a) Sahâbî'nin Tarifi,
b) Bilginlerin Sahâbî Kavlinin Kaynak Olup
Olmadığı Hususundaki Görüşleri ve Dayandıkları Deliller,
c) Bu Konuda Tercihe
Şâyân Olan Görüşün Belirlenmesi.
Usûlcülerin çoğunluğuna
göre sahâbî , Hz. Peygamber'e yetişmiş, ona iman etmiş ve örfen
"arkadaş" diye anılabilecek ölçüde uzun süre onunla birlikte bulunmuş
kimseye denir.[1] Bu tarife göre, Hulefâ-i
Râşidin, Hz. Peygamber'in hanımları, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah
b. Abbâs ve Zeyd b. Sabit gibi Rasûlüllah'a iman edip onunla uzun süre beraber
bulunmuş, davranışlarına şahit olmuş, söylediklerini dinlemiş, onun yüce
ahlâkım benimsemiş kişiler sahâbîdir. (çoğulu "sahabe" veya "as-hâb"Sahabe
içinde bir gurup, fıkhî bilgisi ve kaynaklarından hüküm çıkarma gücü İle
tanınıyordu.Hz. Peygamber vefat edince, müslümanların karşılaştıkları meseleler
hakkında fetva verme ve aralarında çıkan ihtilafları halletme işini bu
sahâbîler üstlenmiş oldular. Onların, birçok meselede verdikleri fetvalar,
çözümledikleri davalara ait hükümler ve değişik vesilelerle ortaya koydukları
hukuki görüşler, ilk devirlerin bilginleri tarafından bize intikal
ettirilmiştir. Fakat bunlar müstakil bir kitap halinde derlenmiş değildir.
Hadis kitapları ile değişik mezheplere ait fıkıh kitapları içine serpiştirilmiş
haldedir.Usûl bilginleri, Sahabeden intikal eden fetvaları ve onların şer'î
konulardaki görüşlerini, bunların, Kitab. Sünnet, icmâ ve kıyas gibi şer'î bir
kaynak sayılıp sayılmayacağı açısından ele almışlar, bir çok görüş ortaya
koymuşlar ve mezhep imamlarından bu hususta değişik nakillerde bulunmuşlardır.
Bİz, bu görüşleri ve imamlara nisbet edilen ifadeleri tek tek inceleme yönüne
gitmeyip, sahâbî kavli konusunda bilginlerin görüşlerini topluca özetlemeye
çalışacağız:
Sahâbî kavlinin, re'y
ve ietihad ile kavranamayacak bir konuda olması halinde, bunun kaynak olduğunu
ve ona göre amel etmek gerektiğini bütün bilginler İhtilafsız kabul ederler.[2] Zira
böyle bir durumda ilk ihtimal, sahâbî kavlinin Hz. Peygamber'den duyulan bir
bilgiye dayanmış olmasıdır. O halde bu bir nevi Sünnet sayılır. Sünnet ise
bütün müslümanların ittifak ile, şer'î hüccetlerin en
kuvvetiilerindendir.Hanefî bilginler bu nevi sahâbî kavli için, asgarî hayız
süresinin üç gün olduğuna dair Abdullah b. Mes'ûd'dan ve hamilelik süresinin
iki yıldan bir lâhza bile fazla olamayacağına dair Hz. Ayşe'den rivayet edilen
görüşleri örnek gösterirler. Çünkü (dinî konulardaki) miktarlar re'y ve akıl
ile bilinemez. Bu gibi hususlarda sahâbî görüş belirtmiş ise, bu onun Hz.
