11- SEDDÜ'Z-ZERA'I 1

Seddü'z-Zerai'nin Delil Oluşu: 1

Zerai'in Kısımları: 3

Şer'i Deliller Arasında Seddü'z-Zerai'nin Yeri: 5

 

11- SEDDÜ'Z-ZERA'I

 

Tarifî: Bu İfade İki kelimeden meydana getirilmiştir. Bunlardan biri, asedd" kelimesidir. Manası: Önünü tıkama, kapama ve engel olma demektir. İkincisi İse, "zerai" kelimesidir. Bu ise, sebep, vesile, bahane demektir. İki kelimeden ortaya çıkan "Seddü'z-ZeraTn ıstılahi manası ise; "zararlı netice­lere, fasid hükümlere götüren yolları kapamak, faydalı sonuçlara götüren yol­ları açmak" demektir.

Seddü'z-Zera'i'n şer'i bir delil kabul edilmesindeki temel sebep, İşlerin ne­ticelerini dikkate alarak onlara götüren yolların hükmünü tayin etmektir. "Baş­vurulan bir vasıta, sonunda harama götürüyorsa, o vasıta da haram; helala ulaştırıyorsa, o vasıta da helaldir" düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Başka bir İfade ile, "hükümlere götüren yollar, hükümlerin şer'i sıfatlarını alırlar" dü­şüncesine dayanmaktadır.

Bu itibarla, Seddü'z-Zera'i'ye başvurularak fesada sebep olan yolların ka­panmasını, salaha götüren yolların ise açılmasını sağlamak düşünülmüştür. Mesela, alış-verişi vasıta yaparak faiz elde etme hevesinde olan tefecinin önü­ne sed çekmek,[1] bulunduğu yerin dışından mal veya eşya getirip satarak bol­luğa vesile olan tüccarın İse, önünden engelleri kaldırılmak Seddü'z-Zeraü'dir.

Seddü'z-Zerai'i, sadece Maliki ve Hanbeli mezheplerine ait olan fıkıh ki­taplarında zikredilmektedir. Diğer mezheblerin fıkıh kitaplarında görülme­mektedir. Bununla beraber, Seddü'z-Zerai'e dayanılarak elde edilen hüküm­ler, farklı da olsa, bütün mezheblerde mevcuttur.

 

Seddü'z-Zerai'nin Delil Oluşu:

 

Seddüz-Zerai'yi şer'i delil kabul eden alimler, aşağıda zikredilen delille­ri serdetmişlerdir:

1. Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Kâfirlerin Allah'tan başka taptıklarına sövmeyin ki onlar da aşırı gi­derek bilgisizce Allah'a sövmesinler..."[2]

Burada kafirlerin pullarına sövmek, aslında onlara hakaret etmek ve Al­lah İçin öfkelenmekten kaynaklanmaktadır. Buna rağmen, kafirlerin de Al­lah'a sövmelerine sebep olacağından yasaklanmış ve böylece fesad kapısı ka­patılmıştır.

2. Diğer bir âyette ise Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! "Ra'ina" demeyin. "Bize bak" deyin ve sözü iyi din­leyin..."[3] Buradaki "'ra'ina" kelimesi, aslında "'bizi gözet" manasını ifade et­mektedir. Fakat yahudiler bu kelimeyi ahmaklık manasını taşıyan "ruuna" kö­künden türetip kasıtlı olarak Resulullah'a ahmak deyip hakaret etmek istiyor­lardı. Allah Teala, kötü niyetli yahudilerin hakaretlerine mü'minlerin de bil­meyerek düşmemeleri İçin bu tabiri bırakıp aynı anlama gelen "bize bak" ke­limesini kullanmalarını emretti. Böylece fesad kapısını kapatmış oldu,

3. Diğer bir âyette şöyle buyuruyor:

"...Kadınlar, gizledikleri süsleri bilinsin diye, ayaklarını (yere) vurma­sınlar. "[4] Burada, kadınların ayaklarını herhangi bir yere vurmaları aslında mubahtır. Ancak, zinet eşyalarının bilinmesi İçin ayaklarını yere vurmaları, Allah Teala tarafından yasaklanmıştır. Aksi takdirde başkalarının şehvani ar­zularının kabarmasına vesile olacaklardır. Allah Teala, bu şer yolunu da böy­lece kapatmıştır.

