>IV. ÇEŞİTLİ MESELELER
1 - Eti yenen ve yenmeyen hayvanlar hangileridir?
Cevap: Eti yenmeyen hayvanları üç kısma ayırmak mümkündür:
a) Azı dişleriyle kapıp avlayan, parçalayan ve kendisini müdafaa eden hayvanların etleri haramdır. Domuz, kurt, ayı, arslan, kaplan, pars, sincap, semmur, maymun, sansar, sırtlan, fil, köpek, kedi, keler, tilki, gelincik gibi dört ayaklı hayvanlar bu kabildendir. Azı dişleri olduğu halde başkasına saldırmayan bir hayvanın eti ise yenilebilir. Deve gibi. Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre Allah elçisi şöyle buyurmuştur: “Azı dişi olan her yırtıcı hayvanın yenilmesi haramdır.”84
b) Tırnaklarıyla kapıp avlanan, tırmalamayan ve tab’an denî olan kuşların etleri de haram veya tahrimen mekruhtur. Kartal, akbaba, atmaca, çaylak, kuzgun, karga, yarasa, şahin gibi kuşlar bu niteliktedir. Tırnaklı olduğu halde bununla hayvanları avlamayan bir kuş ise yenilebilir. Güvercin gibi. Hz. Peygamber: “Pençesi ile avlanan her kuş haramdır”85 buyurmuştur.
c) Tab’an iğrenç olan, insana tiksinti veren hayvanların etleri de haramdır. Fare, yaban faresi, yılan, akrep, kene, kurbağa, kara ve deniz kaplumbağası, arı, kara sinek, sivrisinek, köstebek, kirpi, bit, pire ve diğer haşerat bunlardandır.
Bunların dışında kalan hayvanlar ise mübahtır. Tavuk, kaz, ördek, zürafa, deve kuşu, bağırtlan kuşu, güvercin, bıldırcın, koyun, keçi, sğır, manda, deve, ekin kargası, tavus, kırlangıç, baykuş, papağan, tavşan, turna, keklik, serçe ve sığırcık gibi hayvanlar bunlardandır. 86
Saksağan, kumru ve bülbülün etleri esasen helâl olmakla birlikte, bunların etini yiyenlere bir afet isabet edeceğine dair toplumlda bir kanaat bulunduğundan bunları yemek güzel görülmemiştir.
Şâfiîlere göre sırtlan, keler, tilki, at, kirpi gibi hayvanlar helâl, kırlangıç, tavus, hüdhüd papağan ve baykuş gibi hayvanlar ise haramdır.
2 - Suda yaşayan hayvanlardan eti yenen ve
yenmeyenler hangileridir?
Cevap: Balık çeşidine girmek şartıyla sürekli suda yaşayan ve karada yaşaması mümkün olmayan hayvanların hepsi helâldir. Kalkan balığı, sazan balığı, yunus balığı, yılan balığı, gibi. Diğer su hayvanları tiksinti veren hayvanlardan sayılır. Bu yüzden yenilmesi caiz olmaz. Mesela; yengeç, midye, istiridye, istakoz, salyangoz, su kaplumbağası helâl değildir, etleri yenilemez. Yine; deniz aygırı, deniz insanı, deniz arslanı gibi balık suretinde olmayan hayvanların etleri de yenilmez.
Şâfiîlere göre yalnız suda yaşayıp karada yaşaması mümkün olmayan canlılar balık suretinde olmasa da helâldir.
3 - İçki satıp ticaretini yapmak caiz midir?
Cevap: İçki içmek haram olduğu gibi onun ticaretini yapmak da yasaklanmıştır. Bu konuda İslâm bilginleri arasında görüş ayrılığı yoktur. Enes (r.a)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Allahın Rasûlü içki sebebiyle on kişiyi lanetlemiştir: Onu yapan, yaptıran, içen, taşıyan, kendisi için taşıtan, sunan, satan, satın alan, parasını yiyen ve kendisi için satın alınan.”87
4 - Sigara içmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu konuda önce tütünün özelliklerini tanımak gerekir. Sigaranın yapıldığı tütün; yaprakları yakılarak içilen kokulu, keyif verici ve bağımlılık yapan bir bitkidir. Sigara veya tütün asr-ı saadette veya müctehit imamlar döneminde bulunmadığı için hakkında ne âyet, ne hadis ve ne de müctehidlerin sözü vardır. Çünkü tütün ilk olarak Amerika’daki Antil takımadalarından birinde bulunmuştur. 1496 M. yılında, Kristof Kolomb Antil Adalarını gezisi sırasında yerlilerin bu bitkiyi yakarak içtiklerini gördü. Gemicilerden biri, Tobago adalarından bir örnek alıp Avrupa’da Petros Marden adında bir tüccara yolladı. 1511 yılında İspanyol gemicileri, İspanya ve Portekiz limanlarında bu keyif verici bitkiyi iyice tanıttılar. Fransa’nın Lizbon elçisi olan Jean Nicot, kendi adıyla anılan nikotin zehirini -ilaç olarak kullanılmak üzere, tütünü Fransa’ya soktu. 1560’tan sonra artık tütün Almanya, İtalya, İngiltere ve sırasıyla diğer dünya ülkelerine yayıldı.