Peygamber'den duyduğu bir bilgiye dayandığını gösterir.Şu da aynı konuda örnek
olarak gösterilebilir: Hz. Ali'nin bir gece herbir rekâtında altı secde yaparak
altı rekât namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Bilindiği gibi namaz, teabbüdî bir
iştir. Re'y ve akıl ile bilinemez, mutlaka nakli delile dayanmak gerekir.Bu
sebeple İmam Şafiî şöyle demiştir: Şayet Hz. Ali'nin böyle yaptığı sabit
olsaydı, ona uygun olarak hüküm verirdim. Çünkü bu konuda kıyasa yer yoktur ve
ilk ihtimal onun bunu naklî bir delile dayanarak yapmış olduğudur.[3]Yine
bilginler fikirbirliği etmişlerdir ki, bir sahabînin kavli diğer Sahabe
müctehidleri için bağlayıcı olamaz. Çünkü onlar birçok meselede İhtilâf
etmişler, bazıları diğer bazılarından farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Eğer
birisinin kavli, diğer müetehid sahabîlere karşı hüccet teşkil etse idi, böyle
bir ihtilâf caiz olmazdı.Esasen bilginlerin bu konuda ihtlâf ettikleri nokta
re'y ve içtihada dayanan sahâbî kavlinin, Sahabeden sonra gelen nesiller için
bağlayıcı bir kaynak teşkil edip etmeyeceği hususudur.
Bazı bilginler: Bu bir
kaynak sayılmaz, demişlerdir. İmam Şafiî'nin üzerinde karar kıldığı görüş budur.[4]Sonraki
Hanefî bilginler ile Şâfıî ve Mâlikilerden bir gurup ve kelâmcıterın çoğunluğu
da bu görüşü seçmişlerdir.
186
Bu görüş sahiplerinin
delili şudur: Şahabı de diğer müctehidler gibi bir müctehiddir. Onlar hataya
düşebildiği gibi, sahabînin hataya düşmesi de mümkündür. Şu halde sahabî kavli
diğer müctehidler hakkında şer'î bir kaynak ve hüccet teşkil edemez.Bazı
bilginler ise, Kitab, Sünnet ve icmâda hüküm bulunmadığı zaman sahabî kavli
bağlayıcı bir kaynak olur, demişlerdir. Bu, Hanefî imamlarının, -eski mezhebine
göre-İmam Şafiî'nin ve -kendilerinden yapılan iki rivayetten birine göre- İmam
Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel'in görüşüdür.Bu görüş şu delile
dayandırılmaktadır: Hernekadar sahabînin]de,diğer müctehidler gibi hataya düşmesi
muhtemel ise de, çoğunlukla sahabînin görüşü doğrudur. Çünkü o Hz. Peygamberin
mektebinde yetişmiştir, Arap diline hâkimdir, Kur'ân âyetlerinin nüzul ve
hadislerin vürud sebeplerine (hangi münasebetlerle indiğine veya ifâde
edildiğine) vâkıftır, Hz. Peygamber'in davranışlarını bizzat müşahede edip,
söylediklerini dinlemiş ve şer'î hükümlerin gayelerini kavramıştır. Bu
özellikler daha sonra gelen müctehidlerin hiçbirinde bulunamaz. Şu halde sahabî
görüşü diğer müctehidlerin görüşlerinden üstündür ve diğer müctehidler için
bağlayıcıdır.
Bizim bu konuda
tercihe şayan bulduğumuz görüş, sahabî kavlininin bağlayıcı bir
delil sayılmamasıdır.
Daha sonra gelen müctehidler, kendi araştırma ve ictihadlan sonunda sahabî
kavlini benimseyip ona göre amel edebilecekleri gibi, farklı bir görüş de
ortaya koyabilirler. Biz bu görüşe götüren iki gerekçe bulunmaktadır:
1- Bir şeyin kaynak
olduğuna hükmedebilmek için bu hususu belirleyen bir delil bulunması gerekir.
Oysa sahabî kavlinin kaynak olduğuna dair bir delil yoktur. Bu durumda onun
kaynak sayılması, delilsiz-bürhansiz şer'î dayanak tesbit etmek olur ki, bu
caiz değildir.
