KURBANLAR AKÎKA, ATÎRE VE FER'4

GİRİŞ. 4

KURBANLAR RESULULLAH (A.S)'IN KURBANI5

Bir Açıklama. 5

Bir Açıklama. 6

Kurban Kesmenin Fazileti6

Dersler Ve Öğütler6

Kurban Vacip Midir?. 7

Bir Açıklama. 7

Kurban Kesecek Olanların Aklarını Ve Saçlarını Kesmemesi Müstehabdır7

Bir Açıklama. 8

Kurban, Bayram Namazından Sonra Kesilir8

Dersler Ve Öğütler9

Bir Açıklama. 10

Kurban Kesim Günleri10

Bir Açıklama. 11

Kurbanlık Kaç Yaşında Olmalı?. 11

Bir Açıklama. 12

Kurbanlıklarda Caiz Olmayan Şeyler13

Bir Açıklama. 14

Bir Kurban Kaç Kişiye Yeter?. 14

Bir Açıklama. 15

Bir Açıklama. 15

Bir Açıklama. 16

Kurban Etinden Yemek Caizdir16

Dersler Ve Öğütler18

AKİKA KURBANI19

Akikanın Müstehaplığı19

Bir Açıklama. 19

Bir Açıklama. 20

Bir Açıklama. 20

Akika Kurbanının Miktarı20

Dersler Ve Öğütler21

Bir Açıklama. 23

FERA' VE ATİRA KURBANI23

Giriş. 23

Konu İle İlgili Rivayetler24

Bir Açıklama. 25

Bir Açıklama. 25

Kurban Konusunun Sonucu. 25

CİHAD VE CIHADLA İLGİLİ KONULAR.. 26

Giriş. 26

CÎHAD'LA ÎLGÎLÎ KONULAR KONUNUN ÖZETİ26

Savaşın Farzîyeti, Şartları, Savaşa Katılanlar, Düşman Tarafından Şehid Edilenler Ve Gaziler28

Savaşa Başlamadan Uyarmak, Davet Etmek Ve Tebliğde Bulunmak Gerekir Mi?. 29

Düşmanla Savaş Yöntemi Ve Araçları30

İktisadi Savaş Ve Gücü Zayıflatma Harbi30

Savaşta Hile Yapmak Ve Tuzak Kurmak. 31

Savaşta Kafirden Yardım İstemek Caiz Olur Mu?. 31

Savaşı Sona Erdirme Yolları32

Eman Vermek. 33

Ateşkes İle Savaşın Sona Ermesi34

Zimmet Akdi Ve Cizye İle Savaşın Sona Ermesi35

Savaşın Etkisi37

Kafirlerin İslam Beldelerini İstila Etmesinin Hükmü. 39

Sonuç. 40

Allah Yolunda Nöbet Beklemenin Fazileti40

Bir Açıklama. 41

Allah Yolunda Sabah Ve Akşam Seferlerinin Fazileti41

Az Da Olsa Allah Yolunda Savaşmanın Ecri42

Allah Yolunda Savaşa Çıkan Allah'ın Garantisi Altındadır42

Resulullah (A.S)'In Şehitlik Sevabından Dolayı Üç Kere Öldürülüp Sonra   Dirilmeyi Arzu Etmesi44

Yaralayan Veya Allah Yolunda Yaralananlar44

Allah Yolundaki Mücahîd, Allah'a İtaat Edip Oruç Tutan Kimse Gibidir45

Hangi Cihad Ve Hangi İnsan Daha Faziletlidir?. 45

Atın Yularını Tutan Adamın Fazileti47

Allah Yolunda Yapışan Toz Île Cehennemin Dumanının Bir Arada Bulunmaması48

Kafir İle Onu Öldüren Cehennem'de Bîr Araya Gelmez. 49

Bir Açıklama. 50

Cihad, Mücahidi Cennette Yüz Derece Yükseltir50

Cennet Kılıçların Gölgesi Altındadır50

Allah Yolunda Ok Atan Kimsenin Ecri51

Allah'ın Mücahide Yardım Etmesi52

Savaştan Dönen Gazinin Ecri52

Kafir İken Sonra Müslüman Olup Şehid Edilenler52

Allah Yolunda At Besleyen Kişinin Ecri52

Kişinin Saftaki Yerinin Fazileti53

Allah Yolunda Akıtılan Kanın Fazileti53

Mücahid Allah'ın Sevgili Kuludur53

Nefisle Cihada Teşvik. 54

Bir Açıklama. 54

CİHADIN FARZÎYETİ, CİHAD'DA HALİ! NİYET, CİHADIN ADABI VE AHKAMI CİHAD EMRİ54

Cihad Etmeyen Veya Cihad Etmeyi Gönlünden Geçirmeyen Kimse, Nifak Üzere Ölür54

Bir Açıklama. 54

Cihadı Terkeden Kişiyi Korkutma. 55

Cîhadda Îhlas. 55

Bir Açıklama. 56

Cihad'da Sebat Etmek. 57

Düşmanı Korkutmak İçin Savaşta Övünmek. 58

Savaş Sırasında Zikir59

Bir Açıklama. 59

Savaşta Hile Yapmak. 59

Bir Açıklama. 60

Savaşta Salih Kişilerden Yardım İsteme. 60

Cihada Çıkmak İçin Anne - Babadan İzin Almak. 60

Bir Açıklama. 60

Düşmanın Kalbine Korku Salmak. 61

Bir Açıklama. 61

Savaşlarda Çocukları, Kadınları Ve Yaşlıları Öldürmek, Organ Kesmek Ve Zulmetmek Yasaklanmıştır61

Bir Açıklama. 62

Bir Açıklama. 64

Düşmana Gece Baskını Yapmanın Cevazı64

Bir Açıklama. 65

Savaşmanın Yaşı65

Bir Açıklama. 65

Savaşın Mendub Olduğu Zamanlar65

Bir Açıklama. 66

Savaştan Önce Düşmanla Konuşma. 67


KURBANLAR AKÎKA, ATÎRE VE FER'

 

GİRİŞ

 

Udhiye; Allah'a yaklaşmak maksadıyla kurban bayramı günlerinde kesilen hayvana denir.

Hanefiler hariç cumhur'a göre kurban kesmek müekked sünnettir. Gücü yetenin terketmesi mekruh olur. Hanefîlere göre şehirlerde ikamet eden şehir halkı üzerine her sene bir defa kurban kesmek vaciptir.

Kurbanm sıhhati için, kurban edilecek hayvanın fahiş kusurlardan uzak ol­ması ve kurban kesmenin özel bir vakitte olması şart koşulmuştur.

Fakihler, Müslüman, hür, bâlığ, akıl sahibi ve gücü yeten kimsenin kurban kesmekle mükellef olduğu üzerinde ittifak etmiş, kurban kesmekle mükellef olanın bunu yerine getirebilmesinin caiz olması için kurban kesme niyeti taşımasını şart koşmuşlardır.

Yine Hanefiler, birden fazla kişinin ortak olmasının sahih olduğu kur­banlıklarda, doğrudan doğruya Allah'a yakınlaşmayı istemeyip sadece et maksadı ile kesen kimsenin ortak olmamasını şart koşmuşlardır.

Hanefilere göre kurban kesme vakti; kurbanın birinci günü tan yerinin ağarması ile girer. Ancak mukim olan kişi bayramın birinci gününde hutbe okunmadan önce dahi olsa, bayram namazının edasından sonra kurban ke­sebilir.

Malikilere göre bayram namazı kıldıran imamın kurban kesme vakti, bayram namazından ve hutbeden sonra başlar, imamın dışındakiler ise, birinci gün ve imamın kesmesinden sonra keserler.

Şafii ve Hanbeliler'e göre kurban kesme vakti, kurban bayramının birinci günü, Güneş doğduktan sonra kılınacak iki kısa rek'at ile okunacak iki kısa hutbelik zamanın geçmesi ile girer.

Kurban kesme vakti, eyyam-ı nahrin üçüncü günü, Güneş'in batışına kadar devam eder. Kurban kesmenin en uygun vakti, zevalden önce ilk gündür.

Şafiilere göre kurban kesme vaktinin teşrik günlerinin sonuna yani onuncu gününden sonra üçüncü güne kadar devam eder.

İlim adamları yalnızca davarların kurban olarak sahih olacağı üzerinde itti­fak etmişlerdir. Davarlardan kasıt deve, sığır, koyun ve diğer türleridir.

Fakihler devenin beş, sığırın  üç   ve  koyunların iki  yaşında  ve   daha yukarısını kurban etmenin caiz olduğu üzerinde ittifak etmişler, ancak koyun cinsinin ceza (iki yaşında) olanında farklı görüşlere sahip olmuşlardır:

Hanefiler ve Hanbeliler'e göre koyun cinsinden cüsseli ve semiz bir ce­zai altı ayını bitirip yedinci ayına girmiş ise yeterlidir.

Fakihler koyun ve keçinin ancak bir kişi için kurban edilebileceği, deve veya sığırın yedi kişi için yeterli olacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak İmam Malik'ten bir koyunun tüm aile halkı için yeterli olacağı rivayet edil­miştir.

Kurbanlıklarda şu dört özür bulunursa ittifakla caiz olmaz:

a. Bir gözün körlüğünün açıkça belli olması,

b. Apaçık hastalık,

c. Topallık,

d. İleri derecede zayıflık.

Başı beyaz, burulmuş, semiz fakaz omuzlu hayvanı kurban etmek caizdir. Kulağı uzunlamasına ikiye bölünen, kulağı delinen ve burnu kesilen hayvanı kurban etmek mekruhtur.

Hanefilere göre kurban kesecek kişinin kurban bayramından bir kaç gün önce kurbanı bağlaması, kurban sahibinin kurbanı kendisi kesmesi, şayet kesme işini iyi beceremiyorsa kesim sırasında hazır bulunması ve kesen kişinin kıbleye yönelmesi müstehaptır. Kurbanlık satın alan bir kimsenin sütünü sağması, yününü kesmesi, ondan binek yahut yük hayvanı olarak ya­rarlanması mekruhtur.

Nafile olarak kesilen kurbandan yemek caizdir, ama adak kurbanından ye­mek haramdır.

Müstehap olan; tatavvu (nafile) kurbanı kesenin, kurbandan yemesini, hem tasaddukta bulunmasını hem de hediye vermesini bir arada yapmaktır.

Kurban kesmek isteyen kişi için, Zilhicce ayının başlangıcından itibaren saçını traş etmemek ve tırnaklarım kesmemek müstehaptır.

Kurban kesmenin meşru'iyeti üzerinde bütün Müslümanlar icma etmiş­lerdir.

Hadis-i şeriflerde kurban günü Allah'ın en sevdiği işin bu olduğuna delalet etmektedirler. Yine kıyamet günü kurban edilen hayvanın kurban edildiği şekilde geleceği, onun kanının yere düşmeden önce Allah tarafından kabul edileceğine delâlet etmektedir.

Kurbanın meşru kılınmasındaki hikmet ise sayısız nimetlerine karşı şük­retmek, insanın geçen seneden bu seneye kadar hayatta kalışına şükretmek ve günahlarının bağışlanmasını dilemektir. Hem kurban kesen ailenin, hem de onlardan başkalarının genişliğe kavuşturulması bir başka sebeptir. Bu bakımdan fakirin ihtiyacının karşılanmasının maksat olarak gözetildiği fıtır sa­dakasının hilafına, kurbanda kıymetinin ödenmesi yeterli değildir. Gerçi fitrr sadakasında kıymetin ödenip ödenmemesi konusunda da ihtilaf vardır. [1]

 

KURBANLAR RESULULLAH (A.S)'IN KURBANI

 

4668-Tirmizi, Ebu Bekre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Hz. Peygamber (a.s) hutbe okudu ve (minberden) indikten sonra iki koç getirerek onları kesti."

Nesaî [2]'nin rivayeti de şöyledir:

"Bayram günü Resuhıllah (a.s) iki alacalı koç kestikten sonra küçük bir koyun sürüsünün yanına döndü ve koyunları bize dağıttı." [3]

 

4669-Tabaranî, el-Kebir'de, Nu'man bin Ebi Fatıma (r.a)'dan şu şekilderivayet etmiştir:

"Nu'man, boynuzlu ve iri gözlü bir koç satın almış. Hz. Peygamber (a.s) de onu görmüş. Bunun üzerine ResuluUah (a.s) şöyle buyurmuştur :

"Bu koç sanki İbrahim (a.s)'in kestiği koç."

Ensardan bir adam karar verip bu kaliteli koçu ResuluUah (a.s) için satın aldı. Hz. Peygamber (a.s) da onu alıp kurban olarak kesti." [4]

 

4670-Tirmizi, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir: "Ebu Said şöyle dedi:

"ResuluUah (a.s) burulmamış boynuzlu bir koçu kurban etti. Koç siyahın içinde bakar, siyahın içinde yürür, siyahın içinde yerdi." [5]

 

4671-Ebu Davud, Nafi (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Hz. Peygamber (a.s) kurbanını namazgâh'ta keserdi. İbni Ömer de öyle yapardı." [6]

 

Bir Açıklama

 

Şevkâni, Neylü'l-Estar'da şunları kaydeder:

"Hz. Peygamber (a.s) namazgahta kurban keser ve deve boğazlardı" sözü, namaz kılman yerde kurban kesmenin müstehaphğma delildir. Bunun hik­meti kurbanın, fakirlerin gözleri önünde kesilip onların rahatlıkla yararlan­masını sağlamaktır."

 

4672-Ebu Davud, Enes bin Malik (r.a)'den rivayet etmiştir:

"ResuluUah (a.s) ayakta olduğu halde yedi deveyi kendi eliyle kesti. Me­dine'de ise boynuzlu ve alacalı iki koç kurban etti."

Bir rivayette [7] ise şöyledir:

"Hz. Peygamber (a.s) boynuzlu ve alacalı iki koç kurban etti. Keserken tekbir getirip besmele çekiyor ve ayağını hayvanların boyunlarının üzerine koyuyordu."

Buhari [8] ile Müslim'in rivayetinde Enes (r.a) şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber (a.s) akh-karah alaca iki koçu kurban etti. Ayağını yan­larına basıp besmele çekerek ve tekbir getirerek kendi eliyle onları keserkeiji gördüm."

Bir rivayette [9] : "Çift boynuzlu," ilavesi vardır. Buhari [10]ye ait diğer bir rivayet ise şöyledir:

"Hz. Peygamber (a.s) çift boynuzlu iki koçu kurban edip ayağını yanlan basıp kendi eliyle kesiyordu."

Müslim.[11]'in de, ona benzer diğer bir rivayeti vardır.

Bu rivayette ise ravi şöyle demiştir:

"Resulullah; "Bismillahi V'allahu Ekber," buyuruyordu."

 

Buhari [12]'ye ait başka bir rivayette Enes şöyle demiştir:

"Resulullah (a.s) iki koç kurban ederdi. Ben de iki koç kurban ederdim."

Nesâinin rivayetinde de Enes şöyle demiştir:

"Resulullah (a.s) (Bayram günü) bize hutbe okudu. Sonra gidip alacalı iki koç kesti." [13]

 

Bir Açıklama

 

Şevkanî Neylü'l-Evtar'da şunları kaydeder:

"Hz. Peygamber onları kendi eliyle kesti," sözü, insanın kendi kurbanını kendisinin bizzat kesmesinin müstehap oluşunu gösterir.

İmam Nevevi: "Şayet kurban sahibi yerine vekil bırakmak isterse, ihti­lafsız caizdir," demiştir.

Eğer vekil bırakmak istediği kişi kitabi ise yani ehl-i kitap birisi ise, tenzi-hen mekruh olmakla birlikte yine de yeterli olur ve kurban müvekkilin adına gerçekleşmiş olur.

Mezhebimizin ve ulemanın görüşü böyledir.

Ancak İmam Malik'ten gelen iki rivayetten birinde; "Caiz değildir,'1 diye nakledilmiştir.

Çocuğu veya adet gören kadını vekil tayin etmek caizdir, fakat çocuğu vekil etmek mekruh olur. Adet gören kadını vekil bırakma'nın keraheti konusunda ise iki vecih vardır."

 

4673-Ahmed bin Hanbel, Ebu'1-Hayr (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Ensar'dan bir adam kendisine Resulullah (a.s)'tan tahdis ederek şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) kesmek için kurbanını yanı üstüne yatırmıştı. Allah Resulü adama; "Kurbanımı kesmem için bana yardım et," diye buyurdu.

Adam da O'na yardım etti." [14]

 

4674-İbni Huzeyrne, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) Kurban bayramı günü iki adet koç kurban etti. Sonra onları kıbleye yönelttiği zaman şöyle dedi:

"Ben, bütün dinlerden yüz çevirip ibrahim'in dini (yani İslamiyet) üzerinde olup müşriklerden olmadığım halde, gökleri ve yeri yaratan (Allah)'a şüphesiz tüm kalbimle yöneldim. Şüphesiz namazım, diğer bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. (O'nun) hiçbir ortağı yoktur. Ben ancak bununla (yani tevhid ve ihlasla) em-rolündüm ve ben Müslümanların ilkiyim." [15]                            

Sonra Resulullah şöyle dua etti:                                

"Bismillahi Allahu Ekber," deyip Allah'ım, (bu kurban) senden (bana bir nimet)dir ve Muhammed ile ümmeti (tarafın)dan sırf senin (rızan) içindir."

Onları kıbleye yönelttiği zaman Resulullah: "Ben yöneldim..." (İlh.) dedi," sözü, kurbanı kesmek için kıbleye doğru çevirirken bu ayeti [16] oku­manın müstehap oluşuna delildir."[17]

 

Kurban Kesmenin Fazileti

 

4675-İbni Mâce, Hz. Aişe (r.a)'den şu Şekilde rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Ademoğlu Kurban bayramı günü kan akıtmaktan fazla Allah (Azze ve Celle) katında sevimli hiçbir amel işlememiştir. Şüphesiz O (yani kesilen kurban) kıyamet günü boynuzları, tırnakları ve kıllarıyla gelir. Şüphesiz kurbanın kanı da yere düşmeden önce, Allah tarafından kabul olur. Artık (sevabı böyle olunca) gönülleriniz kurban (kesmek sebebi) ile hoş olsun." [18]

 

Dersler Ve Öğütler

 

Şevkani, Neyl'de şunları kaydediyor:

1.  Bu bölümün hadisleri, kurban kesmenin meşruiyetine delil teşkil et­mektedir. 'el-Bahr' adlı kitapta beyan edildiği gibi bu konuda ihtilaf yoktur.

2.  Yine bu hadis-i şerifler, kurban günü, Allah'ın en sevdiği işin bu olduğuna işaret etmektedir.

3.  Kıyamet günü kurban edilen hayvanın kurban edildiği şekilde ge­leceğine dikkat çekilmiştir.

4.  Kurbanın kanının yere düşmeden önce Allah tarafından kabul edil­diğine işaret vardır.

5.  Yüce Allah'ın: "Biz de ona büyük bir kurbanlığı fidye vererek kur­tardık," diye buyurmasından dolayı kurban kesmenin Hz.  İbrahim (a.s)'in bir sünneti olduğu açıklanmıştır.

6.  Kurban kesen Müslümana kurbanının her bir kılma karşılık bir sevap yazılacaktır.

7.  Gücü yetip de kurban kesmeyen kişinin mekruh işlediğine, paralarınkurbandan daha üstün bir amel-i salih'e harcanmadığına delil olmaktadır. Fakat o paralar bir ibadet maksadı için harcanmıştır, bozuk maksatlardan sıyrılmıştır ve emredilişindeki hikmete uygun düşmüştür." [19]

 

Kurban Vacip Midir?

 

4676-Tirmizi, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Bir adam İbni Ömer (r.a)'e

"Kurban vacip midir?" diye sordu. O da:

"Resulullah (a.s) ve Müslümanlar kurban kestiler," dedi. Adam sorusu­nu tekrarladı. Bunun üzerine İbni Ömer:

"Anlıyor musun? Resulullah (a.s) ve Müslümanlar kurban kestiler," dedi." [20]

 

Bir Açıklama

 

İslam alimleri, kurban konusundan ihtilaf etmişlerdir.

Bazısı: "Müekked sünnettir," demiştir:

Süfyan-ı Sevri, İbni Mübarek, Şafiî gibi alimler böyle diyenlerdendir.

Bir rivayete göre Ahmed ile Ebu Yusuf un da bu görüşte olduğu söyle­nmiştir.

Bazısı da: "Farz ile sünnet arasında olan bir vaciptir," demişlerdir. Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Muhammed ve Züfer böyle diyenlerdendir.

Bir kısmı da farz olduğunu söylemişlerdir ki, onlara göre farz ile vacip aynı şeydir.

Bir diğer rivayete göre de İmam Ahmed ile muhaddislerin görüşü de böyledir.

 

4677-İbni Mâce, Ebu Hureyre (r.a)'den merfu olarak rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Mali gücü yerinde olup da Kurban bayramında kurban kesmeyen kim­se, bizim namazgahımıza yaklaşmasın."

Bazıları kurban kesmenin vacip olmayıp sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bu, cumhurun görüşüdür.

İmam Nevevi şöyle der:

"Bu görüşte olanlar: Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Bilal (r.a), Ebu Mes'ud el-Bedri, Said bin el-Müseyyeb, Alkame, el-Eşved, Atâ, Malik, Ah­med, Ebu Yusuf, İshak, Ebu Sevr, el-Müzeni, İbnu'l-Münzir, Davud ve diğerleridir.  el-Bahr'da yukarıda  zikredilen sahabilerin yanında,  Ibni Mes'ud ve İbni Abbas (a.s)'tan da bu görüşte oldukları rivayet edilmiştir."

Ayrıca 'el-Bahr' sahibi Utre ve Şafii; Ebu Yusuf ve Muhammed'den bu görüşü rivayet etmiştir. Ebu Hanife, Rabi'a, Evzaî, Leys ve bir kısım Maliki-ler, kurbanın zengine vacip olduğunu kabul etmişlerdir.

el-Bahr sahibi de Malik'ten bunu nakletmiştir. Nehaî, Mina'daki hacının dışında zengine kurbanın vacip olduğunu söylemiştir.

Muhammed bin el-Hasan da, şehirlerde yaşayanlara vacip olduğu görü­şündedir.

Ebu Hanife'den nakledilen meşhur görüş şöyledir:

"Biz, yalnızca nisaba malik Müslüman kişiye vacib olduğunu söylü­yoruz."

îmam Nevevi de aynı şeyi söylemiştir, îbni Hazm da şöyle demiştir:

"Sahabe'den hiç bir kimseden kurbanın vacip olduğu rivayeti sahih değildir. Cumhur'dan vacip olmadığı rivayeti doğrudur. Bütün bunlara rağmen*! kurbanın dinin şerainden olduğu hususunda ihtilaf yoktur." [21]

 

Kurban Kesecek Olanların Aklarını Ve Saçlarını Kesmemesi Müstehabdır

 

4678-Müslim, Ümmü Seleme (r.a)'den rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Zilhicce hilalini gördüğünüz zaman, sizden herhangi biriniz kurban kesmek niyetinde bulunursa, kurban kesinceye kadar vücudundaki saç ve kılları ile tırnaklarını kesmekten vazgeçsin."

Diğer bir rivayette [22] Ümmü Seleme şöyle demiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Her kim yanında keseceği kurbanlık bir hayvanı varken, Zilhicce'nin hilali görülürse, artık o kimse kurbanı kesinceye kadar vücudundaki saçlarından, kıllarından ve tırnaklarından hiçbir şeyi almasın."

Müslim'in Amr bin Müslim bin Ammar el-Leysî'den rivayetinde Amr şöyle demiştir:

"Bizler kurban bayramından kısa bir süre Önce hamamda idik. Orada bir takım insanlar hamam otu sürünüp vücutlarındaki kılları temizlediler. Hamamdakilerden bazısı da;

"Said bin Müseyyeb bu işi kerih görüyor, yahut bundan nehyediyor," de­diler.

Daha sonra, ben Saîd bin Müseyyeb'e kavuştum ve bu meseleyi ona an­lattım. Saîd bin Müseyyeb:

"Ey kardeşim oğlu ! Bu, unutulmuş ve terkolunmuş bir hadistir. Bana Hz. Peygamber (a.s)'in hanımı Ümmü Seleme tahdis edip dedi ki:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu..." diyerek yukarıdaki hadis tarzında ri­vayet etti." [23]

 

Bir Açıklama

 

İmam Nevevi, Müslim Şerhi'nde şunları kaydediyor:

"Alimler kurban kesmek isteyerek Zilhicce ayının onuna giren kimse hakkında ihtilaf etmişlerdir.

Said bin Müseyyeb, Rabia, Ahmed, İshak, Davud ve Şafii'nin ashabından bazıları şöyle demişlerdir:

"Bu kişinin kurban kesme vaktinde kurbanını kesinceye kadar tırnak­larını ve saçından herhangi bir şeyi alması ona haram olur."

Şafii ve ashabı, kerahet-i tenzihiye ile mekruh olduğunu, fakat haram olmadığını söylemiştir.

Ebu Hanife de mekruh olmadığı kanaatindedir.

Bir rivayette İmam Malik; "Mekruh olmaz," bir rivayette; "Mekruh olur," diğer bir rivayette de; "Vacip kurbanda değil de nafilede haram olur," demiştir.

Haram sayanlar bu hadislerle ihticac etmişlerdir.

Şafii ve diğerleri Hz, Âişe (r.a) hadisi ile ihticac etmişlerdir.

Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir:

"Ben Resulullah (a.s)'ın hedy kurbanının nişan iplerini örerdim. Sonra Resulullah (a.s) ona gerdanlık takar ve gönderirdi. Kurbanı kesilinceye ka­dar Allah'ın kendisine helal kıldığı hiç bir şey O'na haram olmazdı."

Bu hadisi Buhari ile Müslim rivayet etmiştir.

Şafii: "Hedy kurbanı göndermek, kurban kesme istemekten daha fazla bir şeydir," demiş, bunun haram olmadığına delil getirmiş ve nehy hadisle­rini kerahet-i tenzihiyeye hamletmiştir."

 

4679-İmam Malik, Muvatta'da, İbni Ömer (r.a)'in mevlasi Nâfi'den ri­vayet etmiştir:

"Abdullah bin Ömer (r.a) Medine'de bir defa kurban kesti." Nafi dedi ki:

"İbni Ömer (r.a), bana, burulmamış damızlık ve boynuzlu bir koç satın almamı, sonra onu kurban gününde insanların namaz kıldığı yerde kesme­mi emreti. Ben de (istediğini) yaptım. Sonra koç Abdullah bin Ömer (r.a)'in yanma taşındı, ibni Ömer (r.a), koç kesilince başını traş etti. Zaten İbni Ömer (r.a) hastalanmış, bayramda insanlarla birlikte olamamıştı."

Nafi dedi ki:

"Abdullah bin Ömer (r.a); "Kurban kesen kişiye başı traş etmek vacip değildir," dedi." [24]

 

4680-Ebu Davud, Abdullah bin Amr bin el-As (r.a)ıdan şu şekilde ri­vayet etmiştir:                          

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:                                

"Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu, buümmet için Allah bayram kılmıştır." Bir adam kendisine:

"Ey Allah'ın Resulü! Ben, meniha (sütünden ve yününden istifade et­mek için ödünç verilen) bir hayvandan başka bir şeye sahip değilsem onu kesebilir miyim?" diye sordu.

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Hayır! Ancak saçını, tırnaklarını kısaltır, bıyıklarından alır, erkek tra-şmı olursun. Bu da sana Allah indinde bir kurban yerine geçer." [25]

 

Kurban, Bayram Namazından Sonra Kesilir

 

4681-Buhari ve Müslim, Cündüb bin Abdullah el-Beceli (r.a)'den ri­vayet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) ile birlikte Kurban bayramı günü kurbanda bulundum. Namazı kılmaktan ve namazını bitirip selam vermekten öteye geçmedi. Bir de ne görsün, o namazından çıkmadan kesilmiş kurban etleri... Bunun üzerine:

"Kim kurbanını, namazı kılmadan önce kesti ise onun yerine bir başkasını kessin," buyurdu."

Diğer bir rivayette Cündüb şöyle dedi:

"Hz. Peygamber (a.s) kurban bayramı namazını kıldı. Sonra hutbe okudu. Ardından kurban kesti ve:

"Namaz kılmadan önce kim kurban kesti ise onun yerine bir başkaş kessin. Kim kesmediyse, besmele ile kessin." [26]

 

4682-Müslim, Cabir bin Abdullah (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Cabir şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) bize Medine'de kurban günü bayram namazını kıldırdı. Ardından bir takım adamlar giderek kurban kestiler. Ve Hz. Peygamber (a.s)'in kurban kestiğini zannettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) ken­disinden önce kurban kesenin kurbanını başka bir hayvanla iade etmesini ve kimsenin Hz. Peygamber (a.s) kesmedikçe kurban kesmemesini emretti." [27]

 

4683-İmam Malik, Muvatta'da, Uveymir bin el-Aşkar (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Uveymir, kurban gününe gelmeden önce kurbanını kesmişti. Kendisi bu durumu Resulullah (a.s)'a anlattı. Bunun üzerine Resulullah (a.s) ona, kurbanını başka bir kurban ile iade etmesini emretti." [28]

 

4684-İmam Malik, Muvatta'da, Büşeyr bin Yesar (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir:

"Ebu Bürde bin Niyar (r.a) kurbanını kurban günü Resulullah (a.s) kes­meden önce kesmişti. Resulullah (a.s)'m kendisine, kurbanın başka bir kur­ban ile iade etmesini emredeceğini zannetmiş. Ebu Bürde: "(Ya Resulullah ) Bir oğlaktan başkasını bulamam," dedi.

Hz. Peygamber (a.s) de şöyle bbuyurdu: "Oğlaktan başkasını bulamadıysan onu kes." [29]

 

4685-Buhari ve Müslim, Berâ bin Âzib (r.a)'den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

"Ebu Bürde namaz'dan önce kurban kesti. Bunun üzerine Hz. Peygam­ber (a.s): "Onu değiştir," buyurdu.

Ebu Bürde de: "Ya Resulullah ! Bende bir tokludan başka birşey yoktur," dedi.

(Şu'be demiş ki: "Zannederim şunu da söyledi):

Ama o yıllanmıştan daha hayırlıdır. Resulullah (a.s) da:

"Bunu, onun yerine koy ! Fakat senden sonra hiçbir  kimse  namına ki­fayet edecek değildir," buyurdular.

"O yıllanmıştan daha hayırlıdır," cümlesindeki şekki kimse zikretmedi." Bir rivayette [30] Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki, şu günümüzde kendisinden İlk başlıyacağmız iş (şudur ki) evvela namaz kılar, sonra döner de kurban keseriz. Bunu kim yaparsa, bi­zim sünnetimize isabet etmiştir. Kim evvela kurban,keserse, o da onca aile­sine takdim ettiği bir ettir. Kurbandan bir şey değildir."

Ebu Bürde bin Niyar kurban kesmişti. Bundan dolayı "Bende yıllan­mıştan daha hayırlı bir oğlu var," dedi" ve şöyle söyledi:

Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Onu kes, ama senden sonra hiçbir kimseye kafi gelmiyecektir."

Bir başka rivayette [31] de Berâ bin Azib şöyle dedi:

"Dayım Ebu Bürde namazdan önce kurban kesti. Resulullah (a.s) ona şöyle buyurdu:

"Senin koyunun, et (için kesilmiş bir) koyundur." Bunun üzerine o: "Ya Resulullah ! Benim evcil bir keçi oğlağım var," dedi. Hz. Peygamber (a.s) de şöyle buyurdu:

"Onu kes! Ama senden başkası için doğru olmaz" buyurdu. Sonra da: "Kim namazdan önce keserse, ancak kendi nefsi için kesmiştir. Kim de na­mazdan sonra keserse ibadeti tamam olmuştur ve Müslümanların sün­netine göre hareket etmiştir." [32]

 

Dersler Ve Öğütler

 

Hafız İbni Hacer, el-Feth'de şöyle demiştir:

"Hadis-i şerifte önemli öğütler vardır. Hükümlerin kaynağı ise Hz. Pey­gamber (a.s) dir. O, bir hükmü ümmetinden bazısına özel kılmış, özürsüz de olsa başkasına yasaklamıştır. O'nun bir kişiye hitabı özel delili açık ol­madıkça mükelleflerin tümünü kapsar.

Bu hadise göre imam, bayram hutbesinde halka kurban kesimiyle ilgili hükümleri öğretir.

Yine bu hadiste bir tek koyunun bir adama ve ailesine yeterli olacağına, işaret vardır. Cumhur'un görüşü de budur.

Bir amel, hüsnü niyetle işlense de, şeriata uygun düşmediği takdirde sa­hih olmaz. Hz. Peygamber (a.s)'in: "Ancak o ailesine takdim ettiği bir ettir," buyurmasına göre, bayram günü kurban etinin dışındaki etlerden yemek

caizdir.

Bu hadiste, her noksanlıktan münezzeh ve her şeyden yüce Rabimizin keremine işaret vardır. Çünkü, yeme ve biriktirme arzuları bulunmakla bir­likte, Yüce Allah kurbanı kullarına meşru kılmıştır. Bununla birlikte onlar için kurban kesmekte ecir gerçekleştirmiştir. Sonra tasadduk eden kişiye se­vap verilir, tasadduk etmezse günah işlemiş olmaz."

 

4686-Ahmed bin Hanbel, Cabir bin Abdullah (r.a)'dan şu şekilde ri­vayet etmiştir:

"Bir adam, Resulullah (a.s) bayram namazını kılmadan önce otlama çağma gelmiş bir oğlak kesmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s): "O, senden sonra hiç kimseye kifayet etmez," dedi ve (bayram) namazını kılmadıkça kurban kesmelerini yasakladı." [33]

 

4687-Ahmed bin Hanbel, Ebu Bürde bin Niyar (r.a)'dan şu şekilde ri­vayet etmiştir:

"Ebu Bürde dedi ki:

"Ben Resulullah (a.s) ile birlikte bayramda bulundum. Namaza gittiğim sırada hanımım kurbanım konusunda bana karşı çıktı. Ardından kurbanı kesmiş ve ondan yemek yapmış."

Ebu Bürde sözüne devamla dedi ki:

"Resulullah (a.s) bize bayram namazını kıldırdıktan sonra doğruca hanımının yanma dönünce bana yemek getirdi. Yemek bitirilince ben: "Bu nereden geldi?" dedim. Hanımım: "Kurbanını kestik ve geldiğinde yemen için ondan sana yemek yaptık." Ben de ona: "Vallahi bunun gerek-miyeceğinden korktum. Bunun üzerine Resulullah (a.s)'a geldim ve bunu O'na zikrettim. Resulullah (a.s): "O bir şey değildir, kurban kes," buyurdu."

Ebu Bürde dedi ki:

"Yaşça büyük hayvan aradım, ama onu bulamadım. Hz. Peygameber (a.s): "Koyundan bir kuzu ara ve onu kes;" buyurdu."

Ravi dedi ki:

"Resulullah (a.s) ona koyundan bir kuzu konusunda ruhsat verdi de yaşça büyük bir hayvan bulamadığı için onu kesti." [34]

 

Bir Açıklama

 

Bu hadîs-i şerif de gösteriyor ki, kurban kesme vakti imamla beraber kılı­nan bayram namazından sonradır.                                                        İbnu'l-Münzir şöyle der:                                                                 

"Ulema, tanyeri ağarmadan önce kurban kesmenin cazi olmadığı üzerin­de ittifak etmiştir. Ama imamın bulunmadığı yere gelince zahir görüşe göre her kurban kesenin kendi namazına itibar olunur.

Rabi'a, imamın bulunmadığı yerdeki kişiler hakkında şu görüşe sahip-

"Eğer kurbanı Güneş doğmadan önce kesmişse, bu, kurban yerine geç­mez, Güneş doğduktan sonra kesmiş ise bu yeterli olur. " [35]

 

Kurban Kesim Günleri

 

4688-İmam Malik, Muvatta'da, Nafi (r.a)'den İbni Ömer (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kurban günleri kurban kesim gününden sonra iki gündür." İmam Malik şöyle dedi:

"Bana bunun aynısı Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'den de ulaştı." Zürkâni,   Muvatta şehrinde  şunları kaydeder:

"İmam Malik, Ebu Hanife, Ahmed ve ulemanın çoğunluğu bu görüşte­dir. Şafii ve bir cemaata göre ise, kurban günleri, Yevm-i Nahir'e ilaveten arkadan gelen üç gündür." [36]

 

4689-Ahmed bin Hanbel, Cübeyr bin Mut'ım (r.a)'dan naklen Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Arafat'ın hepsi vakfe yeridir. Ürene vadisinden ise uzak durun. Müz-delife'nin hepsi vakfe yeridir. Muhassir deresinden ise uzak durun. Mina'daki geçitlerin tümü kurban kesme yeridir. Eyyam-ı teşrikin hepsinde kurban kesilir." [37]

 

Bir Açıklama

 

Bu hadis-i şerif ile, teşrik günlerinin hepsinin kurban kesme günü olduğuna delil getirilmiştir. Teşrik günleri ise, Yevm-i Nahir ile onu takipeden üç gündür.

He'dy konusunda da Hz. Ali (r.a)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Kesim günleri kurban bayramının birinci günü ile ondan sonraki | gündür."

Aynı görüşü İmam Nevevi, Müslim Şerhi'nde rivayet etmiştir.

Hz. Peygamber (a.s)'den biri diğerini destekleyen iki vecih şöyle rivayef edilmiştir:

"Hz. Peygamber (a.s): "Mina'nm tümü kurban kesme yeridir. Teşrik günlerinin hepsinde kurban kesilir," buyurdu."

Bu vechin biri Cübeyr bin Mut'ım'ın hadisinden rivayet edilmiştir, ama senedinde inkıta vardır. Diğeri de Üsame bin Zeyd hadisinden rivayet edil­miştir ki, Üsame, Ata'dan, o da Cabir (r.a)'den nakledilmiştir. Ya'kula bin Süfyan, Üsame bin Zeyd'in Medine'lüer nezdinde güvenilir, sika bir ravi olduğunu söylemiştir.

Ebu Hanife, İmam Malik ve Ahmed bin Hanbel'in görüşlerine göre kurban kesme vakti, Yevm-i Nahir ile onu takip eden iki gündür.

İmam Nevevi, Hz. Ömer bin el-Hattab (r.a), Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a), İbni Ömer (r.a) ve Enes (r.a)'den de bunun rivayet edildiğini söylemiştir.

İbni Kayyım, İmam Ahmed'den şöyle dediğini naklediyor:

"Resulullah (a.s) ashabından bir çoklarının görüşü budur. Kurban kesme günlerinin gecelerinde kurban kesmenin cevazı konusunda ihtilaf olmuş­tur."

Ebu Hanife, Şafii, Ahmed, îshak, Ebu Sevr ve cumhur, kerahetle caiz olduğu görüşündedirler. Malik ile ashabına ve Ahmed'den gelen bir rivayete göre yeterli olmaz, olsa olsa koyun eti olur. Caiz olmadığım ve kerahetle caiz olacağını söylemenin delile muhtaç olduğu gizli değildir. Konumuzla ilgili ha­dis, her ne kadar geceleri çıkarmaya delalet etse de lakab mefhumuyla "günler"in zikredilişiyle tecrid edilmiştir. Fakat "günler" ile günlerin ve gecel­erin toplamı kasdedilmiştir. Aksi, dilciler arasında kullanılmaktadır. [38]

 

Kurbanlık Kaç Yaşında Olmalı?

 

4690-İmam Malik, Muvatta'da, tbni Ömer (r.a)'in azadlısı Nâfi'den ri­vayet etmiştir:

"İbni Ömer (r.a), kurbanlar ve bedeneler hakkında seniyy (devenin beş yaş, sığırın üç ve koyunların iki yaşında olanı) ve daha yukarı yaşlarda ol­maları gerektiğini söylerdi." [39]

 

4691-İmam Malik, Muvatta'da, İbni Ömer (r.a)'in azadlısı Nâfi'den ri­vayet etmiştir:

"Nafi şöyle dedi:

"İbni Ömer (r.a) kurbanlıklardan yaşını almamış yani "seniyy" olmayan­ları kabul etmiyordu. Yine onlardan yaratılıştan meydana gelen kusurlu olanlarını da kabul etmiyordu."

Cami'nin tahkikçisi şunları söylemiştir:

"Muvatta'da; "İbni Ömer (r.a) kurbanlık ve bedene (kurbanlık deve)ler-den yaşını almımaş olanlarından çekinirdi," şeklinde bir rivayet yer almak­tadır.

.Zürkâni, Muvatta Şerhi'nde "iem tüsinne" kelimesini sin harfinin kes­ri ile rivayet etmiştir. Çünkü İbni  Ömer (r.a)'in bilmen mezhebi şudur:

İbni Ömer (r.a) kurbanı, ancak keçinin, koyunun devenin ve sığırın "seniyy"inden yani keçi ve koyunun iki, sığırın üç, devenin beş yaşında olanından keserdi.

Yukarıda sözü edilen kelime sin harfinin fethiyle de rivayet edilmiştir.

ibni Kuteybe dişleri bitmemiş, sanki diş vermemiş anlamına geldiğini söylemiştir.

Nitekim   "memesine    süt inmedi,   yağlanmadı   ve  ballanmadı" derken"bunları vermediği" kasdedilir. Başkaları bu kelimenin, "dişleri değişmedi" manasında kullanıldığını söylemişlerdir.

Bu da İbni Ömer (r.a)'in mezhebine en çok benzeyenidir. Çünkü İbni Ömer (r.a), kurbanlık hayvanların seniyy ve daha yukarı yaşta olmaları ge­rektiğini söyler. Ona göre koyunun ceza'ı (bir yaşını doldurmamış kuzusu) nu kurban etmek caiz olmaz. Bu ise merfu âsâra ve doğrudan ayrılanlara hüccet olan cumhura muhalifttir. Bunu İbni Abdilberr söylemiştir." [40]

 

4692-Müslim, Cabir bin Abdullah (r.a) 'dan rivayet etmiştir:

"Cabir şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Yaşını almış hayvandan başkasını kesmeyin. Ancak size (böylesini bul­mak) güç gelirse o başka. Bu takdirde koyundan bir kuzu kesiverin." [41]

 

Bir Açıklama

 

İmam Nevevi şöyle demiştir:

"Müsinne" yaşını almış, yani deve, sığır ve koyundan kurbanlık çağa gelmiş anlamında kullanılmaktadır.

Bu hadis-i şerif, koyunun dışında cez'a (kurbanlık yaşa gelmemiş hay­van) nın hiçbir durumda kurban edilmiyeceğini açıklamaktadır.

Kadı Iyaz'm naklettiğine göre bunun üzerinde ittifak sağlanmıştır." İmam Nevevi yine şöyle söylemiştir:

"Koyunun kuzusu (ceza)'na gelince, bizim ve tüm ulemanın mezhebine göre onun dışında bir kurbanlık bulunsa da, bulunmasa da yeterli olur."

Koyunun ceza'ı, bir yaşını ikmal eden kuzuya denir. Bu, cumhurun gö­rüşüdür. Bir yılını doldurmamış olanına da ceza denilmiştir. Koyunun ceza'ı keçinin ceza'ından daha seridir. Keçinin ceza'ı (oğlağı)na gelince, ikinci yılma girmiş olanına denir. Sığırın ceza'ı üçüncü yılını doldurmuş olanına denir. De­venin ceza'ı ise, beşinci yılına girmiş olanıdır. Bunu, Hafız İbni Hacer, el-Feth'de söylemiştir.

Şevkani de Neylu'l-Evtar'da şunları kaydeder:

"Müsinne; devenin beş, sığırın üç, koyun ve keçinin iki yaşında olanı de­mek olan seniy anlamına gelmektedir. Ayrıca sözü edilen yaşların üstünde olan hayvanlara da müsinne (yaşını almış) denilmektedir. Bu da açıkça gösteriyor ki, ceza'ı kesmek caiz olmaz.

"Ancak yaşını almış bir kurbanlığı bulmak kurban kesen için zorluk oluyorsa, o vakit ceza yeterli olur.

İbni Ömer (r.a) ile Zühri'den rivayet edildiğine göre daha yaşlısı varken koyunun ceza'ı yeterli olmaz.

İmam Nevevi; "Tüm ulemanın mezhebine göre, yaşlısı bulunsa da bu-lunmasas da koyunun ceza'ı yeterli olur," demiştir. Cumhur bu hadisi, müstepahhğa ve efdaliyete hamletmişlerdir.

Bu anlayışa göre hadisin manası şudur:

Yaşını almış hayvanı kurban etmeniz sizin için müstehaptır. Eğer bulmak­ta güçlük çekerseniz, koyunun ceza'ı yani kuzusu yeterli olur.

Hadis-i şerifte kuzunun hiçbir surette kurban edilmiyeceğine dair bir sara­hat yoktur. Ümmet ceza'nın kurban edilebileceği üzerinde ittifak etmiştir. Çünkü cumhur, koyunun, kuzusunun dışında bir kurbanlık olsa da olmasa da onu kurban etmeyi caiz görüyorlar.

