>IV. ÇE­ŞİT­Lİ ME­SE­LE­LER

 

1 - Eti ye­nen ve yen­me­yen hay­van­lar han­gi­le­ri­dir?

Ce­vap: Eti yen­me­yen hay­van­la­rı üç kıs­ma ayır­mak müm­kün­dür:

a) Azı diş­le­riy­le ka­pıp av­la­yan, par­ça­la­yan ve ken­di­si­ni mü­da­faa eden hay­van­la­rın et­le­ri ha­ram­dır. Do­muz, kurt, ayı, ars­lan, kap­lan, pars, sin­cap, sem­mur, may­mun, san­sar, sırt­lan, fil, kö­pek, ke­di, ke­ler, til­ki, ge­lin­cik gi­bi dört ayak­lı hay­van­lar bu ka­bil­den­dir. Azı diş­le­ri ol­du­ğu hal­de baş­ka­sı­na sal­dır­ma­yan bir hay­va­nın eti ise ye­ni­le­bi­lir. De­ve gi­bi. Ebu Hu­rey­re’den nak­le­dil­di­ği­ne gö­re Al­lah el­çi­si şöy­le bu­yur­muş­tur: “Azı di­şi olan her yır­tı­cı hay­va­nın ye­nil­me­si ha­ram­dır.”84

b) Tır­nak­la­rıy­la ka­pıp av­la­nan, tır­ma­la­ma­yan ve tab’an denî olan kuş­la­rın et­le­ri de ha­ram ve­ya tah­ri­men mek­ruh­tur. Kar­tal, ak­ba­ba, at­ma­ca, çay­lak, kuz­gun, kar­ga, ya­ra­sa, şa­hin gi­bi kuş­lar bu ni­te­lik­te­dir. Tır­nak­lı ol­du­ğu hal­de bu­nun­la hay­van­la­rı av­la­ma­yan bir kuş ise ye­ni­le­bi­lir. Gü­ver­cin gi­bi. Hz. Pey­gam­ber: “Pen­çe­si ile av­la­nan her kuş ha­ram­dır”85  bu­yur­muş­tur.

c) Tab’an iğ­renç olan, in­sa­na tik­sin­ti ve­ren hay­van­la­rın et­le­ri de ha­ram­dır. Fa­re, ya­ban fa­re­si, yı­lan, ak­rep, ke­ne, kur­ba­ğa, ka­ra ve de­niz kap­lum­ba­ğa­sı, arı, ka­ra si­nek, siv­ri­si­nek, kös­te­bek, kir­pi, bit, pi­re ve di­ğer ha­şe­rat bun­lar­dan­dır.

Bun­la­rın dı­şın­da ka­lan hay­van­lar ise mü­bah­tır. Ta­vuk, kaz, ör­dek, zü­ra­fa, de­ve ku­şu, ba­ğırt­lan ku­şu, gü­ver­cin, bıl­dır­cın, ko­yun, ke­çi, sğır, man­da, de­ve, ekin kar­ga­sı, ta­vus, kır­lan­gıç, bay­kuş, pa­pa­ğan, tav­şan, tur­na, kek­lik, ser­çe ve sı­ğır­cık gi­bi hay­van­lar bun­lar­dan­dır. 86

Sak­sa­ğan, kum­ru ve bül­bü­lün et­le­ri esa­sen helâl ol­mak­la bir­lik­te, bun­la­rın eti­ni yi­yen­le­re bir afet isa­bet ede­ce­ği­ne da­ir top­luml­da bir ka­na­at bu­lun­du­ğun­dan bun­la­rı ye­mek gü­zel gö­rül­me­miş­tir.

Şâfiîlere gö­re sırt­lan, ke­ler, til­ki, at, kir­pi gi­bi hay­van­lar helâl, kır­lan­gıç, ta­vus, hüd­hüd pa­pa­ğan ve bay­kuş gi­bi hay­van­lar ise ha­ram­dır.

 

2 - Su­da ya­şa­yan hay­van­lar­dan eti ye­nen ve

        yen­me­yen­ler han­gi­le­ri­dir?

