HZ.
PEYGAMBER’E (S.A.V.) SALÂVAT
Hz. Peygamber (s.a.v.) birinci ve ikinci teşehhüdde kendisine salâvat okurdu.[1]
Ümmetine, kendisine selâm verdikten sonra salât
okumalarını emrederek, bunu onlar için sünnet yapmış[2] ve salâvatın çeşitli şekillerini
de öğretmiştir:
1- َاللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ،
وَعَلى
أَهْلِ
بَيْتِهِ
وَعَلى
أزْوَاجِهِ
وَذُرِّيَّتِهِ،كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلَى آلِ إبْرَاهِيمَ،
إنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ. و
بَارِكْ
عَلَى
مُحَمَّدٍ
وَعَلَى آلِ
بَيْتِهِ
وَعَلَى
أزوَاجِهِ
وَذرِّيِّتِهِ،
كَمَا
بَارَكْتَ
عَلَى آلِ
إبْرَاهِيمَ،
إنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
1- “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ehlibeytihi ve alâ
ezvâcihi ve zürriyetihi, kemâ salleyte alâ âli İbrahîm, inneke
hamîdun mecîd. Ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli beytihi ve alâ ezvâcihi ve
zürriyetihi. Kemâ bârekte alâ âli İbrahîm, inneke hamîdun mecîd”
“Allah’ım! Âl-i İbrahim’e
salât ettiğin gibi Muhammed’e, ehlibeytine, hanımlarına ve nesline de
salât et.[3] Şüphesiz ki, sen her
dilde ve her kalpte övülen ve büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin güzelliği ile tanınansın. Âl-İbrahim’e bereketler verdiğin gibi Muhammed’e, âl-i beytine, hanımlarına ve nesline de bereketler ver. Şüphesiz
ki, sen her dilde ve her kalpte övülen ve büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin güzelliği ile tanınansın.”
Bu duayı Rasûlullah (s.a.v.) kendisi için yapardı.[4]
2-
اَللّهُمَّ
صَلِّ عَلى
مُحَمّدٍ
وَعلى آلِ مُحَمّدٍ
كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلى
[اِبْرَاهِيمَ
وَعلى] آلِ
اِبْرَاهِيمَ
اِنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ .
اَللّهُمَّ
بَارِكْ عَلى
مُحَمّدٍ
وَعلى آلِ
مُحَمّدٍ
كَمَا بَارَكْتَ
عَلى
[اِبْرَاهِيمَ
وَعلى] آلِ اِبْرَاهِيمَ
اِنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
2- “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ
salleyte alâ [İbrahîme ve alâ[5]] âli İbrahîm, inneke hamîdun mecîd. Allahümme bârik alâ
Muhammedin ve alâ âli Muhammedin, kemâ bârekte alâ [İbrahîme ve alâ] âli İbrahîm, inneke hamîdun mecîd”
“Allah’ım! [İbrahim’e
ve] âl-i İbrahim’e salât ettiğin gibi
Muhammed’e, âl-i Muhammed’e’ de salât et. Şüphesiz
ki, sen her dilde ve her kalpte övülen ve büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin güzelliği ile tanınansın. Allah’ım! [İbrahim’e ve] âl-i İbrahim’e bereketler verdiğin
gibi Muhammed’e ve âl-i Muhammed’e
de bereketler ver. Şüphesiz ki, sen her
dilde ve her kalpte övülen ve büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin güzelliği ile
tanınansın.”[6]
3-
اَللّهُمَّ
صَلِّ عَلى
مُحَمّدٍ
وَعلى آلِ مُحَمّدٍ
كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلى
اِبْرَاهِيمَ
[وَ آلِ
اِبْرَاهِيمَ]
اِنَّكَ
حَمِيدٌ مَجِيدٌ.
و بَارِكْ
عَلى
مُحَمّدٍ
وَعلى آلِ مُحَمّدٍ
كَمَا بَارَكْتَ
عَلى[اِبْرَاهِيمَ
وَ] آلِ
اِبْرَاهِيمَ
اِنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
3- “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ
sallayte alâ İbrahîme [ve âli İbrahîm], inneke hamîdun mecîd. Ve bârik alâ Muhammedin
ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ [İbrahîme
ve] âli İbrahîm, inneke hamîdun mecîd.”
“Allah’ım! İbrahim’e ve
[âl-i İbrahim’e] salât ettiğin gibi Muhammed’e, âl-i Muhammed’e’ de salât et. Şüphesiz ki, sen her dilde ve her kalpte
övülen ve büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin
güzelliği ile tanınansın. [İbrahim’e ve] âl-i İbrahim’e
bereketler verdiğin gibi Muhammed’e ve âl-i Muhammed’e de bereketler ver. Şüphesiz ki, sen her dilde ve her kalpte
övülen ve büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin güzelliği ile tanınansın.”[7]
4-
اَللّهُمَّ
صَلِّ عَلى
مُحَمّدٍ
[النَّبِيِّ
الأُمِّي]
وَعلى آلِ
مُحَمّدٍكَمَا
صَلَّيْتَ
عَلى [آلِ]
اِبْرَاهِيمَ
و بَارِكْ
عَلى
مُحَمّدٍ [النَّبِيِّ
الأُمِّي]
وَعلى آلِ
مُحَمّدٍ كَمَا
بَارَكْتَ
عَلى [آلِ]
اِبْرَاهِيمَ
في العالَمِينَ
، اِنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
4- “Allahümme salli alâ Muhammedin [en-Nebiyyi’l-ümmîyyi] ve alâ
âli Muhammed, kemâ salleyte alâ [âli] İbrahîm. Ve bârik alâ Muhammedin [en-Nebiyyi’l-ümmî]
ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ [âli] İbrahîme
fi’l-âlemîn, inneke hamîdun
mecîd.”
“Allah’ım! Âlemler içinde [Âl-i] İbrahim’e salât ettiğin gibi Muhammed’e, [ümmî Peygamber’e] ve âl-i Muhammed’e’ de salât et. [Âl-i]
İbrahim’e bereketler verdiğin gibi Muhammed’e, [ümmî Peygamber’e] ve âl-i Muhammed’e de bereketler
ver. Şüphesiz ki, sen her dilde ve her kalpte
övülen ve büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin
güzelliği ile tanınansın.”[8]
5-
اَللّهُمَّ
صَلِّ عَلى
مُحَمّدٍ
عَبْدِكَ و
رَسُولِكَ
كَمَا
صَلَّيْتَ
على [آلِ]
اِبْرَاهِيمَ
و بَارِكْ
عَلى
مُحَمّدٍ
[عَبْدِكَ و
رَسُولِكَ]
[وَعلى آلِ
مُحَمّدٍ]،كَمَا
بَارَكْتَ
عَلى
اِبْرَاهِيمَ
[وَعلى آلِ
اِبْرَاهِيمَ].
