beraberinde götürürse, babasının bunu geri almaya hakkı
olmaz. Çünkü annesi bu masrafı onun kazancından yaparken haberi olduğu halde
sesini çıkarmamış, susmasıyla tasvip etmişti.[391]
Adam evlenince
karısına bir miktar altın hediye eder, fakat kızın babası zengin olduğu halde
kızma çeyiz namına bir şey vermezse, bu durumda kızm kocası, kayınpederine baş
vurup kızma bir miktar ya çeyiz, ya da örf ve âdete uygun bir miktar altın ya
da para vermesini isteyebilir. Mesele dava konusu olduğunda ,kaadı örf ve âdeti
dikkate alarak hüküm verir.
Ancak Hidâye sahibi
Merğinanî diyor ki : Bu meselede en sahih olanı şudur ki, adam çeyiz ve benzeri
şeyi taleb etmek üzere kayınpederine baş vuramaz. Çünkü nikâh akdinde ve
evlenmede mal söz konusu ve amaç değildir.[392]
Evlendikten bir süre
sonra karı koca boşanıp birbirinden ayrılır, ancak ev eşyasını taksimde
anlaşamazlarsa, aralarında şu yolda hükmedilir : Kadınlara mahsus olan eşya
kadına, erkeklere mahsus olan eşya da erkeğe verilir. Ancak iki taraftan biri
beyyine ikaame edip diğerine ait kabul edilen eşyanın kendisine ait olduğunu
isbat ederse ona göre hükmedilir.
Hem kadına, hem erkeğe
ait olması mümkün olan eşya ise, karşı tarafın isbat edecek beyyinesi yoksa,
erkeğe verilir. Meselâ : Köle, hizmetçi, silah,.at ve benzeri şeyler bu
cümledendir.[393]
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, kadına ait kabul edilen eşya hayatta ise kadına, değilse mirasçılarına;
erkeğe ait kabul edilen eşya hayatta ise erkeğe değilse mirasçılarına verilir.
İkisine de ait olduğu sanılan eşya ise, İmanı Muhammed'e göre, erkeğe verilir.
İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bu müşkilat arzeden bir meseledir. Ticaret malı, ise
adam da bayatta iken ticaretle az - çok uğraşan bir kimse olarak biliniyorsa,
o takdirde ona veya mirasçılarına terkedilir. Diğer bazı eşya bilirkişilerin
tesbitine göre, bir taksimata tabi tutulur.[394]
Hepsi bir evde
oturuyorsa, adama ait eşya kendisine verildikten sonra geriye kalan eşya
kadınlar arasında eşit şekilde taksim edilir. Kadınların her biri ayrı evde
oturuyorsa, o takdirde kocasına ait eşya ayrıldıktan sonra geriye kalan
kendisine verilir, diğer kadınlara bir şey verilmez. Çünkü her kadın kendi
evinde kendi eşyasının başında bulımuyordur.[395]
Kadının bu tür
iddiası, ancak şahit veya yazılı bir belgeyle sü-but bulabilir. Aksi halde eşya
kocasına verilir.
Bunun gib karı koca
oturdukları evin mülkiyetinde ihtilâfa düşer, kadın kendisine ait olduğunu,
koca da aksini iddia eder ve her iki taraf da şahit veya yazılı bir belge
getiremiyecek olursa, ev erkeğe bırakılır. [396]
Koca karısına ait bir
eşyanın kendisine ait bulunduğunu iddia eder ve her biri bu hususta beyyine
ikaame ederse, erkek lehine hükmedilir. Erkek beyyine ikaame edemez, sadece
kadın ikaame ederse, o takdirde kadına bırakılır.[397]
Fasid nikâh, aslında
hükümsüz bir nikâhtır. Böyle bir nikâhla evlenen erkekle kadın arasında cinsel
temas meydana gelmediği takdirde nikâhla ilgili hükümler gerekmez.
O halde fâsıd bir
nikâhla evlenen kadın ve erkeğin derhal mütareke yapmaları lâzımdır. Kendileri
ayrılmadıkları taktirde kaadıya baş vurulur ve kaadı derhal onları
birbirlerinden ayırır. Eğer aralarında cinsel temas meydana gelmemişse, kadana
ne mehr verilir, ne de iddet (şer'î bekleme suresi) gerekir. Cinsel yaklaşımda
bulunulmuşsa, o takdirde kadına hem mehr verilir, hem de iddet gerekir.
îddetin başlangıcı, ayrıldıkları andan itibaren muteberdir.[398]
Bu sebeple nikâh-i
fâsid'de boşama, mütareke iledir. Mütareke ise, cinsel yaklaşmadan sonra ancak sözlü
olabilir Erkeğin kadına : «Seni terkettim.» veya «Senin yolunu boş bıraktım»
gibi bir sözle gerçekleşir. «Git de evlen...» demek de bu anlamdadır. El-Muhit
sahibi, cinsel yaklaşma meydana gelmeden önce mütareke yapılırsa, ancak sözlü
olabilir, diyor.
Mütareke, kadın ve
erkekten her birinin diğerini terketmesi anlamına kullanılır. Bu bakımdan
sadece erkeğin sözlü demesiyle mütareke meydana gelebileceği gibi, kadının da
«seni terkettim, senden ayrıldım» demesi bir mütarekedir ve caizdir.
Karı kocadan herhangi
birinin diğerinin gıyabında bu ve benzeri mütarekeye delâlet eden bir söz
söylemesi de muteber ve geçerlidir. O halde mütareke vicahen olabildiği gibi,
gıyaben de olabilir. Ancak bu durumda mütarikin sözle terkettiğini mütarekin
bilmesi şarttır. Hattâ kadın, adamın mütareke yaptığı kendisine bildirilmez
veya bundan haberi olmazsa, o taktirde iddeti sona ermez.[399]
Ne var ki bu meselede
yapılan sahih araştrmalara göre kadının mütareke yapıldığım bilmesi şart
değildir. O halde koca, karısının, gıyabında -haberi olmadan- mütarekede
bulunursa, belli sürenin geçmesiyle iddeti sona ermiş olur. Nitekim talâk'da da
durum böyledir.[400]
O halde bu ikinci
tesbit, Kmye sahibinin tesbitinden daha sıhhatlidir. Bu bakımdan fetva buna
göre verilir.
Nikâh-i Fâsid'de meydana
gelen mütareke talâk sayısına te'sir etmez. Sahih olan da budur.