Yapılan incelemeler tütünün insan sağlığı için zararlı olduğunu ortaya koymuştur. İçeri çekilen duman akciğerin çeperindeki hücreleri zedeleyerek kalınlaştırır. Hücrelerin esnekliği kaybolduğundan kuvvetli bir öksürük, aksırık sonunda bu cidarlar patlayarak iş göremez hale gelir. Öte yandan içeri çekilen sigara dumanı damar cidarlarının kalınlaşmasına yol açar ve damar sertliği gelişimini hızlandırır.
Sigaranın akciğer kanserine yakalanma ihtimalini 20 kat arttırdığı, kalp enfarktüsü riskini iki katına çıkardığı, kronik bronşit ve amfizem’e yol açtığı tıp tarafından belirlenmiştir. Tütündeki nikotin son derece zehirli bir maddedir. Az alınınca insanda uyarıcı, canlandırıcı etkiler yapar, çeşitli bezlerin salgılarını artırır, kan basıncını yükseltir. Sigara dumanından zehirlenme olmayışının sebebi, sigaranın yanma sırasında tütünde bulunan nikotinin 1/3-1/7’sinin ısı etkisiyle buharlaşarak dumanla gitmesi, geri kalanın da ancak küçük bir kısmının ciğerlere ve kana ulaşmasıdır.
Tıpta, haşerata karşı nikotinden yapılmış toz veya sıvı ilaçlar vardır.
İnsan sağlığı üzerindeki etkileri bu olan sigarayı içmenin hükmü konusunda, cihan-şümul bir din olan İslâm’ın bir çözüm getirmesi gerekir. Asr-ı saadette afyon da bilinmiyordu. Sonraki fakihler afyonun uyuşturucu niteliğine bakarak onu şaraba kıyas ettiler ve caiz olmadığını söylediler.
Önceki asırlardaki fakihlerin çoğu, hakkında ayet ve hadis bulunmaması nedeniyle “eşyada asıl olan ibahadır” kaidesince sigarayı mübah saydılar. Hatta bazı Şâfiî bilginleri “Zevce sigara tiryakisi ise sigara masrafı da nafaka kapsamına girer.” demişlerdir.
Ancak bugün sigaranın insan bedenine ve çevreye verdiği zarar dikkate alındığında bunun keraheti açıkça görülür. Sigara içmesinin sağlığına zararlı olacağı, doktor tarafından bildirilen kimselerle, fakir olup aile fertlerinin nafakasından keserek sigara içenler hakkında ise haramlık kesinleşir.
5 - Organ nakli caiz midir?
Cevap: Bir kimsenin ölümüne yol açacak bir organını hayatta bulunduğu sürece alıp, başkasına nakletmek caiz değildir, katldir. Ancak ölümünden sonra organ alınarak başkasının hayatını kurtarmak veya bir organ eksikliğini gidermek için ona nakledilirse bunda bir sakınca yoktur. Bu konuda; “Zaruretler haram olan şeyleri mübah kılar” kaidesine dayanılır. Çünkü darda kalan kimsenin domuz eti ve leş gibi şeyleri yemesi caiz olur.88 Hatta açlıktan ölmemek için ölmüş insanın etini yemek bile meşru sayılmıştır.
İyileşen hastanın nakledilen organla günah işlemesi halinde, organı verenin bu günahtan sorumlu olacağı endişesi yersizdir. Çünkü İslâm’da sorumluluk irade-i cüz’iyyeye bağlı tercihlerle ilgilidir. Akıl, niyet ve tercih sorumlulukta önemli unsurlardır. Organlar görünmeyen fakat bütün vücudun hareket ve amellerini yöneten bu gücün araçlarından ibarettir. Zaten nakil gerçekleşince artık organ bu yeni bedenin bir parçasını oluşturur.
6 - Tasavvuf nedir? Tasavvufi hayat var mıdır?