İbni Ömer (r.a) ve Zühri olsa da olmasa da caiz görmüyorlar. Buna göre hadisin, yukarıda zikrettiğimiz şekilde müstehablığa yorumlandığı ortaya çıkıyor. İmam Nevevi de aynı şeyi söylemiştir.

Hz. Peygamber (a.s)'in; "koyundan bir kuzu (ceza1) sözü, bir yılını dol­durmuş anlamma gelir. Delillerden ve alimlerin cumhurundan nakledilen en meşhur görüş budur. Altı, yedi, sekiz ve on aylık kuzuya da ceza denilmiştir.

İki genç koyun arasında kendini belli ediyorsa altı aylığına, iki yaşlı koyun arasında kendini belli ediyorsa sekiz aylığına ceza denilmiştir. Bu hadis-i şerif keçinin ceza'ının kurban olamıyacağına delildir. Nevevi bunun üzerinde ittifak edildiğini söylemiştir.

 

4693-Buhari ve Müslim, Ukbe bin Âmir (r.a)'den rivayet ekmişlerdir:

"ResuluUah (a.s) ashabına taksim edilmek üzere bir miktar davar ver­mişti. Dağıtım yapılınca geriye bir atüd veya cedu (her ikisi de bir yaşını dol­durmuş oğlak) kaldı. Ukbe durumu ResuluUah (a.s)'a haber verince:

"Onu da sen kurban et," buyurdu." Bir rivayette [42] Ukbe şöyle demiştir:

"ResuluUah (a.s) ashabı arasında kurbanlıkları taksim etti. Ukbe'ye de bir ceza düştü.

Bunun üzerine Ukbe:

"Ya Resulullah (a.s), bana bir ceza isabet etti," dedi. O da:

"Sen de onu kes," buyurdu."

Hafız İbni Hacer, el-Feth'de şunları söylemiştir:

'Beyhaki, Yahya bin Ebi Kesir tarikiyle Leys'den naklettiği rivayette; "Bu oğlak konusunda senden sonra hiç kimseye izin verilmemiştir," sözünü ilave etmiştir.

Beyhaki; "Bu ilave mahfuz ise, Ebu Bürde'ye ruhsat verildiği gibi, bu Ükbe için de verilmiş bir ruhsattır." [43]

 

4694-Ebu Davud, Asım bin Küleyb (r.a)'den, o da babasından naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Biz Resulullah (a.s)'ın ashabından Beni Süleym'li Müşâci adında bir adamla beraberdik. Koyun azalmış, kıymeti artmıştı. Hemen bir münadiye emrederek şöyle ilan ettirdi:

"Resulullah (a.ş) : "Ceza1 (denecek seviyeye gelmiş kuzu), yaşım doldur­muş keçinin ifa edeceği borcu ifa eder."

Bir rivayette [44]; "Kuzu, iki yaşındaki keçinin gördüğü vazifeyi görür," buyurdu.

Nesai [45]'nin rivayetinde Asım şöyle dedi:

"Bir seferdeydik. Kurban bayramı geldi. Aramızda bazıları iki veya üç toklu vererek yaşını almış bir koyun alıyorlardı. O sırada Müzeyne kabile­sinden bir adam bize:

"Resulullah (a.s) ile birlikte seferde iken yine böyle bir bayram günü gel­mişti. Bir arkadaşımız iki veya üç toklu verip iki koyun almaya çalıştı. Bu­nun üzerine Resulullah : "Toklu, iki yaşındaki keçinin gördüğü vazifeyi görür," buyurdu," dedi." [46]

 

4695-Ahmed bin Hanbel, Ümmü Bilal (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Koyunun kuzusunu kurban ediniz. Zira bu caizdir." [47]

 

4696-Tirmizi, Ebu Kebbaş (r.a)'dan rivayet etmiştir;

"Ebu Kebbaş dedi ki:

"Medine'ye koyun ve toklularımızı getirdim ve elimde kaldı. Ebu Hu-reyre ile karşılaştığımda kendisine sordum. O da cevaben dedi ki:

"Resulullah (a.s)'tan şöyle buyururken işittim: "Koyunlardan toklu ne güzel kurbanlık hayvandır." Bunun üzerine insanlar tokluları kapış kapış ettiler."

Hanefilere göre altı aylığın üzerindeki tokluyu kurban etmek caiz olur. Fa kat, o iki yaşındaki koyunların arasına katıldığında onlardan ayırdedilemi-yorsa caiz olur. [48]

 

4697-Tirmizi, Ebu Ümame el-Bâhili (r.a)'den rivayet etmiştir:

"O, şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kurbanların en iyisi koç, kefenlerin en iyisi hülle (belden aşağı ve bel­den yukarı olmak üzere iki kısımdan ibaret elbise) dir." [49]

 

Kurbanlıklarda Caiz Olmayan Şeyler

 

4698-Ebu Davud, Ubeyd bin Finiz (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Berâ'ya kurbanlıklarda caiz olmayan şeylerden sorduk. O da şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) aramızda ayağa kalktı. Benim parmaklarım O'nun par­maklarından daha kısadır. Parmak uçlarım da O'nun parmak uçlarından kısadır. Resulullah (a.s) dört parmağı ile işaret ederek buyurdu ki:

"Dört şey vardır ki, kurbanlıklarda bulunması caiz olmaz: Körlüğü açıkça belli olan kör, hastalığı açıkça belli olan hasta, hayvanın (bacağında yürümesine mani olacak derecede) topallığı açık olan topal, iliği kurumuş zayıf hayvanın kurban edilmesi caiz değildir."

Ravi dedi ki:

Berâ'ya: "Yaşta eksiklik olmasını kesin görüyorum," dedi. O da: "Kerih görüyorsan, bırak onu ! Ama hiçbir kimseye de haram kılma," dedi."

Tirmizi [50]'nin rivayetinde Berâ şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Ne, topallığı belli olan hayvan, ne tek gözlülüğü belli olan hayvan, ne hastalığı belli olan hasta hayvan ve ne de ilikleri kurumuş cılız hayvan kur­ban edilir."

Muvatta [51]'da Ebu Davud ve Nesai'nin rivayetinin benzeri bir rivayet yer almaktadır. Ancak "bacağı kırık" kelimesi yerine "cılız hayvan" kelimesi rivayet edilmiştir. [52]

 

Bir Açıklama

 

İmam Nevevi şöyle demiştir:

"Hadisi mezkur olan dört kusurdan birinin hayvanda bulunması ha­linde, kurbanın caiz olmayacağında icma edilmiştir. Keza onlar ayarındaki veya onlardan daha kötü kusurlar da aynı hükme tabidir. Söz gelimi, iki gözün körlüğü, ayağından birinin kopuk olması gibi..."

Hadiste geçen; "Dört şey vardır ki..." sözü, körlüğün, topallığın ve has­talığın açıkça belli olması hayvanın kurban olmayacağına delildir. Ancak belirgin olmayıp azıcık bulunması halinde caiz olur. Kemik iliği kopmuş olan da aynı şekilde kurban olmasına engeldir.

Tirmizi ve Nesaî'nin rivayetinde "kırık" kelimesi yerine "zayıf kelimesi bulunmaktadır.

 

4699-Tirmizi, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'den rivayet etmiştir: "Hz. Ali (r.a) şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) bize (kurban olarak keseceğimiz hayvanın) göz ve ku­laklarına dikkat etmemizi, mukabele, müdabere ve şarka hayvanı kurban ; kesmememizi emretti."

Tirmizi bir rivayetinde şunu ilave etmiştir:                 

"Mukabele; kulağının ön tarafı kesik, müdabere; kulağının geri tarafı ke- i sik şarka; kulağı uzunlamasına yarık, harka; kulağı yuvarlak biçimde delik: olan hayvandır."                                                                                      

Ebu Davud  ile Nesai'nin rivayetinde Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir:   

"Resulullah (a.s), (kurban keseceğimiz hayvanın) göz ve kulaklarına dik-: kat etmemizi, kulağı Önden delinmişi veya arkadan düinmişi, yahut orta­dan yarılmışı ya da yuvarlak delinmişi kurban etmeyin," diye emretti."

Ebu Davud dedi ki:                                                                               

"Zübeyr-Muaviye'nin oğludur- Ebu İshak'a (Ravi) adbâ (kulağı delik; boynuzu kırık olan hayvan)'yı zikretti mi?" dedim. O da:                       

"Kulağı önden delik hayvandır," dedi. Ben:

"Müdabere nedir?" dedim.

"Kulağı arkadan delik hayvan," dedi. Ben:                                          

"Şarka nedir?" diye sordum. O da:

"Kulağı ortadan yarılmış hayvan," diye cevap verdi. Ben yine:

"Harka nedir?" dedim. O da:

"Kulağı yuvarlak biçimde delinmiş hayvandır," diye cevap verdi."

Nesâi [53], Tirmizi'nin birinci rivayetinnin aynısını ilavesiz bir biçimde nak-letmiştir.

Onların diğer bir rivayetinde [54] Hz. AH (r.a) şöyle dedi:

"Resulullah (a.s), kulağı delik, boynuzu kırık hayvanın kurban edilmesi­ni yasakladı."

İbnu'l-Müseyyeb'e: "el-E'dabu" nedir?" diye soruldu. O da: "Boynuzu­nun yarısı ve daha fazlası kırık olan hayvandır," diye cevap verdi." [55]

 

Bir Kurban Kaç Kişiye Yeter?

 

4700- İmam Malik, Muvatta'da,  İbni Ömer (r.a)'in âzadlısı Nâfi'den ri­vayet etmiştir:                                                                               

"Ibni Ömer (r.a) anne karnındaki çocuk için kurban kesmezdi." [56]

 

4701-İmam Malik, Muvatta'da, Ebu Eyyub el-Ensarî (r.a)'den rivayetetmiştir:

"Ebu Eyyub şöyle dedi:

"Bizden biri, kendisi ve aile halkı için tek bir koyun kurban eder, (etin­den hem yer, hem de başkalarına yedirirlerdi). Sonra insanlar övünmeye başladılar ve (kurbanlar) bir övünme vasıtası oldu." [57]

 

4702-Tabarâni, el-Kebir'de, Abdullah bin Hişam-ki o, Hz. Peygamber'i idrak etmiştir-dan rivayet etmiştir:

"Abdullah'ın annesi, onu Hz. Peygamber (a.s)'e getirmiş, Hz. Peygamber (a.s) de onun başını meshetmiş ve dua etmiş. Abdullah bin Hişam aile halkı için tek bir koyun kurban ederdi." [58]

 

4703-Tabarâni, el-Kebir'de, Huzeyfe bin Üseyd (r.a)'den şu şekilde ri­vayet etmiştir :

"Huzeyfe şöyle dedi:

"Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a)'i gördüm. İkisi de izlenilen yol olur endişesiyle (fazla) kurban kesmezlerdi. Ben sünneti öğrendikten sonra ailem beni (çok sayıda kurban kesmeye) zorladılar. Hatta ben hepsinin adına (bir kurban) kesiyorum." [59]                                          

 

Bir Açıklama                             

 

İbni Rüşd şöyle der:

"Bir kurbanın k;aç kişi için yeterli olacağı sayısı hakkında alimler ihtilaf etmişlerdir. "

İmam Malik: "Bir adam bir koçu veya bir sığırı ya da bir deveyi kendisi ve şer'an bakmakla yükümlü olduğu aile halkı için kurban olarak kesmesi caiz olur/' demiştir. Ona göre hedy kurbanları da böyledir.

Şafii, Ebu Hanife ve bir cemaat, bir adamın bir deveyi yedi kişi adına kes­mesine cevaz vermişlerdir. Sığırdan kurban da hedy olarak böyledir.

Alimler bir koçun ancak bir kişi için yeterli olacağı üzerinde icma etmişlerdir. Ancak İmam Malik'in rivayetine göre bir adamın ortaklık bakımından değil de kendisi ve ev halkı için tek başına satm aldığı bir koçu kesmesi yeterli olur."

Şevkâni, Neylü'l-Evtar'da şunları kaydeder:

"Bir koyunu kendisi ve ev halkı için kurban ederdi," sözü, bir koyunun ev halkı için yeterli olacağına delildir. Çünkü Sahabe-i Kiram Hz. Peygamber (a.s) zamanında böyle yapıyorlardı.

Bunun manası şu olur: Hz. Peygamber (a.s) buna muttali idi ve onlara karşı çıkmadı.

Yine şu hadis-i şerif de bu hususa delildir:

"Her yılda ev halkının tümüne bir kurban gerekir."

 

4704-Ahmed bin Hanbel, eş-Şa'bi (r.a)'den rivayet etmiştir: "Şa'bi dedi ki: "İbni Ömer (r.a)'e "Deve ve sığır yedi kişi için yeterli olur mu?" diye sordum. O da:

"Ey Şa'bi, deve yedi kişi içindir," dedi. Ben:

"Hz. Muhammed (a.s)'m ashabı, Resulullah (a.s)'ın bir devenin de yedi kişi ve bir sığırın da yedi kişi için yeterli olacağını iddia ediyorlar," dedim. İbni Ömer (r.a) de bir adama:

"Böyle mi, ey falan?" diye sordu. O adam da; "Evet," deyince, İbni Ömer:' "Ben bunu duymadım," dedi." [60]

 

4705-Tirmizi, İbni Abbas (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Bir yolculukta Resulullah (a.s) ile beraberdik. Derken kurban bayramı girdi ve biz, sığırda yedi kişi, devede on kişi ortak olduk." [61]            

 

Bir Açıklama

 

Alimler, bir kurbanlıkta yediden fazla kişinin ortak olmalarının caiz olma­yacağı üzerinde icma etmişlerdir. Her ne kadar İbni Abbas (r.a) ve başkaları tarafından ve Râfi1 bin Hadic hadisinde; "Kurbanlık deve on kişi içindir," şeklinde rivayet edilmişse de bu caiz değildir.

Tahavi: "Alimlerin bir kurbanda yediden fazla kişinin ortaklıklarının caiz olmadığı üzerindeki icmalan bu konudaki eserlerin sahih olmadığına delildir" demiştir.

İmam Malik, bir adamın kendi ev halkını kendi kurbanına ve Kabe'ye sev-kettiği kurbana ortak etmesinin caiz olacağı kanaatindedir.

Bu konuda Ebu Hanife ve Sevri, caiz olmaması yönünde değil de, kerahet yönü itibariyle ona muhalefet etmişlerdir. [62]

 

4706-Ebu Ya'Ia, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s)'a çift boynuzlu, alaca vurulmuş, iri cüsseli iki koç geti­rildi. Onlardan birini yanının üzerine yere yatırdı ve: "Bismillahi Vallahü Ekber," deyip Allah'ın birliğine ve kendi peygamberliği için şehadet edenler adına kesti." [63]

 

4707-Tabarani, el-Evsat ile el-Kebir'de, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) biri kendi ve ev halkı için, diğeri de ümmetinden kur­ban kesmemiş olanlar için boynuzlu ve alaca iki koç kurban etti." [64]

 

4708-Bezzar, Resulullah (a.s)'ın azadlısı Ebu Râfi (r.a)'den şu şekilderivayet etmiştir:

"Ebu Rafı şöyle dedi:                                       

"Resulullah (a.s) kurban keseceği vakit; şişman, boynuzlu ve alaca iki koç satın aldı. Namazı kılıp hutbeyi okuyunca kendisi namaz kılınan yerde iken onlardan biri getirildi ve hemen kesti. Sonra: "Allah'ım, bu, ümmetimden Allah'ın birliği ve benim peygamberliğim için şehadet geti­renlerin tümü içindir," dedi.

Sonra diğeri getirildi. Ve onu da kesip sonra:

"Allah'ım, bu da Muhammed ve Muhammed'in ev halkı içindir," diye­rek her ikisinden de tüm yoksullara yedirdi. Hem kendi, hem de ev halkı yedi."

Ebu Rafi dedi ki:

"Biz yıllar geçirdik. Haşimoğullarmdan hiç biri kurban kesmezdi. Yüce Allah, kendi Resulü sebebiyle bizim bir suçumuz olmadığı halde üzerimize yüklenen borcu ve açlığımızı giderdi." [65]

 

Bir Açıklama 

 

Şevkanî, Neylü'l-Evtar'da şöyle der:    

"Bazı ilim adamlarına göre amel bu hadise göredir. Ahmed ve Ishak'ın da görüşü budur. İkisi de şu hadis ile ihticac etmişlerdir:

"Hz. Peygamber (a.s) bir koç kurban etti de: "Bu, ümmetimden kurban kesmemiş olanlar içindir," buyurdu.

Bazı ilim adamları, bir koyunun ancak bir kişi için yeterli olacağını söylemişlerdir. İlim ehlinden bazıları ile Abdullah bin Mübarek'in de görüşü budur." [66]

 

Kurban Etinden Yemek Caizdir

 

4709-Ahmed bin Hanbel, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Biriniz kurban kestiği zaman kurbanından yesin." [67]

 

4710-Buhari, Abis bin Rabia (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Abis bin Rabia şöyle dedi:

"Hz, Âişe (r.a)'ye: "Resulullah (a.s) kurbanların etlerinden üç güden faz­la yenilmesini yasakladı mı?" diye sordum. Hz. Âişe (r.a) de:

"Evet, fakat bunu insanların (kıtlık çekip) acıktığı yılda yaptı. Böylece zenginlerin fakirleri doyurmasını arzu etmişti. Biz koyunun parçasını kaldırıp onbeş gece sonra yiyorduk," dedi. Ben:

"Sizi buna mecbur eden şey ne idi?" deyince, güldü ve:

"Resulullah (a.s) Allah'a kavuşuncaya kadar katıkla ekmek yememiştir," dedi."

Tirmizi [68]'nin rivayetinde Abis bin Rabia şöyle dedi: "Mü'minlerin annesi  Hz. Âişe (r.a)'ye :

"Resulullah (a.s) kurban etlerinden (üç günden fazla yemeyi) men eder miydi?" diye sordum. Hz. Âişe (r.a);

"Hayır! Fakat ahalisinden kurban kesen azdı ve bu yüzden kurban kes-meyenleri yedirmek istemişti. Nitekim biz, hayvanın paçalarını kaldırır ve on gün sonra yerdik," dedi."

Nesai [69] birinci hadisi rivayet etmiştir.

Nesâi [70]'nin diğer bir rivayetinde Abis bin Rabi'a şöyle dedi: "Hz. Âişe (r.a)'ye kurban etlerinden sordum. O da:                   

"Biz, paçaları Resulullah (a.s) için bir ay sakladık da, Resulullah (a.s) sonra onu yedi," diye cevap verdi."                              

Buhari [71]'nin Amrete bin Abdurrahman (r.a)'dan rivayetinde Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir:

"Biz, Medine'de kurban etini tuzlar, Hz. Peygamber (a.s)'e sunardık. Hz. Peygamber (a.s):

"Üç günün dışında (kurban etlerini) yemeyiniz. Ve o azimet değildir," dedi. Fakat bize yedirmek istedi, en iyisini Allah bilir."

Müslim [72]'in Abdullah bin Vakıd (r.a)'dan rivayetinde, Abdullah şöyle demiştir:

"Resulullah (a.s) üç günden sonra kurban etlerinden yemeyi yasakladı. Abdullah bin Ebu Bekir bin Muhammed bin Amr bin Hazm dedi ki:

"Ben bunu Amra'ya arzettim. O da: "Doğru söylemiş! Ben, Hz. Aişe (r.a)'yi şunu söylerken işittim:

"Resulullah (a.s) zamanında bayram günü çöl ahalisinden bir çok evler halkı kurban bayramına yakın Medine'ye doğru yavaş yavaş yürüyüp gel­diler. Fakir çöl halkının geldiğini görünce Resulullah (a.s) sahabilerine:

"Kurbanlarınızın etlerini üç gün tutabilirsiniz," buyurdu."

Müslim [73]'in aynı rivayetinin devamında ravi sözüne devamla şöyle demiştir:

"Bu yılı takip eden yıl olunca sahabiler:

"Ya Resulullah (a.s), bir takım insanlar kurbanlarından kaplar dolusu er­zak ediniyorlar, kurban etlerinden yağ eritip biriktiriyorlar," dediler. Resu­lullah (a.s) :

"Peki bunu bana niçin söylüyorsunuz?" buyurdu. Sahabiler;

"Geçen sene kurban etlerinin üç günden sonra yenilmesini nehyet-miştir.  (de ondan soruyoruz)" dediler.

Bunun üzerine Resulullah (a .s) şöyle buyurdu:

"Ben o zaman ancak kitleler halinde yavaş yavaş akm edip gelen fakir çöl halkından dolayı sizleri bundan nehyetmiştim. Artık şimdi kurban etle­rini yiyiniz, biriktiriniz ve tasadduk ediniz."

Şevkini, Neylü'l-Evtar'da şunlar söylüyor:

"Ahmed ve Ebu Davud'da Nübeyşe el-Hüzeli'den rivayet edilen hadiste şu ilave vardır:

"Artık yiyin, biriktirin, sevap ve ecrini isteyin." [74]

 

4711-Buhari ile Müslim, Seleme bin el-Ekva (r.a)'dan şu şekilde ri­vayet etmişlerdir:

"Seleme şöyle dedi: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Sizden her kim kurban keserse, bayramın üçüncü gecesinden sonra evinde kurban etinden bir şey bulunduğu halde sabahlamasın."

Ertesi seneye girdiğimiz zaman sahabiler:

"Ya Resulullah (a.s), kurban etlerini geçen sene yaptığımız gibi mi yapa­cağız?" diye sordular.

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu :

"Hayır! Bu yıl yiyin, yedirin, biriktirin. O öyle bir seneydi ki, insanlar onda sıkındı içindeydi. Bu sebeple kurban etlerinin halk arasında dağılma­sını arzu ettim." [75]

 

4712-Buhari, Ebu Sâid el-Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ebu Said seferde idi. Dönüp gelince kendisine: "Bu, kurbanlarımızın et­leridir," denilerek önüne (yemeği) konuldu. O da: "Kaldırın, ben onu tada-mam," dedi."                                                             

Ebu Said dedi ki:                                                    

"Sonra kalkıp dışarı çıktım. Doğruca kardeşim Katâde bin Nu'man'a gel­dim. -Anadan bir kardeşiydi ve Bedir Savaşi'na katılmıştı-Durumu ona an­lattım. O da: "Bu, sen (sefere çıktıktan) sonra verilmiş bir emirdir," dedi."

Bir rivayette [76] de Ebu Katade şöyle demiştir:

"Üç günden sonra kurban etlerini yemekten men edilmeleri yasağını or­tadan kaldırarak, senden sonra yeni bir emir verildi."

Muvatta [77]'mn rivayeti de şöyledir:

"Ebu Said dışarı çıkarak bu (kurban etlerinin yenilip yenilmiyeceği) hu­susu sordu. Kendisine Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğu haber verildi:

"Ben sizi üç günden sonra kurban etlerinden men etmiştim. Şimdi ise yiyin, tasadduk edin ve biriktirin. Ben sizi hurma şirasından da men etmiştim. Şimdi ise her sarhoşluk veren şey haramdır. Ben sizi kabir ziyare­tinden de men etmiştim. Şimdi onları ziyaret edin. Ama kötü söz söyle­meyin yani çirkin söz söylemeyin."

Nesâi [78]'nin rivayeti de Buhari'nin rivayetinin benzeridir.

Nesai [79]'ye ait diğer bir rivayet de şöyledir:

"Ebu Said el-Hudri şöyle dedi:                                   

"Resulullah (a.s) üç günden fazla kurban etlerinin yenilmesini yasak­lamıştı. Ebu Said'in Bedir savaşma katılmış anadan bir kardeşi olan Ebu Ka-tade seferden dönmüştü, kendisine (yemesi için) kurban eti sunulunca, Katâde: "Resulullah (a.s) (kurban etlerini üç günden fazla yenilmesini) yasak etmemiş miydi?" dedi. Ebu Said:

"Bu, verilmiş yeni bir emirdir. Çünkü Resulullah (a.s) onları üç günden fazla yememizi yasaklamıştı. Ama sonra bize yememiz ve biriktirmemiz için izin verdi," dedi." [80]

 

4713-Ahmed bin Hanbel, Ebu Saîd el-Hudri (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:

"Ebu Said şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) bizi kurbanlarımızın etlerinden üç günden fazla yeme­mizi yasaklamıştı. Ben bir sefere çıktım. Sonra ailemin yanına döndüm. Bu, kurban bayanmmdan sonraki günlerde idi. Hanımım bana içine kadid (biraz kaynatıldıktan sonra Güneş'te kurutulmuş et) koyduğu haşlama getirdi. Ben ona:

"Bu kadid sana nereden geldi?" dedim. O da: "Kurbanlarımızdan," dedi. Ben ona:

"Resulullah (a.s) bize kurban etlerini üç günden fazlası yememizi neh-yetmedi mi?" dedim. Hanımım:

"Resulullah (a.s) bundan sonra insanların yemeleri için izin verdi/' dedi." [81]

 

4714-MüsIim, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir: "Ebu Saîd şöyle dedi: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Kurban etlerini üç günden fazla yemeyin."

Bunun üzerine ashap çoluk-çocuk, uşak ve hizmetçileri bulunduğundan şikayet ettiler.

O da şöyle buyurdu:

"Yiyin, yedirin, saklayın, yahut biriktirin. [82]

 

4715- Tirmizi, Büreyde (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)  şöyle buyurdu:

"Güçlü olan güçlü olmayana yetişsin diye üç günün üstünde kurban et­lerinden sizi men etmiştim. Artık dilediğiniz kadar yiyin, yedirin ve biriktirin. [83]

 

Dersler Ve Öğütler

 

1.  Bir fakir kurban niyetiyle bir koyun satın alsa, bu vacibe dönüşür. Çünkü kendisine gerekmediği halde kişinin kurbanlık satın alması, kendi ken­dine vacip kılması demek olur. Bu duruma göre örfen bu, kurban adamak olur.

2.  Kurbanlık hayvan yavrularsa, annesiyle birlikte yavrusu da kesilir. Eğer onu satarsa parasını tasadduk eder. Çünkü anne, kurban için tahsis edilmiştir.

3.  Cumhura göre sığır ve deve olduğu takdirde kurbanlıkta ortalık caizdir. Ortaklardan her biri yedide bir hisse olmak kaydıyla bir sığır veya devede yedi kişinin ortak olması sahihtir.  Yedi kişiden fazla pay sahipliği sahih ol­maz.

4.  Kurban kesmekle mükellef olanın bunu yerine getirebilmesinin caiz ol­ması için ayrıca kurban kesmek niyeti de şarttır. Bu niyet olmaksızın kurban yerine geçmez. Çünkü et maksadı ile de, Allah'a yaklaşmak maksadı ile de hayvan kesilebilir. Fiilin niyet olmadan Allah'a yakınlaştırıcı olması ise mümkün değildir.

5. Hanefiler birden fazla kişinin ortak olmasının sahih olduğu kur­banlıklarda doğrudan doğruya Allah'a yakınlaşmayı istemeyip sadece et mak­sadı ile kesen kimsenin ortak olmamasını şart koşmuşlardır. Bir deve veya bir sığırda hepsi Allah'a yakınlığı isteyerek yedi kişi ortak olsa, aralarından birisi et maksadıyla iştirak etse hiç birisinin kurbanı sahih olmaz. Çünkü Allah'a yakınlaşmak kanın akıtılması ile gerçekleşir, bu ise parçalanma kabul etmez. Zira bu tek bir fiil veya bir kesme işlemidir.

6. Alimler kurban kesmenin efdal vaktinin kurban bayramının birinci günün zevalinden önce olduğu üzerinde ititfak etmişlerdir. Çünkü bu vakitte kesmek sünnettir.

7.  Hanefiler'e   göre   kurbanlık koyun kaybolsa veya çalınsa, başka bir koyun satın alınır. Sonra sahibi onu bulsa efdal olanı ikisini kesmesidir. Şayet birinciyi keserse caiz olur. İkincisi de böyledir, isterse kıymeti birinci gibi ol­sun veya daha fazla ols m farketmez.

8.  Halk, bayram gününün tayininde hata etse de namazı kılıp kurbanları kesseler, sonra da arefe günü olduğu ortaya çıksa, Hanefilere göre namaz da kurban da yeterli olur. Çünkü bu tür hatalardan korunmak mümkün değildir. Müslümanların tümünü korumak maksadıyla bu hüküm verilmiştir.

9.  Şayet kurban,  sahibinin vacip kılması ile vacip olursa ve kendisinin ku­suru olmaksızın kaybolur veya çalınacak olursa, Hanbeliler'e göre tazmini ge­rekmez. Çünkü bu hayvan onun elinde bir emanettir, geri dönecek olursa onukeser. Geri dönüş ister kurban kesme vaktinde olsun, isterse sonrasında ol-1 sun bir şey değişmez.

10.  Kişi, sağlıklı ve her türlü kusurdan uzak bir kurbanı kesmeyi vacip; kılsa, ondan sonra da kurban edilmesini engelleyecek bir husus meydana ge-j lirse, Hanefiler'in dışındaki mezheplere göre onu keser ve bu onun için yeterlidir.                                                                        

11.  Kişi bir kurbanlığı tayin ederse bir başkası ondan izin almaksızın ayni:; maksatla kesecek olursa sahibi namına yeterli olur, tazminat ödemesi de ge-> rekmez.                                                                         

12.  Kurbanın derisinin, yağının, etinin, ayaklarının, başının, yüzünün, tif-' tiğinin,   tüyünün, kesildikten sonra sağılan sütünün satılması haramdır.   Buj ister vacip kurban, ister nafile kurban olsun farketmez.                               

13.  Fakirliği   dolayısıyla    veya hediye olmak üzere kasaba  kurbandan; herhangi bir şey verilmesinde bir sakınca olursa bunun bir mahzuru yoktur. Çünkü o da başkası gibi ondan almak hakkına sahiptir; hatta Öncelikle buna layıktır. Çünkü o, bu kurbanı kesmiştir ve canı onu çekmiş de olabilir. [84]

 

AKİKA KURBANI

 

Akika: Doğan çocuk için yedinci günü kesilen hayvanın adıdır. Bunun lügat manası, doğan çocuk üzerindeki saçtır. Daha sonra Araplar bir fiile, se­bebinin veya ona yakın olan başka şeyin ismini vermek şeklindeki adetleri üzere, yeni doğan çocuğun saçlarını traş ederken kestikleri hayvanın adını akika koymuşlardır.

Akika, çocuğun doğumunun yedinci günü kesilir. Doğduğu gün, bu yedi gün arasında sayılır. Geceleyin doğmuşsa ertesi günden itibaren hesap edilir. Yedinci günden önce ve sonradan kesecek olursa bu da yeterlidir. Doğan çocuğun başına akikanın kanından sürmek, cahiliye döneminde akikanın kanından çocuğun alnına sürmek şeklindeki uygulamaya muhalefet olsun diye mekruh kabul edilmiştir.

Cumhur'a göre akikanın babanın malından kesilmesi sünnettir. Hanefiler, bunun müstehap olduğunu söylemişlerdir Ebu Hanife'den nakledildiğine göre o isminden dolayı kerahete hamledilmiştir. Çünkü akika ile ukuk (ana-babaya asi olmak) kelimesi aynı kökten türedikleri için mekruh sayılmıştır.

Akika diğer kurbanlık hayvanlarda olduğu gibi, deve, sığır ve koyun'dan kesilir.

Akikamn etinden yenilir, tasadduk edilir fakat hiçbir şeyi satılamaz. [85]

 

Akikanın Müstehaplığı

 

4716-Ebu Davud, Semüre bin Cündeb (r.a)'den şu şekilde rivayet et­miştir: 

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Her (doğan) erkek çocuk akikası karşılığında rehinedir. Yedinci günde çocuk için kurban kesilir, başı traş edilir ve ismi konulur."

Hemman kendi rivayetinde; "İsmi konulur," yerine, "kan akıtılır," sözünü zikretmiştir.

Katâde'ye kanla ilgili olarak nasıl yapılacağı sorulduğunda şöyle demiştir:

"Akika kurbanını kestiğinde, onun yününden bir parça alır, o parça ile hayvanın boyun damarlarına tutarsın. Sonra kanlı yün parçası bebeğin bıngıldağı üzerine konulur ve böylece başı üzerinde ip gibi kan akar. Sonra da başı yıkanır ve traş edilir."

Ebu Davud: "Bu söz, Hemman'ın bir vehmidir. "Ve güdemmâ (ve kan akıtılır.)" ifadesi "ve yüsemmâ (ve ad konulur)," şeklinde olacaktır," demiştir.

"Ve yüsemma," şekli daha sahihtir.

Selam bin Ebu Muti, Katâde'den rivayetinde; "Ve yüsemmâ" şeklinde söylemiştir.

İyas bin Züğfüİ Hasanü'l-Basri'den; "ve yüsemmâ" şeklinde söylediğini rivayet etmiştir.

Bu hadisi Eş'as, Hasan'dan, o da Hz. Peygamber (a.s) den; "Ve yüsem­mâ (ve ad konulur)," buyurduğunu rivayet etmiştir.

Tirmizi [86]'nin rivayetinde Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur :

"Oğlan, doğumu için kesilecek kurbana bağlıdır. Bu kurban, yedinci günü kesilir, çocuğa isim verilir ve başı traş edilir." [87]

 

Bir Açıklama

 

Şevkanî, Neylü'l-Evtar'da şunları kaydediyor:

"Her (doğan) erkek çocuk akikası karşılığında rehindir," hadisi ile ilgili :f olarak Hattabi şöyle demiştir:

"İnsanlar bu hadisin manasında ihtilafa düşmüşlerdir. Ahmed bin Han- ( bel, akika kurbanı kesilmemiş çocuğun ölmesi durumunda anne-babasma?'| şefaat edemiyeceği anlamına geldiği görüşündedir."

Akika kurbanının mutlaka kesilmesi gerekli bir şey olduğu söylenmiş ve bu sebeple Hz. Peygamber (a.s) yeni doğmuş çocuğa akika kurbanının gerekli, oluşunu, rehin verilmiş kişinin elinde bulunan emanetin rehin veren için ne kadar gerekli olduğunu söylenmiştir, ki, manası şudur: Çocuğa, kurbanı kesildikten sonra ancak isim konulur ve saçı traş edilir.

el-Meşarık ve en-Nihaye sahibi de böyle açıklamıştır."

 

4717-Tabarâni, el-Evsat ve  el-Kebir'de  İbni Ömer (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:

'İbni Ömer (r.a) Hz. Peygamber (a.s)'den şöyle buyurduğunu naklet-miştir :

"Oğlan çocuğu yedinci gününe gelince onun adına bir kan akıtınız, org dan ezayı gideriniz ve ona ad veriniz." [88]

 

Bir Açıklama

 

Şevkani, en-Neyl'de şunları söyler:

"Zahiriler ve Hasamı'1-Basrî gibi akika kurbanının vacip olduğuna kail olanlar; "...Onun adına bir kan akıtınız," hadisine ve diğer hadislere tutun­muşlardır.

Cumhuru ulema onun sünnet olduğu kanaatindedirler.

Ebu Hanife, akikamn farz ve sünnet olmadığı görüşündedir. Ebu Hanife'ye göre akikanın nafile olarak kesilebileceği rivayet edilmiştir.

"Ondan (çocuktan) ezayı gideriniz," sözünden maksad şudur: Daha son­raki hadiste geleceği gibi çocuğun başındaki saçı traş ediniz."

 

4718-Tabarâni, el-Kebir ve el-Evsat'ta, Yezid bin Abdullah el-Müzeni (r.a)'den, o da babasından rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Devede fera (devenin doğurduğu ilk yavruyu kurban etme) vardır. Oğlan çocuğu için akika kurbanı kesilir. Ama basma kan sürülmez." [89]

 

4719-Ebu Davud, Büreyde (r.a)'den rivayet etmiştir: "Büreyde şöyle demiştir:

"Cahiliye devrinde iken birimizin erkek çocuğu dünyaya geldiğinde biri koyun seser, bebeğin başına koyunun kanını bulaştırırdı. İslam gelince, ye­dinci gün bir koyun kesip bebeğin başını traş ederek başına safran sürer ol­duk." [90]

 

Bir Açıklama

 

Şevkani, Neylü'I-Evtar'da şöyle diyor:

"Hadis-i şerifte geçen/'İslam gelince" sözü, bebeğin başına koyunun kanını bulaştırmanın cahiliyet ameli olduğuna ve daha önce de geçtiği gibibu muamelenin neshedildiğine (yürürlükten kaldırıldığına) delildir.

Neshe delâleti bakımından İbni Hibban ve İbni   Selen tarafından tahricedilen Hz. Âişe (r.a) hadisi, bu hadisten daha sarihtir. İbni  Hibban ile İbni iSelen'in sahih olduğunu söyledikleri Hz. Âişe (r.a) hadisi şudur:

"Hz. Peygamber (a.s) sahabe'i kirama kan yerine safran kullanmalarınıemretti."                                                                                           

Hadisteki; "bebeğin başına safran sürerdik" sözü, Hz. Âişe (r.a) hadisinde!geçtiği gibi bebeğin başına safran ve benzeri şeyleri sürmenin müsteharjoluşuna delildir."  [91]                                                                  

 

Akika Kurbanının Miktarı

 

4720-Tirmizi, Hz. Âişe (r.a)'den rivayet etmiştir:                             

"Resulullah   (a.s)   oğlan   için   birbirine denk iki koyun ve kız için birkoyun kesmelerini emretti." [92]                                                

 

4721-Ahmed bin Hanbel, Esma bintü Yezid (r.a)'den naklen Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Akika hakdır: Oğlan çocuğu için birbirine denk iki koyun, kız çocuğu için bir koyundur." [93]

 

4722-Ebu Davud, Ümmü Kürz (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ümmü Kürz dedi ki:

"Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu işittim:

"Erkek çocuk için (yaşça ve kıymetçe) birbirine denk iki koyun, kız çocuk için bir koyun."

Ebu Davud [94]'un diğer rivayetinde Ümmü Kürz şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber (a.s)'ın şöyle buyurduğunu işittim:

"Kuşları yumurtaları üzerinde bırakın."

Ayrıca Ümmü Kürz şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu işittim:

"Erkek çocuk için iki koyun, kız çocuk için bir koyun (kurban ediniz). Koyunların erkek yahut dişi olmalarının size bir zararı olmaz."

Ebu Davud [95]'un bir başka rivayetinde Ümmü Kürz şöyle demiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Erkek çocuk için birbirine denk iki koyun, kız için bir koyun (kesiniz). " Nesâi [96]'ye ait bir rivayette Ümmü Kürz şöyle demiştir:

"Hudeybiye'de hedy kurbanının etlerinden sormak için Resulullah (a.s)'a geldim. Ö'nu şöyle buyururken işittim:

"Erkek çocuk için iki koyun, kız çocuk için bir koyun. Koyunların erkek

veya dişi olmalarının sizin için zararı yoktur."

Tirmizi [97]'nin rivayetinde Ümmü Kürz şöyle demiştir:

"Resulullah (a.s)'a akika kurbanından sordum. O da şöyle buyurdu:

"Oğlan çocuğu için iki koyun ve kız çocuğu için bir koyun. Koyunların

erkek veya dişi olmalarının sizin için zararı yoktur." [98]

 

4723-Ebu Davud, Abdullah bin Abbas (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) Hasan ve Hüseyin (r.a) için akika kurbanı olarak birer birer koç kesti."

Nesai'nin rivayetinde,"İkişer ikişer koç kesti," şeklindedir.[99]

 

Dersler Ve Öğütler

 

Şevkâni, Neylü'l-Evtar'da şunları kaydediyor:

"Hz. Peygamber (a.s) Hasan ve Hüseyin (r.a) için akika kurbanı kesti." sözü, çocuğun babası var olmakla ve kurban kesmekten kaçınmakla birlikte babasından başkasının akika kurbanı kesebileceğine delildir.

Aynı zamanda bu söz, Hanbeliler'in babanın ölmesi veya imtina etmesi halinde başkasının çocuk için akika kurbanı kesemiyeceği konusundaki görüşlerini reddetmektedir:

İmam Şafii'den; "bakmakla yükümlü olan kişiye akikayı kesmek gere­kir," diye rivayet edilmiştir:

Beyhaki'nin Enes'ten tahric ettiği; "Hz. Peygamber (a.s) bi'setten sonra kendisi için akika kurbanı kesti," şeklindeki hadisi şayet sahih ise, insanın kendi adına akika kesmesi caiz olur. Fakat Beyhâkî, onun münker oldu­ğunu, senedinde Abdullah bin Muharrer'in bulunduğunu Hafız'm da dedi­ği gibi onun pek zayıf olduğunu söylemiştir.

Abdurrezzak, bu hadisten dolayı Abdullah bin Muharrer hakkında epeyce konuşulduğunu söylemiştir.

Beyhaki, bu hadisin başka bir vecihten Katade'den, onun da Enes'ten ri-aklen rivayet edildiğini, fakat senedinde bir şey bulunmadığını söylemiştir.

Yine Ebu Şeybe onu diğer bir vecihten Enes'ten tahric etmiştir. Ayrıca İbni Eymen onu Musannef'inde tahric etmiş, Hallal da kitabında Abdullah bin el-Müsenna tankından, Sümame bin Abdullah'tan, o da Enes'ten, o da babasından rivayet etmiştir.

İmam Nevevi, Şerhu'l-Mühezze'de: "Bu hadis batıldır," demiştir.

Tabarani ve Ziya senedinde zayıflık bulunan bir tanktan tahric etmiştir. Akikanın büyükler için de kesilebileceğini söyleyenler, bu Enes hadisi ile ih-ticac etimişlerdir.

Yine onu İbni Rüşd,  bazı ilim adamlanndan nakletmiş tir."

Yine Şevkâni şöyle demiştir:

"Akika'da erkek için iki koyun kesmek meşrudur.

Şafii, Ahmed, Ebu Sevr, Davud ve İmam Yahya'nın görüşü budur.

İbni Hacer, el-Feth'de cumhurun da görüşünün bu olduğunu nakletmiştir.

İmam Malik, "Akika'da erkek ve kadın için bir koyun kesilir," demiştir. el-Bahr sahibi; "Mezheb'in görüşü budur," demiştir.

"Biz bir koyun keserdik..." lafzi ile rivayet edilen Büreyde hadisi ve; "Hz. Peygamber (a.s) Hasan ve Hüseyin (r.a) için birer koçu akika olarak kesti," şeklinde rivayet edilen İbni Abbas (r.a) hadisi bu görüşe delil olarak getiril­miştir. Buna şöyle cevap verilir: Akika olarak iki koyun kesildiğini beyan eden hadisler, fazlalığı kapsar. O da bu itibarla kabule daha layıktır.

İbni Abbas (r.a) hadisine gelince, yine ileride İbni Abbas (r.a)'m hadi­sinde; Hz. Peygamber (a.s)'in her biri için akika kurbanı olarak iki koç kestiği gelecektir.

Yine söz, fiilden tercihe daha layıktır.

Resulullah (a.s)'m bir koyun olarak kısaltması, iki koyunun yalnızca müstehap olduğuna delildir.

Bir koyun kesmek caizdir, ama müstehap değildir, denilmiştir. Hz. Peygamber (a.s)'e; "bir koyun daha kolay gelmiş," denilmiştir.

Kız çocuğu için kesilen akikaya gelince el-Bahr'da da geçtiği gibi kız için bir koyun kurban etmek icmâen meşrudur.

Hadiste geçen; "Koyunların erkek veya dişi olmalarının sizin için zararı yoktur" sözünü, koyunun erkek veya dişisi arasında bir fark bulunmadığına delildir."

 

4724-Tabarani, el-Evsat'da, Enes (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Enes şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) akika olarak iki koç kesti." [100]

 

4725-Nesaî, Büreyde (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) Hasan ve Hüseyin  (ra.) için akika kurbanı kesti." [101]

 

4726-Tirmizi, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) Hasan (in doğumu) için bir koyun kurban etti ve ; "Ey Fatıma, Hasan'm saçım traş et ve ağırlığınca gümüş tasadduk eyle," buyur­du.

Bunun üzerine Hz. Fatıma, (kesilen) saçı tarttı. Saçın ağırlığı bir dirhem veya bir dirhemden biraz eksikti." [102]

 

4727-İmam Malik, Muvatta'da, Ca'fer bin Muhammed (r.a)'den, o da babasından rivayet etmiştir:

"Hz. Fatıma (r.a); Hz. Hüseyin, (r.a), Hz. Zeyneb (r.a) ve Ümmü Gülsüm (r.a)'ün saçlarım tartmış ve onların ağırlığınca gümüş tasadduk etmişti."

Bir rivayette [103] ise şöyledir:

"Fatıma; Hasan ve Hüseyin'in saçını tarttı da onun ağırlığınca gümüş ta­sadduk etti," [104]

 

4728-Ahmed bin Hanbel, Resulullah (a.s)'ın azadlısı Ebu Ra'fı (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Hasan bin Ali dünya'ya gelince, Hz. Fatıma onun için akika olarak iki koç kurban etmek istedi.

