TAHARRİ - DOĞRU OLANI ARAŞTIRMAK.. 2

Namaz Vaktinde Şüpheye Düşerse : 2

Çölde Kıbleyi Ta'yin Edemiyen Kimse : 2

ZEKÂT HUSUSUNDA TAHARRİ : 2

ELBİSE - KAP KAÇAK VE ÖLÜLER HAKKINDA TAHARRİDE BULUNMAK : 3


TAHARRİ - DOĞRU OLANI ARAŞTIRMAK

 

Taharri, sözlükte bir şeyi araştırmak ve incelemektir. Fıkıhta, bir şeyin hakikatini bilip anlamak mümkün olmadığında onun haki­katim araştırıp zann-i gaalib ile amel etmektir. Buna bir örnek ve­relim -. Gece yabancı bir yerde, kıbleyi sorup öğrenmek mümkün ol­madığında, kendi anlayış ve ölçülerine göre araştırıp zann-i gaalibi-ne göre, bir ciheti kıble ta'yin edip namaz kılmak bu cümledendir.

Taharri'nin rüknü : Doğru olanı kalbi ile araştırmaktır.

Taharrî'nin şartı : Doğru olanı bilip anlamak hususunda diğer delillerin bulunmaması durumudur.

Taharrî'nin hükmü : Şeriatte doğru olanı zann4 gaalible tesbit edip ona göre amel etmektir.[1]

İki adam doğru olanı araştırırda onlardan biri doğruya isabet eder, diğeri etmezse, sevap kazanma bakımından eşit sayılmazlar. Çünkü doğruya isabet eden kimse, biri araştırdığı, diğer i isabet et­tiği için iki sevap kazanır. Diğeri ise, sadece araştırdığı için bir se­vap kazanır. [2]

 

Namaz Vaktinde Şüpheye Düşerse :

 

Hava iyice kapalı olur, yanında saat bulunmaz ve soracak bir kimseyi de bulamazsa, vaktin girip girmediğinde şüphe ederse, birj ; süre bekler, kanaat hâsıl olunca, namazını kılar ve bu edâ edilmiş sa­yılır. Vaktin çıkıp çıkmadığında, şüphe ederse, o günün namazına ni-yet getirerek kılmak istediği namazı edâ eder. Ve artık bunun kazası gerekmez. Çünkü vaktin kesin olarak çıktığı bilinmiyor, üstelik çıkmadığı zann-i gaalible bir kanaat doğurmuştur.[3]

 

Çölde Kıbleyi Ta'yin Edemiyen Kimse :

 

Çölde veya kırda-bayırda geceleyin kıbleyi ta'yin edemiyen yıl­dızlardan anlamıyan kimse kendine göre bir araştırma yapıp zannı-gaalıbine göre bir cihete yönelip namaz kılar. Ve sonra hata yaptığı­nı anlarsa, Zehirüddin Merğinanî'ye göre, namazı caizdir. Bazılarına göre caiz değildir. Çünkü kıbley? ta'yin edecek alametleri bilmemek özür sayılmaz.

Fetva, Merğinani'nin görüş ve tesbitine göredir.

Taharri, şehir dışında caiz olduğu gibi, şehir içinde de caizdir; şu şartla ki kıbleyi sorup öğrenecek kimse bulamasın. Bunu bir misal ile açıklayalım: Şehirde misafir olarak bulunan kimse, ya hastala­nır da gece çıkıp kimseden sorma gücünü kendinde bulamaz veya bir evde misafir olarak bulunuyor da gece kalkıp namaz kılarken, kıb­leyi ta'yin edemediği için ev sahiplerini uykudan kaloUramıyac ağını düşünerek kendi içtihadına göre kıbleyi belirlemeye çalışır ve zann-i 'gaalibe göre amel eder. Kıldığı namaz sahih kabul edilir. Tabii bu cevaz nafile namazlarla ilgilidir. Farz olan vakit namazları ise, şe­hirde önceden bunu sorup öğrenmesi her zaman mümkün olacağın­dan, taharri yapması caiz olmaz. Nitekim Şemsüleimme Halvanî de ayni görüştedir.[4]

