Orucun Başlangıç Ve Bitiş Vakti :
Fecrin Doğup Doğmadığnda Şüphe Ederse :
İki Şahit Fecrin Doğduğuna Şehadette Bulunursa :
Bir Kişi Fecrin Doğduğuna Şehadet Ederse :
Sahur Yerken Bir Cemaat Fecrin Doğduğunu Söylerse :
Adam Karısına : Bak Fecir Doğmuş Mu?
Güneşin Battığında Şüphe Eden Kimse :
İki Kişi Güneşin Batmadığına Şehadet Ederse :
Horozun Ötmesiyle Sahur Ayarlanabilir Mi?
Her Gün Niyet Getirmek Şart Mı?
Sahura Kalkmak Niyet Yerine Geçer Mi?
İftardan Sonra Oruca Niyet Eder, Henüz Fecir Doğmadan Bu
Niyetinden Dönerse :
Oruç Tutmaya Hiç Niyet Getirmeden Sabahlarsa :
Akşam Henüz Güneş Batmadan Niyet Edilir Mi?
Zevaldan Az Öncesine Kadar Niyet Caizdir :
Günün Evvelinde İrtidad Eden Kimse :
Hasta Olan Veya Yolculuk Halinde Bulunan Kimsenin Niyeti
:
Günü Belirli Adak Orucuna Niyet :
Kaza Orucu İçin Nasıl Niyet Edilir?
Dar-İ Harpte Ramazan Girmeden Oruç Tutarsa :
Ramazanda Kasden Orucunu Bozarsa :
Aynı Ölçü Ve Derecede Olan İki Vacibe Birden Niyet
Getirmek :
Kadın Hen-Üz Temizlenmeden Oruca Niyet Ederse :
Fecir Doğduktan Sonra Kâza Orucuna Niyet Getirirse :
Hilâli Tesbite Çalışmak Vâcibdir :
Âdil Olup Olmadığı Bilinmiyen Kimse :
Ramazan Hilâlinde Kadının Kadına Şehadeti :
Ramazan Hilâlinde «Şehadet» Lafzı Şart Mıdır?
Hilâli Nasıl Ve Nerede Gördün? Diye Sormak :
Beldenin Valisi Veya Kaadısı Hilâli Görürse :
Yine Böyle Bir Havad,A Yalnız Basma Hilâli Gören Kimsenin
Kaadiya Haber Vermesi Vâcib Midir?
Ramazan Hilâlini Gören Kimseye Oruç Gerekir Mi?
Fâsık Bir Kimsenin Şehadeti Kabul Edilirse :
Havada Bulut Ve Benzeri Bir İllet Bulunmazsa :
Yalnız Başına Şevval Hilâlini Gören :
Şevval Hilâlini Sadece Kaadı Görürse :
Havada Bir İllet (Az Bulut Veya Az Sis) Bulunursa :
Bir Kişinin Şehadetiyle Oruç Tutanlar :
Hava Bulutlu İken İki Kişi Ramazan Hilâlini Gördüklerine
Şehadet Ederse :
Bir Beldede Birkaç Kişi Şehadette Bulunursa :
Hilâli Görmeden 28 Gün Oruç Tuttuktan Sonra Şevval
Hilâlini Gören Belde Halkı :
Oruç Tutamiyan Hasta İleride İyileşince Kaç Gün Oruç
Tutar?
ORUÇLUYA MEKRUH OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER :
2. Özürsüz Gıda Maddelerinden Veya Benzeri Nesnelerden Bir Şeyi T Ad M Ak Veya
Çiğnemek.
3. Satın Alırken Bal, Yağ Ve Benzeri Bir Şeyin Tadına
Bakmak.
4. Büyük Abdestten Sonra Aşırı Derecede İstinca Etmek.
5. Abdest Alırken Veya Serinlemek İsterken Ağız Ve Buruna
Fazla Su Alıp Çalkalamak.
6. Nehir, Deniz, Havuz Ve Benzeri Yerlerde Yıkanırken
Yellenmek.
7. Banyo Yapmak, Başa Su Dökmek, Islak Beze Sarınmak.
8. Ağızda Tükrüğü Biriktirip Öylece Yutmak.
9. İyice Suya Batırılmış Misvak Veya Diş 'Fırçası
Kullanmak.
10. Güçsüz Düşeceğini Bildiği Halde Kan Aldırmak, Yani
Kan Vermek.
12. Karı Kocanın Bedenlerini Birbirine Dokundurmak
Suretiyle Sevişmesi.
Gündüzleyin Uyurken İhtilâm Olmak :
13. Sahuru Fecir Doğmak Üzere Bulunan Vakte Geciktirmek.
14. İftarı Güneş Batar Batmaz Acele Etmek.
17. Ramazan Ve Kurban Bayramı Gününde Oruç Tutmak.
18. Şevval Ayından Altı Gün Oruç Tutmak.
19. Bayram Günleri De Dahil Olmak Üzere Bütün Seneyi
Oruçlu Geçirmek.
20. Geceli Gündüzlü Oruç Tutmak.
Bir Gün Oruç Tutup Bir Gün İftar Etmek :
21. Yalnız Cumartesi Günü Oruç Tutmak.
22. Yalnız Pazar Günü Oruç Tutmak.
23. Yalnız Cuma Günü Oruç Tutmak.
25. Mehrican Günü Oruç Tutmak.
26. Hiç Konuşmamak Üzere Oruç Tutmak.
27. Kocasının Müsaadesini Almayan Kadının Tuttuğu Nafile
Oruç.
28. İşverenin Müsaadesini Almadan İşçinin Tutacağı Nafile
Oruç.
29. Yolculuk Halinde -Bünyeyi Güçsüz Düşürdüğü Takdirde
Nafile Oruç Tutmak.
Üzerinde Ramazan Orucu Kazası Bulunan Kimse Nafile Oruç
Tutabilir Mi?
Pazartesi Ve Perşembe Günleri Oruç Tutmak :
Zilhiccenin İlk Dokuz Günü Oruç Tutmak :
ORUCU BOZAN VE BOZMAYAN ŞEYLER :
Kadın Kocasına Dokunup Ta Tahrik Ederse :
Herhangi Bir Hayvanın Tenasül Cihazına Dokunmak :
Kadınların Sevicilik Yapması :
HEM KAZA, HEM KEFFARETÎ GEREKTİREN SEBEPLER :
1. Kasden Bilerek Cinsel Yaklaşmada Bulunmak.
2. Yenilmesi Mutad Olan Bir Şeyi Kasden Yemek Veya İçmek.
3. Gebelik Hali Ve Süt Emzirmek.
Kazaya Kalan Ramazan Orucunu Kaza Etmeden İkinci Ramazan
Girerse :
Nafile Oruçlarda Ziyafet Bir Özür Sayılabilir :
Savaşa Giden Asker Ya Da Kumandan Orucunu Bozabilir Mi?
Oruç, İslâm'ın beş
şartından biridir. Fert, aile ve toplum üzerine-deki olumlu te'sirleri
anlatılamıyacak kadar çoktur. Her şeyden önce insanı hayvanı sıfatlardan
uzaklaştırıp melekleştirmesi, bu ibâdetin dindeki yerinin önemini belirtmeye
yeterli sebebtir. Hz. Âdem'den Peygamberimiz (A.S.) Efendimize kadar gelip
geçen bütün peygamberlere namaz farz kılındığı gibi oruç ta farz kılınmıştır.
Ancak nicelik ve nasıllık bakımından farklı devreleri olmuştur. Dinlerdeki
tekâmül ibâdet bölümünde de câridir.
Oruç Kitap ve Sünnetle
sabit olmuştur. İnkârı küfrü gerektirir : Âyet :
«Ey imân edenler! Oruç
sizden öncekilere farz kılındığı; gibi size de sayılı günlerde farz kılındı.
Ola ki korunup sakınasınız.»
«Sizden kim hasta ya
da yolculuk halinde bulunursa (tutamadığı) günler sayısınca diğer günlerde
tutar. (Fazla yaşlılıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı)
oruç tutmaya güç geti-remiyenlere bir yoksulu (sabahlı akşamlı) doyuracak fidye
gerekir.»
«Kim de gönülden
(fidyeyi artırıp) hayır yaparsa, bu onun daha hayırlıdır. Bununla beraber oruç
tutmanız, eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır.»[1]
Oruç hicretin ikinci
yılında farz kılınmıştır. İslâm'ın ilk yıllarında her ay üç gün oruç
tutulurdu. Bizden önceki ümmetlerin de aynı sayıda oruç tuttuğu söylenir. Muaz
bin Cebel, İbn Mes'ud ve İbn Abbas (Allah hepsinden razı olsun) gibi Ashabın
ileri gelenlerinden yapılan rivayete göre, Nuh Peygamberden Resûlüllah CA.S.)
Efendimize kadar gelip geçen bütün peygamberler ve ümmetleri her ay üç gün
oruç tutmuşlardır. Cenab-ı Hak bunu yukarıdaki âyetle hükümsüz bırakarak
sadece Ramazan ayının tamamında oruç tutmayı farz kıldı.[2]
Ramazan orucu bu
ümmete farz kılındığında Ashab-ı Kiram akşam iftarından sonra uyumadan önce yer
içer ve gerekirse cinsel yaklaşmada bulunurdu. Uyuduktan sonra fecir doğmadan
önce uyansalar bile artık bir daha yiyip içemez ve cinsel yaklaşmada bulunamazlardı.
Cenâb-ı Hak bunu hafifleterek : Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza
yaklaşmanız size helâl kılındı.» mealindeki âyeti indirdi.
Dağfel bin Hanzele'nin
Resûlüllah (A.S.) Efendimizden yaptığı rivayete göre, Hıristiyanların da yılda
bir ay oruç tutmaları kendilerine farz kılınmıştı. Hükümdarları hastalanınca»
şifa bulduğu takdirde buna on gün daha ilâve edeceklerini adamışlardı.
Hükümdarları iyileşti ama ağzındaki bir ağrı kesilmedi, devam etti. Bundan da
kurtulursa» oruçlarını, yedi gün daha ilâve etmek suretiyle 47 güne
çıkaracaklarını adadılar. Hükümdarın ağzı da iyileşince adaklarına uydular.
Başka bir hükümdarları ise orucu bahar mevsimine alıp 50 gün olarak tamamlanmasını
emretti. Onlar da buna uyarak her yıl bahar mevsiminde 50 gün oruç tutmaya
başladılar. Ne var ki onların tuttuğu bu oruçla Müslümanların tuttuğu ramazan
orucu arasında hem sayı, hem sıfat ve şart bakımından bir takım farklar vardır.
Tabiînden Hasan Basri ile Müfessir Süddî de aynı rivayeti benimsemişlerdir.
îlim adamlarımızın çoğuna göre ise, ayda üç gün oruç tuttuklarına dair rivayet
daha sıhhatlidir,
Tevrat'ta orucun
farziyetine dair açık biçimde delâlet eden bir belge yoksa da orucu ve bu
ibadeti yerine getirenler hakkında bir takım övgüler vardır. Musa Peygamberin
40 gün oruç tuttuğu rivayet yoluyla sabit olmuştur.
İncil'de de orucun
farz kılındığını açıklayan bir belgeye rasla-mak mümkün değildir. Zekeriye
bölümünde -ki bu bölüm daha çok
Tevrat'la ilgilidir,
ancak Zekeriya Peygamberin Meryem'i himaye etmesi bakımından İncil'le de
ilgisi tahmin ediliyor- onun beşinci ayda perhiz etmesinden söz edilir. Ayrıca
yine bu bölümün yedinci kısmında şu ifadeler yer alır : «Bu yetmiş yıldır,
beşinci ayda ve yedinci ayda oruç tuttuğunuz ve dövündüğünüz zaman bana im,
benim için mi oruç tuttunuz? Ve yediğiniz zaman, içtiğiniz zaman kendiniz için
yemiyor musunuz?»[3]
Matta İncil'i 6/16
bölümünde oruçla ilgili şu sözler yer almaktadır : «Ve oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler
gibi surat asmayın; zira onlar oruç tuttuklarını insanlar görsünler diye
suratlarını asarlar. Doğrusu size derim : Onlar karşılıklarını aldılar. Fakat
sen oruç tuttuğun zaman, başına yağ sür ve yüzünü yıka, tâki insanlara değil,
gizlide olan (Rabbine) oruçlu görünesin ve gizlide gören Baban (Rabbin) sana
ödeyecektir.» [4]
İslâm'ın en son ve en
mükemmel din olma özelliği, onun her bölümünde ve her konusunda kendini açıkça
belli eder. Namazın güneş saatma göre ayarlanıp kılınması, yeryüzündeki enlem
ve ^boy-lamlar üzerinde bulunan îslâm ülkelerinde günün her saatinde ezan
okunmasını ve Allah'a her an secde edenlerin bulunmasını sağlar. Çünkü güneş
her yerde ne aynı anda doğar, ne de aynı anda batar. Bundaki hikmet, günün her
zaman parçası içinde yeryüzünde Allah'a ibâdet edilmedik bir an geçmesin
diyedir.
Oruç ise, Kamerî yıla
göredir. Güneş yılma göre değil. Bu ikisi arasında, biilndiği gibi 11 gün fark
vardır. Böylece oruç ibâdeti her mevsimde tutulsun, mü'minler arasında uzun ve
kısa sıcak ve soğuk günlerde eşitlik sağlansın diye Allah ve Peygamberi bu ibâdetin
kamerî seneye göre yerine getirilmesini emretmişlerdir. Böyle olmasaydı, oruç
farz kılındığında Ramazan ay'ı yaz mevsimine ras-lamıştı. Her sene aynı
mevsimde tutulması gerekirdi. Böylece her
sene Kuzey Yarımkürede
çok sıcak ve uzun günlerde oruç tutulurken, Güney Yarımkürede hep kış
mevsiminde ve en kısa günlerde bu ibâdet yerine getirilirdi. Bu da mü'minler
arasında bölgelere göre ibâdet konusunda bir adaletsizlik ve eşitsizlik
doğururdu. Ama bütün dünya milletlerine gönderilen İslâm, dünyanın coğrafi
duru-
munu dikkate alarak
orucun her dokuz yılda ayrı bir mevsimde tutulmasını ayarlamış ve ibâdette de
en güzel ve doyurucu eşitliği getirmiştir. Kanaatımca İslâm'ın cihan dini
olduğuna delil olarak bu yeter, başka delil aramaya gerek yok. [5]
İslâm ve Onun Kitabı
Kur'ân, zaman değil, zaman içinde cereyan eden olaylara değer verir. Kutsallık
zamanda değil, onda meydana gelen ve insanlıktan yana rahmet kapılarını açan
olaylaradır. Çünkü zaman kavramı izafîdir. Hem bizim için hakiki zaman biyolojik
anlamda geliştiğiniz devredir. Diğer zaman bölümleri, yani sene, ay, hafta,
gün ve saat sün'î zamandır. Böyle olmasaydı, yukarıda da belirttiğimiz gibi
Ramazan ayında farz olan ve yaz mevsimine raslayan orucu her sene yaz
mevsiminde tutmamız; nisan ya da haziran ayında sabaha karşı doğan
Peygamberimiz (A.S.) Efendimizin doğum gecesini her yıl aynı ay ve günde
kutlamamız gerekirdi. Ama İslâm zamanı değil olayı hatırlanmasını ve
değerlendirilmesini emreder.
