I. HİKMET — ĞÂYE — İLLET-i GÂİYYE KAVRAMLARI
2. KULLARIN FİİLLERİ (EF'ÂL-İ İBÂD) VE HİKMET
3. ALLAH'IN FİİLLERİ VE HİKMET
B. Allah Hükümleri Kullarının Maslahatı İçin
Koymuştur
Hikmetü't-teşri',
usûîü'l-fıkih ilminin en önemli konularından biri olup konunun özünü:
"Allah hüküm koyarken bîr maslahat, bir gaye, bir fayda gözetmiş
midir?" sorusu teşkil etmektedir. Bu konu "Ef'âl-i îlahiyye: Allah'ın
fiilleri" konusunun bir parçasını meydana getirmektedir.
Konuyu tahlile
girişmezden Önce "hikmet", "gaye", "iîlet-i
gâiyye" gibi kelimeler üzerinde durup, onlar hakkında kısa bir bilgi
vermek faydalı ve uygun olacaktır.
Hikmet, lügatta birçok
manada kullanılmıştır.[2]
Hikmet kelimesi, bir şeyi İslah maksadıyla men' manasına olan
"hüküm"den alınmıştır. Hayvanın ağzına takılacak geme, onu sağa-sola
sapmaktan men ettiği için hikmet adı verilmiştir. Daha sonraları hikmet
kelimesi, illet, fâide, maslahat, eşyanın hakikatine vakıf olma, hakkı bulma
manalarında kullanılmıştır.
Hikmet, aynı zamanda
el-esmâ-i hüsnâ'dandır. Bu sebeple Cenab-ı Hakka el-Hakîm denir. Hikmet bu
manada Cenâb-ı Hakk hakkında kullanıldığı zaman, ' 'Ezelde hakikatlerini en
güzel şekilde bildiği eşyayı ve varlıkları, zamanı gelince en güzel ve en
sağlam bir şekilde yaratması" manasına gelir. İnsanlar hakkında bu kelime
kullanılırsa "Hakikatlerini bildiği eşya üzerinde bu bilgi ile amelde bulunması"
demektir.
Bu bahiste hikmet
lafzından, fayda ve maslahat manası kasdedilmiştir.
Burada ifade edelim
ki, bir fiil (iş)'den meydana gelen hikmet ve maslahata dört yönden şu isimler
verilmiştir.
1. Gaye, 2. Fayda, 3. Garaz, 4. İllet-i
Gâiyye.
Bunları izah edelim:
Bir fiilden meydana gelen hikmet ve maslahata
1. Hikmet ve maslahatın o fiilin sonunda gelmesi
itibariyle: "gaye",
2. Fiilin sonucu ve semeresi olması bakımından :
"fâide: fayda"
3. Fail için o fiilden maksut ve matlup olması
itibariyle "garaz",
4. Faili o
fiil üzerine sevketmeye, yönlendirmeye sebep ve saik olması itibariyle
"illet-i gâiyye" ismi verilmiştir.
Bu münasebetle Felsefe
ve Kelâm'da illet tabirinin dört manada kullanıldığını ifade edelim: 1. İllet-i fâiliyye, 2. İllet-i maddiye, 3. İllet-i suriyye, 4. İllet-i gâiyye.
Bir işin failine
İllet-i Fâiliye; o iş neticesinde meydana gelen eşyanın parçalarına illet-i
maddiyye; onun şekil ve suretine illet-i sûriyye; o işten maksat ne ise ona da
illet-i gâiyye denir. Meselâ kürsü yapan ustaya illet-i fâiliyye; bu kürsünün
tahta ve çivileri gibi parçalara illet-i maddiye; yapıldıktan sonraki şekline
illet-i suriyye; üzerinde ders takrir etmek illet ve maslahatı da illet-i
gâiyye'dir. İllet-i gâiyye her ne kadar diğer illetlerden sonra tahakkuk ederse
de zihinde diğerlerinden daha öncedir. Çünkü fail olan bu maksat ve maslahatı
zihninde düşünür, planlar, sonra da düşünce ile fiili yapmaya teşebbüs eder. Bu
sebeple alimler; "illet-i gâiyye zihnen mukaddem, fiilin ve haricen
muahherdir" demişlerdir.