2- Bir kısım Tâbiûn
müctehidlerinin bazı meselelerde, sahabî kavline aykırı ietihadda
bulunduklarını ve bu görüşün sahibi olan sahabî bu muhalefeti Öğrendiği halde
onlara karşı bir itirazda bulunmadığını görüyoruz. Şayet sahabî kavli diğer
müctehidler için bağlayıcı bir kaynak olsaydı, tabiî müetehid buna aykırı
ietihadda bulunmazdı ve görüşün sahibi olan sahabî onun bu muhalefetine karşı
çıkardı.Bu durumun birçok örnekleri vardır. Bazılarına işaret edelim:
- Hz. Ali, kendi
hilâfeti zamanında hâkimlik yapan ve Tâbiun'un ileri gelenlerinden olan Kadı
Şurayh nezdinde, bir yahudinin elinde gördüğü zırhın kendisine ait olduğu
iddiası iie dava açmıştı. Fakat yahudi bu iddiayı kabul etmedi. Bu benim
zırhımdır ve benim zilyetliğimde bulunmaktadır, dedi. Bunun üzerine Kadı Şurayh
Hz. Ali'den iddiasını isbat etmek üzere iki şahit getirmesini istedi. Hz. Ali
kölesi Kanber'i ve oğlu Hasan'ı çağırdı. Her ikisi onun lehine şahitlik
ettiler. Kadı Şurayh şöyle dedi: "Evet, kölenin senin lehine yaptığı
şahitliği kabul ediyorum. Ama oğlunun şahitliğini kabul edemem." Hz. Ali
ise oğlunun babası lehine şahitlik edebileceği görüşündeydi. Fakat zırhı
yahudiye teslim etti. Bunun üzerine yahudî şöyle dedi: "Mü'minlerin Emirî
benimle birlikte kendi tayin ettiği hakimin önüne gidiyor, hâkim onun aleyhinde
karar veriyor ve o bu karara uyuyor!" Sonra: "Sen doğru söyledin.
Evet doğrusu o senin zırhın" deyip müslüman oldu. Daha sonra Sıffîn
savaşında öldürülünceye kadar hep Hz. Ali ile beraber bulundu/
- Abdullah b. Abbâs'a,
oğlunu kurban etmeyi nezretmiş (adamış) bir kimsenin ne yapması gerektiği
sorulmuştu. O, bu adamın yüz deve kurbân etmesi gerektiği yönünde fetva verdi.
Tâbiun büyüklerinden Mesrûk bunu duyunca itiraz etti, sadece bir koyun .
kesmesi gerektiği görüşünü bildirdi. Allah Teâlâ'nın Hz. İbrahim'e Hz.
İsmail'in yerine bir koyun kesmesini emretmiş olduğuna işaret etmek üzere,
"O adamın çocuğu Hz. İsmail'den daha üstün değildir!" dedi.İbn
Abbâs'ın, daha sonra Mesrûk'un görüşünü kabul ettiği rivayet olunur.Bu olaylar,
açıkça, re'y ve içtihada dayanan sahabî kavlinin bağlayıcı ve aksine görüş
belirtilemeyecek bir şer'î kaynak sayılamayacağı görüşünü te'yit etmektedir.
[1] Hadis bilginlerinin ıstılahında, Hz. Peygamber ile
uzun süre birarada bulunmuş olsun olmasın onu gören ve ona iman eimiş olan
herkese sahâbî denir. By anlayışa göre, Hz. Peygamber'e iman-etmiş ve onunla
bir an bİie beraber bulunmuş herkes sahâbî adını alır. Bazı usûl bilginleri de
bu görüşe katılırlar, Fakat usûlcülerin çoğunluğunca benimsenen terim anlamına
göre, böyle kimse sahâbî sayılmaz.
[2] Yazarın "bütün bilginler ihtilafsız kabul
ederler" derken, Hanefî usul eserlerinin etkisinde kalmış olması
muh'temeldİr. Esasen, bu konuda farklı düşünen bilginler bulunduğu
bilinmektedir, (mütercim)
[3] Şerrfu Celâl el-Mahallî li Cem'il-Cevâmi', II, 36
[4] el-Minhâc'da ve Bedahşî'nin bu esere yazdığı şerhte
şöyle denir: "Şafiî yeni mezhebinde, müetehidin başka
bir bilgini taklid
edemeyeceği gibi. bir sahabîyi de takiid edemeyeceğine hükmeimişıir." (Bu
ifadeyi AHâr, Cem'ııl-Cevânıi'e yazdığı Haşiye'sinde nakleimiştir, III. 361).