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Onun için akika kurbanı kesme. Fakat başını traş et ve saçının ağır­lığınca Allah yolunda gümüş tasadduk et."

Ondan sonra Hz. Fatıma (r.a) Hz. Hüseyin'i dünya'ya getirdi de onun aynısını Hüseyin için yaptı."                                                                      

Ebu Râfı'den gelen bir rivayette şöyle demiştir:                        

"Hz. Fatıma (r.a);   Hz. Hasan (r.a)'ı dünya'ya getirdiğinde; "Oğlum i bir akika kanı akıtmıyayım mı?" dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Hayır, kesme! Fakat başını traş et, sonra saçının ağırlığınca yoksullafa ve 'evfaz'a gümüş tasadduk eyle."                                                           

Evfaz; Resulullah (a.s)'ın ashabından Suffe'de yahut Mescid'de ikamfet eden muhtaç insanlardı." [105]                                                                     

 

Bir Açıklama

 

Şevkanî, Neylu'l-Evtar'da şunları söyler:

"Akika ile ilgili konularda ihtilaf olmuştur. Bu ihtilafın sebepleri şunlardır:

Birincisi: Koyunun dışında akika kurbanı caiz mi değil mi? Caiz olmaz denilmiştir. Bunu, İbni Münzir, Hafsa binti Abdirrahman bin Ebi Bekir (r.a) den nakletmiştir. el-Buşenci: "Bu konuda Şafii'ye ait bir metin yoktur. Bana göre hadis-i şeriflerde başkası değil de koyun zikredilmiştir.                 

Ama hadislerde yalnızca koyunun zikredilişi, ondan başkasının caiz ol­madığı anlamına gelmez. Caiz olurluğu konusunda İmam Mâlik'in görüşü ihtilaflıdır. Ama İmam Malik'e göre daha Önce de geçtiği gibi alaka ve efdal olanı, kurbanda olduğu gibi koçtur.

Cumhura göre sığır ve koyun da caizdir. Delili, Tabarani ve Ebu Şeyh'in merfu olarak aşağıdaki lafızla rivayet ettikleri şu Enes hadisidir:

"Onun için deveden, sığırdan ve koyundan akika kurban edilir."

İmam Ahmed'in bir deveyi veya bir sığın tamamıyla akika kurbanı olarak şart koştuğu da rivayet edilmiştir.

Râfi'i : "Kurbanda olduğu gibi devede ve sığırda yedi ortaklık caiz olur," diye zikretmiştir.

On ortaklığı caiz görenler, burada da cevaz vermişlerdir.

İkincisi: Kurbanda şart koşulanlar, akikada da şart mıdır? Bu hususta Şafiiler'in iki görüşü vardır. İki adet koyunun tahsisi şart koşulmamasına delil getirilmiştir. Doğrusu da budur. Fakat bu tahsis için değil, aksine, kur­banlıktaki mezkur kayıplara ve o şartlara dair burada delil bulun-mayışmdandir. Şer'i hükümler ise delilsiz sabit olmazlar."

 

4729-Nesai,  Amr bin Şuayb (r.a)'dan, o da babasından, babası da Amr'm dedesinden naklen rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s)'a akika'dan soruldu. O da şöyle buyurdu: "Allah ukûku (ana-babaya itaatsizliği) sevmez." Herhalde Resulullah bu isimden hoşlanmadı.

Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Çocuğu doğan kişi, onun için kurban kesmek istiyorsa, erkek çocuk için iki koyun, kız çocuk için bir koyun kurban etsin."

Ebu Hanife'nin sözü, bu ve benzeri naslara göre dönüp dolaşmıştır. Ama onun sözü hatalı bir şekilde anlaşılmıştır. [106]

 

 

FERA' VE ATİRA KURBANI

 

Giriş

 

Atira: Bir cahiliye dönemi kurbanıdır. Araplar Allah Teâla'ya yakın olmak için Recep ayında atira keserlerdi. Alimler atira hakkında ihtilaf halindedirler. Bazıları onun vacip, bazıları mendup, bazıları da mensuh olduğunu söylemiş­lerdir. Amel, bu son duruma göredir.

Müslümanlar asırlardan beri atira adetini ortadan kaldırdılar. Hatta bir Müslümanm önünde atira veya recebiyye kelimesi zikredilmiş olsa, alim de­ğilse ne kasdedildiğini anlamaz.

Fera: Bu da aynı şekilde bir cahiliye dönemi kurbanıdır. Aslında fera, şirk görünümlü bir şeydir. Öyle görünüyor ki, şeriat koyucu onu putlara ait olmak­tan çıkarıp Allah'a mahsus kılmıştır ve sonra da onu yürürlükten kaldırmış yani neshetmiştir. Bu güne kadar da böyle devam edegelmiştir. Az sonra zik­redeceğimiz metinlerde görüleceği gibi onun vacip veya müstehap olduğunu söyleyen diğer sözler de bulunmaktadır. Burada onların tarifi de görülecektir. [107]

 

Konu İle İlgili Rivayetler

 

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Fera ve atire yoktur."

"Fera, devenin ilk yavrusudur ki, cahiliye Arapları bunu tağutları [108] için kesiyorlardı. Atira da Recep ayında kestikleri hayvandır."

Tirmizi [109] de şunu tahric etmiştir:

"Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Fera da yoktur, atire de yoktur."

Fera; devenin ilk yavrusudur. Doğduğu zaman onu (putlar için) keserler­di.

Bu babda Mübeyşe ve Mıhnef bin Süleyman (r.a)'dan hadis rivayet edil­miştir. Bu hadis hasen, sahihtir.

Atira bin kurbandır. Onu Recep aymda keser ve Recep ayını ta'zim eder­lerdi. Çünkü Recep, haram (kudsi) ayların ilkidir. Mukaddes aylar Recep, Zil­kade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Hac ayları ise, Şevval Zilkade ve Zil-hicce'nin on günüdür. Hac aylan hakkında Resulullah (a.s) 'in ashabından ve sonrakilerden bazılarından böylece rivayet edilmiştir.

Ebu Davud [110]'un rivayetinde Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: "Fera ve atire yoktur."

İbni Müseyyeb: "Fera, ilk yavrudur. Araplar hayvanlarının doğurduğu ilk yavruyu keserdi," demiştir.

Ebu Davud [111]'un diğer bir rivayetinde İbni Müseyyeb şöyle demiştir:

"Fera, devenin doğurduğu ilk yavrudur. Araplar onu putları için ke­serler, sonra onu yerler, derisini de ağaca asarlardı. Atire de, Recep ayının ilk onunda (Cahiliyye dönemi Araplarımn) kestikleri kurbandır."

Nesai [112]'nin rivayetinde Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Fera da yoktur, atire de yoktur."

Nesai'nin bir rivayetinde: "Resulullah (a.s) fera'yı ve atireyi yasak-

 

4731-Ebu Davud, Nübeyşe el-Hüzeli (r.a)'den rivayet etmiştir:   

"Nübeyşe şöyle dedi:                                                                   

"Bir adam:

"Ya Resulullah! Biz cahiliyet devrinde Recep ayında bir atire (isimli kurban) boğazlardık. Bize ne buyurursun?" dedi.                      

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:                       

"Allah için hangi ayda olursa olsun kurban kesiniz, Allah'a itaat edinizve (yoksullara) yediriniz." Adam:

"Biz cahiliyet devrinde bir devenin ilk yavrusunu boğazlardık. Bununla ilgili bize ne buyurursun?" dedi.                                                                  

Resulullah şöyle buyurdu:                           

"Her saime (yani yılın çoğunda otlamakla geçinen deve, sığır veya davardan yüz adetlik sürü) de senin sürünün beslediği bir yavru (kurban) vardrri

Bu yavru çiftleşme-bir rivayette hacıların yükünü taşıma- çağma varınca}onu boğazlayıp etini tasadduk edersin."                           

Ravilerden biri dedi ki:                                                      

"Sanırım "yolda kalmışlara tasadduk edersin," dedi. "Şüphesiz bu bir hefyırdır." Ebu Kılâbe'ye: "Sâimi'nin miktarı nedir?" denildi. O da: "Yüzdür;"dedi."                                      

Nesai [113]'nin rivayeti de onun benzeridir. Ancak o; "Mina'da bir adam nida etti... Bu yavru çiftleşme çağma gelince onu boğazlar, etini tasadduk edersin," sözlerinde sona eriyor.

Nesâi [114]'nin diğer bir rivayetinde Nübeyşe şöyle dedi:

"Bir adamın: "Cahiliyet döneminde biz atire kurbanını keserdik/1 dediği Hz. Peygamber (a.s)'e zikredildi.

Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah rızası için hangi ayda olursa olsun kesin. Allah'a itaat edin ve (yoksullara) yedirin."

Diğer bir rivayette [115] Huzeyl kabilesinden olan Nübeyşe (r.a) şöyle dedi:

"Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Hepinize yetmesi için kestiğiniz kurban etlerinden üç günlükten faz­lasını size yasak etmiştim. Şimdi ise Allah size hayır (bereket) verdi. Kurban etlerinden yiyin ve biriktirin. Bu günler yeme, içme ve Allah (Azze ve Celle) yi anma günleridir."

O sırada bir adam:

"Cahiliyet döneminde Recep ayında atire kurbanı keserdik. Bize ne bu­yurursun?" dedi.

Hz. Peygamber (a.s) de şöyle buyurdu:

"Allah için hangi ayda olursa olsun kurban kesiniz. Allah (c.c)'a itaat ediniz ve (yoksullara) yediriniz."

Bunun üzerine adam: "Ya Resulullah, biz cahiliyet döneminde fera kur-banı da keserdik. Bize ne buyurursun?" dedi.

Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Her davar sürüsünde, senin davarlarının beslediği bir fera vardır. Bu yavru çiftleşme (veya yük taşıma) çağına varınca onu boğazlayıp etini yolda kalmışlara tasadduk edersin. Şüphesiz bu bir hayırdır." [116]

 

4732-Ebu Davud, Hz. Âişe (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Hz. Âişe (r.a)1 şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) bize her elli koyundan   bir koyun (kesmemizi) emretti."

Rezin'in rivayetinde Hz. Âişe (r.a): "Resulullah (a.s) bize kesmemizi em­retti," demiştir.

Bu hadis mensuhtur. Şayet mensuh olmasaydı mendupluğa hamledilirdi. Çünkü yemek ve yedirmek İslam ahlakındandir. [117]

 

4733- Tabarâni, el-Kebir'de, Yezid bin Abdullah el-Müzeni (r.a)'den, o da babasından rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Devede bir fera, koyunda da bir ferci vardır." [118]

 

Bir Açıklama

 

Bu hadis, müstehaplığa hamledilir. Çünkü hayır içinde niyetin sahih ol­ması, Resulullah (a.s)'ın sünnetindendir. Buna karşılık fera, putlar için kesilir ve mutlaka ilk yavru olması gerekir. Halbuki Resulullah (a.s) onu Allah için kesilen müstehap bir kurban kılmıştır.

 

4734-Tabarani, el-Kebir'de, Semüre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Semüre şöyle dedi:

"Ensar'dan bir adam, birisi hakkında fetva istemek maksadıyla Hz. Pey­gamber (a.s)'e gelerek şöyle dedi:

"Malından, kurbanlarından, sürülerinden atirelerinden ve koyun ile de­velerinin ilk yavrusu olan fera'larmdan kendisine haram ve helâl olan ne­dir?"

Resulullah (a .s) adama şöyle buyurdu:

"Ama sana ne oluyor? Hepsi onun kendi malıdır. Onda haram yoktur. Ancak sen zenginleşinceye kadar sürünün sabahleyin mer'alarda dolaşma­sından dolayı koyunun ilk yavrusundan-bir fera, devenin ilk yavrusundan da bir fera1 vardır. Sonra dilersen onu ev halkına yedirirsin, dilersen etini tasadduk edersin." [119]

 

Bir Açıklama

 

"Zenginleşinceye kadar sürünün sabahleyin mer'alarda dolaşmasından dolayı" sözü, sürünün sabah erkenden ve öğleden akşama kadar beslenme­sinde Allah (c.c) sana bereket ihsan edip onları çoğalttığından dolayı an­lamına gelmektedir.

Daha önce de dediğimiz gibi fera ve atire neshedümiştir, fakat isteyen Allah rızası için keser, bu da müstehaptır. [120]

 

Kurban Konusunun Sonucu

 

İslam ibadetlerinin her birinin içinde bir çok ibadetler yer almakta olduğu görülmektedir. Hac bahsinde ve onunla ilgili konularda bunun örneklerine rastlamış olabiliriz. Yine İslam'ın rükünlerinden her birinin üzerine İslam bi­nasından bir şeyin kaim olduğu gözlenmektedir.

Zekat, İslam'da mal düzeninin bir rüknü, oruç nefsi dizginlemenin bir rük­nü, hac Müslümanın mensup olduğu ümmetle, o ümmetin tarihiyle ve onun si­yak düzeniyle ilişki kurmasının bir rüknü, namazlar şükür ve zikrin rüknüdür.

Bütün bu rükünler kemale erer ve onlar sayesinde de İslam binası yük­selir. Ve yine onlar sayesinde ve onların üzerine kaim olanlarla İslam düzeni tekamül eder. İslam yapısındaki bu tekâmülün yaratılışa uygun bir şekli or­taya koyduğu görülmektedir. O da fıtratla bütünleşir ve ona aykırı düşmez. O yapıda fıtratın, kolaylık yumuşaklık ve derinlik gibi tüm hususiyetleri bulun­maktadır. [121]

 

CİHAD VE CIHADLA İLGİLİ KONULAR

 

 

Giriş

 

'el Esas Fi's Sünne' adlı seri eserlerimizin üçüncü bölümü olan 'Hadislerle İbadet Ansiklopedisi bölümüne ilim, iyiliği emir, kötülüğü yasaklama, hayır ve nasihata davet ile başlamıştık...

Onikinci ve son kisımını da cihada ayırdık. Çünkü İbadet, cihad sayesinde var olur, İslam onun sayesinde baki kalır ve Müslümanlar o sayede korunur.

Bu kısmın orta yerine İslam'ın rükünlerini, zikirleri, duaları ve Kur'an oku­mayı koyduk. Çünkü onlar da ibadetlerdendir ve İslam'ın tümü, onların üze­rinde durur. İstanım rükünlerinden her biriyle beraber, onunla münasebetinden dolayı o rüknün ayrılmaz kısımlarım da va'z ettik.

Cihad; Allah'ın kelimesi yüce olsun diye Allah'ın dininin zaferi için güç ve gayret sarfetmek demektir. Cihadın bir genel, bir de özel anlamı vardır. Genel manalanyla; ilim, öğretim, iyiliği emredip kötülükten vaz geçirme, fert, toplum ve yönetim düzeyinde nasihat ve hayra davet de cihad kavramı içine girer. Mal ile cihad da savaşta cihad kavramı içinde yer alır.

Özel manasıyla cihad; Allah yolunda savaşmanın adıdır. Cihad kısmında cihadın bu yönü ele alınacaktır.

Savaş, İslam'ın farzlarından biridir.

Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır:

"Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı." [122]

Kitap ve sünnetteki naslar, bu farizayı ve onunla ilgili konuları, ayrıca bu farizanın gereklerini açıklamak için gelmiştir. Resulullah (a.s)'m siyreti ve Hulefâ-i Raşidin'in uygulaması, o zamanki Müslümanların karşılaştıkları du­rumlar ışığında cihad farizasının pratik uygulaması olmuştur.

Müslümanlar, naslardan ve nübüvvet ile raşid hilafet dönemlerine ait pra­tik uygulamalardan, Allah yolunda savaş farizasını nasıl yerine getirecekleri­ni anlarlar.

Biz, 'el-Esas fi't-Tefsir1 adlı eserimizde yeri geldikçe savaşla ilgili ayet­lerden yeterince bahsetmiştik. Burada da sünnetin nasları münasebetiyle -inşaallah- yeterince söz edeceğiz. Fakat problemleri çok ve yenilikleri büyük olan şu asrımızda cihad farizası nasıl yerine getirilebilir? Bu, ince bir fıkhi bakış açısma, fayda ve zararları çok iyi anlamaya, bir çok dengelere ihtiyaç duyar. Tıpkı ehlinden çıkacak bir içtihada ihtiyaç duyulduğu gibi...

Müçtehidin birinci olarak naslar ile, ikinci olarak nübüvvet ve raşid hilafet dönemlerindeki pratik uygulama ile üçüncü olarak asırlardan beri oluşan fa-kihlerin görüşleri ile doğruyu ve doğru yolu bulması gerekir.

Müslümanlar tatbiki olarak cihad farizasından dolayı savaşmaya devam ediyorlar. Onlar çoğunlukla savaşlarından ulema ve fukahanm sözleriyle doğrusunu buluyorlar.

Bundan dolayıdır ki, savaş meseleleri konusunda fakihlerin ve alimlerin görüşlerini araştırmak, bu konularda fetva vermek durumunda kalan günümüz fakihleri için önemli ve aydınlatıca olmaktadır,

Sözünü ettiğimiz savaşla ilgili meseleler daha önceki kısımlarda geçti ve şehid üzerine namaz kılmak gibi savaşla doğrudan ilgisi bulunan meseleler de geçecektir. Biz burada, durumlarında veya sebeplerinde ya da etkilerinde bir farklılık bulunmayan, savaş konusuyla doğrudan ilişkisi bulunan hususları dile getireceğiz.

Cihad kısmına bir genel giriş, konusunun özeti ve aşağıda sıraladığımız kısımları koyduk:

1. Kısım ; Cihad ve Allah yolunda cihadın fazileti.

2.  Kısım : Cihadın farziyeti, niyeti sadakati, adabı, bir kısım ahkamı ve il­gili sebebleri.

3.  Kısım : Şehidlik ve şehidlerin fazileti; şehidlerin kısımları ve bazı hükümleri.

4. Kısım : Binicilik, atıcılık ve atların beyanı.

5.  Kısım : Eman, barış yapma, cizye, antlaşmayı bozma.

6. Kısım : Ganimetler, enfal, fey', Hz. Peygamber'in payı ve humus. [123]

 

CÎHAD'LA ÎLGÎLÎ KONULAR KONUNUN ÖZETİ

 

Savaş, nefse hoş gelmez.

Allah Teâla şöyle buyuruyor:

"Savaş hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı..." [124]

Fakat savaş yine de gereklidir. Zulüm, haddi aşma, canlara, mallara, ırzlara ve dinlere saldırı devam ettiği sürece savaş lüzumludur. Aksi halde adalet ortadan kalkar, hak-hukuk kaybolur, hürriyetler yok olur.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Eğer Allah insanlar diğer bir kısmı ile def etmeseydi, mutlak surette içlerinde Allah'ın ismiyle bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılıp giderdi..." [125]

Yine Allah Teâla şöyle buyuruyor:

"Eğer Allah insanlardan bir kısmı ile diğerlerini savup hizaya getirme-seydi, elbette yeryüzünde nizam bozulurdu." [126]

Bir başka ayeti kerime'de yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, böyle hareket edenlerin aleyhine bir yol (sorumluluk) yoktur." [127]

Yine bir ayeti kerime'de şöyle buyuruyor:

"Size karşı savaşanlara Allah yolunda olarak savaş açın. Sakın aşırı git­meyin, çünkü Allah aşırıları (haddi aşanları) sevmez." [128]

Yine Yüce Yaratıcımız şöyle buyurmuştur:

"Eğer mü'minlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa, aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın..."

Hak dini insanlara ulaştıranların ve insanın seçme hürriyeti'nin Önünde sarp yokuşlar hep olmaya devam edecektir. Ancak egemenlik Allah'ın kelime­sine ait olunca durum başka olacaktır. Allah'ın kelimesi en üstün olsun diye Allah savaşı emretmiştir. Ve Müslümanlar Hz. Peygamber (a.s.) zamanında ve Raşid halifeler döneminde, Allah'ın kelimesi en üstün olsun diye guruplar halinde savaşmışlardır. Bu savaş, insanları İslam'a zorla sokmak için değildir.

Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Dinde zorlama yoktur." [129]

Fakat savaş ya engelleri ortadan kaldırmak veya akıl dışı mevzulara son vermek ya da Allah'ın kelimesini tam bir hürriyet içinde insanlara ulaştırmak içindir.

Müslümanlar, nübüvvet ve Raşid hilafet dönemlerinde hücum, savunma ve korunma savaş biçimleri uyguladılar. Yine Müslümanlar gerilla savaşı yöntemini de düzenli ordu kurma yöntemini de kullandılar. Onlar isyancılarla da, Haricilerle de savaştılar. Bunların hepsinin naslardan delilleri vardır. Önceden yapılan bu savaşlar sebebiyle, ümmet karşılaşacağı durumlarda doğru yolu buluyor. Yol gösterici naslardan biri de gerilla savaşı hakkındadır.

Allah Teâlâ'mn şu sözü buna bir örnektir:

"Ey İman edenler! İhtiyatlı davranın: bölük bölük savaşa çıkm, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın" [130]

Bir başka örnek de şu âyeti kerimedir:

"Artık Allah yolunda savaş; sen ancak kendinden sorumlusuh, lan teşvik et..." [131]     

Fakihler, savaşı şu kısımlara ayırmışlardır: Farz-ı kifaye, farz-caiz olan savaş.                                                                 

Cihadın Farz-I Kifaye Olması:                     

Bu savaşla daru'Mslam'ın genişleme gayesi güdülür.

Allah Teâla: "Ey İman edenler! Kafirlerden yakınınızda bulunanlarla

savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar..." [132] buyuruyor. Daru'l-İslam iledaru'1-harb arasındaki dayanak savaştır.

Savaş durumu ancak şu beş şekilde sona erer:

1. İslam'ı kabul etmek.

2.  Antlaşma yapmak.

3. Eman vermek.

4. Cizye vermeyi kabul etmek.

5.  Ateşkes durumu.

Öyle görünüyor ki, asrımızın şartları, Müslümanlara, bir çok kafir ülke­siyle antlaşmalar yapmak suretiyle ilişkiler kurmayı gerekli kılıyor. Aslında tüm dünya devletleri, "Birleşmiş Milletler" sözleşmesine imza attıkları için bu, insanlık için genel bir antlaşma sayılır. Müslümanlar da ona imza attık­larına göre, bir hıyanete ve vefasızlığa ya da kendilerine yönelik bir haksızlık hazırlığına uğramaları hariç, ilke olarak onlara savaş açma hakkına sahip değillerdir.

Cihadın Farz-I Ayn Olması Ve Şekilleri:

Küfür açığa vurulur ve İslam Devleti'nin yöneticisi de kendinde savaşacak gücü görürse onun savaşması farz-ı ayn olur. Eğer savaşacak güç yoksa, o zaman da gerilla savaşı yoluna başvurması gerekir. Bu durumda savaş, bazı insanlar hakkında farz-ı ayn olur. Savaşın bu türü bir çok dengelere, ehli ta­rafından verilmiş fetvaya ye yine ehil kimselerin vereceği karara muhtaçtır.

Müslümanların, kendi ülkelerine veya ülkenin bir kısmına saldırıda bulu­nanlara yahut bazı Müslümanları esir alanlara karşı savaşmaları farz-ı aynolur. İslam ümmetinden bir kısmının savaşmasıyla saldın son bulacaksa, bun­ların savaşmaları farz olur. Aksi takdirde savaşmak tüm Müslümanların üzerine farz-ı ayn olur. Savaşın farz-ı ayn vefa farz-ı kifayeye göre diğer şekilleri de vardır.

Caiz Olan Cihad:

Bunun da bazı şekilleri vardır. Bir insanın savaşmayıp müsamaha göster­mesi caiz olduğu, gibi savaşması da caiz olur. Şöyle ki, Müslümanlardan biri diğer bir Müslümanı öldürmeyi istediği takdirde, öldürülmek istenen kişi buna engel olmaya güç getiremezse, onunla çarpışması da caizdir, ona teslim ol­ması da caizdir.

Savaş, belirli bir sınır dahilinde askeri eğitimi, hazırlığı ve araç-gereçi ge­rekli kılar. Bütün bunlar bir düzenlemeyi gerektirir. Düzenli ordu fikri, harp sanayisi, savaş tekniklerini araştırma ve savaşla ilgili her şeyin en üstün yol ve yöntemlerini seçme düşüncesi buradan doğmuştur. Ve nerdeyse yüze va­ran askeri ilimler bulunmuştur. Askeri sıtrateji, askeri hareket ve askeri ope­rasyon ilimleri diye adlandırılan ilim dallan bulunmuştur. Bütün bunlar bir Müslüman için ilahi teklif gibidir.

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"(Ey inananlar) Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar -Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmedik­lerinizi yıldırmak üzere-kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." [133]

Ayet-i kerime'de "kuvvet" sözünün başında geçen "min" harfi, cinsi beyan içindir. Buna göre kuvvet diye adlandırma imkanı bulunan her şey bu "kuvvet" sözüne girer. Savaş için binilen her şey "savaş atları" kavramı içine girer. Ve yine düşmanı korkutacak her şeyi hazırlamamız gerektiği de ayetin içinde yer almaktadır. Atılabilen şeylerin her türünü, savaşta yardımı dokunacak her şeyi, düşmana karşı bize üstünlük sağlayacak tanklar, uçaklar, savaş gemile­ri, füzeler, toplar ve benzeri şeyleri hazırlamak, askeri düzenleme ve idare gibi konular, aynı ayet içinde yer almıştır.

Savaş, ancak ve ancak savaş iradesiyle olur. Savaş iradesi de yalnızca Allah yolunda şehadeti sevmekle olur. Savaşın bir kısım eserleri vardır ki, on­ların ahkamını bilmek gerekir. Bu nedenle savaş konusu etrafında değişik konular ortaya çıkıyor. Savaşı sona erdirme halinde İslam'a giriş konulan, eman, antlaşmalar, ateşkes ve cizye gibi konular gündeme giriyor.

Savaş ganimetleri, kayıplarını da beraberinde getirir.                   

İşte böylece savaş etrafında değişik konular oluşur. Biz de bu bölümde,, savaş konularının en önemlilerinden bazılarını okuyucuya beyan ediyoruz. [134]

 

Savaşın Farzîyeti, Şartları, SavaşaKatılanlar, Düşman TarafındanŞehid Edilenler Ve Gaziler

 

Eğer genel seferberlik yok ise, cihad farz-ı kifayedir. Yani cihada ehil olari herkesin üzerine farz olmakla birlikte, bir kısmı bu farzı yerine getirecek olurJ sa, diğer Müslümanların üzerinden bu farziyet düşer. Şayet cihad edenler, ka­firlere karşı direnme imkanını bulamıyacak kadar güçsüz iseler, bu sefer yakınlıklarına göre, onlara komşu olan diğer Müslümanların onlarla birlikte ci­had etmeleri, onlara gerekli silah ve mal yardımında bulunmaları gerekir. Düşmanın bir İslam beldesine hücum etmesi gibi bir durum da genel seferber­lik ilan edilmiş ise cihad, gücü yeten her Müslüman için farz-ı ayn olur. Cihad şu üç durumda farz-ı ayndir:

a.  Her iki ordu karşı karşıya gelir ve saflar karşılıklı oluşursa, orada hazır bulunanın geri gitmesi haram olur ve orada kalmak herkes için farz-ı ayn haT line gelir.

b.  Kafirler bir beldeye hücum ettikleri takdirde, o belde halkı için onlarla savaşmak ve onlara karşı savunmaya katılmak farz-ı ayn olur.

c.  İslam devlet başkanı bir topluluğun savaşa katılmasını isteyecek olur­sa, onunla birlikte savaşa katılmak zorundadırlar. Cihadın farziyetine dair söz konusu bu hüküm üzerinde fakihlerin ittifakı vardır. [135]

Cihadın farz olması için yedi şart vardır:

Müslüman olmak, baliğ olmak, akıllı olmak, hür olmak, erkek olmak, has­talıktan, salgın hastalıktan ve acizlikten salim olmak, nafakaya ihtiyaç duyu­yorsa nafakası olmak ve bazan savaş âletine muhtaç olduğu takdirde savaş aleti bulmak. [136]

Kocasının izni olmadan kadının cihada katılması caiz değildir. Çünkü evli­lik haklarını yerine getirmek farz-ı ayndır. Aynı şekilde çocuğun da anne-babasınm izni olmadan yahut birisi vefat etmiş ise, ötekinin izni olmadan ci­hada katılması caiz olmaz.  Çünkü anne-babaya itaat;  farz-ı ayn'dır.  Obakımdan bu, farz-i kifaye'den önce gelir. Genel bir seferberlik olduğu tak­dirde, kadın kocasının izni olmaksızın savaşa çıkar. Çocuğun da anne-baba-sının izni olmadan savaşa çıkması caiz olur.

Görüşüyle, sevk ve idaresiyle, yahut çarpışmak suretiyle savaşa katılan­ların öldürülmesi caizdir. Savaşa katkısı olmayan kadın, çocuk, deli, pir-i fani, yatalak hasta, yahut solak, köle, çaprazlama el ve ayağı kesilmiş veya sağ eli kesilmiş, bunak, manastırına çekilmiş rahip, herhangi bir yere veya kili­seye inzivaya çekilmiş rahipler, savaşmaktan aciz olanların ve tarlalarında uğraşan çiftçilerin öldürülmesi caiz değildir. Ancak bunların söz, fiil, görüş ya­hut herhangi bir mali yardımla bulunuyorsa, düşman tarafına yardım ettikleri­nin bilinmesi halinde öldürülmeleri caizdir. [137]

Düşmanların komutam kadın ise, bu durumda kadının Öldürülmesi caizdir. Çünkü onun öldürülmesiyle taplulukları dağıtılmış olur. Aynı şekilde komu­tanları küçük bir çocuk olup savaşa kendileriyle birlikte getirilmiş iseler, öldü­rülmesi halinde eğer toplulukları dağılacak ise öldürülmesinde mahzur yoktur. [138]

 

Savaşa Başlamadan Uyarmak,Davet Etmek Ve Tebliğde BulunmakGerekir Mi?

 

islam'da savaş şekillerinden birinin darü'l-küfre karşı darü'l-îslam'ı güç­lendirme olduğunu görmüştük. Bu da sebeplerinin var olması sebebiyle farz-ı kifaye'dir. O takdirde kafirlerin, Müslümanlarla niçin savaştıklarım yalnızca İslam için savaştıklarını bilmeleri gerekir. Bu da tebliğ, davet ve uyarı faaliye­tini gerekli kılar.

Fakihler davetin tebliğ edilmesi hükmü konusunda üç farklı görüş ortaya koymuşlardır:

a.  Savaştan önce mutlak olarak îslami davetin yapılması vaciptir. Davetin düşmana ulaşmış olması veya olmaması farketmez. Bunu İmam Malik söy­lemiştir.

b.  Böyle bir şey mutlak olarak vacip değildir. Bu da Hanbeliler gibi guru­bun görüşüdür.

c.  islam'ın kendilerine ulaşmadığı kimselere davette bulunmak vaciptir. Eğer İslam yayılır ve tam anlamıyla üstünlük sağlar, insanlar neye da'vet edildiklerini, ne için kendileriyle savaşıldığını bilecek olurlarsa, bildirmeyi veuyarmayı pekiştirmek için davette bulunmak müstehaptır; ama vacip değildiı Bu, cumhurun görüşüdür. İbni Münzir: "Bu, ilim ehli cumhurunun görüşü dür," der. [139]

Düşmana tebliğ etmeden saldırıda bulunmanın caiz olmadığını söyleyen lerin dayanağı Selman bin Büreyde hadisidir.

Bu hadis şöyledir:

"Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Müşriklerden düşmanlarınla karşılaştığın vakit onları şu üç hususa da vet et. Eğer kabul etmeyecek olurlarsa, Allah'tan yardım iste ve onlarla çar­pış..." [140]

Kendilerine davet ulaşsa da, düşmana saldırmayı caiz görenlerin daya­nağı da Nafi'nin İbni Ömer (r.a)'den rivayet ettiği şu hadistir:

"Resulullah (a.s) Mustalıkoğullarma, davarları suların etrafında su­lanırken habersiz olarak baskın yaptı. Onların savaşçılarını öldürdü, kadın ve çocuklarını esir aldı. O gün (kabilenin reisi) Haris'in kızı Cüveyriye Hz. Peygamber (a.s)'e isabet etti." [141]

Biz, Nafi hadisinin, anlaşmazlık yeri inceden inceye araştırıldığı zaman Süleyman bin Büreyde hadisi ile çeliştiği görüşünde değiliz. Çünkü hiç kimse kendileriyle niçin savaşıldığını ve neler yapılacağını bilmeyen bir kavme sa­vaş açılmasını söylemiyor. Süleyman hadisi'nin açıklamak istediği de budur.

Nafi hadisinin maksadına gelince; O, düşman kavme aniden baskın yap­manın caiz olduğunun beyanıdır. Harp hileden ibaret olduğuna göre kendile­rine davet ulaştıktan sonra bunu yapmak caizdir.

Şeyhimiz Muhammed Gazzali'nin şu sözü pek kabul edilir gözükmüyor:

"Buhari ile Müslim'in rivayeti, Resulullah (a.s)'ın Mustalikoğullarma davet yapılmadan, hayvanlarını sularken baskm yaptığı hissini veriyor... Onlar tarafından bir döneklik gözükmüyor. Onların durumlarında ra­hatsızlık veren bir şey de bilinmiyor. Müslümanlar, İslam mantığının hoş karşılamıyacağı bir tarzda savaşı başlatıyorlar..." [142]

Şeyhimiz Prof. Dr. Muhammed Gazali'nin çıkarmak istediği sonuç doğru değildir. Çünkü hadis olaym öyle olduğunu anlatmıyor. Aksine olay şeyhimi­zin bir sayfa sonra anlattığı gibi şu şekilde cereyan etmiştir:

"Hadis-i şerif savaş merhalelerinden ilk merhaleyi beyan etmiştir. Ve buolay husumet oluştuktan sonradır. Her grup savaş hazırlığını yapmıştı."

Bu görüşle naslar uyuşuyor. Nafii'nin rivayetinin doğruluğundan şüphelen­meyiz ve çeliştiğini söylemekte de zorlanırız.

Hadisi kendi vehmi üzere anlamak, diğerlerinin hatalı olduklarını belirt­mek de bize göre yararlı olur. İhtilaf mahallini araştırmak özle ilgili bir iştir.

İmam Nevevi: "Kendilerine İslam daveti ulaşmış olan kafirlere, baskını Önceden bildirmeksizin baskın yapmanın caiz oluşu babı" unvanını verirken ihtilafın mahallini araştırmada çok dikkatli davranmıştır.

Bu anlayış; hadislerle, akılla ve askeri mantıkla uyuşur. Düşmana gece baskını yapma meselesi bir çok hadisle ve sünnetle sabittir. [143]

 

Düşmanla Savaş Yöntemi Ve Araçları

 

Kullanılan silahlar;

Yıkma ve öldürmenin hükmü:

Şüphesiz ki, İslam rahmet dinidir. İslam'm en yüksek gayesi insanlığı kur­tuluşa erdirmek ve Allah'ın dosdoğru yoluna iletmektir. İslam mümkün olduğu kadar, Allah'ın şeriatını ikame etmeye varmak için savaşı bir yol olarak kul­lanmaktan uzak durur. En iyisi de budur. Hatta daha Önce de gördüğümüz gibi Allah'a davet etme yollarını tümüyle kullanmadan savaş başlatmak caiz ol­maz.- Fakat îslami davet ve Allah'ın hükmünü ikame için savaş kaçınılmaz bir yol olursa, o vakit kullanılması caiz olan silahlar nelerdir? diye soru akla gelir.

Bilindiği gibi İslam'm başlangıcında kullanılan silahların etki ve yayılma alanı sınırlıydı ve çoğunlukla savaş alanında ve savaşa katılanlar için yeterli oluyordu. Ne var ki, belli durumlarda mancınık kurmak, suları zehirlemek ve benzeri şeyleri kullanmak caiz olur. Müslümanların, düşmanı Allah'ın hükmü­ne boyun eğdirme yolunda kolaylarına gelen silahları kullandıklarını aklımızda tutmalıyız.

Bu konuda Resulullah (a.s)'ın Taif halkının'üzerine mancınık kurduğu ri­vayet edilmiştir. Ancak bu rivayetin senedi zayıftır. Bunu siyret ravileri de zikretmişlerdir.

Etkileri savaş alanı ile savaşa doğrudan katılanların üzerinde sınırlı olan silahlan kullanmanın cevazı konusunda ittifak vardır.

Etkisi savaşa doğrudan katılanları aşan öldürücü silahların kullanılma­sının hükmü nedir? Burada iki durum olduğunu söyleriz:

1. Bu silahları düşmanın kullanması: Eğer imkan varsa korkutmak için,durum gerekli kılıyorsa boyun eğdirmek için benzeriyle düşmana mukabele etmek şarttır.

Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın..." [144]

Ve yine Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Bir kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür."

Hz. Ebu Bekir (r.a), Halid bin Velid'e tavsiyede bulunurken şöyle dedi:

"Düşmanınla karşılaşacak olursan, onların, sana karşı savaştıkları silah ile onlarla savaş!"

Bu rivayet de Müslümanları, düşmana karşı eşit duruma getirecek ve düşmanı caydıracak silahlara sahip olmalarım gerekli kılıyor.

2. Bu da düşmanın bu tür silahları kullanmama durumudur. Bunda da iki ihtimal vardır:

a.  Bu silahları kullanmadan düşmanı engellemek ve Allah'ın şeriatını ikame etmek mümkün ise, etkisi savaşanları aşıp savaş ihtiyacını artıran si­lahları kullanmak caiz değildir. Malikiler ve diğerlerinin görüşü böyledir. On­lar: "Başka imkanları yok ise tüm silah çeşitleri ile savaşırlar. Aksi takdirde onları kullanarak savaşmazlar," demişlerdir. Yani silah çeşitlerinin tümünü kullanmadan amacı gerçekleştirme imkanı varsa onları kullanmazlar.

b.  Maksadı gerçekleştirmek için yakıcı ve yıkıcı silahlar kullanmaktan başka imkan yok ise bu durumda hüküm nedir? Fakihler harp zarureti anında düşman kalelerini ateşe vermek, su baskını düzenlemek; yıkıp tahrib etmek, ağaçlarını kesip ekinlerini telef etmek, kalelerine karşı günümüzün kara, de­niz ve hava vasıtalarına benzeyen mancınıklar kurmak suretiyle tahrip et­mekte bir mahzur yoktur. Düşmanların içinde esirler ve tüccarlar bulunursa da durum aynıdır. Çünkü onların atış yapmaları zaruridir. Yapılan bu atışlarla Müslümanlar değil de kafirleri vurmak amacı gözetilmektedir. Çünkü haksız yere Müslümanı öldürmeyi kasdetmekte bir zorunluluk yoktur. Aynı şekilde Müslüman çocuk ve esirlerin arkalarına sığınacak olsalar yine kafirleri vur­mak caizdir. Zira böylesi hem bir zorunluluktur, hem de onları öldürmeyi ter-ketmenin sebep teşkil edebileceği bir fesadın önünü kapatmak mümkün olur. Ancak vururken kafirlerin hedef alınmaları gerekir. Şayet bir Müslümana isa­bet ederse, diyet de ödenmez, keffaret de gerekmez. [145]

İmam Nevevi şöyle demiştir.

"Kafirleri, kalelerinde ve beldelerinde kuşatmak, onların üzerine susalıvermek, onlara mancınıkla atış yapmak Ve ateş atmak caiz olur." [146] İbni Rüşd de şunları söylemiştir:

"Fakihlerin geneli kalelere mancınıkla atışta bulunmanın cevazı üze­rinde ittifak etmişlerdir. Oralarda çocuk ve kadınların bulunup bulunma­masında fark yoktur." [147]

Sunduğumuz prensiplere göre, mecbur kalındığı takdirde diğer çağdaş yıkıcı silahların kullanımı bu görüşlere kıyas edilir. Allah daha iyi bilir. [148]

 

İktisadi Savaş Ve Gücü Zayıflatma Harbi

 

İktisadi savaş, ekonomik ambargo ve silah satışını engelleme, çağımızda kullanılan yöntemlerden bazılarıdır. Bu tür savaş biçimlerini, aslında Hz. Pey­gamber (a.s)'in hayatında ve fakihlerin sözlerinde bulabiliriz. Nitekim Müslü­manlar bir dönemde Kureyşin kervanlarına baskın düzenlemişlerdi.

Müslüman fakihler şu kaydı koymuşlardır:

İslam ordusu geri çekilmeye mecbur kalınca ve ganimetleri beraberinde taşıma gücünü kendilerinde bulamayınca onları imha ederler ve kafirler güç­lenmesinler diye onları düşmana bırakmazlar.

Nitekim fakihlerin, Müslümanlara veya onlarla antlaşma yapan müttefik­lerine zararı dokunduğu takdirde, kafirlere silah satışı konusundaki görüşleri olumsuzdur.

Fakihler, Müslümanların kafirlere silah-ve bugün onların yerini tutacak malzemeleri- veya düşmana güç kazandıracak savaş araç-gereçlerini satma­ları haramdır, diye açıklamışlardır. [149]

Hatta bazı alimler, zimmet ehlinin şu aşağıdaki ayet-i kerimeye göre ata binmelerini yasaklamışlardır.

Ayet şöyledir:

"Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, çünkü onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz..."

Ve hatta silah taşımaları, kılıç kuşanmaları veya onların yerini tutacak şeyler engellenir.[150]

 

Savaşta Hile Yapmak Ve Tuzak Kurmak

 

İslam şeriatında yalan söylemek, tuzak kurmak ve verilen sözden caymak en büyük günahlardandır. Fakat savaşta onların özel istisnai durumları var­dır.

İmam Nevevi şöyle demiştir:

"Alimler, savaşta hile imkanı nasıl olursa olsun kafirlere hile yapmanın caiz olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak verilmiş bir ahdi veya emanı bozmayı içeren bir hile veya tuzak helal olmaz." [151]

İbnü'l A'rabi şöyle demiştir:

"Savaşta yalan söylemek, ihtiyaçlarından dolayı Müslümanlara caiz olan bir ruhsattır. Bu ruhsat, merhametten ötürü nas ile sabit olmuştur. Akim bu konuda hareket kabiliyeti yoktur. Yalanın haram kılınması akıl ile olsaydı, o helale dönüşemezdi."

Bunun Siyret-i Nebeviye'deki delili şu hadistir:

"Resulullah- (a.s) Namı bin Mes'ud'a Müslümanlar adına gücü yettiği kadar şişman görünmesini emretmişti."

Ka'b bin Eşref in Muhanımed bin Mesleme eliyle katledilmesi olayı da bi­linmektedir. Bu olay şöyledir:

"Muhanımed bir Meslame, Resulullah'a:

"Ya Resulullah ! Onu öldürmen hoşuna gider mi?" dediğinde, Resulul­lah (a.s):

"Evet," buyurdu. Bunun üzerine İbni Mesleme:

"Öyle ise izin ver de (Ka'b'a hakkınızda hoşlanacağı) bir şey söyliyeyim," dedi.

Muhammed bin Mesleme: "Ben de yaptım," dedi." Olay, Buhari ve Müslim'de anlatılmaktadır. [152]

Fakat bu, ahde vefasızlığın caiz olduğu anlamına gelmez. Ahde vefasızlık başka bir şey, savaşta bir maslahattan dolayı yalan söylemek başka şeydir. Çünkü ahde vefasızlık güvenli kişinin, kendisine güvenine verdiği sözü tut­maması veya anlaşmayı geçersiz sayması demektir.

Bundan dolayı Hz. Ömer bin Hattab (r.a) sevkettiği ordunun başındaki komutana gönderdiği mektupla şunları söylemiştir:

"Bana ulaştığına göre sizden bir kısım adamlar, inançsız yabancı birinin peşine düşüyor, adam dağa çıkıp, orada öyle kalınca, odama: "Sakın kork­ma" diyormuş; ama onu yakalayınca öldürüyormuş. Nefsim elinde olan Zat'a yemin olsun ki, birinin bunu yaptığı bana ulaşırsa, onun boynunu vu­rurum." [153]

 

Savaşta Kafirden Yardım İstemek Caiz Olur Mu?

 

Resulullah (a.s) hicreti sırasında rehber olarak bir kâfirden yardım iste­mişti. Yine Resulullah (a.s) Hevazin'e karşı savaşta yardım amacıyla Safran bin Ümeyye'den ödünç para almıştı.

Bunlarm yamsıra Hz. Peygamber (a.s)'den şu sözü nakledilmiştir: "Bir müşrikten asla yardım istemem."

Bundan dolayı fakihler, harp durumunda müşriklerden yardım istemenin cevazı hakkında ihtilaf etmişlerdir.

