el-Mahkûmü
aleyh, fiiline sâri'in hitabı veya hükmü taalluk eden
insandır ki buna "mükellef" denir.
Mükellefte iki şart
aranır[1]:
1 - Mükellef, teklifin
delilini anlama kudretine sahip olmalı. Çünkü teklif bir hitabdır.
Aklı ve idraki olmayana hitap etmek muhaldir. Anlama kudreti akıl ile olur.
Çünkü akıl anlama ve idrak vasıtasıdır. Emre imt
Sabi ve mecnuna
zekatın, hanımının ve yakınlarının nafakasının telef ettiği malların tazminin vacib olması ise onlara bir teklif değildir, bu onların malından,
malın hakkım.eda etmek üzere veliye bir tekliftir.
"Ey iman edenler
siz sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın." (N
Cumhura göre sarhoşun
talakının geçerli olmasına gelince, bu teklif babından bir şey değil, bilakis
bu, güneşin zeval vaktine gelmesinin namazın farz olmasına bir alâmet sayılması
gibi "talak" lafzını teleffuz etmesinin
talakın geçerliliğine bir alâmet sayılması sebebiyle bir hitab-ı
vaz'î cümlesindendir. Geçerli sayılmasından maksad ona ceza olup caydırıcı olmasıdır.
İslâmın bütün insanlara şâmil bir din olması itibariyle Arap
olmayanların Arapça l
Şu da unutulmamalıdır:
Kur'an naslannın bizzat tercemesi mümkün değildir, ancak Kur'an'ın
manaları terceme edilir ki o da Kur'an
değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerîm Arap l
2- Kişi teklîfe ehil
olmalıdır. Ehil olma lügatta layık ve uygun olma dernektir.
Ayet-i kerimede: "Zaten onlar buna pek layık ve ehil kimselerdi."
(Fetih: 48/26) buyrulmuştur. Bu da akıl ve idrak ile
mümkün olur.
Usûlcülere göre
ehliyet insanın hakları elde etmek ve tasarrufları eda etmeye uygun halde
olmasıdır. Vücub ehliyeti ve eda ehliyeti olmak üzere
iki çeşittir[2]
Vücub ehliyeti, insanın kendi lehine ve aleyhine olan
hakların vacib olmasına ehil olmasıdır. Bunun esası
hayatın varlığıdır. Fukaha nazarında bunun adı
"zimmet" tir. Zimmet, insanı leh ve aleyhinde vacib
olan şeylere ehil yapan şer'î bir vasıftır. Daha teknik ifadeyle: Layık ve
uygun olma manasın-daki "ehliyet" ile her
insanda var olduğu takdir edilen, farz edilen itibarî bir kap manasındaki
"zimmet" farklıdır. Kanunculara göre ehliyetin adı "kanunî şahsiyet"
tir.
Vücub ehliyeti, her insanın cenin olarak tekevvün
etmesinden itibaren sabit olup ölümüne kadar hayatın bütün merhalelerinde devam
eden ehliyettir. Çünkü bunun esası insandaki fıtrî özelliktir.
Eda ehliyeti ise insanın,
fiil ve sözlerin kendisinden şer'an muteber olacak
şekilde sadır olması için uygun olmasıdır. Bu ehliyetin esası akıl ve temyizdir,
"mesuliyet" ile aynı manadadır. Meselâ bu insan namaz kılsa, oruç
tutsa, hac etse bu ibadetleri sahih olur, ondan bir akid
veya tasarruf sadır olsa şer'an sahih olur ve
hükümleri üzerine terettüp eder. Bir başkasının malı, canı veya ırzına karşı
bir cinayet işlese cezalandırılır.
İnsan, ana karnında
cenin olarak tekevvününden itibaren bulûğ çağına kadar dört merhaleden geçer.
Ehliyeti bu safhalarda ya kâmil olur veya nakıs olur.
Bu merhaleler: Ceninlik devresi, sabîlik veya çocukluk devresi, temyiz devresi
ve bulûğ devresidir. Sabîlik çağı doğumdan başlar yedi yaşında sona erer.
Temyiz çağı yedi yaşını tamamladıktan sonra buluğa kadardır.
Ehliyet çeşitlerinin
her biri bu devrelerde ya kâmil olur veya nakıs olur.
1 - Nakıs vücut
ehliyeti: Bu, cenin ana karnında iken sabit olur. Canlı doğması şartıyle miras, vasiyet, vakıftaki istihkakı ve nesep gibi
lehindeki haklar sabit olur. Velisi tarafından bile olsa onun hibesi, sadakası
ve onun lehine bir şey satın alınması sahih olmaz. Malından akrabalarına nafaka
verilmesi vacib olmaz. Satın alman şeylerin bedelini
ödemesi lazım gelmez. Ehliyetinin noksan olması şu iki sebeptendir: Annesinin
bir parçası olması ve müstakil bir can taşıması. Lehindeki hakların subûtu için canlı olarak dünyaya gelmesi şarttır, ölü
doğarsa, miras veya vasiyet veya vakıftan her hangi bir hak sabit olmaz.