Çölde yolculuk yapan iki kişi, namaz vakti kıbleyi ta'yin de zor­luk çeker ve her biri taharri yapıp kendi zannına göre kıbleyi ta'yin edip ayrı ayrı cihetlere namaz kılarlarsa, ikisinin de namazı sahihtir. Ancak namaz kılarlarken onlardan biri( arkadaşının tesbitinin isa­betli olduğunu farkederse, namazını bozmadan o cihete yönelir.[5]

Taharri meselesi daha çok namaz bölümünün kıble bahsinde açıklanmıştır. Burada daha fazla üzerinde durmaya gerek görmüyo­ruz. Ancak bir çeşni olsun diye onu ayrı bir bölümde naklettik. [6]

 

ZEKÂT HUSUSUNDA TAHARRİ :

 

Zekâtını rastladığı kimseye fakir sanarak verdikten sonra şüp­heye düşerse, artık bu şüpheyle amel edilmez. Ancak vermeden önce o kimsenin fakir olup olmadığında tereddüt eder, araştırır : Üzerin­deki elbise perişan bulunur veya adaletine güvenilen bir kimse onun fakir olduğunu söyler veya o kimse fakirler arasında oturup kalkar veya kapı kapı dilenir veya çekilip evinin önünde oturur da derdini kimselere açmaz, fakat her halinden fakir olduğu anlaşılır veya ona bakınca kalbinde onun fakir olduğu hissi ağır gelirse, o takdirde baş­ka bir şey araştırmasına gerek kalmaz ve zekâtını ona verebilir.

Zengin olduğunu bildiği halde verirse, İmam Ebû Hanîfe'ye gö­re, farizeyi yerine getirmiş kabul edilir. îmanı Ebû Yusuf'a göre, ver­se bile zekât yerine geçmez. İmam Muhammed de ayni görüştedir. Bu bakımdan bu iki imamın ictihad ve görüşü fetvaya daha uygun­dur.

Zekâtını fakir diye verdikten sonra adamın zengin olduğu anla­şılırsa, bu meselede imamların görüş ve tesbitleri farklıdır : Kimine göre, zekât yerine geçer, kimine göre geçmez, sadece bir cemile ola­rak vasıflarıdırılabilir. Burada her iki görüşle de amel etmek caizdir. Ancak takva sahibi bir kimseye, yeniden zekât vermesi tavsiye edi­lebilir.

Adamın zengin olduğundan haberi olmaz, bu hususta kendisine bilgi veren de çıkmazsa, verdiği zekât, farz yerine geçmiştir. Kıya­met günü bundan dolayı rnuahaza edilmez. [7]

 

ELBİSE - KAP KAÇAK VE ÖLÜLER HAKKINDA TAHARRİDE BULUNMAK :

 

Adamın yanında iki ya da fazla elbise bulunur da bunların bir kısmının necis, bir kısmının da temiz olduğunu bilir ve fakat birbi­rinden ayırd edemezse, giyindiği elbisenin temiz olduğuna zann-i ga-alib hasıl ederse, onunla namaz kılmasında bir sakınca yoktur. Bi­rini diğerine tercih edemiyor, her ikisi hakkında ayni ölçüde bir şüp­he yürütüyorsa, o takdirde yıkama imkânı mevcutsa her ikisini de yıkar.[8]

îki elbiseden birinin temiz olduğuna zann-i gaalib hâsıl edip onunla öğle namazını kılar. Sonra ikindi namazını kılmak isterken öğle namazında temiz sandığı elbisenin necis olduğuna zann-i gaalib hasıl eder, bu defa diğerinin temiz olduğunu sanarak ikindi namazı­nı onu giyinerek kılarsa, caiz olmaz. Bu durumda öğle namazını iade etmesi gerekir.

Üç elbisesinden birinin necis olduğunu bilir ama hangisi oldu­ğunu kestiremez ve böylece taharride bulunur, önce birinin temiz ol­duğuna kanaat getirerek öğle namazını kılar, ikindi vakti girince kanaati değişir, bu defa ikinci elbisenin temiz olduğunu sanarak onu giyip namaz kılar. Akşam vakti girince, kanaati yine değişir ve üçün­cü elbisenin temiz olduğunu sanarak onu giyinip akşam namazını kılar, sonra yatsı vakti girer derken bu defa birinci elbisenin yine te­miz olduğunu sanarak onu giyinip yatsıyı kılarsa, ne lâzım gelir?