Ce­vap: Ba­lık çe­şi­di­ne gir­mek şar­tıy­la sü­rek­li su­da ya­şa­yan ve ka­ra­da ya­şa­ma­sı müm­kün ol­ma­yan hay­van­la­rın hep­si helâldir. Kal­kan ba­lı­ğı, sa­zan ba­lı­ğı, yu­nus ba­lı­ğı, yı­lan ba­lı­ğı, gi­bi. Di­ğer su hay­van­la­rı tik­sin­ti ve­ren hay­van­lar­dan sa­yı­lır. Bu yüz­den ye­nil­me­si ca­iz ol­maz. Me­se­la; yen­geç, mid­ye, is­ti­rid­ye, is­ta­koz, sal­yan­goz, su kap­lum­ba­ğa­sı helâl de­ğil­dir, et­le­ri ye­ni­le­mez. Yi­ne; de­niz ay­gı­rı, de­niz in­sa­nı, de­niz ars­la­nı gi­bi ba­lık su­re­tin­de ol­ma­yan hay­van­la­rın et­le­ri de ye­nil­mez.

Şâfiîlere gö­re yal­nız su­da ya­şa­yıp ka­ra­da ya­şa­ma­sı müm­kün ol­ma­yan can­lı­lar ba­lık su­re­tin­de ol­ma­sa da helâldir.

  

3 - İç­ki sa­tıp ti­ca­re­ti­ni yap­mak ca­iz mi­dir?

Ce­vap: İç­ki iç­mek ha­ram ol­du­ğu gi­bi onun ti­ca­re­ti­ni yap­mak da ya­sak­lan­mış­tır. Bu ko­nu­da İslâm bil­gin­le­ri ara­sın­da gö­rüş ay­rı­lı­ğı yok­tur. Enes (r.a)’den şöy­le de­di­ği ri­va­yet edil­miş­tir: “Al­la­hın Rasûlü iç­ki se­be­biy­le on ki­şi­yi la­net­le­miş­tir: Onu ya­pan, yap­tı­ran, içen, ta­şı­yan, ken­di­si için ta­şı­tan, su­nan, sa­tan, sa­tın alan, pa­ra­sı­nı yi­yen ve ken­di­si için sa­tın alı­nan.”87

 

   4 - Si­ga­ra iç­me­nin hük­mü ne­dir?

Ce­vap: Bu ko­nu­da ön­ce tü­tü­nün özel­lik­le­ri­ni ta­nı­mak ge­re­kir. Si­ga­ra­nın ya­pıl­dı­ğı tü­tün; yap­rak­la­rı ya­kı­la­rak içi­len ko­ku­lu, ke­yif ve­ri­ci ve ba­ğım­lı­lık ya­pan bir bit­ki­dir. Si­ga­ra ve­ya tü­tün asr-ı sa­a­det­te ve­ya müc­te­hit imam­lar dö­ne­min­de bu­lun­ma­dı­ğı için hak­kın­da ne âyet, ne ha­dis ve ne de müc­te­hid­le­rin sö­zü var­dır. Çün­kü tü­tün ilk ola­rak Ame­ri­ka’da­ki An­til ta­kı­ma­da­la­rın­dan bi­rin­de bu­lun­muş­tur. 1496 M. yı­lın­da, Kris­tof Ko­lomb An­til Ada­la­rı­nı ge­zi­si sı­ra­sın­da yer­li­le­rin bu bit­ki­yi ya­ka­rak iç­tik­le­ri­ni gör­dü. Ge­mi­ci­ler­den bi­ri, To­ba­go ada­la­rın­dan bir ör­nek alıp Av­ru­pa’da Pet­ros Mar­den adın­da bir tüc­ca­ra yol­la­dı. 1511 yı­lın­da İs­pan­yol ge­mi­ci­le­ri, İs­pan­ya ve Por­te­kiz li­man­la­rın­da bu ke­yif ve­ri­ci bit­ki­yi iyi­ce ta­nıt­tı­lar. Fran­sa’nın Liz­bon el­çi­si olan Je­an Ni­cot, ken­di adıy­la anı­lan ni­ko­tin ze­hi­ri­ni -ilaç ola­rak kul­la­nıl­mak üze­re, tü­tü­nü Fran­sa’ya sok­tu. 1560’tan son­ra ar­tık tü­tün Al­man­ya, İtal­ya, İn­gil­te­re ve sı­ra­sıy­la di­ğer dün­ya ül­ke­le­ri­ne ya­yıl­dı.

