AZİMET VE RUHSAT

 

§: 188- "Azîmet"İn Tarifi:

 

Azîmet"in sözlük anlamı, bir şeye kesin olarak yönelmek,_niyetlenmektir. Meselâ şu âyette "azm"  kelimesi bu anlamda kullanılmıştır: "Andolsun biz daha Önce de Âdem'e ahid (emir) vermi§tik. Ne var ki o (bizim ahdimizi) unuttu. Biz onda bir azim (ve sebat) bulmadık.[1] Çünkü Cenâb-ı Allah Hz. Adem'e hiçbir hususta kendisine isyan .etmemesini tenbihlemiş, o ise verdiği sözü unutup karşı gelmişti. İşte âyette bu kelime ile şu husus anlatılmış olmaktadır: Adem'de, şeytanın kendi nefsine vesvesesiyle nüfuz etmesini önleyecek güçlü bir kararlılık ve sağlam bir azim yoktu.Usûl terimi olarak "azimet" ise "Yüce Allah'ın, mükelleflerin hepsi için bütün durumlarda bağlayıcı genel bir kanun olmak üzere ükten koyduğu hükümler" demektir. Meselâ namaz, genel tarzda teşrî kılınmış bir hükümdür; her mükellef kişi için ve bütün durumlarda bağlayıcıdır. Oruç, zekât, hac ve Allah'ın kullarım mükellef kıldığı diğer dinî vecîbeler de böyledir.Aynı şekilde, şarap içme, ölü eti ve domuz eti yeme, zina ve haksız yere öldürme gibi haramlık hükümleri de birer azimet hükmüdür. Zira bunlar genel tarzda konmuş, her bir mükellef için ve herbir durumda bağlayıcı hükümlerdir.

 

§: 189- "Ruhsat"mTarifi:

 

' 'Ruhsat''sözlükte kolaylık demektir. Meselâ, bir malın kolayca bulunup alınabildiği durumlarda "fıat ucuzladı" anlamına gelmek üzere arapçada denir.Usûl terimi olarak ise "ruhsat"Allah'ın, kulların özürlerine binaen ve onların ihtiyaçlarını gözeterek koyduğu (geçici) hükümler" demektir.Şu halde azimet, genel ve temel hüküm; ruhsat ise istisnaî hükümdür. Azimette genel ve normal durum, ruhsatta normalin dışında özel durum (özür, ihtiyaç ve zaruret durumu) sözkonusudur.

 

§: 190- Ruhsatın Nevileri:

 

İslâm hukukunda "ruhsat" isminin kullanıldığı meseleler tüme varım metodu ile İncelendiğinde dört nevi ruhsatın bulunduğu görülür.

Birinci nevi: Haramı işleme ruhsatı. Zaruret veya zaruret derecesine varan ihtiyaç hallerinde haram bir fiil mubah hale dönüşebilir. Meselâ, öldürülme veya bir uzvun yokedilmesi tehdidi ile zorlanma halinde -kalp imanla dolu olmakla beraber- küfür kelimesini söylemek mubahtır. Yüce Allah, böyle bir durumda -kullara kolaylık olmak üzere-, Allah'ı inkâr ifadelerinin kullanılmasına müsaade etmiştir. Nitekim âyette şöyle buyurulmuştur: "Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse, -kalbi imanla dolu olduğu halde (inkâra) zorlanmış değil de- kendisi göğsünü küfre açarsa, işte onlara Allah'tan bir gazap (iner) ve onlar için büyük bir azap vardır.[2]Bu ruhsatın Sünnet'te de delili vardır; Müşrikler Ammar b. Yâsir'i yakalayıp ona işkence etmişler, Hz. Peygamber'e hakaret edip onların ilâhlarına övgü de bulunmadıkça onu bırakmamışlardı. Daha sonra Ammar Rasûlûllah'a gelip üzüntüsünü belirtti:Ya Rasûlûllah! Sana hakaret edip, onların ilâhlarını Övmedikçe beni bırakmadılar.

