İSLAM DİNİNDEN ÇIKMAYA ZORLAMAK
1. İslâm Dininden Çıkmaya Zorlananın Azimeti Seçmesi:
A. Bizden Önceki Cim metlerden Azimeti Tercih Edenler:
B. Muhammed Ümmetinden Azimeti Tercih Edenler:
2. İslâm'dan Dönmeye Zorlananın Ruhsatı Tercih Etmesi:
İkrah Karşısında Dinini Değiştiren:
Mezheblere Göre Dinden Çıkmaya Zorlananın Hükmü
İnsanlık tarihi
boyunca hak ve batıl savaşı sürüp gitmektedir. Bu savaş Hz. Adem'in oğulları Habil
ve Kabil İle başlamış ve günümüze kadar devam etmektedir. Bazen batıl
güçlenmiş hakkı sindirmeye çalışmışsa da eninde sonunda hak galip gelip
batılın beynini ezmiştir. "Ey Muhammedi De ki: Hak geldi, batıl yok oldu.
Elbette batıl yok olmaya mahkumdur."[1]
Günümüzde de batıl,
rejimleriyle, yasalarıyla, putçuluklan. ile, askeri ve polisiye güçleri ile son
derece şımarmış, kendisine karşı çıkma cesaretini gösteren müminleri ezmeye,
sindirmeye, basın ve yayın yoluyla ifsad edip dinlerinden döndürmeye yoğun bir
şekilde girişmişlerdir. Bu kafirler, zulmün zirvesine ulaşmış ve hakkın
sillesini beklemektedir. Bu çok açıktır. Ancak merakı mucib olan hususlar
şunlardır. Acaba bu müslümanlar dinlerinden dönmeye ne zaman son verecekler?
Hakkın sillesini batıla hangi kahraman müslüman indirecektir? Kendilerini
müslüman sayan gafiller güruhu ne zaman uyanacaktır? Bu soruların cevabını
herşeyi bilen Allah Teala'ya havale ederiz ve deriz ki: Zorla dininden
döndürülmeye mecbur edilen bir müslüman canından korkacak olursa iki yoldan
birini seçmekte serbesttir:
a. Dilerse
azimeti seçer, tağutların şımarmalarını engeller ve canını yaratıcısına teslim
ederek şehidlik mertebesine erişmiş olur.
b. İsterse,
Allah'ın kendisine tanıdığı ruhsatı seçer, kalbi imanla dolu olduğu halde
lisanen dinden çıktığını söyler, dünya hayatına devam eder ve günahkar da
olmaz.
İslâm'ın ilk
şehidlerinden olan Hz. Sümeyye birinci yolu seçmiş ve oğlu Hz. Ammar da ikinci
şıkkı seçmiştir. Şu âyet-i celilenin Ammar hakkında indiği rivayet
edilmektedir: "Kalbi iman ile mamur olduğu halde, inkara zorlanan hariç,
kim iman ettikten sonra, Allah'ı inkar eder, kalbini inkara açık tutarsa,
Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir azap vardır."[2]
Geçmiş ümmetlerden ve
ümmeti Muhammed'den azimeti tercih edenlerin misali pek çoktur.
a. Firavunun Sihirbazları: Rablik iddia eden
Firavunun tehditlerine rağmen sihirbazlar, Hz. Musa'ya ve getirdiği Hak dine
iman etmişler ve Kur'an-ı Kerim'in bizlere anlattığı şu metaneti gösterip şehid
edilmişlerdir: "Musa'nın asası bütün sihirleri yutunca, sihirbazlar
secdeye kapandılar. Biz Harun ve Musa'nın Rabbine iman ettik, dediler. Firavun
sihirbazlara; benden izinsiz Musa'ya iman ettiniz ha! O, size sihir öğreten
büyüğü-nüzdür. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Sizi muhakkak
hurma dallarına asacağım. O zaman hangimizin azabı daha şiddetli ve daha
sürekliymiş bileceksiniz, dedi. İman eden sihirbazlar da şu cevabı verdiler;
elbette, seni bize gelen mucizelere ve bizi yaratana tercih etmeyiz. Sen
yapacağını yap. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilir ve onu sona
erdirebilirsin." "Şüphesiz ki biz Rabbimize iman ettik. Böylece
geçmiş günahlarımızı ve "O", bize zorla yaptırdığın sihri bağışlasın.
Allah'ın mükafatı daha hayırlı ve daha devamlıdır." "Şüphesiz
Rabbinin huzuruna suçlu olarak çıkanın cezası cehennemdir, o orada ne ölür, ne
de yaşar. "[3]
b. Ashab-ı Uhdut:
Bunlar, zamanlarındaki hükümdarın tağutluğunu reddederek Allah'a iman eden,
dinlerinden dönmedikleri için, çukurlar kazılıp içinde ateşler yakılarak ateş
çukurlarına atılan ve azimeti seçen kahraman müminlerdi. Allah Teala Kur'an-ı
Kerimde bizlere bunları tanıtarak buyuruyor ki: "İçi yanan ateşlerle dolu
o hendekleri kazanlar kahrolsun. Çünkü onlar, ateşin çevresine oturmuş,
müminlere yaptıkları azabı seyrediyorlardı. Onların müminlere kin
bağlamalarının sebebi, sadece müminlerin her şeye galip övülmeye layık göklerin
ve yerin sahibi olan Allah'a iman etmeleriydi. Allah, her şeye şahiddir. Mümin
erkek ve mümin kadınlara dinlerinden döndürmek İçin işkence yapıp, sonra da
tevbe etmeyenlere cehennem azabı vardır. Onlar için çok yakıcı bir azab
vardır."[4]
Mekke döneminde iken,
müslümanlar çeşitli işkencelere maruz kaldıkları İçin Peygamberimizden (sav)
Allah'tan yardım dileğinde bulunmasını istemişler. O da Ashab-ı Uhdud gibi
İşkencelere karşı metanet gösterenleri misal vermiş ve sabretmelerini
istemiştir.
Habbab bin Eret diyor
ki: "Resulullah (sav) Kâ'be'nin gölgesinde hırkasını yastık etmiş
yaslanıp dururken ona: "Bize yardım dilemez misin? Bize dua etmez
misin?" dedik. O da bize şu cevabı verdi: "Sizden önceki ümmetlerde,
kişi götürülüyor, çukur kazılıp içine atılıyordu, sonra testere getiriliyor,
başına koyulup iki parçaya biçiliyordu. Etinin altındaki sinir ve kemikleri
demir taraklarla taranıyordu. Yine de bu durum onu dininden alıkoymuyordu.
Allah'a yemin olsun ki, bu iş mutlaka tamamlanacaktır. Öyle ki yolcu, San'a'dan
Hadramut'a gidecek, sadece Allah'tan bir de sürüsü için kurttan korkar
olacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz.”[5]
a.
Resulullah'ın müezzini Hz. Bilal bin Rebah: Hz. Bilal, Cumah oğullarının
yanında doğup büyümüştü ve onların kölesiydi. Bilâl kalbi pak olan samimi
müslümanlardandı.
Ümeyye bin Halef,
öğlenin kızgın sıcağında onu, Mekke'nin kuru vadisi olan Betha'ya çıkarıp ve
oraya atıyordu. Sonra göğsünün üzerine büyük bir kayanın konulmasını emrediyor
ve şöyle diyordu: "Hayır, Vallahi ya Muham-med'i inkâr edip Lat ve Uzza
adlı putlara taparsın veya ölünceye kadar böyle devam edersin". Hz. Bilal,
bu halde iken ona: "Allah birdir, Allah birdir" diye cevap
veriyordu.
Nihayet bir gün,
müşrikler Bilal'e aynı şeyleri yaparken oradan Hz. Ebu Bekir es-Sıddık geçti.
Ebu Bekir'in evi Cumah oğullarının oturdukları mahallede idi. Ebu Bekir Umeyye
bin Halefe şöyle dedi: "Bu zavallı için Allah'tan korkmuyor musunuz? Ne
zamana kadar bu böyle devam edecektir?"
Umeyye: "Bunu sen
ifsad ettin. Şimdi gel onu bu halden sen kurtar" cevabını verdi.
Ebu Bekir: "Olur.
Benim siyah bir oğlum (kölem) var. O bundan daha dayanıklı ve daha
kuvvetlidir. Aynı zamanda senin dininden. Buna karşılık sana onu vereyim"
dedi. Umeyye: "Kabul ettim" dedi.
Ebu Bekir: "Al,
bu senin olsun" dedi. Ve kölesini verdi, Bilal'ı aldı ve azad etti."[6]
Abdullah bin Mes'ud
diyor ki: "İlk defa müslüman olduğunu açığa vuran sadece yedi kişiydi. Bunlar:
Resulullah (sav), Ebu Bekir, Ammar bin Yasir, annesi Sümeyye, Suheyb er-Rumi,
Bilal ve Mikdad (ra)dı.
Allah Teala,
Resulullah'ı amcası Ebu Talib vasıtasıyla muhafaza etti. Ebu Bekir'i akrabaları
aracılığıyla korudu. Diğerlerini ise, müşrikler yakalayıp demirden zırhlar
giydiriyor ve onları güneşin sıcağı altında adeta eritiyorlardı. Neticede hepsi
müşriklerin kendilerinden istediklerini yaptılar. Bilal hariç, Zira Bilal,
Allah yolunda canını esirgemiyor ve ona hiç değer vermiyordu. Kendisini koruyacak
olan kavmi de onu hiç önemsemiyorlar ve basit biri görüyorlardı.
Bir defasında
müşrikler, Bilal'i yakalayıp götürdüler. Onu bağlayıp çocuklara verdiler.
Çocuklar onu, Mekke vadilerinde sürükleyip duruyorlardı. Bilal ise;
"Allah birdir, Allah birdir (ehadun ehad) diyordu.[7]
Diğer bir rivayette:
"İlk defa müslüman olduğunu açığa vuran yedi kişiydi: Bunlar; Resulullah
(sav), Ebu Bekir, Bilal, Habbab, Suheyb, Ammar, annesi Sümeyye idi.
Resulullah'ı amcası Ebu Talİb müşriklerden korudu. Ebu Bekir'i kavmi savundu.
Diğer müslümanları İse, müşrikler yakalayıp götürdüler. Onlara demir zırhlar
giydirdiler, sonra onları güneşin sıcağı altında adeta eritmeye terkettiler.
Öyle ki kızgın demir zırhları ve güneşin sıcağı onları son derece bitkin bir
hale getirmişti. Nihayet akşam oldu. Yanlarına elindeki mızrakıyla Ebu Cehil
geldi. Onlara sövüyor ve onları tahkir ediyordu. Ebu Cehil, Hz. Sümeyye'nin
yanına varıp ona sövmeye ve küfretmeye girişti. Sonra elindeki mızrağı onun
edeb yerinden sokup ağzından çıkardı ve onu öldürdü. (Allah Sümeye'den razı
olsun)
Diğer müslümanlar ise,
kendilerinden istenileni söylemek zorunda kaldılar. Ancak Bilal hariç. Çünkü
Bilal, Allah yolunda canını esirgemiyor ve ona
değer vermiyordu.
Müşrikler ona işkence
ediyor ve "Dininden dön" diyorlardı. Bilal ise, Ehadun ehad (Allah
birdir, Allah birdir) diyordu. Müşrikler İşkence etmekten usandılar. Onu
bağladıktan sonra boğazına bir İp takıp çocuklara verdiler. Çocuklar, Bilal'ı
Mekke tepelerinde sürükleyip durdular. Nihayet onlar da bezdiler ve Bilal'ı
bıraktılar.
Ammar bin Yasir diyor
ki: "Eğer Allah yardımımıza koşmasaydı halimiz perişandı. Çünkü hepimiz,
müşriklerin bizden istediklerini söyledik. Sadece Bilal hariç. Zira Bilal,
Allah yolunda canını esirgemiyor, kavmi de ona değer vermiyordu. Nihayet
müşrikler onu bıraktı.[8]
b. İslâm'ın
İlk şehidi Hz. Sümeyye, onun oğlu Ammar ve kocası Yasir: Hz. Ammar, ailesiyle
birlikte mülüman olmuş, müşrikler tarafından çeşitli işkenceler gördükten
sonra Habeşistan'a hicret etmiştir. Bedir savaşında başarılı bir imtihan
vermiş, Yemame gününde çarpışma neticesinde kulağı kesilmiştir. Amar, 90
yaşının üzerinde iken Sıffin savaşında şehid edilmiştir. Ammar ailesi için şu
hadisler rivayet edilmiştir:
Mücahid diyor ki:
"İslâm'ın ilk şehidi, Ammar'ın annesi Sümeyye'dir. Onu, edeb yerine mızrak
sokarak Ebu Cehil şehid etmişti.[9]
İbni İshak diyor ki:
Müşriklerden olan Mahzumoğullan tam Öğlenin sıcağında müslüman bir aile olan
Ammar'ı, babası Yasİr'i ve annesi Sümeyye'yi dışarı çıkarıyorlar ve bunlara Mekke'nin
sıcak kumlan üzerinde işkence ediyorlardı. Resulullah (sav) bunların yanından
geçerken onlara şöyle diyordu: "Ey Yasir ailesi sabredin. Buluşacağınız
yer cennettir." Ammar'ın annesi İslâm'dan dönmediği İçin müşrikler
tarafından öldürüldü.[10]
Hz. Osman diyor ki:
"Resulullah (sav) ile elele tutuşarak Betha'da (Mekke'nin kuru bir
vadisidir) dolaşıyorduk. Resulullah kendilerine İşkence yapılan Ammar, babası
Yasir ve annesi Sümeyye'nin yanına uğradı. Ammar'ın babası şöyle dedi: "Ey
Allah'ın Rasulü, dünya işte böyle." Resulullah ona şu cevabı verdi:
"Sabret" sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım. Sen Yasir ailesini bağışla.
Ya Rab Sen bu dileğimi yerine getirdin (veya getir)."[11]
Diğer bir rivayette
Hz. Osman diyor ki: "Resulullah'ın (sav) Ammar'ın babası, annesi ve
kendisine şöyle dediğini işittim:
"Ey Yasir ailesi
sabredin. Buluşacağınız yer cennettir.”[12]
Bu hadisi Taberani de
Hz. Cabir'den (ra) rivayet etmektedir.[13]
Amr bin Meymun diyor
ki: "Müşrikler Ammar bin Yasir'i ateşle dağlıyorlardı. Resulullah yanma
varıp elini onun başına sürüyor ve ona şöyle buyu-ruyordu: "Ey ateş!
İbrahim (as) için nasıl ki soğuyup esenlik oldunsa Ammar için de öyle soğuyup
esenlik ol! Ammar! Seni azgın bir güruh öldürecektir.”[14]
Hani bin Hani diyor
ki: "Ammar bin Yasir Hz. Ali'nin yanına geldi. Ali (ra) ona şöyle dedi:
"Merhaba ey güzel, temiz olan ve arındırılıp güzelleştirilen.
Resulullah'ın senin hakkında şöyle buyurduğunu İşittim: "Ammar, iliklerine
kadar iman ile doludur.”[15]
Görüldüğü gibi çeşitli
İşkenceler karşısında metanet gösterip sabreden Yasir ailesi Resulullah (sav)
tarafından Cennet ile müjdelenmiş ve çeşitli övgülere layık olmuşlardır. Bu da
azimeti seçenlerin üstünlüğünü, canlarını feda ettikleri taktirde şehid
olacaklarını bildirmektedir.
c. Habbab
bin el-Eret (ra): Ebu Leyla der ki: Habbab bir gün halife Ömer bin Hattab'ın
yanına geldi. Ömer (ra) şöyle dedi: "Yaklaş, bu meclise Am-mar'ın dışında
senden daha layık kimse yoktur." Bunun üzerine Habbab sırtını açıp
müşriklerin kendisine yaptıkları işkencelerin izlerini gösterdi."[16]
Diğer bir rivayette
şunlar zikredilmektedir: "Habbab, Hz. Ömer'in yanına gelince Ömer, onu
yerine oturtturmuş ve şunları söylemiştir. Bu mecliste bir kişi hariç bu
zattan daha layık biri yeryüzünde bulunmamaktadır. Bunun üzerine Habbab: Ey müminlerin
emiri! İstisna ettiğin o kişi kimdir? dedi. Hz. Ömer: O Bilal'dir, dedi.
Habbab: Bilal'in benden fazla işkence gördüğünü sanmıyorum. Çünkü Allah
Bilal'e kendisini müşriklere karşı savunacak bir kısım insanları vesile
kılmıştı. Benim ise, yapılan işkencelere engel olacak kimsem yoktu. Bir gün
beni aniden yakalayıp götürdüler. Ateş yakarak beni üzerine yıktılar. Sonra
bir adam gelip ayağını göğsüme koydu. Ben ateşten ancak sırtımla kurtuldum.
Sonra Habbab sırtını açtı ve sırtının pu! pul olduğu görüldü."[17]
d. Ebu Zer
el-Ğıfari: Ebu Zer, sahabe-i kiram arasında mütevazi yaşantısıyla ve yumuşak
kalbliliğiyle meşhur olan bir zattır. Hatta bir defasında Peygamber
efendimiz'den idarecilik istediğinde, Peygamber efendimiz O'na, "Bu iş senin
işin değildir" şeklinde cevap vermiştir.[18] İşte
bu kadar ince ruhluluğu ile tanınan Ebu Zerr, müşriklerin karşısında göz
kırpmamış, ulu orta Allah'ın birliğini haykırmıştır. Bu hususta Abdullah bin
Abbas diyor ki: "Resulullah'ın Peygamber olarak gönderildiği Ebu Zer'e
ulaşınca, o kardeşine şöyle dedi: Şu Mekke vadisine git. Kendisine gökten
haber geldiği ve peygamber olduğu kanaatinde olan şu zatın ne olduğunu öğren.
O'nu dinle ve gel. Bunun üzerine Ebu Zerr'in kardeşi hareket edip Mekke'ye
geldi. Resulullah'ı (sav) dinledikten sonra Ebu Zerr'e dönüp şunları söyledi:
"Ben o zatı, iyi ahlakı emreden ve şiire benzemeyen sözleri söyleyen biri
olarak buldum." Ebu Zer; "sen beni tam aydınlatıp, arzuladığım şifaya
kavuşturamadm" dedi. Ebu Zer, azığını alıp matarasına su doldurduktan
sonra Mekke'ye geldi. Kabe'ye vardı. Resulullah'ı araştırdı. O Resulullah'ı
tanımıyordu. Resulullah'ı herhangi bir kişiden sormayı da istemiyordu. Böyle
devam ederken gece oldu. Ebu Zerr'i Hz. Ali gördü. Onun yabancı olduğunu anladı.
Bunun üzerine Ebu Zerr, Hz. Ali'nin peşinden gitti. Bunlar, beraber
sabahlamalarına rağmen birbirlerinden herhangi bir şey sormadılar. Sabahleyin,
Ebu Zerr, matarasını ve azığını alarak tekrar Ka'be'ye gitti. O günü de
Resulullah'ı (sav) görmeden orada geçirdi. Akşam olunca tekrar önceki gece
yattığı yere gitti. Ali (ra) onun yanına uğradı ve şöyle dedi: "Bu adam,
konaklayacağı yeri daha bilmedi mi?" Adamı alıp beraber gittiler. Yine
birbirlerine bir şey sormadılar. Üçüncü gün de yine Ali (ra) onu takib etti.
Onu kaldırıp götürürken şunu sordu: "Bana, buraya niçin geldiğini
söylemez misin?" Ebu Zerr, "Eğer bana yol göstereceğine dair, kesin
söz verir ve ahidde bulunursan niçin geldiğimi sana söylerim." dedi. Hz.
Ali söz verdi. Ebu Zerr'de durumu anlattı. Hz. Ali ona "Bu söylenenler
doğru. O, Allah'ın Rasulü'dür. Sabah olunca sen beni takib et. Ben senin için
tehlike hissettiğim taktirde hemen su döküyorcasına (ab-destimi bozuyormuş
gibi) dururum. Şayet devam edersem beni takib et, gireceğim yere gir"
dedi. Ebu Zerr, bunları kabul etti. Hz. Ali'yi takip etti. Hz. Ali, Resulullah
(sav)'ın yanına girdi. Ebu Zerr de O'nun arkasından içeriye girdi. Resulullah
(sav)'tn sözlerini dinledi ve orada müslüman oldu.
Peygamber efendimiz
ona; "kavmine dön. Benim sana emrim gelinceye kadar onlara tebliğ etmeye
devam et" dedi. Ebu Zerr "canım kudret elinde olan Allah'a yemin
olsun ki, ben müşriklerin içinde hakkı haykıracağım" dedi. Resulullah'ın
yanından çıkıp Mescid-i Haram'a geldi. Sesinin çıkabildiği kadarıyla:
"Eşhedü en lailahe illallah ve eşhedii enne Muhammeden Resulullah"
diye bağırdı. Bunun üzerine orada bulunan müşrikler başına toplanıp ona
vurmaya başladılar. Ve onu döve döve yere yıktılar. Orada bulunan Abbas, Ebu
Zerr'İn üzerine kapandı ve şöyle dedi: "Vay halinize. Siz bunun Gıfar
kabilesinden olduğunu ve Şam'a giden tacirlerinizin yolunun bu kabilenin
İçinden geçtiğini bilmiyor musunuz? Abbas, Ebu Zerr'İ bu müşriklerin elinden
kurtardı. Fakat Ebu Zerr, ertesi gün aynı şeyi yaptı. Yine müşrikler onu
döverek yere yıktılar. Bu defa da Abbas üzerine kapanarak onu müşriklerden
kurtardı. "[19]
Başka bir rivayette
şunlar zikredilmektedir:
Ebu Zerr diyor ki:
"Kardeşim Uneys, benim Mekke'de bir işim var. Burayı idare et de gidip
geleyim, dedi. Uneys gitti, Dönmeyip geç kaldı. Bir gün çıkageldİ. O'na
"ne yaptın" dedim. O, "Mekke'de senin dininde olan bir adamla
görüştüm. Kendisinin, Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu iddia
ediyor, dedi. "Pekiyi insanlar onun hakkında ne diyorlar? diye sordum.
Uneys; ona şair, kahin, sihirbaz diyorlar, cevabını verdi. Uneys'in kendisi de
şairdi. Sözlerine devamla şunları söyledi: "Ben kahinlerin sözlerini dinledim,
onun sözleri kahinlerin sözlerine benzemiyor. Onun sözlerini şairlerin
ölçüleriyle da ölçtüm. Benden sonra, kimsenin onun söylediği şiirdir demeye
dili varmaz. Vallahi o adam doğru söylüyor. Aleyhinde olanlar ise yalancıdır"
dedi.
Ebu Zerr diyor ki; dedim ki: "Sen burada
işleri yürüt. Bizzat ben gidip İşin aslını araştırayım. Ebu Zerr devamla:
"Ben Mekke'ye geldim. Milletin içinde en zayıf bir adama: "Dinini
değiştiren diye adlandırdığınız zat nerede" diye sordum. Adam beni
göstererek: "İşte dinini değiştiren birisi daha" dedi. Bunun üzerine
Mekke vadisinin halkı kaptığı saksı parçalan ve kemiklerle üzerime saldırdılar.
Öyleki ben bayılarak yere düştüm. Uyanıp ayağa kalktığımda sanki ben kanlara
bulanmış bir cahiliye putuna çevrilmiştim. Oradan zemzem suyuna gittim.
Kanlarımı yıkayıp o sudan içtim.”[20]
e.
Müseylime'ye esir düşen iki sahabe: Ma'mer diyor ki: "Museylime iki sahabeyi
yakaladı. Onlardan birincisine: "Muhammed hakkında ne dersin" diye
sordu. O da: "O, Allah'ın Peygamberidir" cevabını verdi. Museylime:
"Benim hakkımda ne dersin?" diye sordu. O da; "Sen de"
dedi. Museylime onu serbest bıraktı. İkinci sahabeyi getirttirip ona da:
"Muhammed hakkında ne dersin?" diye sordu. O da: "O, Allah'ın
Peygamberidir" cevabını verdi. "Benim hakkımda ne dersin" diye
sorunca sahabe: "Ben sağırım" dedi. Museylime sorusunu üç kere
tekrar etti. Sahabe de aynı cevabını verdi. Bunun üzerine Museylime O'nu
Öldürdü. Bunların haberi Resulullah'a ulaşınca, Peygamber efendimiz şöyle
buyurdu: "Birinci sahabe, Allah'ın kendisine verdiği ruhsatı tercih etti.
ikincisi ise hakkı açıkça haykırıp onun uğrunda kendisini feda etti. Ne mutlu
ona."[21]
Hasan-ı Basriden
nakledilen diğer bir rivayette de Serbest bırakılan sahabe Resulullah'a gelip:
"Ben helak oldum" dedi. Resulullah ona: "Seni helak eden
nedir" diye sordu, sahabe hadiseyi anlattı. Bunun üzerine Peygamber efendimiz
şöyle buyurdu: "Arkadaşın sağlam yolu tuttu. İmanla gitti. Sen ise ruhsatı
aldın. Sen o zaman nasıl idiysen şimdi de öylesin/' dedi. Sahabe: "Senin
Allah'ın Peygamberi olduğuna dair şehadet ederim" dedi. Resulullah;
"Senin durumun şu anda söylediğin gibidir" buyurdu.[22]
f.
