5.2.1.2. Ramazan
Ayının ve Ramazanda İbadet Etmenin
Fazileti
5.2.1.3.
Ramazanda Oruç Tutmamaktan Sakındıran Hadisler
5.2.1.4.
Ramazan Ayı Ne Île Sabit Olur ?
5.2.1.4.1.
Muhtelif Yerlerde Ayın Değişik Görülmesi Durumu :
5.2.1.4.2. Tek
Başına Hilâli Gören Kimse
5.2.1.6.1. Kâfir
ve Deli'nin Orucu
5.2.1.6.3.
Kendisine Oruç Bozma Ruhsatı Verilerek Fidye Vacib Olan Kimse
5.2.1.6.4. Oruç
Bozmalarına tz,in Verilip, üzerlerine ' Kaza Gerekenler
5.2.1.7. Oruç
Tutmanın Yasaklandığı Günler
5.2.1.7.1. İki
Bayram Günlerinde Oruç Tutmak
5.2.1.7.2.
Teşrik Günleri Oruç Tutmaktan Nehiy
5.2.1.73. Yalnız
Cuma Günü Oruç Tutmanın Nehyedüdiği
5.2.1.7.4. Sadece
Cumartesi Günü Oruç Tutmaktan Nehiy
5.2.1.7.5. Şek
Günü Oruç Tumaktan Nehiy
5.2.1.7.6. Bütün
Sene Oruç Tutmaktan Nehiy
5.2.1.7.7. Yanında
Bulunan Kocasının İzni Olmadan, Kadının Oruç Tutmasının Nehyedüdiği
5.2.1.7.8. Hiç
Ara Vermeden Oruç Tutmaktan Nehiy
5.2.2.1. Şevval
Ayında Altı Gün Tutmak
5.2.2.2.
Zühicce'nin On Günü İle Hacılar Hariç Arafe Günü Orucuna Devam. Etmek.
5.2.2.3. Muharrem
Ayı Orucuyla, Bir Gün Evvel ve Bit Gün Sonra İlâve Ederek Aşura Günü Orucuna
5.2.2.4. Âşûra
Günü Bolca Yiyecek Hazırlamak
5.2.2.5.
Şaban Ayının Çoğunu
Oruçlu Geçirmek
5.2.2.6. Haram
Aylarda Oruç Tutmak
5.2.2.7.
Pazartesi ve perşembe Günleri Oruç Tutmak
5.2.2 8. Her
Aydan Vç Gün Oruç Tutmak
5.2.2.9. Bir Gün
Oruç Tutmak Bir Gün Bozmak
5.2.2.10. Nafile
Oruç Tutanın Orucunu Bozmasının Caiz
Olduğu
5.3.1.1. Sahur Ne
île Yapılır?
5.3.1.3. Fecrin
Doğuşunda Şüpheye Düşmek
5.3.2.2. İftarı
Hurma Veya Suyla Yapmak
5.3.2.3. İftar
Vakti ve Oruç Esnasında Dua Etmek
5.3.3. Oruca Zıt
Olan Şeylerden Sakınmak
53.4. Ramazan'da
Misvak Kullanmak
533. Ramazan'da
Cömertlik Yapmak ve Kur'ân Okumak
5.3.6. Ramazan'ın
Son On Gününü İbadetle Geçirmeye Çalışmak
5.4. Oruçlu İken
Mubah Olanlar
5.4.1. Vücuda Su
Dökmek ve Suya Girmek
5.4.2. Sürme
Çekmek, Göze Giren Damla ve Benzerleri
5.43. Nefsini
Zapdetmeye Gücü Yetenin Hanımını öpmesi
5.4.7. Tükürüğü
ve Yoldan Kalkan Tozlan Yutmak
5.4.8. Oruçlunun
Fecir Doğuncaya Kadar Yemesi, İçmesi Ve Cimada Bulunması
5.4.9. Oruçlunun
Cünûp Olarak Sabahlaması
5.4.10. Hayız Ve
Nifasli Kadınların, Kanlan Gece Kesildiği Zaman, Guslü Sabaha Tehir Ederek
Oruçlu
5.5.1. Orucu
Bozup, Sadece Kazayı Gerektirenler
5.5.1.2. Kasden
kusmak (İstifra etmek):
5.5.1.3. Güneş
Batmadan Önce, Son Anda Olsa Bile Hayız Ve Nifas Kant Görmek:
5.5.1.4. İstimna
(Mastürbasyon):
5.5.15. Çok Tuz
Atıştırmak' Gibi, Kendisiyle Gıdalanma Kasdedilmeyen Şey Alınması:
5.5.1.5. Oruçlu
İken, Orucu Bozmaya Niyet Edenin,
İftarı Gerektirecek Birşey Yemese Büe, Orucu
5.5.1.7. Güneşin Battığı Veya Fecrin Doğmadığı Zannıyla
Yese İçse Veya Çımada Bulunup Da, Sonra
5.5.2. Orucu
Bozup Kazayı ve Kefareti Gerektiren Şey
5.7. Üzerinde Oruç Borcu Olarak Ölen Kîmse
5.8. Gündüzü Uzun. Gecesi Kısa Olan Beldelerde Gün Tâyinî
5.9.2. Kadir Gecesini Aramanın Müstehab Olduğu
5.93. Hangi
Gecenin Kadir Gecesi Olduğu
5.9.4. Kadir
Gecesinde Namaz Kılmak ve Dua Etmek
Oruç, «tutmak»
anlamında kullanılır. Ayette şöyle geçmektedir: «Ben Rahman için bir oruç
adadım.» (Meryem: 26). Yâni konuşmamayı adadım demektir. Bahiskonusu ettiğimiz
oruç ise; güneşin doğuşundan batışına kadar niyetli olarak
orucu bozucu şeylerden kendini alıkoymaktır.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Allah-u Teâla
buyurmuştur ki: «Adem-oğlunun bütün amelleri kendinindir. Ancak, oruç müstesna.
Şüphesiz O benim içindir. Ve mükâfatını da ancak ben veririm.» Oruç günahlara
karşı bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu zaman kötü söz söylemesin.
Bağırıp çağırmasın. Adi hareketlerde bulunmasın. Eğer bir kimse ona söverse
veya kavga ederse iki kere 'ben oruçluyum', desin. Muhammed'in nefsini elinde
tutan zata yemin olsun ki oruçlunun ağız kokusu Allah katında kıyamet günü misk
kokusundan daha hoştur. Oruçlu için iki sevinç vardır. Birincisi iftar ettiği
zaman iftarıyla sevinir. Diğeri ise, Rabbine kavuştuğu zaman orucuyla sevinir.»
(Hadisi Müslim, Ahmed ve Nesâî rivayet etmişlerdir.)
Buharı ve Ebû Davud'un
rivayeti ise şöyledir: «Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz orucu olduğu zaman
kötü söz söylemesin. Cahilce hareketler yapmasın. Şayet bir kimse onunla kavga
eder veya kötü söz söylerse iki kere 'ben oruçluyum', desin. Muhammed'in
nefsini elinde tutan Allah'a yemin olsun ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah
katında misk kokusundan daha sevimlidir. (Cenab-ı Hak buyurmuştur ki:) «Oruçlu
yeme ve içmesini benim için terkediyor. Oruç benim içindir. Onun mükafatını ben
veririm.» Halbuki diğer iyilikler on misliyle karşılık görür.»
Abdullah ibni Ömer (r.a.)'den.
rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Oruç ve
Kur'ân, kıyamet günü kula şefaat ederler. Oruç şöyle der: 'Ey Rabbim, gündüz bu
kulu yemekten ve şehvetten men ettim. Ona şefaat etmeme izin ver.' Kur'ân da
şöyle der: "Bu kulunu gece uykudan men ettim. Ona şefaat etmeme bana izin
ver.' Böylece her ikisi de şefaat ederler.» (Hadisi Ahmed, sahih bir senetle
rivayet etmiştir.)
Ebû ümâme (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre O, şöyle demiştir: aRasûlüHah'a gelerek şöyle dedim:
'Beni cennete sokacak bir âmel söyle." Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem: «Oruç tut, çünkü orucun dengi yoktur.» buyurdu. Sonra ikinci
kez gelerek tekrar sordum. Yine «Oruç tut» buyurdu.» (Hadisi Ahmed, Nesâi ve
Hâkim rivayet etmiş. Hâkim ise sahihlemiştir.)
Ebû Said el-Hudri'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Allah yolunda
bir gün oruç tutan hiçbir kul yoktur ki, Allah onun yüzünü o gün sebebiyle
cehennemden yetmiş sene uzaklaştırmasın.» (Hadisi Buhari, Müslim, Tirmizî,
Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiştir.)
Sehl bin Sa'd
(r.a.)'dan rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«Cennetde Reyyan isminde bir kapı vardır. Kıyamet günü, oruçlular nerede diye
sorulur. Oruçluların sonuncusu bu kapıdan girince kapı kapanır.» (Hadisi
Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.)
Oruç, Farz ve nafile
dîye ikiye ayrılır. Farz oruçlar üç kısımdır. Ramazan orucu, kefaret orucu,
nezir orucu. Biz Önce ramazan orucu ile nafile oruçtan bahsedeceğiz. Diğer
kısımlar ise daha sonra gelecektir.
Ramazan orucu kitap,
sünnet ve icma ile farz kılınmıştır. Kur'ân'dan delil şu ayet-i kerimelerdir:
«Ey İman edenler! Daha öncekilere olduğu gibi oruç size de farz lalındı. Ola ki
Allah'tan kor-
karsınız.» (Bakara
184) Başka bir ayette: «Kendisinde Kur'ân inen Ramazan ayı insanlar için bir
hidayet ve Allah'tan bir belgedir. Her kim Ramazan ayına yetişirse oruç
tutsun.» (Bakara 185)
Orucun sünnetten
deliline gelince; bu konuda, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: «İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Şahadet getirmek, namaz
kılmak, zekat vermek, oruç tutmak ve hacca gitmek.» Talha bin Ubeydullah
(r.a.)'ın rivayet ettiği hadise göre; bir adam Rasûlüllah'a «Ya Rasûlüllah,
Allah'ın farz kıldığı orucu bana haber ver,» dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem «Ramazan orucudur,» buyurdu. Adam «Bundan başka var mı?» diye
sorunca, Rasûlüllah sallalfahu aleyhi ve sellem «Hayır. Nafile tutarsan o
hariç,» buyurdu.
Ümmet-i Muhammed,
ramazan orucunun farz oluşu üzerine icmâ etmişlerdir. Ramazan orucu, dinin
zarurî olarak ortaya koyduğu islâm'ın rükünlerinden birisidir. înkâr eden
kâfir olup İslâm'dan çıkmış sayılır. Farziyeti. Hicret'in ikinci senesinde,
Şaban ayının kalan son ikinci gecesi olan Pazartesi gecesinde vuku' bulmuştur.
Ebü Hureyre (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem. Ramazan ayı gelince şöyle
buyurdu: «Size mübarek olan ay geldi. Allah size bu ayın orucunu farz kıldı. Bu
ayda cennet kapıları açılır. Cehennem kapılan kapanır ve şeytanlar bağlanır.
Ramazan ayında bir gece vardır ki, o bin aydan daha hayırlıdır. Rama-zan'm
hayrından mahrum olan, büyük mahrumiyete uğramış demektir.»
Urfece'den rivayeten;
o şöyle demiştir: «Utbe bin Ferkad'ın yanındaydım. Ramazan'dan bahsediyordu.
Tam o esnada Rasûlüllah'-m ashabından birisi yanımıza girdi. Utbe onu görünce,
hürmeten sustu. Gelen adam ise Ramazan'dan söz etmeye başladı ve şöyle dedi:
'Ramazan'da Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu işittim: «Cennet kapılan açılır,
cehennem kapılan kapanır. Şeytanlar bağlanır ve Ramazan'da bir melek şöyle nida
eder: 'Ey hayır işleyenler, hayrınızı çoğaltın. Ey kötülük yapanlar,
kötülüğünüzü azaltın.' Ramazan bitinceye kadar bu hal devam eder.» (Hadisi
Ahmed ve Nesâi rivayet etmiştir. Hadisin senedi iyidir.)
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Beş vakit
namaz, diğer cum'aya kadar cuma namazı, ikinci ramazana kadar ramazan, büyük
günahlar-
dan sakmildığı
takdirde, aradaki küçük günahlara kefarettir.» (Hadîsi Müslim rivayet etmiştir.)
Ebû Sa'îd el-Hudrî
(r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Her
kim ramazan orucunu tutar, onun sınırım bilir ve Ramazanda korunması gereken
şeylerden de korunursa, bu orucu, onun geçmiş günahlarına kefaret olur.» (Hadisi
Ahmed ve Beyhakî iyi bir senetle rivayet etmiştir.)
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Her kim
inanarak ve sevabım Allah'tan umarak ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları
bağışlanır.» (Hadisi Tirmizi, Nesâî, ibn Mâce, Ebû Dâvûd ve Ahmed rivayet
etmiştir.)
Îbn Abbas (r.a.)'dan
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «İslâm'ın esası
ve dinin direği üçtür. İslâm bunlar üzerine kurulmuştur. Her kim bunlardan bîr
tanesini terke-derse kâfir olup kanı helâldir. Kelime-i şahadet, farz namazlar
ve Ramazan orucu.» (Hadisi Ebû Ya'Iâ ve Deylemi rivayet etmiş, Ze-hebî ise
sahihlemiştir.)