Fakihler, bizzat faile
illet dedikleri gibi, onun fiiline de illet derler. Bu sebeple mükelleflerin
fiilleri olan bey', icare gibi akitlere de illet adı verilir. Şu halde
mükelleflerden südûr eden bütün fiil ve akitler, illet-i fâiliyyedir. Burada
fiil ve akitler, failleri makamına kaim olmuşlardır. O akitlerden maksut olan
milk-i rakabe, milk-i menfaat gibi maslahatlar da illet-i gâiyyedir. Şu halde
bey' akdi bir illettir, onun eseri ve semeresi olan mülkiyet de onun illetidir.
Bir başka misal verelim; Çocukların mallan üzerinde babanın velayet hakkının
bulunması bir şer'î hükümdür. Şâri'in bu hükmü, teşriine sebeb olan illet de,
çocukluktur. Çünkü çocukluk sebebiyle çocuk kendi mallarını korumaktan
âcizdir. Bu şer'i hükmün çocukluk illeti üzerine tertib edilmesinden şâri'in
maksudu, ise çocuğun mallarını koruma maslahatıdır. İşte bu maslahat, hikmet-i
teşri'dir; o, şer'i hükmün illet-i gâiyyesidir. Çocukluk ise o hükmün illet-i
fâiliyyesi mesabesindedir. Bu iki illetin ikisi de hükmün konulmasına sebeb ise
de birincisi ikincisinin illetinin illetidir. İşte hikmet-i teşriden maksat bu
illet-i gâiyyedir, bu maslahattır. Usûl âlimlerinin vasf-ı münâsip dedikleri
illet, o illet-i gâiyye, o hikmet ve maslahat değildir. Bil'akis zikrolunan
çocukluktur. Çocukluğun velayet hükmünün sabit olması ile münasebeti vardır.
Çünkü hükmün çocukluk vasıfı üzerine kurulması ile çocuğun mallarını koruma
maksat ve maslahatı meydana gelmiş olur. İşte bu vasıf gelişi güzel bir vasıf
değil, hükmün hikmetinin tahakkukunu sağlayan bir vasıftır.
Bizim bu bahiste
zikredeceğimiz illetten maksat, illet-i gâiyye'dir.
Kulların fiilleri,
hikmet ve maslahatlarla mualleldir. Yani bir insanın yaptığı her fiilin; bir
hikmeti, bir sebebi, bir illeti, bir gayesi bulunur. Akıllı hiçbir kimse yoktur
ki, herhangi bir fiil ve hareketinde maddi veya manevi bir maksat ve gaye
gözetmiş olmasın. İnsanların fiillerinde hayali ve ehemmiyetsiz de olsa bir
takım maksat ve gayeler bulunur. Maksatsız, gayesiz yapılan bir hareket boş
(abes) ve manasızdır. Ancak Mecnun ve sefihler bir maksat ve gayesi olmadan harekette
bulunurlar.
Acaba ef'âl-i ilâhiyye
de -kulların fiilleri gibi- hikmet ve maslahatlarla muallel midir? Yani,
Cenab-ı Hakk'ın irade ve fiilleri de hikmet, maslahat ve özel maksatlar üzerine
istinad eder mi? Kulların fiillerinde bu konuda bir ihtilaf bulunmadığı halde,
Allah'ın fiilleri konusunda mezhepler ihtilaf etmişlerdir.
