1. Yapma Ruhsatı (Ruhsat-ı Fiil):
2. Yapmama Ruhsatı (Ruhsatı Terk):
3. Asıl Hükmü Düşüren Ruhsat
(Ruhsat-ı Iskat):
4. Serbest Bırakan Ruhsat (Ruhsat-ı Terfih):
5. Geçmiş Ümmetlerdeki Hükmü Düşüren Ruhsat:
6. Kuraldışı Akidlere İzin Veren
Ruhsat:
Bir Başka Yönü ile Ruhsatların
Ayırımı:
4. Nisbi Mecazi Ruhsatlar
(Düşüren Ruhsatlar):
Genel Olarak Ruhsatların
Hükümleri:
Azimet ve Ruhsatın Hikmetleri:
Azimet ve ruhsat,
teklifi hükümlerle ilgili olan konulardır. Çünkü her türlü şarta rağmen
hükümler, aynen İfâ edilirse azimet, zaruretten dolayı bir farzın
terkedilmesine veya bir haramın işlenebilirliğine İzin bulunursa ruhsat
söz-konusu olur.
İşte bu nedenledir ki,
teklifi fiillerin akabinde ruhsat ve azimet zikredilmektedir.
a. Azimet;
kulların özürlerinin sebeb olmadığı itk ve asıl hükümlerdir. Mükellefin, yolcu
olmasına rağmen, Ramazan orucunu tutması, müslümamn Ölümle tehdit edilmesine
rağmen, iyiliği emredip kötülüğe mani olması azimettir.
b. Ruhsat;
bir kolaylık ve bir müsaade olmak üzere kulların özürleri sebebiyle ortaya
çıkan geçici bir hükümdür. Seferi olan bir mükellefin Ramazan orucunu
yiyebilmesi, hasta bir kadının kadın doktor bulamadığı bir yerde erkek doktora
tedavi maksadıyla namahrem yerlerini gösterebilmesi gibi.[1]
Tariflerden de
anlaşıldığı gibi azimet, asıl olan hükümdür. Mükellefler, aslında azimeti
yerine getirmekle yükümlüdürler. Bu itibarla azimeti seçmek takvalık
nişanesidir. Ruhsat ise, azimetin yapılması zor olunca kullara kolaylık
sağlayan geçici mahiyette bir hükümdür.
Daha sonra
teferruatıyla izah edileceği üzere, ruhsata yol açan sebebler, zorlama (İkrah),
zaruret, nefsi müdafaa, zorluk ve meşakkat gibi hususlardır.
Ruhsatın Kıs unları:
Fıkıh usulü alimleri
azimet ve ruhsatı çeşitli yönlerden İncelemişler ve ruhsatları bir çok
kısımlara ayırmışlardır. Ruhsatın kısımlarını şu şekilde özetlemek mümkündür.
Her hangi bir şey
yasaklanmış olur (haram kılınır) da bununla beraber bir zaruret veya ihtiyaçdan
dolayı onu yapmaya izin verilmiş olursa, bu durumda "yapma ruhsatı"
bulunmuş olur. Mesela namahrem bir erkeğin kadının bakılması haram olan
yerlerine bakması haramdır. Ancak kadının hasta olması ve onu tedavi edecek
kadın doktorun da bulunmaması halinde ortada bir ihtiyaç bulunduğundan erkek
doktorun bu hasta kadını tedavi etmesine ruhsat vardır. Bu bir işi yapma
ruhsatıdır.
Herhangi bir şeyin
yapılması farz kılınmış olur, bununla birlikte belli bir zaruret veya zorluktan
dolayı bu şeyi yapmamaya izin verilmiş olursa "yapmama ruhsatı" söz
konusu olur. Mesela Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Bununla birlikte kişi
hasta veya yolcu olursa, ortada bir zorluk bulunduğundan böyle bir kişinin
orucunu yemesine ruhsat vardır.
Herhangi bir
zaruretten dolayı, asıl hükmü bırakıp ruhsatı seçmek vacip ve azimeti seçmek
günah olursa, işte bu durumda hükmü düşüren ruhsat mevcuttur. Mesela aslında
leş yemek haramdır. Ancak açlığından dolayı öleceğinden korkan bir insanın
leşten ölmesini önleyecek kadar yemesi vaciptir. Bunu yemeyip ölecek olursa,
günahkâr olur. İşte burada İeşten yeme ruhsatı, onun haram olma hükmünü
düşürmüştür. Bu itibarla bu bir ruhsat-ı iskattır.
Herhangi bir zaruret
vey.: zorluk, belli bir şeyin asıl hükmünün yapılıp veya yapılmamasını eşit
hale getirir ve yükümlüyü onu yapıp veya yapmamada serbest bırakacak olursa
"terfih" ruhsatı mevcut olur. Mesela Ramazan ayında yolculuk yapmak,
oruç tutmakla yükümlü olan kişiyi bunu tutup veya tutmamada serbest kılar. Bu
itibarla, burada ruhsatı terfih sözkonusu olur.[2]
Geçmiş ümmetlere farz
kılınmış veya yasaklanmış olan zor hükümleri Muhammed ümmetinden düşüren
ruhsatlardır.
Bu türden olan
ruhsatlara "Mecazi Ruhsatlar" İsmi verilmiştir. Zira burada düşen
asıl hükümler, aslında Muhammed ümmetine farz kılınan veya yasaklanan sonra
kaldırılmış olan hükümler değillerdir. Mesela İsrailoğulların-dan bazılarının
tevbe etmeleri, ancak birbirlerini öldürmeleriyle mümkündü. Bu hususta Allah
Teala şöyle buyuruyor: "Musa kavmine şöyle demişti, ey kavmim buzağıyı
ilah edinmekle şüphesiz kendinize zulmettiğiniz. O halde yaratanınıza tevbe edin
ve birbirinizi öldürün, yaratanınızın katında bu sizin için daha
hayırlıdır."[3]
Allah Teala Muhammet
ümmetinin günah işleyenlerinden bu şekilde tevbe etme yükümlülüğünü
kaldırmıştır. Bu da mecazi anlamda oİsa bile, üm-met-i muhammed için bir
ruhsattır.