Fâsid nikâhtan dolayı
vefat iddeti gerekmez. Söyle ki, nikâh-i fâsid yapıldıktan sonra adam ölürse,
sahih bir nikâhtan dolayı lâzım gelen vefat iddeti (dört ay on gün) gerekmez.
Sadece kadına cinsel temasta bulunmuşsa, iddet (şer'i bekleme süresi) gerekir.
Yine bu nikâhtan
dolayı nafaka da gerekmez.
Fâsid nikâhta -cinsel
yaklaşma meydana gelmemişse- hiçbir hüküm gerekmez. Meselâ Kadının anısına
şehvetle dokunması bir şey ifade etmez, yani hürmet-i nıüsahareti gerektirmez.
Bunu biraz daha açıklayalım : Bir kadım fâsid nikâhla aldıktan sonra, onun
anasına şehvet ile dokunur ve sonra da o kadınla mütareke yaparsa, daha önce
şehvetle dokunduğu kadını nikâhlıyabilir.[401]
Fâsid nikâhtan sonra kadınla
cinsel temasta bulunan adam evli sayılmaz, bu bakımdan bir zina suçundan had
cezası verilirken bekârlara tatbik edilen ceza uygulanır.
Böyle bir nikâhtan
dolayı cinsel münasebette bulunan kimseye had cezası gerekmez. Ancak
birbirlerinden sözlü ayrıldıktan sonra adam cinsel temasta bulunursa had cezası
gerekir.[402]
îmam Şafiî'ye göre,
fâsid nikâhta ne mütarekeye, ne de feshe hacet yoktur. Zaten hükümsüz bir
akiddir. İddet içinde akdedilen nikâha benzer.
Ahmed bin Hanbel'e
göre, fâsid nikâhla evlenenlerin nikâhları feshedilmedikçe kadın başkasıyla
evlenemez. Erkek boşamaktan yani nikâhı feshetmekten kaçınırsa, hâkim derhal
müdahale edip nikâhı fesheder.
Maliki Mezhebi bu konuda
Hanefîlerle birleşir. Ancak Mâlikîle-re göre, cinsel yaklaşma meydana gelmişse,
nıehrin tamamı takdir edilir. Hanefîlerde ise en azı... [403]
Nikâhlı bir kadınla
evlenmek, bâtıl bir nikâhtır. Fâsid nikâhlarla ilgili hükümler bâtıl nikâh
hakkında da aynen câridir. Ancak şu iki husus müstesna :
1. Bâtıl bir nikâh sebebiyle meydana gelen cinsel
temastan dolayı mehr-i müserama değil de «ukr» adı altında bir- mehr gerekir. Bâtıl nikâh yapıldığında Mehr-i
Müsenunâ söz konusu edilmiş olsa bile ona itibar edilmez.
2. Bâtıl nikâh sebebiyle ne neseb sabit olur, ne de
iddet gerekir. Fâsid nikâhta ise -bazı şartlarla-' hem nesep sabit olur, hem
iddet gerekir. Bu bakımdan kadının ilk kocası iddet beklemeden onunla temasta
bulunabilir. Ancak ne var ki, bir ayhalinin görüp geçirmesini bekleyip
istibraya riâyet etmesi isabetli olur.
Mâlikîlere göre, bir
iddet süresini kapsayan istibra gereklidir.
Hanbelîlere göre,
bâtıl nikâhla neseb sabit olmaz. Bu tür bir nikâhla evlenen kadınla erkek zina
yapmış sayılır ve kendilerine had şer'î ceza)
gerekir.
Şâfiîlere göre, nikâh-ı
şiğar, nikâh-i mut'a da bâtıl olan nikâhlardandır. İhramda bulunanın nikâhı da
bu cümledendir. Velînin kendi kızını iki adama nikâh etmesi -ki hangisine daha
önce nikâh- ladığı bilinmediği takdirde- bâtıl nikâhlardandır.
Bu tür nikâhlardan
dolayı -cinsel temasta bulunulmuşsa- şer'i had (ceza) gerekmez. îddet (şer'î
bekleme süresi) gerekir ve neseb ile mehir de sabit olur.[404]
Köle ve câriye
-mükâteb, Ummu Veled ve Müdebber de olsalar-ancak efendilerinin izniyle
nikâhlanabilirler. Efendilerinin izni olmadan biriyle nikahlanırlar sa, o
takdirde efendileri uygun görürse yapılan nikâh akdi geçerli sayılır. Uygun
görmediği takdirde geçerli sayılmaz.[405]
Köle ve cariyelerin
nikâh akdiyle ilgili hükümler geniş bir yer kaplamaktadır. Gerek El-Mebsut
sahibi, gerekse El-Bedayi' ve diğer kaynak kitapların sahipleri bu konuyu
yeterince açıklamışlardır.
Günümüzde bu tür
meseleler revaçta olmadığı, kölelik ve cariyelik kayıtları tarihe karıştığı
için üzerinde fazla durmaya gerek görmedik. Sırf bilgi kabilinden yer yer
onlardan az da olsa söz etme-ihtiyacım duyduk. Tâki islâm Hukukunda köle ve
cariyelerle ilgili hükümler bilinsin diye. [406]
Bir gayr-i müslim
vatandaş bir gayr-i müslim kadınla şahitsiz olarak evlenir ve bu onların
dinince caizse, yapılan akid sahihtir. Müslüman oldukları takdirde şahitsiz
evlendiniz diye nikâhları ibdai edilmez, yani hâkim onları ayırmaz.
İslâm'a girmez, ancak
İslam kaadısma başvurup bu hususta bir yargıda bulunmasını talep ederlerse,
yine de kaadı onları ayırmaz. Çünkü kendi dinlerine uygun bir akid
yapmışlardır.
Yine ikisi de (gayr-i
müslim erkekle kadın) evlenir, ancak kadının boşandığı kocasından iddeti
(şer'î bekleme süresi) bitmeden nikâh akdi yapmışlar ve dinlerince bunda bir
sakınca olmadığı biliniyorsa, o takdirde bunların gelip İslâm'a girdikleri
takdirde nikâhları sahih kabul edilir, ayrılmalarına karar verilmez.[407]
Kendi mahremi (yani
İslâm Dininde nikâhlanması haram sayılan yakınlarından biri)yle evlenen gayr-i
müslimlerin dininde buna cevaz veriliyorsa, Ebû Hanîfe'ye göre, akid sahih
kabul edilir. Ancak bunlardan biri veya her ikisi İslâm'a girecek olsalar,
derhal ayrılmaları sağlanır ve biri diğerine vâris olmaz. Aynı azamanda bunlar
evlide sayılmazlar. Yani bir zina suçu sübut bulduğunda bunlara evli kişilere
tatbik edilen ceza uygulanmaz, bekâr kabul edilerek ona göre işlem yapılır.