2- Kâmil vücub ehliyeti: Bu ehliyet insan için doğduğu andan
itibaren sabit olur ve ömür boyu devam eder, lehinde ve aleyhinde hak ve
vecibeleri kabul ve üstlenmeye yetkili olur. Bu ehliyeti olmayan hiç bir insan
yoktur. Ancak yedi yaşından önce sabî sadece kamil vücub
ehliyetine sahiptir, bir takım haklar kazanır, onun adına velisinin eda etmesi
caiz olan nafaka, zekat ve sadaka-i fıtır gibi
vecibeler üzerine vacib olur. Bedenen zayıf ve
aklının olgunlaşmamış olması sebebiyle mutlak eda ehliyetine sahip değildir. Dolayısıyle bunun ve mecnunun yaptığı akidler
batıldır, üzerine her hangi bir serî' netice terettüp etmez. Başkasının malına
ve canına karşı bir cinayet işlemeleri
halinde sadece mâlî
olarak cezalandırılır, bedenî
olarak cezalandırılmazlar. Velîleri bulunan baba veya dede veya
vasileri, muhtaç oldukları tasarruf ve akidleri onlar
adına yaparlar.
3- Nakıs eda ehliyeti:
Bu, kişinin temyiz çağından buluğa kadar geçen devrede sahip olduğu ehliyettir.
Temyiz çağındaki sabinin bu ehliyete sahip olacağı açıktır. Bu konuda, temyiz
ve idraki zayıf olan ancak bunaklığı aklını kaybettirecek dereye ulaşmayan
matuh da sabi mümeyyiz gibidir.
Mümeyyizin iman,
namaz, oruç ve hac gibi ibadetleri sahihtir, lakin mükellef değildir. İnkarı
da sahihtir ancak ukubeti yoktur.
Sabi mümeyyizin
tasarrufları üç kısımdır:
a) Mahza
faydalı ve lehine olan tasarrufları: Bunlar, velisinin izni olmadan hibe ve
sadaka kabul etmesi gibi karşılıksız olarak mülküne bir şey girmesine sebep
olan tasarrufları, çalışarak ücreti hak etmesi, vekalet almasının sahih
olması... Bütün bunlar geçerlidir. Çünkü bunlar "Yetimleri sınayın."
(N
b) Bütünüyle zararlı ve aleyhine olan
tasarrufları: Bunlar talak, köle azadı, hibe etme, sadaka verme, vakıf yapma,
kefil olma gibi karşılıksız olarak mülkünden bir şey çıkmasına sebep olan
tasarruflarıdır. Onun bu tasarrufları sahih olmaz. İsterse velinin izniyle
olsun, çünkü veli bu tasarrufları yapmaya malik değildir.
c) Hem lehine hem
aleyhine neticelenebilecek tasarrufları: Bunlar, alışveriş, kira ve evlenme
gibi hem kâra hem de zarara ihtimali olan tasarruflardır. Mümeyyizden sadır
olacak bu tasarruflar velinin izniyle sahih olarak münakid
olur. Hanefî ve Malikîlere göre mümeyyizin ehliyeti noksan olduğu için velinin
icazetine bağlı kalır, izin verirse geçerli olur vermezsa
batıl olur.
4- Kâmil eda ehliyeti:
Bu, aklı yerinde olarak buluğa eren kişinin sahip olduğu ehliyettir. Bulûğ ya ihtilam olma, hayız görme gibi tabiî emarelerle veya fukahanın cumhuruna göre onbeş
yaşını tamamlamakla olur. Bu sıfat ile insan bütün şer'î hükümlerle mükellef
olmaya ehil hale gelir ve bunları eda etmesi vacib
olur, ibadeti terkettiği taktirde günahkar olur.
Bütün akid ve tasarrufları sahih olur, neticeleri
terettüp eder, ister cinayet ister başka tasarruflar olsun kendisinden sadır
olan bütün amellerden sorumlu olur.
Eda ehliyetine bazı
manialar arız olup ehliyeti ya tamamen yok ederek ve
noksanlaştırarak veya bazı hükümlerini değiştirmek suretiyle ona tesir
edebilir. Avânz iki çeşittir.:
Semavî arızalar:
Bunlar kişinin kesb ve ihtiyarı olmadan meydana gelen
manialardır.
Semavî olmayan
arızalar (avarız-ı müktesebe): Bunlar, ya kişinin
kendi eseri veya engellemesi mümkün iken engellemediği manialardır.
Avârız-ı semaviyye onbir tanedir. Bunlar:
Cinnet, küçük olma, ateh = bunaklık, unutma, uyku, bayılma, kölelik, hastalık,
hayız, nifas ve ölüm.
Avarız-ı müktesebe
yedi tanedir. Bunlar: Cehalet, sarhoşluk, hezl=ciddi-yetsizlik, sefeh (sefihlik), hata,
ikrah (zorlama). Borçluluk da sefehden sayılır.