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Her kim
Ramazan'da, Allah'ın verdiği ruhsatlardan bir ruhsat olmadan orucunu yerse,
kalan bütün seneyi oruçlu geçirse bile bir günün yerine geçmez.» (Hadisi Ebû
Dâvûd, îbn Mâce ve Tirmizî rivayet etmiştir.) Buharı demiştir ki: «Bu hadis
Ebû Hureyre'den merfu' olarak şöyle zikrolunmuştur: «Her kim ramazanda özür ve
hastalık olmadan bir gün oruç yerse, bütün sene oruç tutsa bile, o bir günün
yerini ödeyemez.» İbn Mes'ûd da hadisi bu şekliyle nakletmiştir: Zehebî ise
şöyle demiştir: «Bütün Mü'minlerce kabul edilen görüşe göre, 'hasta olmaksızın
ramazan orucunu terkeden kimse devamlı rakı içen ve zina edenden daha kötüdür.
Bilakis mü'minler o kişinin müslümanlığından şüphe eder ve onu zındık ve helâli
haram sayan kişi olarak kabul ederler.»
Ramazan ayı, adaletli,
en az bir kişinin hilâli görmesiyle veya Şaban'ı otuz güne tamamlamakla sabit
olur.
îbn Ömer (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre, o şöyle demiştir: «İnsanlar hilâli görmeye
çalışıyorlardı. Bunun üzerine Rasûlüllah'a hilâli gördüğümü haber verdim.
Kendisi oruç tuttu ve insanlara da
oruç tutmalarını
emretti.» (Hadisi Ebû Dâvûd, Hâkim ve îbn Hib-bân rivayet etmiş. Hâkim ve îbn
Hibbân hadisi sahihlemiştir.)
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu: «Ayı görünce oruç tutun. Yine ayı görünce iftar edin.
Eğer hava bulutlu olursa Şaban'ı otuz güne tamamlayın.» (Hadisi Buhari ve
Müslim rivayet etmiştir.) Tirmizî şöyle demiştir: «îlim ehlinin çoğu bununla
amel ederek, 'oruca başlamak ve bitirmek konusunda bir kimsenin şahitliği kabul
ölür' demişlerdir.» îbn Mübarek, Şafii ve Ahmed bu görüştedir. Nevevî, bu
görüşün en doğru görüş olduğunu söylemiştir. Şevval ayı ise. Ramazan'm otuz
güne tamamlanması ile sabit olur. Fakihlerin çoğunluğuna göre şevval ayında
bir kişinin şahitliği kabul olmaz. Şevval ayı için fakihler iki adaletli
şahidin görmesini şart koşmuşlardır. Ancak Ebû Sevr, Şevval ile Ramazan ayı
arasını ayırmayıp, her ikisinde de bir kişinin şahitliğini kabul eder. îbn
Rüşd, Ebû Bekir bin Münzîr'in görücünün Ebû Sevr'in görüşü olduğunu
söyleyerek, «zahir ehli'nin mez hebinin de bu olduğu kanaatindeyim» demiştir.
Ebû Bekir bin Mün-zîr şöyle delil getirmiştir: «Bir kişinin sözüyle, oruca
başlamanın ve orucu açmanın caiz olduğu üzerine icma hasıl olunca, ayın girmesi
ve çıkması hakkında da bir kişinin sözü geçerli olur. Çünkü ayın girmesi ve
çıkması, oruca başlamakla orucu bitirmenin arasını ayıran iki alâmettir.»
Şevkâni şöyle demiştir: «Oruç bozmak için iki şahit gerekir,» görüşü hakkında
sahih delillerden herhangi bir delil varid olmamıştır. Açıktır ki oruçta bir
kişinin sözünün kâfi gelmesine kıyasla, ayın girmesi ve çıkmasında da bir
kişinin sözü geçerlidir. Yine «haberi vahid»[1] bir sözle ibadet etmek, haberi vahid'in her
mevzuda geçerli olduğuna delalet eder. Ancak malî ve benzeri konularda şahitlik
gibi haberi vahid'le ibadet edilemeyeceğine dair bir delilin gelmesi hali
müstesnadır.» Zahir olan görüş Ebû Sevr'in görüşüdür.
Alimlerin çoğu, ayın
değişik görülmesini nazan itibara almazlar. Bir beldenin ahalisi ayı gördü mü,
bütün ülkelere oruç tutmak vaciptir. Çünkü Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem; «Ayı görünce tutun, ayı görünce de bozun,» buyurmuştur. Bu hitap bütün
ümmete ait olup, her kim herhangi bir yerde ayı görürse herkes görmüş gibi
sayılır.
İkrime, Kasım bin
Muhammed, Salim, tshak, Hanefİlerce sahih olan ve Şafiîlerce muhtar olan
görüşe göre; her beldenin kendim lerinin görmesine itibar edilir, diğerlerine
itibar edilmez. Çünkü Küreyb'in rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: «Şam'a
geldim, ben Şam'da iken ramazan hilâli göründü. Hilâli cuma gecesi gör* düm.
Ayın sonunda da Medine'ye geldim, İbn Abbas bana hilâlden söz açarak, 'hilâli
ne zaman gördünüz?' dedi. Ben de 'cuma gecesi gördüm', dedim. Tekrar 'onu sen
mi gördün?' diye sordu. Ben de 'evet', halk da gördü ve oruç tuttular. Muaviye
de oruç tuttu', dedim. Bunun üzerine tbn Abbas, 'Ama biz onu cumartesi akşamı
gördük, onun için de ya otuzu tamamlayıncaya yahut hilâli görünceye kadar
oruca devam ediyoruz.» dedi. Ben, 'Muaviye'nin görmesi ve oruç tutmasıyla
yetinmiyor musun?' dedim, tbn Abbas 'Hayır, bize Rasûlüllah böyle emir
buyurdu,' dedi.» (Hadisi Müslim, Ahmed ve Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî,
hadisin hasen sahih ve garip olduğunu söylemiş, ilim ehli bununla amel ederse;
«her beldenin hilâli görmesi gerekir,» demiştir.)
Bulûğu'1-Merâm Şerhi,
Feth-i 'Âllâm kitabında; «doğruya en yakın olan, o belde ehlinin ve o beldeye
bitişik cihetlerdeki semtlerin ahalisinin ayı görmesidir,» denmektedir.
Fıkıh imamları,
ramazan hilâlini tek olarak gören kimsenin oruç tutması gerektiği üzerinde
ittifak etmişlerdir. 'Atâ bu görüşe karşı çıkarak, «başkaları görmeden sadece
kendi görmesiyle oruç tutamaz,» demiştir. Şevval hilalini görmek konusunda da
ihtilaf etmişlerdir. Doğru olan Şafiî ve Ebû Sevr'in dediği gibi iftar etmek-,
tir. Rasûlüllah, sallallahu aleyhi ve sellem, iftan ve orucu, ayın görülmesi
durumuna bağlamıştır. Ayı görmek bu kimse için kesinlikle hasıl olmuştur.
Çünkü görmek, görme duyusuyla meydana geldiğine göre, başka birinin görmesine
gerek kalmamaktadır.
Orucun hakikatini
oluşturan iki rüknü vardır:
1- Fecrin
doğmasından güneşin batmasına kadar iftar edici şeylerden kendini alıkoymak: Allah-u
Teâlâ şöyle buyuruyor: «Artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için
takdir ettiğini dileyin,Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce
ayırdedilinceye kadar, yiyin için. Sonra orucu geceye kadar tamamlayın.»
(Bakara 187) Beyaz ve siyah iplikten maksat; gündüzün beyazlığı, gecenin
karanlığıdır. Buharı ve Müslim'in rivayetlerine göre 'Adiy bin Hatem şöyle demiştir:
«Beyaz iplik, siyah iplikten ayrılıncaya kadar» âyeti nazil olunca, bir beyaz
iple siyah ip aldım, yastığımın altına koydum. Gece zaman zaman onlara
bakıyordum. Fakat bir türlü birbirinden ayırd edemiyordum. Kuşluk vakti
Rasûlüllah'a giderek durumu ar-zettim. Rasûlüllah cevaben: «Şüphesiz bu ifade
gecenin karanlığı ve gündüzün beyazlığıdır,» buyurdu.»
2- Niyet: Allahu
Teâlâ şöyle buyurdu: «Onlar ancak dinlerini sadece Allah'a halis kılmakla
emrolundular.» (Beyyine: 5). Rasûlüllah da: «Ameller niyetlere göredir. Herkes
için niyet ettiği şey vardır.» demiştir. Niyetin, Ramazan ayının gecelerinden
her gece için fecirden önce olması gerekir. Çünkü Hafsa'nın rivayet ettiği
hadise göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Fecirden
önce oruca ait niyetini sağlam yapmayanın orucu yoktur.» (Hadisi Tirmizî,
Nesâî, Ebû Dâvûd, îbn Mâce ve Ahmed rivayet etmiş, Îbn Huzeyme ve İbni Hibban
sahihlemiştir.)
Niyetin gecenin
herhangi bir cüzünde olması sahihtir. Niyeti telâffuz etmek şart değildir.
Çünkü o kalbe ait bir iştir. lisânın bunda tesiri yoktur. Niyetin hakikati,
Allah'ın emrine uymak ve rızasını kazanmak için yapılan işi kaydetmektedir. Bir
kimse, oruç tutmakla Allah'a yaklaşmayı kastederek gece sahura kalkarsa, niyet etmiş
sayılır. Gündüz esnasında sadece Allah için iftar edecek şeylerden kendini men
etmeye karar verirse, sahura kalkmasa bile yine niyet etmiş olur. Alimlerin
çoğuna göre, nafile orucun niyeti, eğer bir şey yememişse gündüzden kifayet
eder. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: «Bir gün Rasûlüllah yanıma geldi. 'Yanınızda
yiyecek bir-şey var mı?' diye sordu. Ben de "Hayır' dedim. Bunun üzerine
Rasûlüllah 'Ben oruçluyum' dedi.» (Hadisi Müslim ve Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.) Hanefîler niyyetin zevalden önce olmasını şart koştular. Şafiî'nin
meşhur iki görüşünden birisi de bu yöndedir. İbni Mes'ûd ve Ahmed'in iki
görüşünden birisinin zahirine göre; «zevalden Önce veya sonra niyyet edilmesi
arasında bir fark olmayıp ikisi de kifayet eder,» demişlerdir.
Alimler, orucun
müsliiman, akıllı, bulûğ çağma ermiş, sağlam ve mukim kimselere vacip olduğunda
icma etmişlerdir. Kadının hayz ve nifastan temiz olması gerekir. Kâfire,
deliye, çocuğa, hastaya, misafire, hayz ve nifashya. ihtiyar yaşlıya, hamile
ve çocuk emzirene oruç yoktur. Bunlardan kâfir ve deli gibi bazılarına mutlak
clarak oruç yoktur. Bazılarının velisinden, oruç tutmaları için emir vermeleri
istenmekte, bazılarına orucu bozup sonra kaza etmesi gerekmekte, bazılarına
ise orucu bozmak için ruhsat verilmiş olup fidye vacip olmaktadır. Hepsinin
açıklaması aşağıdadır.
Oruç, îslâm'a ait bir
ibadet olup, müslüman olmayana vacip değildir. Deli ise mükellef sayılmamıştır,
çünkü teklifin muhatabı olan akıldan mahrumdur. Alî (r.a.)'nin rivayet ettiği
hadiste RasûIüllah sallaüahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Üç kişiden teklif
kadırılmıştır. Akıllanıncaya kadar deliden, uyanıncaya kadar uyuyandan, akıl
baliğ oluncaya kadar çocuktan.» (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet
etmişlerdir.)
Çocuğa her ne k idar
oruç vacip değilse de, eğer gücü yetiyorsa, velisinin küçük yaşta alıştırmak
için ona orucu emretmesi gerekir. Rübeyyi' binti Muavviz (r.a.)'den şöyle
dediği rivayet edilmiştir : «N'ebı aleyhisselâm Medine civarındaki ensar
köylerine Aşura günü kuşluk zamanı şöyle haber gönderdi: 'Her kim iftar ederek
sabahladı ise, günün geri kalan zamanında imsak etsin. Kim ki oruçlu olarak
sabaha ulaştı ise orucunu tamamlasın.' Rübeyyi': «Biz bundan sonra Aşura
orucunu tutardık. Küçük çocuklarımıza da tutturur onlarla mescide giderdik.
Oruçlu çocuklarımıza boyalı yün softan oyuncak düzerdik de içlerinden yemek
diye ağlayan olursa, iftar vakti erişinceye kadar ona bu oyuncağı verir,
eğlendirirdik.» (Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)
Aşın ihtiyar erkek ve
kadın ile, iyileşmesi ümit edilmeyen hastaya ve çalışmaya devam etmeden
geçinebilecek nzık bulamayan kimselerden ağır işlerde çalışanlara ruhsat
vardır, tşte bunların tümüne oruç tutmak ağır geleceğinden, bütün sene boyunca
oruç tutma imkânı bulamazlarsa iftar edebilirler. Bunların hergün için
bir fakir doyurması
gerekir. Bir günlük yiyecek, bu konudaki ihtilaf üzerine bir sa', yarım sa'
veya bir mûd olarak takdir edilir.[2] Bir
günlük yiyeceğin takdiri konusunda sünnetten herhangi İr delil gelmemiştir.
îbn Abbas şöyle
demiştir: «Çok yaşh ihtiyara iftar izni verilmiştir. Her gün için bir fakiri
doyurur. Daha sonra kaza etmesi de gerekmez.» (Hadisi Darekutnî ve Hâkim
rivayet ederek sahîhlenmiştir.)
Buhari'nin 'Atâ'dan
rivayet ettiğine göre; Îbn Abbas'ın «Ramazan orucunu tutmaya takat
yetiremeyenlerin bir miskini doyuracak fidye vermesi gerekir.» (Bakara: 184).
ayetini okuduğunu işitti. îbn Abbas bu ayetin mensuh olmadığını; ihtiyar
erkekle, oruç tutmaya gücü yetmeyen ihtiyar kadınlar için olduğunu ve her güne
bedel, bir miskin doyuracaklarını söylemiştir.