4.  Peygamber efendimiz (sav), stokçuluğu yasaklayarak şöyle buyur­muştur:

"Dışardan mal veya eşya getirip satan kişi, kendisine rızık verilen kişi­dir. Stokçuluk yapan ise lanete uğrayandır.”[5]

Diğer bir hadis-i şerifte:

"Ancak günahkar olan stokçuluk yapar" buyurulmuştur.[6]

Bu İki hadis, stokçuluğun, insanların nzkıyla oynamak niteliğini taşıdığı için lanetlendiğini ve ancak buna günah işlemeye müsait insanların cesaret edeceğini beyan etmişlerdir ve bu sömürü aracını oıtadan kaldırmışlardır. Böy­lece,, fesada sebep olan bir yolu daha kapatmışlardır. Yoksa aslında kişi ma­lını satıp satmamakta serbestir.

5. Peygamber efendimiz (sav), ödünç verenin, kendisinden ödünç alandan hediye kabul etmesini yasaklayarak şöyle buyurmuştur.

"Sizden biriniz, ödünç para verir de ödünç alan tarafından kendisine bir-şey hediye edilirse veya bir bineğe bindirilmek istenirse, ona binmesin ve he­diyeyi kabul etmesin. Ancak aralarında önceden devam eden böyle bir du­rum varsa bu müstesnadır."[7]

Görüldüğü gibi, aslında alınması mubah olan hediyenin, faiz korkusun­dan dolayı burada alınmaması emredilmiştir.

Ebu Musa el-Eş'ari'nin oğlu Ebu Bürde der ki: Medine'ye geldim. Sahabi-lerden Abdullah b. Selam'la görüştüm. O bana şöyle dedi:

"Sen, rüşvetin yaygın olduğu bir yerde kalıyorsun. Senin bir kişide alaca­ğın olur da, sana bir hayvan yükü saman veya arpa, yahut yonca hediye eder­se, sakın onu alma. Çünkü o faizdir."[8] Enes (r.a), Peygamber (sav) efendi­mizin şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Kim ödünç verirse, hediye almasın."[9]

Bu hadis-i şerifler ve sahabi sözü, aslında kabul edilmesi caiz olan hedi­yenin ödünç veren tarafından kabulünü yasaklamaktadırlar. Ta kî, faiz kapı­sı açılmasın.

6.  Peygamber (sav) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:

"Kişinin anne ve babasına lanet okuması en büyük günahlardandır." Ey Allah'ın Rasulü! Kişi ebeveynine nasıl lanet okuyabilir? diye sorulduğunda, Resulullah (sav) şu cevabı vermiştir: "Bir adamın babasına söver, o da onun babasına söver. Annesine söver, o da onun annesine söver."[10]

Bu hadis-i şerifte Peygamber efendimiz (sav), başkasının anne ve baba­sına şovenin, kendi anne ve babasına hakaret edilmesine sebep olacağından, fesad kapısını kapatmış, hakaret edilenler buna layık olsalar da, bu tür bir davranışı yasaklamıştır.

7. Yine "Muhammed arkadaşlarını öldürüyor" denilmemesi ve insanların kendisinden kaçmamaları için, Peygamber efendimiz (sav), zamanında yaşayan münafık olanları öldürmemiştir.[11] Nitekim, şu hadis-i şerif bunu açık­lamaktadır:

Amr b. Dinar der ki; Cabir bana şöyle dedi: Peygamber efendimiz (sav)'le bir gazveye gittik. Muhacirlerden bazıları Peygamberimizin yanında toplan­dılar. Öyle ki, çoğaldılar. Muhacirlerin içinde kıvrak biri vardı. Ensardan bi­rinin arkasına (oturağına) vurdu. Bunun üzerine, Ensar'dan olan zat (sinan b. Vebre) çok kızdı. Öyle ki, ensardan olan "Ey Ensar", muhacirden olan "Ey Muhacirler" diye taraftar çağırmaya başladılar. Bunun üzerine Peygamber efen­dimiz çadırdan dışarı çıktı. "Nedir bu cahiliyyet iddiaları" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Ubeyy İbni Selul, 'aleyhimize yardıma adam mı çağırı­yorlar? Allah'a yemin olsun ki, Medine'ye döndüğümüz zaman, oradaki şe­refli insanlar zelilleri oradan çıkaracaklardır' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), Abdullah b. Ubey b. Selul'u kastederek, 'Ey Allah'ın Rasulü! Bu habi­si öldürmeyelim mi?' dedi. Peygamber efendimiz, şu cevabı verdi: "Hayır. İn­sanlar, 'Peygamber arkadaşlarını öldürüyor'diye söylenmesinler.”[12]