İşte bütün mübarek gün
ve geceler İslâm'a göre aynı hikmete dayanır. [6]
45. Dereceden
kutuplara doğru 90. dereceye kadar gece ile gündüz anormal biçimde
değişmektedir. Güneşin batmasından az sonra doğduğu bölgeler bulunduğu gibi,
gece ve gündüzü çok uzun süren bölgeler de var. Bu bakımdan 45-90 derece
arasındaki bölgelerde namaz ve oruç gibi ibâdetler artık güneşin doğuş ve
batışına göre değil, normal sayılacak ölçüde gece ve gündüzü olan yakın bir
ülkeye göre ayarlanması gerekir.
Cihan Peygamberi
Hazret-i Muhammed (A.S.) Efendimiz, Levhi-mahfuz'dan alıp öyle konuşur, ilâhî
emirle hareket ederdi; bu nedenle diyebiliriz ki O'nun ilimle ve gelecek
günlerde ortaya çıkacak olaylarla ilgili haberlerinin doğruluğu her geçen gün
biraz daha anlaşılmaktadır. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz 45-90 derece
arasındaki bölgelere de işarette bulunduğu, kıyamete yakın teknik alandaki
ilerleme ve gelişmeyle bu bölgelerin keşfedileceğini önceden haber vermiş ve
mesafelerin kısalacağına, Deccal'ın çok kısa bir zamanda yeryüzünü
dolaşabileceğine dikkatleri çekmiştir. Sahih hadîs kitaplarında nakledilen bu
rivayetler bize kadar ulaşmış bulunuyor.
Ahmed bin Hanbel'in ve
Tirmizî'nin rivayet ve tesbitlerine göre Efendimiz (A.S.)
şöyle buyurmuştu :
«Zaman birbirine
yaklaşmadıkça (seri vasıtalarla uzak mesafeler kısalıp her şey motorize
edilecek) insan gücü azalmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki, yıl ay gibi, ay
hafta gibi, hafta bir gün gibi, gün bir saat gibi ve saat bir kıvılcımın
parlayıp sönmesi gibi kısalacak.»
Ayrıca Nevvas bin
Sem'an hadîsiyle Müslim, Ahmed bin Hanbel ve Tirmizî Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin şöyle buyurduğunu tesbit etmiştir :
«Deccal çıktığında bir
gün bir sene gibi, bir gün bir ay gibi, bir gün bir hafta gibi... olacaktır.»
Bunun üzerine Ashab-ı
Kiram sordu :
— Ey Allah'ın Peygamberi! O uzun günlerde
sadece beş namaz kâfi gelir mi?
Efendimiz onlara şu cevabı verdi :
— Hayır, ama siz (normal güdüzü ve gecesi
olan bir ülkeye göre) zamanı
taktir edip ayarlama yapın ve ona göre beş vakit namazınızı kılın.
Ashab yine sordu
; .
— Ya çok kısa olan günlerde beş vakit namazım
nasıl kılacağız?
— Uzun günlerde yaptığınız taktir ve ayarlama
gibi bir ayarlama yaparsınız.
Diye cevap verdi.
İşte bu hadis 45-90
derece arasında bulunan ülke ve bölgelerde ibâdetin nasıl yapılacağı, zamanın
nasıl ayarlanması gerektiğini çok açık biçimde belirtmektedir.
Bu konuyu Namaz
bölümünde vakitlerle ilgili kısımda açıklamıştık. Burada tekrarında yarar
gördük. [7]
" «Sizden kim bu
ay'a hazır olursa oruç utsun,» mealindeki âyetten ve bir de Bakare süresindeki
«Sana hilâlden sorarlar, deki : O, .insanların yararına ve de hacc için vakit
ölçüleridir.» mealindeki âyetten anlıyoruz ki Ramazanın başlangıç ve bitişini
belirliyen belge sadece hilâldir.
Bugünkü teknik
imkânlarla rasathane hesabıyla hilâli tesbit etmek hem kolay, hem de
sıhhatlidir. Ne var ki kamerî aylar 29 ile 30 arasında bir farklılık gösterir.
Böylece kamerî aylar daima kesirlidir. Oruç için yarım ya da günün dörtte biri
ya da birkaç saati değil tam güne ihtiyaç vardır. Rasathane hilâli görmek
yerine Şaban'-m 29. günü akşam güneş battıktan sonra şu kadar dakika geçince ay
görülebilir, der. Halbuki îslâm Dini hesaba saygılı olmakla beraber her
mü'mine ve ülkeye kolaylık olsun diye basit bir ölçü getirmiştir : Hava açık
olursa, hilâli görmek, kapalı olursa şabanı 30 gün olarak tamamlamak. İslâm'ın
koymuş olduğu bu ölçü, rasathane ve her türlü teknik imkândan yoksun sapa
yerlerde oturan Müslü-' manlar için cidden büyük bir kolaylıktır.
Oruç : Âkil, baliğ,
sağlıklı ve eyleşik olan her Müslümana farzdır. Bu farzın gerçekleşmesi
Ramazanın sübutuna bağlıdır. Sübutun her müslüman için mümkün ve kolay ölçü ve
anlamda olması gerekir. Bu da rasathanedeki yapılan hesaplarla değil, açık
havada güneş battıktan bir süre sonra (yaklaşık 20-25 dakika) sonra hilâli görmekle;
hava bulutlu ya da sisli ise Şaban'ı 30 gün tamamlamakla mümkündür. O halde
Resûlüllah (A.S.) Efendimizin hilâlle ilgili emir ve tavsiyeleri ve âyetin bir
yoruma göre taşıdığı mâna da dikkate alınarak ay'm 29'da güneş battıktan sonra
hilâli görmeye çalışmak farz-ı
kifayedir.
İlâhî maksad ve muradı
en iyi bilen ve Kur'ân'm tefsirini en uygun biçimde yapan Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur :
«Ay, yirmi dokuzdur?
onu görmedikçe oruç tutmayın. Eğer hava size karşı kapalı ise ona göre takdir
edin.»[8]
«Allah hilâlleri
insanların yararına vakit ölçüleri olarak yaratmıştır. O halde hilâli
gördüğünüzde oruç tutun ve onu gördüğünüzde iftar edin. Hava size kapalı
olursa fay'ı) 30 olarak sayıp tamamlayın.»[9]
«Fecr-i sadık
doğduktan güneş batıncaya kadar Allah'a yakın olmak niyetiyle yemek, içmek ve
cinsî yaklaşmayı terketmektir.»
O halde oruca ehil
olan kişinin fecr-i sadık doğduktan güneş batıncaya kadar her türlü yemek,
içmek ve cinsel yaklaşmayı Allah'a yakın" olma, O'nun hoşnudluğuna erişme
niyetiyle terketmesine «Oruç» denir. Bunun Arapçası savm ve siyam'dır. Bu iki
terim de imsak, yani nefsi tutmak, men'etmek anlamına gelir. Bazen SÎ-yam,
savm'm çoğulu olarak da kullanılır. [10]
Orucun farz, vâcib ve
nafile olmak üzere üç çeşidi vardır. Farz olan oruç da ikiye ayrılır : Biri
muayyen, yani belirli olan farz, Ramazan orucu gibi. Diğeri gayr-i muayyen,
yani belirsiz farz, Ramazanda tutulmayan günleri kaza etmek ve bir de keffaret
oruçları gibi.
Vâcib olan oruç da
ikiye ayrılır u Muayyen ve Gayr-i muayyen, yani belirli ve belirsiz. Muayyen
olan vâcib oruç, muayyen olan adak orucudur. Gayr-i muayyen olan borç, mutlak
anlamda adak oruç ile nâfil olan oruçlardır.[11]
Ramazan ayında her
günün cüz'-i evvelidir ki o günden
ayrılmaz. O halde Ramazanın birinci gecesinde kendine gelir, ama cinnet
getirerek sabahlar ve bütün bir ay bu hal devam ederse, ileride iyileşince
artık kendisine kaza gerekmez. Çünkü oruca sebep olacak hiçbir günün evveline
aklı başında erişmiş değildir. Sebep gerçekleşmeyince vücub da gerçekleşmiyor.[12]
Sahih olan da budur. Şemsü'l-eimme Halvanî de aynı görüştedir. Fetva da buna
göre verilmiştir.[13]
Bunun gibi Ramazanın
birinci gecesinde kendine gelip cinnet getirerek sabahhyan ve aym ortasında
yine gece yarısı kendisine gelir ama cinnet getirerek sabahlarsa kendisine
kaza gerekmez. Çünkü Oruç günlerinin cüz-i evvelini idrâk edememiştir.[14]
Orucun başlangıç
vakti, fecr-i sadık, yani doğu ufkunda dikey olarak meydana gelen aydınlıktan
sonra meydana gelen yatay aydınlığın ortaya çıkmasıdır. Buna fecr-i sanî =
İkinci fecir de denilir. Güneş batı ufkunda kayboluncaya kadar devam eder. O
halde Fecr4 sadık doğduğu andan itibaren bir şey yemek, içmek, cinsî yaklaşmada
bulunmak haramdır, kasden bilerek işlendiği takdirde oruç bozulur,
Fecr-i sadık doğması,
doğu ufkunda önce hafif fakat yatay biçimde bir aydınlığın belirmesiyle
başlar, ufukta iyice yayılmasıyla belirgin hale gelir. Fukaha bu iki durum
arasında farklı görüşler ortaya koymuşlardır : Bir kısmına göre, yatay olarak
hafif aydınlığın belirmesiyle imsak başlar, o takdirde bir şey vemek, içmek
orucu bozar. Bir kısmına göre ise, iyice yayılıp belirgin hale gelmesiyle
imsak başlar ve artık bir şey yemek, içmek haram olur;
Şemsül-Eimme
Halvanî'ye göre, birincilerin görüşü ihtiyata daha uygundur, ikincilerin
görüşünde ise genişlik ve kolaylık vardır.[15]
Orucun başlangıç ve
bitiş vakitleri dikkate alınarak şu hüküm konmuştur : Fecir doğmadığını sanarak
sahur yer, halbuki doğmuştur; güneş battığını sanarak iftar eder, halbuki
güneş henüz batmamıştır; bu iki durumda da kendisine kaza gerekir, kefiaret gerekmez. Çünkü kasıt yoktur.[16]
Fecrin doğduğunda
şüphe ederse, en uygunu, orucu bozacak her şeyi terketmesidir. Bununla beraber
bir şey yer veya içer sonra da fecrin doğduğu kesin olarak bilinmezse, tuttuğu
oruç tamamdır, kazaya gerek yoktur. Ancak fecrin doğduğuna kesin bilgi
edinirse o taktirde oruç bozulmuştur, sadece kazası gerekir.[17]
Bu konuda kesin bilgi
edinemez ama zann-i gaalible fecrin doğduğunu hükmederse, o taktirde ihtiyaten
kaza etmesi gerekir.[18]
İki şahit fecrin
doğduğuna, iki şahit te doğmadığına şehadette bulunur; adam doğmadı diyenlerin
sözüne itibar ederek bir şey yer veya içer, sonre da fecrin doğduğu
anlaşılırsa, bu durumda kendisine hem kaza, hem keffaret gerekir. Bunda
fukahanm ittifakı vardır. Çünkü bu konuda isbat üzere olan şehadet kabul
edilir. Nefiy üzere olan şehadet onunla tearuz etmez, yani karşıtlıkta
bulunmaz. Nitekim kul haklarındaki şahitliklerde de genel kaide budur. [19]
Bir kişi fecrin
doğduğuna, bir başka kişi de doğmadığına şehadette bulunur, adam doğmadı
diyene uyarak bir şey yer veya içer, sonra da fecrin doğmuş olduğu anlaşılırsa,
kendisine keffaret gerekmez, sadece kaza gerekir. Çünkü bir kişinin fecir
doğduğu diye şehadette bulunması tam hüccet sayılmaz.[20]
Sahur yerken içeri bir
cemaat girerek fecrin doğduğunu haber verir, o da, eh artık orucum bozuldu, der
ve fecir doğduktan sonra da yemeğe devam eder, sonra da haber verildiğinde
fecrin doğmamış olduğu anlaşılırsa, sadece kaza gerekir, keffaret gerekmez.
Çünkü şehadette bulunan bir cemaattir. Bir tek kişi olsaydı, o takdirde hem
kaza, hem keffaret gerekirdi. Çünkü bu gibi meselelerde bir kişinin şehadeti
makbul değildir.[21]
Adam karısına dışarı
çık da bak, fecir doğmuşmu? diye sorar, kadın da bakıp, «henüz doğmamış» der ve
kocası onunla cinsel yaklaşmada bulunur, sonra da fecrin doğmuş olduğu
anlaşılırsa, o takdirde adama keffaret gerekmez, sadece günü gününe kaza
gerekir. Kadına gelince, fecrin doğduğunu bildiği halde doğru söylememişse, kendisine
hem kaza, hem de keffaret gerekir. Doğmadığına kanaat getirerek söylemişse, o
takdirde ona da sadece kaza gerekir.[22]
Güneşin batıp
batmadığında şüphe eden kimseye iftar etmek helâl olmaz. Tabii bu durum hava kapalı
olduğu günlere mahsustur. Açık bir havada güneşin batıp batmadığı kesinlikle
görülebilir.[23]
O halde kapalı bir
günde şüphe etmekle beraber iftar ederse, kendisine sadece kaza gerekir. [24]Fakîh
Ebu Cafer'e göre, keffaret de gerekir. [25]Birinci
görüşte kolaylık vardır, fetva verilebilir. Ancak iftar ettikten sonra güneşin
henüz batmadığı kesinlikle tesbit edilirse, o takdirde hem kaza, hem keffaret
gerekir. Zeylaî de aynı görüştedir. Sahih olan da budur. [26]
İki kişi güneşin
battığına şehadette bulunur iki ayrı kişi de batmadığına şehadette bulunur,
adam da battı diyenlere uyarak orucunu bozar, sonra da güneşin batmadığı
anlaşılırsa, kendisine sadece kaza gerekir. Bunda görüş birliği vardır.[27]
Fukahadan bir kısmına
göre, horozun ötmesine itibar edilmez. Çünkü hergün aynı vakitte ötmesi
mümkündür, denilemez. Diğer bir kısmına göre, horozunun her gece aynı vakitte
ötmesine birkaç kez denemiş ve bu durum sıhhat kazanmışsa, o takdirde horozun
ötmesine itibar edilir. Ama yine en sıhhatli olanı, fecrin doğup doğmadığım
araştırıp bir kanaata varmaktır.[28]
Orucun şartları üçtür
:
1. Vücubunun
şartları : İslâm, akıl ve bulûğdur.
