Hanımların Namazı Cemaatle Kılması:
a)
Hanımların, Hanım İmam Arkasında Namaz Kılması:
Hanımlar
Arasında İmamlığa En Fazla Kim Hak Sahibidir?
Hanımlara
İmamlık Yapan Hanımın Namaz Esnasındaki Yeri:
Hanımlara
Namaz Kıldıran Hanım, Namazdaki Kıraatini Cehrî/Sesli Yapabilir Mi?
II. Hanımların
Erkeklerin Arkasında Namaz Kılması:
Bir Çocuğun
İmamlığında Namaz Kıunabilir Mi?
Cemaatle
Namazın Bazı Hükümleri
1. Safları
Düzeltmek Ve Boşlukları Doldurmak:
2. Cemaatle
Namazda, İmamın İlk Tekbir Alışına Yetişmek İçin Özen Göstermek:
3. İmama,
Hareketlerinde Tâbi Olmak Vacip; İmamla Yarışmak Haramdır:
4. İmamdan Çok Geri Kalmak Caiz Değildir:
5. İmamla, İmama Uyanın Farklı Mezhepte Olması:
6. Hanımlar Safının Arkasında Yalnız Olarak
Namaza Durulması:
7. İmam
Namazda Yanıldığı Zaman:
9. Mazereti Nedeniyle Namazı Oturarak Kıldıran
İmama Uymak:
10. Farz
Namaz Kılanın, Nafile Namaz Kılana; Nafile Namaz Kılanın, Farz Namaz Kılana
Uyması:
11. Farz
Namaz Kılanın, Farklı Bir Farz Namaz Kılana Uyması:
12. Nafile
Namaz Kılana Uyarak, Nafile Namaz Kılmak:
13. Hanımların, Kıraat Veya Tekbirle Birbirlerini
Şaşırtmamaları:
14. Namaza Sonradan Yetişenin Durumu:
a) Cemaat
Faziletine Erişmek İçin, İmama Hangi Halde Olursa Olsun Tabi Olmak:
c) İmamla
Birlikte Bir Rekâta Yetişmek:
15. Direkler
Arasında Saf Olmanın Mekruhluğu:
Hanımların
Mescitlere Gitmeleri ve Bazı Hükümleri:
Hanımların
Mescide Gitmek İçin, Eşlerinden İzin Almaları, Eşlerinin De Onları
Engellememeleri:
Hanımların
Mescide Giderken Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar:
1. Fitneye Neden Olabilecek Koku ve
Süslenmelerden Sakınmak:
3. Mescide Giderken Koşmamak, Vakarlı Yürümek:
4. Mescide Girerken Ve Çıkarken Dua Okumak:
5.
Tahiyyat-Ül Mescit Namazı Kılmak:
6. Kamet Getirildiği Zaman Nafile Namaz
Kılmamak:
7. Namaz
Biter Bitmez, Hanımların Hemen Mescitten Çıkmaları:
8. Mescide
Gelirken, Pişmemiş Soğan Veya Sarmısak Yemekten Sakınmak:
9. Mescide Tükürmekten Sakınmak:
10. Mescitte Yitik Aramaktan Ve Alışverişten
Sakınmak:
11. Mescitte
Yüksek Ses Çıkarmamak:
Hanımların
Namazlarını Evlerinde Kılmaları, Mescitte Kılmalarından Evlâdır:
Seferîlik
Nereden İtibaren Başlar?
Namazların
Seferi Olarak Kılınabileceği 'Yolculuk Mesafesi':
Namazları,
Seferî Kılmak İçin Niyet Şart Değildir:
Mukim/Yerleşik
Kişinin, Seferî Olan İmama Uyması:
Seferî
Olanın, Mukim İmama Uyması:
Seferi İken,
Nafile Namazlar Kılınır Mı?
Namazları
Cemederek/Birlikte Kılmak
Hanımların
Cuma Namazı Kılması
Hanımların
Cuma Namazına Katılmaları Farz Değildir:
Hanımların
Cuma Namazına Katılmaları Caizdir Ve Öğle Namazı Yerine Geçer:
Cuma
Namazına Katılmak İsteyen Hanımların Yapması Gerekenler:
2. Mescide Giderken Dikkat Edilmesi Gereken
Âdaba Riayet Etmek:
Hutbeden
Önce Mescitte Hanımların Yapması Gerekenler:
2. Hanımların Da, Erkeklerin De, Cuma Namazından
Önce Mescitte Halka Yapmaları Caiz
Değildir:
3. Hutbe İçin Ezan Okunduğu Sırada Nafile Namaz
Kılınmaz:
İmam Hutbe
Okurken Hanımların Yapması Gerekenler:
Cuma
Namazının Farzı İki Rekâttır:
Mescit Aşırı
Kalabalık Olduğu Zaman:
Namaz
Bittiğinde Hanımlar Ne Yapmalıdır?
Cuma'dan
Sonra Nafile Namaz Kılmak:
Cuma Günü
Yapılması Müstehap Olan Şeyler:
1.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e Çokça Salât ve Selam Getirmek:
3. Duayı
Çokça Yapmak ve Duaların Kabul Vaktini Arzulamak:
Hanımların
Bayram Namazlarına Katılması:
Bayram
Namazlarında Ezan ve Kamet Okunmaz:
Bayram Günü
Yapılması Müstehap Olan Şeyler:
2. Ramazan Bayramı Namazına Çıkmadan Önce
Bîr-Şeyler Yemek:
3. Kurban
Bayramı Günü, Yemeği Namazdan Sonraya Ertelemek:
1. Kelîme-i Şahadeti Telkin Etmelidir:
Son Anlarını
Yaşayan Kişinin Kıbleye Nasıl Çevrileceği:
Son Anlarını
Yaşayan Kişi Vefat Ettiğinde, Çevresinde Bulunanların Yapması Gerekenler:
3. Bütün Vücudunu Bir Elbiseyle Örtmek:
4. Cenazenin Hazırlanmasında ve Defninde Acele
Etmek:
5. Vefat
Edenin Borcunu Ödemede Acele Etmek:
6. Cenazede
Bulunanların Yapmaları Caiz Olan Şeyler:
1. Cenazenin Yüzünü Açmak ve Öpmek:
2. Çığlık, Feryat, Kabullenememek Ve Bunlara
Benzer Davranışlar Olmaksızın, Vefat Edene Ağlamak:
Ölünün
Akrabalarından Hanımlara ve Diğerlerine Haram Olan Davranışlar:
2-3. Ölünün
Ardından Dövünmek ve Yaka Yırtmak:
4-5. Saçı
Kazımak veya Saçı Dağınık Yapmak:
Vefat Eden
Bir Hanımın Yıkanması Ve Onu Yıkayacak Hanımların Vasfı:
Bu Hadisin
Metni Ve Hadisten Çıkarılan Hükümler Şunlardır;
Ölüyü, Kimin
Yıkaması Daha Evladır?
Erkek, Vefat
Eden Hanımını Yıkayabilir:
Baba, Vefat
Eden Kızını Yıkayabilir Mi?
Kadın, Vefat
Eden Kocasını Yıkayabilir:
Vefat Eden
Erkek Çocuğu Hanımların Yıkaması Caizdir:
Ölü Yıkayanın,
Gusül Abdesti Alması Gerekir Mi?
Düşük
Yapılan Çocuk Yıkanır Mı?
Vefat Eden
Kadının Kefenlenmesi:
Kadınların
Cenaze Arkasında Gitmeleri:
Hanımların
Cenaze Namazı Kılmaları Caizdir:
Bir Kadının
Cenaze Namazını Kıldırırken İmamın Duracağı Yer:
Birden Fazla
Kadın Ve Erkek Cenazeler Bulunduğunda:
İlk Tekbirde
Olduğu Gibi, Diğer Tekbirlerde De Eller Kaldırılır Mı?
Cenaze
Namazı Dualarına Bir Örnek:
Cenaze
Namazının İlk Tekbirlerine Yetişilemediğinde:
1. Buluğ
Çağına Erişmemiş Küçük Çocuğun Cenaze Namazı Kılınır.
2. İntihar
Edenin Cenaze Namazı Kılınır Mı?
Savaşta
Şehit Olanlara Cenaze Namazı Kılınması:
5. Kerahet
Vakitlerinde Cenaze Namazı Kılınması:
Zaruret
Olmadığı Sürece, Cenazenin Aşağıda Belirtilen Vakitlerde Defnedilmesi
Mekruhtur:
Kadın
Cenazeyi Kabre Kim Koyar?
Kadın
Cenazesinin Kabre Konuşu:
Ölümünden
Sonra Bir Kadına Neler Fayda Verir?
Okunan
Kuranın Sevabının, Ölüye Hediye Edilmesinin Hükmü Nedir?
Kadının, Ölü
İçin Yas Tutması/İhdâd:
Yas Tutan
Kadının Yapmasında Bîr Sakınca Bulunmayan Durumlar:
Kocası Vefat
Eden Kadının İddeti:
Kocası Vefat
Eden Kadın İddetini Nerede Bekler?
Kocası Vefat
Eden Hâmile Kadının İddet Süresi:
Zekât
Vermeyenin Korkunç Durumu:
A. Nakit
Değerlerin Zekâtı -Altın Ve Gümüş:
Altın Ve
Gümüşte Bu İki Şart Gerçekleştiğinde, Verilecek Zekâtın Oranı:
Kâğıt
Paralarda/Banko Ti Arda Zekât:
Aylık veya
Haftalık Maaş ve Ücretlerde Zekat:
Altın ve
Gümüş Takıların Zekâtı:
Zekât
Verilmesi Gereken Ürünler:
Ziraat
Ürünlerinde Nisap Miktarı:
Hayvanların
Ortaklık Malı Olması Durumunda:
Ortakların
Zekât Vermemek Veya Miktarını Düşürmek İçin Hile Yapmaları Caiz Değildir:
4.
Müellefe-İ Kulûb/Kalpleri İslam'a Isındırılacak Olanlar:
5. Rikâb/Köleler (^Boyunduruk Altında
Bulunanlar):
7. Fî Sebîlillâh/Allah Yolunda:
Fıtır
Sadakası Kimlere Vaciptir?
Fıtır
Sadakasının Verilme Zamanı:
Fıtır
Sadakası Kimlere Verilir?
Kadın Kendi
Malından, Kocasının İzni Olmaksızın Sadaka Verebilir:
Hanımların
Alış-Verişiyle İlgili Önemli Bir Konu:
Ramazan
Orucu Ne Zaman Başlar?
Kadınların
Ramazan Orucunu Tutmadığı Durumlar:
A.
Kadınların Oruç Tutmasının Da, Tutmamasının Da Caiz Olduğu Durumlar:
Yolculukta
Oruç Tutmak Mı, Tutmamak Mı, Daha Faziletlidir?
B.
Kadınların Oruç Tutmayıp, Kaza Etmelerinin 'Vacip' Olduğu Durumlar:
C.
Kadınların Oruç Tutmak Zorunda Olduğu Durumlar:
Kadınların
Oruç Tutmalarının Sıhhat Şartları:
Nafile
Oruçlarda, Niyetin Geceden Yapılması Şart Mıdır?
Ramazanda
Mubah Olan Davranışlar:
a) Orucu
Bozan Ve Yalnızca Kaza Gerektiren Durumlar:
B) Orucu
Bozan, Kaza Ve Kefaret Gerektiren Durumlar:
Ramazan
Orucunun Kazasının Geciktirilmesi Caizdir:
Kaza
Oruçlarının Peş-Peşe Tutulması Vacip Değildir.
Bir Kadın,
Kocasının Yanında Onun İzni Olmadan Nafile Oruç Tutamaz:
Oruç Tutmanın
Yasaklandığı Günler:
İftar Ve
Sahur Etmeksizin Peş Peşe Oruç Tutmak -Visal Orucu:
Kadınlara,
Haccın Farz Olmasının Şartları:
Kadın
Haccetmek İçin Kocasından İzin Alması Gerekir Mi?
Kadının
Başkası Yerine Haccetmesi:
Hac
Yolculuğu Öncesi Yapılması Gerekenler:
Merve ile
Safa Arasında Sa'y Etmek:
Müzdelife'ye
Hareket Ve Orada Gecelemek:
Mekke'ye
Dönüş ve Ziyaret Tavafı
Zilhicce
Ayının 11 Ve 12'sinde, Küçük, Orta Ve Büyük Şeytanların Taşlanması:
Teşrik
Günlerinin Son Günü -13 Zilhicce- Taşlama:
Yolculuğa
Çıkmadan Önce Veda Tavafı
İhram İçin
Niyetin Mikât Sınırında Yapılması Vaciptir:
Mikât
Sınırları / İhrama Girme Yerleri:
İhramın Sünnetleri
ve Hanımlar Açısından Adabı:
1. Hayızlı Veya Loğusa Olunsa Dahi, İhrama
Girerken Gusül Abdesti Alınması:
2. İhrama Girmeden Önce Hanımların Koku
Sürünmesi:
3. İhrama Girmeden Önce Temizlenmek:
4. İhrama
Giren Hanımlar Diledikleri Elbiseyi Giyebilirler, Ancak Peçe Ve Eldiven
Takamazlar:
5. İhrama Niyeti, Farz Veya Nafile Namazın Hemen
Sonrasında Yapmak:
7. İhrama
Girmeden Önce Önce, Hamd, Teşbih Ve Tekbir Getirmek:
8. İhrama
Niyet Ederken Kıbleye Dönmek:
İhramlı
Hanımların Sakınması Gereken Durumlar:
I. Haccın
Bozulmasına Neden Olan Durum, 'Cinsel İlişkide Bulunmaktır':
II. Haccı
Bozmayan Sakıncalı Durumlar:
İhramlı İken
Yapılmasında Bir Sakıncası Olmayan Durumlar:
Harem
Sınırları içerisinde Sakınılması Gereken Durumlar:
İfâda/Ziyaret
Tavafını Yapmadan Önce Hayız olan Hanımların Durumu:
Üçüncü
Rükün: "Safa ile Mcrvc Tepeleri Arasında Sa'yetmek"
Hayızlı
Hanımlar Safa İle Merve Arasında Sa'yedebiirler Mi?
Dördüncü
Rükün: "Arafatta Vakfe Yapmak"
Müstehap Ve
Vacip Olarak Kurban İki Kısma Ayrılır:
Erkek,
Hanımının Yerine Kurban Kesebilir.
Kurban
Etleri, Harem'in Dışına Nakledilebilir mi?
Kurban
Kesenin, Kurbanından Yemesi:
Vacip
Kurbanı Kesecek Paraya Sahip Olunamadığında;
Hac
Günlerinde Tutulması Gereken Üç Günlük Oruç, Hangi Günlerde Tutulmalıdır?
Safa İle
Merue Arasında Sa'y Edinceye Kadar, Umre Yapanlara 'Cinsel İlişki' Helal Olmaz.
Birden Fazla
Umre Yapmak Caiz İnidir?
Medine-i
Münevvere'yî Ziyaret:
Mescid-i
Nebevî'nin ve Orada Namaz Kılmanın Fazileti:
Mescid-i
Nebevi ve Kabr-i Saadeti Ziyaret Adabı:
Bakî
Mezarlığını ve Uhud Dağını Ziyaret Etmek:
Hanımların namazı cemaatle kılması vacip değildir. Bu konuda
âlimler icmâ etmiştir. Ancak hanımların cemaate katılması caizdir ve bu hususta
hiçbir ihtilaf söz konusu değildir.
Hanımların cemaatle namaz kılması iki şekilde olabilir;
Hanımların, kendilerine imamlık yapacak bir hanımın arkasında
cemaat olarak namaz kılmaları üç nedenle caizdir. Bunlar;
I. Cemaatle namaz kılmanın faziletini bildiren hadisler
'genel lafızlarla' nakledilmiştir. Örneğin, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem); 'cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi derece
daha faziletlidir
[1] buyurmuştur.
II. Hanımların, hanımlara namaz kıldırmasını yasaklayan hiçbir nas
bulunmamaktadır.
III. Ummü Seleme, Âişe radiyallahu anhumâ gibi bazı sahabe
hanımların uygulamaları, hanımların hanımlara imamlık yapabileceğini
göstermektedir.
Rîta el-Hanefiyye; 'Âişe (radiyallahu anhâj'rtın kendilerine
aralarında durarak farz namaz kıldırdığını' rivayet etmiştir.[2]
Ammâr ed-Dühenî, kabilesi arasında 'Huceyra' denilen bir
hanımdan naklediyor; Vmmü Seleme (radiyallahu anhâ) hanımlara namazda aralarında
durarak, imamlık yapmıştır.[3]
Sahabe hanımların bu uygulamalarıyla birlikte,
hanımların hanımlara imamlık yapmasının meşruluğuna muhalif her hangi-bir
görüşün de bulunmayışı, bunun caiz olduğuna delildir. Ayrıca âlimlerden, bunun
mubah olduğuna dair birçok delil nakledilmiştir. -En doğrusunu Allah bilir-
Hanımlar arasında Allah'ın kitabını en iyi okuyan, hanımlara
imamlık yapmaya en fazla hak sahibi olandır. Kıraatte bütün hanımlar eşit
seviyede ise, hadis bilgisine en fazla sahip olan hanım imamlığa hak sahibi
olur.
Eğer hanımlar, namazı, bir hanımın evinde kılacaklarsa, o
evin sahibi imamlık hakkına sahiptir. Bir başka hanım, ancak ev sahibi hanımın
izniyle imamlık yapabilir.
Ebû Mesûd el-Ensârî radiyallahu anh anlatıyor; Rasulullah
(sallailâhu aleyhi ve sellem); 'Cemaate, Allah'ın kitabını en iyi bilenler
imam olur. Eğer kıraatte aynı seviyedelerse, sünneti en iyi bilenleri; sünnet bilgisinde
eşitseler, hicret itibarîyle en kıdemlileri; hicrette de eşitseler, İslâm'ı
kabulde en kıdemlileri imam olur. Hiç kimse, başkasının idaresindeki bir yerde,
ona imam olmasın! Hiç kimse, başkasının evinde onun izni olmaksızın yaygısının
üzerine oturmasın!
[4]
İmamlık
yapan hanım, hanımların arasında durarak onlara namaz kıldırır; öne çıkmaz.
Aişe ve Ümmü Seleme radiyallahu anhumâ'ların yaptıkları gibi. Selef âlimlerin
birçoğunun görüşü bu yöndedir.
Erkeklerden ayrı ve uzakta kıian hanımlar, kendi
aralarında cemaat oldukîarı zaman, en hayırlı saf ilk saftır. Daha sonra da
diğer saflardır. Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seilem) 'Allah ve
melekler ilk saftakilere sahvât getirirler/hayırla anarlar
[5]
buyurmuştur.
Ancak erkeklerin arkasında cemaate katılmışlarsa,
hanımlar için en arka saf en hayırlısı, en ön saf İse, sevabı en az olanıdır.
Yeri geldiğinde bu konu izah edilecektir.
Yabancı erkeklerin bulunmadığı bir ortamda veya orada bulunan
erkeklerin mahremi ise, kıraatini sesli yapabilir.[6]
Hanımların, erkeklerin arkasında cemaate tâbi olarak namaz
kılması caizdir. Enes radiyallahu anh anlatıyor; 'bizim evde, Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellemj'in arkasında ben ve bir yetim namaz kıldık. Annem
Ümmü Süleym de bizim arkamızda namaza durmuştu.[7]
Ümmü Seleme
(radiyallahu anhâ) anlatıyor; 'Rasululhh (sallallâhu aleyhi ve sellem) namazı
bitirip selam verdiğinde, hanımlar kalkıp giderdi; fakat kendisi kalkmadan önce
birazcık beklerdi.[8]
Bu iki hadisten ve bu konudaki diğer
rivayetlerden, şu iki sonuç elde edilmektedir;
1. Hanımların, erkeklerin safları arkasında cemaate katılmaları
caizdir.
2. Bir hanım yalnız olarak, en arka safta
erkeklerin arkasında durup, imama uyabilir. Mahremi olan erkekle birlikte
yalnız olarak namaz kılan hanım, mahreminin arkasında durarak namaz kılar.
Erkeklerle aynı safta veya erkeklerin önünde
namaza duran hanımların -sahih görüşe göre- namazı bozulur. Ancak, zaruret
durumunda veya farkında olmaması halinde namazı bozulmaz. -En doğrusunu Allah
bilir-,
Şafiî,
Mâliki ve Hanbelî mezheplerine göre kadınların erkeklerle aynı safta veya
erkeğin önünde durması nedeniyle namaz bozulmaz. Ancak kasıtlı olarak böyle
yapanlar günahkâr olur.
Hanefî mezhebine göre, yabancı kadın ve erkeğin namazda yan yana
durmaları halinde, bu süre, kıyam veya rükün gibi bir rükün miktarı olması
durumunda namaz bozulur. Bir rükün miktarından a2 olan sürede bozulmaz. Bu
konuda dokuz şart zikredilmiştir.
[9]
1. Bir adamın hanımıyla veya mahremlerinden bir
kadınla namaz kılması caizdir. Bu konuda hiçbir farklı görüş yoktur. Çünkü
namaz dışında da bu hanımlarla yalnız kalması caizdir.
2. Bir adamın, yabancı bir kadına yalnız bir
ortamda namaz kıldırması caiz değildir. Çünkü Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi
ve sellem) 'hiçbir adam, asla (yabancı) bir kadınla yalnız kalmasın. Çünkü
üçüncüleri şeytan olur
[10]
buyurmuştur.
3. Bir adamın, hanımlar cemaatine imamlık
yapması caizdir. Çünkü hanımların toplu halde bulunmaları, halvet/yalnızlık
halini önler. Ayrıca bunu yasaklayan hiçbir rivayet de bulunmamaktadır. Bazı
selefi sâlih âlimlerin hanımlara imamlık yaptığı rivayet edilmiştir. Fakat bu
durum, fitneden emin olunan ortamlarda geçerlidir. Fitne olması durumunda caiz
değildir. Çünkü Allah, fesat çıkarılmasından hoşlanmaz.
4. Hanımlar, erkekler safının arkasında namaz kıldıkları zaman,
'hanımlar için en kötü olan saf, en ön saftır.[11]
İlk safın
hanımlar için en kötü saf olarak tasvir edilmesi, hanımlar için en az sevaplı
safın en Ön saf olması nedeniyledir.
[12]
5. Erkekleri görebilecek bir durumda, erkeklerin
arkasında namaz kılan hanımlar, erkeklerin avret mahallini görmemeleri için,
erkekler secdeden kalkıp doğrulduktan sonra başlarını kaldırırlar.
Sehl bin Sa'd radiyallahu anh anlatıyor;
'Peygamber (sallal-lâhu aleyhi ve sellem)'le namaz kılarken, bazı adamlar,
çocuklar gibi, elbiselerini boyunlarına bağlayarak namaz kılıyorlardı. Bu
nedenle hanımlara; «erkekler doğrulup oturuncaya kadar secdeden başınızı
kaldırmayınız» denildi.[13]
6. Erkeklerin
arkasında
namaz kılan bir kadın, namazda bir eksiklik fark ettiğinde ellerini birbirine
vurarak uyanda bulunur.
Subhânallâh: demesi caiz olmaz. Bu konu daha önce açıklanmıştı.
Namaz kıldıracak çocuk, namazın ilmine
sahip ve mümeyyiz olduğu takdirde arkasında namaz kılınabilir. Nitekim Amr bin
Seleme 6 veya 7 yaşında iken kendi kabilesine namaz kıldırmıştır.
Amr bin Seleme radiyallahu anh anlatıyor;
'Yaşadığımız bölge, Peygamber (saUallâhu aleyhi vesellem)Jin ziyaretçilerinin
yol güzergâhındaydı. Ziyaretten dönenler bize uğrar ve Rasulullah (saUallâhu
aleyhi ve sellem)'m konuşmalarını anlatırlardı. Ben zeki bir çocuktum. Bu
sayede, Kuranı Kerim'den birçok (sure) ezberlemiştim. Babam, kabilesinden bir
heyetle birlikte Peygamber (saUallâhu aleyhi ve sellem)'e elçi olarak
gitmişti. Peygamber (saUallâhu aleyhi ve sellem) de onlara namazı öğretip;
'Kuranı en çok bileniniz size imam olsun' buyurmuştu. Aralarında, Ku-ran-ı
Kerimi en çok bilenleri bendim. Bu nedenle beni öne geçirip imam yaptılar.
Üzerime sarı küçük bîr hırka giyerek onlara namaz kıldırıyordum. Henüz 6 veya 7
yaşlarındaydım. Secdeye vardığım zaman hırka vücudumdan sıyrılıp kasılıyordu.
Kadınlardan biri; «İmamınızın avret mahallini bizden gizleyiniz» dedi. Bunun
üzerine bana Umman kumaşından bir gömlek satın aldılar.
[14]
Hanefî, Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre, farz namazlarda imamhk
için buluğa ermiş olmak şarttır. Şafiî mezhebine göre ise, buluğa ermeyen,
mümeyyiz çocuğun imamlığı caizdir.[15]
Hanımlar arasında cemaat olunduğunda veya erkekler cemaatinin
arkasında saf olunduğu zaman, safları düzeltmek ve boşlukları doldurmak
vaciptir. Çünkü Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem), 'saflarınızı
düzeltiniz; çünkü safları düzeltmek namazın tamamlanması için gereklidir
[16]
buyurmuştur.
İbn Ömer
radiyallahu anh anlatıyor; Rasulullah (saîlallâhu aleyhi ve sellem),
'Saflarınızı düz tutunuz, omuzlarınızı hizaya getiriniz, boşlukları doldurunuz,
kardeşlerinize nazik davranınız ve şeytana aralık bırakmayınız. Safı
birleştiren kimseyi, Allah eriştirir. Safı koparanı, Allah mahrum bırakır.[17]
Peygamberimiz (saîlallâhu aleyhi ve sellem), 'kırk
gün namazlarım cemaatle kılıp, imamın ilk tekbir alışma yetişen kimseye iki
beraat verilir; birincisi cehennemden beraattır; ikincisi ise münafıklıktan
beraattır.[18]
Enes radiyallahu anh anlatıyor;
Peygamber (saîlallâhu aleyhi ve sellem); 'İmam kendisine uyulması için vardır;
o tekbir getirdiği zaman tekbir getiriniz; o secde yaptığı zaman secde
yapınız, secdeden kalktığı zaman da kalkınız...' buyurdu.
[19]
Enes radiyallahu anh anlatıyor;
'Rasulullah (saîlallâhu aleyhi ve sellem} bir gün bize
namaz kıldırdı. Namazını bitirdikten sonra bize döndü ve; 'Ey İnsanlar'. Ben
sizin imammızım. Rükûda, secdede, kıyamda ve namazı bitirirken benden önce
davranmayınız...' buyurdu.
[20]
İmama uyan
kişinin, imamdan bir rekât veya İmam secdeden kalkarken secdeye gitmesi gibi
geride kalması caiz değildir. Çünkü bu davranış, Peygamberimiz (saîlallâhu
aleyhi ve sellem)-;in 'imama tabi olma' hususundaki emrine aykırıdır.
İmama uyan
kişi, imamın namazı kendi mezhebinden farklı kılması durumunda ona muhalefet
edemez. Örneğin, İmamın sabah namazında kunut duası okuması gibi bir durumda,
İmama uyan bu mezhepte olmasa bile, ona tabi olması gerekir. Çünkü bu gibi
konular, ihtilaflı konulardır. İmama uyan kişi ise, İmama tabi olmakla emroîunmuştur.
İbn Teymiye'nin el-Fe£âuâ'da tercih ettiği görüş de budur.
[21]
Hanımlar safının arkasında, mazeretsiz olarak tek başına namaza
duran kadının namazı bâtıl olur. Vâbise bin Ma'bed radiyallahu anh anlatıyor;
'bir adam, safın arkasında yalnız olarak namaza durdu. Bu nedenle Peygamber
(sailaliâhu aleyhi ve selem) ona namazını iade etmesini emretti.[22]
Ancak kadirin erkekler safının arkasında, başka kadın olmadığı için yalnız
olarak namaza durması caizdir. Bu konu Ümmü Süleym'in rivayet ettiği hadiste
geçmişti.
İmam,
namazda yanıldığı zaman sehiv secdesi yapar. Bu durumda imama uyanın da imamla
birlikte -ister yanılmış olsun, isterse olmasın- sehiv secdesi yapması
gerekir. Sehiv secdesini imamın selam vermeden önce veya sonra yapması fark
etmez. İmama uyan kişi, imam selam verdikten sonra bir rekât veya daha fazla
namaz kılmadığı sürece imama sehiv secdesinde uymak zorundadır. Bu konuda icmâ
vardır. Ancak imama uyan kişinin yanılması durumunda hiçbir şey gerekmez. Bu
konu daha Önce açıklanmıştı.
İmam sehiv
secdesini selam vermeden önce yaptığında ona tabi olur; selam verdikten sonra
yaptığında İse, ona tabi olmaz. Çünkü onun imamlığı sona ermiştir; namazına
devam edenin namazı ise henüz tamamlanmamıştır.[24]
Rahatsızlığı veya bir mazereti nedeniyle namazı oturarak kıldıran
imama uyan kişi, sağlıklı ve güçlü olmasına rağmen namazı oturarak kılar.
Tercih edilen görüş budur. Ahmed bin Hanbel, İshâk ve İbn Hazm bu görüştedir.
Aişe (radiyallahu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) rahatsızlandı ve oturarak namaz kıldı. Arkasındakiler ise
ayakta kılıyordu. Bunun üzerine onlara 'oturunuz' diye işaret etti. Namazı
bitirdiği zaman da; «imam kendisine uyulması için
vardır; İmam oturarak kıldığı zaman sizler de oturarak kılınız» buyurdu.[25]
Bu hüküm, imam namaza oturarak başladığı zaman geçerlidir.
Şayet imam
namaza ayakta başlamış ancak, daha sonra ortaya çıkan bir nedenle oturarak namaz
devam ediyorsa, ona uyanlar namazı ayakta kıİarak tamamlarlar. Nitekim
sahabeler, Ebû Bekir radiyallahu anh'ın imamlığında namazı ayakta kılarken,
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelmiş ve namazı oturarak kılmıştır.
Bütün sahabeler ayakta oldukları halde, ona uymuşlardır.[26]
Nafile namaz kılan imamın arkasında, farz namaz
kılmak caizdir. Câbir radiyallahu anh anlatıyor; 'Muâz bin Cebel, Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'İe birlikte namaz kıldıktan sonra, gidip kabilesine
namaz kıldırıyordu.[27]
Mâliki, Hanefi ve Hanbelî mezhebine göre, farz namaz
kılanın, nafile namaz kılana veya farklı bir vaktin farz namazını kılana uyması
caiz değildir. Ancak nafile namaz kılanın, farz namaz kılana veya nafile namaz
kılana uyması caizdir.
[28]
Farz namaz kılan imamın arkasında, nafile namaz
kılmak caizdir. Ancak bu durumda, İmamın kıldığı namazın rekât sayısı, nafile
namaz kılanın rekât sayısına eşit veya daha az olmak zorundadır.
Yezîd bin el-Esved radiyallahu anh anlatıyor; '(Ben) genç bir
delikanlı iken, Rasululiah (sallallâhu aleyhi ue sellemj'le birlikte namaz
kıldı(m). Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) namazı
bitirdiğinde, mescidin bir köşesinde namaz kılmayan
iki kişi gördü. Hemen onları çağırttı. Bunun üzerine onlar titrer bir halde
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in yanına getirildiler. Onlara;
«bizimle birlikte namaz kılmanızı Önleyen şey nedir?» diye sordu; «biz evimizde
kıldık» dediler, «böyle yapmayın! Biriniz evinde namaz kıldıktan sonra, henüz
namazı kılmamış imama yetiştiğinde, imamla birlikte namaz kılsın. Bu namaz onun
için nafile olur» buyurdu.
[29]
Farz namaz kılan birinin, farklı bîr farz namaz
kılan kişiye -her iki namazın rekât sayıları aynı olması veya imamın namazındaki
rekât sayısının daha az olması durumunda- uyması caizdir. Örneğin, öğle
namazını kaza eden birinin, ikindi [veya akşam] namazını kılan birine uyması caizdir.
İmamın
kıldığı namazdaki rekât sayısının, imama uyanın kıldığı namazdaki rekât
sayısından az olması, imama muhalefet sayılmaz. Çünkü imama uyan kişi, imam
selam verinceye kadar, imamın her hareketine tabi olmaktadır. İmam selam
verdiği zaman, imama uyan kişi kalkar ve namazını tamamlar. Bu durumda namaza
sonradan yetişen kimse gibidir.
Farz namaz kılanın, farklı bir farz namaz kılana
uyması Şafiî mezhebine göre caiz; Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre
caiz değildir.
[30]
Nafiîe namazın cemaatle kılınması caizdir. Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem), Enes bin Mâlik ve annesiyle birlikte cemaat olarak nafile
namaz kıldığı daha önce belirtilmişti. Aynı
şekilde
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), İbn Abbâs ve Huzeyfe (radiyallâhu
anhum) ile gece namazı kılmıştır.
Nafile namaz kılanın, nafile namaz kılana uyması
dört mezhebe göre de caizdir.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)
mescitte sahabelerin sesli kıraatlerini işitince; 'Dikkat edin! Hepiniz
Rabbine münacatta bulunuyor. Birbirinizi rahatsız etmeyin. Kuran okurken veya
namaz kılarken birbirinizden daha fazla ses çıkarmayın
[31]
buyurdu.
Cemaat namaz kılarken mescide giren kişi, son
oturuşta bile olsa hemen imama tabi olmalıdır. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'yetiştiğinizi kılınız, yetişemediğinizi tamamlayınız
[32]
buyurmuştur.
Peygamberimiz (saliallâhu aleyhi ve sellem) namazda
secde halindeyken, cemaate katılan ve secde eden kişiyi gördüğünde; 'İşte böyle
yapınız! Bunun dışına taşmayınız. Rükûda, kıyamda veya secdede iken beni gören,
hemen benimle birlikte aynı harekete tâbi olsun
[33]
buyurmuştur.
Cemaatle namaz hükmü, ancak imamla birlikte bir
rekât tam kılındığı zaman oluşur. Çünkü Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve
sellem); 'Namazın bir rekâtına yetişen, namaza yetişmiş olur
[34]
buyurmuştur.
Alimlerin çoğunluğu, imama rükûda yetişen
kimsenin o rekâta yetişmiş olduğu görüşündedir. İmam rükûdan kalktıktan sonra,
-henüz secdeye gitmeden önce, kıyamda yetişilse dahi- o rekât kaçırılmış olur.
İmam selam verdikten sonra, kaçırılmış olan rekât kaza edilir.
İmam Buhârî,
İbn Hazm ve Şevkânî gibi bazı âlimler ise, 'imama fatiha'da yetişemeyen, o
rekâta yetişmiş olmaz' demişlerdir. Bu konuda 'Fatiha okumayanın namazı olmaz'
hadisinin genel ifadesiyle amel etmişlerdir.
Cemaatle namaz kılındığında, direklerin safı bölmesi
mekruhtur. Muâviye bin Kurre, babasından naklediyor; 'Rasulullah (sailallâhu
aleyhi ve sellem)'in zamanında direkler arasında saf olmamız yasaklanmıştı. Bu
nedenle direk aralarından uzaklaştırılırdık.[35]
Bu hüküm, cemaatle namaz kılınması haline özgüdür. Ancak yalnız
namaz kılındığında, direk aralarında kılmanın bir sakıncası yoktur. İbn Ömer,
Biial'e -radiyaliahu anhumâ-; 'Peygamberimiz {sailallâhu aleyhi ve sellem),
Kabe'nin içine girdiği zaman nerede namaz kıldı?' diye sordu. Bilal radiyaliahu
anh; 'önde duran iki direğin arasında' yanıtını verdi.[36]
Daha önce de
belirtildiği gibi, hanımların cemaate katılması vacip değildir. Peygamberimiz
{sailallâhu aleyhi ve sellem'in hanımlarının cemaate çıkmayıp, kendi odalarında
namaz kıldıkları rivayet edilmiştir.[37]
Hanımların
mescitlere gitmeleri caizdir. Rasulullah (sailallâhu aleyhi ve sellem)
zamanında hanımların mescide gelerek, onun arkasında cemaatle namaz
kıldıklarını anlatan birçok delil bulunmaktadır. Âişe (radiyaliahu anhâ)
anlatıyor; 'Mümin hanımlar örtülerine bürünmüş olarak, Rasulullah (sailallâhu
aleyhi ve sellem) ile birlikte sabah namazında bulunur; namaz bittikten sonra
da evlerine dönerlerdi. Gecenin alaca karanlığında kimse onları tanımazdı.[38]
Hatta bir hanımın mescitte gecelediği,[39]
diğerinin geceleri mescitte namaz kılarak geçirdiği
[40]
rivayet edilmiştir.
İbn Ömer
(radiyaliahu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sailallâhu aleyhi ve sellem);
'Birinizin hanımı, mescide gitmek için izin istediğinde onu engellemesin'
buyurmuştur.
[41]
Hanımların mescide gitmelerini engelleyen bir neden bulunmadığı
sürece, eşlerin hanımlarına izin vermesi vaciptir. Çünkü Peygamberimiz
(sailallâhu aleyhi ve sellem) eşlerin hanımlarını engellemelerini nehyetmiştir.[42]
Abdullah'ın hanımı Zeyneb (radiyallâhu anhum)
anlatıyor; 'Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve sellem) bize, «mescide geldiğiniz
zaman, hiçbiriniz koku sürünmesin» buyurdu.
[43]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem), «Allah'ın kadın kullarını, Allah'ın mescitlerinden
alıkoymayınız. Onlar da koku sürünmeden mescide gelsinler» buyurmuştur'.
[44]
Evden çıkarken;
Bismillah tevekkeltu alallah, ve îâ havle ve
!â kuvvete illa billah'
Allah'ın ismiyle (çıktım). Allah'a tevekkkül ettim, güç ve kuvvet
sadece Allah'a aittir'. Evden çıkarken bu duayı okuyana, (bir melek); '(Bu
duanın bereketiyle) doğru yola iletildin; (serlere karşı koymakta) yeterli
kılındın ve korundun' diye karşılık verir. Bunun üzerine şeytanlar ondan
uzaklaşır.
[45]
Ey Allah'ım! Kalbimde bir nur yarat;
lisanımda bir nur yarat; kulağımda bir nur yarat; gözümde bir nur yarat;
arkamda bir nur yarat; Önümde bir nur yarat; üzerimde bir nur yarat; altımda
bir nur yarat; Allah'ım bana nur ver!.[46]
Ebû Katâde (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallal-lâhu aleyhi ve sellem)le namaz kılarken birilerinin patırtıları duyuldu.
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) namazı bitirince onlara; «neyiniz
vardı?» diye sordu. Onlar; «namaz için acele ettik» cevabını verdiler. Bunun
üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) «böyle davranmayın! Namaza
gelirken sükûnetle gelin. Yetiştiğinizi kılın, yetişemediğinizi tamamlayın'
buyurdu.[47]
Mescide girerken şu dua okunmalıdır;
Allah'ın adıyla (giriyorum), Allah'ın Rasulüne salât ve selâm
olsun. Allah'ım! Günahlarımı bağışla ve bana rahmet kapılarını aç.
Mescitten çıkarken şu dua okunmalıdır;
Allah'ın adıyla (çıkıyorum), Allah'ın Rasulüne selâm olsun.
Allah'ım! Günahlarımı bağışla ve bana fazilet kapılarını aç.[48]
Mescide girildiğinde oturmadan önce iki rekât,
tahiyyat-ül mescit namazı kılınır.
.Rasulullah (saüallâhu aleyhi ve sellem); 'biriniz
mescide girdiği zaman, oturmadan önce iki rekât namaz kılsın buyurmuştur.[49]
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'kamet
getirildiği zaman, farz namazdan başka namaz olmaz' buyurmuştur.[50]
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)
namazdan çıkmak için selam verir vermez kadınlar kalkıp giderlerdi. Fakat
kendisi kalkmadan önce biraz beklerdi. [İbn Şihâb ez-Zührı der ki;] 'kanaatimce
bunu, erkeklerin yetişmesinden önce, hanımların çıkması için yapardı, -Allah en
doğrusunu bilir.[51]
Hanımların namaz biter bitmez mescitten hemen çıkmaları,
erkeklerin arkasında aynı yerde namaz kılmaları durumunda söz konusudur. Eğer
mescitte hanımlara öze! bölüm var ise, hanımların namaz sonrası hemen
çıkmayıp, namaz sonrası tesbihatı ve zikirleri yapmaları daha faziletlidir.
Çünkü hanımlar mescitte kaldığı ve konuşmadıkları sürece, melekler onlara
salâvat getirirler.
[52]
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Sarmısak,
soğan ue pırasa yiyen, mescidimize yaklaşmasın. Hiç kuşkusuz, insanların
rahatsız olduğu şeylerden, melekler de rahatsız olur
[53]
buyurmuştur.
Soğan ve sarmısak pişirildiği takdirde mescide gelirken yenmesinin
bir sakıncası yoktur. Çünkü Ömer bin Hattab {radiyallâhu anh) bir hutbesinde
şöyle demiştir; '... Ey insanlar! Sizlerin Şu iki kötü (kokulu) bitkiyi
yediğinizi görüyorum. ... Kim bunları yemek istiyorsa, pişirdikten sonra yesin.[54]
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'mescide
tükürmek günahtır; kefareti ise onu temizlemektir
[55]
buyurmuştur.
Mescitte İbadet edenleri rahatsız edecek
şekilde, yİÜk aramak ve alışverişte bulunmak caiz değildir. Ebû Hureyre (radiyallâhu
anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki; 'kim,
mescitte yitik arayan bir adamın sesini işitirse ona; «Allah sana yitiğini
buldurmasın» desin. Çünkü mescitler bu gibi işler için inşa edilmemiştir.[56]
Abdullah İbni Ömer (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem) mescitte alış veriş
yapılmasını, şiir okunmasını ve yitik aranmasını yasakladı.[57]
Mescitlerin dış kapılarında alışveriş yapmak
caizdir, bunda herhangi bir kerahet yoktur. İbni Ömer (radiyallâhu anhj'ın rivayet
ettiği hadis bu konuda delildir.
İbni Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Bir gün Ömer bin Hattâb mescidin kapısında
satılan ipek bir elbise gördü ve; «ey Allah'ın Rasülü! Bu elbiseyi satın
alsanız ve Cuma günleri ve heyetleri kabul ettiğiniz zamanlarda giyseniz»
dedi; Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «bu elbiseyi
ancak, âhi-rette hiçbir nasibi olmayanlar giyer» buyurdu.[58]
Mescitte yüksek sesle konuşmak ve bağırmak
caiz değildir. Sâib İbni Yezîd anlatıyor; 'Ömer bin Hattab, mescitte yüksek ses
çıkaran Taif'li iki adam gördü, onlara; «eğer Medine7 li olsaydınız canınızı
yakardım! Siz Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in mescidinde sesinizi
yükseltiyorsunuz!' dedi.
[59]
Kuran okurken dahi olsa, namaz kılanların
rahatsız edilmesinin yasaklandığı, daha önce belirtilmişti. Bu hüküm, yüksek
sesle konuşulduğunda ve bağırıldığında da geçerlidir. Ancak, mescitte kimseyi
rahatsız etmeyecek şekilde konuşulmasının bir sakıncası yoktur.
Câbir bin Semura (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya
kadar namaz kıldığı yerden kalkmazdı. Bu arada sahabeler konuşur, cahiliyeden
bahseder ve gülüşürlerdi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise
tebessüm ederdi.[60]
Fitne çıkmayacağından emin olunduğu takdirde, mescidi kirletmeden
hanımların mescitte yemesi, içmesi ve uyumasının bir sakıncası yoktur. Abdullah
bin el-Hâris (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasululiah (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'in zamanında mescitte ekmek ve et yerdik.[61]
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in zamanında,
zenci bir kadın mescitte kalırdı.
[62]
Arkasında hanımların da namaz kıldığı imam, hanımların
durumlarını dikkate almalıdır. Ebû Katâde (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'ben namaza durduğum zaman uzun
kılmak istiyorum. Ancak çocukların ağlamasını işitince, annelerine sıkıntı
vermemek için namazımı kısa tutuyorum
[63]
buyurdu.
Abdulhamit bin el-Munzir es-Sâidî,
babasından, o da nenesinden naklediyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'e, «eşlerimiz bizi seninle namaz kılmaktan alıkoyuyor, oysa biz
seninle namaz kılmaktan hoşlanıyoruz» dedim. Bunun üzerine Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem); «sizlerin evlerinizde kıldığınız namazlarınız,
odalarınızda kıldığınız namazlardan; odalarınızda kıldığınız namazlar da
(mescitte) cemaatle kıldığınız namazlarınızdan daha faziletlidir» buyurdu.[64]
İbni Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve selletn), hanımlarınızı
mescitlerden alıkoymayınız; [fakat] evleri onlar için [daha] hayırlıdır buyurdu.[65]
Bu hadis-i şerife göre, hanımların evlerinde
kıldıkları namazlar, camide kıldıkları namazlardan daha hayırlıdır. Ancak
bunun farkında olamayıp, mescitte cemaatle kılmak isteyebilirler. Mescitlerde
kıldıkları namazların daha sevap olduğunu zannedebilirler. Oysa, evlerinde
kıldıkları namazları daha faziletlidir. Bunun daha faziletli olmasının nedeni,
fitneden korunma hususunda evlerinin daha emniyetli oluşudur. Bu konu, bazı
hanımların açık giyinmeleri ve süslenmeleri nedeniyle daha da önem
kazanmaktadır.
Bu nedenle Âişe (radiyallâhu anhâ); 'Rasulullah
(salhUâhu aleyhi ve seüem) şu an yaşayıp da, kadınların ortaya çıkardıkları
halleri görseydi kesinlikle onların mescitlere gelmelerine mani olurdu. Tıpkı
israil oğullarının hanımlarının mescitlerden alıkonulduğu gibi
[66]
demiştir.
Hanımlar için en faziletli namazla ilgili olarak konuyu şöyle
özetleyebiliriz;
1. Hanımların, mescitte cemaatle namaz kılmaları, mescitte yalnız
kılmalarından daha hayırlıdır.
2. Hanımların evlerinde cemaatle namaz kılmaları, evlerinde
yalnız kılmalarından daha hayırlıdır.
3. Hanımların mescitte cemaatle namaz kılmaları mı, evlerinde
yalnız namaz kılmaları mı, daha hayırlıdır konusu ise;
Daha önce zikredilen delillerin genel ifadesi esas alındığında;
hanımların evlerinde yalnız namaz kılmaları, cemaatle kılmak için mescide
gelmelerinden daha hayırlı olduğu sonucuna varılmaktadır.
4. Bir kadın, birlikte namaz kılmak için başka
bir kadının evine gitmesi durumunda ise sevabı, mescit sevabından daha az olur.
Çünkü sonuç itibariyle evden çıkmış olmaktadır; geriye
mescidin fazileti ve müslümanlarla birlikte hayrı müşahede
etmek kalmaktadır.[67] En
doğrusunu Allah bilir.
Yolculuk yapan hanımların, namazları kısaltarak
kılmaları vaciptir. Yani, dört rekâtlı öğle, ikindi ve yatsı namazların farzlarını,
iki rekât olarak kılmaları gerekir. Nitekim Yüce Allah; 'Yolculuk ettiğinizde,
kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsa-nız, namazı kısaltmanızda size
bir sorumluluk yoktur.[68]
Bu âyetin hükmüne şaşıran Ömer bin Hattab (radiyallâhu anh),
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e bu konuyu sorduğunda; 'bu, Allah'ın
size bir sadakasıdır; O'nun sadakasını kabul ediniz' buyurur.
[69]
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Allah, (namazı) peygamberinizin lisanıyla,
yerleşik olduğunuzda dört; yolcu olduğunuzda iki rekât olarak farz kılmıştır.[70]
İbn Ömer
(radiyallâhu anh} anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj'le
yolculukta bulundum. Vefatına kadar yolculukta namazları iki rekâttan fazla
kıldırmadı Ebû Bekir'le yolculukta bulundum. O da, vefatına kadar yolculukta
namazları iki rekâttan fazla kıldırmadı. Sonra Osman'la yolculukta bulundum. O
da, vefatına kadar yolculukta namazları iki rekâttan fazla kıldırmadı. Nitekim
Allah [Teâlâ]; «Muhakkak ki, sizler için Allah'ın Resulünde güzel örnek vardır
[71]
buyurmuştur.
[72]
Kişi, kendi beldesinde bulunduğu sürece namazları kasr yapamaz/kıs
altamaz. Kendi beldesinin dışına çıktığı andan itibaren dört rekâtlı namazları,
iki rekât olarak kılmaya başlar. Enes (radi-yallâhu anh) anlatıyor; 'Rasuluüah
(salhliâhıt aleyhi ve selîem) 7e Medine'de, öğle namazını dört rekât;
Zi'l-Huleyfe'de ise iki rekât olarak kıldım.[73] Yani
Medine'yi çıktıktan sonra Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) öğle
namazını, Zi'1-Huieyfe mevkiinde seferi olarak kıldırmıştır.