5- “Allahümme salli alâ Muhammedin abdike ve resûlike,
kemâ salleyte alâ [âli] İbrahîm. Ve bârik alâ Muhammedin [abdike ve resûlike]
ve [alâ âli Muhammed], kemâ bârekte alâ İbrahîm
[ve alâ âli İbrahîm].
“Allah’ım! [Âl-i] İbrahim’e
salât ettiğin gibi kulun ve Rasûlün Muhammed’e de salât et. İbrahim’e [ve âl-i İbrahim’e]
bereketler verdiğin gibi [kulun ve Rasûlün] Muhammed’e [ve âl-i Muhammed’e] de bereketler
ver.”[9]
6-
اَللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ،
وَ[عَلى]
أزْوَاجِهِ
وَذُرِّيَّتِهِ،كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلَى [آلِ]
إبْرَاهِيمَ،
و بَارِكْ عَلَى
مُحَمَّدٍ
وَ[عَلَى]
أزوَاجِهِ
وَذرِّيِّتِهِ،
كَمَا
بَارَكْتَ
عَلَى [آلِ]
إبْرَاهِيمَ
إنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
6- “Allahümme salli alâ Muhammedin ve [alâ] ezvâcihi ve
zürriyetihi, kemâ salleyte alâ [âli] İbrahim. Ve bârik alâ Muhammedin ve [alâ] ezvâcihi ve
zürriyetihi, kemâ bârekte alâ [âli] İbrahim. İnneke hamîdun mecîd.”
“Allah’ım! [Âl-i] İbrahim’e
salât ettiğin gibi kulun ve Rasûlün Muhammed’e de salât et. İbrahim’e [ve âl-i İbrahim’e]
bereketler verdiğin gibi [kulun ve Rasûlün] Muhammed’e [ve âl-i Muhammed’e] de bereketler
ver.”[10]
7-
اَللّهُمَّ
صَلِّ عَلى
مُحَمّدٍ
وَعلى آلِ مُحَمّدٍ
و بَارِكْ
عَلى
مُحَمّدٍ
وَعلى آلِ مُحَمّدٍ
كَمَا
صَلَّيْتَ و
بَارَكْتَ
عَلى
اِبْرَاهِيمَ
وَعلى آلِ
اِبْرَاهِيمَ
اِنَّكَ حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
7- “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ
âli Muhammed. Ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte ve
bârekte alâ İbrahim ve âli İbrahim. İnneke hamîdun mecîd.”
“Allah’ım! İbrahim’e ve âl-i İbrahim’e
salât ettiğin, bereketler verdiğin gibi, Muhammed’e ve âl-i Muhammed’e de salât et ve
Muhammed’e ve âl-i Muhammed’e de bereketler ver.”[11]
Hz.
Peygamber’e (s.a.v.) Salâvat Getirme
Konusunda
Önemli Açıklamalar
1-Görüldüğü üzere Hz. Peygamber’e getirilen bu salâvatların çoğunda
İbrahim (a.s.) tek başına anılmamakta, “kemâ salleyte alâ âli İbrahim”de
olduğu gibi “âl-i İbrahim”
denilmektedir. Bunun sebebi şudur: Arapça’da “âl-i” sözcüğü, kişinin ailesini kapsadığı gibi kendisini
de kapsar. Nitekim
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah
Âdem'i, Nuh'u, İbrahim âli (ailesi) ile İmrân âlini (ailesini) seçip âlemlere üstün kıldı.”[12] “Ancak Lût âlini (ailesini) seher vakti kurtardık.”[13]
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ebû Evfâ âline (ailesine) salât eyle.”
“Ehlibeyt” (ev halkı) isminde de bu durum söz konusudur. Allah Teâlâ buyuruyor
ki: “Ey ehlibeyt! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir.”[14] Dolasıyla
âyette geçen ehlibeyt (ev
halkı) kelimesi kapsamına İbrahim’in
kendisi de dâhildir.
Şeyhülislâm İbn Teymiyye
diyor ki:
“Bundan dolayı
lafızların
çoğu, “Kemâ salleyte alâ âli İbrahîm” ve “kemâ
bârekte alâ âli İbrahîm” şeklinde gelmiştir. Bazı
rivayetlerde, sadece
“İbrahim” diye gelmiştir. Çünkü o, namaz ve zekâtta asıldır. Onun ailesi için yapılan dua, ona bağlı olarak meydana gelmektedir. Bazı rivayetlerde ise, her iki hususa dikkat çekmek
üzere hem İbrahim hem de ailesi birlikte gelmiştir.
Bunu bu şekilde
öğrendiysen, diğer bir konuya geçmek uygun olacaktır. Âlimler, “kemâ salleyte” (salât ettiğin
gibi) sözündeki benzetmenin hangi yönden olduğu konusunu tartışmışlardır.
Bir benzetmede, benzetilen varlığın kendisine benzetilenden daha alt konumda bulunduğu herkesin kabul ettiği
bir gerçektir. Ama buradaki durum bunun tersidir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. İbrahim’den (a.s) daha üstündür. Onun üstünlüğünün isbatı, getirilmesi istenen salâvatın, getirilmiş veya getirilecek diğer tüm salâvatlardan daha üstün olmasıdır. Âlimler bu konuya “el-Feth” ve “el-Cilâ” kitaplarında pek çok açıklama
getirmişlerdir. Yapılan açıklamaların
sayısı 10’a ulaşmaktadır. Bu açıklamalarda ortaya konan görüşler birbirinden
zayıf olup, sadece bir tanesi kuvvetlidir. Şeyhülislâm ve İbnü’l-Kayyim de bu görüşü güzel bulmuşlardır. O da şu görüştür:
“Âl-i İbrahim’de
(İbrahim ailesinde) peygamberler bulunmakta; ama âl-i Muhammed’de (s.a.v.) peygamber bulunmamaktadır. İçlerindeki peygamberlerle birlikte İbrahim ailesine getirilen salâtın benzerinin Hz. Peygamber ve ailesi için getirilmesi istendiğinde, Hz. Muhammed ailesine lâyık
olan salâvat onlara ulaşır. Çünkü onlar peygamberler derecesinde değillerdir. Böylece aralarında
Hz. İbrahim’in de bulunduğu peygamberlere verilen salâvattan geriye artan miktar Hz. Muhammed’e kalacak; böylelikle o hiç
kimsenin elde edemediği üstünlük ve ayrıcalığa mazhar olacaktır.”