Sahih olan da budur.[408]
Bunlar belirtilen
anlamda evlendikten sonra İslâm kaadısma başvuracak olsalar bile, kaadı onları
ayırmaz. Çünkü kendi dinlerince böyle bir evlilikte sakınca yoktur.
İki kız kardeşi
nikahlayan bir gayr-i müslim erkeğin de durumu böyledir. Kendi dinlerince bir
sakınca yoksa evlilikleri devam eder. İslama girdikleri ân nikâh akdi
feshedilir. Ancak İslâm'a girmeden kız kardeşlerden biri ayrılırsa, o takdirde
İslâm'a girdikten sonra diğeriyle olan evliliğine dokunulmaz.
Gayr-i müslim yine
gayr-i müslim olan karısını üç talâkla kesin şekilde boşadıktan sonra kadın
henüz başkasıyla evlenmeden adam yeni bir nikâhla tekrar onunla birleşir ve
sonra İslâm'a girerlerse, nikâhları sahih kabul edilir[409].
Bir gayr-i müslim,
Müslüman bir kadınla evlenirse, kaadı derhal onları ayırır. Kadın ,ben bununla
evlendiğimde İslâm'a girmiş bulunuyordum, der. Erkek de hayır ben bununla
evlendiğimde mecusî idi. İddialarını isbat edecek bir belge yoksa, bu hususta
kadının sözüne itibar edilerek karar verilir.[410]
Putperest ya da
ateşperest olan erkekle kadın evlendikten sonra onlardan biri İslâm'a girecek
olsa, diğerine de İslâm'a girmesini arzeder ,kabul ederse, evlilikleri devam
eder. Etmediği takdirde kaadı derhal onları ayırır. Çünkü bir müslüman bir
putperestle evli olamaz.[411]
Kocası Müslüman olur,
karısı olmazsa, ayrılmalarına karar verilir ve bu bir talâk anlamında olmaz.
Yani ileride kadın İslâm'a girerse, tekrar evlenebilirler. Ama kadın Müslüman
olur, kocası olmazsa, o takdirde hâkimin onları birbirinden ayırması talâk
olur. Bu, İmam Ebû Hanlfe ile İmam Muhammed'e göredir.[412]
Bu durumda ayrılmaları
sağlandıktan sonra eğer aralarında cinsel temas meydana gelmemişse, o takdirde
erkek İslâm'a girmekten kaçmmışsa, kadına yarım mehr verilir. Kadın İslâm'a
girmekten kaçmmışsa, o takdirde kendisine hiç mehr verilmez. Cinsel temas
meydana gelmişse, İslâm'a girmekten kaçman da erkek ise, kadına tam mehr
verilir.[413]
Kitap Ehlinden olan
karı koca evliliklerini sürdürürken koca İslama girerse, ayrılmalarına karar
verilmez, çünkü bir müslüman erkek bir Kitap Ehli kadınla evlenebilir.[414]
Dar-i Harpte kan
kocadan biri İslâm'a girer ve bunlar kitap ehlinden değillerse veya kitap
ehlinden olup İslâm'a giren kadın ise, nikâh bağının kopması için üç ayhalinin
geçmesi beklenir. İster cinsel temasta bulunmuş olsunlar, ister olmasınlar
farketmez.[415]
Ama üç ayhali geçmeden
diğeri de İslâm'a girerse, o takdirde nikâhları devam eder.
Karı koca müste'men
(İslâm ülkesinde oturma müsaadesi almış) iseler, diğerine de İslâm'a girmesi
teklif edilir, kabul ederse yine evlilikleri devam eder. Kabul etmediği
takdirde, üç ayhalinin geçmesi beklenir ve sonra ayrılmaları kesinlikle
sağlanır. Ne var ki bu üç ay-hali bir iddet değildir. Bu bakımdan kadınla
cinsel münasebette bulunulsun bulunulmasın durum değişmiyor. İddet olmuş
olsaydı, kadının cinsel temasta bulunup bulunmadığına göre, hüküm alırdı. Yani
böyle bir temas vuku' bulmamışsa, o takdirde iddete gerek kalmazdı.
Bu durumda kadm
ayhalinden kesilmiş bir yaşta ise, üç ayın geçmesi beklenir.[416]
Karı kocadan biri
islâm ülkesinde, diğeri gayr-i müslim ülkede olursa, o takdirde ayrılmalarına
karar verilir. Bunun gibi karı kocadan biri ya İslama' girerek, ya da zımmî
(vatandaşlık statüsüne alınarak) olarak İslâm ülkesine girerse, birbirlerinden
ayrılmış kabul edilirler.[417]
Müslüman olan koca
dar-i harbe iltica edip sığınır, karısı İslâm ülkesinde kalırsa, karısından
ayrılmış sayılmaz, nikâh bağı devam eder.[418]
İster Müslüman olsun,
ister Kitap Ehlinden olsun bir kadın kendi ülkesi olan dar-i harbi terkedip
muhacir olarak İslâm ülkesine gelip sığınırsa, bir Müslüman erkekle evlenmesi
için iddet beklemesine gerek kalmaz. Bu, İmam Ebû Hanife'ye göredir. îmameyn'e
göre iddet beklemesi gerekir.[419]
iki kız kardeşle veya
beş kadınla evli bulunduğu halde esir edilen gayr-i müslim adamın nikâhları
ibtâl edilir. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göredir.
Bir kâfirin nikâhı
altında iki kız kardeş veya beş kadın bulunduğu halde hepsi birden gelip
İslâm'a girerlerse, bakılır : Bu kadınların hepsini ayrı ayrı nikâh
akidleriyle almışsa, ilk evlendiği Kız kardeşin nikâhı devam eder, diğerinkinin
ibtâl edilir, Bunun gibi ük nikâhlandığı dört kadının nikâhı devam eder,
beşinci kadınınki ibtâl edilir: Hepsi bir tek akidle nikâhlanmışsa, hepsinin
nikâhı hükümsüz olur. [420]
Müslüman olan karı
kocadan biri dinden çıkarsa, derhal ayrılmış olurlar, bu talâk anlamında
değil, firkat anlamındadır. İster cinsel temastan önce, ister sonra irtidad
meydana gelsin farketmez, ancak cinsel temastan sonra ise ve murted olan da
koca ise, kadına tam mehir verilir. Cinsel temas meydana gelmeden murted
olmuşsa, yarım mehr verilir. Murted olan kadm ise ve cinsel temastan sonra
irtidad vuku' bulmuşsa, tam mehir alır. Cinsel temas vuku' bulmadan irtidad
etmişse, hiç mehr gerekmez.