Namazların kısaltılarak kılınabileceği
yolculuk mesafesi hakkında âlimler, farklı görüşler bildirmişlerdir. Bunlar
arasında tercih edileni, şer'î olarak yolculuk mesafesini belirten bir ölçünün
bulunmadığıdır. Dolayısıyla, Arap dilinde sefer/yolculuk olarak İsimlendirilen
her mesafede 'namazları kasr/kısaltma: caizdir. Şayet bu konuda, yolculuk
mesafesi gerekseydi, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kesinlikle
bunu bize açıklardı. Sahabeler de bu mesafeyi öğrenmekten geri kalmazlardı.[74]
Namazların seferî olarak kılınabileceği
yolculuk mesafesi karada 90 km., denizde 60 mil ve üzerindeki mesafedir.[75]
Yolculuk edilen yerde ne kadar kalınacağı
belirli olmadığı sürece, namazlar kısaltılarak kılınır. Kalınan sürenin uzaması
sonucu değiştirmez. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), namazların kısaltılarak kılınacağı bir süre
belirtmemiştir. Fakat yolculuk edilen yerde ne kadar kalınacağı bilindiği
takdirde, on dokuz gün süresince seferî, daha sonra mukim/yerleşik olarak
namaz kılınır.
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (saİlaliâ-hu aleyhi ve sellem) on dokuz
gün [namazları] kısaltarak kıldırdı. Bu nedenle bizler, seferî olduğumuzda on
dokuz gün kısaltarak; daha fazla kaldığımızda ise tam olarak kılardık.[76]
Hanefî mezhebine göre, seferilik süresi 15 gün ve altındaki
sürede geçerlidir. 15 günden daha uzun kalınmaya niyet edilmesi durumunda
seferilik kalkar. 15 gün kalındıktan sonra, ne zaman hareket edileceği
bilinmeksizin kalman sürede de seferilik devam eder.
[77]
Seferî kimsenin, arkasında namaz kıldığı imamın tam mı, kısaltarak
mı kılacağını bilmemesinin bir sakıncası yoktur. Çünkü namaza niyet edilmesinin
dışında, kısaltmak için ayrıca niyete gerek yoktur.
Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem) veda haccına çıkarken Medine'de öğle namazını dört rekât olarak
kıl-dırmiştır. Zi'1-Huleyfe'ye varıldığında ise, ikindi namazını iki rekât
olarak kıldırmışür. O anki cemaatinin sayısını İse ancak Allah bilir. Çünkü
haccetmek için gelenlerin tamamı, Medine'den Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem)'le birlikte yola çıkmışlardı. Birçoğu seferî namazı bilmiyordu.
[78]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in
namazları sa-habeieriyle birlikte, kısaltarak kılacağını bildirmeksizin,
kısaltarak kıldığını, daha önce zikrettiğimiz Zu'1-Yedeyn'in rivayet ettiği
hadis
de ifade etmektedir. Nitekim
Peygamberimizin öğle namazını İki rekât kılması üzerine, 'Zu'iYedeyn; «Ey
Allah'ın Rasülü! Namaz kısaldı mı, yoksa unuttunuz mu?» diye sormuş;
Peygamberimiz de; «ne unuttum, ne de kısaldı!» cevabını vermişti.
Mukîm kişi, seferî imama uyduğunda, imam namazını seferi kılıp,
ikinci rekâtta selam verdiği zaman; namazını dört rekâta tamamlar.
Seferi kimse, mukim imama tabi olması durumunda,
imamla birlikte namazı dört rekât olarak kılar. Bu nedenle Ibni Ömer
(radiyallâhu anh), imamla birlikte kıldığında dört rekât; yalnız kıldığında ise
iki rekât olarak kılardı.[79]
Musa İbni Seleme el-Hezlî anlatıyor; 'Mekke'de bulunduğumda,
imamla kılmadığım namazları nasıl kılayım diye İbn Abbâs'a sordum; «iki rekât
kıl. Ebu'l-Kâsım (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in sünneti budur» dedi.[80]
Bu rivayetten, mukim imamın arkasında kılındığında dört rekât kılınacağı
anlaşılmaktadır.
Seferi olan, mukim imamın arkasında iki rekât namaza
yetiştiğinde, yetişemediği iki rekâtı tamamlaması gerekir mi? Ya da imamla
birlikte selam verebilir mi?
Mukim imama uyanların namazlarını dört rekâta tamamlaması
gerekir. Yetiştiği yeri imamla kıldıktan sonra, yetişemediğini tamamlar. Ebû
Mulciz anlatıyor; 'Seferi olan, mukim cemaatin son iki rekâtına yetiştiğinde,
yeterli olur mu? Ya da onların namazı gibi (dört
rekât)mı kılmalıdır? diye, ibn Ömer'e sordum; bana gülümsedi ve; «onların namazı
gibi kılmalıdır» dedi.[81]
Ibni Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'le birlikte yolculukta bulundum. Yolculukta onun nafile namaz
kıldığını hiç görmedim' Nitekim Yüce Allah, «Muhakkak ki, sizler için Allah 'm Resulünde
güze! örnek vardır
[82]
buyurmuştur.
Ibni Ömer (radiyallâhu anh), insanların seferi iken, nafile namaz
kıldıklarını gördüğünde «eğer nafile kılacak olsaydım, (farz) namazı dörde
tamamlardım» demiştir.
[83]
Bu rivayetler, sabah namazının sünneti
dışında, diğer vakit namazlarının sünnetlerinin seferi iken kılınmayacağma
delildir. Ancak seferî iken mutlak anlamda
[84]
nafile namaz kılınmasının bir sakıncası yoktur. Çünkü Rasuluîlah (sallallâhu aleyhi
ve sellem), başıyla ima ederek, bineğinin üzerinde nafile namaz kılmıştır.
İbni Ömer (radiyallâhu anh) de aynı şekilde nafile namaz-kılıyordu.
[85]
Nafile namazlar konusunda, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellemj'in sabah namazının sünnetini seferî iken de terk etmediği
belirtilmişti.
Aşağıda belirtilen durumlarda, öğle ve ikindi namazları İle
akşam ve yatsı namazları tek vakitte kıhnabilir.
a) Yolculuğa öğle
namazından önce çıkan kişinin, öğle namazını ikindi vaktine kadar geciktirip,
ikindi namazıyla birlikte kılması caizdir. Ancak yolculuğa öğleden sonra
çıkılacaksa, öğle namazının kılınıp daha sonra yolculuğa çıkılması gerekir.
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'RasuluUah (sallallâhu
aleyhi ve seliem) güneş meyletmeden (öğle vakti girmeden) Önce yolculuğa
çıktığı zaman, öğle namazını geciktirir, ikindi vaktinde ikindi namazıyla
birlikte kılardı. Eğer güneş meylettikten (öğle vakti girdikten) sonra yola
çıkarsa, önce namazını kılar daha sonra bineğine binerdi.[86]
b) Seferîlik devam ettiği sürece, namazları cem ederek/bir vakitte
kılmak caizdir. Öğle ve İkindi, öğle vaktinde kılınacaksa buna 'cem-i
takdim/öne alarak birleştirme'; ikindi vaktinde kılınacaksa, buna 'cem-i
tehir/sona alarak birleştirme' adı veriiir. Akşam ve yatsı namazları da aynı
şekildedir.
İbni Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (salial-lâhu aleyhi ve seliem) öğle ve
ikindi namazlarını cem ederdi... Akaşamla da, yatsıyı cem ederdi.[87]
Alışkanlığa dönüştürmemek şartıyla, ihtiyaç durumunda namazları
cem ederek kılmak mukim iken de caizdir. Bu durum, hastalık ve benzeri
durumlarda söz konusudur.
İbni Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Hiçbir korku ve yağmur durumu olmadığı halde, Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve seliem) Medine'de öğle ile ikindiyi, akşamla da yatsıyı
cem ederek kıldırdı'. İbni Abbas'a; «bu uygulamasıyla ne kastetti?» diye
soruldu; «ümmetine zorluk olmamasını kastetti» dedi.[88]
Namazları cemederken, peş peşe kılmak şart
değildir. Örneğin öğle namazını, ikindinin İlk vaktinde kılıp, ikindi namazını
İkindinin son vaktinde kılmak caizdir. Şer'an bunda bir sınır yoktur. Çünkü
bunu sınırlamak, ruhsatın amacını ortadan kaİdırır.
[89]
Hanımların Cuma namazına katılmalarının farz olmadığı konusunda
âlimler ittifak etmiştir.[90]
Bunu ifade eden birçok rivayet Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sel!em)'den
nakledilmiştir. Târik bin Şihâb (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Cuma namazım cemaatle
kılmak, her Müslümana farzdır. Bundan sadece dört sınıf muaftır; Köleler,
kadınlar, çocuklar ve hastalar.[91]
Hanımların Cuma namazına katılıp, İmamla birlikte Cuma namazını
kılmaları durumunda, namazları sahihtir ve öğle namazı yerine geçer. Cuma
namazını kıldıktan sonra ayrıca öğle namazı kılmazlar. Bu konuda âlimler, icmâ
etmiştir.
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seliem)'in zamanında,
hanımlar Cuma namazına katılmaktaydılar. Hâris'in kızı Ümmü Hişâm {radiyallâhu
anhâ) anlatıyor; 'Ben «Kâf sûresini» bizzat Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem)"m ağzından ezberledim. Her Cuma bu sûreyle hutbe okurdu.[92]
Amre (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; '«Kâf
ue'l-Kurâni'l-Me-cîd» sûresini bizzat Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue
sellemj'in ağzından ezberledim. Cuma günleri bu sûreyi okurdu.[93]
Cuma namazına
katılmak isteyen hanımların, gusül abdesti almaları müstehaptır. Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'biriniz Cuma namazına gelmek istediğinde, gusüi
abdesti alsın buyurmuştur.
[94]
İmam Mâlik
der ki; 'Kölelerin, kadınların ve çocukların Cuma namazına katılmaları farz
değildir. Ancak bunlardan Cuma namazına katılmak isteyenlerin de gusüi abdesti
alması gerekir.[95]
a) Cuma namazına gitmeden önce alınan gusül
abdesti, fecir doğduktan sonra alınmış olsa dahi yeterlidir. Gusül abdesti
aldıktan sonra, abdesti bozulduğunda, Cuma namazı için sadece namaz abdesti
alması yeterlidir.[96]
Abdurrahman bin Ebzâ (radiyallâhu anh), 'Cuma günü gusül
abdesti aldıktan sonra abdesti bozulduğunda sadece namaz abdesti ahr, tekrar
gusül abdesti almazdı.[97]
b) Cuma günü sabahı cünüp olarak uyanan
kişinin, cünüplükten dolayı aldığı gusül abdesti, her ikisine birden niyet
ederek
[98]
aldığı takdirde Cuma namazı için de geçerlidir.
Daha önce
zikredilmişti.
Ebû Hureyre {radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ue sellem) buyurdu ki; 'Cuma günü mescidin bütün kapılarında
melekler durur ue ilk gelenleri yazarlar. İmam oturduğu zaman, defterleri kapatır,
hutbeyi dinlemeye gelirler.[99]
Bu konuyla
ilgili hadis daha önce zikredilmişti, tmam hutbeye başlamış olsa dahi,
tahiy-yat-ül-mescit namazının kılınması gerekir. Bu, mescide girildiğinde
oturmadan önce iki rekât namaz kılmaktır. Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Cuma günü Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) hutbe okurken, bir adam
mescide girdi. Ona; «Ey falan kişi! Namaz kıldın mı?' diye sordu; adam «hayır»
dedi; bunun üzerine «kalk namaz kıl» buyurdu'.
[100]
Amr b. Şuayb babasından, o da dedesinden
naklederek anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) mescitte
alışveriş yapılmasını, kayıp ilân edilmesini, şiir söylenmesini ue Cuma günü
namazdan önce halka halinde oturulmasını yasaklamıştır.[102]
Halka yapılması ifadesine, konuşmak için veya ders yapmak için bir araya
toplanıp halka halinde oturmak da dâhildir.
Çünkü Cuma
namazından önce sünnet namaz yoktur. Sadece mescide ilk girildiğinde kılınan
iki rekât sünnet namaz vardır.[103]
Hutbe için ezan okunduktan sonra tekrar kılınması gereken başka nafile namaz
yoktur.
Hanefî âlimlerin de yer aldığı cumhur-u ulemâya göre, Cuma
namazının farzından önce dört, farzından sonra dört rekât nafile kılmak
müstehaptır. Nitekim İbn Mâce'nin rivayet ettiği hadiste, «Peygamberimiz
(sallaliâhu aleyhi ve sellem), Cuma'dan önce ve sonra dört rekat nafile namaz
kılardı» denilmiştir. Sâid bin Mansûr, İbn Mesûd (radiyallâhu anh)'ın Cuma'dan
önce dört, Cumadan sonra dört rekât namaz kıldığını rivayet etmiştir.[104]
1. İmamın Hutbesini Dinlemek: Herhangi bir sebepten dolayı
imamın hutbesini işlemeyenlerin, sessizce Kuran okumaları veya zikretmeleri
caizdir.
Peygamberimiz fsaüallâhu aleyhi ve sellem) buyuruyor
ki; 'Cuma'ya üç tür insan gelir; '(Birincisi), lüzumsuz amaçlarla gelen
insanlardır. Bunların nasibi lüzumsuzluklarıdır. (İkincisi), Aziz ve Celil
Allah'a dua etmek için gelenlerdir. Allah dilerse bunlara verir, dilerse
vermez. (Üçüncüsü), sükût etmek ve dinlemek için gelenlerdir. Bunlar hiçbir
müslüman'm omzuna basmadan ve hiç kimseye eziyet etmeden gelenlerdir. Bu
hareketleri gelecek Cuma'ya ve üç gün fazlasına kadar yaptıkları için kefaret
olunur.[105]
2. Hiçbir Şekilde Başkasıyla Konuşmamak: peygamberimiz
(sallaliâhu aleyhi ve sellem); 'Cuma günü, -imam hutbe okurken- arkadaşına
«sus!» diyen, 'lüzumsuzluk' yapmış olur
[106]
buyurmuştur.
Aksıranın içinden «elhamdülillah» demesi, peygamberimizden
bahsedildiğinde içinden salâvat getirmesi, imamın duasına amîn demesi caizdir.
Ancak aksırana «yerhamukellah» demek veya konuşanı susturmak için söz söylemek
caiz değildir.
3. Hutbeden önce, hutbeden sonra ve iki hutbe
arasında imam sustuğunda konuşmanın bir sakıncası yoktur. Çünkü konuşmanın
yasaklandığı süre, imamın hutbe okumasıyla sınırlıdır.
4. Hanımların omuzlarına basarak safların arasında ilerlemek caiz
değildir. Ancak saflar arasında boş yer bulunması durumunda veya ihtiyaçtan
dolayı yerinden ayrılanın tekrar yerine dönmesi caizdir. Çünkü Peygamberimiz
(sallalîâhu aleyhi ve sellem) insanların omuzlarına basarak ilerleyen kişiye;
'otur! Kuşkusuz bu davranışınla insanlara eziyet ettin
[107]
buyurmuştur. Ayrıca 'kim lüzumsuzluk yapar ve insanların omuzlarını tepelerse,
Cu-ma'nm sevabından mahrum olur
[108]
buyurmuştur.
5. İki Kişinin Arasını Ayırmamak: Bir arada oturan iki kişinin
arasını ayırıp, aralarına oturmak caiz değildir. Salman (radiyallâhu anh)'tan
merfu olarak yapılan rivayette, Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur; '... sonra mescide gelip, iki kişinin arasını ayırmadan
oturanın o Cuma'dan bir sonraki Cuma'ya kadar yaptıkları mağfiret olunur.[109]
6. Yerine oturmak için bir başkasını yerinden kaldırmak
caiz değildir; ancak yer açması istenebilir: Çünkü Peygamberimiz (sallaliâhu
aleyhi ve seîlem); 'Cuma günü hiç kimse, sonrasında yerine oturmak için
kardeşini oturduğu yerden kaldırmasın. Ancak «yer açınız!» desin
[110]
buyurmuştur.
7. Hutbe esnasında
uyuklayan, oturduğu yeri değiştirmelidir: Çünkü Peygamberimiz {sallaliâhu
aleyhi ve sellem), Cuma günü biriniz
oturduğu yerde uyukladığmda, oturduğu yeri değiştirsin' buyurmuştur.[111]
8. Hutbe esnasında, unuttuğu veya uyuyakaldığı bir
farz namazı hatırlayan, o namazı hemen kaza etmelidir: Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve seliem)'in; '/cim bir namazı unutursa veya uyuyakahrsa, o
namazı hatırladığı zaman hemen kılsm. O namaz için bunun dışında bir kefaret
yoktur
[112] ifadesi geneldir.
Hanefî ve Mâliki mezhebine göre, hutbe okunurken namaz kılınmaz
ve konuşulmaz.[113]
Hutbe başlamadan namaza başlamış olan dahi hutbe başlandığında rukû'ya gitmeden
oturup, hutbeyi dinlemelidir. Bu konuda Hanefî ve Mâliki âlimler, mescide
sonradan girip, insanların omuzlarına basarak ilerleyen kişiye,
Peygamberimizin; «otur! (insanlara) eziyet ettin» buyruğunu delil almışlardır.[114]
Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sel-İem), o kişiye tahiyyat-ül
mescid veya farklı bir namazı kıldıktan sonra oturmasını emretmemiştir.
Ömer bin
Hattâb (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Kurban bayramı namazı iki rekâttır;
Ramazan bayramı namazı iki rekâttır; Cuma namazı iki rekâttır. Peygamberiniz
(sallallâhu aleyhi ve seîlem)'m lisanıyla bunlar tam olarak kılınır; kısaltma
yapılmaz. Bu konuda iftira eden perişan olur.[115]
İmamla
birlikte bir rekâta yetişen, imam selam verdikten sonra diğer bir rekâtı
tamamlar. İmam ikinci rekâtın rükûsundan doğrulduğu zaman yetişen ise, imam
seiam verdikten sonra namazı dört rekât olarak kılar.
İbni Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Cuma günü bir rekâta yetişen, yetişemediği bir
rekâtı tamamlar. Eğer cemaate teşehhüt oturuşunda yetişirse, namazı dört rekât
olarak kılar.[116]
İbni Mesûd
{radiyallâhu anh} anlatıyor; 'Bir rekâta yetişen, Cuma'ya yetişmiş olur; (bir
rekâta) yetişemeyen Cuma'ya yetişe-memiş olur; Bu nedenle o kişi dört rekât
kılmalıdır.[117]
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Cemaat
otururken yetişen, dört rekât kılar.[118]
Sahabelerin -Allah onlardan razı olsun-
fetvalarından da anlaşıldığı gibi, ancak bir rekâta yetişildiğinde Cuma
namazına yetişilmiş olur. Bu konuda sahabeler arasında herhangi farklı bir
görüş bilinmemektedir. Birçok kişi, bunu sahabe icmâsı olarak nakletm iştir.
[119]
Hanefi mezhebine göre, Cuma namazının farzına imam
selam vermeden önce yetişen kişi Cuma namazına yetişmiş olur. Yetişemediği
kısmı imam selam verdikten sonra yalnız olarak tamamlar. Sonradan imama yetişen
kişi Cuma namazının farzını iki rekât olarak kılar. Bu konuda Hanefî âlimleri
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in; '(Cemaate) yetiştiğiniz yerden
namazı kıhraz, kaçırdığınız kısmı da kaza ediniz' hadisini delil olarak almışlardır.
[120]
1. Mescit aşın kalabalık olduğunda, rükû ve
secdeler nasıl imkân bulunursa o şekilde yapılır. Örneğin, ön saftakinin beli
üzerine veya îmâ ile yapılabilir.
Ömer bin
Hattab (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Mescit aşırı kalabalık olduğu zaman
kardeşlerinizin sırtı üzerine secde edebilirsiniz.[121]
2. insanlar mescide sığmadığı zaman, mescidin
çevresindeki katlarda -fitneden emin olunduğu takdirde- imama uyarak namaz
kılmak caizdir. İmamla, imama uyan arasında duvar bulunmasının bir sakıncası
yoktur. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) odasından,
aralarında duvar bulunduğu halde sahabelere namaz kıidırmıştir.[122]
Aynı şekilde Aişe (radiyallâhu anhâ) kendi odasında iken, mescitte küsûf namazı
kılan cemaate uymuştur.
[123]
Cuma namazından
sonra iki veya dört rekât nafile namaz kılmak müstehaptır. Bu namazı hanımların
evlerinde kılmaları daha faziletlidir.
İbni Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Cuma'dan
sonra (mescitte) namaz kılmazdı. Gider, evinde iki rekât kılardı'.
[124]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) 'biriniz Cuma namazı kıldığında, Cuma namazından sonra dört
rekât (nafile) namaz kılsın' buyurmuştur.[125]
Cuma namazından sonra nafile namazı mescitte
kılmak isteyen, farz namazla nafile namazın arasını, ya yerinden ayrılarak
veya bir konuşmayla ayırmalıdır. Es-Sâib bin Yezîd anlatıyor; 'Maksurede,
Muâuiye ile birlikte Cuma namazı kıldım. Selam verince, olduğum yerden kalktım
ve (nafile) namaz kıldım. (Muâuiye) içeri girdiğinde bana haber gönderdi ve;
'yaptığını bir daha yapma! Cuma'yı kıldıktan sonra, hiç konuşmadan veya yerini
değiştirmeden namaz kılma. Çünkü Allah'ın Peygamberi (sallallâhu aleyhi ve
sellem) bize böyle emretti' dedi.
[126]
Evs bin Evs (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'En faziletli gününüz Cuma günüdür.
Âdem, o gün yaratılmıştır ve o gün vefat etmiştir. Sûra o gün üflenecek-tir.
Kıyamet o gün kopacaktır. Cuma günleri bana çokça salavât getirin. Kuşkusuz
sizin salavatlarmız bana arz olunur' buyurdu. Bunun üzerine sahabeler; 'Ey
Allah'ın Rasülü! Siz toprak olduğunuzda, size salavatlanmız nasıl arz olunur?'
diye sordular; 'Hiç kuşkusuz Allah, peygamberlerin vücutlarını tüketmesini
toprağa haram kılmıştır' buyurdu.
[127]
Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) «Cuma günü, Kehf sûresini okuyan iki Cuma arası bir
nurla aydınlatılır» buyurdu.[128]
Câbir fradiyailâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) buyurdu ki; 'Cuma gününde on iki vakit vardır; Bu vakitlerde,
Aziz ve Celi! Allah'tan istekte bulunan müslüman bir kula, isteğini verir. O
vakti son saatte, ikindiden sonra arayınız.[129]
Ebû Seleme bin Abdurrahman anlatıyor; 'Bir grup sahabe
toplandılar ve Cuma vaktini müzakere ettiler. Daha sonra (faziletli vaktin)
Cuma gününün son vakti olduğunda ittifak ederek (toplantıdan) ayrıldılar.[130]
Kendi nefsine değer ve kıymet veren kimse, bu günün
hakkını vermeli, zikir ve dualarla o günü değerlendirmelidir. Birçok insanın
yaptığı gibi, Cuma gününü piknik, oyun ve eğlence günü ya da iş günü
edinmemelidir.
Evli, bekâr, genç, yaşlı ayrımı olmaksızın,
hayız ve benzeri durumlardakiler de dahil olmak üzere, hanımların bayram namazlarına
katılmaları ve müslümanlann dualarına şahit olmaları müekked sünnettir. Hatta
giyecek dış kıyafeti olmayan hanımlar, başka hanımlardan ödünç kıyafet alarak
namazgaha gelmelidirler.
Ümmü Atiyye
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; '.. .Bayram günleri (namazgaha) çıkmamız, hatta
bekâr kızları da mahfillerinden çıkarmamız emredildi. Hayızh olanları dahi
çıkarmamız ve onların insanların en arkasında durmaları emredildi. Hayızh
olanlar en arkada insanların tekbirlerimle birlikte tekbir getiriyor, onların
dualarıyla birlikte dua ediyorlardı. Bu günün bereketini ue arın-mışlığmı
umuyorlardı.[131]
Bir başka rivayette, Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ), Rasu-lullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'e 'herhangi birimiz dış elbisesi olmadığı için
(namazgaha) çıkmadığında bir sakınca olur mu?' diye sorduğunda, Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'arkadaşının dış elbisesini giysin, hayrı müşahede
etsin ve müminlerin duasına katılsın...' buyurmuştur.
[132]
Hayızh hanımlar bayram namazına gitmeli, hayrı ve duaları
müşahede etmeli ama namaza katılmamalıdır:
Çünkü Ümmü
Atiyye (radiyallâhu anhâ), '...Hayızh olanları dahi çıkarmamız ve onların
namazgahtan ayrı durmaları, hayrı ve müslümanların dualarını müşahede etmeleri
emredildi' demektedir.
Bayram namazlarında hanımların cemaatle birlikte
tekbir getirmesi: Yukarıda zikredilen hadisin açık ifadesinden de anlaşıldığı
gibi, cemaatin arkasında hanımların da tekbir getirmesi müstehaptır. Nitekim
Yüce Allah; '...Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size hidayet etmesine
karşılık, Allah'ı tekbirlerle anmanız için meşru kılmıştır; umulur ki
şükredersiniz.[133]
Bayram namazının vakti, duha vaktidir. Bu vakti
daha fazla geciktirmek uygun değildir. Yezîd bin Humeyr anlatıyor; 'Rasu-lullah
(sallallâhu aleyhi ve selîem)'in sahabelerinden Abdullah bin Büsr ((radiyallâhu
anh)), insanlarla birlikte Ramazan veya Kurban bayramı için namazgaha çıkmıştı.
İmamın gecikmesini yadırgayıp; «biz bu saatte namazı bitirmiş olurduk. Bu vakit
nafile (kuşluk) vaktidir» dedi.[134]
Yani güneş yükseldikten sonraki nafile namaz vaktidir.
Müslümanların kurbanlarını kesmeleri için, Kurban bayramı namazının
ilk vaktinde kılınması daha faziletlidir. İnsanların
rahatça fitır sadakalarını verebilmeleri için, Ramazan bayramı
namazının bir süre geciktirilmesi daha faziletlidir. Allah, en doğrusunu bilir.
İbni Abbâs
ve Câbir (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; 'Ramazan ve Kurban bayramı
namazlarında ezan okunmazdı.[135]
Bayram namazlarından Önce sünnet namaz olmadığı
gibi, namazgaha gelindiğinde tahiyyat-ül mescit namazı da kılınmaz. Ibnİ Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem} Ramazan
bayramı namazını iki rekât olarak kıldı Ne öncesinde, ne de sonrasında
(sünnet) namaz kılmadı'.
[136]
Bayram namazı İki rekâttır. Birinci rekâtta, ilk
İhram tekbirinden sonra yedi tekbir alınır. Sonra kıraate başlanır ve rekât
tamamlanır, ikinci rekâtta, kıyam tekbirinden sonra, beş tekbir
[137]
alınır. Sonra kıraate başlanır ve rekât tamamlanır.
Hanefî mezhebine göre ilk İhram tekbirinden sonra üç tekbir
alınır. Sonra 'eûzu-besmeie, Fatiha ve bir sûre' okunur. Sonra tekbir
getirilerek rükû'ya gidilir. İkinci rekâtta 'Fatiha ve bir sûre' okunur, sonra
üç tekbir getirilir ve dördüncü tekbirle rükû'ya gidilir.
[138]
İmamın ilk
rekâtta, «Sebbih isme Rabbike»'yi okuması, ikin-kâtci rekâtta «Hel etâke hadîsu'l-gâşiye»'yi mer» sûresini
[139]
okuması müstehaptır.
Bayram namazından sonra imam hutbe okur; imamın
hanımlara özel vaaz vermesi, hanımların da İn-fakta bulunmaları müstehaptır:
Câbir (radiyalîâhu anh} anlatıyor; 'Ramazan bayramı günü
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) önce bayram namazını kıldırdı, sonra
hutbe verdi. Hutbeyi bitirip indikten sonra hanımların yanına geldi. Bilal'ın
eline dayanarak, onlara vaaz ve nasihatlerde bulundu. Bu arada Bilal
elbisesini açmış, hanımlar da onun elbisesine sadakalarını atıyorlardı..
[140]
Ali
(radiyallâhu anh)'ar gusül abdesti hakkında sorulduğunda; 'Cuma günü, Arefe
günü, Ramazan ve Kurban bayramı günü (gusül abdesti alınmalıdır)' demiştir.[141]
Enes
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem} Ramazan
bayramı günü birkaç hurma yemeden önce sabahleyin çıkmazdı.[142]
Ebû Bureyde
{radiyallâhu anh} anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazan
bayramı günü yemek yemeden önce çıkmazdı. Kurban bayramı günü de, kurbanını
kesinceye kadar yemek yemezdi.[143]
Haram işlenmediği sürece, bayram
günlerinde, kız çocuklarının şarkı söylemelerine ruhsat verilmiştir: Âişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bana
geldiğinde, yanımda Buâs günü şarkılarını söyleyen iki
cariye/kız vardı. Yatağa uzandı ve yüzünü
(diğer tarafa) çevirdi. Daha sonra Ebü Bekir geldi, beni azarlayarak;
«Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellemj'in yanında şeytan düdüğü mü?' dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seliem) döndü ve; 'rahat bırak
onları' buyurdu. Daha sonra ben kızlara işaret ettim, çıktılar.[144]
Bu hadiste öğrendiklerimiz;
1. Küçük kız çocuklarının bayram günlerinde, haram çalgı
aletleri kullanmaksızin, mubah güzel sözlerle helaldir.
şarkı
söylemeleri
Buharı'de bir başka rivayette, 'şarkı
söyleyen ama şarkıcı olmayan iki cariye/kız
[145]
ifadesi yer almaktadır. Yani Aişe (radiyallâhu anhâj'nın yanında şarkı söyleyen
kızlar, şarkıcı olarak tanınmış, şarkı söylemeyi sanat edinmiş kimseler
değildi. Dolayısıyla bu ifade, durgunu hareketlendiren, mahremi açığa çıkaran
ve haramhğında ihtilaf edilmeyen şarkıcı ve müzisyen olarak tanınmış kimseleri
dinlemekten sakındırmaktadır.
2. Bu hadisin başka bir rivayetinde yer alan 'def
çalan' ifadesinden, def kullanmanın da mubah olduğu anlaşılmaktadır.
Düğünlerde ve benzeri merasimlerde def çalınmasının mubah olduğu ifadesinden,
ut ve benzerleri gibi başka çalgı aletlerinin de mubah olduğu sonucu
çıkarılamaz. Bir grup âlim, def dışındaki çalgı aletlerinin haram olduğuna dair
icma nakletmiştir.[146]
Ebû Hanîfe'ye göre eğlenmek amacıyla çalınan tüm çalgılar
haramdır.[147] Kefal ve Reyyânî, İrnam
Mâük'in telli çalgılar ve ûd gibi çalgı aletlerini mubah kabul ettiğini
nakietmişlerdir. Medîne ulemâsı, Zahiriler ve Şafiî âlimler, mûsikiye cevaz
vermişlerdir.[148] Hanbelî mezhebi, güzel
sesle terennümü mubah görmüşler, ancak ûd, davul ve
saz gibi çalgı aletlerinin caiz olmadığını,
bu tür çalgı aletleriyle yapılan düğünlere gidilmesinin de caiz olmadığını
belirtmişlerdir.[149]
Günümüzdeki çalgı aletleriyle söylenilen şarkılar, hiç kuşkusuz
haramdır. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve selîem), 'Yemin olsun ki,
ümmetimden bazı gruplar gelecektir; bunlar, cinselliği,[150]
ipek elbiseler giymeyi, şarap içmeyi, çalgı aletleri çalıp eğlenmeyi
helalleştireceklerdir!serbest bırakacaklardır.[151]
Bazı artniyetli kimseler, Aişe validemizin rivayet ettiği bu hadisi
ileri sürerek, Müslümanları şüpheye düşürmeye ve günümüz şarkılarının mubah
olduğuna İnsanları ikna etmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla onlara karşı
uyanık olunmalı ve onlardan sakı-nılmalıdır. Hiç kuşkusuz, bu konuyla ilgili
deliller gayet açıktır.
Bir kadın -veya erkek- kendi ailesinden
biri can çekişirken ne yapmalıdır?
Ebû Saîd
el-Hudrî (radiyallâhu anh} anlatıyor; 'Rasulullah (saîlallâhu aleyhi uesellem);
ölmek üzere olanlarınıza «la ilahe illallah'\» telkin ediniz1 buyurmuştur.[152]
Bu telkin, vefat eden kişinin son sözünün, «la ilahe illallah» sözü olması için
yapılır. Çünkü peygamberimiz (saîlallâhu aleyhi ve sellem) 'kimin son sözü «lâ
ilahe illallah» olursa, cennete girer' buyurmuştur.[153]
Yahya İbni
Abdillah İbni Ebî Ka-tâde, babasından naklederek anlatıyor; 'Peygamber
(saîlallâhu aleyhi ve sellem), Medine'ye geldiğinde Berâ bin Ma'rûr'u sordu;
«Malının üçte birinin size verilmesini ve can çekişirken kıbleye çevrilmesini
vasiyet ettikten sonra vefat etti' dediler. Bunun üzerine Peygamber (sallailâhu
aleyhi ve sellem); 'Fıtratının gereğini yapmış; malının üçte birini onun
çocuklarına geri verdim' buyurdu. Daha sonra gitti, ona cenaze namazı kıldı ve;
«Allah'ım onu bağışla, ona merhamet et ve onu cennetine al» diyerek dua etti.
Ve '(sen duamı) kesinlikle kabul ettin dedi.[154]
Bu konuyla
ilgili başka bir rivayette, 'Berâ bin
Ma'rûr, canlılar ve ölüler arasında ilk kıbleye çevriien oldu' denilmektedir.[155]
Bu konuda
âlimler iki farklı görüş belirtmişlerdir;
1. Yüzü kıbleye gelecek şekilde sırtı üzere yatırılması.
2. Yüzü kıbleye gelecek şekilde sağ yanı üzere yatırılması. Bu
görüşü, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in şu buyruğu teyit
etmektedir; Yatma/c istediğinde namaz abdesti gibi abdest al Sonra sağ tarafına
doğru yat. Eğer o gece ölürsen fıtrat üzere ölmüş olursun'.[156]
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ebû
Seleme'nin yanına girdiğinde, gözleri dikilmişti; bu nedenle onun gözlerini
kapattı ve; 'ruh çıktığında, gözler onu takip eder...' buyurdu.[157]
Vefat edenin gözlerinin kapatılmasının hikmeti,
görünüşünün korkutucu olmaması içindir.[158]
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâj'nın rivayet ettiği hadiste, '...Sonra RasuluUah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) şöyle dua etti; «Allah'ım! Ebû Seleme'yi bağışla; hidayete
erenler arasında onun derecesini yükselt. Geride bıraktığı kimselere sen
sahiplen.
Ey âlemlerin Rabbi! Bizi ve onu bağışla. Kabrinde ona genişlik
ver ve onu nurlandır:[159]
Âişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyHi ve sellem) vefat
ettiği zaman bütün vücudu, hihere denilen beyaz Yemen örtüsüyle örtüldü.[160]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'cenazelerde acele davranınız. Eğer vefat eden, iyi bir
kimseyse, bu hayırdır. Onu hayra bir an önce kavuşturunuz. Eğer iyi bir kimse
değilse, bu serdir. O şerri, bir an önce omuzlarınızdan atınız.[161]
Cenazelerin hazırlanmasında acele davranmak,
yıkanması/ guslü, kefenlenmesi, kabre götürülmesi ve benzeri işlerdedir. Bu
konu inşallah ayrıntılı olarak ileride anlatılacaktır.
Seleme bin el-Ekva' (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'e bir cenaze getirdiler
ve; 'Ey Allah'ın Rasülü! Bunun namazını kıldır' dediler. Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'Bunun borcu var mı?' diye sordu; 'Evet' dediler. 'Geriye
bir şey bıraktı mı?' diye sordu; 'hayır' dediler. (Öyleyse); Arkadaşınızın
namazını siz kılınız' buyurdu. Bunun üzerine kendisine Ebû Katâde denilen,
Ensar'dan bir adam kalktı ve; 'Borcunu ben üstleniyorum, namazını sen kıldır,
(Yâ Rasulullah)' dedi. Bu söz üzerine 'namazını kıldırdı'918.
Âişe ve İbni
Abbâs (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve selîem)
vefat ettiğinde, Ebû Bekir onu öptü.[162]
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Osman bin Maz'ûn vefat
etmişti. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seîlem) onun yanma geldi, yüzünü açtı,
sonra onun yüzüne doğru eğildi ve onu öptü. Öyle ağlıyordu ki, gözyaşları
yanaklarından akıyordu.[163]
Hanımların öpmesi ancak, vefat edenin bir hanım olması ya da
eşi veya bir mahremi olması durumunda caizdir.
Enes (radiyallâhu anhj'ın rivayet ettiği hadiste,
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellemj'in oğlu İbrahim'in vefatı anlatılırken
şöyle denilmekte; '...... Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) ibrahim'i aldı, öptü, kokladı. Daha sonra
onun yanına girdiğimizde, İbrahim can çekişiyordu. Bunun üzerine Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellemj'in gözlen doldu. Abdurrahman bin Avf ona; 'Ey
Allah'ın Rasülü! Sen de mi (ağlıyorsun)?' deyince; 'Ey îbni Avf1. Bu
rahmettir!' buyurdu. Daha sonra da şunları söyledi; 'Hiç kuşkusuz, gözler
ağlar, kalp hüzünlenir; Ancak bizler Rabbimizin hoşnut olacağı sözlerden başka
bir şey söylemeyiz. Ey ibrahim! Biz senden ayrıldığımız için üzülmekteyiz.[164]
Sa'd bin Ubâde (radiyallâhu anh)
hastalandığında, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ağladı. Onun
ağladığını görünce oradakiler de ağladılar. Bunun üzerine; 'İşitmiyor musunuz?
Ne
gözyaşından, ne de kalbin
hüzünlenmesinden dolayı Allah azap etmez. (Eliyle diline işaret ederek) Allah
bundan dolayı ya azap eder, ya da merhamet eder' buyurdu.[165]
1. Vefat eden için
ağlanmasının bir sakıncası yoktur. Yasaklanan ağıtlar, Yüce Allah'ın takdirine
karşı gelecek sözler söyleyerek, haram kılınmasına rağmen çığlıklar atarak,
ağıtlar yakmaktır. Can çekişenden etkilenip act hissetmenin de bir mahzuru yoktur.
Çünkü Fâtıma (radiyallâhu anhâ)'nın, Peygamberimiz can çekerken 'Ah..!
Babacığım ne ızdırap çekiyor' demesi üzerine; Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi
ve sellem); 'bu günden sonra baban ızdırap çekmeyecek' buyurmuştur.[166]
Peygamberimizin ikrarıyla da, bu tür sözlerin ağıt yakmak olmadığı anlaşılmış
olmaktadır.[167]
2. Ailesinin Ağlaması veya
Ağıt Yakması Nedeniyle Ölüye Azap Olunur mu?
Bu konu, sahabeler arasında da, sonraki âlimler
arasında da ihtilaflıdır. Ömer bin Hattab ve oğlu Abdullah ile bazı sahabeler,
ailesinin ağlaması nedeniyle ölünün azap göreceğini söylemişlerdir. -Allah
onlardan razı olsun Âişe validemiz (radiyallâhu anhâ) bu görüşe katılmamış ve;
'Allah Ebû Abdurrahman'a
[168]
rahmet eylesin; o yalan söylemez. Ancak, ya unutmuştur ya da yanlış öğrenmiştir.
O konunun aslı şudur; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem) bir Yahudi
kadının (mezarı) yanından geçti. Ailesi mezarı başında ağlıyordu. Bunun
üzerine; 'Bunlar ölüleri için ağlıyor ama o kabrinde azap görüyor' buyurdu.[169]
Âlimlerin
çoğunluğu, 'Ölümünden sonra kendisi için ağlanmasını ve ağıtlar yakılmasını
vasiyet eden kişi, öldükten sonra ailesinin bu vasiyeti yerine getirmek için,
ağlaması veya ağıt yaktırması durumunda azap görür' demişlerdir. Fakat bu
konuda hiçbir vasiyette bulunmadan Ölen kimse, ailesinin ağlamasından veya
ağıtlar yakmasından dolayı azap görmez. Buna rağmen, 'ailesini bu konuda
eğitmeyerek kusur ettiğinden dolayı, azap görür. Çünkü ailesinden sorumludur'
diyen âlimler de vardır.[170]
Vefat haberi alan akrabaların
-özellikle hanimlarm-yapması gerekenler:
Allah'ın takdirine rıza göstermek, sabretmek ve 'innâ Hllâhi ve
innâ ileyhi râciûn' demek: Yüce Allah; 'Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık
ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle imtihan ederiz;
sabredenleri müjdele. Onlar bir musibete uğradıklarında: «innâ Hllâhi ve innâ
ileyhi râciün - Biz Allah'a altız ve elbette O'na döneceğiz» derler. Rablerinin
mağfiret ve rahmeti onlaradır. İşte onlar hidayete erenlerdir.[171]
Sahibinin methedildiği 'sabır', musibetle
karşılaşıldığı anda gösterilen sabırdır; sonrası bundan farklıdır. Nitekim
günlerin geçmesiyle acılar unutulur, İç rahatlar.[172]
Enes (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) bir kabir başında ağlayan bir kadının yanından
geçti. Ona, 'Allah'tan kork ve sabret' buyurdu. Kadın; 'beni rahat bırak! Benim
uğradığım musibete uğramadm, sen anlamazsın!' dedi. Daha sonra kadına, b Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellemj'di' denildi. Bunun üzerine kadın Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'e geldi; onun yanında kapıcıların olmadığını
gördü ve; 'seni tanıyamadım' dedi. (Peygamberimiz); 'Sabır, musibetle ilk
karşılaşıldığında olur' buyurdu.[173]
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'i şöyle
buyururken işittim; 'musibetle karşılaşan bir Müslüman, Allah'ın söylemesini
emrettiği «innâ lil-lâhi ve innâ ileyhi râciün - Biz Allah'a aidiz ve elbette
O'na döneceğiz» deyip, sonra da; 'Allah'ım, karşılaştığım musibet nedeniyle
beni mükafatlandır ve bana bundan daha hayırlısını ver» derse, muhakkak ki,
Allah ona, ondan daha hayırlısını verir.[174]
Ölüye ağıt
yakmak haramdır. Çünkü bu tür davranışlar, üzüntüyü artırır ve sabrı yok eder.
Ayrıca Yüce Ailah'a teslimiyete, O'nun emrine boyun eğip rıza göstermeye
aykırıdır.
[175]
Ebû Mâlik el-Eş!arî (radiyallâhu anh) anİatıyor; Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Câhiliyet adetlerinden dört şeyi ümmetim
bırakmayacaktır. Bunlar; 'atalarıyla övünmek, soydan dolayı kınamak,
yıldızlarla yağmur istemek ve ölüye ağıt yakmaktır.
Ölüye ağıt
yakan tövbe etmeden ölürse, kıyamet günü üzerinde katranlı elbise ve uyuzlu
gömlekle diriltilir.[176]
Ümmü Atiyye
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sal-lallâhu aleyhi ve sellem)'e
beyat ederken, bizlerden ölüye ağıt yakmayacağımıza dair söz aldı. Bizden beş
hanımın dışında hiç kimse bu sözünü tutmadı..[177]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)
buyuruyor ki; (Ölenlerin arkasından) eliyle yanaklarına vuran, yakalarını yırtan veya cahiliye geleneğiyle yakarışlarda bulunan
bizden değildir.[178]
Yaka yırtmak, ağıt yakarak kişinin elbisesinin üst yaka kısmını
parçalamasıdır. Cahiliye yakarışı İse, ağıt yakıp feryat etmek, ölünün
iyiliklerini söylenerek matem tutmak ve çığlık atmaktır.
Ebû Burde bin Ebi Musa (radiyallâhu anh) anlatıyor; '(Babam)
Ebû Musa çok hastalandı ve bayıldı. Başı, hanımlarından birinin kucağına düştü.
Bunun üzerine hanımlarından biri, çığlık atmaya başladı. Ebû Musa, (bayıldığı
için) onun bu davranışını engelleyemedi. Ayıldığında ise; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ue sellem)'in uzak olduğu bir davranıştan ben de uzağım.
Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bağırıp çağıran, saçını başını
yolan ue üstünü başını yırtan kadınlardan uzaktır' dedi.[179]
Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellemj'e biat
eden hanımlardan biri anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem),
iyilikte kendisine isyan etmeyeceğimize dair bizden söz aldı. Buna göre,
(musibet anında) yüzümüzü tırmalamayacağımıza, feryat ue figân etmeyeceğimize,
yaka yırtmayacağımıza ve saçlarımızı dağıtmayacağımıza dair söz verdik.[180]
Vefat edeni, ailesinden bulunan kimselerin yıkaması,
daha ronra da kefenleyip, cenaze namazını kılarak, defnetmesi gerekir. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kızı Zeynep vefat ettiğinde, onu
yıkayan Ümmü Atiyye ve beraberindeki hanımlara; 'onu üç ueya beş defa
yıkayınız
[181] buyurmuştur.
Vefat eden hanımları, hanımlar yıkar. Bir istisna
olarak, kocası da yıkayabilir. İleride bu konu izah edilecektir.
Cenazelerin yıkanmasıyla ilgili en sahih rivayet,
Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ)'nın naklettiği hadistir. Âlimler bu hadisi
delil almışlardır.
Ümmü Atiyye
(radiyailâhu anhâ) anlatıyor; 'biz kızını yıkarken, Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) yanımıza girdi ve; «[yıkamaya sağdan ue abdest azalarından
başlayınız] onu su ue sidr
[182]
ile üç, beş veya yedi defa yıkayınız. En son yıkamada kâfur
[183]
kullanınız. Yıkamayı bitirdiğiniz zaman bana bildiriniz» buyurdu. Biz yıkamayı
bitirdiğimizde ona haber verdik. Bize izanı
[184]
verdi ve; «bunu ona iç gömleği yapınız» buyurdu.
[185]
Başka bir rivayette Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ), 'biz
Zeyneb'in saçını taradık ve üç bukle yaptık» demiştir.[186]
1. Vefat eden hanımları, hanımlar yıkar. Bunun
İstisnaları ileride açıklanacaktır.
2. Cenaze Yıkayacak Olanlarda Bulunması Gereken
Özellikler:
a) Takva Sahibi Olması: Çünkü takva sahibi kimseler,
Allah'ın koyduğu sınırları ve şeriatın emirlerini daha iyi bilirler ve cenazede
bulunan ayıp ve kusurları gizler, onu kötü sözlerle ve benzeri ifadelerle
anmazlar. Nitekim Peygamberimiz (saîlallâhu aleyhi
vesellem); 'kim, bir Müslüman'ın ayıbını gizlerse;
Allah'a kıyamet günü o kimsenin ayıbını gizler
[187]
'ölülerinizi kötü sözlerle anmayınız
[188]
kuşkusuz onlar önceden yaptıklarıyla karşılaşmışlardır
[189]
buyurmuştur. Ayrıca vefat edenin sırrını korur, gıybetini yapmazlar.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) gıybeti şöyle tanımlamıştır;
'gıybet, hoşlanmayacağı şekilde kardeşini anmandır. Söylediğin şey, kardeşinde
bulunuyorsa, onun gıybetim yapmış olursun; eğer bulunmuyorsa ona iftira etmiş
olursun.[190]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Ölüyü
yıkadıktan sonra, onun sırrını gizleyeni, Allah kırk defa affeder. Allah,
Ölüyü kefenlemene, ince ve kalın saf ipek elbise giydirir. Ölü için kabir
kazıyıp, onu gömene, kıyamet gününe kadar oturacağı bir mesken mükâfatı gibi
mükâfat verir
[191]
buyurmuştur.
a) Cenaze Yıkamayı Bilmesi: Kuşkusuz, cenazeyi
nasıl yıkaması gerektiğini bilen, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj'in
sünnetini uygular ve yıkamayı güzel yapar. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem), kızı Zeyneb'i yıkaması için Ümmü Atiy-ye'yi bu nedenle tercih etmişti.
İbn Abdilber, Ümmü Atiyye'nin vefat eden hanımları yıkamakla görevli olduğunu
belirtmiştir.
Ölü yıkamayı
bilmesi ve takva sahibi olması durumunda, ölüyü ailesinden birilerinin yıkaması
daha evladır. Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj'i, Ali
(radiyallâhu anh) ve yakın akrabaları yıkamıştır.
[192]
Ölü yıkamayı
bilen, ama Ölünün akrabası olmayan kimselerin yıkaması da caizdir. Nitekim
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) kızını yıkamalarını akrabalarından
değil; Ümmü Atiyye'-den istemiştir.
3. Ölünün
Elbiselerinin Çıkarılması ve Avret Yerine Örtü Konması:
'Peygamber
(sallallâhu
aleyhi ve sellemj'in vefatını anlatırken Aişe (radiyallâhu anhâ) şöyle diyor
[193]
'Peygamber (sallal-lâhu aleyhi ve sellem)'i yıkayacakları zaman; «ölülerimizin
elbiselerini çıkardığımız gibi, RasuluUah'ın elbiselerini de çıkaracak mıyız,
yoksa onu elbiseleriyle birlikte mi yıkayacağız, vallahi bilmiyoruz ... »
dediler.
[194] Bu hadis, yıkarken
ölülerin elbiselerinin çıkarıldığına delildir. Ancak ölünün avret bölgesinin
bir örtüyle kapatılması gerekir. Çünkü Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve
sellem), '... hiçbir kadın, başka bir kadının avret yerine bakmasın.
buyurmuştur.
4. Ölünün Saç Örgülerinin Açılması:
Vefat eden kadının, saçı örgülü ise açılması
gerekir.[195] Çünkü, Ümmü Atiyye
{radiyallâhu anhâ), '... RasuluUah'ın fazının saç örgüsünü açıp yıkadılar sonra
da üç bukle örgü yaptılar'
5. Ölüyü
Yıkarken Şefkatli Olunması: Kuşkusuz
ölünün saygınlığı, dirinin saygınlığı gibidir. Nite kim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem), 'Ölünün kemiğini kırmak, dirinin kemiğini kırmak gibidir'
buyurmuştur.[196]
6. Yıkamaya Önce Sidr
[197]
veya Sabunla Başlanması:
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem),«onu su ve
sidr
[198] ile yıkayınız ...»
buyurmuştur.