Fakat Müslümanlara galip gelmiş bir kafirden veya Müslümanlar hak­kında iyi düşünmeyen ya da fırsat kollayan bir kafirden yardım istemenin doğru olmayacağı hususunda ihtilaf yoktur. Nitekim Müslümanların savaşta kafirlere tabi olmaları da caiz olmaz. Çünkü bu, Allah'ı, Resulünü ve mü'min-leri veli (dost) etmeye ayardır.

Fakihler; "Bir müşrikten asla yardım istemem" hadisine dayanak yardım istemeyi "ihtiyaç" hali ile sınırlandırmışlardır. Ama Resulullah (a.s)'ın Safran bin Ümeyye ve benzeri kişilerden yardım istemesine gelince, bu bir ihtiyaçtan dolayıdır. Bu durumda Müslümanlar zarar görmeli ve Müslümanları velayet veya başkanlık ya da komutanlık konumundan çıkaracak durumlar olma­malıdır.

İmam Kasâni bu konuda şöyle diyor:

"Müslümanların kafirlere karşı savaşlarında kafirden yardım istemeleri, onlara yaraşmaz. Çünkü böyle birisinin hainlik etmesinden emin olunmaz. Dini düşmanlıkları zaruret halleri dışında her zaman için hainlik etmeye onları sevkeder. Doğrusunu Allah bilir."

İmam İbnü'l-Hümman, şunu beyan etmiştir:

"Müşrikten yardım isteme konusunda, müşrikin kendilerine mahsus bir bayraklarının bulunmaması şarttır." [154]

Bütün bu söylenenler, kafirin kafirlere karşı yardımını isteme konusuyla ilişkilidir. Müslümana karşı kafirden yardım isteme konusu, ne Kitap'ta, ne de sünnete açıkça yer almaz. Ayrıca bu hususta bir fakihin bile sözü yoktur. [155]

 

Savaşı Sona Erdirme Yolları

 

İslam'a girmek:

Savaşı sona erdirme durumlarından birini burada görüyoruz.

Bu durum, bir insan veya bir belde ya da bir toplum İslam'a girerse oluşur. O vakitte, Müslümanların önderi, aralarındaki ilişkileri bir şekilde onlarla ko­nuşup anlaşması gerekir. Bu anlaşma, onları merkezi İslam devletine bağlar. Biz bu konuya "İslam'da Emirlik" konusundaki eserimizde işaret etmiştik.

İslam'a girme konusunda alimler şunu söylemişlerdir: "İslam'ı kabul etme yollarından bazısı açık, bazısı zimnî, bazısı da tabi ol­mak şeklindedir."

İslam'ı kabul etmeyi açıkça ilan etmek:

Bu, daha önceki inancından vaz geçerek kelime-i şehadeti söylemekle olur. Kafirler bu bakımdan dört gruba ayrılırlar. Bir kısmı, Allah'ın varlığını in­kar ederler ki, bunlar Dehriler'dir; bir kısmı Allah'ın birliğini inkar eder ki, bun­lar putperest ve mecusilerdir; bir kısmı Allah'ın varlığını ve birliğini kabul et­mekle birlikte nübüvveti ve risaleti inkar ederler; bir kısmı ise bazı peygam­berlerin peygamberliğini inkar ederler.

Eğer kafir birinci ve ikinci sınıftan ise, onun Müslümanlığına hüküm ver­mek için: "Lâ ilahe illallah (Allah'tan başka ilah yoktur)" veya "eşhedü enne Muhammeden Resulullah (şahitlik ederim ki, Muhammed Allah'ın Re­sulüdür)" demeleri istenir.

Eğer kafir üçüncü gruptan ise, onun: "Allah'tan başka ilah yoktur" demesi yeterli değildir. Şehadetin ikinci bölümünü de söyleyip: "Şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın Resulüdür," demesi gerekli olur. O vakit onun Müslü­man olduğuna hükmedilir.

Eğer kafir dördüncü gruptan ise, fetvaya esas olan, İbni Âbidin'in söyle­diğidir: Yahudi ve Hristiyan'ın: "Ben Müslümanın" demesi yeterlidir. Çünkü Yahudi ve Hristiyanlar: "Ben müslümanmı," dediği takdirde, bu onun Müs­lümanlığına delildir.

Putperest ve benzerlerine gelince, böyle birisi: "Ben Müslümanım" vebenzeri sözler söylese Müslüman olduğuna hükmedilir. İslamın zımnen ilanı:

Kitap ehli ya da müşrik olan bir kimsenin Müslüman cemaat ile birlikte namaz kılması buna örnektir. Çünkü bu şekilde namaz kılmak bizden önce­kilerin şeriatlarında yoktur. Bu bakımdan onun bu hareketi İslam'a girişin bir delilidir. Hanefilerle Hanbeliler'e göre durum böyledir.

İmam Şafii ise: "Müslüman olduğuna hükmedilmez," demiştir. Çünkü tek başına kılınması halinde namaz, imanın delili olmadığı gibi, cemaatle kılınması halinde de böyledir.

Tabî olmak yoluyla kişinin Müslümanlığına hükmetme meselesine ge­lince: Bu da küçük çocuğun, her ikisinin veya onlardan birisinin varlığı halinde ana-babasma tabi kabul edilmek suretiyle Müslümanlığına hükmedilme sidir. Aynı şekilde küçük bir çocuğun tek basma esir alınması ve darü'l-îslam'a götürülmesi halinde darü'l-İslam'a tabi olarak Müslümandır.

Kafirlerin İslam'ı kabul etmeleri:

Bunlar kan ve mallarının koruma altma alınmasından ibarettir. Buna göre Müslümanlar bir beldeyi fethetmeden önce, darü'1-harb olan beldenin halkı İslam'a girecek olurlarsa, onlarla savaşmak haram olur. Ellerinde bulunan mallara yahut İs'am topraklarındaki emanetlerine hiç kimse haksızca el uza-tamaz. Eğer r bizler kafirlere savaş ile üstünlük sağlayacak olursak, İslam'a giren kimsenin geliri, hanımı ve büyük çocukları fey' olarak Müslümanlara ait­tir. Çünkü artık darü'1-harb kapsamı içindedir, hanımı ise kafir bir kadındır, çocukları da aynı şekilde kafirdirler, ona tabi olmaları söz konusu değildir. Çünkü onlar kendilerine ait hükümleri alırlar. Aynı şekilde âlimlerin cumhuru­na göre İslam, küçüjc çocukların ve annenin karnındaki çocukların kanlarını, baba veya annenin Müslüman olması halinde korur. Bu, ister daru'l-harpte, ister darü'l-İslam'da olsun farketmez. Çünkü çocuklar kayıtsız şartsız olarak İslam konusunda babasına veya annesine tabidir. Zira çocuk ana-babadan dinleri en hayırlı olan kim ise, ittifakla ona tabidir.

Hanefiler'e göre kafir, daru'l-İslam'da Müslüman olsa, onun küçük çocuk­ları eğer dâru'l-harpte bulunuyor iseler, onun İslam'a girmesi ile Müslüman ol­mazlar. Çünkü darların farklı olması sebebiyle tabiiyyet kesintiye uğrar. O bakımdan onlar da mallar gibi kabul edilirler ve fey'in kapsamına girerler. Hanım ve yaşça büyük olan çocuklara gelince: Dört mezhep imamı, kişinin İslam'a girmesinin hanımını ve buluğa ermiş büyük çocuklarını koruma altına alamıyacağını ittifakla belirtirler. Çünkü hanım ile reşit çocuklar kafir veya Müslüman olmak açısından bizzat kendilerinin hükümlerini alırlar.

Bütün bu sözler din bakımından onların Müslümanlıklarına hüküm veril­mesi hakkındadır. Ama Allah katındaki duruma gelince; bu onların doğru sözlü olmalarıyla ilgili bir durumdur. Sırları en iyi bilen Allah Teâla'dir. [156]

 

Eman Vermek

 

Savaşı sona erdirme şekillerinden birinin de eman vermek olduğunu gör­müştük. Bir ferde veya bir orduya eman vermemiz caiz olunca; bir halka, veya bir bölgeye eman vermemiz caiz olur mu? Açıkçası mü'minlerin emiri bunda bir maslahat görürse, onlarla saldırmazlık antlaşması yapmak suretiyle bunu sağlayabilir. O takdirde eman ile ahid aynı şey olur. Eman verme konusunda geçmişte Müslümanların karşılaştıkları şekil, bir ferde veya bir topluluğa eman vermek şeklindeydi. Bundan dolayı da ulema inceleme konularına bunu sokmuşlardır. Bu konuda onların söylediklerinden bazıları şunlardır:

Emanın sözlük anlamı: Korkunun zıddıdır. İstilan manası ise, Şafiiler'in de tarif ettiği gibi öldürmeyi ve harbilerle savaşı terketmeyi ifade eden bir akittir. Rüknü: Eman'a delâlet eden bir lafızdır. Meselâ, mücahidin: "Ben sizlere eman verdim", yahut: "Sizler eman içindesiniz" ya da: "Size emanı bağışladım" ve benzeri sözler söylemesidir.

Eman ya genel veya Özeldir.

Genel eman, bir şehir halkı gibi hasredilmeden bir topluluğa verilen emandır. Bunu, ateşkes antlaşması ve zimmet akitleri gibi ancak imam veya imamın naibi yapabilir.

Özel eman ise, bir yahut hasredilebilir-on veya daha aşağı-sayıdaki kim­selere verilen emandır. Büyükçe bir belde halkı gibi on kişiden fazla olan için caiz olmaz. Çünkü imamın yetki alanına girmiş ve cihad işlemez hale gelmiş olur. Genel olan eman ya geçicidir ateşkes antlaşması gibi veya müebbetdir, zimmet akdi gibi.

Emanın Şartları:

Hanefiler eman'ın sahih olması için dört şart koşarlar:

1. Müslümanların güçsüzlük, kafirlerin güçlülük halinde olmaları.

2. Akıl.

3. Bulûğ (ergenlik çağı).

4. Müslüman olmak.

Hür olmak eman vermekte şart değildir. Bu durumda cumhura göre köle­nin eman vermesi sahihtir. Ancak Ebu Hanife savaştan dolayı mahcur (kı­sıtlı) kölenin-efendisi ona savaşmaya izin vermediği takdirde- eman vermesi­ni caiz görmez.

Ebu Yusuf ile Muhammed şöyle derler:

"Kölenin eman vermesi sahihtir. Aynı şekilde eman vermek için erkek olma şartı da yoktur."

Yine cemaat olma şartı da yoktur. Tek bir kişinin verdiği eman sahihtir. Bu durumların pek çoğunda fakihlerin cumhuru, Hanelilere muvafakat ederler. Bunların da görüşüne göre buluğa ermiş, akıllı ve kendi başına karar verebi­len her Müslüman tarafından verilen eman sahihtir. İsterse Müslüman yahut kafir bir kimsenin kölesi olsun, fasıklık ya da sefihlik, iflas gibi sebepler dola­yısıyla hacir altmda bulunsun, kadm, kör, kötürüm, yatalak, hasta ya da ima­ma karşı ayaklanmış biri olsun... Böyle kişilerin verdiği eman sahihtir.

Emanın Hükmü:

Eman, kendilerine eman verilenlere güvenlik ve huzurun gerçekleşmesini gerektirir. Eman verilenlerin erkeklerini öldürmek, kadın ve çocuklarım esir etmek, mallarını ganimet almak, onları köleleştirmek haram olur. Aynı şekilde onlara cizye koymak da caiz değildir. Çünkü sözü geçen hususlarda herhangi birisini yapmak, ahdi yerine getirmektir. Ahdi yerine getirmemek ise ha­ramdır. Emanın hükmü, eman verilen kişinin kendisini ve küçük çocuklarını da kapsamma alır.

Hanbelilere ve Hanefilere göre malım da istihsanen kapsar. Çünkü giriş izni bunu gerektirir.

Şafiiler ise şöyle derler:

"Müste'menin (eman verilmiş kişi) malı ve aile halkı, eğer eman imam tarafından verilmiş ise, şart koşmaya gerek olmaksızın emanın kapsamına girer."

Malikilere göre ise eman şarta tabidir.

Emanın Niteliği:

Hanefiler'in görüşüne göre eman gayr-i lazım bir akiddir. Hatta imam, maslahatın, o emanı bozmak olduğunu görürse bozabilir. Çünkü Hanefiler'e göre emanın gerekli olması, maslahatın gerçekleşmesi şartına bağlıdır.

Fakihlerin cumhurunun görüşüne göre eman Müslümanlar tarafından lazım olan bir akiddir. Zararsizlık sürdüğü sürece bu lüzumda kalmaya devam

eder. Çünkü eman Müslümanın bir hakkıdır. Dolayısıyla bir töhntit ya da bir muhalefet sebebiyle olmadıkça o emanı geri alamaz. Eman ne ile bozulur:

Eman belli bir süre ile sınırlı ise, ayrıca bozulmasına gerek olmaksızın o sürenin geçmesi ile sona erer. Eğer belli bir süre ile sınırlandırılmamış mutlak bir eman ise, Hanefiler'e göre bunun bozulması, imamın bozmasıyladır. Fakat onlara önce emanı bozduğunu haber verir, sonra onlarla çarpışır. Ya da düş­manın bozulmasını istemesiyle olur. Fakihlerin cumhuru, yalnızca Müslüman­lara zarar gelmesi şartına bağlı olarak, imamın eman akdini bozabilmesini caiz görmüşlerdir.

Emanın Süresi:

Harbi olan bir kimse darül-İslam'a müste'men olarak (eman alarak) gire­cek olursa, ona daru'l-îslam'da bir sene ve daha fazla bir süre kalma imkanı verilmez. Böylelikle düşman lehine bir casus, bizim aleyhimize başkalarına yardımı önlenmiş olur.

Harbinin daru'l-İslam'da ikamet süresini ehl-i hal ve'l-akd takdir eder.

Emanın Yeri:

Emanın yeri daru'l-îslam'dır. Buna göre müste'men olan kimse, İslam top­raklarında gidip gelme hakkına sahiptir. Ancak eman'ın muayyen bir yerde ol­makla sınırlandırılması veya şer'i bir kayıt bulunması hali bunun dışındadır.

Şer'i kaydm sınırlarının tesbitinde fakihler arasında görüş ayrılığı vardır.

Ebu Hanife'nin görüşüne göre, kafir olan bir kimsenin daru'l-İslam'da her­hangi bir yere girmesi caizdir.

Şafiiler ile Hanbelüer ise, maslahat için dahi olsa, Mekke'nin haremine Müslüman olmayanın girmesinin caiz olmadığını kabul ederler.

Malikiler ise, eman almak suretiyle Beyt-i Haram dışında Mekke'nin ha­remine Müslüman olmayanın girmesinin caiz olduğunu kabul ederler. Bunun süresi ise üç gün veya imam tarafından giriş iznine esas olan maslahatın tak­dir edilmesi halinde ihtiyaca göredir. Malikilere göre Arap yarımadasında Müslüman olmayanın yurt edinmesi caiz değildir.

İmam fertlerin verdiği bütün eman'ları, özellikle de kadm çocuk, köle ve benzerlerinin eman'lanm kontrol etme yetkisine sahiptir. Fakat fakihlerin ço­ğunluğuna göre eman'ın geçerli olması, imamın iznine bağlı değildir.

Hanefiler ile Malikiler eman'ın bir maslahat dolayısıyla verilmesini şart koşarlar. Çünkü düşman ile savaş hali süreklidir.

Şafiiler ile Hanbeliler ise eman'dan herhangi bir zararın görülmemesini şart koşmakla yetinirler, maslahatı şart koşmazlar. Casus ve benzeri kişilereeman vermek caiz değildir. Çünkü İslam'da zarar olmadığı gibi zarara karşılık da zarar verilmez. [157]

 

Ateşkes İle Savaşın Sona Ermesi

 

Kar ve ziyana bakmadan savaş yönetmek doğru olmaz. Yine şartlara ri­ayet etmeden, fertlerin ve ümmetin gücü göz önünde bulundurulmadan sa­vaşın yönetilmesi doğru değildir. İşte bundan ötürü ateşkes, milletlerin yap­tıkları savaşlarda adet haline getirdikleri şeylerden biridir. Ve îslamda ateş­kes prensibini kabul etmiştir. Daha önce savaşı sona erdiren durumlardan bi­rinin de ateşkes durumu olduğuna işaret etmiştik. Ateşkes konusunda fakih-ler bir hayli söz söylemişlerdir. Tarih boyuncu ateşkes konusunda Müslü­manlara ait bir çok kararlar bulunmaktadır. Ateşkes ahkamı ve tarihi yazıldığı takdirde bütün bunlar alışılagelmiş şeylerden olur.

Ateşkesin esaslarını şu başlıklarda açıklayabiliriz:

a. Ateşkes

Karşılıklı veya karşılıksız belli bir süre savaşı terketmek şartıyla savaşan tarafların ilk bırakılmayanlar arasında fark gözetilmeksizin, İslam'ın hüküm­leri altından kalmaları söz konusu değildir. Bu ateşkes antlaşmasını akdeden kişi, fakihlerin ittifakıyla imam veya onun naibi olmalıdır. Eğer herhangi bir fert bu akdi yapacak olursa, imamın veya naibinin yetkisini kullandığı için cumhura göre böyle bir akit sahih olmaz. Hanefilere göre ise, eğer Müslü­manların maslahatını gerçekleştirecek olur ve bir gurup Müslüman bu işi imamın izni olmaksızın üstlenecek olursa sahihtir.

b. Ateşkesin sigası

Ateşkes (muvadaa) veya sulh yapmak (müsalaha) sözleridir. Ateşkesin rüknüne gelince; imam veya onun naibi ile düşmanların yöne­ticisi arasındaki icap ve kabuldür.

c. Ateşkesin şartı

Müslümanlar zayıf iken, kafirlerin güçlü olmaları ateşkeshf şartıdır. Ger­çek şu ki, bu şart da ilim adamlarının ittifakı ile herhangi bir durumda ant­laşma akdi için bir maslahatın varlığını gerektirir. Maslahat ise zayıf olmamız halinde gerçekleşebildiği gibi, kafirlerin İslam'a girişlerini ummak yahut zim­met akdi veya başkalarının düşmanlıklarını bertaraf etmek için ya da barışı yerleştirmek için onlarla yardımlaşma gibi başka bir takım hususlarla da gerçekleşebilir. Yine karşılıklı ekonomik menfaatler ve benzerlerinin durumuda böyledir.

Zaruret halinde Müslümanların kafirlere ödemek şartı ile mali bir bedel karşılığında barış yapılmasında veya eğer Müslümanlara yapılması halinde bir maslahat varsa, düşmanların Müslümanlara Ödeme yapmaları şartı ile barış yapılmasında bir mahzur yoktur. Çünkü Allah Teâlâ sulh yapmayı mut­lak olarak bize mubah kılmıştır. Dolayısı ile barışın bedelli veya bedelsiz yapılması caiz olur. Zira barıştan kasıt kötülüğü ve tehlikeyi önlemektir. Bu herhangi bir vesile ile caiz olur. Bu konuda fakihlerin ittifakı vardır.       

d. Ateşkesin hükmü:

Savaşın taraflar arasında sona ermesini gerektirir. Eman akdinde olduğu gibi düşmanlar, mallarına, canlarına, kadın ve çocuklarına herhangi bir zarar gemleyeceğinden yana emin olurlar.

e. Ateşkes akdinin niteliği:

Cumhura göre ateşkes lazım bir akid olup, nakzedilmesi ancak açıkça hainliğin yahut buna delalet eden emarelerin açıkça görülmesi durumunda caiz olur, bunun dışında caiz değildir. Eğer bu emareler bulunmayacak olursa onlara verilen sözde durmak vacip olur.                                 

f. Ateşkes ne ile bozulmuş olur?:

Hanefiler'e göre ateşkes eğer belli bir süre için yapılmış ise bozulduğunu bildirmeye ihtiyaç olmaksızın belirlenen sürenin sona ermesi ile akit de sona erer. Cumhura göre düşman savaşmak (ihanet) veya başka bir düşmana yardımcı olmak, ya da bir Müslümanı öldürmek veya bir malı almak yahut Yüce Allah'a, Kur'an-ı Kerim'e ve Hz. Peygamber'e hakaret edip sövmek, Müslümanlara karşı casusluk etmek, Müslüman kadına tecavüz etmek veya buna benzer bir fiil ile Müslümanlara karşı harekete geçmek suretiyle an­laşma bozulur.

g. Ateşkesin süresi:

Fakihler düşman ile barış akdinin muayyen bir süre ile tesbit edilmesinin kaçınılmaz olduğunu ittifakla kabul ederler. Süre tesbit edilmeksizin sonsuza kadar ateşkes sahih değildir. Böyle bir ateşkesin süresi belli olmalıdır. Çünkü sürekli bir sulh, cihadı terketme sonucunu doğurur. Fakihler bu konuda ittifak etmekle birlikte, ateşkes için caiz olan süre konusunda farklı görüşlere sahip­tirler.

Şafiiler bu konuda şöyle diyorlar:

"Eğer Müslümanların gücü yerinde ise, dört ay ve daha yukarısı ve bir seneden daha aşağı bir süre ile ateşkes caizdir. Daha zahir kabul edilen görüşbudur. Şayet Müslümanlar güçsüz iseler, o vakit ihtiyaca göre azami on yıl ve daha aşağı bir süre ile yapılması caizdir. Çünkü ateşkesin azami süresi on yıldır. Mutemed kabul edilen görüşe göre Hz. Peygamber (a.s), Hudeybiye'de Kureyşliler ile bu müddet zarfında ateşkes yapmıştır. Eğer bu süre boyunca Müslümanların gücü yerine gelmezse imamın, güçlenirler umudu ile aynı süre veya daha aşağı süre ile antlaşmayı yenilemesinde bir mahzur yoktur. Şayet ihtiyaç baki kalmakla birlikte, süre sona ererse akit yeniden yapılır. İmam Ahmed'in sözünün zahiri de budur.

Hanefi ve Malikilere göre, ateşkesin muayyen bir süresi yoktur. Bu sürenin takdiri imamn ve içtihadın ihtiyacına bağlıdır. Çünkü ateşkes on yıllık bir süre ile caiz görülmüş bir akittir. İcare akdinde olduğu gibi bu süreye daha fazlasını eklemek caizdir. [158]

 

Zimmet Akdi Ve Cizye İle Savaşın Sona Ermesi

 

Müslümanlarla gayri müslimler arasında savaşı sona erdirme şekillerin­den biri de, cizye verme ve üzerinde ittifak edilen veya Müslümanların emri­nin dikte ettirdiği şartlara göre Müslümanların teminatı altına girme şeklidir. Cizye: İslama ve Müslümanlara boyun eğmenin bir işaretidir. Cizye yalnızca gücüyle veya fiiliyle savaşabilen kimselere konulur. Bunların dışındakilere cizye konulmaz. Savaş sırasında Müslümanlara katıldıkları veya Müslüman­lar onları koruyamıyacakları zaman kendilerinden cizye düşer. Bu bir bakıma asrımızdaki mecburi hizmet yerine askerlik bedeli ödenmesine benziyor.

İslam fıkhmdaki cizye konuları geniştir. Müslümanların karşılaştığı şekil­lerin çokluğu bunu gerektirmiştir. Şartlarına gelince; gayri müslimlerin Müslü­manlara boyun eğme durumunda, Müslümanlarla gayri müslimler arasında bu şartlar oluşabilir. O da maslahata göre emirin görüşüne bağlıdır. Bazı emirler şartları çoğal tu-, bazısı da azaltır.

Şüphesiz asrımızda, Müslümanlarla kendi bölgelerindeki gayri müslimler arasında yeni antlaşmalara ihtiyaç vardır. Bu antlaşmaların içinde kuvvet ve güçsüzlüğü, menfaat ile menfaatsız hatta bölgesel konum ile evrensel konu­mu göz önünde bulundurmak lazımdır.

Fakihlerin söylediklerinin tümü, fukahamn cevaz verdiği tarihteki olay­ların şu andaki konularımıza uyması mümkündür. Ulemanın zimmet akdi ve cizye konusunda görüşleri şunlardır:

Zimmet; sözlükte ahit demektir ki, o da eman'dır. Fakahaya göre zimmet, kafirlerin cizye verip itaat etmelerine karşılık İslam topraklarında yerleşmelerine izin verilmesi, korunmalarını ve gelecek saldırılara karşı himaye edil­meleri yükümlülüğünü kabul etmektir. Bu akdi yalnızca devlet başkanı veya onun naibi yapabilir.

Fakat Malikiler şöyle derler:

"Eğer bu akdi imamdan başkası yapacak olursa, onlara eman verilmiş olur. Bu duruma göre de öldürülmezler ve esir alınmazlar. Bununla birlikte imam, akdin geçerliliğini kabul etme yahut onları emin olacakları yere kd-dar geri çevirme yetkisine sahiptir."                                       

Zimmet akdinin siğası:

Bu ya muayyen esaslara bağlı olarak ahit ve akit lafzı gibi buna delalet eden açık bir ifade ile veya cizye kabulüne delâlet eden bir fiil ile olur.

Akit'in şartları üçtür:

1.  Akid yapılan kişi Arap müşriklerinden olmamalıdır. Çünkü Arap müş­riklerinden ya İslam'a girmeleri istenir veya onlarla savaşılır. Zimmet akdi ancak ehl-i kitap ile yapılır. Bu akid mecusilerle de yapılır. Çünkü onların ki­tap ehli olduklarına dair bir şüphe vardır. Hanefiler, Hanbeliler ve Şafiiler bu şartlar üzerinde ittifak etmişlerdir.

2. Akit yapılan kişi mürted olmamalıdır.

Çünkü tevbe etmediği takdirde mürtedin hükmü öldürülmektir. Bu şart c fakihler arasında ittifakla kabul edilmiştir.

3. Akit ebediyyen yapılmamalıdır. Yine bu şart üzerinde de ittifak vardır. Cizye mükelleflerinde aranan şartlar:

Genel olarak fakihler cizye ile mükellef olmak için buluğ, hürriyet ve er­kekliği şart koşmakta ittifak etmişlerdir. Buna göre kadının, çocuğun, delinin, bunağın, müzmin hastalığa mübtela olanların, kölelerin, felçlilerin pir-i fani olan yaşlıların cizye yükümlülüğü yoktur. Çünkü cizye, düşmanlarla savaş­mak yerine bedel olarak vacip kılınmıştır. Bu kimseler bu konunun ehli ol­madıklarından dolayı savaşmazlar. Aynı şekilde gücü olmadığı için kazancı olmayan fakir de cizye ile mükellef olmaz. İnsanlarla oturup kalkmayan ra­hiplere de cizye yoktur, zira bunlar savaşa katılmazlar. Her tür köle de cizye ile mükellef olmaz.

Şafiilerle, tercihe değer kabul ettikleri görüşlerinde Hanbeliler, bazı Özür­ler sebebiyle fakirden ve hastadan cizyenin düşürülmesini caiz görmezler. Zimmet akdi, Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında savaşın sonaennesini, kafirlerin mal, can, ülke ve namuslarının koruma altına alınması sonucunu verir. Dolayısıyla akdin yapılmasından sonra bunları mubah kabul ederek el uzatmak caiz değildir.

Cizye iki türlüdür:

Birisi sulh cizyesi olup bu da karşılıklı rıza ve anlaşarak konulan cizyedir. İttifak edilen hususlara uygun olarak miktarı belirlenir. Üzerinde anlaşılan miktarın dışında bir sınırı yoktur ve kimden alınacağı ile ilgili hükmü de böy­ledir.

Diğer türü ise anveten tesbit edilip konulan cizyedir ki, bu da Müslüman­ların kâfirlere üstünlük sağlayıp topraklarını ellerine geçirmeleri ve İslam dev­let başkanının onları halleri üzere bırakmaları halinde, imam tarafından konu­lan cizyedir,

Fakihler zimmet akdinin Müslümanlar açısından bağlayıcı bir akit oldu­ğunda ittifak etmişlerdir. Müslümanlar hiçbir şekilde onu bozma hakkına sa­hip değillerdir. Gayri müslimler açısından ise lazım olmayan bir akittir.

Fakat Hanefilere göre bu akit ancak şu üç durumdan birisi ile bozulabilir: Zimminin İslam'a girmesi veya daru'l-harbe iltihak etmesi ya da zimmilerin belli bir bölgele üstünlük sağlayarak bize karşı savaş açmaları.

Sözü edilen bu hususlar dışında herhangi bir şey ile akitleri bozulmaz. Çünkü cizyenin bağlayıcılığı kalıcıdır. Bununla birlikte yönetici cizyeyi öde­mek için zimmiyi mecbur tutabilir.

Fakihlerin cumhuruna göre zimminin antlaşması, cizyeyi Ödemesi veya genel İslami hükümlerin tatbikinden kaçınması ya da Müslümanlara karşı savaşmak İçin bir araya toplanmaları ile bozulmuş olur. Çünkü bu şekilde davranmamak zimmet akdinin bir gereğidir.

Bunları işlemek akdin gereğine aykırıdır, dolayısıyla antlaşmanın bozul­masını gerektirir. Fakihler, zimmet ehlinin, İslam'ın medeni hükümleri ile ce­zai hükümlerini uygulamakla yükümlü oldukları üzerinde ittifak etmişlerdir. İbadetlere ve onların dinlerinde uygun karşılanan içki içmek, domuz yetiştir­mek, domuz eti yemek gibi hususlarda ise bunları açıktan işlememek şartıyla serbest bırakılırlar.

Cizyenin miktarı, ödenme zamanı ve cizyeyi düşüren sebepler ile ilgili fa­kihlerin görüşleri de şöyledir:

Hanefilerle Hanbelilere göre, mükellefin durumuna göre cizyenin miktarı değişiklik gösterir. Eğer zengin ise kırksekiz dirhem, orta halli ise yirmidört dirhem, fakir bir işçi ise oniki dirhem bir yılda Ödemesi gerekir. Malikilere göre cizyenin miktarı kırk dirhemdir. Fakir olan kimseden gücü ve mali durumuna uygun olarak bu miktar indirilir.

Şafiiler, Hanefiler ve Hanbeliler şöyle derler:

"Cizyenin en az miktarı her yıl için bir dinardır, Orta halli olanlardan iki, zenginlerden ise dört dinar alınır."

Fakihlerin ittifakına göre umminin İslami kabul etmesiyle cizye düşer. Hanefi ve Malikilere göre de cizye ölümle düşer.

Şafıilere ve Hanbelilere göre ise ölüm ile cizye düşmez.

Ebu Yusuf, Muhammed ve diğer imamlara göre ise cizyede tedehül söz konusu değildir, ödenmesi gereken bütün cizyeler ödenmelidir. Çünkü cizye bir bedeldir. O bakımdan diyet, zekat ve benzeri diğer mali haklar seviye­sinde değerlendirilir.

Zimmilerin haklan:

1. Ebu Hanife'nin dışında fakihlerin cumhuruna göre Mekke'nin Harem bölgesi dışmda olmak üzere İslam topraklarında yerleşmelerini kabul etmek.

2.  Canlarının ve malarının akit ile koruma altına alınması sebebiyle onlara ilişmemek.

3.  Mabedlerine, şaraplarına, domuzlarına, bunları açıktan işlemedikleri sürece karışmamak.

Evzaİ, Sevri, Şam bölgesi fakihleri ve Maliki mezhebinin meşhur kabul edileii görüşüne göre ise, cizye ister Araplardan olsun ister olmasın, ister ki­tap ehli olsun, ister putperest olsun, fark gözetilmeksizin bütün kafirlerden alınır.

Hanefilere göre cizyenin sene başında ödenmesi gerekir. Çünkü cizye gelecekte zimminin himaye edilmesi içindir.

4. Diğer mezheplere göre ise, cizye sene sonunda ödenmelidir. Çünkü ciz­yenin ödenmesi senenin tekrarlanmasıyla tekerrür eder, ya da cizye zekat gibi her senenin sonunda tahsil edilir.

5.  Tekrar savaşmak için bir kenara çekilmek veya bir başka guruba katıl­mak ne zaman caiz olur?

Bir Müslümanın zor şartlarda şehid edilinceye kadar çarpışması caizdir. Ve yine düşmanları yenilgiye uğratmak şartıyla şehid düşünceye kadar ken­dini düşmanın önüne atması caizdir. Fakat Allah Teâlâ Müslümanlara, sa­vaşmak için bir tarafa çekilmeye veya bir başka topluluğa katılmaya izin ver­miştir.

Bu konuda ulema şunları söylemiştir:

"Savaşın başlaması halinde ve savaş boyunca eğer düşmana karşı muka­vemet gösterebileceklerine dair kanaatleri ağır basarsa mücahitlerin onlara karşı sebat göstermeleri gerekir. Şayet Müslüman savaşçıların kanaati yenil­giye düşecekleri ve öldürüleceklerinden yana ağır basacak olursa, Müslü­manlardan yardım olacakları bir gurubun yanma doğru düşmanlarının ö-nünden çekilmelerinde bir mahzur yoktur. Bu hususta sayıya itibar edilmez. Hatta tek bir kişi eğer silahsız ise silahlı iki kişiden, yahut silahlı bir kişiden kaçmasında veya hastalık ya da acizlik sebebiyle kaçmasında bir mahzur yok­tur." [159]

 

Savaşın Etkisi

 

1. Düşmanın Mallarındaki Etkisi:

Nefal, Seleb ve Ganimetler: Savaşta öldürülen kafirlerin üzerinde bulu­nan elbise, sahip olduğu silah ve malzeme, aynca bir de bineğine "seleb" adı verilir. Bir kafiri öldüren müslüman bir kişi, selebi ya mutlak bir şekilde alma hakkına sahiptir ya da kumandanın, bunun Öldüren kişinin hakkı olduğunu ilan etmesiyle alma hakkına sahip olabilir. Bazan da kumandan ganimet olarak ele geçirdikleri şeyleri bir ferde veya bir topluluğa ya da orduya tahsis eder ki, buna da bazı ıstılahlar arasında "nefel" adı verilir.

Bu tür bir uygulama savaşmaya teşvik bakımından önemlidir.

Çünkü komutanın: "Her kim birini öldürürse, onun üzerinde bulunan araç-gereç ve sahib olduğu şeyler mücahide ait olur," deme hakkı vardır.

Bu sözler, bazı Müslümanları kafirlerle savaşmaya, özellikle de Müslü­manlara zulmedip mallarını ellerinden alan mürtedler (dinden dönenler)le sa­vaşmaya teşvik edip cesaretlendirir. Müslümanlar savaşı kazanınca, sonuçta da ganimetler olacaktır. Ganimetlerde aslolan, beşte dördünün savaşan mü­cahitlere ait olmasıdır. Geri kalan beşte biri, Kur'an-ı Kerim'de tayin edildiği gibi ehl-i humus denilenlere ait olur.

Hz. Ömer (r.a) sahabe-i kiram'dan çoğunun muvafakatıyla araziyi bunun dışında tutup İslam devlet başkanına bırakılması kuralını koymuştur. Çağı­mızda mensupları devletten ücret alan düzenli ordular kurulması, yine savaş sırasında devletten ücret alan ihtiyat askerleri savaşa katılmaları sebebiyle yeni durumlar ortaya çıkmıştır. Buna göre.-devlet başkanı bir şeye sınır koy­mamış ise- ganimetler veya araziler ya da silah ve malzeme kapsamına giren şeyler devlete mi, ümmete mi yoksa bunların dışında savaşanlara mı ait olur? Açıkçası her iki duruma da fetva izin verir. Ganimetler, nefal ve seleb hak­kında fakihler görüş beyan etmişlerdir ve bu konuda naslar da gelmiştir. Bu bağlamda ihtiyaç gerekli kılıyorsa nasların yanında görüş de açıklanabilir. Bizburada ulemânın seleb, nefal ve ganimetler hakkında söylediklerini naklediyo­ruz.

Nefel:

Sözlükte fazlalık manasına gelir. İstılahta ise imamın savaşa teşvik mak­sadıyla bir kısım mücahitlere özel olarak tahsis ettiği mal demektir.

Tenfil ise bazı mücahitlere bu fazlalığı tahsis etmektir. Mesela veliyü'l-emrin: "Her kim birini öldürürse, onun selebi ona aittir" veya askeri birliğe: "Ele ne geçirirseniz sizin olacaktır" demesi gibi.

Seleb: Öldürülenin elbiseleri, beraberindeki silahlar, üzerindekilerle bir­likte bineği ve onunla beraber bulunan maldır. Hanefilerle Maliküere göre mü­cahit, imamın izni olmadıkça öldürdüğü kişinin selebine hak sahibi olamaz.

Şafiilerle Hanbelilere göre ise imamın izni olmadan her durumda, mücahit öldürdüğü kişinin selebine hak sahibi olur.

el-Fey:

Sözlükte, geri dönmek demektir. Terim olarak, harbîlerden savaş olmak­sızın yani cizye ve haraç gibi sulh yoluyla alınan mallardır.

Ganimet:

Sözlükte, meşakkatsiz olarak bir şeyi ele geçirmek demektir. Terim ola­rak ise, kahretmek ve galip gelmek yoluyla zorla harp ehlinden alınan mal­lardır.

Günümüzde ganimetler konusunda bir çok görüşü almaya ihtiyaç duyul­duğunu beyan ettikten sonra, fakihlere göre ganimetlerin hükmünü beyan edeceğiz. Ganimetlerin taksiminde temel hükümlerin özeti şudur: Ganimetler beş paya ayrılır. Beşte dördü ganimet alanlaradır ki, savaşa fiilen veya hükmen katılanlardan her savaşçıya ondan pay verilir.

Savaşçının hak ettiği miktara gelince, Hanefiler'e göre süvariye iki pay, piyadeye bir pay verilir. Cumhur ise süvariye üç pay, piyadeye de bir pay ve­rilmesi görüşündedir:

Diğer beşte bire gelince cumhur, onun beş paya ayrılması görüşündedir:

Sehmu'l-mesalih:

Allah'a Resulüne ait bir pay, yakın akrabaya ait bir pay.

Yakın akraba: Hz. Fatıma ve diğerlerinin soyundan gelen HaşimoğuHarı­dır. Geriye üç pay kalmaktadır ki, şu ayet-i kerime'de onlar beyan buyurul-muştur:

"... Bilin ki, ganimet olarak aldığımız herhangi bir şeyin beşte biri Al­lah'ın, Resulü'nün,  akrabalarının, yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur." [160]       

Hanefilere göre beşte bir (humus) üç paya ayrılır: Bir pay yetimlere, bir pay yoksullara, bir pay da yolcularadır.

Beşte birden pay alanlar arasında Yüce Allah'ın söz konusu edilmesi ise; sözün başlangıcı dolayısıyla olup Allah'ın adı ile teberrtik içindir. Hz. Pey-•gamber'in payı, O'nun vefatı ile düşmüştür. Akrabaların payı ise, onlardan fa­kir olanlara yoksulların payı adı altında intikal eder.

İmam Malik şöyle der:

"Paylaştırma işi imamın görüşüne havale edilmiştir. Bunlar Müslüman­ların maslahatının olduğu yere sarfedilir." [161]

2. Savaşın, Düşmanların Kendilerinde, Esirlerinde Ve Kadın İle Çocukların Esir Alınmasındaki Etkisi:

Erkek, kadın ve çocuk esirler: Şüphesiz ki, günümüzde esirler konusuada göz önünde bulundurulması gereken yeni şeyler ortaya çıkmıştır. Aslında ve-liyyü'l-emrin önüne erkek, kadm ve çocuk esirlerin durumu hakkında birçok seçenekler konulmuştur. Emir, asrımızda, maslahata ve çağa uygun düşen içtihatlardan seçim yapabilir. Mesela; affetmek veya fidye almak gibi... İşte emirin seçme imkanı bulabileceği içtihatların zenginliğini göstermek için fa-kihlerin görüşlerinden bir kısmını naklediyoruz.

Üserâ: Müslümanların galip gelip canlı olarak ele geçirdikleri kafir erkek savaşçılardır.

Seby: Kadın ve çocuk esirlere denir.

Seby (kadın ve çocuk eshier)in hükmü: Kadın ve çocuk esirlerin maruz kalacakları hallerin araştırılması ile bunların hükmü bilinebilir. Maruz kala­cakları hükümler ise öldürülmek, köle edilmek, karşılıksız olarak serbest bırakılmak ve fidye karşılığı salıverilmekten ibarettir. Esir alındıktan sonra kadın ve çocukları öldürmek caiz değildir. Bunda ulemanın ittifakı vardır. Esir almanlar ister kitap ehlinden olsunlar, ister kitapları bulunmıyan bir kavimden olsunlar farketmez. Eğer kadm ve çocuklar kendi kavimleriyle birlikte aktif olarak ya da görüş belirterek savaşa katılacak olurlarsa, savaş sırasında öldürülmeleri caiz olur. İmamların cumhuruna göre esir alınmalarından sonra da öldürülmeleri caizdir. Çünkü düşmanları öldürmekte aranan illet, onlarda mevcuttur, o da savaşmak ve çarpışmaktır. Esir alınmasından sonra öldürmehalinde Hanefiler farklı kanaat belirtmişler ve aklı ermeyen bunak ile kadm ve küçüğün öldürülmesini caiz görmemüşlerdir. Çünkü esir aldıktan sonra öldür­mek cezalandırmak gibidir. Halbuki onlar ceza ehli olan kimseler değildir. Köle etmeye gelince; kadm ve çocuk esirlerin, esir edildikten sonra öldürül­meleri caiz değildir.

Malikilere göre imam, köleleştirme, karşılıksız veya fidye karşılığında serbest bırakma arasında seçim yapmak için muhayyerdir. Hanefilere göre ise, bunlar ister Arap olsun ister olmasınlar imam onları köleleştirir.

Hanefiler ile Şafiiler bu konuda şunları söylemişlerdir:

"Bizzat esir almakla bunlar köle olurlar ve ganimetle birlikte pay edi­lirler."

Karşılıksız serbest bırakma konusu ise, Malikilere göre imamın yani İslam devlet başkanının karşılıksız olarak kadın ve çocuk kölelerin kayıtsız şartsız kendi topraklarına geri dönmeleri için izin vermesi caizdir. Aynı şekilde Şafiilerle Hanbeliler de veliyyü'l-emrin kadın ve çocuk köleleri kar­şılıksız bırakmasını caiz görmüşlerdir. Fakat ganimet alanların gönül hoşluğu ile bunu kabullenmeleri şartı vardır. Hanefiler de karşılıksız bırakmayı mutlak olarak caiz görmezler.

Esirlerin fidye karşılığı bırakılması:

Malikiler bunun caiz olduğu görüşündedirler. Şafiiler düşmanlarının elle­rinde bulunan Müslüman esirler veya mal karşılığında bunu yapmalarının caiz olduğunu söylerler. Şu kadar var ki; ganimet alan savaşçılara bunların yerine kamu menfaatleri için ayrılan pay (Sehmü'l- Mesalih)dan bir şeyler verilmesi gerekir.

Hanefiler ile Hanbeliler kadın ve çocuk esirlerin ister mal karşılığı ister onların kavimlerinin.ellerinde bulunan Müslüman esirler karşılığında olsun fidye ile bırakılmalarını caiz görmezler.

Esirlerin Hükmü:

Fakihler, velüyyü'l-emrin esirlere, Müslümanların menfaatlarına daha uy­gun gördüğü uygulamayı yapabileceğinde ittifak etmişlerdir. Ve emir, mezhep sahiplerinden herbirisinin içtihadı ile ulaştığı ve buna dayanarak belirlediği hususlardan herhangi birisini seçmekte serbesttir.

Hanefi mezhebine göre veliyyü'1-emir esirlere üç husustan birisini uygula­makta serbesttir: Ya onları öldürür, ya köleleştirir, ya da Müslümanlar ile zımmilik antlaşması yapan hürler haline getirir. Arap müşrikleri ile mürtedler bunların dışındadır.

Hanefilerin ittifakı ile fatih Müslüman askerlerin, .cihadı bırakıp ziraatle uğraşmamalar! için arazilerine bağlı olarak esirlerin arazide çalışmak üzerekarşılıksız bırakılmaları caizdir.

Şafii ve Hanbeliler'in mezhebine göre imam veya onun vekilliğini yapan savaş kurmaylarından herhangi birisinin İslam ve Müslümanlar için daha uy­gun hayırlı gördüğünü yapar. İmam veya vekili bu tercihi arzusuna göre değil de içtihadı ile yapar.

Hanefi mezhebinin esirler hakkındaki görüşünün özeti şudur:

İmam köleleştirmek ve Öldürmek arasında muhayyerdir. Delil olarak da: "... Artık onların boyunlarını vurun," [162] ayeti kerimesi ile Beni Kurayza olayını ileri sürmüşlerdir. Bu durum sadece esir alınmış kişiler için geçerlidir.

Esir olmayanlara gelince, onların öldürülme sine kendi kendine karar vere­mez. Bu da onların öldürülmelerinin cevazına delil olur.