Bunlar, genel
kurallara ters düşen, akîdlerin yapılmalarına İzin veren ruhsatlardır. Mesela
marangoza bir masanın yapılmasını veya terziye bir elbisenin dikilmesini
sipariş vermek yahut bir yolcuyla belli bir şeyi ısmarlamak bu İstisnai
akidlerdendir. Zira kural olarak bir İnsanın fülen elinde bulunmayan bir şeyi
satması caiz değildir. Çünkü bu hususta Resulullah'dan şunlar rivayet
edilmektedir. Hekim bin Hizam, diyor ki "Ben Resulullah'a, ey Allah'ın
Rasulü bazı insanlar bana geliyor ve bende bulunmayan bir şeyi kendilerine
satmamı İstiyorlar. Ben onlara istedikleri şeyi satıp sonra da o şeyi çarşıdan
alarak onlara teslim edebilir miyim?" dedim. Resulullah da "kendinde
bulunmayan bir şeyi satma" buyurdu.[4] Diğer
bir rivayette "kendinde bulunmayan bir şeyi satman helal değildir"
buyurmuştur.[5] Buna karşılık bazı
hadis-i şerifler "selem akdi" diye adlandırılan sipariş verme veya
ısmarlama akidlerinin yapılmasına ruhsat verildiğini beyan etmekte ve kişinin
elinde bulunmayan bir malı satamayacağı genel kuralına istisna getirildiğini
bildirmektedir. Bu da bir nevi ruhsattır.
Abdurrahman bin Ebza
ve Abdullah bin Ebu Evfa diyorlar ki: "Biz Resulullah'la beraber ganimet
elde ediyorduk. Bizlere, Şam'da yaşayan ve Nebat[6] diye
adlandırılan insanlar geliyorlardı. Biz onlara (bedelini peşin Ödeyerek ve
verecekleri eşyanın) vadesini belirterek buğday, arpa ve kuru üzüm ısmarlıyorduk.
Ravi Muhammed bin Ebu Mucalid sormuş ki: Sizin bunları ısmarladığınız zamanda
onların ekinleri var mıydı, yok muydu? Abdullah bin Ebu Evfa: "Biz onlara
bunu sormuyorduk" demiştir.[7] Diğer
bir rivayette "Abdullah bin Ebu Evfa demiş ki: Biz Resulullah'ın Ebu
Bekir'in ve Ömer'in dönemlerinde (bedelini peşin verip) buğday, arpa, kuru üzüm
ısmarlıyorduk"[8]
Yine "Abdullah
bin Ebu Evfa diyor ki: Biz (bedelini peşin verip) miktarını ve vadesini tayin
ederek Şam'da yaşayan Nebatlara buğday, arpa ve zeytin yağı
ısmarlıyorduk" Muhammed bin Ebu Mucalid diyor ki: Ben dedim ki siz bunları
ellerinde bu inallar bulunan kişilere mi ısmarlıyordunuz? Abdullah bin Ebu
Evfa: "Biz onlara bunu sormuyorduk" dedi. Sonra ben Abdurrahman bin
Ebza'dan da bunu sordum, o da "Resulullah'ın sahabeleri, onun döneminde
ısmarlama (selem) yapıyorlardı. Biz kendileriyle bu tür şeyleri ısmarladığımız
İnsanlara, ekinleri olup olmadığını sormuyorduk" dedi.[9]
Abdullah bin Abbas
(ra) diyor ki: "Resulullah'ın Medine'ye geldiği zaman orada yaşayan
insanlar, bir yıl veya iki yıl vade ile hurma ısmarlıyorlardı. Bunun üzerine Resulullah
"Kim hurma ısmarlarsa ölçü ve tartısını belirterek ısmarlasın"
buyurdu.[10] İşte bu hadis-i şerifler,
selem akdine ruhsat verildiğini beyan etmektedir. Bu da ruhsatın çeşitlerinden
biri sayılmıştır. Bazı fıkıh usulü âlimleri ruhsatı daha farklı bir taksimatla
ayırmışlardır. Mesela Nesefi, "Menar" isimli eserinde ruhsatları
hakiki ruhsatlar mecazi ruhsatlar diye iki kısma ayırdıktan sonra bunlardan her
birini tekrar kendi aralarında iki kısma ayırarak ruhsatları şu dört bölüme
ayırmaktadır. Bunlar sırasıyla;
Bu ruhsatlar, haram
kılan sebebin ve hükmün varlığına rağmen yükümlüye haramı işleyebilme izni
sağlayan ruhsatlardır. Mesela öldürülmekle veya bir organının kopanlmasıyla
tehdit edilen bir müslümanın, sadece dili ile kâfir olduğunu söylemesi, yine
bunun Ramazan ayında orucunu yemesi, yahut başkasına ait olan bir malı telef
etmesi ya da iyiliği emretmeyi ve kötülüğe mani olmayı terk etmesi, ya da
hacda ihramlı İken ihrama ters düşen bir suçu işlemesi bu tür ruhsatlardandır.
Keza açlıktan dolayı öleceğinden korkan bir İnsanın, başkasına ait olan bir
maldan zaruret miktarı yemesi gerçek ruhsatlardandır.
Bu türden ruhsatların
hükmü: Bunların bulunması halinde yükümlünün azimeti tercih edip ruhsatlara baş
vurmaması daha evladır. Zira bu durumda hem haram kılan sebeb hem de haram
olan hüküm fiilen mevcuttur. Sadece bu hükmün yapılabileceğine bir ruhsat
vardır. Bu gibi yerlerde dini yüceltmek için azimeti seçmek metanetli olmanın
nişanesidir. Bu itibarla azimeti seçer de öldürülür veya ölürse, şehid
sayılır. Bununla beraber, mükellefin ruhsatı seçmesi günah değildir.
Burada hükmün sebebi
mevcuttur. Fakat hükmün kendisi ertelenmiş olur. Bu itibarla yükümlünün hükmü
terk edip bilahare yapmasına ruhsat vardır. Mesela yolcu olan bir insanın
yolculuğu esnasında Ramazan orucunu ye-yip sonra gününe gün oruç tutması bu
türden olan ruhsatlardandır. Burada hükmün sebebi olan Ramazan ayı mevcuttur.
Ancak yolculuk dolayısıyla oruç tutmak hükmü ertelenmiş olur.
Bu türden olan
ruhsatların hükmü: Bunlarda da azimeti tercih etmek daha evladır. Zira hükmün
sebebi mevcuttur ve verilen ruhsatın kolaylığa mı yoksa zorluğa mı sebeb
olacağı da belli değildir.[11] Haneliler
buna dayanarak Ramazan ayında yolculuk yapan bir İnsanın, zayıf düşmemesi
şartıyla oruç tutmasını daha evla görmüşlerdir.
İmam Şafiiden
nakledilen bir görüşe göre, burada ruhsatı seçmek daha ladır. Bu itibarla
yolcunun orucunu yemesi daha iyidir.