İyileşmesi ümit
edilmeyen hastaya gelince: Eğer oruç onu zorluyorsa, ihtiyar yaşlı sayılır.
Çok ağır işlerde çalışan işçiler de bur nun gibidir. Şeyh Muhammed Abduh;
'âyetteki «takat yetiremeyenler» ifadesinden maksad, zayıf İhtiyarla,
iyileşmesi beklenmeyen hastalar ve benzerleri gibi taş ocaklarında, kömür
ocaklarında, ağır işlerde devamlı çalışarak geçiminisağlayan kimselerdir',
demiştir. Devamlı olarak ağır işlerde çalıştırılmak üzere hüküm giyen mahkûmlara
oruç tutmak ağır gelir de fidye vermeye güçleri yetecek durumda iseler, onlar
da bu kısma girerler. Hamile ve emzikli kadınlar, kendi nefislerine ve
evlâtlarına zarar geleceğinden korkarlarsa, oruçlarını bozarlar. Bunlara fidye
gerekir. Îbn Ömer ve İbn Abbas'a göre; 'bunlara daha sonra kaza gerekmez.' Ebû
Davud'un îkrime'den rivayetine göre, îbn Abbas, şöyle demiştir: «Takat yetiremeyenler»
ifadesi yaşlı erkek ve kadınlar için bir ruhsattır. Bunlar oruca takat
yetiremeyip iftar ederler ve her gün için de bir fakir doyururlar. Hamile ve
emzikli kadınlar çocuklarına zarar geleceğinden korkarlarsa iftar eder ve
miskin doyururlar.» (Bezzar sonuna şu ilaveyi yapmıştır: îbni Abbas bir çocuk
annesi hamile kadına; 'Sen oruca takat yetiremiyenler kısmındansın. Sana fidye
gerekir, kaza gerekmez.' derdi.» Darekutnî, hadisin isnadını sahih saymıştır.)
Nâfi'den rivayeten; Îbn Ömer'e çocuğuna zarar geleceğinden korkulan hamile
kadın hakkında sorulduğunda, 'İftar ederek, her günün yerine buğdaydan bir mûd
miskine verir,' demiştir.» (Hadisi Mâlik ve Beyhakî rivayet etmiştir.)
O Hadiste geçtiğine göre Allah-u Teâlâ
misafirden orucu ve namazın yansını, hamile ve emzikli kadınlardan da orucu
kaldırmıştır. Hanefîler, Ebû Ubeyd ve Ebû Sevr'e göre yalnız kaza ederler,
ayrıca fakir doyurmaları gerekmez. Ahmed ve Şafiî'ye göre; sadece çocuklarına
zarar geleceğinden korkarlarsa, oruçlarını bozarlar, kendilerine kaza ve fidye
gerekir. Kendilerine veya kendileri ile beraber" çocuklarına zarar
vereceğinden korkarlarsa sadece kaza gerekir, fidye gerekmez.
iyileşmesi umulan
hasta ile misafirin orucu bozmaları mubah olup, üzerlerine kaza gerekir.
Ailah-u Teâla şöyle buyuruyor: «Sizden biriniz hasta olup veya yolculukta
bulunursa başka bir gün oruç tutar.» (Bakara: 184). Ahmed, Ebû Dâvûd ve
Beyhakî'nin iyi bir senetle Mu'âz (r.a.)'dari rivayet ettiklerine göre Mu'âz
(r.a.) şöyle demiştir: «Allah-u Teâla Nebî'sine orucu farz kılıp, şu ayeti
indirdi: «Ey İman edenler, daha öncekilere olduğu gibi size de oruç farz kılındı.»
(Bakara: 183). («Fakat güç yetiremeyenler bir fakir doyuracak fidye
versin.»-(Bakara: 184). ayetine kadar okudu.) Bu durumda isteyen oruç tutar,
isteyen fakir doyurur ve böyle yapması ona kifayet ederdi. Sonra Allah-u Teâla
başka bir ayet gönderdi: «Ramazan ayı öyle bir aydır ki, onda Kur'ân indirildi.
Her kim ona yetişirse oruç tutsun.* (Bakara: 185). «Böylece oruç mukim ve
sağlam kişilere sabit oldu. Hasta ve misafirlere de ruhsat verildi. Oruca gücü
yetmeyen yaşlılara ise, fakir doyurma izni verildi.» Orucu bozmayı mubah kılan
hastalık, oruç tutunca artan veya iyileşeceğinden korkulan şiddetli
hastalıktır.
Muğnî kitabında yazan
şöyle demiştir: «Bazı selef âlimlerinden naklolunduğuna göre; onlar, her türlü
hastalıktan dolayı oruç bozmayı mubah görmüşlerdir. Hatta parmak ağrısı ve diş
ağrısı da buna dahildir. Çünkü ayetin manası umumîdir. Yine, 'misafirin, orucu
bozmaya ihtiyacı olmasa bile, orucu bozması mubah olunca, hastanın da orucu
bozması mübah'tır' demişlerdir.» Buharî 'Atâ ve zahir ehli'nin mezhebi budur.
Oruç tutarsa hasta
olacağından korkan sağlam kişi de hasta gibi sayılır. Yine bunun gibi, açlık ve
susuzluktan dolayı helak olmaktan korkan kişinin, sağlam ve mukim olsa bile
orucu bozması ve kaza etmesi lâzım gelir. Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: «Nefislerinizi
Öldürmeyiniz. Şüphesiz Allah size merhametlidir.» (Nisa :
29). Bir başka ayet de
şöyledir: «Allah size dinde bîr zorluk kılma-mistir.» (Hac: 78). Eğer
tutamayacak durumdaki hasta, oruç tutup zorluklara katlanırsa orucu sahih olur.
Ancak Allah'ın vermiş olduğu ruhsattan yüz çevirdiği için de bu hareketi
mekruh sayılır. Çünkü oruç sebebiyle ona herhangi bir zarar dokunabilir.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında ashabın bazısı orucu tutar,
bazısı Rasûlüllah'm bu konudaki fetvasına uyarak oruç tutmazdı.
Hamzet'ül-Eslemî
(r.a.) sordu: «Ya Rasülallah, yolculukta kendimi oruç tutmaya güçlü görüyorum.
Bunda bir günah var mıdır?» Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: «Bu
Allah'ın verdiği bir ruhsattır. Kim ruhsatla amel ederse iyi yapmış olur. Kim
oruç tutmak isterse ona da bir günah yoktur.» buyurdu. (Hadisi Müslim rivayet
etmiştir.)
Ebû Said el-Hudri
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: 'Rasûlüllah ile beraber
oruçlu olduğumuz halde Mekke'ye doğru bir yolculuğa çıktık. Bir yerde mola
verince, Rasûlüllah: bize: «Siz artık düşmanınıza yaklaştınız. Oruç tutmamak
sîze daha da kuvvet kazandırır.» buyurdu. Bu bir ruhsat idi. Onun için kimimiz
oruç tuttu, kimimiz tutmadı. Sonra başka bir yere indik. Bu sefer Rasûlüllah:
«Sizler yann sabah düşmanınızla karşılaşacaksınız. Oruç tutmamak size daha çok
kuvvet kazandırır. Binaenaleyh oruç tutmayın.» buyurdular. Bu kat'i bir emirdi,
hemen orucu bıraktık.' Sonra Ebû Sa'îd şunu söyledi: «Vallahi sonraları
Rasûlüllah ile birlikte seferde oruç tuttuğumuzu da bilirim.» (Hadisi Müslim,
Ahmed ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Yine Ebû Saîd
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Biz Rasûlüllah ile
birlikte Ramazan'da gaza ederdik. Kimimiz oruç tutar, kimimiz tutmazdık. Ama
ne tutan tutmayana gücenirdi. Ne de tutmayan tutana. Kendinde kuvvet hissedip
de oruç tutanın yaptığını hoş görürler. Zayıflık hissedip tutmayanın yaptığını
da hoş görürlerdi.» (Hadisi Müslim ve Ahmed rivayet etmiştir.)
Âlimler hangisinin
faziletli olduğunda ihtilaf etmiş, Ebû Hanife, Şafiî ve Mâlik «Gücü-kuvveti
yerinde ise oruç tutması, şayet oruç tutmaya gücü yetmezse iftar etmesi
efdaldir,» demişlerdir, İmam Ahmed ise, «Tutmaması daha efdaldir» demiştir.
Ömer bin Abdülaziz
şöyle demiştir: «Efdal olan, kişiye kolay gelenidir. Bir kimseye bu durumlarda
oruç tutmak kolay gelir de sonradan kaza etmek zor olursa, tutması efdaldir.»
Şevkâni'nin
araştırmasına göre, «Kendisine oruç tutmak zor gelip zarar veren kimse, ruhsatı
kabul etmekten yüz çevirirse, iftar etmesi daha efdâldir. Yine yolculukta oruç
tuttuğu zaman, kendini beğenme ve riyadan korkarsa, orucunu bozması daha
efdâldir. Eğer oruç tuttuğunda bu durumlardan uzak bulunabilirse o zaman da
tutması daha efdâldir. Misafir, gece niyet edip, oruca başlarsa, gündüz
esnasında orucu bozması caizdir.»
Câbir bin Abdullah
(r.a.)'dan rivayeten: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem fetih yılı
Mekke'ye doğru yola çıktı. Kura'û'1-Gâ-mîm denilen yere varıncaya kadar oruç
tuttu, cemaat da oruç tuttu. Sonra bir bardak su istedi. Bardağı herkesin
göreceği şekilde kaldırdıktan sonra suyu içti. Bundan sonra kendisine «Bazı
kimseler oruç tutuyorlar.» dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem «Onlar âsilerdir, onlar âsilerdir.» buyurdular. (Hadisi, Müslim,
Nesâî ve Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizi hadisi sahihlemiştir.)
Alimlerin çoğu, mukim
olduğu halde oruca niyet edip sonra gündüz esnasında yolculuğa çıkanın, orucunu
bozamayacağını söylemiş, Ahmed ve îshak ise bozmasını caiz görmüşlerdir.
Tirmizi'nin Muhammed bin Ka'b'dan rivayet ederek hasen saydığı hadiste
Mu-hammed bin Ka'b şöyle, demiştir: «Ramazan'da, Enes bin Mâlik'e geldim.
Yolculuğa çıkmak istiyordu. Kendisi için binek hazırladı. Yolculuk elbisesini
giydi. Daha sonra yemeğe çağırılınca yediğini gördüm, kendisine 'Böyle yapman
sünnet midir?' diye sordum. 'Evet sünnettir' dîye cevap verdi ve yola çıktı.[3]
'Ubeyd bin Cü-beyr'den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Ebû'I-Basra
el-Gıfarî İle beraber Ramazan'da, eski Mısır'dan ayrılarak gemiye bindik. Sonra
gemi hareket etti. Sonra öğle yemeği yaklaşınca, bana 'yaklaş', dedi. Ben de
kendisine, 'Evlerin arasında değil misin?' dedim. Bunun üzerine Ebû'I-Basra,
'Rasûlüllah'ın sünnetinden mi yüz çeviriyorsun?' dedi.» (Hadisi Ahmed ve Ebû
Dâvûd rivayet etmiş olup, râvileri kuvvetlidir.)
Şevkâni şöyle
demiştir: «Bu iki hadis, misafirin sefere başladığı yerden çıkmadan önce orucu
bozabileceğine delâlet eder.»
İbnü'l-Arabî; «Enes
hadisi sahih olup, bu hadis sefere devam ettiği müddetçe oruç bozmanın caiz olmasını
gerektirmektedir. «Doğru olan budur.» demiştir.
Oruç bozmayı mubah
kılan yolculuk, namazı kısaltmayı gerektiren yolculuktur. Yine orucu bozmadaki
misafirliğin müddeti, namazı kısaltmadaki misafirliğin müddeti kadardır.
(Bununla ilgili izahlar, âlimlerin bu konudaki görüşleri ve Ibn Kayyım'ın
incelemesi, «namazı kısaltma» bahsinde geçti).
Ahmed. Ebû Dâvûd,
Beyhakî ve Tahavî'nin Mansur-u Kelbi'den rivayetlerine göre; Dihye bin Halîfe
bir kere Ramazan'da Dimeşk" in (Şam) bir kövünden bir fersah kadar
uzaklaştı. Orucunu bozdu ve cemaat da onunla beraber bozdular. Diğerleri
orucunu bozmasını hoş görmediler. Köyüne dönünce şöyle dedi: «Vallahi bugün
görmeyi hiç düşünmediğim birşey gördüm. Halk Rasûlüllah ve ashabının yolundan
yüz çevirdi.» Bunu oruç tutanlara söylemişti. Sonra bu esnada «Allahım,
emanetini al», dedi.
Aşağıda açıkladığımız
günlerde oruç tutmanın yasaklandığı hakkında hadisler gelmiştir:
Âlimler iki bayram
günü, farz olsun, nafile olsun oruç tutmanın haram olduğunda icma etmişlerdir.
Ömer (r.a.)'in sözüne
göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu iki gün oruç tutmaktan
nehyetti. Rasûlüllah; «Ramazan bayramına gelince; Ramazan orucunu tuttuğunuzdan
dolayı o gün İftar edin. Kurban bayramında ise kestiğiniz kurbanlardan
yiyiniz.» buyurmuştur. (Hadisi Buhari, Müslim, Ahmed, Ebû Dâvûd ve Tirmizî
rivayet etmişlerdir.)
Kurban bayramını tâkib
eden üç günde oruç tutmak caiz değildir.
