IX- ŞAHABI KAVLİ

 

a)  Sahâbî'nin Tarifi,

b)  Bilginlerin Sahâbî Kavlinin Kaynak Olup Olmadığı Hususundaki Görüşleri ve Dayandıkları Deliller,

c) Bu Konuda Tercihe Şâyân Olan Görüşün Belirlenmesi.

 

§: 132- "Sahfib!"nin Tarifi:

 

Usûlcülerin çoğunluğuna göre sahâbî , Hz. Peygamber'e yetişmiş, ona iman etmiş ve örfen "arkadaş" diye anılabilecek ölçüde uzun süre onunla birlikte bulunmuş kimseye denir.[1] Bu tarife göre, Hulefâ-i Râşidin, Hz. Peygamber'in hanımları, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b. Abbâs ve Zeyd b. Sabit gibi Rasûlüllah'a iman edip onunla uzun süre beraber bulunmuş, davranışlarına şahit olmuş, söylediklerini dinlemiş, onun yüce ahlâkım benimsemiş kişiler sahâbîdir. (çoğulu "sahabe" veya "as-hâb"Sahabe içinde bir gurup, fıkhî bilgisi ve kaynaklarından hüküm çıkarma gücü İle tanınıyordu.Hz. Peygamber vefat edince, müslümanların karşılaştıkları meseleler hakkında fetva verme ve aralarında çıkan ihtilafları halletme işini bu sahâbîler üstlenmiş oldular. Onların, birçok meselede verdikleri fetvalar, çözümledikleri davalara ait hükümler ve değişik vesilelerle ortaya koydukları hukuki görüşler, ilk devirlerin bilginleri tarafından bize intikal ettirilmiştir. Fakat bunlar müstakil bir kitap halinde derlenmiş değildir. Hadis kitapları ile değişik mezheplere ait fıkıh kitapları içine serpiştirilmiş haldedir.Usûl bilginleri, Sahabeden intikal eden fetvaları ve onların şer'î konulardaki görüşlerini, bunların, Kitab. Sünnet, icmâ ve kıyas gibi şer'î bir kaynak sayılıp sayılmayacağı açısından ele almışlar, bir çok görüş ortaya koymuşlar ve mezhep imamlarından bu hususta değişik nakillerde bulunmuşlardır. Bİz, bu görüşleri ve imamlara nisbet edilen ifadeleri tek tek inceleme yönüne gitmeyip, sahâbî kavli konusunda bilginlerin görüşlerini topluca özetlemeye çalışacağız:

 

§: 133- Sahâbî Kavlinin Hüccet Olup Olmadığı Hususunda Bilginlerin Görüşleri:

 

Sahâbî kavlinin, re'y ve ietihad ile kavranamayacak bir konuda olması halinde, bunun kaynak olduğunu ve ona göre amel etmek gerektiğini bütün bilginler İhtilafsız kabul ederler.[2] Zira böyle bir durumda ilk ihtimal, sahâbî kavlinin Hz. Peygamber'den duyulan bir bilgiye dayanmış olmasıdır. O halde bu bir nevi Sünnet sayılır. Sünnet ise bütün müslümanların ittifak ile, şer'î hüccetlerin en kuvvetiilerindendir.Hanefî bilginler bu nevi sahâbî kavli için, asgarî hayız süresinin üç gün olduğuna dair Abdullah b. Mes'ûd'dan ve hamilelik süresinin iki yıldan bir lâhza bile fazla olamayacağına dair Hz. Ayşe'den rivayet edilen görüşleri örnek gösterirler. Çünkü (dinî konulardaki) miktarlar re'y ve akıl ile bilinemez. Bu gibi hususlarda sahâbî görüş belirtmiş ise, bu onun Hz. Peygamber'den duyduğu bir bilgiye dayandığını gösterir.Şu da aynı konuda örnek olarak gösterilebilir: Hz. Ali'nin bir gece herbir rekâtında altı secde yaparak altı rekât namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Bilindiği gibi namaz, teabbüdî bir iştir. Re'y ve akıl ile bilinemez, mutlaka nakli delile dayanmak gerekir.Bu sebeple İmam Şafiî şöyle demiştir: Şayet Hz. Ali'nin böyle yaptığı sabit olsaydı, ona uygun olarak hüküm verirdim. Çünkü bu konuda kıyasa yer yoktur ve ilk ihtimal onun bunu naklî bir delile dayanarak yapmış olduğudur.[3]Yine bilginler fikirbirliği etmişlerdir ki, bir sahabînin kavli diğer Sahabe müctehidleri için bağlayıcı olamaz. Çünkü onlar birçok meselede İhtilâf etmişler, bazıları diğer bazılarından farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Eğer birisinin kavli, diğer müetehid sahabîlere karşı hüccet teşkil etse idi, böyle bir ihtilâf caiz olmazdı.Esasen bilginlerin bu konuda ihtlâf ettikleri nokta re'y ve içtihada dayanan sahâbî kavlinin, Sahabeden sonra gelen nesiller için bağlayıcı bir kaynak teşkil edip etmeyeceği hususudur.