Bunlar, geçmiş
ümmetlere farz kılman ve ümmeti Muhammedden kaldırılmış olan pek çetin ameller
ve amellerde aranan ağır şartlardır. Bunlar, Mu-hammed ümmetine hiç farz
kılınmadığı İçin bunlara mecazi ruhsatlar ismi verilmiştir.
Bu ruhsatlara misal
olarak şunları zikretmek mümkündür. İsrailoğulların-dan buzağıya tapanların
günahlarının affedilmesi için ancak birbirlerini öldürerek tevbe edebilmeleri
emredilmiştir. Bu hususta Allah Teaîa şöyle buyuruyor: "Bir zaman Musa
kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Buzağıyı ilah edinmekle şüphesiz kendinize
zulmettiniz, o halde yaratanınıza tevbe edin ve birbirinizi öldürün.
Yaratanınız katında bu sizin için daha hayırlıdır.. "[12] Muhammed
ümmetinin tevbesi ise, sadece kalben vazgeçmesi ve diliyle aff dilemesiyledir.
Keza geçmiş ümmetlere
sadece mabetlerde namaz kılmaları, oruçlarını yalnız akşamleyin açmaları,
sadece su ile temizlenebilmeleri, zekat olarak mallarının dörtte birini
vermeleri, namaz kılarken eski elbise giymeleri, ellerini boyunlarına
bağlamaları gibi hükümler farz kılınmıştı. Muhammet ümmetinden bu tür hükümler
kaldırılmıştır. Bunların kaldırılması bir hafifletmedir ve bir nevi ruhsattır.
Peygamber efendimiz kendisine ve ümmetine has kılınan ruhsatları sayarken:
"... yeryüzü bana mescid ve temiz kılınmıştır...”[13]
buyurmuştur.
Bunların bulunması
halinde, kuldan yükümlü olduğu hüküm düşer ve onun azimeti seçme İhtimali
kalmaz. Bunlar bir yönden mecazi ruhsatlara diğer yönden de hakiki ruhsatlara
benzemektedirler.
Zira bunların
bulunması halinde hüküm düşer ve azimeti seçme ihtimali kalmaz.
Bu yönden mecazi
ruhsatlara benzemektedirler. Diğer yandan bunların bulunmaması halinde hükmün
kendisi ve sebebi mevcut olur. Bu yönleriyle de gerçek ruhsatlara benzemektedirler.
Bunlara misal olarak
şunlar zikredilmektedir.
a. Yolcunun
dört rekatli namazları iki rekat kılması. Burada yolculuk dört rekatı ikiye
düşürmüştür. Şafiiler, bunu hakiki bir ruhsat saymışlardır.[14]
b.
Öldürülmekle tehdit edilen veya açlığından dolayı öleceğinden korkan bir
kişinin leş yemesi veya İçki İçmesi. Burada cebir ve zaruret leşin ve içkinin
haramhğını düşürmüştür. Şafii ve Ebu Yusuf, bunların da hakiki ruhsatlar
olduklarını söylemişlerdir.
Bu türden olan
ruhsatların hükmü: Hanefilere göre, öldürülmekle tehdit edilen veya açlığından
yahut susuzluğundan dolayı öleceğinden korkan bir kişiden leşin ve içkinin
haramlığı düşmüş olduğundan bunların canlarını kurtarmaları için bu şeylerden
yeme ve içmeleri gereklidir. Bunların azimeti seçmeye bîr imkanları yoktur.
İşte bu nedenledir ki bu durumda olan bir insan, leşi yemez veya içkiyi içmez
de Ölür veya öldürülür ise, günahkâr olur.[15]
Şafii ve Ebu Yusuf a göre ise müminin bu hallerde azimeti seçerek ölümü tercih
etme hakkı vardır. Bunu yapar da ölür veya öldürülür İse, günahkâr olmaz.[16]
c. Bir kısım
alimlere göre ayağına mest giyen insandan nıesh etme süresince ayağını yıkama
farzının düşmesi de hükmü düşüren ruhsatlardandır. Burada asıl hüküm ayakların
yıkanmasıdır. Mest giyen insandan yıkama hükmü düşmüş olur. Bazı alimler İse
bunu hükmü düşüren ruhsatlardan saymayıp hükmü serbest kılan ruhsatlardan
saymışlardır.
Ruhsatları,
hükümlerine göre caiz olan ruhsatlar, vacip olan ruhsatlar, caiz olmayan ruhsatlar
diye üç kısma ayırmak mümkündür.
Bazı hallerde ruhsatı
seçmek caizdir. Onu seçmek her hangi bir günahı İcab ettirmez. Bununla beraber
azimeti seçmek daha evladır. Takvaya vesile olur. Mesela, Öldürülmekle tehdit
edilen bir müslüman, ruhsatı seçerek, kalbi imanla dolu olmasına rağmen,
diliyle kâfir olduğunu söyleyip, öldürülmekten kurtulabilir.
Zira bu hususta Allah
Teala şöyle buyuruyor:
"Kim iman
ettikten sonra, Allah'ı inkâr eder, kalbini inkara açık tutarsa, Allah'ın gazabı
onların üzerinedir. Onlara büyük bir azap vardır. Kalbi imanla dolu olduğu halde
inkâra zorlanan hariç."[17]
Diğer yandan dininden
dönmesi için öldürülmekle tehdit edilen böyle bir müslümanın azimeti seçmesi
daha evladır. Öldürülürse şehid olur. Tahammül edip yaşarsa sevaba nail olur.
Bu hususta Allah Teala Hz. Lokman'm oğluna yapmış olduğu tavsiyeleri
naklederek buyuruyor ki: Lokman oğluna şöyle dedi: "Ey yavrum namazı
dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülüğe mani ol başına gelecek musibete sabret,
şüphesiz ki sabretmek işlerin azimetlerindendir."[18]
İslâm dini gelince Hz.
Ebu Bekir, Hz. Hatice ve Hz. Sa'd bin Ebi Vakkas dışında, önce köleler iman
etmişlerdir.[19] Kendilerine yapılan
işkenceler karşısında bazıları azimeti ve bazıları da ruhsatı seçmişlerdir.