7. Besmeleden
Sonra, Yıkamaya
Sağdan ve Abdest Azalarından Başlanması,
Abdest azalarından başlanması ifadesi, ölüye
mazmaza yaptırılmasını da içermektedir. Ancak, suyun karnına gitmesinden ve
midesindekileri çıkartmasından ya da ağız suyunun kefenine akmasından endişe
edilirse, ıslak bezle ağzının ve burnunun temizlenmesi daha evlâdır.[199]
8. Suyu saç diplerine ulaştırarak, başının
sidr ile veya sabunlanarak Yıkanması, Saçının Şefkatle Taranması.[200]
9. Suyu sağ omzundan,
sağ ayağına kadar dökerek, önce Sağ Tarafını Yıkamak.
10. Sol tarafı da sağ taraf gibi yıkamak.
11. yanı üzere çevirip, ense, bel ve kalçalarını yıkamak,
12. Saçını Tarayıp, Uç Örgü Yapmak.
Başın her iki tarafından ve ön kısmından saçı örgü yapılır ve
arka tarafına bırakılır. Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ) bir başka rivayette
'... Saçını üç örgü yaptık ve arkasına attık
[201]
demiştir.
13. Son Yıkamada Kâfur
[202]
veya Misk Kokusu Kullanmak:
Ancak ölü, haçta ihramlı iken ölmüş ise, ona koku sürülmez. Bu
konu, hac bölümünde izah edilecektir.
14. Yıkama Sayısı: Ölünün en az bir defa yıkanması
gerekir. En fazla yıkama sayısı ise, temizleninceye kadar yıkanmasıdır.
Yıkamanın tek rakamlı olarak yapılması müstehaptır.
15. Ölüyü yıkayan zaruret olmadığı sürece çıplak elle, ölünün
avret yerine dokunamaz. Ancak eline [eldiven giyerek veya] bir bez parçası
sararak, dokunabilir. Çünkü bakılması haram olan yere, dokunulmasının haram olduğu
gayet açıktır.[203]
16.
Ölünün
tırnağı kısaltılmaz, tüyleri alınmaz.[204]
Asıl olan budur. Ancak, tırnak ve tüylerinin aşırı uzun olması durumunda
kısaltılabilir. Çünkü hayatta iken fıtrata uygun olan budur. Dolayısıyla
ölünün tırnaklarını kısaltmanın, tüylerini almanın bir sakıncası yoktur.
Sonuçta bunlar da şer'î temizlik olup, kirliliği gidermektir. İmam Şafiî bu
görüştedir.
Bu konuya, Hubeyb {radiyallâhu anh)'m
şehit edilmesi olayının anlatıldığı, Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği hadis,
delil gösterilmiştir. '... (Mekke müşriklerine) esir düşen Hubeyb (radiyallâhu
anh)'ı, öldürmeye karar verdiler. Bunun üzerine Hubeyb (radiyallâhu anh),
Hâris'in kız çocuklarının birinden ödünç bıçak aldı ve etek tıraşı oldu ...
[205]Bu hadisten,
Hubeyb (radiyallâhu anh)'ın ölüme hazırlanmak amacıyla etek tıraşı olduğu
anlaşılmaktadır.
Ebû Kalâbe, 'Sa'd, bir ölüyü yıkarken, jilet istedi ve onu tıraş
etti7 demiştir.[206]
Alimler, ölünün tırnağı, saçı veya bir parçası ayrıldığında, ölüyle birlikte
gömülür, demişlerdir.
17. Bazı âlimlere
göre; cenaze yıkandıktan sonra, elleri iki yanına uzatılarak, birleştirilir.
Aynı şekilde ayakları da uzatılır ve birleştirilir.
Topuklar ve dizler birbirine yanaştırılır. Sonra da bir havluyla kurulanır.
Ayrıca bazı âlimler, cenaze yıkanırken karnının mesh edilmesini, herhangi bir
şey çıktığı takdirde de onun temizlenmesini söylemişlerdir.
Aişe (radiyaüâhu anhâ) anlatıyor; 'Bir gün Rasuluîlah (sallallâhu
aleyhi ve sellem), Bakî mezarlığında bir cenazeden geldi, O esnada benim başım
ağrıyordu, bu nedenle 'ahh..,! Başım!' dedim. Bunun üzerine bana; 'zararı yok!
Eğer benden önce ölürsen, seni yıkarım, kefenlerim, cenaze namazını kılarım ve
seni defnederim ...' dedi.[207]
Ölümle
birlikte nikâh akdinin sona ermesi nedeniyle Hanefî mezhebi, erkeğin vefat eden
hanımını yıkamasının caiz olmadığını belirtmiştir.[208]
Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre erkek eline bir bez sardıktan sonra
vefat eden hanımını yıkayabilir.[209]
Rasuluîlah fsaliallâhu aleyhi ve sellem)'in kızını yıkayan Ümmü
Atiyye hadisinde belirtildiği gibi, Peygamberimiz kendi kızını yıkamarruştır.
Ancak, bu işi yapacak hanımlar bulunamadığında veya yıkamayı nasıl
yapacaklarını tam olarak bilemediklerinde, baba, kendi kızını yıkayabilir.
Nitekim bunu yasaklayan herhangi bir delil bulunmamaktadır. Selef-i sâlihînden
bazı kimselerin kendi kızlarını yıkadıkları rivayet edilmiştir. İmam Mâlik ve
imam Şafiî, babanın kendi kızını yıkayabileceğini söylemiştir.
Ebû Hâşim, Ebû Kalâbe'nin kendi kızını yıkadığını
nakletmiştir.
[210]
Ancak yıkamanın, kızın küçük olması durumunda söz konusu olduğu
anlaşılmaktadır.
Âişe (radiyallâhu
anhâ); eğer bu bildiğimi, daha önce bilseydim; (vefatında) Rasuluîlah
(sallallâhu aleyhi ve sellemj'i sadece hanımları yıkardı
[211]
demiştir. Beyhakî der ki; 'Aişe (radiyallâhu anhâ), yıkamayı RasuiullarTın
hanımlarının yapmamasından dolayı üzüntü duymuştur. Bir şeyin yapümamasından
dolayı pişmanlık ve üzüntü duyulması, ancak caiz olan şeylerde olur'. Ebû Bekir
{radiyallâhu anh)'ı vefat ettiğinde, vasiyeti nedeniyle hanımları yıkamıştır.
[212]
İbnü'l-Munzir,
'küçük yaştaki erkek çocuğu hanımların yıkayabilecekleri konusunda âlimler
icmâ etmiştir' der.
El-Hasen el-Basrî, 'Üzerinde [elbise veya örtü gibi]
bir şey bulunan, sütten kesilmiş erkek çocuğunu, hanımların yıkamasında bir
sakınca görmezdi.[213]
Burada belirtilen caizlik, çocukların
şehvet yaşma ulaşmamış olması durumunda söz konusudur. İmam Nevevî'nin
el-Mecmû'-da belirttiği görüşü budur.
Teyemmüm ettirilir, yıkanmaz. Alimler arasındaki iki görüşten
tercih edileni budur. Nitekim bu görüşü, Sinan bin Gurfe hadisi teyit
etmektedir. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), 'erkeklerin arasında vefat
eden bir kadının, mahremi olmaması durumunda «teyemmüm ettirilir yıkanmaz;
aynı durum erkek için de geçerlidir» buyurmuştur.[214]
Elbisenin üzerinden yıkanmasını söyleyenler de
vardır.
Şafiî, Mâlik
ve Ahmed bin Hanbel'e göre, vefat eden kadını yıkayacak hiçbir kadın
bulunamazsa, bir erkek eline -kadının tenini hissetmeyecek şekilde- kalın
bezler sarar ve cenaze örtülü olduğu halde onu yıkar.
[215]
Hayızlı veya cünüp olanların, cenaze yıkamasında bir sakınca
yoktur: Bunu yasaklayan bir delil olmadığından dolayı, caizdir.
Bir kadın, hayızlı veya cünüp iken vefat
etmesi durumunda, tek gusül abdesti aldırılması yeterlidir: Çünkü vefat eden
kişiden, ibadet sorumluluğu kalkar. Nitekim ölünün yıkanması, bir ibadet
olmakla birlikte, dünyadan temiz ve güzel bir halde ayrılması içindir. Bu da,
tek gusül ile gerçekleşir. Ayrıca hayız ve cünüplük gibi, iki nedenden dolayı
gusül abdesti alması gereken kimsenin, tek gusül abdesti alması da yeterlidir.[216]
Ölü
yıkayanın, gusül abdesti alması gerektiğini ifade eden birçok merfu hadis rivayet
edilmiştir. Ancak bu rivayetlerin tamamı zayıftır. Bunlardan birisi, Ebû
Hureyre (radiyaliâhu anh)'ten nakledilen şu rivayettir; Peygamber (saUallâhu
aleyhi ue sellem), «cenaze yıkayan gusül abdesti; cenaze taşıyan namaz abdesti
alsın» buyurmuştur.[217]
Bu rivayet zayıftır.
Her ne şekilde olursa olsun, âlimlerin
çoğunluğu, cenaze yıkayanın gusül abdesti almasını vacip görmemiştir. Bunun
sadece müstehap olduğunu belirtmişlerdir. Sahabelerden birçoğundan da bunun müstehap
olduğu nakledilmiştir.[218]
Hamile vefat ettiği zaman: Hamile vefat ettiğinde,
karnındaki çocuğun canlı olduğu kanaati
ağır basıyorsa, karnı yarılarak çocuk çıkarılır; eğer çocuktan ümit
kesilmişse, karnı yarılmaz. Alimlerin çoğunluğu bu görüştedir.
Cenaze yıkanmadan defnedildiği zaman: Ceset
uğramamışsa, yıkanması için mezarının açılmasında bir sakınca yoktur. Alimlerin
çoğunluğu bu görüştedir. Gerekli durumlarda, mezarın açılıp cesedin
çıkarılması caizdir. Buna Câbir (radiyaliâhu anh)'ın rivayet ettiği sahih hadis
delildir. 'Peygamber (saUallâhu aleyhi ve sellem), defnolunduktan sonra
Abdullah İbni Ubey'in kabrine geldi ve onun çıkarılmasını emretti. Daha sonra
onu dizlerinin üzerine koydu, tükürüğünden ona üfledi ve gömleğini ona giydirdi.[219]
Hamile kadın düşük yaptığında, eğer çocuğu
dört aylıktan fazla ise, yıkanır ve cenaze namazı kılınır. Şayet henüz dört
aylık olmamışsa, yıkanmaz ve cenaze namazı kılınmaz; bu durumda bir beze
sarılır ve defnedilir. Çünkü anne karnındaki çocuğa, dört aydan sonra ruh verilir.
Bu süre dolmadan önce, canlı insan hükmünde değildir; bir nesne ve kan
gibidir.[220]
Hanefi ve Mâlikî mezhebine göre, yıkamanın vacip
olması için çocuğun canlı olarak doğması şarttır. Ölü doğan veya düşük yapılan
çocuklar yıkanmazlar. Ancak isim konulmalıdır. Nitekim kıyamet günü isimleriyle
hoşr olunacaklardır.
[221]
Uhud şehitlerinin anlatıldığı Câbir (radiyaliâhu anh)'m rivayet
ettiği hadiste, Peygamber (saUallâhu aleyhi ve sellem), yıkanmadan ve cenaze
namazı kılınmadan, şehitlerin kanlarıyla defnedilmelerini emretmiştir.
Bu hüküm, sadece savaşta şehit düşenler içindir. Karın ağrısından,
veba salgınından veya boğularak, ya da depremde ölenler, diğer Ölüler gibi
yıkanır ve cenaze namazları kılınır.[222]
Vefat eden kadının yıkandıktan sonra, tek
elbiseyle dahi olsa, bütün bedenini örtecek şekilde kefenlenmesinin vacip olduğu
konusunda âlimler icmâ etmiştir. Ancak kadının kefenlenmesinin, müstehap olan
şekli şöyledir;
1. Kefenin beyaz olması: Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem) 'beyaz elbiselerinizi giyiniz; Çünkü bunlar, elbiselerinizin
en hayırhsıdır. Ve bunlarla kefenleyiniz
[223]
buyurmuştur.
2. Kefenin beş parça olması: Bu konuda zayıf bir
hadis vardır. Leyla Binti Kâif es-Sekafî (radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
'Ra-sûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in kızı Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde,
onu yıkayan kadınlar arasında ben de vardım. RasuluU lah (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'in bize verdiği ilk (kefenlik) peş-temal, sonra gömlek, sonra başörtüsü
sonra da çarşaftı. Bunlarla kefenlendikten sonra, başka bir elbiseyle daha
sarıldı. Bu esnada Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) kapıda oturuyor ve
kefenlikleri tek tek bize veriyordu.[224]
İbnü'l-Münzir
der ki; ilim ehlinden bizim en fazİa öğrendiğimiz, kadınların beş elbiseyle
kefenlenmesidir.[225]
3. Kefende kullanılan kumaşlardan birinin eğer
mümkünse 'hibera
[226]
Kumaşı' Olması:
Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem), sizden biriniz (ailesi fakirse) imkân bulursa,
hibera kumaşıyîa kefenlensin buyurmuştur.
[227]
1. Kadınların ipek
kumaşla kefenlenmesi mekruh olmakla birlikte caizdir. Nitekim kadınların
hayattayken ipekten elbiseler giymesi de caizdir. Ancak kefenin ipekten olması,
israf ve malı zayi etmek olduğu için mekruhtur. Hayattayken giymesi İse, eşine
güzel görünmek olduğundan mekruh değildir.[228]
2. Bazı âlimler, 'evli bir hanım vefat ettiğinde, kefen ve cenaze
masraflarını eşinin karşılaması gerekir1 demişlerdir. Ancak, vefat eden kadının
mirası varsa, ondan karşılanması tercih edilendir.
İbn Hazm der
ki; 'kadının kefen ve kabrinin kazılmasıyla ilgili masraflar, kadının malından
karşılanır. Buna kocası mecbur değildir. Çünkü müslümanların malları, Kuran ve
Sünnet'İn belirttiği şeylerin dışında zorla alınamaz. Nitekim Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve seliem) 'kanlarınız ve mallarınız haramdır/koruma altındadır
[229]
buyurmuştur. Allah Teâla, erkeğe, hanımının nafakasını, giyimini ve barınmasını
sağlamayı farz kılmıştır. Yüce Allah'ın bize hitap ettiği lügatte, kefen
elbise; kabir de barınak olarak isimlendirilmez. (Dolayısıyla erkek hanımının
kefen ve kabir masraflarını karşılamak zorunda değildir).[230]
3. Ölümünden önce bir kadının kendi kefenini hazırlaması
caizdir:
Sehl bin Sa'd (radiyaîlâhu anh) anlatıyor; 'Bir
kadın, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e kenarı dokunmuş bir bürde/şaî
getirdi ve hediye etti. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) de bunu kabul
etti. Çünkü buna ihtiyacı vardı. Başka bir adam, bürdenin çok güzel olduğunu
söyledi ve; 'Ya Rasulullahl
Bunu bana ver' dedi. Orada bulunanlara da; Vallahi ben
bu bür
deyi ancak benim kefenim olsun diye istedim' dedi.[231]
4. Bîr kadın ihramh iken vefat ettiğinde, yıkanır ve İhram
elbisesiyle kefenlenir.
Kadınların cenazenin peşinden gitmeleri mekruhtur. Ümmü Atiyye
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Biz kadınların, cenaze arkasından gitmeleri
nehyedildi. Cenazelerin arkasından gitmek bizlere vacip kılınmadı.[232]
Hadiste geçen 'Cenazelerin arkasından gitmek
bizlere vacip kılınmadı' ifadesi nedeniyle, âlimlerin çoğunluğu, 'nehiy'
lafzının, 'haramlık' değil; 'mekruhluk' ifade ettiğini belirtmişlerdir. Fakat
'nehiy' lafzının zahiri 'haramlık' İfade eder. Ibn Teymiye der ki; 'Cenazelerin
arkasından gitmek bizlere vacip kılınmadı' ifadesinden kasıt, nehyin teyit
edilmediğini belirtmek olabilir. Fakat bu 'haramlığı' ortadan kaldırmaz. Ayrıca
Ümmü Atiyye {radiyallâhu anhâ)'nın bu nehyin, 'haramhk bildiren nehiy'
olmadığını zannetmiş olması da muhtemeldir. Hüccet olan ise, Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'in sözüdür; başkalarının zannı değildir.[233]
Kadınlar cenaze taşımazlar. Cenazenin erkek veya kadın olması
fark etmez. Bu konuda bir ihtilaf yoktur. Nitekim hanımlar, taşıma işinde
zayıftırlar. Ayrıca taşıma esnasında mahrem yerlerinin görünmesi de söz konusu
olabilir. Cenaze taşınırken veya kabre konurken, hanımlardan yardım da istenmez.[234]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in şu
hadisi de bunu teyit etmektedir; 'Cenaze (tabuta) konup, erkeklerin omuzlarında taşındığında; iyi bir kimse ise, «beni (bir an önce)
ulaştırın» der.
[235]
İmam Buhârî
bu hükmü, 'cenazeyi erkekler taşır, hanımlar değil' şeklinde konu başlığı
yapmıştır.
Cenaze namazı farz-ı kifâye'dir. Bazı
Müslümanlar kıldığı zaman, diğerlerinden sorumluluk kalkar. Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'in 'arkadaşınızın cenaze namazını kılınız'
buyruğu bunu ifade etmektedir.
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'e vefat eden biri getirildiğinde, «onun borcu var mıydı;
borcu için geriye bir şeyler bırakmış mı?» diye sorardı. Borcunu ödeyecek bir
şey bıraktığını söylediklerinde, onun cenaze namazını kılardı. Aksi halde
(kendisi kılmaz ve) «arkadaşınızın namazını siz kılınız» buyururdu.[236]
Hanımların bulundukları ortamda cenaze namazı kılınması
durumunda, cenaze namazına katılmaları caizdir. Ancak cenaze namazına katılmak
amacıyla cenaze arkasından gitmeleri caiz değildir.
Abdullah bin Zübeyr anlatıyor; 'Sa'd bin Ebı
Vakkâs (radiyallâhu anh) vefat ettiğinde, Âişe (radiyallâhu anhâ), cenaze
namazını kendisinin de kılabilmesi için cenazenin mescidin içine getirilmesini
istedi. Buna bazı kimseler itiraz ettiler. Bunun üzerine Âişe (radiyallâhu
anhâ); 'insanlar ne de çabuk unutuyorlarl Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) Süheyl İbnü'l-Beydâ'nın namazını mescitte kılmıştı' demiştir.[237]
Bir önceki hadiste, cenaze namazının mescidin içinde kılınmasının
caiz olduğu belirtilmişti. Ancak cenaze namazının, mescidin dışında cenazeler
için hazırlanan yerde kılınması daha faziletlidir. Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'în sünneti ve genel uygulaması
[238]
bu şekildedir.
Birçok âlime göre, cenaze namazına yetinemeyen kişinin, kabrin
üzerine cenaze namazı kılmasında bir sakınca yoktur. Sahabeler, Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve seilem)'e haber vermeden bir erkek veya kadını
defnettiklerinde; Peygamberimiz; «bana onun kabrini gösterin» buyurur ve o
kabre giderek cenaze namazı kılardı.[239]
Kadın cenazesini ortalayarak, erkek cenazesini de başı hizasında
durarak, İmamın cenaze namazını kıldırması sünnettir. Semüre bin Cündüp
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'in
arkasında, loğusalıktan vefat eden bir kadının cenaze namazını kıldım.
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) cenaze namazında onu ortalayarak durdu.[240]
Cenaze imamın önünde düz konur. İmam, kadın
cenazesini ortalayarak durur. Cemaatta imamın arkasında saf tutar.
Hanefî mezhebine göre imam, cenazenin göğsü hizasında durur. Bu
konuda cenazenin kadın veya erkek cenazesi olması fark etmez. Mâlikî mezhebine
göre imam, kadın cenazesinin omuz hizasında, erkek cenazesini ise ortalayarak
durur. Şafiî mezhebine göre imam, erkek cenazesinin göğüs hizasında, kadın
cenazesini ise ortalayarak durur.[241]
Cenaze namazı kılarken cemaatin sayıları az bile
olsa, imamın arkasında
üç saf olmaları
müstehaptir:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Cenaze namazı, Müslümanlardan üç saf olarak kılınan ölüye, (bu namaz Allah'ın
mağfiretini) vacip kılar' buyurmuştur.[242]
Cenaze namazında bulunanların fazla olması,
vefat eden için daha faziletlidir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem), 'sayı/an yüze ulaşan Müslümanlardan bir topluluğun şefaat/dua ederek
kıldığı cenaze namazında, vefat eden kişi hakkındaki duaları kabul edilir.[243]
Birden fazla kadın ve erkek cenazelerin olması
durumunda imam, cenaze namazlarını tek tek kıldırabİleceği gibi, tamamına tek
namaz da kıldırabilir. Bu durumda kadın cenazeleri kıbleye doğru en öne, erkek
cenazeleri ise arkaya doğru saf yapar. Böylelikle imamın hemen önünde erkek,
sonrasında da kadın cenazeler olmak üzere, bütün cenazeler İmamın önünde olur.
Nâfî anlatıyor; 7bn Ömer (radiyallâhu anh), Kendisinin önüne
erkek cenazeleri, kıblenin önüne de kadın cenazeleri dizdi ve dokuz cenazeye
bir namaz kıldırdı. Cenaze namazını tek saf olarak kıldılar, Ömer bin Hattab'ın
hanımı, Ah binti ömrnü Gül-süm'ün cenazesi ile adı Zeyd olan, oğlunun
cenazesini bir araya koydular. O gün, cenaze namazını Saîd bin el-As kıldırdı.
Cenaze namazını kılanlar arasında, îbn Ömer, Ebû Hureyre, Ebû Satd el-Hudrî ve
Ebû Katâde de vardı. Bir adam, çocuğun cenazesinin imamın önüne konulmasına
itiraz etti. Bunun üzerine ben, Ibn Abbâs, Ebû Hureyre, Ebû Saîd ve Ebû Katâde
ye baktım ve «bu durum ne?» diye sordum; «bu sünnettir» dediler.[244]
Taharet, kıbleye yönelmek, avret yerlerini
örtmek gibi diğer farz namazların şartlan, cenaze namazında da şarttır.
Kılınışı şöyledir;
1. Elleri kaldırarak 'ihram tekbiri' alınır. Göğüs
hizasında sağ el, sol elin üzerine konur. Sessizce Fatiha ve bir sure okunur.
İbn Abbâs
fradiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) cenaze
namazına ilk tekbir aldığında ellerini kaldırır; sonrasında kaldırmazdı.[245]
Talha bin Abdullah bin Avf anlatıyor; 'İbn
Abbâs (radiyal-lâhu anh)'m arkasında cenaze namazı kıldım. Fatiha ve bir sûre
okudu.
[246]
Ebû Umâme bin Sehl (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'cenaze
namazında sünnet o!an, İlk tekbirden sonra sessizce Fatiha okumak; sonra da üç
tekbir getirmek ve son tekbirle selam Vermekti.
[247]
2. ikinci tekbirden sonra Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem)'e salavat getirilir:
Ebû Umâme, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in sahabelerinden
birinden naklediyor; 'Cenaze namazında, imamın ilk tekbirden sonra içinden
Fatiha okuması sünnettir. Diğer üç tekbirde ise, Peygamber (sallallâhu aleyhi
ve sellemj'e salavat getirir ve cenazeye dua eder Başka bir şey okumaz. Son
tekbirle birlikte sessizce selam verir.[248]
Peygamberimize getirilen satavâtların en
güzeli, teşehhütte okunan salavattır.
3. Üçüncü ve
dördüncü tekbirler ve sonrasında cenazeye dua
edilmesi: Ebû
Ya'fûr, Abdullah İbni Ebî Evfâ'dan naklediyor; 'Onun, cenaze namazında dört
tekbir getirip, sonrasında da bir süre dua ettiğini gördüm.
[249]Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem), 'cenaze namazı kıldığınızda, cenazeye ihlasla
dua ediniz' buyurmuştur.[250]
Hanefî mezhebine göre, cenaze namazı için niyet edildikten sonra
ilk tekbir getirilir ve 've ceÜe senâuke' ile birlikte subhâneke okunur. Sonra
-eller kaldırılmadan- ikinci tekbir alınır ve Peygamberimize salavat
getiri-Ür/salli-bârİk okunur. Sonra -eller kaldırılmadan- üçüncü tekbir
getirilir ve cenaze duası okunur. Dördüncü tekbirle birlikte selam verilir.[251]
İbn Ömer
(radiyallâhu anh)'ın, cenaze namazı kılarken, her tekbir alışta ellerini kaldırdığı
rivayet edilmiştir.[252]
Aynı şekilde bu, İbn Abbâs (radiyallâhu anhj'tan da rivayet edilmiştir. Görünen
o ki, İbn Ömer (radiyallâhu anh), Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e
uymak için böyle yapmıştır. Çünkü Rasulullah'a tabi olma konusunda, sahabeler
arasında en hassas davrananlardan biri de İbn Ömer (radiyallâhu anh)'tır.
Hakikatte bu konu, oldukça geniştir. İlk tekbirde
elleri kaldırdıktan sonra, diğer tekbirlerde elleri kaldırmanın da, kaldırmamanın
da bir sakıncası yoktur. -En doğrusunu Allah bilir.
Hanefî mezhebine göre cenaze namazında ilk tekbirin dışında
eller kaldırılmaz.[253]
«Allahümme'ğfir
lehu ve'rhamhu ua'fu anhu ve âfihi ue erkim nu-zulehu ve vessi' mudhalehu
ve'ğsslhu bi rnâin ve sekin ue beredin ue nekkihi mine'i-hatâyâ kemâ
yunakkas-sevbu'l-ebyedu mine'd-denesi ve ebdilhu dâren hayran min dârihi ve
ehlen hayran min ehlihi ue zevcen hayran min zevcihi ve kıhi fitnete'l-kabri
ve azâbe:n-nâr»
Allhım! Onu bağışla, ona merhamet eyle, onu affet ue ona afiyet
ver. Vardığı yerde ona ikramda bulun. Girdiği yeri/kabrini genişlet. Onu su,
kar ve doluyla yıka. Beyaz elbisenin kirden arındığı gibi, onu günahlarından
arındır. Ona (dünyadaki) yurdundan daha hayırlı bir yurt, ailesinden daha
hayırlı bir aile ve eşinden daha hayırlı bir eş nasip et. Onu, kabir
fitnesinden ve cehennem azabından koru.[254]
Allahummağfir iihayyinâ ve meyyitinâ ve
sağirinâ ve kebi-rina ve zekerinâ ve ünsenâ. Allahümme men ahyeytehû minnâ
feahyihi ale'l-lslam ve men teveffeytehu minnâ feteveffehû ale'l-îmân.
Allahummelâ tahrimnâ ecrahu ve lâ tudillenâ ba'dehu'.
'Allah'ım, dirilerimizi, ölülerimizi,
burada bulunanlarımızı ve bulunmayanlarımızı, küçüklerimizi, büyüklerimizi,
erkeklerimizi,
kadınlarımızı, bağışla. Allah'ım,
bizden yaşatacaklarını İslam üzere yaşat, öldüreceklerini iman üzere öldür.
Allah'ım, bunun mükafatından
[255]
bizleri mahrum etme. Ve onlardan sonra bizleri saptırma.[256]
4. Cenaze namazında sağa ve sola seiam verilmesi
caiz olduğu gibi, sadece sağa tek selam verilmesi de caizdir:
İbn Mesûd
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâ-hu aleyhi ve sellem)'in
yaptığı, üç haslet vardı. İnsanlar bunları terk ettiler. Bunlardan biri, cenaze
namazında, normal namazlarda selam verildiği gibi; selam vermektir.[257]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem), dört tekbirle cenaze namazı kıldı ve tek selam verdi.[258]
Bu rivayetlere göre, cenaze namazı dört tekbirle
kılınır. Ancak Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in beş tekbirle,[259]
bazı sahabelerin daha fazla tekbirlerle kıldığı da1017 olmuştur.
Cenaze namazında, İmama uymada geciken ve ilk
tekbirlere yetişemeyen kişi, şu üç durumdan birini tercih eder;
1. Cenaze kaldırılmadan
Önce kaçırdığı tekbirleri kaza edecek zaman varsa, kaza eder.
2. Tekbirleri kaza ederken, cenazenin kaldırılmasından
endişe ediyorsa, kaçırdığı tekbirleri peş peşe getirir, daha sonra cenazeye
kısa da olsa dua eder.
3. Zaman yetersizse ve imamla birlikte selam vermek
zorundaysa, imamla birlikte selam verir. Kaçırdığı tekbirleri kaza etmesi
gerekmez. Bu İbni Ömer (radiyallâhu anh)'in görüşüdür. Bu görüşe sahabelerden
muhalefet eden çıkmamıştır veya çıkmışsa da bilinmemektedir.
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallahu
aleyhi ue sellem} 'e, Ensar çocuklarından bir çocuk cenazesi getirildiğinde,
onun cenaze namazını kıldı.[260]
Anne karnında İken, düşük yapılan çocuklar
ise, dört ayı doldurmuş ve üzerinde iseler, yıkanır ve cenaze namazı kılınır.
Çünkü ona ruh verilmiştir ve insan hükmündedir. Ancak, dört ayı doldurmamış
ise, yıkanmaz ve cenaze namazı kılınmaz. Bir beze sarılıp defnedilir.
Hanefî ve Mâliki mezhebine göre, yıkamanın vacip olması için
çocuğun canlı olarak dogması şarttır.[261]
İntihar eden
hakkında âlimlerin iki görüşü arasında tercih edileni, intihar edene müslüman
hükmünün uygulanmasıdır. Bu nedenle cenaze namazının kılınmasında bir sakınca
yoktur. Ancak, âlimler ve örnek alınan faziletli kimseler, benzer durumların
tekrarlanmaması için, intihar edenlerin cenaze namazlarının kılmaması daha
uygundur. Çünkü Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem), intihar edenin namazını
kılmamış; sahabelerine onun namazını siz kılın' buyurmuştur. İmam Mâlik, Ahmed
bin Hanbel ve bazı imamlar bu görüştedir.
Bu hükme, İsyankârlar, büyük günah işleyenler ve bidat ehli de
-bidatlerinden dolayı kâfir olmadıkları sürece- dâhildir. -En doğrusunu Allah
bilir.
Câbir (radiyallâhu anhj'ın naklettiği hadiste, Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem), Uhud şehitlerinin kanlarıyla birlikte,
yıkanmadan ve cenaze namazı kılınmadan defnolunmalannı emretmiştir.[262]
Ancak Ukbe bin Amir (radiyallâhu anh)'ın rivayet ettiği hadiste Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem); 'dirilere ve ölülere veda eder gibi, sekiz pil
sonra, Uhud şehitleri için cenaze namazı kılmıştır.[263]
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, düşman okuyla
öldürülen bir bedevinin cenaze namazını kıldığı rivayet edilmiştir.
[264]Bu
rivayetler, şehitler için cenaze namazının farz olmadığını; kılınmasının da,
kılınmamasının da caiz olduğunu ifade etmektedir.
Başka bir bölgede vefat eden kişiye, vefat ettiği yerde cenaze
namazı kılınmamış olması şartıyla, gıyabi cenaze namazı kılmak caizdir.
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem), Necâşi'nin vefat ettiği gün, onun vefat haberini insanlara
bildirdi. Sonra da, sahabelerimle musallaya çıkıp, saf tutarak, dört tekbirle
cenaze namazı kıldırdı.[265]
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Necâşi'nin
dışında gıyabi cenaze namazı kıldığı bilinmemektedir. Nitekim Necaşî, müşrikler
arasında vefat etmişti. Şayet onlardan herhangi biri iman etmiş olsa dahi, cenaze namazının nasıl kılınacağını bilemezdi.[266]
Hanefî ve Mâlikî mezhebine göre, giyabi cenaze namazı caiz
değildir. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in Necâşi için kıldığı
cenaze namazı sadece ona özgüdür. Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre giyabi cenaze
namazı caizdir. Hanbelî mezhebi gıyabi cenaze namazının kılınabileceği süreyi
bir ayla sınırlamıştır.[267]
Namaz kılmanın nehyedildiği kerahet
vakitleri daha önce belirtilmişti. Bu vakitler, güneş doğarken, tam tepede iken
ve batarkendir. Kuşkusuz buna cenaze namazı da dâhildir. Sahabeler de bunu
böyle anlamışlardır. Sabah namazından sonra Baki mezarlığına bir cenaze
getirildiğinde; İbn Ömer fradiyallâhu anh), cenaze sahiplerine; 'ya cenazenize
hemen namaz kılarsınız; ya da, güneş yükselinceye kadar beklersiniz' dedi.[268]
Ancak kerahet vakitlerinde, cenaze namazının kılınması zaruret halini almış
ise, kılınabilir.
Kadın cenazesinin defni: Kâfir bile olsa, bir cenazenin
defnedilmesi, farzı kîfâyedir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem),
Bedir'de Öldürülen müşriklerin defnedilmesini emretmiştir.[269]
Cenazeyi mezarlığa defnetmek sünnettir: Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem), vefat edenleri Bakî mezarlığına defnederdi. Bu
konudaki rivayetler mütevatirdir. Hiç kimseyi, mezarlık haricinde bir yere
defnettiği seleften nakle-dilmemiştir. Sadece Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem)
kendi odasına defnedilmiştir. Bu sadece
Peygamberimize özgü bîr durumdur ve bu konu da mütevatir olarak nakledilmiştir.
Bu hükümden, savaşta şehit olanlar istisna edilmiştir. Şehitler,
şehit düştükleri yere defnolunurlar; mezarlığa götürülmezler.
Câbir (radiyaliâhu anh) anlatıyor; 'halası, öhud'da şehit
olan babasını ue dayısını, mezarlığa defnetmek için, götürdüğünde; ... Bir
haberci yetişti ve 'dikkat edin! Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve sellem) size,
ölüleri öldükleri yerlere defnetmenizi emrediyor' dedi. Bunun üzerine bizler,
ölüleri (tekrar) eski yerlerine götürdük.[270]
1. Güneş doğarken, tam tepedeyken ve batarken:
Ukbe bin Amir (radiyaliâhu anh) anlatıyor; 'üç
vakitte Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem) bize namaz kılmamızı ve
ölülerimizi gömmemizi nehyetti; Güneş doğarken, yükselinceye kadar; tam tepede
iken, (batıya) meyledinceye kadar; batarken tam batmcaya kadar.[271]
2. Zaruret olmadığı halde, gece defnetmek:
Câbir {radiyaliâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (salhllâhu
aleyhi ve sellem) bir gün hutbe okudu. Sahabelerinden birinin vefat ettiğini ve
bedenini tamamen örtmeyen bir kefene sarılıp geceleyin gömüldüğünü söyledi.
Mecbur kalınmadıkça, cenazenin namazının gece kılınıp, defnedilmesini
yasakladı.[272]
Cenaze namazının gece kılınması durumunda,
katılım az olacağından; gündüz namazı kılınincaya kadar defnedilmesi
nehyedilmiştir. Nitekim insanlar, gündüz kılacakları cenaze
namazında daha canlı olurlar. Sıcak ve benzeri nedenlerden
dolayı, cenazenin değişikliğe uğramasından korkulursa, ışık kullanılarak gece
defnedilmesi ve kabrine konulması caizdir. Ibn Abbâs (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir adamı gece kabre koydu
ve kabrini aydınlattı.[273]
1. Kabrin derin, geniş ve güzel olması müstehaptır.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Uhud
şehitleri hakkında; 'kabir kazınız, geniş, derin ve güzel yapınız..[274]
buyurmuştur
2. Kabirlerde lahit yapmak daha faziletlidir, ancak şak/dere
gibi bir çukur kazılması da caizdir:
Lahit, kabrin içinde kıble tarafına enlemesine
açılan bir oyuktur.[275]
Şak: Kabrin
ortasındaki açıklıktır. Yani toprağı yarmak veya dere yatağı gibi bir çukur
kazmaktır.
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in zamanında
her iki usûlde de kabir kazılmıştır. Ancak mezarda lahit yapmak daha
faziletlidir. Allah Teâla, Peygamberi için lahitli mezar dilemiştir. Enes
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefat
ettiğinde, Medine'de bir adam lahit, başka bir adam da (dere yatağı gibi) kabir
kazıyordu. Bunun üzerine sahabeler, 'Rabbimize istihare yapalım ve her ikisini
de çağıralım; hangisi önce gelirse ona yaptıralım' dediler. Bunun üzerine lahit
yapan önce geldi. Böylelikle Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem'in
mezarı lahitli oldu.[276]
Âmir bin
Sa'd bin Ebî Vakkâs, babasından naklediyor; 'Sa'd bin Ebî Vakkâs (radiyallâhu
anh) ölüm döşeğinde; 'Benim için (kabrimin kıble tarafında) bir lahit açın.
(Beni oraya koyduğunuzda) yan tarafıma, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'e yapıldığı gibi kerpiçler dikip sıralayın' dedi.[277]
Daha önce de belirtildiği gibi, toprak yumuşak olduğu durumlarda
dere gibi bir çukur kazılması/şak yapılması da caizdir.
1. Kadınların, cenaze defninde bulunmaları caiz değildir.[278]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)
zamanından günümüze kadar, uygulanarak devam edegelen usul, defin işlerini
erkeklerin yapmasıdır. Çünkü erkekler bu görevi yerine getirmede daha
güçlüdürler. Şayet hanımlar bu görevi üstlenecek olsa, yabancıların bulunduğu
ortamlarda vücutlarının açılması söz konusu olabilir. Dolayısıyla bu caiz
olmaz. Bu konuda en açık delil, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve selİem)'in
kızını defnetmesi için, hanımları değil; Ebû Talha (radiyallâhu anh)'ı
görevlendirmiş olmasıdır. Bu konu gelecek konularda açıklanacak.
2. Kadın cenazeyi
kabre koymada en evlâ olanlar:
a) Mahremi
[279]
Çünkü Yüce
Allah; "akraba olanlar, Allah'ın Kitâb'ında birbirlerine daha
yakındırlar" buyurmuştur. Ayetin İfadesi genelük bildirmektedir.
Abdurrahmân bin Ebzâ anlatıyor; 'Ömer bin
Hattâb (radiyallâhu anh), Zeyneb binti Cahş'ın cenaze namazını dört tekbirle
kıldırdı. Sonra Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in hanımlarına onu
kabre koymaları için haber gönderdi. Bunun üzerine
Peygamber hanımları; 'dünyada onun hayatına giren,
onu kabre koyar' dediler.[280]
b) Kocası: Kocası, yabancıdan daha yakındır. Daha önce zikrettiğimiz
hadiste, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Aişe validemize; 'Eğer
benden önce ölürsen, seni yıkarım, kefenlerim, cenaze namazını kılarım ve seni
defnederim ...' demiştir.
3. Vefat eden kadının mahreminin veya kocasının
bulunmaması durumunda, ölüyü kabre koyması için, o gece eşiyle ilişkiye
girmemiş olan kişiler tercih edilir. Şayet ölen kadının mahremi veya gün
içerisinde eşiyle ilişkiye girmiş olan birisi ise, ilişkiye girmemiş olan
yabancı tercih edilir.
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasuiullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'in kızının defnine şahit olduk. Rasuiullah kabrin
üzerine oturmuştu, gözlerinden yaşlar akıyordu. «Aranızda bu gece, eşiyle
ilişkiye girmeyen kim?» diye sordu. Ebû Talha; «ben» dedi. «o halde, onu kabre
sen indir» dedi. Bunun üzerine Ebû Talha, onu kabre indirdi ve defnetti.[281]
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rîka vefat
ettiğinde, Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'bu gece eşiyle ilişkide
bulunmuş olan kişi kabre indirmesin' buyurdu.[282]
1. Cenazenin
kabre ayakucu tarafından indirilmesi sünnettir:
Ebû Ishâk anlatıyor; 'El-Haris, cenaze namazını Abdullah b.
Yezid'in kıldırmasını vasiyet etti. Bu nedenle cenaze namazını o kıldırdı.
Sonra onu kabrin ayakucu tarafından kabre indirdi ve «bu sünnettendir» dedi.[283]
2. Cenaze kabre, yüzü kıbleye doğru olacak şekilde sağ
yanı
üzere
konur: Peygamberimiz (saîlallâhu aleyhi ve selem in zamanından günümüze kadar
Müslümanları defni bu şekilde yapmaktadırlar.
3. Cenazeyi kabre koyan; 'bismillah ve ala sünneti [veya
mîlleti] Rasulillâh /Allah'ın adıyla ve RasuîuUah'ın sünneti [veya dini] üzere
(cenazeyi kabre koyuyoruz)
[284]
der.
4. Kadın cenaze
defnolunana kadar, kabrinin üzeri Örtülür mü?
Bu konuda zayıf hadis vardır. Ancak ibn Kudâme bu
konuyla ilgili olarak şu değerlendirmede bulunmuştur; 'Kadının kabrinin bir
örtüyle örtülmesinin müstehap olduğu konusunda ilim ehli arasında bir ihtilaf
bilmiyoruz. Çünkü kadın avrettir. Kabre indirilirken herhangi bir tarafının
açılmayacağından emin olunamaz. Açılması durumunda ise, orada bulunanların
görmesi söz konusu olur'. Daha sonra Ibn Kudâme bu konuyla ilgili, Ömer ve Enes
(radiyallâhu anhumâ)'dan rivayetler nakleder.[285]
5. Lahit kapatıldıktan sonra
üç avuç toprak serpmek müste haptır:[286]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasuiullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) bir cenazenin namazını kıldı. Sonra ölü (mezara) getirildi.
Rasuiullah baş tarafına üç defa (toprak) serp
6. Kabrin yerden
bir karış
kadar yükseklikte ve üzerinin kavisli
[287]
olması:
Câbir (radiyailâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (saUallâhu
aleyhi ve sellem)'e lahit yapıldı. Üzerine kerpiçler dikilip sıralandı. Ve
kabri yerden bir karış kadar yükseltildi.[288]
Süfyân et-Temmâr anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'in kabrinin yerden biraz yükseltilerek üzerinin kavisli/ deve hörgücü
gibi olduğunu görmüştür.[289]
7. Taş veya benzeri şeylerle kabri belirlemek:
El-Muttalib bin Hantab (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Osman b. Mazûn öldüğünde, cenazesi (evinden) çıkarılıp (Bakî
mezarlığına) gömüldü. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir adama
(büyükçe) bir taş getirmesini emretti. Fakat adam taşı kaldıramayınca,
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) taşın yanına gidip, kollarını sıvadı.
Sonra da, o taşı getirip, (cenazenin) başucuna koydu ve; «Kardeşimin kabrini bu
taşla tanırım ve ev halkından ölenleri de onun yanma defnederim» buyurdu.[290]
1. Zaruret
halinde, kadınla
erkeği birlikte defnetmek caizdir:
Vasile bin el-Eska' (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Erkekler ve hanımlar birlikte defnedilecekleri zaman, kıbleye doğru
önce erkeği, arkasına da kadını koyardı.[291]
İmam Şafiî
der ki; 'kadınla erkeğin aynı mezara defnedilmesini hoş görmüyorum. Şayet buna
mecbur kalınmış ve başka çare yoksa, kabirde erkek öne, kadın arkaya konur ve
aralarına toprakla bir perde fduvar) yapılır.[292]
2. Müslümanla
evli, hâmile, ehl-i kitaptan bir kadın vefat ettiğinde nereye gömülür?
İmam Ahmed
bin Hanbel der ki; 'Müslüman mezarlığryla, ehl-i kitap mezarlığı arasına
defnolunur. Kadın, kâfir olduğu için, müslümanların mezarlığına defnolunmaz.
Çünkü onun azabından dolayı müslümanlar rahatsız olur. Kâfirlerin mezarlığına da defnolunmaz. Çünkü çocuğu müslüman'dır ve kâfirlerin
azaplarından rahatsız olur. Bu nedenle, yalnız bir yere defnolunur. Mezara
konurken, karnındaki çocuğun sağ tarafı üzerine gelmesi, yüzünün de kıbleye
doğru olması için, sol tarafı üzere sırtı kıbleye gelecek şekilde konur. Çünkü
karnındaki çocuğun yüzü, kadının sırtına doğrudur.[293]
1. Erkeklere olduğu gibi, hanımlara da cenaze sahiplerine
taziyede bulunmak, acılarını hafifletmek, onları Allah'ın takdirine razı olmaya
ve sabra teşvik etmek meşru kılınmıştır. Bunlar, Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'den nakledilen davranışlardır. Taziyede bulunanlar,
imkânları nispetinde bu amaçları gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Şeriata aykırı
davranışlarda bulunmamalıdırlar. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'Bir musibete uğrayan mümin kardeşini taziyede bulunana Allah yeşil
bir cübbe giydirir. Kıyamet günü (o kişi) bununla mutlu olur. Orada bulunanlar,
«bundaki mutluluk nedir?» derler; «ona gıpta edilmesidir» buyrulur.[294]
Taziyede söylenenle ilgili rivayet:
Liîlâhi mâ ahaze ve leh ûmâ a'tâ ve kullu şeyin indehû bi
ecelin musemmâ ... feltasbir, veltahtesib Allah'ın aldığı ve
verdiği her şey kendisine aittir. Her şeyin, Allah katında belirli bir eceli
vardır. 'Sabret[meli]sin ve sevabını arzula[malı]sın!.[295]
2. Taziye için matem mekânlarında toplanılması,
erkeklere de, hanımlara da mekruhtur. 'Çünkü bu, hüznü artırır ve külfet
oluşturur.[296] Cerîr bin Abdillah
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'biz ölünün evinde toplanılmasını ve yemek
yapılmasını, ölü için dövünmek!niyâhat olarak görürdük.[297]
Dolayısıyla matem yerlerinde, bu tür toplantılar düzenlemek, taziyenin meşruiyetine
uymaz. Çünkü taziye, başsağlığı dilemek için meşru kılınmıştır.
3. Cenaze ailesinin, taziyeye gelenler için yemek
hazırlaması -bir önceki hadisten dolayı- mekruhtur. Aynı zamanda sünnete
aykırıdır. Çünkü sünnet olan, cenazenin akrabalarının ve komşularının, cenaze
ailesi için yemek hazırlamalarıdır.
Abdullah bin Ca'fer (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulul-lah (sallallâhu aleyhi ve seilem) Cafer'in ailesi için
yemek hazırlayınız. Çünkü onların başına, kendilerini meşgul eden bir iş
gelmiştir
[298] buyurdu. Bu rivayet
zayıf olmakla birlikte, Aişe (radiyallâhu anhâj'nın rivayetiyle teyit
edilmiştir. Âişe {radiyallâhu anhâ) kendi ailesinden biri vefat ettiği zaman,
bir çömlek bulamaç pişirilmesini emrederdi. Sonra da tirit yapılır; bulamaç
onun üzerine dökülürdü. Daha sonra da Âişe (radiyallâhu anhâ) oradaki kadınlara
«bundan yiyiniz; çünkü ben Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'i;
«bulamaç hastanın kalbini rahatlatır ve üzüntüyü hafifletir» buyururken
işittim' derdi.[299]
Hanımların kabir ziyareti konusunda, âlimler farklı görüşler
belirtmişlerdir. Bunları üç başlıkta özetlemek mümkündür;
1. Haram.
2. Mekruh [Ahmed bin Hanbel'den nakledilen bir rivayete
göre].
3. Mubah [İmam Mâlik ve Bazı Hanefiler İle
Ahmed bin Hanbel'den nakledilen başka bir rivayete göre].
Tercih edilen görüş ise, delillerin doğrultusunda
olandır. Yani, haramlardan sakınmak şartıyla, hanımların öğüt almak ve âhireti
hatırlamak için kabir ziyaretinde bulunmaları caizdir. Bunun delilleri;
1. Daha önce zikredilen Enes (radiyallâhu anh)'in rivayet ettiği
hadisin ihtivası. Çünkü bu hadiste, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
seilem) ağlayan kadını, kabir ziyaretinden nehyetmemiştir.
Enes (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve seilem) bir kabir başında ağlayan bir kadının yanından
geçti. Ona, 'Allah'tan kork ve sabret ' buyurdu.[300]
2. Aişe (radiyallâhu anhâ)'nın, kardeşinin kabrini ziyaret etmiş
olması.
İbn Ebî
Müleyke (radiyailâhu anh) anlatıyor; 'Âişe (radiyallâhu anhâ) bir gün
mezarlıktan geliyordu. Ona; «ey müminlerin annesi! Nereden geliyorsun?» dedim.
«Kardeşim Abdurrahman bin Ebî Bekr'in kabrinden» dedi. Ben; «Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve seilem) kabir ziyaretini yasaklamış değil miydi?» dedim.
O; «Evet, önce yasaklamıştı, ama daha sonra ziyaret edilmesini emretti» dedi.[301]
3. Âişe (radiyallâhu anhâ), Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
seilem)'e; [Mezarlığa girdiğimde] ne söylemeliyim, Ya Rasu-lalîâh?» diye
sorduğunda ona;
Es-selâmu aleykum ehle'd-diyâri mine'l-Muminîne ve'l-Müslimİn.
Yerhamu'l-lâhi'l-müstekdimîne ve'l-muste'hirîn. Ve innâ in şöellâhu le-lâhikûn
- Selam size ey bu diyarın mümin ve müslüman halh! Allah öncekilere de,
sonrakilere de rahmet eylesin. Bizler de inşallah (yakında size) katılacağız.[302]
4. Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem);
'sizlere kabir ziyaretini yasaklamıştım; Artık ziyaret edebilirsiniz'
buyurmuştur. Bu ifadesinde Peygamberimiz, kadın erkek ayırımı yapmamış, genel
olarak müsaade etmiştir.