Hanefiler, Allah Teala'nın; "... Savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin..." [163] ayetini, "...Topyekün sizinle savaşan putperest­lerle siz de topyekün savaşın..." [164] ayeti ile neshedildiğine itibar ederler. Fa­kat Hanefiler ihtiyaç anında mal veya esirler karşılığında takas yapmayı caiz görmüşlerdir. [165]

İmam Şafii ve Ahmed'in mezhebenin hulasası da şudur:

İmam öldürmek, köleleştirmek ve mal karşılığında veya esirler karşılığın­da ya da karşılıksız olarak serbest bırakmada muhayyerdir." Bu konuda de­liller çoktur. Bu deliller naslarm sunuluşu sırasında gelecektir.

Malikilerin görüşü de şudur:

İmam, bu durumla muhayyerdir. Dört hususu yukarıda zikredildi, diğeri ise cizyedir.  [166]

 

Kafirlerin İslam Beldelerini İstila Etmesinin Hükmü

 

Burada Müslümanların istilasının tersine bir durum vardır. Kafirler İslam beldelerinden veya İslam topraklarından bir kısmını istila ettikleri takdirde kazai hüküm nasıl olur? Sonra burada bir başka durum daha vardır ki, o da mürtedler bir yeri istila ettikleri vakit, istila sırasında yaptıkları tavarruflarınhükmü nedir? Bu sorunun cevabında bir çok mesele ve detayın açıklanması gerekir. Ve bu husus, yeni durumlara ve gerçeğe denk düşecek fetvalara ih­tiyaç duyar. İşte biz okuyucuya alimlerin alışılagelen görüşlerini naklediyoruz.

Kâfirlerin, Müslümanların mallarını ele geçirmesi:

Aralarında Hanefiler'in de bulunduğu fakihlerin cumhuru şöyle demektedir:

"Kafirler darü'l-İslam'da üstünlük sağlayıp galip gelmek suretiyle Müs­lümanların ya da ummilerin mallarına malik olmuş olurlar."

Ancak Hanefiler şöyle demektedirler:

"Kafirlerin bizim mallarımızı mülk edinmeleri ancak daru'l-harpte ih-az edilmesi ile mümkün olur."

Şafiiler de şöyle derler:

"Kafir ganimet olmak yoluyla Müslümanın ya da zimminin malına ma-ik olamaz."

Şafiiler, İmran bin Husayn hadisini delil getirerek şöyle demişlerdir:

"Müşrikler Medine'nin otlak yerindeki sürülere baskın yapıp, Resulul-lah (a.s)'m devesi Adbâ ile Müslümanlardan bir kadını yakaladılar. Gece olunca kadın kalktı. Onlar da uykuya dalmıştı. Adbâ'nm yanına gelinceye kadar elini üzerine değdirdiği her deve büyüyordu. Adba, uysal, yumuşak huylu bir deve idi. Kadın ona bindi. Sonra Medine'ye doğru yöneldi ve şöylece bir adakta bulundu: Eğer Allah kendisini kurtarırsa, bu deveyi boğazlayacaktı. Medine'ye geldiğinde bindiği deve tanındı ve onu doğru Re-sulullah (a.s)'a getirdiler. Kadın yaptığı adağı Hz. Peygamber (a.s)'e haber verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) : "Adbâ'ya ne fena mukabelede bulunmuşsun. Ne Allah'a masiyet teşkil eden bir şey hakkında, ne de Adem oğlunun malik ve sahip bulunmadığı bir şeyde adak olmaz," buyurdu."

Yine İbni Ömer (r.a) hadisinin zahiri bunun benzerine delâlet ediyor.

İbni Ömer'in atı çekip gitmiş ve onu düşmanlar ele geçirmişler. Müslü­manlar da düşmanları yenmişler. Böylece Resulullah (a.s)'ın zamanında at kendisine geri verilmiş.

Her iki hadise de sabittir. Müslümanlara rağmen kafirlerin mülküne delâ­let eden esere gelince, o Hz. Peygamber (a.s)1 in: "Akil bize evden yana bir şey bıraktı mı?" sözüdür. Yani Akil Hz. Peygamber'in Mekke'deki evlerini, Medine'ye hicretinden sonra satmıştı. Ulemanın, kafirler Müslümanların mal­larını tazmin etmezler diye üzerinde ittifak etmeleri delil olarak ileri sü­rülmüştür. Bundan dolayı da kafirlerin mallara sahip olmaları gerekir. Bu duruma göre de onlar malik durumundadırlar. Çünkü malik olmasalar tazmin et­meleri gerekir. [167]

 

Sonuç

 

Aslolan, Müslümanların imamının savaş işini yönelmesidir. Yine imamda aslolan, onun müctehid olması ve kendinde savaş idare etme gücünün bulun-, maşıdır.

Günümüzde Müslümanlar bu iki şarta daha çok muhtaçtırlar. Çünkü savaşçının karşılaştığı şartların farklı oluşları, silah türleri, idâri, teknik ve ilmi ilerlemelerde ortaya çıkan yeni durumlar, günlük olaylarm ihtiyacı olan bir çok fetvalar, içtihada ve idari yeteneğe muhtaçtır.[168]

 

Allah Yolunda Nöbet Beklemenin Fazileti

 

4735- Tirmizi, Hz. Osman bin Affan (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Hz. Osman (r.a) bir gün minberin üzerinde şöyle dedi:

"Yanımdan (Medine'den) ayrılmanızı istemediğimden dolayı, Resulul-lah (a.s)'dan işittiğim bir hadisi sizden gizlemiştim. Sonra onu size tahdis etme (söyleme) yi uygun buldum. Ta ki, herkes, kendi nefsi için uygun olanı seçsin! Resulullah (a.s)'dan şöyle işittim:

"Allah yolunda düşmana karşı bir günlük nöbet tutma, diğer menziller de (Allah yolunda geçirilen) bin günden daha hayırlıdır." [169]

 

4736-Tirmizi, Muhammed bin el-Münkedir (r.a) merhumdan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Selman el-Farisi, Şurahbil bin es-Sımt'a uğradı. Şurahbil kendisine aid (görevli bulunduğu) bir tabyada bulunmakta idi. Kendisi de adamları da güç durumdaydılar. Selman onlara dedi ki:

"Resulullah (a.s)'dan işittiğim bir hadisi size anlatayım mı? Onlar da: "Evet," dediler. Selman da şöyle dedi: "Resulullah (a.s)'ı şöyle buyururken işittim:

"Allah yolunda düşmana karşı bir günlük nöbet, bir ayın orucu ile kı­yamından (teravih namazından) daha faziletlidir, belki daha hayırlıdır. Her kim bu nöbette ölürse, kabir fitnesi ve Münker-Nekir'den korunur. Kıya­mete kadar onun ameli artar."

Müslim [170] Selman'dan şöyle rivayet etmiştir: "Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu işittim:

"Bir gün- bir gece serhat bekçiliği, bir ayın orucu ile teravihinden daha hayırlıdır. Ölürse üzerine dünya'da iken yaptığı ameli ve rızkı cereyan eder. Fettandan (kabirde soru soran iki meleğin fitnesinden) da emin olur."

Nesaî'nin [171] rivayetinde de Hz. Peygamber (a. s) şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda bir gün bir gece serhat bekçiliği yapan kişinin, bir aymorucu ye teravihin ecri gibi ecri vardır. Serhat bekçiliği yaparken ölen kişi için de bu ecrin misli cereyan eder. Ve rızkı üzerine icra ettirilir ve fettandan emin olur." [172]

 

4737-Tabarani, el-Kebir'de, Irbad bin Sâriye (r.a)'den şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

Sahibi ölünce her amel kesintiye uğrar. Allah yolunda serhat boyunda nöbet bekleyen müstesna. Çünkü kıyamet gününe kadar onun ameli artı­rılır ve rızkı üzerine cereyan eder." [173]

 

4738-Tabarani, el-Kebir'de, Vasile bin el-Eska (r.a)'dan şu şekilde ri­vayet etmiştir;

"Vasile Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu nakletrniştir:

"Kim iyi bir çığır açar da, kişinin hayatında ve ölümünden sonra terk edinceye kadar onunla amel edildiği sürece, o amelin sevabı açana verilecek­tir. Kim de kötü bir çığır açarsa, terk edilinceye kadar o çığırın günahı, açanın üzerine olacaktır. Kim de, Allah yolunda (serhatta) nöbet beklerken ölürse, kıyamet günü dirilinceye kadar nöbet bekleyenin ameli onun üzerinde ce­reyan eder." [174]

 

4739-Tabaranî, Ebu'd-Derdâ (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Ebu'd-Derdâ Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Bir ay sınırda nöbet beklemek, bir aym orucundan daha hayırlıdır. Kim düşmana karşı nöbet beklerken ölürse en büyük korku (kıyamet veya Ce­hennem korkusun)dan emin olur. Rızkı ve Cennet'ten bir koku (bir rüz­gar) erkenden verilir. Aziz ve Celil olan Allah onu diriltinceye kadar üze­rinde mücahidin eseri cereyan eder." [175]

 

Bir Açıklama

 

İnsan hangi mekanda olursa olsun İslam düşmanlarının Müslümanlara saldırısından sakınmalıdır. Cihad farz-ı ayn olunca, insanı Allah yolunda çar­pışmaya niyet eder, işte o, nöbet beklemektedir. Kim îslam düşmanlarıyla sa­vaşmaya veya İslam'dan ve Müslümanlardan bir şerri uzaklaştırmaya niyyet eden bir orduya katılırsa inşaallahu Teâla o da nöbet beklemiş olur.

 

4740-Tabarani, el-Evsat'ta, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmiştir: "Enes, şöyle dedi:

"Resulullah (a.s)'a sınır boylarında nöbet tutmanın ecri soruldu. Resu-lullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Kim Müslümanların arkasından bir gün bekçi olarak nöbet beklerse, namaz kılıp oruç tutanlardan arkadakilerin ecrini alır." [176]

 

Allah Yolunda Sabah Ve Akşam Seferlerinin Fazileti

 

4741-Buhari ve Müslim, Sehl bin Sa'd (r.a)'dan rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah yolunda bir günlük nöbet, dünya'dan ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Cennet'te sizden birinizin kamçısının boyu dünya'dan ve üze­rindekilerden daha hayırlıdır. Kulun Allah yolunda çıktığı bir akşam seferi veya sabah seferi, dünya'dan ve üzerindekilerden daha hayırlıdır." [177]

 

4742-Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'den rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah yolunda bir sabah veya akşam seferi, dünya'dan ve bütün dünya varlıklarından daha hayırlıdır." [178]

 

4743-Ahmed bin Hanbel, Süfyan bin Vehb el-Havlânî (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:

"Süfyan, Veda Haccı günü Resulullah (a.s)'ın bineğinin gölgesinin al­tındaydı. Veya bunu ona bir adam tahdis etmişti. Resulullah (a.s) da bir pa­lanın üzerindeydi. Resulullah (a.s); "Sen tebliğ ettin mi?" diye buyurdu. Biz, Resulullah (a.s)'m bizi kasdettiğini zannettik. Bunun üzerine: "Evet," diye cevap verdi ve onu üç kere tekrar etti, Söyliyeceği şeyler içinde şunu da söy­ledi:

"Allah yolunda bir akşam seferi, dünya'dan ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Allah yolunda bir gazveye çıkmak, dünya'dan ve üzerindekiler­den daha hayırlıdır. Mü'minin mü'mine karşı ırzı ve canı, bu günün haram oluşu gibi haramdır." [179]

 

4744-Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Bir yayın kabzası ile ucu arası kadar Cennet'te bir yer, üzerine Güneş doğmuş yahut batmış her şeyden daha hayırlıdır."

Resulullah (a.s) yine şöyle buyurdu:

"Allah yolunda bir sabah veya akşam seferi, üzerine Güneş doğmuş veya batmış her şeyden daha hayırlıdır."

Müslim [180] hadiste geçen "el-Gadvetü ve'r-ravhatü" (sabah ve akşamyürüyüşü) kelimelerini zikrederek şunu tahric etmiştir: "Resulullah (a.s)  şöyle buyurdu:

"Allah yolunda akşam veya sabah seferi, dünya'dan ve içindekilerden daha hayırlıdır." [181]

 

4745-Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah yolunda sabah veya akşam seferi, dünya'dan ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet'te, birinizin yayının kabzası ile ucu arası kadar veya kamçısı miktarı kadar bir yer, dünya'dan ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennnet kadınlarından bir kadın eğilip dünya halkına baksa dünya'yı aydınlatır ve ikisinin (yerle gök veya doğu ile batı) arasını güzel koku ile doldurur. O kadının başını örten başörtüsü dünya'dan ve içindekilerden daha hayırlıdır." [182]

 

4746-Müslim, Ebu Eyyub (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Ebu Eyyub, şöyle dedi: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah yolunda: bir sabah veya akşam yürüyüşü, üzerine Güneş'in doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır." [183]

 

Az Da Olsa Allah Yolunda Savaşmanın Ecri

 

4747-Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Resululluh (a.s)'ın ashabından bir zat tatlı su kaynakçığı bulunan bir boğazdan geçti ve tatlılığından ötürü kaynakçık hoşuna giderek; "Halktan uzlet edip keşke şu boğazda ikamet etsem ! Ama Resulullah (a.s)'tan izin al­madan yapmayacağım," dedi. Durumu Hz. Peygamber (a.s)'e anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu.

"Yapma (halktan uzaklaşma)! Sizden birinin Allah yolunda kıyamı, yet­miş sene evinde kıldığı namazdan daha faziletlidir. Allah'ın sizi affetmesini ve Cennet'e koymasını sevmez misiniz?" Onlar da: "Evet," dediler.

(Bunun Üzerine) Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Öyle ise Allah yolunda savaşın! Kim Allah'ın kelimesi yücelsin diye Allah yolunda, devenin sağılması müddeti kadar savaşırsa, Cennet kendisine vacip olur. Allah yolunda sabah veya akşam yürüyüşü, dünya'dan ve içindekilerden daha hayırlıdır. Yahut Güneş'in üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır." [184]

 

4748-Ebu Davud, Muaz bin Cebel (r.a)'den rivayet etmiştir: "Muaz, Resulullah (a.s)'ı şöyle buyururken işitmiş:

"Kim Allah yolunda devenin sağılması müddeti kadar savaşırsa, kendi­sine Cennet vacip olur. Her kim niyetinde sadık olarak Allah yolunda öldürülmeyi Allah'tan ister de sonra ölür veya öldürülürse, onun için şehid ecri vardır. Her kim Allah yolunda herhangi bir yara alır veya herhangi bir musibete uğrarsa, kıyamet gününde o (yara veya musibet), olduğundan daha ağır olarak gelir; rengi za'feran ve kokusu misk kokusu gibidir. Kim vücudunda Allah yolunda iken çıkan iltihab gibi bir yara açılacak olsa, bu da onun için şehidlik mührü olur." [185]

 

Allah Yolunda Savaşa Çıkan Allah'ın Garantisi Altındadır

 

4749-Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah kendi yolunda (savaşa) çıkan kimseye kefil olmuştur: (Buyurur ki); "Onu (çıkaran) ancak benim yolumda cihad etmek, bana inanmak ve Peygamberlerimi tasdik etmek için çıkarmıştır. Şu halde o, kendisi Cennet'e koymamı yahut alabildiği kadar ecir veya ganimet alarak içinden çıktığı evine döndürmemi benim üzerine garantilemiştir,"

Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şayet Allah yolunda bir yara açılırsa, kıyamet gününde açıldığı zamanki kılığında gelecek, rengi kan rengi, kokusu misk olacaktır.

Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, eğer Müslümanlara zor gelmese, Allah yolunda gaza eden bir seriyyenin ardın­dan ebediyyen oturmazdım. Lakin bir varlık bulamıyorum ki, onları taşıyayım! Onlar da varlık bulamıyorlar. Kendilerine benden geri kalmak zor geliyor.

Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben Allah yolunda gaza ederek öldürülmeyi, sonra yine gaza ederek öldürül­meyi, sonra yine gaza ederek öldürülmeyi pek arzu ederim,"

Buhari [186]'nin tahric ettiği rivayette ise Resulullah (a.s) şöyle buyur­muştur:

"Kendisini (evinden sırf) Allah yolunda cihad etmek ve kelimetullah'ı tasdik etmek niyeti ile çıkararak Allah yolunda cihad eden kimseye Allah onu, şehid olmak suretiyle Cennet'e girdirmeyi yahut içinden çıkmış olduğu meskenine sevabla yahut ganimetle salimen döndürmeyi tekeffül etmiştir."

Yine Buhari [187]'ye ait bir rivayette Ebu Hureyre şöyle demiştir:

"Resulullah (a.s)'ı şöyle buyururken işittim:

"Allah yolunda (çarpışan) mücahidin hali -Allah, kendi yolunda cihad eden kimseleri en iyi bilendir- (gündüz) oruç tutan, (gece) namaz kılan, kim­senin hali gibidir. Allah kendi yolunda savaşan mücahidi, onu vefat ettirip Cennet'e girdirmeyi, yahutta sevap ve ganimetle beraber onu salimen evine döndürmeyi tekeffül etmiştir."

Müslim [188]'in Ebu Hureyre'den şöyle bir rivayeti vardır:        

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:                     

"Yüce Allah kendi yolunda cihada çıkan kimseye tekeffül etmiştir. Müs­lümanlar üzerine meşakkat verecek olmasaydım, Allah yolunda cihada gid­en hiçbir cihad müfrezesinin ardından geri kalmazdım."

Buhari ile Müslim [189]'in yine Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri şu hadiste Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Allah Teâla, kendi yolunda cihada çıkan kimse hakkında: "(Kulum) yalnızca, benim yolumda cihad etmek, bana iman etmek ve Resulüm'ü tas­dik etmek amacıyla dışarı çıkarır. Onu Cennet'e sakmayı, yahut alabildiği ka­dar ecir veya ganimet olarak içinden çıktığı evine döndürmemi benim üzerime garantilemiştir," buyurarak himayesine aldı. "       

Muvatta [190]'nın rivayetinde Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur! "Allah kendi yolunda cihad eden kimse için... tekeffül etmiştik" İmam Malik, Buhari'nin ilk rivayetini de zikretmiştir.

Yine Buhari [191]'nin bir rivayetinde Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Allah kendi yolunda cihada çıkan kimseye: "Onu evinden çıkaran şey yalnız bana iman ve elçilerimi tasdikdir. Onu ya öldürülmek veya vefat et­mek şeklinden herhangi biriyle- Cennet'e koymayı yahut nail olacağı ecir veya ganimetle (sağ salim) çıktığı evine geri getirmeyi garanti ediyorum," diye tekeffül etmiştir." [192]

 

4750-Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Enes, şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Yani Allah (c.c) : "Benim, yolumda cihad eden kişi benim teminatım altındadır. Şayet ruhunu kabzedersem, kendisini Cennet'in varisi kılarım ve şayet geri çevirirsem sevap ve ganimetle geri çeviririm," buyuruyor." [193]

 

4751-Nesai, Abdullah bin Ömer (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s), Rabbinden naklederek şöyle buyurdu:

"Kullarımdan hangisi, Allah yolunda, sırf benim rızam için savaşırsa, eğer onu sağ salim geri döndürmek dilersem, elde ettiği ecir ve ganimetle geri döndürmeyi veya ruhunu kabz edersem, günahlarını affedip rahmetine gark etmeyi garanti ederim." [194]

 

4752-Ebu Davud, Ebu Üsâme el-Bâhilî (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ebu Üsame, şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Üç kişi vardır ki, hepsi Allah'ın garantisi altındadır:

(Birincisi) Allah yolunda gazi olarak çıkan adamdır ki, Allah onu vefat ettirip Cennet'e koyuncaya kadar yahut elde ettiği ecir veya ganimetle geri döndürünceye kadar o, Allah (Azze ve Celle)'nin garantisi altındadır.

(İkincisi) mescide giden adamdır kû Allah onun canını alıp Cennet'e koyuncaya kadar o, Allah'ın garantisi altındadır.

(Üçüncü) selam ile evine giren adamdır ki, o da Allah (Azze ve Celle)'nin garantisi altındadır." [195]

 

4753-Ahmed bin Hanbel, Humeyd bin Hilal (r.a)'den rivayet etmistir

"Humeyd, şöyle dedi:

"Gezginlerden bir adam vardı. Yolu bize uğrardı. Kabileye gelir, onlara (bazı şeyleri) anlatırdı. Adam şöyle dedi:

"Bize aid bir kervan içinde Medine'ye geldim. Ticaret malımızı hemen sattık. Sonra ben: "Bu adama (Hz. Peygamber (a.s)'i kasdediyor) gidip arkada bıraktığım kişilere onun haberini getireceğim," dedim. Doğruca Resulullah (a.s)'a gittim. Bir de ne göreyim karşımda o, bana bir evi gösteriyor."

Adam sözüne devamla şöyle dedi:

"Evde bir kadın vardı. Kadın (daha önce) Müslümanlardan oluşan bir müfrezenin içinde sefere çıkmış. (Çıkarken) geride oniki keçi ile bir de doku­ma yaptığı tarağını bırakmış. (Dönüp geldiğinde) kadın sürüsünden bir keçiyi ve dokumacı tarağının kaybolduğunu görmüş. Bunun üzerine kadın: "Ya Rabbi! Senin yolunda cihada çıkan kişiyi koruyacağını garanti etmiştin Halbuki ben, sürümden bir keçiyi ve dokumacı tarağımı kaybettim. Keçim ve tarağım konusunda sana yalvarıyorum," demiş."

Adam sözüne şöyle devam etti:

"Kadının Rabbine bu şiddetli yalvarışı Resulullah (a.s)'a anlatılınca, Re­sulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kadının keçisi ve keçinin misli, tarağı ve tarağının misli ortaya çıkmış­tır. Haydi sen kalk, kadına git, eğer dilersen ona sor," buyurdu."

Adam dedi ki:

"Aksine ben seni tasdik ediyorum," dedim." [196]

 

Resulullah (A.S)'In Şehitlik Sevabından Dolayı Üç Kere Öldürülüp Sonra   Dirilmeyi Arzu Etmesi

 

4754-Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ebu Hureyre, şöyle dedi:                                               

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Ümmetim üzerine meşekkat verecek olmaydım, ben hiçbir cihad ;| müfrezesinden geri kalmazdım. Lakin ben binecek hayvan bulamıyorum. Bineksiz sahabilerin benden geri kalmaları da bana meşakkat veriyor. An- S dolsun ki, ben Allah yolunda savaşıp da Öldürülmemi, sonra diriltilmemi, 'i! sonra yine öldürülmemi, sonra yine diriltilmemi çok arzu ederdim."

Buhari [197]'nin bir rivayetinde Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir:       

"Ben, Hz. Peygamber (a.s)'den şöyle buyururken işittim:            

"Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, kendilerini üzerine bindi- rebüeceğim binekler bulamamam halinde cihad yolunda benim arkamda kalmalarına gönülleri bir türlü razı olmayacak (ve bundan çok üzülecek) bir takım mü'minler olmasaydı, ben Allah yolunda gazaya çıkan hiçbir se-riyyeden geri kalmazdım. Allah yolunda öldürüp diriltilmemi; ondan sonraE; öldürüp diriltilmemi; ondan sonra öldürüp diriltilmemi ne kadar çok isterdim."

Buhari 'nin diğer bir rivayetinde Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyur­muştur:

"Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda Öldürüp/ diriltilmemi, ondan sonra öldürüp diriltilmemi, ondan sonra öldürüp diril­tilmemi çok isterdim."

Ravi: "Ebu Hureyre (r.a) bu: "öldürülmemi" kelimelerini üçer söylerdi de: "Hz. Peygamber (a.s)'in bunu böyle söylediğine Allah adıyla şehadet ederim," derdi," demiştir.

Yine MüsUm'e ait bir rivayette Resulullah (a.s) $üyle buyurmuştur:

"Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, mü'minlere meşakkat vermiş olmasam Allah yolunda gaza eden   hiçbir seriyyenin ardında kalmazdım. Velakin varlık bulamıyorum ki, onları (hay­van üzerinde) taşıyayım! Onlar da varlık bulamıyorlar ki, benim arkamdan gelebilsinler. Benim ardımdan oturup kalmaya da gönülleri razı olmuyor." [198]

 

4755-Buhari, Muğire bin Şu'be (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Muğire şöyle dedi:

"Peygamberimiz Rabbimiz'in elçiliğinden olmak üzere bize şunu haber yerdi:

"Bizden cihad uğrunda öldürülen, asla benzeri görülmemiş ni'metlerle dopdolu olan Cennet'e gider. Şehid olmayıp da hayatta kalanlar da sizleri esir alıp boyunlarınıza malik olurlar..." [199]

 

4756-Tabarani, İbni Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir: "İbni Ömer (r.a) Uhud günü kardeşine: "Ey kardeşim ! Zırhımı al," dedi. Kardeşi de: "Senin istediğin gibi ben de şehid olmak istiyorum," dedi. Bunun üzerine her ikisi de zırhı bıraktılar." [200]

 

Yaralayan Veya Allah Yolunda Yaralananlar

 

4757- Buharı, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: 'JEbu Hureyre şöyle dedi: Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah yolunda yaralanan hiçbir yaralı yoktur ki, kıyamet günü, yarası kanıyor olarak gelmiş olmasın. Bu kanın rengi kan renginde, kokusu da misk kokusundandır."                                                     '

Buharı [201]'nin bir rivayetinde ise Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Müslümamn Allah yolunda alacağı her yara, kıyamet gününde yeni açıldığı andaki durumu üzere kan fışkırıyor gibi olur. Rengi kan rengi, ko­kusu misk kokusudur."

Buharı [202]'nin diğer bir rivayetinde de Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyur­muştur:

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda ya­ralanan hiçbir kimse müstesna olmamak üzere-ki Allah kendi yolunda ya­ralananı en iyi bilendir- muhakak kıyamet gününde, rengi kan rengi; koku­su ise misk kokusu halinde gelir."

Müslim'deki bir rivayette Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Eğer bir kimse Allah yolunda yaralanırsa-ki Allah kendi yolunda ya­ralananı en iyi bilir- kıyamet gününde yarası kan akarak gelir. Rengi kan rengi, kokusu da misk kokusudur." [203]

 

4758-Nesai, Abdullah bin Salebe (r.a)'den rivayet etmiştir: "Abdullah şöyle dedi: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"(Şehitleri kabirlerinde) kanlı elbiseleriyle örtün ! Zira Allah yolunda ya­ralanan bir kimse, yarası kanayarak (Allah'ın huzuruna) gelir. Rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur." [204]

 

Allah Yolundaki Mücahîd, Allah'a İtaat Edip Oruç Tutan Kimse Gibidir

 

4759-Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ebu Hureyre (r.a) şöyle dedi:

"Resulullah'a:

"Ey Allah'ın Resulü! Allah yoluda yapılan cihada hangi amel denk o lur?" diye soruldu. O da:

"Sizin ona gücünüz yetmez," buyurdu. Bu sözü kendisine iki veya üç kez tekrarladılar. Hepsinde:

"Sizin ona gücünüz yetmez," buyurdu. Sonra şöyle buyurdu:

"Allah yolundaki mücahidin misali, oruç tutan, namaz kılan, Allah'ın ayetlerinde itaatkar bir kişi gibidir ki, Allah Teâla'nm yolundaki mücahid dönünceye kadar ne oruçtan, ne de namazdan gevşer."

Muvatta [205]'nın rivayetinde Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Allah yolundaki mücahidin misali, oruç tutan, devamlı namaz kılan kişi gibidir ki, geri dönünceye kadar ne oruçtan, ne de namazdan gevşer."

Nesai [206]'nin rivayetinde Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir: "Resulullah (a.s)'ı şöyle buyururken işittim:

"Allah yolundaki mücahidin misali- ki Allah kendi yolunda cihad edeni en iyi bilendir- oruç tutan, namaz kılan, itaat eden, rukü eden ve secdeye va­ran gibidir."

Buhari ile Nesâi [207]'nin Ebu Hureyre (r.a)'den rivayetleri ise şöyledir:

"Bir adam Resulullah (a.s)'a:

"Bana cihada denk olacak bir amele işaret et," dedi. Resulullah (a.s):

"Ben cihad değerinde bir amel bulamıyorum," buyurdu da şöyle devam etti:                                                                                                  

"Mücahid, sefere çıktığı zaman sen mescide girip de (o geriye dönünceye kıdar) hiç gevşemeden devamlı namaz kılmaya, hiç iftar etmeden devamlı oruç tutmaya gücün yeter mi?" buyurdu. O zat:                           

"Buna kimin gücü yeter ki?" dedi."                 

Ebu Hureyre şöyle dedi

"Mücahidin atı, otlakta bağlandığı ipinin etrafında şahlanarak ileri geri elbette koşar. İşte atının bu koşması da mücahidin lehine haseneler olarak yazılır." [208]

 

Hangi Cihad Ve Hangi İnsan Daha Faziletlidir?

 

4760-Nesai, Tarık bin Şihab (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir:

"Bir adam ayağını deriden yapılmış üzengiye koymuş olduğu halde Re-sulullah (a.s)'m yanına gelerek O'na:

"Hangi cihad efdaldir?" diye sordu.

Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Zalim yöneticinin yanında hakkı konuşmaktır." [209]

 

4761-Buhari, Ebu Said el-Hudri (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Ebu Said el-Hudri şöyle dedi:

"Bir adam Resulullah (a.s)'a gelip "İnsanların en efdali kimdir?" dedi.

Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Allah yolunda malıyla, canıyla cihad eden kişidir." Adam:

"Sonra kimdir?" diye sordu. Resulullah (a.s):

"Sonra kuytulardan bir kuytuya çekilmiş; Allah'a ibadet eden- bir rivayet de "Allah'tan korkan"- ve insanları kendi şerrinden âzâde bırakan adam-dil" buyurdu."

Ebu Davud [210]'un rivayetinde ise şu şekildedir:

"Adam; "Mü'minlerin hangisi daha kamildir?" diye sordu.

Hz. Peygamber (a.s) de şöyle buyurdu:

"Allah yolunda malıyla, canıyla cihad eden adamdır. Ve yine kuytular­dan bir kuytuda Allah'a ibadet eden adamdır. Böylece insanları da kendi şerrinden korumuş olur." [211]

 

4762-Ebu Ya'lâ, Cabir (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Cabir, onu baliğ ederek şöyle dedi:

"Cihadın en faziletli olanı, atı yaralanıp kanı akan kimsenin (cihadı) dır."

Tabarani el-Evsat'ta ve el-Mu'cemu's-Sağır'da Cabir (r.a)'den rivayet et­miştir:

"Cabir şöyle dedi:

"Resulullah (a.s)'a :

"Ey Allah'ın Resulü ! Hangi Müslüman daha faziletlidir?" diye soruldu.

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:                                                     

"Müslümanların elinden ve dilinden salim olduğu kimsedir."

"Hangi hicret daha faziletlidir? denildi.

Hz. Peygamber (a.s) bu defa şöyle buyurdu:

"Aziz ve Celil olan Allah'ın hoşlanmadığı şeyleri terketmendir."

Yine Resulullah'a şöyle soruldu:

"Cihadın hangisi daha faziletlidir?" O da:

"Atı yaralanıp, kanı akan kimse (nin cihadı) dır/' buyurdu." [212]

 

4763-Ahmed bin Hanbcl, Ebu Hureyre (r,a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'a bir adam gelip:

"Ya Resulullah! Amellerin hangisi daha faziletlidir?" dedi. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah'a iman etmek ve Allah yolunda cihad etmektir." Adam: "Buna güç yetiremezsem?" dedi. Resulullah (a.s) :

"Yapana yardım edersin veya beceriksiz kişinin adına yaparsın," buyur­du. Adam:

"Buna da gücüm yetmezse?" diye sordu. Resulullah (a.s) :

"Nefsini serden alıkoy. Çünkü o, nefsin adına tasadduk ettiğin bir sada­kadır/' buyurdu." [213]

 

4764-Tabarânî, el-Kebir'de, eş-Şifâ (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"O, şöyle dedi:

"Bir adamı Resulullah (a.s)'a :

"Amellerin hangisi daha faziletlidir?" diye soruyorken işittim. Resulul­lah (a.s) da (ona) şö$Ç buyurdu:

"Allah'a iman ve O'nun yolunda cihad etmek ve rükünleri tam olarak yapılmış hacdır." [214]

 

4765-Tabarani, Ubâde bin Samit (r.a)'ten rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) bir gün dışarı çıktı ve bineğinin üzerinde hareket etti.

Ashabı da beraberindeydi. Onlardan hiçbiri Resulullah (a.s)'m önüne

geçmedi. Derken Muaz bin Cebel:

"Ya Resulullah! Allah'tan bizim (ölüm) günümüzü senin gününden

önce kılmasını istiyorum. Eğdr bir şey olursa,  -Allah bunu bize göstermesin-

senden sonra amellerin hangisini işleyelim, bu konuda ne buyurursun?"dedi.     

(Ubade bin Samit); "Ben Resulullah (a.s)'a sormuştum."

Muaz:  "Allah yolunda cihad etmektir," diye mukabelede bulundu.

Ubade bin Samit:

"Anam babam sana feda olsun," dedim. Resulullah (a.s) :

"Allah yolunda cihad etmek ne güzel şey! Ama insanlar için bunlara denk olan daha büyük bir şey var," buyurdu. Muaz:

"Oruç ve zekat?" dedi. Resulullah (a.s) :

"Oruç ve zekat ne güzel şey ! Ama insanlar için bunlara denk olan daha büyük bir şey var," buyurdu. Muaz bildiği bütün hayırlı amelleri zikretti.

Hepsinde de Resulullah (a .s) şöyle buyurdu: "Ama insanlar için bunlara denk olan daha büyük bir şey var." Muaz :

"Ya Resulullah! İnsanlar için bunlara denk olan daha büyük bir şey var," buyuruyorsun." dedi.

Resulullah (a.s) ağzına işaret etti ve: "Susmak, ancak hayır getirir," bu­yurdu. Muaz :

"Dillerimizin konuştukları ile muahaze olunur muyuz?" diye sordu. Resulullah (a.s) Muaz'ın dizine vurdu ve:

"Anneni kaybedesice, Allah'ın söylemeyi dilediği şeyler var. İnsanların dillerinin belası olmasaydı, Cehennem'de burunları yere kakılır mıydı? Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, ya hayır söylesin ya da serde sükut etsin! Hayır söyleyiniz ki, kazançlı olasınız ve serden sükut ediniz ki, kurtu-lasımz," buyurdu." [215]

 

4766-Ahmed bin Hanbel, Muaz (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Onun lafzı şudur:                                                                        

"Biz Resulullah (a.s)'la birlikte Tebuk Gazvesi'nden geldik. Ben O'nu: yalnız görünce:                                                                  

"Ya Resulullah! Beni Cennet'e sokacak bir ameli bana heber ver," dedim.                                                                                             

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Ne hoş, Allah'ın sevindirdiği kişiye kolay ve basit olduğu halde, seni büyük bir şeyden sordun: Sen farz namazı kılarsın, farz olan zekatı verirsin ve hiç bir şeyi ortak koşmadan Allah'a kavuşursun. İşin başını, orta direğini ve zirvesini sana göstereyim mi? İşin başı Müslüman olmak, orta direği na­maz kılmak ve zirvesi de cihad etmektir." [216]

 

Atın Yularını Tutan Adamın Fazileti

 

4767-Tirmizi, Abdullah bin Abbas (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Dikkat edin. İnsanların en hayırlısını size haber vereyim mi? Allah yo­lunda atının dizginine yapışmış adamdır.

Dikkat edin! Onu takib eden kişiyi size bildireyim mi? Bir miktar koyu­nu ile uzlete çekilen ve koyunlarda Allah'ın hakkını ödeyen adamdır.

Dikkat edin! İnsanların en kötüsünü size haber vereyim mi? Allah'ın adını vererek ister, Allah'ın adı verilerek kendisinden istenince vermez."

Muvatta [217] Atâ bin Yesar'dan rivayet etmiştir:

"Atâ da mürsel olarak Hz. Peygamber (a.s) 'den şöyle buyurduğunu ri­vayet etmiştir:

"Dikkat edin! Derece bakımından insanların en hayırlısını size haber ve­riyorum: Allah yolunda cihad ederken atının başını tutan adamdır.

Dikkat edin! Dikkat edin ! Derece bakımından ondan sonra insanların en hayırlısını size bildiriyorum: O da koyunlarının başında (bir tenhada) uz­lete çekilmiş, namazını kılan, zekatını veren ve hiç bir şeyi ortak koş­mayarak Allah'a ibadet eden adamdır."

Nesai [218]'nin rivayetinde ise Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Size insanların derece bakımından en hayırlısını haber vermiyeyim mi?" (Sahabe-i Kiram) :

"Evet, ya Resulullah !" dedik. Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Ölünceye veya öldürülünceye kadar Allah yolunda atının başını tutan adamdır."

"Daha sonra Hz. Peygamber : "Onu takib eden kişiyi size haber veri­yorum/' dedi. Biz:

"Evet, ya Resulullah," dedik. O da:

"Kuytu yerlerden bir yerde uzlete çekilmiş adamdır. O, namazı kılar, ze­katı verir ve serden uzak durur," buyurdu.

Yine Resulullah (a.s) :

"Size insanların en şerlisini haber veriyorum," dedi. Biz:

"Evet, ya Resulullah!" dedik. O da:

"Allah'ın adını vererek isteyip, Allah'ın adı verilerek kendisinden iste­nince vermeyen kişidir," buyurdu." [219]

 

4768-Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"İnsanların en hayırlı yaşayanlarından biri; Allah yolunda atının dizgi­nini tutup onun sırtında uçan, düşman sesi veya düşmana hücum feryadı işittikçe o at üzerinde uçan, öldürmeyi ve ölümü, ümid edilen yerlerde arayan adamdır. Yahut şu tepelerden bir tepenin üstünde veya şu vadi­lerden bir vadinin içinde koyunlarının yanında bulunup namazını kılan, zekatını veren ve eceli gelinceye *kadar Rabbma ibadet eden, insanlara hayırdan başka bir şey yapmayan kimsedir." [220]

 

4769-Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Altın, gümüş, saçaklı kadife, siyah zencefli kumaş kulu olan kişiler kahrolsun! Böyle birisine verilirse razı olur, verilmezse razı olmaz."

Buhari şöyle dedi:

"Bize Amr bin Merzuk şunu ilave edip şöyle dedi:

"Bize Abdurrahman bin Abdullah bin Dinar kendi babasından; o da Ebu Salih Zekvan'dan, p da Ebu Hureyre'den haber verdi ki, Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Altın kulu, gümüş kulu, dört köşeli ve zencefli kumaş kulu kahrolsun! Böyle kişiye verilirse memnun olur, verilmezse kızar. Böyle (dünya düş­künü) kişi sürünsün, zarara yuvarlansın! Vücuduna diken battığında cım­bızla çıkaran bulunmasın ! Mutluluk şu kula layıktır ki, o Allah yolunda ci­had için atının dizginini tutmuş, başı dağınık, iki ayağı tozlanmıştır. Eğer bu gazi ileri karakolda düşman beklemekte ise, o tam anlamıyla düşman bekle­mekte olur. Eğer askerin gerisinde vazifede ise, oradan hakkıyla nöbetçilik görevinde olur. Bu mücahid bir meclise girmek için izin isterse (küçük görülüp) kendisine izin verilmez. Bir hususta şefaat edecek olursa şefaati ka­bul edilmez."' [221]

 

Allah Yolunda Yapışan Toz ÎleCehennemin Dumanının Bir AradaBulunmaması

 

4770-Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah korkusu ile gözyaşı döken kimse, süt memeye geri dönmedikçe ateşe.girmez. Bir kul üzerinde, Allah yolunda yapışan tozla, Cehennem'indumanı bir araya gelmez."

Nesai [222]'nin diğer rivayetinde ise şu ilave vardır:

"Müslüman bir kişinin burnunda asla bir araya gelmez."          

Yine Nesai'nin bir rivayetinde Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Allah yolunda çıkan toz ile Cehennem'in dumanı, bir kulun içinde asla bir araya gelmez. Bir kulun- diğef rivayette [223] de bir Müslümanın - kalbinde iman ile cimrilik asla bir arada bulunmaz." [224]

 

4771-Ahmed bin Hanbel, Hz.   Aişe (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Hz. Âişe (r.a)'nin mükâteb [225] kölesi vardı. Köle anlaştığı miktarın geri kalan kısmıyla Hz. Aişe (r.a)'nin huzuruna girdi. Hz. Aişe (r.a) şöyle dedi:

"Bu defa hariç sakın bir daha yanıma girmeyesin ! Sana Allah yolunda cihad etmek gerekir. Çünkü ben Resulullah (a.s)'ı:

"Allah yolunda bir Müslüman kişinin kalbine toz bulaşmış olmasın ki, Allah ona ateşi haram kılmamış olsun, " buyururken işittim." [226]

 

4772-Nesai, Sebret bin Ebî Fakih (r.a)'den rivayet etmiştir:

"O, şöyle dedi:

"Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu işittim:

"Muhakkak Şeytan, Ademoğlunun yollarını tutar. İslam yolunu da tutar ve (Müslümana) şöyle der:

"Kendi dinini, babalarının ve atalarının dinini terk mi ediyorsun?"     "

Fakat o kişi Şeytan'a kulak asmaz ve Müslüman olur. Sonra hicret ederken Şeytan yine yolunu keser ve ona:

"Kendi vatanını ve kendi gökyüzünü bırakıp hicret ediyorsun? Hicret edenin misali dizgin vurulmuş at gibidir," der.

Fakat o kişi Şeytan'ı dinlemez ve hicret eder. Sonra Şeytan cihad yolunu da tutar ve mücahide:

"Cihada mı çıkıyorsun? Cihad nefsine ve malına eziyettir. Vuruşursun ama öldürülürsün. Hanımın başka birine nikahlanır ve malın taksim edi­lir," der.

Müslüman kişi buna da aldırmaz ve cihada gider." Rasulullah (a.s) devamla şöyle buyurdu:

"Kim böyle yaparsa, onu Cennet'e koymak Allah üzerine bir hak olur. Boğulsa da veya hayvanı sırtından atıp öldürse de onu Cennet'e sokmak Allah üzerine yine hak olur." [227]

 

4773-Nesai, Fudâle bin Ubend (r.a)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ben Resululîah (a.s)'ı: "Ben önder (iniz)im. Bana iman edip İslam'a uyup ve hicret edene, Cennet'in kenarında bir ev, Cennet'in ortasında bir ev verileceğine kefilim. Ve yine bana iman edip benim yolumda gidene ve Allah yolunda cihad edene, Cennet'in kenarında bir ev, Cennet'in ortasında bir ev ve Cennet'in en güzel yerinde bir ev verileceğine kefilim. Kim böyle yaparsa, elde etmedik hayır bırakmamış, sakınmadık şer bırakmamış olur. Artık o ölmek istediği yerde ölür," buyururken işittim." [228]

 

4774-Buhari, Ebu Abs (r.a)'den rivayet etmiştir:         

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:                                        

"Herhangi bir kulun ayakları Allah yolunda tozlanırsa, Cehennem ateşiona dokunmaz." [229]

 

4775-Tirmizi, Abdullah bin Abbas (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu işittim:

"İki göz vardır ki, onlara Cehennem ateşi değmez: Allah korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet bekleyerek sabahlayan göz." [230]

 

 

4776-Ebu Ya'la, Enes bin Malik (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Enes, şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"İki göz vardır ki, onlara asla Cehennem ateşi dokunmaz: Allah yolunda çocuğunu veya dostunu kaybedip üzüntüsüyle sabahlayan göz ile Allah kor­kusundan ağlayan göz." [231]

 

4777-Ahmed bin Hanbel, Ebu Reyhâne (r.a)'den rivayet etmişti! "Ebu Reyhâne, şöyle dedi:                                                             

"Biz, Resulullah (a.s) ile beraber biz gazvede idik. Bir gün yüksek bir yere geldik ve geceyi orada geçirdik. Şiddetli bir soğuğa yakalandık. Hatta yerde! çukur kazıp içine giren ve kalkanını üzerine alan kişiler gördüm. Resulul­lah (a.s) insanların bu durumunu görünce şöyle buyurdu:

"Bu gece bizi bekleyecek kim var? Onun için Allah'a dua ederim ve bu onun için hayır olur."

Ensar'dan bir adam:

"Ben varım, ya Resulullah," dedi. Resulullah (a.s);

"Yaklaş," buyurdu. O da yaklaştı. Resulullah (a.s);

"Sen kimsin?" diye sordu. Adam, kendisini "Ensari" diye isimle <&irdi. Bunun üzerine Resulullah (a.s) dua etmeye başladı ve ona çokça dua i ti."