Zatu'r-Recî Gazvesi[23]
kahramanları Asım bin Sabit ve arkadaşları:
Ebu Hureyre (ra) diyor
ki: "Rasuîullah (sav) gözcü olarak on kişiden müteşekkil bir müfreze gönderdi.
Bunların başına Hz. Ömer'in oğlu Asım'ın annesi tarafından dedesi olan Asım
bin Sabit el-Ensari'yi emir tayin etti. Bunlar hareket edip Usfan'la Mekke
arasında bulunan ve Hed'e adı verilen bir yere vardılar. Bunlar düşmanları
tarafından keşfedilerek Huzeyl kabilesinin bir kolu olan Lihyanoğullanna
bildirildiler. Lİhyanoğulları müslüman müfrezeye karşı ikiyüze yakın okçu
gönderdiler. Okçular müslümanların izini takip ettiler. Onların Medine'den
azık olarak getirip yedikleri hurmaların çekirdeklerini buldular ve bu Medine
hurmasıdır dediler. Müslümanları takip etmeye devam ettiler. Müfreze emiri Asım
ve arkadaşları müşrikleri görünce bir tepeye sığındılar. Müşrikler gelip
çevrelerini kuşattı ve onlara: Aşağıya inin. Bize teslim olun. Sizden herhangi
birinizi öldürmeyeceğimize dair söz veriyor ve ahidde bulunuyoruz, dediler.
Müfreze emiri Asım bin Sabit: "Allah'a yemin olsun ki, ben, bugün bir
kafirin himayesine sığınarak asla aşağıya inmem. Ey Allah'ım, Sen bizim
durumumuzu Peygambere bildir, diye cevap verdi. Bunun üzerine müşrikler onlara
ok atarak Asım dahil yedi kişiyi öldürdüler. Geri kalan Hubeyb bin Adİyy
el-Ensari, Zeyd bin Desİne ve Abdullah bin Tank isimli üç sahabe müşriklerin
verdikleri söze binaen aşağı inip düşmanlarının yanına geldiler. Düşmanlar
onlara tamamen hakim olunca yaylarının bağlarını çözüp onlarla müslümanları
bağladılar. Bu sırada Abdullah bin Tank: "Bu yaptığınız birinci
ihanetinizdir. Allah'a yemin olsun ki asla sizinle beraber gitmeyeceğim"
dedi. Öldürülen müslümanlara işaret ederek: "Şüphesiz ki bunlar benim için
en güzel örnektir" dedi. Bunun üzerine müşrikler onu çekip sürüklediler.
Kendileri ile beraber götürmeye zorladılar. Fakat Abdullah gitmemede direndi.
Müşrikler onu da öldürdüler. Geriye Hubeyb bin Adiyy ile Zeyd bin Desine
kaldı.
Müşrikler bunları
götürüp Mekkelilere sattılar. Hubeyb'i Haris bin Amr'in oğulları satın aldı.
Çünkü Hubeyb Bedir savaşında bunların babası Haris bin Amr'i öldürmüştü. Hubeyb
bunların yanında bir müddet esir olarak kaldı.
Zühri diyor ki,
tabiinden olan Ubeydullah bin İyad'ın bana bildirdiğine göre Haris'İn
kızlarından olan Mariye veya Çevriye Ubeydullah bin İyad'a Hubeyb hakkında
şunları söylemiştir. Müşrikler Hubeyb'i öldürmek için bir araya toplandıklarında
Hubeyb bu kadından bedenen temizlik yapmak için emanet olarak bir ustura
istedi. Kadın da ona usturayı verdi. Kadın diyor ki: "Ben meşgul iken
Hubeyb yanına giden oğlumu tutup dizine oturttu. Ustura da elinde idi. Ben öyle
bir korktum ki, Hubeyb korktuğumu yüzümden anladı ve şöyle dedi: "Benim
bunu öldüreceğimden mi korkuyorsun, ben bunu asla yapmam" Kadın diyor ki:
"Allah'a yemin olsun ki Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görmedim. Vallahi
birgün ben onu demirlere bağlı iken elindeki bir üzüm salkımından yediğini gördüm.
Halbuki o gün Mekke'de hiçbir meyve bulunmuyordu. Şüphesiz ki bu, Hubeyb'e
Allah tarafından verilmiş bir rızıktı."
Hubeyb'i Harem (kan
dökülmesi haram olan bölge) sınırından çıkartıp Ten'im denilen yerde öldürmeye
götürürlerken Hubeyb onlara: "Bırakın beni iki rekat namaz kılayım"
dedi. Onu bıraktılar. Hubeyb tadili erkanı ile iki rekat namaz kıldı. Sonra
onlara dönerek: "Eğer benim sızlandığımı zannedeceğinizi düşünmeseydim,
ben o iki rekatı uzatırdım. Ey Allah'ım! Sen bunların sayısını say. (parça
parça ederek öldür, hiçbirini geri bırakma) dedi. Hubeyb asılmaya götürüldüğü
zaman şu şiiri söyler:
[Çevreme fırkalar
yığıldı. Düşmanlar kabilelerini başıma topladı Biraraya toplayabilecekleri her
şeyi yanıma getirmişlerdi].[24]
[Yakınıma çocuk ve kadınlarını onlar çağırıp yerleştirdi. Düşman beni uzun ve
müstahkem bir direğe bağladı, Herkes düşmanlığını açıkça ortaya koyuyordu.
Çaresizdim, katledileceğim yerde elim kolum bağlıydı. Mağduriyetimi ve
garibliğimi ancak Allah'a havale ederim. Katlederken yaptıklarını şikâyetim
Allah'tan başka kime olabilirdi? Ey Arşın sahibi! Başıma gelenlere karşı lütfet
sabrını Düşmanlar etlerimi parçaladı, artık kurtulma ümidim de kalmadı].[25]
Dilerse Allah parçalanmış organların eklemlerini de mübarek kılar. Zira bütün
bunlar O'nun rızasını kazanmak içindi. [Bana ya dininden dön, ya da
öldürüleceksin, dediler Ümit bekleyen gözlerim yağmur gibi yaşlar döktü.
Dökmem, ölüm korkusuyla gözyaşı. Birgün mutlak öleceğim. Korktuğum tek şey
hayatta, yakıcı cehennem ateşi oldu.
Ne boyun eğerim
düşmana ne de önünde sızlanırım. Dönüşüm Allah'adır. Onun takdiri dışında bir
şey mi oldu?][26] Müslüman olarak
öldürüldükten sonra artık önemli midir bana? Allah yolunda öldürülen bedenim
acaba hangi tarafa düştü? [Hubeyb'i daha sonra müslüman olan Ukbe bin Haris
veya kardeşi öldürdü.][27]
Öldürülen bir
müslümanın Öldürülmeden önce iki rekat namaz kılması, Hubeyb'den kalan bir
sünnettir.
Allah Teala, düşmanlar
tarafından kuşatıldıklarında Asım bin Sabitin; "Ey Allah'ım, sen bizim
durumumuzu Peygambere bildir" duasını kabul etti. Peygamber efendimiz
(sav) sahabelerine müfrezenin halini ve başına gelenleri haber verdi.
Diğer yandan Kureyş
kafirlerine Asım'ın öldürüldüğü haberi ulaşınca, onun vücudundan kendisini
tanıtacak bir organının koparılıp getirilmesi için Asım'ın naşının yanına adam
gönderdiler. Çünkü Asım müşriklerin İleri gelen bir adamını öldürmüştü.
[Asım'ın öldürdüğü
kişi Ukbe bin Ebi Muayyı'tı. Ayrıca Asım Uhud savaşında Abduddar kabilesinden
iki genç kardeşi öldürmüştü. Bunların anneleri Sa'd kızı Sülafe, Asım'ın
kafasını eline geçirdiğinde kafatasında şarab içeceğine dair and içmişti.][28]
Allah Teala, Asım'ın
cesedi üzerine bulut şeklinde yaban arıları gönderdi. Bu arılar Asım'ın
cesedini Kureyşlilerden korudu. Onlar Asım'ın vücudundan herhangi bir parça
koparmaya muktedir olamadılar.[29]
Cesedinden parça
almaktan aciz kalan müşrikler; "nasıl olsa geceleyin anlar gider. O zaman
gelelim" dediler. Allah Teala, gece olunca yağmur yağdırıp seller akıttı.
Sel Asım'ın cesedini alıp götürdü. Müşrikler bir şey bulamadılar. Bir
rivayette: Yerin yarılıp Asım'ın cesedini içine aJdığı söylenmiştir.
Çünkü Asım; necis
oluşlarından dolayı, herhangi bir müşriki kendisine dokundurmayacağına ve
hiçbir müşrike elini sürdürmeyeceğine dair Allah'a söz vermişti.
Hz. Ömer'e;
"Asım'ın vücudunun yaban anları tarafından korunduğu haberi ulaşınca o
şöyle demiştir: "Allah, mümin kulunu korur, Asım hayatta iken herhangi bir
müşriği kendisine dokundurmayacağına ve hiçbir müşriğe el sürmeyeceğine dair
Allah'a söz vermişti. Asım hayatta iken verdiği sözü tutup müşrikleri kendisine
yaklaştırmadı. Ölümünden sonra da onu müşriklerden Allah korudu."
İbn İshak diyor ki:
"İkinci esir olan Zeyd bin Desine'yi ise, babası Umey-ye bin Halefe
karşılık öldürmek için Umeyye'nin oğlu Savfan satın aldı. Saf-van onu Nistas
adlı bir kölesine teslim etti. Onu öldürmek için Harem sınırından çıkarıp
Ten'im isimli yere götürdü. Zeyd'in çevresine Ebu Süfyan bin Harb dahil Kureyş
kabilesi toplandı. Ebu Süfyan öldürülme anında Zeyd bin Desine'ye şöyle dedi:
"Ey Zeyd, Allah için söyle. İster misin ki, burada senin yerinde Muhammed
olsun, onun boynunu vuralım. Sende ailenin yanında olasın." Buna karşılık
Zeyd, metanetle şu cevabı verdi. "Allah'a yemin olsun ki değil ki, beni
serbest bırakmanız karşılığında Muhammed'İn Öldürülmesini isteyeyim şimdi
bulunduğu yerde kendisini bir dikenin incitmesini dahi istemem."
Ebu Süfyan şöyle dedi:
"Arkadaşlarının Muhammed'İ sevdiği kadar herhangi bir kimsenin başkasını
sevdiğini görmedim."
Sonra Zeyd'i Nistas
Öldürdü. Allah ona rahmet etsin."[30]
Görüldüğü gibi Allah
erleri hakkıyla iman ettikleri için, dinleri uğrunda canlarını esirgememişler.
Tağutların ve kafirlerin hiçbir teklifini "kabul etmeye yanaşmamışlar,
azimetin altın harflerle yazılacak misalleri olmuşlardır.
Günümüze kadar hiçbir
tahrife uğratılamayan bu din, işte bu gibi kahramanlar vasıtasıyla
hakimiyetini sürdürmüş ve insanlığı cehaletin bataklığından kurtarıp, ilahi
hidâyete sevketmiştir.
Günümüzde insanların
kalbinden uzaklaştırılan ve raflara kaldırılmak İstenen bu yüce dinin yeniden
layık olduğu yüce mertebeye ulaşıp, kalbler-de ve meydanlarda şahlanması için
Rasulullalı dönemindeki bu tür kahramanlara şiddetle ihtiyaç vardır.
Her türlü bahaneler
ileri sürerek acizlik ve korkaklıklarına ruhsat arayan günümüz insanlarının bu
ağır vazifeyi ifa edebilmeleri için imanlarını kuvvetlendirmeleri, ilhamını
beşeri düşüncelerden değil, ilahi nizamdan almaları, cehalet kalıntılarından
arınarak ruhlarını yenilemeleri gerekmektedir. Aksi taktirde, fincanda
fırtınalar ve çöllerde fısıltılar hiçbir amaca ulaştıramaz. Bu hususta merhum
Seyyid Kutub, Fizilal Kur'an'âa şöyle diyor:
"İnanç çok ciddi
bir meseledir. Onda gevşeklik, lakaydlık yoktur. Onu korumak oldukça
pahalıdır. Fakat mümin inancını her değerden üstün tutar, Allah Teala nezdinde
bu böyledir. Sonra inanç öyle bir emanettir ki, bu yüce emanet, ancak uğrunda
hayatini feda edecek, herşeyini bu yola koyabilecek kararlı kişilere teslim
edilmiştir.”[31]
Ruhsata dair misalleri
zikretmeden önce son olarak Peygamber efendimiz' in (sav) sıkıntılı savaş
hallerinde bile müşriklerle yardımlaşmayı reddettiğini, böylece azimeti
seçmeyi teşvik ettiğini gösteren şu hadis-i şeriflerin zikredilmesinde fayda
mülahaza edilmektedir:
- Hz. Aişe (ra) diyor
ki: Resulullah, Bedir'e doğru yola çıktı. Harratul Vebere[32]
denilen yere varınca cesareti ve yardımseverliği İle tanınan bir adam
Resulullah'a yetişti. Sahabeler bunu görünce sevindiler. Adam Resulullah'ın
yanına gelince Resulullah'a şöyle dedi: "Sana tabi olmaya ve seninle
birlikte bir şeyler kazanmaya geldim." Resulullah (sav) O'na:
"Allah'a ve Resulüne iman ediyor musun?" diye sordu. Adam:
"Hayır" dedi. Bunun üzerine Resulullah: "Geri dön, ben bir
müşrikle asla yardımlaşmam" buyurdu. Hz. Aİ-şe diyor ki: "Resulullah
devam etti, Biz[33] Şecere denilen yere
varınca o adam tekrar Resulullah'a yetişti ve ona daha önce söylediği sözleri
tekrar söyledi. Resulullah da aynen ona birinci defa sorduğunu sordu. Adam:
"Hayır" diye cevap verince, Resulullah yine ona: "Geri dön, ben bir
müşrikle asla yardımlaşmam" dedi. Adam tekrar geri döndü. Beyda denilen
yerde bir daha Resulullah'a yetişti. Yine aynı şeyi tekrar etti. Resulullah
ona: "Allah'a ve Resulüne iman ediyor musun?" dedi. Bu defa adam:
"Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah: "Haydi
gel" dedi.[34]
Ebu Humeyd
es-Saİdİ'den rivayet edilir ki: "Uhud gününde Peygamber (sav) yola çıkıp
Seniyyetul Veda denilen yeri aşınca çokça silahla donatılmış bir taburun
geldiğini gördü. Bunlar kimdir, diye sordu. Orada bulunanlar: "Beni
Kaynuka kabilesinden altıyüz kişiden oluşan Yahudi dostlarıyla beraber Abdullah
bin Ubeyy dediler. Resulullah: "Bunlar müslüman oldu mu" diye sordu.
"Hayır" dediler. Resulullah "Emredin, geri dönsünler, biz
müşriklerle yardımlaşmayız"'buyurdu..[35]
Hubeyb bin Yesaf in
dedesi der ki: Resulullah bir savaşa çıkmaya hazırlanırken ben ve kavmimden
bir adam daha müslüman olmadan Önce Rasu-İullalı'a geldik. O'na kavmimiz bir
olayla karşılaşırken, bizlerin onlarla birlikte olmamamız bizi utandırıyor,
dedik. Resulullah (sav): Siz ikiniz de müs-tüman oldunuz mu? dîye sordu. Hayır
cevabını verdik. Resulullah: "Biz müşriklere karşı müşriklerle
yardımlaşmayız" buyurdu. Bunun üzerine müslüman olduk ve Resulullah'la
(sav) beraber o gazvede bulunduk..."[36]
Tüm bu misalleri gördükten
sonra dininden taviz vermesi İstenilen kişinin azimeti tercih ettiği taktirde
sevab kazanacağını, diğer müslümanlar için güzel bir numune olacağını ve İslam
dinini yücelteceğini anlamamak mümkün değildir.
İşte bunun içindir ki Allah'ın
dostları olan hakiki veliler, küfrün karşısında asla susmazlar. Çünkü onlar:
"Cihadın en üstünü, zalim idarecinin karşısında hakkı söylemektir”[37]
hadis-i şerifinin gereğini fiilen yaşarlar. Onların bir kısım meddahlara
ihtiyacı yoktur. Çünkü onlar fani dünyaya aldanmazlar. Dünyanın ahiret
nimetleri karşısında mümin için bir zindan, cehennem azabı karşısında kafir
İçin bir cennet olduğunu yakınen bilirler. Nitekim Peygamber efendimiz bir
hadis-i şerifinde: "Dünya müminin zindanı, kafirin ise cennetidir"[38]
buyurmuşlardır.
Peygamber efendimiz
(sav) günümüz şartlarına benzer durumda yaşayan bir müslümanın nasıl tavır
takınması gerektiğini beyan ederek buyuruyor ki:
"insanlar öyle
bir zamanda yaşayacaklar ki, kişi acizlikle büyük günah işlemekten birini
seçmeye mecbur edilecektir. Kim bu zamana ulaşırsa, acizliği günahkarlığa
tercih etsin.”[39]
Nur içinde yatsın
azimeti tercih eden şehidler! Allah'ın affına mazhar olsun, meşru ruhsatı
seçen müminler! Rabbİnin gazabından korksun ruhsat icad eden gafiller! Bu
gafiller şu âyet-İ kerimeyi çok İyi düşünmek zorundadırlar:
"İnsanlardan
öylesi vardır ki Allah'a yarım yamalak ibadet ederler. Kendisine bir iyilik
dokunduğu zaman rahatlar. Başına bir bela gelince de tam tersine döner.
Dünyasını da ahiretini de kaybeder. İşte apaçık hüsran budur.”[40]
Bir müslüman ağır
tehditlerle Allah'ı inkâra zorlanırsa kalbi İmanla mamur olduğu halde Hsanen
dinden çıktığını söyleyebilir. Buna delil olarak şunları zikretmek mümkündür:
A. Allah Teala şöyle
buyuruyor: "Kalbi imanla mamur olduğu halde, ink-hara zorlanan hariç, kim
iman ettikten sonra Allah'ı inkâr eder, kalbini İnkâra açık tutarsa,. Allah'ın
gazabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir azap vardır.”[41]
Görüldüğü gibi âyet-i celilede "kalbi imanla dolu olduğu halde inkara
zorlananların inkâr etmeleri halinde bu durumdan sorumlu olmayacaklarını
bildirmektedir. Yukarıda zikredilen âyet-i celilenin Ammar bin Ya-sir hakkında
nazil olduğunu söyleyen İbn Hişam diyor ki:
"Ammar bin Yasİr
ve annesi Sümeyye Allah yolunda İşkence edilen ilk müslümanlardandı. Sonra
Ammar kalbi imanla dolu olduğu halde diliyle kâfirlerin istedikleri biçimde
inkâr etmek zorunda kaldı ve yukarıda geçen âyet bunun hakkında nazil
oldu."[42] Ebu Ubeyde bin Muhammed
diyor ki:
"Müşrikler
Ammar'ı yakaladılar. O'nu Resulullah'a sövüp, putlarını övmeden bırakmadılar.
Ammar, Resulullah'a gelince, Resulullah: "Ne var?" diye sordu.
Ammar: "Kötü bir şey oldu ya Resulullah! Sana dil uzatmadıkça ve putlarını
övmedikçe beni bırakmadılar." dedi. Resulullah: "Kalbini nasıl buluyorsun?"
diye sordu. Ammar; Kalbimi imanla mamur buluyorum" dedi. Bunun üzerine Resulullah:
"Tekrar aynı şekilde davranırlarsa, sen de yaptığın gibi davran"
buyurdu.[43]
İbn Sad'dan rivayet
ediliyor ki; "Peygamber efendimiz (sav) Ammar'la karşılaştı. Aramar
ağlıyordu. Resulullah onun gözyaşlarını sildi ve şöyle buyurdu: "Kafirler
seni yakalayıp, suya soktular. Sen de onlara şöyle şöyle dedin. Şayet onlar
tekrar aynı şekilde davranırlarsa, sen de onlara o sözleri söyle”[44]
B. Ebu Zer
el-Gıfari de Peygamberimizin (sav) zorlama neticesinde söylenen veya yapılan
işlerden kişinin sorumlu olmayacağını bildirdiği şu hadisi rivayet etmektedir:
"Şüphesiz ki Allah, ümmetimden meydana gelecek hatanın, unutmanın ve
onlara zorla yaptırılacak hususların sorumluluğunu bağışlamıştır.”[45]
Abdullah bin Abbas'tan
nakledilen bir başka rivayette ise, Peygamber efendimiz (sav) şöyle
buyurmuştur:
"Şüphesiz ki Allah,
ümmetimden, hata etmenin, unutmanın ve onlara zorla yaptırılanların
sorumluluğunu kaldırmıştır."[46]
Bu iki sahabeden
rivayet edilen hadis-i şerif ruhsatın temel delillerî-ndendir.
C. Said bin
Cübeyr diyor ki: "Abdullah bin Abbas'a dedim ki: "Müşrikler Resulullah'ın
(sav) sahabelerine dinlerini terketmede mazur sayılabilecekleri derecede mi
işkence ediyorlardı? Abdullah bin Abbas şu cevabı verdi: "Evet, onlar
müslümanlardan birini alıyor, İstediklerini söyletinceye kadar onu dövüyor, aç
ve susuz bırakıyorlardı. Öyleki o müslüman, karşılaştığı işkencelerden dolayı
yerinden doğrulup oturamaz oluyordu. Ona: "Senin ilahın Allah değil, Lat
ve Uzza adlı putlardır" diyorlardı. O da: "Evet" demek zorunda
kalıyordu. Hatta yanlarından hamam böcekleri geçtiği zaman müşrikler:
"Allah dışında bu böcek senin İlahın mıdır" diye soruyorlar, işkence
edilen müslüman da kendisini onların elinden kurtarmak için: "Evet"
demek zorunda kalıyordu. Zira müşrikler, işkence ettikleri müslümanları
komalık ediyorlardı. "[47] Zikredilen
bu olayda sahabe-i kiramdan bazılarının ikrah karşısında meşru ruhsatı tercih
ettikleri anlaşılmaktadır.
D. Ruhsat
hususunda sahabelerden Abu'd-Derda şöyle diyor: "Biz bir kısım insanların
yüzüne güleriz. Fakat kalbimiz onlara lanet okur."[48]
E. Abdullah
bin Ömer diyor ki: "Bir gün Haccac-ı Zalim, hutbe okurken karşı çıkılması
gereken sözler söylediğini işittim. O'na müdahale edip, sözlerini düzeltmek
istedim, fakat Resulullah (sav)'in şu sözünü hatırlayınca vazgeçtim. Resulullah
şöyle buyurmuştu: "Bir mümine kendisini zillete düşürmek yakışmaz."
"Ey Allah'ın Rasulü, bir mümin kendisini nasıl zillete düşürür?"
diye sordum. Resulullah: "Kendisini altından kalkamayacağı bir belaya
sürükleyerek düşürür" buyurdu.[49]
Bu hadis-İ şerif,
aceleci olan, korkaklıkla tedbiri birbirinden ayıramayan ve iradesi zayıf
olduğu İçin kendisine hakim olamayıp derhal hadiselere giren, sonunda da
aceleciliğinden dolayı her şeyi alt üst eden insanları eğitmekte, acizliğini
haddini bilmesi gerektiğini bizlere öğretmektedir. Yoksa, bu hadisten
"İyiliği emredip kötülüğe mani olma görevinden kaçınma anlamını çıkarmak
elbetteki doğru değildir. Bu husustaki âyet ve hadisler açıktır.
F. Hz. Ömer
döneminde şöyle bir olay vuku bulmuştu: Ebu Rafi diyor ki, "Ömer bin
Hattab (ra) Roma İmparatorluğu ile savaşmak üzere asker gönderdi. Ordunun
içinde Resulullah'ın sahabelerinden olan Abdullah bin Hu-zafe es-Sehmi de
bulunuyordu. Rumlar bunları esir ettiler ve Abdullah bin Huzafe'yi alıp
krallarına götürdüler. O'na: "Bu Muhammed'in arkadaşlarından
biridir" dediler. Azgın kral, Abdullah'a: "Hıristiyan ol, seni
tahtıma ve tacıma ortak ederim" dedi. Abdullah da ona: "Sen bana
bütün sahip olduğun şeyleri ve arapların sahip oldukları her şeyi versen de Hz.
