Seddü'z-Zerai'nin Delil Oluşu:
Şer'i Deliller Arasında
Seddü'z-Zerai'nin Yeri:
Tarifî: Bu İfade İki
kelimeden meydana getirilmiştir. Bunlardan biri, asedd"
kelimesidir. Manası: Önünü tıkama, kapama ve engel olma demektir. İkincisi İse,
"zerai" kelimesidir. Bu ise, sebep, vesile,
bahane demektir. İki kelimeden ortaya çıkan "Seddü'z-ZeraTn ıstılahi manası ise;
"zararlı neticelere, fasid hükümlere götüren
yolları kapamak, faydalı sonuçlara götüren yolları açmak" demektir.
Seddü'z-Zera'i'n şer'i bir delil
kabul edilmesindeki temel sebep, İşlerin neticelerini dikkate alarak onlara
götüren yolların hükmünü tayin etmektir. "Başvurulan bir vasıta, sonunda
harama götürüyorsa, o vasıta da haram; helala
ulaştırıyorsa, o vasıta da helaldir" düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Başka
bir İfade ile, "hükümlere götüren yollar, hükümlerin şer'i sıfatlarını
alırlar" düşüncesine dayanmaktadır.
Bu itibarla, Seddü'z-Zera'i'ye başvurularak
fesada sebep olan yolların kapanmasını, salaha götüren yolların ise açılmasını
sağlamak düşünülmüştür. Mesela, alış-verişi vasıta yaparak faiz elde etme
hevesinde olan tefecinin önüne sed çekmek,[1] bulunduğu
yerin dışından mal veya eşya getirip satarak bolluğa vesile olan tüccarın İse,
önünden engelleri kaldırılmak Seddü'z-Zeraü'dir.
Seddü'z-Zerai'i, sadece Maliki ve Hanbeli mezheplerine ait olan fıkıh kitaplarında
zikredilmektedir. Diğer mezheblerin fıkıh
kitaplarında görülmemektedir. Bununla beraber, Seddü'z-Zerai'e dayanılarak elde edilen hükümler, farklı da olsa,
bütün mezheblerde mevcuttur.
Seddüz-Zerai'yi şer'i delil kabul
eden alimler, aşağıda zikredilen delilleri serdetmişlerdir:
1. Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Kâfirlerin
Allah'tan başka taptıklarına sövmeyin ki onlar da aşırı giderek bilgisizce
Allah'a sövmesinler..."[2]
Burada kafirlerin
pullarına sövmek, aslında onlara hakaret etmek ve Allah İçin öfkelenmekten
kaynaklanmaktadır. Buna rağmen, kafirlerin de Allah'a sövmelerine sebep
olacağından yasaklanmış ve böylece fesad kapısı kapatılmıştır.
2. Diğer bir
âyette ise Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler!
"Ra'ina" demeyin. "Bize bak"
deyin ve sözü iyi dinleyin..."[3]
Buradaki "'ra'ina" kelimesi, aslında
"'bizi gözet" manasını ifade etmektedir. Fakat yahudiler
bu kelimeyi ahmaklık manasını taşıyan "ruuna"
kökünden türetip kasıtlı olarak Resulullah'a ahmak
deyip hakaret etmek istiyorlardı. Allah Teala, kötü
niyetli yahudilerin hakaretlerine mü'minlerin
de bilmeyerek düşmemeleri İçin bu tabiri bırakıp aynı anlama gelen "bize
bak" kelimesini kullanmalarını emretti. Böylece fesad
kapısını kapatmış oldu,
3. Diğer bir
âyette şöyle buyuruyor:
"...Kadınlar,
gizledikleri süsleri bilinsin diye, ayaklarını (yere) vurmasınlar. "[4] Burada,
kadınların ayaklarını herhangi bir yere vurmaları aslında mubahtır. Ancak, zinet eşyalarının bilinmesi İçin ayaklarını yere vurmaları,
Allah Teala tarafından yasaklanmıştır. Aksi takdirde
başkalarının şehvani arzularının kabarmasına vesile olacaklardır. Allah Teala, bu şer yolunu da böylece kapatmıştır.