Ya­pı­lan in­ce­le­me­ler tü­tü­nün in­san sağ­lı­ğı için za­rar­lı ol­du­ğu­nu or­ta­ya koy­muş­tur. İçe­ri çe­ki­len du­man ak­ci­ğe­rin çe­pe­rin­de­ki hüc­re­le­ri ze­de­le­ye­rek ka­lın­laş­tı­rır. Hüc­re­le­rin es­nek­li­ği kay­bol­du­ğun­dan kuv­vet­li bir ök­sü­rük, ak­sı­rık so­nun­da bu ci­dar­lar pat­la­ya­rak iş gö­re­mez ha­le ge­lir. Öte yan­dan içe­ri çe­ki­len si­ga­ra du­ma­nı da­mar ci­dar­la­rı­nın ka­lın­laş­ma­sı­na yol açar ve da­mar sert­li­ği ge­li­şi­mi­ni hız­lan­dı­rır.

Si­ga­ra­nın ak­ci­ğer kan­se­ri­ne ya­ka­lan­ma ih­ti­ma­li­ni 20 kat art­tır­dı­ğı, kalp en­fark­tü­sü ris­ki­ni iki ka­tı­na çı­kar­dı­ğı, kro­nik bron­şit ve am­fi­zem’e yol aç­tı­ğı tıp ta­ra­fın­dan be­lir­len­miş­tir. Tü­tün­de­ki ni­ko­tin son de­re­ce ze­hir­li bir mad­de­dir. Az alı­nın­ca in­san­da uya­rı­cı, can­lan­dı­rı­cı et­ki­ler ya­par, çe­şit­li bez­le­rin sal­gı­la­rı­nı ar­tı­rır, kan ba­sın­cı­nı yük­sel­tir. Si­ga­ra du­ma­nın­dan ze­hir­len­me ol­ma­yı­şı­nın se­be­bi, si­ga­ra­nın yan­ma sı­ra­sın­da tü­tün­de bu­lu­nan ni­ko­ti­nin 1/3-1/7’si­nin ısı et­ki­siy­le bu­har­la­şa­rak du­man­la git­me­si, ge­ri ka­la­nın da an­cak kü­çük bir kıs­mı­nın ci­ğer­le­re ve ka­na ulaş­ma­sı­dır.

Tıp­ta, ha­şe­ra­ta kar­şı ni­ko­tin­den ya­pıl­mış toz ve­ya sı­vı ilaç­lar var­dır.

İn­san sağ­lı­ğı üze­rin­de­ki et­ki­le­ri bu olan si­ga­ra­yı iç­me­nin hük­mü ko­nu­sun­da, ci­han-şü­mul bir din olan İslâm’ın bir çö­züm ge­tir­me­si ge­re­kir. Asr-ı sa­a­det­te af­yon da bi­lin­mi­yor­du. Son­ra­ki fa­kih­ler af­yo­nun uyuş­tu­ru­cu ni­te­li­ği­ne ba­ka­rak onu şa­ra­ba kı­yas et­ti­ler ve ca­iz ol­ma­dı­ğı­nı söy­le­di­ler.

Ön­ce­ki asır­lar­da­ki fa­kih­le­rin ço­ğu, hak­kın­da ayet ve ha­dis bu­lun­ma­ma­sı ne­de­niy­le “eş­ya­da  asıl olan iba­ha­dır” ka­i­de­sin­ce si­ga­ra­yı mü­bah say­dı­lar. Hat­ta ba­zı Şâfiî bil­gin­le­ri “Zev­ce si­ga­ra tir­ya­ki­si ise si­ga­ra mas­ra­fı da na­fa­ka kap­sa­mı­na gi­rer.” de­miş­ler­dir.