Mesela Zeyd bin
Harise, Bilal bin Rebah, Amir bin Fuheyre, Ammar bin Yasir, Ubeyd bin Zeyd, Ebu
Fukeyhe (ra)ler ilk iman eden kölelerdendir. Bu hususta Ammar bin Yasir şöyle
diyor:
"Ben Resulullah'ın
Öyle bir zamanını biliyorum ki, onunla beraber müslüman olarak sadece beş
köle, iki kadın, bir de Ebu Bekir bulunuyordu."[20]
İşte bu mustaz'afların
İman ettiklerini gören müstekbir müşrikler, bunu içlerine sindiremeyip, kaba
kuvvete başvurmuşlar, günümüzde benzerleri müslümanlara yapılan bir çok
işkenceyi bu ilk müslümanlara yapmışlardır.
Daha sonra da İzah
edileceği üzere, işkenceye maruz kalan müslüman-lardan bazıları, ruhsatı seçip
müşriklerin ellerinden canlarını kurtarmışlardır. Ammar bin Yasir bunlardandır.
Diğer bazı müslümanlarsa azimeti seçmişler, işkencelere karşı sabretmişler ve
İslamın ilk şehidi olma şerefine nail olmuşlardır. Ammar'ın annesi Sümeyye
bunlardandır. Müşrikler Ammar'ın annesi Sümeyye'yi İki devenin arasına
bağlamışlar ve ona; "Sen, müslüman erkekler hoşuna gittiği için müslüman
oldun" diyerek işkence etmişlerdir. Sümeyye boyun eğmeyince müşrikler o
iffetli hanımın avret mahalline mızrak sokarak şehid etmişlerdir."[21]
Hubeyb bin Zeyd de bu
şehidi erdendir. Şöyle ki Museylimetu'l-Kezzab adlı mürted, Hubeyb bin Zeyd'e
"Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğuna şehadet ediyor musun?"
diye sorunca Hubeyb "Evet" demiş, Museylime; "Benim Allah'ın
Peygamberi olduğuma şahidlik eder misin?" deyince de Hubeyb
"kulaklarım duymuyor" cevabını vermiştir. Bunun üzerine Museylime Hubeyb'i
parça parça etmiştir.[22]
Resulullah, Hubeyb'in
bu haberini işitince; "Hak uğrunda parçalandı, ne mutlu ona”[23] buyurmuştur.
Çeşitli İşkencelere
katlanıp, buna rağmen, Allah dilemediği İçin katledilmeyen Hz. Bilal de bu
kahramanlardandır. Müşrikler ona çeşitli işkenceler etmişler, hatta Mekke'nin
sıcağında göğsüne büyük bir taş koyup, sokaklarında sürüklemişlerdir. Fakat
Bilal:
"Ehadun
Ehad" (Allah birdir, Allah birdir) sözlerini söylemeden geri durmamış ve
müşriklere: "Allah'a yemin olsun ki, eğer sizi bundan daha fazla
kızdıracak bir söz bilsem mutlaka söylerim"[24]
demiştir.
Bazı hallerde ruhsatı
seçmek mecburidir. Ruhsat almayıp azimeti seçen kişi günahkar olur. Açlıktan
öleceğinden korkan kimsenin açlığım gidermesi İçin domuz eti, leş ve kan gibi
haramlardan zaruret miktarı yemesi bu tür ruhsatlara bir misaldir.
Cumhur ulemaya göre,
bu hallere maruz kalan bir müslüman ruhsatı seçmek zorundadır. Mükellef
olmadığı azimeti seçer de ölür veya öldürülürse
günahkâr olur.[25] Zira
Allah Teala bu hususta şöyle buyuruyor:
"... Allah size
haram olan şeyleri açıklamıştır. Çaresiz olarak yemek zorunda kaldıklarınız
hariçtir.”[26]
Görüldüğü gibi,
çaresiz kalarak yenilen şeyler haramlar çerçevesinden çıkarılmış ve
mubahlardan sayılmıştır. Mubah olan bir şeyi yemeyip ölenin veya öldürülenin
günahkar olacağı muhakkaktır.
İmam Şafii ve İmam
Yusuf a göre ise, bu duruma düşen bir müslüman azimeti seçer, haram olan
şeylerden yemez ve İçmez de Ölürse günahkâr olmaz. Çünkü bu hallere maruz kalan
insanlardan azimet düşmüş değildir. Nitekim şu âyet-i celile bunu
göstermektedir:
"Şüphesiz ki
Allah size leşi, kanı, domuz etini, bir de Allah'dan başkası adına kesilenleri
haram kıldı. Bir kimse mecbur kalır, zaruret haddini aşmadan ve başkalarının
hakkına tecavüz etmeden yer ise ona günah yoktur. Şüphesiz ki Allah çok
bağışlayan ve çok merhamet edendir. "[27]
Görüldüğü gibi âyet-i
celilenin sonunda "ona günah yoktur, şüphesiz ki Allah çok bağışlayan, çok
merhamet edendir" ifadeleri zikredilmiştir. Bu da zaruret halinde olan bir
mükellefin bunları yapması durumunda günahkar olmayacağını, Allah'ın affına
mazhar olacağını gösterir. Azimetin düştüğüne delil olmaz. O halde azimeti
tercih edip bu haramlardan uzak kalan kişi elbetteki günahkar olmayacaktır.
Diğer yandan kullar bu
tür yasaklan aslında yapmamakla mükelleftirler. Bunların zaruret halinde
yapılabilmeleri bir İstisnadır. İstisnayı bırakıp asıl hükme uyanın günahkâr
olduğunu söylemek makul bir şey değildir.[28]
Bir kısım haller de
vardır ki, mükellef için artık bu hallerde ruhsat yoktur. Sebebler ne olursa
olsun, kişi azimeti seçmek zorundadır. Mesela, başkasını öldürmediği taktirde
Öldürülmekle tehdit edilen kişi, öldürülmesi istenen kişiyi öldüremez. İleride
açıklanacağı üzere bir müslümana: "Şu kişiyi öldür veya organlarından
birini kesip kopar, yoksa seni öldürürüz veya organlarından birini kesip
koparırız" şeklinde bir tehdit yapılacak olsa, tehdit edilen bu müslüman,
o kişiyi öldüremez veya bir organını kesemez. Keza zina yapmadığı taktirde
öldürülmekle tehdit edilen kişi zina yapamaz. Hanefî mezhebine göre, ölümle
tehdit edilen kişi anne-babasını az veya çok dö-vemez.
Azimet ve ruhsatın
hikmetlerinden biri de Allah Tealanın kullarını imtihan edip onları
birbirlerine tanıtması, gerçekten iman edenleri münafıklardan ayık-lamasıdır.
Böylece herkesin ne olduğu açığa çıkmış olsun. Müminler çevrelerindeki
insanlara layık oldukları şekilde davransınlar.