İbnü’l-Kayyim de şöyle demiştir:
“Bu, önceki bütün görüşlerden daha güzeldir. Bundan daha güzeli ise şöyle demektir: Hz. Muhammed (s.a.v.) İbrahim ailesindendir; hatta İbrahim
ailesinin en hayırlısıdır.
Nitekim Ali b. Talha, İbn Abbas’ın, Allah Teâlâ’nın “Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim
ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı.”[15] âyeti hakkında
şöyle dediğini
nakleder: “Muhammed de
(s.a.v.) İbrahim ailesindendir.” Bu bir nasstır. İbrahim
neslinden olan diğer peygamberler İbrahim ailesinden kabul ediliyorsa, Rasûlullah’ın (s.a.v.) İbrahim
ailesinden kabul edilmesi çok daha isabetlidir. Böyle olunca, bizim “İbrahim ailesine salât ettiğin gibi”
sözümüz, hem Hz. Peygamber’i (s.a.v.) hem de İbrahim neslinden gelen diğer peygamberleri
kapsar. Sonra Allah Teâlâ özel olarak Hz. Peygamber’e ve ailesine, genel çerçevede İbrahim ailesine -ki buna Hz. Muhammed de
dâhildir- getirdiğimiz salâvat kadar salâvat getirmemizi emretmiştir. Böylece ailesine lâyık
olan salâvat onlara ulaşır. Geriye kalan
salâvatın tamamı da
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) ulaşır. Kuşkusuz İbrahim ailesiyle birlikte Hz. Peygamber’e (s.a.v.)
getirilen salâvat, onlar olmadan sadece Hz. Peygamber’e getirilen salâvattan
daha üstündür. Böylelikle salâvattaki benzetmenin faydası ve aslına
uygun olarak yapıldığı ve bu lafızlarla yapılan salâvatın bunun
dışındaki lafızlarla
yapılan salâvattan daha üstün olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü istenen, kendisine benzetilene getirilen salâvatın benzeri olunca, bundan Hz. Peygamber’e ulaşan pay, Hz. İbrahim’e
ve diğerlerine ulaşandan
daha çok olmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.) burada diğerlerinin ulaşamadığı bir paya da sahip olmaktadır. Böylece Hz. Peygamber’in, Hz. İbrahim’e
ve peygamberler de dâhil diğer tüm İbrahim ailesine olan üstünlüğü ortaya çıkmaktadır. İşte
bu salâvat, hem bu fazilet ve
üstünlüğü göstermekte ve hem de bu üstünlüğün bir gereği
olmaktadır. Allah, ona ve ailesine çokça salât etsin ve bir peygambere ümmetinden
dolayı verdiği
mükâfatın en güzelini, bizden dolayı ona (s.a.v.) versin. “Allah’ım! Âl-i İbrahim’e salât ettiğin gibi Muhammed’e, âl-i Muhammed’e de salât et. Şüphesiz ki, sen her dilde ve her kalpte
övülen ve büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin
güzelliği ile tanınansın. Âl-i İbrahim’e bereketler verdiğin gibi Muhammed’e ve âl-i Muhammed’e de bereketler ver. Şüphesiz ki, sen her dilde ve her kalpte
övülen ve büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin
güzelliği ile tanınansın.”
2-Değerli okuyucu, çeşitli lafızlarla
gelen bu salâvatların hepsinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanı sıra onun
ailesinin, hanımlarının ve neslinin de anıldığını görmüştür. Bu sebeple sadece “Allahümme salli alâ Muhammed” sözüyle yetinilerek
yapılan bir salavat, Sünnet olmadığı gibi bu şekilde salavat getiren bir kimse de bu salavatla Hz. Peygamber’in emrini
yerine getirmiş olmaz. Bilakis bu rivayetlerdeki salâvatlardan birini
Hz. Peygamber’den geldiği şekliyle ve tam olarak okumak gerekir. Bu konuda, birinci teşehhüd ile ikinci teşehhüd arasında fark yoktur. Bu, İmam Şafiî’nin “el-Üm” adlı kitabında (1/102) dile getirdiği
görüştür. O şöyle demektedir:
“Birinci teşehhüd
ile ikinci teşehhüdün lafızları
aynıdır. “Teşehhüd”
sözüyle, hem teşehhüdü ve hem de Hz. Peygamber'e okunan salâvatı kastediyorum. Bunlardan birinin okunması, diğerinin yerini tutmaz.”
“Hz. Peygamber (s.a.v.) iki teşehhüdde Tahiyyat’tan fazlasını okumazdı.” hadisine gelince; “Silsilet’ül-ehâdîsi’d-daîfe”
adlı kitabımda
açıkladığım üzere bu, münker bir hadistir.
Bu zamanın
garipliklerinden ve ilmî başıboşluğun hâkim olduğunun
göstergelerinden biri de birtakım insanların
salâvatta Hz.
Peygamber’in ailesinin anılmasını kabul etmemeleridir. Sözünü ettiğimiz bu kişi, Muhammed İs’âf en-Neşâşibî’dir ki, o, “el-İslâmü’s-sahîh” (Gerçek İslâm) adlı kitabında bu görüşü
dile getirmektedir.
Halbuki Buhârî, Müslim ve diğer hadis kaynaklarında pek çok sahâbîden, Hz. Peygamber’in ailesinin de salavat içerisinde yer aldığı rivâyet edilmiştir. Bunu rivayet eden sahâbîlerden bazıları şunlardır: Ka’b b. Ucre, Ebû Humeyd es-Sâidî, Ebû Saîd
el-Hudrî, Ebû Mes’ûd el-Ensârî, Ebû Hüreyre, Talha b. Ubeydullah...
Bunlar, rivayet ettikleri hadislerde Hz.
Peygamber’e (s.a.v.): “Sana nasıl salâvat getirelim?” diye sormuşlar; Hz. Peygamber (s.a.v.) de onlara yukarıda geçen salâvat şekillerini öğretmiştir.
en-Neşâşibî, salavatta Hz. Peygamber’in ailesinin anılmasını reddederken şu delili öne sürmektedir: “Ey
müminler! Siz de ona salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”[16] âyetinde Hz. Peygamberle (s.a.v.) birlikte başka hiç kimse anılmamıştır.” Sonra bu kişi, inkârında
ileri gitmiş; “sahâbîler salavatın dua anlamına geldiğini
biliyorlardı; böyle olunca böyle bir şeyi neden sorsunlar?!” diyerek sahabenin Hz. Peygamber’e (s.a.v.) bu
soruyu sordukları gerçeğini de reddetmiştir.