4. Peygamber efendimiz (sav), stokçuluğu
yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
"Dışardan mal
veya eşya getirip satan kişi, kendisine rızık verilen
kişidir. Stokçuluk yapan ise lanete uğrayandır.”[5]
Diğer bir hadis-i
şerifte:
"Ancak günahkar
olan stokçuluk yapar" buyurulmuştur.[6]
Bu İki hadis,
stokçuluğun, insanların nzkıyla oynamak niteliğini
taşıdığı için lanetlendiğini ve ancak buna günah işlemeye müsait insanların
cesaret edeceğini beyan etmişlerdir ve bu sömürü aracını oıtadan
kaldırmışlardır. Böylece,, fesada sebep olan bir yolu daha kapatmışlardır.
Yoksa aslında kişi malını satıp satmamakta serbestir.
5. Peygamber
efendimiz (sav), ödünç verenin, kendisinden ödünç alandan hediye kabul etmesini
yasaklayarak şöyle buyurmuştur.
"Sizden biriniz,
ödünç para verir de ödünç alan tarafından kendisine bir-şey hediye edilirse
veya bir bineğe bindirilmek istenirse, ona binmesin ve hediyeyi kabul etmesin.
Ancak aralarında önceden devam eden böyle bir durum varsa bu
müstesnadır."[7]
Görüldüğü gibi,
aslında alınması mubah olan hediyenin, faiz korkusundan dolayı burada
alınmaması emredilmiştir.
Ebu Musa el-Eş'ari'nin oğlu Ebu Bürde der ki: Medine'ye
geldim. Sahabi-lerden
Abdullah b. Selam'la görüştüm. O bana şöyle dedi:
"Sen, rüşvetin
yaygın olduğu bir yerde kalıyorsun. Senin bir kişide alacağın olur da, sana
bir hayvan yükü saman veya arpa, yahut yonca hediye ederse, sakın onu alma.
Çünkü o faizdir."[8] Enes (r.a), Peygamber (sav) efendimizin şöyle buyurduğunu
rivayet eder:
"Kim ödünç verirse,
hediye almasın."[9]
Bu hadis-i şerifler ve
sahabi sözü, aslında kabul edilmesi caiz olan hediyenin
ödünç veren tarafından kabulünü yasaklamaktadırlar. Ta kî, faiz kapısı
açılmasın.
6. Peygamber (sav) efendimiz bir hadis-i
şeriflerinde şöyle buyuruyor:
"Kişinin anne ve
babasına lanet okuması en büyük günahlardandır." Ey Allah'ın Rasulü! Kişi ebeveynine nasıl lanet okuyabilir? diye
sorulduğunda, Resulullah (sav) şu cevabı vermiştir:
"Bir adamın babasına söver, o da onun babasına söver. Annesine söver, o da
onun annesine söver."[10]
Bu hadis-i şerifte
Peygamber efendimiz (sav), başkasının anne ve babasına şovenin, kendi anne ve
babasına hakaret edilmesine sebep olacağından, fesad
kapısını kapatmış, hakaret edilenler buna layık olsalar da, bu tür bir davranışı
yasaklamıştır.
7. Yine "Muhammed
arkadaşlarını öldürüyor" denilmemesi ve insanların kendisinden kaçmamaları
için, Peygamber efendimiz (sav), zamanında yaşayan münafık olanları
öldürmemiştir.[11] Nitekim, şu hadis-i şerif
bunu açıklamaktadır:
Amr b. Dinar der ki; Cabir bana
şöyle dedi: Peygamber efendimiz (sav)'le bir gazveye
gittik. Muhacirlerden bazıları Peygamberimizin yanında toplandılar. Öyle ki,
çoğaldılar. Muhacirlerin içinde kıvrak biri vardı. Ensardan
birinin arkasına (oturağına) vurdu. Bunun üzerine, Ensar'dan
olan zat (sinan b. Vebre)
çok kızdı. Öyle ki, ensardan olan "Ey Ensar", muhacirden olan "Ey Muhacirler" diye
taraftar çağırmaya başladılar. Bunun üzerine Peygamber efendimiz çadırdan
dışarı çıktı. "Nedir bu cahiliyyet
iddiaları" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Ubeyy
İbni Selul, 'aleyhimize
yardıma adam mı çağırıyorlar? Allah'a yemin olsun ki, Medine'ye döndüğümüz
zaman, oradaki şerefli insanlar zelilleri oradan çıkaracaklardır' dedi. Bunun
üzerine Hz. Ömer (r.a), Abdullah b. Ubey b. Selul'u kastederek, 'Ey
Allah'ın Rasulü! Bu habisi öldürmeyelim mi?' dedi.