Eş'âri'ler, Allah'ın
fiil ve hareketlerinde hikmet ve maslahatın bulunmadığını iddia ederek
fikirlerini şöyle müdafaa ederler:
1. Allah'ın
fiillerinin hikmet ve garaz ile muallel olması ilahlık şanına aykırıdır. Çünkü
bu bir noksanlıktır. Zira bir fiili,bir maksat ve gaye veya hikmete binaen
işlemek demek, o maksat ve garazla noksanlığı tamamlamak demektir. Bu takdirde
fail, o garazla tamamlanmış, garaz da onutamamlamış olur. Cenab-ı Hakk ise bu
gibi noksanlıklardan münezzehtir.
2. Hastalık ve zararlı hayvanları yaratması:
Bu âlemde hastalıklar,
zararlı hayvanlar gibi varlığında hiçbir hikmet ve fayda tasavvur olunmayan
yaratıklara rastlamaktayız Şayet Allah'ın fiillerinde hikmet ve maslahat
bulunması gerekseydi, onları var olmaması gerekirdi. Halbuki dünyada zararlı ve
faydasız ne kadar yaratık bulunmaktadır! Bundan da anlaşılıyor ki, Allah'ın
irade ve fiillerinde hikmet yoktur.
Mutezile ve
Mâturidiyye'ye göre ise Allah'ın fiilleri, gizli ve aşikâr pek çok hikmet ve
maslahat üzerine istinad etmektedir. Bunlar Eş'arilere cevaben şöyle diyorlar:
1. Allah'ın
irade ve filleri hikmet ve maslahat ile muallel olmasının ilahlık
şamnına aykırı
olacağım asla kabul edemeyiz. Hatta aksini iddia ederiz. Çünkü bir fiilin
hikmet ve maslahatı ihtiva etmesi, noksanlık değil, bilakis kemal
(ol-gunluk)dir. Bir fail ne mertebe kemâl sahibi olursa fiiller de o mertebe
hikmeti ihtiva eder. Çünkü kemal, kemali gerektirir. Fiilin kemali de ancak
hikmet ve maslahatı ihtiva etmekle olur. Cenab-ı Hakkise mutlak kemal
sahibidir. O halde fiilleri de kemali ve hikmeti ihtiva etmektedir. Bir fail
için asıl noksanlık, fiillerinde hiçbir hikmet gözetmeksizin onları
gelişigüzel meydana getirmesidir. Bu ise Cenab-ı Hakk'a değil, insanlara dahi
layık değildir.
2. Hastalıklar ve zararlı hayvanların
yaratılışında hikmet bulunup bulunmaması meselesine gelince:
Bu âlemde, görünüşte
faydasız ve zararlı zannedilen bazı şeyler görülür. Halbuki mes'elenin aslı
göründüğü gibi değildir. Gerekli tetkik ve araştırmalar, mütehassısları
tarafından yapıldıkça, kâinatta , faydasız ve zararlı görünen yaratıkların
birçok faydalarının bulunduğu ortaya çıkmaktadır. İnsan aklı, hadise ve
varlıkların ihtiva ettiği ilahi hikmetlerin bütününü hakkiyle anlamaya muktedir
değildir. Önceden faydasız zannedilen bazı iç organlarımızın, sonradan yapılan
ilmî ve tıbbî incelemeler sonucunda çok önemli vazifeler ifa ettikleri anlaşılmıştır.
Hastalıklar, zararlı hayvanlar ve bunlara benzer haller hep bu kabildendir.
Bunların varlığında hiçbir hikmet ve fayda yoktur, denilemez. Belki de faydasız
zannettiğimiz yaratıkların faydalarının bulunduğu ilim ve fen ilerledikçe
ortaya çıkacaktır.
Bununla beraber bu
alemde zararlı ve şer olan şeyler de bulunabilir. Bu, Cenab-ı Hakk'tn
yaratmasında hikmet ve maslahat bulunmadığına delalet etmez. Çünkü bu alemde
hayır, serden çoktur. Az şer için çok hayır terkedilemez. Şer ve zararlı olan
hiçbir şey yaratılmamalıydı da denilemez. Şayet kendisinde hiç şer bulunmayan,
sadece hayır bulunan bir alem aranıyorsa, o da yaratılmıştır:
Bu cennettir.