An­cak bu­gün si­ga­ra­nın in­san be­de­ni­ne ve çev­re­ye ver­di­ği za­rar dik­kate alın­dı­ğın­da bu­nun ke­ra­he­ti açık­ça gö­rü­lür. Si­ga­ra iç­me­si­nin sağ­lı­ğı­na za­rar­lı ola­ca­ğı, dok­tor ta­ra­fın­dan bil­di­ri­len kim­se­ler­le, fa­kir olup ai­le fert­le­ri­nin na­fa­ka­sın­dan ke­se­rek si­ga­ra içen­ler hak­kın­da ise ha­ram­lık ke­sin­le­şir.

 

5 - Or­gan nak­li ca­iz mi­dir?

Ce­vap: Bir kim­se­nin ölü­mü­ne yol aça­cak bir or­ga­nı­nı ha­yat­ta bu­lun­du­ğu sü­re­ce alıp, baş­ka­sı­na nak­let­mek ca­iz de­ğil­dir, katl­dir. An­cak ölü­mün­den son­ra or­gan alı­na­rak baş­ka­sı­nın ha­ya­tı­nı kur­tar­mak ve­ya bir or­gan ek­sik­li­ği­ni gi­der­mek için ona nak­le­di­lir­se bun­da bir sa­kın­ca yok­tur. Bu ko­nu­da; “Za­ru­ret­ler ha­ram olan şey­le­ri mü­bah kı­lar” ka­i­de­si­ne da­ya­nı­lır. Çün­kü dar­da ka­lan kim­se­nin do­muz eti ve leş gi­bi şey­le­ri ye­me­si ca­iz olur.88 Hat­ta aç­lık­tan öl­me­mek için öl­müş in­sa­nın eti­ni ye­mek bi­le meş­ru sa­yıl­mış­tır.

İyi­le­şen has­ta­nın nak­le­di­len or­gan­la gü­nah iş­le­me­si ha­lin­de, or­ga­nı ve­re­nin bu gü­nah­tan so­rum­lu ola­ca­ğı en­di­şe­si yer­siz­dir. Çün­kü İslâm’da so­rum­lu­luk ira­de-i cüz’iy­ye­ye bağ­lı ter­cih­ler­le il­gi­li­dir. Akıl, ni­yet ve ter­cih so­rum­lu­luk­ta önem­li un­sur­lar­dır. Or­gan­lar gö­rün­me­yen fa­kat bü­tün vü­cu­dun ha­re­ket ve amel­le­ri­ni yö­ne­ten bu gü­cün araç­la­rın­dan iba­ret­tir. Za­ten na­kil ger­çek­le­şin­ce ar­tık or­gan bu ye­ni be­de­nin bir par­ça­sı­nı oluş­tu­rur.

 

6 - Ta­sav­vuf ne­dir? Ta­sav­vu­fi ha­yat var mı­dır?

Ce­vap: Ta­sav­vuf, İslâm’ın ahlâk, edeb, takvâ ve ihlâsla ya­şan­ma­sı­nı, as­hab-ı ki­ram gi­bi aşk ve vecd­le iba­det ya­pıl­ma­sı­nı amaç edi­nen bir yol­dur. Şe­ri­at bü­tün ola­rak ya­şan­dık­tan son­ra bu­nun ta­sav­vuf­la ta­mam­lan­ma­sı ki­şi­yi ma­ne­vi de­re­ce­le­rin en yük­se­ği olan Ce­na­bı Hakk’ın sev­gi­si­ne ulaş­tı­rır. Ta­sav­vuf ki­şi­de­ki ki­bir, gu­rur, ya­lan, ha­set, kin, buğz gi­bi ma­ne­vi has­ta­lık­la­rı ter­bi­ye eder, gö­rün­me­yen iki düş­man ne­fis ve şey­tan­la mü­ca­he­de ede­rek ken­di­si­ni ve Rab­bi­ni ta­nı­ma­sı­na yar­dım­cı olur.