Muhammed'in dininden bir göz kırpma anı kadar dahi olsa dönmem" cevabını
verdi. Kral ona: "Öyleyse seni öldüreceğim" dedi. Abdullah:
"Bildiğini yap" dedi. Kral Abdullah'ın yüksek bir yere bağlanmasını
emretti. Okçularına: "Bunun el ve ayaklarının yanlarına oklar atın"
dedi. Durum böyle İken kral, sürekli Abdullah'a tekliflerde bulunuyordu.
Abdullah bunları reddetti. Sonra kral, indirilmesini emretti. Abdullah
indirildi. Kral bir kazan isteyip içine su doldurttu. Kay-nayıncaya kadar
altını yaktırdı. Sonra diğer müslüman esirlerden iki kişiyi istedi. Onlardan
birine hristiyan olmasını teklif etti. Kahraman esir bunu reddetti. Sonra onu
sıcak suyun içine koyup yaktı ve Abdullah'ın da o kazana atılmasını emretti.
Abdullah getirilirken ağladı. Krala: "Bu ağlıyor" denildi. Kral
Abdullah'ın sızlandığını zannederek: "Geri getirin" dedi. Tekrar ona
hristiyan olmasını teklif etti. Abdullah reddetti. Kral: "O halde niçin
ağlıyorsun" dedi. Abdullah ona şu cevabı verdi: "Beni ağlatan içimden
geçirdiğim şu düşüncedir. Ben kendi kendime diyorum ki, sen bedenindeki tüyler
sayısınca canının olmasını ve onları Allah yolunda vermeyi istiyordun. Halbuki
şimdi kazana atılacak ve yok edileceksin."
Tağut kral Abdullah'a:
"Benîm başımı Öp, seni serbest bırakayım" dedi. Abdullah bütün
müslüman esirleri de serbest bırakır mısın?" diye sorunca kral:
"Bütün müslüman esirleri de serbest bırakacağım" cevabını verdi.
Abdullah diyor ki:
"Bu cevaptan sonra kendi kendime şöyle dedim: Bu bir Allah'ın düşmanı.
Benim İçin o kadar önemli değil, öpeyim başım da beni. ve bütün müslüman
esirleri serbest bıraksın."
Abdullah krala
yaklaşıp başını öptü. Kral bütün esirleri Abdullah'a teslim etti. Abdullah
esirlerle Hz. Ömer'e geldi ve durumu anlattı. Bunun üzerine Hz. Ömer:
"Abdullah bin Huzafe'nin başını her müslüman öpmelidir. İlk ben öpüyorum
dedi ve kalkıp Abdullah'ın başını öptü."[50]
G. Peygamber
efendimiz (sav) İslâm'ın izzetine halel getirecek herhangi bir yardımı
müşriklerden kabul etmemiş ve reddetmiştir. Azimet bölümünde buna dair
misaller zikredilmiştir.
Buna mukabil Resulullah'ın
müşriklerle İslâm'ın izzetine gölge düşürmeyecek ve müslümanlann menfaatini
tahakkuk ettirecek durumlarda yardımlaştığı vakidir. İşte Mekke fethinden sonra
İslâm'ın hakimiyetini sağladığı dönemde Resulullah, Safvan bin Ümeyye müslüman
olmadan önce onunla aşağıda zikredildiği şekliyle yardimlaşmış ve ona
ganimetten mal vermiştir.
"Safvan'ın babası
Ümeyye bin Halef, Bedir savaşında öldürüldüğü için Safvan, müslümanların en
katı düşmanlarındandi. Öyleki Zatu'r-Reci' gazvesinde esir düşen Zeyd bin
Desine'yi satın alarak babası Ümeyye yerine kölesi Nistas vasıtasıyla
öldürmüştür.[51]
Müslümanlar fethetmek
için Mekke'yi kuşattıkları zaman daha önce bunları yapan Safvan, Mekke'yi
terkedip gemiyle Yemen'e gitmek üzere Cidde'ye kaçmıştı. Bunun üzerine Umeyr
bin Vehb Resulullah'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasulü, Safvan bin Ümeyye
kavminin efendisidir. Denize sığınmak İçin senden kaçtı. Allah'ın rahmeti
üzerine olsun. Sen O'na eman ver" dedi. Peygamber efendimiz: "Ona
eman verdim, o serbesttir" buyurdu. Bunun üzerine Umeyr; "Ey Allah'ın
Resulü, bana eman verdiğini belirtecek bir alamet ver" dedi. Resulullah da
ona Mekke'yi fethederken sardığı sarığını verdi. Umeyr sarığı alıp Safvan'a
yetişti ve ona: "Bu, Resulullah'ın sana verdiği emana bir alamettir. Bunu
o maksatla getirdim" dedi. Safvan ona: "Vay haline. Benden uzak dur.
Benimle konuşma" dedi. Umeyr: "Ey Safvan, o senin amcazaden-dir. Onun
şerefi senin şerefin ve onun mülkü senin mülkün demektir" dedi. Safvan:
"Onun beni öldüreceğinden korkuyorum" dedi. Umeyr: "O, bu düşündüğünden
çok uzaktır. Halim ve selimdir. İkramı seven biridir" cevabını verdi.
Nihayet Umeyr,
Safvan'ı alıp Resulullah'ın huzuruna getirdi. Sefvan Resulullah'a: "Bu
adam senin bana eman verdiğini zannediyor" dedi. Resulullah: "Doğru
söylüyor" buyurdu. Safvan: "Beni bu hususta "İslâm'ı kabul
etmede" iki ay serbest bırak" dedi. Resulullah da: "Sen dört ay
serbestsin" cevabını verdi."[52]
İşte verilen bu süre
içiresinde Resulullah Hevazin kabilesiyle savaşmak için hazırlık yapıyordu. Resulullah'a,
Safvan'ın zırh ve silahları olduğu anlatıldı. Safvan daha müşrik iken Resulullah
birini ona gönderdi ve: "Ey Ebu Umeyye, yarın düşmanımızla savaşmamız için
silahlarını bize emanet olarak ver" dedi. Safvan: "Ey Muhammed.
Gasbederek mi almak istiyorsun" diye sorunca, Resulullah: "Hayır,
emanet olarak ve sana iadesi garanti edilerek" cevabını verdi. Bunun
üzerine Safvan: "Bunun bir mahzuru yok" dedi ve Resulullah'a yüz adet
zırh ve yeteri kadar savaş aleti verdi."[53]
Müslümanlar Huneyn
savaşında evvela yenilip geri çekilince kalbinde müs-İümanlara karşı kini olan
herkes müslumanların aleyhine sevindiklerini İfade eden sözler söylemeye
başladı. Mesela Ebu Süfyan bir Harb: "Bunlann mağlubiyetinin ardı
kesilmez, denize kadar ulaşır" dedi. Safvan'ın kardeşi Kelede bin Hanbeh
"Dikkat. Bugün sihir bozuldu" diye bağırdı. Bunun üzerine Safvan:
"Sus! Allah ağzını kırsın. Allah'a yemin olsun ki, Kureyş'ten birinin
beni terbiye etmesi Hevazin kabilesinden birinin terbiye etmesinden daha
sevimlidir" dedi.
Savaşın sonunda
müslümanlar galip geldi. Resulullah ganimet mallarından müellefe-i kuluba
(kalbleri İslama ısındırılmak istenenlere.) mal verdi. Mesela Ebu Süfyan ve
Safvan'a yüzer deve verdi.[54]
Daha sonraki
tarihlerde Ebu Cehil'in oğlu İkrime ve Savfan bin Ümeyye de müslüman oldular.[55]
H. Resulullah'ın
Savaşta yahudilerle de yardımlaşıp onlara ganimetten pay verdiği rivayet
edilmektedir.
Bu hususta Ebu İsa
et-Tirmİzî der ki: "Zühri'den rivayet edildiğine göre Resulullah (sav)
kendisiyle birlikte savaşan yahudilere ganimetten pay vermiştir. "[56]
İ.
İdarecilik sanatının önderi ve İslâm'a ters düşmeyecek şekilde hoşgörülü olan
Peygamberimiz, idarecilik hususunda da dinde ruhsat olduğunu bize öğretmiştir.
Hz. Aİşe'den rivayet
ediliyor ki: "Bir adam Peygamber efendimizle görüşmek için izin istedi.[57] Resulullah
onu görünce: "Bu adam kabilesinin ne kötü bir insanıdır. Bu kişi
kabilesinin ne kötü bir evladıdır" buyurdu. Bu zat gelip Peygamberin
yanına oturunca, Resulullah ona güler yüz gösterdi ve onu hoş karşıladı. Adam
gidince Hz. Aişe Peygamber efendimize şunu sordu: "Ey Allah'ın Rasulü.
Adamı gördüğünde onun hakkında şöyle şöyle dedin. Sonra yanına gelince ona
güler yüz gösterdin ve onu hoş karşıladın." Resulullah şöyle buyurdu:
"Ey Aişe! Benim ne zaman pervasızca konuştuğumu gördün? Kıyamet gününde
Allah katında Ademoğlunun en kötüsü, şerrinden korkulup da uzak durulan
kimsedir.”[58]
Diğer bir rivayette
hadisin sonu şöyledir: "... insanların en kötüsü dillerinin şerrinden
kaçınılarak kendilerine ikram edilenlerdir.”[59]
Bu hadisi yorumlayan
âlimler, hadisin insanîm İdarede temel bir esas teşkil ettiğini, kafirin,
fasıkın ve zalimin gıyabında konuşmanın caiz olduğunu gösterdiğini, ayrıca
hayasızlığından çekinilen kimsenin idare edilmesinin de caiz olduğunu beyan
ettiğini söylemişlerdir.
İmam Ahmed'in
Müsned'inde rivayet edilen bir başka hadis-İ şerifte ise: "Hz. Aİşe şöyle
buyuruyor: "Bir adam Resulullah'la görüşme izni istedi. Resulullah onun
İçin şöyle buyurdu: "Bu kabilesinin ne kötü bir evladıdır" o adam Resulullah'ın
yanına gelince, adama yumuşak davrandı ve onu hoş karş-ladi. Adam çıkıp
gittikten sonra başka bir adam görüşme izni istedi. Resulullah bunun için ise:
"Kavminin ne güzel evladıdır" dedi. Resulullah'ın yanına gelince onu
diğer adam kadar sıcak karşılamadı ve ona fazla İltifat göstermedi. Bu adam da
çıkınca dedim ki: "Ey Allah'ın Rasulü! İlk adam izin istedi. Onun
hakkında bazı şeyler söyledin, sonra da ona yumuşak davrandın ve onu iyi
karşıladın. İkinci adam için de bazı şeyler söyledin fakat ona diğerine gösterdiğin
İltifatı göstermedin. Resulullah şu cevabı verdi: "Ey Aişe! İnsanların en
kötüsü hayasızlığından dolayı kendisinden kaçınılandır.”[60]
J. Ruhsata misal
olarak Resulullah (sav)'ın Taif'den dönerken Mut'İm bin Adi'den yardım istemesi
zikredilmektedir:
İbn İshak diyor ki:
"Resulullah'ın zevcesi Hatice ile amcası Ebu Talib hicretten üç yıl Önce
aynı sene içinde ölmüşlerdi. Resulullah'ın samimi yardımcısı ve dert ortağı
olan Hz. Hatice'nin ve yine Resulullah'ın desteği, himayecisi, kavmine karşı
savunucusu ve yardımcısı olan amcası Ebu Talib'in ölmeleri neticesinde Resulullah'a
arka arkaya felaketler gelmeye başlamıştı.[61] Öyle
ki, Ebu Talİb ölünce Kureyşlİler, Resulullah'a amcası hayatta iken yapmadıkları
eziyetleri yapmaya başladılar. Bunun üzerine Resulullah Taİf şehrine gitti.
Orada yaşayan Sakif oğullarından kavmine karşı kendisine yardım etmelerini ve
eziyetlerine engel olmalarını istedi, Resulullah Allah tarafından kendisine
gönderilen hak dinin Sakif oğulları tarafından kabul edileceğini ümit ediyordu.
Resulullah bunlara yanlız başına gitmişti.
Resulullah Taife
varınca, Sakifoğullarının en İleri gelenleri ve efendileri olan Abduyaleyl bin
Amr, Mesud bin Amr, Hubeyb bin Amr İsimli üç kardeşin yanına gitti, bu
kardeşlerden biri, Kureyş kabilesinin Cumahoğullarından bir kadınla evliydi. Resulullah
varıp yanlarına oturdu. Onları Allah'a iman etmeye davet etti. Onlara geliş
sebebini anlattı. İslâmı yayması için onlardan yardım istediğini, kavminden
kendine engel olanlara karşı kendisiyle olmalarını arzuladığını söyledi. Üç
kardeşten biri Resulullah'a şu cevabı verdi: "Şayet seni Allah peygamber
olarak gönderdiyse, O Kabenin perdelerini yırtıp atıyor demektir" Diğeri
İse şöyle dedi: "Allah peygamber göndermek İçin senden başkasını bulamadı
mı?" Üçüncü kardeşte şunları söyledi: "Vallahi ben seninle asla
konuşmam, zira sen iddia ettiğin gibi Allah tarafından gönderilmiş bir
peygamber İsen, sana ters bir cevap vermem benim için büyük tehlike arzeder.
Şayet Allah'a karşı yalan söylüyor isen seninle konuşmamam icab eder."
Resulullah
Sakifoğullanndan ümidini keserek oradan ayrılmaya karar verdi ve onlara şöyle
dedi: "Ne olduysa oldu, hiç olmazsa aramızda geçenleri gizleyin"
Resulullah
Sakifoğullanyla arasında geçen görüşmenin kavmi tarafından bilinmesini
istemiyordu. Çünkü bu durum, onları Resulullah'ın aleyhine
cesaretlendirebilirdi. Ne yazık ki Sakifoğulları Resulullah'ın bu isteğini de
ters karşıladılar, içlerinden beyinsizlerini ve kölelerini kışkırtıp
Rasuluilah'ın üzerine saldılar. Onlar Resulullah'a sövüyorlar ve aleyhinde
bağırıp çağırıyorlardı, öyle ki bütün insanlar, Rasuluilah'ın başına toplandı.
Resulullah'ı Ut-be bin Rebia ve Şeybe bin Rebia isimli iki kardeşin bahçesine
girmeye mecbur etmişlerdi. Bu iki adam bahçelerinin içinde bulunuyorlardı, Resulullah
bahçeye girince Sakifoğullarından peşine takılan beyinsizler oradan uzaklaştı.
Resulullah bir üzüm çardağının gölgesi altında oturuyordu. Rebia'nın iki oğlu,
[Jtbe ve Şeybe Resulullah'a bakıyor ve Taiflilerin beyinsizlerinden neler
çektiğini görüyorlardı.
Resulullah, Kureyş'in
Cumahoğullarından olan ve Taif'İn ileri gelenlerinden biriyle evlenmiş bulunan
kadınla da karşılaştı ve ona şöyle dedi: Bak, senin hısımlarından neler gördük?
Resulullah rahatlayınca Rabbine şöyle niyazda bulundu.
"Ey Allah'ım.
Kuvvetimin zayıflığını, çıkar yol bulmadaki yetersizliğimi çaremin azlığını ve
insanlar önünde küçümsenmemi ancak sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin
en merhametlisi olan Allah'ım. Zayıfların Rabbi sensin. Sen benim Rabbim iken,
beni kime bırakacaksın. Bana cehennem kesilen yabancılara mı? Yoksa emrimi
ellerine vereceğin düşmanlarıma mı? Senin bana gazabın olmasın, başka şeyler
benim için önemli değildir. Fakat bahşedeceğin afiyet, bana daha büyük bir
lütufdur. Gazabın bana gelmesinden veya nefretini üzerime çekmekten cemalinin
nuruna sığınırım. Karanlıklar o nurun sayesinde aydınlanmış, dünya ve ahiret
işleri onunla düzelmiştir. Razı oluncaya kadar sitem etmek Sana aittir. Muktedir
olmak ve güç yetirmek ancak Senin yardımınladır."
Rebia'nın iki oğlu U'tbe
ve Şeybe Resulullah'ı ve karşılaştığı durumu görünce, akrabalık hisleri
kabardı. Hristiyan olan Addas isimli kölelerini çağırıp ona şöyle dediler:
'"Şu üzüm salkımını al, şu kaba koy; onu şu adama ver ve ona
"ye" de. Addas, söylediklerini yaptı, üzümü getirip Rasuluilah'ın
Önüne koydu ve ona "ye." dedi. Resulullah üzüme elini uzatınca
"Bismillah" dedi. sonra ondan yemeye başladı. Addas Rasuluilah'ın
yüzüne baktı ve ona: "Vallahi bu sözü bu memleketin halkı söylemiyor"
dedi. Bunun üzerine Resulullah ona "Ey Addas, sen hangi ülkenin
halkındansın; dinin nedir" diye sordu. Addas: 'Ben hrisüyanım, Nineva[62] halkındanım"
dedi. Resulullah: "sen, salih kul olan Yunus bin Meta'nın
ülkesindensin" dedi. Addas: "Sen, Yunus bin Meta'nın kim olduğunu
nereden biliyorsun?" dedi. Resulullah: "O, benim kardeşimdir, o
peygamberdi, ben de peygamberim" dedi. Bunun üzerine Addas:
"Rasuluilah'ın üzerine eğildi, başını, ellerini ve ayaklarını öpmeye
başladı. Rebia'nın iki oğlundan biri diğerine şöyle dedi: "Bu adam köleni
ifsad etti."
Addas, bunların yanına
dönünce; "Vay haline Addas. Niçin o adamın başını ellerini ve ayaklarını
öpüyordun." dediler. Addas onlara: "Efendim! Yeryüzünde bu zattan
daha hayırlı bir şey yoktur. Bana öyle bir şey anlattı ki, onu ancak bir
peygamber bilebilir."dedi. Rebia'nın iki oğlu şu cevabı verdiler:
"Vay haline Addas! O sakın seni dininden çevirmesin, çünkü senin dinin
onun dininden daha hayırlıdır."
Sonra Resulullah
Mekke'ye gitmek üzere Taif'den ayrıldı. "Nahle" denilen vadiye
varınca geceleyin kalkıp namaz kılmaya başladı. İşte o sırada Allah Teala Cin
Sûresinde zikrettiği cinler grubu Rasuluilah'ın yanına uğramıştı.[63]
İbn Cerir et-Taberi,
şöyle demektedir: "Bazılarının anlattığına göre, Resulullah Taif'den dönüp
Mekke'ye gitmek İsterken, bir kısım Mekke'lİler Rasuluilah'ın yanından
geçmişler ve Resulullah da onlardan birine şöyle demişti: Seninle bir mektup
göndersem onu benden tebliğ eder misin? O zat, evet ederim dedi. Resulullah ona
şöyle dedi: "O halde sen Şerik'in oğlu Ahnese git ve ona: "Rabbimİn
peygamberliğini tebliğ etmem için beni himaye eder mi? diye sorduğumu
söyle" buyurdu. Mekkeli zal, Ahnes'e gitti ve ona bunları söyledi. Ahnes
ona şu cevabı verdi: "Anlaşmalı olan bir insan, açıkça bİ-rinî himaye
edemez" O zat Resulullah'a döndü ve ona bunu anlattı. Resulullah ona:
"Tekrar gider misin" diye sordu. O, evet dedi. Resulullah "sen
Su-hayl bin Amr'e git ve ona: Muhammed sana "Rabbimin peygamberliğini
tebliğ etmem için beni himaye eder mi" diye soruyor de. O zat, Suhayle geldi
ve ona bunu sordu. Suhayl de ona şu cevabı verdi. "Amr bin Lueyoğul-ları,
Kaboğulları aleyhine kimseyi himaye etmezler." Mekkeii zat tekrar Resulullah'a
döndü ve ona bu haberi verdi. Yine Resulullah ona: Tekrar gider misin?"
diye sordu. O da: "Evet giderim" dedi. Resulullah ona şöyle dedi:
"Şimdi sen Mut'im bin Adiy'e git ve ona Muhammed sana Rabbimin peygamberliğini
tebliğ etmem için o beni himaye eder mi?" diye soruyor de. O zat Mut'im'e
gitti. Mut'im bin Adi: "Evet. olur gelsin" dedi. Mekkeii o zat, Resulullah'a
döndü ve ona bunu haber verdi. Sabah olunca Mu tim bin Adioğul-ları ve
kardeşinin oğulları silahlarını kuşanıp Mescid-i Harama girdiler. Ebu Cehil,
Mutim'i görünce: "Koruyucu musun, yoksa tabi mi?" diye sordu. Mu-tim:
"Koruyucuyum" cevabını verdi. Ebu Cehil: "Senin koruduğunu biz
de koruruz" dedi. Bunun üzerine Resulullah Mekke'ye girdi ve orada
kalmaya devam etti.
Bir gün Resulullah
Mescid-i Hara m'a girdi. Kabe'nin yanında müşrikler bulunuyordu. Ebu Cehil, Resulullah'ı
görünce; "Ey Abdu beni Menafi Peygamberiniz işte budur." diyerek
onunla alay etti. Bunun üzerine Utbe bin Kebia: "Bizden bir peygamber veya
kral çıkmasını niçin kabul etmiyorsunuz" dedi. Bunlar Resulullah'a
anlatıldı (veya Resulullah bizzat kendisi bunları işitti) ve yanlarına giderek
şunları söyledi: "Ey Rebİa'nın oğlu Utbe! Allah'a yemin olsun ki sen,
Allah ve Rasulü için kızmadın, sadece kendi gururun için kızdın." "Ey
Hİşam oğlu Ebu Cehil! Allah'a yemin olsun ki, senin başına büyük felaketlerden
başka bir şey gelmeyecektir. Öyleki az güleceksin, çok ağlayacaksın."
"Ey Kureşlilerin
İleri gelenleri! Allah'a yemin olsun ki, sizlerin de başınıza büyük
felaketlerden başka bir şey gelmeyecektir. Öyleki, İstemediğiniz halde
sevmediğiniz şeylere girmek zorunda kalacaksınız."[64]
Bu olayın ruhsata
misal oluşu, Resulullah'ın Mekke müşriklerinden korunması için yardım istemesi
hususudur. Ancak burada şu hususlara çok İyi dikkat etmek gerekmektedir:
a. Resulullah'ın
Mekke müşriklerine haber göndererek onlardan kendisini korumalarını istediğini
anlatan bu haber Siret-i İbn Hİşam'da zikredilme-diği gibi, Tarihi Taberİ de de
"bazılarının anlattığına göre" şeklinde zayıf bir rivayetle
nakledilmektedir. Buna tam olarak güvenmek mümkün değildir.
b. Şayet bu
haber doğru ise Resulullah'ın İslâm'ı tebliğ etmek için kendisini korumalarını
istediği unutulmamalıdır. Resulullah, burada müşriklere herhangi bir taviz
vermeyi teklif etmemiştir. Bu itibarla günümüzün müslüman-larmın zayıf bir
haber olan bu olaya dayanarak kafirlere şirin görünmeye veya onlardan
görünerek İslama hizmet ettiklerini ileri sürmelerine haklan yoktur. Örnekler
birbirlerine karıştırılmamalı ve acizliğimize fetva bulmaya kalkışmamalıyız.
Herhalde acizliğimizi kabullenmemiz daha uygundur.
K. Yine ruhsata misal
olarak Hz. Ebu Bekir'in îbn ed Değine'nin yardımını kabul etmesi
zikredilmektedir:
Hz. Aişe (ra) diyor
ki; "Aklım erdiği zamandan beri, babam ve annemin hak din üzere
olduklarını gördüm (onlar müslümandı) Resulullah'ın bize gelmediği gün yoktu.
O bize hem sabah hem de akşam gelirdi.
Mekke'de müslümanlar
zor durumda kalınca, Ebu Bekir Habeşistan'a hicret etmek üzere yola çıktı.
