Azîmet"in sözlük
anlamı, bir şeye kesin olarak yönelmek,_niyetlenmektir. Meselâ şu âyette
"azm" kelimesi bu anlamda kullanılmıştır:
"Andolsun biz daha Önce de Âdem'e ahid (emir) vermi§tik. Ne var ki o
(bizim ahdimizi) unuttu. Biz onda bir azim (ve sebat) bulmadık.[1] Çünkü
Cenâb-ı Allah Hz. Adem'e hiçbir hususta kendisine isyan .etmemesini
tenbihlemiş, o ise verdiği sözü unutup karşı gelmişti. İşte âyette bu kelime
ile şu husus anlatılmış olmaktadır: Adem'de, şeytanın kendi nefsine
vesvesesiyle nüfuz etmesini önleyecek güçlü bir kararlılık ve sağlam bir azim
yoktu.Usûl terimi olarak "azimet" ise "Yüce Allah'ın,
mükelleflerin hepsi için bütün durumlarda bağlayıcı genel bir kanun olmak üzere
ükten koyduğu hükümler" demektir. Meselâ namaz, genel tarzda teşrî
kılınmış bir hükümdür; her mükellef kişi için ve bütün durumlarda bağlayıcıdır.
Oruç, zekât, hac ve Allah'ın kullarım mükellef kıldığı diğer dinî vecîbeler de
böyledir.Aynı şekilde, şarap içme, ölü eti ve domuz eti yeme, zina ve haksız
yere öldürme gibi haramlık hükümleri de birer azimet hükmüdür. Zira bunlar
genel tarzda konmuş, her bir mükellef için ve herbir durumda bağlayıcı
hükümlerdir.
' 'Ruhsat''sözlükte
kolaylık demektir. Meselâ, bir malın kolayca bulunup alınabildiği durumlarda
"fıat ucuzladı" anlamına gelmek üzere arapçada denir.Usûl terimi
olarak ise "ruhsat"Allah'ın, kulların özürlerine binaen ve onların
ihtiyaçlarını gözeterek koyduğu (geçici) hükümler" demektir.Şu halde
azimet, genel ve temel hüküm; ruhsat ise istisnaî hükümdür. Azimette genel ve
normal durum, ruhsatta normalin dışında özel durum (özür, ihtiyaç ve zaruret
durumu) sözkonusudur.
İslâm hukukunda
"ruhsat" isminin kullanıldığı meseleler tüme varım metodu ile
İncelendiğinde dört nevi ruhsatın bulunduğu görülür.
Birinci nevi:
Haramı işleme ruhsatı. Zaruret veya zaruret derecesine varan ihtiyaç hallerinde
haram bir fiil mubah hale dönüşebilir. Meselâ, öldürülme veya bir uzvun
yokedilmesi tehdidi ile zorlanma halinde -kalp imanla dolu olmakla beraber-
küfür kelimesini söylemek mubahtır. Yüce Allah, böyle bir durumda -kullara
kolaylık olmak üzere-, Allah'ı inkâr ifadelerinin kullanılmasına müsaade
etmiştir. Nitekim âyette şöyle buyurulmuştur: "Kim iman ettikten sonra
Allah'ı inkâr ederse, -kalbi imanla dolu olduğu halde (inkâra) zorlanmış değil
de- kendisi göğsünü küfre açarsa, işte onlara Allah'tan bir gazap (iner) ve
onlar için büyük bir azap vardır.[2]Bu
ruhsatın Sünnet'te de delili vardır; Müşrikler Ammar b. Yâsir'i yakalayıp ona
işkence etmişler, Hz. Peygamber'e hakaret edip onların ilâhlarına övgü de
bulunmadıkça onu bırakmamışlardı. Daha sonra Ammar Rasûlûllah'a gelip
üzüntüsünü belirtti:Ya Rasûlûllah! Sana hakaret edip, onların ilâhlarını
Övmedikçe beni bırakmadılar.
- Kalbini nasıl buluyorsun?