Al­lah Te­a­la şöy­le bu­yu­rur: “Hak yo­lun­da mü­ca­he­de eden­le­ri, biz el­bet­te yol­la­rı­mı­za ile­ti­riz”89 Bu­ra­da­ki ci­had gö­rü­nen düş­ma­na kar­şı ola­ca­ğı gi­bi, gö­rün­me­yen düş­man olan ne­fis ve şey­ta­na kar­şı mü­ca­he­de­yi de kap­sa­mı­na alır.

Ta­sav­vuf, Al­lah’a kul­lu­ğu ih­san de­re­ce­sin­de yap­ma­yı he­def alır. Al­lah’ın Rasûlü ih­sa­nı şöy­le ta­rif et­miş­tir: “İh­san, Al­lah’ı gö­rü­yor­muş gi­bi ona iba­det et­men­dir. Çün­kü her ne ka­dar sen onu gör­mü­yor­san da o se­ni gör­mek­te­dir.”90 Ter­bi­ye so­nu­cu it­mi’nan ve se­ki­ne­te ulaş­mış bir ru­ha Yü­ce Al­lah şöy­le hi­tab e­der: “Ey it­mi’na­na er­miş ruh! Dön Rab­bi­ne, sen on­dan ra­zı, o sen­den ra­zı ola­rak. Hay­di gir kul­la­rı­mın içi­ne. Gir cen­ne­ti­me”91 Bu ayet-i ke­ri­me­de­ki “nefs-i mut­me­in­ne”; kalb nu­ruy­la tam ola­rak nur­la­nan, ma­ne­vi has­ta­lık­lar­dan kur­tu­lan, gü­zel huy­lar­la be­ze­nen ruh de­mek­tir. Ruh­ta­ki bu hu­zur, sükûn ve ra­hat­la­ma Al­lah’ı çok an­mak­la mey­da­na ge­lir. Al­lah Teâlâ bunu şöy­le ifa­de bu­yu­rur: “Dik­kat edi­niz! Kalb­ler an­cak Al­lah’ın zik­ri ile hu­zu­ra ka­vu­şur.”92

“On­la­rın cen­net­te­ki du­a­la­rı­nın so­nu: “El­ham­dü­lil­la­hi Rab­bi’l-ale­min (Ham­dol­sun ka­i­na­tın Rab­bi olan Al­lah’a) de­mek­tir”93

“Selâm doğ­ru yo­la uya­na ol­sun”94

 

   7 - Ci­had ne­dir? Gü­nü­müz­de ci­had var mı­dır?

Ce­vap: Ci­had söz­lük­te; ça­lış­mak, ça­ba­la­mak, gay­ret sar­fet­mek de­mek­tir. Is­tı­la­hi bir te­rim ola­rak Ha­ne­fi­le­rin ci­had ta­ri­fi şöy­le­dir: “Ci­had; hak di­ne da­vet et­mek ve onu ka­bul et­me­yen­le­re kar­şı ma­lı ve ca­nı ile sa­vaş­mak­tır.”

   İslâm’ın ilk dö­nem­le­rin­de müs­lü­man­la­rın he­nüz düş­ma­na kar­şı ko­ya­cak bir güç­le­ri bu­lun­ma­dı­ğı için ci­ha­da izin ve­ril­me­miş­ti. Şu aye­ti ke­ri­me bu dö­ne­me ait­tir: “Siz şim­di­lik, Al­lah on­lar hak­kın­da­ki em­ri­ni ge­ti­rin­ce­ye ka­dar af­fe­din, hoş­gö­rü­lü olun. Şüp­he­siz ki Al­lah her­şe­ye ka­dir­dir.”95Müslümanlar güç­le­nip düş­ma­na kar­şı ko­ya­bi­le­cek bir gü­ce ula­şın­ca Yü­ce Al­lah ön­ce sa­vun­ma sa­va­şı­na da­ha son­ra da ge­nel ci­ha­da izin ver­di: “Ar­tık sal­dı­rı­ya uğ­ra­yan mü­min­le­re zul­me uğ­ra­dık­la­rı için ci­had et­me iz­ni ve­ril­di.”96