Bütün bunlar, Seddü'z-Zerai'nin delil olduğunu göstermektedir. Bu konu­da İbn Kayyum, doksandokuz misal zikrettikten sonra şunları söylüyor: "Artık bu kadarıyla yetinelim. Bunların sayısı Allah Tealanın doksandokuz es-ma-i hüsnasına tekabül eder."[13]

 

Zerai'in Kısımları:

 

Zerai (sebepler), götürdükleri neticelere göre çeşitli kısımlara ayrılmışlar­dır:

1. Harama sürükleyen vasıtalar: Namahrem kadınların dinen bakılması haram olan yerlerine bakmak gibi. Bu davranış kişiyi haram olan zinaya sü­rükler. Bu gibi vasıtalar, harama yol açtıklarından bizzat bunlara başvurmak da haram sayılmıştır.

2. Bir farzın yerine getirilmesine sebep olan vasıtalar: Cuma namazını eda etmek için alış-verişi terk etmek gibi. Farz olan Cuma namazının kılınması­na vesile olacağından, Cuma vaktinde alış-verişi bırakmak da farz sayılmış­tır. Keza Hacc farizasını eda etmeye vesile olacağından, haccetmek için yo­la çıkmak da farz sayılmıştır.

3. Konumlan itibariyle aslında mubah veya caiz olan, ancak kendileri­ne başvuranlar tarafından kasıtlı olarak harama ulaşmak için kullanılan vasıtalar: Faiz elde etmek için ahş-veriş yapmak gibi. Mesela, ödünç verdi­ği kişinin malını değerinden daha aza satın alma veya bu kişiye kendi ma­lını değerinden fazlasına satma bu kabildendir. İmam Maİik ve İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, bu tür yollara başvurmak haram sayılmıştır. Bu nedenle böyle bir akit batıl ve bu yola başvurmak haramdır. Çünkü Seddü'z-Zerai' fe­sada karşı ihtiyatlı davranmayı gerektirmektedir.

Ebu Hanife ve İmam Şafii ise, aslında alış-verişin caiz olması nedeniyle ak­di sahih kabul etmişlerdir.[14] Ancak tarafların zararlarını karşılamayı gerekli görmüşlerdir.

4. Aslında mubah olan, ancak neticede mutlaka zarar ve ziyana sebeb olan iş veya vasıtalar: Yolun bilinmeyen bir tarafında kuyu kazarak oradan geçenin içine düşmesine sebeb olmak gibi. Bu şıkta dikkat edilecek nokta şudur: Bunu yapan kişi "umuma ait olan yol üzerinde kuyu kazmak gibi" as­lında ruhsat bulunmayan bir işi mi, yoksa evinde "lağım kuyusu kazmak gi­bi"  aslında ruhsat tanınan bir işi mi yapmıştır?

Birinci halde failin sorumlu olduğu, fıkıhçılar arasında ittifak konusudur. İkinci durumda ise, bazı fıkıhçılar, aslında ruhsat verilen bir iş olması yönü­nü tercih ederek failin sorumlu olmayacağını söylemişlerdir. Diğer fıkıhçılar ise, "zararları önlemek, menfaatleri gerçekleştirmekten önce gelir" prensibi­ne dayanarak failin bütün zarar ve ziyanlardan sorumlu olacağını söylemiş­lerdir. İşte bu da Zeraiye dayanmadır.

5. Aslında caiz olan fakat, neticede çok nadir olarak fesada sebeb olan iş ve davranışlar: Mantar, balık ve et gibi nadiren zarar veren gıda madde­lerini üretmek, veya satmak, şarapçılar tarafından satın alınıp içki yapılma­sı korkusuyla üzüm bağı yetiştirmek gibi.

Fıkıh alimleri bu tür işlerin helal olduğuna hüküm vermişlerdir. Çünkü bun­lardan elde edilen menfaatler, görülecek zararlardan daha fazladır.

Yalan söyleme ihtimaliyle kısasta, zinada, alacaklarda ve benzeri ciddi ko­nularda şahitliği delil kabul etmek, bu kısma giren misallerdendir. Çünkü bu tür şahitlikleri -yalan olabilir ihtimaliyle- reddetmek, hakların kaybolmasına vesile olur.