1. Kadınların, mezarlığa gitmeleri durumunda, bağırma, nedamet
duyma, yakınma, dövünme, ölüye methiyeler dizme gibi farklı bidat ve haramlar
medyana geliyorsa, kadınlara mezar ziyareti haram olur.
2. Kadınların, mezarlığa gitmeleri durumunda, salihlerin ve
velilerin mezralarına gidip, onlardan sıkıntılarının giderilmesini,
ihtiyaçlarının karşılanmasını istemeleri ve benzeri dileklerde bulunmaları
şirktir. Hiç kuşkusuz bu gibi durumlarda kabir ziyareti
haram olur.
3. Kadınların,
toplantı ve bayram günlerinde olduğu gibi, kabir ziyareti için bir gün
belirlemeleri bidattir.
4. Kadınların,
açık ve dekolte kıyafetlerle, süslenerek, koku sürünerek mezarlığa gitmeleri
caiz değildir.
1. Müslümanların o kadın için dua etmeleri:
Yüce Allah; "Onlardan sonra gelenler: Rabbimiz! Bizi ve
bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla! Kalbimizde iman edenlere karşı,
hiçbir kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin derler.[303]
Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem};
'Müslüman bir kişinin, kardeşine gıyabında yaptığı dua kabul edilir.[304]
2. Geride bıraktığı
borcun, herhangi biri tarafından ödenmesi:
Borçlu olarak vefat eden bir adamın cenazesi Peygamberimiz
(sallaüâhu aleyhi ve sellem)'e getirildiğinde; '... Bunun borcu var mı?' diye
sordu; 'Evet' dediler. 'Geriye bir şey bıraktı mı?' diye sordu; 'hayır'
dediler. (Öyleyse); 'Arkadaşınızın namazım siz kılınız' buyurdu. Bunun üzerine
kendisine Ebû Katâde denilen, Ensar'dan bir adam kalktı ve; 'Borcunu ben
üstleniyorum, namazını sen kıldır, (Yâ Rasulullah)' dedi. Bu söz üzerine ölen
şahsm cenaze 'namazını kıldırdı.[305]
3. Oruçlarını, Velisinin Kaza Etmesi:
Peygamberimiz {sailallâhu aleyhi ve sellem);
'üzerinde oruç borcu bulunarak ölen kimsenin, oruçlarını velisi tutar' buyurmuştur.[306]
Bu hüküm, Ramazan ve adak oruçların kazasını içerir.
Hastalık, yolculuk, yaşlılık gibi serî mazeretler sonucu oruç
tutamayanlar, kaza etme imkânı bulamadan vefat ederlerse, ne fidye, ne de
velinin kazası gerekmez. Şartlan oluşmadığı zaman hac ibadetinin sakıt
[307]
olması gibi, oruçta sakıt olur. Hiçbir serî mazeretleri olmaksızın oruç
tutmayanlar, kaza etme imkânı bulamadan vefat ederlerse, Hanefî, Şafiî ve
Mâliki mezhebine göre velisi onun yerine oruç tutamaz. Çünkü oruç ibadeti,
namaz gibi bedeni bir ibadettir. Bu durumdaki kişiler, öldüğü zaman malının
üçte birinin fidye olarak verilmesini vasiyet etmelidir. Vasiyet etmesi
durumunda mirasçılarının bu vasiyeti yerine getirmeleri vacip olur. Vasiyet
etmemesi durumunda, mirasçıların ölü adına oruç tutmak veya fidye vermek
zorunlulukları yoktur. Nitekim Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur; 'Hiç kimse bir başkasının
yerine namaz kılamaz. Hiç kimse başkasının yerine oruç tutamaz. Ancak onun
yerine her gün İçin bir mudlölçek buğday (fidye) verebilir.[308]
4. Adağının Kaza Edilmesi:
Sa'd bin Ubâde (radiyallâhu anh), Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'e; 'annem üzerinde adak borcu olduğu halde öldü?'
deyince, ona; b halde sen kaza et' buyurdu.[309]
5. Hayırlı çocuklarının yapacağı, hayırlı ameller:
Yüce Ailah; 'İnsana ancak kendi yaptığının karşılığı vardır
[310]
buyurmuştur. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'İnsanın yediği
şeylerin en temizi kendi kazanandan olanıdır ve kişinin çocuğu kendi kazanandandır'
buyurmuştur.[311]
6. Geride bıraktığı ilim, hayırlı evlat ve
sadaka-i cariyeler:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Bir
insan öldüğü zaman, üç şey haricinde amel defteri kapanır. Bunlar, sadaka-i
câriye/devam eden hayırlar, istifade edilen ilim, kendisine dua eden evlattır.[312]
Yüce Allah; 'İnsana ancak kendi yaptığının karşılığı vardır
[313]
buyurmuştur. Bu âyete göre, yukarıda zikredilenlerin dışında, dirilerin yaptığı
hiçbir şeyin ölülere faydası olmaz. Ayette belirtilen hüküm asıldır;
delillerle farklılık belirtilmediği sürece hüküm asıl üzere verilir. Bu
nedenle, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem)
ümmetini,
okudukları Kurân'ın sevabını ölülerine bağışlamaları için bir teşvikte
bulunmamıştır. Bildiğimiz kadarıyla, hiçbir sahabeden buna benzer bir şey
nakledilmemiştir. Ancak peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem),
ölülerinizin affedilmesi için dua ediniz buyurmuştur; 'Kardeşiniz için
bağışlanma ve sebat dileyiniz. Çünkü şu an o sorguya çekilmektedir.[314]
Kıraatin, ölüye bir faydası olmaz. Bu, Şafiî mezhebinin görüşüdür.
Âlimlerin çoğunluğu bu görüşe muhaliftir. En doğrusunu Allah bilir.
İhdâd, men
etmek, engellemek demektir. Kadının, yas tutması; süslenmemesi, koku
sürünmemesi, cinsel isteği uyandıran her şeyden uzak durması ve evlilik
tekliflerini kabul etmemesidir. Buna Arabça da 'ihdâd' denir.
1. Kadının, vefat eden kocası için yas tutması:
Kocası vefa eden kadının, dört ay, on gün yas tutması farzdır.
Çünkü Yüce Allah; 'İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler, dört ay on gün
beklerler.[315]
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ıBir kadın, Rasulullah {sallallâhu aleyhi ve
sellem)'e geldi ve; «Ya Rasulullah! Kızımın kocası vefat etti Gözlen ağrıyor,
ona sürme çekebilir miyim?» dedi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) iki
veya üç defa; «hayır» dedikten sonra; «iddeti, dört ay, on gün [beklemelidir]
buyurdu.[316]
İbn Kudâme,
İbn'ul-Kayyim el-Cevzî ve diğer âlimlerin de naklettiği gibi, birçok âlim bu
görüştedir.
Cinsel ilişkide bulunmadan önce kocası vefat
eden, küçük yaştaki kadının yas tutması: İster küçük, ister büyük yaşta olsun,
cinsel ilişkiye girilmiş veya girilmemiş olsun, kocası
vefat eden kadının yas tutmasını/iddet
beklemesini, âlimlerin geneli vacip kabul etmiştir.
2. Vefat eden bir yakınından dolayı kadının yas tutması:
Bir kadın, kocasının dışında bir yakını
için üzüntü ve kederinden doiayı, üç gün yas tutabilir. Ancak, üç günden daha
fazla yas tutması caiz olmaz. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'Allah'a ve âhiret gününe
İman eden
bir kadının, kocası dışında biri için üç günden fazla yas tutması helal
değildir' buyurmuştur.[317]
Kadının, eşi dışında bir yakını İçin yas tutması mubah olmakla
birlikte, eşi onunla ilişkide bulunmak istediği takdirde, eşine 'hayır' demesi
heial olmaz.[318]
3. Yas tutan hanımların sakınması gereken durumlar:
Ümmü Atiyye
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; Vç günden fazla yas tutmamız yasaklandı. Bir
kadın sadece kocası için dört ay on gün yas tutar. Yasta iken, sürme çekmez,
koku sürünmez, boyalı elbise giymezdik. Sadece (Yemenin) asb elbisesinden
giyerdik. Ve hayızdan temizlendiğimizde yıkanırken, kustu ezfâr kokusundan
sürünmemize ruhsat verilmişti. Cenazelerin peşinden gitmemizde, yasaklanmıştı.[319]
Bu ve benzer hadislerin ifade ettiği, yas
tutan hanımların sakınmaları vacip olan hükümler;
1. Sürme Çekmek: Yas tuttukları sürece tedavi amaçlı dahi olsa,
kadınların sürme çekmeleri caiz değildir. Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ)'ın
rivayet ettiği hadiste, gözünden şikayet eden bir kadının sürme çekmesine
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem) izin vermemiş ve «hayır, sürme çekemez» buyurmuştur.[320]
Yüce Allah, yas tutan müslüman erkekler ve hanımlar için,
sürme dışında ilaçlar nasip etmiştir. Damla, merhem gibi. Dolayısıyla,
hastalığı mazeret göstererek, yasta iken, sürme kullanmanın bir mânâsı yoktur.
-En doğrusunu Ailah bilir.
2. Koku Sürünmek: Yas tutan hanımların, koku
sürünmeleri haramdır. Bu konuda hiçbir ihtilaf yoktur. Buna, Ümmü Habîbe
(radiyaliâhu anhâ)'nın, babası Ebû Süfyân'm ölümüne yas tutarken (üçüncü günün
dolmasıyla birlikte) koku isteyip sürünmesi
[321]
de delildir.
Yas tutan hanımların hayızdan temizlenirken, kan
kokusunu gidermek İçin, kan izinin bulunduğu yerlere koku sürmelerine izin
verilmiştir. Bu izin, kendilerinin koku kullanması için değildir. Ümmü Atiyye
(radiyallâhu anhâ)'nın «kustu ezfâr kokusundan sürünmemize ruhsat verilmişti»
sözüyle kastettiği şey, tütsü veya kendilerince bilinen bir kokudur.
3. Kına, Makyaj ve Boya Kullanmak: Ümmü Seleme (radiyallâhu
anhâ) anlatıyor; 'Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) «kocası vefat
eden bir kadın, aspurla ve kırmızı çamurla boyanmış elbise giyemez. (Altın ve
gümüş) zînet takmamaz/süs-lenemez ve sürme çekemez» buyurmuştur.[322]
İbnü'l-Münzir;
'yas tutan kadının, makyaj yapmasının, 'zinet takınamaz' yasağının kapsamında
olduğuna dair bir ihtilaf bilmiyorum' demiştir.
Kına ve boya kullanmak, makyaj olarak isimlendirilen şeylere
dâhildir. İbn Kudâme der ki; 'Yas tutan kadının, yüzüne allık sürmesi, fondöten
kullanması, yüzüne ve eline nakış yapması, yüzünü güzelleştirecek ve
yumuşatacak krem ve benzeri makyaj malzemeleri kullanması haramdır.[323]
4. Boyalı, aspurlu
[324]
kırmızı çamurla boyalı elbise giymek:
Ümmü Atiyye
(radiyallâhu anhâ); '...Sadece (Yemenin) asb elbisesinden giyerdik...'
demiştir.
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (saİlallâhu aleyhi ve sellem), «Kocası
vefat eden bir kadın, aspur-la ve kırmızı çamurla boyanmış elbise giyemez.
(Altın ve gümüş) zınet takmamaz, süslenemez ve sürme çekemez» buyurmuştur.[325]
Her İki hadiste de, yas tutan kadına, kırmızı, san, yeşil, mavi
gibi, çekici ve süslü olması için, renklendirilmiş bütün elbiseler nehyedilmiştir.[326]
Yemen bürdelerinden
[327]
olan, asb elbisesine izin verilmiştir. Bu elbise, Önce örülür, sonra boyanır,
daha sonra da dokunur.
Alimler, yas tutan kadının beyaz renkli elbise
giymesine ruhsat vermişlerdir. Çünkü bunu engelleyen herhangi bir nas yoktur.
İbnü'l-Münzİr, 'kendilerinden ilim öğrendiğim herkes, beyaz elbisenin
giyilmesine ruhsat vermiştir' der.
5. Takı Takmak: Yas tutan kadının, yüzük, kolye ve benzeri altın
ve gümüş takılar takması haramdır. İmam Mâlik; 'kocasının vefatından dolayı yas
tutan kadın, yüzük, halhal gibi hiçbir takı takamaz' der.[328]
1. Tırnaklarına manikür yapması.
2. Koltuk altı ve etek tıraşı olması.
3. Sabunla yıkanması.
Yas tutan kadının bunları
yapmasında bir sakınca yoktur. Kokulanmak amacı olmadığı sürece sabunla
yıkanabilir.
Ibn Kudâme; 'Yas tutan kadının,
tırnaklarına manikür yapması, koltuk altı ve etek tıraşı olması, alması mendup
olan kıllarını alması, sidrle yıkanması ve taranmasına bir engel yoktur. Çünkü
buniar temizlik amaçlıdır, kokulanmak amaçlı değildir' der.
4. Saç yağıyla, saçı yağlamak.
Süslenmek ve kokulanmak amacıyla olmadığı takdirde, saçı
yağlamak caizdir. İmam Mâlik, 'kocası vefat eden kadın, içinde koku bulunmayan
yağlar ve benzeri şeyler sürünebilir' der.
İddet:
Kocası vefat eden veya kocasından boşanan kadının, tekrar evlenebilmesi için
beklemesi gereken süredir.
Kocası vefat eden kadının beklemesi gereken süre, daha önce de
belirtildiği gibi, dört ay on gündür.
Bu konuda Rasulullah (saİlallâhu aleyhi ve
seliem)'den sahih olarak nakledilmiş 'merfü bir hadis' yoktur.
Kocası vefat eden kadının, iddet süresini dilediği yerde geçirebileceği,
Ali, İbn Abbâs, Aişe ve Câbir bin Abdillah (radiyallâhu anhum)'dan, sahih
olarak nakledilmiştir.
Ömer bin
Hattab ve oğlu Abdullah ile İbn Mesûd (radiyallâhu anhum)'un, 'kadın, iddetini
kocasının evinde bekler' dedikleri sahih olarak nakledilmiştir.
Tercih edilen görüş ise birincisidir. Çünkü bu
konuda 'sahih, merfû' bir delil bulunmamaktadır. -En doğrusunu Allah bilir.
Kocası vefat eden hamile kadının iddet süresi, doğum yapıncaya
kadardır. Çünkü Yüce Allah; '... hamile olanların iddeti, doğurmaları ile
tamamlanır.[329] buyurmuştur.
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Benî Eşlem'-den Sübey'a adında bir kadm hamile
iken kocası ölmüştü. Benî Abdi'ddâr'dan Ebu's-Senâbii İbn Ba'kik, kadınla
evlenmek istedi. Kadm onunla evlenmek istemedi. Adam; Vallahi, iki müddetin
sonuncusuna kadar iddet beklemedikçe evlenmen caiz değil' dedi. Kadın,
kocasının vefatından kırk gün sonra doğum yaptı. Daha sonra da Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellemj'e gelerek durumunu sordu. Rasulullah (sallallâhu
aleyhi vesellem): 'Evlen buyurdu.[330]
Zekât: Belirli oranda, belirü mallarda, belirli vakitlerde, belirli
kimselere verilen hissedir.
Mallardan verilen bu miktarın zekât
olarak isimlendirilmesi, verildiği mallan artırmasından dolayıdır. Bu, mânâ
itibariyle artması ve afetlerden korunmasıdır. Çünkü zekât verenin nefsi de
arınmış olmaktadır. Nitekim Yüce Allah; 'Mallarının bir kısmını, kendilerini
temizleyip arıtacak sadaka olarak al, onlara dua et; senin duan onlar için bir
güvendir
[332] buyurmuştur.
Zekât, İslâm'ın beş rüknünden biridir. Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); "islam beş şey üzerine bina edilmiştir; Allah'tan başka
ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun resulü olduğuna şahadet etmek, namaz
kılmak, zekat vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucu tutmak.[333]
Zekât, Kurâni Kerîm'de 82 defa namazla birlikte zikredilmiştir. Yüce Allah
zekâtı, Kuran, (sünnet ve ümmetin icmâsıyla) farz kılmıştır.[334]
1. Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Altın ve gümüşü biriktirip
Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem
ateşinde kızdmldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtlan
onlarla dağlanacak, "Bu, kendiniz için biriktirdiğinizde; biriktirdinizi
tadın" denecek.[335]
2. Ebû Hureyre {radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve seîlem); «Allah'ın, kendisine mal verdiği bir kimse, o
malın zekatını vermezse; kıyamet günü bu malı, sahibi için çok zehirli erkek
yılan suretine çevrilir. Bu yılanın iki gözü üzerinde iki nokta vardır. Kıyamet
günü sahibinin boynuna dolanır. Sonra yılan ağzıyla, sahibinin çenesini iki
tarafından yakalar ve; «ben senin malınım; ben senin hazineniml» der. Daha
sonra Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu âyeti okudu; "Allah'ın
bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için
hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötüiü-ğünedir. Cimrilik
yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına sarılacaktır. Göklerin ve yerin
mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.[336]
Ali bin Ebî Talip (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «iki yüz dirheme sahip olduğunda,
üzerinden bir yıl geçmişse; beş dirhem (zekât) vardır. Yirmi dinarın
olmadıkça, sana -altında- zekat düşmez. Yirmi dinara sahip olduğunda, üzerinden
bir yıl geçerse, yarım dinar (zekât) vardır' buyurmuştur.[337]
Altın ue gümüşün zekatı iki şartla oluşur;
1. Nisap miktarına ulaşması.
2. Nisap miktarına ulaştıktan
sonra üzerinden bir hicri yıl geçmesi ue bir yıl süresince nisap miktarında
kalması.
Altının nisap miktarı 20 dinardır. Bu miktar;
a) 24 ayar, 85 gr. altına eşittir.
b) 21 ayar, 97 gr. altına eşittir.
c) 18 ayar, 113 gr.-altına eşittir.
Gümüşün nisap miktarı 200 dirhemdir. Bu miktar, 595 gr.
gümüşe eşittir.
Nisap miktarına ulaşmış ue üzerinden bir yıl
geçmiş, altın ve gümüşte zekât oranı % 2,5'tur.
Banknot, nakit niteliğindedir. Banknot kıymeti,
altına en-dekslenerek hesaplanır. Buna göre, altının nisap miktarına ula-Şip,
üzerinden bir yıl geçmesi durumunda zekâtının uerilmesi farz olur. Örnek:
Soru: 200.- Y. Türk Lirasına sahip olan ve üzerinden
bir tam yıl geçen kimsenin zekâtı ne kadardır?
Cevap: 24 Ayar altının nisap miktarı 85 gramdır. Bir
gram altın 17.- YTL. olduğu uarsayıldığında;
YTL.'ye göre
nisap miktarını; [altının gramı] x [nisap miktarı]; 17 YTL x 85 GR. = 144,50
YTL. olarak buluruz.
200 YTLye
sahip kişi, nisap miktarının üzerinde bir rakama, bir tam yıl süresince sahip
olduğu İçin, kırkta birini [1/40] yani % 2,5'luk miktarını zekât vermesi
gerekir.
Buna göre
vereceği zekat; 200 x %2,5 =-5 YTLdir.
Aylık, haftalık, yevmiye ve benzeri şekillerde ücret alan memur
ve işçilerin durumu iki şekilden biridir;
1. Nisap miktarına ulaşan
mala sahip olan ve her ay aldığı maaşıyla elindeki miktarı artıran kimsenin
durumu:
Bu kişi kendi gelirleriyle ilgili bir çizelge oluşturur. Mevcut
malına, aylık gelirlerini elde ettiği tarihe göre hesap eder. Böylelikle bir
yılı dolduran miktarın zekâtını hesap ederek verir. Ancak bu yöntem
meşakkatlidir.
Rahat etmek için, geniş ve cömert davranmayı
seçebilir. Böylelikle fakirleri ve zekâta hak sahibi oianları kendi nefsine
tercih etmiş olur. Bu durumda, üzerinden bir yıl geçmiş olan ilk sahip olduğu
miktara, elinde bulunan bütün nakitleri ekleyerek zekâtını hesap eder. Bu
davranışıyla çok daha büyük sevap ve Allah katında değer kazanmış olmakla
birlikte, vicdanen de rahat etmiş olur. Ayrıca henüz üzerinden bir yıl geçmemiş
malların zekâtını da peşinen vermiş olur. Özellikle de ihtiyaç ve maslahatın
olduğu dönemlerde, bir yılı doldurmadan önce, bir malın zekâtının verilmesi
caizdir.
Aylık maişeti için gerekli miktarı ayırdıktan sonra, net zekat
miktarını her ay verebilir. Aylık maaşının dışında önceden sahip olduğu mahn
zekâtını ise, üzerinden bir yıl geçtiği zaman verir.
2. Aylık maaşının dışında, nisap miktarına ulaşan bir malının
olmaması durumunda:
Her ay maaşının belirii bir bölümünü
biriktiriyorsa, biriktirdiği miktar nisap miktarına ulaştığı günden itibaren,
üzerinden bir yıl geçtiğinde zekâtını vermesi gerekir. -Buradaki yıl hesaplamayı,
yukarıda belirtildiği gibi yapar-.
Altın ve gümüş takıların zekâtında, âlimler farklı görüşler belirtmişlerdir.
Bu görüşler arasında en isabetli ve ihtiyatlı olanı, altın ve gümüş takıların
nisap miktarına ulaşması ve üzerinden
bir yıl geçmesi durumunda zekâtlarının verilmesidir. Bu takıların
saklanıyor ya da kullanılıyor olması fark etmez. Bu görüşle ilgili deliller
şunlardır;
1. Yüce Allah'ın şu buyruğu genellik bildirmektedir;
Altın ve
gümüşü hazine edinip, Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı
müjdele.[338]
İbn Ömer
(radiyallâhu anh) der ki; 'Yerin yedi kat altında olsa dahi, zekâtı verilen şey
hazine yığmak değildir. Ne kadar açıkta olursa olsun, zekâtı verilmeyen şey
hazine yığmaktır.[339]
Altın ve gümüşün zekâtının verilmesini emreden hadisler genel
ifadelidir. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellemj'in şu buyruğu gibi;
'Altın ve gümüşün hakkını [zekâtını] vermeyen için, bunlar kıyamet günü ateşten
levhalara çevrilir. Bunlarla sahibinin yanlan, alnı ve sırtı dağlanır. Bu
levhalar her soğuduğunda, miktarı elli bin yıl olan bir günde, kullar arasında
verilecek hüküm bitinceye kadar, sahibine azâb için tekrar (kızdırılarak) iade
olunur'.[340]
3. Süs eşyalarının zekâtının verilmesini emreden; zekâtı vermeyenlere
azab olduğunu haber veren birçok hadis vardır. Buna örnek olarak Amr bin
Şuayb'ın, babasından, onun da dedesinden naklettiği şu hadisi zikredebiliriz;
'bir kadın, kızı ile beraber Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj'e geldi.
Kızının kolunda kalın iki tane altın bilezik vardı. Resûlullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) kadına; «Bunun zekâtım veriyor musun?» buyurdu. Kadın,
«hayır» dedi. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Kıyamet gününde
Allah'ın onların yerine sana ateşten iki bilezik tak-dırması hoşuna gider mi?»
deyince; kadın hemen onları çıkarıp Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e
uzattı ve; «ikisi de aziz ve celil olan Allah'a ve Resulüne aittir» dedi.[341]
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Altından işlenmiş bir takı
takınmıştım. «Ya Resûiuihh! Bu, hazine yığmak mıdır?» diye sordum. Resûlullah
(salhîlâhu aleyhi ve selîem); «Zekât verilmesi gereken miktara ulaşıp da,
zekâtı verilen şey, hazine yığmak olmaz» buyurdu.[342]
Bu iki rivayetin, Âişe ve Esma binti Yezîd
fradiyallâhu anhu-mâ)'dan nakledilen varyantları bulunmaktadır.
İbn Ömer,
Câbir bin Abdillah, Âişe, Esma binti Ebî Bekr (nd-vânullâhi aîeyhimj'lerden,
takılardan dolayı zekât verilmeyeceğine dair rivayetler nakledilmiştir.[343]
Ayrıca, Mâlik, Şafiî ve Ahmed bin Hanbel de bu görüştedir.
Hiç şüphesiz, altın ve gümüş takıların nisap miktarına ulaşması
ve üzerinden bir yıl geçmesi durumunda zekât verilmesi gerektiğini söyleyen
ilk görüşün delilleri daha kuvvetli ve ihtiyatlıdır. Bu görüş, İmam Ebû Hanife,
İbn Hazm ve bazı selef âlimlerin mezhebidir. -En doğrusunu Allah bilir.
1. Altın ve gümüş
dışındaki, inci, mercan, yakut ve benzeri taşlarda, zekât yoktur. Bu konuda
âlimler ittifak
halindedir.
Ancak bunların ticaretinin yapılması durumunda, ticaret mallan olarak
değerlendirilir ve zekâtının verilmesi gerekir.
2. Altın yüzüğün
üzerinde, mücevher taşlar bulunması durumunda, yüzüğe zarar vermeden bu taşlar
çıkarılıp değeri öl-çülebiliyorsa, buna göre hesaplanır. Bu taşların
çıkarılması durumunda yüzük zarar görüyorsa, yüzüğün ağırlığını oluşturan
altının miktarı takdir edilerek, zekâtı hesaplanır. -En doğrusunu Allah bilir-.
3. Altın ve gümüşten olan kapların ve değerli eşyaların zekâtı
verilir. Bu konuda, âlimler arasında farklı bir görüş yoktur. Kullanılmaları
haram olmakla birlikte bu eşyaların, nisap miktarında olması veya kendi
türünden şeylere eklenmesi durumunda nisap miktarına
ulaşmaları halinde, üzerinden bir yıl geçmesiyle birlikte zekâtlarının
verilmesi gerekir.
4. Nisap miktarına ulaşmayan altın ve gümüşe sahip
olan, bu ikisini birbirine eklediğinde nisap miktarına ulaşacak olsa dahi,
bunların birbirine eklenmesi vacip değildir. Ayrıca bu durumdaki altın ve
gümüşün zekâtı olmaz. Çünkü; Ebû Bekir (radiyallâhu anh), Rasuluilah
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'in belirlediği zekat miktarıyla ilgili Enes bin
Mâlik (radiyallâhu anh)'e yazdığı mektupta; «zekât [artar veya eksilir]
endişesiyle, ayrı durumdakiler bir araya toplanmaz; toplu durumdakiler de
ayrılmaz» demiştir' .[344]
Bu görüş, Şafiî, Ahmed bin Hanbel, Ebû Sevr ve İbn Hazm'ın görüşüdür.
Hanefi, Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre
altın, gümüş ve benzer değerlerin toplamı, herhangi birinin nisap miktarı
Ölçüsüne vardığında, kırkta birinin zekât olarak verilmesi gerekir. Toplam
altın, gümüş ve nakdî değerler nisap miktarına ulaşmıyor ise zekat verilmesi
gerekmez.
[345]
1. Kadının mehri, diğer mallar gibidir. Nisap miktarı veya
üzerindeki mehrini aldıktan sonra bir yılı doldurması durumunda zekât vermesi
gerekir.
2. Mehr-i müeccel/vadeye bağlanmış mehir,
alacaklarla ilgili zekât hükümlerine tabidir. Kocasının maddi durumu müsait
ise, zimmetinde bulunan mehrin zekâtını, kadının vermesi vaciptir. Şayet
kocasının maddi durumu müsait değilse, -tercih edilen kanaate göre- mehrini
alıncaya kadar zekâtını vermesi vacip olmaz. Mehrini alan kadın mehrinin
zekâtını bir yıl içinde verir -tercih edilen kanaate göre.
3. Mehrini alan ancak, cinsel temas olmadan boşanan kadm, mehrinin üzerinden bir yıl geçtiği takdirde,
mehrine düşen zekâtın yarısını kendisi, yarısını da [boşandığı] kocası verir.
Yüce Allah; "Ey iman edenler! Kazandıklarınızın
iyilerinden ve sizler için yerden çıkardıklarımızdan infak ediniz"[346]
"Örün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün hakkını
verin
[347] buyurmuştur.
Ebû Mûsâ ve Muâz (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; 'Rasulul-lah
(sallallâhu aleyhi ve sellem), her ikisini de Yemen'e, insanlara dinlerini
öğretmeleri için gönderdi ve sadece şu dört şeyden zekât almalarını emretti;
buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm.[348]
Hadiste belirtilen dört türün ortak özeliiği,
gıda maddeleri ve bekletilebilir olmalarıdır. Dolayısıyla bunlara prinç ve
hububat gibi diğer kuru gıdalar da dâhildir. Sebzeler ile üzüm ve hurma
dışındaki meyveler de ise zekât yoktur.
Yukarıda belirtilen gıda maddelerindeki nisap miktarı, beş ölçek
olmalarıdır. Daha altındaki miktara zekât vacip değildir. Beş vesk, yaklaşık
647 Kğ.'dır, Rasulullah (salİallâhu aleyhi ve sellem); Beş veskin/ölçeğin
altmdakine zekât yoktur
[349]
buyurmuştur.
Arazî ürünlerinde nisap miktarı şartı aranmaz. Buğday, arpa,
pirinç, dan ve benzer ürünlerde 'öşür' verilir.
Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde
1/10'dur. Sulama aletleriyle veya el emeği ve benzer şekillerde sulanıyor ise,
1/20'dir. Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Yağmur ve nehir
sularıyla sulanan toprak mahsullerinde öşür [1/10]; kovalarla (el emeğiyle veya
makinalarla)sulanıyor ise, yarım öşür [1/20] vardır
[350]
buyurmuştur.
Hayvanların zekâta tabi oîmaları için aşağıda
belirtilen şartlara haiz olmaları gerekir;
1. Nisap miktarında olması.
2. Üzerinden bir yıl geçmesi.
3. Hayvanların sâime
olmaları/yılın çoğunu meralarda otla-yarak geçirmeleri. Dolayısıyla besi
hayvanları, zekâta tabi değildir.
Zekâta tabi hayvanlar üç türdür;
a) Deve,
b) Sığır,
c) Koyun.
Nisap Miktarı: Deve sayısı, beşe ulaşmadıkça
zekâta tabi değildir. Çünkü Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem); '...
üç yaşlarındaki beş deveden daha azma zekât yoktur.[351]
buyurmuştur.
Nisap Miktarı: Otuz sığırdan daha a2ina zekât
vacip değildir. Muâz (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasululhh (sallallâhu
aleyhi ve sellem) beni Yemen'e gönderdi ve bana; «her kırk sığır
için, iki yaşını doldurmuş bir sığır; her otuz sığır için de,
bir yaşını doldurmuş bir dişi sığır» almamı emretti.[352]
Nisap Miktarı: Kırk koyundan daha azına zekât
vacip değildir. rianefî mezhebine
göre, 201 Koyundan 399 koyuna kadar üç koyun verilir. 400 koyun olduğunda dört
koyun zekat verilir. Sonrasında her yüz koyun için bir koyun verilir. 400'den
sonraki, yüzün altındaki koyun sayısına ilave zekat düşmez. Zekat olarak
verilecek koyunun bir yaşını doldurmuş olması şarttır. (Çev.)
Hayvanların ortaklık malı olması durumunda,
tek kişinin malıymış gibi değerlendirilir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); «zekât [artar veya eksilir] endişesiyle, ayrı durumdakiler
bir araya toplanmaz; toplu durumdakiler de ayrılmaz» buyurmuştur.
[353]
Ortaklık mallarının, tek şahıs malı gibi değerlendirilmesi için
gereken şartlar;
1. Her iki ortağa da, zekâtın farz olması.
2. Karışmış durumdaki malların nisap miktarında olması.
3. Üzerinden bir yıl geçmiş olması. Aksi halde, her ortak kendi
mülkiyet tarihinden bir yıl geçmiş olmasını dikkate alarak zekât verir.
4.Yayılma, sulama, ahır, mandıra, damızlama ve çoban konularında,
birinin malı, diğerinden ayırt edilir halde olmaması.
Şirket
ortakları vermeleri gereken zekât miktarını düşürmek veya yükümlülükten
kurtulmak için, hisseleri sahiplerine devretmeleri caiz değildir. Aynı
şekilde, şirket ortaklarının, zekât mükellefiyetinden kurtulmak için
ortaklıktan ayrılmaları da caiz değildir. «Zekât [artar veya eksilir]
endişesiyle, ayrı durumdakiler bir araya toplanmaz; toplu durumdakiler de
ayrılmaz» hadisi bunu açıkça ifade etmektedir.
Ticaret malları; altın ve gümüş dışındaki,
emtialar, gayri-menkuller, hayvanlar, tarım ürünleri, tekstil ürünleri,
makineler ve sanayi ürünleri, mücevherler ve bunlara benzer olarak ticareti
yapıian her şeydir.
Ticaret mallarını kısaca, «kâr amacıyla,
ahş-verişi yapılan her şey» olarak tanımlamak mümkündür.
Ticaret mallarında zekat vacip midir? İslam
âlimleri, diğer mallar gibi ticaret mallarında da zekâtın vacip olduğu konusunda
görüş birliği içindedir. Nitekim Yüce Allah; 'Ey iman edenler!
Kazandıklarınızın temizlerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak
edin; göz yummadan alamayacağınız âdi, bayağışeyleri vermeye kalkmayın. Bilin
ki, Allah müstağnidir, övülmeye lâyıktır
[354]
buyurmuştur. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Muâz (radiyallâhu
anh)'a; '... sahip oldukları malların zekâtlarını vermelerini, Allah'ın kendilerine
farz kıldığını onlara bildir
[355]
buyurmuştur. Buradaki 'mallar' lafzı genellik bildirmektedir. Kuşkusuz, ticaret
malları da, 'mal' olarak isimlendirilir. Ayrıca iş adamına, neden ticaretle
uğraştığı sorulsa; 'para kazanmak için' yanıtını verecektir. Para kazanmak, bir
başka İfadeyle altın ve gümüş kazanmaktır.
Hâlid bin Velîd (radiyallâhu anh) [savaş malzemelerinden oian
mallar için] zekât vermediğinde; onu Rasulullah (sallallâhu aieyhi ve sellem)'e
şikâyet ettiler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'... Hâlid'e haksızlık ediyorsunuz. O zırhlarını ve savaş malzemelerini Allah
yolunda kullanmak için bekletmektedir.[356]
buyurdu. Sahabeler, Hâlid'in sahip olduğu savaş malzemelerini, ticaret
amacıyla beklettiğini zannettikleri için onların zekâtını vermesini
istemişlerdi. Bu nedenle Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onlara,
Allah yolunda kullanmak amacıyla bekletilen şeylerde zekâtın olmadığını
bildirmiştir.
Ticaret mallarında zekâtın vacip olduğu, Ömer, İbn
Ömer, İbn Abbas, Ömer bin Abdulaziz ve daha birçok selef-j sâlihînden
nakledilmiştir. Dört mezhep imamı da bu konuda görüş birliğinde d ir.
1. Diğer mallarda olduğu gibi, ticaret mallarında da nisap
miktarı ve üzerinden bir yıl geçmesi şartı vardır.
2. İş adamı, ticaret mallarını nasıl tespit eder?
Zekât zamanı geldiğinde iş adamı, genel sayım yapar. Bunu
sermaye, kârlar, stoklar, mal varlıkları ve tahsil edilebilir alacakların
kıymetini belirleyerek yapar. Alimlerin çoğunluğuna göre, kıymet hesabını,
satm aldığı fiyattan değil, zekâtı hesapladığı günkü fiyatı esas alarak yapar.
Elinde bulunan nakitleri de bu miktara ekler. Sonra borçlarını, bu matrahtan
düşer ve kalan net rakamın %2,5'inİ zekât olarak verir.
3. Ticareti yapılan mallar, hayvan, altın ve gümüş
gibi, zekâta tabi farklı mal türlerinden oluşuyorsa; ticaret malları tanımı
İçerisinde bîr defa zekâta tabi tutulması yeterlidir. Yani aynı zekât dönemi
içerisinde, tür farklılığından dolayı bir mal, İki defa zekâta tabi tutulamaz.
Bu konuda İcmâ edilmiştir.
Rükâz, hiçbir zahmet ve masrafı olmaksızın bulunan, cahi-liye
dönemlerinde gizlenmiş hazinelerdir. Definelerin bulunmasıyla birlikte hemen
zekâtının verilmesi gerekir. Definelerde nisap miktarı ve üzerinden bir yıl
geçmesi şartları aranmaz. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'... rükâz'da beşte bir zekât vardır.[357]
buyurmuştur. Bulunan hazinelerde beşte bir zekât vardır.
1. Bulunan definelerin, cahiliye döneminde
değil de; İslam döneminde gömüldüğü anlaşılırsa, 'lukata'
hükümlerine tabi olu.[358]
2. Alimlerin çoğunluğuna göre, altın, gümüş,
bakır, demir, petrol gibi bütün madenler, rükâz hükmündedir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Sadakalar/zekâtlar, Allah'tan
bir farz olarak jarkirlere, miskinlere, zekât işinde çalışanlara, kalpleri
islam'a ısmdmlacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda
kalmışlara aittir. Allah bilendir, hakîmdîr.[359]
Bu âyette, zekât verilecekler, sekiz grup olarak belirlenmiştir.
Fakir; kendisinin ve çocuklarının, yeme, içme,
giyinme, barınma ve benzeri İhtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olan
kişidir.
Miskin; muhtaç olmakla birlikte, durumu fakirden
biraz daha iyi olandır. Örneğin aylık ihtiyacı 1000 lira olan, ancak bunun 700
veya 800 lirasını karşılayan kimse gibidir.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Miskin, insanları dolaşıp da insanların bir-iki lokma ve bir-iki hurma
verdiği kimse değildir' buyurdu. Bunun üzerine sahabeler; 'Ey Allah'ın resulü!
O halde miskin kimdir?' diye sordular. Rasulullah (sallaliâhu aleyhi ve sellem); 'miskin; kendisini geçindirecek
miktarı bulamayandır; hali anlaşılmadığından dolayı da kendisine sadaka
verilmez. O da, insanlardan bir şey isteyemez' buyurdu.[360]
Fakirlere, miskinlere ve bakmakla yükümlü
olduklarına bir yıl yetecek miktarda zekât verilir.
Bunlar, zekâtları toplamak, dağıtmak,
kayıtlarını ve hesaplarını tutmak, korumalığını yapmak gibi görevler için halife
tarafından tayin edilen kimselerdir. Bunlar zekâttan bir pay alırlar. Bu
göreve getirilmelerinin tek şartı, peygamberimizin ehl-i beytinden
olmamalarıdır. Çünkü sadakalar, onlara helal değildir.
Müellefe-i kulûb, kalpleri kazanılmak, İslam'a ısındırılmak
istenilen, halkı içerisinde sevilen, itaat edilen lider ve benzeri konumlarda
bulunan kimselerdir. Bunlara, İslam dinine girmeleri ümidiyle veya müslümanlara
kötülük yapmalarını önlemek amacıyla zekâttan pay verilir. Aynı zamanda bu
pay, İslami yaşantısını güzelleştirmek, kalbinin İslam'da sebat göstermesini
sağlamak gibi amaçlarla müslümanlara da verilebilir. Peygamberimiz (sal-lallâhu
aleyhi ve sellem) bu amaçların tamamı için zekâttan pay ayırmıştır.
Bu kavram, köleleri, mükâtepleri/belirli bir
bedel ödemeleri karşılığında hürriyetlerine kavuşacak olan sözleşmeli köleleri
ve esirleri kapsar.
Bunlar, bir kefalet sonucunda veya bireysel borçlanmaları
nedeniyle, ödeme vadesi gelmiş borçlulardır.
Bunların, maişet ve kıyafet ihtiyaçları, evlilik, ilaç ve benzeri
Şahsi ihtiyaçları için borçlanmış olmalarıyla, borcu üslenerek iki kişinin
arasını bulmak, tazminat ve benzeri amaçlarla borçlanmış olmaları arasında fark
yoktur. Bu konu temelde Kabîsa el-Hilâlî hadisine dayanır. Kabîsa (radiyallâhu
anh) anlatıyor; 'Birine kefil oldum. Bu nedenle Rasulullah (sallaliâhu aleyhi
ve sellemj'e geldim ve bana yardım etmesini istedim. Bana; «bize sadaka gelinceye
kadar bekle. Ondan sana verilmesini emrederiz» buyurdu.[361]
Bunlar, devletten maaş almayan, [davet, tebliğ,
emri bil maruf, nehyi anil münker/iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak için]
sürekli dolaşanlar ile İslam'ı yüceltmek uğruna akınlar düzenleyen ve cihad
edenlerdir. Buna hac ibadeti de dâhildir. Çünkü Peygamberimiz (sallaliâhu
aleyhi ve sellem); '[Allah yolunda kullanmak amacıyla beklettiğin] devenin
üzerinde, hacca gitmen; fîsebîlillâh'tırlonu Allah yolunda kullanmandır
[362]
buyurmuştur.
Bir kentten, başka bir kente giden ve yolculuğunu
tamamlayacak maddi imkâna sahip olmayan kimselerdir. Bunlara, gitmek
istedikleri yere ulaştıracak miktarda, zekâttan pay verilir.
Hatırlatmalar:
1. Zekât verilecek kimselerden olmaları şartıyla bir kadın,
kocasına ve çocuklarına zekât verebilir.
Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallâhu anh) anlatıyor; İbn Mesûd'-un
hanımı Zeyneb; 'Ey Allah'ın Peygamberi! Sen bu gün sadaka verilmesini emrettin.
Benim bir takım var ve bunun sadakasını vermek
istedim. ibn Mesûd, kendisinin ve oğlunun bu sadakaya daha fazla hak sahibi
olduğunu ileri sürdü!' dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem); «Sadakanı, İbn Mesû-d'a ver. Kocan ve çocuğun, kendilerine sadaka
verdiğin kimseler arasında en fazla hak sahibi olanlardır' buyurdu.[364]
Ebû Hanîfe'ye göre, zengin bir hanım, fakir olan kocasına
zekat veremez. Bir kimse, zekâtını fakir olan eşine, üst soy grubuna (baba,
dede, nine, anne) ve alt soy grubuna (çocuklarına ve torunlarına) veremez. İmam
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre kadın, fakir olan kocasına zekât verebilir.
Çünkü kadın kocasının ihtiyacını karşılamak zorunda değildir.
[365]
2. Zekât verilecek kimselerden olmaları şartıyla bir kadın, kumasına
zekât verebilir. Kumasının nafakasını karşılamakla sorumlu olmadığı için, ona
zekât vermesi caizdir.
3. Zekât verilecek kimselerden olmaları şartıyla, zekâtı akrabalara
vermek, yabancılara vermekten daha faziletlidir.
Yukarıda zikredilen Zeyneb (radiyallâhu anhâ)'nm rivayet ettiği
hadisi buna delildir. Ayrıca Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem),
sadakasını getirdiğinde Ebû Talha'ya; bunu akrabalarına vermen görüşündeyim.[366]
buyurmuştur.
4. Zekâtı bir bölgeden, başka bir bölgeye nakletmek caiz midir?
Bir bölgenin zenginlerinden alınan zekâtın, o bölgenin fakirlerine
verilmesi, başka bölgelere nakledilmemesi asıldır. Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); zenginlerinden alınıp, fakirlerine verilmesi
için, Allah'ın kendilerine zekâtı farz kıldığını onlara bildir
[367] buyurmuştur.
Ancak bir bölge halkının zekâta ihtiyacının
olmaması veya
başka bölgenin daha fazla muhtaç
durumda bulunması ya da, zekât verenin akrabalarının başka bölgede olması gibi
tercihi gerektiren maslahatların varlığı söz konusu olduğunda, zekâtın farklı
bölgelere nakledilmesinin bir sakıncası yoktur. -En doğrusunu Allah bilir-.
Fıtır sadakası, Ramazan orucunun bitmesiyle birlikte, vacip
olan sadakadır. Fıtır sadakası, her müslüman ferde küçük, büyük, erkek, kadın,
hür, köle- vaciptir. İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasuluilah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) fıtır sadakasını, 1 ölçek hurma ve 1 ölçek arpa
olmak üzere köle, erkek, kadın, küçük ve büyüklere farz kılmış ve insanlar
(bayram) namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiştir.[368]
Bayram günü,
fakirleri istemekten kurtamak, onlara nazik davranmak; bayramın gelişiyle
sevinen müslümanların sevincini paylaşmak; Ramazan sonrasında da lüzumsuz
işlerden ve kötü sözlerden arınmaktır.
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ve sellem) fıtır
sadakasını, oruçluyu lüzumsuz işlerden ve kötü davranışlardan arındırmak;
fakirlere de yiyecek olması için farz kılmıştır. Bunu bayram namazından önce veren
kişinin sadakası makbul olur. Kim de, namazdan sonra verirse, sadakalardan bir
sadaka olur.[369]
Bayram günü, kendisinin ve bakmakla yükümlü
olduğu kimselerin bir günlük gıda ihtiyacından fazlasına sahip olan hür Müslüman
kişiye, fıtır sadakası vermek vacip olur. Bu kişi, kendisi ve bakmakla yükümlü
olduğu kimseler için -Müslüman olmaları şartıyla- fıtır sadakası vermesi
vaciptir.
1. Nafakasına ek
olarak erkek, hanımının fıtır sadakasını vermekle yükümlüdür. İmam Mâlik,
Şafiî, Leys, Ahmed ve İshâk gibi âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir.
Ebû Hanîfe, Sevrî, İbnü'l-Münzir, İbn Hazm gibi bazı âlimler
ise, 'kadın kendisine ait fıtır sadakasını kendisi verir' demişlerdir. Bu
konuda, daha önce zikredilen İbn Ömer hadisinin genel ifadesini delil
göstermişlerdir. 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), fıtır sadakasını.....köle, erkek,
kadın, küçük ve büyüklere farz kılmış
ve....'
2. Erkek, henüz cinsel ilişkiye girmediği eşinin,
fıtır sadakasını vermek zorunda değildir. Çünkü henüz nafakasını karşılamakla
da yükümlü değildir.
3. Fıtır sadakasının verilme zamanında, eşiyle geçimsiz halde
olan kadın, fıtır sadakasını kendisi verir, kocası değil.
4. Hanımı ehl-i kitaptan olan erkeğin, eşinden dolayı fıtır sadakası
vermesi gerekmez. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve selîem) Müslümanlardan...' buyurmuştur.
Fitır Sadakasının Miktarı: Her şahıs için, yarım ölçek
[yaklaşık 2 İt.] buğday; veya bir ölçek hurma, kuru üzüm, arpa, pirinç, hububat
ve benzeri gıda maddeleridir.
Urve bin Zubeyr anlatıyor; Esma binti Ebû Bekr
(radiyallâ-hu anhum), 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve selîem) zamanında,
ailesinde bulunan hür ve köleler için, iki mud/ölçek buğday; bir sa/ölçek hurma
verirdi.[370]
Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Biz, taamdan
[371]
bir sa'/ölçek, arpadan birsa', hurmadan birsa', kurutulmuş süzme peynirden
birsa', kuru üzümden bir sa' fıtır sadakası olarak veriyorduk.[372]
Fıtır sadakasını, söz konusu gıda maddelerinin kıymetini
hesaplayıp 'para' olarak vermek caiz değildir. Ebû Hanîfe haricinde, âlimlerin
genelinin kanaati budur. Fıtır sadakasını rivayetlerde belirtildiği şekilde
vermek asıldır. Ancak zaruret, ihtiyaç ve maslahatın gerektirmesi durumunda
kıymet/para olarak vermek de caizdir. -En doğrusunu Allah bilir.
İbn Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve selîem) fıtır
sadakasını, ... İnsanlar (bayram) namazına çıkmadan önce verilmesini
emretmiştir.[373]
Fıtır sadakasının, bayramdan bir veya iki gün önce verilmesi
de caizdir. İbn Nâff (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'İbn Ömer, fıtır sadakasını
kabul edenlere, bayramdan bir veya iki gün önce veriyordu.[374]
Fıtır sadakasının bayram namazından sonraya geciktirilmesi
caiz değildir. Sonraya bırakılması durumunda -daha önce zikrettiğimiz hadiste
de belirtildiği üzere- herhangi bir sadaka gibi olur.
Fıtır sadakasının zamanında verilememesi nedeniyle, yükümlülüğün
kalmayacağı konusunda âlimler görüş birliği içindedirler. Nitekim fıtır
sadakası hak sahiplerine verilmek üzere, zimmetü bir borç hükmündedir.
Ödenmediği sürece, yükümlülük kalkmaz. Çünkü kul hakkıdır. Allah hakkının
zamanından sonraya bırakılması durumunda, istiğfar ve pişmanlık dışında
yapılabilecek bir şey yoktur. -En doğrusunu Allah bilir.
Fıtır sadakası, Ramazan bayramının birinci günü fecrin
doğmasıyla birlikte vacip olur. Ancak bu vaktin öncesinde de, sonrasında da
verilebilir. (Çev.)
Fıtır sadakası sadece fakirlere ve miskinlere verilir. Zekât
almaya hak sahibi olan sekiz sınıfın tamamına verilmez. Nitekim daha önce
zikredilen İbn Abbâs'ın rivayet ettiği hadiste de belirtildiği gibi, fıtır
sadakası 'miskinlere taam/yiyecek olmak üzere' farz kılınmıştır. Bu, Mâliki
mezhebinin görüşüdür. Şeyhu'l-İslam da bu görüşü tercih etmiştir.
