TAHARRİ - DOĞRU OLANI ARAŞTIRMAK
Namaz Vaktinde Şüpheye Düşerse :
Çölde Kıbleyi Ta'yin Edemiyen Kimse :
ELBİSE - KAP KAÇAK VE ÖLÜLER HAKKINDA TAHARRİDE BULUNMAK
:
Taharri, sözlükte bir
şeyi araştırmak ve incelemektir. Fıkıhta, bir şeyin hakikatini bilip anlamak
mümkün olmadığında onun hakikatim araştırıp zann-i gaalib ile amel etmektir.
Buna bir örnek verelim -. Gece yabancı bir yerde, kıbleyi sorup öğrenmek
mümkün olmadığında, kendi anlayış ve ölçülerine göre araştırıp zann-i
gaalibi-ne göre, bir ciheti kıble ta'yin edip namaz kılmak bu cümledendir.
Taharri'nin rüknü :
Doğru olanı kalbi ile araştırmaktır.
Taharrî'nin şartı :
Doğru olanı bilip anlamak hususunda diğer delillerin bulunmaması durumudur.
Taharrî'nin hükmü :
Şeriatte doğru olanı zann4 gaalible tesbit edip ona göre amel etmektir.[1]
İki adam doğru olanı
araştırırda onlardan biri doğruya isabet eder, diğeri etmezse, sevap kazanma
bakımından eşit sayılmazlar. Çünkü doğruya isabet eden kimse, biri araştırdığı,
diğer i isabet ettiği için iki sevap kazanır. Diğeri ise, sadece araştırdığı
için bir sevap kazanır. [2]
Hava iyice kapalı
olur, yanında saat bulunmaz ve soracak bir kimseyi de bulamazsa, vaktin girip
girmediğinde şüphe ederse, birj ; süre bekler, kanaat hâsıl olunca, namazını
kılar ve bu edâ edilmiş sayılır. Vaktin çıkıp çıkmadığında, şüphe ederse, o günün
namazına ni-yet getirerek kılmak istediği namazı edâ eder. Ve artık bunun
kazası gerekmez. Çünkü vaktin kesin olarak çıktığı bilinmiyor, üstelik
çıkmadığı zann-i gaalible bir kanaat doğurmuştur.[3]
Çölde veya kırda-bayırda
geceleyin kıbleyi ta'yin edemiyen yıldızlardan anlamıyan kimse kendine göre
bir araştırma yapıp zannı-gaalıbine göre bir cihete yönelip namaz kılar. Ve
sonra hata yaptığını anlarsa, Zehirüddin Merğinanî'ye göre, namazı caizdir.
Bazılarına göre caiz değildir. Çünkü kıbley? ta'yin edecek alametleri bilmemek
özür sayılmaz.
Fetva, Merğinani'nin
görüş ve tesbitine göredir.
Taharri, şehir dışında
caiz olduğu gibi, şehir içinde de caizdir; şu şartla ki kıbleyi sorup öğrenecek
kimse bulamasın. Bunu bir misal ile açıklayalım: Şehirde misafir olarak bulunan
kimse, ya hastalanır da gece çıkıp kimseden sorma gücünü kendinde bulamaz veya
bir evde misafir olarak bulunuyor da gece kalkıp namaz kılarken, kıbleyi
ta'yin edemediği için ev sahiplerini uykudan kaloUramıyac ağını düşünerek kendi
içtihadına göre kıbleyi belirlemeye çalışır ve zann-i 'gaalibe göre amel eder.
Kıldığı namaz sahih kabul edilir. Tabii bu cevaz nafile namazlarla ilgilidir.