Cevap: Tasavvuf, İslâm’ın ahlâk, edeb, takvâ ve ihlâsla yaşanmasını, ashab-ı kiram gibi aşk ve vecdle ibadet yapılmasını amaç edinen bir yoldur. Şeriat bütün olarak yaşandıktan sonra bunun tasavvufla tamamlanması kişiyi manevi derecelerin en yükseği olan Cenabı Hakk’ın sevgisine ulaştırır. Tasavvuf kişideki kibir, gurur, yalan, haset, kin, buğz gibi manevi hastalıkları terbiye eder, görünmeyen iki düşman nefis ve şeytanla mücahede ederek kendisini ve Rabbini tanımasına yardımcı olur.
Allah Teala şöyle buyurur: “Hak yolunda mücahede edenleri, biz elbette yollarımıza iletiriz”89 Buradaki cihad görünen düşmana karşı olacağı gibi, görünmeyen düşman olan nefis ve şeytana karşı mücahedeyi de kapsamına alır.
Tasavvuf, Allah’a kulluğu ihsan derecesinde yapmayı hedef alır. Allah’ın Rasûlü ihsanı şöyle tarif etmiştir: “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi ona ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni görmektedir.”90 Terbiye sonucu itmi’nan ve sekinete ulaşmış bir ruha Yüce Allah şöyle hitab eder: “Ey itmi’nana ermiş ruh! Dön Rabbine, sen ondan razı, o senden razı olarak. Haydi gir kullarımın içine. Gir cennetime”91 Bu ayet-i kerimedeki “nefs-i mutmeinne”; kalb nuruyla tam olarak nurlanan, manevi hastalıklardan kurtulan, güzel huylarla bezenen ruh demektir. Ruhtaki bu huzur, sükûn ve rahatlama Allah’ı çok anmakla meydana gelir. Allah Teâlâ bunu şöyle ifade buyurur: “Dikkat ediniz! Kalbler ancak Allah’ın zikri ile huzura kavuşur.”92
“Onların cennetteki dualarının sonu: “Elhamdülillahi Rabbi’l-alemin (Hamdolsun kainatın Rabbi olan Allah’a) demektir”93
“Selâm doğru yola uyana olsun”94
7 - Cihad nedir? Günümüzde cihad var mıdır?
Cevap: Cihad sözlükte; çalışmak, çabalamak, gayret sarfetmek demektir. Istılahi bir terim olarak Hanefilerin cihad tarifi şöyledir: “Cihad; hak dine davet etmek ve onu kabul etmeyenlere karşı malı ve canı ile savaşmaktır.”
İslâm’ın ilk dönemlerinde müslümanların henüz düşmana karşı koyacak bir güçleri bulunmadığı için cihada izin verilmemişti. Şu ayeti kerime bu döneme aittir: “Siz şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörülü olun. Şüphesiz ki Allah herşeye kadirdir.”95Müslümanlar güçlenip düşmana karşı koyabilecek bir güce ulaşınca Yüce Allah önce savunma savaşına daha sonra da genel cihada izin verdi: “Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğradıkları için cihad etme izni verildi.”96
İslâm’da Allah’ın ismini yüceltmek için cihad farzdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı.”97 “Onlarla, herhangi bir fitne kalmayıncaya, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar çarpışın.”98 “Sizinle toptan savaştıkları gibi, siz de müşriklerle savaşın.”99 Hz. Peygamber (s.a.s) de; “Cihad kıyamete kadar devam edecektir.”100 buyurmuştur. Cihada emir ve teşvik eden, cihad yapanları öven ve onların ahirette ulaşacakları büyük ecirleri açıklayan pek çok ayet ve hadisler gelmiştir. Biz bunlardan sadece bir iki örnek sunacağız:
“Allah Teâlâ müminlerin mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır.”101 “Ey müminler! Sizi çetin bir azaptan kurtaracak ticaret yolu göstereyim mi? Allah ve Rasûlüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla canlarınızla savaşırsınız. Bunun sizin için ne kadar hayırlı oldugunu bir bilseniz! Bu sayede Allah günahlarınızı affeder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetindeki güzel konutlara koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.”102
Hz. Peygamber’e hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca; “Allah ve Rasûlüne imandan sonra en faziletli amel cihaddır”103 buyurmuştur. Abdullah b. Mes’ud (r. anhümâ)’nın böyle bir sorusuna ise, “Vaktinde kılınan namaz, sonra; ana-babaya iyilik, sonra; Allah yolunda cihaddır” cevabını vermiştir.104 “Sınırların ve İslâm beldesinin muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay nafile oruç tutmaktan ve geceleri namaz kılmaktan daha hayırlıdır.”105 “İki çeşit gözü cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz, diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz.”106
Cihad çeşitleri şunlardır:
a. Nefs’e karşı cihad:
En güç olan cihad nefis ve şeytana karşı yapılan cihaddır. Çünkü bunlar görünmeyen düşman olup, hile ve tuzaklarını anlayarak tedbir almak zordur. Nefsine karşı cihadda başarılı olamayan kimse kendisinde düşmanın karşısına çıkıp şavaşmak güç ve cesaretini bulamaz. Hz. Peygamber, Tebük Gazvesinden dönüşünde Ashab-ı kiramına şöyle buyurmuştur: “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.”107 Burada en büyük ordu ile gerçekleştirilen bir gazve “küçük cihad” olarak nitelendirilirken, nefis ve şeytanla olan mücahedeye “büyük cihad” denilmiştir. Çünkü insanın özüne yönelik olan bu manevi eğitim ve mücahede insanı önce kendi varlığında güçlü kılar bundan sonra vahiy ve sünneti hakim kılmada gerekli güç ve enerjiyi kendisinde bulur.