Allah Teala,
kullarının İman etmelerini emretmektedir. Bazı kulları buna İsteyerek uymakta,
diğerleri ise, bunu reddetmektedirler. Allah Teala reddedenlerin bazılarını
daha dünyada iken cezalandırır. Diğerlerinin cezasını ise ahirete bırakır.
Diğer yandan iman eden kullarını bazan bu imansızlar vasıtasıyla bazan da
vereceği çeşitli âfet ve musibetlerle imtihan etmektedir. İşte bu imtihanlar
vuku bulduğunda azimet ve ruhsat söz konusu olmaktadır.
Bu konuya girmeden
önce azimet ve ruhsatı seçmeye vesile olan imtihanların neden kaynaklandığına
ve bu imtihanlar karşısında insanların tarih boyunca nasıl davrandıklarına,
neticede ne gibi akıbete uğradıklarına kısaca değinmekte fayda görülmektedir.
Herkese malumdur ki,
Allah Teala bütün varlıkları kendisini bilmeleri ve kendisine kulluk etmeleri
için yaratmıştır. Nitekim bir âyet-i celilede şöyle buyu rulmaktadır:
"Ben cinleri ve
insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.”[29]
İnsanlar ve cinler
dışında bütün yaratıklar Allah'a boyun eğmekte ve yaratılış gayelerine uygun
bir surette O'na itaat etmektedirler. Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Yedi gök, yer ve
onlarda bulunan varlıklar, Allah'ı teşbih ve tenzih ederler. Aslında hiçbir şey
yok ki, Allah'ı hamd ile teşbih etmesin. Ne var ki, siz onların teşbih etmesini
anlamazsınız.”[30]
Fakat cüz'i iradeye
(bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücüne) sahip olan ve günah işleme
temayülünde olduğu için "ağır yüklü iki varhk" diye adlandırılan
insanoğlu ve cinler, Allah'a kulluk bakımından farklıdırlar. Bazıları mümin
diğerleri ise kafirdir.
Allah Teala, insan ve
cinden hiçbir varlığa mazeret ileri sürecek herhangi bir açık kapı bırakmayıp
kendisini tanıtacak bütün vasıtaları yaratmış ve göndermiştir:
Mesela, insanlara, iyi
olanı kötüden seçmeleri, doğruyu yanlıştan ayırde-debilmeleri, hayrı serden
seçebilmeleri için akıl gücünü vermiştir. Kur'an-ı Kerim'de onüç âyetin sonunda
"Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?"[31]
ifadesi zikredilmektedir. Yine Allah Teala insanlara kendi içlerinden
peygamberler göndermiş, bunlar vasıtasıyla ilahi nizamını onlara açıklamıştır.
Bir âyet-i celilede şöyle buyuruluyor: "Biz bir peygamber göndermedikçe
kimseye azab etmeyiz. "[32]
Ayrıca Allah Teala
peygamberlerin ömürleri sınırlı olduğundan onlardan sonra gelen insanların da
ilahi nurla bizzat muhatab olmaları için semavi kitaplar göndermiştir.
Bütün bu lütuflara
rağmen, yine de insanların çoğu şehvani arzularının kölesi olmaktan
kurtulamamış, dünyada açgözlülüğünü yenememiş ve şeytanın takipçisi
olmuşlardır. Neticede bunlar kendilerini yoktan var eden ve en güzel şekilde
yaratıp düşünme kabiliyeti veren yaratıcılarına karşı İsyan etmişler, hatta
akıl ve güçlerini ters yönlerde kullanarak onlara bu gücü vereni inkâra
kalkışmışlardır.
Allah Teala,
peygamberleri aracılığıyla bu tür insanları çeşitli yollarla uyarmış, iman
edenleri kurtarıp kafirleri yok etmiştir. Evet, Allah Teala'nın varlığını,
birliğini, mutlak kudrete sahip olduğunu ve sadece O'nun gönderdiği nizamın
geçerli olduğunu kabul etmeyenler, her zaman hüsrana uğramışlar, daha dünyada
iken bile ilahi azaba duçar olmuşlardır. İman edenler İse imtihanı kazanıp
dünya ve ahiretlerini mamur etmişlerdir. Kur'an-ı Kerim'İn çeşitli yerlerinde
kıssaları geçen Nuh, Ad, Semud ve Lut kavimleri Medyen halkı, Firavn ve
benzerleri bu tür helak edilen kâfir şımarıklardandır.
a. Nuh kavmi hakkında Allah Teala şöyle
buyuruyor:
"Doğrusu Biz,
Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. O, kavmine; şüphesiz ben, sîzin İçin
apaçık bir uyarıcıyım. Ancak Allah'a kulluk edin. Ben sizin için can yakıcı bir
günün azabından korkarım, dedi.”[33]
"Buna rağmen, Nuh'u
yalanladılar, Biz de Nuh ve Onunla beraber gemide olanları kurtardık.
Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar, gerçeği görmeyen kör
bir millet idiler."[34]
b. Ad kavmi
hakkında ise; "Ad kavmine de kardeşleri Hud'u peygamber olarak gönderdik.
Onlara şöyle dedi: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin İçin O'ndan başka bir
ilah yoktur. Allah'tan hiç korkmaz mısınız?"[35]
"Biz, Hud ve
beraberindekileri rahmetimizle kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanların da
kökünü kazıdık. Çünkü onlar, müminlerden değillerdi”[36]
buyurmuştur.
c. Semud Kavmi hakkında ise şöyle buyuruyor:
"Semud kavmine de
kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: Ey kavmim!
Allah'a kulluk edin. Sizin için ondan başka ilah yoktur. Size Rabbinizden
apaçık bir mucize gelmiştir. İşte Allah'ın şu dişi devesi size bir mucizedir.
Bırakın onu Allah'ın arzında otlasın. Ona bir kötülük yapmayın. Sonra can
yakıcı bir azaba uğrarsınız."[37]
"Deveyi kestiler ve böylece Rablerinin emrine isyan ettiler. Ve dediler ki
Ey Salih! Eğer gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit etmekte olduğun azabı
bizlere getir. "Bunun üzerine onları şiddetli bir sarsıntı yakalayıverdi
de evlerinde dizüstü kapanıp kaldılar."[38]
d. Lut kavmi
hakkında İse Allah Teala şöyle buyuruyor: "Lut'u da kavmine peygamber
olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: Sizden önce âlemlerden hiçbirinin
yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz? "Siz kadınları bırakıp da şehvetle
erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?" Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz.