6. Aslında caiz olan, ancak çok defa neticede fesada sebeb olan iş ve dav­ranışlar: İslâm toplumunda şarap yapana üzüm satmak gibi. Aslında üzüm satmak caizdir. Fakat, bunu şarap imal eden satın aldığı takdirde, içki yapa­cağı ve fesada sebeb olacağı kesine yakın bir ihtimaldir. İşte bu nedenle İmam Malik ve İmam Ahmed bin Hanbel'İn mezheblerine göre bu gibi tasarruflar haramdır. Diğer mezheplerin bu konudak'i görüşleri farklıdır.

 

Şer'i Deliller Arasında Seddü'z-Zerai'nin Yeri:

 

1. Daha öncede belirtildiği gibi, bütün İslâmi mezhepler, açıkça söyleme­seler de- Seddü'z-Zerai'yi fıkhı delil olarak almışlardır. Fakat, mezhebler ara­sında buna en çok i'tibar eden İmam Malik ve İmam Ahmed bin Hanbel'dir. İmam Şafii ve İmam Ebu Hanife ise, Seddü'z-Zerai'yi kendi başına bir delil olarak zikretmemişlerse de, bunu tamamen reddetmiş de değildirler. Seddü'z-Zerai'ye, kendilerince ftkhî deiil sayılan Kıyas gibi diğer delillerin içinde yer vermişlerdir.

2. Fıkhı delil olarak Seddü'z-Zerai'ye başvurlurken aşın gidilmemelidir; ak­si takdirde bir kısım insanlar, zulme düşerim endişesiyle bazı mubahları, men-dupları, hatta vacipleri terketmeye kalkışırlar. Mesela bazı adil ve dürüst in­sanların, zulmederim korkusuyla yetimlerin mallarını sevk ve idare etmeden kaçınmaları; insanların ithamlarından korkarak vakıf ve benzeri kuruluşların yönetim kurullarında yer almamaları Seddü'z-Zerai'ye aşırı derecede başvur­maktan kaynaklanmaktadır. Bunun doğru bir davranış olmadığı muhakkaktır. Zira bu mallar emin olmayan ellere geçecektir.

3. Seddü'z-Zerai'ye başvurma ihtiyacı hissedildiği zaman neticede ortaya çıkacak olan fesad ve salah (zarar ve menfaat) çok İyi hesab edilmeli, salah ve menfaat kefesi ağır basarsa Seddü'z-Zerai alınmalı, aksi sözkonusu olur­sa terk edilmelidir.

Mesela, çeşitli davalarda, yalan olabilir ihtimaliyle güvenilen kişilerin şahitliklerini reddetmek doğru değildir. Zira şahitlik müeessesesi kabul edi­lerek hakların teminat altına alınmasındaki menfaat, yalan olma ihtimalinden kaynaklanacak zarardan daha fazladır.

Yine mal ve can kaybına sebep oluyor gerekçesiyle cihadı terketmek as­la doğru değildir. Cihadın terkinden doğan zarar ve fesad, yapılmasındaki za­rar ve ziyandan pek çoktur. Bu zararların en belirgini, dünyada İken kâfir­lere esir ve köle olmak, ölürken bir nevi münafık olarak ölmek ve Allah Te-ala'nın huzuruna bir tarafı gedikli (eksik) olarak çıkmaktır. Peygamber efen­dimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:

"Aç insanların yemek kabı başına üşüştükleri gibi, yakında milletler ba­şınıza üşüşeceklerdir. Orada bulunan biri, 'Ogün bizim az oluşumuzdan mı?' diye sorunca, Peygamber efendimiz şu cevabı vermişlerdir: "Bilakis o gün sizler çok olacaksınız. Fakat, sizler, sel üzerinde giden çer çöp gibi olacak­sınız. Allak, düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme duygusunu çıka­racak, sizin kalbinize ise za'fiyet salacaktır." Orada bulunan biri, 'Za'fiyet nedir?' diye sorunca, Peygamber efendimiz; "O, dünyayı sevmek ve ölümü sevmemektir”[15] cevabını vermiştir.

Evet, hastalıkların başı, "dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir. Fa­kat her canlının birgün ölümü tadacağı unutulmamalı, herşeyin bîr güzel yö­nü olduğu gibi, Ölümün en güzel şeklinin de şehitlik olduğu kalplere yerleş­tirilmelidir.