Bu apaçık
bir demogojidir. Çünkü
onlar Hz. Peygamber’e salâtın anlamını sormuyorlar ki,
onun bu sözü doğru olsun. Sordukları; yukarıda
geçen rivayetlerde işaret
edildiği üzere Hz. Peygamber’e salâvatın
nasıl getirileceğidir. Bunda ise bir gariplik yoktur. Çünkü onlar, başka yoldan öğrenmeleri mümkün olmayan; ancak ilim ve hikmet
sahibi Şârî’nin bidirmesiyle öğrenebilecekleri dinî bir meseleyi sormuşlardır. Bu tıpkı, Allah
Teâlâ’nın: “Namazı kılın.” diyerek
kendilerine emrettiği farz namazı
nasıl kılacaklarını Hz. Peygamber’e sormalarına benzer. Onların namaz kelimesinin ne anlama geldiğini biliyor olmaları, onun
dinî durumunu sormaya ihtiyaç duymayacakları anlamına gelmemektedir. Bu, gayet aşikârdır.
en-Neşâşibî’nin öne sürdüğü söz konusu delile gelince; bu delilin
hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü Hz. Peygamber’in, âlemlerin
Rabbinin kelâmını açıkladığı, bütün müslümanlar tarafından
bilinen bir hakikattir. Nitekim
Yüce Allah bunu şöyle dile getirmektedir: “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Zikr'i indirdik.”[17] Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisine nasıl salâvat getirileceğini
de açıklamış ve bu açıklamsında salâvatın içerisinde ailesini de anmıştır. Onun bu açıklamasını aynen kabul
etmek gerekir; çünkü
Yüce Allah: “Peygamber size ne
verdiyse onu alın.”[18] buyurmuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de meşhur
sahih bir hadiste: “Dikkat
edin! Bana Kur’an ve onun bir benzeri verilmiştir.” demiştir.[19]
Ne tuhaf! en-Neşâşibî ve onun süslü sözlerine aldananlar; “Yüce
Allah Kur’an’da teşehhüdü zikretmemiş, sadece kıyamı, rükûyu ve secdeleri zikretmiştir. Yine Kitabında hayızlı kadını namazdan ve oruçtan muaf da tutmamıştır. Hayızlı
kadının da namaz kılıp, oruç tutması
gerekir.” diyerek,
namazda teşehhüdü ve hayızlıyken kadının namazı ve
orucu terk etmesini kabul
etmeyebilecek kimseler hakkında acaba ne
diyecekler?! Acaba
bu inkârlarında onlara uyacaklar mı, yoksa onlara karşı mı çıkacaklar? Eğer
inkârlarında onlara uyarlarsa -ki biz bunu ümit etmiyoruz-, derin bir sapıklığa düşmüş ve müslümanların cemaatinden çıkmış olacaklardır. Eğer bu inkârlarında onlara karşı çıkarlarsa, bu durumda doğruyu bulmuşlar
demektir. en-Neşâşibî'nin o inkârcılara karşı verdiği
cevabın aynısını biz de ona karşı veriyoruz. Bunun nasıl olduğuna dair açıklamaları yaptık.
Bundan dolayı ey
müslüman!
Kur’an’ı Sünnet’e başvurmaksızın anlamaya çalışmaktan
kaçın! Çünkü sen, dilbilgisi bakımından zamanının Sibeveyh’i bile olsan, buna gücün yetmez. İşte örneği
önünde duruyor. Çünkü
en-Neşâşibî çağımızın büyük dil âlimlerinden biriydi. Sen onun Kur’an’ı anlama konusunda dildeki bilgisine güvenip, Sünnet’i göz ardı, hatta inkâr edince nasıl sapıttığını görüyorsun. Bu söylediklerimizin örneği çoktur; ancak burası bunların hepsini anlatmak için uygun değildir. Verdiğimiz örnek ihtiyacı karşılamaktadır. Allah başarıya
ulaştırandır.
3-Okuyucu bu salâvat çeşitlerinin
hiçbirinde “seyyidinâ” sözünün bulunmadığını da görmüştür. Bundan dolayı sonraki âlimler, salâvatlara bu sözün eklenip eklenemeyeceği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Konunun ayrıntılarına inmek için yerimiz uygun değil. Yine burası, kendisine
sorulduğunda Hz. Peygamber’in “Allahümme salli alâ Muhammed, deyiniz.” şeklinde ümmetine tam olarak öğrettiği salâvatı
temel alarak, bu ilavenin
caiz olmadığını söyleyenlerin görüşünü uzunca anlatmanın yeri de değildir. Ancak ben değerli
okuyuculara,
hadisle fıkhı iyi bilen büyük
Şafiî âlimlerinden biri olması
bakımından İbn Hacer el-Askalânî’nin bu konudaki görüşlerini aktarmak istiyorum. Çünkü sonraki Şafiî
âlimler arasında şerefli
peygamberî öğretinin tersi yaygınlaşmıştır.
İbn Hacer’den ayrılmayan taraftarlarından
Hafız Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Garâbîlî (790–835) şöyle demektedir (Bunu onun kendi el yazmasından aktarıyorum):[20]
“Allah ömrünü bereketlendirsin, İbn Hacer’e, namazın içinde veya dışında, ister vacip ister mendup kabul edilsin, Hz. Peygamber’e
(s.a.v.) salâvatın nasıl getirileceği konusunda şu
soru soruldu: Salâvatta Hz.
Peygamber için (s.a.v.) “seyyid” (efendi) sözünü kullanmak; örneğin “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed” veya “alâ seyyidi’l-halk”
veya “alâ seyyidi veledi Âdem” demek zorunlu mudur? Yoksa sadece “Allahümme salli alâ Muhammed”
sözüyle yetinilebilir mi? Bunların
hagisini okumak
daha faziletlidir? Salâvatta, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) layık bir sıfat
olması sebebiyle “seyyid” sözünü söylemek mi yoksa hadislerde geçmemesi dolayısıyla bu sözü söylememek mi daha faziletlidir?”