"[39] "Lut
kavmine azab emrimiz gelince, yaşadıkları ülkenin altını üstüne çevirdik.
Üzerine Rabbin tarafından işaretlenmiş kızgın taşları sağanak halinde
yağdırdık. Bu azap, zalimlerden hiçbir zaman uzak değildir.”[40]
e. Medyen halkı hakkında da şöyle buyuruyor:
"Medyen halkına
da kardeşleri Şuayb'i peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: "Ey
kavmini! Allah'a kulluk edin. Sizin İçin ondan başka İlah yoktur."[41]
"Azab emrimiz gelince Şuayb'i ve onunla beraber iman edenleri rahmetimizle
kurtardık. Zalimleri ise korkunç bir çığlık yakaladı. Böylece yurtlarında
dizüstü yığılıp kaldılar."[42]
f. Firavun
ve topluluğu hakkında ise Allah Teala Şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Biz,
Musa'yı mucizelerimizle ve apaçık bir kuvvetle Firavun ve topluluğuna
peygamber olarak gönderdik. Fakat topluluğu Fi-ravna uydu. Oysa Firavun'un emri
doğruya ulaştırıcı değildL"[43]
"Musa, Firavuna en büyük mucizeyi gösterdi." Fakat Firavun yalanladı
ve isyan etti" "Sonra yüz çevirip fesad çıkarmaya girişti"
"İnsanları topladı ve haykırarak şöyle dedi: "Ben, sizin en yüce
Rabbinizim."[44]
"Bunun üzerine onları cezalandırdık. Ayetlerimizi yalanlamaları ve
onlardan gafil olmaları nedeniyle onları denizde boğduk. "[45]
Allah Teala Hud
Sûresi'nde geçmiş ümmetlerin nasıl cezalandırıldıklarını beyan ettikten sonra
şöyle buyuruyor:
"Rabbinin, zalim
olan ülkeleri yakaladığı zaman, yakalaması işte böyledir. Şüphesiz Rabbinin
yakalaması can yakıcıdır, şiddetlidir."[46]
Allah Teala kendisini
tanımayan şımarık kafirleri hep böyle cezalandırmıştır. Çağımızın firavunları,
karunlan bu tür cezalandırmalardan azade olduklarını sanmasınlar. Allah Teala
mühlet verir amma hiçbir zaman İhmal etmez. Azabın pek yakın olduğundan
korkulur. Zira günümüzde insanlık kafirliğin zirvesine ulaşmıştır. Bir yanda
Allah'ın varlığını İnkâra kalkışanlar, diğer yanda Allah'ın varlığını zahirde
kabulleniyor gibi görünen, fakat bütün ulu-hiyyet sıfatlarını İnsanlara isnad
eden yığınlarca insan bulunmaktadır. Hatta eskiden İslâm nizamıyla idare
edilen ve müslüman sayılan ülkelerde bile dinden çıkma esas sayılmış ve
müslüman olmak istisnayı teşkil eder olmuştur. Artık bu ülkelerde Allah nizamı
diye bir şey kalmamış, heykeller ilalılaş-tırılmış, kanunlar onların adına
konur olmuştur. İslâmî bir düşünce bile suç sayılıp cezalandırılmıştır. Artık
bu kavimlerin Ad veya Semud yahut Firavun kavimlerinden farkı nedir?
Diğer yandan Allah
Teala inatçı kafirleri böylece helak ettiği gibi, bunların döneminde yaşayan
müminleri de çeşitli imtihanlara tabi tutmuştur. Böylece Allah Teala gerçek
müminleri münafıklardan, zayıf imanlıları İmanı bütün olanlardan ayırır ve
müminlere gerçek imanlıları tanıtmış olur.
Bu tür imtihanlara
duçar olan müminlerin bazıları, azimeti seçip şehidlik derecesine ulaşırken,
diğer bazıları Allah'ın kendilerine müsaade ettiği ruhsatları seçerler ve
kendilerini kurtarıp dünya hayatına devam ederler. Bu iki grup dışında, mümin
göründükleri halde, iman etmemiş olan münafık güruh vardır ki kafirlere yaranıp
maddî çıkarlar elde edebilmek için, müminlerin imtihan edildikleri zamanlan
fırsat sayarak, kafirlerle beraber olur ve müminleri ele vermeye, onlara
çeşitli suçlar İsnad etmeye çalışırlar.
Aşağıda zikredilecek
olan âyetler müminlerin dünyada çeşitli imtihanlara tabi tutulacaklarını, zor
durumlarda ve sıkıntılı hallerde yaşayacaklarını ve ancak sabredenlerin
kurtuluşa erebileceklerini İfade etmektedir:
"Sizden
öncekilerin başlarına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden önce,
cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz. Onlara yoksulluk ve sıkıntılar dokunmuştu
ve şiddetle sarsılmışlardı. Öyle ki, Peygamber ve onunla beraber olanlar:
Allah'ın yardımı ne zaman gelecek? demişlerdi. Bilin ki Allah'ın yardımı pek
yakındır."[47]
"İnsanlar, sadece
İman ettik, demekle bırakılıp imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar?"
Doğrusu Biz, onlardan Öncekileri de İmtihan ettik. Allah elbette, sözüne sadık
olanları da bilir, yalancıları da bilir.”[48]
Yine Allah Teala
azimeti seçen müminlere işaretle buyuruyor ki; "İnsanlar onlara:
Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun, dediklerinde bu
onların imanını artırmıştır ve şöyle demişlerdir: AUah bize yeter, One güzel
vekildir."[49] "Yoksa Allah,
İçinizden cihad edenleri belirlemeden ve sabredenleri ortaya çıkarmadan
cennete gireceğinizi mi zannettiniz..."[50]
Evet, gerçek mümin,
kahramanlık ve yiğitlik simgesi olan "cihad etme" sıfatıyla bilinir.
Metanet ve Allah'a güvenin alameti olan 'sabııiıhk" vasfıyla tanınır.
Böylece bir mümin, korkaklıkla tedbiri birbirine karıştıran, dengesizlikle
kahramanlığı aynı kefeye koyan ürkek ve hırçın kişilerden pek uzaktır. O, canının
nerede verilmesi gerektiğini de bilir. Bütün baskı ve zorluklara karşı
sabretmesini de.