Karı - koca ikisi
birden irtidad eder ve yine birden İslâm'a dönerlerse, istihsanen nikâhları
devam eder. Ama irtidaddan sonra yalnız biri İslâm'a dönerse, birbirinden
ayrılmış olurlar.[421]
Adam birkaç defa
irtidad eder (dindin çıkar) sonra yine dine döner ve her defasında nikâhını
tazelerse, karısı kendisine helâl sayılır. Bu dört defa bile tekrar etse,
kadının ikinci bir kocaya varması şartı söz konusu değildir.
Aklı başında olmayan
sarhoş adam irtidad ederse, karısı kendisinden ayrı düşmez, bunda istihsan
vardır.[422]
Fıkıh sözlüğünde buna
kasm denir.
İslâm Dini, birden
fazla kadınla evlenmeyi mubah kılarken bunu bir takım şartlara bağlamış,
gelişigüzel bir evliliğe müsaade etmemiştir. İki zayıfın hakkının korunması
daima emir ve tavsiye edilmiş ve bu hususta gereken bütün uyarılar
yapılmıştır.
O halde birden fazla
kadınla evlenmek isteyen bir erkek her şeyden önce şu hususları dikkate almalı
ve belirtilen şartlan yerine getirmelidir :
1. Kadınların mehrlerini noksansız ödeyecek mal ve paraya
sahip olması,
2. Her birini ayrı bir ev ya da ayrı bir odada
barındırması,
3. Nafaka ve giyimlerini normal ölçüler içinde ve
zamanında carşılaması,
4. Gerek yiyecek, ve gerek giyim konularında eşitliğe
riâyet et-nesi, birini diğerine tercih etmemesi,
5. Her gece sıra ile bir hanımının yanında gecelemesi,
ve sırası: gelen hanımdan müsaade almadan diğerinin odasında gecelememesi,
6. Hanımlarından dünyaya gelen her çocuğa aynı ilgiyi
göster-; esi, baba sevgisini eşit biçimde onlara taksim etmesi,
7. Hepsine güler yüz gösterip tatlı söz söylemede bir
ayrım yapmaması, birini diğerinin yanında kırmamaya dikkat etmesi şarttır!.
Bunun için fıkıh
kitaplarımızda bu konuya özel bir yer verilmiş ve kasm başlığı altında ayrı bir
ağırlık kazandırılmıştır. Kişi sahip bulunduğu imkânları kullanmada hanımları
arasında adalet ve eşitliğe riâyetle yükümlü tutulmuş; sohbet, ilgi, sevme ve
sayma hususlarında düzenli bir yol izlemesi emredilmiştir, Ancak sahip bulunamadığı
içten sevgi ve cinsel yaklaşmada mutlak surette eşitliğin sağlanması mümkün
olmadığından bu iki husus istisna kabul edilmiştir. Her gece birinin odasında
gecelemesi emredilirken, her gece cinsel yaklaşma üzerinde durulmamış ve buna gerek
olmadığı belirtilmiştir. Nitekim Fetâvâ-yi Kaadıhan'da özellikle bu hususa
açıklık getirilmiş ve gerekli bilgi sunulmuştur.
Erkek evlendiği birden
fazla kadınlar arasında adalet ve eşitliğe riâyet ederken, sağlıklı olanı ile
hastalıklı bulunanı, bakire olarak aldığı ile dul olarak evlendiği, yeni
evlendiği ile eski evlendiği, zeki olanı ile geri zekâlı bulunanı, ayhali olan
ile temizlik devresinde bulunanı, yaşça küçük olanı ile büyük olanı arasında
bir fark gözetme-melidir.[423]
Aynı zamanda Müslüman
olanı ile Kitap Ehlinden bulunanı arasında da bir fark düşünmemeli, evinin
hanımları olarak hepsine aynı ilgi ve bağlılığı göstermelidir.[424]
Ancak hanımlardan biri
hür, diğeri câriye olursa, o takdirde iki gece hürrün odasında, bir gece
cariyenin odasında geceler. Çünkü hür bir kadının elbetteki mevkii daha ayrı
bir anlam taşır.[425]
Gece sırasısa riâyet
emredilirken, gündüzleyin her birlerinin odasına aynı sırayı gözeterek
girilmesi emredilmemiştir. Çünkü birinin, yapmakta olduğu iş diğerinkinden çok
farklı olabilir; bu bakımdan onun daha fazla görüşmesi gerekir.
Hanımlardan biri ağır
hasta olunca, kocasının herhalde onun yanında sık sık bulunması gerekiyorsa, o
takdirde geceleyin artık sıraya riâyet edilmeyip, daha çok hasta olan hanımın
yanında geceler.[426]
Adalet ve eşitlik
ilkelerinden sapıp birine çok ilgi gösterirken diğerini ihmal eden bir koca,
önce günahkârdır. Sonra durum hâkime intikal ettirilip bu tür davranışları
tesbit edildiği takdirde cezalandırılması gerekir.
Şikâyet konusu olmadan
önce bir hanımının yanında bir ay, diğerinin yanında bir gece kalır ve sonra
durum hâkime intikal ettirilirse hâkim günün şartlarına göre gereken cezayı
verir, geçen geçmiştir, artık bundan böyle sıraya riâyet etmesi emredilir.[427]
Hanımlardan biri kendi
sırasını gönül rızasıyla diğerine terke-derse, bu caizdir. Ancak dilediği zaman
bundan vazgeçebilir. Vermiş olduğu izin devamı gerektirmez.[428]
Evleneceği kadına,
«diğer hanımının yanında fazla kalmak, ona daha fazla ilgi göstermek» şartiyle
nikâh akdini teklif eder, kadın da bu şartlan kabul ederek onunla evlenirse,
îsiânı Hukukunda nikâh akdinde eşitsizliğe yol açan bu tür şartların hepsi
bâtıldır, yersiz ve hükümsüzdür, bağlayıcı değildir.[429]
Adam bir hanımının
yanında daha çok gecelemek için diğer hanımına sırasını terketmesi için mal
veya para teklifinde bulunur veya hanımlardan biri diğerine sırasını kendisine
terketmesi için mal veya para teklif ederse, bu caiz değildir. Verilen mal ve
para derhal geri alınıp adalet ve eşitliğe riâyet edilir.[430]
Adam aşırı taabbud
gösterip gündüzleri oruç, geceleri namaz ve zikirle vaktini geçirip hanımını
ihmâl eder ve bu şikâyet konusu olursa, hâkim derhal duruma müdahale edip
adamın namaz ve orucunu aile yuvasını ihmal etmiyecek biçimde düzenler.