2. Edasının
vücubunun şartları : Sıhhat ve ikaamettir.
3. Edasının
sıhhatinin şartlan : Ayhali ve lohusaîıktan temizlenmiş olmak ve niyet
getirmektir.[29]
Niyetin yeri kalbdir.
O halde oruca sadece kalben niyet getirmek kâfidir. Ancak dil ile de niyet etmek
müstehabdır. Bazısına göre sünnettir. Mezhep imamlarından bir kısmına göre
dil, ile niyet getirmek mekruhtur.[30]
HaneH fukahasmm görüş
birliğiyle her gün için ayrı niyet getirmek şarttır. Çünkü her günün orucu
ayrı bir ibâdettir. Şafiîlere göre, niyet rükündür ve her gün fecirden önce
getirilmesi gerekir. [31]
Sahura oruç tutmak
için kalkılır. Bu bakımdan sahura kalkan kimse başka bir niyet getirmese bile
sadece kalkıp bir şeyler yemesi oruç niyeti yerine geçer. Diğer oruçlar için de
durum aynıdır. Ancak sahura kalkmakla beraber «ben yarın oruç tutmayacağım»
diye niyet ederse, o takdirde sahura kalkmak bu durumda oruca niyet sayılmaz.
[32]
Akşam iftardan sonra
yarının orucuna niyet eder, fecir doğmadan bu niyetinden vazgeçerse, bu caiz
sayılır. Bütün oruçlarda hüküm aynıdır.
Böyle yapmanın yararı
nedir? İftardan sonra yarının orucuna niyet getirirken cidden oruç tutmak
istiyordu. Sonra yarın oruç tu-tamıyacağmı, yani önemli bir işinden dolayı
yarının orucunu kazaya bırakacağım düşünerek ilk yaptığı niyetten vazgeçerse,
bu durumda fecir doğduktan sonra orucu bozarsa, kendisine sadece kazası
gerekir. Ama ilk niyeti bozmadan böyle yaparsa, kendisine hem kaza hem
keffaret gerekir.[33]
Allah Dilerse Yarının
Orucuna Niyet Ettim : Yarın oruç tutmaya -Allah dilerse- niyet ettim, derse, bu
da sahihtir, niyet yerine geçer. Ama yarın bir sofraya davet edilirsem oruç tutmayacağım,
davet edümezsem tutacağım, şeklinde şüphe izhar ederek niyet ederse, bu durumda
oruçlu sayılmaz. O halde Oruç tutmak istiyorsa, fecir doğduktan zeval vaktine
kadar geçen süre içinde yeniden niyet getirmesi gerekir. [34]
Bu durumda Oruçlu
sayılır mı? En açık kavle göre, oruçlu sayılmaz. Çünkü niyet şarttır. Yukarıda
da bahsettiğimiz gibi, zevalden önce oruca niyet getirmesi gerekir. Aksi halde
o gün oruç tutmamış sayılır.[35]
Güneş henüz batmadan, yani iftar vakti
girmeden önce niyet sahih değildir. Bu durumda bir kimse güneş batmadan
yarının orucuna niyet ettikten sonra zeval vaktinden az sonra uyanır veya o
vakte kadar baygın kalırsa, o günün orucunu tutmamış sayılır. Ama zevalden
önce niyetini tazelerse sahih olur. O halde niyetin vakti : Her gün güneş
battıktan sonra başlar, zeval vaktinden az öncesine kadar devam eder. İşte bu
süre Ramazan orucuna niyet getirme zamanıdır.[36]
Ramazan orucu, belirli adak orucu ve bir de nafile
oruç için o günün orucuna veya mutlaka oruç tutmaya veya nafile oruç tutmaya
niyet getirilir ve bu da zevalden öncesine kadar gerçekleşirse caiz olur.
Çünkü o gün başka oruç tutulamaz. Bunu biraz daha açıkh-yalım :
Ramazan ayında güneş battıktan tâ zeval
vaktine kadar geçen zaman içinde ister Ramazan orucuna, ister mutlaka oruca,
ister nafile oruca niyet etsin, bu niyet Ramazan orucuna yöneliktir ve sahihtir.
Bunun gibi, ayın
beşine raslayan perşembe günü oruç tutmayı adayan kimse, o gün herhalde adak
orucunu tutmakla yükümlü bulunduğundan başka bir oruca veya nafile oruca ya da
mutlak bir oruca niyet ederse, bütün bu niyetler sadece adak orucu yerine
geçer.[37]
Bu hususta eyleşik,
yolcu, hasta ve sıhhatli kimse arasında fark yoktur.[38]
Zevalden önce orucu
bozacak bir fiilde bulunmayanlar için bu sürenin sonuna kadar geçen zaman
içinde niyet getirmek caizdir. Ama fecir doğduktan sonra orucu bozacak bir
fiilde bulunur, sonra oruca niyet getirirse, bu caiz değildir. [39]
O halde akşamdan
baygın veya uykuda kalıp zevaldan az öncs uyanan kimse, orucu bozacak bir
fiilde bulunmadığı için kendine gelince hemen nivet ederse, yani zeval vakti
geçmeden oruç tutmaya azmederse, bu niyet sahih olur.[40]
Ramazanda günün
evvelinde irtidad eden (dinden çıkan) kimse, oruca aykırı bir harekette
bulunmaksızın bir süre sonra İslâm'a girer ve zeval vakti de henüz geçmemişse,
oruca niyet ederse, sahih olur.[41]
Geceden niyet getirmek
ve hangi orucu tutmak istiyorsa onu belirlemek, afdal olanıdır. Çünkü niyetten
maksad, yapılacak ibâdeti âdetten ayırmak ve onu belirlemektir. [42]Hem
İmam Ebû Yusuf'a göre, Ramazan bile olsa, hangi oruca niyet getirilirse niyet onun için muteberdir. Gerçi fetva bu
meselede îmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhamme'din kavilerine göredir, ama buna
riâyet etmek daha uygundur.[43]
Ramazan'da hasta
bulunan veya yolculuk halinde olan kimse, oruç tutmak ister de mutlaka oruca
veya nafile oruca niyet getirirse bile tutacağı oruç Ramazan orucu yerine
geçer. Sahih olan da budur.[44]
Günü belirlenmiş adak
orucuna niyet getirirken, onun yerine Ramazan orucunu kazaya veya başka bir
keffaret orucuna niyet ederse, îmam Ebû Yusuf'a göre, tutacağı oruç niyet
ettiği vacibin yerine geçer, adak orucunu kaza etmesi gerekir. En sahih olan görüş
te budur. [45]Çünkü kaza ve keffaret
oruçlarında niyetin şartı, geceden getirilmesi ve bir de ta'yin edilmesidir.
îmam Ebû Hanî-fe'ye göre, öyle de olsa adak orucuna niyet etmiş sayılır.[46]
Kaza orucunda «Kaza
orucuna niyet ettim» demek şart değildir; yani kaza tabirini kullanmaya gerek
yoktur. «Üzerimde kalan
oruca niyet ettim»
demesi kâfidir.[47]
Dar-i Harpte bir
müslüman Ramazan ayı girmeden, Ramazan girdi zanniyle oruç tutar ve birkaç sene
böyle devam ederse, birinci senenin orucu Ramazan orucu yerine geçmez, İkinci
senenin orucuna kapalı biçimde, yani tam açıklık getirmeden niyet etse bile
birinci senenin kazaya kalan orucu yerine geçer, üçüncü senenin orucu da
ikinci senenin kazaya kalan orucu yerine geçer. Sahih olan da budur.[48]
Ramazanda kasden
orucunu bozduğu için kendisine bir günün cazâsıyla birlikte 60 gün de keffaret
orucu gerekir. Bu 61 gün orucu utarken kaza orucuna niyet getirmez, sadece
keffaret orucu diye-hek tutarsa, yine de bir günü kaza orucu yerine geçer.
Çünkü o mak-iatla oruç tutulmuştur.[49]
Aynı ölçü ve derecede
bulunan iki vâcib oruca birden niyet getirtirse, tutulan oruç hiçbirinin
yerine geçmez. Ama biri vücub baki-nından daha râcih durumda ise, o takdirde
yapılan niyet onun ye-"ine geçer. Bu bakımdan iki ayrı oruca birden niyet
getirmek uy-n değildir. [50]Buna
bir örnek verelim : Adam hem Ramazan orucunun kazasına, hem üzerindeki adak
oruca birden niyet ederse, Ramazan kazası daha râcih olduğundan niyet onun
yerine geçer. Bunda istıhsan vardır. Belirlenmiş bir adak orucuyla nafile oruca
birden niyet ederse, adak orucu yerine geçer. Çünkü adak orucu nafile oruca
tercih edilir. Aynı zamanda vâcibdir. Bunun gibi Ramazan orucunun kazasıyla
Zihar keffaret orucuna birden niyet ederse, Ramazan orucu kazası yerine geçer,
çünkü bu daha kuvvetlidir ve daha*, râcihtir. Bunda da istihsan vardır.[51]
Ayhali bulunan kadın
henüz temizlenmeden geceleyin oruca niyet eder, fecir doğmadan temizlenirse,
bu niyet muteber sayılır. Tutacağı oruç ta sahih kabul edilir.[52]
Fecir doğduktan sonra
kaza orucuna getirilen niyet muteber değildir. Ancak böyle bir niyetle oruç
tutacak olursa, tuttuğu oruç nafile yerine geçer, bozacak olursa kazası
gerekir.[53]
Oruç bahsinin giriş
kısmında bu meseleye kısmen dokunmuş ve kısa da olsa gereken açıklamada
bulunmuştuk. Ancak önemini dikkate alarak onu özel bir bölümde daha geniş ve
detaylı biçimde açıklamayı uygun gördük.
İslâm, şer'İ bir
mahzur bulunmadığı takdirde kolaylığı emreder ve ibâdette de daima kolay
olanını tavsiye eder. Ramazanın sübutu hilâli görmek, hava kapalı olduğu
takdirde Şaban'ı otuza tamamlamakla gerçekleşir. Bu, dinde bir kolaylıktır.
Nitekim İbn Ömer
(R.A.) diyor ki :
«Şaban'ın sonunda halk
hilâli görmeye çalıştı. Ben de onların arasında bulunuyordum. HilâH gördüm ve
gelip Peygamber (A.S.) Efendimize haber verdim. Benim bu şahadetimi kabul
ederek Müslümanlara oruç tutmalarım emretti.»[54]
Ebû Hüreyre (R.A.)'m
yaptığı rivayette Resûlüllah CA.S.) Efendimiz :
«Hilâli görünce oruç
tutun ve yine oniı görünce iftar edin. Hava
kapalı olursa, Şaban ayını otuz olarak tamamlayın.»[55]
İmam Şafiî ile İmam
Ahmed bin Hanbel, Abdullah bin Ömer hadîsine dayanarak, oruç hakkında bir
kişinin şehadeti kabul olunur, demişlerdir. İmam Nevevî'ye göre en sahih olan
da budur.[56]
Ay'ın doğuşunun farklı
olduğu ülkelerde, her ülke kendi bulunduğu coğrafî durumuna göre ay'ı görmekle
oruç tutar, yine onu görmekle bayram eder mi? Bu hususta mezhep imamlarının
görüş ve ictihadları farklıdır :
Cumhur'a göre,
metali'a itibar edilmez. Bir beldede hilâl görüldüğü takdirde diğer beldelerin
ona uyması vâcib olur. Çünkü Resûlüllah CA.S.) Efendimiz bu hususu genel
anlamda belirterek şöyle buyurmuştur :
«Ay'ı görmekle oruç
tutun ve yine onu görmekle iftar edin.»
İmam Ebû Hanîfe de
aynı görüştedir. İmam Şafiî'ye göre, muhtar olan, metali'a itibar etmektir.
Daha önce görene uymaları vâcib değildir. İmam Şafiî bu konuda şunu delil
olarak göstermiştir.
Hz. Küreyb diyor ki :
«Şam'a bir yolculuk
yaptım. Orada bulunduğum sırada Ramazan hilâli görüldü. Ben de cuma gecesi
(akşam namazından sonra) hilâli gördüm. Sonra ayın sonuna doğru Medine'ye
döndüm. İbn Ab-bas (R.A.) benim Şam'dan döndüğümü görünce sordu :
— Ya Küreyb! Şam'da hilâli ne zaman gördünüz?
— Cuma gecesi gördük,
— Sen de gördün mü?
— Evet, oen de, halktan çok kimseler de gördük;
onlar da Muâ-viye de oruç tuttu.
Bunun üzerine İbn
Abbas (R.A.) :
— Ama biz cumartesi akşamı gördük. Ona göre
devam edip hilâli tekrar görünceye,
göremediğimiz takdirde otuz günü tamamlayıncaya kadar tutacağız.
Dedi. Küreyb :
— Muaviye'nin görmesi ve oruç tutması kâfi
değil midir? Deyince, İbn Abbas şu cevabı verdi :
— Hayır, Resûlüllah CA.S.) Efendimiz bize böyle
emretti. (Yani bulunduğumuz yerde
hilâli görünce oruç tutun, yine onu görünce iftar edin!)[57]
Bunun için fukaha,
Şaban ayının 29. günü güneş guruba gittikten sonra hilâli görmeye çalışmak
Müslümanlara vâcibdir, demişlerdir. Bu durumda hilâli görürlerse oruç
tutarlar; hava kapalı ya da sisli olursa Şaban'ı otuz gün olarak tamamlarlar. [58]Aynı
şekilde Ramazan'm 29. günü akşamı güneş battıktan sonra hilâli görmeye
çalışırlar.
Hilâli zeval(5en önce
veya sonra görmek kâfi değildir. Çünkü bu gelecek günün gecesine ait hilâldir.
Muhtar olan görüş ve tesbit te budur.[59]
Şaban'ın 29. günü
akşamı hava kısmen bulutlu olur veya az sis bulunursa, o takdirde âkil ve âdil
bir Müslümanm hilâli gördüğüne dair şehadette bulunması kabul edilir; bu ister
erkek, ister kadın, ister, hür, ister köle olsun farketmez.
Bu konuda bir kişinin
diğer kişiye şehadeti de makbuldür. Hattâ.KAZF (namuslu bir kadına zina isnad
edip bunu dört şahitle isbat edemiyen kişiye vurulan seksen değnek) cezası
görüp tevbe eden kişinin de bü konuda zahir rivayete göre şehadeti muteberdir.[60]
Âdil olup olmadığı
bilinmiyen kimsenin şehadetine gelince, zahir rivayete göre, kabule şayan
görülmemişse de İmam Ebû Hani-, fe'ye
göre, onun da şehadeti makbuldür. Sahih olan da budur. [61]îmam
Halvanî de bu görüşü benimsemiştir. [62]
Ramazan hilâlinde
kölenin köleye, kadının kadına şehadeti de muteberdir. İştiha çağma gelip henüz
ergen olmayan çocuğun bu husustaki şehadeti makbul değildir.[63]
Ramazan hilâlini
tesbitte veya tesbit edenin bu konudaki şeha-detini işitip şahid olmakta
«şehadet» lafzını kullanmak şart olmadığı gibi, hâkimin hükmü de şart değildir.