Ebû Hüreyre (r.a.)'in
rivayet ettiği hadise göre; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Abdullah
bin Huzafe'yi şöyle demesi için Mina'yı dolaşmaya gönderdi: «Bu günlerde oruç
tutmayınız. Çünkü bu günler yeme, İçme ve Allah'ı zikretme günleridir.» (Hadisi
Ahmed iyi bir senetle rivayet etti.)
Taberani'nin Evsat
kitabında tbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem, tellâl göndererek «Bu günler yiyip içme ve hanımlarla beraber olma günleridir.
Bu günlerde oruç tutmayınız.» demesini emretmiştir.
Şafiî, teşrik
günlerinde oruç tutmayı nezir, kefaret ve kaza gibi bir sebep varsa caiz
görmüştür. Eğer böyle bir sebep yoksa, 'ihtilaf-
sız caiz olmaz',
demiştir. Bu durumu, namaz kılmak nehyedilen vakitlerde, şayet bir sebep varsa
namaz kılmanın caiz olmasına benzetmişlerdir.
Cuma günü müslümanlann
haftalık bayramıdır. Bunun için Allah celle celâlühü cum'a günü oruç tutmayı,
nehyetmiştir. Âlimlerin çoğu, buradaki nehyin mekruh olup, haram olmadığını
söylemişlerdir. Ancak bir gün önceden oruca başlar veya cuma'dan sonra bir
gün ilave ederse veya devam etmekte olan âdetine uygun düşerse veya cum'a günü
arafe ve aşure gününe denk gelirse, bu durumlarda oruç tutmak mekruh olmaz.
Abdullah bin Ömer
(r.a.)'den rivayeten: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Cûveyriye
bint'ül-Haris'in yanına girdi. Bu kadın cuma günü oruç tutuyordu. Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem, ona «dün oruç tuttun mu?» diye sordu. Kadın
«hayır», dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah «öyleyse orucunu boz.» buyurdu.
(Hadisi Ahmed ve iyi bir senetle Nesâî rivayet etmiştir.)
Âmir'ul-Eş'ari'den
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir : «Rasûlüllah'in şöyle buyurduğunu işittim:
«Cum'a günü bayramınızdır. O gün oruç tutmayınız. Ancak önce başlar veya sonra
İlâve -ederseniz müstesna.» (Hadisi Bezzâr iyi bir senetle rivayet etmiştir.)
Alî (r.a.) şöyle
demiştir: «Sizden kim nafile oruç tutmak isterse perşembe günü tutsun. Cuma
günü tutmasın. Çünkü cum'a günü yiyip-içme ve zikir günüdür.» (Hadisi îbn Ebî
Şeybe iyi bir senetle rivayet etmiştir.)
Buharı ve Müslim'de
Câbİr hadisinden naklolunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: «Cuma günü oruç tutmayınız. Ancak önce ve sonra bir gün
tutulursa müstesna.» Müslim'in lafzına göre: «Geceler arasında sadece cum'a gecesini
nafile ibadete tahsis etmeyin. Yine günlerden sadece cum'a günü nafile oruca
tahsis etmeyin. Ancak tutmakta olduğu orucuna .tesadüf ederse o başka.»
Büsr es-Sülemi'nin
kızkardeşi Semmâ'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: «Allah'ın farz kıldığı oruç dışında, sadece cumartesi
günü oruç tutmayın. Eğer üzüm kabuğu ve ağaç dalınan başka birşey bulamazsanız
bile o gün onları çiğneyerek oruç tutmadığınızı gösterin.» (Hadisi Ahmed, Tirmizî,
Nesâî, Îbn Mâce, Ebû Dâvûd ve Hâkim rivayet etmiş. Hâkim; «Müslim'in şartına
göre hadis sahihtir,» demiştir. Tirmizi ise hadisi hasen sayarak, «buradaki
kerahatin manası, kişinin sadece cumartesi günü oruç tutmasına mahsustur.»
demiştir. Çünkü Yahudiler Cumartesi gününe saygı gösterirler.)
Ümmü Seleme (r.a.)
şöyle demiştir: «Rasûlüllah cumartesi ve pazar günleri, diğer günlerde tuttuğu
oruçtan daha çok oruç tutar ve şöyle derdi: «Cumartesi ve pazar müşriklerin
bayramıdır. Onlara muhalefet etmeyi severim.» (Hadisi Ahmed, Beyhakî, Hâkim ve
îbn Huzeyme rivayet etmiş, Hâkim ve Îbn Huzeyme hadisi sahih-lemişlerdir.)
Hanefî, Şafiî ve
Hanbelîler bu delillerden dolayı cumartesi günü tek olarak oruç tutmayı mehruk
saymışlar, Mâlik ise bu konuda muhalefet ederek kerahatsiz olarak cumartesi
günü oruç tutmaya cevaz vermiştir. Halbuki bu hadis aleyhine bir delildir.
Ammâr bin Yâsir (r.a.)
şöyle demiştir: «Her kim Ramazan'ın girdiğinde şüphe olan günü oruç tutarsa
Ebû-1 Kasım'a âsi olmuş olur.» (Hadisi Tirmizî, Nesâi Ebu Dâvûd ve ibn Mâce
rivayet etmiş, Tirmizi; «Hadis hasen sahih olup, ilim ehlinin çoğu bununla âmel
etmektedir.» demiştir.)
Süfyân-i Sevrî, Mâlik
bin Enes, Abdullah bin Mübarek, Şafiî. Ahmed ve İshak şek gününde kişinin oruç
turnasını mekruh saymışlardır. Alimlerin çoğu, Ramazan'dan olduğu halde.
Ramazan mı, değil mi diye şüphe ile oruç tutanın o günün yerine bir gün kaza etmesi
gerektiği görüşündedir. Eğer adetine uygun olarak sek günü oruç tutarsa, o
zaman kerahatsiz olarak caiz olur.
Ebû Hûreyre (r.a.)'den
rivayeten: Resûlüllah sallaîlahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Ramazandan
bir veya iki gün Önce oruç tutmayın. Ancak kişinin devam eden orucu varsa o
başka.» (Hadisi Buhar'î, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve tbn Mâce rivayet
etmiştir. Tirmizî hadisin hasen sahih olduğunu ve ilim ehlinin bununla amel
ettiğini söylemiştir.) İlim sahiplen, kişinin, Ramazan'ı karşılamak niyetiyle
Ramazan girmeden önce oruç tutmakta acele etmesini mekruh saymışlardır. Fakat
kişi bir gün oruç tutmak ister de tuttuğu oruç bu günlere denk gelirse bunda
bir beis yoktur.
içinde, Allah'ın oruç
tutulmasını nehyettiği günlerin bulunması sebebiyle bütün seneyi oruçlu
geçirmek haramdır. Çünkü Rasû-lüllah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:
«Devamlı oruç tutanın orucu yoktur.» (Hadisi Buharı, Müslim ve Ahmed rivayet
etmiştir.) Eğer bayram günleri ve teşrik günlerinde orucunu bozar da kalan
günlerde oruç tutarsa, tutmaya gücü yettiği takdirde ke-rahat kalkar.
Tİrmizî şöyle
demiştir: «İlim ehlinden bîr kısmı, kişinin ramazan, kurban ve teşrik
günlerinde iftar etmeden bütün sene oruç tutmasını kerih gördüler. Eğer bu
günlerde iftar ederse kerahat sınırından çıkmış ve bütün seneyi oruç tutmamış
sayılır. Mâlik, Şafii, Ahmed ve İshak'dan da böyle rivayet olunmuştur.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, oruçlu olduğunu antatan
Hamzat'ül-Esle-mî'nin bu durumunu kabul etmiş ve ona «Dilersen tut, dilersen
boz», demiştir. Daha önce bu hadis geçti.[4] Efdâl
olan, bir gün tutup bir gün iftar etmektir. Şüphesiz bu, Allah (cc.)'a karşı
oruçların en sevimlisidir. Bu konu yakında gelecektir.
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem, zevci yanında olduğu halde izni olmadan kadının oruç
tutmasını nehyetmiştir. Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Kocası yanında iken, Ramazan hariç, onun izni
olmadan kadın oruç tutmasın.» (Hadisi Buharı, Müslim ve Ahmed rivayet
etmiştir.)
Âlimler, bu nehyin
haram anlamında olduğunu söylemişler ve kocasının izni olmadan kadın oruç
tutarsa, kocasının hakkını çiğnediğinden, orucunu bozdurmasını caiz
görmüşlerdir. Ancak bu durum hadisde geçtiği gibi Ramazan'm dışındaki oruçlar
içindir. Çünkü Ramazan orucu için kimsenin izni gerekmez. Kocası uzakta olduğu
zaman izni olmadan, kadının oruç tutması da bunun gibidir. Ancak kocası geldiği
zaman karısının orucunu bozdurması caizdir. Yine âlimler, kocasının hasta olup
hanımıyla cima yapamaması durumunu, kocanın uzakta olması gibi kabul ederek,
nafile oruç tutmak için kadının izin alması gerekmediğini söylediler.
Ebû Hureyre (r.a.)'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «İftar etmeden
arka arkaya oruç tutmak' tan sakının.» Bunu üç defa söyledi. Ashab; «ya
Rasûlallah, sen böyle yapıyorsun.» dediler. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle dedi: «Siz benim gibi değilsiniz. Beni Rabbim doyurur, susuzluğumu
giderir. Yani yiyenin ve içenin kuvveti gibi bana kuvvet verir. Amellerden
gücünüz yettiği şeyleri yüklenin.» (Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)
Fakihler burdaki nehyi
mekruh olarak anlamışlardır. Ahmed, îshak bin Münzir, oruçluya zor gelmediği
müddetçe orucu sahur vaktine kadar uzatmayı caiz gördüler.
Buhari'nin Ebû Sâ'îd
el-Hudrî (r.a.)'den rivayetine göre; Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: «Bir günün orucu* nu öbürüne eklemeyiniz. Şayet sizden biriniz
bir günün orucunu öbürüne eklemek isterse, orucunu sahur vaktine kadar devam
ettir.
Rasûlüllah sailaüahu
aleyhi ve sellem aşağıdaki günlerde oruç tutmayı teşvik etmiştir:
Müslim, Tirmizî, Ebû
Dvûd ve îbn Mâce'nin Ebü Eyyûb el-En-sârî (r.a.)'den rivayet ettiklerine göre
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Her kim ramazanrı tutar
ve şevval ayından da altı gün Ramazan'a ilâve ederse bütün seneyi oruç tutmuş
gibi olur.» Ahmed'e göre şevval orucu arka arkaya veya karışık olarak tutulabilir.
Bu şekillerden birinin diğeri üzerine bir fazileti yoktur. Hanefî ve Şafiî'ye
göre ise efdâl olan bayramdan sonra altı günü arka arkaya tutmaktır.
Ebû Katade (r.a.)'den
riyayeten Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyie buyurmuştur: «Arafe günü
orucu, geçmiş ve gelecek iki senenin günahlarına kefaret olur. Asura günü-orucu
geçen bir senenin günâhlarına kefaret.olur.» (Hadisi Müslim, Nesâî, Ebû Dâvüd
ve Ibn Mâce rivayet etmiştir.)
Hafsa (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: Dört şey var ki Rasûlüllah bunları
terketmezdi. Aşura orucu, Zilhicce'nin on günlük orucu, her aydan üç gün oruç
ve sabah namazından önce iki rek'at namaz.» (Hadisi Ahmed ve Nesâi rivayet
etmiştir.)
Ukbe bin Amir
(r.a.)'den rivayeten Rasûlülîah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«Arafe, kurban ve teşrik günleri ehli İslâm'ın bayramıdır. Bu günler yeme,
içme günleridir.» (Hadisi Buharî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî rivayet
etmiş, Timıizî ise sahihlemiştir.)
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayeten; Rasûlüilah sallallahu aleyhi ve sellem, arafe günü Arafat'ta oruç
tutmaktan nehyetmiştir. (Hadisi Ahmed. Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce rivayet
etmiş, Tinnizî şöyle demiştir: «İlim ehli, Arafat dışında arafe günü oruç
tutmayı müstehab görmüştür.»)
Ümmül-Fadl'dan rivayet
olunduğuna göre o şöyle demiştir : «Ashab, Rasûlüllah'ın arafe günü oruç tutup
tutmadığı hakkında şüpheye düşünce, ben Rasûlüllah a süt gönderdim. Rasûlüllah
Ara-fat'da cemaate hutbe okuduğu halde bu sütü içti.» (Hadisi Buharî ve Müslim
rivayet etmiştir.)
Ebû Hüreyre (s.a.)'den
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Farz namazlarından sonra hangi
namaz daha efdâldir?» diye Rasûlüllah'a soruldu, o da «Gecenin ortasında
kılınan namazdır.» buyurdu. «Ramazan'dan sonra hangi oruç efdaldir?» diye
soruldu. «Muharrem diye adlandırdığınız Allah'ın ayında tutulan oruçtur,» buyurdular.
(Hadisi Müslim, Ahmed ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Muaviye bin Ebû Süfyan
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre o demiştir ki: Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: «Bugün Âşûre günüdür. Bugün oruç
tutmak size farz kılınmadı. Ben oruçluyum. İsteyen oruç tutsun, isteyen iftar
etsin.» (Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.)
Aişe (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Aşure günü, Kureyş'in cahiliye
döneminde oruç tuttuğu bir gündür. Rasûlüllah da o gün oruç tutardı. Medine'ye
gelince hem kendisi oruç tutar, hem de cemaate oruç tutmalarım emrederdi. Daha
sonra Ramazan orucu farz olunca, Rasûlüllah, «dileyen Âşûrâ günü tut-
sun, dileyen
terketsin.» buyurdu.» (Hadisi Buhar! ve Müslim rivayet etmiştir.)