-  Kalbini nasıl buluyorsun?

-  İmanla dopdolu.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

-  Tekrar ederlerse sen de aynı şeyi yap.Zalim yöneticiden ötürü can korkusunun bulunması halinde emri bilmaruf ve nehyi anilmünker görevini terketmenin, açlık ve susuzluktan ölme korkusuna yolaçan zaruret halinde yahut öldürülme veya bir uzuv kaybetme tehdidi altında kalındığında ölü eti yemenin veya şarap içmenin mubah olması da bu nevi ruhsata girer.

Bu nevi ruhsatın hükmü: Mükellefin canını veya bir uzvunu kaybetmekten endişe etmesi halinde ruhsata göre amel etmesi vaciptir. Ruhsat hükmünü almaz ve ölürse günahkâr olur. Çünkü kendi ölümüne sebebiyet vermiş olur, can kaybına sebep olmak ise haramdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur: "Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir. [3]Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. [4]Bilginler, kütür kelimesini söylemeye zorlanan kişiyi bu hükümden istisna etmişler ve şöyle demişlerdir: Şayet inkâra zorlanan kişi, gönlü imanla dolu olarak yapılan zorlamalara katlanır sabreder de sonunda Öldürülürse, bu davranışından ötürü sevap kazanmış olur. Bilginler buna delil olarak şu olayı gösterirler: Müseylemetü'l-Kezzab'ın adamları Rasûlûllah'ın ashabından iki kişiyi yakalayıp Müseylemeye götürmüşlerdi. Müseyleme onlardan birine şöyle dedi:

-  Muhammed hakkında ne dersin?

-  Allah'ın Rasûlüdür.                                                                    

-  Ya benim hakkımda ne dersin?Sen de. öyle,Bunun üzerine Müseyleme onu serbest bıraktı. Sonra ikinciye dönüp sordu:

-  Muhammed hakkında ne dersin?

-  Allah'ın Rasûlüdür.

-  Ya benim hakkında ne dersin?

-  Ben sağırım, duymuyorum.

Müseyleme aynı soruyu, şahabı de aynı cevabı üç defa tekrar etti. Sonunda Müseyleme onu öldürdü. Olay Hz. Peygamber'e intikal ettirildiğinde o şöyle buyurdu:

- Birincisi Allah'ın tanıdığı ruhsatı kullanmış. İkincisi ise hakikati haykırmış; ne mutlu ona![5]

224___^_____________________________                               İSLÂM HUKUK İLMİNİN ESASLARİ

İkinci nevi: Vacibi terketme ruhsatı.Bazen vacibin edasında mükellef için ek bir meşakkat bulunduğunda vacibi yapmayabilir. Meselâ ramazan ayında yolcu ve hasta olan mükellef için oruç tutmamak mubahtır. Çünkü Cenâb-i Allah şöyle buyurmuştur: ' 'Sizden kim hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde kaza etsin. [6] Yine abdestte yapılması vacip olan ayakların yıkanması yerine mestler üzerine mesh verilmesi caizdir. Zira mükelleflerden zorluk ve sıkıntıyı gidermek üzere bunun meşru ve caiz olduğuna dair Sünnette delil bulunmaktadır.Yolculuk haline dört rekâtlı namazların '"Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman  namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur[7] âyetine istinaden kasredilmesi yani dört rekât yerine iki rekât kılınmasının caiz oluşu da bu nevi ruhsata girer.[8]