İslam
şeriatı, nafile sadakaları çokça vermeyi teşvik etmiştir. Bu konuda Yüce Allah
şöyle buyurmuştur; 'Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında
yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine
kat kat verir. Allah'ın lutfu geniştir, O herşeyi bilendir
[376]
'Doğrusu, sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara, Allah'a güzel bir
ödünçte bulunanlara; verdikleri kat kat artırılır. Onlara cömertçe verilecek
bir mükâfat vardır.[377]
Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem),
kadınların sadaka vermesini, kadınların azab görmesini önleyen etkenlerden
saymıştır. Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sailallâhu aleyhi ve sellem) bayram namazında namazgaha geldiğinde,
hanımların yanına uğradı ve; «Ey kadınlar cemaatı! Sadaka veriniz. Kuşkusuz
ben, cehennem halkının çoğunu kadınların oluşturduğunu gördüm. ...» buyurdu.[378]
Küreyb, [Peygamberimizin hanımı] Meymûne binti Haris
{radiyallâhu anhumâ)'dan naklediyor; 'Peygamber (sailallâhu aleyhi ve sellem)
'den izin almaksızın, Meymûne bir câriye azâd etmişti.
Sırası geldiğinde Rasulullah (sailallâhu aleyhi ve sellem) ona uğradı. O; «Yâ
Rasuîullâh! Cariyemi azad ettiğimi duydun mu?» diye sordu; «Öyle mil Azat ettin
mi?» dedi. O; «evet» dedi. Bunun üzerine; «Onu dayılarına verseydin, sevabın
daha büyük olurdu» buyurdu.[379]
Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem), izin
almadan azat etmesini Meymûne (radiyallâhu anhâj'ya nehyetmiyor; sadece daha
faziletli olanı ona gösteriyor. İmam Buhârî'nin de belirttiği gibi, bu hüküm,
kadının sefih/ehliyet özürlü olmaması durumunda geçerlidir.
Kendi malından infakta bulunacak kadınların,
bunu kocalarına bildirmesi, aile ilişkisinin güzelliği ve kocalarının
hoşnutluğu açısından daha hoş ve müstehap olandır. Bu nedenle Peygamberimiz
(sailallâhu aleyhi ve sellem); 'Bir kadının kendi malında tasarrufta bulunması,
kocası ismetini sahiplendiğinde
[380]
caiz olmaz
[381] Bir başka rivayette de;
'Bir kadının, kocasının izni olmadan bağışta bulunması caiz değildir
[382]
buyurmuştur.
Kadın, kendi malından eşine, çocuklarına ve akrabalarına
infakta bulunması, sadakaların en fazilet-lisidir.
Daha önce zikredilen hadiste Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve
sellem); 'Kocan ve çocuğun, kendilerine sadaka verdiğin kimseler arasında en fazla
hak sahibi olanlardır
[383]
buyurmuştur.
İbn Mesûd
{radiyallâhu anh)'m eşi Zeyneb; 'eşime ve hi-mayemdeki yetimlere infakta
bulunmam caiz midir?' diye Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve seiîem)'e
sorduğunda; 'evet, bu durumda senin için iki
mükâfat olur. Birincisi sadaka mükafatı; ikincisi akrabalık mükâfatı'
buyurmuştur.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hanımı
Meymûne'ye; eğer onu dayılarına hediye etseydin, mükâfatın daha büyük olurdu'
buyurmuştur.
Kadın, izin almadan kocasının evinden -zarar vermemek
şartıyla- infakta bulunması caizdir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'zarar vermeksizin evinin yiyeceğinden infakeden kadın, infakmdan
dolayı; kocası da onu kazandığından dolayı sevap alır. Hane bekçisi için de
böyledir. Bunlar birbirlerinin sevabından hiçbir şey eksiltmezler.[384]
Fark ödeyerek, altını altınla değiştirmek caiz değildir. Verdiği
altın takı ile aldığı altın takı arasındaki ücret farkını ödeyerek birçok
hanım, takılarını kuyumcuya verip, farklı altın takılar almaktadır. Bu türden
alışveriş haramdır, caiz değildir. Aradaki fark faizdir. Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Altın karşılığında altın, gümüş karşılığında
gümüş, ... misli misline birbirine eşit olarak peşin satılır.[385]
Buna göre, altın karşılığı altın satılması durumunda, -biri 18,
diğeri 21 ayar olsa dahi- ağırlıklarının birbirine eşit olması ve tarafların
ayrılmadan önce altınları teslim almaları şarttır.
Örneğin bir
kadın kendi takısını, 10.000.- Tl.'ye kuyumcuya satmaya; sonra da daha az
gramajda başka bir takıyı 10.000.-Tl.'ye almaya anlaşması ve aynı zaman dilimi
İçerisinde bu alışverişi yapması caiz değildir. Çünkü bu alış-veriş görüntüden
ibarettir ve bu davranışla, haram kılınmış olan bir işlem meşrulaştırılmaya
çalışılmış olmaktadır. Fakat bu alışveriş, aynı zaman diliminde yapılmazsa,
yani kadın kendi takısını kuyumcuya satıp parasını aldıktan sonra ayrılıp
gidir; başka bir zaman da tekrar gelerek başka bir takıyı satın alırsa caiz
olur.
İmam Ahmed
bin Hanbel rahimehullâh bu konuda şöyle der; 'Bir kadın kendi takısını
kuyumcuya sattıktan sonra; çarşıda dolaşır, arzuladığı takıyı araştırır.
İstediği takının sadece; kendi takısını sattığı kuyumcuda olduğunu anladıktan
sonra tekrar o kuyumcuya dönerek, istediği takıyı satın alabilir.[386]
En doğrusunu Allah bilir.
Oruç: Fecrin doğuşundan, güneşin batışına kadar, niyetli olarak,
yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmaktır.
Ramazan orucunun farz olduğu konusunda
ümmet icma etmiştir. Oruç, bilinmesi zorunlu; inkârı da küfür olan, İslam'ın
en temel esaslarından/rükûnlarından bîridir.
Yüce Allah; 'Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun
ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur'ân indirilen
aydır. Sizden her kim (Ramazan) hilali(ni) görürse, oruç tutsun
[387]
buyurmuştur.
Peygamberimiz (sallailâhu aleyhi ve sellem); 'İslam
beş şey üzerine bina edilmiştir; Allah'tan başka İlah olmadığına ve
Mu-hammed'ın O'nun resulü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek,
hacca gitmek ve «Ramazan orucu tutmak»
[388]
buyurmuştur.
Farz ve Nafile oruçlar olmak üzere, oruç iki çeşittir.
Bunlar üç
kısımdır;
a) Ramazan Orucu,
b) Kefaret Oruçları,
c) Adak Oruçları.
Ramazan orucu, akıl, baliğ, sağlıklı, mukîm/yerleşik,
hayız ve loğusalıktan temizlenmiş olan her Müslüman kadına (ve erkeğe)
farzdır. Yüce Allah; 'Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere yazıldığı gibi,
sizlere de yazılmıştır. Umulur ki, korunursunuz. Oruç size sayılı günler olarak
yazıldı. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer
günlerde oruç tutar.[389]
Ramazan orucu, Ramazan ayının
girmesiyle farz olur. Ramazan ayının girdiği iki şekilde tespit edilir;
1. Ramazan hilalinin görülmesiyle tespit edilir.
Çünkü Yüce Allah; '.., Sizden her kim (Ramazan) hilah(ni) görürse, oruç tutsun
[390]
buyurmuştur.
İbn Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâ-hu aleyhi ve sellem), «Hilali
gördüğünüz zaman oruç tutun, onu gördüğünüz de iftar edin/bayram yapın. Eğer
hava bulutlu olursa takdir edin1 buyurmuştur.[391]
Hilalin
anlaşılması, görmeyle olur. Matematiksel veya astronomi hesaplarıyla olmaz.
Ayrıca hesaplamalarla hilalin doğacağı yeri ve zamanı belirlemek şer'î açıdan
doğru sonuç olarak kabul edilmez.
Adalet
sahibi güvenilir bir Müslüman, Ramazan hilalini gördüğünü söylediğinde, onun
sözüyle amel edilir. Âlimlerin çoğunun kanaati budur. Buna İbn Ömer'in rivayet
ettiği hadis delildir.
İnsanlar
hilali gözlüyorlardı; Onu ben gördüm ve Rasulullah (sallailâhu aleyhi ve
sellem)'e haber verdim. Bunun üzerine oruç tuttu ve insanlara oruç tutmalarını
emretti.[392]
Âlimlerin
tercih edilen görüşü, bu konuda 'tek kadın ve tek erkeğin haberinin aynı
hükümde' olduğudur.
Şevval
hilali ancak, iki âdil şahidin olmasıyla isbat olunur. Âlimlerin çoğunluğu bu
kanaattedir. Çünkü Peygamberimiz (sallailâhu aleyhi ve sellem); 'iki şahidin
tanıkhğıyla oruç tutunuz ve iftar ediniz' buyurmuştur.[393]
2. Şaban ayının otuza tamamlanmasıyla Ramazan orucuna başlanır.
Şaban ayının otuzunda, gökyüzünün berrak olmasına ve hilalin görülmesini
önleyen her hangi bir engel bulunmamasına rağmen hilal görülmezse; Şaban ayı
otuza tamamlanıp, ertesi günü oruca başlanır. İbn Ömer (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Peygamber (sallailâhu aleyhi ve selem «Ay 29 gecedir. Hilali
görmedikçe oruç tutmayın. Eğer hava kapalı/bulutlu olursa otuza tamamlayın
[394]
Bir bölgede
hilal görüldüğü zaman^aym paraleldeki diğer bölgelerin de oruca başlamaları
gerekir. Âlimlerin görüşleri arasında en isabetlisi ve İbn Teymiye'nin tercihi
budur.
Ramazan orucunu tutmama açısından,
kadınların üç durumu vardır;
Aşağıda belirtilen durum' cırdan biri söz konusu olduğunda
kadınlar oruç tutup-tutmamada serbest olurlar.
1. Hastalık: Hastaların oruç tutmamasının mubah olduğu konusunda âlimler
görüş birliği içindedirler. Bu hüküm âyet-î ke-rîme'de belirtilmiştir; '...
Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer
günlerde oruç tutar.[395]
Hastalık üç şekilde tanımlanmıştır;
I. Hafif soğuk algınlıkları, hafif baş ve diş
ağrıları gibi, orucun olumsuz etkilemediği basit hastalıklar. Bu tür
hastalıklar nedeniyle oruç tutmamak caiz değildir.
II. Oruç tutması
durumunda hastalık artacak veya iyileşme gecikecekse ya da hiçbir zararı
olmadığı halde oruç tutmada zorluk olacaksa, orucun tutulmaması müstehap olur.
III. Orucun hastayı ağırlaştırması, zararlı olması ve
ölüm tehlikesi bulunması durumunda, oruç tutmak haram olur. Çünkü Yüce Allah;
'kendinizi öldürmeyin
[396]
buyurmuştur.
2. Yolculuk: Namazların kısaltılmasının meşru kılındığı
mesafede yolculuk yapan hanımların, oruç tutmamaları caizdir. Çünkü Yüce Allah;
"... Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar
diğer günlerde oruç tutar' buyurmuştur.
Yolculuk esnasında oruç tutulması da caiz ve
sahihtir. Sahabe, tabiîn ve dört mezhep İmamı bu görüştedir.
Yolcu için üç durum söz konusudur;
I. Oruç tutması yolcuya ağır geliyor ve onu hayırlı işlerden
engelliyorsa; oruç tutmaması daha faziletlidir. Câbir (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), (Ramazan ayında) bir
yolculukta bulunuyordu. Basma insanlar toplanmış ve gölgelendirilmekte olan
bir adamı gördü ve; «Bunun neyi var?» diye sordu. Oradakiler; «oruçlu» dediler.
Bunun üzerine
Resulullah (sallallâhu aleyhi
ve sellem); «yolculukta oruç tutmak, iyilik değildir» buyurdu.[397]
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve seliem)'le beraber yolculuktaydık. Bizden bazıları
oruçlu, bazıları değildi. Sıcak bir günde, bir yerde mola verdik. Çoğunlukla
gölgelenenenlerimiz, elbisesi olan kimselerdi. Bazılarımız güneşten eliyle
korumuyordu. Oruç tutanlar, dermansız düşmüşlerdi. Oruç tutmayanlar ise, kalkıp
çadırları kurdular ve develere su içirdiler. Bunun üzerine Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem); «Bugün oruç tutmayanlar, sevabı alıp götürdüler»
buyurdu,[398]
II. Oruç tutması yolcuya ağır gelmiyor ve onu hayırlı işlerden
alıkoymuyor ise, oruç tutması daha faziletlidir. Çünkü Yüce Allah; '... oruç
tutmanız sîzin için daha hayırlıdır
[399]
buyurmuştur.
III. Oruç tutması
yolcuya, tahammül edilemeyecek ölçüde bir ağırlık ve meşakkat veriyor ve onu
helake sürüklüyorsa, -Câ-bir hadisinde de belirtildiği gibi- oruç tutmak haram;
tutmamak farz olur. Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) fetih yılı Ramazan ayında Mekke'ye doğru yola çıktı.
Kurâu'l-Gamîm denilen yere varıncaya kadar yürüdü. Oraya vardığında, bir bardak
su istedi. Bardağı herkesin görebileceği bir şekilde kaldırdı ve suyu içti.
Daha sonra ona;«Bazı insanlar hâlâ oruç tutuyor» denilince; «Onlar asilerdir!
Onlar asilerdir!» buyurdu.[400]
Oruç tutmama ruhsatı ne zaman kalkar?
Yolculuk devam ettiği sürece, daha önce de belirtildiği
gibi, oruç tutmamak mubahtır. Bu konuda erkek ve kadın aynıdır. Şayet yolculuk
esnasında bir beldede yerleşik kalmaya niyet edilirse veya yolcu kendi
memleketine ulaşırsa, oruç tutmama ruhsatı kalkar. Yolcu kendi memleketine gece
girmişse, sabahına oruç tutması farzdır.
Eğer gündüz kendi memleketine ulaşmış ve oruçlu değilse, o günün kalan
kısmında oruç tutması gerekmez. Alimlerin iki görüşü arasında tercih edileni
budur.
Yolculuğu
nedeniyle oruçlu olmayan kişi, evine gündüz vardığında; eşi hayız veya
loğusalıktan yeni temizlenmiş ya da, hastalığından yeni iyileşmiş olması
nedeniyle oruçlu değilse, onunla cinsel ilişkiye girmesi caizdir. Bu durumda
hiçbir kefaret gerekmez.
Ramazan
günü, hanımıyla ilişkiye girmek isteyen ve iftar saatine kadar sabredemeyen bir
kişinin, bu amaçla hanımıyla seferilik mesafesinde yolculuğa çıkıp, oruçlarını
bozmaları ve cinsel ilişkide bulunmaları caiz midir?
Normalde bunda bir sakınca yoktur. Ancak, iftar
saatine kadar sabretmesi daha evlâdır.
3. Yaşlılık: Oruç tutamayacak kadar yaşlanan ve âciz duruma düşenlerin,
oruç tutmamaları caizdir. Bu durumdakiler, tutamadıkları oruçları kaza
etmezler. Her gün bir miskini doyururlar. Çünkü Yüce Allah; '...(yaşlılık veya
iyileşmesi beklenmeyen hastalık nedeniyle) oruç tutmaya gücü yetmeyenler, bir
fakiri doyuracak kadar fidye verirler.[401]
Bu âyet hakkında İbn Abbâs fradiyallâhu anh) der ki; ıbu âyet neshedilmemiştir.
Burada belirtilenler, oruç tutmaya gücü yetmeyen çok yaşlı erkekler ve
kadınlardır. Her ikisi de, tutamadıkları günler için bir miskini ye-dirirler.[402]
4. Hamilelik ve Çocuk
Emzirmek:
Hâmile veya çocuk emziren hanımlar,
oruçlu olmaları halinde kendilerine yahut çocuklarına zarar gelmesinden
korkmaları durumunda oruç tutmayabilirler. Tercih edilen görüşe göre- bu
durumdaki hanımların tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerekmez. Tutamadıkları her gün için bir fakiri
doyururlar. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), 'Aziz ve Celîl
Allah, yolcudan namazın yansını kaldırmıştır; yolcudan, hamileden ve emziren
kadınlardan orucu kaldırmıştır.[403]
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh); '... Hamile ve emziren kadınlar [kendilerine yahut
çocuklarına zarar gelmesinden] korkmaları durumunda, oruç tutmazlar ve
tutamadıkları her gün için bir fakiri doyururlar
[404]
demiştir. İbn Abbâs (radiyaîlâhu anh) bu ifadeyi, âyetin tefsiri olarak
söylemiştir. Bu nedenle merfu hadis hükmündedir.
İbn Abbâs
{radiyallâhu anh) hamile cariyesine, Ramazan ayında oruç tutmamasını emreder
ve; 'sen yaşlı kadın konumun-dasın, oruç tutmaya takatin yetmez! Orucunu boz ve
her gün için yanm sa'/ölçek buğdayı [fidye olarak] ver' derdi.[405]
Benzeri ifadeler, İbn Ömer (radiyallâhu anh)'ten de nakledilmiştir. Sahabeler
arasında buna muhalefet eden bilinmemektedir.
Hanefî mezhebine göre, hamile veya çocuk emziren hanımlar, oruç
tutmalarının kendi sağlıklarına veya çocuklarına zararlı olmasından endişe
etmeleri durumunda oruç tutmayabilirler. Bu nedenle tutamadıkları oruçları daha
sonra aynı gün sayısında kaza ederler.
[406]
Hayız ve loğusalık dönemlerinde kadınların tuttukları oruçların
sahih olmadığı/geçersiz olduğu konusunda âlimler icma etmişlerdir. Bu
dönemlerde kadınlara oruç tutmak farz değildir; tutmaları halinde 'haram'
işlemiş olurlar.
Bu durumdaki hanımların, hayız ve loğusalıktan
temizlendikten sonra oruçlarını kaza etmeleri gerekir. Aişe (radiyallâhu anhâ)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında hayızh olduğumuzda
oruçları kaza etmemiz emredilir; namazları kaza etmemiz emredilmezdi.[407]
1. Ramazan ayında hanımların hayız olmasını
önleyen İlaçlar kullanmaları caiz midir?
Ramazan ayında hanımların hayız olmalarını
Önleyen ilaçlar kullanmaları müstehap değildir. Hiç kuşkusuz hanımlar için
hayız dönemlerini takdir eden Yüce Allah'tır. Rasulullah (sallallâ-hu aleyhi ve
sellem) döneminde hiçbir kadın, hayzını önlemekle sorumlu tutulmamıştır. Buna
rağmen, -kullandığı ilaçların vücut sağlığına zarar vermemesi şartıyla- hayzını
önleyen hanımların tuttukları oruçlar, kanamaları olmadığı sürece sahihtir;
iade etmeleri gerekmez. Kullandıkları ilaçlarla hayız kanamalarının kesilmesi
konusunda şüpheye düşen kadınların hükmü, hayızh kadınların hükmü gibidir.
Hayız günlerinde oruç tutamaz. Temizlendikten sonra tutamadığı günler
sayısınca kaza eder.[408]
2. İstihâze kanaması
[409]
oruç tutmaya engel değildir. İstihâ-ze kanaması olan kadınların, oruçlarını
tutmaları ve namazlarını kılmaları farzdır. Kanamalardan temizlenmiş
hükmündedirler. Bu konuda âlimler icma etmiştir.
Yukarıda belirtilen durumlardan herhangi biri söz konusu olmadığı
sürece, kadınların oruç tutmaması caiz değildir. Akıl, bâliğ, sağlıklı, mukîm, hayız ve loğusalıktan temizlenmiş olan
müs-lüman bir kadının, Ramazan ayında oruç tutmaması haramdır.
Müslüman bir kadının orucu iki şartla sahih/geçerli olur;
1. Hayız ve loğusalıktan temizlenmiş olması: Hayızh ve loğusa
hanımların oruçlarının caiz olmadığı daha önce belirtilmişti.
2. Oruca niyet edilmiş olması: Oruç bir ibadettir.
Dolayısıyla diğer ibadetlerde de olduğu gibi, niyet şarttır. Niyetsiz oruç
sahih olmaz. Oruç için niyetin, güneşin batışından, fecrin doğuşuna kadarki
zaman aralığında yapılması şarttır. Ibn Ömer, Hafsâ'dan {radiyalîâhu anhumâ)
naklediyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «fecirden önce niyet
etmeyen kimsenin orucu olmaz» buyurmuştur.[410]
Nafile oruçlarda, niyetin geceden yapılması
-âlimlerin çoğunluğuna göre- şart değildir.
Âişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'bir gün Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)
yanıma geldi ve; «Yanınızda (yiyecek) bîr şey var mı?» diye sordu; «yok» dedik.
Bunun üzerine; «öyleyse ben, oruçluyum» buyurdu. Başka bir gün bize
geldiğinde; «Ey Allah'ın resulü! Bize hays yemeği
[411]
hediye edildi» dedik. Bunun üzerine; «onu bana getirin! [Normalde bu gün]
oruçlu olarak sa-bahlamıştım» buyurdu ve yemek yedi.[412]
Nafile oruçlarda da, niyetin geceden yapılması
daha ihtiyatlıdır.
Orucun Rüknü: Fecrin doğuşundan, güneşin batışına kadar yemeden, içmeden ve cinsel ilişkiden uzak
durmaktır. Çünkü Yüce Allah; 'Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmanız size
helal kılındı, onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.
Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi biliyordu, bu sebeple teubenizi kabul edip
sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için yazdığını
arzulaym. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar,
yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın.[413]
1. Sahur Yapmak:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Sahur yapınız. Kuşkusuz sahurda
bereket vardır
[414]
buyurmuştur. Az veya çok bir miktar yemek yenmesi veya bir yudum su
içilmesiyle sahur yapılmış olur. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'bir yudum suyla dahi olsa, sahur yapınız
[415]
buyurmuştur.
Sahuru geciktirmek müstehaptır. Zeyd bin Sabit
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem)'le birlikte
sahur yaptık. Sonra Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) kalktı ve namaz
kıldı'; Enes; «Ezân'la sahur arasında ne kadar süre vardı?» diye sordu, «elli ayet
(okuyacak) kadar» dedi.[416]
Fecrin doğusuyla birlikte sabah ezan
okunurken, sahura devam eden ve elinde yiyecek veya içecek bir şey bulunan
kişi, elindeki lokmasını yer, suyunu içer. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve seîlem); 'biriniz ezam işittiğinde, ihtiyacını giderene kadar
elindeki kabı bırakmasın' buyurmuştur.[417]
2. Boş ve
lüzumsuz davranışlardan, kötü sözlerden, yalan ve benzeri şeylerden sakınmak:
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue
sellem); «biriniz oruçlu olduğu zaman, kötü söz söylemesin,
bağırıp-ça-ğırmasın, cahilce davranmasın. Şayet biri ona, kötü söz söylerse
veya kavga edecek olursa, ona; «ben oruçluyum, desin» buyurdu'.
[418]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seİlem); Yalan
sözü bırakmayan ue yalanla hareket eden kimsenin yemeyi-içmeyi terk etmesine
[orucuna], Allah'ın ihtiyacı yoktur
[419]
buyurmuştur.
3. Cömert
Davranması ve Kurana Yoğunlaşması: İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'İyilik yapmada insanların en cömerdi, Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) idi. En cömert olduğu zaman ise, Ramazanda,
Cibril aleyhisselam ile buluştuğu zamandı. Ramazan bitinceye kadar, her gece
Cibril'le buluşur ue ona Kurân'ı okurdu. Cibril aleyhisselam ile buluştuğu
zamanlarda, esen rüzgârlardan daha cömert olurdu.[420]
4. Güneş batışıyla
birlikte iftar yapmada acele etmek: Sehl bin Sa'd (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem) «iftar yapmada acele davrandıkları
sürece, İnsanlar hayır üzere olurlar.[421]
5. Oruç Açarken
Dua Etmek: İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi
ve sellem) iftar edeceği zaman, «susuzluk gitti, damarlar nemlendi ve inşallah
sevâb hâsıl oldu» derdi.[422]
6. Orucu, taze
veya kuru hurmayla, ya da suyla açmak: Enes (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), akşam namazını kılmadan
önce bir kaç taze hurma, eğer hurma
yoksa kuru hurma ile iftar ederdi; o da olmazsa bir kaç yudum su içerdi.[423]
1. Oruç gecelerinde cinsel ilişki:
Yüce Allah 'Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız
size helal kılındı
[424]
buyurarak, Müslümanlara bu ruhsatı vermiştir.
El-Berâ (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Ramazan orucu farz
kılındığında, Ramazan ayı süresince kimse hanımına yaklaşmıyordu. Erkekler
nefislerine hakim olamıyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah; 'Allah, nefsinize
güvenemeyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tevbenizi kabul edip sizi affetti
[425]
ayetini indirdi.[426]
2. Cünüp olarak sabahlamak:
Aişe ve Ümmü Seleme (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor;
'Ra-sulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) hanımıyla ilişkide bulunduğundan
dolayı cünüp olarak sabahlardı. Sonra gusül abdesti ahr ve oruç tutardı.[427]
3. Cinsel ilişkiye
girmeksizin erkeğin, hanımını öpmesi ve mübaşerette bulunması:
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) oruçlu haldeyken, Öper ve mübaşeret ederdi/ eğlenirdi. O, nefsine
en fazla sahip olandı
[428]
'Bende, odaoruç-lu iken, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) beni Öperdi.[429]
Mübaşeret, cinsel ilişkiye girilmeksizin, kadın ve erkek tenlerinin
birbirine değmesidir. Mesrûk anlatıyor; 'Aişe radiyallâhuanhâj'ya; «oruçlu kişiye hanımı ne ölçüde helaldir?» diye sordum;
«cinsel ilişki hariç, her şey» dedi.[430]
Hanımını
öpen veya hanımıyla mübaşerette bulunan kişiden, mezi salgısının gelmesi
durumunda, herhangi bir şey gerekmez.
Oruçlu iken
eşinin öpmesi veya mübaşerette bulunması durumunda, eşlerden birinden meni
çıkması durumunda orucu bozulur. Kaza etmesi gerekir.[431]
4. Gusül Abdesti Almak, Serinlemek için duş yapmak:
Yukarıda zikredilen hadiste, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem), 'cünüp olarak sabahlıyor, daha sonra gusül abdesti alıp, oruç
tutuyordu'. Bazı sahabeler, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'İ, Arc
denilen yerde oruçlu iken, susuzluktan veya aşırı sıcaktan dolayı başına su
dökerken gördüklerini söylemişlerdir.[432]
5. Aşırıya kaçmaksızm, ağza ve burna su ahp-vermek:
Peygamber (sallaliâhu aleyhi ve sellem) 'Oruçlu
olmadığı zamanlarda burnuna suyu fazlaca çekerdi. ...'
6. Sürme, Koku,
Damla, İğne, Misvak ve benzerlerini kullanmak:
'Sürme, koku, damla, İğne, misvak ve benzerlerinden hiçbiriyle
iftar edilemeyeceği gayet açıktır. Hiç kuşkusuz oruç, Müslümanların, genel ve
özel bütün yönleriyle bilmek zorunda oldukları bir ibadettir. Şayet bu
sayılanlar, Allah'ın ve Rasuİünün oruçlu kimseye haram kıldığı ve orucu bozan
şeyler olsaydı, Ra-sulullâh'm bunları açıklaması gerekirdi. Şayet bu türden
şeyler bildirilmiş olsaydı, diğer şer'î bilgileri naklettikleri gibi, sahabeler
bunları da bilir ve ümmete naklederlerdi. Hiçbir âlim, Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve seliem)'den bunlarla ilgili olarak bir nakilde
bulunmamıştır. Bu konuda, sahih, zayıf, müsned, mürsel hiçbir rivayet yoktur.
Dolayısıyla bunları yasakİayan hiçbir şeyin zikredilmediği anlaşılmaktadır.[433]
Atâ, İbrahim en-Nehâî, el-Hasen, ez-Zuhrî ve ilk dönem
âlimlerinin bir çoğunun «oruçlunun sürme çekmesinde bir sakınca yoktur» dediği
nakledilmiştir.
Ebû Hanîfe'ye göre, ister ağız yoluyla, ister iğne vb.
yollarla mide veya dimağa ulaşan her hangi bir şeyle oruç bozulur. Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e göre ağız yoluyla mideye girmeyen hiçbir şey orucu bozmaz.
[434]
Boğaza kaçmayacağından emin olunduğu takdirde, diş fırçası ve
macunu kullanmanın bir sakıncası yoktur. Ancak bu tür şeylerle diş temizliğini
gece yapmak daha uygundur.
7. Zayıf düşmeyeceğinden emin olanın, hacamat yaptırması, kan
vermesi ve tahlil için kan aldırması:
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seîİem) oruçlu
iken, hacamat yaptırdı.[435]
Ramazan günlerinde, oruçlu iken kan bağışı ve
tahlil için vücuttan kan aldırılması ihtiyaç durumunda caizdir. Ancak zayıf
düşüleceğinden endişe edildiğinde mekruh olur.
Enes bin Mâlik (radiyallâhu anh)'a; 'oruçlunun
hacamat yaptırmasını mekruh görür müydünüz?' diye sorulduğunda; 'hayır/ Sadece
zayıf düşmesi durumunda' demiştir.[436]
8. Yutmadığı sürece,
yemeğin tadına bakmak, bebeği için lokma çiğnemek:
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh); 'bağazına kaçmadığı sürece oruçlunun, sirke veya başka bir
şeyin tadına bakmasında bir sakınca yoktur.[437]
Yunus, Hasan dan naklediyor; oruçlu olduğu
halde, çocuk için lokmayı çiğneyip, sonra da ağzından çıkarıp çocuğun ağzına
koyarken onu gördüm.[438]
İhtiyaç
olmaksızın yemeğin tadına bakmak mekruhtur. Ancak bununla oruç bozulmaz.
İhtiyaç durumunda yapmak, mazmaza yapmak gibidir.[439]
Oruçlunun, içerisinden sütü çıkmadığı ve boğazına kaçmadığı
sürece çam sakızı çiğnemesi, mekruhtur. Çünkü bu, ağzı kurutur ve susatır. Eğer
çiğnendiğinde sütü çıkıyorsa, oruç bozulur.[440]
9. Unutarak yiyip-içmek: Bu konuyla ilgili deliller
ileride zikredilecektir.
10. İstemdışı Kusmak:
Bunlar, orucu bozan ve yalnızca kaza
gerektiren şeyler ile orucu bozan, kaza ve kefaret gerektiren şeyler olmak
üzere iki kısma ayrılır.
1-2. Unutarak Yemek ve İçmek
Oruçlu olduğunu unutarak bir şeyler yiyip içen kimsenin
orucu bozulmaz, ona kaza ve kefaret gerekmez. Ebû Hureyre
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi vesel-lem); 'kim
oruçlu olduğunu unutarak yer ve içerse, orucuna devam etsin; çünkü onu Allah,
yedihp-içirmiştir' buyurmuştur.[441]
3. Kasıtlı Kusmak:
İstem dışı
kusmayla oruç bozulmaz. Fakat kasıtlı kusmayla oruç bozulur. Çünkü
Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem); 'istem dışı kusan orucunu kaza
etmez; kasıtlı kusan orucunu kaza etsin' buyurmuştur.[442]
4-5. Hayız ve Lohusalık:
Güneş batmadan hemen öncesinde bile o!sa, hayız ve loğusalık
durumunda oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir. Bu konuda âlimler icmâ
etmiştir.
Oruçlu bir
kadın, gündüz vakti hayız olduğunda orucu bozulur. Günün kalan kısmında oruçlu
olarak devam etmesi gerekmez.[443]
Orucunu açar, fakat bunu çocuklarından gizlemelidır.
Ramazan günü
hayızh olan bir hanım, gündüz vaktinde temizlendiğinde, yemeye-içmeye devam
edebilir. Seferi olduğu için oruçlu olmayan eşiyle, yolculuktan döndüğünde
cinsel ilişkiye girebilir.
Hayızlt bir
hanım, fecir doğmadan önce temizlendiğinde, oruca niyet ederse, orucu sahih
olur. Gusül abdesti almayı fecir sonrasına kadar geciktirmesi caizdir. Âlimlerin
çoğunluğu bu kanaattedir.[444]
6. Bilinçli Hareketler Sonucunda Meni Çıkması:
Kişinin, hanımını öpmesi, tenlerinin birbirine teması veya
mastürbasyon nedeniyle meni çıkması durumunda orucu bozulur. O günün kaza
edilmesi gerekir. Nitekim Yüce Allah, kutsi hadiste oruçlu kimsenin halini
şöyle tanımlamıştır; 'yemesini, içmesini ve şehvetini benim için terk etmiştir.[445]
7. Orucu Bozmaya
Niyet Etmek:
Oruçlu bir kimse, oruçlu olduğunun
bilincinde, orucunu bozmaya niyet etmesi ve buna kesin karar vermesi
durumunda; -bir şey yiyip-içmese dahi- orucu bozulmuş olur. Çünkü 'kişi ancak
niyetinin karşılığı vardır' buyurulmuştur. Alimlerin çoğunluğunun kanaati
budur.
Hanefî mezhebine göre, niyetler amele/pratiğe dönüşmediği sürece
uygulamadaki amelin hükmünü ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla orucunu bozmaya
niyetlenen kişi, niyetini uygulayıp bir şeyler yiyip-içmedîkçe veya orucu bozan
herhangi bir davranışta bulunmadıkça orucu bozulmaz. (Çev.)
8. İslam'dan İrtidat Etmek:
Allah korusun, oruçlu iken İslam'dan irtidat edenin
orucu bozulur. Tövbe edip, İslam'a döndüğünde, o günün orucunu kaza etmesi
gerekir. Çünkü Yüce Allah; 'şirke düşersen, amelin boşa gider
[446]
buyurmuştur. Âİimler bu konuda görüş birliği içerisindedirler.
Ramazan günü, oruçlu erkek ve kadın bilinçli
olarak cinsel ilişkiye girmeleri durumunda, her ikisinin de orucu bozulur. Bu
durumda her ikisinin de, o günün orucunu kaza etmesi gerekir.
Ayrıca erkeğin kaza ve kefaret orucu tutması; kadının ise
sadece o günün orucunu kaza etmesi -tercih edilen görüşe göre- yeterlidir.
Alimlerin çoğunluğu ise, her ikisine de kefareti gerekli görmüşlerdir.
Kadın ve erkeğin her ikisi de bilinçli ve istekli olarak oruçlu
haldeyken ilişkiye girmeleri durumunda, her ikisine de kaza ve kefaret
gerekir. Ancak kadın cinsel ilişkiye zorlanmış ise, kadına kaza, erkeğe kaza ve
kefaret gerekir.
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ue sel!em)'e bir adam geldi ve; «Ey Allah'ın Rasu-lül Helak oldum' dedi.
Rasulullah (sallaîlâhu aleyhi ue sellem); «Seni helake sürükleyen nedir?»
buyurdu. O; «Ramazanda hanımımla cinsel ilişkide bulundum» dedi. Peygamber
(sallaîlâhu aleyhi ve seliem); «Bir köle azad edecek bir şey bulabilir misin?7
buyurdu; O; «hayır» dedi; «iki ay peşpepe oruç tutabilir misin?' buyurdu;
«hayır» dedi. «öyleyse altmış fakiri doyuracak bir şey bulabilir misin?»
buyurdu, «hayır» dedi. Sonra adam oturdu. Derken Peygamber (sallaîlâhu aleyhi
ve sellem)'e içinde hurma dolu bir zembil getirildi. Resulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem), o adama; «bunu ve sadaka olarak dağıt' buyurdu. Adam; 'ey Allah'ın
Rasülü! Bizden daha fakirini nasıl (bulacağım)?! Medine'nin karataşlı iki
tarafı arasında, benim ailemden daha muhtaç bir aile yoktur» dedi. Bunun
üzerine, Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem) güldü, öyleki gülmekten yan
dişlen göründü. Sonra ona; «haydi git, bunu ailene yedir» buyurdu.[447]
Bu hadiste, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem) erkeğe kefareti emrederken; kadın hakkında hiçbir şey
emretme-miştir. 'Çünkü cinsel ilişki sonucu gereken kefaret türlerinden biri,
mali haktır. Bu nedenle mehir konusunda olduğu gibi, erkeğin sorumluluğundadır.[448]
Bazı âlimler ise, 'cinsil ilişki sonucu gereken kefaret, köle
azat etmek veya fakirleri doyurmak şeklinde uygulanırsa, sadece
erkeğe; kefaret orucu tutularak uygulanırsa erkek ve kadına birlikte
gerekir' demişlerdir.[449]
1. Hanımiyla cinsel ilişkide bulunana -meni çıkmasa dahi-kefaret
vacip olur.[450]
2. Bir kadının iki ay peş peşe oruç tutması
gerektiğinde, hayız günlerinin araya girmesi, 'peş peşeliğe' engel değildir,
imam Mâlik der ki; 'peş peşe oruç tutması gereken bir kadın, hayız olduğu
zaman orucuna ara verir; temizliğinde kaldığı gün sayısının üzerine devam eder.[451]
Buna, hata sonucu birinin ölümüne neden olan kadının diyet orucu örnek
verilebilir.
3.
Âlimlerin
tercih edilen görüşüne göre, henüz fecrin doğmadığını zannederek, hanımiyla
cinsel ilişkide bulunan erkek ve kadına, ne kaza, ne de kefaret gerekmez. Çünkü
Yüce Allah, unutandan ve yanılandan sorumluluğu kaldırmıştır. Allah Teâla,
Ramazan gecelerinde, fecir doğuncaya, -siyah iplik, beyaz iplikten ayırt
edilinceye kadar- yemeyi, içmeyi ve cinsel ilişkiyi mubah kılmıştır. Fecir
vaktinin girmesine rağmen, henüz vaktin girmediğini zanneden ve kendisine
helal ve mubah kılınan bir davranışta bulunan kişi, mazeretinin kabulü
konusunda, unutan ve yanılan kişiden daha önceliklidir.[452]
En doğrusunu Allah bilir.
4. Cinsel ilişkinin tekrarlanması durumunda
kefaretin de tekrarlanması gerekir mi?
Bu durum, üç şekilde tanımlanır;
a) Ramazan günü, hanımiyla cinsel ilişkide
bulunup, kefaretini yerine getiren kimse, Ramazanın başka bir gününde tekrar
ilişkide bulunursa, tekrar kefaret gerekir. Bu konuda icmâ edilmiştir.
b) Ramazan'da aynı gün içerisinde birden fazla
ilişkide bulunan kişiye, bir kefaret gerekir. Bu konuda icmâ edilmiştir.
c) Ramazan'da
cinsel ilişkide
bulunup, henüz kefaretini yerine getirmeyen bir kişi, başka bir günde bir daha
cinsel İlişkide bulunursa; bu konuda iki görüş vardır. Tercih edilen görüş, her
gün için bir kefaret gerektiği görüşüdür. Çünkü her günün orucu, münferit/ayrı
bir ibadettir. Dolayısıyla bozulması sonucunda gereken kefarette münferit
olur/birleştirilemez.
Hanefî mezhebine göre, kefareti gerektiren nedenlerin birden
fazla olması durumunda, tek kefaret tamamına yeterlidir. Aynı günde veya aynı
ya da daha Önceki Ramazan aylarında birden fazla kefareti gerektiren durumun
olması halinde de tek kefaret tamamı için yeterlidir.[453]
Hayızlı ve loğusa hanımların oruç tutmadıkları günleri kaza
etmeleri gerektiği daha önce belirtilmişti. Farklı nedenlerden dolayı
mazeretli olarak tutamadıkları oruçların da aynı şekilde kaza edilmesi gerekir.
Kaza edilmesi gereken oruçların,
fevren/mazeret kalkar kalkmaz hemen kaza edilmesi vacip değildir.
Geciktirilmesi de caizdir. Aişe (radiyaliâhu anhâ) anlatıyor; 'Ramazan ayından
kaza etmem gereken oruçlar oluyordu. Bunları hemen kaza etmeye gücüm
yetmiyordu. Ancak Şaban ayında kaza edebiliyordum.[454]
Ramazan ayından kaza etmesi gereken oruçları
bulunanın ertelemesi sonucu, bir sonraki Ramazan'ın girmesi durumunda;
öncelikli olarak içerisinde bulunulan ayın orucunun tutulması gerekir. Daha
sonra, Şevval ayının başında önceden kaza etmesi gereken oruçları kaza eder.
Yedirmek, İçirmek gibi herhangi bir
kefaret
gerekmez.[455]
Çünkü
bu gibi durumlarda kefaretin gerektiğini ifade eden merfu bir hadis
bulunmamaktadır.[456]
Kaza oruçlarının farklı günlerde tutulması
caizdir. Çünkü Yüce Allah; '.., tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç
tutar
[457] buyurmuştur.
İbn Abbas
(radiyaliâhu anh}, 'kaza orucunun farklı günlerde tutulmasının bir sakıncası
yoktur' demiştir.[458]
Tutması gereken oruçları tutamadan vefat eden kimsenin durumu:
Tutması gereken oruçları, tutamadan vefat edenin velisi, onun yerine oruçları
tutabilir. Bu konu cenazeler bölümünde anlatılmıştı.
Aşağıda belirtilen günlerde oruç tutulmasını, Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem) teşvik etmiştir;
1. Şevval ayında altı gün oruç tutmak:
Ebû Eyyûb el-Ensârî {radiyaliâhu anh) anlatıyor; 'Ramazan
orucunu tuttuktan sonra, Şeuual ayından altı gün oruç tutan, bütün yılı oruçlu
geçirmiş gibi olur.[459]
Ramazan ayından kaza orucu bulunan, Şevval
ayında altı gün nafile oruç tutabilir mi? Yukarıda zikredilen hadisin zahiri,
bütün yılı oruçlu geçirmiş sevabını, Ramazan orucunu tuttuktan sonra Şevval'den
altı gün oruç tutma şartına bağlamıştır. Dolayısıyla, altı gün orucu, Ramazan
orucu kazasının öncesine alınamaz. Fakat «Ramazan
orucunu tuttuktan sonra, peşine Şevval ayından altı gün oruç tutan...»
hadisinde zahir anlamı değil, ağırlıklı olan genel teamül kastedilmiş
denilmesi durumunda, Ramazan orucu kaza edilmeden önce de, altı gün orucu
tutulabilir. Özellikle kaza orucu tutması durumunda, Şevval ayında altı gün
oruç tutamayacak olan kimse bunu tercih edebilir. En doğrusunu Allah bilir.
2-3. Arafe günü -Hac'ta bulunmayanlar için-,
Aşure günü ve bir gün öncesi oruç tutmak:
Ebû Katâde (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Arefe günü orucu
hakkında Rasulullah (saüaliâhu aleyhi ve se!İem)'e sorulduğunda; «bir önceki
yılın ve sonraki yılların (günahlarına) kefaret olur»; Aşure orucu sorulduğunda
ise; «bir önceki yılın (günahlarına) kefaret olur» buyurdu.[460]
Arafe günü, haccetmek için haçta
bulunmayanlar oruç tutabilir. O gün haccedenler, oruç tutamaz. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) veda haccında arefe günü oruç tutmamıştır.[461]
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), aşure
günü oruç tuttuğunda, oruç tutulmasını emretti. Sahabeler; 'Yâ Rasulullahl
Yahudiler ve Hıristiyanlar bu güne tazim gösteriyor!' dediler. Bunun üzerine
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'gelecek yıl inşallah dokuzunda oruç
tutarız' buyurdu. Fakat Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelecek yıl,
gelmeden önce vefat etti.[462]
Muharrem ayının genelinde oruç tutmak
müstehaptır. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e; Ramazan
ayından sonra en faziletli oruç, hangi aydır?' diye sorulduğunda;
Muharrem,
olarak isimlendirdiğiniz Allah'ın ayında» buyurmuştur.[463]
4. Şaban ayında çok oruç tutmak:
Âİşe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj'in
Ramazan ayı dışında bütün ayı oruçlu geçirdiğini görmedim ve hiçbir ayda Şaban
ayından daha çok oruç tuttuğunu da görmedim.[464]
Hatırlatma:
Orucu, Şaban ayının 15'İne özgü kılmak
bidattir. Bu, Şaban ayında çokça oruç tutmayı veya her ay üç gün oruç tutmayı
adet edinmemiş kimseler içindir. Çünkü bu konuda Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'den sahih bîr rivayet bulunmamaktadır.
5. Pazartesi ve
Perşembe
günleri oruç tutmak:
Üsâme bin
Zeyd (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Allah'ın Peygamberi (sallallâhu aleyhi ve
sellem), Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Ve bu konuda kendisine
sorulduğunda; «Hiç şüphesiz kulların amelleri, Pazartesi ve Perşembe günleri
arz olunur» buyurdu.[465]
6. Her ay üç gün oruç tutmak:
Abdullah bin Amr (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bana; «her ay üç gün oruç
tut! Hiç şüphesiz İyilikler on kat olarak yazılır. Böylelikle bütün zamanları
oruçlu gibi geçirmiş olursun» buyurdu.[466]
Ebû Zer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem); «her ay üç gün oruç tutacağın zaman, ayın onüçünde,
ondördünde ve onbeşinde tut» buyurdu.[467]
7. Bir gün oruç tutup, bir gün tutmamak:
Abdullah bin Amr (radiyallâhu anh)
anlatıyor; Peygamber (saİhîîâhu aleyhi veseilem) «Allah'ın en hoşnut olduğu
oruç, Dauud aleyhisselam'ın orucudur. O, bir gün tutar, bir gün tutmazdı»
[468]
buyurmuştur.
Hiçbir ayı oruçsuz geçirmemek, müstehaptır. Aişe (radiyallâhu
anhâ) anlatıyor; '... Vefatına kadar, Ramazan dışında bütün ayı oruçlu
geçirdiğini; aynı şekilde bütün bir ayı oruçsuz geçirdiğini de bilmiyorum.[469]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sal-lallâhu aleyhi ve sellem) «bir kadın, kocasının yanında onun izni olmadan
oruç tutmasın» buyurmuştur.[470]
Hadisteki nehîy, haramlık İfade eder. Ancak bu hüküm nafile oruçlara özgüdür.
Farz olan oruçlarda, kocadan izin alınmaz.[471] En
doğrusu Allah bilir-.
1. İki Bayram Günleri:
Alimlerin icmâsıyla, bayram günlerinde oruç
tutmak haramdır. Ömer bin Hattâb (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Şu iki günde
oruç tutmayı Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) yasaklamıştır; «oruç
tutmaya ara verdiğiniz gün ve diğeri de, kurban etlerini yediğiniz gündür» dedi.[472]
2. Teşrik Günleri -Kurban Bayramının İkinci, üçüncü ve dördüncü
günleri:
Aişe ve ibn Ömer (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; 'teşrik
günlerinde oruç tutulmasına izin verilmedi. Kurban bulamayanlar bundan hariç
tutuldu.[473]
Abdullah İbn Ömer ve oğlu, teşrik günlerinde
şöyle derlerdi; 'yiyin! Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu günlerde,
bize yemeyi emretti; oruç tutmayı yasakladı.[474]
3. Sadece Cuma günü oruç tutmak:
Perşembe günü veya Cumartesi günü de oruçlu olunması şartıyla,
Cuma günü oruç tutmanın bir sakıncası yoktur. Ebû Hureyre (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken
işittim; «hiç biriniz sadece Cuma günü oruç tutmasın! Ya bir gün önceden veya
bir gün sonrasıyla birlikte tutsun.[475]
Peygamberimizin hanımı Cüveyriye (radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Cuma günü yanıma geldiğinde ben
oruçluydum. Bana; «dün oruç tuttun mu?» dedi; ben «hayır» dedim. «Peki, yarm
oruç tutacak mısın?» dedi; ben, «hayır» dedim. Bunun üzerine bana; «o halde,
orucunu boz» buyurdu.[476]
4. Şüphe günlerinde oruç tutmak:
Şüphe
günleri, 'yarın Ramazan mıdır, yoksa Şaban'ın sonu mu' olduğu konusunda
tereddüt edildiği günlerdir.
Ammâr bin Yâsir (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Şüphe günlerinde
oruç tutan, Ebu'l-Kasım (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e asi olur.[477]
Şaban ayının
son iki gününde oruç tutmamak daha faziletlidir.
Ancak, Pazartesi, Perşembe ve diğer aylarda oruçlu geçirilen günlere denk
gelmesi durumunda, Şaban'm son iki günü de oruç tutulabilir. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Ramazan'dan bir veya iki gün önce
oruç tutmayınız. Ancak, oruçlu geçirmeyi adet edindiği günlere denk gelenler
oruç tutsun
[478] buyurmuştur.
5. Yılın bütün günlerinde oruç tutmak:
Oruç tutulmasının yasaklandığı günler dışında, bir yılın bütün
günlerini oruçlu geçirmek haramdır. Çünkü Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'bütün günleri oruçlu geçirenin, orucu olmaz;[479]
Yılın bütün günlerini oruçlu geçiren kimse, ne oruç tutmuş olur; ne de iftar
etmiş olur!' buyurmuştur.[480]
Yalnızca Cumartesi günü oruç tutulmasını, Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem} yasaklamıştır. Aynı şekilde Şaban'-in ikinci
yarısında oruç tutulmasını da yasaklamıştır. Ancak bazı âlimler sahih olduğunu
belirtmişse de, bu konudaki rivayetler zayıftır.[481]
Biz, bazı âlimlerin de belirttiği gibi bu günlerin oruçlu geçirilmesinde bîr
sakınca görmüyoruz.