îbn Abbas (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Rasûlüllah Medine'ye gelince
Yahudilerin Aşûra orucu tuttuklarını gördü. «Bu nedir?» diye sorunca,
yahudiler de «bu gün iyi bir gündür, Allah Musa'yı ve Benî İsrail'i
düşmanlarından bu günde kurtardı. Onun için Musa oruç tuttu,» dediler. Bunun
üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seİlem, «Ben Musa'ya sizden daha çok
bağlıyım,» dedi. Kendisi oruç tuttu ve tutulmasını emretti.» (Hadisi Buharı ve
Müslim rivayet etmiştir.)
Ebû Musa el-Eş'arî (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Yahudiler Âşûra gününü büyük sayar,
o günü bayram edinirlerdi. Bunun üzerine Rasûlüllah da 'Sizler o gün oruç
tutun/ buyurdu.» (Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.)
İbn Abbas (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir. «Rasûlüllah Aşûra günü oruç tuttu ve
tutulmasını emretti. Ashab; «ya Rasûlâllah, Âşûra günü Yahudi ve hıristiyanların
büyük saydığı bir gündür.» dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah şöyle buyurdu:
«Gelecek yıl olduğu zaman insaallah dokuzuncu günü de beraber tutacağız.» İbni
Abbas: «Gelecek yıla varmadan Rasûlüllah vefat etti.» dedi. (Hadisi Müslim ve
Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) Bir başka lafızda Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: «Eğer gelecek sene sağ olursam Aşura ile beraber
dokuzuncu günü de oruç tutacağım.» (Hadisi Müslim ve Ahmed rivayet etmiştir.)
Âlimler Aşura günü
orucunun üç şekilde olabileceğini söylemişlerdir.
Birincisi: dokuz, on
ve onbirinci günleri tutmak. İkincisi: dokuz ve onuncu günleri tutmak.
Üçüncüsü: Yalnız onuncu günü tutmak.
Câbir bin Abdullah
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: «Her kim Âşûra günü kendini ve ailesini bol bol yedirip içirirse,
Allah o kimseye bütün sene bolluk ihsan eder.» (Hadisi Beyhakî Şâb kitabmda ve
Îbn Abdülber rivayet ermiştir. Hadisin başka rivayet yollan olup hepsi de
zayıftır. Ancak bu rivayet yollan birbirine katılınca Sehavînin dediği gibi
hadis kuvvet' derecesine ulaşmış olur.)
Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem Şaban ayının çoğunda oruç tutardı.
Aişe fr.a.) şöyle
demiştir: «Rasûlüllah'm Ramazan'dan başka hiçbir avda tam olarak oruç tuttuğunu
görmedim. Yine Şaban'dan başka hiçbir ayın çoğunda oruç tuttuğunu da görmedim.»
(Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.)
Usâme bin Zeyd
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre o demiştir ki: (Ya Rasûlüllah, Şaban ayında
olduğu kadar hiçbir ayda oruç tuttuğunuzu görmedim.» Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Şaban ayı, Recep'le Ramazan arasında
insanların gafil oldukları bir aydır. Bu ayda ameller âlemlerin Rabbine yükselir.
Amellerimin oruçlu olduğum halde yükselmesini istiyorum.» (Hadisi Ebû Dâvûd ve
Nesâî rivayet etmiş, Ibn Huzeyme ise sahihlemiştir.)
Diğerlerinden
faziletli olduğunu zannederek Şaban'm yarısında bir gün oruç tutmak hakkında
sahih bir delil yoktur.
Haram aylar. Zilkade,
Zilhicce, Muharrem ve Recep olup, bu aylarda orucu çoğaltmak müstehabdır.
Bahile'den bir adam Rasûlüllah'a gelerek; «Ya Rasûlallah, ben önceki sene sana
gelen kişiyim,» dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem,
ona: «Sen sıhhatli bir kimse idin, ne oldu sana şeklin değişti?» dedi. Adam;
«Senden ayrıldıktan sonra sadece gece yemek yedim,» dedi. Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem: «Niçin nefsine azab ettin?» diyerek şöyle devam etti: «Sabır
ayında oruç tut ve her aydan bir gün ouç tut.» Adam; «Benim kuvvetim var, biraz
daha artır,» dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, «öyleyse iki gün
tut.» buyurdular. Adam; «Biraz daha artır,» deyince, Rasûlüllah üç parmağını
birleştirip sonra salarak üç defa; «Haram aylarda tut, sonra bırak»,
buyurdular.» (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd, Ibn Mâce ve Beyhakî iyi bir senetle
rivayet etmiştir.)
Recep ayı orucunun
diğer aylar üzerine bir fazileti yoktur. Ancak Recep ayı haram aylardandır.
Sahih sünnetse, özellikle Recep ayında oruç tutmanın diğer aylardan faziletli
olduğu hakkında bir şey varid olmamıştır. Bu konuda gelen rivayetler, delil
getirmeye kalkışılamıyacak derecede zayıftır.
îbn Haccr şöyle
demiştir: «Recep ayı orucunun fazileti hakkında veya Recep ayının belli bir
günü oruç tutmak ve belli bir gecesini ibadetle geçirmek hakkında delil teşkil
edecek sahih bir hadis yoktur.»
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Pazartesi ve
Perşembe günleri ekseriya oruç tutardı. «Niçin tutuyorsunuz?» diye sorulduğunda
da şöyle derdi : «Ameller pazartesi ve perşembe günleri» Allah'a arzolunur.
Allah Teâlâ da bu günlerde her müslüman ve mü'mini bağışlar. Ancak dargın
duran İki kişi müstesna! Bunların mağfireti ertelenir.» (Hadîsi Ahmed, Sahih
bir senetle rivayet etmiştir.) Sahih-i Müslim'de geçtiğine göre Rasûlüllah'a
pazartesi orucu hakkında soruldu. Şöyle buyurdu: «Pazartesi benim doğduğum
gündür ve Pazartesi günü vahiy inzal buvurulmuştur.»
Ebû Zerr el-Gifârî
demiştir ki: «Rasûlüllah bize her aydan üç gün oruç tutmamızı emretti. Onlar
aydın günler olan onüç, ondört ve onbeşinci günlerdir. Bu günlerde oruç tutmak
seneyi oruçlu geçirmek gibidir.» (Hadisi Nesâî rivayet etmiş, îbn Hibbân
sahihlemiştir.)
Yine Rasûlüllah'tân
gelen rivayete göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir ayda cumartesi,
pazar ve pazartesi günlerinde oruç tutar, diğer ayda ise sah, çarşamba ve
perşembe oruç tutardı. Yine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem her ayın üç
aydınlık gününde oruç tutardı. Ayın evvelindeki perşembe günü tutar, onu
ta-kibeden pazartesi ve daha sonraki pazartesi de oruç tutardı.
Ebû Seleme bin
Abdurrahmamn Abdullah bin Arar (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre Abdullah (r.a.)
demiştir ki: «Rasûlüllah bana şöyle dedi: «Haber aldığıma göre gece namaz
kılıyor, gündüz oruç tutuyorsun.» «Evet, ya Rasûiallah,» dedim. Bunun üzerine
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; «Oruç tut ve iftar et, namaz kıl ve
uyu», buyurdu. «Vücudunun senin üzerinde hakkı var. Zevcenin senin üzerinde
hakkı var ve misafirlerinin senin üzerinde hakkı var. Her aydan Uç gün tutman
sana kâfi gelir.» Ben ısrar ettikçe, o da bana artırdı. «Ya Rasûlallah, kendimi
kuvvetli hissediyorum.» dedim. «O zaman her hafta üç gün oruç tut.»
buyurdular. Ben yine «kendimi kuvvetli hissediyorum,» deyince Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem; «Dâvûd aleyhisselâm gibi oruç tut, bundan fazla
yapma.» buyurdular. Ben «Ya Rasûlallah, Dâvûd aleyhisselam'm orucu nasıldır?»
dedim. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: «Bir gün tutar, bir gün iftar
ederlerdi.» buyurdular.» (Hadisi Ahmed ve diğerleri rivayet etmiştir.)
Yine Abdullah bin Arar
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre o demiştir ki: «Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu: 'Allah'a en sevimli gelen oruç, Dâvûd aleyhisselam'ın
orucu, en sevimli gelen namaz da Dâvûd aleyhisselam'ın namazıdır. O gecenin
yansını uyku ile, üçte birini de ibadetle geçirir, altıda birini de yine
uyurdu. Ve birgün ouç tutar, bir gün bozardı.»
ümmü Hâni (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre o demiştir ki: «cRasûlüllah fetih günü yanıma girdi.
Kendisine su verilince suyu içti ve bardağı bana uzattı. Ben, oruçlu olduğumu
bildirince şöyle buyurdu: «Nafile tutan kendisinin emîridir. Dilersen tutarsın,
dilersen bozarsın.» (Hadisi Ahmed, Dârekutnî ve Beyhakî rivayet etmiştir.
Hadisi Hâkim de rivayet etmiş, 'isnadı sahihtir', demiştir. Hâkim'in lafzı
şöyledir: «Nafile tutan nefsinin emîridir. Dilerse tutar, dilerse bozar.»)
Ebû Cuhayfe (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Rasûlüllah, Selmân ile Ebû Derdâ'yı
kardeş ilân etmişti. Bîr de-fasuıda Selmân, Ebû Derdâ'yı ziyaret etti.
Bulamadı. Kansı Ummü Derdâ'yı eski bir elbise içinde perişan gördü de 'Bu ne
haldir?' diye sordu. Ümmü Derdâ; 'Kardeşin Ebû Derdâ'nm dünyayla ilişiği yoktur.
Gündüz oruç tutar, gece namaz kılar,' diye yakındı. Bu sırada Ebû Derdâ geldi.
Selmân'ı selâmladı ve onun için yemek hazırlayarak «Haydi sen ye, ben
oruçluyum,» dedi. Bunun üzerine Selmân; 'Vallahi bu orucu bozacaksın ve sen
yeyinceye kadar ben de yemî-yeceğim,' dedi. Gece olunca Ebû Derdâ namaza
kalkmak istedi. Selmân onu 'uyu' diyerek engelledi. Ebü Derdâ da uyudu. Sonra
bir daha kalkmak istedi. Yine Selmân 'uyu' diyerek mâni oldu. Gecenin son
vakti olunca Selmân, 'artık şimdi kalk',.dedi. Kalkıp namaz kıldılar. Daha
sonra Selmân, Ebû Derdâ'ya; 'Muhakkak ki senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır.
Nefsinin hakkı vardır. Ailenin hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını
vermelisin.' dedi. Sonra Ebû Derdâ, Nebi aleyhisselam'ın huzuruna gelerek
durumu arzedince, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; 'Selmân doğru
söylemiştir', buyurdu.» (Hadisi Buharı ve Tirmizi rivayet etmiştir.)
Ebû Said el-Hudrî
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Rasûlüllah için yemek
hazırlamıştım. Bunun üzerine Rasûlüllah ashabı ile beraber geldiler. Yemek
sofraya konunca, içlerinden birisi 'ben oruçluyum', dedi. Bunun üzerine
Rasûlüllah şöyle buyurdu: 'Kardeşiniz sizi davet etti ve hazırlık yaptı.1 Daha
sonra adama; 'Orucunu boz, daha sonra dilersen yerine birgün oruç tut,'
buyurdular.» (Hadisi Beyhakî, Hâfız'm dediği gibi iyi bir senetle rivayet
etmiştir.)
îlim ehlinin çoğu, bu
açık ve sahih hadisleri delil getirerek, nafile oruç tutanın orucunu
bozmasının caiz olup yerine bir gün oruç tutmasının müstehab olduğu görüşüne
varmışlardır.
Oruçlu kimsenin, orucu
esnasında aşağıdaki edeplere riayetetmesi müstehabdir.
Sahurun müstehab
olduğu, terkedene ise günah olmadığı üzerinde ümmet icma etmiştir. Enes
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: «Sahur yemeğine kalkınız. Çünkü sahurda bereket vardır.» (Hadisi
Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.) Mikdam bin Mâ'di Kerb (r.a.)'den, onun da
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayetine göre Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Sahura kalkmanız gerekir.
Çünkü sahurda alınan gıda mübarektir.» (Hadisi Nesâî iyi bir senetle rivayet
etmiştir.) Bereketli olmasının sebebi oruçluyu kuvvetli ve dinç yapması ve ona
orucunu kolay kılmasından dolayıdır.
Sahur, bir yudum su bile
olsa, az veya çok yemekle gerçekleşmiş olur. Ebû Sa'îd el-Hudri (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«Sahur berekettir. Sizden biriniz bir yudum su bile İçmiş olsa sabimi
terketmesin. Allah ve melekleri sahur yapanlara salât okurlar.» (Hadisi Ahmed
rivayet etmiştir.)
Sahurun vakti, gece
yansından başlar, fecir doğuncaya kadar devam eder. Sahuru geç yapmak
müstehabdır. Zeyd bin Sabit (r.a.) den rivayet olunduğuna göre o şöyle
demiştir: «Rasûlüllah ile beraber sahur yemeğini yedik. Sonra namaza kalktık.»
Râvi diyor ki: «Ben, sahur ile namazın arasında ne kadar müddet vardı? dîye sordum.
Zeyd «Elli âyet okuyacak kadar bir müddet» cevabım verdi.
Amr bin Meymune'den
rivayet olunduğuna göre o demiştir ki: «Rasûlullahın ashabı, iftan insanlann en
acele edenleri, sahuru ise en geç edenleri idiler.» Hadisi Beyhakî sahih bir
senetle rivayet etmiştir.