Hanımıyla ciddi biçimde ilgilenmesini sağlar.[431]
Sahih olan da budur.[432]
O takdirde kendisi bir
tercih yapmaz, kur'â çeker, hangi hanıma isabet ederse onu beraberinde götürür.
Seyahattan döndüğünde evdeki hanımlar, seferde kaldığı sürece kendi yanlarında
gecelemelerini talep etmezler. Yani beraberinde götürdüğü hanımla 15 gün seferde
kalıp döndükten sonra evdeki hanımın odasında 15 gece üst-üste kalmak
mecburiyeti olmadığı gibi, böyle bir teklif de yapılamaz. Çünkü ikinci bir
seyahatta diğeriyle bir süre kalma imkânları olacaktır. [433]
Bu durumda kendinden
emin değilse, ikinci kadınla evlenmesi uygun olmaz. Hattâ evlenmediğinden
dolayı sevap ta kazanır. Çünkü irâdesini eşitlik ilkelerine göre
kullanamayacağını gayet iyi bilmektedir.[434]
Birkaç hanımı bir evde
birarada -kendi arzuları olmadığı halde bulundurmak caiz değildir. Çünkü bu
durum tartışma, sürtüşme ve huzursuzluğa yol açar.
Şayet kendi nzalarıyla
bir evde aynı yerde bulunurlarsa, o takdirde birisinin yanında diğeriyle
sevişmek, cinsel temasta bulunmak kesinlikle mekruhtur. Bunun için kocası böyle
bir istekte bulunursa kadın onu reddedebilir ve bu yüzden günahkâr da olmaz.
En sahin olan tesbit budur. Hiç bir
müctehid bu meselede farklı görüş ortaya koymamıştır. [435]
Ayhali veya lohusahk
süresi sona erince kadının derhal yıkanıp temizlenmesi gerekir. İhmal ettiği
takdirde, kocası onu yıkanmaya zorlar. Meğerki kadın Kitap Ehlinden olsun, o
takdirde temizliğe zorlar, ama boy abdesti almaya zorlamaz.
Ayrıca kendini dağınık
tutan bir kadının düzenli olması için kocası uyarıda bulunur, yıkanıp
taranması ve güzel koku sürünmesini sağlamaya çalışır.[436]
Eğer kocası bazı
kokulardan tiksiniyor, bir takım yemekleri yiyemiyorsa, o takdirde kadın onun
hoşuna giden yemekleri pişirmek ve ona göre güzel koku sürünmekle yükümlü
sayılır. Bilhassa ev hanımlarının bu hususlara riâyet etmesi şarttır. Aksi
halde günahkâr-sayılırlar.
Namaz kılmayı ihmal
eden hanımları uyarmak kocalarının görevidir. Kadının bu tür uyarılara kulak
vermesi ve sıkıntı duymadan yerine getirmesi vâcibdir.[437]
Kadın bu ve benzeri
meclislere katılması yararlı da olsa, herhalde kocasından izin alması gerekir.
Kadın felç olur da kocası tedayi1 siyle meşgul olmaz ve onu tedavi etmek için
bir tabib bulup getirmezse, o takdirde kadının durumu müsaitse kocasından izin
almadan doktora gidebilir.
Bunun gibi kadının
babası veya annesi felç ve benzeri bic hastalığa yakalanır, kendisine bakan
kimse bulunmazsa, o takdirde kocası
müsaade etmese bile kadın anasına veya babasına bakmak üzere evden çıkıp bakım
işlerini yürütmeye çalışabilir. İsterse hasta bulunan babası kâfir olsun... [438]
Adam, dul kalan
annesinin evden dışarı çıkmasına, ilim ve benzeri toplantılara katılmasına
engel olma hakkına sahip değildir. Ancak annesi uygunsuz yollara baş vurmak
için çıkarsa, o takdirde oğlu ona engel olabilir. Dinletemediği takdirde
durumu hâkime bildirir.[439]
[1] Zariyat Sûresi, Âyet : 49.
[2] Ra'd Sûresi, Âyet : 3.
[3] Yâ'sin Sûresi, Âyet : 36.
[4] Hücurat Sûresi, Âyet : 13.
[5] Nisa Sûresi, Âyet : 1.
[6] Tirmizi : Ebû Eyyub
(R.A.)'den.
[7] Sahih-i Müslim : Abdullah
bin Arar (R.A.)'dan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/425-426.
[8] El-thttyar Şerhü'l-Muhtar :
Musili - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/427.
[9] El-Kâfi - Hâkim-i Şehid
Mervezî.
[10] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/427.
[11] El-Bedayi' – Kasanı.
[12] Fetavâ-yi Kaadıhan -
Fetâva-yi Hindiyye.
[13] El-Bedayi' – Kâsani.
[14] Bahrirâik - İbn Nüceym.
[15] Siracü'l-Vehhac – Halvani.
[16] El-Bedayi' - Kâsanî -
Fetâvâ-yi Kindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/427-428.
[17] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[18] Bahrirâik - İbn Nüceym -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[19] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/428-429.
[20] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/429.
[21] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/429.
[22] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[23] Fethü'l-Kadir - Kemal İbn
Hümam.
[24] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/429.
[25] Şarhü'l-Câmi's-Sağîr –
Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/429.
[26] Fetâvâryi Hindiyye.
[27] El-Bedayi1 – Kâsanl.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/430.
[28] Burhaneddin Mahmud Taceddin
(Ez-Zahtre).
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/430.
[29] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[30] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/430.
[31] Hizanetü'l-Müftîn -
Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/268.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/431.
[32] Fetâvâ-yi Ebû Leys -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 2/431.
[33] Et-Tecnis - Ebubekir
Haharzade.
[34] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[35] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/431.