İftar ve
sahur etmeksizin -iki veya daha fazla gün- sürekli oruç tutmak mekruhtur. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); '-üç defa tekrarlayarak- visal
orucunu/ara vermeden peş peşe iftarsız ve sahursuz oruç tutulmasını yasakladı.
Sahabeler; 'Yâ Rasululiah! Sen neden visal orucu tutuyorsun?' diye
sorduklarında; «Ben, sizin gibi değilim. Çünkü Rabbim beni geçeleri yedirip
içirmektedir. Sizler gücünüzün yeteceği amellere kalkışın» buyurdu.[482]
Sahursuz, visal yapmaya gücü yetenlerin,
sahura kalkmadan oruç tutarak visal yapmaları caizdir. Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'visal yapmayınız! Sizden kim visal yapmak
isterse, sahursuz visal yapsın' buyurmuştur.[483]
Ramazan'm son on gününde ibadete yoğunlaşmak:
Sevap kazanmak ve Kadir gecesine rastlamak arzusuyla,
erkeklere olduğu gibi, hanımlara da Ramazan'm son on gününde itikâfa
girmek müstehaptır.
Bu gecelerde, teheccüt namazı için kişinin
ailesini uyandırması müstehaptır. Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazan'm son on günü girdiğinde,
daha gayretli olur, gecelerini ihya eder, ailesini uyandırırdı.[484]
Bunu, Kadir gecesine rastlamak için yapardı. Bu nedenle Peygamberimiz
(sailallâhu aleyhi ve sellem); 'Kadir gecesini, Ramazanın son on günü
içerisinde, tekli günlerde arayınız
[485]
'iman ederek ve sevabını umarak, kadir gecesini ibadetle geçirenin, geçmiş
günahları bağışlanır
[486]
buyurmuştur.
Hanımların itikâfa girmesi meşrudur: Âişe {radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
'Rasululiah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazanın son on gününde itikâfa
girilmesini nasihat etti. Bunun üzerine Âişe itikâfa girmek için izin aldı.[487]
'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefat edinceye kadar, her Ramazanın
son
on gününde itikâfa girerdi. Onun
vefatından sonra da, hanımları itikafa girmiştir.[488]
1. Hanımların, eşlerinden izin almaksızın itikâfa girmeleri caiz
değildir. Çünkü kadınlar, eşlerinden İzin almaksızın evlerinden çıkamazlar. Bu
konuyla ilgili, Aişe, Hafsa ve Zeyneb'ten rivayetler daha önce zikredilmişti. Allah
onlardan razı olsun-. Bunlar itikafa girmek için Peygamberimiz fsallaüâhu
aleyhi ve sellem)'den İzin istemişlerdir.
2. Hanımına
itikâfa girmesi için izin veren, onun itikâftan çıkmasını isteyebilir mi?
Nafile itikattaki kadının kocası, hanımının
itikâftan çıkmasını isteyebilir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aieyhi ve
sel-lem), Âişe validemize itikâf izni verdikten sonra, Hafsa ve Zeyneb
(radiyallâhu anhumâ)'da izin istemişlerdi. Bunun üzerine Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem), onların itikâfa girme amaçlarının itikâftan
ziyade, birbirlerini kıskanmaları ve kendisine yakın olmak arzusu olduğunu
anlamıştı. Bu nedenle onların itikâftan çıkmalarını istemiş ve; 'Siz bu
yaptıklarınızı hayır amaçlı mı, yapıyorsunuz?' buyurmuştur.[489]
Adak itikâfı gibi, vacip olan itikatlarda ise
durum şöyledir;
Eğer peşpeşe itikâf yapılacağı adakta belirtilmişse, öncesinde
izin aİmış olan bir hanımı, kocası İtikâftan çıkaramaz. Adağında itikâfı
peşpeşe yapacağını belirtmemişse, kocası itikâftan Çıkmasını isteyebilir. Bu
durumda kadın, geri kalan itikâfını daha sonra tamamlar.[490]
3. İtikâfa sadece mescitlerde girilir:
İtikâfa
sadece mescitlerde girilebilir. Nitekim, Yüce Allah; '...
Mescitlerde itikâfta olduğunuzda...' buyurmuştur.[491]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve hanımları da, mescitte itikâfa
girmiştir. Hanımların evlerinde mescit olarak belirledikleri yerlerde itikâfa
girmeleri caiz değildir.[492]
Hanımların itikâfa girdikleri mescitlerde, cemaatle namaz kılınıyor olması
şart değildir. Çünkü cemaatle namaz, hanımlara vacip değildir.[493]
Hanefî mezhebine göre hanımlar evlerinde mescit olarak
belirledikleri bir odada itikafa girmeleri caiz olmakla birlikte daha da
evlâdır. (Çev.)
4. Hanımlar, mescitlerde
itikâfa girdikleri zaman bulundukları yeri bir örtüyle kapatırlar:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellemj'in
hanımları, mescitte itikâfa girdiklerinde, onlara mescidin içerisinde birer
Çadır kurulması emredilmişti. Nitekim mescitte erkekler de bulunmaktadır.
Erkeklerin ve hanımların birbirlerini görmemeleri, kendileri için daha
hayırlıdır. Mescitte, erkeklerin namaz kılmadığı, kadınlara özel bölümlerde
hanımların itikâfa girmeleri, erkek saflarının bölünmemesi ve zorluk
oluşmaması açısından çok daha uygundur.
5. İtikâfta
bulunan bir kadın, kendi halinde Yüce Allah'a ibadetle meşgul olmalıdır. Namaz,
Kuran kıraati, teşbih, tahmîd, tehlîl, tekbir, İstiğfar, Peygamberimize salavat
getirme ve benzer ibadetlerle vaktini değerlendirmelidir.
İtikâfta
bulunan bir kadının, Allah'a yakınlık amacıyla hiç konuşmamasının mekruh olduğu
gibi, faydasız söz ve davranışlarla meşgul olması da mekruhtur.
6. Zorunlu ihtiyaçlar durumunda, itikâfta bulunanlar
mescitten çıkabilirler:
Umre (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Âişe
(radiyallâhu anhâ) itikâfta iken,
ihtiyacı nedeniyle mescitten evine çıktığında, hastaya uğrar, halini sorup geçerdi,
onun yanında durmazdı.[494]
İhtiyaç
olmaksızın itikâf esnasında mescitten çıkanın, itikâfı bozulur.
7. İtikâfta eşiyle cinsel ilişkide bulunanın itikâfı bozulur.
Yüce Allah; 'Mescidlerde itikâfa girdiğinizde kadınlarınıza
yaklaşmayın.
[495] buyurmuştur.
İtikâfta
bulunan kişinin, hanımını öpmesi ve benzer davranışlarda bulunması caiz
değildir. Alimler bu konuda icmâ etmiştir.
8. İtikâftaki kadın, şehvetsiz olarak kocasına dokunabilir:
İtikâftaki
kadın, kocasının başını yıkayabilir, saçını tarayabilir veya ona bir şeyler
yedirebilir.
Aişe {radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (saîlalîâhu
aleyhi ueselîem), mescitte itikâfta iken, başını göğsüme dayıyordu; bende
hayızh olduğum halde onun saçını tarıyordum.[496]
9. Özür/istihâze
kanaması olan hanımlar, mescitleri kirletmeyeceklerinden emin olmaları
durumunda mescitlerde itikâfa girebilirler:
Aişe (radiyailâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) ile birlikte istihâze kanaması olan bir hanımı itikâfa girdi.
Onun kırmızı ve san renkte kanamaları oluyordu. Namaz kılarken bazen altına
leğen koyuyorduk.[497]
10. Kadın, itikâftaki kocasını ziyaret edebilir:
Peygamberimizin hanımı Safiye (radiyallâhu anhâ); 'Ramazan'm
son on gününde itikâfta bulunan Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj'i
ziyaret için mescide geldi. Bir süre onunla konuştu.
Geri dönmek için kalktığında, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) de onunla
birlikte kalktı, onu Öptü ve Ummü Seîeme'nin kapısına kadar uğurladı.[498]
11. İtikâftaki bir kadının nişanlanması ve nikahının kıyılması
caizdir. Ancak, zifafa girilemez.[499]
Hac: Tavaf, sa'y, Arafat vakfesi ve diğer
menâsikler amacıyla, Yüce Allah'ın emrine icabet ederek ve O'nun rızasını arzulayarak
Mekke'ye gitmektir. Hac, İslam'ın beş rüknünden ve bilinmesi zorunlu olan
farzlardan biridir. Haccın farz olduğunu inkâr eden, İslam'dan çıkar ve kâfir
olur.
Yüce Allah; 'Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı
olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabed), Mekke'deki (Kâbe-)dir. Orada
apaçık nişaneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette
olur. Yol bakımından gidebilenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar
üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden
müstağnidir.[500]
Gücü yetmesi durumunda kadınlara haccın farz olduğu konusunda
âlimler icmâ etmişlerdir. Hac, ömürde bir defa farzdır. Ebû Hureyre
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize bir
hutbe okudu ve; «Ey İnsanlar! Allah size haca farz kılmıştır, haccediniz»
buyurdu. Bunun üzerine bir adam kalktı ve; «Her yıl mı, Ey Allah'ın Rasülül»
diye sordu. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) cevap vermeyip sustu. Bunun
üzerine adam sorusunu üç defa tekrarladı. Nitekim Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem); «şayet evet dersem, bu vacip olur; fakat sizler buna güç
yetiremezsiniz.[501]
Adak olarak haccetmeyi adayanların dışında,
birden fazla yapılan hac ibadeti nafiledir.
1. Hanımiarın en faziletli cihadı, haçtır.
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Yâ Rasulullâh! Amellerin
en faziletlisi olarak cihadı görüyoruz. Bizler de cihad etmeyelim mi?' diye
sordum; «hayır! Siz hanımlar için en faziletli cihad, mebrûr
[502]
haçtır» buyurdu.[503]
2. Hac, günahları yok eder, arındırır:
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullâh
(sallal-lâhu aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken işittim; «kim, Aziz ve Celîl
Allah için hacceder; kötü söz söylemez ve günah işlemezse, annesinden doğduğu
günkü gibi döner.[504]
3. Haccın mükâfatı cennettir:
Ebû Hureyre {radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sal-lallâhu aleyhi ve sellem) «Bir umre ile diğer umre arasındaki günahlar
kefaret olunur. Kabul olunmuş!mebrûr haccın, cennetten başka karşılığı yokturn.[505]
Kadınlara hac, ancak altı şartla farz olur. Bunlar;
1. Müslüman olması.
2-3. Akıl, baliğ olması.
4. Hür olması.
5. Haccetmeye gücünün yetmesi.
6. Beraberinde kocasının veya bir mahreminin bulunması.
İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Bir kadın, yanında mahremi
bulunmaksızın yolculuğa çıkmasın. Ve hiçbir erkek, yanında mahremi bulunmayan
bir kadının yanına (yalnız) girmesin' buyurdu. Bir adam; 'Yâ Rasulullâh! Ben
falanın ordusuna katılmak istiyorum. Hanımım ise haccetmek istiyor' deyince,
ona; 'hanımınla birlikte (hacca) git' buyurdu.[506]
Mahrem: Bir kadının kocası veya evlenmesi ebediyen
haram olan babası, oğlu, öz kardeşleri ve sütkardeşleridir. Bu konuyla ilgili
açıklamalar ileride yapılacaktır. İnşallah.
Mahremi bulunmayan bir kadın,
haccetmeye gücü olmayan hükmündedir. Bu nedenle ona, haccetmek farz değildir.
Buna rağmen mahremi olmaksızın hacceden kadının haccı sahihtir/geçerlidir.
Ancak rnahremsiz yolculuk yaptığından dolayı günahkâr olur. -Allah en doğrusunu
bilir.
Haccetmeye gücün yetmesi şartı, üç şeyle
açıklanmaktadır;
a) Sağlıklı olması: İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Has'am kabilesinden bir kadın, «Yâ Rasulullah! Babama haccetmesi farz oldu.
Ancak kendisi çok yaşlı ve bineğin üzerinde oturmaya gücü yetmiyor. Onun yerine
ben haccedebilir miyim?» diye sordu. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem);
«evet, onun yerine haccedebilirsin» buyurdu.[507]
b) Bireysel ihtiyaçlarının yanı sıra, hacca gitmeye,
orada kalmaya ve memleketine tekrar dönmeye yetecek mali güce sahip olması.
c) Yolda can ve mal emniyetinin bulunması.
1. Nafile hac için, kocasından izin alması
vaciptir. Bu konuda icma edilmiştir.
2. Adak hacc: için, eğer
adağını kocasının izniyle yapmışsa veya evlenmeden önce adakta bulunmuş,
evlenirken bunu kocasına bildirmiş ve onayını almışsa, kocası onun
haccetmesini engelleyemez. Fakat kocası izin vermemesine rağmen adakta bulunmuşsa,
kocası onu engelleyebilir.
3. Farz haccında, yukarıda belirtilen haccın
şartlan oluşmuşsa, kadının kocasından izin alması müstehaptır. Kocası, şer'î
bir gerekçesi olmaksızın, onu farz haccindan alıkoyamaz. Buna rağmen kadın,
haccını bir sonraki yıla erteleyebilir, bunda bir sakınca yoktur.
1.
İster farz,
ister adak hacci olsun bir kadın haccedemeden vefat ederse velisinin, onun
malından, onun yerine haccedecek birini hacca göndermesi vaciptir. Mûsâ bin
Seleme (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Sinan bin Seleme el-Cühenî'nin hanımı,
Rasu-iullah (sallallâhu aleyhi ve sellem}'e, haccetmeden vefat eden annesinin
yerine haccetmesinin geçerli olup-olmayacağını sordu. Rasulullah (saUallâhu
aleyhi ve seilem); «evet, şayet annesinin borcu olsaydı, onu ödediğinde geçerli
olmayacak mıydı?! O halde, annesinin yerine haccedebilir» buyurdu
[508]
2. Bir kadın, başka bir kadının yerine
haccedebilir:
Yukarıda zikredilen hadiste de belirtildiği gibi, bir kadının
başka bir kadının yerine haccetmesi caizdir. Bu nedenle Şeyhu'l-İsîam İbn
Teymiye, 'bir kadın, başka bir kadının yerine haccedebilir. Bu konuda âlimler
görüş birliği içerisindedirler. Haccedecek kadının, kendi kızı veya başkası
olması farksızdır demiştir.[509]
3. Bir kadın, bir erkeğin yerine haccedebilir:
Dört mezhep imamı ve diğer âlimler, babasının yerine haccetmek
isteyen Has'am'lı kadına, Peygamberimizin onun yerine
haccedebilirsin buyurmasını, deül göstererek buna
cevaz vermişlerdir.
4. Bir kadın, bebeğiyle birlikte haccetmesi
durumunda onun için de sevab kazanır:
Bebeğini taşıması, ihramhnın sakındığı şeylerden, onu da
sakındırması ve ihramhmn yaptığı her şeyi ona da yaptırması nedeniyle,
çocuğundan dolayı sevap kazanır. İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; '...
bir kadın küçük çocuğunu (Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem} kaldırdı ve;
«bunun için hac var mı?» diye sordu. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem};
«evet, sana da sevap vardır» buyurdu.[510]
Bu hadis, çocukların haccının kabul olduğu ve
bundan dolayı sevap alındığına delildir. Fakat çocuğun haccı, akıl-bâliğ şartının
gerektiği, farz haccı yerine geçmez.
5. Başkasının
yerine haccedecek kadının, kendi farz haccmı yapmış olması gerekir:
Alimlerin çoğu bu görüştedir. Bu, İbn Abbâs
(radiyaljâhu an-h)'ten de nakledilmiştir. İbn Teymiye'nin de belirttiği gibi,
sahabeler arasında bu kanaate muhalefet eden bilinmemektedir.
Hanefî mezhebine göre, kendi haccını -şartlan oluşmadığı için-
yapamamış olan kişi, başkasının yerine hac yapabilir. (Çev.)
Kadının yerine erkeğin de haccetmesi caizdir. İbn Abbâs
(ra-diyaliâhu anh) anlatıyor; 'Bir adam Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem}'e geldi ve; «kız kardeşim haccetmek için adakta bulunmuştu.
Haccedemeden vefat etti» dedi. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem); «şayet
onun borcu olsaydı, onu öder miydin?» diye sordu. Adam; «evet» dedi. Bunun
üzerine; «o halde, Allah'a olan borcunu da
öde!
ödenmeye en fazla layık olan borç budur» buyurdu.[511]
Her Müslüman yapacağı hac ibadetinin, Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'in haccı gibi olmasını ve kabul edilmesini arzular ve haccın
faziletine kazanmak ister.
İşte bu
nedenle, Câbİr (radiyallâhu anh)'ın rivayet ettiği hadiste anlatıldığı
şekilde, kadınlar için hac ibadetini burada özetleyeceğiz. Çünkü veda haccıyla
ilgili en güzel rivayette bulunan sahabi Câbir (radiyallâhu anh)'dir. Bu
rivayette, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'İn Medine'den çıkışından
sonuna kadar her anı anlatılmıştır. Bu nedenlede veda haccının en kapsamlı
rivayetidir.[512] Daha sonra, hac
ibadetinde yapılması gerekenleri, bütün ayrıntılarıyla ve rükün, vacip,
müstehap ve diğer kısımla-rıyla birlikte zikredeceğiz. -Allah'tan yardım
diliyoruz-.
1. Hac yapabilecek güce sahip olunup, haccın edasına
kesin karar verildiğinde; bütün günahlardan bir daha işlememek üzere tövbe
edilir. Haccedecek kişi, üzerinde başkalarına ait haklar var ise, onları
sahiplerine İade eder. Borçlu ise, imkânı nispetinde borçlarını öder. Eşinin ve
anne-babasının rızasını alır. Akrabaları arasında dargınlık bulunuyorsa,
onların gönüllerini hoşnut eder.
2. İyilik yapmaya olan gayretini artırır. Şüpheli şeylerden ve
haksızlıklardan sakınır. Kabul görecek davranışlarda bulunur.
3. Bir mahremiyle
birlikte hacca gidecek kadın, kocasından izin alır.
4. Şeriatın edep kurallarına riayet ederek yolculuğuna çıkar.
5. Mîkât sınırına gelindiğinde, cünüplükten, hayız veya loğusalıktan
dolayı gusül abdesti alır gibi, elbiseler çıkarılıp gusül ab-desti alınır. Koku
sürünülür. Bu kokunun ihrama girildikten sonra elbisede veya vücutta kalmasının
bir sakıncası yoktur.
6. ihrama giren
kadın,
dilediği elbiseyi giyebilir. Ancak peçe ve eldiven takamaz ama uüzünün üzerine
bir şey sarkıtarak örtebilir.
7. Farz namaz
vakti gelmişse,
farz namazı kılar. Farz namaz vakti değilse, iki rekât abdest namazı kılar.
Daha sonra, yolculuk yaptığı araca binip, kıbleye yönelerek hamdeder, tekbir
getirir ve umreye niyet eder. Eğer temettü haccı yapacaksa 'Lebbeyk, Aliâhumme
umreten /Allah'ım emrine uydum, umreye niyet ettim' der. Şayet kıran haccı
yapacaksa 'Lebbeyk, Aliâhumme hacceten ve umreten j Allah'ım emrine uydum, hac
ve umreye niyet ettim' der.
8. Hacca uçakla gidiîiyorsa,
uçak mikât sınırına ulaştığında İhrama girer. Bu durumda gusül abdesti ve
kokuyu daha öncesinde yapar.
9. Umre için tehlil ve telbiyede bulunur.
Tehlîl:
Lâ
ilahe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. Lehul mulku ue-lehul hamdu ve huve ala
külli şeyin kadir I Allah'tan başka ilah yoktur. O tekdir. Ortağı yoktur. Mülk
O'nundur. Hamd O'nadır. O, her şeye gücü yetendir'
Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke Lâ şerike
leke lebbeyk, inne'l-hamde ve'n-Ni'mete leke ve'l-Mülk, Lâ şerike lek / Emrine
amadeyim, teslimim, Allahım! Emrine amadeyim, teslimim. Emrine amadeyim,
teslimim; Senin ortağın yoktur; Emrine amadeyim, teslimim. Hamd ve nimet Sana
mahsustur. Mülk Senindir. Senin ortağın yoktur'. Hanımlar, seslerini sadece
yanındakiler duyacak kadar yükseltirler.
10.
İhramh
olanlar, durum, mekân ve zaman değişikliklerinde özellikle telbiyeyi daha
fazla getirmelidir. Örneğin, tepelere Çıkarken, inerken, gece olduğunda, gündüz
olduğunda telbiye getirilmelidir. İhramh hanımlar hayız halinde bile telbiye
getirmeye devam etmelidir. Telbiye getirmeye, tavafa başlayıncaya kadar ara
verilmez.[513]
11. Mekke'ye varıldığında, bir an önce Mescid-i
Haram'a/ Kabe'ye gidilir. Hacerulesved'e gelinip, mümkünse öperek, değilse sağ
elle selamlayıp elini öperek; bu da mümkün olmuyorsa, eliyle işaret edip tekbir
getirerek selam verilir. Hanımların Hace-rulesved'i selamlamak için erkeklerin
arasında izdihama katılması uygun değildir.
12. Kabe sol tarafa gelecek şekilde
tavafa başlanır. Rüknü-'1-Yemâni'ye gelindiğinde öpmeksizin -mümkünse- selam
verilir. Rüknü'l-Yemânî ile Hacerülesved arasında şu dua okunur;
Rabbena âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve
fil-âhırati haseneten ve kmâ azâbennâr / Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ve
güzellik; ahirette de iyilik ve güzellik ver. Ve bizi cehennem azabından koru'
Hacerülesved'in hizasına gelindiğinde bir tavaf tamamlanmış
olur. Bu şekilde yedi tavaf yapüır.
13. Tavaftan sonra İbrahim aleyhisselam'ın makamının arkasında
İki rekât namaz kılınır. İlk rekâtta 'kul yâ eyyuhelkâfirûri; ikinci rekâtta
'kul huvallahu ahad' okunur.
14. Sonra zemzem İçilir ve başa zemzem dökülür.
15. Daha sonra -mümkünse- Hacerulesved'e dönülüp selam
verilir.
16. Sonra sa'y yapılır. Safa tepesine yaklaşıldığında
İnne's-Safâ ve'l-mervete min şeâirillâh' ayeti okunur, ve; Allah'ın başlamayı
emrettiği yerden başlıyorum' denir.
17. Kabe'yi görebilecek şekilde, Safa tepesine
çıkar, Kabe'ye döner, üç defa şöyle der ve dilediği gibi dua eder;
Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. Lehu'l-mulku
vele-hu'l-hamdu ve huue ala külli, şeyin kadir. Lâ ilahe illallâhu uah-deh,
enceze vahdeh, ue nasara abdeh, ve hezemel ahzâbe vah-deh I Allah'tan başka
ilah yoktur. O tekdir. Ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nadır. O, her şeye
gücü yetendir. Allah'tan başka ilah yoktur. O tektir. O, vadini yerine getirdi.
Kulunu muzaffer kıldı. Yalnız başına bütün grupları bozguna uğrattı'
18. Sonra Safa tepesinden iner ve Merve tepesine doğru yürür.
Hanımlar, iki yeşil direk arasında -erkeklerin yaptığı gibi-koşar adımlarla
hızlanmazlar.
19. Merve tepesine ulaşıldığında, Safa tepesinde
yapılanların aynısı tekrarlanır. Böylelikle bir şavt/tur tamamlanmış olur.
Sonra Merve tepesinden iner ve Safa tepesine doğru yürür. Bu şekilde yedi şavt
tamamlanır. Gidiş bir şavt, dönüş ayrı bir şavttır-.
20. Sa'yı tamamlayan hanımlar saçlarını kısaltarak, ihramdan
çıkarlar.
21. İhramdan çıkan hanımlara, hac zamanına kadar, cinsel ilişki,
peçe, eldiven, koku ve benzeri şeyler helal olur.
22. Zilhicce ayının 8'ncİ günü, terviye günüdür. O
gün yeniden -daha önce de belirtildiği gibi Mekke'de konakladığı yerde-
haccetmek niyetiyle İhrama girilir ve 'lebbeyk Alhhumme bihaccetin / emrine
amadeyim, teslimim. Allah'ım, haccetmek niyetiyle' denir. Telbİye getirilmeye
başlanır.
Haccıni tamamlamaktan veya bir engel çıkmasından endişe edenler
've in habesenî hâbisun, fe mahallî haysu habesetnî / eğer bir engel beni
ahkoyarsa, İhramdan çıkış yerim, alıkonulduğum yerdir' derler.
23. Duhâ vaktinde/zeval vaktinden önce, Mina'ya doğru yola çıkılır.
Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazları Mina'-da eda edilir. Dört rekâtlı
namazlar iki rekât olarak kılınır. Mina'~
da namazlar cem edilmez.
24. Zilhicce ayının 9'ncu günü, Arefe günüdür.
Arefe günü, güneş doğduğunda, Mina'dan Arafat'a doğru harekete geçilir.
Nemira denilen yere gelindiğinde,
-mümkünse- zeval vaktine/ öğleye kadar konaklandın
25. Zeval vaktinden sonra
[514]
öğle ve
ikindi namazİan cem edilir. Tek ezan, İki kamet getirilir ve cemaatle öğle
vaktinde ikişer rekât olarak kılınır. Sünnet namazlar kılınmaz.
26. Namazdan sonra, zikir, dua ve Yüce Allah'a
yakarışlarda bulunulur. Eller açılır, kıbleye dönülür dağa değil!- ve bu
şekilde güneş batana kadar vakfe yapılır.
27. Güneş battığı zaman, vakar ve sükûnetle Arafat'tan inilir.
28. Müzdelifeye doğru harekete geçilir. Müzdelife'ye varıldığında
akşam ve yatsı namazları cem edilerek, tek ezan, iki kametle yatsı vaktinde
kılınır. Sünnet namazlar kılınmaz.
29. Sabah namazı vaktine
kadar uyunur. Gece namazı kılınmaz.
30. Sabah namazı ezan okunup, kamet getirilerek ilk
vaktinde kılınır. Sonra Meşârilharam'da,[515]
kıbleye dönülür ve müzde-life vakfesi yapılır. Gün iyice ışıyıncaya kadar
dualar edilir, ham-du senalarda bulunulur. Tekbir ve tehîil getirilir.
31. Zayıf ve güçsüz
hanımların ve özür sahibi diğer kimselerin, Müzdelife'den gece yansından sonra
ayrılmalarına ruhsat verilmiştir.
Mina'ya Şeytan Taşlamaya Gitmek:
32. Tan yerinin ağarmasından sonra, güneş doğmadan
önce Müzedelife'den Mina'ya doğru yola çıkılır.
33. Güneş doğduktan sonra, Akabe Cemresine taş atılmaya
başlandığında telbiyeye ara verilir. Peş peşe ve tek tek yedi taş atılır. Her
taşı atarken tekbir getirilir.
34. Akabe cemresine taş atıldıktan sonra cinsel ilişki
hariç, diğer ihram yasakları helal olur.[516]
35. Akabe cemresine taş atıldıktan sonra Mina'da veya Mekke'de
kurban kesilir. Dileyen kurbanını teşrik günleri içerisinde de kesebilir. Kurban
parası olmayanlar, üç gün haçta, yedi günde ülkesine döndüğünde oruç tutar.
36. Kadınlar saçlarının ucundan kısaltırlar. Bu, en az bir parmak
ucu (parmağın uç boğumu) kadar olmalıdır.
37. Sonra Mekke'ye dönülür. Yedi tavaf yapılır. Safa ile
Merve arasında sa'y edilir. Tavafın, teşrik günlerinden sonraya ertelenmesi
caizdir. Tavaf yapıldıktan sonra cinsel İlişki de dahil olmak üzere, bütün
ihram yasaklan kalkar.[517]
38. Hac ibadetleri esnasında hayız olan hanımlar,
tavaf haricinde haccın bütün ibadetlerini yerine getirirler. Mümkünse, tavafı
temizlendiklerinde yaparlar.
39. Hayızlı hanımların, tavafı temizlenecekleri güne kadar
ertelemeleri mümkün olmuyorsa, örneğin bulunduğu kafile Mekke'den ayrılacaksa
ve kalması durumunda zarara uğramaktan korkuyorsa, -âlimlerin tercih edilen
görüşüne göre- hayızlı haldeyken de Kabe'yi tavaf edebilirler.
Hanefî mezhebine göre, hayızlı veya cünüp halde Kabe'yi tavaf
edenin, tavaftaki taharet şartım ihlal etmesi nedeniyle ceza olarak, kurban
kesmesi gerekir. (Çev.)
40. Tavaf ve sa'y
yapıldıktan
sonra, teşrik günlerinde konaklamak için Mina'ya dönülür. (Zilhicce ayının
onbir, oniki ve onüçüncü gecelerinde Mina'da kalınır.)
41. Zilhicce ayının ll'nci günü küçük, orta ve
büyük şeytana sırayla yedi taş atılır. Her taşlamada tekbir getirilir. Küçük
ve orta şeytanlar taşlandıktan., sonra -mümkünse- her ikisinde de kıbleye
dönülür ve uzunca bir dua edilir. Daha sonra büyük şeytana yedi taş atılır.
Taşlamadan sonra dua için beklenilmez. Taşların şeytanları temsil eden duvara
değmemesi durumunda, yeniden atılması gerekir.
42. Zilhicce ayının 12'nci günüde de, bir gün önce
yapılanların aynısı yapılır.
Zilhicce ayının 12'nci günü taşlamalar
yapıldıktan sonra, dileyen Mina'dan ayrılır; dileyen de, 13'ncü geceyi Mina'da
geçirir. Acele davranmayıp, 13'ncü geceyi de Mina'da geçirmek daha
faziletlidir.
43. Zilhicce ayının 13'ncü gününü Mina'da geçirmek
isteyen veya Zilhicce'nin 12'sinde güneş battığında Mina'da bulunan kişinin,
Zilhicce'nin 13'ncü günü, öğleden sonra her üç şeytanı da taşlamak için o
geceyi Mina'da geçirmesi gerekir.
44. Ülkesine dönmek isteyenler, veda tavafı yapmadan Mekke'den
ayrılamazlar. Mekke'de en son yapılan amel, veda tavafı
olmalıdır. Hazıylı veya loğusa olan hanımların veda tavafını terk
etmelerine ruhsat verilmiştir.
45. Medine'de Peygamberimizin mescidini ziyaret etmek müstehaptır.
Ancak bu ziyaret, birçok kimsenin zannettiği gibi, haccın menâsiklerinden
değildir.
46. Ülkesine dönen hacılar, maddî imkânları yerinde ise, kendi
aileleri, fakirler ve miskinler için büyük baş bir hayvan veya deve kurban
ederler. Maddi imkânı müsait olmayanların yapması gerekmez.
Haccm rükûnları, haccı oluşturan temel
esaslardır. Bu rü-kûnlardan biri terk edildiğinde hac sahih/geçerli olmaz.
Haccın rükûnian, rükûnlarıyla ilgili vacipleri, müstehapları, mubahları ve
mekruhları şunlardır;
İhram,
haccetmek, umre yapmak veya her ikisini birlikte yapmak amacıyla niyet ederek,
bunlara başlamaktır. Nitekim Yüce Allah; 'Onlara emredilen, dini yalnız kendine
has kılarak ve hanifler olarak, Allah'a kulluk etmeleridir..[518]
Hanefî mezhebine göre ihram, haccın sıhhat şartla-nndandır. Rükün
değildir. (Çev.)
Mikât: Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in sınırlarını
belirlediği bölgedir. Haccetmek veya umre yapmak isteyenlerin bu sınırları
İhrama girmeksizin geçmeleri caiz değildir.
1. Zülhuleyfe:[519]
Bu bölge Abâr Ali olarak da isimlendirilir. Medine halkının ile hava veya kara
yoluyla Mekke'ye Medine üzerinden gelenlerin mîkâtıdır.
2. Cuhfe
[520] Kara,
deniz ve hava yoluyla Mısır ve Suriye istikametinden gelenlerin mikâtıdır.
3. Yelemlem
[521] Günümüzde
"Sa'diyye" olarak adlandırılan bir dağın ismidir. Yemen ve o
taraftaki bölgelerden gelenlerin mîkâtıdır.
4. Karnülmenâzil
[522]
Burası 'Seyl' olarak ta adlandırılır. Necid ve o taraftaki bölgelerden
gelenlerin mîkâtıdır.
5. Zâtuırk
[523]
Irak yönünden gelenlerin mîkâtıdır.
6. Mekke çevresinde bu mikât sınırlarının
içerisinde yaşayanların mikâtı: Bu kimseler ihrama evlerinde girerler.
Mekkeliler Umre için Hil bölgesine çıkarak; hac için ise, Mekke içinde, ihrama
girerler.
Hac veya umre niyetiyle gelip, Mîkât
sınırını ihrama girmeden geçenler günahkâr olurlar. Bunların tekrar mîkât mahalline
dönüp orada ihrama girmeleri gerekir. Mîkât mahalline dönmek-sizin hac
menâsiklerini tamamlayanların hacları sahih olmakla birlikte, günah işlemiş
sayılırlar.
Üç tür hac
niyetiyle ihrama girilebilir. Bunlar;
I. Temettü Haccı: Hac ayları (Şevval, Zilkade ve Zilhicce ayının İlk on
günü) içerisinde umre yapmak niyetiyle tehlîl getirilir. Mîkât mahallinde, araca binilip, hareket ettikten sonra
kıbleye dönülür ve; 'Lebbeyke AUahumme umreten' denilir.
Umre yapıldıktan sonra ihramdan çıkılır.
Zilhicce ayının 8'nci günü olan Terviye gününe kadar, ihramlı olmayanların
yaptıkları her şeyi yapabilir. Tevriye günü Haccetmek niyetiyle Mekke'de
yeniden ihrama girilir. Temettü haccı yapanların kurban kesmeleri gerekir.
II. Kıran Haccı: Hac ve umreyi birlikte yapmak
niyetiyle tehlil getirilir. Mîkât mahallinde, 'Lebbeyke Allâhumme haccen ue
umreten' denir. Umre yapıldıktan sonra hac ibadetleri tamamlanıncaya kadar
ihramlı kalınır.
Umre yapmak için ihrama girenler, tavafa
başlamadan önce hac günlerinin gelmesi durumunda, hac ve umre için tek tavaf ve
tek sa'y yaparlar. Bayram günü şeytan taşlayıncaya kadar ihramlı olarak
kalırlar. Daha sonra saçlarını kısaltarak ihramdan çıkarlar. Ancak bu durumda
fidye olarak -temmettu haccında olduğu gibi- kurban kesmeleri gerekir.
III. İfrat Haccı: Mîkât mahallinde sadece haccetmek
niyetiyle tehlil getirilir ve; 'Lebbeyke Allâhumme haccen denir. Bayram günü
şeytan taşlayıncaya kadar İhramlı oiarak kalınır. Daha sonra saçlar
kısaltılarak ihramdan çıkılır. İfrat haccında kurban kesilmesi gerekmez.
1. Uç hac türü arasında en faziletli olan 'temettü hacadır'.
2. İfrat haccı veya kıran haccı İçin niyet edip, tehlil
getirenler, kendi ülkelerinden beraberlerinde kurban getirmemişler
[524]
ise, bu niyetlerini feshedip, umreye niyet etmeleri daha faziletlidir. Çünkü
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahabeleriyle
birlikte haccetmek niyetiyle tehlil getirmişlerdi.
Ancak Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) beraberinde kurban getirmeyenlerin
tavaf ve sa'ylerini umre niyetiyle yapmalarını emretmiş;[525]
bu emrine uymayanlara da kızmıştır.
Câbir {radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Şayet (hac aylarında)
umrenin caiz olduğunu daha önce bilseydim; Kabe'ye kurbanlık getirmez; hac
yerine, umre yapardım. Sizden her kimin yanında kurbanlığı yoksa hemen
ihramdan çıksın ue haccını umreye çeuirsin!' buyurdu. Bunun üzerine Sürâka ibn
Mâlik b. Cu'şum ayağa kalktı ue; «Yâ RasuluUâh! Haccı umreye çeuirme işi, (sadece)
bizim bu senemize mi özgü, yoksa ebedi mi?» diye sordu. Resulullah (sallallâhu
aleyhi ue sellem) parmaklarım birbirine kenetleyip iki defa; «ömre, hacca dâhil
olmuştur. Hayır, ebedî olarak devam edecektir!» buyurdu.[526]
3. Hastalık ve benzeri nedenlerden dolayı
haccını tamamlayamayanlar, ihramdan çıkarlar. Bu durumdakiler ihrama niyet
ederken'ue in habesenî hâbisun, fe mahallî haysu habesetnî I eğer bir engel
beni alıkoyarsa, ihramdan çıkış yerim, alıkonulduğum yerdir' dememişlerse
kurban kesmeleri gerekir. Ancak ihrama girerken niyetine bu şartı ekleyenler,
hac veya umrelerini tamamlayamamaları durumunda kurban kesmeleri gerekmez.
Tamamlanamayan hac, farz haccı ise, bir yıl sonra yapılır.
Âişe
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem)
Zübeyr'in km Dubâa'nm yanma girdi ue; 'hacca gitmek istiyor musun?' dedi. O;
Vallahi, kendimi rahatsız hissediyorum' dedi. Bunun üzerine ona; 'o halde, «fe
mahallî haysu
habesetnî I ihramdan çıkış yerim,
alıkonulduğum yerdir' şartıyla haccet» buyurdu.[527]
Câbir (radiyaîlâhu anh) anlatıyor; '... Zülhuleyfe denilen
yere geldiğimizde, Umeys'in kızı Esma, Muhammed bin Ebî Bekr'i doğurdu. 'Nasıl
hareket edeyim?' diye Rasuluîlah (sallal-lâhu aleyhi ve sellem)'e haber
gönderdi. Ona; 'Yıkan, [kanamalı bölgeye] bir elbise sarın ve ihrama gir'
buyurdu.[528]
Aişe (radiyaîlâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellemj'le birlikte Mekke'ye doğru yola çıkmıştık. İhrama girerken
alınlarımıza koku sürdük. Bizden biri terlediğinde kokulu madde yüzüne akardı.
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bunu gördüğü halde bizi nehyetmezdi.[529]
İhrama
girildikten sonra ne hanımlar için, ne de erkekler için koku sürünmük caiz
değildir. Bu konuda âümler icmâ etmiştir.[530]
İhrama
girmeden önce, tırnaklan kısaltılmak, vücutta alınması mendup olan tüyler
alınmalıdır. Çünkü ihrama girildikten sonra bunların yapılması caiz olmadığı
gibi, İhram süresince tırnaklar ve alınması gereken tüyler oldukça
uzayacaktır.
Hanımların, ihramlı İken bütün vücutlarını dikişli veya farklı
elbiselerle örtmeleri mubahtır. Ancak peçe ve eldiven kullanamazlar. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) '... ihramlı kadınlar peçe takmasınlar,
eldiven kullanmasınlar[531] 'buyurmuştur.
Ancak hanımların başörtüleriyle veya başka şeylerle yabancı erkeklerin
kendilerine yakın olarak geçtiği ortamlarda yüzlerini kapatmaları caizdir. Bu
örtülerin yüzlerine dokunmasının bir sakıncası yoktur.
Esma binti Ebî Bekr (radiyaîlâhu anhâ) anlatıyor;
'İhramlı iken, yüzlerimizi erkeklerden kapatıyorduk ve bundan önce saçlarımızı
tarıyorduk.[532]
Aişe (radiyaîlâhu anhâ) anlatıyor; 'Biz ihramh iken
Rasu-lullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'le birlikte bulunduğumuzda, yolcular
bize uğrarlardı. Onlar bize yaklaştıklarında, dış elbiselerimizi yüzümüze
sahvehrdik. Onlar bizi geçtikleri zaman da, yüzümüzü açardık.[533]
Mümin hanımlar şunu bilmeliler ki, ihrama giren hanımlar
diledikleri elbiseyi giyebilirler. Bazı hanımların, özellikle de Mısırlı
hanımların zannettiği gibi, ihramlı iken giyilecek elbisenin beyaz olması gibi
belirli bir renkte olması şart değildir.
Hanımların elbise altına pantolon giymeleri, mest giymeleri
caizdir. Mest giymeleri durumunda, mestin topuklarını aşan kısmını kesmeleri
gerekmez. İbni Ömer (radiyaîlâhu anh); 'ihramh hanımların mest ve pantolon
giymelerinin bir sakıncası yoktur' demiştir.[534]
İhramlı
hanımların takı takmaları caizdir. Nâfi anlatıyor; 'Abdullah İbni Ömer'in
hanımları ve kızları, ihramlı iken takı takınırlardı.[535]
Çünkü
Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve seliem) veda haccında, ihrama öğle namazını
kıldıktan sonra girmiştir. Ömer bin Hattâb (radiyallâhu anh) anlatıyor;
Peygamerİmİz (sailallâhu aleyhi ve seliem) buyurdu ki; 'Bu gece bana Rabbimden
bir elçi geldi ve; «bu mübarek vadide namaz kıl; hac ile birlikte umreye de
niyet et» dedi.[536]
Hadiste ifade edilen namazın farz
namazlardan bîri olması muhtemeldir. Dolayısıyla bu rivayet, iki rekât ihram
namazının meşruiyetine delil olmaz. Bilakis, hac veya umre için ihrama girilmesinin,
mümkünse namaz kılındıktan sonra olmasının faziletini belirtir.[537]
Hallâd bin es-Sâib (radiyallâhu anh) anlatıyor; Rasulullah
(sailallâhu aleyhi ve seliem) buyurdu ki; 'Bana Cibri geldi ve; «ey Muhammedi
Sahabelerine tehlili yüksek sesle getirmelerini emret» dedi.[538]
Aişe (radiyallâhu anhâ) bu emrin hanımlar İçinde geçerli olduğunu belirtmiştir.
El-Kâsım anlatıyor; Nefer gecesinde Muâviye dışarı çıkmıştı. Telbiye sesi
işittiğinde, 'bu kim?' diye sordu. Oradakiler; 'Aişe! Tenîm bölgesinde umre
için ihrama girdi' dediler. Daha sonra bunu Aişe (radiyallâhu anhâ)'ya söylediler. O da; 'eğer bana sorsaydı, ona anlatırdım'
dedi.[539] Bu nedenle Şeyhuİ-Islarn
İbn Teymiye; '[telbiye getirirken] kadınlar, seslerini yanındakiler işiteceği
kadar yükseltir' demiştir.[540]
Ancak günümüzde hiç gerekmediği halde, bazı hanımların seslerini çok aşırı
yükselttiklerine tanık olmaktayız.
Lebbeyk Aîlahümme lebbeyk, lebbeyke La şerike
leke leb-beyk, inne'l-hamde ve'n-Ni'mete leke ve'l-Mülk, Lâ şerike lek'
Anlamı: 'Emrine amadeyim, teslimim, Aliahım! Emrine amadeyim,
teslimim. Emrine amadeyim, teslimim; Senin ortağın yoktur; Emrine amadeyim,
teslimim. Hamd ve nimet Sana mahsustur. Mülk Senindir. Senin ortağın yoktur'.
Hayızlı ve loğusa hanımlar da telbiye ve tehli! getirirler. Çünkü
Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve seliem), Umeys kızı Esma loğusa olduğunda
ona, gusül abdesti almasını ve tehlil getirmesini emretmiştir. Aişe validemiz
hayız olduğunda ona; 'Kabe'yi tavaf etmenin dışında, hacıların yaptığı her şeyi
yap' buyurmuştur.[541]
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; sonra [devesine]
bindi. Beyda tepesine çıktığında, Allah'a hamdetti; Subhanallâh, Allâhu Ekber'
dedi. Daha sonra da hac ve umre için ihrama girdi.[542]
Nâfî anlatıyor; 'îbn Ömer öğle namazım kıldıktan sonra devesinin
hazırlanmasını emretti. Hazırlandığında devesine bindi. Devesinle düzlüğe
çıktığında, ayakta kıbleye yöneldi ve telbiye getirdi. ... Rasuiullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'in de böyle yaptığını söyledin.[543]
İhramlı
hanımların, ihramdan çıkıncaya kadar sakınması gereken durumlar, iki kısımdır.
Akabe cemresi taşlanmadan önce cinsel ilişkiye
girilmesi durumunda hac bozulur. Ancak cinsel İlişki, Akabe cemresi taşlandıktan
sonra, ifada tavafından önce olmuş İse, hac bozulmaz, fakat günah işlenmiş
olur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Hac bilinen aylardadır. Kim o
aylarda hacca niyet ederse, hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan
davranışlarda bulunmak ve kavga etmek yoktur.[544]
İbn Abbâs,
İbn Ömer ve Katâde (radiyallâhu anhum), ayet-i kerîmedeki 'rafese/kadına
yaklaşmak' lafzının anlamını 'cinsel ilişkide bulunmak' olarak açıklamışlardır.
Amr bin Şuayb, babasından, o da dedesinden
naklediyor; 'Bir adam İbni Ömer'e geldi ve «ihramlı iken hanımıyla cinsel
ilişkide bulunan bir adamın durumunu sordu», ibni Ömer, ona Abdullah İbn Amr'ı
işaret etti. Adam onu tanımadı. Bunun üzerine Şuayb; 'ben adamla birlikte
gittim ve bu durumu ona sorduk. O da; 'haca bozulur' dedi. Adam; '(Hac
süresince) boş mu otursun?' dedi. O; 'hayır, insanlarla birlikte hareket eder,
onların yaptıklarının aynısını yapar. Bir sonraki hac zamanına ulaştığmda da hacceder ve kurban keser' dedi. O adam ve
Şuayb tekrar
İbn Ömer'e döndüler ve aldıkları cevabı ona anlattılar. Bunun üzerine İbn Ömer
onları ibn Abbâs'a gönderdi. İbn Abbas da, ibn Amr'ın söylediklerinin aynısını
söyledi. Daha sonra tekrar ibn Ömer'in yanma döndüler ve aldıkları cevabı ona
anlattılar. Sonra o adam; 'Peki, bu duruma sen ne diyorsun?' diye ibn Ömer'e
sordu. O da, 'Her ikisinin söylediğini söylüyorum' dedi.[545]
1.
İlk
tahallülden
[546] önce hanımıyla cinsil
ilişkide bulunan kişinin ve eşinin haccı bozulur. Her ikisinin, bir deve kurban
etmesi ve gelecek yıl haclarını kaza etmeleri gerekir. Ömer, Ali, Ebû Hureyre,
İbni Ömer, İbni Amr ve İbni Abbâs (radiyallâhu anhum) bu görüştedirler. Bu
görüşe katılmayan hiçbir sahabe bilinmemektedir.
2. İlk tahallüİden önce, ihramlı olduğunu unutup hanımıyla
cinsil ilişkide bulunan kişinin -tercih edilen görüşe göre- haccı bozulmadığı
gibi, kurban cezası ve kefaret gerekmez. Çünkü Yüce Allah; Yanılarak
yaptıklarınızda size vebal yoktur; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde
günah vardır. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.[547]
3. Kocası tarafından
cinsel İlişkiye zorlanan kadının haccı bozulmaz, kurban cezası da gerekmez.
Ancak kocasının haccı bozulur.
Birçok âlim, haccı bozmayan sakıncalı durumlarda genellikle
fidye verilmesini öngörmüşlerdir. Ancak bunların bir delili bulunmamaktadır.
Asıl olan, Müslümanın malının korunma altında olmasıdır. Bu koruma ancak
naslarla kalkar. Dolayısıyla, haccı bozmayan sakıncalı durumları yapanlar günah
işlemiş olurlar. Bu kimselerin, nassın
belirttiği durumlar dışında kurban kesmeleri gerekmez. -En doğrusunu Allah
bilir,
Haccı bozmayan sakıncalı durumlar şunlardır;
1. Hanımların peçe ve eldiven kullanmaları.
Hanefî mezhebine göre, sabahtan akşama kadar erkek başını, kadın
yüzünü örterse fidye (kurban kesmesi) gerekir. Şayet günün sadece bir kısmında
Örtmüş ise sadaka vermesi gerekir. (Çev.)
2. Koku kullanmak.
Peygamberimiz (saİlallâhu aleyhi ve sellem); '[İhramh
iken] zaferan ile uers kokulu elbiseleri giymeyiniz
[548]
buyurmuştur.
Hanefî mezhebine göre ihramh kişinin koku kullanması durumunda
fidye (bir koyun kesmesi) gerekir. (Çev.)
3-4. Tırnakları kısaltmak, saçları kesmek veya kısaltmak.
Yüce Allah; '... Kurban yerine varıncaya kadar, başlarınızı
tıraş etmeyin.
[549]
buyurmuştur. İhramh olanların tırnaklarını kısaltmalarının haram olduğu
konusunda âlimler icmâ etmişlerdir.
Tırnağı veya tüyleri rahatsızlık veren kimseler, bunları
alabilirler. Ancak bu durumda fidye gerekir. Bu üç gün oruç tutmak veya altı
miskini doyurmak, ya da bir koyun kurban etmektir. Nitekim Yüce Allah; 'Sizden
her kim hasta olursa yahut başından gelen bir rahatsızlığı varsa, oruç veya
sadaka veya kurban olmak üzere fidye vermesi gerekir
[550]
buyurmuştur.
Hanefi mezhebine göre, ihramh bir kişinin, başının en
az dörtte birini tıraş etmesi, fazla tüylerini gidermesi veya tırnaklarını
kesmesi durumunda bir koyun veya keçi kurban
etmesi gerekir. Başının dörtte birinden azını veya bir tırnağını kesmesi
durumunda sadaka vermesi gerekir.
[551]
5. Cinsel ilişkiyi çağrıştıran hareketlerde
bulunmak.