«Hilâli gördüm...» demek de kâfidir.
Hilâli gördükten sonra
gelip hâkimin huzurunda gördüğüne dair şehadette bulunurken başka biri onun bu
şehadetini işitir ve onun dış görünüşü itibariyle âdil olduğunu sanırsa, o
takdirde oruç tutması vâcib olur; hâkimin bu konudaki hükmünü beklemesine
gerek yoktur. [64]
Hilâli hafif bulutlu
veya sisli bir havada gören kişiden, «Onu nasıl ve rîerede gördün?» diye
sormaya gerek var mıdır? Zahir rivayette buna gerek yoktur, sadece «Hilâli
gördüm.» demesiyle yetinilebilir. [65]
Bir beldede yine hava
az bulutlu veya hafif sisli iken Ramazan hilâlim, vali veya kaadı yalnız başına
görürse, bu durumda isterse buna bir şahid tutar, dilerse, halka oruç ile
emreder. [66]
Âdil ve âkil olan bir
Müslüman, ister erkek, ister kadın, ister köle veya câriye olsun, aynı gece
ilgili makama başvurup gördüğünü haber vermesi gerekir.
Açıktan günah işleyen
bir kimse görecek olursa, o da hâkime başvurup şehadette bulunur; ancak hâkim
onun şehadetini ya kabul eder, ya da reddedebilir.
Tabii hilâli gördüğüne
dair ilgili makama gelip haber verme durumu şehir ve kasabalara göredir.
Hâkimi ve valisi bulunmayan köy ve kabilelerde, hilâli gören âdil ve âkil bir
Müslüman, köyün camiine gelip cemaate hilâli gördüğünü ve oruç tutmalarını
söyler. Onların da bu haber üzerine oruç tutmaları gerekir.[67]
Ramazan hilâlini
yalnız başına gören kimsenin bu konudaki şe-hadeti kabul edilmediği takdirde,
kendisinin oruç tutması gerekir. İftar ettiği, yani oruç tutmadığı takdirde
kaza etmesi vâcib olur. Kef-faret gerekmez. Hattâ kaadı onun şehadetini
reddetmeden önce de iftar ederse yine de keffaret gerekmez. Sahih olan da
budur.[68]
Ramazan hilâlinde
fâsık (açıktan günah işleyen) kimsenin şehadeti kaadı tarafından kabul edilir
ve halka oruç tutmaları için emir verilir, bununla beraber o fâsik ve bir de
belde halkından biri oruç tutmayacak olurlarsa, meşayih-i fukahanm çoğuna göre,
kendilerine keffaret de gerekir.[69]
Ramazan hilâlini
tesbitte Şaban'm 29. günü akşamı havada hiçbir illet ve engel bulunmazsa, o
takdirde bir kişinin -âdil de olsa- şehadeti kabul olunmaz. Kalabalık bir
cemaatin görmesi ve şehadette bulunması gerekir. Bunun nisbeti, kaadmm
takdirine bırakılmış, kesin bir sayı konulmamıştır. Sahih olan da budur.[70]
Bu konuda Ramazan,
Şevval ve Zilhicce ayları hakkındaki tes-bit aynı ölçü ve anlamdadır. Yani bu
ayların hilâlini tesbitte, hava açık ise, kalabalık bir cemaatin görmesi ve
şehadette bulunması gerekir.[71]
Ancak bu konuda İmam
Tehavî, şehir dışından gelen veya çok yüksekçe bir yerde bulunan bir kişinin
şehadeti kabul olunur, demişse de Zahir Rivayete göre, bu müftabih kabul
edilmemiştir.[72]
Şevval ayının hilâli
Ramazanın 29. günü akşamı güneş battıktan sonra tesbite çalışılır. Sadece bir
kişinin görmesi kâfi olmadığından, ertesi gün bayram yapılmaz. Gören kişi de
ihtiyaten ertesi gün oruç tutar. Bununla beraber oruç tutmayacak olursa,
kendisine sadece kaza gerekir, keffaret gerekmez.[73]
Yalnız başına Şevval
hilâlini gören ve gelip şehadette bulunduğu halde şehadeti kabul olunmayan
kimseye ihtiyaten oruç tutmak, yani ertesi gün oruç tutmak gerekir. Oruç tutmayıp iftar edecek olursa,
kendisine sadece kaza gerekir. [74]Hilâli
gördüğünü bir dostuna söyler, o da buna dayanarak eresi gün oruç tutmazsa, kendisine
sadece kaza gerekir.[75]
Ramazan'm 29. günü
akşam güneş battıktan sonra hilâli sadece kaadı veya vali yalnız başına
görürse, bunu halka duyurmaz, aynı zamanda kendisi de bayram yapmaz, ne gizli
ne de açık orucunu bozmaz. Çünkü bu konuda bir kişinin görmesi yeterli
sayılmamıştır.[76]
Şevval hilâlini
tesbitte havada bir illet bulunursa, iki erkeğin veya bir erkek iki kadının
şehadeti nacak kabul edilir. Ayrıca bunların hür olması ve «şehadet» lafzını
kullanması da şarttır. Aksi halde şehadetleri muteber değildir.[77]
Köylerde ise hava az
kapalı veya az sisli olursa, iki kişinin âdil olmaları şartıyla şehadetleri
kabul olunur. Ora halkı bunların şeha-detine dayanarak ertesi gün bayram
yapabilirler.[78]
Hava açık olduğu
takdirde ancak bir cemaatin şehadeti kabul edilir; Ramazan hilâlinde olduğu
gibi.
Fukahanm ileri
gelenlerinden birkaç zata göre, başka bir memleketten gelen iki kişinin
şehadeti bu konuda kabul edilir. Bu daha çok Hanefî mezhebinin içtihadıyla uyum
sağlar. Çünkü Hanefîlere göre, bir beldede hilâl görüldüğü takdirde diğer
beldelerin de ona uyması vâcibdir. Şafiî mezhebine göre, başka beldeye uymak
vâcib değildir.[79]
Kurban bayramı hilâli
hakkındaki hüküm de Ramazan bayramı gibidir. Yani zilkaadenin 29. günü güneş
battıktan sonra hilâl tes-bitine çalışılır. Âdil olmak şartıyle iki erkek veya
bir erkek iki kadının şehadeti kabul edilir. Diğer ayların hilâllerinin
tesbitinde de ayni şart muteberdir. Ancak sözü edilen iki şahidin ayrıca hür
olmaları, hadd-i-kazf cezası görmemiş bulunmaları gerekir.[80]
Bir belde halkı bir
kişinin şehadetrne dayanarak Ramazan orucunu tutup otuzu tamamladıkları halde
Şevval hilâlini göremiyecek olurlarsa, ertesi gün iftar etmeyip oruç tutarlar.
Bu, İmam Ebû Ha-nîfe'nin kavlidir. El-Hasen de bu kavli ihtiyata daha uygun
görmüştür. İmam Muhammed'e göre, iftar ederler.[81] Bu
görüş ile de amel etmek caizdir. Hattâ Nehrü'l-Faik'de îbn Nüceym bunun daha
sahih olduğunu Gayetü'I-Beyân sahibinden naklen söylüyor.
Bu farklı görüş, hava
açık olduğu halde Şevval hilâlini tesbit edemedikleri takdirdedir. Hava kapalı
veya sisli olursa, herhalde otuz günü tamamladıktan sonra bayram etmeleri
vâcibdir.[82]
Hava bulutlu iken iki
âdil kişi Ramazan hilâlini gördüklerini gelip söyler, kaadı da onların
şehadetini kabul eder ve müslüman halk otuz gün oruç tuttuktan sonra Şevval
hilâlini görsünler görmesinler iftar ederler. Sahih olan da budur.[83]
Bir beldede halk oruç
tutmaya başladıktan sonra birkaç kişi ortaya çıkıp, «siz oruç tutmadan bir gün
önce biz hilâli gördük» derlerse, artık onların bu şehadeti kabul olunmaz.
Ancak bunlar başka bir beldeden gelmişlerse o takdirde şehadetlerini kabul
etmek caiz olur. Edilmediği takdirde ise bir şey gerekmez.[84]
Bu, daha çok Hanefî
mezhebine göredir. Şafiî mezhebine göre, onların şehadeti kendi memleketleri
hakkında muteberdir. Çünkü her memleket kendi coğrafi konumu içinde hilâli
tesbite çalışır.[85]
Bir belde halkı
Ramazan hilâlim görmeden 28 gün oruç tutar ve akşam güneş battıktan sonra
Şevval hilâlini görürse ne yapar? Sadece bir günün orucunu kaza ederler. Ama
29 gün oruç tuttuktan sonra Şevval hilâlini görecek olurlarsa, kendilerine hiç
bir günün kazası gerekmez.
Şaban hilâlim görmeden
onu otuz gün hesaplar, sonra yine Ramazan hilâlini görmeden oruç tutar ve 28.
günü akşam güneş bat-j tıktan sonra Şevval'm hilâlini görecek olurlarsa, iki
gün kaza etmeleri gerekir.[86]
Bütün bir Ramazan oruç
tutamıyan hasta ileride iyileşince kaç gün oruç tutması gerekir? Tutamadığı
Ramazanın 29 gün sürdüğünü biliyorsa, 29 gün kaza eder. Bilmiyorsa 30 gün kaza
eder.[87]
Sakız çiğnemek mutlaka
mekrûhsa da, fukahadan bir kısmı yaz aylarında tarla-ve bahçede veya ağır
işlerde çalışan işçilerin iyice özü alınmış sakızı çiğnemelerinde kerahet
olmadığını söylemiştir.
Bunun dışında içindeki
özü alınmadan çiğnenen sakız orucu bozar. Özü iyice alınmış olanı ise, orucu
bozmaz ama mekruhtur.[88]
Ancak kadının kocası
huysuz bir kimse ise, o takdirde evde bir olay çıkarmamak için yemek pişirirken
tadına ve tuzlu olup olmadığına bakabilir. Bunda kerahet yoktur. Bunun gibi,
küçük çocuğuna ağzında çiğnedikten sonra bir şeyler yedirmek zorundaysa, o takdirde
kerahet kalkar. Çünkü bunda zaruret vardır. Ancak kadın süt veya hazırlanmış
çocuk maması bulabiliyorsa, o zaman bir şeyler çiğnemesi mekruhtur.[89]
Nafile oruçlarda ise
bir şeyin tadına bakmakta kerahet yoktur. Fukahanın çoğu bu görüştedir.[90]
Çarşı ve pazardan bal,
yağ ve benzeri gıda maddelerini satın alırken, bunları güvenilir kimselerden
satın alıyorsa, o takdirde tadına bakmak mekruhtur. Satıcılar güvenilir
kimseler değilse o takdirde -aldanmamak için- tadmasmda bir sakınca
görülmemiştir. [91]Şu kadar ki bütün bu
tadmalarda tadılan şey boğazdan aşağı girmemelidir. Aksi halde orucu bozar. [92]
Suyun dübürden içeri
kaçma tehlikesi olduğundan gereğinden
fazla istinca etmek mekruh sayılmıştır. Temizlik şarttır. Fazlası oru-
cu bozabilir.[93]
Bu durumda suyun
boğaza kaçma tehlikesi bulunduğundan mekruh sayılmıştır. Normal biçimde su alıp
gargara yapmadan ağzı ve burnu yıkamakta bir sakınca yoktur.[94]
Bu durumda suyun
dübürden içeri kaçma tehlikesi olduğundan mekruh sayılmıştır.[95]
Bunlar îmam Ebû
Hanîfe'ye göre mekruhtur. îmanı Ebû Yusuf'a göre mekruh değildir. En zahir olan
görüş te budur. [96]Fetva imam Ebû Yusuf'un
görüşüne göredir.[97]
Gerçi tükrüğü
yutmaktan kaçınmak mümkün değildir. Ne. Var ağızda biriktirip yutmakta zaruret
yok, istek vardır. Bu bakımdan mekruh sayılmıştır. [98]
Bu, îmam Ebû Yusuf'a
göredir. Diğer imamlara göre, sabah ve ıkşam ağıza ıslak misvak veya fırça
sürmek mekruh değildir. İkincilerin görüşünde ümmet için kolaylık vardır.[99]
Sürme kullanmak veya
bıyıklara yağ sürmek mekruh değildir, kncak böyle yapmakla daha çekici olmayı
düşünüyorsa, Ramazan-ia bu gibi şeylerden kaçınmakta yarar görüldüğünden mekruh
sapılmıştır. Yok gözlerini güneşten veya hastalıktan korumak için sürme
kullanıyorsa, bunda bir sakınca yoktur.[100]
Güçsüz düşmüyeceğini
biliyorsa, kan aldırmasında kerahet yoktur. Herhalde sıhhi yönden aldırması
gerekiyorsa, bunu iftardan sonraya bırakması uygun olur.[101]
Yaşlıların ve ilim
adamlarının elini, küçük çocukların yüzünü Öpmekte bir sakmca yoktur. Şehvet
duygusu olmaksızın kendi karısını öpmekte böyledir. Ancak şehvet duygusuyla
öpmesi mekruhtur, orucun faziletini düşürür. [102]
Bu da mekrûhtur-,
orucun hem faziletini, hem sevabını düşürür. Çünkü oruç bir bakıma melekleşmek
demektir. Nefse hakimiyet, uçkura sahip olmaktır.[103]
Fecir doğmadan önce
herhangi bir sebeple cünüp olmak ve bu vaziyette sabahlamakta -oruçtan yana-
bir sakmca yoktur. Ancak güneş doğmadan yıkanıp sabah namazına yetişmesi
gerekir. [104]
Gündüzleyin uyurken
ihtilâm olmak oruca zarar vermez. Çünkü bu elde olmayarak ortaya çıkan bir
durumdur. Namaz vaktini ge çirnıeden yıkanmak gerekir.[105]
Sahuru gecenin üçte
ikisi geçinceye kadar geciktirmek müste-habsa da fecir doğmasına pek az bir
süre kalıncaya kadar geciktirilmesi mekruhtur. Çünkü bu durum insanda şüphe
doğurur.[106]
İftarı acele etmek
müstehabdır. Ancak bu acele, henüz güneş iyice batmadan gerçekleşirse, oruç
şüpheye girmiş olur. O halde acelesinde vakti iyice gözetmek gerekir.