İbn Hacer şöyle
cevap verdi:
“Elbette salâvatı hadislerde geldiği şekliyle
okumak tercihe daha uygundur. Şöyle denilemez: “Hz. Peygamber (s.a.v.), kendi adı her anıldığında kendisi “sallallahu aleyhi ve sellem” demediği gibi salâvatta da bu sözü alçak gönüllülüğünden dolayı kullanmamış olabilir. Ümmeti ise,
adı her anıldığında ona salât getirmeye teşvik edilmiştir.” Bu söylenemez; çünkü biz biliyoruz ki, şayet salâvatta
bu sözü söylemek tercih edilmiş olsaydı, sahâbîlerden ve tabiînden bu şekilde
rivayetlerin gelmesi gerekirdi. Hâlbuki sahâbî ve tabiînden bu hususta birçok
rivayet bulunmasına rağmen onlardan gelen rivayetlerin hiçbirinde bu sözü
göremiyoruz. Allah derecesini yükseltsin, İmam Şafiî, Hz. Peygamber’e (s.a.v.)
saygıda en ileri insandır. O, mezhebinin bağlılarının ana kaynağı olan
kitabının başında “Allahümme salli alâ Muhammed” demiş, ardından derin bilgisiyle
bu salavatı şöyle devam ettirmiştir: “Küllemâ zekerehu’z-zâkirûn ve küllemâ
ğafele an zikrihi’l-ğâfilûn” “Adını ananların onu her anışında ve adını
anmaktan gafil olanların da onu anmaktan her gafil kalışında ona salât et.” Bu
sözünde İmam Şafiî, şu sahih hadisten esinlenmiş olabilir: “Yarattıklarının sayısınca
Allah’ı tesbih ederim.” Hz. Peygamber (s.a.v.), müminlerin annesinin uzun
sözlerle çokça Allah’ı tesbih ettiğini görünce ona şöyle demiştir: “Senden
sonra ben birkaç söz söyledim ki, senin söylediklerinle tartılsa, kesinlikle
onlara denk gelir.” Ardından Hz. Peygamber (s.a.v.) geçen tesbihatı
okumuştur.[21]
Hz. Peygamber (s.a.v.) az sözle fazla şey ifade eden duadan hoşlanırdı.
Kadı İyaz da “Şifâ”
adlı kitabında, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) salâvat getirme konusunda
bir bölüm açmış, sahâbe ve tabiûndan
nakledilen birçok rivayete orada yer vermiştir. Bu rivayetlerin hiçbirinde “seyyidinâ” sözü yoktur.
Söz konusu rivayetlerden biri Hz. Ali’den gelen
hadistir. Bu hadiste Hz. Ali, beraberindeki insanlara Hz. Peygamber’e (s.a.v.)
nasıl salâvat getirileceğini öğretmekte ve şöyle
demektedir:
اَللَّهُمَّ!
دَاحِيَ
الْمَدْحُوَاتِ
و بَارِيَ
الْمَمْسُوكاتِ،
إِجْعَلْ
سَوَابِقَ
صَلَوَاتِكَ
وَ نَوَامِيَ
بَرَكَاتِكَ
وَ زَائِدَ
تحَِيَّتِكَ
عَلىَ مُحَمَّدٍ
عَبْدِكَ وَ
رَسُولِكَ
الْفَاتِحِ
لِمَا
أُغْلِقَ.
“Allahümme! Dâhiye’l-medhuvât
ve bâriye’l-memsûkât, ic’al sevâbika salavâtike ve nevâmiye berakâtike ve zâide
tahiyyetike alâ Muhammedin abdike ve resûlike’l-fâtihi limâ uğlika”
“Ey yerleri yayıp
döşeyen ve gökleri yoktan var eden Allah’ım! Geçmiş salâvatlarını, sürekli çoğalan
bereketlerini ve artan tahiyyatını, kapalı kapıları açan kulun ve Rasûlün Muhammed’e ver.”
Yine Hz. Ali’den şöyle dediği nakledilmiştir:
صَلَوَاتُ
اللهِ
الْبَرِّ
الرَّحِيمِ
وَ الْمَلاَئِكَةِ
الْمُقَرَّبِينَ
وَ النَّبِيِّينَ
وَ
الشُّهَدَاءِ
الصَّالِحِينَ،
وَ مَا
سَبَّحَ لَكَ
مِنْ شَيْئٍ
يا رَبَّ الْعَالَمِينَ،
عَلَى
مُحَمَّدِ
بْنِ عَبْدِ
اللهِ
خَاتَمِ
النَّبِيِّينَ
وَ إِمَامِ
الْمُتَّقِينَ...
“Salavâtullahil-berri’r-rahîmi
ve’l-melâiketi’l-mukarabîn,
ve’n-nebiyyîn ve’s-sıddîkîn ve’ş-şuhedâi’s-sâlihîn ve mâ sebbeha leke min
şey’in yâ rabbe’l-âlemîn alâ Muhammed ibni Abdillah hâtemi’n-nebiyyîn ve
imâmil-muttakîn”
“Kullarına
iyiliği ve şefkatli çok olan Allah’ın, O'na yakın olan meleklerin, peygamberlerin, sıddîkların, sâlih şehidlerin
ve ey âlemlerin Rabbi, seni
tesbih eden her şeyin salâvatı, peygamberlerin sonuncusu ve müttakilerin imamı Hz. Muhammed b. Abdullah’a olsun…”
Abdullah b. Mes’ûd’un da şöyle dediği rivayet
edilmiştir:
اَللَّهُمَّ!
إجْعَلْ
صَلَوَاتِكَ
و بَرَكَاتِكَ
وَ
رَحْمَتِكَ
عَلىَ
مُحَمَّدٍ
عَبْدِكَ وَ
رَسُولِكَ،
إِمَامِ
الْخَيْرِ وَ رَسُولِ
الرَّحْمَةِ...
“Allahümme! İc’al salavâtike ve berakâtike ve rahmetike alâ Muhammedin abdike ve resûlike,
imâmi’l-hayri ve resûli’r-rahmeti…”
“Allah’ım! Salâvatını, bereketlerini ve rahmetini iyilik önderi ve
rahmet peygamberi olan kulun ve Rasûlün Hz. Muhammed’in üzerine kıl…”
Hasan el-Basri’nin de şöyle dediği
rivayet edilmiştir:
“Hz. Mustafa’nın (s.a.v.) havzından, susuzluğu
gideren bardakla
içmek isteyen şöyle desin:
اَللَّهُمَّ!
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ،
وعَلَى آلِهِ
وأَصْحَابِهِ
وَعَلَى
أزوَاجِهِ و
أَوْلاَدِهِ
وَذرِّيَّتِهِ،
وأَهْلِ بَيْتِهِ
و أَصْهارِهِ
و
أَنْصاَرِهِ
و أَشْياَعِهِ
و
مُحِبِّيهِ.
“Allahümme! Salli alâ Muhammedin ve alâ âlihi ve
ashâbihi ve ezvâcihi ve evlâdihi ve zürriyetihi ve ashârihi ve eşyâ’ihi ve muhibbîhi”
“Allah’ım! Muhammed’e, âline, ashabına, hanımlarına, çocuklarına, nesline, akrabasına, yardımcılarına, taraftarlarına
ve sevenlerine
salât et.”