Farz olan vakit namazları ise, şehirde önceden bunu sorup öğrenmesi her zaman
mümkün olacağından, taharri yapması caiz olmaz. Nitekim Şemsüleimme Halvanî de
ayni görüştedir.[4]
Çölde yolculuk yapan
iki kişi, namaz vakti kıbleyi ta'yin de zorluk çeker ve her biri taharri yapıp
kendi zannına göre kıbleyi ta'yin edip ayrı ayrı cihetlere namaz kılarlarsa,
ikisinin de namazı sahihtir. Ancak namaz kılarlarken onlardan biri( arkadaşının
tesbitinin isabetli olduğunu farkederse, namazını bozmadan o cihete yönelir.[5]
Taharri meselesi daha
çok namaz bölümünün kıble bahsinde açıklanmıştır. Burada daha fazla üzerinde
durmaya gerek görmüyoruz. Ancak bir çeşni olsun diye onu ayrı bir bölümde
naklettik. [6]
Zekâtını rastladığı
kimseye fakir sanarak verdikten sonra şüpheye düşerse, artık bu şüpheyle amel
edilmez. Ancak vermeden önce o kimsenin fakir olup olmadığında tereddüt eder,
araştırır : Üzerindeki elbise perişan bulunur veya adaletine güvenilen bir
kimse onun fakir olduğunu söyler veya o kimse fakirler arasında oturup kalkar
veya kapı kapı dilenir veya çekilip evinin önünde oturur da derdini kimselere
açmaz, fakat her halinden fakir olduğu anlaşılır veya ona bakınca kalbinde onun
fakir olduğu hissi ağır gelirse, o takdirde başka bir şey araştırmasına gerek
kalmaz ve zekâtını ona verebilir.
Zengin olduğunu
bildiği halde verirse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, farizeyi yerine getirmiş kabul
edilir. îmanı Ebû Yusuf'a göre, verse bile zekât yerine geçmez. İmam Muhammed
de ayni görüştedir. Bu bakımdan bu iki imamın ictihad ve görüşü fetvaya daha
uygundur.
Zekâtını fakir diye
verdikten sonra adamın zengin olduğu anlaşılırsa, bu meselede imamların görüş
ve tesbitleri farklıdır : Kimine göre, zekât yerine geçer, kimine göre geçmez,
sadece bir cemile olarak vasıflarıdırılabilir. Burada her iki görüşle de amel
etmek caizdir. Ancak takva sahibi bir kimseye, yeniden zekât vermesi tavsiye
edilebilir.
Adamın zengin
olduğundan haberi olmaz, bu hususta kendisine bilgi veren de çıkmazsa, verdiği
zekât, farz yerine geçmiştir. Kıyamet günü bundan dolayı rnuahaza edilmez. [7]
Adamın yanında iki ya
da fazla elbise bulunur da bunların bir kısmının necis, bir kısmının da temiz
olduğunu bilir ve fakat birbirinden ayırd edemezse, giyindiği elbisenin temiz
olduğuna zann-i ga-alib hasıl ederse, onunla namaz kılmasında bir sakınca
yoktur. Birini diğerine tercih edemiyor, her ikisi hakkında ayni ölçüde bir
şüphe yürütüyorsa, o takdirde yıkama imkânı mevcutsa her ikisini de yıkar.[8]
îki elbiseden birinin
temiz olduğuna zann-i gaalib hâsıl edip onunla öğle namazını kılar. Sonra
ikindi namazını kılmak isterken öğle namazında temiz sandığı elbisenin necis
olduğuna zann-i gaalib hasıl eder, bu defa diğerinin temiz olduğunu sanarak
ikindi namazını onu giyinerek kılarsa, caiz olmaz. Bu durumda öğle namazını
iade etmesi gerekir.
Üç elbisesinden
birinin necis olduğunu bilir ama hangisi olduğunu kestiremez ve böylece
taharride bulunur, önce birinin temiz olduğuna kanaat getirerek öğle namazını
kılar, ikindi vakti girince kanaati değişir, bu defa ikinci elbisenin temiz
olduğunu sanarak onu giyip namaz kılar. Akşam vakti girince, kanaati yine
değişir ve üçüncü elbisenin temiz olduğunu sanarak onu giyinip akşam namazını
kılar, sonra yatsı vakti girer derken bu defa birinci elbisenin yine temiz
olduğunu sanarak onu giyinip yatsıyı kılarsa, ne lâzım gelir?