- İmanla dopdolu.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber şöyle buyurdu:
- Tekrar ederlerse sen de aynı şeyi yap.Zalim yöneticiden
ötürü can korkusunun bulunması halinde emri bilmaruf ve nehyi anilmünker
görevini terketmenin, açlık ve susuzluktan ölme korkusuna yolaçan zaruret
halinde yahut öldürülme veya bir uzuv kaybetme tehdidi altında kalındığında ölü
eti yemenin veya şarap içmenin mubah olması da bu nevi ruhsata girer.
Bu nevi ruhsatın hükmü: Mükellefin canını veya bir uzvunu kaybetmekten endişe
etmesi halinde ruhsata göre amel etmesi vaciptir. Ruhsat hükmünü almaz ve
ölürse günahkâr olur. Çünkü kendi ölümüne sebebiyet vermiş olur, can kaybına
sebep olmak ise haramdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur: "Ve
kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir. [3]Kendi
ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. [4]Bilginler,
kütür kelimesini söylemeye zorlanan kişiyi bu hükümden istisna etmişler ve
şöyle demişlerdir: Şayet inkâra zorlanan kişi, gönlü imanla dolu olarak yapılan
zorlamalara katlanır sabreder de sonunda Öldürülürse, bu davranışından ötürü
sevap kazanmış olur. Bilginler buna delil olarak şu olayı gösterirler:
Müseylemetü'l-Kezzab'ın adamları Rasûlûllah'ın ashabından iki kişiyi yakalayıp
Müseylemeye götürmüşlerdi. Müseyleme onlardan birine şöyle dedi:
- Muhammed hakkında ne dersin?
- Allah'ın Rasûlüdür.
- Ya benim hakkımda ne dersin?Sen de.
öyle,Bunun üzerine Müseyleme onu serbest bıraktı. Sonra ikinciye dönüp sordu:
- Muhammed hakkında ne dersin?
- Allah'ın Rasûlüdür.
- Ya benim hakkında ne dersin?
- Ben sağırım, duymuyorum.
Müseyleme aynı soruyu,
şahabı de aynı cevabı üç defa tekrar etti. Sonunda Müseyleme onu öldürdü. Olay
Hz. Peygamber'e intikal ettirildiğinde o şöyle buyurdu:
- Birincisi Allah'ın
tanıdığı ruhsatı kullanmış. İkincisi ise hakikati haykırmış; ne mutlu ona![5]
224___^_____________________________ İSLÂM HUKUK
İLMİNİN ESASLARİ
İkinci nevi: Vacibi terketme ruhsatı.Bazen vacibin edasında
mükellef için ek bir meşakkat bulunduğunda vacibi yapmayabilir. Meselâ ramazan
ayında yolcu ve hasta olan mükellef için oruç tutmamak mubahtır. Çünkü Cenâb-i
Allah şöyle buyurmuştur: ' 'Sizden kim hasta olur veya yolculuk halinde
bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde kaza etsin. [6] Yine
abdestte yapılması vacip olan ayakların yıkanması yerine mestler üzerine mesh
verilmesi caizdir. Zira mükelleflerden zorluk ve sıkıntıyı gidermek üzere bunun
meşru ve caiz olduğuna dair Sünnette delil bulunmaktadır.Yolculuk haline dört
rekâtlı namazların '"Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur[7]
âyetine istinaden kasredilmesi yani dört rekât yerine iki rekât kılınmasının
caiz oluşu da bu nevi ruhsata girer.[8]
Bu nevi ruhsatın hükmü: Azîrnele göre amel etmek ruhsatı kullanmaktan daha
üstündür. Zira yolcu ve hasta hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyuruImuştur:
"(Güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. [9] Tabiî
ki bu, azimete göre amel ettiğinde mükellefe ek bir zararın dokunmaması
durumunda böyledir. Eğer azimete göre davrandığında ayrı bir zarar gelecekse,
azimet doğrultusunda amel etmek caiz olmaz, ruhsata göre davraniimasi vacip
olur. Buna dair Sünnette açık delil bulunmaktadır; Hz. Peygamber Mekke'nin
fethi için yola çıktığında ramazan ayı idi ve oruç tutmuştu. Kendisi ile
birlikte diğer müslümanlar da oruçluydu. Kerâğu'l-ğanîm denen yere
geldiklerinde, Hz. peygamber'e "İnsanlara oruç çok ağır geldi. Herkes
senin nasıl davranacağına bakıyor" dendi. Bunun üzerine Rasûlüllah bir kap
su istedi ve suyu içti. Müslümanlar onun ne yapacağını takip ediyorlardı. Fakat
bir kısmı oruçlarını bozdukları halde diğer bir kısmı omca devam ettiler. Bazı
kimselerin oruca devam ettiği Hz. Peygamber'e intikal ettirilince o şöyle
buyurdu: "Onlar asidirler, onlar asidirler!"