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) salâvat hakkında “Şifa”dan
seçtiğim, sahâbe ve tâbiûndan gelen rivayetlerden birkaçı bunlardır. Orada bunlardan başka rivayetler de vardır.
Ancak İbn
Mes’ûd’dan rivayet edilen bir hadiste o, Hz. Peygamber’e salâvat getirirken şöyle demektedir:
أَللَّهُمَّ!
إِجْعَلْ
فَضَائِلَ
صَلَوَاتِكَ
وَ
رَحْمَتِكَ
وَ
بَرَكاتِكَ
عَلىَ سَيِّدِ
الْمُرْسَلِينَ
“Allahümme! İc’al fezâile salavâtike ve rahmetike ve berakâtike alâ seyyidil-mürselîn”
“Allah’ım! Salâvatlarının, rahmetinin ve bereketlerinin en üstünlerini Peygamberlerin Efendisi’ne
ver.”
Bu hadisi İbn
Mâce rivayet etmiştir; ancak senedi zayıftır. Hz. Ali’den
rivayet edilen ilk hadisi de Taberânî, pek fena olmayan bir senedle rivayet etmiştir. Bu hadiste geçen birtakım
garip lafızları
ben Ebü’l-Hasan b. el-Fâris’in “Fazlü’n-nebî” kitabında açıkladım. Şafiî
mezhebine mensup olan kimseler şöyle diyorlar:
“Bir kimse, Hz. Peygamber’e en
üstün salâvatı getireceğine yemin etse, bu yeminini doğrulamasının yolu şöyle
salâvat getirmesidir:
“Allahümme! Salli alâ Muhammedin küllemâ zekerehu’z-zâkirûn ve sehâ an
zikrihi’l-ğâfilûn” “Allah’ım! Adını ananların
onu her anışında ve adını anmaktan gafil olanların da onu anmaktan
her gafil kalışında Muhammed’e salât et.” İmam
Nevevî de şöyle demiştir: Doğru
olan; o kimsenin şöyle demesidir: “Allahümme! Salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ
salleyte alâ İbrahim...”
Sonraki âlimlerden bazıları ise, “Bu iki salâvattan hangisinin daha üstün olduğuna dair, rivayet açısından bir delil yoktur. Fakat anlamca birinci salâvatın daha üstün olduğu açıktır.” diyerek bu görüşünde İmam Nevevî’ye
itiraz etmişlerdir.
Bu mesele, fıkıh kitaplarında
meşhurdur. Bizim bu meseleyi burada açmamızın amacı şudur: Bu meseleyi ele alan fakihlerin hiçbirinin
salâvatında “seyyidinâ” sözü geçmemektedir. Şayet
bu fazlalığı salâvatta kullanmak mendup olsaydı, bu onların
hepsine birden gizli kalmaz, kesinlikle onlardan biri bu fazlalıktan
haberdar olurdu. Hayrın tamamı, emre
tâbi olmaktadır. Allah daha iyi bilir.”
Ben diyorum ki: İbn Hacer’in, Hz. Peygamber’in yüce emrine uyarak, salâvatta “seyyid” fazlalılığıyla yapılan ifadelerin[22] meşru olmadığı yönündeki görüşü, aynı zaman da Hanefî mezhebinin de görüşüdür. Uyulması zorunlu olan
hüküm de budur. Çünkü
bu, Hz. Peygamber’i (s.a.v.) sevmenin en doğru
kanıtıdır: “De ki: Eğer
Allah'ı
seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.”[23]
Bundan dolayı İmam Nevevî “Ravza” adlı kitabında
(1/265) geçen salâvatın üçüncü şekline
uygun olarak şöyle demiştir:
“Hz. Peygamber’e (s.a.v.) getirilecek en mükemmel
salâvat şudur:
أَللَّهُمَّ!
صَلِّ عَلىَ
مُحَمَّدٍ...
“Allahümme! Salli alâ
Muhammedin...”
“Allah’ım! Muhammed’e salât et…”
İmam Nevevî bu salâvatında “seyyid” sözcüğüyle yapılan ifadelere yer vermemiştir.
4-Bilmen gerekir ki, yukarıda
yer alan salâvat çeşitlerinden birincisi ve dördüncüsü, sahabenin,
kendisine nasıl salâvat getireceklerini sormaları üzerine Hz. peygamber'in öğrettiği
salâvatlardır. Buradan bu iki salâvatın en iyi salâvat
biçimi olduğu sonucuna varılmıştır. Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.), hem onlar hem de kendisi için en değerli ve üstün olanı tercih etmiştir. Buna
dayanarak İmam Nevevî “Ravza” adlı kitabında,
Hz. Peygamber’e en üstün
salâvatı getireceğine yemin eden kişinin ancak bu salâvatlarla yeminini yerine getirmiş
olacağına hükmetmiştir. İmam Sübkî de şöyle demiştir: “Bu salâvatla salâvat getiren, Hz. Peygamber’e
kesinlikle salâvat getirmiş olur. Her kim başka
lafızlarla salâvat getirecek olsa, onun kendisinden istenen salâvatı getirip getirmediği şüphelidir. Çünkü ashabın, “Sana nasıl
salâvat getirelim?” sorusuna Hz.
Peygamber (s.a.v.), “Şöyle deyiniz” diyerek, kendisine getirilecek salâvatı öğretmiştir.
Heysemî de “ed-Dürrü’l-mendûd” adlı kitabında
(varak, 25/2) bunu dile
getirmekte ve ardından, sahih hadislerle gelen bu salâvatlardan herhangi
birinin okunmasıyla maksadın
yerine geleceğini söylemektedir (varak, 27/1).
5-Bilmen gerekir ki, bu salâvat şekillerini birleştirip, tek şekle
sokup ondan yeni bir salâvat oluşturmak
caiz değildir. Daha önce geçen teşehhüd
metinleri için de aynı şey geçerlidir. Bunları
birleştirip ortaya tek bir metin çıkarmak, dinde bid’attır. Sünnet olan ise, bazen birini, bazen diğerini okumaktır. Şeyhülislam İbn Teymiye, “Bayram Namazlarında
Tekbir” konusunu anlatırken bunu bu şekilde
açıklamıştır.[24]
6-Allâme Sıddık Hasan Han, “Nüzulü’l-ebrâr bi’l-ilmi’l-me’sûr mine’l-ed’iyeti
ve’l-ezkâr” adlı kitabında
Hz. Peygamber’e (s.a.v.)
salâvat getirmenin ve bunu çokça yapmanın
faziletine dair birçok hadis aktardıktan
sonra şöyle demektedir (s.161):
“Müslümanlar içerisinde Hz. Peygamber’e en çok salâvat
getiren kimselerin, muhaddisler ve pâk sünnetin ravileri olduğunda şüphe
yoktur. Çünkü bu
değerli ilimde, her hadisin başında
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) salâvat getirmek onların görevleri arasındadır.
