İstishab lügatta
beraber olmayı istemektir. Usûlcülere göre: Geçmişte bir şeyin var veya yok
olduğuan binaen -değiştiğine dair delil bulunmadıkça- hali hazırda da varlığına
veya yokluğuna hükmetmektir.
Meselâ bir şeyin var
olduğu sabit olduktan sonra yok olup olmadığında şüphe edilse onun devam
ettiğine hükmederiz. Bir şeyin yokluğu sabit olduktan sonra varlığında şüphe
edilse yok olduğuna hükmederiz. Bundan dolayı bir akdin veya tasarrufun hükmünü
öğrenmek istesek, hükmüne delâlet eden bir nas da bulunmasa "Eşyada
aslolan ibahadır" kaidesine binaen mubah olduğuna hükmederiz. Bir canlının
veya bitkinin veya cansızın veya yemeğin, içilecek şeyin veya herhangi bir işin
hükmünü öğrenmek istesek, naslarda hükmüne dair de bir delil bulunmasa mubah
olduğuna hükmedilir, çünkü aslolan ibâha (mübahlık)'tır. .
Kızlarda aslolan
bakire olmalarıdır ki, aksi bir iddia ancak beyyine ile kabul edilir. Avcı
kuşlarda aslolan eğitilmemiş, olmalarıdır, eğitilmiş olduğu ancak bir beyyine
ile sabit olur.
Eşyada aslolanın ibaha
olduğuna dair delil: "O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı."
(Bakara: 2/29) ayet-i kerimesi ve "Kainatta var olan her şeyin insanın
hizmetine verildiğini" ifade eden diğer ayet-i kerimelerdir. Özellikle insanın
zikredilip onun hizmetine verilmesi ancak bunlar ona mubah kılınırsa bir mana
ifade eder.
İstishabın çeşitleri
vardır, en mühimleri şunlardır[1]
1- Haram olduğuna dair
herhangi bir delil bulunmayan eşya hakkında asi olan onun mubah olmasıdır.
Yarji usûlcülerin cumhurunca kabul edilen esas şudur: Nasıl ki zararlı şeyler
hakkında aslolan haram olmaları ise faydalı şeyler
hakkında da aslolan
ibahadır. İbahanın delilleri: "O, yerde ne varsa hepsini sizin için
yarattı" (Bakara: 2/29); "De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı süsü
ve güzel rızıkları kim haram kıldı?" (A'raf: 7/32); "Bu gün size
tayyib olanlar helal kılındı" (Maide: (5/5) gibi ayet-i kerimelerdir.
Tayyibden maksad gönlün hoşlandığı şeylerdir, mubahlar değildir. Zararlı
olanlar hakkında aslolan haram olduğunun delili de "Zaraı vermek yoktur,
zarara zararla mukabele etmek yoktur" hadisi şerifidir. Yani mutlak
surette zarar vermek caiz olmadığı gibi zarara zararla mukabele etmek de caiz
değildir.
Bu kısım âlimler
tarafından ittifakla kabul edilmiştir.
2- Berâet-i zimmet
esastır: Meselâ: Mükellef sayıldığına dair şer'î şer'î bir delil bulunmadıkça
insanın zimmetinin şer'î mükellefiyetlerden ve bunlara terettüp eden haklardan
uzaktır. Buna göre bir şahıs diğerinde alacağı olduğunu iddia etse onun
zimmetinin bu borçlu meşgul olduğuna dair delil getirmesi gerekir. Bunu ispat
edemezse o şahsın zimmeti beri olur. Din bize beş vakit namazı farz kılmışsa
altıncısı vardır demek aslın hilafına bir sözdür, ondan delil istenir. Din bize
ramazan orucunu farz kılmışsa şevval ayında da oruç farzdır diyen aslın
hilâfına bir söz söylemiştir, ondan buna delil istenir. Ortak, şirketin malı
kar etmemiştir diye idda etse, kâr ettiği bir delil ile sabit olmadıkça
"aslolan kâr etmeme" olduğu için istishaben onun bu iddiası kabul
edilir.