Allah Teala şu âyet-i
celilelerde de müminlerin tabi tutulacakları İmtihanların çeşitlerini beyan
ederek buyuruyor:
"Şüphesiz sizi,
biraz korku, açlık, mal ve can ve ürün eksikliğiyle imtihan edeceğiz. Ey
Muhammedi Sabredenleri müjdele." "Onlara bir musibet dokunduğu
zaman: Şüphesiz biz, AUah içiniz ve mutlaka O'na döneceğiz, derler. İşte
Rablerinin af ve rahmeti onlaradır. Doğru yolda bulunanlar da onlardır."[51]
"Şüphe yok ki siz
mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız, Sizden önce
kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan mutlaka birçok
eziyet verici söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız,
biliniz ki, bu azmi gerektiren işlerdendir,"[52]
Allah Teala imtihanlar
karşısında münafıkların nasıl tavır takındıklarını belirterek buyuruyor ki:
"İki topluluğun karşı karşıya geldiği günde size gelen musibet Allah'ın
izniyledir. Allah'ın müminleri ortaya çıkarması, münafıkları da belirtmesi
içindir. O münafıklara: Gelin Allah yolunda savaşın veya kendinizi savunun
denildiği zaman şöyle derler: Biz savaşmayı bilseydik size tabi olurduk. O gün
onlar kafirliğe, imandan daha yakındılar. Kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle
söylüyorlar. Allah onların gizlediklerini çok iyi bilir."[53]
Heyhat! Münafıklar
imtihanlarından Öğüt alsınlar! Allah Teala'nın da bildirdiği gibi onlar ne
yaptıklarından vazgeçerler ne de başlarına gelen felaketi düşünürler!
"Onlar hiç
görmüyorlar mı ki, yılda bir veya iki defa İmtihan oluyorlar, yine de tevbe
etmiyor ve öğüt almıyorlar."[54]
Konumuz ahkamı şeriyye
ile ilgili olarak azimet ve ruhsattır. Bu konulara sebeb teşkil eden
"ikrah", "zaruret", "nefsi müdafaa" ve bezeri
mevzular bilinmedikçe azimet ve ruhsatı gereği gibi bilmek mümkün değildir. Bu
itibarla önce ikrah, sonra zaruret, daha sonra nefsi müdafaa konularının
işle-nilmesi ve bunlar çerçevesinde neyin azimet ve neyin de ruhsat olduğunun
misallerle ortaya konması zarureti hasıl olmuştur.
[1] Bu hususta, "Bedaî es-Sanaî" adlı eserin
sahibi Hanefi fıkıh çıkıntıdan Alaaddin Ka-şani şunları söylemektedir:
"Eğer bir kadın erkek doktorun bakması haram olan bir yerinden hasta
olursa, onu tedavi etmeyi biten bir kadın tedavi eder. Tedavi etmesini bilmiyorsa,
öğrenir sonra tedavi eder.
Şayet tedavi etmesini bilen veya öğrenen bir kadın bulunmaz ise ve hasta
kadının helak olacağından veya sakat kalacağından yahut tahammül edilemeyecek
bir acıya maruz kalacağından korkulursa, işte o zaman erkek bir doktor, bu
kadını tedavi edebilir. Fakat sadece tedavi etmesi gereken yeri açabilir ve
gücü yettiği ölçüde gözünü kapar. Çünkü şer'an haranı olan şeylerin haramhğı
zaruret halinde düşer. Fakat zaruret miktarı aşılamaz. Zira hükmün asıl
dayanağı zarurettir. Zaruret olmayan yerde helal kıldığı hükmü de yoktur.
(Bkz. Bedâi es-Sanaî, c. VI, sn. 2962, Matbaatı İmam, Kahire, Mısır).
[2] Zikredilen bu misalde oruç tutup veya tutmama serbest
ise de bu iki şık tam eşit değildir. Ebu Hanife, Şafii ve İmanı Malİk'e göre
oruç tutmaya gücü yeten yolcu veya hastanın oruç tutmaları daha evlâdır. Zira
Allah Teala; "... Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha
evladır." (Bakara, 184) buyurmuştur. Şayet yolcu veya hasta oruç tutmada
zorlanıyorlarsa bunların oruçlarını yemeleri daha evladır. Zira Allah Teala:
"Allah size kolaylık diler. Zorluk dilemez." (Bakara, 185) buyurmuştur.
İmam Ahmed bin Hanbele göre ise, her halükarda Ramazanda yolcu veya
hastanın oruç tutmamaları daha evladır. Zira Resulullah bir hadis-i şerifinde
şöyle buyurmuştur. "Allah yasakladığı şeylerin yapılmamasını sevdiği
kadar, ruhsat verdiği şeylerin de yapılmasını sever." (Müsned, îmanı
Ahmed, c. II, sh. 108)
[3] Bakara, 54
[4] Nesei, Kit. Buyu, bab: 60; Tirmizi, Kit. Buyu, bab:
13, hn. 1232-1233; EbuDavud, Kit. Buyu, bab: 70, hn. 3503
[5] Ebu Davud, Kir Buyu, bab: 70, İm. 3504; Nesei, Kit.
Buyu, 60; Tirmizi, Kit. Buyu, bab: 19, hn. 1234
[6] Nabatlar, asılları arap sonra Araplıklarını kaybeden,
dillerini ve dinlerini değiştiren. Şanı ve civarında yaşayan hristiyan oldukları
söylenen ve tarımla meşgul olan insanlardır.
[7] Buharı, Kit. Selem, bab: "
[8] Buharı, Kit. Selem, bab: 21; Ebu Davud, Kir. Buyu.
bab: 57, hn. 3464; Nesei, Kit. Buyu, bab: 62; İbn Mace, Kit. Ticaret, bab: 59;
lın. 2282
[9] Buharı, Kit. Selem bab: 3; Ebu Davud, Kit. Buyu, bab:
57, hn. 3464; Nesei, Kit. Buyu, bab: 62
[10] Buharı, Kit. Selem, bab: 1-7; Müslim, Kit. Musakat,
bab: 127, hn. 604; Nesei, Kit. Buyu, bab: 63: Ebu Davud, Kit. Buyu, bab: 57,
hn. 3463; İbn Mace, Kit. el-ticarat, bab: 59; lın. 2280
[11] Zira yolcu iken orucu yemek bir kolaylık sağlıyorsa
da, bütün insanlar oruç tutarken oruç tutması, tek başına oruç tutmasından
daha kolaydır. Bu itibarla misafirin orucu yiyebilme ruhsatı kolaylığa mı
yoksa zorluğa mı sebeb olur, bilinmemektedir ki "misafir kolayı
seçsin" denilebilsin.
[12] Bakara, 52.