Akşam namazından önce
iftar etmek müstehabdır. Buna sünnet diyenler de var. Ancak sofraya oturup
uzun süre yemekle oyalanma ve bu yüzden namazı vaktin sonuna geciktirmek pek
uygun sayılmaz. Bu bakımdan akşam iftar vakti girince önce su, hurma, zeytin ve
benzeri şeylerle orucu bozmak, yani iftar etmek, sonra akşam namazını kılıp
öylece açlığı tamamen gidermek tavsiye edilmiştir.
Akşam İftar Sofrasında
Otururken Şu Duâ Yapılır :
Türkçe anlamı :
«Allahım! Senin
(rızan) için oruç tuttum; ancak Sana
imân ettim; ancak Sana dayanıp güvendim ve ancak Senin verdiğin rızıkla iftar
ettim. Yarının orucunu tutmaya niyet ettim. Geçmiş ve gelecek günahlarımı
bağışla...»[107]
Şaban ayının sonunda
«bugün şabanın son günü müdür, yoksa Ramazanın ilk günü müdür? Kesinlikle
bilmez şüphe içinde olursa o takdirde oruç tutması mekruhtur. îster Ramazan
orucuna, ister başka bir vacibe niyet etsin, farketmez.[108]
Ancak buna rağmen oruç
tuttuktan sonra o günün Ramazan olduğu belirlenirse, onun yerine geçer.
Ramazan olmadığı anlaşılırsa nafile yerine geçer. Tutmaya niyet ettikten sonra
bozarsa kazası gerekmez. Çünkü zaten tutulması mekruhtur.[109]
Böyle bir günde sadece
nafile niyetiyle oruç utarsa, bunda bir sakınca yoktur. Sahih olan da budur. Bu
niyetle oruç tuttuktan sonra o günün Ramazan olduğu anlaşılırsa, onun yerine
geçer. Şaban ayı olduğu anlaşılırsa, nafile oruç tutmuş olur. Bozacak olursa kazası
gerekir.[110]
Böyle bir günde mutlak
niyet getirmek mekruhtur. Bununla beraber böyle bir niyetle oruç tutar, sonra
o günün Ramazan olduğu anlaşılırsa, onun yerine geçer. Şaban olduğu
anlaşılırsa, nafile yerine geçer.[111]
Yarın Ramazan ise oruç
tutacağım, değilse tutmayacağım, şeklinde şartlı niyet etmek hem mekruhtur,
hem de oruç tutacak" olursa makbul değildir. «Yarın Ramazan ise onun
orucunu, değilse falan vâcib orucu», «Yarın Ramazansa onun orucunu, değilse,
nafile orucu tutacağım» diye niyet etmek te mekrûhsa da böyle bir niyetle
tutulan oruç Ramazana raslarsa onun yerine geçer, raslamazsa niyet ettiği
vâcib ya da nafile oruç yerine geçer. Fukahadan çoğuna göre bu durumda niyet
ettiği vâcib oruç yerine geçmez, o da nafile olarak kabul edilir.[112]
Şek gününü şöyle tarif
etmişlerdir : Şabanın 29'nu 3O'na bağlayan gece hava sisli ya da bulutlu
bulunduğu için hilâli tesbit mümkün olmazsa veya böyle bir havada hilâli gören
bir ya da iki kişinin şehadeti reddedilirse, o taktirde o giın «şek günüdür»,
oruç tutmak mekruhtur. Ama hava açık olursa, artık şek günü diye bir konu kalmaz.
Çünkü açık havada hilâl görülebilir.[113]
Ancak Şaban ayını
oruçlu geçiren veya bu ayın pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçiren
kimsenin orucu şek gününe ras-larsa bunda bir sakınca yoktur. Hattâ oruç
tutması afdaldır.[114]
Bunun gibi Şaban
ayının sonundan üç gün oruç tutmayı tasar-lamışsa, o takdirde üçüncü gününün
orucunun şek gününe raslama-smda bir sakınca görülmemiştir.[115]
Bu günler mü'minlerin
sofra kurma, fakirlerle, dost ve yakınlarla oturup yemek yeme günüdür. Bu
bakımdan oruç tutulması mekruhtur. Kurban Bayramı gününü takip eden Teşrîk
günleri -ki bu üç gün sürer- de oruç tutmak mekruhtur. [116]O
halde bu günlerde oruca niyet edip başladıktan sonra iftar ederse, kazası
gerekmez. [117]
îmam Ebû Hanîfe'ye
göre, ister üstüste, ister dağınık vaziyette Şevval ayından altı gün oruç
tutmak mekruhtur. îmam Ebû Yusuf'a göre, üstüste tutulursa mekruhtur, dağınık
tutulursa mekruh değildir. Hicrî beşinci asırdan sonra gelen fakihlerin hemen
hepsi bu konuda îmam Ebû Hanîfe'nin görüşüne katılmayıp sözü edilen altı gün
orucun tutulmasında bir sakınca görmemişlerdir.[118]
îmam Rediyüddin
Serahsi'ye göre de hüküm böyledir, yani tutulmasında bir sakınca yoktur ve
sahih olan da budur. Ancak her hafta iki gün tutulması tavsiye edilmiştir.
Bunun müstehab olduğunu söyliyenler de var.[119]
Bütün seneyi oruçlu
geçirmek, sünnete ayları olduğundan mekrûh sayılmıştır. Ancak bayram günleri
iftar edilirse, bunda kerahet soktur, diyenler çoğunluktadır. Muhtar olan görüş
te budur.[120]
Geceli gündüzlü bir
gün veya birkaç gün oruç tutmak ta mekruhtur. Çünkü sünnete uygun değildir.
Buna savm-i visal derler, Deygamberimiz (A.S.) bu tarz bir orucu makbul
saymamıştır.[121]
Afdal olanı, bir gün
oruç tutup bir gün iftar etmektir. Buna Savm-i-Davud, yani Davud Peygamberin
orucu denir.
«Bütün seneyi oruçlu
geçiren, oruç tutmamıştır.»[122]
Ashabın ileri
gelenlerinden Amir oğlu Abdullah (R.A.) anlatıyor : Ben geceleri namaz
kılmaya, gündüzleri de oruç tutmaya başladım. Amacım, gücüm yettiği kadar
bütün ömrümü böyle geçirmekti. Resûlüllah (A.S.) durumu öğrenince beni çağırıp
sordu .
— Geceleri namaz kılmaya, gündüzleri oruç
tutmaya devam ettiğin bana haber verildi, doğru mu?
— Evet, dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu :
— Ya Abdellah! Hem oruç tut, hem iftar et, hem
namaz kıl, hem uyu. Çünkü bedenin senin üzerinde hakkı vardır, zevcenin de
senin üzerinde bir hakkı vardır, misafirin de bir hakkı vardır. Her aydan üç
gün oruç tutman sana yeter.
Ben :
— Ya Resûlellah! Bundan fazlasını tutabilirim, dediğimde buyurdu
ki :
— O halde her hafta üç gün oruç tut.
— Daha fazlasına güç getirebilirim, dedim.
Buyurdu ki :
— O halde Davud Peygamberin orucu gibi oruç
tut, fazlarını yapma.
Bunun üzerine sordum :
— Ya Resûlellah! Davud Peygamberin orucu
nasıldı? :
— O, bir gün oruç
tutar, bir gün iftar ederdi.
Diye cevap verdi.[123]
Cumartesi günü
Yahudinin dinlenme ve ibâdet günü sayıldığından onlara benzememek için bu
günde oruç tutmak mekruh sayılmıştır.
Sahih rivayete göre;
Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurmuştur :
«Cumartesi günü oruç
tutmayın; meğerki size farz olan oruç o güne raslarsa o takdirde
tutabilirsiniz. Cumartesi günü bir üzüm kabuğundan veya bir ağaç 'filizinden
başka bir şey bulamıyacak olursanız, onları çiğneyip yiyin.»[124]
Fukaha bu konuda
ihtilâf etmiştir. Şemsü'l-eimme El-Halvânî, bu güne bir saygı duymaksızın oruç
tutmak mekruh değildir, demiştir. Sahih olan da budur. [125]
Cuma mü'minlerin
haftalık toplantı günüdür. O gün daha çok kaynaşır, ikramlarda bulunulur. Ancak
her aydan üç gün oruç tutan kimsenin cuma gününe tesadüf eden orucu ile cuma
günü oruç tutacağını adayanın orucu istisna teşkil eder. Bununla beraber İbn Nüceym
yalnız cuma günü oruç tutmanın müstehab olduğunu kaydeder.[126]
Nevruz, güneşin koç
burcuna girdiği 21 Mart'a tesadüf eder ve ilkbaharın başlangıcı sayılır. Daha
çok Mecusîlerle Rafizîlerin kutsal saydığı bir gündür. Bu bakımdan dinimiz
sözü edilen günde oruç tutmayı mekruh kılmıştır. Ancak âdet halinde tutmakta
olduğu oruç bugüne raslarsa o takdirde kerahat yoktur. [127]
Farsça mehrigan
kelimesinden muarrabdır. Son bahar mevsiminin birinci ayının 16. gününe
verilen bir isimdir. Rivayete göre meşhur Feridun Şah bugün Dahhak'a karşı
zafer bulmuştur. Bu sebeple sözü edilen güne itibar edilmemesi için oruç mekruh
sayılmıştır. Ancak oruç tutmayı itiyad ettiği günler bu güne raslıyacak olursa
veyat,bu günden bir gün önce başlamak suretiyle iki veya üç gün oruç tutmak
mekruh değildir. Çünkü maksad o güne bir başkalık sunmaya yönelik değildir.
Muhtar olan da budur.[128]
Buna «savm-i sumt»
denir. Sözde orucun daha yüksek sevap ve faziletine erişmek için oruçlu
bulunduğu sürece hiç konuşmamak üzere niyet eden kimsenin bu ölçü ve anlamdaki
orucu mekruhtur. Çünkü Sünnete uygun değildir.[129]
Bu, daha çok karı koca
arasındaki hakların sağlıklı biçimde ayakta tutulmasına yöneliktir. Ancak
kadının hac veya umre yaparken bu sırada kocasından müsaade almadan nafile
oruç tutmasında kerahet yoktur. Bunun gibi kadının kocası hasta bulunur veya
oruçlu olursa, o takdirde kadının nafile oruç tutması için kocasından müsaade
almasına gerek yoktur.
Bu istisnaların
dışında kadın- müsaade almadan nafile oruç tutarsa, kocası onun orucunu
bozdurabilir. Bu durumda kazası da gerekmez. Fukahadan çoğu bu hususta görüş
birliği halindedir.[130]
Nafile oruç işçiyi
zayıf düşürüyor, çalışmasına te'sir ediyorsa, o taktirde işverenin müsaadesini
almadan tutması mekruhtur. Çünkü aldığı ücretin karşılığını emek olarak vermesi
gerekir. Ancak işçinin tutacağı nafile oruç işini aksatmıyor, aldığı ücret
karşılığında emeğini ortaya koyabiliyorsa, o takdirde bunun için işverenden müsaade
almasına gerek yoktur.[131]
Adamın kız kardeşi,
kızı, anası, anenesi ve diğer yakın hısımlarından olan kadınlar müsaade
almadan nafile oruç tutabilirler.[132]
Yolculuk halinde
Ramazan orucunu bozmaya ruhsat verildiği gibi, bedenî güçten düşüreceği
biliniyorsa, nafile oruç tutmak mekruh sayılmıştır. Böyle bir durum yoksa,
oruç tutması afdaldır. Ancak yolculuk arkadaşlarının çoğu oruç tutmuyorsa,
onlara uyması daha uygun olur. Bu da daha çok yiyeceklerini ortaklaşa kullandıkları
takdirdedir.[133]
Yolculuk halinde iken
oruca niyet edip sabahladıktan sonra ya kendi beldesine veya başka bir beldeye
girip ikaamete (eyleşik olmaya) niyet getiren kimsenin başladığı orucu bozması
mekruh olur.[134]
Üzerinde Ramazan orucu
kazası bulunan kimsenin bunu ilk fırsatta yerine getirmesi gerekir. Ancak
henüz kaza orucunu tutmadan herhangi bir sebeple nafile oruç tutabilir. Bunda
kerahet yoktur.
Eyyamü'1-Biyd :
Kameri ayların 13, 14
ve 15. günlerine Eyyam-I Biyd denir.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bu günlerde oruç tuttuğu için ümmetine müstehab sayılmıştır. Nitekim
Ebu Zer (R.A.) diyor ki ; «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her ayın 13, 14, 15.
günlerinde oruç tutmamızı emretti ve bu bir yılın orucuna denktir, buyurdu.»[135]
Bu iki günde oruç
tutmak müstehabdır. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz çoğu zaman bu iki günde
oruç tutardı. Bununla ilgili olarak da şöyle buyurmuştur :
«Şüphesiz ki ameller
her pazartesi ve perşembe (Allah'a) arz-olunur. Allah her müslümanı veya her
mü'mini bağışlar, ancak birbirleriyle küsü tutanları bağışlamaz. «Bu ikisini
geciktirin...» buyurur, (yani
barışmcaya kadar bağışlanmaları geciktirilir).»[136]
Haram ayları dörttür :
Zilkaade, Zilhicce, Muharrem ve Receb. Bu ayların her perşembe, cuma ve
cumartesi günleri oruç tutmak müstehabdır.[137]
Hacc ayı olan
Zilhicce'nin ilk dokuz gününde oruç tutmak müstehabdır. Müslümanların hac
ibâdeti için kutsal topraklarda birara-ya geldiği bu günlerde tecelli eden
ilâhî rahmet ve-gufrandan nasib almanın yollarından biri de şüphesiz ki sözü
edilen günlerde Allah'a yönelip oruç tutmaktır.
Nitekim Hz. Hafsa
(R.A.) diyor ki':
«Dört şeyi Resûlüllah
ÎA.S.) Efendimiz hemen hemen hiç terk-etmedi diyebilirim : Âşûrâ orucu,
Zilhicce'nin ilk on gününün orucu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir
de sabah farzından önce iki rek'at namaz...»[138]
Ancak Arafe günü oruç
tutmak hacılara mekruhtur. Bu da onları güçten düşürdüğü takdirde böyledir.
Gücü yerinde olup hac ibâdetini aksatmadan yerine getirebilenlere mekruh
olmadığı fukahaca kabul edilmiştir.[139]
Bunun gibi, Terviye (Zilhiccenin 8.
günü) oruç tutmak ta hacılara yine aynı sebeple mekruhtur.
Konuyu Özetliyelim :
Sünnet ve müstehab
oruçlardan daha çok rağbet edilmesi tavsiye edilenleri şunlardır : Muharrem
ayının dokuz ve onuncu veya onuncu ve onbirinci günleri oruç tutmak. Receb
ayında oruç tutmak, Şaban ayının çoğunu oruçlu geçirmek. Zilhiccenin ilk dokuz
gününde oruç tutmak. Her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç tutmak. Pazartesi
ve perşembe günleri oruç tutmak.[140]
Orucu bozan şeyler
genellikle ikiye ayrılır : Bozup yalnız kazayı gerektiren sebepler; bozup hem
kazayı hem keffareti gerektiren sebepler.