Peygamber efendimiz, şu cevabı verdi: "Hayır. İnsanlar, 'Peygamber
arkadaşlarını öldürüyor'diye söylenmesinler.”[12]
Bütün bunlar, Seddü'z-Zerai'nin delil olduğunu
göstermektedir. Bu konuda İbn Kayyum,
doksandokuz misal zikrettikten sonra şunları
söylüyor: "Artık bu kadarıyla yetinelim. Bunların sayısı Allah Tealanın doksandokuz es-ma-i hüsnasına tekabül
eder."[13]
Zerai (sebepler), götürdükleri neticelere göre çeşitli kısımlara
ayrılmışlardır:
1. Harama
sürükleyen vasıtalar: Namahrem kadınların dinen bakılması haram olan yerlerine
bakmak gibi. Bu davranış kişiyi haram olan zinaya sürükler. Bu gibi vasıtalar,
harama yol açtıklarından bizzat bunlara başvurmak da haram sayılmıştır.
2. Bir
farzın yerine getirilmesine sebep olan vasıtalar: Cuma namazını eda etmek için
alış-verişi terk etmek gibi. Farz olan Cuma namazının kılınmasına vesile
olacağından, Cuma vaktinde alış-verişi bırakmak da farz sayılmıştır. Keza Hacc farizasını eda etmeye vesile olacağından, haccetmek
için yola çıkmak da farz sayılmıştır.
3. Konumlan
itibariyle aslında mubah veya caiz olan, ancak kendilerine başvuranlar
tarafından kasıtlı olarak harama ulaşmak için kullanılan vasıtalar: Faiz elde
etmek için ahş-veriş yapmak gibi. Mesela, ödünç verdiği
kişinin malını değerinden daha aza satın alma veya bu kişiye kendi malını
değerinden fazlasına satma bu kabildendir. İmam Maİik
ve İmam Ahmed bin Hanbel'e
göre, bu tür yollara başvurmak haram sayılmıştır. Bu nedenle böyle bir akit
batıl ve bu yola başvurmak haramdır. Çünkü Seddü'z-Zerai' fesada karşı ihtiyatlı davranmayı gerektirmektedir.
Ebu Hanife ve İmam Şafii ise,
aslında alış-verişin caiz olması nedeniyle akdi sahih kabul etmişlerdir.[14] Ancak
tarafların zararlarını karşılamayı gerekli görmüşlerdir.
4. Aslında
mubah olan, ancak neticede mutlaka zarar ve ziyana sebeb
olan iş veya vasıtalar: Yolun bilinmeyen bir tarafında kuyu kazarak oradan
geçenin içine düşmesine sebeb olmak gibi. Bu şıkta
dikkat edilecek nokta şudur: Bunu yapan kişi "umuma ait olan yol üzerinde
kuyu kazmak gibi" aslında ruhsat bulunmayan bir işi mi, yoksa evinde
"lağım kuyusu kazmak gibi"
aslında ruhsat tanınan bir işi mi yapmıştır?
Birinci halde failin
sorumlu olduğu, fıkıhçılar arasında ittifak konusudur. İkinci durumda ise, bazı
fıkıhçılar, aslında ruhsat verilen bir iş olması yönünü tercih ederek failin
sorumlu olmayacağını söylemişlerdir. Diğer fıkıhçılar ise, "zararları
önlemek, menfaatleri gerçekleştirmekten önce gelir" prensibine dayanarak
failin bütün zarar ve ziyanlardan sorumlu olacağını söylemişlerdir. İşte bu da
Zeraiye dayanmadır.
5. Aslında
caiz olan fakat, neticede çok nadir olarak fesada sebeb
olan iş ve davranışlar: Mantar, balık ve et gibi nadiren zarar veren gıda maddelerini
üretmek, veya satmak, şarapçılar tarafından satın alınıp içki yapılması
korkusuyla üzüm bağı yetiştirmek gibi.
Fıkıh alimleri bu tür
işlerin helal olduğuna hüküm vermişlerdir. Çünkü bunlardan elde edilen
menfaatler, görülecek zararlardan daha fazladır.
Yalan söyleme
ihtimaliyle kısasta, zinada, alacaklarda ve benzeri ciddi konularda şahitliği
delil kabul etmek, bu kısma giren misallerdendir. Çünkü bu tür şahitlikleri
-yalan olabilir ihtimaliyle- reddetmek, hakların kaybolmasına vesile olur.