[13] Buharı Kit. Teyemmüm, bab: 1, Kİt. Salat, bab: 56,
Müslim, Kit. Mesacid, bab: 3, hn. 521
[14] Hanefiler, yolculukta dört rekatli farzları iki rekat
olarak kılmayı "asıl hükmü düşüren" ruhsatlardan saymışlar ve misafirin
azimeti seçerek dört rekat kılamayaca-ğını söylemişlerdir. Zira Ya'la bin
Ünıeyye diyor ki: "Ben Ömer bin Hattab'a dedim kî: Allah Teala;
"Yeryüzünde yolculuğa çıktığınız zaman, kafirlerin size fenalık
yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur"
buyuruyor (Nisa, 101) Bıı gün ise, insanlar güven içindeler, korku yoktur
(namaz niçin kısaltılıyor) Ömer şöyle dedi: "Senin hayret ettiğin bu şeye
ben de hayret etmiştim ve bunu Resulullah'tan sormuştum. O bana şu cevabı
vermişti: "Bu Allah'ın size vermiş olduğu bir sadakadır. Onun sadakasını
kabul edin." (Müslim, Kit. Misafirin, bab: 4, hn. 686; Ebu Davud, Kit.
Salat, bab: 271, hn. 1199; Tirmizi, Kit. Tefsir, sure 4, hn. 3037) hadis-i
şerif yolculuğun düşürücü ruhsatlardan olduğunu göstermektedir.
Şafii ise; yolculukta dört rekath farzları iki rekat olarak kılmayı
"gerçek ruhsatlardan" saymış ve "yolcunun" iki rekat
kılmasına ruhsat vardır. Ancak azimeti seçerek dört rekat kılması daha evladır
demiştir. Zira Allah Teala: "Yeryüzünde yolculuğa çıktığınız zaman
kafirlerin size fenalık yapmalarından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir
günah yoktur," buyurmaktadır. "Size bir günah yoktur" ifadesi
yolcunun namazı kısaltmasına izin verildiğini gösterir. Kısaltmakla yükümlü
olduğunu göstermez. Bu da azimeti seçip namazı tam olarak kılmasının daha evla
olduğunu ifade eder. Hanefiler, Safilere cevaben şöyle demişlerdir:
"Ayetteki «bir günah yoktur» ifadesi müminlerin gönlünü hoşnut etmek için
zikredilmiştir. Zira onların kalbine namazı kısaltmadan dolayı bir kusur
işledikleri hissi gelmiş olabilir. Ayet-i kerime bunu bertaraf etmiş ve namazı
kısaltmanın günah olmadığını beyan etmiştir."
[15] Zira bu hususta Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Allah size haram olan şeyleri geniş olarak açıklamıştır. Mecbur kalma
durumunuz hariçtir..." (En'am, 119). Ayeti kerimede mecbur kalma durumu
haramlardan istisna edilmiştir. Bu da mecbur kalandan bu haramların düştüğünü
ve mubah olduğunu gösterir. Kişi kendisine mubah olan bu şeyleri bırakır da
ölür veya öldürülür İse, günahkar olur.
[16] Zira Allah Teala diğer bir ayette şöyle buyurmaktadır:
"Allah size, ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına
kesileni haram kıldı. Bîr kimse mecbur kalır zaruret haddini aşmadan ve
başkalarının hakkına tecavüz etmeden bunlardan yer ise, ona günah yoktur.
Şüphesiz Allah çok affedendir ve çok merhamet edendir." (Bakara, 173)- /
... Ayetteki 'Allah çok affedendir" ifadesi, burada zikredilen haramların
haranıiığının düşmediğini ancak zaruret halinde bulunanın bunlardan yemesi
durumunda hesaba çekilmeyeceğini lıeyan etmektedir. Bu da bu haramları yemenin
azimet olduğunu ve bunu seçenin günahkâr olmayacağını ifade eder. Hanefiler,
ayetteki "Allah çok affedendir" ifadesinin haramlardan yiyen aç
kişinin zaruret miktarını tesbitte hata etmesi halinde Allah'ın onu
affedeceğini beyan ettiğini söylemişler ve bu ifadenin: "Bu haramlar
mecbur kalan insandan düşmez" sonucunu çıkarmanın doğru olamayacağını
beyan etmişlerdir.
[17] Nahl, 106
[18] Lokman, 17
[19] Buhari, Kit. Fadail, bab: 15
[20] Bukari, Kit. Fedaİl Eshab-ı Nebi, bab: 5. Buradaki
kölelerin Zeyd, Amir, Ebu Fukeyhe, Ubeyd ve Bilal oldukları, kadınların da Hz.
Hatice ve Ummul Fadl veya Um-mu Eynıen yahut Sümeyye oldukları
zikredilmektedir. (Bkz. Umdetu'l-Kari, c. XVI, sh. 179)
[21] Tefsir el-Kurtubi, c. X, sh. 180, Daru'l Kütüb, Kahire
baskısı; Tefsir Ruhu'l-Meanİ, c. XIV, sh. 237, İdaretu'l-Muniriyye, Kahire
baskısı.
[22] Fizilalİ'l-Kuran, c. XIV, sh. 102, Daru'l-Arabiyye,
Beyrut baskısı
[23] Ruhul Meani, c. XIV, sh. 238
[24] el-Müstedrek li'l Hakim, c. III, sh. 284, bab:
Menakıb-ı Bilal; Fizilali'l-Kur'an, c. XIV, sh. 102
[25] Bkz. Fıkıh Usulü, M. Ebu Zehra, sh. 53, Daru't-Tebliğ,
İst; Haşiyetu Şerki't-Menâr, sh. 602-603
[26] En'am, 119
[27] Bakara, 173
[28] Haşiyetu Şerhu'l Menar, sh. 603, Daru's-Saade baskısı.
[29] Zariyat, 56
[30] İsra, 44
[31] Bakara, 44, 76; Ali İınran, 67 vd.
[32] İsra, 15
[33] Hud, 25-26
[34] Araf, 64
[35] Araf, 65
[36] Araf, 72
[37] Araf, 73
[38] Araf, 77-78
[39] Araf, 80-81
[40] Hud, 82-83
[41] Araf, 85
[42] Hud, 94
[43] Hud, 96-97
[44] Naziat, 20-24
[45] Araf, 136
[46] Hud, 102
[47] Bakara, 214
[48] Ankebut, 2-3
[49] Ali İmran, 173
[50] Ali İmran, 142
[51] Bakara, 155-157
[52] Ali İmran, 186
[53] Ali İmran, 166-167
[54] Tevbe, 126