İslâm’da Al­lah’ın is­mi­ni yü­celt­mek için ci­had farz­dır. Al­lah Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: “Ho­şu­nu­za git­me­se de düş­man­la sa­vaş­mak üze­ri­ni­ze farz kı­lın­dı.”97 “On­lar­la, her­han­gi bir fit­ne kal­ma­yın­ca­ya, din yal­nız Al­lah’ın olun­ca­ya ka­dar çar­pı­şın.”98 “Si­zin­le top­tan sa­vaş­tık­la­rı gi­bi, siz de müş­rik­ler­le sa­va­şın.”99 Hz. Pey­gam­ber (s.a.s) de; “Ci­had kı­ya­me­te ka­dar de­vam ede­cek­tir.”100 bu­yur­muş­tur. Ci­ha­da emir ve teş­vik eden, ci­had ya­pan­la­rı öven ve on­la­rın ahi­ret­te ula­şa­cak­la­rı bü­yük ecir­le­ri açık­la­yan pek çok ayet ve ha­dis­ler gel­miş­tir. Biz bun­lar­dan sa­de­ce bir iki ör­nek su­na­ca­ğız:

“Al­lah Teâlâ mü­min­le­rin mal­la­rı­nı ve can­la­rı­nı cen­net kar­şı­lı­ğın­da sa­tın al­mış­tır.”101 “Ey mü­min­ler! Si­zi çe­tin bir azap­tan kur­ta­ra­cak ti­ca­ret yo­lu gös­te­re­yim mi? Al­lah ve Rasûlüne iman eder ve Al­lah yo­lun­da mal­la­rı­nız­la can­la­rı­nız­la sa­va­şır­sı­nız. Bu­nun si­zin için ne ka­dar ha­yır­lı ol­du­gu­nu bir bil­se­niz! Bu sa­ye­de Al­lah gü­nah­la­rı­nı­zı af­fe­der, alt­la­rın­dan ır­mak­lar akan cen­net­le­re ve Adn cen­ne­tin­de­ki gü­zel ko­nut­la­ra ko­yar. İş­te en bü­yük kur­tu­luş bu­dur.”102

Hz. Pey­gam­ber’e han­gi ame­lin da­ha fa­zi­let­li ol­du­ğu so­ru­lun­ca; “Al­lah ve Rasûlüne iman­dan son­ra en fa­zi­let­li amel ci­had­dır”103 bu­yur­muş­tur. Ab­dul­lah b. Mes’ud (r. anhümâ)’nın böy­le bir so­ru­su­na ise, “Vak­tin­de kı­lı­nan na­maz, son­ra; ana-ba­ba­ya iyi­lik, son­ra; Al­lah yo­lun­da ci­had­dır” ce­va­bı­nı ver­miş­tir.104 “Sı­nır­la­rın ve İslâm bel­de­si­nin mu­ha­fa­za­sı için bir gün, bir ge­ce nö­bet bek­le­mek, bir ay na­fi­le oruç tut­mak­tan ve ge­ce­le­ri na­maz kıl­mak­tan da­ha ha­yır­lı­dır.”105 “İki çe­şit gö­zü ce­hen­nem ate­şi yak­maz: Bi­ri Al­lah kor­ku­sun­dan ağ­la­yan göz, di­ğe­ri Al­lah yo­lun­da nö­bet bek­ler­ken uyu­ma­yan göz.”106

Ci­had çe­şit­le­ri şun­lar­dır:

 

   a. Nefs’e kar­şı ci­had:

En güç olan ci­had ne­fis ve şey­ta­na kar­şı ya­pı­lan ci­had­dır. Çün­kü bun­lar gö­rün­me­yen düş­man olup, hi­le ve tu­zak­la­rı­nı an­la­ya­rak ted­bir al­mak zor­dur. Nef­si­ne kar­şı ci­had­da ba­şa­rı­lı ola­ma­yan kim­se ken­di­sin­de düş­ma­nın kar­şı­sı­na çı­kıp şa­vaş­mak güç ve ce­sa­re­ti­ni bu­la­maz. Hz. Pey­gam­ber, Te­bük Gaz­ve­sin­den dö­nü­şün­de As­hab-ı ki­ra­mı­na şöy­le bu­yur­muş­tur: “Kü­çük ci­had­dan bü­yük ci­ha­da dö­nü­yo­ruz.”107 Bu­ra­da en bü­yük or­du ile ger­çek­leş­ti­ri­len bir gaz­ve “kü­çük ci­had” ola­rak ni­te­len­di­ri­lir­ken, ne­fis ve şey­tan­la olan mü­ca­he­de­ye “bü­yük ci­had” de­nil­miş­tir. Çün­kü in­sa­nın özü­ne yö­ne­lik olan bu ma­ne­vi eği­tim ve mü­ca­he­de in­sa­nı ön­ce ken­di var­lı­ğın­da güç­lü kı­lar bun­dan son­ra va­hiy ve sün­ne­ti ha­kim kıl­ma­da ge­rek­li güç ve ener­ji­yi ken­di­sin­de bu­lur.

 

   b. İlim ile ci­had:

Dün­ya­da kö­tü­lük­le­rin ge­nel se­be­bi ce­ha­let­tir. İlim ve ir­fa­nın gö­nül­ler üze­rin­de ic­ra et­ti­ği te­si­ri si­lah gü­cü ile te­min et­mek müm­kün de­ğil­dir. Bu yüz­den Yü­ce Al­lah şöy­le bu­yur­muş­tur: “Ey Mu­ham­med! İn­san­la­rı Rab­bi­nin yo­lu­na, hik­met­le, gü­zel öğüt­le ça­ğır. On­lar­la en gü­zel şe­kil­de mü­ca­de­le et!”108  İlim, ir­fan ve ir­şad­la ci­had, in­san­la­rı ik­na ede­rek, gö­nül­le­ri­ne sev­gi­yi, yer­leş­ti­re­rek hak yo­lu gös­ter­mek sü­rek­li ve ka­lı­cı bir ci­had şek­li­dir. Gö­nül­le­ri va­hiy ve sün­net­le ir­şad ci­had­la­rın en bü­yü­ğü­dür. Yü­ce Al­lah şöy­le bu­yu­rur: “Sen kâfirlere uy­ma, on­la­ra kar­şı Kur’an ile bü­yük bir ci­had­la ci­had et”109 Al­lah el­çi­si en fa­zi­let­li ci­ha­dın, za­lim bir hü­küm­dar kar­şı­sın­da hak ve ada­le­ti söy­le­mek ol­du­ğu­nu bil­dir­miş, bu se­bep­le öl­dü­rü­le­cek kim­se­nin Hz. Ham­za’dan son­ra en baş­ta ge­len şe­hid­ler­den ola­ca­ğı­nı ha­ber ver­miş­tir.110

 

   c. Mal ve can­la ci­had:

İslâm’da ci­had de­ni­lin­ce da­ha çok bu so­nun­cu şe­kil kas­te­di­lir. Çün­kü ço­ğu za­man ne­fis ter­bi­ye ve tez­ki­ye­si, ilim ve ir­şad yo­luy­la ci­had­dan ni­hai so­nuç alın­maz. Bu­nun güç ve kuv­vet­le tak­vi­ye­si, düş­ma­nı si­lah zo­ruy­la di­ze ge­tir­mek, hak ve ada­le­ti sağ­la­mak za­ru­ret ha­li­ni ala­bi­lir. Kur’an-ı Ke­rim’de mal ve can­la ci­ha­da teş­vik eden pek çok ayet var­dır. Ba­zı­la­rı şun­lar­dır: “İman edip hic­ret eden, Al­lah yo­lun­da mal­la­rıy­la, can­la­rıy­la ci­had eden, (mü­ca­hid­le­re) yer ve­ren ve yar­dım eden­le­rin hep­si bir­bi­ri­nin ve­ki­li­dir.”111 “Al­lah yo­lun­da mal­la­rı­nız­la, can­la­rı­nız­la sa­va­şın. Bi­li­niz ki, bu si­zin için hak­kı­nız­da çok ha­yır­lı­dır.”112 “Al­lah mal­la­rıy­la can­la­rıy­la mü­ca­de­le eden­le­ri de­re­ce ba­kı­mın­dan ci­had­dan ge­ri ka­lan­lar­dan  üs­tün kıl­mış­tır.”113