"Berk elğimad" denilen yere varınca el-Karr kabilesinin eşrafından
olan ibni ed-Değine ile karşılaştı. İbn ed-Değine ona: "Ey Ebu Bekir
nereye gidiyorsun?" dedi. Ebu Bekir;
"Kavmim beni
yerimden yurdumdan çıkardı. Yer yüzünde seyahat edip Rabbime kulluk etmek
istiyorum" dedi. İbni ed-Değine;
"Ey Ebu Bekir
senin gibi bir insan, ne çıkmalıdır ne de çıkarabilir. Zira sen, yoksullara
kazanç sağlayan, akrabalarıyla ilgilenen, zayıfları üstlenen, misafîrlere ikram
eden ve haktan gelen felaketler karşısında yardımda bulunan bir İnsansın. Ben
sana yardımcı olacağım, dön geri, ülkende Rabbine ibadet et, dedi.
Ebu Bekir geri döndü.
İbn ed-Değine'de onunla birlikte Mekke'ye geldi. Geceleyin Kureyş'İn ileri
gelenlerini dolaştı ve onlara şöyle dedi: "Ebu Bekir gibi bir insan
ülkesinden çıkamaz ve çıkarılamaz, yoksullara kazanç sağlayan akrabalarıyla
ilgilenen, zayıflan üstlenen, misafirlere İkram eden ve haktan gelen felaketler
karşısında yardımda bulunan bir insanı mı çıkaracaksınız?" Kureyşliler
İbn ed-Değine'nin Ebu Bekir'e yardımcı olmasına karşı çıkmayıp ona şöyle
dedeler: "Sen Ebu Bekir'e söyle, Rabbine evinde ibadet etsin, evinde dilediği
kadar namaz kılsın ve dilediği şeyi okusun, fakat ibadet ve okumalarıyla bizi
rahatsız etmesin, bunları açıkça yapmasın. Zira bizler, kadınlarımızın ve
çocuklarımızın fitneye düşeceklerinden korkuyoruz. İbn ed-Değine Ebu Bekir'e
bunları anlattı. Bunun üzerine Ebu Bekir Mekke'de kalmaya karar verdi. Rabbine
evinde İbadet ediyor, namazını açıkta kılmıyor ve evinin dışında Kur'an
okumuyordu. Sonra Ebu Bekir evinin avlusunda mes-cid yapma kanaatine vardı ve
yaptı, artık namazını orada kılıyor ve orada Kur'an okuyordu, buna rağmen,
müşriklerin kadın ve çocukları Ebu Bekir'in mescidinin çevresine koşuyor, Ebu
Bekir'e hayran oluyor ve ona bakıp duruyorlardı. Ebu Bekir kalbi yumuşak bir
insandı, Kur'an okurken gözlerinden yaş dökülüyor ve onlara hakim olamıyordu.
Bu durum Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerini korkuttu. Derhal İbn
ed-Değine'ye adam gönderip kendilerine gelmesini istediler, İbn ed-Değine
geldi, Kureyş'İn İleri gelenleri ona şöyle dediler: "Senin yardımcı olman
sebebiyle biz Ebu Bekir'e Rabbine sadece evinde İbadet etmesi için izin
vermiştik, fakat o bunu aştı, evinin avlusunda mescid yaptı, orada açıkça
namaz kılmaya ve Kur'an okumaya başladı. Biz onun kadınlarımızı ve
çocuklarımızı fitneye düşüreceğinden korkuyoruz. Sen ona bunları yapmamasını
emret, eğer sadece evinde Rabbine ibadet etmesini isterse yapsın, şayet bu
yaptıklarını alanen yapmada ısrar ederse, kendisini himaye edeceğine dair ona
verdiğin sözü geri aldığını bildir. Zira bizler senin verdiğin sözü bozmak
istemeyiz. Biz Ebu Bekir'in açıkça böyle yapmasını da kabullenmeyiz. Bunun
üzerine İbn ed-Değine Ebu Bekir'e geldi ve ona şöyle dedi: "Seninle nasıl
ittifak ettiğimizi biliyorsun, ya ittifaka tamamen bağlı kal veya seni
koruyacağıma dair verdiğim sözü bana iade et zira ben, bir kişiyle yaptığım
muahedenin başkaları tarafından çiğnendiğini arapların işitmesini
istemiyorum" Bunun üzerine Ebu Bekir şu cevabı verdi: "Ben senin
yardımını sana iade ediyor ve Allah'ın yardımıyla yetinip ona razı
oluyorum." O sırada Resulullah Mekke'de bulunuyordu. Henüz hicret
etmemişti, sonra Ebu Bekir'le Medine'ye hicret ettiler.[65]
Bu olayın ruhsata
misal oluşu Hz. Ebu Bekir'in İbn ed-Değine isimli müşrikin yardımını kabul
etmesi ve evinde ibadet etmeye razı olmasıdır. Ancak bu mesele hakkında da
şunları gözden kaçırmamak gerekmektedir:
a. Vakıa,
Hz. Ebu Bekir İbn ed-Değne'ye herhangi bir taviz vermiş değildir. Bilakis dini
vecibelerini ifa etmek için ondan destek almıştır. Müşrikler Ebu Bekir'in bu
durumundan rahatsız olup İbn ed-Değine'ye şikâyetçi olunca, İbn ed-Dağine Ebu
Bekir'in açıktan ibadet etmesine müdahale etmiştir. Hz. Ebu Bekir ona taslim
olup boyun ermemiştir, bilakis ona şu cevabı vermiştir: "Ben senin
yardımını sana iade ediyor ve Allah'ın yardımıyla yetinip ona razı oluyorum."
Buradan da anlaşılıyor
ki, kafirlerin yardımı, dinin ayakta tutulmasını sağlamak için kabul
edilebilir. Yoksa dinin bir kısmından vazgeçerek veya dini biı- tarafa
bırakarak maddi bir kısım menfaatleri sağlamak için kafirlerin yardımını
kabullenmek asla caiz değildir.
b. Diğer
yandan casusluk durumu hariç bir müslümanın kendisini kafir göstererek İslama
hizmet edeceğini sanması bir hayaldir. Bu hak davanın özüne terstir. Adli
ilahide cezası ağırdır. Müslümanlar, İslamca inanmak, İslam-ca yaşamak ve İslamca
davranmak zorundadır. Başkaca bîr çıkar yol yoktur. Putlara boyun eğerek,
tağutları yad ederek, beşeri sistemleri metod edinerek her şeyi yaratan,
mullak kııvvcl ve kudret sahibi olan yüce Mevlanın dinine hizmet edilemez.
Onun gücü putlardan da putlara tapanlardan da daha büyüktür. Eğer buna iman
ediyorsak niçin çağımızın en büyük putu olan demokrasi putuna sığınıyoruz. Onun
gölgesi altında davamıza hizmet edeceğimizi sanıyoruz? Bu ne gaflettir. Acaba
gafletten ne zaman uyanacak, Peygamberin yolundan gidecek ve Allah'ın rızasına
erişebileceğiz? Allah hepimizi gaflet uykusundan uyandırsın.
L. Savaş da
hilenin caiz olduğuna ve ruhsata yol bulunduğuna diğer bir misal de Nuaym bin
Mesud bin Amir'in şu casusluk olayıdır.
Hendek savaşı
esnasında Nuaym, Resulullah'a gelerek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü!
Ben müslüman oldum, kavmim benim müslüman olduğumu bilmiyor. Bana dilediğini
emret onu yapayım." Resulullah ona şöyle buyurdu: "Sen içimizde
bulunduğun taktirde tek bir adamsın. Fakat sen düşmanın içine git. Eğer gücün
yetiyorsa onları birbirine düşür ve böylece serlerini bizden uzaklaştır. Zira
harb hiledir." Bunun üzerine Nuaym bin Mes'ud oradan ayrılıp
Kurayzaoğullaıına gitmiştir. Nuaym cahiliye döneminde onların ahbabıydı. Nuaym
onlara: "Ey KurayzaoğulIarı ! Benim size olan sevgimi ve aramızda olan
özel münasebetleri çok iyi biliyorsunuz." dedi. Kurayzaoğullari:
"Doğru söylüyorsun. Sen bizce itham edilen biri değilsin" dediler.
Bunun üzerine Nuaym onlara şunu söyledi: "Kureyşliler ve Gatafanhlar sizin
gibi değiller. Bu ülke, sizin ülkenizdir. Sizin mallarınız, çocuklarınız ve kadınlarınız
bu ülkede yaşamaktadır. Siz burayı bırakıp da başka bir yere gidemezsiniz.
Kureyşlilerin ve Gatatanhlann durumu böyle değildir. Onlar bu ülkeye sadece
Muhammed'le ve arkadaşlarıyla savaşmak için gelmiş bulunuyorlar. Siz,
Muhammed'in aleyhine onlara yardım ediyorsunuz. Halbuki onların ülkeleri,
malları ve kadınları bu ülkenin dışında bulunuyor. Evet onların durumu sizin
durumunuz gibi değildir. Zira onlar, bir şey koparabilirler-se koparırlar,
kopara mazi arsa dönüp ülkelerine giderler, sizinle bu adamı (Ra-sulullah'la)
başbaşa bırakırlar, şayet bu adamla başbaşa kalırsanız buna karşı güç
yetiremezsiniz. O halde siz Kureyşlilerin İleri gelenlerini rehin almadıkça,
bunlarla birlikte savaşmayın, böylece Muhammed'in işini bitirinceye kadar
onlarla birliket savaşacağınıza dair elinizde güvenceniz bulunmuş olur."
Kurayzaoğullan: "Doğru ve İsabetli bir görüş beyan ettin" dediler.
Bundan sonra Nuaym bin
Mes'ud onların yanından ayrılıp Kureyşlİler'in yanına vardı. Ebu Süfyan bin
Harb'e ve yanında bulunan diğer Kureyşlilere şunları söyledi: "Benim size
olan sevgimi ve Muhammed'den ayrıldığımı çok iyi biliyorsunuz. Bana bir haber
ulaştı. Bunu size, bir Öğüt olarak tebliğ etmeyi üzerime düşen bir görev
addettim. Bu haberi benim söylediğimi kimseye söylemeyin." Kureyşliler
"olur" dediler. Bunun üzerine Nuaym bin Mes'ud şunları söyledi:
"Şunu iyi bilin ki, yahudi topluluğu Muhammed'e karşı yaptıkları
şeylerden pişman olmuşlar, ona adam göndererek şunları teklif etmişler: Biz
yaptıklarımızdan pişman olduk. Biz, Kureyş ve Gataf'an kabilelerinin İleri
gelenlerini rehin olarak alıp sana versek, sen de onların boynunu vursan,
sonra bizler, Kureyş ve Oatafanlılardan geri kalanların kökünü kuruluncaya
kadar seninle beraber savaşsak sen bizden razı olur musun?" Muhammed de
onlara adam göndermiş ve "evet razı olurum" diye cevap vermiş.
"Bence, yahudiler size adam gönderir de adamlarınızdan rehin vermenizi
isterlerse, siz onlara tek bir adam dahi teslim etmeyin."
Nuaym bin Mes'ud
oradan da ayrılıp Gatafanlıların yanına geldi ve onlara şöyle dedi: "Ey
Gatafan topluluğu! Sizler benim aslım ve kabilemsiniz. Sizi herkesden çok
severim. Beni herhangi bir hususta itham edeceğinizi sanmıyorum" dedi.
Gatafanhlar: "Doğru söylüyorsun, sen bizce itham edilen biri
değilsin" dediler. Bunun üzerine Nuaym onlara: "Benim size bir şey
söylediğimi kimseye söylemeyin" dedi. Onlar da: "Olur, söylemeyiz,
ne emrin var" dediler. Nuaym onlara da Kureyşlilere söylediğinin benzerini
söyledi ve onlara da Kureyşliler gibi tedbirli olmalarını bildirdi.
Allah Teala'dan
Peygamberine bir yardım olarak hicretin beşinci yılının Şevval ayında bir
cumartesi günü geceleyin Ebu Süfyan bin Harb ve Gata-fanların ileri gelenleri,
Ebu Cehil'in oğlu İkrime'nin başkanlığında Kureyş ve Gatafanlılardan oluşan bir
heyeti KurayzaoğuHarına gönderdiler. Gönderilen heyet, Kurayzaoğullarına
şunları bildirdi: "Biz, devamlı kaldığımız bir yurtta değiliz, develerimiz
ve atlarımız telef oldular, gelin Muhammed'e karşı savaşalım, onunla aramızda
mesele bitmiş olsun."
Kurayzaoğulları
Kureyşlİlere ve Gatafanlara cevaben şunları söylemişlerdir: "Bugün,
cumartesi günü, biz bugünde hiçbir iş yapmayız, içimizden bazı insanlar,
bugünde bir şeyler yapma adetini icad etmişler ve başlarına sizlerce de malum
olan felaketler gelmiştir. Bununla birlikte, sizler, elimizde bir güvence
olmaları için, bir kısım adamlarınızı rehin olarak bize teslim etmedikçe
sizinle birlikte Muhammed'e karşı savaşmayız. Zira bizler, savaşın aleyhinize
dönmesi halinde geri çekileceğinizden ve bizi bırakıp ülkenize gideceğinizden
korkuyoruz. Bu adam, bizim ülkemizde yaşıyor, bizim buna karşı koyacak bir
gücümüz yoktur."
Gönderilen elçiler
Kureyşlİlere ve Gatafanlara Kurayzaoğullarının verdikleri cevabı getirince,
onlar şöyle dediler: "Vallahi, Nuaym bin Mes'ud'un söyledikleri
doğruymuş. Kurayzaoğullarına elçi gönderip onlara diyelim ki: "Vallahi biz
size tek bir adamımızı dahi teslim etmeyiz. Eğer savaşmak istiyorsanız, gelin
savaşın."
Elçiler tekrar
Kurayzaoğullarına dönüp bunları söyleyince Kurayzaoğulları kendi aralarında
şöyle dediler: "Nuaym bin Mes'ud'un sîze anlattıkları doğruymuş, bunlar
savaşmaktan başka bir şey istemiyorlar. Eğer bir fırsat bulurlarsa onu
değerlendirecekler, şayet herhangi bir fırsat bulamazlarsa, çekilip
memleketlerine gidecekler ve bizi bu adamla ülkemizde başbaşa bırakacaklardır.
Biz Kureyşlİlere ve Gatafanlara şu cevabı verelim: "Vallahi siz bize
rehinler teslim etmedikçe biz sizinle birlikte Muhammed'e karşı
savaşa-mayız."
Kureyşliler ve
Gatafanlılar, rehin vermemede ısrar ettiler, böylece Allah aralarını bozdu,
üzerlerine çok soğuk kış günlerinde dehşetli rüzgarlar gönderdi. Bu rüzgarlar
müşriklerin kaplarını deviriyor ve çadırlarını yıkıyordu.
Kureyşlilerin ve diğer
fırkaların birbirlerine düştükleri, birlik ve beraberliklerinin bozulduğu
haberi Resulullah (sav)e ulaşınca, Resulullah geceleyin ne yaptıklarını
öğrenmek İçin Huzeyfe bin el-Yeman'ı çağırıp onların içine gönderdi.
Huzeyfe diyor ki:
"Ben Hendek savaşında Resulullah ile birlikteydim. Resulullah (sav)
gecenin bir bölümünde namaz kıldı. Sonra bize yönelerek "Hangi kahraman
kalkıp bu kavmin içine gidecek ne yaptıklarını öğrenip geriye dönecek, Ben de
Allah'dan onu cennette yoldaşım kılmasını isteyeyim" buyurdu. Ne var ki
korkunun dehşetinden, açlığın felaketinden ve soğuğun şiddetinden dolayı kimse
ayağa kalkmadı, kimse kalkmayınca, Resulullah beni çağırdı. Artık benim
mutlaka ayağa kalkmam ve cevap vermem gerekiyordu. Resulullah bana şunları
söyledi: "Ey Huzeyfe! Git, bu kavmin içine gir, ne yaptıklarına bak,
herhangi bir şey söylemeden geriye dön ve bize gel."
Huzeyfe diyor ki:
"Ben gittim, kavmin içine girdim, rüzgar ve Allah'ın diğer askerleri,
onlara yapacaklarını yapıyorlardı, onları perişan etmişlerdi, kaplarını,
ateşlerini ve barınaklarını alt üst ediyorlardı. Ebu Süfyan (ordunun içine
casus sızdığı endişesi ile) ayağa kalkıp şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu!
Herkes yanındaki arkadaşının kim olduğuna dikkat etsin" Huzeyfe diyor ki:
"Ben yanımdaki adamın elinden tuttum ve ona: "Sen kimsin" diye
sordum. O da: "Ben felan oğlu filanım" dedi.[66]
Sonra Ebu Süfyan şunları söyledi: Kureyş topluluğu! Vallahi artık sizler
kalabileceğiniz bir karargahta değilsiniz. Atlar ve develer telef oldular,
Kurayzaoğulları bize verdikleri sözü bozup bizi yalnız bıraktılar, onlardan
bize arzulamadığımız haberler geldi, fırtınaların şiddetinden nelere
uğradığımızı görüyorsunuz, kablarımız koyduğumuz yerde durmuyor, yaktığımız ateşler
devam etmiyor ve barınaklarımız yerinde duramıyorlar. Haydin gidelim, ben
gidiyorum." Huzeyfe diyor ki: Sonra Ebü Süfyan bağlı bulunan devesinin
yanına vardı, Üzerine oturup ona vurdu ve deve ayağa kalktı, vallahi devenin
bağı ayağa kalktıktan sonra çözdürüldü. Şayet Resulullah'ın bana
"dönünceye kadar bir şey yapma" tavsiyesi olmasaydı, ben onu okumla
öldürebilirdim." Huzeyfe sözlerine devamla diyor ki sonra ben, Resulullah'a
döndüm, o ayağa kalkmış olarak hanımlarının bazısına ait olan kumaşta namaz
kılıyordu. Beni görünce, ayaklarına doğru yaklaştırdı, o kumaşın bir tarafını
üzerime Örttü, sonra Resulullah rüku etti, secde yaptı. Ben kumaş üzerimde
örtülü olarak duruyordum. Resulullah selam verince, ben ona haberleri anlattım.
Gatafanlılar, Kureyş'in
böyle yaptığını duyunca, onlar da çekilip memleketlerine doğru hareket
ettiler. Sabah olunca Resulullah ve müslümanlar hendeklerin başından ayrılıp
Medine'ye döndüler.[67]
Bu hadisenin ruhsata
misal oluşu: Resulullah'ın Nuayrn bin Mes'ud'a, yahudi olan Kurayzaoğullarmdan,
Kureyşlilerden, Gatafan müşriklerinden müslüman olduğunu saklamasına ve onlara
dostça nasihat ediyormuş gibi davranmasına izin vermesidir. Buradan anlaşılıyor
ki, bir müslüman, casusluk yapmak üzere kafirlerden iman ettiğini saklayabilir.
Ancak bu olayın bir savaş esnasında olduğu unutulmamalıdır çünkü savaşta
hilenin caiz olduğu gibi bir kişinin müslüman olmasını gizlemesi de caizdir.
Buna mukabil, bir müslümanın sulh halinde iken imanını gizleyeceğine dair
herhangi bir delil göstermek pek güçtür. Zaten böyle bir durumda iken imanı
gizlemenin herhangi bir manası yoktur. Aksine müminin iman ettiğini açığa
vurup kafirlere tebliğde bulunması gerekmektedir.
M. Ruhsata
dair diğer bir misal de Ebu Cendel'in ve Ebu Basir'in başlarından geçen şu
hadiselerdir:
a. Ebu
Cendel: Asıl adı isyankar manasına gelen "el Asi" idi. Müslüman olduktan
sonra bu adı bırakıp Ebu Cendel ismiyle anılır oldu.
Ebu Cendel, Mekke'de
müslüman olunca, babası Süheyl bin Amr tarafından hapsedilmiş, Medine'ye hicretine
engel olunmuş ve müslüman olduğu için birçok İşkencelere maruz kalmıştır.
Birgün Ebu Cendel,
hapisten kaçmayı başarmış dağ ve çölleri aşarak umre yapmak için Mekke'ye doğru
gelen Resulullah ve sahabelerine katılmıştır. Ebu Cendel müslumanlarla müşriklerin
Hudeybiye sulhunu yapma hazırlığı içinde iken kendisine vurulan zincirler
yüzünden seke seke yürüyerek müslümanların yanına varmıştır.
Onu gören müslümanlar
çok sevinmiş ve onu aşırı bir sevinçle karşılamışlardır. Fakat Hudeybiye sulhu
yapılırken, müşriklerin temsilcisi ve Ebu Cendel'in babası olan Süheyl bin
Amr, oğlu Ebu Cendel'in müslümanlara sığınmasına karşı çıkmış ve Resulullah'a
şöyle demiştir: "Ey Muhammedi O'nu bana teslim etmen, seninle yapacağım
sulhun ilk şartı olacaktır." Resulullah: "Bizler sulhu henüz yazıp
bitirmedik" "Onu bana bırak, ben onu himaye edeyim" demesine
rağmen Süheyl "hayır, yapmam" demiştir. "Bunun üzerine Resulullah
ona şöyle buyurdu: "Ey Ebu Cendel! Sabret, mükafatını Allah'dan bekle.
Zira biz verdiğimiz sözü bozmayız, şüphesiz ki Allah sana bir çare ve bir çıkar
yol gösterecektir."
"Mikrez ve
Huveytİb isimli kişiler, Ebu Cendeli götürüp çadıra koymuşlar, babasının ona
bir şey yapmasına engel olmuşlardır.
Ebu Cendel, Hudeybiye
sulhu esnasında babası Süheyl bin Amr'e bu şekilde teslim edildikten sonra,
müşriklerden kaçmayı tekrar başarmış ve Ebu Basir isimli sahabenin bulunduğu
yere vararak onunla birlikte hareket etmiştir.
Bu hadisenin ruhsata
misal oluşu şu şekilde izah edilmektedir Resulullah müşriklerin elinden kaçıp
kendisine sığınan bir müslümanı himaye edip müşriklerle muahedeyi bozmamıştır.
Bilakis Ebu Cendeli müşrik olan babasına teslim etmiş ve Hudeybiye sulhunu
yapmıştır. Böylece azimeti bırakıp burada ruhsatı tercih etme yoluna gitmiştir.
Ancak Resulullah
burada ruhsatı tercihinde müslümanların maslahat ve menfaatları olduğunu
anlamıştır.
Çünkü bu barış
sayesinde müslümanlar, İslam dinini müşriklere kolayca tebliğ etme imkanı
bulmuşlardır. Müşriklerin müslümanlara karşı besledikleri kin ve intikam duyguları
yatışmıştır. Böylece bu anlaşma müşriklerin İs-lamı kabullenmelerine imkan
sağlamış ve bir yıl sonra müslümanların hac yapmalarıyla birçok müşrik ve
kainin kalbini İslâm'a ısındırmaya vesile olmuştur.[68]
b. Ebu
Basir'in Hadisesi: Ebu Basir'in asıl İsmi Utbe bin Esid'dir Resulullah
Hudeybiye anlaşmasını yapıp Medine'ye dönünce, Ebu Basir müslüman olarak
Medine'ye gelmiştir. Bunu öğrenen Kureyş müşrikleri, Resulullah'a kendilerine
Ebu Basir'i iade etmesi için Huncys bin Cabir ile kölesi Kevser'i göndermişlerdir.
Kureyşliler: "Bizimle yaptığın muahedenin gereği olarak bu adamı bize
iade et" demişlerdir.
Bunun üzerine Resulullah
gönderilen o iki kişiye Ebu Basir'i teslim edip geri göndermiştir. Bu iki kişi,
Ebu Basirle birlikte Mekke'ye doğru giderken "Zulhuleyfe" denilen
yere varmışlar ve orada dinlenmek üzere oturup hurmalarını yemeye
başlamışlardır. Bu arada Ebu Basir. kendisini götürenlerden birisine şöyle
demiştir: "Ey Titan. Ben senin kılıcını şahane bir kılıç olarak görüyorum"
Onu götüren adamların ikincisi kılıcı kınından çıkarır ve: "Evet, Vallahi
bu kılıç güzel bir kılıçtır. Ben bunu tekrar iekn.it" denedim." der.
Ebu Basir: Onu bana gösterir misin, bakayım? dedi. Adam kılıcı gösterirken Ebu
Basir onu adamın elinden alır ve boynunu vurur. Diğer adam ise kaçarak gerisin
geri döner ve Medine'ye gelir. Koşarak mescide girer. Bu kişi Hu-neys'in kölesi
Kevser idi. Öldürülen ise Huneys idi. Resulullah onu görünce: "Bu korkunç
bir olayla karşılaşmış görünüyor" dedi. Resulullah'in yanına ulaşınca;
"Vallahi arkadaşım öldürüldü, ben de öldürüleceğim" dedi. Bu sırada
Ebu Basir de Resulullah'a geldi ve ona "Ey Allah'ın Rasulü Vallahi Allah
senin verdiğin sözü yerine getirdi. Zira sen, beni onlara iade ettin. Sonra
Allah, beni onlardan kurtardı, dedi.