Ebu Reyhâne dedi ki:

"Resulullah (a.s)'ın Ensarî'ye yaptığı duayı işittiğim zaman, ben:

"Bir diğer adam da benim," dedim. Resulullah (a.s) :

"Yaklaş !" buyurdu. Ben de yaklaştım. Resulullah (a.s) :

"Sen kimsin?" diye sordu. Ben de:

"Ebu Reyhane'yim" diye cevap verdim. Resulullah (a.s) bana da dua etti. Ama Ensari'ye ettiği duadan daha başkaydı. Sonra şöyle buyurdu:

"Allah korkusundan dolayı ağlayan yahnt yaş döken göze, Allah ateşi haram kılmıştır. Ve yine Allah yolunda (nöbet beklerken ) uykusuz kalan göze de Allah ateşi haram kılmıştır."

Ebu Reyhâne: "Allah diğer üçüncü göze de ateşi haram kılmıştır," demiştir, ama ravi Muhammed bin Semir onu işitmemiş." [232]

 

Kafir İle Onu Öldüren Cehennem'de Bîr Araya Gelmez

 

4778-Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"İki kişi Cehennem'de birbirine zarar verecek şekilde bir araya gelmez­ler."

"Kimdir onlar, ya Resulullah?" denildi. Resulullah (a.s) : "Bir kafiri öldürüp sonra doğru yolu tutan mü'min," buyurdu." Bir rivayette [233] de Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Bir kafirle onu öldüren (mü'min) ebediyyen Cehennem'de bir araya gelmez."

Nesâi 'nin rivayetinde ise Resulullah (a.s)  şöyle buyurmuştur:

"İki kişi Cehennem'de bir araya gelmez: Bir kafiri öldürüp sonra doğru yolu tutan ile öldürdüğü kafir. Mü'minin içinde, Allah yolundaki toz ile Ce­hennem alevi bir arada bulunmaz. Kulun kalbinde iman ile hased bir araya gelmez." [234]

 

Bir Açıklama

 

İman ile hasedin bir kalbde bir araya gelmesi, hasedin çirkinliğine delalet eder. Hased nefsin hastalığıdır. İnsanın, nefsini ondan ve diğer kalb hastalık­larından arındırması gerekir. [235]

 

Cihad, Mücahidi Cennette Yüz Derece Yükseltir

 

4779-Müslim, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir:       

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:                                                   

"Her kim Rabb olarak Allah'a, din olarak İslam'a, Peygamber olarak da Muhammed'e razı olursa, o kimseye Cennet vacip olur."

Ebu Said buna şaşırmış ve: "Bunları bana tekrarla, ya Resulullah," demiş. Hz. Peygamber (a.s) de tekrarlamış ve sonra:

"Başka bir şey var ki, onunla Cennet'te bir kul yüz dereceye yükseltilir. Her iki derecenin arası; yerle gök arası gibidir," buyurmuş.

Ebu Said: "Nedir o, ya Resulullah?" diye sormuş. O da:

"Allah yolunda cihaddır, Allah yolunda cihaddır," buyurmuş." [236]

 

4780-Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Ebu Hureyre şöyle dedi: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Her kim Allah'a ve Resulüne iman eder de namaz kılar, Ramazan'da oruç tutar ve haccederse, onu Cennet'e koymak Allah üzerine bir hak olur. O kimse ister Allah yolunda mücahid olsun, isterse içinde doğduğu top­rağında otursun."

Bunun üzerine sahabiler:

"Senin bu sözünü insanlara müjdelemiyelim mi?" dediler.

Resulullah (a.s) (bu defa) şöyle buyurdu:

"Şüphesiz Cennet'te yüz derece vardır. Allah onları kendi yolunda cihad edenler için hazırlamıştır. Her iki derecenin arasındaki mesafe, gökle yer arasındaki mesafe gibidir. Sizler Allah'tan istediğiniz zaman, O'ndan Fir-devs'i isteyin. Çünkü o, Cennet'in en üstünü ve en yüksek olanıdır. Fir-devs'in üstünde Rahman'm arşı vardır. Cennet'in ırmakları Firdevs'ten fışkırıp akarlar." [237]

 

Cennet Kılıçların Gölgesi Altındadır

 

4781-Buhari, Abdullah bin Ebî Evfâ (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Cennet kılıçların gölgesi altındadır." [238]

 

4782-MüsIim, Ebu Musa (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Ebu Musa'nın oğlu Ebu Bekir şöyle demiştir:

"Ben babamı düşman karşısında iken şunu söylerken dinledim:

"Resulullah (a.s): "Muhakkak Cennet kapıları kılıçların gölgeleri altmdadır," buyurdu. Bunun üzerine pejmürde kılıklı bir adam ayağı kalkarak: 

"Ya Ebu Musa, bunu Resulullah (a.s) söylerken sen mi işittin?" dedi. Ebu! Musa:                                               

"Evet," cevabını verdi. Arkadaşlarına döndü ve :                        

"Sizlere selam eylerim," dedi. Sonra kılıcının kınını kırarak attı. Sonra; da kılıcı ile düşmana yürüyerek öldürülünceye kadar onunla vurdu." [239]

 

4783-Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Amr bin Üfeyş, cahiliyye döneminde faizcilik yapıyordu. Faiz aldığı sürece Müslüman olmayı hoş karşılamadı. Uhud günü (Medine'ye) geldive:

"Amcamın oğulları nerede?" diye sordu. Orada bulunanlar:

"Uhud1 da/' dediler. Amr:

"Falan kişi nerede?" dedi. Onlar da:

"O da Uhud'da," diye cevap verdiler. Bunun üzerine Amr zırhını giyip atına bindi ve Müslümanlara doğru yöneldi. Müslümanlar onu görünce:

"Ey Amr, bizden uzak dur," dediler. O da:

"Ben İman ettim," dedi ve yaralanıncaya kadar çarpıştı.

Sonunda yaralı olarak ailesinin yanma taşındı. Sa'd bin Muaz onun yanma gelip Amr'ın kız kardeşine:

"Amr, kavmini kayırma gayretinden dolayı mı, yoksa ona kızgınlığın­dan mı, ya da Allah için öfkelendiğinden mi çarpıştı?" diye sordu. O da;

"Sırf Allah ve Resulünden dolayı kızarak çarpıştı/' diye cevap verdi.

Amr Öldü. Allah Tebareke ve Teâla'nın rızası için bir vakit namaz kıla-madan Cennet'e girdi. [240]

 

Allah Yolunda Ok Atan Kimsenin Ecri

 

4784-Nesai, Ebu Nüceyh es-Sülemi (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:

"Ebu Nüceyh, şöyle dedi:

"Ben Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu işittim.

"Kim Allah yolunda düşmana bir ok isabet ettirirse, (attığı ok karşılığı) Cennet'te bir derece verilir."

Ebu Nüceyh dedi ki:

"O gün ben düşmana onaltı ok isabet ettirdim ve yine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kim Allah yolunda (düşmana) bir ok atarsa, o ok, o kimse için azad etmiş kişinin sevabına denktir,"

Tirmizi [241]'nin rivayetinde Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğu bildiril­miştir:                                                                                              

"O ok, onun için köle azad etmiş kişinin sevabına denktir." [242]

 

4785-Nesai, Şürahbil bin es-Samit (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Şürahbil, Amr bin Abese'ye:

"Ya Amr, bize Resuhülah (a.s)'tan duyduğun bir hadisi şöyle/' dedi.

Amr bin Abese de şunları anlattı:

"Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:

"İslam uğrunda saçını ağartan kişinin, saçı kıyamet günü nur olur. Allah yolunda bir ok atan kimse, attığı ok düşmana ulaşsa da, ulaşmasa da, bir mü'mine köle azat etme sevabı vardır. Bir köle azad edenin ise azad ettiği kölenin her uzvuna karşılık bir uzvu ateşten korunur."

Tirmizi [243] ise rivayetinde yalnızca "saç ağarmasını" zikretmiştir.

Ebu Davud da rivayetinde yalnızca "köle azad etme" yi zikretmiştir.

Nesai [244] başka bir tarıkdan benzer rivayetinde şunu tahric etmiştir:

"Kim Allah yolunda düşmana bir ok atarsa..."

Ve devamında "isabet etsin veya etmesin" sözleri vardır.

Nesai'nin rivayetlerinde iki yerde "köle azat etme", üç yerde de "saç ağart­ma," sözü de geçmektedir. [245]

 

4786-Nesai, Şürahbil bin es-Samit (r.a)'den rivayet etmiştir: "Şürahbil, Ka'b bin Mürre'ye:

"Ey Ka'b! Bize Resulullah (a.s)'tan bir hadis rivayet et, fakat çok dikkatli davran (ne fazla, ne de noksan söyle)" dedi.

Ka'b şöyle dedi:

"Ben Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kim Allah yolunda saçını ağartırsa, o saç, kıyamet günü önün için nur olur."

Yine Şürahbil, Ka'b'a:

"Hz. Peygamber (a.s)'den bize hadis rivayet et. Fakat dikkatli ol," dedi.

Ka'b şöyle dedi:

"Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:

"(Düşmana) ok atınız ! Kim düşmana bir ok ulaştırırsa, Allah onu bir derece yükseltir."                                                                                         

İbnü'n-Nehham;           

"Bu derecenin yüksekliği ne kadardır, ya Resulullah," diye sordu.         

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:                                                             

"Ama o, annenin (evinin) eşiği değildir. Fakat iki derecenin arası; yüz| yüdır." [246]                                                                                                     

 

Allah'ın Mücahide Yardım Etmesi

 

4787-Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek Allah'ın üzerine hakk (vacib) dir: Allah yolunda cihad eden, (kitabet bedelini) ödemek isteyen mükateb köle ve (zinadan) iffetini korumak maksadıyla- evlenen kişi."

Bir rivayette "mükateb" kelimesinin yerine "borcunu ödemek isteyen bor­cu çok olan kişi" kullanılmıştır. [247]

 

Savaştan Dönen Gazinin Ecri

 

4788-Ebu Davud, Abdullah bin Amr bin el-As (r.a)'dan şu şekilde ri­vayet etmiştir:

"Abdullah, şöyle dedi:

"Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah yolunda (cihaddan) geri dönme, savaşmak gibidir." [248]

 

Kafir İken Sonra Müslüman Olup Şehid Edilenler

 

4789-Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:                             

"Resulullah (s.a) şöyle buyurdu:                                                    

"İkisinden biri diğerini öldürüp sonra ikisi de Cennet'e giren iki kişiyi Allah, rızası ile karşılar. Şu (Müslüman) Allah onun katiline tevbe ve hi­dayet nasip eder de o da Müslüman olur. Ardından o da Allah yolunda sa­vaşır ve neticede o da şehid düşer." [249]

 

Allah Yolunda At Besleyen Kişinin Ecri

 

4790-Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Her kim Allah'a inandığı için ve va'dini tasdik ederek Allah yolunda cihad etmek niyetiyle bir at bağlayıp beslerse, şüphesiz o atın yediği yemler, içtiği sular, atın dışkısı ve sidiği kıyamet gününde o şahsın mizanında (hasenat olacak)dır." [250]

 

4791-Müslim, Ebu Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Ebtı Mes'ud, dedi ki:

"Bir adam Hz. Peygamber (a.s)'e yularlanmış dişi bir deve getirip:

"Bu, Allah yolunda sadakadır," dedi. Hz. Peygamber (a.s) de:

"Bu bir deveye mukabil sana kıyamet gününde hepsi de yularh olmak üzere yediyüz deve vardır," buyurdu." [251]

 

4792-Tirmizi, Hureym bin Fatik (r.a)'den merfu olarak rivayet etmfştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Her kim Allah yolunda bir harcama yaparsa, o harcama kendisi için ye­diyüz misli olarak yazılır." [252]

 

Kişinin Saftaki Yerinin Fazileti

 

4793-Tabarani, İmran bin Husayn (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kişinin Allah yolunda (cihad) safında ayakta durması, altmış sene ibadetinden daha faziletlidir." [253]

 

4794-Tabarani, Mücahid (r.a)'den, o da Yezid bin Şecere'den şu şe­kilde rivayet etmiştir:                    

"Yezid bin Şecere, sözü, fiilini tasdik edenlerden biriydi.   9 Mücahid şöyle dedi:

"Ey insanlar, Allah'ın size olan nimetini hatırlayınız. Allah'ın size olan nimeti ne kadar da iyidir. San, yeşil ve kırmızı arasından görüyoruz. On­ların içinde erkeklere de bir şeyler var."

Sözüne şöyle devam ediyordu:         

"İnsanlar namaz için saf tuttukları ve savaş içinde saf oluşturdukları vakit göklerin kapılarından Cennet'in kapıları da Cehennem'in kapılan da açılır. Huri'1-Iyn (Cennet kadınlan) süslenir ve ortaya çıkarlar.

Adam Öne atıldığı zaman huriler:

"Allah'ım, ona yardım et," derler. Adam geri çekilince, ondan gizlenir­ler ve:

"Allah'ım, ona mağfiret et," derler." Yezid bin Şecere sözüne şöyle devam etti:

"Anam-babam size feda olsun, düşmanı bozguna uğratınız ! Huri'Hyn'e rezil rüsvay olmayanız! Çünkü sızan ilk damla mücahidin işlediği her şeye keffaret olur ve ona hurilerden iki zevce iner, onun yüzünü silerler ve ona:

"Senin zamanın gelmiştir," derler. O da : "Sizin de zamanınız gelmiş," der.

Sonra mücahide yüz hülle (Cennet giysisi) giydirilir. Onlar ademoğlu dokumasından değil, ama Cennet bitkisindendir. O elbiseler Isbâ dağlarının araşma konulmuş olsaydı, ona bol gelirdi."

Yezid bin Şecere şöyle diyordu:

"Bana haber verildi ki: "Kılıçlar Cennet'in anahtarlarıdır." [254]

 

Allah Yolunda Akıtılan Kanın Fazileti

 

4795-Tirmizi, Ebu Ümâme (r.a)'den rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s) buyurdu ki:

"Hiç bir nesne, Allah'a iki damla ve iki izden daha sevimli değildir: Allah korkusundan akan yaş damlası ile Allah yolunda (cihad sırasında) akıtılan kan damlası. İki ize gelinde: Biri Allah yolundaki iz (savaşta yara­lanma vs. den kalan iz), diğeri Allah'ın farzlarından birinin izi (meselâ sec­de izi gibi) dir." [255]

 

Mücahid Allah'ın Sevgili Kuludur

 

4796-Ahmed bin Hanbel, Ebu Zerr (r.a)'den rivayet etmiştir: "Ebu Zerr, şöyle dedi: "Resulullah (a.s) buyurdu ki:

"Üç kimse vardır ki, Allah onları sever. Ve yine üç kimse de vardır ki; Allah onlardan uzak durur;

(Birincisi), bir topluluk içinde düşmanla karşılaşıp öldürülünceye veya arkadaşlarına fetih müyesser oluncaya kadar düşman karşısında sebat eden adam.

İkincisi: Yolculuğa çıkan kavim. Yürüyüşleri geceleyin de sürer, nihayet yeri yoklamak isterler ve oraya konaklarlar. Onlardan biri tenhaya çekilip, yola çıkmak için arkadaşlarını uyandınncaya kadar namaz kılar.

Üçüncüsü de: Bir komşusu olup kendisine eziyet eden adamdır. Bun­dan, ölüm kendilerini ayırıncaya veya komşusu göçüp gidinceye kadar onun eziyetine katlanıp sabreder.

Allah'ın kendilerinden uzak durduğu kişiler ise: Çok yemin eden tacir, kibirlenen fakir ve yaptığı iyilikleri başa kalkan cimridir." [256]

 

Nefisle Cihada Teşvik

 

4797-Tirmizi, Fudâle bin Ubeyd (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Fudâle, şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Mücahid, kendi nefsiyle mücahede eden kişidir." [257]

 

Bir Açıklama

 

Nefisle cihad, onu Allah'ın emrine hamletmek ve kulluğun üstün özellikle­rini arzu ederek olur. Bundan dolayı nefisle cihad etmek, her türlü cihad şek­liyle Allah yolunda cihad etmeyle bir tutulmuştur.[258]

 

CİHADIN FARZÎYETİ, CİHAD'DA HALİ! NİYET, CİHADIN ADABI VE AHKAMI CİHAD EMRİ

 

4798-Ebu Davud, merfu olarak Enes (r.a)'den rivayet etmiştir: "Mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle müşriklerle cihad ediniz." [259]

 

4799-Ahmed bin Hanbel, Ubâde bin Samit (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ubâde bin Samit şöyle dedi: "Rasulullah (a.s) şöyle buyudu:

"Allah yolunda cihad ediniz. Çünkü Allah (Tebareke ve Teâla) yolunda­ki cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ki, Allah (Tebareke ve Teâla) onun sebebiyle hüzün ve kederden korur." [260]

 

4800-Buhari ile Müslim, îbni Abbas (r.a)'dan rivayet etmişlerdir: "Rasulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Mekke Fethi'nden sonra Medine'ye hicret yoktur. Fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda gazaya çağrıldığınız zaman hepiniz icabet edip sefere çıkınız." [261]

 

4801-Taberâni, Guzeyye bin el-Hars (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Kureyş'ten bazı gençler, Resulullah (a.s)'a hicret etmek istediler. Fakat babalar onlara engel oldu. Bu durum Resulullah (a.s)'a anlatıldı. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Mekke Fethin'den sonra hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet vardır." Yine Guzeyye, o, Hz. Peygamber (a.s)'i şöyle buyururken işitmiş:

"Mekke Fethi'nden sonra hicret yoktur. Ancak üç şey vardır: Cihad, ni­yet ve haşr." [262]

 

Cihad Etmeyen Veya Cihad Etmeyi Gönlünden Geçirmeyen Kimse,Nifak Üzere Ölür

 

4802-Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ebu Hureyre şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Bir kimse gaza etmeden ve onu gönlünden geçirmeden ölürse, nifakınbir, şubesi üzere ölür."  [263]

 

Bir Açıklama

 

Abdullah bin Mübarek şöyle demiştir:

"Zannederiz ki bu, Resulullah (a.s) zamanına mahsus idi."

İmam Nevevi, Müslim Şerhi'nde şunları kaydeder:

"İbni Mübarek'in söylediği muhtemeldir. Onlardan başkaları ise hadisin genel olduğunu söylemişlerdir. Maksad, bunu yapan kişi cihada gitmeyip geri kalan münafıklara benzer demektir. Çün^ü cihadı terketmek, nifakın dallarından biridir. Bu hadis-i şerif bir ibadete niyet edip de onu yapamadan ölen kimseye, hiç niyet etmeden ölen gibi yergi yöneltilemiyeceğine delil­dir." [264]

 

Cihadı Terkeden Kişiyi Korkutma

 

4803-Nesai, Seleme bin Nüfeyl el-Kindi (r.a)'den rivayet etmiştir: "Ben, Hz. Peygamber (a.s)'in yanında oturuyorken bir adam:

"Ya Resulullah, halkj, atların üzerindeki savaş malzemelerini alıp onları salıverdi ve silahı bıraktılar. Onlar: "Artık cihad yok, savaş sona erdi," dedi­ler," dedi.

Resulullah (a.s) yüzünü çevirip şöyle buyurdu:

"Onlar yalan söylediler. Asıl savaş şimdi başladı. Ümmetimden bir ce­maat hak üzere savaşmaya devam ederler ve kıyamet kopuncaya kadar Allah bir kısım insanların kalblerini onlara meylettirir ve onların sebebiyle diğerlerini rızıklandırır. Nihayet Allah'ın va'di gelip çatar. Kıyamet gününe kadar atm alnında hayır vardır. Yüce Allah bana, fazla zaman geçmeden ru­humun kabzolacağmı, benden sonra sizlerin bana tabi olacağınızı, mü'min-lerin esas yurdunun Şam olduğunu vahyetti. Dikkat edin ! Sakın bir kısmı­nız, diğerlerinin boynunu vurmasın."

Bir rivayette de şöyle buyurmuştur:

"Sizler, bazınız bazısının boynunu vurarak acizler olarak bana tabi olur­sunuz."

Resulullah (a.s) onların bu durumunu beğenmediğinden böyle buyur­muştur. [265]

 

4804-Buharî, Ebu Ümâme (r.a)'den rivayet etmiştir: "Ben Resulullah (a.s)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Bu alet, bir ailenin (sınırdaki) evine girerse, o eve muhakkak bir hor-luk, hakirlik girdirilir." [266]

 

4805-Ahmed bin Hanbel, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Ebu Hureyre şöyle dedi: "Ben Resulullah (a.s)'ı Sevban'a şöyle buyururken işittim:

"Ey Sevban! Bir şeyler elde etmek üzere yemek çanağının etrafında top­lanmanız gibi, diğer milletler de sizin aleyhinize ittifak oluşturdukları vakit durumun nice olur?"

Sevban (r.a) da şöyle dedi:

yAnam, babam sana feda olsun, Ya Resulullah (a.s), bu bizim azlığı­mızdan dolayı mı (olacak)?" dedi.

Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Hayır ! Siz o gün (sayıca) çoksunuz. Fakat kalblerinize vehen (zayıflık) atılır." (Orada bulunanlar) :

"Ya Resulullah, vehen nedir?" dediler. Resulullah (a.s) (bu kez) şöyle buyurdu: "Dünya sevginiz ve cihadtan hoşlanmamanızda-." [267]

 

Cîhadda Îhlas

 

4806-Buhari ve Müslim, Ebu Musa' el-Eş'ari (r.a)'den şu şekilde ri­vayet etmişlerdir:

"Ebu Musa şöyle dedi:

"Resulullah (a.s)'a cesurluk hamiyyet ve riya için çarpışan adamın hük­mü soruldu: "Bunların hangisi Allah yolundadır? " denildi.

Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Kim yalnız kelimetullah yüce olsun diye çarpışırsa, işte o, Allah yolun­dadır."

Ebu Davud ile Nesâi [268]'nin rivayetlerinde Ebu Musa el-Eş'ari şöyle dedi:

"Bir bedevi Resulullah (a.s)'a gelerek:

"Bir adam (var) anılsın diye çarpışıyor, bir adam da övülsün diye çarpışıyor, bir başkası da ganimet alsın diye çarpışıyor ve bir diğer adam da mevkisi görülsün diye çarpışıyor. Acaba Allah yolunda (çarpışan) kim?" dedi.

Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Kim Allah'ın kelimesi yüce olsun diye çarpışırsa, işte o, Allah yolun­dadır." [269]

 

4807-Ebu Davud, Muaz bin Cebel (r.a)'den rivayet etmiştir: "Muaz şöyle dedi: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Savaş iki türlüdür. Bir kimse Allah'ın rızasını kazanmak ister, kuman­dana itaat eder, en kıymetli malını bu uğurda harcar, arkadaşına yardımcı olur, fesad ve kötülükten kaçınır. İşte bu kimsenin uykusuna da uyanıklı­ğına da ecir (sevap) verilir.

Bir kimse de riya ve gösteriş için savaşır, kumandana isyan eder ve yeryüzünde de fesat çıkarır, işte bu kimse gazveden asgari ücreti bile elde edemez."

Muvatta [270]nın rivayetinde Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: "Gazve iki çeşittir: Bir gazve vardır ki, o uğurda en kıymetli şey harcanır, ortağa kolaylık gösterilir ve emir sahibine (kumandana) itaat edilir ve fesad çıkarmaktan kaçınılır. İşte bu gazvenin tümü hayırlıdır.

Bir gazve daha vardır ki, o uğurda en kıymetli olan harcanmaz, arkadaşa (ortağa) kolaylık gösterilmez, kumandana itaat edilmez ve fesadtan kaçınıl­maz, işte böylesi bir gazve, sahibine asgari bir ücret bile sağlamaz." [271]

 

4808-Ebu Davud, Abdullah bin Amr bin el-As (r.a)'dan şu şekilde ri­vayet etmiştir:

"Abdullah dedi ki: "Ben: "Ya Resuluîlah (a.s), cihad ve gazadan bana ha­ber ver," dedim.

Resuluîlah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Ey Amr'ın oğlu Abdullah, sen sabrederek ve sevabını Allah'tan bekle­yerek çarpışırsan, Allah da seni, sabredici ve mükafatını Allah'tan bekleyici olarak, diriltir. Şayet riyakar ve rekabetçi olarak çarpışırsan, Allah da seni ri­yakar ve rekabetçi olarak diriltir. Ey Abdullah bin Amr, sen hangi hal üzere çarpışırsan veya öldürülürsen, Allah da seni o hal üzere diriltir." [272]

 

4809-Nesai, Ebu Ümâme el-Bahüi (r.a)'den rivayet etmiştir: "Ebu Ümame şöyle dedi: "Resuluîlah (a.s)'a bir adam gelip şöyle dedi:

"Şöhret ve mükafat için savaşan kimse hakkında ne buyurursun? Onun için ne var?"

Resuluîlah (a.s) şöyle buyurdu: "Onun için hiçbir şey yoktur."

Adam. sorusunu üç kere tekrarladı. Resuluîlah (a.s) her defasında: "Onun için hiçbir şey yoktur," buyurdu.

Sonra Resuluîlah (a.s) şöyle buyurdu: [273]

"Allah, halis olmayan, sadece kendi rızasını taleb etmek için yapılır olan ameli kabul etmez."

 

4810-Nesai, Ubade bin Samit (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resuluîlah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kim Allah yolunda sadece bir yular elde etmek niyetiyle savaşırsa niyet ettiği şey kadar karşılık verilir."

Diğer rivayette [274] ise Resuluîlah şöyle buyurmuştur:

"Kim, sadece bir yular isteyerek savaşırsa, niyet ettiği kadar kert karşılık verilir." [275]

 

4811-Ebu Davud, Ya'lâ bin Münye (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ya'lâ bin Münye şöyle dedi:

"Resuluîlah (a.s) savaş ilan etti. Ben ise, hizmetçisi olmayan yaşlıbirtiyarladım. Benim yerime geçecek ve ganimet hissesi kendisine verilecek bir ücretli (asker) aradım. Sonuçta bir adam buldum. Yolculuk yaklaşınca adambana geldi ve:

"Sehimlerin ne olduğunu ve benim sehmimin ne kadar olacağını bil­miyorum. (Ganimetleden) hisse olur veya olmaz, benim için bir şey belirle," dedi.

Ben de ona üç dinar belirledim. Ganimet gelince, payının kendisine ve­rilmesini istedim ve dinarları da zikrettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.)'e gelip adamın durumunu anlattım.

Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Ben, onun gazvesinde onun lehine bu dünya ve ahiret için miktarını belirlediği dinarlardan başka birşey görmüyorum." [276]

 

Bir Açıklama

 

Bu hadisi-i şerif, orduda ücret alan kişi için yalnızca ücreti hak ettiğine de­lalet etmektedir. Ancak devlet başkanı dilerse ikramda bulunabilir.

 

4812-Nesai, Şeddad bin el-Hadi (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Bir bedevi gelerek Resulullah (a.s)'a iman etti ve O'na tâbi oldu. Sonra da: "Seninle hicret edeyim mi?" diye sordu. Resulullah (a.s) onu ashabından birine teslim edip meşgul olmasını söyledi. Sonra yapılan gazvede, Resulul­lah (a.s) bir miktar ganimet elde etmişti. Bunu taksim etti. Onun payını da ashabına emanet verdi. Çünkü adam arkalarından onları gözetiyordu. Adam gelince, sehmini kendisine verdiler. Adam da:

"Bu nedir?" diye sordu. Onlar da:

"Hz. Peygamber (a.s)'in sana ayırdığı pay," dediler. Adam onu alıp doğ­ruca Hz. Peygamber (a.s)'e getirdi ve:

"Bu nedir?" diye sordu. Hz. Peygamber (a.s) de:            

"Bu payı sana ayırdım," buyurdu. Adam:                  

"Ben bunun için sana tâbi olmadım. Fakat ben-eliyle boğazını göstererek-* şuraya bir ok atılıp ölmem ve Cennet'e gitmem için sana tabi oldum/' dedi. Hz. Peygamber (a.s):

"Sen Allah'a sadık olduğunda, O da sana sadık olur," buyurdu. Askerler bir süre durdular, sonra düşmanla savaşmak üzere kalktılar. Adamı, az son­ra sırtlayıp Hz. Peygamber (a.s)'e getirdiler. Tam gösterdiği yere bir ok isabet etmiş ve ölmüştü. Hz. Peygamber (a.s):

"Bu, o adam mı?" diye sordu.               

"Evet, odur," dediler.                                    

Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:         

"Öyleyse o Allah'a doğru söyleyip sadakat gösterdi, Allah da- ona sadakat gösterdi."

Sonra Hz. Peygamber (a.s) onu kendi cübbesi ile kefenledi ve cenazeyi

öne çıkadı, üzerine namaz kıldı. Okuduğu duadan işitilenler arasında

vardı:şunlar

"Ey Allah'ım," bu senin bir kulundur. Senin yolunda hicret etmek üzerememkeletinden ayrıldı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şahidlik [277]

 

Cihad'da Sebat Etmek

 

4813- Buhari, Musa bin Enes (r.a)'den rivayet etmiştir: "Musa bin Enes, Yemame Savaşı'nı zikrederken şöyle dedi:

Enes bin Malik, Yemame Savaşı günü Sabit bin Kays'm yanma gelmiş. Sabit o sırada iki uyluğunu açmış, hanut denilen (ve ölüye sürülen) bir nevi koku sürünüyor (ve şehid olmaya) hazırlanıyor haldeymiş. Enes, Sabit'e:

"Ey Amca! Seni savaş alanına gelmekten alıkoyan nedir?" dedi. O da:

"Ey kardeşim oğlu, şimdi (geliyorum)," dedi. Bir taraftan da hanut koku­su sürünmeye başladı. Sonra harp safında gelip yer aldı."

Enes, hadisin burasında askerden bir kısmının cepheden açılıp bozul­masını anlatmıştır. Sonra:

"Karşımızdan şöyle açılın (düşmanı görelim de) nihayet düşmanla vuruşalım. Biz Resulullah (a.s) ile birlikte savaşırken öyle (panik yaparak) savaşmazdik. Siz akranınıza kaçmayı fena adet etmişsiniz," dedi." [278]

 

4814-Ahmed  bin  Hanbel, Utbe bin Abdissülemi (r.a)'den şu şekilderivayet etmiştir.

"Hz. Peygamber (a.s) ashabına şöyle buyurdu: "Kalkınız ve hemen vuruşunuz!"   Onlar da:

"Evet ya Resulullah, biz, İsrailoğullarının Musa'ya: "Git, sen ve Rabbin savaşsın! Biz burada oturuyoruz," dedikleri gibi demeyiz. Fakat (deriz ki):

"Ey Muhammedi Git, sen ve Rabbin onlarla çarpışın. Biz de sizinle bir­likte çarpışırız."

Hadisin başlangıcında şu ilave vardır:

"Resulullah (a.s), ashabına savaşı emretti de, ashabtan bir adam bir ok attı. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Bu, gereğini yaptı."

Resulullah (a.s) onlara savaşı emredince dediler ki: ..."

Ravi burada yukarıdaki hadisin benzerini zikretmiştir. [279]

 

4815-İmam Malik, Muvatta'da, Yahya bin Saîd (r.a)'den şu şekilde ri­vayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) cihada teşvik edip Cennet'i anlattı. O sırada Ensar'dan bir adam elindeki hurmaları yiyordu. (Resulullah (a.s)'ın cihadla ilgili sözlerini duyunca) :

"Ben dünya'ya karşı çok istekli bir adamım. Bu hurmaları bitirinceye ka­dar otursam (Cennet'i kaybedebilirim)," dedi ve elindeki hurmaları attı. Kılıcını yüklenip öldürülünceye kadar çarpıştı." [280]

 

Düşmanı Korkutmak İçin Savaşta Övünmek

 

4816-Ebu Davud, Kays bin Bişr et-Tuğlebi (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Kays bin Bişr dedi ki:

"Bana babam haber verdi. Babam Ebu Derdâ'nın arkadaşıydı. Şöyle dedi:

"Şam'da, Resulullah (a.s)'m ashabından İbnü'l-Hanzaliyye denilen bir adam vardı. Tek başına yaşayan bir adamdı. İnsanlarla az oturur, o da ancak namaz sırasında olurdu. Namazını bitirince, teşbih ve tekbirden sonra doğruca ailesinin yanına gelirdi. Biz Ebu'd-Derdâ'nın yanında iken, bize uğradı. Ebu Derdâ ona:

"Bize faydası olacak, sana zarar vermeyecek bir söz söyle," dedi. Adam da şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) bir seriyye (küçük askeri birlik) göndermişti. Seriyye dönüp geldi. Seriyyede bulunanlardan bir adam gelip içinde Resulullah (a.s)'m da bulunduğu bir mecliste oturdu. Yanında bulunan adama:

"Düşmanla karşılaştığımız vakit hele sen bizi bir görseydin! Falanca hamle yapıp düşmandan bir adama mızrağını sapladı ve: "Al, bu sana ben­den, ben Gıffarlı bir köleyim," dedi. Adamın sözünü nasıl görüyorsun?"

Yanımda oturan adam da:

"Onu ancak ecrini tatil olmuş görüyorum." Bunu bir başkası işitti de: . ''Onun sözünde bir beis görmüyorum/1 dedi.

'Bunun üzerine tartıştılar. Nihayet Resulullah (a.s)bu tartışmayı duydu ve:

"Sübhanellah! Ona ecir verilmesinde ve övülmesinde bir günah yok­tur," buyurdu.

Babam eledi ki:                  .

"Ebu Derdâ (r.a)'nm buna sevindiğini gördüm. Başını adama doğru di­kip:

"Bunu Resulullah (a.s)'tan sen mi duydun?" demeye başladı.

Adam da:

"Evet," dedi ve bunu ona tekrar etmeye devam etti. Hatta ben:

"O, dizlerinin üzerine çöksün," diyordum."

(Babam sözüne devamla) dedi ki:

"Sonra başka bir gün yine gelip bize uğradı. Ebu Derdâ ona:

"Bize, faydası olacak, sana zarar vermeyecek bir söz söyle," dedi. O da:

"Evet, Resulullah (a.s) bize: "Süvarilere infak eden kimse, sadaka ver­mekte cömertlik eden kişi gibidir ki, avucunu kapamaz," buyurdu," dedi.

Sonra diğer bir gün yine gelip bize uğradı. Ebu Derdâ yine ona:

"Bize faydası olacak, sana zarar vermeyecek bir söz söyle," dedi. Adam:

"Evet," dedi.

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Omuzlarına dökülen uzun saçı ve elbisesinin etekleri uzun olmasa, Hureym el-Esedi ne iyi adam."

Bu söz Hureym'e ulaşınca, hemen bir küçük ustura aldı ve kulaklarına kadar uzun saçını kesti. Elbisesinin eteklerini de dizlerinin yarısına kadar kaldırdı. Sonra yine bir gün bize gelip uğradı. Ebû Derdâ ona:

"Bize faydası olacak, sana zararı dokunmayacak bir söz söyle" dedi. Adam:

"Resulullah (a.s)'ı şöyle buyururken işittim," dedi:

"Sizler kardeşlerinize geleceksiniz. Onların meskenlerini ve giysilerini İslah ediniz. Hatta sizler insanlardaki ben gibi olursunuz. Şüphesiz ki, Allah fuhşu ve fuhşa bulaşmayı sevmez." [281]

 

4817-Ahmed bin Hanbel, Enes (r.a)'den rivayet etmiştir: "Enes, şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) o kılıcı arzetti de: "Hakkını vermek üzere bu kılıcı kim alır?" diye buyurdu. İnsanlar ondan geri durdu. Ebu Dücâne:

"Onun hakkı nedir, ya Resulullah (a.s)?" dedi. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah sana fethi müyesser kılıncaya, yahut öldürülünceye kadar Allah -yolunda onunla çarpışmandır."

Ebu Dücane bu şartla onu aldı. Uhud günü hezimetten önceydi. Kılıcını kınından çıkardı ve çalım atarak yürüdü. Üzerinde sadece bir gömlek, bir de başına sardığı kırmızı bir sarık vardı. Recez söyleyerek şöyle diyordu:

"Ben öyle bir adamım ki, dostum benimle sözleşmişti,

O vakit biz hurmalığın yanındaki yamaçtaydık,

Hiç bir zaman savaş olaylarının gerisinde kalmamak üzre.

Vurun, ben düşmanlara Allah ve Resulünün kılıcıyla.".

Enes dedi ki:

"Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Bu öyle bir yürüyüştür ki, Allah ve Resulü bu gibi yerlerin dışında on­dan hoşlanmaz" [282]

 

4818-Ebu Davud, Cabir bin Atik (r.a)'den rivayet etmiştir: "Cabir bin Atik, şöyle dedi: "Resulullah (a.s) buyurdu ki:

"Aziz ve Celil olan Allah'ın hoşlandığı ve kızgınlık duyduğu kıskanç­lıklar olduğu gibi hoşlandığı ve öfkelendiği kibirlilikler de vardır. Aziz ve Celil olan Allah'ın sevdiği kıskançlık, yerinde duyulan kıskançlıktır. Aziz ve Celil olan Allah'ın Öfke duyduğu kıskançlık ise, yersiz duyulan kıs­kançlıktır. Aziz ve Celil olan Allah'ın hoşlandığı kibir, kişinin savaş sıra­sında ve sadaka verirken böbürlenmesidir. Aziz ve Celil olan Allah'ın Öfke duyduğu kibir ise, batılda böbürlenmektir." [283]

 

Savaş Sırasında Zikir

 

4819-Ebu Davud, îbni Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Hz. Peygamber (a.s) ve ordusu tepelere çıkınca tekbir getirirlerdi. İnince de teşbih okurlardı ve namaz bu şekilde va'z olunmuştur." [284]

 

Bir Açıklama

 

Belki Müslüman orduların yaptıkları şey, namaza kıyas edilmiştir. Yoksa hadisin zahirinden, namaz onların fiiline kıyas edilmiştir anlamı çıkmaz. Çün­kü namazın farz kılınması, savaşın farz kılınmasından daha öncedir.

 

4820-Ebu Davud, Enes bin Malik (r.a)'den rivayet etmiştir: "Enes, şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) gazaya çıktığı zaman : "Allah'ım, dayanağım sensin, yardımcım sensin ve senin sayende güç ve kuvvet buluyorum, senin sa­yende düşmanlara hücum ediyor ve senin (gücünle) savaşıyorum," derdi."

Tirmizi [285] nin rivayetinde ise Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ım, dayanağım sensin, yardımcım sensin ve sen'in sayende (düşmanla) savaşıyorum," derdi." [286]

 

Savaşta Hile Yapmak

 

4821-Buhari ile Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

"Hz. Peygamber (a.s) savaşı, hile olarak isimlendirdi." Bir rivayette de Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: "Harp hiledir," [287]

 

4822-Ebu Davud, Ka'b bin Malik (r.a)'den rivayet etmiştir: "Ka'b, şöyle dedi:

"Resuhillah (a.s) bir tarafa gazaya çıkacağı zaman, asıl gideceği yeri gizler, başka tarafı açıklardı. Ve yine: "Savaş hiledir," buyururdu." [288]

 

4823-Nesai hariç diğer Kütüb-i Sitte sahipleri, Cabir bin Abdullah (r.a)'dan rivayet etmişlerdir:

"Cabir, şöyle demiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Harp hiledir." [289]

 

Bir Açıklama

 

Hafız İbn Hacer şöyle der:

"Bu hadis-i şerifte savaşta tedbir alınmasına teşvik, düşmana tuzak kur­maya davet vardır. Bu konuda uyanık olmayan, işin aleyhine cereyan etme­sinden emin olmaz. "

Yine bu hadis, savaşta aklı kullanmaya işaret etmektedir.

Şecaattan daha çok akla ve düşünceye ihtiyaç vardır. Nitekim Mütenebbi şöyle demiştir:                                                                                   

"Akıl ve fikir; kahramanların kahramanlıklarından önce gelir. Akıl ve fikir başta, şecaat (yiğitlik) ise ikinci planda gelir." [290]

 

Savaşta Salih Kişilerden Yardım İsteme

 

4824-Buhari, Mus'ab bin Sa'd (r.a)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"(Babam) Sa'd bin Ebi Vakkas diğer sahabiler üzerinde kendisinde (yiğit­lik ve zenginlik yönünden) bir üstünlük olduğunu düşünürdü. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Sizlere ancak zayıflarınızın duası) sebebiyle yardım ediliyor ve rızık-landır ılıyor sunuz."

Nesai [291]'nin rivayetinde şöyle denilmektedir:

"Sa'd, Hz. Peygamber (a.s)'in diğer sahabileri üzerinde, kendisinde (yiğitlik vs. yönünden) bir üstünlük olduğunu zannederdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah bu ümmete, zayıfları, zayıflarının duası, namazı ve ihlası sebe­biyle yardım ediyor." [292]

 

Cihada Çıkmak İçin Anne - Babadan İzin Almak

 

4825- Tabarani, İbni Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Savaş evin kapısının yanında olsa da sakın anne-babanın iznini alma­dan gitme." [293]

 

Bir Açıklama

 

Cihad, farz-ı kifaye veya farz-ı kifaye hükmünde olduğu zaman, ana-babadan izin istenir. Farz-ı ayn olduğu zaman izin istemeye gerek yoktur.

4826-Buhari,  Abdullah bin Ömer (r.a)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bir adam Hz. Peygamber (a.s)'e gelip cihad için izin istedi. Hz. Peygam­ber (a.s):

"Anan-baban sağ mıdır?" diye sordu. Adam: "Evet (sağdırlar)" dedi. Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu: "Öyle ise sen onların rızası yolunda çalış."

Ebu Davud [294]'un, Ebu Said'den bir rivayeti vardır. Bu rivayettepeygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Geri dön, ana-babandan izin iste! Eğer sana izin verilirse cihad , aksi takdirde onlara hizmet et." [295]

 

4827-İbni Hibban, Abdullah bin Amr (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Bir adam Hz. Peygamber (a.s)'e gelip, amellerin en faziletlisini sordu. Hz. Peygamber (a.s):

"Namaz," dedi. Adam:

"Ondan sonra hangisi?" diye sordu. Hz. Peygamber (a.s):

"Cihad etmektir," dedi. Adam:

"Ama benim anam-babam var," dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber

"Ana-babana iyilik etmeni emrediyorum," buyurdu. Adam da:

"Seni hak peygamber olarak gönderen Zat'a yemin ederim ki, o lan bı­rakıp muhakkak cihad ederim," dedi. Hz. Peygamber (a.s) :

"Sen daha iyi bilirsin," buyurdu."

Cumhuru ulema; "Müslüman iseler ana-baba veya onlardan biri izin ver­medikleri takdirde cihada çıkmak haram olur. Çünkü onlara bakmak farz-ı ayn, cihad ise farz-ı kifayedir. Cihad farz-ı ayn olunca izin gerekmez" de­miştir.

Sonuncu hadis bu gibi durumlara hamledilir. En iyisini Allah bilir,  [296]

 

Düşmanın Kalbine Korku Salmak

 

4828-Tabarani, Abdullah bin Şeddad (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Süfyan, dedi ki:

"Hz. Muhammed (a.s)'den korkulduğu günün ilki Kayser'in kendi ülkesinde, kendi hükümranlığında ve kendi huzurunda söylediği sözleri konuştuğu gündür. Kayser şöyle demiş:

"Eğer O'nun Hak Peygamber olduğunu bilsem, yanına kadar yürür, O-'nun başını öper ve ayaklarını yıkardım."

Ebu Süfyan dedi ki:

"Ben Kayser'in huzurunda iken, Hz. Peygamber (a.s)'in yazdığı mektu­bun sıkıntısından dolayı, Kayser'in alnından ter dökülüyordu."

Ebu Süfyan şöyle dedi:

"Ben İslam'la şerefleninceye kadar Hz. Muhammed (a.s)'den korkmaya devam ettim." [297]

Hz. Peygamber (a.s)'in mektubunun içinde şunlar vardı:              

"De ki: "Ey ehl-i kitap ! Hepiniz, sizinle bizim aramızda ortak olanı bir ke­limeye gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. O'na tdç bir Şeyi eş koşmayalım. Ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi rab edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse, o vakit; "Şahit olun biz Müslümanız," deyin." [298]

ı'Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır." [299]

"Kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinme-yenler, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın." [300]

 

Bir Açıklama

 

Düşmanın kalbine korku salma ve düşmanı korkutmaya yarayan siyaset­ler, peygamberlikle ilgili siyasetlerdir. İmam bu hedefe dolaylı ya da dolaysız yoldan ulaşabilir.

 

4829-Buhari ve Müslim, Cabir bin Abdullah (r.a)'dan şu şekilde riva­yet etmişlerdir:

"Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Benden evvel hiçbir kimseye verilmedik beş şey (hep birden) bana ve­rilmiştir:

"Bir aylık yola kadar (düşmanlarımın kalbine) korku (salmak) ile yardım olundum.

Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı. Onun için ümmetimden namaz vakti gelip çatmış her kim olursa olsun namazını kılıversin.

Ganimetler bana helal kılındı. Halbuki benden evvel hiç kimseye helal kılınmamıştı.