Bu kısım da ittifakla
kabul edilmiştir.
3- Sabit olup halen
devam ettiğine aklın ve dinin delâlet ettiği istishab; Meselâ sebebin bulunduğu
yerde -ki bu sebep akittir- mülkiyetin sabit olması, nikah akdinden sonra
eşlerin birbirine helal olması, borçlanan kişinin borcunu ödeyinceye kadar
zimmetinin bu borçla meşgul kalması hep istishaba binaendir. Aynı şekilde
abdest alan kişinin halen abdestli sayılması, o abdestin istishaben devam
ediyor kabul edilmesindendir. Bozulup bozulmadığı hakkındaki şüphenin tesiri
olmaz.
İbnülkayyım'ın
zikrettiğine göre bu kısımda da ihtilaf yoktur. Ancak bazılarına göre bu
ihtilaflıdır. Zira Hanefîlere göre istishab "def" için hüccettir
"ref" için değildir. Yani var olanı olduğu gibi bırakmak hususunda
hüccet olduğu halde olmayan bir şeyi (hakkı) isbat için hüccet değildir. İmam
Malik de bazı hallerde bununla amel etmemekte ve meselâ olup olmadığında şüphe
buluna abdestle kılınan namazı sahih görmemekte, bir talak ile mi üç talak ile
mi boşadığında şüphe eden kişiyi üç talak ile boşamış kabul etmektedir.
Başka bir delil yoksa
istishab ile amel edilir, yani fetva için en son delil budur. İstishab,
değiştiğine dair bir delil bulunmadıkça var olduğu bilmen şeyin varlığına hükmetmektir.
Meselâ öldüğüne dair delil bulunmadıkça kişinin hayatta olduğuna hükmedilerek
tasarrufları sahih kabul edilir, sona erdiğine dair bir delil bulunmadıkça
evliliğinin devam ettiğine hükmedilir.
İstishabın hüccet
oluşuna dair âlimlerin çeşitli görüşleri vardır. İkisi en önemlisidir:
Hanefîlerin
müteahhirlerine göre istishab "def ve nefy" için hüccettir
"is-bat ve istihkak" için hüccet değildir. Yani sabit olmayan bir
şeyi isbata hüccet ve delil olmayıp ancak sabit olan bir şeyin aksine delil
bulunmadıkça devamına hükmetmek için bir hüccettir. Önceki halin değiştiğini
iddia edene karşı o hali olduğu gibi ibka için delil olur, yeni kazanılan bir
hakkın isbatı için delil olmaz. Bir zimmetin berâeti için olan istishab aslında
onun berâeti için bir hüccet olmayıp belki sadece, elinde davasını isbat
edecek delil olmadığı halde bu zimmetin borçlu olduğunu iddia eden kişinin bu
iddiasını reddetmek için bir delil olabilir. Aynı şekilde istishab, önceden
yapılan bir akidle sabit olan mülkiyetin devam ettiğine dair bir hüccet olmaz,
lakin elinde delil olmadan bu mülkiyetin bittiğini iddia edenin bu iddiasını
reddetmek için bir delil olur[2].
Özetle: Hanefîlere
göre istishab yeni bir hüküm getirmez ancak, "adem-i aslî" veya
"ibâhat-i aslıyye" gibi bir delille sabit olan hükmün devam ettiğini
ifade eder. Yani istishab var olduğu bilinenin ibkası için delildir olmayan
şeyin isbatı için değildir.
Malikî, Şafiî,
Hanbelî, Zahirî ve Şia'nın cumhuruna göre istishab değiştiğine dair delil
bulunmadıkça sabit olan hükmün devamına dair mutlak bir hüccettir. Def için
hüccet olduğu gibi istihkak için de hüccet olabilir. Yani istishab devamına
mani bir delil bulunmadıkça hem selbî hem icâbı (leh ve aleyhindeki) her iki
hakkın da isbatında hüccettir.