Şehvetle
dokunmak, öpmek ve cinsel ilişkiye girmeksizin benzeri hareketlerde bulunmak
haramdır. Çünkü bu türden he-reketler, âyetteki 'la rajesel kadına yaklaşmak'
tanımlamasına girer. Fakat bu tür hareketlerle -boşalma olsun veya olmasın-
hac bozulmaz.
Hanefî mezhebine göre bu tür hareketlerde bulunan kişinin ceza
olarak bir kurban kesmesi gerekir.[552]
6-7. Nişanlanmak ve Nikâh Kıymak.
Osman bin Affân (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Peygamber (sallalîâhu aleyhi ve sellem); «ihramh olan nikah kıyamaz,
nikah-İanamaz ve düğür düşemez/nişanlanamaz' buyurmuştur.[553]
İhrama
girmeden önce nikâh akdi kıyılan kadının, ihramh iken eşiyle aynı odada kalması
caizdir. Fakat ifâda tavafını yapıncaya kadar, eşine şehvetle dokunma, öpme ve
benzeri hareketlerde bulunamaz.[554]
8-9. Günahlara Yaklaşmak, Kavga ve Tartışmalarda Bulunmak:
Yüce Allah; '... Hac esnasında kadına yaklaşmak, günah
sayılan davranışlarda bulunmak ve kavga etmek yoktur
[555]
buyurmuştur.
10-11. Karada yaşayan bir av hayvanını öldürmek,
boğazlamak ve ondan yemek. Ancak başkası tarafından avlanmış hayvanlar
yenilebilir.
Yüce Allah; '.., Ey iman edenler! İhramh iken avı öldürmeyin
[556]
buyurmuştur.
İhramlı iken
kim bilerek bir av hayvanı avlarsa, onun kıymetini harem bölgesindeki
miskinlere yemek olarak dağıtır. Ya da, her miskinin yemeği için bir gün oruç
tutar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur; '... İçinizden kim onu kasten
öldürürse, öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kabe'ye varacak bir
kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın
dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası) bir kefaret vardır ki, o ölçüde
fakirleri doyurmaktır, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki, (yasak avlanmada
bulunan) yaptığının cezasını tatmış olsun...
[557]
İhramh
olmayan bir kişinin avladığı hayvandan yemenin hiçbir sakıncası yoktur. İhramlı
olan sahabeler, ihramh olmayan Ebû Katâde (radiyallâhu anh)'m avladığı avı
yemenin hükmünü Peygamberimize sorduklarında, onlara; 'herhangi biriniz onu
avlamasını istedi mi; veya avı gösterdi mi?' dedi. 'Hayır' yanıtı vermeleri üzerine
de; 'yiyebilirsiniz
[558]
buyurdu. Hadis açıkça göstermektedir ki, ihramh olan kişi için veya onun
katkısıyla avlanmayan avın, ihramh kadınlar ve erkekler tarafından yenmesi
caizdir.
Hanefî mezhebine göre bir av hayvanını öldüren veya boğazlayan
ihramh kişinin, o hayvanın bedelini sadaka olarak vermesi gerekir.
[559]
İhramlı iken
öldürülmesi caiz olan beş fasık hayvan ile ezâ veren hayvanlar: Aişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurdu; 'Beş hayvan vardır; bunlar
fasıktır. Bu hayvanlar, Harem bölgesi dışında da, içinde de olsa öldürülür.
Bunlar; alacakarga, çaylak, akreb, fare ve kuduz köpektir.[560]
Sinek, sivrisinek ve benzeri rahatsızlık veren
hayvanların öldürülmesi caizdir.
Bazı ihramh hanımlar, hiçbir sakıncası olmadığı halde şu konularda
sıkıntı hissetmektedir;
1. Yıkanmak -ihtîlam olmaksızın- ve elbise değiştirmek.
İbn Abbâs ve
Ebû Eyyûb (radiyallâhu anhumâ} anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem) ihramh iken başını yıkardı.[561]
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'İhramlı olduğumuz bir günde, Ömer bin Hattab bana;
"gel birlikte kafalarımızı suya bandıralım; hangimiz daha fazla nefesini
tutabilecek' dedi.[562]
2. Saçları Taramak.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem}, Aişe
validemize -ihramlı olduğu halde-; 'saç örgünü çöz ve tara
[563]
demiştir.
3. Başı ve vücudu kaşımak.
Âişe
(radiyallâhu anhâ)'ya, ihramlı iken vücudu kaşımanın, hükmü sorulduğunda;
'evet, kaşıyabilir, hatta (ben) ellerim bağlansa ayaklarımla kaşırım
[564]
yanıtını vermiştir.
Şeyhu'l-İslam,
'kaşınırken saç tellerinin kopmasında bir sakıncası yoktur' demiştir.
4. Kan aldırmak -kan
aldırılacak yerin etrafındaki kıllar traş edilerek olsa dahi-.
Abdullah İbni Buhayne (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasu-lulhh (sallallâhu aleyhi ve sellem) ihramh iken, Mekke yolunda
[hayyu Cemel mevkiinde] başının ortasından kan aldırdı.[565]
Diş çektirmek ve benzer şeylerde, kan aldırmak gibidir. Bu
konuyla ilgili İbn Abbâs "(radiyallâhu anh)'ten rivayetler ileride
zikredilecektir. -İnşallah-
5. Haz duymak
amacı
olmaksızın ihtiyaç durumunda koku koklamak.
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'İhramh olan hamama gidebilir, diş çektirebilir,
koku kokhyabilir, tırnağı kırıldığı zaman onu koparabilir. Size eza veren
şeyleri kendinizden uzaklaştırınız. Hiç kuşkusuz Azîz ve Celîl Allah sizin eza
duyduğunuz bir Şeye kıymet verecek değildir.[566]
6. Kırılan
tırnağı koparmak -Üstteki rivayette de belirtildiği gibi.
7. Kadının başından yüzüne doğru örtü sarkıtması.
8. Kadınların diledikleri renkte elbise giymeleri.
9. Kadınların pantolon ve mest giymeleri.
10. Kadınların takı takınmaları.
11. Kına ve benzeri şeylerle kadınların makyaj yapmaları.
Hanefî ve Mâliki mezhebine göre, ihramh hanımların kına
kullanması caiz değildir.
[567]
Çünkü bu
davranışları yasaklayan her hangi bir rivayet bulunmamaktadır. Ayrıca kına
koku olarak değerlendirilmez. Şâfîi ve Hanbelî mezhepleri bu görüştedir.
12. İhtiyaç durumunda sürme çekmek.
Göz ağrısı ve benzeri nedenlerle sürme çekmek caizdir. İbn
Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'kokulu olmadığı sürece, ihramh kimseler
diledikleri sürmeyle, sürme çekinebilirler.[568]
İhtiyatlı
olan sürmeyi ihtiyaç durumunda caiz kabul etmektir. Çünkü İhramh kimsenin
sürme çekmesinin mekruhluğunu çağrıştıran bir rivayet Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve selle-m)'den nakledilmiştir. Ali (radiyallâhu anh), Yemen'den geldiği
zaman Fatıma validemizi, ihramh olduğu halde, renkli elbise giymiş ve sürme
çekmiş olarak görünce ona itirazda bulunmuştu. Bunun üzerine Fatıma validemiz;
'bana bunu babam emretti. cevabını vermişti.[569]
Bu rivayet, ihramh iken sürme
çekmenin mekruhluğunu çağrıştırmaktadır.
13. Çadır, şemsiye veya araçlarda gölgelenmek.
Ümmü'UHusayn
(radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; Veda bacanda Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem) 7e birlikte haccettim. Beraberinde Bilal ve Usâme (radiyallâhu
anhumâ)'y\ gördüm. Biri devesini yediriyor; diğeri elbisesiyle sıcaktan
Rasulullah'a (s.a.) gölgelik yapıyordu. Akabe cemresini taşlayıncaya kadar
böyle yaptılar
[570]
Bu rivayet, günümüzde bazı hacıların üstü açık
araçları tercih etmelerinin, kendilerine sıkıntı oluşturmaları ve aşırılık oidu-ğunu
ifade etmektedir.
14. Yüzük takmak, saat ve gözlük kullanmak.
Bu tür şeyleri kullanmak yasaklanmamıştır. 'Senin Rabbin unutkan
değildir.[571]
15. Zarar veren hayvanları -hadiste 'fasık hayvanlar'
olarak tanımlananları ve diğerlerini öldürmek.
Mekke'ye girildiğinde şunların yapılması
müstehaptır;
1. Gusül abdesti alınması.
2. Gece Zû Tuvâ'da kalınması.
Nâfî anlatıyor; 'İbn Ömer (radiyallâhu anh), Harem bölgesine
girdiğinde telbîye getirmeye son verirdi. Geceyi Zû Tavada geçirir, daha sonra
sabah namazını kılar ve gusül abdesti alırdı. Peygamber {sallalld.hu aleyhi ve
sellem) "in de böyle yaptığını söylerdi.[572]
3. Mekke'ye -mümkünse- üst yoldan (Kedâ yolundan)
girmek.
İbn
Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallatlâ-hu aleyhi ve sellem)
Mekke'ye üst yoldan girer; alt yoldan çıkardı.[573]
4. Eşyaları güvenli bir yere bıraktıktan sonra, bir an önce
Mescid-i Haram'a doğru yola çıkmak ve 'bâbusselâm/selam kapısından' girmek.
Mescid-i Haram'a girerken şöyle denir;
Okunuşu: 'Eûzu billahi'I-azîm ve bivechi-hi'l-kenm ve
sultâ-nihi'l-kadîm mine'ş-şeytânirracım. Bismillah uessalâtu vesselâmu alâ
rasûlillâh. Allâhumme'f-tahlî ebvâbe rahmetike'
Anlamı: 'Kerîm veçhiyle, ezelî otoritesiyle, büyüklüğünde sınır
olmayan Allah'a sığınırım, kovulmuş şeytandan.
[574]Allah'ın
adıyla, Rasululîah'a salâtım
[575]
ve selâm olsun.[576]
Ey Allah'ım! Bana rahmetinin kapılarını aç.[577]
5. Kabe ilk görüldüğünde, elleri açıp şu duayı
okumak müstehaptır;
Okunuşu: Allâhumme ente's-selâmu ve m'ınke's-selâm fe hayyinâ
Rabbena bi's-selâm'.
Anlamı: 'Allah'ım selam sensin. Selâmet/kurtuluş sendendir.
Rabbimiz bizi selâmetle selamla.[578]
1. Kuş avlamak, ürkütmek.
2. Zaruret olmadığı sürece,
bitkilerini ve dikenlerini koparmak.
3. Silah taşımak.
4. Buluntu şeyleri -duyurmak amacı dışında-
almak.
Bu sayılanların delili, Peygamberimiz (sallalîâhu aleyhi ve
)'in
Mekke'nin fetih günü konuşmasıdır; 'Hiç kuşkusuz bu beldeyi, Allah gökleri ve
yeri yarattığı gün haram kılmıştır. Allah'ın haram kılması nedeniyle kıyamete
kadar haramdır. Benden önce hiç kimseye burada savaşmak helal kılınmamıştır.
Bana da, sadece gündüzün bir saatinde helal kılınmıştır. Burası, Allah'ın haram
kılmasıyla kıyamet gününe kadar haramdır. Dikeni kesilmez, avı ürkütülmez, ilan
etmek amacı dışında buluntusu alınmaz, yaş otu kesilmez'. Peygamberimizin bu
konuşmasını dinleyen Abbâs (radiyallâhu anh); 'Yâ Rasulullah! İzhir (otu) hariç
(olsun); çünkü o, Mekke'nin demircilerinin ve evlerinin ihtiyacıdır' dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), 'izhir hariçtir' buyurdu'.[579]
ikinci Rükün "Tavaf": Kabe'yi
tavaf üç türlüdür. Bunlar;
a) Kudüm Tavafı
b) İfâda Tavafı
c) Veda Tavafı'dır.
İfada/Ziyaret
Tavafı: Alimlerin İcmasıyla, haccın rükûn-larından biridir. İfada tavafını
yapmayanın haccı geçersiz olur. Çünkü Yüce Allah; '... eski evi (kâbe'yi) tavaf
etsinler
[580] buyurmuştur.
ifâda tavafını yaptıktan sonra Huyey kızı Safiye hayız olmuştu.
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'o bizi alıkoyacak mı?' diye sordu.
Âişe (radiyallâhu anhâ); 'Yâ Rasulullah! O ifâda tavafını yaptıktan sonra
hayız oldu' dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'o
halde yola çıksın' buyurdu.[581]
Bu hadis, ifâda tavafının haccın rükünlerinden olduğuna delildir.
İfâda/Ziyaret
Tavafının Zamanı: Bayram günü büyük şeytan taşlandıktan sonra, kurban kesilir,
saç traş edilir, normal elbiseler giyilir, daha sonra da ifâda tavafı yapılır.
İfâda
tavafını yapmadan önce hayız olmaktan endişe eden kadınlar, taşlama ve kurban
kesmeden önce tavaflarını yapabilirler.
Âişe
(radiyallâhu anhâ) hanımlara bu şekilde yapmalarını emrederdi.[582]
Eğer, temizleninceye kadar bekleme imkanı varsa, beklemesi
gerekir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Âişe validemize;
'Kabe'yi tavaf dışında, hacıların yaptığı her şeyi yap
[583]
buyurmuştur.
Hayızdan temizleninceye kadar bekleme imkânı olmayan hanımlar,
örneğin, kafilesinin dönüş tarihi beklemesine imkân vermeyen ve benzeri
durumlardaki hayızlı hanımlar ne yapmalıdır? İslam şeriatının müsamahakâr
ruhuna uygun olarak ve ümmetten zorluğu kaldırmak için, 'hayızlı hanımlar, o
halleriyle Kâbe'yi tavaf edebilirler1 denebilir. Bu durumdaki hanımların
tavafı caizdir. -İnşaallah-. Âlimlerin fetvalarında, Kâbe'yi tavaf için
hanımların büyük hadesten temizlenmiş olmalarını şart koşmaları, temizlenmek
için imkân ve güçlerinin olması durumunda geçerlidir. Zaruret ve acziyetin
olduğu durumlarda değildir. Dolayısıyla zaruret halinde hayızlı halde Kabe'nin
tavaf edilebileceğine dair fetva şeriata ve âlimlerin fetvalarını aykırı
olmaz. Bu konuda biz, Şeyhu'l-İslam'ın Fetâuâ'smda tercih ettiği görüşü tercih
ediyoruz. Konuyla ilgili açıklamalarının sonunda Şeyhui İslam şöyle demekte;
'bu konudaki benim görüşüm budur. Lâ havle velâ kuvvete illâ
billâhi'î-aliyyu'1-azîm. İlim ve amel olarak şayet insanların buna zaruret ve
ihtiyacı olmasaydı, böyle bir sözü üstlenmeye tahammül edemezdim. Çünkü benim
dışımda bu konuda söz söyleyen birini bulamadım. Hiç kuşkusuz içtihat
zaruretler durumundadır. Bu Allah'ın bize emrettiği şeylerdendir.[584]
İfâda tavafı
yapmak için, ilaç kullanarak hayzmı önleyebilen
hanımların, bunu yapması sağlıklarına zarar vermiyor İse
caizdir. Bu durumda ihtilaftan kurtulmuş olur. -En doğrusunu Allah bilir.
Dört mezhebe göre, cünüp, hayızlı veya loğusa hanımların
Kabe'yi tavaf etmeleri durumunda, ihram cezası olarak büyükbaş bir hayvan
kurban etmeleri gerekir.[585]
Mekke'den aynlınacagı zaman en son yapılması vacip
olan tavaftır. Hayız veya loğusa hanımlara veda tavafı yapmak vacip değildir.
Bu nedenlerle veda tavafını yapamayan hanımlara kurban gerekmez.
İfâda/ziyaret
tavafını yaptıktan sonra hayız olan hanımların, veda tavafı için beklemeleri
şart değildir. İbn Abbâs fradiyallâ-hu anh) anlatıyor; İfâda tavafını yapmış
olan hayızlı hanımların, veda tavafını yapmadan Mekke'den ayrılmalarına ruhsat
verilmiştir.[586] Daha önce geçen
Safiye'nin rivayet ettiği hadiste Peygamberimiz (sallaîlâhu aleyhi ve sellem),
b bizi alıkoyacak mı?' diye sormuş; Aişe (radiyallâhu anhâ); 'Yâ Rasulullah! O
ifâda tavafını yaptıktan sonra hayız oldu' demesi üzerine de, b halde yola
çıksın' buyurmuştu.
Hayızlı hanımlar, yolculuğa çıkmadan önce temizlenirlerse veya
Mekke evlerinin/sınırlarının dışına henüz çıkmadan temizlenirlerse, veda
tavafını yapmaları gerekir.[587]
1. Avret yerlerinin örtülü olması şarttır. Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'bu
yıldan sonra hiçbir müşrik haccede-meyecektir; hiçbir çıplak kimse Kabe'yi
tauaf edemeyecektir.[588]
Hanefi mezhebine göre, vacip; Mâlikî, Şafiî ve
Han-beîî mezhebine göre şarttır.
2. Tavafın yedi şavt/tur olması şarttır. Bir adım dahi eksik olsa
tavaf olmaz. Kaç şavt yaptığı konusunda terettüt eden, en az sayıyı esas alır.
Hanefî mezhebine göre, vacip; Mâlikî, Şafiî ve Han-beiî mezhebine
göre şarttır.
3-4. Tavafa Hacerülesved'den başlanması; Kabe sol
tarafa alınarak Tavafın Hacerülesved'de bitirilmesi şarttır. Çünkü Peygamberimiz
(sallaİlâhu aleyhi ve sellem) böyle yapmıştır. Kabe sağ tarafa alınarak tavaf
yapmak caiz değildir.
Hanefî ve Mâlikî mezhebine göre vacip; Şafiî ve Hanbelî mezhebine
göre şarttır.
5. Tavafın, Kabe
etrafında dışından yapılması: Şayet tavaf, Hicr denilen yerden yapılırsa sahih
olmaz. Çünkü Hicr, Kabe'nin içine dahildir.
Hanefi mezhebine göre vacip; Mâükî, Şafiî ve Hanbelî
mezhebine göre şarttır.
6. Tavafın peş-peşe
yapılması: Yani yedi şavtın/turun ara verilmeksizin yapılması. Ancak, abdest,
farz namaz ve benzeri ibadetlerin araya girmesiyle tavaf bozulmaz. Bu durumda
kalındığı yerden devam edilerek tavaf tamamlanır. Tavafa başladıktan sonra
hayız olan hanımlar, temizlendiklerinde kaldıkları yerden devam ederek
tavaflarını tamamlarlar. Örneğin beş şavt yaptıktan sonra hayız olan bir
hanım, temizlendiğinde iki şavt daha yaparak tavafını tamamlar.
Hanefî ve Şafiî mezhebine göre sünnet; Mâliki ve Hanbelî
mezhebine göre vaciptir.
1-2-3. Erkeklerle izdihama girmeksizin hanımların
Hacerü-lesved'i elle dokunarak ve öperek selamlaması ve Rüknülyemâ-nî'yi
selamlaması.
İbn Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'i,
Mekke'ye geldiğinde ilk tavafım yaparken Hacerülesued'i selamladığını ve yedi
şavtm üçünde remel/koşar adımlarla tavaf ettiğini gördüm'.[589]
Ömer bin
Hattan (radiyailâhu anh) Hacerülesved'i öper ve 'eğer Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellemj'i seni Öperken görmeseydim, seni öpmezdim' derdi.
İbni Ömer
(radiyailâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in,
Rüknülyemânî ve Hacerülesved dışında Kabe'de bir yeri selamladığını görmedim.[590]
1. Alimlerin birçoğu, remel
[591]
yapmanın hanımlar için olmadığını söylemiştir. Bazı âlimler bu konuda icmâ
nakletmişlerdir.
Âİşe
(radiyailâhu anhâ) der ki; 'Ey hanımlar! Kabe'yi tavafta remel yapmaktan
sizler yükümlü değilsiniz. Bizlerde sizin için güzel örnek var.[592]
Buna benzer ifadelerin birçok İbni Ömer (radiyallâhu anh)'ten de
nakledilmiştir.[593]
İbn Hacer
der ki; 'Reme! yapmak erkeklere özgüdür. Hanımlar remel yapmaz.[594]
2. Tavafta hanımların, Hacerülesved'i öpmek,
Rüknülyemânî'yi selamlamak için erkeklerle İzdihama katılması uygun değildir.
Atâ anlatıyor; Âişe (radiyallâhu anhâ) erkeklerden ayrı bir
yerde tavaf eder, erkeklere karışmazdı. Onunla beraber tavaf eden bir kadın;
«ey Müminlerin annesi! İlerle de, (Hacerüles-ved'e dokunup) selamlayalım»
dediğinde, ona; «benden ayrıl» dedi. (Hacerülesved'e dokunarak selamlamaktan)
çekindi. Onlar gece tanınmayacak halde çıkar, erkeklerle beraber tavaf ederlerdi.
Fakat onlar Beytin/Kabe'nin içine girecekleri zaman, erkekler çıkarılırdı.
Böylelikle orada (bir süre ibadetle meşgul olup) kalırlardı.[595]
Hanımların tavafı gece yapmaları tesettüre daha uygun olması
nedeniyle müstehaptır. Ümmü Seleme (radiyailâhu anhâ) rahatsızlığından
şikayette bulunduğu zaman, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona;
'binek üzerinde, insanların arkasından tavaf et
[596]
buyurmuştur.
4. Hacerüiesved'İn hizasında tekbir getirerek ona işaret etmek:
İbn Abbâs
(radiyailâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kabe'yi
devesinin üzerinde tavaf etti, Hacerülesved hizasına geldiğinde, yanında
bulunan bir şeyle Hacerü-lesved'e işaret etti ve tekbir getirdi.[597]
5. Rüknülyemânî ile Hacerülesved arasında 'Rabbena âtinâ'
duasını okumak:
Rabbena Âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve
fi'l-âhireti haseneten ve kinâ
azâbennâr/Rabbimiz!Bize dünyada iyilik ver, ahrette bize iyilik ver ve bizi
cehennem azabından koru.[598]
6. Tavaftan önce abdest almak:
Taharet bölümünde de belirtildiği gibi, tavafta
abdestli olmak şart olmamakla birlikte müstehaptır. Aişe (radiyallâhu anhâ)
anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekke'ye geldiğinde ilk
önce abdest alır, sonra tavaf ederdi.[599]
7. Tavaftan sonra -mümkünse İbrahim aleyhisselam'ın makamının
arkasında- iki rekât namaz kıİmak.
Yüce Allah; 'ibrahim makamından namazgah edinin.
[600]
buyurmuştur. Ibnİ Ömer {radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) Kabe'yi yedi şavt tavaf etti. Sonra makam-ı ibrahim'in arkasında
iki rekât namaz hldın.[601]
8. İki rekâtı
kılmadan önce, 'vettehizû mîn makâmi ibrahim'e musalla' âyetini okumak. Daha
sonra namazın ilk rekâtında 'Kul yâ eyyuhel kâfirûn', ikinci rekâtında
'Kulhuvellâhu ahad' sûresini okumak.
9. Sa'y'a gitmeden önce -mümkünse- Hacerülesved'i
tekrar selamlamak.
10. Zemzem içmek, başını zemzemle ıslatmak.[602]
Hanefî mezhebine göre vacip; Mâlikî, Şafiî ve Han-belî mezhebine
göre rükündür.
İbadet
niyetiyle Safa İle Merve tepeleri arasında gidip-gelmektir. Sa'y'e Safa tepesinden başlanır, 7
tur yapılır ve Merve tepesinde bitirilir.
Sa'yetmek, haccın rükûnlarındandır. Çünkü Yüce
Allah; 'Safa ile Merve şüphesiz Allah'ın nişanîarındandır
[603] buyurmuştur. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem); 'Sa'yediniz, kuşkusuz Allah size sa'yetmeyi farz kılmıştır
[604]
buyurmuştur. Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi
ve sellem) ve Müslümanlar, Safa ile Merve arasında sa'yettiler. Dolayısıyla bu
Rasulullah'm sünneti olmuştur ve yemin olsun ki, Allah Safa ile Merve tepeleri
arasında sa'y yapmayan bir kimsenin, haccmı ve umresini tamam kılmamıştır.[605]
Safa ile Merve arasında sa'yetmeyen kimsenin haccı ve
umresi batıl olur. Alimlerin çoğunluğuna göre, sa'y'ı tavaftan önce yapmak
caiz değildir. Sa'y'ın, ifada/ziyaret tavafından sonra yapılması şarttır.
1. Safa tepesine yaklaşıldığında, 'Inne's-Safâ
ve'l-Mervete min şeâirillâh / kuşkusuz Safa ve Merve Allah'ın
nişanelerinden-dir' âyeti okunur. Daha sonra, 'ebdeu bimâ bedeellâhu bihi /
Allah'ın başlamayı emrettiği yerden başlıyorum' denir.
2. Safa tepesinde kıbleye dönülür ve şu zikir yapılır;
"Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike lehu, lehu'l-Mulku ve lehu'1-Ham-du
ve huve a/â külli şeyin kadîr, Lâ ilahe illallah. Enceze va'dehu ve nasara
abdehu ve hezeme'l-ahzâbe vahdehu"
Anlamı: "Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir. O'nun ortağı
yoktur. Mülk, O'nundur. Hamd, O'nadır. O, her şeye gücü yetendir. O, vadini
yerine getirmiştir; Kuluna yardım etmiştir; Tek olarak, (Müslümanlara karşı
birleşen) orduları perişan etmiştir.[606]
Daha sonra dilediği gibi dua eder. Ve bunu üç defa tekrarlar.
3. Merve tepesinde, Safa tepesinde yapılanların
aynısı yapılır.
4. Safa ile Merve arasında dualar yapılır ve Kuran
okunur. İbni Mesûd ve İbni Ömer (radiyallâhu anhumâ)'nın Rabbiğfir verham ve
ente'l-eazzu'l-ekrem / Rabbim bağışla, merhamet et, sen en azîz/değerli ve
kerim/cömert olansın' diyerek dua ettikleri sahih olarak nakledilmiştir.
Safa ile Merve tepeleri arasındaki iki
yeşil direkte sa'y'ı koşar adımlarla yapmak, erkeklere özgüdür. Hanımlar için
meşru değildir. Bu konuda âlimler ittifak etmiştir.
Hayızlı hanımların sa'yetmelerini yasaklayan herhangi bir delil
bulunmamaktadır. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sel-lem), hayızlı olduğu
için Âişe validemizi Kabe'yi tavaf etmesine izin vermemiştir. Ancak sa'y
etmesini engellememiştir. İbn Ömer (radiyallâhu anh) der ki; 'Kabe'yi tavaf
ettikten sonra, sa'yetme-den önce hayız olan hanımlar, hayızlı halde Safa ile
Merve arasını sa'y edebilirler.[607]
Bu görüş, birçok selefi sâlihîn âlimlerden nakledilmiştir. İmam Buhârî de bu
görüştedir.
Bu rükün, haccın en önemli rüknüdür. Nitekim Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem) 'hac Arafattır
[608]
buyurmuştur.
Vakfe: Arefe gününde, bayram gününün fecir vakti
öncesine kadar, Arafat'ta vakfe niyetiyle -bir anlık dahi olsa- durulmaşıdır. Bayram günü fecir vakti girdiğinde, vakfesini
yapmamış olanların haccı batıl olur.
Zilhicce ayının 8'nde, Terviye günü Mekke'de
ihrama girildikten sonra, aşağıda belirtilen sünnetleri uygulamaya özen gösterilmelidir;
1. Terviye günü, öğle, ikindi, akşam ve yatsı
namazlarını Mina'da kıimak.
2. Geceyi Mina'da geçirmek, sabah namazını orada kılıp,
güneş doğuncaya kadar beklemek.
3. Arefe günü, öğle ve ikindi namazını
cem/birlikte ve kasr/ iki rekâtlı olarak kılmak.
4. Güneş batmadan önce Arafat'tan ayrılmamak.
Delille terkine ruhsat verilmemiş olan,
haccın vaciplerinden birinin yapılmaması durumunda kurban cezası gerekir.
Bunlar;
1. Mîkât sınırında ihramlı olmak.
2. Zilhicce ayının 9'unda Arafat'ta, güneş
batıncaya kadar kalmak.
3. Kurban bayramı gecesi, fecir doğuncaya kadar
Müzdeli-fe'de gecelemek. Zayıf durumdaki hanımların fecir doğmadan önce
geceleyin Müzdelife'den Mina'ya gitmelerine ruhsat verilmiştir. Âişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Şevde şişman ue ağır bir kadındı. Müzdelife
gecesi, izdiham olmadan önce Mina'ya gitmek için Rasulullah (sallallâhu aleyhi
ve sellem) 'den izin istedi. O da, ona izin verdi.[609]
4. Teşrik günlerinde Mina'da gecelemek. Gecenin çoğunu Mina'da
konaklayarak ve orada bulunarak geçirmek vaciptir. İbn Ömer (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Abbâs sikâye/su dağıtma görevi nedeniyle Mina günlerinde, geceleri
Mekke'de kalmak için Rosuİullah
(sallallâhu aleyhi ue se!lem)'den izin istedi. O da, ona izin verdi.
[610]Dolayısıyla
bu rivayet, su dağıtma görevlilerinin dışındakilerin, geceleri Mina'da
geçirmelerinin vacip olduğuna delildir.
Hanefi: mezhebine göre sünnet; Mâliki, Şafiî ve
Han-belî mezhebine göre vaciptir.
5. Cemreleri/Şeytanları Sırasıyla Taşlamak:
a) Bayram günü Akabe cemresine yedi taş atılır.
Bunun güneş doğduktan sonra kuşluk vaktinde yapılması faziletlidir. Câbir
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ue sellem)'i,
bayram günü duha/kuşluk vaktinde taş atarken gördüm. Sonrasında ise güneşin
zevalinden/öğle vaktinden sonra yaptı.[611]
Gündüz taşlamakta zorlananların, gece yapmasında bir sakınca
yoktur. İbn Abbâs fradiyallâhu anh} anlatıyor; 'Bayram günü Mina'da iken
Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem)'e sorular sorulurdu. Bir adam «ben
taşlamayı gece yaptım, (olur mu)?» diye sordu; 'bir sakıncası olmaz
[612]
buyurdu.
Müzdelife'den gece ayrılıp, Mina'ya gece varanların, taşlamayı
gece yapması caizdir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem} bazı
hanımların Müzdelife'den gece ayrılmalarına müsaade etmiştir. Ay ışığı
kaybolduktan sonra Esma (radiyallâhu anhâ), Müzdelife'den Mina'ya gelmiş,
taşlamayı yapıp tekrar evine dönerek, sabah namazını evinde kılmıştır. Bu
nedenle Esma (radiyallâhu anhâ); 'euladıml Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ue
sellem) hanımların bu şekilde yapmasına müsaade etmiştir' demiştir.
[613]
Her taşı atarken tekbir getirmek sünnettir. Akabe cemresini
taşladıktan sonra dua ve benzeri şeyler için hiç beklemeden
oradan hemen ayrılmak gerekir. Câbir (radiyallâhu
anh)'ın rivayetinde, Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in böyle yaptığı
uzunca anlatılmıştır.
b) Teşrik günlerinde, zeval vaktinden/öğleden sonra her üç
cemre/şeytan taşlanır. Her cemreye taş atılırken, tekbir getirilir. Önce küçük
cemreden taşlamaya başlanır. Sonra orta ve büyük cemreler, taşlanır. Son cemre
olan Akabe cemresi taşlanmadan önce ilk iki cemreye taş atıldıktan sonra
-mümkünse- orada durup, kıbleye dönerek uzunca bir dua yapmak sünnettir.
Nitekim İbn Ömer'in rivayet ettiği hadiste belirtildiğine göre
[614]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seîlem) böyle yapmıştır.
Cemreleri taşlamakta zorlanan hanımların,
kendilerine taşlama yapmaları için vekil tayin etmeleri caizdir. Ancak bu
konuda ihtiyaç miktarının dışına taşmamak gerekir.
6. Saçları kısaltmak: îbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize, «(ihramdan çıkmak iğin)
hanımlar saçlarını kazıtmazlar; hanımların yapması gereken sadece saçlarını
kısaltmaktır» buyurdu.[615]
İhramdan
çıkmak için hanımlar, saçlarından diledikleri kadar kısaltabilirler.
7. Kurban kesmek: Temettü ve kıran haccı yapanların
kurban kesmesi gerekir. Bu konu ileride açıklanacaktır.
Hanefî, Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre vacip; Şafiî mezhebine
göre rükündür.
8. Veda tavafı: Bu konuyla ilgili gerekli
açıklamalar daha önce yapılmıştı. Hayızlı ve loğusa hanımların veda tavafını
yapmamalarına ruhsat verildiği belirtilmişti.
Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre vacip; Mâ-îikî mezhebine
göre menduptur.
1. İlk
tahaîlülden, yani bayram günü Akabe cemresi taşlandıktan sonra, kişinin
hanımıyla cinsel İlişkiye girmesi caiz değildir.
Akabe cemresini taşlayan hanımlara, cinsel ilişki
dışında her şey helal olur. Cinsel ilişkinin de caiz olması için ifada/ziyaret
tavafını yapmaları gerekir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Akabe cemresini taşladıktan sonra, hanımlarınız dışında her şey size helal
olur
[616] buyurmuştur.
2. İfada/ziyaret tavafından sonra, erkeklere de, hanımlara da
ihramlı iken yasak olan her şey -cinsel ilişki de dâhil- helal olur.
Ibn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; '... sonra bacanı yerine
getirip, bayram günü kurbanını kesip, Kabe'de ifada tavafım yaptığı zaman,
ihramlı iken haram olan her şey helal olur..[617]
3. Bayram günü yapılması gereken hac
ibadetlerinde tertip/ sıraya uymak vacip değildir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'e önce veya sonra yapıldığı sorulan her şeye 'yap, zararı
yok' buyurmuştur.[618]
Bayram günü yapılması gerekenler sırasıyla
şunlardır;
1. Taş atmak,
2. Kurban kesmek,
3. Traş olmak,
4. İfâda tavafı yapmak,
5. Sa'y yapmak. Hanefî mezhebine göre taşlama, kurban ve
traşın sıraya uygun olarak yapılması vacip; Mâliki, Şafiî ve Hanbelî mezhebine
göre sünnettir.
Kurban: Azîz ve Celîl Allah'a yakınlaşmak
amacıyla kurban edilmek için Harem
bölgesine getirilen büyük ve küçük baş hayvanlardır. Yüce Allah şöyle
buyurmuştur; 'Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın (dininin)
işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar,
ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban edeniz).
Yüz üstü yere düştüklerinde ise, onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını
gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. işte bu hayvanları biz şükredesiniz diye
sizin istifadenize verdik. Onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşmaz.
Fakat O'na sadece sizin takvanız u/aşır'.[619]
Büyük ve küçükbaş hayvanların dışında kurban olmaz. Kurban
edilecek hayvanların en faziletlisi, deve, sonra sığır, sonra koyundur. Hacı
bunlardan dilediğini kurban olarak kesebilir. Ancak kurbanın asgarisi bir
koyundur. Ebû Eyyûb el-Ensârî (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında, kişi kendisi ve ailesi için bir koyun
kurban ederdi. Hem kendileri yer, hem de başkalarına yedirirlerdi. Daha sonraları
insanlar birbirlerine karşı övünmeye başladılar ve gördüğün gibi bir hal oluştu.[620]
Yedi kişinin bir deve veya sığırı ortak
olarak kurban etmeleri caizdir. Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Hudeybiye
yılında, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile birlikte yedi kişi adına
bir deve ve yedi kişi adına bir sığır kurban ettik.[621]
1. Müstehap Kurban: İfrat haccında, umrede ve vacip olmayan
nafilelerde kurban kesmek müstehaptır.
2. Vacip Kurban:
a) Kıran ve temettü haccı yapıldığında kurban kesmek vaciptir.
Çünkü Yüce Allah; 'Haca ve umreyi Allah için tamumlaym. Eğer bunlardan alıkonursanız,
kolayınıza gelen kurbanı gönderin.[622]
buyurmuştur.
b) Haccın vaciplerinden birini terk edenlerin kurban kesmesi
vaciptir.
c) Saçını veya tırnağını kesenler. Daha önce de belirtildiği gibi
buna 'fidye kurbanı' denir.
Bir veya İki tırnak ise sadece sadaka verir.
Üç ve daha fazla olması durumunda fidye kurbanı gerekir.
d) Kara hayvanı öldüren ihramlı kimselerin kesmesi
gereken kurbanlar. Buna 'ceza kurbanı' denir.
Avlanan veya avlanana yardım edenler
öldürdüğü hayvanın kıymetini sadaka olarak verirler.
e) Niyetinde
hacdan alıkonulmasını
şart koşmayan kimselerin, herhangi bir sebeple haccını tamamlayamamaları durumunda
kesmeleri gereken kurbanlar. Buna 'alıkonulma kurbanı' denir.
f) Hac esnasında
hanımıyla cinsel ilişkiye girenin kesmesi gereken kurban. Buna 'ilişki kurbanı'
denir.
İlk
tahallülden ve Arafat vakfesinden önce ihramlı halde hanımıyla ilişkide
bulunanın haccı bozulur.
g) Kurban kesme
adağında
bulunanların kurbanları. Buna 'adak kurbanı' denir.
Aişe (radiyaİlâhu anhâ) anlatıyor; 'Kurban günü bize sığır eti
getirildi. Ben 'bu ne?' diye sorunca, 'Rasuluüah (sallalld.hu aleyhi ve seîiem)
hanımlarının yerine kurban kesti' dediler.[623]
Kurban Kesme Zamanı: Zilhicce ayının 10'unda kurban
bayramı günü, Akabe cemresini taşladıktan sonra, traş ve tavaftan önce kurban
kesmek müstehaptır. Çünkü Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem) böyle
yapmıştır. Ancak daha önce de belirtildiği gibi bu sıraya uymak vacip değildir.
Tercih edilen görüşe göre, üç gün süren teşrik
günlerinde kurban kesilmesi caizdir. Nitekim 'bütün teşrik günleri, kurban
günleridir
[624] buyurulmuştur.
Kurban Kesme Yeri: Kurbanın Mekke'de
veya Mina'da kesilmesi caizdir. Çünkü Yüce Allah; 'Onlarda (kurbanlık hayvanlarda)
sizin için belli bir süreye kadar birtakım yararlar uardu: Sonra varacakları
yer, eski eve (Kabe'ye) kadardır
[625]
buyurmuştur.
Peygamberimiz (salîallâhu aleyhi ve sellem)
kurbanlarını Mina'da kesmiş ve; 'ben işte burada kurban kestim. Mina'nın her
yerinde kurban kesilebilir. Sizler de konakladığınız yerlerde kurban kesiniz'
buyurmuştur.[626] Bir başka rivayette de;
'Mina'nın her yerinde kurban kesilebilir; Müjdelife'nin her yerinde uakfe
yapılabilir; Mekke'nin bütün vadilerinde ve yollarında kurban kesilebilir'
buyurmuştur.[627] Âlimlerin çoğunluğu bu
rivayeti esas almıştır.
Suudi Arabistan âlimler meclisinin, 21/10/1400 hicrî
tarih ve 77 karar nolu açıklamasında özetle şöyle denilmiştir;
1. Temettü ve kıran haccı kurbanlarının,
Harem dışına nakledilmesi caizdir. Câbir (radiyaİlâhu anh) anlatıyor; 'Mina'da
üç günden fazla kurbanlıklarımızın etlerinden yiyemezdik. Bu nedenle Peygamber
(salîallâhu aleyhi ve sellem) bize 'yiyiniz, azık edininiz ve biriktiriniz/zahire
yapınız' buyurdu.[628]
2. Ceza ve fidye kurbanları Harem'de kesilir. Bu
kurbanların başka yerlere taşınması caiz değildir. Bunların tamamı Harem
bölgesindeki fakirlerin hakkıdır.
3. Harem bölgesinin dışında kesilen ceza,
fidye ve ihsar/alı-konulma kurbanları, kesildikleri yerlerde
dağıtılabilecekleri gibi, başka yerlere de nakledilebüirler.
1. Kurban sahipleri, kurbanlarını yerine
ulaştırdıktan sonra kurbanlarından yiyebilirler. Çünkü Yüce Allah; ',..
Onlardan yiyiniz, yoksullara ve fakirlere yediriniz
[629]
buyurmuştur. Câbir (radiyallâhu anh-J'm rivayetinde, Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem) kurban eti pişirildikten sonra etinden yemiş, çorbasından
içmiştir.[630]
Bu hüküm, temettü ve kıran haccı kurbanları için de böyledir.
Ceza ve fidye kurbanlarının etlerinden kesenler yiyemezler. Çünkü bu kefaret
hükmündedir.[631]
2. Bineğe ihtiyacı olan kimsenin kurbanlığa (deve vs.) binmesi
caizdir. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seilem)'e kurbanlıklara binilmesinin
hükmü sorulduğunda; 'zorunlu kaldığınız
durumlarda, bir başka binek buluncaya kadar, onlara eziyet etmeksizin
binebilirsiniz' buyurmuştur.[632]
3. Kurban kesiminden dolayı kasaba kurbanlıktan ücret
verilmez. Ancak kasaba ücreti ödendikten sonra kurbanlıktan verilmesi caizdir.
Ali (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) develerine bakmamı, derilerini
ve yularlarını infak etmemi ve kasaba bunlardan hiçbir şey vermememi bana emretti.
'Biz kasaplara kendi yanımızdan ücretlerini veririz' dedi.[633]
Bu durumda olanlar, hac günleri
içerisinde üç gün, ülkelerine döndüklerinde de yedi gün oruç tutarlar. Nitekim
Yüce Allah; '... Emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile
faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesemeyen
kimse, hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç
tutar ki, hepsi tam on gündür.[634]
İbn Ömer ve
Aişe (radiyallâhu anhumâ)'nın rivayetlerinden sahabelerin bu orucu, teşrik
günlerinde tuttukları anlaşılmaktadır. Nitekim bu rivayette şöyle demekteler;
'Teşrik günlerinde kurban bulamayanların dışında, hiç kimsenin oruç tutmasına
izin verilmemiştir.[635]
Hac aylarında, umre (temettü haccı umresi)
için ihrama girilen günden itibaren bu orucun tutulabileceğini, bazı âlimler
söylemiştir. Hanefi ve Hanbeli mezheplerinin görüşü de böyledir. Şeyhu'Uslam bu
görüşü tercih etmiştir. Bu orucun Zilhicce ayının 7-8 ve 9'uncu günleri
tutulması müstehaptır.
İmam Ahmed
bin Hanbel ise üç günlük orucun Zilhicce'nin 7'sinde bitirilmesini müstehap
kabul etmiştir. Çünkü Arefe günü oruç tutulması sünnete aykırıdır. Allah
kabrini nurlandırsın, Alla-me Bin Bâz da bu görüşü tercih etmiştir.
İhtiyatlı
olan, bu orucun üç günlük teşrik günlerinde tutulmasıdır. Çünkü bu orucun,
teşrik günlerinden sonrasına bırakılması caiz değildir. ~En doğrusunu Allah
bilir-.
Ziyaret
demektir'' Ömürde bir defa yapıldığı için, kalmak amacıyla bir yere gitmek
anlamında olduğu da söylenmiştir.
Kabe'ye,
belirli ibadetleri yapmak amacıyla gitmektir.
Bazı
âlimler, ömürde bir defa umre yapmanın vacip olduğunu söylemişlerdir. Çünkü
Yüce Allah; Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız..[636]
buyurmuştur. Âişe (radi-yallâhu anhâ); 'Ey Allah'ın Rasülül Hanımlara cihadfarz
mıdır?' diye sorduğunda; 'Evet, hanımlara cihad farzdır; ancak onların cihadı,
sauaşmak değil; hac ve umre yapmaktır
[637]
buyurmuştur. Hadisin zahiri, vaciplik ifade etmektedir.
Bazı âlimler ise, umrenin vacip değil, müstehap olduğunu
söylemişlerdir. İhtiyatlı olan, bir defa da olsa umre yapmaktır. Nitekim vaciplik
ifade eden delillerle amel etmenin, sorumluluktan kurtulmak olduğu hususunda
icmâ edilmiştir. Böylece ihtilaftan da kurtulunmuş olunur.
Hanefî ve Mâliki mezhebine göre müekked sünnet; Şafiî mezhebine
göre ömürde bir defa yerine getirilmesi fevrî olmayan
[638]
farzdır. Hanbelî mezhebine göre fevri farzdır.
[639]
1. İhram,
2. Tavaf,
3. Sa'y'dır. Bunlardan birini terk edenin umresi tamamlanmış
olmaz.
İhram,
Hanefî mezhebine göre umrenin şartı; Mâli-kî, Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre
rüknüdür. Tavaf, her dört mezhebe göre de umrenin rüknüdür. Sa'y, Hanefî
mezhebine göre umrenin vaciplerindendir. Mâlikî, Şafiî ve Hanbelî mezhebine
göre rüknüdür.
1. Mîkât
sınırında ihrama girilmesi.
2. (İhramdan
çıkmak için) Hanımların saçlarını kısaltması.
İhram,
Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebine göre vacip; Şafiî mezhebine göre rüknüdür.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sel-lem); 'bir
umre, sonraki umreye kadar, iki umre arasındaki günahlara kefarettir
[640]
'Hac ve Umreyi beraber yapınız; Çünkü Hac ve Umre günahları ve fakirliği
giderir. Tıpkı demir, altın ve gümüşün kir ve pasını körüğün giderdiği gibi
[641]
buyurmuştur.
Yılın bütün günlerinde umre yapılabilir. Ancak en faziletli
olan Ramazan ayında yapılan umredir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'Ramazan aymda yapılan umre, hacca denktir
[642]
buyurmuştur.
Umre yaparken, Kabe'yi tavaf ettikten sonra, Safa ile
Merve arasında
sa'y etmeden önce hanımıyİa cinsel ilişkiye girmiş bir adamın durumu, İbni Ömer
(radiyallâhu anh)'e soruldu, 'hanımımla ilişkide mi bulunmuş! (Bu olmaz)'
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) (umre yapmak için Mekke'ye) geldiğinde,
Kabe'yi tafafeder, makam-ı İbrahim'de iki rekât namaz kılar ve Safa ile Merve
arasında sa'y yapardı' dedi ve «sizin için rasuîulîah'ta güzel bir örnek
vardır» ayetini okud.[643]
Bu konuyu Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anh)'e sorduk; 'Safa ile Merue
arasında sa'y edinceye kadar hanımına yaklaşamaz' dedi.[644]
Umreyi tekrarlamak iki şekilde ele alınmalıdır;
1. Bir yıl içerisinde farklı seyehatlerle, umreyi tekrarlamak. Umre
yapmanın faziletini bildiren delillerin genel içeriğini dikkate alarak,
âlimlerin çoğunluğu bunu caiz ve müstehap görmüştür. Bu konuda İmam Mâlik
farklı görüş belirtmiştir.
Aişe {radiyallâhu anhâ), Birincisi hac umresi, ikincisi Tenim
umresi olmak üzere, Peygamberimizin emriyle bir ay içerisinde İki defa umre
yapmıştır.
2. Tek seyahat süresinde birden fazla umre yapmak.
Bunun caizliği konusunda farklı görüşler oluşmuştur. Bu konudaki görüşlerin en
isabetlisi;
a) Eğer Kıran veya temettü haccı niyetiyle haçtan önce umre
yapılmış ise, hac tamamlandıktan sonra umreyi tekrarlamak, -günümüzde birçok
kişinin yaptığı gibi- meşru değildir. Çünkü ne Peygamberimiz, ne de sahabeleri
böyle yapmamışlardır. Hiç kuşkusuz Kabe'yi tavaf etmek, yeni bir umre için
Tenîm bölgesine çıkmaktan daha faziletlidir. Bu durumda en faziletli amel,
Kabe'yi çokça tavaf etmektir, umreyi tekrarlamak değildir.
b) Haçtan Önce
umre yapılmamış ise, -hayız olması nedeniyle Aişe validemizin durumu gibi- hac
tamamlandıktan sonra umre yapılmasında bir sakınca yoktur.
Medine'nin Fazileti: Câbir bin Semure (radiyallâhu
anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken
işittim; «Allah Teâlâ, Medine'yi 'Tâbe
[645]
olarak isimlendirmiştir»
[646]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; «Medine, demirci körüğü
gibidir, kirlisini atar. Körüğün demirin pasını giderdiği gibi, Medine de
kötülerini atmeaya kadar kıyamet kopmayacaktır.[647]
Ebû Hureyre
(radiyaüâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) «Binekler
ancak üç mescid için yolculuğa Çıkarılır:
1. Benim şu mescidim,
2. Mescid-i Haram,
3. Mescid-i Aksa» buyurmuştur.[648]
Bir başka rivayette; 'Benim mescidimde kılman namaz, mescidi Haram dışındaki
mescitlerde kılınan namazlardan bin namazdan daha hayırlıdır
[649]
'Evimle minberimin arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir
[650]
buyurmuştur.
Mescidi Nebevi, Mescidi Haram ve Mescidi Aksa'ya özgü üstünlük,
Şanı Yüce Allah'ın bu üç mescide ikramıdır. Buralarda kılınan namazların, başka
yerlerdeki namazlara olan üstünlüğü de aynı şekilde Yüce Allah'ın bir
ikramıdır. Buraya gelmek için yola çıkanlar ve ziyaret edenler, sevap umarak ve
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'İn çağrısına icabet ederek
gelirler.