Ebû Zer el-Gıfâri'nin
merfu olarak rivayet ettiği hadisde Ra-sûlullah şöyle buyurmuştur: «Ümmetim
iftan acele, sahuru geç yaptığı müddetçe hayırda olmaya devam ederler.» Bu
hadisin isnadında, tanınmamış bir kişi olarak Süleyman bin Ebû Osman vardır.
Kişi, fecrin doğuşu
hakkında şüpheye düşerse, kesin olarak fecrin doğduğunu bilinceye kadar yiyip
içebilir. Şüphe ile amel olmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ, yeme ve içmenin son
vaktini kişinin açık bir şekilde bilmesine bağlamış olup, şüpheye
bağlamamıştır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Sabahleyin beyaz iplik siyah
iplikten ayrılıncaya kadar yeyiniz, İçiniz.» (Bakara: 187).
Bir adam İbn Abbas
(r.a.)'a gelerek «Ben sahur yemeğine kalkıyorum, sabah olduğunda şüphelendiğim
zaman oruca başlıyorum,» dedi. Bunun üzerine İbn Abbas (r.a.) bu kişiye; «Şüphen
tamamen gidinceye kadar, yani fecrin doğuşu sana belli oluncaya kadar ye,»
demiştir.
Ebû Dâvûd demiştir ki:
«Ebû Abdullah; 'Kişi fecrin doğduğunda şüphe ederse, fecrin doğduğunu kesin
bilinceye kadar yer,' demiştir.» Bu görüş tbn Abbas, 'Atâ, Evzaî ve Ahmed'in
görüşüdür. Nevevî şöyle demiştir: «Şafiî'nin takipçileri, fecrin doğduğunda
şüphe edenlerin yemeğe devam etmelerinin caiz olduğu üzerine ittifak
etmişlerdir.»
Güneşin batması
tahakkuk ettiği zaman oruçlunun iftara acele etmesi müstehabdır.
Sehl bin Sa'd
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre RasûlüHah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: «İnsanlar iftara acele ettikleri müddetçe hayır yapmaya devam etmiş
olurlar.» (Hadisi Bu-harî ve Müslim rivayet etmiştir.)
iftarın tek olarak
hurmayla, şayet hurma bulunmazsa suyla olması gerekir.
Enes (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre o demiştir ki: «Rasûlüllah akşam namazım kılmadan önce
yaş hurmayla iftar ederdi. Eğer bulamazsa kuru hurmayla iftar ederdi. Onu da
bulamazsa birkaç yudum suyla orucunu açardı.» (Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiş,
Hâkim sahihlemiş, Tirmizi ise hasen saymıştır.)
Süleyman bin Âmir
(r.a.)'den rivayet olunduğuna göre RasûlüHah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: «Sizden biriniz oruçlu olduğu zaman kuru hurmayla iftar etsin. Hurma
bulamazsa suyla iftar etsin. Çünkü su temizdir.» (Hadisi Ahmed ve Tirmizi rivayet
etmiş, Tirmizî «hadis hasen sahihtir» demiştir.) Bu hadiste iftan akşam namazından
Önce bu şekilde yapmanın müstehab olduğuna dair delil vardır. Eğer namaz
kılarsa daha sonra ihtiyaç duyduğu kadar yemek yer. Ancak yemek hazır ise önce
yemekten başlar.
Enes (r.a.)'in
rivayetine göre RasûlüHah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Akşam
yemeği hazır olduğu zaman namazdan Önce yemeğe başlayın ve yemekte acele
etmeyin.» (Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.)
İbn Mâce'nin Abdullah
bin Amr îbn As (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur: «Oruçlunun iftar zamanı geriye çevrilmeyecek duası
vardır.» Abdullah (r.a.) iftar ettiği zaman şöyle dua ederdi:
«Allahım, her şeyi
kaplayan rahmetinle beni bağışlamanı istiyorum.»
Rasûlüllah sallaüahu
aleyhi ve sellem'den sabit olduğuna göre o şöyle derdi: «Susuzluk gitti,
damarlar sulandı ve '"yallah mükâfatımız yazıldı.»
Yine mürsel olarak
RasûlüJlah sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet olunduğuna göre o şöyle
demiştir:
«Allah'ım, senin için
oruç tuttum, senin rızkınla İftar ettim.»
Tirmizi'nin iyi bir
senetle rivayet ettiğine göre Rasûlüllah sal-lallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: «Üç kimsenin duası geri çevrilmez: İftar edinceye kadar oruçlunun,
adaletli devlet reisinin
ve mazlumun.»
Oruç, Allah (c.ç.)'a
yaklaşmak için yapılan en faziletli ibadetlerden biridir. Allah-u Teâlâ orucu,
nefsi terbiye etmek ve hayra sevketm :k için meşru kılmıştır. Oruçlu kimsenin,
orucunu zedeleyecek idlerden sakınması gerekir. Tâ ki oruçta bir fayda bulabilsin
ve Allah'ın ayetinde zikrettiği takva hasıl olmuş olsun: «Ey İman edenler,
sizden öncekilere olduğu gibi size de oruç farz kılındı. Ola ki korunursunuz.»
(Bakara: 183) Oruç sadece yemek ve içmekten kendini alıkoymak değildir. Gerçek
oruç yemekten, içmekten ve sair Allah'ın nehyettiği şeylerden sakınmaktır. Ebû
Hürey-re (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur: «Oruç, sadece yemek ve İçmekten kendini alıkoymak
değildir. Gerçek oruç, boş sözlerden ve günahlardan korunmaktır. Bir kimse sana
söver ve cahilce bir hareket yaparsa ben oruçluyum de.» (Hadisi îbn Huzeyme,
tbn Hibbân ve Hâkim, rivayet etmiş. Hâkim hadisin Müslim'in şartına göre sahih
olduğunu söylemiştir.)
Buharî, Tirmizî,
Nesâî, Ebü Dâvûd ve tbn Mâce'nin Ebû Hu-reyre (r.a.)'den rivayet ettiğine göre
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Bir kimse yalan
şahitliği ve onunla amel etmeyi terketmezse, Allah'ın, onun yemesini ve
içmesini terketme-sine ihtiyacı yoktur.»
Yine Ebû Hüreyre
(r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
«Nice oruçlular vardır İd, onlara tuttuğu oruçtan sadece açlık kalacaktır.
Nice gece namaz kılanlar vardır ki, onlara da sadece uykusuzluğu kalacaktır.»
(Hadisi Nesâî, Îbn Mâce ve Hâkim rivayet etmiş, Hâkim hadisin Buhari'nin
şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.)
Oruçlunun oruç
esnasında misvak kullanması müstehabdır. Bu konuda gündüzün evveli ve sonu
arasında bir fark yoktur. Tirmizî şöyle demiştir: «îmam Şafiî, misvakın
gündüzün evveli ile sonunda kullanılmasında bir beis görmezdi. Rasûlüllah, sallallahu
aleyhi ve sellem, oruçlu olduğu halde misvak kullanırdı.» (Bu konu misvak
bahsinde geçti.)
Cömert olmak ve Kur'ân
okumak her vakitte müstehabdır. Ancak Ramazan'da bunlar daha çok müstehabdır.
Buhari'nin îbn Abbas (r.a.)'dan rivayetine göre o şöyle demiştir: «Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem insanların en cömerti idi. Ramazan'da Cebrail-île görüştüğü
zaman daha cömert olurdu. Ramazanda Cebrail ile her gece karşılaşır, ona
Kur'ân'ı okurdu. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem süratli esen rüzgardan
daha fazla hayıra koşardı.»
Buhari ve Müslim'in
Âişe (r.a.)'den rivayet ettiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem
Ramazan'in son on günü geldiği zaman, gecelerini ibadetle geçirir. Ailesini de
kaldırırdı. Bu gecelerde, hanımlarıyla birleşmez ve kendini ibadete verirdi.»
(Müslim'in bir rivayetinde «son on günde diğer günlerden daha fazla ibadet
yapmaya çalışırdı.» şeklindedir.)
Tirmİzî'nin Alî
(r.a.)Jdan rivayet edip, sahih saydığı hadise göre: «Rasûlüllah, sallallahu
aleyhi ve sellem son on günde ailesini uyandırır, hanımlanyla birleşmezdi.»
Aşağıdakiler oruçluya
mubahtır.
Ebû Bekir bin
Abdurrahman'ın Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'ın ashabının birisinden
rivayetine göre, bu sahabî kendisine şöyle anlatmıştır: «Rasûlüilah'ı, oruçlu
iken susuzluk ve hararetten dolayı başına su dökerken gördüm.» (Hadisi Ahmed,
Mâlik ve iyi bir senetle Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Buhari ve Müslim'de
Âişe (r.a.)'dan rivayeten geçtiğine göre; Nebî aleyhisselâm oruçlu olduğu
faalde cünûp olarak sabahlar, sonra yıkanırdı. Eğer kasıt olmadan oruçlunun
boğazına su kaçarsa, orucu sahihtir.
Bunların boğazda tadı
hissedilsin veya hissedilmesin orucu bozmaz. Çünkü göz, karma giden bir giriş
yolu değildir. Enes (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; Enes oruçlu iken sürme
çekerdi. Şafiî bu görüşte olup tbn Miinzîr de, Atâ, Hasan, Nehâî, Evzaî, Ebû
Hanîfe ve Ebû Sevr'den bu görüşü nakletmiştir. Yine Sahabeden Ibn Ömer, Enes ve
îbn Ebî Evfâ'dan da bu şekilde rivayet olunmuştur, Dâ-vûd'un görüşü de
böyledir. Ancak bu konuda Tirmi2î'nin dediği gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem'den sahih bir rivayet yoktur.
Aişe (na.)'dan sabit
olduğuna göre o şöyle demiştir: «Nebî aleyhisselâm oruçlu olduğu halde hanımını
öper, oruçlu iken dokunurdu. Lâkin içinizde nefsine en ziyade hâkim olan da o
idi.»
Ömer (r.a.)'den
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Bir gün cinsî arzularım galeyana
geldi. Oruçlu olduğum halde hanımımı öptüm. Bunun üzerine Nebî aleyhisselâm'a
gelerek; 'Bugün büyük bir iş yaptım, oruçlu olduğum halde hanımımı öptüm,'
dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah; 'Oruçlu iken ağzına su alıp çalkalasan bir şey
olur mu?" diye sordu. Ben de 'Bunda bir beis yoktur.' dedim. Rasûlüllah
'öyleyse öpmekte de bir beis yoktur.' buyurdu.
İbnü'l-Münzîr şöyle
demiştir: «Ömer, îbn Abbas, Ebû Hüreyre, Aişe, Atâ. Şâ'bî, Hasan, Ahmed ve
tshak öpmeye ruhsat vermişlerdir.»
Hanefî va Şâfiîlere
göre; eğer öpmek nefsini harekete geçirirse mekruh olur, şayet geçirmezse
mekruh olmaz. Lâkin evlâ olan öpmeyi terketmektir. Bu konuda gençle ihtiyar
arasında bir fark yoktur. Muteber olan şehvetin harekete geçmesi ve inzalden
korkulma-sıdir. Şayet gencin veya güçlü ihtiyarın şehveti harekete geçerse öpmek
mekruh olur. Eğer ihtiyarın veya zayıf gencin şehveti harekete
geçmezse mekruh olmaz.
Evlâ olan Öpmeyi terk etmektir, öpmenin-yanak, ağız veya başka bir yerden
olması müsavidir. Böylece el ile temas etmek ve kucaklaşmak da öpmek
hükmündedir.
Şırınga, ister
gıdalanmak, isterse başka şey için olsu" ve yine-ister damardan, isterse
de deri altından yapılmış olsun, fark etmez, ilaç her ne kadar mideye ulaşsa
bile, normal olmayan yoldan alındığı için orucu bozmaz.
Nebî aleyhisselâm,
oruçlu olduğu halde başından kan aldırmıştır. Ancak kan aldırmak oruçluyu
zayıflatırsa o zaman mekruh olur. Sabit el-Bunânî, Enes (r.a.)'a: «Rasûlüllah
zamanında orucunun kan. aldırmasın mekruh sayar mıydınız?» diye sordu. Enes:
«Hayır, ancak zayıflık söz konusu ise o zaman mekruh sayardık.» demiştir.
(Hadisi Buhari ve diğerleri rivayet etmiştir.) Herhangi bir uzuvdan kan
aldırmak, hüküm bakımından baştan kan aldırmak gibidir.
Mazmaza ve istinşak
mubahtır, ancak mübalağa etmek mekruhtur. Lakid bin Sabere'den rivayet
olunduğuna göre Nebî aleyhisselâm şöyle demiştir: «îstinşak yaptığın zaman
mübalağa yap. ancak oruçlu isen o başka.» (Hadisi Tirmizî, Nesâî. Ebü Dâvûd ve
îbn Mâce rivayet etmiştir. Tirmizi 'bu hadis hasen sahihtir,' demiştir.) îlim
ehli oruçlunun burnuna ilaç çekmesini mekruh sayarak,, bunun oruçluyu iftar
ettireceği görüşündedirler. Bu hadis onların görüşünü kuvvetlendirmektedir.
İbn .Kudâme şöyle
demiştir: «Eğer yıkanırken malaza ve istinşak yapar, bir kasıt olmadan veya
suyu aşın kullanmadan su boğazına kaçarsa üzerine bir şey lâzım gelmez. Evzaî,
îshâk ve bir görüşüne göre Şafii böyle demiştir. Bu görüş îbn Abbas dan da rivayet
olunmuştur. İmam Mâlik ve Ebû Hanîfe'ye göre; boğaza kaçan su orucu bozar,
çünkü oruçlu olduğunu hatırladığı halde su karnına gitmiştir. Suyu içmeye
kastettiği zaman orucu bozulduğu gibi bu durumda da orucu bozulur.» îbn Kudâme
birinci görüşü tercih ederek şöyle demiştir: «Bizim için şöyle söylemi mümkündür:
Bu kişi suyu israf etmeden ve bir kasıt bulunmadan su boğazına kaçmıştır ki
sineğin boğazına kaçması durumuna benzemektedir. Bununla kasten yapan arasında
fark vardır.