Al­lah’ın is­mi­ni yü­celt­mek ve vah­yi ha­kim kıl­mak için ci­had eden­le­re nus­ret-i ila­hiy­ye te­cel­li eder. Yü­ce Al­lah on­la­rı gö­rün­me­yen me­lek or­du­la­rıy­la tak­vi­ye eder114, sa­bır, ihlâs, takvâ ve gay­ret­le­ri öl­çü­sün­de on­la­rı mu­zaf­fer kı­lar. An­cak bü­tün bun­lar ilk azim ve ka­ra­rın, gay­ret ve fedakârlığın mü­min­ler­den gel­me­si şar­tı­na bağ­lı­dır. Dün­ya­da­ki im­ti­ha­nın ge­re­ği de bu­dur. Yü­ce Al­lah bu şart­lı yar­dı­mı şöy­le be­yan eder: “Eğer siz Al­lah’ın di­ni­ne yar­dım eder­se­niz, Al­lah da si­ze yar­dım eder ve ayak­la­rı­nı­zı (düş­man kar­şı­sın­da) sa­bit kı­lar.”115

Ci­had ki­şi­le­re farz olu­şu ba­kı­mın­dan iki­ye ay­rı­lır:

1. Farz-ı kifâye: İslâm top­lu­mun­dan bir grup bu fa­ri­za­yı ye­ri­ne ge­ti­rir, ge­nel se­fer­ber­lik ha­li ol­maz­sa, di­ğer­le­ri­nin üze­rin­den so­rum­lu­luk kal­kar. An­cak böy­le bir ci­ha­da ka­tı­lan­lar di­ğer­le­rin­den üs­tün sa­yı­lır. Yü­ce Al­lah; “Al­lah mü­ca­hid­ler­den mal­la­rıy­la can­la­rıy­la sa­va­şan­la­rı, ci­had­dan ge­ri ka­lan­lar­dan  da­ha üs­tün bir de­re­ce­ye sa­hip kı­lar.”116 “Bu­nun­la bir­lik­te, mü­min­le­rin hep­si­nin sa­va­şa çık­ma­la­rı uy­gun de­ğil­dir. Her fır­ka­dan bir grup, di­ni ilim­le­ri tet­kik edip, sa­vaş son­ra­sı teb­liğ ve ir­şad için ge­ri­de kal­ma­lı­dır”117 di­ye bu­yu­rur.

2. Farz-ı ayn: Düş­man, bir İslâm bel­de­si­ne sal­dı­rır ve ora­yı iş­ga­le te­ves­sül eder­se eli si­lah tu­tan bü­tün müs­lü­man­la­ra düş­ma­nı de­fe­din­ce­ye ka­dar ci­had farz-ı ayn olur. Yü­ce Al­lah şöy­le bu­yu­rur: “Ey Mü­min­ler! Siz­ler ge­rek ha­fif ge­rek ağır o­la­rak hep bir­lik­te sa­va­şa çı­kın. Eğer bi­lir­se­niz bu si­zin için çok ha­yır­lı­dır.”118 Ar­tık böy­le bir du­rum­da ka­dı­nın ko­ca­sın­dan, ço­cu­ğun ba­ba­sın­dan izin al­ma­sı­na ge­rek ol­ma­dan sa­va­şa çık­ma­sı ca­iz olur.119