Orucu bozup yalnız
kaza edilmesini gerektiren şeyler :
1. Yanılarak
bir şey yemek, içmek veya cinsel yaklaşmada bulunmak.
Bu hususta kasıt
bulunmadığı için bozulan oruçtan dolayı sadece kaza gerekir. Yanılarak değil
de unutarak bir şey yer veya içerse ya da cinsel yaklaşmada bulunursa, o
takdirde orucu bozulmadığı gibi bir şey de gerekmez.
Çünkü Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz:
«Kim oruçlu bulunduğu halde
unutur da bir şey yer veya bir şey içerse, orucunu tamamlasın, çünkü bu
Allah'ın onu yedirmesi ve içir-mesidir (ki kendisine sevkedilmiştir.»[141]
O halde ister farz
ister nafile oruç tutarken unutarak bir şey yemek veya içmek orucu bozmaz. Ne
var ki farkına vardığı an derhal yemeyi veya içmeği terketmesi gerekir.[142]
Unutarak orucunu yiyen
adamı bu vaziyette gören kimse şu hususa dikkat etmelidir : Adam zayıf, göçsüz ya da çok yaşlı bir
kimse ise ona oruçlu olduğunu
hatırlatmaz. Güçlü kuvvetli ise hatırlatır. [143]
2. Silah,
dayak ve ölüm tehdidiyle orucunu bozan kimseye sadece kaza gerekir. Çünkü bunu
kendi ihtiyarıyla yapmış değildir.[144]
3. Dışarıdan
atılan bir şey oruçlunun ağzından içeri girip boğazından aşağı inerse, orucu
bozulur, ancak sadece kazası gerekir. Çünkü bu hususta hiçbir kasdı yoktur.
4. Uykuda
iken bir şey yer veya içerse, orucu bozulur ve sadece kaza gerekir.[145]
5. Yenilmesi
mutad olmayan maddelerden bir şey yer veya yutarsa, orucu bozulur, ancak
âdetten o tür şeyler yenilmediği için sadece kazası gerekir. Buna birkaç misal
verelim : Taş, toprak, maden ve benzeri şeyler bu cümledendir.[146]
O halde oruçlu kimse
taş ya da bir meyve tohumu, pamuk, yün, kâğıt ve toprak gibi maddelerden birini
yiyecek veya yutacak olursa orucu bozulur. Bunlar yenilen maddeler olmadığı
için sadece bozulan orucun kazası gerekir.
Bunun gibi, henüz
olgunlaşmamış yeşil cevizi veya olgunlaşıp kabuğu sertleşen ceviz veya bademi,
ya da kabuğuyla birlikte yumurtayı yutan kimseye de yalnız kaza gerekir.[147]
Kabuğu henüz yeşil
kalıp sertleşmiyen fıstık tâ ceviz gibidir. Kabuğu kurumuş fıstık ise o
vaziyette çiğnenerek yenilirse orucu bozacağı gibi, hem kaza, hem de keffareti
gerektirir. Çiğnenmeden yutu-lursa sadece kazayı gerektirir.[148]
Kurumuş karpuz ve
kavun kabuklarını -tiksinilip yenilmiyecek bir görünüm arzediyorsa- yiyen
kimsenin orucu bozulur, ancak sadece kazası gerekir. Çünkü âdette bu tür
kabuklar yenilmez.
Pişmedik pirinç veya
darı yemek te sadece kazayı gerektiren sebeplerdendir. Pişmedik mercimek ve
benzeri maddeler de böyledir. Çamur yemek te aynı guruba girer. Ancak yenilen
çamur, bazı şahıslar tarafından yenilen, türden ise, o taktirde hem kaza, hem
keffareti gerektirir.
6.
Dişler arsında kalan yemek kırıntılarım yutmak ta orucu bozar. Ancak yutulan kırıntının en az bir nohut
büyüklüğünde olması halinde hüküm böyledir. Daha az olursa, orucu boznıaz.O
halde nohut büyüklüğünde veya daha fazla miktarda olan kırıntıyı yutmak
sadece kazayı gerektirir. Keffareti de gerektirir, diyenler varsa-da en sahih
olanı, sadece kazayı gerektirir hususudur.[149] O
halde dişleri arasında kalan bir susamı yutan kimsenin orucu bozulmaz, sadece
kerahet işlemiş olur. . Ama dıştan böyle bir şey alıp yutarsa, orucu
bozulur. Bunda fukahamn ittifakı
var. Keffareti gerektirip gerektirmediği hakkında farklı
görüşler vardır; muhtar olan kavle göre, çiğnemeden yutarsa keffaret te
gerekir. Çiğneyecek olur, tadı boğazında his s edilmezse, bir şey gerekmez.
Hissedilirse, sadece kaza gerekir. Sahih olan da budur.[150]
Buğday tanesi de
böyledir.
7. Sahur
yerken lokma ağzında iken fecir doğarsa veya sahurda fecir doğunca bir lokma
ekmek alıp ağzına kor, bunu unuttuğu için yapar ve hemen oruçlu olduğunu
hatırladığı halde yutarsa kendisine keffaret te gerekir. Ancak ağzındaki
lokmayı önce çıkarır, sonra tekrar
ağzına koyup yutarsa, o takdirde sadece kaza gerekir, Sahih olan da budur.[151]
8.
Başkasının tükrüğünü yutmak.
Başkasının tükrüğünü
yutmak mutad olmadığı için keffaret gerekmez, sadece kaza etmesi vâcib olur.
Ancak sevgilisinin ve dostunun tükrüğünü yutarsa, o takdirde keffaret te gerekir.[152]
9. Kendi
tükrüğünü avucuna aldıktan sonra tekrar ağzına çevirip yutmak.
Sırf dışarı çıkarıp tekrar
ağzına aldığı için kaza etmesi gerekir. Çıkarmadan yutacak olsa bir şey
gerekmez.
Bunun gibi sıcak
günlerde Sultan adına İmaretlerde hizmet edip ten sonra yutarsa, yine bir şey
gerekmez. Çünkü bu durumda tuk-rük ağızdan ayrılmış sayılmaz.[153]
Bir hastalıktan dolayı
ağzından çıkan su tekrar geri dönüp boğaza girerse, orucu bozmaz. Çünkü bundan
korunmak çok zordur. [154]Ağzı
su ile çalkadıktan sonra kalan ıslaklık tükrükle birlikte yutulduğu takdirde
orucu bozmaz. Zira ağıza bulaşan ıslaklığı tamamen gidermek mümkün değildir.
Bu bakımdan orucu bozmıya-cağma fetva verilmiştir.
Bunun gibi burnuna doğru
gelen balgamı yutacak olursa, orucu bozulmaz. Çünkü bu da tükrük gibidir,
dışarı çıkmadığı için orucu bozması söz konusu değildir.[155]
10. Kan
yemek.
İslâm'da, kanın
yenilmesi haram kılındığı için oruçlu ondan yiyecek olursa, orucu bozulur,
ancak sadece kaza gerekir. Hem insan çoğu zaman kan yemekten tiksinir.
11. Dişler
arasında akan kan tükrükle birlikte
boğaza .girerse, bakılır : Kan tükrükten daha fazlaysa oruç bozulur, azsa
bozulmaz. İkisi eşit durumda olursa, istihsanen oruç bozulur.
12. Dikiş
veya dokumacılık yaparken renkli ipek ya da .pamuk ipliğini ağzına soktuğunda
tükrüğü ipliğin rengini alır ve o vaziyette yutulursa oruç bozulur. Ancak
unutarak bunu yaparsa bir şey gerekmez.[156]
Yenilmesi mutad
olmayan, hatta tiksindirici olan bir şeyin ağıza girip boğaza kaçması orucu
bozar, ne var ki sadece kaza gerekir. Ama kaçınılması çok zor olan sinek ve
benzeri bir haşerenin ağızdan içeri girip boğaza inmesi, orucu bozmaz.[157]
Boğaza giren yağmur ve
kar tanesi de orucu bozar. Sahih olan da budur.
Yemekten yükselen
buhar, yerden kalkan toz ve benzeri şeyler orucu bozmaz. Çünkü bu gibi
şeylerden korunmak çok zordur.[158]
Göz yaşından bir iki
damlanın ağıza girmesi orucu bozmaz. Ancak fazla miktarda olur da tadı ağızda
ve boğazda hissedilirse, o takdirde bozar. Yüzden akan ter de böyledir.[159]
Derideki gözeneklerden
içeri giren yağ ve benzeri şeyler orucu bozmaz. Çünkü bu gibi şeylerin orucu
bozabilmesi için tabii yollardan içeri girmesi gerekir.
Serinletici niteliği
hissedilen soğuk su ile yıkanmak ta orucu bozmaz. Çünkü tabii yollardan içeri
giren bir şey olmamıştır.[160]
Göze akıtılan ilacın
eseri boğazda hissedilse bile orucu bozmaz. Bunun için öksürdüğünde ağzına
gelen balgam veya tükürükte gözüne sürdüğü sürmenin eseri görülse, oruç
bozulmuş sayılmaz. [161]Sahih
olan da budur.
Ağız dolusu kusmak
orucu bozmaz. Gelen bu kusuntu kendiliğinden geriye dönerse, îmam Ebû Yusuf'a
göre bozar. İmam Muhâm-med'e göre bozmaz. Çünkü bu durumda imsak kasden
terkedilme-miştir.
Kasden ağız dolusu
kusmak orucu bozar. Bunda fukahanm görüş birliği var. Çünkü bu durumda geriye
az veya çok bir miktar gider. Bundan dolayı sadece orucun kazası gerekir.
Kasden kusar ve bu
ağız dolusu olmaz da kendiliğinden geri dönerse, îmam Muhammed'e göre orucu
bozar; îmam Ebû Yusuf'a göre bozmaz.[162]
Gelen kusuntu yenilen
yemek veya safra ve acı su olursa, belirtilen hükümler câridir. Sadece balgam
olursa, ağız dolusu olsa bile İmam Ebû Hanîfe ile îmam Muhammed'e göre orucu
bozmaz. îmam Ebû Yusuf'a göre, bu da ağız dolusu olursa, orucu bozar. Bu konuda
Ebû Yusuf'un görüşü daha çok uygun kabul edilmiştir.[163]
Tenasül aletine ve bir
de burna akıtılan ilaç orucu bozar. Ne var ki bu sadece kazayı gerektirir.[164]
Kulağa akıtılan su
veya ilaç -muhtar olan kavle göre- orucu bozmaz. Çünkü kulak zarı akıtılan su
veya ilâcın dimağa veya boğaza girmesine engel olur. [165]sahih
olan da budur.
Kadının tenasül
cihazına akıtılan ilaç ve benzeri şeyler orucu bozar. Fukahanın bu hususta
ittifakı vardır. Sahih olan da budur.[166]
Başta veya karın
nahiyesinde bulunan derince bir yaraya konulan ilaç dimağa veya mideye
ulaşmazsa, o takdirde orucu bozmaz. Konulan ilaç sıvı olursa, İmam Ebû
Hanîfe'ye göre, oruç -ihtiyaten-bozulmuş sayılır. îmameyn'e göre, dimağa veya
mideye ulaştığı bilinmediği takdirde bozmaz. îlaç katı veya toz halinde
olursa, ittifakla orucu bozmaz. [167]
Vücuda isabet eden ok
veya mızrak tamamen içeride kalırsa, orucu bozar; bir kısmı içeride, bir kısmı
dışarıda kalırsa bozmaz.[168]
Buna kıyasla, isabet
eden mermi içeride kalırsa, orucu bozar, delip geçerse, bozmaz.
Bir ucunu elinde
tuttuğu halde bir ağaç çubuğunu yutan kimsenin de orucu bozulmaz, tabii ağacı
tekrar çıkarmak şartiyle hüküm böyledir. Çıkarmadığı takdirde oruç bozulur.
Taharet yaparken veya
başka bir nedenle parmağın dübüre veya tenasül cihazına girmesi -ıslak
olmadığı takdirde- orucu bozmaz. Parmak ıslak veya yağlı bulunursa, o taktirde
orucu bozar.[169]
Taharet yaparken dübür
dışarı çıkarsa, ıslak elle dokunulmuş-sa, o taktirde ıslaklığı kalkıncaya kadar
bekleyip öylece içeri sokmak uygun olur, aksi halde oruç bozulur.[170]
Zorlanarak cinsel yaklaşmada bulunan kimsenin
orucu bozulur, ancak keffaret gerekmez, sadece kaza etmekle yetinir.