[36] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/431-432.
[37] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî
- Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/268.
[38] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/432.
[39] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/432.
[40] Et-Tebyin – Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/432.
[41] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[42] Es-Siracü'1-Vehhac - Şeyh
Muhammed El-Gamravî Eş-Şafiî.
[43] Kitabu'l-Fıkhi
Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa : 4/29.
[44] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/433.
[45] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/433-434.
[46] El-Bedayi' – Kâsani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/434.
[47] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/269.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/434.
[48] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/434.
[49] Bahrirâik - Ibn Nüceym -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/435.
[50] El-Ayni Şerhül-Hidâye.
[51] Fetâvâ-yi Ebu Leys.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/435.
[52] Nehrü'1-Fâik - Ibn Nüceym.
[53] Bahrirâik - lbn Nüceym -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[54] Nehr-i Faik - lbn Nüceym.
[55] El-Muhit - Radıyüddin
Serabsî.
[56] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/435-436.
[57] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/436-437.
[58] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/437.
[59] Istilahat-i Fıkhiyye Kamusu
: 2/14 – 1950.
[60] Fetâvâ-yi Hindiyye -Nehr-i
Faik îbn Nüceym.
[61] Nehr-i Faik - îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/437-438.
[62] El-Bedayi' - Kâsauİ -
El-Mebsut - Şemsüleimme Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/438.
[63] En-Nihaye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/439.
[64] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/439.
[65] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[66] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/439-440.
[67] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[68] Ez-Zahîre - Burhaneddin
Mahmut - Fetftvâ-yi Kaadıhan.
[69] Et-Tebyin – Zeyîai.
[70] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[71] Tatarhaniyye - Fetava-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/440.
[72] Şerh-i Tahavi - El-Bedayi' –
Kâsani.
[73] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/273.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/440-441.
[74] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/441-442.
[75] Camiussağir – Kaadıhan.
[76] Ez-Zahîre - Burhaneddin
Mahmut.
[77] El-Muhİt - Radıyüddin
Serahsî.
[78] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi - Fetâvâ:yi Hindiyye.
[79] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/442-443.
[80] Fethü'l-Kadîr - Kemal îbn
Hümam.
[81] Kitabu'1-Fıkh
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa : 4/63-67.
[82] Ez-Zahîre - Burhanettin
Mahmut.
[83] EI-Cevheretü'n-Neyyire -
Fetavâ-yi Hindiyye.
[84] Fetavâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/443-444.
[85] El-Bedayi" – Kasanı.
[86] Fetavâ-yi Kaadıhan.
[87] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/444.
[88] Fethü'l-Kadîr - Kemal îbn
Hümam.
[89] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/444.
[90] Ez-Zahire Burhanettin
Mahmut.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/445.
[91] Et-Tebyîn - Zeylai -
El~Muhit - Radıyûddin Serahsi.
[92] Fetava-yi Kaadıhan -
Fetava-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/445.
[93] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/445.
[94] El-Muhit - Radıyûddin
Serahsî.
[95] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.
[96] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/445-446.
[97] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[98] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/446.
[99] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/446.
[100] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/276.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/446.
[101] Siracü'l-Vehlmc – Halvani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/447.
[102] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/447.
[103] Ez-Zahîre - Burhanettin
Mahmut.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/447.
[104] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/447.
[105] Nisa Sûresi, Âyet : 23.
[106] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/447-448.
[107] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi, El-Bedayi – Kasanî.
[108] Bahrirâik - tbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/448-449.
[109] El-Muhit - Radiyücidin
Seraksî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/449.
[110] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/449-450.
[111] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/450.
[112] Fetâvâ-yi Hindjyye.
[113] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/450.
[114] Şerh-i Tahavî.
[115] Et-Tebyîn – Zeylaî.
[116] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/450.
[117] Fethü'l-Kadr - Kemal îbn
Hûmam.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/451.
[118] Dürer - Şürünbilâlî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/451.
[119] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - Fethü'l-Kadir - Kemal b. Hüraâm.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/451-452.
[120] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/452.
[121] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/452.
[122] El-Kâfî - Hâkim-i Şehid
El-Mervezî.
[123] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/452.
[124] Ez-Zahîre - Burhanettin
Mahmut.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/452.
[125] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[126] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/452-453.
[127] EI-Bedayi' – Kâsani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/453.
[128] Siracü'l-Vehhac – Halvani.
[129] El-Bedayi' – Kâsani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/453.
[130] Fetâv'â-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/453.
[131] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/280.
[132] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/453-454.
[133] Ez-Zahire - Burhanettin
Mahmut - Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/280.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/454.
[134] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/454.
[135] Et-Tebyin – Zeylai.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/454.
[136] El-Hidâye – Merğinani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/454-455.
[137] El-Hidâye - Merğinanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/455.
[138] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye : 1/281.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/455.
[139] El-Bedayi' – Kasanı.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/455.
[140] Sriacü'l-Vehhac - Halvani.
[141] Fethin-Kadîr - Kemal îbn
Hümam.
[142] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[143] Fethü'l-Kadir - Kemal îbn
Hümam.
[144] Nehrü'1-Fâik - îbn Nüceym.
[145] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/455-457.
[146] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hihdiyye.
[147] El-Mebsut - Şemsü'l-Elmme
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/457.
[148] Et-Tebyîn - Zeylaî - Fetâvâ-yi
Hindiyye : 1/281.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/457.
[149] El-Kâfî - Hâkim-i Şehîd
El-Mervezî - Hidaye Şerhleri.
[150] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/457.
[151] El-Bedayi' - Kasanı -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/457-458.
[152] El-Cevheretü'n-Neyyire -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/458.
[153] El-Mebsut - Şemsüleimme
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/458.
[154] Bakare Sûresi, Âyet : 221.
[155] Buhari - Müslim : Ebû
Hüreyre (R.A.)'den.
[156] Siracül-Vehhac – Halvani.
[157] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/458-459.
[158] Camiussağir - Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/459.
[159] El-Bedayi' – Kâsani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/459460.
[160] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[161] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/460.
[162] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/460.
[163] Siracü'l-Vehhac – Halvani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/460.
[164] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[165] El-Hidâye - Merğinanî -
Nehr-i Faik - İbn Nüceym.
[166] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/461.
[167] Et-Tebyin – Zeylaî.
[168] Bahrirâik - îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/461.
[169] Et-Tebyin - Zeylai -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/461.
[170] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/462.