Resulullah
sahabelerine hitaben şöyle buyurdu: "Vay bu adamın annesinin haline!
Şayet kendisini destekleyen biri olsa, bu bir harb gelberisidir. (Harb ateşinin
tutuşmasına sebeb olur)."
Ebu Basir Resulullah'ın
bu sözlerini İşitince, Resulullah'ın tekrar kendisini müşriklere teslim etmeyi
düşündüğünü anladı, oradan ayrılıp Şam yolu üzerinde bulunan ve "Is"
diye adlandırılan deniz sahili bir yere vardı. Ve oraya yerleşip kaldı. (Burası
müslümanların sığınağı haline geldi) Ebu Cendel de Mekke müşriklerinin elinden
kaçarak Ebu Basir'İn yanına vardı. Kureyşli-ler'den müslüman olup kaçmak
isteyenler de buraya kaçıyorlardı. Böylece bunların sayısı çoğaldı, yetmiş
kişiye (diğer bir rivayette 300 kişiye) ulaştı. Bunlar, Hudeybiye musalahasının
geçerli olduğu bir dönemde Medine'ye gitmek istemiyorlardı. Zira muahede
gereği olarak Resulullah tarafından müşriklere teslim edileceklerinden
korkuyorlardı.
Ebu Basir ve Ebu
Cendel'in oluşturduğu bu İslâmi güç, Kureyş müşriklerinin Şam'a giden
kervanlarını duyunca önlerini kesiyor, adamlarını öldürüyor, mallarına el
koyuyorlardı. Kureyşliler, kendilerini tehdit eden bu insanlar karşısında bu
defa Resulullah'a Ebu Süfyan'ı elçi olarak gönderdiler. Ra-sulullah'dan Allah
rızası için ve akrabalık bağına hürmeten bunlann taarruzlarına engel olmasını
istediler. "Sen bu adamlara elçi gönder, müşriklerden sana kim gelirse o
güven içindedir" şeklinde bir de yazı yazdılar. Bunun üzerine Resulullah,
Ebu Basir ve arkadaşlarına bir elçi ile mektup gönderdi. Resulullah'ın mektubu
Ebu Basir'e vardığı zaman, Ebu Basir son nefeslerini alıp veriyordu. Resulullah'ın
gönderdiği mektubu okurken ruhunu teslim etti ve mektup elinde kaldı Ebu Cendel
onu vefat ettiği yere defnetti.[69]
Ebu Basir ve Ebu
Cendel'e ait olan bu iki hadise Buhârînin en uzun hadisi olan ve Hudeybiye
sulhunu anlatan şu hadis-i şerifte zikredilmektedir, hadîs-i şerif pek çok
hükümler kapsadığı ve günümüzün bazı meselelerine ışık tuttuğu için tamamının
zikredilmesinde fayda mülahaza edilmiştir:
Misver bin Mahreme ile
Mervan'ın şöyle dedikleri rivayet edilmektedir: Resulullah (sav) Hudeybiye
musalahası yapıldığı yıl (umre yapmak için) yola çıktı, yolun bir kısmını
yürüdükten sonra Resulullah, kendisiyle birlikte gitmekte olanlara şunları
söyledi:
"Halid bin Velid,
bir kısım Kureyş süvarileriyle birlikte gözcü olarak "Gamim"
mevkiindedir. Bu nedenle siz, yolun sağ tarafından gidiniz." Vallahi Halid,
Resulullah'ın ve beraberinde bulunanların geldiklerini anlayamadı[70]. Nihayet
onlar, Resulullah'ın ordusunun kaldırdığı tozu gördüler. Bunun üzerine Halid,
Kureyşlilere Resulullah'ın geldiğini bildirmek için derhal hareket etti.
Bineğine ayaklarıyla vurarak onu koşturup süratle Kureyşlilere gitti. Resulullah
ordusuyla yürüyordu, Resulullah ve ordusu, Kureyşin karargahına inen "Seniyye"
mevkiine varınca, Resulullah'ın bindiği "Kasva" isimli deve burada
çöktü. Sahabeler Kasvayı sürmek İsteyerek onu azarladılarsa da deve diretti.
Bunun üzerine sahabeler: "Kasva yürümemeye inat etti, kasva yürüme-meye
İnat etti" dediler. Resulullah "Kasva yürümemekte inat etmedi. Onun
böyle bir adeti de yoktur. Fakat vaktiyle fillerin Mekke'ye girmesine engel
olan güç buna da engel oldu ve onu buraya hapsetti" buyurdu ve devamla
"hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Kureyşlilerin benden
Allah'ın mukaddes kıldığı şeylere saygı göstermek için isteyecekleri her meseleye
olumlu cevap vereceğim" buyurdu. Sonra Resulullah deveyi azarladı, deve
sıçrayıp kalktı. Bunun üzerine Resulullah Kureyşliler'in bulunduğu yönden
döndü. Suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin
sonunda konakladı. İnsanlar azar azar suyu çekiyorlardı. Az olan su yetmedi ve
kurudu. Resulullah'a susuzluktan şikâyet edildi. Bunun üzerine Resulullah ok
çantasından bir ok çıkardı ve onu Semed kuyusuna koymalarını emretti. Ravi
diyor ki: Vallahi o anda kuyunun suyu coştu, Resulullah'ın sahabeleri oradan
ayrılıncaya kadar onları sulamak için su fışkırtmaya devam etti."
Resulullah ve
sahabeler böyle devam ederken Huzaa kabilesine mensup olan Budeyl bin Verka[71] kendi
kabilesinden birkaç kişiyle birlikte çıkıp Resulullah'a geldiler. Mekke ve
çevresinde oturan Tihame kabileleri arasında Huzaa kabilesi öteden beri Resulullah'ın
sırdaşı idi.[72]
Budeyl gelince Resulullah'a
şunları haber verdi: "Haberiniz olsun, Kureyş'in Kab bin Lüey ile Arar bin
Lüey kabileleri Hudeybiye sularının en zengin menbaaları başında konakladılar.
Sütlü ve yavrulu develeri, kadın ve çocukları da yanlarında bulunuyor. Bunlar
şüphesiz size karşı savaş edecekler ve sizin Beytullah'a girmenize engel
olacaklardır.[73] Resulullah şöyle buyurdu:
"Fakat biz herhangi bir kimse ile harb etmek için gelmedik. Biz sadece
Umre etmek niyetiyle geldik."
Önceki savaşlar,
Kureyş'in maddi ve manevi gücünü zayıflatmış ve onları büyük zararlara
uğratmıştır.
Eğer Kureyşliler.
isterlerse, ben onlarla aramızda bir savaş kes anlaşması süresi tayin edeyim.
Onlar da insanlarla benim aramı serbest bıraksınlar. Ben İnsanlara galip
gelirsem. Kuıeyşliler de dilerse, diğer insanlar gibi boyun eğerler. Eğer
galip gelemezsem, Kureyşliler benimle harbetme külfetinden kurtulup rahat
etmiş olurlar.[74] Şayet Kureyşliler benimle
böyle birsavaş-kes anlaşması yapmazlarsa, hayatım kudret elinde olan Allah'a
yemin olsun ki, başım vücudumdan ayrılıncaya kadar, İslâm uğrunda onlarla mutlaka
savaşacağım. Şu da kesindir ki, Allah emrini mutlaka yerine getirecektir. (Müminlere
vaad ettiği yardımını gerçekleştirccekür).
Budeyl: "Senin
söylediklerini Kureyş'e tebliğ edeceğim" dedi. Oradan ayrılıp
Kureyşliler'in yanına geldi ve onlara şöyle dedi: "Şimdi biz, o adamın (Resulullah'ın)
yanından geliyoruz. Onun bazı şeyler söylediğini işittik. Bu sözleri size arz
etmemizi dilerseniz arzedebiliriz." Kureyşlİlerİn ayak takımı: "Ondan
bize herhangi bir şey anlatma, İhtiyacımız yok" dediler. İleri görüşlü
olanları ise, "işittiklerini anlat" dediler. Bunun üzerine Budeyl:
"Şöyle şöyle konuştuğunu İşittim" eledi ve onlara Resulullah'ın
söylediklerini anlattı. Sonra "Urve bin Mes'ud" ayağa kalktı. Kureyşlilere:
"Ey kavmim, siz
benim babam yerinde değil misiniz?" dedi. Kureyşliler:
- "Evet" dediler. Urve:
- "Beni herhangi bir şeyle itham ediyor
musunuz?" dedi. Kureyşliler:
- "Hayır" dediler. Urve:
- "Ukaz halkını
hep birlikle sizinle beraber savaşmaya davet ettiğimi, onların bundan
kaçındıklarını görünce, aile efradım ve bana İtaat edenlerle birlikte sizin
yardımınıza geldiğimi biliyorsunuz değil mi?" dedi. Kureyşliler:
- "Evet'" dediler. Urve:
- "Bu adam size
insaflı bir öneri getiriyor, siz bunu kabul edin. Bana izin verin onun yanına
gideyim." dedi. Mekkelİler:
- "Haydi git" dediler.
Urve Resulullah'ın
yanına vardı, onunla konuşmaya başladı. Resulullah Ur-ve'ye Budeyl'e
söylediğine yakın şeyler söyledi, Bunun üzerine Urve şöyle dedi: "Ey
Muhammedi Söyle bana. Farzet ki sen kavminin kökünü kuruttun, sen bundan önce
araplardan herhangi bir insanın, kavmini helak ettiğini hiç duydun mu? Ya durum
tersine dönerse, Kureyş'İn sana nasıl davranacaklarını pek iyi bilirsin,
vallahi aranızda şerefli kişiler gördüğüm gibi, bir kısım karışık insanlar da
görüyorum. Bunlar, savaş esnasında seni bırakıp kaçacak nitelikte
insanlardır" dedi. Hz. Ebu Bekir. Urve'nin sahabelerin Resulullah'i bırakıp
kaçabilecekleriyle itham etmesine tahammül edemeyerek Urve'ye şu cevabı verdi:
"Sen Lat putunun edep yerini yala, biz mi Resulullah'ı bırakıp
kaçacağız?" Urve:
- "Bu da
kimdir" diye sordu. Sahabeler:
- "Bu Ebu Bekir" dediler. Urve:
- "Ah Ebu Bekir!
Hayatım kudret elinde olana yemin olsun ki, eğer bana henüz karşılığını
ödeyemediğim iyiliğin olmasaydı, ben sana cevap verirdim" dedi. Urve Resulullah'la
konuşmasına devam etti. Konuşması esnasında (bir arap adeti olmak üzere) Resulullah'ın
sakalını konuştukça okşuyordu. Bu sırada Urve'nin akrabası olan "Muğire
bin Şube" elinde yalın kılıç, başına miğfer giymiş bir halde Resulullah'ın
başında ayakta bekliyor ve Urve Resulullah'ın sakalını okşamaya yöneldikçe,
Muğire kılıcının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve ona: "Resulullah'ın
sakalından elini çek" diyordu.
Urve başını kaldırdı
"bu adam kimdir" diye sordu. Sahabeler: "Muğire bin
Şube'dir" dediler. Bunun üzerine Urve: "Ey hain! Ben hâlâ senin
yaptığın ihanetin cezasını ödemeye çalışmıyor muyum" dedi.
Zira Muğire bin Şube,
müslüman olmadan önce cahiliyye döneminde Ma-likoğullarından bazı insanlarla
birlikte yolculuk yapmış, bunları yolda öldürüp mallarını almış, sonra da
Medine'ye gelip müslüman olmuştur. Muğire, bu maUarı Resulullah'a arzedince. Resulullah
ona şu cevabı vermiştir: "Senin müslüman oluşunu kabul ediyorum, fakat bu
mallarla benim bir alakam yoktur.”[75]
Daha sonra Urve,
Kureyşlilerin yanına vardı ve onlara intibalannı şöyle anlattı: "Ey
kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok kralın huzuruna çıktım. Rum kayserinin,
Acem kisrasının ve Habeşistan kralı Necaşi'nİn huzurlarına elçi olarak gittim.
Vallahi ben, Muhammed'in arkadaşlarının Muhammed'e göstermiş oldukları
saygının herhangi bir krala yapıldığını görmedim. Vallahi, Muhammed herhangi
bir şey tükürünce arkadaşları onu ellerine alıp yüzlerine ve derilerine
sürüyorlar. Onlara bir şeyi emrettiği zaman, derhal emrini yerine getirmeye
koşuyorlar. Abdest aldığı zaman abdest artığı için nerede ise, birbirlerini
öldürüyorlar. Konuştuğu zaman seslerini kısıyorlar, (edeble cevap veriyorlar)
Ona baktıkları zaman, saygı göstermek için, keskin bir bakışla bakmıyorlar. Bu
adam size insaflı bir plan teklif ediyor, sizler bunu kabul edin.
Sonra
Kinaneoğullarından birisi[76] Kureyşe hitap ederek şöyle dedi: "Bırakınız,
Muhammed'in yanına bir kere de ben gideyim." Onlarda: "Pekala
git" dediler. Bu zat, Resulullah'a ve sahabelere doğru gelirken Resulullah:
"Bu gelen filan kişidir. O, hac ve umre kurbanlarına saygı gösteren, bir
kabiledendir. Boynuna nişan takılmış kurbanlık develeri bunun önüne
salıversin" buyurdu.[77]
Develer, bu zatın önüne salıverildi. Sahabeler telbiye getirerek (Lebbeyk
Allahumme Lebbeyk diyerek) bu kişiyi karşılamışlardı. Kinaneli bu zat, durumun
böyle olduğunu görünce "Subhanallah, bunların Beytullah'a girmelerine
engel olmak asla yakışmaz" demiştir.
Kinane kabilesinden
olan bu zat, Kureyşlilerin yanma döndü ve onlara: "Ben bunların Umre için
kesecekleri kurbanlık develerin boyunlarına nişan takıldığını ve özel bir
şekilde süslendiğini gördüm. Bunların Beytulharam-dan men edilmelerini doğru
görmüyorum." dedi.
Sonra Kureyşlilerden
"Mikrez bin Hafs" isimli bir adam ayağa kalktı "bana müsaad
ediniz. Bir de ben Muhammed'e gideyim" dedi. Onlar da "haydi
git" dediler. Mikrez, Resulullah'a ve sahabelerine doğru gelince Resulullah:
"Şu gelen Mikrezdir, aşağılık insandır" buyurdu[78] Mikrez
gelip Resulullah ile konuşmaya başladı onlar konuşurken, Süheyl bin Amr, çıkp
geldi. Resulullah sahabelere "artık işiniz bir dereceye kadar
kolaylaştı" buyurdu [79]
Süheyl bin Amr gelince
Resulullah'a şöyle dedi: "Haydi (kağıt kalem) getir. Bizimle sizin
aranızda yazılı bir barış anlaşması yaz" Resulullah, katibi çağırdı.[80] Ve
ona: "Bismillahirrahmanirrahim diye yaz" buyurdu, Süheyl buna
müdahale etti ve Resulullah'a şöyle dedi: "İyi ama vallahi ben Rahman kelimesinin
ne demek olduğunu bilmiyorum. Fakat vaktiyle senin de yazdığın gibi (Bismikallahümme
- Allah'ım senin isminle) diye yaz." Bunun üzerine müslümanlar
"vallahi biz onu yazmayız, biz "bismillahirrahmanirrahim" yazılmasını
İsteriz dediler. Resulullah: "Haydi bismikellahümme" diye yaz"
buyurdu. Sonra katibe: "Bu yazı Allah'ın peygamberi Muhammed'in karar verdiği
ve altına imza koyduğu bir muahade namedir" diye yazmasını emretti. Yine
Süheyl İtiraz ederek: "Vallahi, biz senin Allah'ın peygamberi olduğunu
bilsek ve İnansak seni Beytul Haram'dan men etmez ve sana karşı savaş-mazdık. Abdullah'ın
oğlu Muhammed'in... diye yaz" dedi. Bu teklif üzerine Resulullah:
"Vallahi siz yalanlasanız da ben Allah'ın Peygmaberiyim" buyurdu. Ve
Hz. Ali'ye "Haydi Muhammed bin Abdullah diye yaz" dedi.[81]
Resulullah (barış
anlaşmasının şartlarını tayin ederek) Süheyl'e şöyle buyurdu: "Muahadeyi
şu şartlarla yaparız: Bizi Beytullah ile başbaşa bırakınız. Biz orayı tavaf
edelim." Süheyl şu cevabı verdi: "Vallahi sizinle Beytul-lah'ı
başbaşa bırakmayız, çünkü araplar cebren İşgal edildik diye hakkımızda dedikodu
ederler. Fakat bu İstediğin gelecek yıl olsun" Resulullah bu şekilde
kabul buyurdu, Hz. Ali de böylece yazdı. Bu defa Süheyl şu şanı ileri sürdü ve
şöyle dedi: "Sana bizden herhangi bir erkek gelirse, o senin dininden
olsa bile onu bize iade edeceksin" müslümanlar bu teklife hayret ederek
şöyle dediler: "Subhanallah, müslümanlara sığınan bir müslüman müşriklere
nasıl iade edilebilir." Müslümanlarla müşrikler bunu tartışırken bir de ne
görsünler muahedeyi yapan Süheyl'in bizzat kendi oğlu Ebu Cendel, kendisine
vurulan kelepçeler yüzünden zorla yürür bir şekilde seke seke müs-lümanların
yanına vardı. Ebu Cendel, Mekke'de hapsedildiği yerden kaçıp Mekke'nin altından
gelmiş ve kendisini müslümanların içine atmıştı. Bunu gören babası Süheyl bin
Amr, Resulullah'a şöyle demiştir: "Ey Muhammed! Onu bana teslim etmen,
seninle yapacağım barış anlaşmasının ilk şartıdır." Resulullah: "Biz
anlaşmayı henüz imzalamadık" dedi. Süheyl "Vallahi teklifim kabul
edilmez ise, seninle herhangi bir barış anlaşması yapmam" dedi. Tekrar Resulullah:
"Bunu bana bırak, ben bunu koruyayım" buyurdu. Süheyl: "Hayır,
ben onu senin himayene bırakmam" dedi. Resulullah ısrar ederek "haydi
bu işi yap" buyurdu. Süheyl, Hayır yapmam, dedi. Bunun üzerine orada
bulunan ve Kureyşlilerin temsilcilerinden olan Mikrez, Resulullah'a hitaben:
"Haydi bunu sana bırakmayı kabul ettik" dediyse de (muahedeyi imzalamakla
yetkili olan Süheyl bunu kabul etmedi). Babasının ısrarından dolayı ümidini
kesen Ebu Cendel, müslümanlara seslenerek şöyle dedi: "Ey müslümanlar
topluluğu! Müslüman olarak geldikten sonra tekrar müşriklere mi iade
edileceğim? Benim neler çektiğimi görmüyor musunuz?"
Gerçekten Ebu Cendel,
Allah yolunda Kureyşliler tarafından en dehşetli işkencelere uğratılmıştı. Ebu
Cendel'in halinden etkilenen Hz. Ömer, Rasu-lullah'ın yanına varmış ve ona
şunları sorup cevabını almıştır: "Sen Allah'ın hak Peygamberi değil
misin?" Resulullah: "Evet, ben Allah'ın hak Peygamberiyim"
buyurmuştur. Yine Ömer: "Bizler hak, düşmanlarımız batıl üzere bulunmuyorlar
mı?" diye sormuş, Resulullah "evet" buyurmuştur. Tekrar Ömer:
"O halde niçin dinimiz uğrunda bu ezikliği (zilleti) kabul edelim"
diye sorunca Resulullah ona şu cevabı vermiştir: "Şüphesiz ki ben
Allah'ın Peygamberiyim ben ona isyan edecek biri değilim. O
benimyardımcımdır," Hz. Ömer, "sen bize, beytullaha varıp orayı tavaf
edeceğimizi haber vermemiş miydin" deyince Resulullah: "Evet,
vermiştim, fakat ben size bu yıl varacağımızı söylemiş miydim?" diye
sordu. Ömer: "Hayır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulullah
şöyle buyurdu: "Sen mutlaka ona varacaksın ve onu tavaf edeceksin. "
Hz. Ömer diyor ki:
"Ben, bundan sonra Ebu Bekir'in yanına vardım ona da şunları sordum:
"Ey Ebu Bekir! Bu adam Allah'ın hak Peygamberi değil midir?" Ebu
Bekir: "Evet, hak Peygamberidir" dedi. "Biz hak üzere düşmanlarımız
da batıl üzere değiller mi" dedim. Ebu Bekir: "Evet" dedi.
"O halde niçin dinimiz uğrunda bu ezikliği kabul ediyoruz" dedim. Ebu
Bekir: "Behey adam, o Allah'ın Peygamberidir. O, Rabbine isyan edecek biri
değildir. Allah onun yardımcısıdır. Sen onun üzerine sarıl (emrini tut)
Vallahi o, hak üzeredir" dedi. "O, bize Beytullah'a varıp orayı
tavaf edeceğimizi söylemiyor muydu? dedim. Ebu Bekir; "Evet, söylemişti,
fakat sana bu yıl gideceğini söylemiş miydi?" dedi. "Hayır"
dedim. Ebu Bekir: "Sen mutlaka oraya varacak ve orayı tavaf
edeceksin" dedi. Hz. Ömer diyor ki: "Bu İtirazlarıma keffaret oa-rak
daha sonra bir çok saliiı amel işledim"
(İbni İshak'ın
rivayetine göre Hz. Ömer şöyle diyormuş: "O gün konuştuğum sözlerin
neticesinden korkarak hâlâ sadaka veriyor, oruç tutuyorum, namaz kılıyor ve
köle azat ediyorum).
Ravi diyor ki: "Resulullah
muahedenamenin yapılıp imza edilmesini bitirdikten sonra sahabelere yönelerek
"haydi kalkın, kurbanlarınızı kesin, sonra başlarınızı traş edin"
buyurdu. Vallahi onlardan bir kişi bile kalkmadı. Hatta Resulullah bu emrini
üç kere tekrar etti, yine kimse kalkmadı. Bunun üzerine Resulullah müminlerin
annesi olan Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona İnsanlardan gördüğü
kayıtsızlığı anlattı.[82]
Ümmü Seleme: "Ey
Allah'ın Rasulü! Emrinin yerine getirilmesini istiyor musun? O halde dışarı
çıkıp kurbanlık deveni kesinceye ve berberini çağırıp kendini traş ettirinceye
kadar, sahabelerden herhangi birine tek bir kelime dahi söyleme" dedi. Resulullah
dışarı çıktı. Bunları yapıncaya kadar kimse ile konuşmadı. Kurbanlık develerini
kesti, berberini çağırdı ve kendisini traş ettirdi. Sahabeler Resulullah'ın
böyle yaptığını görünce, onlar da kalkıp kurbanlık develerini kestiler,
birbirlerini traş etmeye başladılar. Hatta kalabalıktan dolayı nerede ise
birbirlerini ezeceklerdi.[83]
Resulullah traş
olduktan sonra huzuruna müslüman kadınlar geldi. Bunun üzerine Allah Teala şu
âyeti celileyi indirdi: "Ey iman edenler! Mümin olduklarını söyleyen
kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Onların
imanlarını Allah daha iyi bilir ya. Mümin olduklarını Öğrendiğiniz zaman
onları kafirlere iade etmeyin, çünkü ne mümin kadınlar kafirlere helaldir, ne
de kafir erkekler mümin kadınlara helaldir.
Kafir kocalarının
sizlere muhacir olarak gelen mümin kadınlara vermiş oldukları mehirleri geri
iade edin. Bu muhacir kadınlara mehirleri-ni verdiğiniz taktirde kendileriyle
evlenmenizde bir mahzur yoktur. Kafir kadınları nikahınız altında tutmayın.
Siz de kafir kadınlara verdiğiniz mehri geri isteyin. Kafir erkeklerde size
gelen muhacir kadınların mehir-lerini istesinler.
İşte Allah'ın sizin
hakkınızda hükmü budur. O aranızda hükmünü verir. Allah her şeyi bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir. "[84]
Bu âyetin İnmesi
üzerine Hz. Ömer müşrik olan iki karısını boşadı. Bunlardan biri İle Muaviye
bin Ebu Süfyan diğeri ile de Safvan bin Ümeyve evlendi.
Resulullah Medine'ye
döndü. Bu sırada, anlaşma İcabı Kureyş'den biri kabul edilen Ebu Basir,
müslüman olarak Medine'ye geldi.
Kureyşliler Ebu
Basîr'in kendilerine iade edilmesi için Resulullah'a iki kişi gönderdiler.