Bazı bilginler: Bu bir kaynak sayılmaz, demişlerdir. İmam Şafiî'nin üzerinde karar kıldığı görüş budur.[4]Sonraki Hanefî bilginler ile Şâfıî ve Mâlikilerden bir gurup ve kelâmcıterın çoğunluğu da bu görüşü seçmişlerdir.

186

Bu görüş sahiplerinin delili şudur: Şahabı de diğer müctehidler gibi bir müctehiddir. Onlar hataya düşebildiği gibi, sahabînin hataya düşmesi de mümkündür. Şu halde sahabî kavli diğer müctehidler hakkında şer'î bir kaynak ve hüccet teşkil edemez.Bazı bilginler ise, Kitab, Sünnet ve icmâda hüküm bulunmadığı zaman sahabî kavli bağlayıcı bir kaynak olur, demişlerdir. Bu, Hanefî imamlarının, -eski mezhebine göre-İmam Şafiî'nin ve -kendilerinden yapılan iki rivayetten birine göre- İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel'in görüşüdür.Bu görüş şu delile dayandırılmaktadır: Hernekadar sahabînin]de,diğer müctehidler gibi hataya düşmesi muhtemel ise de, çoğunlukla sahabînin görüşü doğrudur. Çünkü o Hz. Peygamberin mektebinde yetişmiştir, Arap diline hâkimdir, Kur'ân âyetlerinin nüzul ve hadislerin vürud sebeplerine (hangi münasebetlerle indiğine veya ifâde edildiğine) vâkıftır, Hz. Peygamber'in davranışlarını bizzat müşahede edip, söylediklerini dinlemiş ve şer'î hükümlerin gayelerini kavramıştır. Bu özellikler daha sonra gelen müctehidlerin hiçbirinde bulunamaz. Şu halde sahabî görüşü diğer müctehidlerin görüşlerinden üstündür ve diğer müctehidler için bağlayıcıdır.

 

§: 134- Tercihe Şâyân Olan Görüş:

 

Bizim bu konuda tercihe şayan bulduğumuz görüş, sahabî kavlininin bağlayıcı bir

delil sayılmamasıdır. Daha sonra gelen müctehidler, kendi araştırma ve ictihadlan sonunda sahabî kavlini benimseyip ona göre amel edebilecekleri gibi, farklı bir görüş de ortaya koyabilirler. Biz bu görüşe götüren iki gerekçe bulunmaktadır:

1- Bir şeyin kaynak olduğuna hükmedebilmek için bu hususu belirleyen bir delil bulunması gerekir. Oysa sahabî kavlinin kaynak olduğuna dair bir delil yoktur. Bu durumda onun kaynak sayılması, delilsiz-bürhansiz şer'î dayanak tesbit etmek olur ki, bu caiz değildir.