[171] Bahrirâik - îbn Nüceym.
[172] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/462.
[173] Siracü'l-Vehhac – Halvanî.
[174] Şerh-i Tahavî.
[175] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[176] Bahrirâik - Ibn Nüceym.
[177] Et-Tebyîn – Zeylai.
[178] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[179] Fethü'l-Kadir - Kemal tbn
Hümam.
[180] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/462-463.
[181] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/464.
[182] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[183] EI-Hâvî - Et-Tebyîn -
Et-Tecnîs - Ebubekir Hâherzade.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/464.
[184] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[185] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[186] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/464-465.
[187] Bahrirâik - İbn Nüceym -
Et-Tebyin - Osman Zeylal.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/465.
[188] El-Bedayi1 - Kâsanî -
Fetavâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/465.
[189] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/465.
[190] Ez-Zahire - Burhanettin
Mahmud.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/465-466.
[191] Bahrirâik - İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/466.
[192] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/466.
[193] Ez-Zahire - Burhanettin
Mahmud.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/466.
[194] Fetâvâ-yi Hindiyye-
Siracü'l-Vehhac – Halvanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/466-467.
[195] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/467..
[196] El-Muhlt - Radıyüddin –
Serahsî.
[197] Siracü'l-Vehhac – Halvanî.
[198] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[199] Şerh-i Tahavt - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[200] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/467.
[201] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[202] Nehr-i Faik - İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/468.
[203] EI-Hidâye – Merğinani.
[204] El-Muhit - Radıyüddîn
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/468.
[205] El-Kafi - Hâkimi Şehîd
El-Mervezi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/468.
[206] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/468-469.
[207] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
[208] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[209] Ez-Zahire - Burhanettin
Mahmud.
[210] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/469.
[211] El-îsbicabi - Bahrirâik -
îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/469-470.
[212] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[213] Siracü'l-Vehhac – Halvanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/470.
[214] Geniş bilgi için bak : Nehr-i
Faik - îbn Nüceym - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/470.
[215] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[216] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[217] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/470-471.
[218] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/471.
[219] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/471.
[220] Et-Tebyin – Zeylai.
[221] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/287.
[222] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/471-472.
[223] Siracü'l-Vehhac : Halvan.
[224] Kudurî - Ebu'l-Hasen -
El-Muhit - Radıyüddin Seralısi.
[225] El-Kâfi - Hâkim-i Şehîd
El-Mervezi - Bahrirâik - İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/472.
[226] Fetâvâ-yi- Kaadıhan.
[227] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/472.
[228] Fetâvâ-yi Hindiyye - El-Kâfi
- Hâkim-i Şehîd El-Mervezi.
[229] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/473.
[230] Ez-Zahire - Burhaneddin
Mahmud.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/473.
[231] Et-Tebyîn – Zeylaî.
[232] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/473-474.
[233] Bahrirâik - İbn Nüceym.
[234] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/474.
[235] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/474.
[236] Et-Tetoyin - Zeylaî -
Bahrirâik - îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/474.
[237] Ez-Zahîre - Burhaneddin
Mahmud.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/474-475.
[238] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/475.
[239] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/475.
[240] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
[241] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/475.
[242] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[243] Et-Tebyîn – Zeylaî.
[244] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/475.
[245] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/475.
[246] Şerh-i Cami'is'sağir –
Kaadıhan.
[247] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
[248] EI-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
[249] Fethü'l-Kadîr - Kemal îbn
Hümam.
[250] Siracü'l-Vehhac : Halvanî.
[251] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[252] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/476.
[253] Fetâvâ-yi Kaadıhan. -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/476-477.
[254] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[255] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/477.
[256] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/477.
[257] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Hulâsa.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/477.
[258] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Muhit - Radıyüddin Serahsi - El-Mebsut Şemsül-Eimme Serahsî - El-Bedayi' –
Kasanı.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/477-478.
[259] El-Mebsut - Şemsti'1-eimme
Serahsî.
[260] Tirmizi îsnad-i Haaen ile
Ebû Hatem'den.
[261] Ashab-ı Sünen.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/478-479.
[262] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/479.
[263] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[264] Fetâvâ-yi Kaadıhan ;
Şerait-i Nikâh bahsi.
[265] Nehr-i Faik - Ibn Nüceym.
[266] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - Fetâvâ-yi Hitodiyye.
[267] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-eimme
Halvani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/479-481.
[268] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/292.
[269] El-Mebsut - Şemsü'l-eimme
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/481-482.
[270] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/482.
[271] Şerh-i Câmiussağir –
Kaadıhan.
[272] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/482.
[273] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetavâ-yi Hindiyye.
[274] Fetâvâ-yi Kaadıhatt -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[275] Ez-Zahire - Burhaneddin Mahmud.
[276] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/482-483.
[277] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/483.
[278] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/293.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/483-484.
[279] Et-Tebyin – Zeylaî.
[280] Siracü'l-Vehhac -
Şemsü'l-eimme Halvanî.
[281] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/484.
[282] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/484-485.
[283] Ebû Dâvud : Akabe bin Amir
(R.A.)'den.
[284] Kitabu'l-Fıkhi
Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa adlı kitabın 4.
cilt 42-44 sahifelerine müracaat edilmesi tavsiye olunur. Celal
Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/485-486.
[285] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Tatarhaniyye – Havabirzade.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/486.
[286] Et-Tecnîs - Ebubekir
Hâherzade.
[287] El-Muhit Radıyüddin Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/486.
[288] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/486-487.
[289] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/487.
[290] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[291] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/487.
[292] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[293] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/487.
[294] Fetavâ-yi Kaadıhan -
Kitabül-Vekâle.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 2/488.
[295] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[296] Bahrirâik - İbn Nüceym' -
Fetâvâ-yl Hindiyye.
[297] EI-Ayni - Şerhü'l-Hidaye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/488.
[298] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/488.
[299] EI-Muhit - Radıyüddm
Serahsî.
[300] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[301] Hızanetü'l-Müftin -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/488-489.
[302] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[303] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/489.
[304] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/489.
[305] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/489-490.
[306] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/490.
[307] Şerhü Câmi'is-sağîr –
Kaadıhan.
[308] Siracü'I-Vehhac – Havlanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/490.
[309] Şerhu Câmi'is-sağir –
Kaadıhan.
[310] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/490-491.
[311] Tefsîr-i Kurtubî ; S/99.
[312] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/491-492.
[313] Nisa Sûresi, Âyet : 4.