Bu durumda öğle ve ikindi namazları sahih ve caizdir. Akşam ve yatsı namazı caiz ve sahih değildir. Çünkü öğle ile ikindi namazları­nı ayrı ayrı elbiseleri temiz sanarak giyip kılmıştı, böylece üçüncü elbisenin necis olduğu ortaya çıkmış, böylece o elbiseyle kıldığı ak­şam namazı caiz olmamış sayılır. Tertip sahibi ise, yatsı namazını da iade etmesi gerekir. Değilse, iadeye gerek yok. el-Muhit sahibi Se-rahsî, her iki durumda da yatsı namazı caizdir, diyor.

Yanındaki iki elbiseden birinin necis olduğunu -bilir ama hangisi olduğunu ta'yin edemez ve bu durumda taharri yapıp birisini temiz sanarak onunla öğle namazı kılar, ikindi vakti girince, bu defa ka­naati değişir, ikinci elbisenin temiz olduğunu sanır ve onunla ikindi namazını kılarsa, îmam Ebû Hanifeye göre, namaz kılmamış sayılır. İmam Ebû Yusuf'a göre, öğle namazı caizdir, ikindi namazı caiz de­ğildir.[9]

Yolculuk halinde bulunan iki kişiden birinin elbisesi necis olur da birbirine karıştığı için iki elbiseden hangisinin necis olduğu ayırd edilemezse, taharri yaparlar: Biri kendi zannına göre giyindiği el­biseyi temiz sanıp namaz kılar, diğeri de giyindiği elbiseyi temiz sa­nıp namaz kılarsa, her ikisinin de namazı sahihtir. Biri diğerine uya­cak olursa, imam olanın namazı sahîh, ona uyanmki sahih değildir.[10]

İki kişi şakalaşırken yere bir damla kan dökülür, ama kimden çıktığı belli olmaz, her ikisi de kendine göre bir taharri yapıp kanın diğerine ait olduğunu sanarak namaz kılarsa, ikisinin de namazı sa­hih kabul edilir. Bu durumda biri diğerine uyarsa, uyanın namazı sa­hîh olmaz.

Yolculuk halinde olup beraberinde taşıdığı kaplardan birine ne­caset dokunduğunu, fakat hangisi olduğunu bilemezse, yıkayacak su bulamadığı takdirde, taharride bulunur, temiz sandığında hem su içer, hem abdest alır. Hiç birinin temiz olduğunu seçemez ve hep­sine ayni nazarla bakarsa, içmek için taharri yapar, abdest için ta­harri yapmaz. Teyemmüm, ederek namazını kılar.[11]

Su dolu iki kaptan birinin necis olduğunu bilir ama ta'yin ede­mez ve ikisinin de necis olduğunu sanır, taharri imkânı kalmazsa, o takdirde -o suya ihtiyacı varsa, dökmez de birbirine karıştırır, sonra teyemmüm edip namazını kılar. Bu ihtiyata daha uygundur.[12]

Suyu birbirine kanştırmayıp her biriyle ayrı bir abdest alıp öy­lece namaz kılarsa, buna cevaz verilmiştir. Ama sağlık yönünden tavsiye edilmez.[13]

Boğazlanan hayvanlardan birinin ölü olduğunu, yani boğazlan­madan öldüğünü bilir ancak hangisi olduğunu ta'yin edemezse, o takdirde herhalde açlık sıkıntısı içindeyse, taharride bulunup yiye­bilir. Sıkıntılı durumda değilse, daha çok haram olduğunu sanıyor veya hepsini eşit durumda görüyorsa, o takdirde taharri yapıp ye­mesi caiz olmaz.[14]

 



[1] El-Muhit - Radiyüddin Serahsi.

[2] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/235.

[3] Cevahirül-Fetâvâ.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/235-236.

[4] El-Mubit -. Serahsi.

[5] Tatarhaniyye.

[6] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/236.

[7] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/237.

[8] Ez-Zahîre - Burhanettin Mahmut.

[9] El-Muhit - Radiyüddin Serahsî.

[10] Ez-Zahîre - Burhanettin Mahmut.

[11] Ez-Zahîre - Burhanettin Mahmut - Fetâvâ-yi Hindiyye.

[12] Et-Tahavi.

[13] El-Muhit – Serahsî.

[14] El-Muhit – Serahsİ.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/237-239.