Bu nevi ruhsatın hükmü: Azîrnele göre amel etmek ruhsatı kullanmaktan daha üstündür. Zira yolcu ve hasta hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyuruImuştur: "(Güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. [9] Tabiî ki bu, azimete göre amel ettiğinde mükellefe ek bir zararın dokunmaması durumunda böyledir. Eğer azimete göre davrandığında ayrı bir zarar gelecekse, azimet doğrultusunda amel etmek caiz olmaz, ruhsata göre davraniimasi vacip olur. Buna dair Sünnette açık delil bulunmaktadır; Hz. Peygamber Mekke'nin fethi için yola çıktığında ramazan ayı idi ve oruç tutmuştu. Kendisi ile birlikte diğer müslümanlar da oruçluydu. Kerâğu'l-ğanîm denen yere geldiklerinde, Hz. peygamber'e "İnsanlara oruç çok ağır geldi. Herkes senin nasıl davranacağına bakıyor" dendi. Bunun üzerine Rasûlüllah bir kap su istedi ve suyu içti. Müslümanlar onun ne yapacağını takip ediyorlardı. Fakat bir kısmı oruçlarını bozdukları halde diğer bir kısmı omca devam ettiler. Bazı kimselerin oruca devam ettiği Hz. Peygamber'e intikal ettirilince o şöyle buyurdu: "Onlar asidirler, onlar asidirler!"

Bu nevi ile birinci nevi arasındaki fark şudur; Bu nevide, azimete göre amel edince mükellef için ek bir sıkıntı doğacaksa ruhsata göre amel etmek vacip olmaktadır. Birinci nevide ise, azimete göre davranıldığmda canın veya bir uzvun kaybı sonucu doğacaksa ancak o zaman ruhsata göre amel vacip olur.

Üçüncü nevi: Genel kurala aykırı bazı sözleşmeleri ve hukukî muameleleri yapabilme ruhsatı.Bazı sözleşme ve hukukî muameleler, İslâm hukukunun o konudaki genel kurallarına veya genel şer'î delillere aykırı olduğu halde, insanların duyduğu ihtiyaca binâen mubah sevilmiştir. Meselâ "selem akdi"böyledir. Çünkü esasen selem (peşin para karşılığında İleride teslim edilecek malın satın alınması sözleşmesi), hazırda olmayan bir şeyin satımı niteliğindedir. Kişinin kendinde mevcut olmayan bir şeyi satması ise, Hz. peygamber'in Hakim b. Hızâm'a hitaben söylediği şu hadisine göre caiz değildir: "Ey Bakîmi Kendinde olmayan şeyi satma!" Fakat Yüce Şâri!, insanların böyle bir muameleye duyduğu ihtiyaçtan ötürü ona cevaz vermiştir. İstisna akdi de  böyledir. Sâri', bu sözleşmeyi de insanların ihtiyacına binaen caiz saymıştır. Oysa bu sözleşme, aslında, alım-satım konusundaki yerleşik kurala aykırıdır. Zira istisna akdi (eser sözleşmesi) ile sözleşme sırasında mevcut olmayan bir şey satılmış olmaktadır. Bilindiği gibi bu konudaki kurala göre mevcut olmayan şeyin satımı caiz değildir.

Bu nevi ruhsatın hükmü: Ruhsata göre davramlrriası da ruhsatın terkedilmesi de caizdir. Ancak ruhsatın terkedilmesi halinde cana tehlike gelmesi sözkonusu ise o zaman ruhsatın alınması vacip olur. Meselâ bir kimse canım kurtarmak için selem yoluyla satış yapmaktan başka hiçbir çare bulamazsa o takdirde bu sözleşmeyi yapmak ona vaciptir. Bunu yapmayıp açlıktan Ölürse, gereksiz yere canını tehlikeye atmış olmaktan ötürü günahkâr olur.[10]

Dördüncü nevi: Önceki semavî dinlerde mevcut ağır hükümleri kaldıran ruhsat.Önceki dinlerde var olan bazı ağır hükümleri Yüce Allah İslâm ümmetinden kaldırmış, bu hükümleri onlar hakkında teşrî kılmamak suretiyle bu ümmete bir kolaylık sağlamıştır. Bu tür hükümlere şunlar örnek gösterilebilir:

- Günahtan tevbe edecek kişinin kendini öldürmesi. Nitekim şu âyette bu hususa işaret edilmektedir: "Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için yaratıcmaza tevbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak odur.[11]-  Namazın ibadete ayrılmış yerin dışında geçerli olmaması.