Kalbur unu, kepek ve
benzeri şeyleri yutmak gibi, kendisinden kaçınmak mümkün olmayan şeyler de
mubahtır, İbn Abbas; «Sirkeli yemeğin tadına bakmakta ve satın almak istediği
bir şeyi tatmakta bir beis yoktur,» demiştir. Hasan oruçlu olduğu halde torunu
için ceviz çiğnerdi. İbrahim de buna ruhsat vermiştir.
Sakız çiğnemeye
gelince; sakız, ağızda ufalanmadığı müddetçe onu çiğnemek mekruhtur. Sakız
çiğnemenin mekruh olduğunu söyleyenlerden bazıları Şa'bî, Nehaî, Hanefîler,
Şafiî ve Hanbelilerdir. Âişe ve 'Atâ sakız çiğnemeye ruhsat vermişlerdir.[5] «Çünkü sakız karna ulaşmaz, bu ağızda
dolaştırılan çakıl taşı gibidir.» demişlerdir. Bu ruhsat, sakızdan kırıntılar
ayrılmadığı müddetçedir. Eğer sakız ufalanır ve ondan parçalar katına giderce
orucu bozar.
îbn Teymiye şöyle
demiştir: «Oruçlunun güzel koku koklamasında bir beis yoktur.» Devamla
demiştir ki: «Sürme çekmek, şi-nnga yaptırmak, sidik deliğine ilaç damlatmak,
bastaki ve karındaki yaraya ilaç koymak, ilim ehlinin ihtilaf ettiği
konulardandır. Bazıları 'bunların hiçbirisiyle oruç bozulmaz,' bazıları 'sürme
hariç hepsiyle bozulur,' bazıları 'sidik deliğine ilaç damlatmak hariç
hepsiyle bozulur,' bazıları da 'sürme ve sidik deliğine ilaç damlatmak hariç
bunların dışındakilerle oruç bozulur demişlerdir.»
«Şüphesiz oruç,
herkesin bilmesi gereken İslâm dininin bir emridir. Eğer yukarda sayılanlar
Allah ve Rasûlünün oruç hakkında haram kıldığı hususlardan olup, bunlarla oruç
bozulsaydı, elbette Rasûlüllah'ın bunları açıklaması gerekirdi. Şayet
Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem bunları açıklamış olsaydı, sahabe
elbette bunları bilir, sair ahkamı tebliğ ettikleri gibi bunlan da ümmete
tebliğ ederlerdi. îlim ehlinin hiç birisi bu konuda, Nebî aleyhisselâm'dan
sahih, zayıf, müsned, mürsel herhangi bir hadis nakletmemiştir. Bundan da
anlaşılmaktadır ki, bunların hiçbirisini yapmak yadırganacak bir şey
sayılmamıştır.»
İbn Teymiye devamla
şöyle demiştir: «Umumu ilgilendiren hükümler söz konusu olunca Rasûlüllah'ın
bunlan umuma açıklaması ve bütün ümmete bunu nakletmesi gerekirdi.
Bilinmektedir ki, sürme ve benzerleri; yağlanmak, yıkanmak, buhur ve güzel koku
kullanmak gibi umumun yaptığı işlerdendir. Eğer bunlar orucu bozanlardan
olsalardı, Nebî aleyhisselam, orucu bozan diğerlerini açıkladığı gibi bunlan da
açıklardı. Bunlar açıklanmayınca, güzel koku, buhur ve yağ cinsinden oldukları
anlaşılmış oldu. Tütsü, burna giderek, dimağa girer ve vücuda işler. Yağ ise
vücud tarafından emilir, vücudun iç kısmına girer. însan onunla kuvvet kazanır.
Oruçlunun bunlardan nehyedilmemesi, güzel kokunun, tütsünün, yağlanmanın caiz
olduğuna delâlet edince, sürme çekmenin durumu da aynıdır. «RasûluIIah
sallallahu aleyhi ve sellem zamanında müslümanlar, cihadda ve başka yerlerde
başlarından ve karınlarından yaralanırlardı. Şayet yaralara ilaç koyma orucu
bozsaydı elbette ki kendilerine durum açıklanırdı. Oruçlu bunlardan
nehyedilmeyince, bunların orucu bozmadıkları öğrenilmiş oldu.»
îbn Teymiye sonra
şöyle demiştir: «Şüphesiz sürme ile asla gıdalanma olmaz. Hiçbir kimse ne
ağzından ne de burnundan karnına sürme iletemez. Yine bunun gibi hukne
(dübürden alınan şırınga) ile de gıdalanılmaz. Bilakis hukne, vücuttakileri
boşaltmaya yarar. Meselâ ishal yapan şeylerden koklaması veya ani bir şekilde
korku sonucu midesinin tamamen boşalması buna benzer. Hukne midesine ulaşmaz.
»Karındaki ve baştaki
yaraya konan ilacın mideye ulaşması, bu yerlere ulaştırılan gıda maddelerine
benzemez. Allah-u Teâlâ «Sizden Öncekilere farz kalındığı gibi size de oruç
farz kılındı.” (Bakara: 183.) buyurmuştur. Yine Rasülüllah sallallahu aleyhi
ve sellem «Oruç bir kalkandır. Şeytan, ademoğlunun damarlarında kan gibi
dolaşır. Açlık ve susuzlukla şeytanın dolaşma yollannı daraltın.» buyurmuştur.
Böylece oruçlu, yemek ve içmekten nehyedilmistir. Çünkü bu nehiy takva olmak
için bir sebebdir. içinde şeytanın dolaşabileceği, çok kan üreten yeme-içmeyi
terketmeye gelince; çok kanın meydana gelmesi, şırınga, sürme, zekere
damlatılan ilaç, karındaki ve baştaki yaraya konan ilaçla değil, gıda almakla
oluşur.» (İbn Teymiye'nin sözü burada bitti.)
Fecir doğunca, şayet
ağzında yemek varsa onu çıkarıp atması ve. cima ediyorsa hanımından ayrılması
gerekir. Eğer ağzındakini atar veya cimadan aynlırsa orucu sahihtir. Şayet
ağzındaki yemeği kendi isteğiyle yutar veya cimaya devam ederse orucu bozulmuş
olur.
Buhari ve Müslim'in
Âişe (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre Nebi aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
«Şüphesiz Bilâl geceleyin (erken) ezan okur. Siz Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya
kadar yiyip için.» buyurdular.
Bu konudaki Aişe
(r.a.) hadisi daha önce geçti.
Böyle yapmaları
sahihtir. Sonra sabah olunca namaz için gu-sûl ab desti alırlar.
Orucu bozanlar, iki
kısma ayrılır. 1- Orucu bozup kazayı
gerektirenler, 2- Orucu bozup kaza
ve kefaret gerektirenler.
Eğer unutarak yer,
içer veya hata ederse veya zorla orucu boz-durulursa, bu kimseye kaza ve
kefaret gerekmez.
Ebû Hüreyre'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-lem şöyle buyurdu: «Kim oruçlu
olduğu halde unutarak yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Şüphesiz Allah onu
doyurmuş ve içirmiştir.» (Tirmizi şöyle demiştir: «îlim ehlinin çoğu bununla
amel eder.» Süfyan Sevri, Şafii, Ahmed ve tshak aynı görüştedir. Hadisi
Dârekutnî, Beyhakî ve Hâkim rivayet etmiş, «Müslim'in şartlarına göre
sahihtir,» demiştir.)
Yine Ebû Hüreyre
(r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«Kim Ramazan'da unutarak orucunu bozarsa ona kaza ve kefaret gerekmez.» (Hafız
İbn Hacer, 'hadisin isnadı sahihtir demiştir.)
îbn Abbas (r.a.)'dan
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Allah-u Teâla,
hata ve unutmayı ve zorla yaptırılan şeyleri ümmetimden kaldırmış olup,
bunlardan dolayı
ümmetimi hesaba
çekmeyecektir.» (Hadisi İbn Mâce. Taberani ve Hâkim rivayet etmiştir.)
Kendiliğinden kusan
kimseye kaza ve kefaret gerekmez.
Ebû Hüreyre'den
rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Bir kimseye
İstifra galip gelirse ona kaza gerekmez. Fakat kasden istifra ederse kaza
etsin.» (Hadisi Ahmed, Ebü Dâvûd, Tirmizî, tbn Mâce, İbn Hibbân ve Dârekutnî
rivayet etmiş. Hakim ise sahihlemistir.)
Hattabî;
«kendiliğinden kusan kimseye kaza gerekmediği, kasten kusan kimseye ise kaza
gerektiği hakkında ilim ehli arasında bir ihtilaf bilmiyorum,» demiştir.
Bu durumda oruç
bozulur. Bu, âlimlerin üzerinde icma ettikleri bir konudur.
Bu Orucu bozar,
istimnanın, erkeğin hanımım öpmesi veya hanımını kendisine yaklaştırması veya
el ile yapılmış olması arasında fark yoktur. Hepsi de kazayı gerektirir. Şayet
yalnız bakmakla veya düşünmekle meni gelirse, bu, oruçlu iken gündüz ihtilam
olmaya benzer ki orucu bozmayıp, birşey de lâzım gelmez. Mezi de bunun gibi
olup, azı veya çoğu oruca tesir etmez.
İlim ehlinin tümünün
görüşüne göre bu orucu bozar.
Çünkü niyet orucun
rükûnlanndan bir rükündür, iftar etmeyi kast ederek niyeti bozduğu zaman orucu
da normal olarak bozulmuş olur.
İçlerinde dört imamın
da bulunduğu cumhur ulemaya göre bu durumda üzerine kaza lâzım gelir. îshak,
Ebû Dâvûd, İbn Hazm, 'Atâ, Hasan Basri ve Mücâhid; orucunun sahih olup, kaza
gerekmediği görüşündedirler. Çünkü Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Bununla
beraber hata ettiklerinizde size bir günâh yoktur. Fakat kalplerinizin bile
bile yaptığında günah vardır.» (Ahzâb: 5)
Konuyla ilgili
Rasûlüllah'ın «Allah-u Teâla ümmetinden hata ve unutmayı kaldırmıştır.» hadisi
ise daha önce geçmiştir.
Abdurrezzak'tan
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: Ma' mer, A'meş'ten, o da Zeyd bin
Vehb'den rivayet ederek bize şöyle anlattı: «Ömer bin Hattab zamanında insanlar
iftar etmişlerdi de Hafsa'nın evinden büyük bir su kabı çıkarıldığım görmüştüm.
Daha sonra cemaat o sudan içti. Sonradan bulutun arkasından güneş görününce,
bu durum cemaatin ağırına gitti. Bunun üzerine 'bu günü kaza edeceğiz,'
dediler. Ömer ise; 'Niçin? Vallahi biz bu suyu günah işlemek için içmedik,'
dedi.»
Buhari'nin Esma binti
Ebî Bekir'den (r.a.)'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: «Rasûlüllah
devrinde bulutlu bir günde Ramazan'da iftar ettik. Sonra güneş gözüktü.» tbn
Teymiye bu konuda, şöyle demiştir: «Bu hadis iki şeye delâlet eder: Birincisi
bulutlu günde güneşin battığı kesin bilininceye kadar iftarı tehir etmenin
müstehab olmadığına delâlet etmektedir. Çünkü ashab böyle bir şey yapmadığı
gibi Nebî aleyhisselam da onlara böyle bîr şeyi emretmedi. Halbuki ashab,
kendilerinden sonra gelenlerden Allah'a ve Rasûlüne en çok itaat eden ve bu
meseleleri en çok bilen kişilerdir. İkincisi, bu hadis kazanın gerekmediğine
delâlet etmektedir. Şüphesiz Nebî aleyhisselam ashaba oruçlarını kaza
etmelerini em-retseydi, ashabın iftar ettikleri etrafa duyulduğu gibi kaza emri
de duyulurdu. Ashabdan böyle bir rivayet gelmeyince, Rasûlüllah'ın onlara
kazayı emretmediği ortaya çıkmış oldu.»
Alimlerin çoğuna göre;
bu sadece cimadır. Ebû Hüreyre (r.a.)' den rivayet olunduğuna göre o şöyle
demiştir: «Bir adam Nebî aleyhisselam'a gelerek: 'Helak oldum, ya Rasûlallah.'
dedi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: 'Seni helak eden nedir?' diye sorunca,
adam; 'Ramazan'da aileme yanaştım diye cevap verdi. Bunun üzerine Nebî
aleyhisselam 'Azad edilecek kölen var mı?' diye
sordu. Adam; 'hayır'
dedi. 'Aralıksız iki ay oruç tutabilir misin?" diye sordu. Adam; 'hayır
dedi. Sonra oturdu. Bu arada Nebî aley-hîsselam'a bir zembil kuru hurma
getirmişlerdi. 'Al şunları sadaka olarak dağıt buyurdular. Adam, 'Bizden daha
fakir olanlara mı? Ya Rasûlüllah, vallahi şu iki siyah taşlık arasında bizden
daha fazla muhtaç olan kimse yoktur deyince, Nebî aleyhisselam ön dişleri
görünecek derecede güldü. Sonra 'Şunu alıp, çoluk çocuğunu doyur buyurdular.»
(Hadisi Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesaî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce rivayet
etmiştir.)