O'na: "Bizimle yaptığın muahede'de verdiğin sözü hatırlatırız"
dediler. Resulullah da Ebu Basir'i bu iki kişiye iade etti. Bunlar Ebu basirle
birlikte yola çıktılar. Zülhuleyfe denen yere vardıklarında yanlarında azık
olarak aldıkları hurmalardan bir bölümünü yemek için orada konakladılar. Ebu
Basir, bu İki kişiden Huneys'e: "Ey filan! Vallahi ben senin kılıcını
şahane bir kılıç olarak görüyorum" dedi. kılıcın sahibi olan diğer adam
kılıcı kınından çıkardı ve "Evet vallahi bu kılıç iyi bir kılıçtır. Ben
bunu tekrar tekrar denedim" dedi. Ebu Basir de: Müsaade et de ona bir
bakayım" dedi. Adam kılıcı gösterirken hernen onu elinden kaptı ve
Huneys'in boynuna vurdu. Huneys öldü. Diğer adam gensin geri kaçarak Medine'ye
vardı. Koşarak Mescİd-i Nebeviye girdi. Resulullah bu adamın telaşla koştuğunu
görünce: "Bu korkunç bir şey görmüştür" buyurdu. Huneys'in kölesi
olan ve Kevser adını taşıyan bu zat, Raululfah'ın yanına varınca ona:
"Vallahi arkadaşım Öldürüldü. Ben de öldürüleceğim" dedi. Bu arada
Ebu Basir'de Resulullah'a geldi ve ona: "Ey Allah'ın Rasulü! Vallahi
Allah senin verdiğin sözü yerine getirdi. Zira sen beni onlara iade ettin.
Sonra Allah beni onlardan kurtardı." dedi.
Bunun üzerine Resulullah
sahabelere hitaben şöyle buyurdu: "Vay bu adamın annesinin haline, şayet
kendisini destekleyen biri olsa, bu bir harb gel-berisidir. (Harb ateşinin
tutuşmasına sebeb olur) Ebu Basİr, Resulullah'ın bu sözlerini işitince Onun
kendisini hemen müşriklere iade edeceğini anladı ve oradan ayrıldı. Şam yolu
üzerinde bulunan ve "İs7' diye adlandırılan deniz sahili bîr yere vardı,
orada yerleşip kaldı.
Ebu Cendel bin Süheyl
de Mekke müşriklerinin elinden kaçtp Ebu Basir'in yanına vardı. Kureyşlilerden
müslüman olup da kaçıp kurtulmak isteyenlerle bir topluluk oluşturmuşlardı.
Bunlar Kureyş'in Şam'a giden bir ticaret kervanını duyar duymaz hemen onları
geri çeviriyorlar, adamlarını öldürüyorlar ve mallarına el koyuyorlardı.
Kureyşlilerin
kendilerini tehdit eden bu insanlara bir çare bulmak üzere bu defa Rasuîullah'a
Ebu Süfyan bin llarb'i elçi olarak gönderdiler. Rasulul-lah'dan Allah rızası
için ve akrabalık bağına hünneten Ebu Basir cemaatının müşriklere karşı
giriştikleri taarruzlar; durdurmasını İstedi. "Artık bundan sonra kim
Mekke'den Medine'ye gelirse o güven içindedir. Geri iade edilmeyecektir"
diye haber göndermişlerdi.
Resulullah Ebu Basir
cemaatına mektup gönderdi Medine'ye gelmelerini istediğini bildirdi.
Bunun üzerine Allah
Teala şu âyeti indirdi: "Sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin
göbeğinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çektiren
Allah'tır. Allah yaptıklarınızı çok iyi görür.
Onlar, inkar edenler,
sizi Mescid-i Haramı ziyaretten ve beraberinizde kurbana tahsis ettiğiniz
hayvanları yerine kavuşmaktan ah koyanlardır. Eğer o kafirler arasında
bilmediğiniz mümin erkekler ve mümin kadınlar bulunup da farkında olmayarak
onları tepeleyip vebal altında kalma ihtimaliniz olmasaydı, savaşmanıza izin
verilirdi. Bütün bu nimetleri Allah size, dilediklerini rahmetine kavuşturmak
İçin vermiştir. Eğer müminlerle kafirler birbirlerinden seçilip ayrılmış
olsalardı, elbette kafirleri can yakıcı bir azaba uğratırdık.
İnkar edenler,
kalplerine taassubu, o cahiliye taassubunu yerleştirirken, Allah da
Peygamberinin ve müminlerin kalplerine huzur ve sükunet indirdi. Onları takvayı
gerektiren sözden ayırmadı. Onlar da buna layık ve ehil kimselerdi. Allah herşeyi
çok iyi bilir."[85]
İnkâr edenlerin
kalplerine yerleştirdikleri cahiliye taassubu, onların Resulullah'ın
peygamberliğini kabul etmemeleri , "Bismillahirrahmanirrahim’i red
etmeleri ve müslümantarı Beytuüah'a girmekten alı koymaları şeklinde
görülmüştür.[86] Burada şu noktaya dikkat
etmek gerekir:
itikadı konularda
azimeti .seçerek dini yüceltmenin daha evla olduğu muhakkaktır. Bu konularda
ruhsatı seçenin imanında şüphe edilebilir. Hatta müslüman olduğunu açığa
vurmayana müslüman muamelesi yapılamaz. Nitekim Resulullah Hz. Abbas'in
müslüman olduğunu söylemesine rağmen onun dış görünüşüne bakıp kendisinden
fidye almıştır.
İbn Hişam, İbn
İshak'ın şunları söylediğini nakletmektedir: "Resulullah'ın azatlı kölesi
Ebu Rafi dedi ki: Ben Abdülmuttalib'in oğlu Abbas'ın kö-lesiydim. Bizim evin
halkı İslâm'a girmişti. Abbas ve (hanımı) Ümmül Fadl müslüman olmuşlardı. Ben
de müsîüman olmuştum.
Abbas kavminden
korkuyor, onlara karşı çıkmak istemiyor ve Müslüman olduğunu gizliyordu. Malı
çok olan biriydi, o malını kavmine dağıtırdı.
Ebu Leheb, Bedir
savaşına katılmamış yerine el-Asi bin Hişam'ı göndermişti- Bedir savaşında
Kureyşlilerin uğradıkları hezimet haberi Ebu Leheb'e ulaşınca, Allah onu rezil
rüsvay etti. Biz İse kendimizi güçlü hissetmeye başladık, maneviyatımız yükseldi.
Ben zayıf bir
insandım. Oklar yapardım, zemzem odasında (zemzem suyu için kurulmuş özel bir
çadırda) okları yontuyordum. Bir gün aynı yerde oturmuş oklarımı yontuyordum,
Ummul Fadl'da yanımda oturuyordu. Biz, gelen haberler dolayısı ile sevinçliydik,
o sırada yüzünden şer dökülen Ebu Leheb geldi. Odanın bir köşesine oturdu,
sırtını benim arkama çevirmişti. O böyle otururken bir kısım insanlar:
"İşte Ebu Süfyan geldi1' dediler. Bunun üzerine Ebu Leheb: "Buraya
gel, yemin olsun ki haberler sende" dedi. Ebu Süfyan, Ebu Leheb'in yanına
olurdu. Bütün insanlar ayakta durmuş ona bakıyorlardı. Ebu Leheb:
"Yeğenim anlat bakalım, insanların durumu nedir?" dedi. Ebu Süfyan
da şöyle dedi: "Vallahi hadise şöyle oldu: Biz o kavimle karşı karşıya
geldik. Onlara omuzlarımıza binme fırsatı verdik, onlar da bizi diledikleri
şekilde sevk ediyorlar ve diledikleri biçimde esir alıyorlardı, Allah'a yemin
olsun ki, bununla beraber adamlarımızdan hiçbir kimseyi kınamadım. Zira
karşımıza, yerden göğe doğru uzanan alaca atlar üzerinde beyaz tenli adamlar
çıktılar. Bunlar, hiçbir şey bırakmıyor ve bunlara karşı hiçbir şey mukavemet
edemiyordu."
Ebu Rafi diyor ki:
"Bunun üzerine ben, çadırın bir kenarını elimle yukarı kaldırdım, sonra
vallahi onlar meleklerdir" dedim. Ebu Leheb bunu işitince elini kaldırıp
yüzüme şiddetle bir tokat vurdu. Ben de ona daldım. O beni kaldırıp yere
vurdu, üzerime çöküp beni dövmeye başladı. Ben zayıf bir adamdım. Bunu gören
Ümmül Fadl çadırın direklerinden birini kapıp Ebu Leheb'in başına indirdi,
onun kafasında korkunç bir yarık meydana getirdi ve ona şöyle dedi:
"Efendisi burada olmadığı için sen onu zayıf buldun ha!" Ebu Leheb
rezil bir şekilde kalkıp gitti. Vallahi bundan sonra sadece yedi gün yaşadı.
Allah onu sivilce hastalığına yakalattı ve o hastalık onu öldürdü.[87]
Ebu Rafi'nin anlattığı
bu habere* göre, Abbas bin Abdülmuttalib Bedir savaşından önce müslüman olmuş,
ancak cesaret edip müslüman olduğunu açığa vuramamıştır. Bunun neticesi olarak
da istemeyerek Bedir savaşına katılmıştır. Aşağıda zikredilen rivayet bunu
desteklemektedir:
İbn Hİşam, İbn
İshak'ın Abdullah bin Abbas'dan şunu rivayet ettiğini nakletmektedir.
"Bedir günü. Resulullah sahabelerine şöyle buyurdu:
"Haşi-moğullarından ve diğer insanlardan bir kısım adamların istemeyerek
savaşa katılmaya zorlandıklarını öğrendim. Bunların bizimle savaşmaya herhangi
bir ihtiyaçları yoktur... Sizden kim Resulullah'ın amcası, Abbas bin
Ab-dulmuttalib ile karşılaşırsa onu öldürmesin, zira o, zorla savaşa katıldı.[88]
Hz. Abbas'ın Bedir
savaşından önce müslüman olduğunu beyan eden bu rivayetlere dayanılırsa, Hz.
Abbas'ın Bedir'den önce müslüman olduğunu söylemek doğru olur. Bununla beraber
Resulullah (sav) Bedir savaşında esir düşen amcası Abbas'ın müslüman olduğunu,
savaşa istemeyerek katıldığını İleri sürerek fidye vermekten muaf tutulması
isteğini kabul etmemiştir. Ve ona şunları söylemiştir: "Senin müslüman
olduğunu Allah daha iyi bilir, şayet söylediğin gibiysen bunun karşılığını
Allah sana verir, fakat senin dış görünüşün bizim aleyhimize idi, hem kendi
diyetini, hem de kardeşlerin Harisin oğlu Nevfel ve Ebu Talib'in oğlu Akil'in
diyetini vereceksin. Bir de seninle muahedeli olan Utbe bin Amfin diyetini
Ödeyeceksin." Abbas: "Ey Allah'ın Rasulü! Senin istediğin bu miktar
bende yoktur" dedi. Resulullah ona şu cevabı verdi: "Fadl'ın
annesiyle (hanımınla) birlikte yere gömdüğünüz mallarınız nerede? Sen Umumi
Fadl'a şöyle dediydim Eğer bu seferimde başıma bir şey gelecek olursa, bu mal
oğullarım Fadl, Abdullah ve Kusem'in olsun." Abbas: "Ey Allah'ın
Rasulü! Ben senin Allah'ın Peygamberi olduğunu biliyorum. Bu olayı benden ve
Ummul Fadl'dan başkası bilmiyordu" dedi. Sonra Abbas hem kendisi İçin hem
de kardeşlerinin İki oğlu ve kendisiyle anlaşmalı olan zat İçin fidye Ödedi.[89]
Bazı müfessirler şu
âyetlerin Bedir esirlerinden sadece Abbas hakkında indiğini söylemişlerdir:
"Ey Peygamberi Elinizde bulunan esirlere şöyle de: Eğer Allah kalbinizde
bir hayır olduğunu bilse, size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi
bağışlar. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Şayet esirler sana bir
hainlik yapmak isterlerse, bil ki daha önce de Allah'a ihanet etmişlerdir. Bu
yüzden Allah, onlara karşı sana imkan verdi. Allah her şeyi çok İyi bilendir.
Hüküm ve hikmet sahibidir.[90]
Yukarıda zikredilen bu
hadiseler incelendiğinde şu sonuca varılır: Kişi müslüman olduğunu hür iradesi
ile açığa vurmadığı taktirde onun herhangi bir yükümlülükten kurtulmak için
müslüman olduğunu iddia etmesine itibar edilmez. Ona, müslüman olmayanlara uygulanan
hükümler uygulanır. Diğer yandan, kişi İmanını açığa vurma hususunda azimeti
seçmelidir ki kendisine müslüman muamele yapılsın. Bir de inanç meselesi ciddi
bir meseledir. Artık bu konuda hatır, gönül yoktur. Resulullah amcasının
iddiasına bakmamış, İslâm'ın zahiri hükümlerini uygulamıştır. Bunun misalleri
İslam tarihinde pek çoktur.[91]
Dinden çıkmaya
zorlanan insan, gerçekten İtikadını değiştirirse, artık onun kâfirliğine
hükmedilir. Kendisine, mürtede ait hükümler uygulanır. Resulullah (sav) bir
hadis-i şerifinde "Kim dinini değiştirirse onu öldürün" buyurmaktadır.11)
Ayrıca Peygamber efendimizin (sav) döneminde böyle bir hadise vuku bulmuştur.
İbn İshak diyor ki: Resulullah,
Mekke'nin fethi esnasında emirlerine Mekke'ye girmelerini emrettiği zaman
kendileriyle savaşmadıkça herhangi bir kişiyi öldürmemelerini emretmişti.
Ancak, Abdullah bin Sa'd dahil adlarını zikrettiği bir kısım insanların,
Kâ'be'nİn perdesi altında bulunsalar dahi öldürülmelerini emretmişti.
Peygamber efendimizin,
Abdullah'ın öldürülmesini emretme sebebi şu idi: Abdullah müslüman olmuştu. Resulullah'ın
vahy katipliğini yapıyordu. Sonra mürted oldu. Müşrik olarak Kureyşlilere
döndü. Mekke fethedilince de kaçıp süt kardeşi Hz. Osman'a sığındı. Hz. Osman
onu sakladı. Durum sakinleşip, Mekke'de hayat normale dönünce Osman bin Afvan
onu ResululIah'a getirdi. Ve Resulullah'ın buna eman vermesini istedi. Orada
bulunanlar Rasulullalrın uzunca sustuğunu zannettiler. Sonra Resulullah:
"Olur" dedi (eman verdi). Hz. Osman, Abdullah ile Rasululİah'ın
yanından ayrılınca, Resulullah, çevresinde bulunan ashabına şöyle dedi:
"Ses çıkarmayıp sustum ki biriniz kalkıp onun boynunu vursun." Bunun
üzerine Ensar'dan bir adam: "Ey Allah'ın Rasulü! Bana işaret etseydin
ya!" dedi. Resulullah: "Peygamber işaretle birini öldürtmez"
buyurdu. İbn Hİşam diyor ki, sonra Abdullah bin Sad bin Sarh müslüman oldu.
Hz. Ömer onu bazı işlerle vazifelendirdi. Osman bin Afvan da ona vazife verdi.[92]
Burada, Abdullah bin Sad irtidat ettiği İçin Öldürülmesi emredilmiş fakat eman
isteyerek canını kurtarmış, daha sonra yeniden müslüman olmuştur.
Bir İnsan öldürülmekle
veya bir organının kesilmesiyle yahut ölümcül bir şekilde dövülmesiyle tehdit
edilir ya da ölüme sürükleyecek bir derecede aç bırakılır ise, böyle bir
insanın kalbinde İman karar kıldığı halde, diliyle dinden döndüğünü söylemesi
caizdir.
Çünkü Allah Teala
şöyle buyuruyor: "Kalbi imanla mamur olduğu halde inkâra zorlanan hariç,
kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar eder, kalbini inkâra açık tutarsa
Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir azab da vardır. "[93]
Ayrıca, ikrah
(zorlama) neticesinde müşriklerin teklifini kabul eden Am-mar için Peygamber
efendimiz (sav) "... Müşrikler tekrar sana aynı şekilde davranırlarsa, sen
de yaptığın gibi davran"[94]
buyurmuştur.
Böyle bir müslümanın
İslâm'dan dönme tekliflerini reddedip, yapılan işkencelere tahammül etmesi
daha evladır. Şayet öldürülürse Adl-i ilahide ecri vardır. Nitekim Hubeyb bin
Adiyy (r.a) öldürülünceye kadar sabretmiştir.[95]
Hanelilere göre ölüm
tehlikesi arzetmeyen veya bir organının koparılmasına vesile olmayan
tehditler, tam İkrah sayılamayacağından bir müslümana: "Dininden dön,
yoksa seni hapsederiz" veya "döveriz" yahut "aç
bırakırız" denilerek tehdit edilip dinden çıkması İstenirse, böyle bir
müslümanın ölümüne vesile olmayacak bu tür tehditlerle dinden döndüğünü lisanen
söylemesi dahi caiz değildir. Aksi taktirde zahiren kafirliğine hüküm verilir.
Hanımı kendisinden boş olur, müslüman olduğunu belirten bir alamet kendisinden
zuhur etmedikçe kafirliğinin devam ettiğine hüküm verilir. Çünkü Hanefi
mezhebinde '"eksik ikrah" küfrü icab ettiren bir şeyi söylemeye veya
yapmaya ruhsat sağlamamaktadır.
Hanefi mezhebinde
kişiyi küfre götürecek söz ve ya davranışlar cebredilen kişinin niyetine göre
farklı hükümlere tabi tutulmaktadır:
a. Dinden
dönmeye zorlanan kişi zahiren dinden çıktığını belirttiği gibi kalben de dinden
çıktığına niyet ederse böyle bir kişi kafirdir. Abdullah bin Sa'd bunun
misalidir.[96]
b. Bir kimse
Allah'ı inkâra veya bir puta secde etmeye yahut Hz. Muham-ined'e (sav) sövmeye
ve benzeri şeylere cebredilir de kalbine hiçbir şey gelmeden yani düşünmeden
Allah'ı inkâr eder veya puta secde eder yahut Ra-sulullah'a söverse ikrahın
(zorlamanın) tam olması şartıyla dinden çıkmış olmaz. Eğer kalbine Allah'ı
inkâr etme yerine tanrı edinilen başka bîr şeyi inkar etme, puta tapma yerine
Allah'a tapma, Peygambere sövme yerine Mu-hammed İsmindeki başka birine sövme
düşüncesi gelirse, buna rağmen Allah'ı inkâr etmeyi, puta tapmayı ve
Peygambere sövmeye niyet ederse, hem kullar hakkında, hem de Allah nezdinde
kâfir olur. Ona dünyada kâfir muamelesi yapılır. Hanımı boş olur. cenazesi
kılınmaz. Vesaire. Ahirette de ebedi azaba koyulur. Zira bu kişi kendi
isteğiyle, dinden çıkaran sözü söylemiş ve işi yapmıştır.
Kalbine doğan çareleri
terk etmiştir. Şayet bu insan çareleri kullanırsa, Allah katında müslüman
kalacağı şüphesizdir. Dünyada İse, dış görünüşü dinden çıktığını gösterse de
gerçekte müslümandır. Hanefiler bunun müslüman sayılmayacağını bu nedenle
kalbine bir şey geldiğini söylememesi icap ettiğini belirtmişlerdir. Biz
Hanelilerin bu son görüşlerine katılmıyoruz. Böyle bir kişinin hem dünyada hem
ahirette müslüman sayılacağı kanaatindeyiz. Zira bu kimse, kalbten mümindir.
Sadece kâfirleri aldatmak için onların istediği gibi davranmış ve bu davranışı
ile de başka bir şeyi niyet etmiştir. Dış görünüşüne itibar edilmemelidir.[97]
Bu mezhebe göre dinden
çıkmaya zorlamanın hükmü: Bir müslüman, dininden dönmeye zorlanır da
öldürüleceğinden korkarsa, kalbi imanla mutmain olduğu halde lisanen kelime
oyunlarına da başvurarak dinden çıktığını söyleyebilir, bundan dolayı günahkâr
olmaz ve kendisine kafir hükmü uygulanmaz. Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Kalbi İmanla
mamur olduğu halde inkara zorlanan hariç, kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar
eder, kalbini inkara açık tutarsa, Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Bunlara
büyük bir azab da vardır. "[98]
Bir başka âyet-i
celilede şöyle buyurulmuştur:
"Müminler,
müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah'dan
bekleyeceği hiçbir şey yoktur. Ancak onlardan sakınmanız hali
müstesnadır."[99] Bu
âyet-i celilede korkutulan müslümanın mazur olacağı bildirilmektedir. Çünkü
âyette: "... ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır"
buyurulmaktadır, Diğer bir âyet-i celilede ise:
"Melekler o
kendilerine zulmedenlere, canlarını aldıklarında: Ne yaptınız, derler? Onlar
da: Biz yeryüzünde zayıf düşürülmüştük, derler. Melekler ise, Allah'ın arzı
geniş değil mi idi? Orada hicret edeydiniz, derler. İşte bunların varacağı yer
cehennemdir. O ne kötü bir yerdir." "Erkek kadın ve çocuklardan
zayıf düşürülüp bir çare bulmaya gücü yetmeyen ve çıkar yol bulamayanlar
müstesnadır. İşte bunları umulur ki Allah affeder. AUah çok affeden ve çok
bağışlayandır"[100] buyurulmuştur.
Bu âyet-i celilede de
aciz bırakılan mustazafîann mükellef oldukları dini vecibelerini ila
edemedikleri taktirde Allah'ın afvına mazhar olacakları beyan edilmektedir.[101]
Böyle bir zorlamaya
maruz kalan müslüman, kafir olduğuna dair herhangi bir cevap vermez ve
direnerek öldürülürse bu davranışı daha evladır. Allah katında sevabı ruhsatı
tercih edenden daha fazladır. Çünkü Peygamber efendimiz (sav)'in Habbab bin
el-Eret'e söylediği hadis-i şerif [102] ve
MüseyIime'nin Öldürdüğü sahabe hakkında söylediği hadîsler[103] bunu göstermektedir.
Maliki mezhebine göre
dinden dönmeye zorlanan insanın açıkça kafir olduğunu söylemesi caiz değildir.
Kelime oyunları yaparak çıkar yol bulması gerekir. Mesela cebredilene:
"Allah'ı inkâr et" denilince "y" harfini ilave
ederek onun: "Allahı
inkâr ediyorum" demesi, yahut ona "Peygamberi inkâr et" denildiğinde
onun: "Elçiyi inkâr ediyorum" demesi gerekir. Aksi taktirde kafir
olur. Çünkü ikrahın (zorlamanın) imalı konuşmalara müdahale etmesi mümkün
değildir.[104] Maliki mezhebine göre,
ikrah hem sözlerde hem de davranışlarda geçerlidir. Bu görüş Hz.. Ömer'den ve
Mekhul'den nakledilmiştir. Buna göre bîr insan, Ramazan'da zorla orucu
bozdurulursa, bundan dolayı günahkâr olmaz.[105]
Maliki mezhebinden
Sehnûn'un da katıldığı bir kısım âlimler ise ikrahın sadece sözlere etkisi
olacağı, davranış ve fiillere etkisi olmayacağını söylemişlerdir. Bunlara
göre, zorlama (ikrah) ne olursa olsun bir müslümanın hiçbir zaman Allah'ın
dışında herhangi bir şeye secde etmesine veya kıbleyi bırakıp başka bir yöne
namaz kılmasına yahut bir müslümanı dövme veya onunla zina yapmasına ya da
içki içmesine yahut da haram bir şey yemesine ruhsat yoktur. Zira Abdullah bin
Mes'ud sadece sözlerde ruhsatın geçerli olduğuna işaret ederek: "Ben,
bana iki kamçı vurmayı uzaklaştıracak olan her sözü söylerim"[106] demiştir.
Bu görüş Hasan-ı Basri'den de rivayet edilmektedir. Evzaî de aynı görüştedir.
Kurtubi, Abdullah bin Mes'ud'un bu sözünün İkrahın (zorlamanın) sadece sözler
için geçerli olacağına delil olmadığını, İbn Mes'ud bunu bir misal olarak
söylediğini zikretmektedir.[107]
Müslüman bir kişi
dinden çıkmaya zorlanır da istemeyerek kafir olduğunu söylerse, bu kişi kafir
olmaz. Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Kalbi imanla
mamur olduğu halde, inkara zorlanan hariç, kim iman ettikten sonra Allah'ı
inkar eder, kalbini inkara açık tutarsa, Allah'ın gazabı onların üzerinedir.