Bu sebeple onlar, bir an bile Hz. Peygamber’in (s.a.v.) adını anmaktan geri
kalmazlar. Câmiler,
müsnedler, mu’cemler, cüzler vb. çeşitli
tekniklerle yazılmış hadis kaynaklarından her biri içinde binlerce hadisi toplamaktadır. Bunların
hacim bakımından en küçüğü olan Suyûtî’nin “el-Câmiu’s-sağîr” adlı
kitabında on bin hadis bulunmaktadır. Diğer
hadis kitaplarını
sen buna kıyas et. Bundan dolayı bu
kurtulmuş fırka, bu
hadis cemaati, kıyamet gününde Hz. Peygamber’e -anam babam ona feda olsun- en
yakın, şefaatine en lâyık
ve en mutlu insanlar
olacaklardır. Bu fazilette, onların yaptıklarından
daha üstününü
yapanlar dışında hiç kimse onların seviyesine çıkamayacaktır. Fakat bunları geçebilecek
insanlar çok zor bulunur. Ey
iyilik isteyen ve kurtuluşu talep eden kişi! Ya muhaddis ol veya muhaddsilere öğrencilik
yap. Bunun dışında üçüncü bir kişi olma...
Çünkü bu ikisi dışında sana hiçbir şey fayda sağlayamaz.”
Ben diyorum ki: Ben de Allah Teâlâ’dan beni, Hz.
Peygamber’e (s.a.v.) en yakın insanlar olan
muhaddislerden
yapmasını istiyorum. Bu kitabın
da bunun göstergelerinden
biri olmasını diliyorum.
Allah, Sünnet imamı Ahmed b.
Hanbel’e rahmet etsin, o bir şiirinde şöyle demektedir:
Peygamber
Muhammed’in dinidir hadisler
Gençler için en güzel meşgaledir hadisler
Hadisi ve muhaddisleri sakın terk etme
Çünkü içtihad gece, hadis gündüzdür
Kaybeder gençler bazen hidayetin izini
Güneş tüm çıplaklığıyla üzerlerine doğarken
Ayrıca
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu teşehhüdde ve diğerinde dua etmeyi sünnet kılmış ve şöyle
buyurmuştur:
“Her iki rekâtta bir oturduğunuzda “Ettehiyyâtü lillah...” deyin.” (Hz. Peygamber (s.a.v.)
Ettehiyyâtü’yü sonuna kadar okuduktan sonra şöyle buyurdu:) “Sonra kişi hoşuna giden duayı yapsın.”[25]
[1] “es-Sahîh” adlı kitabında (2/324) Ebû Avâne
ve Nesâî rivâyet etmiştir.
[Nesaî,
Sehv 52 (1292), c. 3-4, s.72. Mütercim]
[2] Sahâbîler: “Ey Allah’ın Rasûlü! Sana nasıl selâm
vereceğimizi biliyoruz. (yani teşehhüdde) Peki, sana nasıl salâvat
getireceğiz?” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allahümme salli
alâ Muhammedin... deyin.” Hz. Peygamber (s.a.v.) teşehhüdlerden birini
tercih ederek diğerini bırakmamıştır. Hadis, birinci teşehhüdde de salâvat
okumanın meşru olduğuna delildir. “el-Ümm” adlı kitabında yazdığına göre; İmam
Şafiî’nin görüşü de budur. Şafiî mezhebinde doğru olan da budur. İmam Nevevî de
“el-Mecmû” adlı kitabında (3/460) bu görüşü açıkça dile getirmiş ve “er-Ravza”
adlı kitabında (1/263, el-Mektebü’l-islâmî yayınevi baskısı) bunu tercih
etmiştir. Vezir b. Hubeyre el-Hanbelî’nin de “el-İfsâh” adlı kitabındaki
tercihi budur. “Zeylü’t-Tabakât” (1/280) adlı kitabında İbn Receb de bu görüşü
nakletmiş ve benimsemiştir. Teşehhüdde Hz. Peygamber’e (s.a.v.) salâvat getirme
konusunda birçok hadis nakledilmiştir ve hiçbirinde herhangi bir teşehhüd
kaydı yoktur. Bilakis bu konudaki hadislerin genel lafızlarla gelmiş olup, her
iki teşehhüdü de içine almaktadır. Bunların hepsini “el-Asl”da dipnot olarak
açıkladım. Anlamca birbirini destekler mahiyette olsalar da aradığımız şartları taşımadığı için bunların hiçbirini kitabın metnine koymadım.
İlk teşehhüdde salâvat okunmayacağını
söyleyenler itibar edilebilir sahih hiçbir delile sahip değildirler. Nitekim
“el-Asl”da bunu ayrıntılı olarak anlattım. Ayrıca birinci teşehhüdde
“Allahümme salli alâ Muhammed” sözünden fazlasını okumanın mekruh olduğunu
görüşünün de sünnetten hiçbir dayanağı yoktur. Aksine biz bununla yetinen kimsenin,
Hz. Peygamber’in (s.a.v.): “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli
Muhammed...” deyiniz.” emrini yerine getirmemiş olduğunu düşünüyoruz.
Konunun detayları bulunmakta olup, bunları “el-Asl”da naklettik.
[3] Hz. Peygamber’e
salât getirmenin anlamı hakkında en güzel yorum Ebü’l-Âliye’ye aittir. Buna
göre; Allah’ın Hz. Peygamber’e salât etmesi,
onu övmesi ve yüceltmesidir. Meleklerin ve başkalarının Hz. Peygamber’e salât etmesi,
bunları onun için Allah’tan istemeleridir. İstemekten
maksat ise, bunların aslını değil, fazlasını
vermesini talep etmektir Hafız İbn Hacer, “Fethü’l-Bârî” adlı kitabında bunu bu şekilde açıklamış ve salâtın rahmet ve merhamet olarak açıklandığı meşhur yorumu reddetmiştir. İbn Kayyim de
“Cilâü’l-efhâm” adlı kitabında daha fazlasına ihtiyaç
olmayacak derecede geniş bilgi vermiştir, dileyen oraya bakabilir.
[4] Ahmed ve Tahâvî sahih senedle rivâyet
etmiştir. Buhârî ve Müslim de “ehlibeytihi” lafzı olmadan rivâyet etmiştir.