6. Aslında
caiz olan, ancak çok defa neticede fesada sebeb olan
iş ve davranışlar: İslâm toplumunda şarap yapana üzüm satmak gibi. Aslında
üzüm satmak caizdir. Fakat, bunu şarap imal eden satın aldığı takdirde, içki
yapacağı ve fesada sebeb olacağı kesine yakın bir
ihtimaldir. İşte bu nedenle İmam Malik ve İmam Ahmed
bin Hanbel'İn mezheblerine
göre bu gibi tasarruflar haramdır. Diğer mezheplerin bu konudak'i
görüşleri farklıdır.
1. Daha
öncede belirtildiği gibi, bütün İslâmi mezhepler,
açıkça söylemeseler de- Seddü'z-Zerai'yi
fıkhı delil olarak almışlardır. Fakat, mezhebler arasında
buna en çok i'tibar eden İmam Malik ve İmam Ahmed bin Hanbel'dir. İmam Şafii
ve İmam Ebu Hanife ise, Seddü'z-Zerai'yi kendi başına bir
delil olarak zikretmemişlerse de, bunu tamamen reddetmiş de değildirler. Seddü'z-Zerai'ye, kendilerince ftkhî deiil sayılan Kıyas gibi
diğer delillerin içinde yer vermişlerdir.
2. Fıkhı
delil olarak Seddü'z-Zerai'ye
başvurlurken aşın gidilmemelidir; aksi takdirde bir
kısım insanlar, zulme düşerim endişesiyle bazı mubahları, men-dupları, hatta vacipleri terketmeye
kalkışırlar. Mesela bazı adil ve dürüst insanların, zulmederim korkusuyla
yetimlerin mallarını sevk ve idare etmeden kaçınmaları; insanların
ithamlarından korkarak vakıf ve benzeri kuruluşların yönetim kurullarında yer
almamaları Seddü'z-Zerai'ye
aşırı derecede başvurmaktan kaynaklanmaktadır. Bunun doğru bir davranış
olmadığı muhakkaktır. Zira bu mallar emin olmayan ellere geçecektir.
3. Seddü'z-Zerai'ye başvurma
ihtiyacı hissedildiği zaman neticede ortaya çıkacak olan fesad
ve salah (zarar ve menfaat) çok İyi hesab edilmeli,
salah ve menfaat kefesi ağır basarsa Seddü'z-Zerai alınmalı, aksi sözkonusu
olursa terk edilmelidir.
Mesela, çeşitli
davalarda, yalan olabilir ihtimaliyle güvenilen kişilerin şahitliklerini
reddetmek doğru değildir. Zira şahitlik müeessesesi
kabul edilerek hakların teminat altına alınmasındaki menfaat, yalan olma
ihtimalinden kaynaklanacak zarardan daha fazladır.
Yine mal ve can
kaybına sebep oluyor gerekçesiyle cihadı terketmek asla
doğru değildir. Cihadın terkinden doğan zarar ve fesad,
yapılmasındaki zarar ve ziyandan pek çoktur. Bu zararların en belirgini,
dünyada İken kâfirlere esir ve köle olmak, ölürken bir nevi münafık olarak
ölmek ve Allah Te-ala'nın huzuruna bir tarafı gedikli
(eksik) olarak çıkmaktır. Peygamber efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde
şöyle buyuruyorlar:
"Aç insanların
yemek kabı başına üşüştükleri gibi, yakında milletler başınıza üşüşeceklerdir.
Orada bulunan biri, 'Ogün bizim az oluşumuzdan mı?' diye sorunca, Peygamber
efendimiz şu cevabı vermişlerdir: "Bilakis o gün sizler çok olacaksınız.
Fakat, sizler, sel üzerinde giden çer çöp gibi olacaksınız. Allak,
düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme duygusunu çıkaracak, sizin kalbinize
ise za'fiyet salacaktır." Orada bulunan biri, 'Za'fiyet nedir?' diye sorunca, Peygamber efendimiz;
"O, dünyayı sevmek ve ölümü sevmemektir”[15] cevabını
vermiştir.
Evet, hastalıkların
başı, "dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir. Fakat her canlının birgün ölümü tadacağı unutulmamalı, herşeyin
bîr güzel yönü olduğu gibi, Ölümün en güzel şeklinin de şehitlik olduğu
kalplere yerleştirilmelidir.