Bunlara büyük bir azab da vardır. "[108]
Keza Resulullah (sav)
Ammar bin Yasir'e: "Müşrikler sana aynı şekilde davranırlarsa, sen de
yaptığın gibi davran”[109] buyurmuştur.
Yine kafirler mustazaf
müslümanlara işkence ederken Bilal'in dışındaki İşkence görenlerin İstemeyerek
müşriklerin isteği doğrultusunda cevab verdikleri rivayet edilmektedir.[110]
Bir hadis-i şerifte de
Peygamber efendimiz; "Şüphesiz ki Allah ümmetimin üzerinden; hata
etmenin, unutmanın ve onlara zorla yaptırılanların sorumluluğunu
kaldırmıştır"[111]
buyurmuşlardır.
Zorlama ile (ikrahla)
ruhsatı seçerek dinden çıktığını, söz, davranış veya fiiliyle ortaya koyan bir
müslümandan ikrah (zorlama) kalkınca ona müslü-man olduğunu açığa vurması emredilir.
Müslüman olduğunu açığa vurursa o müslümandır. Şayet kafir olduğunu söylerse
kafirdir.
Dinden çıkmaya
zorlanan Müslüman ın yapılan işkencelere sabredip, dinden çıktığını
söylemeyerek azimeti tercih etmesi daha evladır. Bu hususta Resulullah (sav)'in
Habbab bin el-Eret'e söylediği hadis-i şerif bunun delilidir.[112]
Diğer yandan Ashab-ı
Uhdud'un azimeti tercih ettikleri ve bu hadiseye vesile olan rahibin, kralın
adamının ve çocuğun öldürüldüğü Rasulllah tarafından bildirilmektedir.[113]
Bir müslüman, kalbinde
iman karar kıldığı halde kendisini dinden çıkaracak bir sözü söylemeye veya bir
işi yapmaya zorlanırsa, böyle bir müslümanın azimeti seçip sabretmesi ve
kendisini küfre götürecek sözü söylememesi veya işi yapmaması daha evladır.
Zayıf olan bir görüşe göre ise, zorlanan insanın kendisine tabi olunan âlim
bir zat olmadıkça canını feda etmektense ruhsatı seçip lisanen kafir olduğunu
söylemesi daha evla görülmüştür. Fakat âlimlerin azimeti seçerek zorlamalara
karşı sabretmelerinin evla olduğu hakkında herhangi bir ihtilaf yoktur.
Bununla beraber
ikrahla dinden çıktığını söyleyen kişi, kalben mümin olursa dinden çıkmış
sayılmaz. Nitekim Nahl Sûresi âyet 106 bunu beyan etmektedir.
Buna mukabil zorla
dinden çıkarılması İstenen insan, kalben de dinden çıkarsa mürted olur.
Şayet bir insan dinden
çıkmaya zorlanır ve İkrahı kendinden uzaklaştırmak için dinden çıktığını
gösteren bir sözü söyler veya bir işi yapar da o anda kalbinde mümin olduğu
veya kafir olduğuna dair herhangi bir düşünce bulunmazsa bunun mürted sayılıp
sayılmayacağı hakkında iki görüş vardır. Ancak hanımını boşamaya zorlananın
hanımı boş olmadığı gibi, bunun da mürted sayılmaması İcab eder.[114]
[1] İsra, 81
[2] Nahl, 106
[3] Taha, 70-74
[4] Buruc, 4-10
Resulullah (sav/den
Sııheyb'in Amrın (ra) rivayet ettiği şu hadisi şerifinde Ashab-ı Uh-dudu
anlatarak buyuruyor ki: "Bir zaman sizden öncç yaşayan insanların bir
kralı vardı. Kralın bir sihirbazı bulunuyordu. Sihirbaz ihtiyarlayınca, krala:
"Artık ben ihtiyarladım, bana bir çocuk gönder de sihri ona
öğreteyim" dedi. Kral, ona sihri öğreteceği bir çocuk gönderdi. Çocuğun
yolu üzerinde bir rahib (din adamı) bulunuyordu. Birgün çocuk onun yanına
oturup sözlerini dinledi. Rahip gencin hoşuna gitti. Bundan sonra çocuk
sihirbaza her gittiğinde rahibe uğruyor, yanında biraz oturuyordu. Çocuk geç
kaldığı için sihirbazın yanına varınca onu dövüyordu. Çocuk bu durumu rahibe
şikayet etti.
Raiıib gence:
"Sihirbazdan korktuğun zaman ailem beni alıkoydu, de. Ailenden korktuğun
zaman da sihirbaz beni alıkoydu, de" diyerek tavsiyede bulundu.
Genç böyle devam
ederken, bir gün büyük bir hayvanın İnsanları bir yere sıkıştırdığını gördü.
Genç: "Bugün sihirbazın mı yoksa rahibin mi daha üstün olduğunu öğreneceğim"
dedi. Sonra eline bir taş aidi. "Ey Allah'ım! Eğer rahibin yaptığı sihirbazın
yaptığından Sana daha sevgili ise bu hayvanı öldür. İnsanlar kurtulup gitsinler."
dedi ve elindeki taşı attı. Hayvanı öldürdü. İnsanlar da kurtulup gittiler.
Çacuk rahibe geldi,
durumu anlattı. Rahib ona şunları söyledi: "Yavrum, bugün sen artık benden
daha üstünsün. Mertebenin nereye ulaştığını görüyorum. Sen yakında zor bir
imtihan geçireceksin. İnıthan geçirecek olursan, sakın beni söyleyip ele
verme."
Genç âmâları,
cüzzanılılan ve diğer hastalan tedavi eder hale geldi. Kralın yakın adamlarından
gözleri âmâ olan bir adam, bunu duyunca, birçok hediyelerle birlikte gence
geldi. Ona, eğer beni de iyileştirirsen bu hediyelerin hepsi senin olsun dedi.
Genç: "Ben kimseyi
iyileştirıııiyorum. Ancak Allah iyileştiriyor. Eğer Allah'a iman edersen,
Allah'a yalvarırım, O da sana şifa verip iyileştirir." dedi.
Kralın adamı, iman
etti. Allah ona şifa verdi. Adam kralın yanına geldi. Her zamanki gibi oturdu.
Kral ona; 'Gözlerini kim iade etti (açtı) dedi. Adam: Rabbinı dedi. Kral:
Senin benden başka rabbin var mı? dedi. Adanı: Benim de Rabbinı, senin de
Rabbin Allah'tır dedi.
Kral, adamını
tutukladı. Ona durmadan işkence etti. Nihayet adam gencin yerini söyledi. Genç
getirildi. Kral, ona: "Yavrum! Öyle bir hale gelmişsin ki körleri ve
cüz-zanılıları iyileştiriyormıışsun, şunu ve şunu yapıyorsun dedi.
Çocuk: "Ben
kimseyi iyileştinııiyorum. Ancak Allah İyileştiriyor" dedi. Kral bunu da
tutukladı ve devamlı işkence etti. Bu da rahibin yerini söyledi. Bunun üzerine
rahip de getirildi. Ona: "Dininden dön" denildi. Rahib bu teklifi
kabul etmeyip reddetti.
Kral, bir testere
istedi. Rahibin başının ortasına koydu, onu biçip iki parçaya ayırdı. Öyle ki
parçalan yere düştü.
Sonra kralın adamı
getirildi. Ona da "dininden dön" denildi. Fakat adam kabul etmedi.
Reddetti. Bunun da başının ortasına testere konuldu, ortadan ikiye biçildi. Her
bir parçası yere düştü... / ... Nihayet genç getirildi, ona da "dininden
dön" denildi. O da kabul etmeyip reddetti. Bunun üzerine kral onu,
adamlarından birkaç kişiye teslim etti ve şöyle dedi: "Bunu şu ve şu
şekilde olan dağa götürün. Tam tepesine çıktığınız zaman, dininden dönerse
döner, dönmezse onu dağdan aşağı atın"
Kralın adamları, çocuğu
alıp götürdüler. Dağa çıkardılar. Orada çocuk şöyle dua etti: "Ey
Allah'ım. Sen, beni bunların elinden dilediğin şeyle kurtar." Bunun üzerine
dağ sallandı, onlar aşağı düştüler. Genç kurtuldu ve krala geldi.
Kral, ona:
"Arkadaşların ne yaptı?" dedi. Genç:"Allah, beni onların
ellerinden kurtardı" dedi.
Sonra kral, yine genci
adamlarından birkaç kişiye teslim etti. Ve onlara: "Bunu bir gemiye
bindirin, denizin ortasına götürün. Dininden dönerse döner, yoksa bunu denize
atın" dedi.
Kralın adamları oraya
götürdüler. Genç orada şöyle dua etti. "Ey Allah'ım! Sen, beni bunların
elinden dilediğin bir şeyle kurtar." Bunun üzerine gemi içindekilerle beraber
ters döndü. Kralın adamları boğuldu. Genç kurtulup tekrar kralın yanına geldi.
Kral ona:
"Arkadaşların ne yaptı?" dedi. Genç; "Allah, beni onların
ellerinden kurtardı." dedi.
Genç, krala: "Sana
emrettiğimi yapmadıkça, sen beni öldüremezsin" dedi. Kral, ona: "O da
ne?" diye sordu.
Genç: "insanları
açık bir yerde toplarsın. Beni bir ağacın dalına asarsın. Sonra sadakımdan (ok
torbamdan) bir ok alır onu yayın ortasına yerleştirirsin. Bundan sonra sen:
"Gencin Rabbi Allah'ın adıyla" der ve onu bana atarsın. İşte bunları
yaptığın takdirde beni öldürürsün" dedi.
Kral, insanları bir
meydanda topladı. Genci bir dala astı. Sonra onun sadakından bir ok alıp yaya
yerleştirdi. Sonra "Gencin Rabbi Allah'ın ismiyle" deyip oku artı.
Ok, gencin şakağına isabet etti. Genç elini okun isabet ettiği şakağına koydu ve
öldü.
Orada bulunan insanlar:
"Gencin Rabbine iman ettik. Gencin Rabbine iman ettik. Gencin Rabbine
iman ettik" dediler.
Kralın yanına gidilip,
ona: "Kaçındığın şeyi gördün mü? Yemin olsun ki kaçındığın şey başına
geldi. İnsanlar iman ettiler" denildi.
Bunun üzerine kral, yol başlarına kanallar kazılmasını emretti. Kanallar
kazıldı. Kral, kanalların içinde ateşler yaktırdı ve şöyle dedi: "Dininden
dönmeyeni burada kızartın" dedi. Dininden dönmeyene "haydi gir
buraya" denildi. Müminler, dinlerinden dönmeyip bu çukurlara düşmeyi
tercih ettiler. Nihayet, beraberinde bebeği bulunan bir kadın geldi. Ateşe
girmeden çekindi. Bebek ona: "Anneciğim sabret, çünkü sen haklısın"
dedi. (.Müslim, Kit. Zühd, hn. 3005; Tirmizi, Kit. Tefsir, Sûre 77, hn. 3340;
Müsned, İmam Alımed, c. IV, sh. 1
[5] Buhari, Kit. Menaktb, bab: 25, İkrah, bab: 1,
Menakıbi'l-Ensar, Bab: 29; Ebu Davud, Kit. Cihad, bab: 79, hn. 2649; Müsned,
İmam Alımed, c. V, sh. 109-110
[6] Siret-i İbn Hişam, c. II, sh. 317-318
[7] îbnMace, Kit. Mukaddime, bab: 11, hn. 150; Müsned,
İmanı Ahnıed, c. I, sh. 404; el-Müstedrek, c. III, sh. 284; Haysemi, senedinin
güvenilir olduğunu ve İbn Hİb-ban'ın da bunu rivayet ettiğini söylemektedir.
[8] Tefsir el-Kurtubi, c.x, sh. 180-181
[9] Kenzu'l-Ummal Ebİ Şeybeden naklen rivayet etmektedir.
Bkz. Müsned, İmam Ah-ıııed, kenarında Kenzu'l-Ummal c. V, sh. 278
[10] Sireti- İbnHişam, c. I, sh. 319-320,
[11] Müsned, İmam Ahmed, c. I , sh. 62; İbn Sa'd, c. III,
sh. 177; Hayatu's-Sahabe, c. I, sh. 286; el-İsabe, c. VIII. sh. 114;
Kenzu'l-Ummal, c. V, sh. 246; Heysemî, "Bu hadisin ravilerinin sağlam
olduğunu söylemiş, ancak senette kopukluk bulunduğunu beyan etmiştir."
Bkz. Mecmau'z-Zevaid, c. VII, sh. 227
[12] el-Müstedrek li Hakim, c. III, sh. 383, 389; Umdetu'l-Kâri,
c. XVI, sh, 179; Mecmau'z-Zevaid, c. IX, sh. 293; Heysenıi bu hadisi
Taberani'nin de güvenilir kişilerden rivayet ettiğini söylemektedir.
[13] Mecmeu'z-Zevaid, c, IX, sh. 293
[14] İbn Sad, c. III, sh. 177; Kenzu'l-Ummal, c. V, sh.
245; Hayatu's-Sahabe, c. I, sh. 287
[15] Nesei, Kit. İman, bab: 17; İbn Mace, Kit. Mukaddime,
bab: 11, hn. 147; el-Müstedrek li Hakim, c. III, sh. 392
[16] İbnMace, Kit. Mukaddime, bab: 11, hn. 153; Heyseıni bu
hadisin senedinin sahih olduğunu söylemektedir.
[17] îbn Sa'd, c. III, sh. 117; Kenzu'l-Ummal, c. VII, sh.
71; Hayatu's-Sahabe, c. I, sh. 288, bu hadisi Ebİ Nuaym Hilye adlı kitabında,
İbn Sad, İbn Ebi Şeybe'de hadis kitablannda rivayet etmişlerdir.
[18] Bkz. Farz-ı Kifaye bölümü
[19] Buhari, Kit. Menakibu'l-Ensar, bab: 33; Müslim, Kit.
Fedailu's-Sahabe, bab: 13, 2474
[20] Müslim, Kit. Fedailu's-Sahabe, bab: 132, hn. 2473;
Müsned, İmam Ahnıed, c. V, sh. 175
[21] Ruhu'l-Meani, c. III, sh. 122, c. XIV, 238;
el-Mebsut li's-Serahsi, c. XXIV, sh. 135
[22] Tefsir el-Kurtubi, c. X, sh. 189
[23] Bu gazve hicri 4. yılda Seter ayında yapılmıştır. İbn
İshak bunun Uhud savaşından sonra olduğu kanaatindedir. Gazveye savaşın
geçtiği yerin adı verilerek "Zatu'r-Reci" gazvesi denmiştir. Reci',
Usfan bölgesine sekiz mil uzakta bir yerin adıdır.
Bu gazve müslüman bir
müfreze İle Mudar kabilesinin kolları Adai ve el-Kar toplulukları arasında
meydana gelmiştir. Gazvenin sebebi hakkında her ne kadar İbn İshak "Adal
ve el-Kar toplulukları Resulullah'dan (sav) kendilerine eğitecek bazı
müs-lünıanları istediklerini, daha sonra Huzeyl kabilesiyle yardımlaşarak
kendilerine gönderilen bu müsiümanlara ihanet ettiklerini söylemekte ise de,
Buhari gazvenin sebebinin Resulullah'ın (sav) on kişilik bir müfrezeyi gözcü
olarak göndermesi ve düşmanların bu gözcüleri keşfetmeleri olduğunu
söylemiştir... / ... Buhari, Kitabu'l-Cİhad adlı bölümünde bu gazvenin başlığı
olarak şu unvanı zikretmektedir. "Bir insan esir olmayı tercih edebilir
mi? Esareti tercih etmeyenler de vardır" Yani bir müslüman ikrah sözkonusu
olduğu zaman esareti kabul edebilir mi. Nitekim hadise de zikredileceği gibi
Hubeyb bin Adiyy, Zeyd bin Desİne ve Abdullah bin Tarık düşmana teslim olmayı
önce kabuİ etmişler, fakat daha sonra görünüşte dahi kafir olmayı reddedip
şehid olmuşlardır. Buna mukabil Asım bin Sabit ve altı arkadaşı daha baştan
esareti reddedip, müşriklerle çarpışarak ölmeyi tercih etmişlerdir.
Metinde hadise
Buhari'den alınmış ancak kapalı kısımlara açıklık getirmek için Siret-i İbn
Hişam, Tarih-i Taberi, Zadu'l-Mead gibi diğer kaynaklardan köşeli parantezler
İçinde belirtilerek alıntı yapılmıştır.
[24] Umdetu'l-Kâri, c. XIV, sh. 293-294
[25] Sireti İbniHişam, c. II, sh. 169-183
[26] Siret-i İbni Hişam, c. II, sh. 169-183
[27] Umdetu'l-Kâri, c. XIV, sh. 293-294
[28] Sireti İbn Hişam, c. II, sh. 269-283; Umdetu'l-Kari,
c. XIV, sh. 293-294
[29] Buharı, Kit. Cihad, bab: 170 (Metin Buhariden iktibas
edilmiştir), Kit. Megazi, bab: 28, Kit. Tevhid, bab: 14; Ebu Davud, Kit. Cihad,
bab: 115, hn. 2660; Siret-i İbn Hişam, c. II, sh. 169-183; Tarihi Taberi, c.
II, sh. 538-542; Zadu'l Mead, c. I, sh. 366; el-Mebsut li'$-Serahsi, c. XXIV,
sh. 44
[30] Siret-i İbn Hişam, c. H, sh. 169-183
[31] Fi Zilali'l-Kuran, c. XIV, sh. 133, Darul Arabiyye,
Beyrut baskısı
[32] Harratul Vebere, Medine'ye dört mil uzaklıktaki bir
yerin adıdır.
[33] Hz. Aişe'nin burada "Biz" demesinin sebebi
bir görüşe göre, savaşçıları bu yere kadar uğurlamaya gitmesindendir. Diğer bir
görüşe göre ise, burada "biz" demekle müslümanları kastetmiştir.
[34] Müslim, Kit. Cihad, bab: 150, hn. 1818 (Metin Müslime
aittir); Tirmizi, Kit. Siyer, bab: 10, hn. 1558; İbnMace, Kit. Cihad, bab: 27,
hn. 2832; EbuDavud, Kit. Cihad, bab: 153, hn. 2732; Müsned, İmam Ahmed, c. VI,
sh. 149; Darimi, Kit. Siyer, bab: 54
Müslim Sarihi İmam
Nevevi bu hadisin akabinde şunları söylemektedir: Bir grup alim bu hadisi
olduğu gibi almışlar, buna mukabil İmam Şafii ve diğer alimler şunları
söylemişlerdir: "Eğer, kafir, müslümanlar hakkında iyi niyetli ise ve
onunla yardımlaşmaya ihtiyaç varsa, müslümanlar onunla yardımlaşabilirler.
Çünkü Resulullah Safvan ile müslüman olmasından önce yardııntaşmıştır. Şayet
kafir böyle olmazsa onunla yardımlaşılması hoş değildir. Bkz. (Şerhi Nevevi,
c. XII, sh. 198-199)
Tirmizi de bazı İlim erbabının bu hadisle amel ettiğini ve bu hadisin
hasen ve garib olduğunu söylemiştir. Bkz. Tirmizi, Kit. Siyer, bab: 10, hn.
1558
[35] Mecmeu'z-Zevaid, c. V, slı. 3O3'de Heyseıni bu hadis-i
şerifi Taberanİ'nin Kebir ve Evsat adlı hadis kitaplarında rivayet ettiğini,
hadislerin ravileri içinde bulunan Saİd bin el-Münzirin hadis alimi İbn Hibban
tarafından "güvenilir" kişi kabul edildiğini ve diğer ravilerin de
güvenilir kişiler olduklarını zikretmiştir.
[36] Müsned, İmam Ahmed c. III, sh. 454; Mecmeu'z-Zevaid,
c. V, sh. 331'de Heysenıİ, bu hadisi İmam Ahmed ve Taberaninİn rivayet
ettiklerini ve İmanı Ahmed'in, rav-ilerinin güvenilir kişiler olduklarını beyan
ettiğini söylemiştir.
[37] Ebu Davud, Kit. Melahim, bnb: 17, hn. 4344; Tirnüzi,
Kit. Fiten, bab: 13, hn. 2174; Nesei, Kit. Bey'a, bab: 37; İbnMace, Kit. Fiten,
bab: 20, hn. 4011; Müsned, İmanı Alımed, c. III, sh. 19, 61
[38] Müslim, Kit. Zühd, bab: 1, hn. 2956; Tirmizi, Kit.
Zühd, bab: 16, hn. 2324; İbn Mace, Kit. Zühd, bab: 3, hn. 4113; Müsned, İmam
Ahmed, c. II, sh. 197, 323, 389, 485
[39] Müsned, İmam Ahmed, c. II, sh. 278, 447;
Mecmeu'z-Zevaid, c. VII, sh. 286'da Hey-semi, bu hadis-i şerifi İmanı Ahmed ve
Ebu Yalanın rivayet ettiklerini, raviler için de hadisi Ebu Hureyreden rivayet
eden zatın adının zikredilmediğini, diğer ravilerin ise güvenilir olduklarını
söylemiştir.
[40] Hacc, 11
[41] Nahl, 106
[42] Siret-i İbn Hişam, e I, sh. 261
[43] Tefsir el-Kurtubi, c. X, sh. 180; el-Mebsut li
Serahsi, c. 24, sh. 43, İbni Sa'd, c. III, sh. 178; Hayatus Sahabe, c. I, sh.
287; Hilye, Ebu Nuaym, c. I, sh. 140
Serahsi diyor ki: "Tekrar aynı şekilde davranırlarsa sen de
yaptığın gibi davran" ifadesinin manası şudur: Şayet müşrikler tekrar
seni inkâra zorlarlarsa sen de kalbin imanla mamur etme haline devam et. Bu
söz, "şayet müşrikler tekrar inkâra zorlarlarsa sen de bana dil uzatmayı
ve putları övmeyi tekrar yap" şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü Resulullah
in, herhangi bir insanı şirke düşürecek bir sözü söylemesini emretmesi
düşünülemez." (el-Mebsut ti's-Serahsi, c. XXIV, sh. 44)
[44] el-Muğni, İbn Kudaıne, c. VII, sh. 119; el-Hilye li
Ebi Nuaym; Hayatu's-Sahabe, c. I, sh. 287; Kenzu'l-Ummal, Müsned İmanı Alımed
kenarı c. I, sh. 318
[45] İbnMace, Kit. Talak, bab: 16, hn. 2043;
Mecmeu'z-Zevaid, c. VI, sh. 250- Heyse-nıi diyor ki; "Bu hadisi Taberani
de rivayet etmiştir. Raviler İçinde, Yezİd bin Re-bia zayıf bir ravidir. Ebu
Bekri'l-Huzelı ise zayıf bir ravi olduğu hakkında ittifak edilen bir kişidir.
[46] îbn Mace, Kit. Talak, bab: 16, lın. 2045;
Mecmeu'z-Zevaid, c. VI, sh. 250- Heyse-mi diyor ki; "Bu hadisi Taberani
"Evsat" adlı kitabında rivayet etmiştir. Hadisin ra-vileri içinde
Muhammed bin el-Musaffa'yı Ebu Hatim güvenilir biri diye tanıtmıştır. Diğer
raviler sağlamdır; M. Fuat Abdülbakİ İse, bu hadisi yorumlayarak; "Senedinin
kopuk olduğu anlaşılmaktadır" demiştir.
[47] Siret-iİbn Hişam, c. I, sh. 319; el-Bidaye, c. III, sh. 59; Hayatu's-Sahabe, c. I, sh.
[48] Buhârî, Kit. Edeb, bab: 82; Aynî, bu söze yorum
yaparak diyor ki, bu sözü İbni Ebu'd-Dünya birbirine zincirlenen senedlerle
Ebu'd-Derda'dan nakletmiştir. Bkz. Umdetu'l-Kâri, c. XXII, sh. 171
[49] İbnMace, Kit. Fiten, bab: 21, hn. 4016; Tirmizî, Kit.
Fiten, bab: 67, hn. 2254; Müsned, İmanı Ahmed, c. V, sh. 405; Mecmeu'z-Zevaid,
c. VII, sh. 271. Tirmizî; "Bu hasen ve garib bir hadistir" demiştir.
Heysemi de "bu hadisi Bezzar rivayet etmiştir. Taberani'de Evs'at ve
Kebir adlı kitaplarında rivayet etmiştir. Taberani'nin "Kebir" adlı
kitabındaki ravileri güvenilir kişilerdir. Zekeriyya bin Yahya hariç. Bunu
Hatib el-Bağdadi cerhetmiştir. Fakat bu zat çokça kişilerden hadis rivayet
etmiş, çok kimse de bundan hadis rivayet etmiştir. Haüb'ın dışında hiçbir kimse
bunu ten-kid etmemiştir" demektedir.