[Buhârî, Daavat 33, Enbiya 8; Müslim, Salat 69 (407), c.3, s.1315;
Nesâî, Sehv 54 (1294), c.3-4, s.74; Ebû Dâvud, Salât 178-179 (979), c.4,
s.28-29; Muvatta, Kasru's-Salât 66, c.1, s.209). Mütercim]
[5] Hadiste köşeli
parantez içinde geçen iki ilave [ ],
Buhârî, Tahâvî, Beyhakî, Ahmed ve Nesâî’nin rivâyetlerinde bulunmaktadır. Ayrıca üç ve yedi numaralı salavatlar
farklı yollardan da gelmiştir. Bu sebeple, İbn Kayyim’in “Cilâü’l-efhâm” adlı kitabında (s.198), hocası İbn
Teymiye’nin “el-Fetâvâ” adlı kitabındaki (1/16) açıklamalarını temel alarak: “Hiçbir sahih hadiste ‘İbrahim ve âli İbrahim’ sözleri
yanyana gelmemiştir.” demiş olması seni yanıltmasın. Gördüğün gibi biz sana sahih bir hadis naklettik. Gerçekte bu, bu kitabın faydalarından biri, rivâyetleri
dikkatlice araştırıp, bir araya getirerek birleştirmiş olmasındandır. Böyle bir çalışmayı bizden önce hiç
kimse yapmış değildir. İhsan Allah’ındır; O’na şükreder ve minnet duyarız. İbn Kayyim’in yanıldığını gösteren
hususlardan
biri de, kendisi, içinde reddettiği ifadeler de
bulunduğu hâlde yedi numaralı salâvatı sahih kabul etmiş olmasıdır.
[Buharî,
Enbiya 8; Nesaî, Sehv 51 (1288), c. 3-4, s.70. Mütercim]
[6] Buhârî, Müslim, “Amelü’l-yevm ve’l-leyle”
adlı kitabında (162/54) Nesâî, Humeydî (138/1) ve İbn Mendeh (68/2) rivâyet
etmiştir. İbn Mendeh hadis için: “Bu, sahih olduğunda ittifak edilmiş olan bir
hadistir.” demiştir.
[Buharî,
Daavat, Peygambere Salavat 33, Enbiya 8; Müslim, Salat 66 (406), c.3, s.1310.
Mütercim]
[7] Ahmed, Nesâî ve “el-Müsned” adlı kitabında
(varak, 44/2) Ebû Ya’lâ sahih senedle
rivâyet etmiştir.
[Nesaî,
Sehv 51, 52 (1288-1290), c. 3-4, s.70-72. Mütercim]
[8] Müslim, Ebû Avâne, “el-Musannef” adlı
kitabında (2/132/1) İbn Ebû Şeybe, Ebû Davud ve Nesâî (159-161) rivâyet
etmiştir. Hâkim hadisin sahih olduğunu
söylemiştir.
[Müslim,
Salat 65 (405), c.3, s.1309; Nesaî, Sehv 49 (1285), c. 3-4, s.67-68; Ebû Dâvud,
Salât 178-179 (977), c.4, s.27. Mütercim]
[9] Buhârî, Nesâî, Tahâvî ve “Fazlu’s-salâti
ale’n-nebî” (I. baskı, s. 28; II. Baskı, s. 62. el-Mektebü’l-İslâmî yayınevi
baskısı, benim tahkikimle) rivâyet etmiştir.
[Buharî,
Daavat, Peygambere Salavat 33; Nesaî, Sehv 53 (1293), c. 3-4, s.73; Ebû Dâvud,
Salât 178-179 (981), c.4, s.31. Mütercim]
[10] Buhârî, Müslim ve Nesâî (164/59).
[Buharî,
Enbiya (Allah İbrahim'i Dost Edindi) 8; Daavat (Peygamberden Başkasına
Salavat Getirilir mi?) 33; Müslim, Salat 69 (407), c.3, s.1315; Nesaî, Sehv 54
(1294), c. 3-4, s.74. Mütercim]
[11] Nesâî (47/159), Tahâvî ve “el-Mu’cem” adlı kitabında
(79/2) Ebû Saîd b. el-A’rabî sahih senedle rivâyet etmiştir. İbn Kayyim
“Cilâü’l-efhâm” adlı kitabında (s.14-15) hadisi Muhammed b. Serrâc’a nispet
ederek sahih olduğunu söylemiştir.
Ben
diyorum ki: İşte bu salâvatta “İbrahim ve âli İbrahim” birlikte yer almıştır.
İbn Kayyim ve hocasının kabul etmediği budur. Bu konuyu daha önce ele almış ve
karşıt cevabını da vermiştik (s.139-140). Burada tekrar etmeye gerek yok.
[İbn
Mâce, İkametü's-salât 25 (906), c.3, s.166. Mütercim]
[12] Âl-i İmrân, 33
[13] Kamer,
34
[14] Hud, 73
[15] Âl-i İmrân, 33
[16] Ahzab, 56
[17] Nahl, 44
[18] Haşr, 7
[19] Hadis, “Tahrîcü’l-Mişkât” adlı kitapta (163 ve 4247) tahriç
edilmiştir.
[20] Zahiriye Kütüphanesi’nde korunmaktadır.
[21] [Müslim, Zikr 79, (2726); Tirmizî, Daavât 117,
(3550); Ebû Dâvud, Salât 359, (1503); Nesâî, Sehv, 93, (4, 77). Adı
geçen mü'minlerin annesi, Hz. Cüveyriye'dir (r.anhâ). Mütercim]
[22] Bunlar “seyyidinâ”, “seyyidi’l-halk”,
“seyyidi’l-mürselîn” vb. ifadeler.-Mütercim
[23] Âl-i İmrân, 31
[24] “Mecmû’ü’l-fetâvâ” (69/253/1).
[25] Nesâî, Ahmed ve Taberânî, Abdullah b.
Mes’ûd’dan çeşitli yollarla rivâyet etmiştir. Ayrıca Hadis, “es-Sahîha”da (878) tahriç edilmiş ve fıkhı
açıklanmıştır. Hadisin “Mecma’ü’z-zevaid”de (2/142) Abdullah b. Zübeyr gelen
destekleyici bir rivâyeti bulunmaktadır.
[Buhârî,
Sıfatü's-salat 69 (101), c.2, s.822; Müslim, Salat 55, 58 (402), c.3,
s.1294-1295; Nesaî, İftitah 190 (1163),
c.1-2, s.654-655, Sehv 43, 56 (1279, 1298), c.3-4, s.62, 76; Ebû Dâvud, Salât
177-178 (968), c.4, s.7. Mütercim]