Şehitler kervanına katılma arzusunda olmayanın durumunu, yine vahiyden başka birşey konuşmayan Resulullah'ın (sav) mübarek ağzından dinle­yelim:

"Her kim cihad etmeden ve cihad etmeyi gönlünden dahi geçirmeden Ölür­se, o kimse münafıklığın bir çeşidiyle ölmüş olur."[16]

Allah düşmanlarıyla yiğitçe savaşmak olan hakiki cihadı bırakıp nefsimi­zi tatmin için bir kısım sun'i cihadlar icad edenlerin vay haline!. Mücahidle-rin önderi Resulullah (sav) şu hadis-i şerifleriyle bizleri uyarıyor ve huzur-u İlahiye'ye bir tarafımız sakat bir şekilde çıkacağımızı haber veriyor:

"Kim Allah'ın huzuruna, üzerinde cihaddan hiçbir eser bulunmayarak çıkarsa, Allah'ın huzuruna kendisinde bir gedik bulunarak çıkar.”[17]

Hulasa, cihad etmedeki salah ve fayda, onu bırakmaktan meydana gele­cek fesad ve kötülükten pek fazladır. Bu nedenle, "yurtta sulh, cihanda sulh" sözü İslâmî değildir.

 

 



[1] Ismarladığı eşyaya değerinden az para vererek yahur ödünç para verdiği bir kişi­nin malını değerinden eksiğine satın alarak veya buna kendi malini değerinden faz­lasına satarak, yahut borçlusundan alış-veriş maskesi altında hediyeler alarak fa­iz elde etme halleri bu kabildendir.

[2] En'am, 108.

[3] Bakara, 104

[4] Nur, 31

[5] İbni Mace, Kıt. Ticaret, bab. 6, İm. 2153; Darimî, Kir. Buyu', bab, 12.

[6] Müslim Kit. Musakat. bab: 130, hn. 1605; Ebû Dâuüd, Kit. Buyu', bab: 47, hn: 3447; Tirmizi, Kit. Buyu", bab. 40, hn. 1267; İbni Mace, Kit, Ticaret, bab. 6, lın. 2153; Da-rimi, Kit. Buyu', bab. 12; Müsned İmanı Ahnıed, c. 3, Sh. 453, 454.

[7] İbnMace, Kic. Sadakat, bab. 19, hn. 2432; Şevkani ve Heysenıi bu hadisin ravilerinin içinde biri bilinmeyen diğeri zayıf olan iki kişinin bulunduğunu söylemişlerdir.

[8] Buharı, Kit. Menakıb el-Ensar, bab, 19.

[9] Bu hadisi Buhârî Tarihi'nde zikretmiştir. Neylu'l-Evtar, c.5, Sh. 261, Kahire.

[10] Buhârî, Kit. Edeb, bab 4; EbûDâvûd, Kit. Edeb, bab. 120, hn: 5141; Müsnedİmam Ahıned, c. 2, Sh. 216; Müslim, kit. İman, bab. 146, hn. 90; Tirmizi, Kit, Birr, bab. 4, hn. 1902.

[11] Bkz. İ'lam el-Muuakkiin, c. 3, Sh. 138, el-Kiilliyat el-Ezheriyye, Kahire Baskısı; Buhârî, Menakıb, bab, 8.

[12] Buharı, Kit. Menakib, bab, 8.

[13] İ'lam el-Muvakkiin, c. 3, Sh. 159.

[14] Bkz. Ebu Zehra, Fıkıh Usulü, Sh. 292, Daru'l-Tebliğ Baskısı, ist.

[15] Ebû Dâuûd, Kit. Melahiın, bab. 5, hn. 4297; Müsned İmanı Ahmed, c. 2, Sh. 359, c. 5, Sh. 278.

[16] Müslim, Kit. İmare, bab. 158, hn. 1910; Ebû Dâuûd, Kit. Cihad, bab. 17, hn. 2502; Nesei, Kit. Cihad, bab. 2, hn. 3099; Darimi, Kit. Cihad, bab. 25; Müsned İmam Ah­met, c. 2, Sh. 374.

[17] Tirmizi, Kit. Fedail el-Cihad, bab. 26, hn. 1666;/örn Mace, Kit. Cihad, bab. 5, hn. 2763-