b. İlim ile cihad:
Dünyada kötülüklerin genel sebebi cehalettir. İlim ve irfanın gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silah gücü ile temin etmek mümkün değildir. Bu yüzden Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey Muhammed! İnsanları Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde mücadele et!”108 İlim, irfan ve irşadla cihad, insanları ikna ederek, gönüllerine sevgiyi, yerleştirerek hak yolu göstermek sürekli ve kalıcı bir cihad şeklidir. Gönülleri vahiy ve sünnetle irşad cihadların en büyüğüdür. Yüce Allah şöyle buyurur: “Sen kâfirlere uyma, onlara karşı Kur’an ile büyük bir cihadla cihad et”109 Allah elçisi en faziletli cihadın, zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti söylemek olduğunu bildirmiş, bu sebeple öldürülecek kimsenin Hz. Hamza’dan sonra en başta gelen şehidlerden olacağını haber vermiştir.110
c. Mal ve canla cihad:
İslâm’da cihad denilince daha çok bu sonuncu şekil kastedilir. Çünkü çoğu zaman nefis terbiye ve tezkiyesi, ilim ve irşad yoluyla cihaddan nihai sonuç alınmaz. Bunun güç ve kuvvetle takviyesi, düşmanı silah zoruyla dize getirmek, hak ve adaleti sağlamak zaruret halini alabilir. Kur’an-ı Kerim’de mal ve canla cihada teşvik eden pek çok ayet vardır. Bazıları şunlardır: “İman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücahidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilidir.”111 “Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın. Biliniz ki, bu sizin için hakkınızda çok hayırlıdır.”112 “Allah mallarıyla canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından cihaddan geri kalanlardan üstün kılmıştır.”113
Allah’ın ismini yüceltmek ve vahyi hakim kılmak için cihad edenlere nusret-i ilahiyye tecelli eder. Yüce Allah onları görünmeyen melek ordularıyla takviye eder114, sabır, ihlâs, takvâ ve gayretleri ölçüsünde onları muzaffer kılar. Ancak bütün bunlar ilk azim ve kararın, gayret ve fedakârlığın müminlerden gelmesi şartına bağlıdır. Dünyadaki imtihanın gereği de budur. Yüce Allah bu şartlı yardımı şöyle beyan eder: “Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı (düşman karşısında) sabit kılar.”115
Cihad kişilere farz oluşu bakımından ikiye ayrılır:
1. Farz-ı kifâye: İslâm toplumundan bir grup bu farizayı yerine getirir, genel seferberlik hali olmazsa, diğerlerinin üzerinden sorumluluk kalkar. Ancak böyle bir cihada katılanlar diğerlerinden üstün sayılır. Yüce Allah; “Allah mücahidlerden mallarıyla canlarıyla savaşanları, cihaddan geri kalanlardan daha üstün bir dereceye sahip kılar.”116 “Bununla birlikte, müminlerin hepsinin savaşa çıkmaları uygun değildir. Her fırkadan bir grup, dini ilimleri tetkik edip, savaş sonrası tebliğ ve irşad için geride kalmalıdır”117 diye buyurur.
2. Farz-ı ayn: Düşman, bir İslâm beldesine saldırır ve orayı işgale tevessül ederse eli silah tutan bütün müslümanlara düşmanı defedinceye kadar cihad farz-ı ayn olur. Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey Müminler! Sizler gerek hafif gerek ağır olarak hep birlikte savaşa çıkın. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.”118 Artık böyle bir durumda kadının kocasından, çocuğun babasından izin almasına gerek olmadan savaşa çıkması caiz olur.119