2- Bir kısım Tâbiûn müctehidlerinin bazı meselelerde, sahabî kavline aykırı ietihadda bulunduklarını ve bu görüşün sahibi olan sahabî bu muhalefeti Öğrendiği halde onlara karşı bir itirazda bulunmadığını görüyoruz. Şayet sahabî kavli diğer müctehidler için bağlayıcı bir kaynak olsaydı, tabiî müetehid buna aykırı ietihadda bulunmazdı ve görüşün sahibi olan sahabî onun bu muhalefetine karşı çıkardı.Bu durumun birçok örnekleri vardır. Bazılarına işaret edelim:

- Hz. Ali, kendi hilâfeti zamanında hâkimlik yapan ve Tâbiun'un ileri gelenlerinden olan Kadı Şurayh nezdinde, bir yahudinin elinde gördüğü zırhın kendisine ait olduğu iddiası iie dava açmıştı. Fakat yahudi bu iddiayı kabul etmedi. Bu benim zırhımdır ve benim zilyetliğimde bulunmaktadır, dedi. Bunun üzerine Kadı Şurayh Hz. Ali'den iddiasını isbat etmek üzere iki şahit getirmesini istedi. Hz. Ali kölesi Kanber'i ve oğlu Hasan'ı çağırdı. Her ikisi onun lehine şahitlik ettiler. Kadı Şurayh şöyle dedi: "Evet, kölenin senin lehine yaptığı şahitliği kabul ediyorum. Ama oğlunun şahitliğini kabul edemem." Hz. Ali ise oğlunun babası lehine şahitlik edebileceği görüşündeydi. Fakat zırhı yahudiye teslim etti. Bunun üzerine yahudî şöyle dedi: "Mü'minlerin Emirî benimle birlikte kendi tayin ettiği hakimin önüne gidiyor, hâkim onun aleyhinde karar veriyor ve o bu karara uyuyor!" Sonra: "Sen doğru söyledin. Evet doğrusu o senin zırhın" deyip müslüman oldu. Daha sonra Sıffîn savaşında öldürülünceye kadar hep Hz. Ali ile beraber bulundu/

- Abdullah b. Abbâs'a, oğlunu kurban etmeyi nezretmiş (adamış) bir kimsenin ne yapması gerektiği sorulmuştu. O, bu adamın yüz deve kurbân etmesi gerektiği yönünde fetva verdi. Tâbiun büyüklerinden Mesrûk bunu duyunca itiraz etti, sadece bir koyun . kesmesi gerektiği görüşünü bildirdi. Allah Teâlâ'nın Hz. İbrahim'e Hz. İsmail'in yerine bir koyun kesmesini emretmiş olduğuna işaret etmek üzere, "O adamın çocuğu Hz. İsmail'den daha üstün değildir!" dedi.İbn Abbâs'ın, daha sonra Mesrûk'un görüşünü kabul ettiği rivayet olunur.Bu olaylar, açıkça, re'y ve içtihada dayanan sahabî kavlinin bağlayıcı ve aksine görüş belirtilemeyecek bir şer'î kaynak sayılamayacağı görüşünü te'yit etmektedir.

 



[1] Hadis bilginlerinin ıstılahında, Hz. Peygamber ile uzun süre birarada bulunmuş olsun olmasın onu gören ve ona iman eimiş olan herkese sahâbî denir. By anlayışa göre, Hz. Peygamber'e iman-etmiş ve onunla bir an bİie beraber bulunmuş herkes sahâbî adını alır. Bazı usûl bilginleri de bu görüşe katılırlar, Fakat usûlcülerin çoğunluğunca benimsenen terim anlamına göre, böyle kimse sahâbî sayılmaz.

[2] Yazarın "bütün bilginler ihtilafsız kabul ederler" derken, Hanefî usul eserlerinin etkisinde kalmış olması

muh'temeldİr. Esasen, bu konuda farklı düşünen bilginler bulunduğu bilinmektedir, (mütercim)

[3] Şerrfu Celâl el-Mahallî li Cem'il-Cevâmi', II, 36

[4] el-Minhâc'da ve Bedahşî'nin bu esere yazdığı şerhte şöyle denir: "Şafiî yeni mezhebinde, müetehidin başka

bir bilgini taklid edemeyeceği gibi. bir sahabîyi de takiid edemeyeceğine hükmeimişıir." (Bu ifadeyi AHâr, Cem'ııl-Cevânıi'e yazdığı Haşiye'sinde nakleimiştir, III. 361).