[50] Kenzu'l-Ummal, c. VII, slı. 62; el-îsabe, c. II, sh.
297; Hayatu's-Sahabe, c. I, sn. 299-300, Matbaatu's-Saade, Kahire. Bu hadiseyi
Hakim de Müstedrek adlı kitabında özetle zikretmiştir. Bkz. c. III, sh.
630-631 Ayrıca bu hadiseyi Beyhaki ve İbn Asakir de nakletmiştir.
[51] Siret-i İbn Hişam, c. II, sh. 172
[52] Sireti İbn Hişam, c. II, sh. 417-418
[53] Sireti İbn Hişam, c. II, sh. 440
[54] Sireti İbn Hişam, c. II, sh. 493
[55] Sireti İbn Hişam, c. II, sh. 418
[56] Tirmizî, Kit. Siyer, bab: 10, Hadis no: 1558. Tirmizî
bu hadisin hasen ve garib olduğunu söylemektedir.
[57] Bu adamın Uyeyne bin Hısn olduğu söylenmiştir. Buna
"itaat edilen ahmak" lakabı verilmiştir. Resulullah'ın bu kişiye böyle
davranması bir mucizesidir. Çünkü bu adam daha sonra mürted olmuş ve esir
olarak Hz. Ebu Bekir'e getirilmişti. (Bkz. Umdetu'l-Kari, c. XXII, sh. 117)
[58] Buhârî, Kit, Adab, bab: 38 (Metin Buhârî'nin bu
bölümüne aittirj Bab, 48, bab: 82; Müslim, Kit, Birr, bab: 73, hn. 2591; Ebû
Dûvûd, Kit. Adab, bab: 6, hn. 4791, 4792, 4793; Tirmizî, Kit. Adab, bab: 59,
hn. 1996; Müsned, İmanı Ahmed, c. VI, sh. 38; Muvatta, İmam Malik,
Husnu'1-Hulk, bb: 4
[59] Ebû Dâuûd, Kit. Adab, Bab: 6, hn. 4791
[60] Müsned İmam Ahmed, c. VI, sh. 158; Haysemİ bu hadisin
ravilerînin güvenilir olduklarını söylemektedir.
[61] Sireti İbn Hişam, c. I, sh. 416
[62] Mineva (Niniva) eski Asurilerin başkentidir. Irak'ın
Musul şehrine yakın bir yerde bulunmaktadır. Bugün ismi Koyuncıık'tıır. Tarihi
eserleriyle meşhurdur. Yapılan kazılar neticesinde çivi yazılarına ve
Bnnibal'ın eserlerine rastlanmıştır. Hrİstiyan-lardn Nineva orucu meşhurdur,
(üç gün yemeden içmeden oruç tutulur)
[63] Siret-i İbn Hişam, c. I, sh. 419-477
[64] Tarihi Taberi, c. II, sh. 347-348
[65] Buhârî, Kit. Menakıb el-Ensar, bab: 45, Kit. Kelale,
bab: 1
[66] Şerhu'l-Mevakib isimli kitapta bu hadise şöyle
anlatılmaktadır: "Ben elimi sağ tarafımda bulunan adamın eline vurdum,
elini tutup ona: "Sen kimsin" dedim. O da: Ben Süfyan'ın oğlu
Muaviyeyinı" dedi. Sonra elimi sol tarafımdaki adamın eline vurdum ve ona
da "sen kimsin" dedim, o da "ben Amr bin As'ım" dedi.
[67] Siret-i İbn Hişam, c. II, sh. 229-233.
[68] Buharı sarihi Bedreddin el-Ayni, Hattabi'nin bu olay
hakkında şunları söylediğini zikretmekledir. Alimler Ebu Cendel hadisesi
hakkında iki şekilde yorum yapmışlardır:
a. Allah Teala,
öldürülmekten korkan bir müslümana, öldürülmekten kurtulmak için
kalbinde imanı
gizleyerek diliyle katır olduğunu söylemesine ruhsat vermiştir. (Yani
Resulullah da Ebu Cendel'in böyle bir ruhsata sahip olduğunu bildiği için onu
babasına teslim etmiştir)
b. Resulullah Ebu
Cendel'İ öz babasına teslim etmiştir. Genelinde babalar oğullarına
işkence etseler veya
dövseler de onları öldürecek davranışlardan kaçınırlar. Bu nedenle Resulullah,
Ebu Cendeli babasına teslim etmiştir. Diğer yandan Ebu Cen-del'in dininden
dönme ihlimali ise, bir imtihanı başarıp başaramama meselesidir. Allah mümin
kullarını her zaman bu tür İmtihanlarla sınar, önemli olan bu imtihanı
kazanmaktır.
Bedreddin el Ayni
bunları naklettikten sonra şöyle demektedir: "Bazılarına göre, Resulullah,
Allah'ın kutsal topraklarına saygı göstermek İçin Ebu Cendel'i babasına teslim
etmiştir. Zira Resulullah bu zatı teslim ederek Hudeybiye barışını sağlamış ve
ertesi yıl Iîeytullahı tavaf etme imkanı bulmuştur.
Bu görüşe göre, hadise Mekke'ye ve Resulullah'a mahsus olan bir
hadisedir. Rasulul-lalrtan sonra böyle bir uygulama kimseye caiz değildir.
(Bkz. UmdetulKari, c. 14, sh. 13)
[69] Bkz. Bukârî, Kit. Şurut bab: 15; Müsned İmam Ahmed, c.
IV, sh. 223-229; Siret-i îbn Hişam, c. II, sh. 318, 323, 324
[70] Hadisin bu bölümü, Rasuluilah'ın harp taktiğine ne
kadar çok önem verdiğini göstermektedir.
[71] Budeyl henüz müslüman olmamıştı. Bu zat Mekke'nin
fethinde müslüman oldu. Huneyn, Tait've Tebuk savaşlarına katıldı. Kavminin
efendisidir. Resulullah hayatta iken vefat etti.
[72] Huzaa kabilesinin müslümanları da müşrikleri de
Mekke'de olup biten herhangi bir şeyi Resulullah'dan saklamazlar, gizlice ona
bildirirlerdi.
[73] Alimler, Budeylin bu davranışlarının Resulullah
tarafından hoş karşılanmasına dayanarak, cihad hususunda kendisine güvenilen
bir müşrikle yardımlaşmanın İhtiyaç halinde caiz olacağını söylemişlerdir.
Çünkü Resulullah lehine casusluk yapan Huza-alı Budeyl, o sırada henüz müslüman
değildi. Resulullah Huzaalılara sır konusunda güvenirdi.
[74] Resulullah burada Kureyşlilere öğüt vermek istememiş,
onların kalplerini ısındırmak ve onları savuşmaktan alı koymak istemiştir.
[75] Alimler, Resulullah'ın bu ifadesinden şu hükmü
çıkarmışlardır. Bir kafirin malı, ya kendi rızayıla verdiğinde ya da ganimet
olarak alındığında lıelal olur. İhanet yoluyla alınan mal ise helal değildir.
Muğire bin Şube'nin bu hadiste işaret edilen kıssası şöyle olmuştur:
Muğire, Sakİf kabilesinin Malik oğullarından on üç kişiyle birlikte Mısır
yöneticisi Mukavktsı ziyarete gitmişlerdir. Mukavkıs, Muğireye bir şey
vermemiştir. Arkadaşlarını kıskanan Muğire, yolda İçki içip sarhoş olan ve
uykuya dalan arkadaşlarının tümünü öldürmüş ve mallarını alıp müslüman olarak
Medine'ye gelmiştir. Ebu Bekir ona: "Seninle birlikte yolculuğa çıkan
Malikoğulları ne yapıyorlar" diye sorunca, Muğire "Ben onları
öldürdüm, üzerlerinde bulunan mallan alıp getirdim. Resulullah bunların beşte
birini alsın veya neyi uygun görürse onu yapsın" dedi. Bunun üzerine
Resulullah: "Senin müslüman olmanı kabul ediyorum ama bu mallarla benim
bir alakam yoktur" buyurdu. Muğirenin bu olayı üzerine adamları öldürülen
Sakif kabilesi ve Malik oğullan Muğirenin kabilesiyle savaşmaya
kalkışmışlardır. Urve araya girerek on üç kişinin diyetini vermeyi taahhüt
etmiştir. İşte Urve, Muğİre'ye bunu hatırlatmaktadır.
[76] Bu zat, Huneys bin Alkame'dir.
[77] Burada Resulullah, bir müşrike tazim etmek
İstememişti, sadece onun zayıf noktalarını yakalayarak ondan istifade etmek
istemiştir.
[78] Hadisin bu bölümü kafirlerin aleyhinde konuşmanın caiz
olduğunu, ancak konuşulanların doğru olması gerektiğini göstermektedir.
[79] Hadisin bu bölümü ise bazı kafirler hakkında iyimser
olmanın caiz olduğunu göstermektedir.
[80] Katip Hz. Ali idi (ra)
[81] Resulullah, Hz. Ali'ye: '"Allah'ın
Peygamberi" bölümünü sil de yerine "Abdullah'ın oğlu Muhammed diye
yaz" deyince, Hz. Ali: "Vallahi ben senin Allah'ın Rasulü"
unvanını katiyyen silmem" dedi- Bunun üzerine Resulullah yazıyı eline
aldı. Muhammed bin Abdullah diye yazdı. (Bukârî, Kit. Sulh, bab: 6)
Diğer bir rivayette "Resulullah yazaımyordu, Hz. Ali'ye sil deyince
AH silmedi, Resulullah "orayı bana göster" dedi, Ali gösterdi,
Resulullah da o bölümü sildi (Buhârî, Kit. Cizye, bab: 19)
[82] Hadis-i şerifin bu bölümünden, ciddi konularda aklı
eren kadınlarla istişare edilmesinin caiz olduğu ve tavsiyeleri uygun
görüldü.'!.' taktirde kabul edileceği anlaşılmaktadır.
[83] Hadisin bu bölümü bir şeyi emretmekten ise, onu
yapmanın daha etkili olduğunu göstermektedir.
[84] Mümtehine, 10. Bu âyet-i kerime, yapılacak herhangi
bir barış anlaşmasında, düşmandan müslüman olup müminlere gelecek olan
kadınların geri verileceği şartının kabul edilemeyeceğini göstermektedir.
Erkeklerin iade edilmesinin şart koşulması ise ihtilaflıdır. Hadisin sonunda
zikredilen hükümlerde anlatılacaktır.
[85] Fetih, 24-26
[86] Bu olaylar için bkz. Buhârî, Kit. Şurut, bab: 15;
Miisned İmanı Ahmed, c. IV, sh. 323, 329.
İslâm alimleri
Hudeybiyc sulhunu anlatan ve Buhârî'nin en uzun hadisi olan bu hadis-i şeriften
pek çok hükümler çıkarmışlardır- Bunl;ınn konumuzla ilgili olan en önemli
bölümlerini şu şekilde özeüemek mümkündür.
1. Müslümanlar,
savaştan doğabilecek daha büyük- tehlikeleri önlemek maksadıyla ken-
dileriyle savaşmak
isteyen kafirlerle kısmen aleyhlerine olacak bir barış anlaşması yapabilirler.
Yeter ki buna ihtiyaç hissedilsin ve ilerde müslüınanların menfaatine hizmet
etmiş olsun. Zira Resulullah. umre yapmalarına engel olan Kureyş müşrik-İeriyle
savaşmak yerine Hudcybiye sulhunu yapmıştır. Böylece bir taraftan Mekke
müşriklerinin şerrini bertaraf etmiş, diğer taraftan İslâm'ın yayılmasına zemin
hazırlamıştır. Gerçekten görünüşte müslüman olarak gelenleri kafirlere iade
etmek gibi ağır şartlar yükleyen Hudeybiye sulhu, aslında tamamen İslanım ve
müslüınanların lehine olmuştur.
Resulullah, bu sulhun
sayesinde davetini çeşitli arap kabilelerine ulaştırma ve bizzat Kureyşlilerle
diyalog kurma imkanı bulmuştur. Ertesi yıl müslümanların haclarını yapmaları
kendileri için büyük bir başarı sayılmış, müşriklerin ise, mağlup olmalarına
vesile olmuştur. Sonuçla arap kabileleri grup grup İslama girmişlerdir.
2. Şayet kafirler
yaptıkları herhangi bir sulh anlaşmasında içlerinden iman edip nıüs-
lümanlara sığınan
erkeklerinin kendilerine iade edilmesini şart koşarlarsa, müs-lünıanlar böyle
bir barış anlaşmasını kabul edebilir mi? Mesele ihtilaflıdır.
a. Hanefiler böyle bir
şartla sulhun caiz olmayacağını, Ebu Cendel hadisinin şu hadis-i şerifle mensuh
olduğunu söylemişlerdir:
Cerir bin Abdullah
diyor ki: "Bir zaman Resulullah Hasama kabilesine bir müfreze gönderdi.
Bu kabileden olan bazı İnsanlar (müslüman olduklarını belirtmek ve canlarını
kurtarmak için) secdeye kapandılar, buna rağmen müfreze onları hemen
öl-dürüverdi. Bu haber Rasululah'a varınca onların diyetlerinin sadece
yarısının ödenmesini emretti ve şöyle buyurdu: "Ben müşriklerin içinde
yaşayan her müs-iümandan beriyim" sahabeler: "Ey Allah'ın Rasulü
Niçin" diye sorunca Resulullah: "Bunların ateşleri birbirini
görmemelidir" cevabını vermiştir. (Yani müslüman bir insan kafirlerden
uzakla ikamet etmelidir. Öyleki her birinin ateşi veya ışığı diğerininkinden
gözükmemelidir).
Görüldüğü gibi
Resulullah bu hadis-i şerifinde müşriklerin arasında yaşayan müslüman-dan beri
olduğunu beyan etmektedir. Bu da kafirden kaçıp müslümanlara sığınan bir
müslümanın tekrar kafirlere iade edileceğini şart koşan bir barış anlaşmasının
yapılmayacağını gösterir. (Bu hadisi Ebû Dâuûd, cl-Cihad. bab: 95, hn. 2645;
Tir-mizî, Kİt. Siyer, bab: 42, hn. 1604; Nesei Kit. el-Kaseme. bab: 27'de
zikretmişlerdir ve Tİrmizî bunun hakkında şöyle demiştir: "Bu hndisin
ıııürsel bir şekilde (Tabiinin Resulullah'a İsnadı şeklinde) Kays bin
Hazim'den rivayet edilişi daha sahihtir."
Şevkani de şöyle diyor:
"Bu hadisi İbn Mace de rivayet etmiştir. Onun raviler zinciri güvenilir
kişilerdir... / ... Ancak Buharî, Ebu Harını, Abu Davud ve Tirmizî bu hadisin
mürset şekildeki rivayetinin daha sağlan) olduğunu söylemişlerdir."
(Neylü'l-Evtar, c. VIII, sn. 30)
Hanelilerin görüşünü
destekleyen diğer bir hadis-i şerifte şudur: Semure bin Cündeb diyor ki:
"Resulullah söyle buyurdu: Kim bir müşrikle beraber otur ve onunla beraber
oturursa o da onun gibidir." (Bu hadisi, Ebû Dâvûd, Kit. Cihad, bab: 170,
hn. 2787; Tirmîzî, Kit. Siyer, bab: 42 hn. 1605'de rivayet etmişlerdir. Şevkanİ
diyor ki: Zehebi bu hadisin isnadının karanlık olduğunu ve bunun gibi
hadislerin delil olamayacağını söylemiştir. iNeylu'l-Evtar, c. VIII, sn. 30}
b. Safi ilere göre ise,
böyle bir şartla barış anlaşması yapmak caizdir. Zira Ebu Cendel ve Ebu
Basir'in iade edilmeleri böyle bir sulh anlaşmasının caiz olduğunu göstermektedir.
Ancak kafirlerden kaçıp
müslümanlara sığınan kişi deli veya çocuk İse bu geri iade edilemez ve bunların
iade edilmesi şeklinde bir şart da kabul edilmez. (Bkz. Neylu'l-Evtaı; c. Vlll,
sh. 52)
3- Kafirlerle yapılacak
barış anlaşmasına, iman edip müslümanlara sığınan kadınların geri verilmesi
şartı konamaz. Böyle bir şartı kabullenmek caiz değildir. Zira Allah Teala
buyuruyor ki; "Ey iman edenler! Sizlere mümin kadınlar hicret edip gelmiş
olurlarsa, onları imtihan edin, onların imanını Allah daha iyi bilir ya, eğer
onların mümin olduklarını Öğrenirseniz, artık onları kafirlere geri çevirmeyin.
Ne o kadınlar kafirlere helaldir, ne de o kafir erkekler onlara
helaldir..." (Mümtehine, 10)
4. Cumhurun görüsüne göre, kafirlerle yapılacak
barış anlaşması on yıldan fazla bir
süre için olamaz. Zira
Resulullah Iludeybiye müşahhasını on yıllığına yapmıştır. Bazı alimler bu
sürenin aşılabileceğini söylerken diğer bazıları sürenin dört yılı bazıları da
üç yılı aşamayacağını söylemişlerdir.
5. Müslümanlarla
kafirler arasında yapılacak barış anlaşması ve şartları yazılmalı ve buna
dair şahitler
gösterilmelidir. Zira Resulullah böyle yapmıştır.
ö. Cihad hususunda
müslümanlarla barış içinde olan veya müstümanların himayesinde yaşayan ehli
kitapla istişare etmek caizdir. Ancak güvenilen ve müslüınanlan kendi
dindaşlarına tercih eden kişiler olmaları şarltır.
Zira Resulullah'ın
Huzaa kabilesinden olan casusu kafirdi, bununla beraber Rasulul-lah'ın
sırlarını koruyan bir sır küpü gibiydi.
7. Ordu komutanı, düşmandan haber almak için
gözcüler göndermelidir.
8. Komutan yerine göre, askerlerle istişare
etmelidir. Bu daha uygun olana erişmek için
de olabilir. Sadece
erlerin gönlünü hoşnut etmek için de olabilir.
9. Halife kendisinin korunması için, bazı
insanları koruyucu olarak çevresinde bulun-
durabilir. Zira Muğire
bin Şube Resulullah'ın başucunda yalın kılıç İle ayakta duruyordu. Bu hadisten
çıkartılan diğer hükümler için bkz. Umdetul Kari, c. XIV, sh. 18
[87] Siret-i İbn Hişam, c. I, sh. 646, 647
[88] Siret-i İbn Hişam, c. I, slı. 628, 629
[89] Bk. el-Kurtubi, c. VIII, slı. 52; el-Ruhul Meani, c.
X, sh. 36
[90] Enfal, 70, 71
[91] İslâm alimleri, Hz. Abbas'ın ne zaman gerçekten müslüman
olduğu hakkında iki
görüş
zikretmişlerdir... / . ...
a. Yukarıda zikredilen
naslara dayanan bazı alimler, Hz. Abbas'ın Bedir savaşından önce gerçekten
İslamı kabul ettiğini, ancak çekindiği için bunu açığa vuramadığını
söylemişlerdir.
b. Diğer bir kısım
aİinılerse, Hz. Abbas'ın Bedir savaşında esir düştüğü ve Resulullah'ın
kendisine sakladığı mallarını haber verdiği anda müslüman olduğunu söylemişlerdir.
Nitekim Kurtubi'nin
Nakkaş'dan naklettiği bir rivayete göre Resulullah İle Abbas arasında geçen
konuşma şöyledir: Abbas:
- "Sen beni
yaşadığım müddetçe, el açıp Kureyş'den dilenmeye mahkum ettin" dedi.
Resulullah:
- "Hanımın
ÜmmülFadhn yanında bıraktığın altınlar nerede" dedi. Abbas:
- "Ne
altını?" dedi. Resulullah:
- "Sen hanımına şöyle dedin: Bu gidişimde
başıma neler geleceğini bilmiyorum.
Eğer bana bir şey
olursa, bunlar senin ve çocuklarının olsun" dedin, buyurdu. Abbas:
- ""Yeğenim
bunu sana kim haber verdi?" dedi. Resulullah:
- "Allah haber verdi" dedi. Abbas:
"Ben şehadet
ederim ki sen doğru söylüyorsun, senin Allah'ın Peygamberi olduğunu şimdiye
kadar bilememiştim. Ancak bugün anladım. Zira ben bu işi ancak gizlilikleri
bilen Allah'ın sana öğrettiğini bildim. Ben şehadet ederim ki, Allalrdan başka
hiçbir ilah yoktur, sen de Allah'ın kulu ve Peygamberisin." (Tefsir
el-Kurtubi, c. VIII, sn. 53)
Her halükarda
Resulullah Hz. Abbas'ın müşriklerle beraber nıüslümanlara karşı savaşması
neticesinde onun müslüman olduğunu İddia etmesini kabul etmiştir. Eğer Abbas
müslüman olduğunu ortaya koymuş olsaydı, Resulullah ona müslman muamelesi
görürdü. Fakat Abbas azimeti seçmemenin cezasını gördü.
(l)Nesei, Kİt. Tahrim, bab: 14; îbnMace, Kit. Hudut, bab: 2; hn. 2535
Milsned, İmam Ahmed, c. 1, sh. 282, 283; Buhârî, Kit. Cihad, bab: 149, Kit.
İtisanı, bab: 28, Kit. İstitabe, bab: 2; Ebâ Dâvûd, Kit. Hudut, bab: 1; hn.
4351; Tirmizî, Kit. Hudut, bab: 35 hn. 1458
[92] Sireti İbn Hişam, c. II, sh. 409, Tarih-i Taberi, c.
III, sh. 59, Taberi Baskısı Hz. Osman'ın Abdullah bin Sa'di Mısır’a vali tayin
ettiğini zikretmektedir.
[93] Nahl, 106
[94] el-Kurtubi, c. X. slı. 180; el-Mebsut U's-Serahsi, c.
XXIV, slı. ^3; İbn Sad, c. III, sh. 178; Hayatus Sahabe, c. 1. slı. 287
[95] Buhârî, Kir. Cilıad, bab: 170, Kil. Megazi, bab: 28,
Kil. Tcvhid, bab: 14; Ebû Dâvûd, Kit. Cihad. bab: 115, hn. 2660; Siret-i İbn Hişam, c. II,
sh. 169-183; Tarih-i
Taberi, c. II, sh. 538-542
[96] el-Mebsut U's-Serahsi, c. XXIV, sh. 44; Siret-i İbn
Hişam, c. II, sh. 409; Tarihi Taberi, c. III, sh. 59
[97] Konu ile ilgili olarak bkz. Bedai es-Senai, c. IX, sh.
4486, 4487. el-Mebusad, c. XXIV, sh. 44, 129, 130)
[98] Nahl, 106
[99] Ali İmran, 28
[100] Nisa, 97-99
[101] el-Kurtubi, c. X, sb. 182
[102] Bkz. Azimet bölümüne aynaı Müslim, Kit. Zülıd, b;ıb:
73, lın. 3005; Tirmizî, Kit. Tefsir, sure 77, hn. 3340; Müsned îmanı Ahmed, c.
IV, sh. 17
[103] Bkz. Azimet bölümü, ayrıca bkz. Ruhu't-Meani, c. III,
sh. 122; el-Mebsut li's-Serah-sl, c. XXIV, slı. 135
[104] Tefsir eUKurtubî, c. X, sh. 188
[105] Tefsir el-Kurtubî, c. X, sh. 183
[106] Tefsir el-Kurtubî, c. X. sh. 190; el-Mebsut,
U's-Serahsî, c. XXIV: sh. 46
[107] Tefsir el-Kurtubî. c. X, sh. 182-183
[108] Nahl, 106
[109] Bkz. Ruhsat bölümü. Aynen bkz. Tefsir el-Kurtubî, c.
X, sh. 180,
[110] Bkz. Azimet bolümü. Ayrıca bkz. Siret-i İbtı Hişam, c.
II, sh. 317-318
[111] İbn Mace, Kil. Talak, bab: 16, hn. 2045; Mecmeu'z-Zevaid,
c. VI, sh. 250
[112] Bkz. Azimet bölümü. Ayrıca Buharı, Kit. Mennkib, bab:
25; Ebû Dâvûd, Kit. Ci-had, bab: 79, hn. 2649; Mü sned İma m Ahmed, c. V, sh. 109-115
[113] el-Muğni, li İbn-i Kudame, c. VIII, sh. 145-146
[114] Muğni el-Muhtac, c. IV, sh. 137