Bu ihtilafın semeresi
mefkûdun halinde görülür. Mefkûd, memleketinden ayrılıp giden ve uzun bir zaman
geçtiği halde izine rastlanmayan kişidir. Hanefîlere göre başkasından buna
gelecek miras ve vasiyet malı gibi icabî (lehinde) olan haklar sabit olmaz,
sadece selbî (aleyhine) hakları muhafaza edilirki bu, kaybolmadan önce var olan
mülkiyetinin zimmetinde kalmasıdır. Meselâ terekesi varislerine dağıtılmaz,
hanımı onun nikahında devam eder. Yani vefatına dair delil bulunmadıkça veya
mahkeme ölümüne karar vermedikçe sadece mallan ve hanımı açısından hayatta
kabul edilir, lâkin başkasından miras alamaz ve kendisi için vası.yyet edilen
mala malik olmaz. Yani ne başkasına varis olur ne de varis olunur.
İkinci görüşün
sahiplerine göre ise mefkûd başkalanndaki haklarını alır, yani istishaben hayatta
kabul edilerek meselâ başkalarına vâris olur, kendisine yapılan vasıyyet sabit
olur, eski haklan mülkü üzre devam eder. Yani bu âlimler, öldüğü tesbit
edilinceye kadar kaybolduğu müddet içinde hayatta olduğuna ve sağ olmanın
getirdiği bütün hakların devam ettiğine hükmederler. Çünkü aslolan sağ
olmasıdır, dolayısıyle aksi sabit olmadıkça bu asıl istishab edilir, o
başkasına vâris olur, kimse ona varis olamaz. Hanbelîlere göre kayboluşundan
itibaren dört yıl
geçtikten sonra başkasına varis olamasa dahi başkası ona varis olur.
Bu görüş sahiplerinin
delili, ortadan kaldıran sebebin varlığında şek varsa abdestin, abdestsizliğin,
nikahın ve mülkiyetin devam ettiğine hükmedil-mesi gibi fıkha dair, pek çok
fer'î meselede istishaba itibar edildiği üzerinde vaki' olan icmâdır.
Âlimler istishaba bazı
kaideler veya şer'î esaslar bina etmişlerdir ki şunlardır:
1- Değiştiği sabit
olmadıkça bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır. Meselâ vefat ettiğine
dair delil bulununcaya kadar mefkûd hayatta kabul edilir. İttifakla malı miras
olarak dağıtılmaz, cumhura göre başkasına vâris olur Hanefîlere göre olmaz.
2- Eşyada aslolan
ibâhadır: Dinde fesadına ve butlanına dair delil bulunmadıkça yapılan bir
tasarrufun veya akdin sıhhatine hükmedilir. Din bize haram olduğunu
bildirmedikçe her şey mubahtır.
3- Berâet-i zimmet
asıldır. İşte bu "berâet istishabı" kaidesidir ki buna göre bir
şahsın zimmetinde her hangi bir şey isbat etmek veya bir şahsa bir şey nisbet
etmek delil bulunmadıkça caiz olmaz.
4- Şek ile yakîn zail
olmaz. Yani tereddütle yakînin hükmü kalkmaz.Buna göre, bir insan abdest
aldıktan sonra bozulup bozulmadığında şek = şüphe etse Malikîler hariç cumhura
göre abdestin varlığına hükmedilir. Bir insan gecenin sonuna doğru yemek yese,
fecrin doğup doğmadığında şüphe etse ve bunu kesin tesbit edemese orucu sahih
olur. Çünkü aslolan gecenin devam etmesidir fecrin doğması ise şüphelidir.Fakat
günün son vakitlerinde güneşin batıp batmadığını araştırmadan yese ve güneşin
battığında şüphe etse orucu fâsid olur, Çünkü aslolan gündüzün devam etmesidir,
yakîn olan budur. Batmış olması ise şüphelidir.