Bir de (benden evvel) her nebi kendi kavmine gönderilmiş iken, ben bütün insanlara gönderildim." [301]

 

Savaşlarda Çocukları, Kadınları VeYaşlıları Öldürmek, Organ KesmekVe Zulmetmek Yasaklanmıştır

 

4830-Müslim, Büreyde (r.a)'den rivayet etmiştir:  

"Büreyde, şöyle demiştir:

"Resulullah (a.s) bir orduya veya müfrezeye kumandan tayin ettiği za­man, kendisine hassetten Allah'a karşı muttaki olmasını, beraberindeki Müslümanlara da hayır tavsiye eder, sonra şöyle buyurdu:

"Allah'ın adıyla ve Allah'ın rızası için savaşın. Allah'ı inkar eden kafir­lerle çarpışın. Gaza edin, ama ganimete hiyanet etmeyin, haksızlıkta bulun­mayın, ölülerin vücutlarına sataşıp burun ve kulaklarını kesmeyin, çocuk­ları Öldürmeyin!

Müşriklerden olan düşmanınızla karşılaştığınız zaman onları şu üç şeyden birine çağırın: Bunların hangisine cevap verirlerse onu kabul edin ve kendilerini bırakın,"

Sonra şöyle buyurdu:

"Onları İslam'a davet edin. İcabet ederlerse hemen kabul edin ve elinizi onlardan çekin. Sonra onları yurtlarından muhacirler diyarına hicrete da'vet edin. Ve onlara haber verin ki, eğer bunu yapacak olurlarsa muhacir­lere va'dedilen bütün mükafat ve vecibeler aynen onlara da verilecektir. Yurtlarından göçmeyi kabul etmezlerse onlara haber verin ki, MüslüJ manlarm bedevileri gibi olacaklar, kendilerine Allah'ın mü'minler üzerine cereyan eden hükmü uygulanacak; ganimet ve haraçta hiçbir hakları olma­yacaktır.

Müslümanlarla birlikte cihada katılırlarsa o hariç, (o vakit ganimete iştirak ederler). Eğer bunu kabul etmezlerse, onlardan cizye (vergi)yi isteyin. Şayet müsbet cevap verirlerse hemen kabul edin ve onları serbest bırakın. Bunu da kabul etmezlerse, onlara karşı Allah'tan yardım dileyin ve onlarla savaşın. Bu durumda bir kale halkını kuşattığınızda onlar sizden Allah'ın ve Peygamberinin ahdini kendilerine bahşetmenizi dilerlerse, onlara ne Allah'm ahdini verin ne de Peygamberinin ahdini! Lakin onlara kendi ahdini ve arkadaşlarının ahdini verin. Çünkü sizin kendi ahidlerinizi ve arka­daşlarınızın ahidlerini bozmanız, Allah'ın ve Resulünün ahdini bozmak­tan daha iyidir.

Bir kale halkını kuşatır da, sizden kendilerine Allah'ın hükmünü tatbik etmenizi isterlerse, onlara Allah'ın hükmünü tatbik etmeyin. Lakin onlara kendi hükmünüzü tatbik edin. Zira Allah'ın onlar hakkındaki hükmüne isabet edip etmiyeceğini bilmezsiniz."

Bu rivayet Müslim'indir.

Tirmizi bu hadisi muhtasar olarak tahric etmiştir. Tirmizinin lafzı şöyledir:

"Büreyde (r.a) şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) bir orduya veya veren müfrezeye kumandan tayin et­tiği zaman kendisine hasseten Allah'a karşı muttaki olmasını, beraberindeki Müslümanlara da hayır tavsiye eder, sonra şöyle buyururdu:

"Allah yolunda besmele ile gaza edin, Allah'ı inkar edenlerle çarpışın! Gaza edin, ama ganimete hiyanette bulunmayın! Haksızlık etmeyin, ölüle­rin burnunu, kulağını kesmeyin! Çocuk Öldürmeyin." [302]

 

Bir Açıklama

 

İmam Nevevi şöyle demiştir:

"Sonra onları yurtlarından muhacirler diyarına hicrete davet et," cümle­sinden murad, Medine'ye hicretlerinin müstehab oluşudur. Medine'ye hic­ret ederlerse fey ve ganimet gibi malların kendilerine verilmesini hak ede­cekler; aksi takdirde çölde yaşayıp hicret ve gazalara iştirak etmeyen bedevi Müslümanlar gibi fey ve ganimette bir hakları olmayacak, kendilerine yalnız istihkaklarına göre zekat verilecektir.

Şafii bu hadisle istidlal ederek şöyle demiştir:

"Sadakalar, fey'de hakkı olmayan fakirlere verilir; fey' yalnız askerin hakkıdır. Sadaka alanlara fey', fey' alanlara da sadaka verilmez."

İmamı Azam ile İmam Malik'e göre iki nev'i mal arasında bir fark yok­tur. Ve her iki fırkaya verilebilirler."

Ebu Ubeyd de şöyle demiştir:

"Bu hadis mensuhtur. Ancak bu hüküm İslam'ın evvelinde "hicret et­memiş kimseler içindi. Bu, Cenab-ı Hakk'm şu ayet-i celilesi ile neshedildi.

Ayet-i kerime şudur:

"Birbirinin mirasçısı olan akraba, Allah'ın kitabına göre birbirine daha yakındır. Doğrusu Allah her şeyi bilir." [303]

Ebu Ubeyd'in iddia ettiği bu husus kabul edilemez.

"Eğer bunu kabul etmezlerse, onlardan cizye (vergi)'yi iste" cümlesi hakkında da İmam Nevevi şunları söylüyor:

"İmam Mâlik, Evzai ve diğer bazı ulema bu hadisi delil getirerek: "Cizye Arap olsun, Acem olsun, kitabi olsun, mecusi veya başka bir dine mensup bulunsun bütün kafirlerden alınır," demişlerdir."

Ebu Hanife'ye göre cizye Arab'ın müşrikleri ile mecusileri müstesna ol­mak üzere bütün kafirlerden alınır.

İmam Şafii ise Arap olsun Acem olsun yalnız ehli kitap ile rnecusilerden alınacağı kanaatindedir. O, cizye ayetinin mefhumu ve: "Mecusilere, ehli ki-tab'a davrandığınız gibi davranın," hadisi ile ihticac edip, bu hadisi şöyle te­vil ediyorlar:

"Cizyenin ehl-i kitaptan alınması kasdedilmiştir. Çünkü müşrik ismi, ehl-i kitap ve diğerlerine itlak edilir. Onların tahsisi sahabe-i kiram ta­rafından biliniyordu."

 

4831-Ebu Davud, Enes bin Mâlik (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a,s) bir ordu gönderdiği zaman şöyle buyurdu:

"Allah'ın adıyla gidiniz! Yaşlı ihtiyarı, küçük çocuğu ve kadını sakın öldürmeyiniz! Ganimete hıyanet etmeyiniz. Ganimetinizi bir araya topla­yınız. Sulh yapınız ve ihsanda bulununuz. Çünkü Allah ihsanda ulunan-lan sever." [304]

 

4832- Bezzar, Eu Musa (r.a.)'dan rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s.) bir müfreze gönderince şöyle buyururdu: "Allah'ın ismiyle gaza edin, Allah'ı inkar edenlerle çarpışın, ölülerin burnunu kulağını kesmeyin, çocuk öldü demeyin." [305]

 

4833-Tabarani, Abdullah bin Atik (r.a)'ten rivayet etmiştir:

"Hz, Peygamber (a.s) Abdullah bin Atik ve arkadaşlarını, Hayber'de bulu­nan İbni Ebi'l-Hukayk'ı öldürmek için gönderdiği zaman kadınları ve çocukları Öldürmekten nahyetti." [306]

 

4834-Bezzar, İbni Abbas (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s) kadınları ve çocukları Öldürmeyi yasakladı." [307]

 

4835-Ahmed bin Hanbel, Esved bin Seri (r.a)'den rivayet etmiştir: "Esved, şöyle dedi:

"Hz. Peygamber (a.s)'e geldim ve O'nunla beraber gaza ettim. Akabinde zafere ulaştım. O gün insanlar adam Öldürdüler, hatta çocukları diğer bir ri­vayette çoluk çocuğu- katlettiler. Bir adam şöyle dedi:

"Ya Resulullah, onlar yalnızca müşriklerin çocukları."        

Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:                                              

"Dikkat edin! Küçük çocukları öldürmeyin! Küçük çocukları öldür­meyin! Küçük çocukları Öldürmeyin! Çünkü ruh taşıyan, fıtrat üzere doğar. Nihayet güzel konuşmaya başlar ve ana-babası onu Yahudi veya Hristiyan yapar." [308]                                                                                        

 

4836-Ebu   Davud, Rebah bin Rabi (r.a)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Biz, Resulullah (a.s) ile birlikte bir gazvedeydik. Resulullah (a.s), insan­ları bir şeyin etrafında toplandıklarını gördü. Bir adam gönderip:    

"Bak, şunlar niye taplanmışlar?" dedi. Adam (gidip) geldi ve:  

"Öldürülmüş bir kadının etrafında (toplanmışlar)/' dedi.

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Bu kadın savaşmak için (çıkmış) değildir."

Ve: "Hâlid bin Velid'in Öncülüğünde'dir," diye ekledi."

Ravi dedi ki:

"Resulullah (a.s) bir adam gönderdi ve şöyle buyurdu:

"Halid'e söyle! Kadın ve ücretli kişiyi öldürmesin." [309]

 

 

4837-Nesai hariç Cemaat, Abdullah bin Ömer bin el-Hattab (r.a)'dan ri­vayet etmişlerdir.

"İbni Ömer demiştir ki:

"Resulullah (a.s)'m gazalarından birinde bir kadın Öldürülmüş olarak bulundu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) çokcukların ve kadınların öldü­rülmesini yasakladı."

Bir rivayette de: "Hoş karşılamadı," demiştir. [310]

 

4838-Tabarani, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir: "İbni Ömer, şöyle demiştir:

"Resulullah (a.s)'m mescidinde şu on kişilik cemaatin onuncu kişisi idim: Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Ali (r.a), Abdurrahman bin Avf, Abdullah bin Mes'ud (r.a), Muaz bin Cebel (r.a), Huzeyfe, Ebu Said el-Hudri ve Ben. Bu sırada Ensar'dan bir genç gelip selam verdi ve oturdu."

İbni Ömer hadisi zikretti ve şöyle dedi:

"Hz. Peygamber (a.s) Abdurrahman bin Avf a, (başında kumandan ola­rak) göndereceği müfreze için gerekli hazırlığı yapmasını emretti. O da sa­bahleyin başına siyah pamuklu kalın bezden gelişi güzel bir sarık sarmıştı. Hz. Peygamber (a.s) onun yanına geldi. Sonra ibni Avf'm başındaki sarığı çözüp (kendi eliyle tekrar) sardı. Sarığın ucunu onun (iki omuzunun) ar­kasından dört parmak veya o kadar sarkıttı. Sonra da:

"Ey İbni Auf, sarığı işte böyle sar. Bu daha düzgün ve daha güzeldir," buyurdu ve Abdurrahman bin Avf a verilmek üzere sancağı getirmesini Bi-lal'e emretti. Ardından Allah'a hamdü senada ve kendisine salâtü selamda bulundu. Sonra da:

"Ey İbni Avf, al! Hepiniz Allah yolunda savaşın. Allah'ı inkar edenlerle çarpışın! Haksızlık etmeyin, ölülerin kulaklarını ve burunlarını kesmeyin. Bunlar size Allah'ın ahdi ve Peygamberinin örnek gidişatıdır," buyurdu." [311]

 

4839-Müslim, Ebu Musa el-Eş'ari (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ebu Musa, şöylç dedi:

"Resulullah (a.s), ashabından birini herhangi bir iş için gönderdiğinde, şöyle buyururdu:

"Müjdeleyin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın zorlaştırmaym." [312]

 

4840-Tirmizi, Semüre bin Cündeb (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Müşriklerin yaşlılarını Öldürün, tıfıllarına yani henüz tüyü bitmeyen­lere dokunmayın." [313]

 

4841-İmam Malik, Muvatta'da, Yahya bin Said (r.a)'den şu şekilde ri­vayet etmiştir:

"Hz. Ebu Bekir (r.a) Şam'a bir ordu gönderdi. Onları uğurlamaya çıktı.

Hz. Ebu Bekir (r.a) Yezid bin Ebu Süfyan ile birlikte yürüdü. Yezid bin Ebi Süfyan bu bölüklerden birinin kumandanıydı. Yezid, Hz. Ebu Bekir'e: "Ya sen bineğe binersin veya ben inerim," dedi. Hz. Ebu Bekir (r.a) de: "Ne sen ineceksin ne de ben bineceğim. Bu adımlarımı ben, Allah yolunda sayı­yorum," dedi ve sonra sözlerine şöyle devam etti:

"Sen, kendi nefislerini Allah'a adadıklarını iddia eden bir topluluk bula­caksın. Onları ve kendilerini Allah'a vakfetme iddialarım bırakıver. Yine sen başkalarının orta yerlerinden saçlarını kazımış insanlar bulacaksın. Başlarını kazımış olanları kılıçla vur. Ben sana on şeyi tavsiye ediyorum:

"Asla kadın öldürme!

Çocuk ve yaşlı ihtiyarı da öldürme!

Meyva veren ağacı kesme!

Mamur yeri asla tahrib etme!

Yemek maksadı hariç olmak üzere koyun ve deve (sürülerim) kesme !

Hurmaları zayi etme ve onları yakma!

Ganimet malına hiyanet etmeyiniz  ve korkaklık göstermeyiniz!" [314]

 

Bir Açıklama

 

Savaşçının harp zarureti hariç savaşılan ülkenin iktisadını tahrip etme­meye özen göstermesi savaş sanatının kullarındandır. Hz. Ebu Bekir (r.a)'in tavsiyelerinde gördüğümüz hususlar, işte bunlardandır. [315]

 

Düşmana Gece BaskınıYapmanın Cevazı

 

4842-Buhari, Abdullah bin Abbas (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Şa'b bin Cessâme (r.a) şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber (a.s) Ebva yahut Veddan'da" (bana) uğradı ve o sırada:

"Müşriklerden aile sahibi bulunanlara gece baskını yapılıyor da (ayırde-dilemiyerek) bunların kadınları ve çocukları da musibete uğratılıyor (bunun hükmü nedir?)" diye soruldu.

Hz. Peygamber (a.s) şöyle cevap verdi: "Onlar da müşriklerdendir." Sa'b bin Cessame:

"Ve ben Hz. Peygamber (a.s)'den: "Koruma yalnız Allah'a ve Resulüne hastır," buyururken işittim."

Bir rivayette Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: "Onlar da babalarmdandır." Bu, Buhari'nin rivayetidir.

Müslim [316] ilk bölümde ona muvafakat etmiş, ama "koruma..." bölümünü zikretmemiştir.

Tirmizi [317]'nin rivayetinde Sa'b bin Cessame (r.a) şöyle demiştir: "Ben:

"Ya Resulullah (a.s) atlarımız müşriklerin kadın (a.s) ve çocuklarından bazılarını çiğnedi," dedim.

Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu:

"Onlar da babalarındandır."

Ebu Davud [318]'un rivayetinde Sa'b bin Cessame (r.a) şöyle demiştir:

"Resulullah (a.s)'a şöyle sordum:

"Yurtlarından müşriklere gece baskını yapılıyor ve bunların kadınları ve çocukları musibete uğratılıyor (bunların hükmü nedir?)"

Hz. Peygamber (a.s) de şöyle buyurdu:

"Onlar da onlardandır,"

Bir rivayette de: "Onlar da babalarındandır," şeklindedir.

Zühri: "Sonra Resulullah (a.s) bundan sonra kadınları ve çocukla öldürmekten nehyetti," demiştir. [319]

 

4843-Ahmed bin Hanbel, Sa'b bin Cessame el-Leysi (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Sa'b bin Cessame, şöyle dedi:

"Ben Resulullah (a.s)'a müşriklerin çocuklarından sordum. O da :

"Kendileriyle birlikte onları da öldürün," buyurdu.

Sa'b bin Cesrame: "Resulullah (a.s) Hayber günü müşriklerin çocuklarinı öldürmekten nehyetti," demiştir." [320]

 

4844-Buhari ve Müslim, İbni Ömer (r.a)'den rivayet etmişlerdir:

"Hz. Peygamber (a.s) Mustalıkoğullanna ani baskın yaptı. Adamlar gafil avlandılar. Hayvanları su kıyısında sulanmakta idi. Savaşçılarını Öldürdü, kadın ve çocuklarını da esir aldı. Cüveyriye (r.a) de o gün esir alınmıştı." [321]

 

Bir Açıklama

 

Davet, insanlara ulaşır da, onlar olumlu cevap vermezlerse savaştan önce tebliğ ve davet gerekmez diyenlere bu hadisi şerif delildir.   

 

Savaşmanın Yaşı

 

4845-Tabarani, Abdulhamid bin Ca'fer (r.a)'den, o da babasmdan riva­yet etmiştir:

"Ümmü Semüre'nin kocası vefat etti. O, güzel bir kadındı. Medine'ye geldi. Kendisine evlilik teklifi yapıldı. O da:

"Ben ancak, buluğ çağma erişinceye kadar oğlum Semüre'nin bakımım üstelenecek bir adamla evlenirim," demeye başladı. Ensar'dan bir adam onunla evlendi. Her yıl Resulullah (a.s) Ensar'm oğlan çocuklarının yanma çıkar, onlardan buluğa erenleri seçerdi. Yine bir yıl Resulullah (a.s) onların yanına vardı ve bir çocuk Resulullah (a.s)'ın yanına yanaştı. O da çocuğu seçip askeri birliğe kattı. Onun ardından kendisine Semüre takdim edildi, onu kabul etmedi. Bunun üzerine Semüre:

"Ya Resulullah (a.s) bir çocuğa izin verdin, beni kabul etmedin. Halbuki ben onunla Güreş tutsam onu yenerdim," dedi. Resulullah (a.s)'da şöyle buyurdu:

"Haydi, onunla güneş tut." Semüre dedi ki:

"O çocukla güreş tuttum ve onu yendim. Bunun üzerine Resulullah (a.s), askeri birliğe katılmak için bana izin verdi." [322]

 

Bir Açıklama

 

Ana-babası rıza gösterdiği veya savaş farz-ı ayn olduğu takdirde, devlet başkanının buluğ çağına ermemiş çocuğa savaşa katılmak için izin vermesi cazdir. Zaten küçük olsun büyük olsun cihad, farz-ı ayn olduğu zaman sa­vaşmaya gücü yetenin izin almasına gerek yoktur. [323]

 

Savaşın Mendub Olduğu Zamanlar

 

4846-Tirmizi, Nu'man bin Mukarrin (r.a)'den rivayet etmiştir: "Nu'man şöyle dedi:

"Resulullah (a.s) ile bir çok gazvelere katıldım. Resulullah (a.s) şafak söküp Güneş doğuncaya kadar savaşmayı durdururdu. Güneş doğunca öğle vaktine kadar tekrar savaşmaya geçerdi. Tam öğle vaktinde savaşmayı dur­durur, Güneş batıya meyledinceye kadar ara verirdi. (Güneş batıya) meyle­dince, ikindi vaktine kadar savaşır, ikindi vaktinde ikindi namazını kılıncaya kadar ara verir, sonra tekrar savaşmaya geçerdi.

Ashab-ı Kiram derdi ki:

"Bu vakitte (yani Güneş'in zevali vaktinde) yardım rüzgarları eser, mü'minler namazlarında ordularının başarısı için dua ederler."

Ebu Davud [324] bu hadisi ihtisar ederek şöyle rivayet etmiştir: "Nu'man bin Mukarrin şöyle dedi:

"Ben Resulullah; (a.s)'a şahid oldum: O, günün evvelinde savaşmadığı zaman, savaşı Güneş batıya meyledinceye kadar ertelerdi. Ve rüzgarlar eser, zafer inerdi." [325]

 

4847-Tabarani, Ebu's-Salt (r.a)'tan rivayet etmiştir: "O, şöyle dedi:

"Hz. Ömer (r.a) bize yazı yazdı. Biz, Nu'man bin Mukarrin el-Müzeni ile beraberdik. Mektubunda şöyle diyordu:

"Düşmanla karşıla tığınız zaman, sakın firar etmeyiniz ! Ganimet elde ettiğiniz zaman, sakın ganimete hiyanette bulunmayınız!"

Biz düşmanla karşılaştığımız zaman Nu'man bin Mukarrin şöyle dedi:

"Kavme (düşmana) mühlet veriniz. Bu cuma günüdür. Nihayet rnü'minlerin emiri (hutbe için minbere) çıkar ve (bizim için) zafer talebinde bulunur.11

Sonra onlarla savaştı. Numan (yakalandığı sıtma hastalığı sebebiyle) sarsıldı ve:

"Beni bir elbise parçasına sarın ve düşmana doğru götürün ! Ben sizden ayrı kalamam."

Ebu Salt sözüne devamla şöyle dedi:

"Biz düşmana doğru yöneldik ve Allah Teâla bize fethi müyesser kıldı. Numan, falanın, falanın ve bizim tanımadığımız diğer adamların musibeteuğradıkları haberi Hz. Ömer (r.a)'e ulaştı. Hz. Ömer (r.a); "Tanımadığımız adamlar," sözüne karşılık; "Lakin Allah onları tanır," dedi." [326]

 

Bir Açıklama

 

Kumandan şehid düştüğü zaman, Müslümanların savaşa devam etmeleri, Müslümanların edep kurallarındandır. İşte Nu'man (r.a) musibete uğruyor ve Müslümanlara savaşa devam etmelerini emrediyor.

 

4848-Buhari, Ömer bin Ubeydullah (r.a)'ın himayesinde bulunan Salim Ebu Nadr (r.a.)'dan rivayet etmiştir:

"Bu Salim, Ömer bin Ubeydullah'm katibi idi ve şöyle dedi:    

"Abdullah bin Ebi Evfa ve Ömer bin Ubeydullah Haruriler üzerine yürü­düğü zaman kendisine mektup yazdı, ben de ona okudum. Şunu bildiriyor­du:

"Resulullah (a.s) düşmanla karşüatığı bir günde, Güneş batıya meyle­dinceye kadar bekledi. Aralarında ayağa kalkarak:

"Ey nas! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin! Allah'tan afiyeti is­teyin. Onlarda karşılatığmız zaman da sabredin. Bilin ki, Cennet, kılıçların gölgeleri altındadır," buyurdu.

Sonra Hz. Peygamber (a.s): "Allah'ım, ey Kitabı indiren, bulutu hareketettiren ve hizipleri, bozguna uğratan! Bunları perişan et! Ve bizi onlar üze­rine muzaffer kıl!" diye dua etti." [327]

 

 

4849-Ebu Davud, Enes bin Malik (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) sabah vakti baskın yapardı. (Yaklaştığı yerleşim bölge­sine) kulak kabartır, (ezan okunup okunmadığını kontrol eder) ezan sesi işitecek olursa durur, işitmezse saldırıya geçerdi."

Müslim [328]'in rivayetinde Enes şöyle demiştir:                 

"Resulullah (a.s) tanyeri ağarmca baskın yapardı. Ezanı dinletirdi, şayet ezan (sesi) işitirse (baskından) vazgeçer, işitmezse baskın yapardı. (Bir defa) "Allah-u Ekber, Allah-u Ekber," diyen bir adam işitti.

Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:                              

"Fıtratd İslam) üzere !"                                                                        

Sonra o zat:                                                                                         

"Eşhedü en lâ ilahe illallah," dedi. Resulullah (a.s):                             

"Cehennem'den çıktın."                                   

Daha sonra baktılar ki, adam bir keçi çobanıymış."

Tirmizi [329], Müslim'in rivayetinin bir benzerini "Cehennem'den çıktın," sözüne kadar rivayet etmiştir. [330]

 

Savaştan Önce Düşmanla Konuşma

 

4850-Buhari, Cübeyr bin Hayye (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir*

"Hz. Ömer bin Hattab (r.a) müşriklerle savaşmaları için (hilafetinin ikin­ci yılında) İran'ın büyük şehirleri üzerine ordular gönderdi. Yapılan savaşlar üzerine Hürmüzan Müslüman oldu. (Hz. Ömer (r.a) de onu yakınları aTa-sma alarak şöyle istişarede bulundu) :



[1] Bknz. el-Lübab Şerhu'l-Kitab (2/232) el-Mühezzeb (11240) eş-Şerhu's-Sağır (2/141) el-Fıkhu'l-İslâmi (3/594)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/9-11

[2] Nesâi (7/220) 43-Kitabu'd-Dahâyâ, 14-Koç babı.

[3] Tirmizi (4/100) 20-Kiiabu'l-Edâhi, 21-Bab.

[4] Mecmau'z-Zevaid (4/23) Heysemi: "Tabarani onu, el-Kebir'de rivayet etmiştir, ri­cali sika ravilerdir," demiştir.

[5] Tirmizi (4/85) 20-Kitabu'î-Edâhi, 4-Müstehap olan kurbanlık hayvan hakkındaki rivayetler babı. Bu hadisin isnadı hasendir. Tirmizi: "Bu hadis hasen-sahih-garibdir. Bunu yalnız Hafs bin Gıyas'ın hadisi olarak biliyoruz," dedi. Müslim (Hadis no: 1967) Kitabu'l-Edâhi, Kurbanı başkasına tevkil etmeksizin doğrudan doğruya biz­zat kesmenin, keserken de, tesmiye ve tekbir getirmenin müstehaplığı babı'nda Hz. Âişe (r.a)'den rivayet etmiştir: "ResuluUah parçaları, göğsü ve gözlerinin etrafı kararak boynuzlu bir koçu emretti..." Ebu Davud (4/94) Kitabu'd-Dahâyâ, 3-Müstehap olan kurbanlıklar babı. Nesâi (7/221) 43-Kitabu'd-Dahâyâ, 14-Koç babı.

[6] -Ebu Davud (3/99) Kitabu'l-Edâhi, 8-İmam namazgahta kurban keser babı. Nesâi (71213) 43-Kitabu'd-Dahâyâ, 3-İmamın kurbanını namazgahta kesmesi babı. Buharı (21471) 13-Kitabu'l-Iydeyn, 22-Kurban günü namazgah İbni Mâce (2/1055) : 26-Kitabu'l-Edühü, 17-Namazgahta kurban kesme babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/13-14

[7] Ebu Davud, aynı yer.

[8] Buhari (10/18) 73-Kitabu'l-Edâhi, 9-Kurbanları kendi eliyle kesen kimse babı. Müslim (3/1557) 35-Kitabu'UEdâhi, 3-Kurbanı bizzat kesmenin keserken de, besmele çekip tekbir getirmenin müstehaplığı babı.

[9] Buhari (10/23) 73-Kitabu'l-Edahi, 14-Keserken tekbir getirme babı.

[10] Buhari (10/22) 73-Kitabu'l-Edâhi, 13-Kurbanın boynuna ayak basmak babı

[11] Müslim (3/1557) Aynı yer.

[12] Buharı (10/9) 73-Kitabu'l-Edâhi, 7-Hz. Peygamberin boynuzlu iki koçu kurban etme­si babı.

[13] Ebu Davud (3/95) Kitabu'd-Dahâyâ, 3-Müstehap olan kurbanlıklar babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/14-16

[14] Ahmed bin Hanbel (5/373) Mecmau'z-Zevaid (4/25) Heysemi ; "Onu Ahmed ri­vayet etmiştir ve ricali Sahih'İn ricalidir," demiştir.

[15] En'am Suresi: 79,162-163

[16] En'am Suresi: 79

[17] Ibni Huzeyme (4/287) Kitabu'l-Menasik, 762-Kurbana kıbleye yöneltmenin ve ke­serken dua etmenin müstehap oluşu babı. Onun isnadı sahihtir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/16-17

[18] İbni Mâce (2/1045) 26-Kitabu'l-Edahî, 3-Kurban kesmenin sevabı babı. Tirmizi (4/83) 20-Kitabu'l-Edâhi, 1-Kurban kesmenin faziletine dair bab. Tirmizi: "Bu ha~ dİs hasen-garibdir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/17-18

[19] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/18-19

[20] Tirmizi (4192) 20-Kitabu'l-Edâlu, 11-Kurbanın sünnet olduğuna delil babı. 20-Kitabu'l-Edâbü, 11-Kurbanın sünnet olduğuna delil babı. Bu hadisi, hasenli gayri-hi'dir. ibni Hacer, el-Feth'de Tirmizi'nin hasen saydığını zikretmiş ve ona karşı sükut etmiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/19

[21] İbni Mace (211044) 26-Kitabu'l-Edâhi, 2-Kurhan kesmek vacip midir, değil midir babı. Bu hadisi Ahmed (2/321) rivayet etmiştir. Hakim (4/232) Kitabu'l-Edâhu'l-Edâhi'de sahih kabul etmiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/19-21

[22] Müslim, aynı yer. Ebu Davud (3/94)

[23] Müslim (3/1565) 35-Kitabu'l-Edâhi, 7-Kurban kesmek isteyerek Zilhicce ayının onuna giren kimsenin saçlarından bir şey almasının nehiy babı. Tirmizi (4/102) 20-Kitabu'l-Edâhi, 24-Kurban kesmek isteyen kişinin saçlarından almayı terketme-si babı. Nesai (7/211-212) 20-Kitabu'l-Edâhi, 24-Kurban kesmek isteyen kişinin saçlarından almayı terketmesi babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/21-22

[24] Muvatta (2/483) 23-Kitabu'd-Dahâya, 2-Kurbanlıklardan dolayı müsteha..b olan şeyler babı.

[25] Ebu Davud (2/93-94) 23-Kitabu'd-Dahâyâ, 2-Kurbanlık bulamıyan kimse babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/22-24

[26] Buhar (10120) 73-Kiîahu'l-Edâhi, 12-Namazdan önce kurban kesip iade eden kimse babı. Müslim (3/1551) 35-Kitabu'l~Edâhi, î-Kurbanın vakti babı. Nesâi (7/214) 43-Kitabu'd-Dahâyâ, 4-Halkın namazgahta kurban kesmesi babı.

[27] Müslim (3/1555) 35-Kitabu'l-Edâhİ, 2-Kurbanlığın yası babı.

[28] Muvatta (2/484) 23-Kitabu'd-Dahâya, 3-İmam dönmeden Önce kurban kesn nehiy babı. Onun isnadı sahihtir.

[29] Muvatta, aynı yer. Sh. 483- isnadı sahihtir.

[30] Müslim, aynı yer. Sh. 1553

[31] Buhari, aynı yer. Sh. 12

[32] Buhari (10/12,13) 73-Kitabu'l-Edâhi, 10-Hz. Peygamberin Ebu Bürde'ye: "Keçi oğ­lağını kes" sözü babı. Müslim (3/1554) 35-Kitabu'l-Edâhi, 1-Kurban kesme vakti.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/24-27

[33] Ahmed bin Hanbel (3/364) Ebu Ya'lâ (3/316) Mecmauz-Zevaid (4124) Heysemi: "Onu Ahmed ve Ebu Ya'la rivayet etmiştir. İkisinin de ricali Sahih'in ricalidir," demiştir.

[34] Ahmed bin Hanbel (4145) Mecmau'z-Zevaid (4/24) Heysemi; "Onu Ahmed riva­yet etmiştir, ricali sika ravilerdir," demiştir

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/27-29

[35] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/29

[36] Muvatta (2/487) 23~Kîtabu'd-DahâyâA, 6-Anne karnındaki çocuk yerine kurban kesme ve kurban günlerini bayan babı. Bu hadisin isnadı sahihtir.

[37] Ahmed bin Hanbel (4/82) Mecmau'z-Zevaid (4/24,25) Heysemi: "Onu, Ahmed, el-Evsat'ta Tabarani: "Teşrik günlerinin kesin günüdür," şeklinde rivayet etmiştir." Ahmed ve diğerlerinin rav ileri sikadır." demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/30

[38] Neylü'l Evtar

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/30-31

[39] Muvatta (1/380) 20-Kitabu'l-Hacc, 46-Sevkedi!irkcn hedye yapılacak muamele babı. Onun isnadı sahihtir.

[40] Muvatta. (2/482) 23-Kİtabu'd-Dahâyâ, 1-Kurbanlık hayvanlarda yasaklanan şeyler babı. Onun isnadı sahihtir.

[41] Müslim (3/555) 35-Kitabu'l-Edâhi, 2-Kurbanlık hayvanın yaşı babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/31-33

[42] Nesai, aynı yer

[43] Buhari (1019) 73-Kitabu'l-Edâhi, 7-Hz. Peygamber'in çift boynuzlu iki koçu kuran etmesi babı. Müslim (36/1556) 35-Kitabu'l-Edâhi, 2-Kurbanlık hayvanın yaşı babı. Tirmizi (4/88) 20-Kitabu'l-Edâhi, 7-Kurbanlarda koyunun kuzusu babı. Ne-sai (7/218) 34-Kitabu'd-Dahâyâ, 13-Yasını dolduımus hayvan ve ceza babı.

[44] Ebu Davud, aynı yer.

[45] Nesai (7/219) 43-Kİtabu'd-Dahâyâ, 13-Yaşını almış kurbanlık babı. Onun isnadı sa­hihtir.

[46] Ebu Davud (3/96) Kitabu'l-Edâhi, Kurbanlıklarda caiz olan yaş babı.

[47] Ahmed bin Hanbel (61368) Tabarani, el-Kebir (251)164) Mecmau'z-Zevaid (4/19) Heysemi: "Onu Ahmed, ei-Kebİr'de Tabarani rivayet etmiştir ve ricali sika raviler-dir," demiştir.

[48] Tirmizi (4/87) 20-Kitabu'l-Edâbü, 7-Koyunlardan toklunun kurban edilmesi hakkında bab. Tirmizi: "Bu hadis Ebu Hureyre'den mevkuf olarak rivayet edil­miştir ve hasen-ligayrihi'dir. Resulullah (a.s)'tn ashabından ve sonrakilerden ilim adamlarının ameli bu hadis üzeredir; koyunlardan toklunun kurban olarak kesil­mesinin caiz olduğu görüşündedirler," demiştir.

[49] Tirmizi (4/98) 20-Kitabu'l-Edâhi, 18. Bab. Bu hadis hasen îi gayrihidir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/33-37

[50] Tirmizi (4/85,86) 20-Kitahu'l-Edâhi, 5-Kurhan edilmesi caiz olmayan hayvan babı. Tirmizi: "Bu hasen-Sahih bir hadistir, ilim ehlinin ameli buna göredir," demiştir.

[51] Muvatta (2/482) 23-Kitabu'd-Dahâyâ, 1-Kurban edilmesi yasaklanan hayvan babı.

[52] Ebu Davud (3/97) Kitabu'İ-Edâhi, Kurbanlardan mekruh olan hah. Nesai (71214, .215) 43-Kitabu'd- Dahâyâ, 5-Tek gözlü olan hayvanın kurban olmıyacağı babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/37-38

[53] Nesai (71217) 43-Kitabu'd-Ûahâyâ, 9-Kulağı arkadan delik olan hayvan babı.

[54] Ebu Davud (3/98) Aynı yer, Tirmizi (4/90) : 20-Kitabu%Edahi, 9-Kulağı kesik, boy­nuzu kırık hayvanı kurban etme babı. Nesai (7/217218) 43-Kitabu'd-Dahaya,

[55] Tirmizi (4/86) (4/86) 20-Kitabü'l-Edahi, 6-Kurban edilmesi mekruh olan hayvan­lar babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/38-40

[56] Muvatta (2/487) 23-Kitabu'd-Dahâya, 5-Kurbanda ortaklık babı.

[57] Muvatta, aynı yer. S. 486. İsnadı sahihtir. Tirmizi (4191) 20-Kitabu'l-Edahi, JO-Bir koyunun ev halkı için yeterli olacağı babı. Tirmizi: "Bu hasen-sahih hadistir. Bazı alimlerin ameli bu hadise göredir," demiştir. İshak ve Ahmed'in kavli de budur.

Aynı şekilde Malik, el-Leys, el-Evzai ve diğerlerinin görüsüne göre, bir tek koyun birden çok kişi için yeterli olur.

[58] Mecmau'z-Zevaid (4/21) Heysemi; "Onu Tabarani el-Kebir'de rivayet etmiş ve ri­cali Sahih'in ricalidir," demiştir

[59] Tabarani, el-Kebir (3/182)-Mecmau'z-Zevaid (4/18) Heysemi: "Onu, Tabarani el-Kebir'de rivayet etmiş ve ricali Sahih'in ricalidir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/40-41

[60] Ahmed bin Hanbel (5/409) Heysemi; "Mecmau'z-Zevaİd'de, bu hadisi Ahmed ri­vayet etmiş, ricali Sahih'in ricalidir," demiştir.

[61] Tirmizi (4/89) 20-Kilabu'l-Edâhi, 8-Kurhanda ortaklık babı. Nesai (7/222) 43-Ki-tabu'd-Dahâya, 15-Bir deve yerine geçerli olan kurbanlıklar babı. ibni Mace (2/1407) 26-Kitabu'l-Edahi, 5-Sığır ve deve kaç kişiye kafi getir? babı. Ahmed bin Hanbel (1/275) Tirmizi bu hadisi hasen kabul etmiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/41-43

[62] Neylül Evtar

[63] Ebu Ya'lâ (3/327) Mecmau'z-Zevaid (4/22) Heysemi: "Onu Ebu Yala rivayet etmiş ve isnadı hasendir," demiştir.

[64] Mecmau'z-Zevaid (4/22) Haysemi: "Onu Tabarani el-Evsat ile el-Kebir'de bu lafız ile rivayet etmiş ve isnadı hasendir," demiştir.

[65] Keşfu'l-Estar (2/62) Kitabu'l-Edâhi, Resulullah'ın kurbanlığı babı. Mecmau'z-Zevaid (4/22) Heysemi: "Onu Bezzar ve Ahmed rivayet etmişler, Tabarani de el-Kebir'de benzerini rivayet etmiştir,".demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/43-45

[66] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/45

[67] Ahmed hin Hanel (2/391) Mecmau'z-Zevaid (4/25) Heysemi: "Onu Ahmed riva­yet etmiş ve ricali Sahih'in ricalidir," demiştir.

[68] Tirmizi (4195) 20-Kitabu'l-Edahi, 14-Kurbamn etini üç günden sonra da yemeye izin verilmesi babı.

[69] Nesâi (71235,236) 43-Kitabu'd-Dahâyâ, 37-Kurban etlerini tutma babı.

[70] Nesâi, aynı yer. Sh. 236.

[71] Buhari (10/24) 73-Kiîabu'l-Edâhi, 5-Kurban etlerinden yenilecek süre babı.

[72] Müslim (3/1561) 35-Kitabu'l-Edahi, 5~İslamtn evvelinde kurban etlerini üç günden sonraya bırakılıp yenilmesinin nehyedilmesini beyan babı.

[73] Müslim, aynı yer.

[74] Buhari (9/552) 70-Kitabu'l-Etıma, 27-Selef evlerinde ve seferlerinde yiyecek, et vs. yi biriktiriyorlardı, babı.

[75] Buhari (10/24) 73-Kitabu'l-Edâhi, 16-Kurbanlarin etlerinden yenilmesi, babı. ' Müslim (3/1563) 35-Kitabu'l-Edâhi, 5-İslamın evvelinde kurban etlerini üç günden sonraya bırakılıp yenilmesinin nehyedilmesini, sonradan serbest bırakıl­masını beyan babı.

[76] Buharı (7/313) 64-Kitabu'l-Meğazi, 1. Bab.

[77] Muvatta (2/485) 23-Kitabu'd-Dahâyâ, 4-Kurban etlerini biriktirme babı.

[78] Nesâİ (7/233,234) 34-Kitabu'd-Dahâyâ, 36-Bu konuda izin babı.

[79] Nesâi, aynı yer.

[80] Buhari (10/23) 73-Kitabu'l-Edâlü, 16-Kurbanlann etlerinden yenilmesini, babı.

[81] Ahmed bin Hanbel (4/16) Heysemi: "Onu Ahmed rivayet etmiş ve ricali sika ra-vilerdir," demiştir.

[82] Müslim (3/1562) 35-Kitabu'î-Edâhi, 5-İslamın evvelinde kurban etlerini üç günden sonraya ırakılıp yenilmesinin nehyedilmesi, sonra yenilmesine izin veril­mesini beyan babı.

[83] Tirmizi (4/94,95) 20-Kitabu'l-Edâhi, 14-Üç günden sonra kurban eti yeme ruhsatı hakkında bab. Müslim (3/1563,1564) 35-Kitabu'd-Dahâyâ, 5-İslamın evvelinde kurban etlerini.... babı. Mesai (7/234,235) 36-Bu konuda izin babı. Ebu Davud (31 100) Kitabu'l-Edâhi, 9-Kurban etlerini saklama hakkında bab

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/45-51

[84] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/52-53

[85] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/55

[86] Tirmizi (4/101) 20-Kitabu'l-Edahi, 23-Akika babı. Bu hadisin isnadı sahihtir. Nesai, Hasan ü'l-Basri'nin akika hadisini Semüre'den duyduğunu açıkça belirtmiştir. Tirmi­zi: "Bu hadis hasen-Sahih'iir. İlim adamlarının ameli hu hadis üzeredir: "Akikamn oğlan için yedinci günü tedarik edilmezse ondördüncü günü ve gene tedarik edilmezse yirmibirinci günü kesmek müstehaptır," demiştir.

[87] Ebu Davud (3/106) Kitabu'l-Edâhi, 20-Akika babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/55-56

[88] Mecmau'Z'Zevaid (4/58) Heysemi: "Tabarani onu el-Evsat ve el-Kebîf'inde rivayet etmiş, ricali sika ravilerdir," demiştir

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/57

[89] Mecmau'z-Zevaid (4/58) Heysemi: "Onu, Tabarani el-Kebir ve el-Evsat'ta benzeri­ni rivayet etmiş ve ricali sika ravilerdir, İbni Mâce de onu, Yezid bin Abdullah el-Müzenİ'den rivayet etmiş ama babasından dememiştir. Buradaki Yezid bin Abdullah'ın babasından rivayetidir. Allah en doğrusunu bilir," demiştir.

[90] Ebu Davud (3/107) Kitabu'l-Edâhi, Akika hakkında bir bab. Bu hadisin isnadı ha-sendir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/57-58

[91] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/58-59

[92] Tirmizi (4196,97) 20-Kitabu'l-Edâtü, 16-Akika kurbanı hakkında gelen rivayetler babı. Bu hadisi İbni Mace Kitabu'z-Zebaih, Akika babı'nda 3163. numara ile tahric etmiştir. Aynı şekilde Ahmed bin Hanbel (6/31), İbni Hibban (7/356) Akika babında tahric etmişlerdir. İbni Hibban, Enes'in iki koç sözü ile onlardan her biri için iki kaç manası kasdedildiğini zikretmiştir. Beyhaki (9/3oî) Kitabu'd-Dahâyâ, Oğlan ve hz çocuğu için akika kurbanı kesme babı. Tirmizi: "Hz. Aişe (r.a) hadisi hasen-sahih hadistir" demiştir. Yine Tirmizi: "Bu babda Ali Ümmü Kürz, Büreyde, Ebu Hureyre, Abdullah bin Ömer, Enes, Selman bin Amir ve İbni Abbas (r.a)'dan hadis rivayet edildi," demiştir.

[93] Ahmed (61456) Tabârani-el-Kebir (241183) Mecmau'z-Zevaid (4157) Heysemi, "Onu Ahmed ve Tabarani (el-Kebir'de) rivayet etmiştir, ricali, ihticac edilen ze­vattır," demiştir.         

[94] Kız için akika babı. l)Ebu Davud, aynı yer.

[95] Ebu Davud, aynı yer. Sh. 106

[96] Nesai (7/165) 4-Kız için kaç akika kurbanı kesilir babı.

[97] Tirmizi (4198) 20-Kitabu'l-Edalü, 16-Doğan çocuğun kulağına ezan okuma babı. Bu hadisi Darekutni, Hakim (4/237) ve İbni Hibban (7/356) rivayet etmiştir. O hasen ha­distir. Tirmizi: "Bu, sahih hadistir," demiştir. Ebu Davud es-Sicistani diyor ki: "Ahmed'in "Mükâfetani" sözü,"birbirine denk yahut birbirine yakın anlamına gelir," dediğini işittim. Hattabi de der ki: "Ebu Uheyd, onu buna yakın olarak tefsir etmiştir. Ancak bununla yaşta denklik kasdedilmiştir. Yani kurban olmaları caiz olan yaşını almış İki koyun demek olur. Biri yaşlı, diğeri kurbanlık yaşa gelmemiş ise bu caiz ol­maz. "

Ebu Ubeyd "mekânet (yumurtalar)" kelimesini şöyle tefsir ediyor: "Kuşlar ile keha­nette bulunmayın, onlara iltifat etmeyin /Kuşları, Allah'ın kendileri için yarattığı yerlerde olduğu gibi bırakın. Çünkü onların bulundukları yerler (yuvalan) ne zarar verir ne de fayda sağlar." İmam Şafii'den şu nakledilmiştir: "Cahiliye devrinde bir arap bir ihtiyacını görmek için evinden çıktığı vakit bir yere konmuş yahut yuvasında duran bir kuşun uçup uçmadığına bakardı. Eğer kuşu böyle görmezse, ağacın veya başka bir şeyin üzerinde duran kuşa yönelir, uçması için onu ürkütürdü. Sonra hangi yöne uçarsa ona göre kehanette bulunurdu, İşte bundan dolayı Hz. Peygamber onlara: "Kuşları buldukları yerlerde bırakınız, onlara bakarak kehanette bulunmayın" an­lamında söylüyor."