-  Malın dörttebirinin zekât olarak verilmesi.

-  Ganimetlerin haram olması.Daha önceki dinlerde bu gibi ağır hükümlerin bulunduğuna şu âyetlerde İşaret edilmektedir: "Rabb'imiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.[12] Onlardan ağırlıklarım ve üzerlerindeki zincirleri kaldırıp atar.[13]Açıktır ki. bu neviye "ruhsat" adının verilmesi hakikat anlamında olmayıp mecaz anlamındadır. Çünkü bu hükümleri Cenâb-ı Hakk -ilk üç nevide olduğu gibi- önce bizim hakkımızda teşri kılıp sonra zaruret ve ihtiyaçtan Ötürü bunlardan bir kısmına uymama müsaadesi vermiş değildir. Sadece bu hükümlerin bizim hakkımızda teşrî kılınmamasıyla önceki milleîlere nisbetle bize sağlanan kolaylık ve rahatlıktan ötürü buna mecazen "ruhsat" denmiştir.

Bu nevinin hükmü: Buna göre amel etmek caiz değildir. Buna göre amel eden günahkâr olur.[14]

 



[1] Tâhâ 20/115.

[2] en-Nahl  16/106:

[3] en-Nisâ' 4/29:

[4]  el-Bakara 2/195:

[5] Kurtubî, el-Câmi' Ii Ahkâmı'1-Kur'an. X, 189.

[6] el-Bakara .2/184:

[7]  en-Nisâ' 4/101:

[8] Hanefîiere göre.  yolculuk  halinde namazın kısaltılması  ruhsal değil  azîmeltir.   Dayandıkları delil Hz. Ayşe'nin rivayet ettiği şu hadisiir: "'Namaz önce ikişer rekât olarak farz kılındı. Sonra hazar (mukim) namazına ilâve yapılds ve sefer namazı olduğu gibi bırakıldı." Ali Hasebuîlah, Usûlü'I-Teşrî' el-İslâmî, Mısır, 1982, s. 395, dipnot 2. (mütercim)

[9]  el-Bakara 2/184:

[10] Kanaatimizce, yazar, bu nevi ruhsatın hükmünü belirtirken, zorlanmış bir örneğe başvurmaktadır. Zira can tehlikesi olan durumlarda haram fiilin işlenmesi bile vacip olduğuna göre, bu nevi ruhsat için böyle bir örneğe gerek bulunmamaktadır. Kaldı ki, yazarın aşağıda dördüncü nevi ruhsat İçin koyduğu kaydı bu nevi için de koyarak-bir çok yazarın yaplığı gibi-bunun "mecazen" ruhsat olarak nitelendiğini ifade etmesi daha uygun olurdu. Zira bu sözleşmeler, belirli zaruret hallerinde tecviz edilmiş sözleşmeler olmayıp, aslında bunların mubahlığı birer azimet hükmü teşkil etmektedir, (mütercim)

[11] el-Bakara 2/54:Bu örnek, âyetteki "öldürme" kelimesinin maddî anlamda öldürme şeklinde yorumlanışına göredir, ki bu yorum seleften nakledilmiştir. Fakat bu, manvî anlamda öldürme olarak da yorumlanabilir. Bu anlamı ile öldürme, nefse hakim olma, ona yenilmeme ve davranışlarda dizginleri nefsin eline bırakmama demektir. Bu yorum esas alındığında, âyet, günahlardan tevbede kişinin kendisini öldürmesinin şart olduğuna delil leşkil etmez.

[12] el-Bakara 2/286:

[13] el-Â'raf 7/157:

[14]  Yukarıdan ben gelen akı$a göre. burada ruhsatın hükmünün açıklanması beklenirdi: yazar ise, ruhsat sağlanmazdan önceki durumu (önceki dinlere has hükümleri) kasdeimiş olmaktadır, (mütercim)