Bu nevi ile birinci
nevi arasındaki fark şudur; Bu nevide, azimete göre amel edince mükellef için
ek bir sıkıntı doğacaksa ruhsata göre amel etmek vacip olmaktadır. Birinci
nevide ise, azimete göre davranıldığmda canın veya bir uzvun kaybı sonucu
doğacaksa ancak o zaman ruhsata göre amel vacip olur.
Üçüncü nevi: Genel kurala aykırı bazı sözleşmeleri ve hukukî
muameleleri yapabilme ruhsatı.Bazı sözleşme ve hukukî muameleler, İslâm
hukukunun o konudaki genel kurallarına veya genel şer'î delillere aykırı olduğu
halde, insanların duyduğu ihtiyaca binâen mubah sevilmiştir. Meselâ "selem
akdi"böyledir. Çünkü esasen selem (peşin para karşılığında İleride teslim
edilecek malın satın alınması sözleşmesi), hazırda olmayan bir şeyin satımı
niteliğindedir. Kişinin kendinde mevcut olmayan bir şeyi satması ise, Hz. peygamber'in
Hakim b. Hızâm'a hitaben söylediği şu hadisine göre caiz değildir: "Ey
Bakîmi Kendinde olmayan şeyi satma!" Fakat Yüce Şâri!, insanların böyle
bir muameleye duyduğu ihtiyaçtan ötürü ona cevaz vermiştir. İstisna akdi de böyledir. Sâri', bu sözleşmeyi de insanların
ihtiyacına binaen caiz saymıştır. Oysa bu sözleşme, aslında, alım-satım
konusundaki yerleşik kurala aykırıdır. Zira istisna akdi (eser sözleşmesi) ile
sözleşme sırasında mevcut olmayan bir şey satılmış olmaktadır. Bilindiği gibi
bu konudaki kurala göre mevcut olmayan şeyin satımı caiz değildir.
Bu nevi ruhsatın hükmü: Ruhsata göre davramlrriası da ruhsatın terkedilmesi
de caizdir. Ancak ruhsatın terkedilmesi halinde cana tehlike gelmesi sözkonusu
ise o zaman ruhsatın alınması vacip olur. Meselâ bir kimse canım kurtarmak için
selem yoluyla satış yapmaktan başka hiçbir çare bulamazsa o takdirde bu
sözleşmeyi yapmak ona vaciptir. Bunu yapmayıp açlıktan Ölürse, gereksiz yere
canını tehlikeye atmış olmaktan ötürü günahkâr olur.[10]
Dördüncü nevi:
Önceki semavî dinlerde mevcut ağır hükümleri kaldıran ruhsat.Önceki dinlerde
var olan bazı ağır hükümleri Yüce Allah İslâm ümmetinden kaldırmış, bu
hükümleri onlar hakkında teşrî kılmamak suretiyle bu ümmete bir kolaylık
sağlamıştır. Bu tür hükümlere şunlar örnek gösterilebilir:
- Günahtan tevbe
edecek kişinin kendini öldürmesi. Nitekim şu âyette bu hususa işaret
edilmektedir: "Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz buzağıyı
(tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için yaratıcmaza tevbe edin
de nefislerinizi öldürün. Bu yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir.
Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak odur.[11]- Namazın ibadete ayrılmış yerin dışında
geçerli olmaması.
- Malın dörttebirinin zekât olarak verilmesi.
- Ganimetlerin haram olması.Daha önceki
dinlerde bu gibi ağır hükümlerin bulunduğuna şu âyetlerde İşaret edilmektedir:
"Rabb'imiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.[12]
Onlardan ağırlıklarım ve üzerlerindeki zincirleri kaldırıp atar.[13]Açıktır
ki. bu neviye "ruhsat" adının verilmesi hakikat anlamında olmayıp
mecaz anlamındadır. Çünkü bu hükümleri Cenâb-ı Hakk -ilk üç nevide olduğu gibi-
önce bizim hakkımızda teşri kılıp sonra zaruret ve ihtiyaçtan Ötürü bunlardan
bir kısmına uymama müsaadesi vermiş değildir. Sadece bu hükümlerin bizim
hakkımızda teşrî kılınmamasıyla önceki milleîlere nisbetle bize sağlanan
kolaylık ve rahatlıktan ötürü buna mecazen "ruhsat" denmiştir.
Bu nevinin hükmü: Buna göre amel etmek caiz değildir. Buna göre amel eden günahkâr olur.[14]
[1] Tâhâ 20/115.
[2] en-Nahl 16/106:
[3] en-Nisâ' 4/29:
[4] el-Bakara
2/195:
[5] Kurtubî, el-Câmi' Ii Ahkâmı'1-Kur'an. X, 189.
[6] el-Bakara .2/184:
[7] en-Nisâ' 4/101:
[8] Hanefîiere göre.
yolculuk halinde namazın
kısaltılması ruhsal değil azîmeltir.
Dayandıkları delil Hz. Ayşe'nin rivayet ettiği şu hadisiir: "'Namaz
önce ikişer rekât olarak farz kılındı. Sonra hazar (mukim) namazına ilâve
yapılds ve sefer namazı olduğu gibi bırakıldı." Ali Hasebuîlah,
Usûlü'I-Teşrî' el-İslâmî, Mısır, 1982, s. 395, dipnot 2. (mütercim)
[9] el-Bakara
2/184:
[10] Kanaatimizce, yazar, bu nevi ruhsatın hükmünü
belirtirken, zorlanmış bir örneğe başvurmaktadır. Zira can tehlikesi olan
durumlarda haram fiilin işlenmesi bile vacip olduğuna göre, bu nevi ruhsat için
böyle bir örneğe gerek bulunmamaktadır. Kaldı ki, yazarın aşağıda dördüncü nevi
ruhsat İçin koyduğu kaydı bu nevi için de koyarak-bir çok yazarın yaplığı
gibi-bunun "mecazen" ruhsat olarak nitelendiğini ifade etmesi daha
uygun olurdu. Zira bu sözleşmeler, belirli zaruret hallerinde tecviz edilmiş
sözleşmeler olmayıp, aslında bunların mubahlığı birer azimet hükmü teşkil
etmektedir, (mütercim)
[11] el-Bakara 2/54:Bu örnek, âyetteki "öldürme"
kelimesinin maddî anlamda öldürme şeklinde yorumlanışına göredir, ki bu yorum
seleften nakledilmiştir. Fakat bu, manvî anlamda öldürme olarak da
yorumlanabilir. Bu anlamı ile öldürme, nefse hakim olma, ona yenilmeme ve
davranışlarda dizginleri nefsin eline bırakmama demektir. Bu yorum esas
alındığında, âyet, günahlardan tevbede kişinin kendisini öldürmesinin şart
olduğuna delil leşkil etmez.
[12] el-Bakara 2/286:
[13] el-Â'raf 7/157:
[14] Yukarıdan ben
gelen akı$a göre. burada ruhsatın hükmünün açıklanması beklenirdi: yazar ise,
ruhsat sağlanmazdan önceki durumu (önceki dinlere has hükümleri) kasdeimiş
olmaktadır, (mütercim)