Bu durumda öğle ve
ikindi namazları sahih ve caizdir. Akşam ve yatsı namazı caiz ve sahih
değildir. Çünkü öğle ile ikindi namazlarını ayrı ayrı elbiseleri temiz sanarak
giyip kılmıştı, böylece üçüncü elbisenin necis olduğu ortaya çıkmış, böylece o
elbiseyle kıldığı akşam namazı caiz olmamış sayılır. Tertip sahibi ise, yatsı
namazını da iade etmesi gerekir. Değilse, iadeye gerek yok. el-Muhit sahibi
Se-rahsî, her iki durumda da yatsı namazı caizdir, diyor.
Yanındaki iki
elbiseden birinin necis olduğunu -bilir ama hangisi olduğunu ta'yin edemez ve
bu durumda taharri yapıp birisini temiz sanarak onunla öğle namazı kılar,
ikindi vakti girince, bu defa kanaati değişir, ikinci elbisenin temiz olduğunu
sanır ve onunla ikindi namazını kılarsa, îmam Ebû Hanifeye göre, namaz kılmamış
sayılır. İmam Ebû Yusuf'a göre, öğle namazı caizdir, ikindi namazı caiz değildir.[9]
Yolculuk halinde
bulunan iki kişiden birinin elbisesi necis olur da birbirine karıştığı için iki
elbiseden hangisinin necis olduğu ayırd edilemezse, taharri yaparlar: Biri
kendi zannına göre giyindiği elbiseyi temiz sanıp namaz kılar, diğeri de
giyindiği elbiseyi temiz sanıp namaz kılarsa, her ikisinin de namazı sahihtir.
Biri diğerine uyacak olursa, imam olanın namazı sahîh, ona uyanmki sahih
değildir.[10]
İki kişi şakalaşırken
yere bir damla kan dökülür, ama kimden çıktığı belli olmaz, her ikisi de
kendine göre bir taharri yapıp kanın diğerine ait olduğunu sanarak namaz
kılarsa, ikisinin de namazı sahih kabul edilir. Bu durumda biri diğerine
uyarsa, uyanın namazı sahîh olmaz.
Yolculuk halinde olup
beraberinde taşıdığı kaplardan birine necaset dokunduğunu, fakat hangisi
olduğunu bilemezse, yıkayacak su bulamadığı takdirde, taharride bulunur, temiz
sandığında hem su içer, hem abdest alır. Hiç birinin temiz olduğunu seçemez ve
hepsine ayni nazarla bakarsa, içmek için taharri yapar, abdest için taharri
yapmaz. Teyemmüm, ederek namazını kılar.[11]
Su dolu iki kaptan
birinin necis olduğunu bilir ama ta'yin edemez ve ikisinin de necis olduğunu
sanır, taharri imkânı kalmazsa, o takdirde -o suya ihtiyacı varsa, dökmez de
birbirine karıştırır, sonra teyemmüm edip namazını kılar. Bu ihtiyata daha
uygundur.[12]
Suyu birbirine
kanştırmayıp her biriyle ayrı bir abdest alıp öylece namaz kılarsa, buna cevaz
verilmiştir. Ama sağlık yönünden tavsiye edilmez.[13]
Boğazlanan
hayvanlardan birinin ölü olduğunu, yani boğazlanmadan öldüğünü bilir ancak
hangisi olduğunu ta'yin edemezse, o takdirde herhalde açlık sıkıntısı
içindeyse, taharride bulunup yiyebilir. Sıkıntılı durumda değilse, daha çok
haram olduğunu sanıyor veya hepsini eşit durumda görüyorsa, o takdirde taharri
yapıp yemesi caiz olmaz.[14]
[1] El-Muhit - Radiyüddin
Serahsi.
[2] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/235.
[3] Cevahirül-Fetâvâ.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 4/235-236.
[4] El-Mubit -. Serahsi.
[5] Tatarhaniyye.
[6] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/236.
[7] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/237.
[8] Ez-Zahîre - Burhanettin
Mahmut.
[9] El-Muhit - Radiyüddin
Serahsî.
[10] Ez-Zahîre - Burhanettin
Mahmut.
[11] Ez-Zahîre - Burhanettin
Mahmut - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[12] Et-Tahavi.
[13] El-Muhit – Serahsî.
[14] El-Muhit – Serahsİ.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 4/237-239.