Çünkü bu ifâde dışında meydana gelmiştir. Bunun gibi karısı kocasını cinsel
yaklaşmaya zorlar, o da karısına uymak zorunda kalırsa, oruç bozulur, yalnız
kazası gerekir. Kadına ise, hem kaza hem de keffaret gerekir.[171]
Cinsel temasta
bulunurken fecirin doğmak üzere olduğundan endişe duyarak tenasül aletini çeker
ve bu sırada fecir doğarsa, meni aksa bile orucu bozulmamış sayılır. Sahih
olan da budur.[172]
Cinsel temasta
bulunurken fecir doğar, o da o vaziyette kalırsa, hem kaza, hem keffaret
gerekir. Zahir rivayet böyledir.[173]
Kadına şehvetle bakıp
veya bu gibi şeyleri düşünerek menisi akan kimsenin orucu bozulmasa da
faziletini yitirmiş olur. Çünkü oruçtan maksad, hayvanı sıfatlardan uzaklaşıp
melekle sinektir. Bu tür hareketler ise, orucun mâna ve maksadına taban tabana
zıd-dır.[174]
Karısını şehvetle öpüp
okşarken menisi akarsa, orucu bozulur, sadece kazası gerekir. Kadın da kocasını
şehvetle öperken tenasül cihazında ıslaklık meydana gelip dışarı çıktığını
hissederse, orucu bozulur. Islaklık duymazsa bozulmaz. Bu durumda kadın ±ezzet
duyar ama ıslaklık duymazsa, İmam Ebû Yusuf'a göre, orucu bozulur. İmam
Muhammed'e göre bozulmaz. Burada fetva îmanı Muhanv med'in kavline göredir.[175]
Bu durumda elle dokunmak,
kucaklamak, teni tene dokundurmakta öpmek gibidir. Bütün bunlar şehvetle
yapılırsa orucun faziletini düşürür, meni akmasına sebep olursa, -orucu bozar.[176]
Kadının giyinik
bulunduğu elbiseye elle dokunmak sonucu erkeğin menisi akarsa, vücudun hararetini
hissetmişse orucu bozulur, hissetmemişse bozulmaz. Her şeye rağmen Ramazan'da
bu hususlara çok' dikkat etmek gerekir.[177]
Ramazan'da kartın
kocasına ya eliyle, ya da bedeniyle dokunup onu tahrik eder ve bu sebeple
adamın menisi akarsa, orucu bozmaz. Ancak adamın bu hususta isteksizlik
göstermesi ve mümkün olduğu nisbette bu tür hareketlere fırsat vermemesi uygun
olur.[178]
Hayvanların tenasül
cihazına şehvetle dokunmak haramdır. Oruçlu iken ya şehvetle ya da böyle bir
düşünce taşımaksızın dokunma neticesi menisi akan kimsenin orucu bozulmasa
bile, o orucun sevap ve faziletini yitirmiş olur, üstelik günahkâr da sayılır.[179]
Oruçlu kimse şehvetini
teskin için istimna eder, yani eliyle tahrik edip menisini akıtırsa, orucu
bozulur ve sadece kazası gerekir. Muhtar olan da budur. [180]Ancak
böyle yapmak orucun sevap ve faziletini düşürür, daha doğrusu orucu hedefinden
saptırır.[181]
Oruçlu bulunan
kadınlar sevicilik yaparken menileri dışarı çıkar, yani tenasül cihazının
dışında ıslaklık hissedüirse, oruçları bozulur. Aynı-zamanda büyük günah
işlemiş olurlar. Meni akmadığı takdirde oruçları bozulmaz ama oruçtan elde edilecek
sevap ve faziletin tamamını yitirmiş olurlar.[182]
Kasden cinsel temasta
bulunan kimsenin menisi aksın akmasın orucu bozulur ve kendisine hem kaza, hem
keffaret gerekir. Lutînin de durumu böyledir. [183]Faille
mef ul aynı hükme tabidirler. Yani ikisinin de orucu bozulur ve kendilerine hem
kaza, hem keffaret gerekir. Ama kadın bu konuda zorlanırsa, o takdirde ona
sadece kaza gerekir.[184]
Yenilmesi mutad olan
gıda maddelerinden bir şey yemek veya içmek, ya da tedavi için herhangi bir
ilacı içmek ya da yutmak orucu bozar, hem kaza hem keffareti gerektirir.[185]
Bunu birkaç misalla
açıkhyalım :
Ekmek, su, meyve ve sebze
sulan, et, balık ve benzeri gıda maddeleri bu cümledendir. Ama kavurulmadık
bir arpa danesini yutmak böyle değildir; yenmesi âdet olmadığı için orucu
bozar ama keffareti gerektirmez. Diğer maddeleri buna, kıyas edip hükme bağlamak
gerekir. Sonra bir şeyin yenilmesinin mutad olup olmadığı beldenin âdetine
bakılarak belirlenir. Meselâ : Bir beldede üzüm yapraklarını çiğ olarak yemek
âdet halinde ise, o takdirde oruçlu bunu o beldede yerse kendisine hem kaza,
hem keffaret gerekir. Ama bunu çiğ olarak yemiyen ve böyle bir âdetleri
bulunmayan bir belde halkı için hüküm değişebilir. Ne var ki, üzüm yaprağı
genellikle hem çiğ, hem pişmiş olarak yenilir. Ama bu yapraklar iyice
kortla-şıp yenümiyecek duruma gelirse, o takdirde oruçlu ondan yerse kendisine
sadece kaza gerekir. Çünkü iyice kartlaşmış üzüm yaprağının yenilmesi mutad
değildir.[186]
Çağla badem ister
yutulsun, ister çiğnenerek yenilsin, her iki durumda da hem kaza, hem keffaret
gerekir. Ama iyice sertleşip kabuk haline gelirse, yutulduğu takdirde sadece
kazayı gerektirir. Çünkü bademi bu şekilde yutmak mutad değildir.[187]
Az miktarda tuz yemek
te hem kaza hem keffareti gerektirir. Çünkü az miktarda tuz yemek mutaddır. Ama
çok miktarda yemek mutad olmadığından sadece kazayı gerektirir. [188]Sahih
olan da budur.
Konuyla İlgili Bazı
Meseleler :
Unutarak bir şey yer
veya bir şey içer ya da cinsel temasta bulunur ve sonra hatırlayınca bunun
orucu bozduğunu sanarak kasden bir şey yer veya içerse, kendisine sadece kaza
gerekir, keffaret gerekmez. îmam Ebû Hanifeye göre, unutma neticesi bir şey
yemek veya içmekle orucunun bozulmadığını bildiği halde yine de bir şey yer ve
içerse, sadece kendisine kaza gerekir. Sahih olan da budur. Fetva daha çok
birinci kavle göredir.[189]
Elinde olmayarak kusar
ve bununla orucunun bozulduğunu sanarak bir şey yer veya içerse, kendisine
sadece kaza gerekir. Bozmadığını bildiği halde bir şey yer veya içerse, o
takdirde hem kaza, hem keffaret gerekir.[190]
Bunun gibi, uykuda
ihtilâm olur ve uyandıktan sonra bunun orucu b.ozduğunu sanarak bir şeyler yer
veya içerse kendisine sadece kaza gerekir. Ama ihtilâm olmanın orucu
bozmadığını bildiği halde bir şey yer veya içerse, o takdirde hem kaza, hem
keffaret gerekir.[191]
Kan aldırdıktan sonra
orucunun bozulduğunu sanıp bir şey yer veya içerse, bu durumda kendisine hem
kaza hem keffaret gerekir. Meğerki bu hususta kendisine fetva verilmiş ola, o
takdirde sadece kaza gerekir.[192]
Gözlerine sürme
çektikten veya bıyıklarına yağ sürdükten sonra bile bile bir şey yer veya
içerse, hem kaza, hem keffaret gerekir. Ancak birisi ona bu konuda fetva
verecek olursa, o takdirde sadece kaza gerekir.[193]
Yolculuk halinde
bulunan kimse zevaldan önce memleketine ayak basar, bü arada hiçbir şey de
yememişse, oruca niyet ettikten sonra cinsel temasta bulunursa kendisine sadece
kaza gerekir.
Bunun gibi akli
dengesini kaybeden kimse zevalden önce kendine gelir ve orucu niyet ettikten
sonra bir şey yer veya cinsel temasta bulunursa, o takdirde sadece kaza
gerekir.[194]
Oruca niyet etmeden
sabahlar, sonra zeval vaktinden önce oruç tutmaya niyet eder, sonra bir şey yer
veya cinsel temasta bulunursa, kendisine sadece kaza gerekir.
Hem kaza, hem
keffareti gerektirir şekilde orucunu bozduktan sonra ağır şekilde hastalanırsa,
o takdirde keffaret düşer. İleride sadece o günü kaza etmesi gerekir. [195]En
sahih olan kavi de budur. Misvak veya fırça ile dişlerini temizledikten sonra
bununla orucunun bozulduğunu sanarak bir şey yer veya içerse, kendisine hem kaza,
hem keffaret gerekir.
Gıybette bulunduktan
sonra orucunun bozulduğunu sanarak bile bile bir şey yer veya içerse, -isterse
bu konudaki hadîse dayanarak kendisine bu konuda fetva veren de olsun- hem
kaza hem keffaret gerekir.[196]
Kadın orucunu bile
bile bozduktan sonra ayhali veya lohusa olursa, üzerinden keffaret kalkar,
sadece o günü ileride kaza etmesi gerekir.[197]
Orucunu bile bile
bozduktan sonra kendi kendini yaralar ve oruç tutamıyacak kadar kan kaybederse,
yine de keffaret cezasından kurtulmaz. Çünkü kendini takatsiz kılmakta kasıt
vardır. Sahih olan da budur.
Bile bile cinsel
yaklaşmada bulunduktan sonra sefere çıkacak olur veya hükümdarın emriyle sefere
çıkarılırsa, en sahih kavle göre, üzerinden keffaret kalkmaz.[198]
Yolculuk halinde
bulunan kimsenin iftar etmesi, yani oruç tutmaması mubahtır. Ancak oruca niyet
edip sabahladıktan sonra sefere çıkacak olursa, o takdirde o günün orucunu
tutması gerekir. Bu, oruç yemesini mubah kalan bir sebep sayılmaz. Ancak ikinci
ve müteakip günler yolculuğu devam ederse, o takdirde oruç tutmayabi-
Bu bakımdan fukaha
şöyle demiştir : Oruçlu olarak
sabahlıyan kimse o gün sefere çıksa bile, bu orucu yemesini mubah kılan
bir jzür sayılmaz. Şayet orucunu bozacak olursa, kendisine sadece ka-şâsı
gerekir.[199]
O halde oruçlu olarak
sabahladıktan sonra bilerek orucunu bozar ve bu arada hükümdar onu zorla
sefere çıkarırsa, kendisinden keffaret düşmez. Zahir rivayet budur. Bu durumda
kendi ihtiyariyla sefere çıkacak olursa, bütün rivayetlerin ittifakıyla
keffaret sakıt olmaz.[200]
İster oruç tutmaya
başladıktan sonra ister geceleyin oruç tuta-mıyacak kadar hastalanır, oruç
tuttuğu takdirde ölüm tehlikesiyle [veya bir organını kaybetme durumuyla karşüacağmdan
endişe [ederse, o takdirde iftar etmesi (yani oruç tutmaması) mubahtır. İleride
iyileşince günü gününe kaza etmesi gerekir.
Bunun
gibi oruç tuttuğu takdirde hastalığının ağırlaşmasından veya yarasının kötüye
gitmesinden veya iyileşmesini geciktireceğinden korktuğu takdirde, orucunu
bozabilir. İleride iyileşince tutamadığı günler sayısınca kaza eder.[201]
Oruç tutmakla
hastalanacağı ve endişe verici bir hal alacağı ya tecrübeyle ya da Müslüman bir
doktorun haber vermesiyle belirlenirse, o takdirde oruç tutmayabilir. İleride
iyileşince kaza etmesi ge-ırekir.[202]
Gebe kadınla süt emziren
kadın oruç tuttukları takdirde ya kendilerinin güçten düşüp
hastalanmalarından, ya da çocuğun gıdasız kalıp ölmesinden endişeleri olursa,
iftar ederler ve Ramazandan sonra müsait bir zamanda günü gününe kaza etmeleri
gerekir.[203]
Ayhali olan veya
lohusalık devresi başlayan kadınlar da iftar ederler. Ancak her iki
durumda da temizlendikten sonra günü gününe kaza etmeleri gerekir.[204]
Kadın ayhali günü
geldi diye kan görmeden orucunu bozar da o gün kangelmiyecek olursa kendisine
hem kaza, hem kefaret gerekir. En zahir olan kavi de budur.
Ayhali olan kadın on
günün hitamında geceleyin temizlenirse niyet edip sabahleyin oruç tutması
gerekir. Ayhali süresi on günden az olur da geceleyin fecir doğmadan yıkanacak
kadar bir zaman bulursa yıkanıp oruca niyet etmesi gerekir. Yıkanmasının
bitmesiyle fecrin doğması aynı ana raslarsa artık oruca niyet etmez. Çünkü ay-halinden
dolayı yıkanmak müddeti de ayhalinden sayılır. Tabii bu, ayhali süresi on
günden az olanlar hakkındadır.[205]
Bu ikisi de had
safhaya gelir de kişinin ölmesinden veya akli dengesini kaybetmesinden endişe
edilirse, o takdirde orucu bozmayı mubah kılar. Ramazan sonrası müsait bir
zamanda günü gününe kazayı gerektirir.
Bunun gibi sıcak
günlerde Sultan adına İmaretlerde hizmet edip işleri organize eden kimse de
sıhhatini kaybetme veya aklî dengesini yitirme endişesi taşırsa, o takdirde
orucunu bozabilir.
Buna kıyasla çok
yorucu ve yıpratıcı görevlerde bulunup sıcak bir mevsimde oruç tuttuğunda
hayatını kaybetme veya aklî ve ruhî bir dengesizliğe uğrama endişesi taşıyan
kimseler de oruçlarım bozabilirler.[206]
Bu da orucu bozma
sebeplerinden biridir. Oruç tutmaya güç ge-tiremiyen yaşlı kişiler iftar eder
ve her günün orucuna bedel bir fakiri sabahlı akşamlı doyuracak nisbette fidye
verir.[207]
Fazla yaşlılıktan veya
iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı oruç tutamıyan kimseler, malî
imkânları varsa, fidye verirler, bu imkânları yoksa istiğfar etmekle
yetinirler. İleride tutma imkânlan olmadığı için tutamadıkları günleri kaza
etmeleri artık söz konusu değildir.[208]
Bunlar fidyeyi önceden
hesaplayıp otuz gününkünü toptan da verebilirler, her günün fidyesini ayrı ayrı
da verebilirler; Ramazan sonuna bırakıp yine toptan da verebilirler.[209]
İyileşmesi umulmayan
hastalıktan dolayı fidye verip oruç tutmayan kimse sonraları iyileşirse,
herhalde tutamadığı günler sayısınca kaza etmesi gerekir. Daha önce verdiği
fidye kâfi sayılmaz.[210]
Üzerinde yemin veya
katil (adam öldürme) keffaret orucu bulunan kimse fazla yaşlanır da bu orucu
tutmaktan âciz kalırsa, onun yerine fidye vermesi caiz olmaz. Çünkü bu konudaki
temel kaide şudur : Her oruç ki kendi ölçüsü içinde asıldır, başka bir şeye
bedel değildir, tutulma imkânı olmadığında onun yerine fidye vermek caizdir;
Ramazan orucu gibi. Her oruç ki başka bir şeye bedeldir, kendi ölçüsü içinde
asıl değildir, onu tutma imkânı olmadığı takdirde, yerine fidye vermek caiz
değildir; yemin ve katil keffareti gibi.
O halde keffaret-i
zihar ile Ramazanda meydana gelen keffaret-i iftar'Tıususunda malî gücü
olmadığından köle azâd edemez, yaşlı bulunduğu için oruç tutamazsa, altmış
miskini doyurması caiz olur. Çünkü bu fidye, nass ile sübut bulan oruca bedel
sayılır.[211]
Hastalık ya da
yolculuğun devam etmesinden dolayı Ramazan orucunu tutamıyan kimse, bu hali
devam ederken ölürse, artık kendisine kaza gerekmez. Çünkü kaza edecek zamana
erişememiştir.
Ancak kendisine vâcib
olmadığı halde tutamadığı oruçlara bedel fidye verilmesini vasiyyet ederse, bu
sahih olur. Varisler onun bu vasiyyetini malının üçte birinden çıkarıp yerine
getirirler.