[98] Ebu Davud (31105) Kitabu'l-Edâhi, Akika babı. Nesâİ (7/165) 40-Kitabu'l-Akika,

[99] Ebu DAvud (3/107) 40-Kitabu'l-Edahi, Akika babı. Nesai (71166) 40-Kitabu'l-Akika, 4~Kız çocuk için kaç akika kesilir babı. Bu hadisin isnadı sahihtir. Yine Abdulhakka el-İşbili ve İbni Bakik el-lyd bu hadisi sahih kabul etmişlerdir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/59-61

[100] Mecmau'z-Zevaid (4158) Heysemi: "Onu Tabarani el-Evsat'ta rivayet etmiştir, ri­cali Sahih'İn ricalidir," demiştir

[101] Nesai (7/164) 40-Kitabu'l-Akika, 1. Bab. İsnadı hasendir.

[102] Tirmizi (4/99) 20-Kitdbu'l-Edahü, 20-Koyunu akika olarak kesme babı. Tirmizi onu el-Bakır Muhammed bin Ali bin Hüseyin hin Ali (r.a) hadisi olarak tahric etmiştir, isnadı munkatı'dır. Fakat manasını güçlendirecek şahitleri vardır.

[103] Muvatta, aynı yer. Muvatta onu mürsel olarak rivayet etmiştir. Senedinde inkıta vardır, ama onun şahidleri vardır. Bu hadis şahİdleriyle hasendir.

[104] Muvatta (21501) 26-Kitabu'l-Akika, 1-Akika babı.

[105] Ahmed bin Hanbel (6/390, 391) Mecmau'z-Zevaid (4/57) Heysemi: "Onu Ahnkd, el-Kebir'inde Tabarâni rivayet etmiştir ve o hasen hadistir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/62-65

[106] Nesai (711621163) 40-Kiîabu'l-Akika. İsnadı hasendir. Hadiste geçer, "Allah ukûku sevmez," sözünde akika kurbanını önemsiz gösteren, onu hükümsüz kılan bir ifade söz konusu değildir. Hz. Peygamber (a.s) sadece o ismi çirkin bulmuş ve daha güzel bir isimle adlandırmak istemiştir. Çirkin bir ismi daha güzel bir isme çevirmek Hz. Peygamber (a.s)'in adeti olduğu için akika'ya "nesike" ve "zebiha" adını takmıştır. "

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/65-67

[107] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/69

[108] Tağut: Allah'a karsı isyankar olup kahr ve cebr ile veya rıza ile prestij edilip ma'hud tutulan gerek insan, gerek şeytan, gerek vesen ve gerek sanem ve gerek sair herhangi bir şey demektir. (Hak Dini: î/869)

[109] Tirmizi (4/95,96) 20-Kitabu'l-Edahi, 15-Fera ve atire babı.

[110] Ebu Davud (3/105) Kitabu'l-Edahi, 19-Atire babı.

[111] Ebu Davud, aynı yer.

[112] Nesai (7/167) 41-Kitabu'l-Fera' ve'l-atire.

[113] Nesai(7f 169,170) 41-Kitabu'l-Aiire, 2-Aîire'nin tefsiri babı.

[114] Nesai, aynı yer. Sh. 169

[115] Nesai, aynı yer. Sh. 170. Onun isnadı hasendir.

Fera* ve atire: Hadis metninde açıklamaları geçti. Cahiüyyet döneminde her iki kurban da kesilirdi. İslam'ın' ilk döneminde Müslümanlar da böyle yaptılar, ama son­ra bundan nehyolundular. £tu hususta Hz. Peygamber (a.s)'in "Her Müslümana her yıl bir kurban bir de atiye kesmek gerekir," sözü, nesholdu. Şimdi yalnızca kurban kes­me vardır, başka bir şey yoktur.

[116] Ebu Davut (3/104,105) Kitabu'l Edahi, 19-Atire babı.

[117] Ebu Davud (3/105) Kitabu'l-Edahi, 19-Atire babı. İsnadı hasendir.

[118] Mecmau'z-Zevaid (4128) Hey semi; "Tabarâni el-Kebir ve el-Evsat'ta onu rivayet etmiş, ricali sika kişilerdir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/69-73

[119] Tabarani, el-Kebir (7/252, 253) Mecmau'z-Zevaid (4628) Heysemi: "Onu, Tabarani el-Kebir'de rivayet etmiş ve isnadı hasendir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/73-74

[120] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/74

[121] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/74-75

[122] Bakara Suresi: 216

[123] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/79-80

[124] Bakara Suresi: 216

[125] Hacc Suresi: 40

[126] Bakara Suresi: 251

[127] ŞurâSuresİ: 41

[128] Bakara Suresi: 190

[129] Bakara Suresi: 256

[130] Nisa Suresi: 71

[131] Nisa Suresi: 84

[132] Tevbe Suresi: 123

[133] Enfal Suresi: 60

[134] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/81-85

[135] el-Fıkhu'l-İslami (61416,417) Muğni (81346) el-Bedayi (7/97) Muğni'l-Muhtati] (4/209)

[136] el-Fıkhu'l-İslami (6/417) el-Muğni (8/347)

[137] el-Bedayi (7/101)

[138] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/85-86

[139] Bakınız: Muğni (8/361) Neylü'l-Evtar (7/231) Fethu'i-Kadir (5/446) el-Fıkhu'l-îslami (6/419)

[140] Meâlimü's-Sünen (31416)

[141] Buhari: 2541 (Feîhu'l-Bari) Müslim (1730) Ebu Davud (3623)

[142] Prof.Dr Muhammed Gazali, Fıkhus'Siyre, S. 10. 7. Baskı

[143] Bak. Feîhu'l-Bari (61146)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/86-88

[144] Bakara Suresi: 94

[145] Bedayi (71100) Fethu'l-Kadir (5/447) el-Fıkhu'l-İslami (61423)

[146] Muğni'l-Muhtac (41223)

[147] Bidayetü'l-Müctehid (2/204)

[148] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/88-90

[149] el-Lübab Şerhu'l-Kitah (41123)

[150] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/90

[151] İmam Nevevi, Müslim Şerhi (12/45)

[152] Fethu'l-Bari (6/158) İmam Nevevi, Müslim Şerhi 512/160)

[153] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/91-92

[154] Bedayi (71101) Feîhu'i-Kadir (5/502-503)

[155] Aynı kaynaklar

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/92-93

[156] el-Fıkhu'l-İslami (6/426-429) el-Bedyi (7/102) el-Muğni: (8/143)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/93-95

[157] el-Bedayi (71106-107) Fethu'l-Kadir (61462) el-Muğni (8/396) el-Fıkhu'l-İslami

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/95-98

[158] Bedayi (7/108-109) Fethu'l-Kadir (5/455 ve devamı) el-Muğni (8/459 ve sonrası)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/98-100

[159] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/100-104

[160] Enfal Suresi: 41

[161] el-Bedayi (46114 ve sonrası) Fethu'l-Kadir (5/492 ve sonrası) Muğni'l-Muhtac (3/92 ve sonrası) el-Muğni (8/402) el-Fıkhu'l-İslami (6/452 ve sonrası)

[162] Enfal Suresi: 12

[163] Muhammed Suresi: 4

[164] Tevbe Suresi: 36

[165] Hasiyetti İbn-i Abidin (4/139)

[166] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/104-108

[167] Bidayetü'l-Müctehid (1/397)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/108-110

[168] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/110

[169] Tirmizi (4/189) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 26-Nöbet tutanın fazileti hakkında ge­len hadisler babı. Nesai (6/40) 25-Kitabu'l-Cihad, 39-Nöbet tutmanın fazileti babı. Bu hadis Müsned'de de tahrİc edilmiştir, hasen hadistir. Aynı mana ile sa-hidleri de vardır.

[170] Müslim (3/1520) 33~Kitabu'l-îmâre, 50-Allah yolunda serhat nöbeti tutmanın fazi­leti babı,

[171] Nesai (6/39) 25-Kitahu'l-Cihad, 39-Serhatta nöbet bekleme babı.

[172] Tirmizi (4/188) 23-Kitahu Fezaili'l-Cihad, 26-Nöbet tutanın fazileti hakkında ge­len hadisler babı. Fakat Tirmizi; "Fettaneyhi (Kabrin iki fitnecisi, yani Münker-Nekir melekleri)"ni zikretmemiştir.

[173] Mecmau'z-Zevaid (5/290) Heysemi: "Onu Taberani iki isnadla rivayet etmiştir, onlardan birinin ricali sikadır," demiştir.

[174] Tabarani el-Kebir (22/75) Mecmau'z-Zevaid (11168) Heysemi: "Onu, Tabarani el-Kebir'de rivayet etmiştir. Senedinde Ubeydullah bin Temman vardır, Buhari ve bir cemaat onu zayıf kabul etmiştir," demiştir.

[175] Mecmau'z-Zevaid (5/290) Heysemi;"onu Taberâni rivayet etmiştir ve ricli sika ravilerdir. O sahih hadistir," demiştir

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/111-114

[176] Mecmau'z-Zevaid (5/289) Heysemi; "Onu Tabarani el-Evsat'ta rivayet etmiştir ve ricali sika ravilerdir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/114

[177] Buhari (6/83) 56-Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 73-AUah yolunda birgün.nöbet bek­lemenin fazileti babı. Tirmizi (4/188) 23-Kitabu fadlu'l-Cihad, 26-Nöbet bekleye­nin fazileti hakkında gelen hadisler babı.

[178] Buhari (6/13.) 56-Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 5-Allah yolunda sabah ve akşam seferi babı. Müslim (3/499) 33-Kitabu'l İMare, 30-AUah yolunda sabah ve akşam seferi­nin fazileti babı.

[179] Ahmed bin Hanbel (4/168) Tabarani, -el-Kebir (7171) Hasen hadistir. Mecmu'z-Zevaid (5/285) Heysemi: "Onu Ahmed ve Tabarani rivayet etmiştir, Ahmed'in ri­cali sika ravilerdir," demiştir.

[180] Müslim (3/1500) 33-Kitabu'l~İmâre, 30-Allah yolunda sabah akşam seferinin fazile­ti babı.

[181] Buhari (6113) 33-Kitabu'l-Cihad ve s-Siyer, 5-Allah yolunda sabah-akşam seferi babı.

[182] Tirmizi (4/182) 23-Kitabu fezailu'l-Cihad, 17-Allah yolunda sabah aksam seferi­nin fazileti babı.

[183] Müslim (3/1500) 33-Kitabu'l-İmâre, 30-Allah yolunda sabah yürüyüşünün fazile­ti babı. Nesai (6/15) 25-Kitabu'l-Cihad, 12-Allah yolunda sabah yürüyüşünün fa­zileti babı.  

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/115-118                                                                                     

[184] Tirmizi (41181) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 17~Allah yolunda sabah-akşam yürü­yüşünün fazileti babı.

[185] Ebu Davud (3/21) Kitabu'l-Cihad, 42-Aliah Teâla'dan şehidlik isteyen kişi hak­kında bab. Nesai (6125) 25-Kitabu'l-Cihad, 25-Bir devenin sağılması müddeti kadar Allah yolunda savaşan kişinin sevabı babı. Tirmizi (41185) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 21-Allah yolunda yaralanan kişi hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi: "Bu hadis sahihtir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/118-119

[186] Buhari (6/220) 57-Kitabu Feraizi'l-Hums, 8-Hz. Peygamber'in "Ganimetler size he­lal kılındı" kavli babı.

[187] Buhari (616) 56-Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 2-İnsanların en faziletlisi, Allah yolunda cam ile, malı ile cihad eder olan mü'mindir, babı.

[188] Müslim (3/1493) 33-Kitabu'l-îmare, 28-Cihad ve Allah yolunda savaşa çıkmanın fazileti babı.

[189] Müslim (3/1495) 33-Kitabu'l-İmare, 28-Cihadın ve Allah yolunda sefere çıkmanın fazileti babı.

[190] Muvatta (2/443) 21-Kitabu'l-Cihad, 1-Cihada teşvik babı.

[191] Buhari (1/92) 2-Kitabu'l-îman, 26-Cihad imandandır,-babı.

[192] Müslim (311495) 23-Kitabu'l-İmâre, 28-Cihadın ve Allah yolunda savaşa çıkma­nın fazileti babı.

[193] Tirmizi (4/164) 23-Kitabu fezaili'l-Cihad, 7-Cihadın faziletine dair gelen hadisler babı.

[194] Nesai (6/J8) 25-Kİtabu'i-Cihad, 15-Hareket eden müfrezenin sevabı babı.

[195] Ebu Davud (3/7) Kitabu'l-Cihad, 10-Denizde sefere çıkmanın fazileti babı.

[196] Ahmed bin Hanbel (5/67) Mecmau'z-Zevaid (5/277) Heysemi: "Onu Ahm vayet etmiştir ve ricali Sahih'in ricalidir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/119-124

[197] Buhari (6116) 56-Kitabu'l-Cihad, 7-Şehid olmayı temenni etmek babı.

[198] Buhari (61124) 56-Kitabu'l-Cihad, 119-{Oturanlar adına cihad edenlere verilen) ücretler ve Allah yolunda (yani cihada) yüklenip taşınma babı.

[199] Buhari (61258) 58-Kitabu'l-Cizye ve'l-Muvatta', 1-Cizye ve Muvadaa (harbilerle antlaşma) yapma babı.

[200] Mecmau'z-Zevaid (5/298) Heysemi: "Onu Tabarani rivayet etmiştir ve ricali Sahih'in ricalidir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/124-126

[201] Buharı (11344) 4-Kitabu'l-Vudu, 67-Su ve yağa necaset düşmesi babı.

[202] Buharı (6120) 56-Kitabu'l-Cihad, 10-Allah yolunda yaralanan kimse babı.

[203] Buhari (91660) 72-Kitabu'z-Zevaih ve's-Sayd - 31-Misk kokusu babı.

[204] Nesai (6/29) 25-Kitabu'l-Cihad, 27~Allah (Azze ve Celle'nin) yollunda yaralanan kimse babı. Bu hadisin isnadı sahihtir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/127-128

[205] Muvatta (2/443) 21-Kitabu'l-Cihad, Î-Cihada teşvik etme babı.

[206] Nesai (6/18) 25-Kitabu'l-Cihad, 16-Allah (Azze ve Celle'nin) yolundaki mücahidin misali babı.

[207] Buhari (6/4) 56-Kitabu'l-Biat, 267-Zalim yöneticinin yanında hakkı konuşan kişinin fazileti babı. Bu hadisin ricali sika ravilerdir. İbnü'l-Münzir: "Onun isnadı hasendir," demiştir.

[208] Müslim (3/1498) 33-Kitabu'l-İmare, 29-Allah Teala'nın yolunda şehit olmanın fazileti babı, Tirmizi (4/164) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 1-Cihadın fazileti babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/128-129

[209] Nesdi (7/161) 39- Kitabu'l-Bîat, 27- Zalim yöneticinin yanında hakkı konuşan kişinin fazileti babı. Bu hadisin ricali sika ravilerdir. İbnü'l-Münzir: "Onun isnadı hasendir." demiştir.

[210] Ebu Davud (3/5) Kitabu'l-Cihad, 5-Cihadın sevabı babı.

[211] Buhari (6/6) 56-Kitabu'l-Cihad, 2-İnsanların en faziletlisi malıyla, canıyla Allah yolunda cihad eden mü'mindir, babı. Müslim (3/1503) 33'-Kitabu'l-İmâre, 34-Cihad ve ribâtın fazileti babı. Tirmizi (4/186) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 24-Hangi insan daha faziletlidir, babı.

[212] Ebu Ya'lâ (4/62) Ricali, Sahih'in ricalidir. Ahmed bin Hanbel (3/346)

[213] Ahmed bin Hanbel (5/171) Mecmau'z-Zevaid (4/241) Heysemi: "Onu Ahmed ri­vayet etmiştir ve ricali sika ravilerdir," demiştir.

[214] Tabarani (24/314) Mecmau'z-Zevaid (3/207) Heysemi: "Tabarani onu el-Kebir'de rivayet etmiştir, ricali sika ravilerdir,", demiştir.

[215] Mecmau'z-Zevaid (10/299) Heysemi: "Tabarani onu el-Kebir ve el-Evsaî'ta riva­yet etmiştir. Senedinde el-Mes'ud vardır ki, o karıştırmaktadır," demiştir.

[216] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/130-135

[217] Muvatta (2/445) 21-Kitabu'l-Cihad, 1-Cihada teşvik etme babı.

[218] Nesai (5/83) 23-Kitabu'z-Zekat, 74-Allah'ın adını vererek isteyip, Allah'ın adı verile­rek kendisinden İstenince vermeyen kişi babı. Tirmizi: "Bu hadis bu vecihden garib ha­distir. Ibni Abbas tankıyla Resulullah (a.s) dan bir çok vecihten rivayet edilmekte­dir," demiştir.

[219] Tirmizi (4/173) 23-Kitabu Fezaiti'l-Cihad, 18-İnsanîardan kimin daha hayırlı olduğu babı.

[220] Müslim (3/1503) 33-Kitabu'l-İmâre, 34-Cihad ve serhadda nöbet beklemenin fazi­leti babı.

[221] Buhari (6180) 56-Kitabu'UCihad, 70-Gazvede Allah yolunda nöbet beklemenin fazileti babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/135-138

[222] Nesai (6/14/) 25-Kitabu'l-Cihad, 8-Allah yolunda veya cihad eden kişinin fazileti babı.

[223] Nesai (6/14) Aynı yer.

[224] Tirmizi (4/555) 37~Kitabu'z-Zevaid, 8-Allah korkusundan ağlamanın fazileti ^. Bu hadis hasen-sahihtir.

[225] Mükateb köle: Hürriyetine kavuşması için muayyen bir miktar ödemek üzere efendi-siyle anlasan köle ki, tayin edilen miktarı ödeyince hür olur.

[226] Ahmed bin Hanbel (6/85) Mecmau'z-Zevaid (5/275) Heysemi: "Ahmed ve Tabam-ni el-Evsatta rivayet etmişlerdir. Ahmed'in ricali sika ravilerdir," demiştir.

[227] Neşai (6/21) 25-Kitabu'LCihad, 19-Müslüman olup hicret eden ve cihada çıkan kişinin mükafatı babı. İsnadı hasendir. Ancak senedinde ihtilaf vardır. Ve İbni Hİbban onu salih kabul etmiştir.

[228] Nesai (6I2Î) 25-Kitabu'l-Cihad, 19-Müslüman olup hicret eden ve cihada çıkan kişinin mükafatı babı. Bu hadisin isnadı hasendir

[229] Buhari (6/29) 56-Kitabu'l Cihad, 16-Allah yolunda iki ayağı tozlanan kişi babı.

[230] Tirmizi (4/175) 23- Kitabu Fezaili'l-Cihad, 12- Allah yolunda nöbet beklemenin fazileti hakkında gelen rivayetler babı. Bu hadis şahitleriyle sahihtir.

[231] Ebu Ya'lâ (7/307) Mecmau'z-Zevaid (5J288) Heysemi: "Onu Ebu Ya'la ve Taba-rani benzerini rivayet etmiştir. Ancak onun rivayetinde; "iki göz ateş almaz", sözü vardır. Ebu Ya'lâ'nın ricali sika ravilerdir," demiştir.

[232] Ahmed bin Hanbel (4/134) Mecmau'z-Zevaid (5/287) Heysemi: "Onu, Ahmed ve Tabaranİ el-Kebir ile el-Evsat'ta rivayet etmiştir. Ahmed'in ricali sika ravilerdir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/138-143

[233] Ebu Davud (3/7) Kitabu'l-Cihad, 11-Bir kafiri öldüren kimsenin fazileti babı.

[234] Müslim (3/1505) 33-Kitabu'l-İmâre 36-Bir kafiri öldürüp sonra doğru yolu tutan kimse babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/143

[235] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/143

[236] Müslim (311501) 33-Kitabu'l-İmâre, 31-Allah Teâla'mn Cennet'te mtyahid için hazırladığı derecelerin beyanı babı. Nesai (6/19) 25-Kitabu'l-Cihad, lö^Allah yo­lunda mücahidin derecesi babı.

[237] Buhari (13/404) 97-Kiîabu't-Tevhid, 22-"Onun Ars'ı su üstünde idi" (Hud Suresi: 7) "O büyük Ars'ın sahibidir" (Tevbe Sursi: 129) babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/145-146

[238] Buharİ (6/23) 56-Kitabu'l-Cihad, 22-Cennet kılıçların parıltısı altındadır, babı. Müslim (3/1362) 32-Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 6-Düsmanla karşılaşmayı temenni etmenin kerahiyeti babı. Ebu Davud (3/42) Kitabu'l-Cihad, Düşmanla kırşılaşmayı temenni etmenin kerahiyeti babı.

[239] Müslim (3/1511) 33-Kitabu'l İmare, 41-Şehid için Cennet'in sübutu babı. Tirmizi (4/186) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 23-"Cennet kapıları kılıçların gölgesi altındadır" babı. "Kılıçların gölgesi" sözü, savaşta kılıçların gölgesi, cenneti de içine almaktadır, anlamındadır. Çünkü Allah yolunda cihadda kılıcın gölgesi altına giren kimse, Cennet'e girer. Bu söz kinaye babındandır. Onunla cihada teşvik kasdedilmiştir. İkisinin arasındaki ilişki şöyledir: İnsan, rahatı istiyerek gölgeye yönelir. Bu söz hakkında şöyle de denilmiştir: "Cennet, kılıçların gölgesi altın­dadır. Her kim Cennet'i isterse, taşımak ve vuruşmak suretiyle kılıcın gölgesi altına girsin."

[240] Ebu Davut (3/20) Kitabu'l Cihad, Allah Azze ve Celle  yolunda şehid edilen, Allah'ın koruması altındadır babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/146-148

[241] Tirmizi (41174) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 11-Allah yolunda ok atmanın fazileti babı. Tirmizi; "Bu hadis hasen-sahihtir," demiştir.

[242] Nesai (6126) 25-Kitabu'l-Cihad, 26-Allah (Azze ve Celle) yolunda bir ok atan kimsenin sevabı babı.

[243] Tirmizi (4/172) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 9-Allah yolunda saçını ağartan kimsenin fazileti babı.

[244] Nesai (6/27) 25-Kitabu'l-Cihad, 26-Allah yolunda ok atan kişinin sevabı babbı. Bu hadis sahihtir.

[245] Nesai (6126) 25-Kitabu'l-Cihad, 26-Allah yolunda bir ok atanın savabı babı.

[246] Nesaİ, aynı yer.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/149-151

[247] Tirmizi (4/184) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 2Ö-Mücahide mükatebe ve evlenen kişiye Allah'ın yardım etmesi babı. Nesai (6/16) 23-Kitabu'l-Cihad, 12-Allah yo­lunda sefere çıkma babı. İsnadı hasendir. Tirmizi: "Bu hadis hasendir, onu Ahmed, İbni Mâce ve İbni Hibban rivayet etmişlerdir, Hakim ise onu sahih kabul et­miştir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/151-152

[248] Ebu Davud (3/5) Kitabu'l-Cihad, Allah yolunda cihaddan geri dönmenin fazileti babı. İmam Ahmed (2/174) Onun isnadı sahihtir.

el-Kufl veya el-Kufül: Seferden dönmek anlamına gelir. Bu kelimenin İki manası vardır. Birisi: Mücahidin evine dönüşündeki ecri, cihada gidişindeki eciri gibidir. Çünkü gidişinde ailesine dokunan zarar, dönüşüyle ortadan kalkmaktadır. Diğer manası: Mücahidler savaş alanından açık bir şekilde dönünce, düşmanın ken­dilerini izlemelerinden emin olmazlar. Düşmanla karşılaşmaya her ne kadar hazırlıklı olsalar da, düşman onlara baskın da yapabilir. Bütün bu tehlikelerle bir­likte onlar kurtulmuş, olurlar ve ganimeti elde eder

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/152-153

[249] Buhari (6/39) 56-Kitahu'l-Cihad, 28-Bir kafir bir Müslümanı öldürür, sonra bu ka­til Müslüman olur ve dinine bağlı kalır, sonra şehid olur babı. Müslim (3/1504) -   33-Kitabu'l-İmare, 35-Biri diğereni öldürüp sonra ikisi de Cennet'e giren iki kişinin beyanı babı. Muvatta (21460) 21-Kitabu'l Cihad, 14-Allah yolundaki şehidler babı. Nesai (6/39) 25-Kitabu'l-Cihad, 38-Bunun tefsiri babı.

[250] Buhari (6/57) Kitabu'l-Cihad, 45-Allah yolunda at besleyen kişi babı. Nesai    , (6/225) 28~Kitabu'l-Hayl, 11-At besleme babı

[251] Müslim (311505) 33-Kitabu'l-İmare, 37-Allah yolundaki sadakanın fazileti ve kakat artırılacağı babı. Nesai (6/49) 25-Kitabu'l-Cihad, 46-Allah yolunda sadakanın fazileti babı.

[252] Tirmizi (4/167) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 4-Allah yolundaki harcamanın fazileti babı, Nesaİ (6/49) 25-Kitabu'l-Cihad, 46-Allah yolunda sadakanın fazileti babı.

Tirmizi: "Bu hadis hasendir, onun İbni Hİbban Sahih'inde rivayet etmiştir," demiştir. "İsnadı sahihtir ve o sahih hadistir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/153-154

[253] Mecmau'z-Zevaid (51271) Bu hadisi Tabarâni el-Kebir ve el-Evsat'ta rivayet etmiştir. Bezzar da benzerini rivayet etmiştir. Onun rivayetinde: "Sizden birisinin safta bir saat ayakta durması" ifadesi geçmektedir. "Bu hadis sahihtir," demiştir.

Keşfu'l-Estar (2/264) Kitabu'l-Cihad, Adamın safta durumasımn fazileti babı

[254] Tabarani, el-Kebir (22/246) Mecmau'z-Zevaid (5/294) Tabarâni, onu iki tanktan rivayet etmiştir. Tanklardan birinin ricali mevkuf olarak sahih'in ricalidir. Yine bu, zayıf bir tariktan merfu olarak rivayet edilmiştir: Münziri şöyle demiştir: "Sahih mevkuf, görüş bakımından bunun benzeri söylenemez, denilmekle birlikte, mevkufun yolu merfu'nun yoludur."

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/154-156

[255] Tirmizi (4/190) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 26-Murabitin faziletine dair gelen ri­vayetler babı. İsndaı hasendir. Tirmizi: "Bu hadis hasen-garipdir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/156

[256] Ahmed bin Hanbel (5/151) Nesai (3/207) 20-Kitabu Krfamı'.ULeyl ve T tavvuın Nehar, 7-Sefer sırasında gece namazının fazileti babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/157

[257] Tirmizi (4/165) 23-Kitabu Fezaili'l-Cihad, 32-Murabıt (sınır boyu bekçisi) olarak Ölen kimsenin faziletine dair gelen hadisler babı. Tirmizi: "Fudâle hadisi, hasen-sahihtir," demiştir. Ahmed bin Hanbel (6/20) Mecmau'z-Zevaid (3/268)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/158

[258] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/158

[259] Ebu Davud (3/10) Kitabu'l-Cihad, 18-Gazayla terketmenin kerahiyeti babı. Darimi (2/218) Kitabu'l-Cihad, 37-Müşriklerle el ve dil ile cihad etmek babı. Nesai (6/7) 25-Kitabu'l Cihad, 1-Cihadın farziyeti babı.

[260] Ahmed bin Hanbel (51214) Ahmed'in ve diğerlerinin isnadı sika ravilerdendir.

[261] Buhari (613) 56-Kitabu'l-Cihad ve 's-Siyer 1 -Cihadın fazileti babı. Müslim (3/1488) 33-Kitabu'l-İmare, 20-Mekke Fethi'nden sonra İslam, cihad ve hayır üzere beyatlaşma babı,

[262] Tahar ani, el-Kebir (181262) Mecmeu'z-Zevaid (5/250) Heysemi: "Onu tümüyle Tabarani iki isnadla rivayet etmiştir. Birini ricali Sahih'in ricalidir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/159-160

[263] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/161

[264] Müslim (311517) 33-Kitabu'l-îmâre, 47-Savaşmadan ölen kimsenin zemmi babı. Ebu Davud (3/10) Kitabu'l-Cihad, 18-Gazayı terketmenin keraheti babı. Nesai (6/8)25-Kitabu'l-Cihad, 2-Cihadı terketmenin cezası babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/161

[265] Nesai (6/214) Kitabu'l-Hayl, Atlar babı. İsnadı sahihtir.

[266] Buhari (5/4) 41-Kiîahu'l-Hars ve'l-Muzâraa, 2-Ziraat aletiyle meşgul olmanın akıbetlerinden sakınılacak şeyler babı.

[267] Ahmed bin Hanbel (2/339) Mecmeu'z-Zevaid (7/287) Heysemi: "Onu Ahmed ve Tabarani el-Evsat'da benzerim rivayet etmiştir. Âhmed'in isnadı ceyyiddir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/161-163

[268] Ebu Davud (3114) Kitabu'l-Cihad, 2C-APah'ın kelimesi yüce olsun diye savaşan kim­se babı. Nesai (6123) 25-Kitabu'l-Cihad, 21-Allah'ın kelimesi yüce olsun diye savaşan kimse babı. Nesai, "Övülsün diye savaşır," sözünü zikretmemiştir.

[269] Buhari (131441) 97-Kitabu't-Tevhid, 28-"Andolsun ki, gönderilen kullarımız hakkında bizim geçmiş bir sözümüz vardır" (Saffat Suresi: 171) babı. Müslim (3/1513) 33-Kitabu'l-İmare, 42-"Allah'ın kelimesi yüce olsun diye çarpışan kimse, Allah yolundadır," babı. Tirmizi (41179) 23-Kitabufezaili'l-Cihad, 16-Dünya için gösteriş olarak savaşan kimse babı.

[270] Muvatta (2149) 21-Kitabu'l-Cihad, 18-Cihada teşvik etme babı. Darimi (21208) Kita­bu'l-Cihad, 24-Gazve ve iki çeşit gazve babı.

[271] Ebu Davud (313) Kitabu'l-Cihad, Sava^üH ve dünyayı arayan kimse babı. Nesai (6149) 25-Kitabu'l-Cihad, 46-Allah yolunda sadakanın fazileti babı

[272] Ebu Davud (3/14) Kitabu'l-Cihad, Allah'ın kelimesi yüce olsun diye savaşan kimse babı. Bu hadis sahidleriyle hasen hadistir.

[273] Nesai (6125) 25-Kitabu'l-Cihad, Şöhret ve mükafat için savaşan kimse babı. Bu ha­disin senedi hasendir.

[274] Nesai, aynı yer.

[275] Nesai (6/24) 25-Kitabu'l-Cihad, 23-Allah yolunda savaşıp gazvelerinde yalnızca' bir yular elde etmeye niyet eden kişi babı.

[276] Ebu Davud (3/17) Kitabu'l-Cihad, Kendi yerine ücretli adam tutup savaşa gönderen kimse babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/164-168

[277] Nesai (4/60) 21-Kitabu'l-Cenaiz, 61-Şehidler üzerine namaz kuma babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/168-169

[278] Buhari (6/51) 56-Kitabu'l-Cihad , 39-Savaş sırasında (ölülere sürülen) hanut koku­su sürmek babı. Humeydi: "Bizdeki mevcud Buhari'nin kitabında böyledir. Musa bin Enes: "Enes; Sabit bir Kays'a geldi," dedim. "Enes'den" demedi. Yine Humeydi: Bu hadisi Buharı, "Sabit bin Enes'ten muallak olarak tahric etti, ama hadisin lafzım zikretmedi," demiştir.Bu hadisi Ibni Sa'd, Tabaranİ ve Hakim, Enes tarikin­den tahric etmişdir. Hadisin lafzı (meâlen) şöyledir: "Sabit bin Kays bin Şemmas, Yemame günü geldi. Hanut kokusu sürünmüş, İki kat beyaz elbise giyinmiş ve ke-fenlenmişti. Ordu yenilgiye uğradı da Sabit: "Allah'ım, şu müşriklerin getirdikle­rinden uzaklaşıp sana sığınıyorum. Şunlann yaptıklarından dolayı senden özür di­liyorum." Sonra da şöyle dedi: "Siz akranınıza kaçmayı ne fena adet ettirmişsiniz. Bugün bizimle onların arasını bir süre boşaltınız," dedi. Ve kılıcını yüklendi. Oldürülünceye kadar çarpıştı. Onun zırhı çalınmıştı. Bir adam onu rüyasında gördü. Ona rüyada: "Zırhım şu mekanda bir eşek semerinin altındaki kazanın içindedir," dedi ve ona vasiyetini bildirdi. Gerçekten de zırhı dediği gibi buldular ve vasiyetim yerine getirdiler.

[279] Ahmed bin Hanbel (4/184) Mecmau'z-Zevaid (5/270) Heysemi:" Bu hadisi Ahmed ve Tabarani rivayet etmişlerdir, ikisinin de isnadı hasendir," demiştir.

[280] Muvatia (2/466) 21-Kitabu'l-Cihad, 18-Cihada teşvik babı. Bu hadisin isnadı mun-katı'dır. Fakat Buharı ile Müslim Cabir bin Abdullah hadisinden mevsul olarak tahric etmişlerdir. Ama sahih hadistir. Buharı (71354) 64-Kitabu'l-Megazi, 17-Uhud Gazvesi babı. Müslim (3/1509) Kitabu'l İmâre 41-Şehide Cennet'in sübutu babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/170-172

[281] Ebu Davud (4/57) Kitabu'l-Libas, 26-Etekleri uzatma babı. Âhmed bin (ftanbel (4/180)

[282] Ahmed bin Hanbel (31123) Müslim (4/1917) 44-Kitabu FezaiU's-Sahâbe 25-Ebu Dücane'nin faziletleri babı. Tabarani, -el-Kebir (71103) Mecmau'z-Zevaid (6/109) Heysemi: "Onu Tabarani rivayet etmiştir. Senedinde tanımadığım kişiler vardır," demiştir. Zehebi-Sİyer'i Alami'n-Nübela (1/224-245) Hadisin tamamı İbni Hisam'dadır.

[283] Ebu Davud (3/50) Kitabu'l-Cihad, 114-Savaşta kibirlenme babı. Nesai (5/78) 23-Kitabu'z-Zekât, 66-Sadaka verirken böbürlenme babı. Bu hadis sahihtir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/172-176

[284] Ebu Davud (3/33) Kitahu'l-Cihad, Kişi sefere çıkacağı zaman okuyacağı dua babı. Müslim (2/978) 15-Kitabu'l-Hacc, 75-Hac ve diğer seferlerden döndüğü zaman kişinin okuyacağı dua babı. Tirmizi (5/497) 49-Kitabu'd-Deavat, 42-Kisi sefere çıkarken okuyacağı dualar, Nesai (8/273) 50-Kitabu'l-îstiâze, 43-Dönemin üzüntü­sünden dolayı isticize etmesi babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/177

[285] Tirmizi (5/572) 49-Kitabu'd-Deavat, 122-Gazaya çıkarken dua okuma babı. Ahmed bin Hanbel (3/184) Bu hadisin isnadı sahihtir, Tirmizi onu sahih kabul etmiştir.

[286] Ebu Davud (3/42) Kitahu'l-Cihad, Kar§ılasma ânında okunacak duâ babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/177

[287] Buhari (61158) 56-Kitabu'l-Cihad, 157-Harp hiyledir babı. Müslim (3/1362) 32-Kitabu'î-Cihad ve's-Siyer, 5-Savaşta hile yapmanın cevazı babı.

[288] Ebu Davud (3/43) Kitabu'l Cihad, 101-İsnadı sahihdir.

[289] Buhari (6/158) 65-Kitabu'l-cihad, 157-Harb hiledir babı. Müslim (3/1361) 32-Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 5-Savaşta hile yapma babı. Ebu Davud (3/43) Kitabu'l-Cihad, Savakta hile yapma babı. Ahmed bin Hanbel (3/308)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/178-179

[290] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/179

[291] Nesaİ (6/45) 25-Kitabu'l-Cihad, 43-Güçsüz kişi sebebiyle yardım isteme babı.

[292] Buhari (6/88) 56-Kitabu'l-Cihad, 76-Savasta salih kişi ve zayıflar sebebiyle yardım isteme babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/179

[293] Mecmau'z-Zevaid (5/322) Heysemi: "Tabarani onu es-Sağir'de rivayet etmiştir, Tabarani'nin şeyhi Üsame bin Ali bin Said bin Beşir hariç rivayet etmitir, Tabara­ni'nin şehi üsame bin Ali bin Said bin Beşir hariç ricali Sahih'in ricalidir. O da Mısır Tarihinde sabit olduğu gibi sikadır," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/180

[294] Ebu Davud (3/18) Kitabu'l-Cihad, Ana-babası hoş karşılamadığı halde savaşı/ kimse babı.

[295] Buharİ (6/140) 56-Kitabu'l-cihad, 138-Ebeveynin izni ile cihad etme babı.

[296] İbni Hibban (3/111) Kitabu's-Salat, Beş vakit namazın fazileti babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/180-181

[297] Tabarani'de; "Ben müslüman oluncaya kadar Hz. Muhammed (a.s)'den nefret etmeye devam ettim," şeklindedir.

[298] AH Imran Suresi: 64

[299] Tevbe Suresi: 33

[300] Tabarani (8/27) Mecmau'z-Zevaid (5/307) Heysemi: "Onu Tabarani rivayet et-, mistir ve ricali Sahİh'in ricalidir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/182-183

[301] Buharİ (1/435) 37-Kitabu't-Teyemmüm, 1. Bab. Müslim (1/370) 5-Kitabu'l-Mesacid ve Mevade'ıs-Salaî.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/183-184

[302] Müslim (3/1357) 32-Kitabu'l-Cihat ve's-Siyer, 2-Devlet başkanım ordulara ku­mandan tayin etmesi ve kendilerine Harb vs.nin adabını tavsiye etmesi babı. Tirmi-zi (41162) 22-Kitabu's-Siyer, 48-Hz. Peygamber'in savaş hakkında tavsiyeleri babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/184-186

[303] Enfal Suresi: 75

[304] Ebu Davud (3/38) Kitabu'l-Cihad, Müşriklere davet babı. Senedinde Enes'dan başka hiç kimse onu mevsuk kabul etmemiştir. Geri kalan rical sikadır. Bu hadisi güçlendiren şevahidi vardır.

[305] Keşfa'l-Estar (21267) Kitabu'l-Cİhad, Sefer sırasında tavsiyede bulunma babı, Heysemi: "Onu Bezzar ve Tabarani es-Sağır ve el-Kebir'de rivayet etmiştir. Bez-zar'ın ricali Osman hin Sa'd el-Mizzi dışında, Sahih'in ricalidir ki, o da sikadır" demiştir. Mecmau'z-Zevaid (5/317)

[306] Mecmau'z-Zevaid (5/316) Heysemi; "Onu Taberani rivayet etmiştir. Ricali, sa­hih'in ricalidir. Ancak Muhammed bin Mustafa hariçtir. O da sikadır ve hakkında "zararsızdır" denilmiştir," demiştir.

[307] Keşfu'i-Estar (2/270) Kitabu'l-Cihad öldürümesi yasak edilenler babı. Mecmau'z-Zevaid (5/316) Heysemi; "Onu Bezzar rivayet etmiştir, ricali Sahih'in ricalidir," demiştir.

[308] Ahmed hin Hanbel (3/435) Tabarani el-Kehir (î/284) Mecmau'z-Zevaid (5/316) Heysemi : "Onu Ahmed isnadlarıyla, Tabarani de el-Kebir ve el-Evsat'da aynı şekilde rivayet etmitir. Ancak Tabarani'nin rivayetinde ravi şöyle demiştir: "Bu durum, Hz. Peygamber (a.s)'e ulaşınca Hz. Peygamber (a.s): "Şu İnsanlara ne olu­yor ki, öldürmede haddi aşmışlar, hatta çocukları Öldürmüşler..." dedi. Ahmed'in isnadlarındaki bazı ravileri, Sahih'in ricalidir" demiştir.

[309] Ebu Davud (3/53) Kitabu'l-Cihad ve 's-Siyer, 148-Savaşta kadınları öldürme babı.

[310] Buharı (6/148) 65- Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 148- Savaşta kadınları öldürme babı. Müslim (3/1364) 32-Kİtabu'l-Cihad ve's-Siyer, 8-Savaşta kadın ve çocukları Öldürmenin haram kılınması babı. Ahmed bin Hanbel (2122) Ebu Davud (3153) Tirmizi (4/136) İbni Mâce (21957) Darimi (2/222)

[311] Mecmau'z-Zevaid (5/120) Heysemi: "Onu Tabarani el-Evsat'ta rivayet etmiştir ve isnadı hasendir," demiştir.

[312] Müslim (3/1358) 32-Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 3-Kolaylığı emir ve nefret ettir­meyi terk hususunda bir bah.

[313] Tirmizi (4/145) 22-Kitabu's-Siyer, 29-Hükme razı olma hakkında hadisler babı.

Ebu Davud (3/54) Kiîabu'l-Cihad, 121 -Kadınları öldürme babı.

[314] Muvatta (2/447) 21 -Kitabu'l-Cihad, 3-Savaşta çocukları ve kadınları öldürmekten nehiy babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/186-193

[315] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/193

[316] Müslim (3/1364) 32-Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 9~Kadınlarla çocukların gece bas­kınlarında kasıtsız olarak öldürülmelerinin cevazı babı.

[317] Tirmizi (4/137) 22-Kitabıı's-Siyer, 19-Çocuklan ve kadınları Öldürmenin haram kılınması babı.

[318] Ebu Davud (3/54) Kitabu'l-Cihad, 121-Çocuklan ve kadınları öldürmenin haram kılınması babı.

[319] Buhari (6/146) 56-Kiîabu'l-Cihad, 146-Gece baskım yapılıp da çocuklar ve zür~ riyetleri musibete uğratılan harp yurdu ahalisi babı. 

[320] Ahmed bin Hanbel (4/73) Tabarani el-Kebir (8/103) Mecmau'z-Zevaid (5/315) Heysemi: "Onu Abdullah bin Ahmed ve Tabarani rivayet etmiştir. Müsned'in rica­li Sahih'in ricalidir" demiştir.

[321] Buhari (5/170) Kitabu'l-Itık, 13-Arab'tan (esir olarak) köleye sahib olup da bunu hibe eden, satan, onunla cinsel ilişkide bulunan, fidyesini veren ve çoluk çocuğu esir alan kimse babı. Müslim (311356) 32-Kitabu'UCihad ve's-Siyer, 1-Kendilerine İslam daveti ulasan kafirlere habersiz baskın yapmının cevazı babı. Ebu Davud (3/42) Kitabu'l-Cihad, 100-Müşrikleri İslam'a davet babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/195

[322] Tabarani, el-Kebİr (71177) Mecmau'z-Zevaid (51319) Heysemi: "Bu hadisin ricali sika ravilerdir, demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/196

[323] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/197

[324] Ebu Davud (3149) Kİtabu'l-Cihad, 111-Düsmanla karşılaşma hangi vakitte müs olur? babı.

[325] Tirmizi (41139) 22-Kitabu's-Siyer, 46-Savaşın müstehap olduğu zaman hak gelen rivayetler babı. Ricali sikalardır, ama inkıta vardır.

[326] Mecmau'z-Zevaid (6/215) Heysemi: "Bu hadisi Tabarani rivayet etmiştir ve İsnadı hasendir," demiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/197-199

[327] Buhari (6123) 56-Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 22-"Cennet kılıçların şakıyan yıl­dırımı altındadır," babı. Müslim (311362) 32-Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, 6-Düş-manla karşılaşmayı istemenin keraheti ve karşılaşıldığı zaman sabrın emredilmesi ' babı. Ebu Davud (3/42) Kitabu'l-Cihad, Düşmanla karşılaşmayı İstemenin keraheti hakkında bir bab,

[328] Müslim (1/288) 4-Kitabu's-Salat, 6-Diyar-ı küfürdeki kavme baskın yapmaktan çekinme babı.

[329] Tirmİzi (4/163) 22-Kitahu's-Siyer, 48-Hz. Peygamber'in savaş hakkında ki tavsiyesi babı.

[330] Ebu Davud (3/43) Kitabu'l-Cihad, Müşrikleri İslam'a davet babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (Hadislerle İbadet ansiklopedisi ), Hikmet Neşriyat yayınları: 11/199-200