Şehitler kervanına
katılma arzusunda olmayanın durumunu, yine vahiyden başka birşey
konuşmayan Resulullah'ın (sav) mübarek ağzından dinleyelim:
"Her kim cihad etmeden ve cihad etmeyi
gönlünden dahi geçirmeden Ölürse, o kimse münafıklığın bir çeşidiyle ölmüş
olur."[16]
Allah düşmanlarıyla
yiğitçe savaşmak olan hakiki cihadı bırakıp nefsimizi tatmin için bir kısım sun'i cihadlar icad edenlerin vay haline!. Mücahidle-rin önderi Resulullah (sav) şu
hadis-i şerifleriyle bizleri uyarıyor ve huzur-u İlahiye'ye
bir tarafımız sakat bir şekilde çıkacağımızı haber veriyor:
"Kim Allah'ın
huzuruna, üzerinde cihaddan hiçbir eser bulunmayarak
çıkarsa, Allah'ın huzuruna kendisinde bir gedik bulunarak çıkar.”[17]
Hulasa, cihad etmedeki salah ve fayda, onu bırakmaktan meydana gelecek
fesad ve kötülükten pek fazladır. Bu nedenle,
"yurtta sulh, cihanda sulh" sözü İslâmî
değildir.
[1] Ismarladığı eşyaya değerinden az para vererek yahur ödünç para verdiği bir kişinin malını değerinden
eksiğine satın alarak veya buna kendi malini değerinden fazlasına satarak,
yahut borçlusundan alış-veriş maskesi altında hediyeler alarak faiz elde etme
halleri bu kabildendir.
[2] En'am, 108.
[3] Bakara, 104
[4] Nur, 31
[5] İbni Mace,
Kıt. Ticaret, bab. 6, İm. 2153; Darimî,
Kir. Buyu', bab, 12.
[6] Müslim Kit. Musakat. bab: 130, hn. 1605; Ebû Dâuüd,
Kit. Buyu', bab: 47, hn: 3447; Tirmizi, Kit. Buyu", bab. 40, hn. 1267; İbni Mace, Kit, Ticaret, bab. 6, lın. 2153; Da-rimi, Kit. Buyu', bab. 12; Müsned İmanı Ahnıed, c. 3, Sh. 453, 454.
[7] İbnMace, Kic.
Sadakat, bab. 19, hn. 2432;
Şevkani ve Heysenıi bu
hadisin ravilerinin içinde biri bilinmeyen diğeri
zayıf olan iki kişinin bulunduğunu söylemişlerdir.
[8] Buharı, Kit. Menakıb el-Ensar, bab, 19.
[9] Bu hadisi Buhârî Tarihi'nde
zikretmiştir. Neylu'l-Evtar,
c.5, Sh. 261, Kahire.
[10] Buhârî, Kit.
Edeb, bab 4; EbûDâvûd, Kit. Edeb, bab. 120, hn: 5141; Müsnedİmam Ahıned, c. 2, Sh. 216; Müslim, kit. İman, bab. 146, hn. 90; Tirmizi, Kit, Birr, bab.
4, hn. 1902.
[11] Bkz. İ'lam
el-Muuakkiin, c. 3, Sh.
138, el-Kiilliyat el-Ezheriyye,
Kahire Baskısı; Buhârî, Menakıb,
bab, 8.
[12] Buharı, Kit. Menakib, bab, 8.
[13] İ'lam el-Muvakkiin,
c. 3, Sh. 159.
[14] Bkz. Ebu
Zehra, Fıkıh Usulü, Sh. 292, Daru'l-Tebliğ
Baskısı, ist.
[15] Ebû Dâuûd,
Kit. Melahiın, bab. 5, hn. 4297; Müsned İmanı Ahmed, c. 2, Sh. 359, c. 5, Sh. 278.
[16] Müslim, Kit. İmare, bab. 158, hn. 1910; Ebû Dâuûd,
Kit. Cihad, bab. 17, hn. 2502; Nesei, Kit. Cihad,
bab. 2, hn. 3099; Darimi, Kit. Cihad,
bab. 25; Müsned İmam Ahmet,
c. 2, Sh. 374.
[17] Tirmizi, Kit.
Fedail el-Cihad, bab. 26, hn. 1666;/örn Mace, Kit. Cihad,
bab. 5, hn. 2763-