Bu konuda Mâturidiler
ile Mûtezilüer arasındaki fark şudur: Mutezileye göre Allah iyi olanı yaratmak
mecburiyetindedir. Mâturidilere göre ise böyle bir mecburiyet yoktur.
Burada ifade edelim
ki, bir insan bir işi kendi lehine bir menfaat gözeterek yapar. Halbuki Cenab-ı
Hakk, hikmet ve maslahatlarla dolu filleri kullarının, yarattıklarının
maslahatlarım ve menfaatlerini düşünerek ve gözeterek meydana getirir. Çünkü
Cenab-ı Hakk'vn hiçbir fayda ve menfaate ihtiyacı yoktur. Cenab-ı Hakk,
fiilleriyle insanların, mahrukatın ihtiyaçlarını gidermiş olur.
Hikmet-i ilahiyye
bahsi, kelâm ve fıkıh usulü ilminin Önemli konularından biridir. Bu,
hüsün-kubuh gibi birçok konunun da temelini teşkil eder. Dinin, şeriatın,
fer'i ve hukuku ilgilendiren sebeb ve illetlerin, mükellefin fiilleri ile şer'i
hükümler arasındaki münasebetin, şer'i tekliflerin temelini meydana getirir.
Cebriye mezhebine
göre, haddi zatında ve nefsülemirde hikmet ve maslahat bulunmadığından, esasen
kâinatın yaratılışında hikmet ve sebep olmadığı gibi, din ve şeriat vaz'ında da
hikmet ve maslahat yoktur.
Eş'arilere gelince:
Bunların bir kısmı Cebriye ile aynı fikirde ise de, diğer bir kısmı tamamen
farklı bir kanaate sahiptirler. Bunlar, İlahi fiillerde ve özellikle din ve
şeriatın vaz'ında hikmet ve maslahatın varlığını inkâr etmezler. Yalnız
illiyetini inkâr ederler. Yani ilahi fiillerde ve teşriî ahkâmda hikmet ve
maslahat vardır. Ancak hikmet ve maslahat, Cenab-ı Hakk'ın yaratmaya ve ahkâm
koymaya saik illet, illet-i gaiyye değildir. Yani Cenab-ı Hakk bir takım fayda
ve maslahatlar gözeterek hüküm koymamış, ancak koyduğu hükümlerde maslahat ve hikmet
bulunmuştur.
Mutezile ve
Mâturidiyye'ye göre: Bütün ilahi fiiller hikmet, maslahat ve Özel maksatlarla
muallel olduğundan, bunlara göre âlemde hiçbir şey illetsiz ve hik-metsiz
meydana gelmez. En küçük ve en önemsiz zannolunan her hadise ve fiilde bir çok
ilahi hikmet bulunmaktadır. Yaratılış kanununda böyle olduğu gibi, din
sahasında ve teşri kanununda da durum böyledir. Bu sebeple hikmet-i teşri'
gereği olarak "şer'i hükümler, kulların maslahatına tabidir". Din ve
şeriat vaz'-ından maksut ve matlup olan asıl gaye ve hikmet: * 'İnsanlığı
faziletli bir medeniyete ulaştırmak, bu
suretle bütün insanlar için dünya ve ahiret saadetini
sağlamak''tır.
Netice olarak
diyebiliriz ki, fukaha'nın cumhuruna ve ehl-i sünnete göre Allah'ın
fiillerinde ve şer'î hükümlerde bir takım hikmetler ve maslahatlar bulunmaktadır.
Bu sebeple[3]
"Şer'î hükümler kulların maslahatı üzerine mebnidir" sözü meşhur
olmuştur. Zaten başka türlü de olamaz. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de: "Sizin
için kısasta hayat vardır"[4] gibi,
şer'î hükümlerin hikmet ve maslahat üzerine bina kılındığını ifade eden
binlerce ayet bulunmaktadır. Bu hususta biraz sonra daha tafsilatlı bilgi
verilecektir.