Hasta veya yolcu
Ramazan orucunu tutamaz fakat ramazandan sonra kaza edecek kadar yaşadığı halde
kazasını yerine getirmezse, ölmeden önce vasiyyet etmesi vâcib olur. Vasiyyet
etmeden ölürse, vârislerin sözü edilen kefareti ödemesi gerekmez. Ancak kendilerine düşen hisseden yine kendi
arzularıyla murislerinin tutamadığı oruçların keffaretini ödeyebilirler.[212]
Her günün orucuna
bedel ya yarım sâ' (1667 kg.) buğday, ya da bir sâ' (3334 kg) arpa ya da aynı
"miktar hurma veya üzüm verilir. Bunların aynım vermek caiz olduğu gibi
günün rayicine göre para olarak bedellerini vermek te caizdir.[213]
Üzerinde oruç kazası
bulunduğu halde ölen kimsenin yerine velisi oruç tutabilir mi? Fukahanın hemen
hepsine göre, tutamaz. Çünkü oruç şahsın kendisine vâcib olan bir ibâdettir.[214]
Ramazan ayı süresince
hasta olan veya yolculuk halinde bulunan kimse, ramazandan sonra 10-15 gün
yaşadıktan sonra Ölürse, kendisine yaşadığı günler sayısınca kaza gerekir. Bu
hususta görüş birliği vardır. O halde ölmeden önce bunun için vasiyyet .etmesi
gerekir. Sahih olan da budur.[215]
Hastalık ya da
yolculuk gibi bir sebeple ramazan orucunu tutamıyan kimse, kaza edecek vakit
bulduğu halde ihmal edip bunu yerine getirmez de ikinci ramazan girmiş olursa,
önce hazır olduğu ramazan orucunu tutar, sonra kazaya kalanı yerine getirir.
Yani bu konuda edâ kazaya takdim edilir.[216]
Nafile oruçlarda
ziyafet iftar etmeye sebep sayılabilir. Nafile oruca niyet edip oruçlu olarak
sabahlıyan kimse öğle yemeğine davet edilirse, orucunu bozabilir. Ne var ki
bozduğu bu orucu ileride kaza etmesi gerekir. Ev sahibi, diğer bir tabirle
sofra sahibi nafile oruca niyet edip oruçlu olarak sabahlar ve bazı dostlarını
öğle yemeğine davet ederse misafirlerinin bu durumdan memnun kalmıya-caklanm
tahmin ederse, orucunu bozması uygun olur.
Bu konuda
Şemsü'l-Eimme El-Halvanî diyor ki : İleride kaza edeceğine güveni tamsa,
orucunu bozar. Şüpheli ise bozmaması uygun olur. Bu da zevalden önce ise
böyledir. Zevalden sonra ise bozmaması daha uygundur. Ancak bozmamasında ana
babaya karşı bir saygısızlık söz konusu ise, zevalden sonra da bozmasında bir
sakınca yoktur, bilakis bozması daha uygun olur.[217]
Vacib ve farz
oruçlarda ise ziyafet bir özür sayılmaz.
Akli dengesi bozuk
olan kimse Ramazan ortalarına doğru iyileşir, yani kendine gelirse, geçen
günleri kaza etmesi gerekir. Bütün bir ay akli dengesizliği devam ederse, artık
kendisine kazası gerekmez. [218]Ramazanın
son gününde zevaldan sonra kendine gelse yine de kazası gerekmez. Sahih olan da
budur.
Bütün bir Ramazanı
baygın vaziyette geçirene, iyileşince kaza etmesi gerekir. Bunda icmâ' vardır.[219]
Savaşa giden asker
veya kumandan, oruç tuttuğu takdirde kuvvetten düşeceğini biliyor veya böyle
bir endişe taşıyorsa, o takdirde iftar eder, savaştan sonra sağ kalırsa yediği
günler sayısınca kaza etmesi gerekir.[220]
Orucunu bozduğu halde savaş yapılmazsa artık kendisine keffaret gerekmez.
Çünkü savaşa giderken, savaşmadan önce iftar etmesi caizdir.
İşçi, Sanatkâr ve
benzeri kişiler, güçsüz düşmedikleri veya hastalanmadıkları sürece oruçların
bozamazlar, iyi çalışamam endişesiyle oruçlarını bozmaları helâl değildir.
Çünkü bu durumda bilhassa sıcak mevsimlerde hiç kimsenin oruç tutmaması
gerekir. Halbuki oruç hem beden ve ruh afiyetini kazanmak, hem sosyal
bünyeye.hayırlı bir unsur olmak, hem Allah'a karşı kulluk görevini yerine getirmek
gibi yüce amaçlar taşımaktadır. Belirtilen zarurî haller dışında iftar haramdır.
[221]
[1] Bakare Sûresi Âyet :
183-184.
[2] îbn Cerir Taberî - îbn Kesir
Ebulfidâ.
[3] Kitab-ı Mukaddes - Zekeriya
bölümü.
[4] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/189-191.
[5] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/191-192.
[6] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/192.
[7] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/192-193.
[8] Nesâî : Ebû Hüreyre
(R.A.)'den.
[9] Hâkim Müstedrek'inde sahih
isnadla rivayet etmiştir.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/195-196.
[10] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/196.
[11] Et-Tebyîn - Zeylai -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/196.
[12] Fahrü'I İslâm Ebu Zeyd - Sadrü'l-İslâm Ebuiyüsür -
Keşfü'l-Keblr - Gaye-tü'1-Beyân - Nehrü'1-Fâik - Ibn Nüceym.
[13] Mi'racü'd-Diraye.
[14] Bahr-i Râik - îbn Nüceym -
El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/196-197.
[15] Mi'racü'd-Diraye.
[16] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/197-198.
[17] Fethü'l-Kadir - Kemal îbn
Hümam.
[18] El-Hidye - Merğinanî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/198.
[19] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/198.
[20] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/198.
[21] El-Hulâsa - El-Bedayi' –
Kâsani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/198-199.
[22] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Hulasa.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/199.
[23] Hızanetül-Ekmel - Ebû
Abdillah Cürcani.
[24] Et-Tebyin – Zeylaî.
[25] Fethü'l-Kadir - Kemal İbn
Hümam.
[26] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/199.
[27] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/199.
[28] El-Muhit - Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/199-200.
[29] Hızanetü'l-Ekmel - Ebû
Abdillah Cürcanî - En-Nihaye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/200.
[30] El-Muhit - Serahsî -
El-Hulasa - Nehrü'I-Fâik - îbn Nüceyra.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/200.
[31] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/200.
[32] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/200.
[33] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Siracü'l-Vehhac.
[34] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/200-201.
[35] El-Muhit - Serahsi -
El-Mebsut - Şemsüleimme Serahsi.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/201.
[36] El-Muhit - Serahsi -
Mecmau'l-Enhür - İbn Âbidin.
[37] Camiussağir - Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye - Kuduri - Ebûlhasan.
[38] Et-Tebyin – Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/201-202.
[39] Şerh-i Tahavi.
[40] Siracü'l-Vehhac - El-Bedayi'
– Kâsani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/202.
[41] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/202.
[42] El-İhtiyar - Şerhü'l-töuhtar
– Musilî.
[43] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/202-203.
[44] El-Kafl - Şerhi
Hızanetü'l-Ekmel - Abu Abdillah Cürcanî - El-Muhit - Se-rahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/203.
[45] Bahrirâik - tbn Nüceym.
[46] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/203.
[47] El-Bedayi' – Kâsani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/203.
[48] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/203.
[49] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/203-204.
[50] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hihdiyye.
[51] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/204.
[52] Siracü'i-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindyiye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/204.
[53] Ez-Zahîre - Burhaneddin
Mahmud.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/204.
[54] Ebû Dâvud - El-Hâkim - İbn
Hibban Sahihtir.
[55] Buharı - Müslim : Ebû
Hüreyre (R.A.)'den.
[56] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/204-205.
[57] Ahmed bin Hanbel - Müslim –
Tirmizî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/205-206.
[58] El-îhtiyar Şerhü'l-Muhtar -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[59] El-Hulasa - ibn Âbidin.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/206-207.
[60] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fötâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/206.
[61] El-Muhit – Serahsî.
[62] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/207.
[63] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/207.
[64] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/207-208.
[65] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/208.
[66] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/208.
[67] El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/208.
[68] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/208.
[69] El-lhtiyar Şarhü'l-Muhtar.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/209.
[70] El-lhtiyar Şarhü'l-Muhtar.
[71] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[72] Mi'racü'd-Diraye - El-Hidâye
– Merğinani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 2/209.
[73] El-İhtiyar Şarhü'l-Muhtar -
Abdullah - El-Musilî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/209.
[74] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
EI-Mebsut - Şemsti'1-eimme Serahsî.
[75] Fethü'I-Kadir - Kemal İbn
Hümam.
[76] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/209-210.
[77] Hızanetü'l-Müftîn -
Bahrirâik - İbn Nüceym.
[78] En-Nükaye Şerh-i Vikaye -
II. Şedrü'ş-Şeria Ubeydullah.
[79] Ez-Zahîre - Burhaneddin
Taceddin - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[80] Bahrirâik - İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/210-211.
[81] Et-Tebyîn – Zeylai.
[82] El-Mebsut - Şemsüleimme
Halvanî - El-Mebsût - Şemsüleimme. Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/211.
[83] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/211.
[84] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[85] Fetâvâ-yi Kaadıhar.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/211.
[86] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/211-212.
[87] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/212.
[88] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/212.
[89] Nehrü'1-Fâik - îbn Nüceym.
[90] Et-Tecnis - Ebubekir
Haherzade.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/212-213.
[91] Fetâvâ-yi Kaadihan ~
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[92] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/213.
[93] Siracü'l-Vehhac -
Şemsü'l-eimme Halvarü.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/213.
[94] El-Mebsut - Şemsü'l-Eimme
EI-Halvani - El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/213.
[95] Mi'racü'd-Diraye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/213.
[96] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[97] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/213.
[98] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/213-214.
[99] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[100] Tebyinü'I-Hakaik - Osman
Zeylaî - Nehrü'1-Fâik - îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/214.
[101] El-Muhit – Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/214.
[102] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/214.
[103] Et-Tebyîn - Zeylaî -
Fetâvâ-yi Hindiyye - El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/214.
[104] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/214.
[105] El-Muhit - Bahrirâik - îbn
Nüceym - Van Âbidin.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/215.
[106] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/215.
[107] Mi'racü'd-Diraye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/215-216.
[108] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[109] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[110] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/200.
[111] El-Muhit – Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/216.
[112] Et-Tebyîn - Zeylaî -
Fetava-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/216.
[113] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/200.
[114] El-îhtiyar Şerhü'l-Muhtar –
Musulî.
[115] Et-Tebyîn Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/217.
[116] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[117] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/217.
[118] Bahrirâik - îbn Nüceym -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[119] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/217.
[120] El-hulasa - Hızanetü'l-Ekmel
- Ebû Abdillah Cürcani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/218.
[121] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/218.
[122] Ahmed bin Hanbel - Buharı –
Müslim.
[123] Ahmed bin Hanbel : Abdullah
bin Amir CR.A.)'dan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/218-219.
[124] Ahmed bin Hanbel ve Ashab-ı
Sünen.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/219.
[125] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/219.
[126] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/219-220.
[127] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/220.
[128] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/220.
[129] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/220.
[130] El-Cevheretü'n-Neyyire.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/220-221.
[131] El-Muhit Serahsi - Fetâvâ-yi
Hindiyye : 1/201.
[132] Siracü'l-Vehhac – Halvanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/221.
[133] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[134] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/221.
[135] Nesâi - İbn Hibban : Sened-i
Sahihle.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/221-222.
[136] Ahmed bin Hanbel : Sened-i
Sahihle.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/222.
[137] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye : 1/201.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/222.
[138] Ahmed bin Hanbel - Nesâi.
[139] Bahrirâik - İbn Nüceym.
[140] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/222-223.
[141] El-Cemaa rivayet etmiştir :
Hadis sahihtir.
[142] El-Hidâye Merğinani.
[143] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[144] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[145] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[146] Et-Tebyîn – Zeylaİ.
[147] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[148] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[149] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[150] El-Muhit - Serahsi – Fethül.
[151] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hüıdiyy.
[152] El-Muhit - Radıyüddin Serahsî.
[153] Fetâvâ~yi Hindiyye.
[154] Tatarhaniyye.
[155] El-Muhit - Serahsî -
El-Bedayii' – Kâsani.
[156] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye
[157] Siracüi-Vehhac – Halvani.
[158] Şiracü'l-Vehhac.
[159] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[160] Nehrü'1-Fâik - İbn Nüceym.
[161] Ez-Zahîre - Bürhaneddin
Taceddin - Et-Töbyin.
[162] Nehrül-Fâik - İbn Nüceym.
[163] Fethü'l-Kadir - Kemal îbn
Hümam.
[164] El-Hidâye- Merğinanî.
[165] El-Hidâye - Merğinanî -
Eî-Muhit – Serahsî.
[166] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[167] Fethü'l-Kadir - Kemal İbn
Hümam.
[168] Et-Tebyin – Zeylaî.
[169] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[170] El-Muhit Serahsî.
[171] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[172] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[173] El-Bedayi' Kâsani.
[174] Fethü'.l-Kaair - Kemal İbn
Hümam.
[175] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/204.
[176] Bahrirâik - İbn Nüceym.
[177] Mi'racü'd-Diraye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/223-229.
[178] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/230.
[179] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/230.
[180] Bahrirâik - îbn Nüceym.
[181] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/230.
[182] Siracü'l-Vehhac - Fetavâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/230.
[183] EI-Hidâye - Merğinanî - îbn
Âbidra - Mecmau'l-Enhür - Şehzade Damad.
[184] Fetâ-vâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/230.
[185] Hızanetü'l-Müftîn - Fetftvü
yi Hindiyye.
[186] Bahrirâik - îbn Nüceym.
[187] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[188] Et-Tebyin - Zeylai -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[189] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[190] Bahrirâik - İbn Nüceym -
El-Bedayi' – Kâsani.
[191] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[192] El-Hidâye – Merğinanî.
[193] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[194] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[195] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[196] El-Bedayi' - Kâsani -
Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[197] El-Muhit – Serahsî.
[198] Fetâvâ-yi Hindiyyet -
El-Mebsüt Şemsüleimme Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/231-233.
[199] El-Muhit - Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[200] El-Hulâsa - İbn Abidin -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/233-234.
[201] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[202] Fethü'l-Kadir - Kemal îbn
Hümam.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/234.
[203] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/234.
[204] El-Hidâye - Merğinani.
[205] El-Muhit - Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/207.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/234-235.
[206] Fethü'l-Kadir - Kemal İbn
Hümam.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/235.
[207] El-Hidâye – Merğinanî.
[208] Siracül-Vehhac - Bahrirâik -
İbn Nüceym.
[209] Nehrü'1-Fâik - İbn Nüceym.
[210] En-Nihaye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[211] Şerh-i Tahavî - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[212] El-Bedayi' – Kâsani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/235-237.
[213] El-Hidâye - Merğinanî -
Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[214] Et-Tebyin – Zeylai.
[215] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/237.
[216] Nehru'1-Fâik -İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/237.
[217] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - El-Mebsut - Şemsü'lr-Eimnıe Halvani.
[218] Mi'racü'd-Diraye - Fetâvâ-yi
Hindiyye : 1/208.
[219] Mi'racü'd-Diraye - Fetâvâ-yi
Hindiyye : 1/ 208.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/237-238.
[220] El-Muhit – Serahsi.
[221] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/238.