[314] Sahih-i Buhari - Müslim :
Akabe bin Âmir.
[315] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/492-493.
[316] Et-Tebyîn - Zeylai - Nehr-i
Faik - İbn Nücsym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/493.
[317] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/493.
[318] El-Minhac - Yahya Eh-Nevevi
: 85 - Siracü'l-Vehhac Şerh-i Minhac - Mu-hammed El-Gamravî : 1/391.
[319] Nehr-i Faik - Ibn Nüceym.
[320] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/494.
[321] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/494.
[322] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
[323] El-Kâfi – Mervezî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/494-495.
[324] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/495.
[325] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/495.
[326] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/495.
[327] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[328] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/495.
[329] Fetâvâ-yi Raadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[330] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/495-496.
[331] El-Cevheretün'-Neyyire -
Fetâvâ-yi Hindiyyo.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/496.
[332] El-Muhit - Radıyüddiu
Serahsî - El-Mebsut - El-Şemsü'1-eimme Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/496-497.
[333] EI-Bedayi' - Kâsanî -
Bahrirâik - İbn Nüceym - El-Mebsut - Şemsü'1-eim-me Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 2/497.
[334] Siracü'l-Vehhac -
Şemsü'l-eimme Halvanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/497.
[335] Et-Tebyîn - Zeylaî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[336] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/497-498.
[337] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[338] EI-Bedayi' – Kâsani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/498.
[339] El-Kâfî - Hâkimi Şehîd
El-Mervezî - El-Yenabi - El-Bedayi' – Kâsanî.
[340] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/498.
[341] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/498-499.
[342] Siracü'l-Vehhac -
Şemsü'l-eimme Halvani : 1/304.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/499.
[343] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/499.
[344] El-Kâfî - Hâkim-i Şehîd
Mervezî.
[345] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Siracü'l-Vehhac - Halvanl.
[346] Siracü'l-Vehhac - Halvanî -
El-Mebsut - Şemsü'l-eimme Serahsî.
[347] El-Cevheretü'n-Neyyire -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[348] Mi'racü'd-Diraye - Nehr-İ
Faik - îbn Nüceym.
[349] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/499-500.
[350] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/500.
[351] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/500-501.
[352] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[353] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/501.
[354] Fetavâ-yi Kaadıhan -
Et-Tebyîn – Zeylaî.
[355] Bahrirâik - îbn Nüceym -
Et-Tebyîn – Zeylaİ.
[356] Ez-Zahire - Burhaneddin
Mahmud. Yatak odası bu cümledendir.
Birçok yerlerde oturma odası da bu niteliktedir.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/501.
[357] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/501-502.
[358] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/502.
[359] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[360] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/502-503.
[361] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/503.
[362] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - El-Mebsut - Şemsü'l-eimme Serahsİ.
[363] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/503.
[364] El-Hidâye – Merğinanî.
[365] Ez-Zahire - Burhaneddin
Mahmud.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/504.
[366] Nehr-i Faik - İbn Nüceym.
[367] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[368] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/504-505.
[369] Mi'racü'd-Diraye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/505.
[370] El-Hidâye - Merğİnani -
El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/505.
[371] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/505.
[372] Şerh-i Tahavî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/505.
[373] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 2/505-506.
[374] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - Fet&vâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/506.
[375] Siracül-Vehhac -
Şemsü'l-eimme Halvanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/506.
[376] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[377] Et-Tecnis - Ebubekir
Hâharzade.
[378] Ez-Zahîre - Burhaneddin
Mahmud.
[379] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/506-507.
[380] El-Huîâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[381] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/507.
[382] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/507-508.
[383] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/508-509.
[384] El-Bedayi' – Kâsanî.
[385] El-Ayni Şerhül-Kenz.
[386] Fethü'I-Kadir - Kemal İbn
Hümam - Fetavâ-yi Hindiyye.
[387] El-Bedayi' – Kasanı.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/509-510.
[388] Bahrirâik - İbn Nüceym -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[389] Nehr-i Faik - îbn Nüceym.
[390] Bahrirâik - îbin Nüceym.
[391] El-Kınye - Eburrecâ' Muhtar.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/510-511.
[392] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/511.
[393] Fetâva-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/511.
[394] El-Muhit - Radiyüddin
Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/512.
[395] El-Muhit - Radiyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/512.
[396] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/512.
[397] El-Muhit - Radiyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/512.
[398] El-Muhit - Radiyüddin
Serahsi.
[399] El-Kınye - Eburrecâ Muhtar.
[400] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/330.
[401] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/330.
[402] Mi'racü'd-Diraye.
[403] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/513-514.
[404] Kitabu'l-Fıkhi
Al'1-Mezahibi'l-Arbaa : 4/118 : 5. Baskı.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/514-515.
[405] Siracü'l-Vehhac -
Şemsü'l-eimme Halvani.
[406] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/515.
[407] El-Hidâye – Merğinanî.
[408] -Tebyin - Zeylai - El-Muhit
- Radıyüddin Serahsi.
[409] Siracü'l-Vehhac -
Şemsü'l-eimme HaLvani.
[410] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[411] Ez-Zahire - Burhaneddin
Mahmud.
[412] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[413] Et-Tebyin – Zeylaî.
[414] El-Kenz Şerhi - Molla Miskin
Herevî.
[415] El-Kâfi – Mervezi.
[416] Bahrirâik - tbn Nüceym.
[417] Et-Tebyin - Zeylaî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[418] El-Kafi – Mervezî.
[419] Et-Tebyia – Zeylai.
[420] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/516-518.
[421] El-Kâfi - Hâkim-i Şehîd
Mervezî.
[422] Siracü'l-Vehhac -
Şemsü'l-einune Halvani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/518-519.
[423] Et-Tebyîn – Zeylaî.
[424] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[425] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[426] El-Cevheretü'n-Neyyire.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/519-521.
[427] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/521.
[428] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Siracul-Vehhac - Şemsü'I-eimme Halvanî.
[429] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/521.
[430] Tatarhaniyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/521-522.
[431] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Bahrirâik - İbn Nüceym.
[432] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/522.
[433] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/522.
[434] Siraciyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/522.
[435] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/522-523.
[436] Bahrirâik - îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/523.
[437] Fethü'l-Kadir - Fetavâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/523.
[438] Celal Yıldırım, Kaynaklarıla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/523.
[439] El-Kâfî - Hakim-i Şehid –
Mervezî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/524.