Alimlerin çoğunluğunun
görüşüne göre; Ramazan günü oruca niyet ettikleri halde, kendi istekleriyle
cimaya kastettikleri müddetçe kendilerine keffaret gerekmesinde kadın ve erkek
eşittirler. Şayet cima unutarak vâki olursa veya kendi istekleriyle olmayıp
zorlanırlarsa veya oruca niyyet etmemişlerse, hiçbirisine keffaret gerekmez.
Eğer kadın, erkek tarafından cimaya zorlanırsa veya kadın bir özürden dolayı
iftar etmişse, keffaret, kadına değil sadece erkeğe gerekir.
Şafii'ye göre; kadma
ne kendi isteğiyle, ne de zorlama durumunda kefaret gerekmez. Kadına sadece
kaza gerekir.
Nevevî şöyle demiştir:
«özetle, sahih olan sadece erkeğe kendi adına bir kefaretin gerektiğidir.
Kadına birşey gerekmez. Ve kadın kefaretin vacip olması durumuyla karşılaşmaz.
Çünkü keffaret, me-hir gibi, cima yapmak için kadına verilmiş malın hakkı olup,
bu da erkeğe mahsus kılınmıştır.»
Ebû Dâvûd şöyle
demiştir: «îmam Ahmed'e Ramazan günü ha-nımıyla cima yapanın hanımına kefaret
gerekip gerekmediği sorul muş, o da 'Kadma kefaret gerekir, diye bir söz
duymadım', demiş tir.
Muğnî kitabında şöyle
geçmektedir: «Böyle olduğunu şundan anlamaktayız: «Nebî aleyhisselam, Ramazan
günü cima yapan erkeğe bir köle azad etmesini emretti. Fakat hanımıyla cima
yaptığını bildiği halde hanımı İçin böyle birşey emretmedi.»
Kefaret, alimlerin
çoğuna göre, hadiste zikri geçen tertib üzere ödenir. Önce köle azad eder, eğer
bundan acizse, iki ay arka arkaya oruç tutar, bundan da .acizse, ailesini
doyurduğu normal bir yiyecekle altmış fakiri doyurur. Aciz kalmadıkça, bir
halden diğerlerine geçmesi sahih değildir. Maliki mezhebi ve bir rivayete göre
Ah-med; «Bu üç durum arasında seçim hakkı vardır. Hangisiyle kefareti öderse
kendisine kefaret eder,» görüşündedirler.
Mâiîtc ve İbn
Cürevc'in, Humeyd bin Abdurrahman'dan, onun da Ebû Hûreyre (ra.)'den rivayet
ettiğine göre; bir adam RamazanIa orucunu bozdu. Bunun üzerine Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ona bir köle azad etmesini veya arka arkaya iki ay
oruç tutmasını veya altmış fakir doyurmasını emretti. (Hadisi Müslim rivayet
etmiştir. Hadisde geçen «veya» ifadesi muhayyerliği gerektirir.) Şevkanî şöyle
demiştir: «Rivayetlerde, hem tertibe hem de seçim hakkına delâlet eden ifadeler
var. Tertibi uygun görenler çoğunlukta olup, çoğunluk da onlarla beraberdir.
Mühelleb ve Kurtubi olayın tekrar etmesi sebebiyle rivayetlerin arasını cem
etmişlerdir.»
Hafız şöyle demiştir:
Bu uzak bir görüştür. Çünkü bu konudaki olay tek olup. çıkış yeri de birdir.
Aslolan olayın tekrar etmediğidir.»
Bazıları, tertibin
evlâ, muhayyerliğin caiz olduğu görüşündedirler. Bazıları ise bunun aksini
iddia ederek, rivayetlerin arasını cem etmişlerdir.
Bir kimse Ramazan günü
kasden cima eder ve keffaretini ödemeden başka bir gün tekrar cima ederse
Hanefîler ve Ahmed'den bir rivayete göre üzerine bir kefaret gerekir. Çünkü bu
yaptığı suç, sebebi tekerrür eden ve cezası ödenmeden önce işlenen bir cezadır
ki, bunlar birbirlerine katılırlar.
.Mâlik, Şafiî ve
Ahmed'den başka bir rivayete göre ise üzerine iki kefaret gerekir. Çünkü her
günün orucu, müstakil bir ibadettir. Bir günün orucunu bozmakla kefaret
gerektiğine göre bu kefaretler birbirine katılamaz. İki Ramazan'da yapılmış gibi
kabul edilirler.
Ramazan gününde kasden
cima edip kefaret ödeyen kimsenin, başka bir gün tekrar cima ettiğinde üzerine
kefaret gerekeceğine dair icma vardır. Yine bunun gibi «Bir günde iki defa
hanımıyla cima yapana, birincisinin kefaretini ödemedikçe yalnız bir kefaret
gerekir. Cumhur ulemaya göre, birinci cimadan dolayı kefaret ver-mişse,
ikincisi için kefaret ödemez.
Ahmed'e göre ise
birinci için kefaret vermiş olsa bile, ikinci için yine kefaret Ödemesi
gerekir.
Ramazan orucunun
kazası, geçici bir vakitte olmayıp, herhangi bir vakitte edâ edilmek üzere
vaciptir. Âişe (r.a.)'dan sahih olarak gelen rivayete göre; Âişe (r.a.
Ramazan'dan kalan borçlarını Şaban .ayında kaza eder, Kazaya kudreti olduğu
zaman hemen kaza etmezdi.
Kaza, edâ gibidir.
Yani kaç gün borcu varsa ziyade etmeden o kadar kaza eder. Kaza ile edânın
farkı şudur ki, kazada arka arkaya tutmak gerekmez. Allah-u Teâla şöyle
buyuruyor: «Sizden.kim hasta olur veya yolculukta bulunursa başka günler
tutar.» (Bakara: 185). Yani hasta ve misafir olan orucunu bozup, başka günlerde
bozduğu kadar birbiri arkasına veya ara vererek tutar. Allah-u Teâla ayette
mutlak olarak orucu zikretmiş, 'arka arkaya tutunuz', kaydını koymamıştır.
Dârekutni'nin, îbni
Ömer (r.a.)'den rivayetine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Ramazan'ın kazası hakkında şöyle buyurdu: «İsterse ayrı ayrı, isterse arka
arkaya tutar. Eğer diğer Ramazan girinceye kadar kazayı tehir ederse, önce
Ramazan'ı tutar, sonra kaza borcunu Öder. Kazayı sonraya bırakan kimseye ister
bit özürden dolayı olsun, isterse özürsüz olsun fidye gerekmez.»
Hanelilerin ve Hasan
Basri'nin görüşü şudur: Mâlik, Şafiî, Ahmed. İshak ve Hanefîler de, eğer tehir
etmek özür sebebiyle ise fidye gerekmeyeceği konusunda aynı görüştedirler.
Âlimlerin bir kısmı ise; 'şayet bir özür olmadan orucu tehir ederse, önce
içinde bulunduğu ramazan'ı tutar, sonra kaza borcunu ödeyerek her gün içinde
bir mûd nisbetinde yiyecek vermesi gerekir.» demişlerdir. Bu görüşler için
delil getirebilecekleri herhangi bir rivayet yoktur. Doğru olan Hanefîlerin
kabul ettikleri görüştür. Çünkü sahih nass olmadan şer'i bir hüküm ortaya
konamaz.
Bir kimse, üzerinde
namaz borcu olduğu halde ölürse, velisinin ve başkasının onun adına namaz
kılamayacağına dair âlimler icma etmişlerdir. Yine bunun gibi oruç tutmaktan
aciz olan kimse adına, hayatta iken başka birisi oruç tutamaz, ölmeden önce
tutması mümkün olduğu halde, tutmayıp borçlu olarak ölen kimse hakkında ise fakihler
ihtilaf etmişler.
İçlerinde Ebû Hanife,
Mâlik ve meşhur görüşüne göre Şafiî'nin de bulunduğu âlimlerin çoğunluğuna
göre, velisi onun adına oruç tutamaz. Ancak hergün için bir mûd yiyecek
dağıtır.
Şafiilerce .muhtar
olan görüşe göre; velisinin, ölen adına oruç tutarak ölüyü borcundan kurtarması
müstehab olup, ölen için yiyecek vermesi gerekmez. Burdaki velîden murad.
Ölenin akrabası, varisleri veya diğerlerinden ölüye yakın olanlar demektir.
Eğer velîsi izin verirse, uzak birisinin de oruç tutması sahihtir. Ancak izin
vermezse caiz olmaz. Şafiîler bu görüşlerine Buhari, Müslim ve Ahmed'in Aişe (r.a.)den
rivayet ettikleri hadisi delil getirmişlerdir:
Rasülüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Her kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse
velisi onun için oruç tutar.» (Bezzâr, hadisi «Eğer dilerse» ziyadesiyle
rivayet etmiştir.) Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce'nin tbn Abbas
(r.a.)'dan rivayetlerine göre; bir adam Nebî aleyhisselâm'a gelerek; 'Yâ
Rasûlallah, Annem, üzerine bir ay oruç borcu olduğu halde öldü. Onun oruçlarım
kaza edeyim mi?' dedi. Rasülüllah; 'Annenin herhangi bir borcu olsaydı, Öder
miydin?' Adam; 'Evet', deyince Ra-sûlüllah; 'öyleyse Allah'ın borcunu ödemek
diğer borçlan ödemekten daha evlâdır', buyurdu.
Nevevî şöyle demiştir:
«Bu görüş güveneceğimiz muhtar ve sahih bir görüş olup, aynı zamanda bu açık
ve sahih hadislerden dolayı, şafiîlerden fıkıh ve hadîs ilmini araştıran
âlimlerin de sahih saydığı bir görüştür».
Gündüzü uzun, gecesi
kısa, gecesi uzun, gündüzü kısa beldelerde günün takdiri konusunda hangi
beldeye uyulacağı hakkında fakihler ihtilaf etmiştir. Bazıları; «Mekke ve
Medine gibi şer'î hükümlerin farz kılındığı, gece ve gündüzü birbirine denk
olan yerlere göre ölçülür.» Bazıları ise; «Gece ile gündüzü normal olan yakın
beldelere göre ayarlanır,» demişlerdir.
Kadir gecesi senenin
gecelerinin en faziletlisidir. Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur: «Biz o Kur'ân-ı
Kadjr gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu bilir misin? Kadir
gecesi bin aydan daha hayırlıdır.» (Kadir: 1-3). Yani o gece kılınan namaz,
okunan Kur'ân ve yapılan zikir, içinde Kadir gecesi bulunmayan bin aylık
amelden daha hayırlıdır.»
Kadir gecesini
Ramazan'in son on günündeki tek günlerde aramak müstehabdir. Rasülüllah sallallahu
aleyhi ve sellem, Kadir gecesini Ramazan'ın son gününde arar, Ramazan'in son on
günü girdiği zaman geceleri ibadetie geçirir, Ailesini uyandırır, izarını sağlamca
bağlardı (Hanımlarından uzaklaşarak kendisini ibadete verirdi.)
Kadir gecesinin tâyini
hakkında âlimlerin çeşitli görüşleri vardır. Bazıları 21., bazıları 23., 25.,
29. gecesi olduğunu söylemiş, bazıları ise «son on gündeki tek gecelere
dağılmıştır,» demiştir. Alimlerin çoğuna göre 27. gecesidir. Ahmed'in sahih
bir senetle İbni Ömer (r.a.)'den rivayet ettiği hadise göre;' Rasülüllah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Her kim kadir gecesini ararsa onu yirmiyedinci
gecesinde arasın.»
Müslim. Ahmed, Ebû
Dâvûd ve Tirmizı'nin Übey bin Kâ'b (r.a.)' dan rivayet ederek, Tirmizî'nin
sahihlediği hadiste Übey bin Kâ'b şöyle demiştir: «Kendinden başka ilâh olmayan
Allah'a yemin olsun ki, kadir gecesi Ramazan'ın içindedir. Yine Allah'a yemin
olsun ki onun hangi gece olduğunu biliyorum. Kadir gecesi, Rasûlüllahın bize
ihya etmekle emrettiği, Ramazan'ın yirmiyedinci gecesidir.» (Bu gece olduğuna
İstisnasız olarak yemin etti.)
Kadir gecesinin
alâmeti güneşin o günün sabahında ziyası olmadan, beyaz olarak doğmasıdır.
Buharı ve Müslim'in
Ebü Hüreyre (r.a.)'den rivayet ettiği hadiste Rasülüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur : «Her kim kadir gecesini, inanarak ve sevabını
Allah'tan bekleyerek İbadetle geçirirse geçmiş günâhları bağışlanır.»
Ahmed, İbn Mâce ve
Tirmizî'nin Âişe'den rivayet ederek, Tirmizî'nin sahih saydığı hadise göre
Aişe (r.a.) şöyle demiştir: «Ya Rasûlallah, kadir gecesinin hangi gece olduğunu
bilirsem ne söyleyeyim?» diye sordum. Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle dememi emir buyurdu:
“Allah'ım sen
affedicisin, affetmeyi seversin. Beni affet.”
[1] Haberi Vahld»: kelime anlamı bakımından «bir kişinin
haberi”demektir. Ancak hadisle İlgili usûl kitaplarında bu kelime, genellikle
mü-tevatirin dışında kalan <meşhûr. aziz ve garib gibi) haberler için
kullanılmıştır. (Talat Koçyiğit; Hadis Tarihi, s. 183).
[2] Sa': 2.917 fcg.lık bir ölçek. (Örfte ise: 3.333
kg.dir.) Müd: 832 gr.lık bir ölçek.
[3] Hadisin isnadında zayii kabul edilen Übey bin Ca'Ier
vardır.
[4] Oruç bozmalarına İzin verilenler» bahsinde.
[5] Buradaki sakızdan maksat teinde gıda maddesi
bulunmayan sakızlardır. Bugünküler ise bunun dışındadır. (Mütercim.)