Cinnet, uyku ve
bayılma gibi avarızdan bazıları eda ehliyetini izale eder. Onun için mecnunda,
uykudaki kişide ve bayılmış insanda eda ehliyeti olmaz. Bunların tasarruflarına
şer'î neticeler terettüp etmez. Mecnunun üzerine vacib
olan mâlî vecibeleri onun adına velisi eda eder. Uyuyan ve baygın kişiye vacib olan bedenî veya malî vecibeleri de uyandıktan sonra
kendileri eda ederler.
Hafif atehlik gibi
bazı avanzlar da eda ehliyetini ortadan kaldırmaz
fakat noksanlaştırabilir. Hafif atehlik: İdrak ve temyiz kudretini kaybetmeden
bunama halidir. Bu sebeble sabî mümeyyiz de olduğu
gibi matuhun da bazı tasarrufları sahih olur, bazıları olmaz. Şiddetli ateh
ise idrak ve temyizi kaybetme halidir. Böyle olan kişinin tasarrufları mecnunun
tasarrufları gibi batıldır.
Arızalar, muayyen
maslahatlar için sadece bazı hükümlerin değişmesine sebep olabilir. Meselâ
sefîh ve gafilin muâvaza ve teberru cinsinden olan
mâlî tasarruflarına hacr (tasavvuflarına kısıtlama)
konulur, bu tasarrufları sahih olmaz. Maksad onların
malını korumaktır.
Alacaklıların
haklarına zarar verecekse onların haklarını korumak için borçlunun
tasarruflarına -meselâ teberrulanna- hacr konulur.
îmam Ebu Hanifeye göre insanlık
haysiyetlerini korumak için sefahet, gaflet ve
borçluluk sebebiyle bu kişilere hacr konulmaz. Çünkü
bu avarız insan ehliyetine tesir etmez. Hacrin insana vereceği zarar getireceği
maslahattan daha büyüktür.
İster mülci' ister gayri mülci' olsun
ikrah da böyledir, ikraha rağmen "ihtiyar = tercih" baki olduğu için
ehliyetin her iki çeşidine de tesir etmez. Ancak ikrahın, tehdit altındaki
kişiden sadır olan fiil ve sözlere tesiri vardır. Mülci
ikrah, ölüm veya bir uzvunu kesmekle tehdit etmedir. Bunun hükmü
"ihtiyarı" ifsad etmesi, "rıza"
yi yok etmedir. Mülci olmayan ikrah ise kısa bir
müddet hapsetme veya telefe götürmeyecek şekilde vurmakla tehdittir. Bunun
hükmü de: "Rıza" yi yok eder, "ihtiyar" ı ifsad etmez. Şayet tehdit konusu ikrar cinsinden bir şey
ise -ikrah ister mülci ister gayri mülci olsun- ikrah batıl olur. Meselâ bir malı itiraf
etmesi ve nikah akdini veya talak verdiğini itiraf etmesi için tehdit edilse bu
ikrarı batıl olur.
Tehdit konusu satış,
kira ve rehin gibi akid ve tasarruflardan biri ise
ikrah ister mülci ister gayri mülci
olsun Hanefîlere göre o akdi sadece ifsad eder iptal
etmez.
Ancak Hanefîler bundan
bazı tasarrufları istisna ettiler ve ikraha rağmen bunların sahih olduğuna
hükmettiler. Bu tasarruflar nikah, talak, köle azadı, ric'at,
nezir ve yemindir.
Tehditle yaptırılmak
istenen şey adam öldürme, içki içme, ve telef etme gibi bir fiil ise bakılır:
ikrah gayri mülci yani nakıs ise asıl mesul tehdit
edilendir. İkrah mülci olursa bu fiiller üç kısma
ayrılır:
a) Bir kısmı tehdit
edilen kişinin yapması vacib olup yapmazsa günahkar
olacağı fiillerdir. Bunlar içki içme veya ölmüş hayvan veya domuz eti yemedir.
Çünkü burada tehdit altındaki kişinin hali zaruret halidir, "zaruretler
haramları mubah kılar".
b) Bir kısmı da
yapılmasına ruhsat verilen ancak sabredilmesi efdal
olan fiillerdir. Meselâ Allah'ı inkar etme tehdidi. Eğer kişi sabrederse dinini
aziz etmiş olur. Ramazanda orucu bozma, farz namazı terketme,
başkasının malını itlaf etme tehdidi de bu cümledendir.
c) Diğer bir kısmı ise
yapılması asla helâl olmayan fiillerdir. Bunlar adam öldürme, organ kesme,
helake götürecek şekilde vurma fiilleridir. Tehdit edilen kişi bunları yaparsa
günahkar olur, çünkü kendisini başkasına tercih etmiştir. Kısasın hangisine
yapılacağına gelince: cumhura göre kısas bizzat fiili işleyene yani katiledir,
çünkü zulmen ve haksız yere öldürme fiilini yapan
odur. İmam Ebu Hanife ve Mııhammed'e göre kısas tehdid
eden üzerinedir. Ancak fail de bu fiiline mâni olunmak için hâkimin uygun
gördüğü bir ceza ile tazir edilir. Zina da bu kısma dahil
olabilir. Çünkü hiç bir halde ona ruhsat, verilmez. Ancak hiç birine had tatbik
edilmez. Zira ikrah haddin düşmesine sebep olacak bir şüphedir.