Diğer mescitler arasında bu üç mescide özgü farklı adâblar söz
konusu değildir. Ancak bazı insanlar, mescid-İ Nebevi'ye Özgü âdâblar ifade
etmekle zihinleri karıştırmaktadırlar. Bu karışıklıklar, Mescidin içerisinde
kabr-i saadet bulunmasaydı olmazdı.
Medine'ye gelen ve Mescidi Nebevî'yi ziyaret
etmek isteyen Müslümanların ibadetlerini bilinçli olarak yapmaları için ziyaret
âdabını şöyiece sıralayabiliriz;
1. Mescide girerken, sağ ayakla girilmeli ve;
Allâhumme salli alo. Muhammedin ve sellim. Allâhumme'ftah lî ebvâbe rahmeti-ke
/Allah'ım! Muhammed'e salât ve selam eyle. Allah'ım! Bana rahmetinin kapılarım
aç' denmelidir.
2. Mescide girildiğinde, oturmadan önce iki rekât
tahiyyyat-ül mescid namazı kılınmalıdır.
3. Kabr-i saadete doğru namaz kılmaktan ve ona doğru dua
için yönelmekten sakınılmalıdır.
4. Daha sonra kabr-i saadete giderek, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellemj'e selam verilmelidir. Elleri göğüs üzerine koymaktan, başı öne
eğmekten, boyun bükmekten, Peygamberden yardım dilemekten sakınılmalıdır.
Çünkü bunlar sadece Yüce Allah'ın huzurunda yapılır. Baki mezarlığında
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'den nakledilen selamlama
lafız-larıyla, Peygamberimiz alehissâlâtu vesselam'a selam verilir. Bu konuda,
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'den farklı lafızlar rivayet
edilmiştir. Bunlardan birisi,
Bu diyarın Mü'min ve Müslüman sakinleri,
Allah'ın selâmı üzerinize olsun. Muhakkak ki, bizler de sizlere katılacağız
inşa-allah. Allah bizden vefat etmiş olanlara, geleceklerimize merhamet etsin.
Bize ve size Allah'tan afiyet dilerim.[651]
Daha sonra aynı şekilde Ebû Bekr ve Ömer (radiyallâhu anhumâ)'ya selam verir.
5. Mescidde ve
kabri saadetin yanında
yüksek sesle konuşmak
saygısızlıktır. Ancak fısıltılarla konuşulabilir. Rasulullah (sallallâhu aleyhi
ve sellem)'in vefatından sonra da, sağlığındaki gibi saygı gösterilmesi
gerekir.
6. İlk saflarda
cemaatle namaz kılmaya Özen gösterilmelidir. Çünkü ilk saflarda namazın sevabı
daha fazladır.
7. Ravza-i mutaharra'da namaz kılma arzusu,
ilk saflarda
cemaatle namaz kılmaktan alıkoymamalıdır. Çünkü
Ravza'da kılınan namazın, mescidin diğer yerlerinde kılman namazdan herhangi
bir ayrıcalığı yoktur.
8. Mescidi Nebevî'de peş-peşe 40 vakit namaz kılmak
sünnet değildir. Bu konuyla ilgili insanların dillerinde dolaşan ve meşhur
rivayet, sahih değildir, 'benim mescidimde hiçbir vakit kaçırmadan 40 vakit
namaz kılan kimseye cehennem'den beraat yazılır, azaptan kurtulur ve
münafıklıktan uzak kalır.[652]
9. Kabri saadette, Peygamberimize gönderdiğimiz
selât ve selamlarda, 'ulaşmış mıdır' şeklinde tereddüt etmek caiz değildir.
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)!e gönderilen salât ve selamlar,
nereden gönderilirse gönderilsin ona ulaşır. En uzak yerle, kabrinin başında
gönderilen salât ve selam arasında, kazanılan sevap açısından bir fark yoktur.
10. Mescid-i Nebevî'den çıkarken, gerisin geri
çıkılmaz. Mescitten sol ayakla çıkılır ve; Allâhumme salli alâ Muhammed.
Allâ-humme innî es'eluke min fadlike I Allah'ım! Muhammed'e saiât eyle.
Allah'ım! Senin fazlından istiyorum' denir.
Kubâ Mescidi: Medine'yi ziyaret eden kimsenin, Rasulullah
{sallallâhu aleyhi ve sellem}'e tabi olmak niyetiyle, Kubâ Mescidini ziyaret
edip orada namaz kılması sünnettir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem) yaya ve binekli olarak Kubâ mescidini ziyareti adet edinmişti.
Cumartesi günleri oraya gelir ve iki rekât namaz kılardı.[653]
Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seliem); 'evinde abdest alıp, Kubâ
mescidine giderek namaz kılan, umre sevabı kazanır
[654]
buyurmuştur.
Bakî
mezarlığı, Medine'de Müslümanların mezarlığıdır. Orada birçok sahabe mezarı
bulunmaktadır. Günümüzde de oraya Müslümanlar
defnolunmaya devam etmektedir. Birçok Müslüman, vefat ettiği zaman
oraya defnolunmak için Medine'ye gelmektedir.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'Uhıtd
dağı bizi, biz de onu severiz
[655]
buyurmuştur. Uhud dağı, bağrında yetmiş şehit barındırmaktadır. Orada
gerçekleşen cihada, dağa nispet edilerek, Uhud gazvesi denilmiştir.
Medine'ye gelenlerin, Bakî
mezarlığını ve Uhud şehitlerini ziyaret etmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) kabir ziyaretlerini önce yasaklamış,
daha sonra müsaade etmiştir. Oraları ziyaret edenlerin ibret almaları ve
ahı-reti hatırlamalarını istemiştir. Ancak kabirlerden bereket ummak,
kabirdekilerden yardım dilemek, onlardan dirilere şefaat istemek ve onları
vesile edinmekten sakınmak şarttır.
Peygamberimizin namazgahı olduğunu söyleyerek, Uhud
dağına gelmek, orada namaz kılmak, bereket umarak veya okçu sahabelerin
izlerini arayarak oraya çıkmak, meşru değildir.
Uhud şehitlerini selamlamak ve onlara dua etmek dışında yapılan
şeyler, sünnet olmadığı gibi meşru da değildir. Bilakis bu tür şeyler
yasaklanmış bidatlerdendir. Bu konuyla ilgili olarak Ömer {radiyallâhu anh) der
ki; 'sizden öncekiler, Peygamberlerinin izlerini/hatıralarını
araştırmalarından dolayı helak olmuşlardır'. Ömer (radiyallâhu anh)'ın sözleri
bizler için yeterli ve ikna edici olmalıdır.
Medine-i Münevvere'de, ziyaret yerleri olarak
bilinen başka yerler de vardır. Örneğin; Hendek savaşının yapıldığı yerin
yakınında bulunan yedi mescitler, mescid-i kıbleteyn, bazı kuyular, Gumâme
mescidi, Ebû Bekir, Ömer ve Âişe (radiyallâhu anhumj'e nisbet edilen mescitler
gibi. Bu yerlerin ziyaretgâh edinilmesi ve ziyaret edenlerin, ziyaretlerinden
sevap kazanmayı beklemeleri meşru değildir. Hiç kuşkusuz peygamberlerin ve
sa-lih kulların izlerini araştırmak, bizden önceki ümmetlerin helak
sebebidir. Peygamberleri Muhammed (salİallâhu
aleyhi ve selle-m)'e ve sahabelerine muhalefet etmek Müslümanlara yakışmaz.
Hayırlı olan, onun ve sahabelerinin yolunu takip etmektir. Şerli olan, onun ve
sahabelerinin yoluna aykırı davranmaktır.
1. Bir çok hacı, Medine'de, Mekke'de kaldığından daha fazla
kalmaktadır. Oysa Mescidi Haram'da kılınan bir namaz diğer mescitlerde kılman 100
bin namaza denktir. Mescidi Nebevi'de kılınan bir namaz ise, Mescidi Haram
dışındaki mescitlerde kılınan namazlara oranla bin namaza denktir. Mekke ve
Medine'de kılınan namazlar arasındaki bu büyük fark, Mekke'de daha fazla
kalınması hususunda ikna edici olmahdır.
2. Birçok hacı, Medine'yi ziyaretin, Haccın menâsiklerinden/
ibadetlerinden olduğunu zannetmektedir. Bu nedenle Medine ziyaretine, Haccın
menâsikleri gibi iştiyak duymakta ve Medine'yi ziyaret etmeyenlerin haccınm
eksik kaldığını düşünmektedirler. Bu konuda, 'kim hacceder de, beni ziyaret
etmezse; bana vefasızlık etmiş olur' gibi mevzu/uydurma hadisler rivayet
etmektedirler.
Bu tür inançlar, doğru değildir. Mescid-i Nebevi'nin ziyareti,
orada namaz kılınması amacıyla meşru kılınmış bir sünnetir. Ancak orayı
ziyaret etmekle, haccetmek arasında bir ilişki yoktur. Mescid-i Nebevî'nin
ziyaret edilmemesinin, hac ibadetinin sıhhati üzerinde bir etkisi söz konusu
değildir. Hatta haccın kemâlâtı yönüyle de bir alâkası yoktur. Çünkü Mescidi
Nebevî'nin ziyareti, hac menâsiklerinden değildir. Bilakis müstakil olarak
ziyareti meşru kılınmıştır.
[1] Buhâri, 645; Müslim, 650.
[2] Abdurrezzâk, el-Musannef, 3/141; Dârekutnî,
1/404; Beyhakî, 3/131. Varyantlarıyla birlikte 'sahih'tir.
[3] Abdurrezzâk, el-Musannef, 3/140- Beyhakî,
3/131; Şafiî, Müsned, 53; Dârekutnî. 1/405; Varyantlarıyla birlikte 'sahih'tir.
[4] Müslim, 673;
[5] Ebû Dâvûd, 650; Nesâî, 2/90; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[6] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/202.
[7] Buhârî, 727; Müslim, 658; Ebû Dâvûd, 612; Nesâî, 2/85.
[8] Buhârî, 870; Ebû Dâvûd, 1040; Nesâî, 2/66; İbn Mâce, 932.
[9] Bkz. el-Cezîrî, el-Mezâhibu'l-Erbaa, 1/263. (Çev.)
[10] Tirmîzî, 1171; Ahrned, 178; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[11] Müslim, 440; Nesâî, 2/93; Ebû Dâvûd, 678; Tirmizî,
224; İbn Mâce, 1000.
[12] Çev.
[13] Buhâri, 326; Müslim, 441; Ebû Dâvûd, 630; Nesâî, 766.
[14] Buhârî, 4302; Ebû Dâvûd, 585; Nesâî, 2/80.
[15] Bkz. El-Cezîrî, el-Mezâhibu'1-Erbao, 1/362.
fÇev.)
[16] Buhârî, 723: Müslim, 433.
[17] Ebû Dâvûd, 666; Nesâî, 2/93; Ahmed, 2/97; 'Hasen senetle rivayet
etmiştir.
[18] Tirmîzî, 241; 'Hasen' senetle rivayet etmiştir.
[19] Buhârî, 689; Müslim, 411.
[20] Müslim, 426; Nesâî, 1363.
[21] Bkz. El-Fetâuâ, 22/267-268.
[22] Tirmîzî, 230; EbÛ Dâvûd, 682; İbn Mâce, 1004; Ahmed, 4/228.
Sahih hadistir.
[23] Böyle bir durum ancak, imama uyan kişinin ilk rekâtta imama
yetişe-meyip, ikinci veya daha sonraki rekâtlarda imama uyması halinde söz
konusu olabilir. (Çev.)
[24] Yanı, namaza ilk rekâtta yetişemeyen ve bu nedenle imamın selam
vermesiyle birlikte, selam vermeyip eksik kalan rekâtları tamamlamak İçin
namaza devam eden kişi kastedilmekte. (Çev.)
[25] İbn Abdulberr, et-Temhîd [Fethu'l-Mâlik,
Bi-Tertîbi't-Temhîd], 3/52.
[26] Buharı, 664; Müslim, 418.
[27] Buhârî, 700; Müslim, 465.
[28] Bkz. Zuhaylî, el-Fıkhu't-İslâmî, 2/223-227.
(Çev.)
[29] Ebû Dâvûd, 571; Tirmîzî, 219; Nesâî, 2/112; Sahih hadistir.
[30] Bkz. Zuhaylî, e!-Fıkhu!i-İs!âmî, 2/227. (Çev.)
[31] Ebû Dâvûd, 1332; Ahmed, 3/94; Bkz. Aibânî, es-Sahîha, 1597,
1603.
[32] Buhârî, 636; Müslim, 603.
[33] îbn Ebî Şeybe, 1/284; sahih senetle rivayet edilmiştir.
[34] Buhârî, 580; Müslim, 607.
[35] İbn Mâce, 1002; el-Hâkim, 1/218; Beyhakî, 3/104; Sahih
hadistir.
[36] Buhârî, 504; Müslim, 1329.
[37] İbn Hazm, el-Muhaila, 4/196.
[38] Buhârî, 578; Müslim, 645.
[39] Buhârî, 439.
[40] Buhârî, 458; Müslim, 956.
[41] Buhârî, 5238; Müslim, 442; Nesâî, 2/42.
[42] Bkz. Câmıu Ahkâmi'n-Nisâ, î/279.
[43] Müslim, 443; Nesâî, el-Kübrâ, 9425.
[44] Ahmed, 2/438; Ebû Dâvûd, 565.
[45] Ebû Dâvûd, 5073; Tirmizî, 3486; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[46] Müslim, 763; Ebû Dâvûd, 1340.
[47] Buhârî, 635; Müslim, 603.
[48] Tirmîzİ, 313; İbn Mâce, 771; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[49] Buharı, 1167; Müslim, 714.
[50] Müslim, 710; Ebû Dâvûd, 1252; Tirmizî, 419.
[51] Buhârî, 870.
[52] Benzer ifadeler için bkz. Câmiu Ahkâmi'n-Nisâ, 1/287.
[53] Buhârî, ...; Müslim, 564.
[54] Müslim, 567; Nesâî, İbn Mâce.
[55] Müslim, 552.
[56] Müslim, 568; Ebû Dâvûd, 479; İbn Mâce, 767.
[57] Ebû Dâvûd, 1079; Tirmizî, 322; Nesâî, 2/47; İbn Mâce, 766;
Hasen senetle rivayet edilmiştir.
[58] Buhârî. 886; Müslim, 1638.
[59] Buhârî, 470.
[60] Müslim, 670.
[61] İbn Mâce, 3300.
[62] Buhârî, 439.
[63] Buhârî, 868; Ebû Dâvûd, 789; Nesâî, 2/95.
[64] İbn Ebî Şeybe, 2/384; Beyhakî, 3/132; İbn Huzeyme, 3/95.
[65] Ebû Dâvûd, 567; Ahmed, 2/76; İbn Huzeyme, 3/92; Beyhakî,
3/131.
[66] Buhârî, 869; Müslim, 445; Bkz. EI-Muhallâ'da Âişe (radiyallâhu
anhâ)'-nın bu kanaatine çok güzel bir reddiye bulunmakta. 3/134.
[67] Câmiu Ahkâmi'n-Msâ, 1/370.
[68] Nisa, 101.
[69] Müslim, 686; Ebû Dâvûd, 1187; Nesâî, 3/116; Tirmizî, 5025;
İbn Mâce, 1065.
[70] Müslim, 687; Ebû Dâvûd, 1234; Nesâî, 3/118; İbn Mâce, 1068.
[71] Ahzâb, 21.
[72] Buhârî, 1102; Müslim, 689.
[73] Buharı, 1089; Müslim, 690.
[74] Benzer ifadeler için bkz. İbn Hazm, ei-Muhallâ, 5/21.
[75] Daha geniş açıklamalar için bkz.
Îbnu'l-Hemmâm, Fethu'l-Kadîr, 2/27-48: El-İhtlyâr, 1/79-80; Fetavâi Hindiye,
1/193; Zuhayiî, el-Fıkhu'l-îslomî, 2/320-322. (Çev.)
[76] Buhârî, 1080; Tirmizi. 547; İbn Mâce, 1075.
[77] Daha geniş açıklamalar için bkz.
Îbnu'l-Hemmâm, Fethu'l-Kadîr. 2/27-48; El-İhtiyâr, 1/79-80; Fetavâi Hindiye,
1/193; Zuhayiî, el-Fıkhu'l-İ$lâmî, 2/320-322. (Çev.)
[78] İbn Teymiye, Mecmuu'I-Fetâuâ, 24/104.
[79] Müslim, 694.
[80] Ahmed 1/216; İbn Huzeyme, 952; Beyhakî, 3/153;
Sahih senetle rivayet edilmiştir. Bkz. EI-İwâ, 3/21.
[81] Beyhakî, 3/157; Albânî, el-İruâ'ds. sahihtir,
demiştir. 3/22.
[82] Ahzâb,21.
[83] Buhârî, 1101; Müslim, 689.
[84] Yani farz namazlarla kılınan sünnetlerin dışında.
(Çev.)
[85] Buhârî, 1105.
[86] Buhârî, 1111; Müslim, 704.
[87] Buhârî, 1107.
[88] Müslim, 705; Nesâî, 1/290; Ebû Dâvûd, 1198.
[89] Bkz. Mecmuu'1-Fetâuâ, 24/54-56.
[90] İbn Huzeyme, Sahih, 3/112; et-Muğnî, 2/338; eUMecmû, 4/495;
el-Mu-hatla, 5/55.
[91] Ebû Dâvûd, 1067; Hasen hadistir.
[92] Müslim, 873; Nesâî, 1411.
[93] Müslim, 872; Nesâî, 949.
[94] Buharı, 877; Müslim, 844.
[95] ElMüdeuuene, 1/146.
[96] Bkz. Fethu'l-Bârî, 2/417.
[97] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 5048; Abdurrezzak, 5323;
Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[98] Yani, cürıüplükten arınmak için ve Cuma namazı guslü
için niyet etmesi halinde, tek gusül abdesti yeterli olur. (Çev.)
[99] Buhârî, 929, 3211; Müslim, 850.
[100] Buhârî, 930; Müslim. 875.
[101] Konuşmak, sohbet etmek ve benzeri amaçlarla halka halinde
oturmaları (Çev.)
[102] Ebû Dâvûd, 1079; Hasen senetle rivayet edilmiştir.
[103] Bkz. Zââu'lMe&d, 1/431.
[104] İmam Şevkânî, NeylulEvtâr, 3/280; Zuhaylî,
el-Fıkhıı'l-İsiâmî, 2/306.
[105] Ebû Dâvûd, 1113; Ahmed, 2/214; Hasen senetle rivayet
edilmiştir.
[106] Buhârî, 934; Müslim, 851.
[107] Ebû Dâvûd, 1118; Nesâî, 3/103; Ahmed, 4/188; Hasen
senetle riyayet edilmiştir.
[108] Ebû Dâvûd, 347; İbn Huzeyme, 1810; Hasen senetle rivayet
edilmiştir.
[109] Buhârî, 883; Ebû Dâvûd, 1113.
[110] Müslim, 2177; Ahmed, 3/295; Buhârt ve Müslim'de benzer
lafızlarla İbnİ Ömer radiyallâhu anh'ten de nakledilmiştir.
[111] Ebû Dâvûd, 1119; Tirmizî, 526; Ahmed, 2/22; Hasen hadistir.
[112] Buhârî, 597; Müslim, 684.
[113] B-Lüböb, 1/115; Merâki'l-Felâh, 88; Bidâyetu'i-Muctehid, 1/158.
(Çev.)
[114] Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce, Ahmed bin Hanbel; Neylu'l-Evtâr,
3/252. (Çev.)
[115] Ahmed, 1/37; İbn Hibbân, 2772; Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[116] İbni Ebî Şeybe, 2/128; Abdunezzâk, 5471; Beyhakî, 3/204;
Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[117] İbni Ebî Şeybe, 2/128; Abdurrezzâk, 5477; Beyhakî, 3/204;
Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[118] îbni Ebî Şeybe, 2/130; İbnü'l-Münzir, el-Evsat, 1853; Sahih
senetle rivayet edilmiştir.
[119] Mecmuu 1-Fetâuâ, 23/332.
[120] Hadisi altı hadis imamı rivayet etmiştir.
Nasbu'r-Râye, 2/200; Fethu'l-Ka-dîr, 1/299; Keşşafu'l-Kmâ, 2/28-33; el-Muğnî,
2/312. (Çev.)
[121] Abdurrezzâk, 5469; Ahmed, 1/32; Beyhakî, 3/183; Sahih
senetle rivayet edilmiştir.
[122] Buhârî, 729.
[123] Buhââ 1053; Müslim, 2068.
[124] Buhârî, 937; Müslim, 822.
[125] Müslim, 882; Ebû Dâvûd. 1118; Tirmizî, 522.
[126] Müslim, 883; Ebû Dâvûd, 1129; Ahmed, 4/95.
[127] Ebû Dâvûd, 1047; Nesâî, 3/91; İbn Mâce, 1085; Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[128] El-Hâkim, 2/368; Beyhakî, 3/249; Albânî, el-İruâ'da sahih
olduğunu belirtmiştir. 626.
[129] Ebû Dâvûd, 1046; Nesâî, 3/99; el-Hâkim, 1/279; Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[130] Saîd bin Mansûr, İbnü'l-Münzir tarikiyle rivayet etmiştir.
1727. İbn Hacer, el-Feth'te sahih olduğunu belirtmiştir. 2/489.
[131] Buhârî, 971; Müslim, 606; Ebû Dâvûd. 1138.
[132] Buhârî, 980.
[133] Bakara, 185.
[134] Ebû Dâvûd, 1135; İbn Mâce, 1317; Sahih senetle rivayet
edilmiştir
[135] Buhârî, 960; Müslim, 886.
[136] Buhârî, 989; Tirmizî, 537; Nesâî, 3/193; İbn Mâce,
1291.
[137] Bkz. Ebû Dâuûd, 1138; İbn Mâce, 1280.
[138] El-Mûsilı, eI-îhtiyör,l/86. (Çev.)
[139] Müslim, 878; Ebû Dâvûd, 1109; Tirmizî, 531; Nesâî,
3/183; îbn Mâce, 1281.
[140] Buhârî, 978; Müslim, 885; Ebû Dâvûd, 1141.
[141] Şafiî, Müsned, 114; Beyhakî'de onun tarikiyle
nakletmiştir. Senedi sahihtir.
[142] Buhârî, 953; Tirmizî, 541.
[143] Tirmizî, 540; İbn Huzeyme, 1426; Hadis lafzı, İbn
Huzeyme'ye aittir. Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[144] Buhârî, 949.
[145] Bkz. Buhârî, 952.
[146] Bkz. Fethu'I-Börî, 2/442.
[147] Bkz. el-Merginânî, el-Hidâye, 4/80. (Çev.)
[148] İmam Şevkânî, Neyîu'1-E.utâr, 8/105. (Çev.)
[149] El-Cezîrî, el-Mezâh'ıbul-Erbaa, 2/44 (Çev.)
[150] Hadiste geçen 'el-Him lafzı, kadının cinsel
organı anlamına gelmekte olup, zinayı serbest bırakmak, normal ve meşru
karşılamak anlamını da ifade etmektedir. (Çev.)
[151] Buhârî, 5268.
[152] Müslim, 916; Ebû Dâvûd, 3101; Tirmizî, 983; Nesâî, 5/4; İbn
Mâce, 1445.
[153] Ebû Dâvûd, 3100; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[154] El-Hâkim, 1/353; Beyhakî, 3/384.
[155] El-Beyhakî, 3/384; el-İrva, 3/154.
[156] Buhârî, 244; Müslim, 2710.
[157] Müslim, 920; Ebû Dâvûd, 3102.
[158] İmam Nevevî, Müslim Şerhi, 3/492.
[159] Müslim, 920; Ebû Dâvûd, 3102.
[160] Buhârî. 1241; Müslim, 942.
[161] Buhârî, 1315; Müslim, 944.
[162] Buhârî, 4457; Nesâî, 4/11; Ahmed, 6/55.
[163] Ebû Dâvûd, 3147; Tirmizî, 994; İbn Mâce, 1456; Sahih senetle
rivayet edilmiştir,
[164] Buhârî, 1303.
[165] Buhârî, 1304; Müslim, 924.
[166] Buhârî, 4462; İbn Mâce, 1630.
[167] Fethu'İ-Bân, 7/756.
[168] Ebû Abdurrahman, Abdullah İbn Ömer'in künyesidir.
[169] Buhârî, 1289; Müslim, 932.
[170] Câmiu Ahkâmi'n-Nisâ, 1/462; Bkz. İbn Abidln, 1/633.
[171] Bakara, 155-157.
[172] Fethul-Bânde, Hattâbi'den nakledilmiştir.
3/149.
[173] Buhârî, 1283; Müslim, 926.
[174] Müslim, 918; Ebû Dâvûd, 3115.
[175] Nevevl Müslim Şerhi, 2/598.
[176] Müslim, 934; Ahmed, 5/342; el-Hâkim, 1/383; Beyhakî, 4/63.
[177] Buhârî, 1306; Müslim, 936.
[178] Buhârî, 1294; Müslim, 103.
[179] Buhârî, Muallak hadis oîarak rivayet etmiştir, 1296; Müslim,
104.
[180] Ebû Dâvûd, 3131; Hasen derecesine yakın bir senetle rivayet
edilmiştir.
[181] Buhârî, 1254; Müslim, 939.
[182] Suyun temizleyicilik Özelliğini artıran bir ağaç
parçası. (Çev.]
[183] Bir tür koku. (Çev.)
[184] Peştamal. Çev.
[185] Buhârî, 1254; Müslim, 939.
[186] Buhârî, 1254; Müslim, 939; vdğ.
[187] Buharı, 2442; Müslim, 2580.
[188] Hadisteki ifade 'ölülerinize sövmeyiniz' anlamını da
ifade etmektedir. (Çev.)
[189] Buhârî, 1393.
[190] Müslim. 2589.
[191] El-Hâkim, Müstedrek, 1/354, 326; Beyhakî, 3/395. Hasen senetle
rivayet edilmiştir.
[192] İbn Mâce, 1467; el-Hâkim, 1/326; Beyhakî, 3/388.
[193] Hadisin devamı şöyledir; '(Odada bulunanlar) bu
konuda farklı görüşler ileri sürerken, Allah onlara bir uyku uerdi. O an,
herkesin çenesi göğsün-deydi (yani, herkes kafası öne düşmüş uyuyordu). Sonra
odanın içerisinde, kim olduğu bilinmeyen, bir ses; "Peygamber sallallâhu
aleyhi ue sellem'i elbiseleri üzerinde iken, yıkayınız" diye seslendi. Bu
sesle uyandılar ve Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem'i elbisesinin
üzerinden su dökerek ve vücudunu ellerinin altındaki gömlekle ovarak
yıkadılar'. Daha sonra, Aişe (radiyallâhu anhâ); eğer bu bildiğimi, daha önce
bilseydim; (vefatında) Rasulullah sallallâhu aleyhi ue sellem'i sadece
hanımları yıkardı' demiştir. (îbn Mace, Cenâiz, 10; Muvatta, Cenâiz 27; Ahmed
b. Hanbel 11,267). (Çev.)
[194] Ebû Dâvûd, 3141; Ahmed, 6/267; el-Hâkim, 3/59; Beyhakî, 3/387:
Hasen senetle rivayet edilmiştir.
[195] Müslim, 338.
[196] Suyun temizleyicilik Özelliğini artıran bir ağaç
parçası. (Çev.)
[197] Suyun temizleyicilik özelliğini artıran bir ağaç
parçası. (Çev.)
[198] Ahmed, 6/58; Ebû Dâvûd, 3207; İbn Mâce, 1616; Sahih
hadistir.
[199] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/458.
[200] Şafiî, ei-Ümm, 1/249.
[201] Buhârî, 1263.
[202] Bir tür koku. (Çev.)
[203] Şafiî, e\-Ümmy 1/249; el-Muğnî, 2/457.
[204] Koltuk altı ve etek altındaki tüylerinin
alınması. (Çev.)
[205] Buharı. 3989; Ebû Dâvûd, 2660; Ahmed, 2/294.
[206] İbn Ebi Şeybe, 3/247; Sika raviler tarafından
nakledilmiştir.
[207] Ahmed, 6/228; İbn Mâce, 1465; Dâremî, 1/37; Senedi
'sahih H-gayrihdir.
[208] El-Merginânî, e/-Hfdâye, 2/111. (Çev.)
[209] El-Cezîrî, el-Mezâhibu'l-Erbaa, 2/447. [Çev.)
[210] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 3/251; sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[211] Ebû Dâvûd, 3141; Beyhakî, 3/398; Hasen senetle rivayet
edilmiştir.
[212] Bu rivayetler İçin bkz. Câmiu Ahkâmi'n-Nisâ,
1/466, 467.
[213] ibn Ebî Şeybe, Musannef, 3/251. Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[214] Beyhakî, 3/398.
[215] El-Cezîrî, el-Mezâhibu'l-Erbaa, 2/447. fÇev.)
[216] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/463.
[217] Ebû Dâvûd,.3161; Ahmed, 2/433; vdğ. Rivayetin bütün
varyantları zayıftır.
[218] Mustafa el-Adevî, el-Güslü ve'l-Kefen, 120-125.
[219] Buhârî, 1350; Müslim, 2773.
[220] El-Mecmû, 5/256; ei-Muğnî, 2/522.
[221] El-Cezîrî, el-Mezâhibu'l-Erbâa, 2/446. (Çev.)
[222] El-Muğnî, 2/536.
[223] Ebû Dâvûd, 3860; Tirmîzî, 999; sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[224] Ebû Dâvûd, 3157; Zayıf senetle rivayet edilmiştir.
[225] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/470; Ayrıca bkz. El-Mecmû, 5/205.
[226] Hibera: Pamuktan ya da ketenden yapılmış çizgili
Yemen kumaşlarına verilen
bir isimdir. (Çev.)
[227] Ebû Dâvûd, 3134; Sahihu'i-Câmn,455.
[228] Nevevî; et-Mecmû, 5/197.
[229] Buhârî, 67; Müslim, 1679.
[230] İbn Hazm, el-Muhallâ, 5/122.
[231] Buharı, 1277; Ibn Mâce, 3555.
[232] Buhârî, 1278; Müslim, 938; Ebû Dâvûd, 3167.
[233] İbn Teymiye, e!-Fetâuâ, 24/355.
[234] El-Mecmû, 5/270; Câmiu Ahkâmı'n-Nisâ, 1/535.
[235] Buhârî, 1314.
[236] Buhârî, 1251; Nesâî, 1960.
[237] Müslim, 973; Ebû Dâvûd, 3173; Nesâî, 4/68.
[238] El-Vedz, 174.
[239] Buhârî, 1337. Hadisi Ebû Hureyre radiyailâhu anh nakletmiştir.
[240] Buhârî, 1332; Müslim, 964.
[241] Ed-Durru'!-Muhtâr, 1/819; Bidâyetu'l-Muctehıd, 1/227;
ei-Muğnî, 2/517; Fethu'l-Kadîr, 1/462; el-Mezâhibu'1-Erbaa, 2/463. (Çev.)
[242] Ebû Dâvûd, 3150; Tirmîzî, 1033; İbn Mâce, 1490. Albârû 'hasen'
olarak derecelendirmiştir.
[243] Müslim, 947; Tirmîzî, 1034; Nesâî, 4/75.
[244] Nesâî, 4/71; Dârekutnî. 2/79; Beyhakî, 4/33;
Abdurrezzâk, 6337; sahih senetle rivayet edilmiştir.
[245] Dârekutnî, zayıf senetle rivayet etmiştir. Varyantı, Ebû
Hureyre radiyallâhu anh'ten de nakledilmiştir. Bkz. Ahkâmul-Cenâiz, s. 147.
[246] Buhârî, 1335; Ebû Dâvûd, 3182; Tirmîzî, 1032; İbn Mâce,
2495; Nesâî, 4/75.
[247] Nesâî, 4/75; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[248] Şafiî, el-Ümm, 1/270; Beyhakî, 4/39; tbn Hacer,
'sahihtir' demiştir.
[249] Beyhakî, 4/35; Albânî, Sahih'tir demiştir.
[250] Ebû Dâvûd, 3183; îbn Mâce, 1497; Albânî, 'hasen'
olarak derecelendir-miştir.
[251] El-Merginânî, e/-Hidâye2/122. (Çev.)
[252] Buhârî, Rafu'l-Yedeyn, 110; Beyhakî, 4/44; Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[253] El-Merginânî, e/-Hiddye,2/122. (Çev.)
[254] Müslim, 963.
[255] Yani, ölümlerine
sabretme ve cenazelerine katılma
mükafatından. (Çev.)
[256] Ebû Dâvûd, 3201; Tirmizî, 1024; İbn Mâce, 1498; sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[257] Beyhakî, 4/43. Albânî, 'hasen' olarak derecelendirin
iştir.
[258] El-Hâkim, 1/360; Beyhakî, 4/43; Albânî, 'hasen olarak
derecelendirmiştir.
[259] Bkz. Müslim, 957; Ebû Dâvûd, 3181; Tirmizî, 1028; Nesâî,
4/72. Bkz. Albânî, Ahkâmu'l-Cenâiz, 141.
[260] Müslim, 2262; Nesâî, 4/57.
[261] El-Cezîrî, el-Mezâhibu't-Erbâa, 2/446. (Çeu)
[262] Buhârî, 1343.
[263] Buharı, 4042; Müslim, 2296
[264] Nesâî, 4/60; Abdurrezzâk, 9597; ei-Hâkim, 3/595; Beyhakî, 4/15;
Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[265] Buhârî. 1333; Müslim, 951.
[266] İbnü'l-Useymin, 5/439; Aynı zamanda bu görüş, Zâdu'l-Meâd'da
da belirtildiği gibi, Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye'nin görüşüdür.
[267] Ed-Durru'1-Muhtâr, 1/813; eş-Şerhu's-Sağîr, 1/571;
el-Mecmû, 5/209; el-Muhezzeb, 1/134; Muğni'I-Muhtöc, 1/345; el-Muğnî, 2/512;
Keşşâ-fu'I-Kinâ, 2/126. (Çev.)
[268] Mâlik, Muvattâ, 1/228; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[269] Buhârî, 3976; Müslim, 2875.
[270] Ebû Dâvûd, 3149; Nesâî, 4/79; Tirmizî, 1771; Ahmed, 3/397;
sahih senetle rivayet edilmiştir.
[271] Müslim, 831; Ebû Dâvûd, 3176; Tirmizî. 1035; Nesâî, 1/275;
İbn Mâce, 1519.
[272] Müslim, 943; Ebû Dâvûd, 3148; Ahmed, 3/295, 329.
[273] Tirmizî, 1063; Albânî, hasen olarak derecelendirmiştir.
[274] Ebû Dâvûd, 3199; Tirmizî, 1766; Nesâî, 4/8; Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[275] Lahitin önüne tahta, kerpiç veya kamış gibi
şeyler konur. Böylelikle, atılan toprağın ölünün üzerine dökülmesi önlenmiş
olur ve ceset boşlukta serbest kalır. (Çev.)
[276] İbn Mâce, 1557; Ahmed, 3/99; Hasen senetle rivayet
edilmiştir.
[277] Müslim, 966; Nesâî, 1998; İbn Mâce. 1556.
[278] Ahkâmu'i-Cenâiz, s. 186; Câmiu Ahkâmı'n-Nisâ, 1/552.
[279] El-Muğnî, 2/501.
[280] Beyhakî, 4/53; Ibn Ebî Şeybe, 3/324; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[281] Buharı. 1342; Ahmed, 3/126.
[282] Ahmed, 3/370; el-Hâkim, 4/47; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[283] Ebû Dâvûd, 3211; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[284] Ebû Dâvûd, 3213; Tirmizî, 1051; İbn Mâce, 1550; Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[285] İbn Kudâme, el-Muğm, 2/501.
[286] Ibn Mâce, 1565; e/-/ruâ'da sahih olarak derecelendirilmiştir.
[287] Deve hörgücü gibi. (Çev.)
[288] İbn Hibbân, 2160; Beyhakî, 3/410; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[289] Buhârî, 1390.
[290] Ebû Dâvûd, 3206; Beyhakî, 3/412; Hasen senetle rivayet
edilmiştir.
[291] Abdurrezzâk, el-Musannef, 6378; Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[292] Şafiî, el-Ümm, 1/245.
[293] El-Muğnî, 2/563.
[294] İbn Ebî Şeybe, el-Musarmef, 12073; Abdurrezzâk, el-Musannef,
6074; Albânî, Hasen olarak derecelendirin iştir. Bkz. el-huâ, 764.
[295] Buhârî, 1224; Müslim, 923.
[296] Şafiî, el-Ümm, 1/248.
[297] İbn Mâce, 1612; Ahmed, 2/204; Zayıf senetle rivayet
edilmiştir.
[298] Ebû Dâvûd 3132; Tirmizî, 998; İbn Mâce, 1610; Zayıf senetle
rivayet edilmiştir.
[299] Buhârî, 5417; Müslim, 2216.
[300] Buhârî, 1283; Müslim, 926.
[301] El-Hakim, 1/386; Beyhakî, 4/78; İbn Mâce, 1569: Sahih
hadistir.
[302] Müslim, 974; Ahmed, 6/221; Abdurrezzâk, 6712; Beyhakî, 4/79.
[303] Haşr, 10.
[304] Müslim, 2733.
[305] Buhârî, 2291; Nesâî, 1961.
[306] Buhârî, 1952; Müslim, 1147.
[307] Hükmünün kalkması, farz olmaktan çıkması.
[308] Nasbu'r-Râye, 2/463; el-Lübâb, 1/170;
Fethu'l-Kadîr, 2/83-85; Bidâye-tu'l-Muctehid, 1/290; el-Muğnî, 3/142;
Keşşafu'l-Kmâ, 2/360; el-Mu-hezzeb, 1/187. (Çev.)
[309] Buhârî, 2761; Müslim, 1638.
[310] Neon, 39.
[311] Ebû Dâvûd, 3528; Tirmizî, 1369; Nesâî, 7/241; İbn Mâce, 2137;
Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[312] Müslim, 1631; Ebû Dâvûd, 2863; Tirmizî, 1390; Nesâî, 6/251.
[313] Necm, 39.
[314] Ebû Dâvûd, 3221; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[315] Bakara, 234.
[316] Buhârî, 5334; Müslim, 1486.
[317] Müslim, 1491.
[318] Fethu'1-Bâri, 3/146.
[319] Buhârî, 5341; Müslim, 938.
[320] Buhârî, 5334; Müslim, 1486.
[321] Buhârî, 1280.
[322] Ebû Dâvûd, 2304; sahih senetle rivayet edilmiştir.
[323] El-Muğnî, 7/518,
[324] Bazı bitkilerin çiçeklerinden elde edilen kırmızı boya. (Çeu.]
[325] Ebû Dâvûd, 2304.
[326] Zâdu'l-Maâd, 5/705.
[327] Şal türü. (Çev.)
[328] Muvatta, 2/599.
[329] Talak, 4.
[330] Buhârî, 4909; Müslim, 1484; Muvatta, Talak 83; 2/589, 590;
Tirmizî, Talâk 17, 1193; Nesâî, Talak 56, 6, 190, 191.
[331] Zekât, sadaka ve hanımların bazı alışverişleriyle ilgili
konular.
[332] Tevbe, 103.
[333] Buhârî, 8; Müslim, 16.
[334] el-Mecmuû, 5/324; Mecmûu'i-Fetâuâ, 8/25.
[335] Tevbe, 34-35.
[336] Âliîmrân, 180. Buhârî, 1403.
[337] Ebû Dâvûd, 1573; Albânî, 'sahih' olarak derecelendirmiştir.
[338] Tevbe, 34.
[339] Abdurrezzâk, el-Musannef, 4/107.
[340] Müslim, 987; İbn Mâce, 2788.
[341] Ebû Dâvûd, 987; İbn Mâce, 2788.
[342] Ebû Dâvûd, 1564; Dâvekutnî, 2/105; Hâkim, 1/390.
[343] Bkz- Câmiu Ahkâmi'n-nisâ, 2/158.
[344] Buhârî, 1382.
[345] Fethu'i-Kadîr, 1/519-525; ed-Durm'l-Muhtâr,
2/38-46; el-Lubâb, 1/148; eş-Şerhu's-Sağîr, 1/620; Muğni'l-Muhtâc, 1/389;
el-Muhezzeb, 1/157; Keşşâju'l-Kmâ, 2/266. (Çev.)
[346] Bakara, 267.
[347] Enam, 141.
[348] Hâkim, 1/401; Beyhakî, 4/125; Bkz. Es-Sahîhâ, 879.
[349] Buharı, 1447; Müslim, 979.
[350] Müslim, 981; EbÛ Dâvûd, 1582; Nesâî, 5/42.
[351] Buharı, 1447; Müslim, 979.
[352] Tirmîzî, 619; Ebû Dâvûd, 1576; Nesâî, 5/26; İbn Mâce, 1803;
Albânî. sahih olarak dereceiendirmiştir.
[353] Buhâri, 1382.
[354] Bakara, 267.
[355] Buharı, 1395; Müslim, 983.
[356] Buhârî, 1468; Müslim, 983.
[357] Buhârî, 1499; Müslim, 1710.
[358] Bu durumda, bulunan define, bir yi! süresince ilân
edilir; bu süre içerisinde sahibi çıkmazsa beytülmal'e teslim edilir. (Çev.)
[359] Tevbe,60.
[360] Buhârû 1479; Müslim. 1039.
[361] Müslim, 1044; Ebû Dâvûd, 1624; Nesâî, 5/96.
[362] Ebû Dâvûd, 1974; Hâkim, 1/183; Beyhakî, 6/164; Aibânî, sahih
olarak derecelendirmiştİr.
[363] Kelime anlamı 'yol oğlu' demektir. (Çev.)
[364] Buhârî, 1462; Müslim, 1000; îbn Mâce, 1834.
[365] Tahtâvî, Hâşıyetu Merâki'l-Felâh, 393; e!-Fıkhu'!-Vâdth, 5/69.
(Çev.)
[366] Buhârî, 1461; Müslim, 998.
[367] Muttefakun Aleyh. Tahrici daha önce
zikredilmişti.
[368] Buhârî, 1503; Müslim, 984.
[369] Ebû Dâvûd, 1594; tbn Mâce, 1827; Albâni, 'hasen' olarak
dercelendir-mistîr.
[370] Tahâvî, 2/43.
[371] Buğday, arpa ve kuru hurma gibi yemek olarak kullanılan her
şeyi kapsar. (Çev.)
[372] Buhârî, 1506; Müslim, 985.
[373] Buhârî, 1503; Müslim, 984.
[374] Buhârî, 1511.
[375] Tatavvu".
[376] Bakara, 261.
[377] Hadîd, 18.
[378] Buharı, 304.
[379] Buharı, 2592; Müslim, 999.
[380] Yani, Evlilik akdi gerçekleştikten sonra, kocasının
izni olmaksızın bir kadın kendi malında infakta bulunamaz.
[381] Ebû Dâvûd, 3546; Hasen senetle rivayet edilmiştir.
[382] Ebû Dâvûd, 3547; Nesâî, 6/278; Hasen senetle rivayet
edilmiştir.
[383] Buhârî, 1462; Müslim, 1000; İbn Mâce, 1834.
[384] Buhârî, 1425; Müslim, 1024.
[385] Buhârî, 2176; Müslim, 1584.
[386] İbnu'l-Useyınin, el-Fetâuâ en-Nisoiyye, s. 90.
[387] Bakara, 185.
[388] Buhârî, 8: Müslim, 16.
[389] Bakara, 183-183.
[390] Bakara. 185.
[391] Buhârî, 1900; Müslim, 1080.
[392] Ebû Dâvûd, 2242; Dârimî. 2/4; İbn Hibbân. 3447; Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[393] Nesâî, 1/300; Ahmed, 4/321; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[394] Buhârî, 1907.
[395] Bakara, 183-183.
[396] Nisa, 29.
[397] Buhârî, 1946; Müslim, 1115.
[398] Müslim, 1119.
[399] Bakara, 183.
[400] Müslim, 1114; Benzer lafızlarla, Buhârî, İbn Abbâs
radiyallâhu anh'ten rivayet etmiştir. Bkz. 1948.
[401] Bakara, 184.
[402] Buhâri.4505.
[403] Ahmed bin Hanbel, 4/347; Abd bin Humeyd, 430; Hasen
olarak dere-celendirilmiştir.
[404] İbnu'l-Cârûd, 381; Beyhakî, 4/230; Sahih senetle rivayet
edilmiştir. Bkz. B-İruâ, 4/18.
[405] Abdurrezzâk, 7567; Dârekutnî, 2/206; sahih
senetle rivayet edilmiştir.
[406] Fetevâi Hindiye, 1/207. (Çev.)
[407] Müslim, 335; Ebû Dâvûd, 259; Tirmizî, 784; Nesâî, 4/191.
[408] Basit değişikliklerle birlikte bkz. Câmiu
Ahkâmi'n-Nisâ, 2/393.
[409] Hayi2 ve loğusalık zamanlan dışında veya hayız
ve loğusalık sonrasında görülen, bir hastalık veya yapısal bozukluk sebebiyle
gelen kanamalar-dır. Bu kanamalara "istihâze/özür kanı" denir. (Çev.)
[410] Ebû Dâvûd, 2454; Tirmizî, 730; Nesâî, 4/196; Ibn Mâce, 1700.
[411] Çekirdeksiz hurma, tere yağı ve keş gereği biribirine
karıştırılıp, bazen içine sevikte katılarak yapılan bir tür yemek. (Çev.)
[412] Müslim, 1451.
[413] Bakara, 187.
[414] Buharı, 1923; Müslim, 1095.
[415] İbn Hibbân, 1923; Müslim, 1095.
[416] Buhârî, 1921; Müslim, 1097.
[417] Ebû Dâvûd, 2350; Hâkim. 1/426; Sahih hadistir.
[418] Buhârî, 1904; Müslim. 1151.
[419] Buhârî, 1903; vdğ.
[420] Buhârî, 6; Müslim, 2308.
[421] Buhârî, 1957; Müslim, 1098.
[422] Ebû Dâvûd, 2340.
[423] Ebû Dâvûd, 2356; Tirmizî, 692.
[424] Bakara, 187.
[425] Bakara, 187.
[426] Buhârî, 4508.
[427] Buhârî, 1926; Müslim. 1109.
[428] Buhârî, 1927; Müslim, 1106.
[429] Ebû Dâvûd, 2384; Abdurrezzâk, 8410; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[430] Abdurrezzâk, 8439; Sika/güvenilir ravîler
tarafından nakledilmiştir.
[431] El-Ümm, 2/86; el-Mecmû, 6/322; el-Mebsût, 3/65.
[432] Ebû Dâvûd, 2348; Albânî, sahih olarak derecelendirmiştir.
[433] İbn Teymiye, Mecmuu I-Fetâuâ, 25/233.
[434] İmam Serahsî, el-Mebsût, 3/67. {Çev. ]
[435] Buhârî, 1939; Ebû Dâvûd, 2355; Tirmizî, 772.
[436] Buhârî, 1940.
[437] İbn Ebî Şeybe, 3/47; Hasen ligayri, senetle rivayet
edilmiştir.
[438] Abdurrezzâk, Musannef, 7512; İbn Ebî Şeybe,
3/47.
[439] İbn Teymiye, el-Fetâvâ, 25/266.
[440] Fethu'I-Bârî, 4/160; el-Muğnî, 3/109;
el-Mecmû, 6/353.
[441] Buhârî, 1923; Müslim, 1155.
[442] Tirmizî, 716; Ebû Dâvûd,
2380; İbn Mâce, 1676; Sahîhu'i-Câmi,
6243.
[443] İmam Mâlik; ei-Müdeuuene, 1/184.
[444] İbn Hacer, el-Feth, 4/192
[445] Buhârî, 1984; Müslim, 1151.
[446] Zümer, 65.
[447] Buhârî, 1936; Müslim, 1111.
[448] ElMuğni, 3/123.
[449] Beyhakî'de belirtildiği gibi, bu İmam Evzaî'nin mezhebidir.
[450] CâmiuAhkâmi'n-Nisâ, 2/389.
[451] Mâlik, el-Muuatta, 1/317.
[452] İbn Teymiye, Mecmu Fetâuâ, 25/264.
[453] El-Cezîrî, el-Mezâhibu'l-Erbâa, 1/543. (Çev.;
[454] Buhârî, 1950; Müslim, 1146.
[455] İbn Hazm, ei-Muhallâ, 6/260.
[456] Câmiu Ahkâmı'n-Nisâ, 2/409.
[457] Bakara, 183-183.
[458] Buhârî, muallâk hadis olarak zikretmiştir. Abdurrezzâk, İbn
EbîŞeybe ve Dârekutnî 'sahih senetle' rivayet etmiştir.
[459] Müslim, 1164; Tirmizî, 756; Ebû Dâvûd, 2416; İbn Mâce, 1716.
[460] Müslim, 1162.
[461] Bu konuyla ilgili olarak Ümmü'1-Fadl
(radiyallâhu anhâ)'dan rivayet bulunmaktadır. Bkz. Buhârî, 1988; Müslim, 1123.
[462] Müslim, 1134; Ebû Dâvûd, 2428.
[463] Müslim, 1163; Ebû Dâvûd, 2412; Nesâî, 3/206; Tirmizî, 436.
[464] Buharı, 1969; Müslim, 1156.
[465] Ebû Dâvûd, 2419; Albânî, sahih olarak derecelehdirmiştir.
[466] Buhârî, 1976; Müslim, 1159.
[467] Tirmîzî, 758; Nesâî, 4/222.
[468] Buhârî, 1131; Müslim, 1159.
[469] Ahmed ve Tirmîzî, 728. Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[470] Buhârî, 5192; Müslim, 1026.
[471] Nevevî, Müslim Şerhi, 3/65; Muhallo, 7/30; Fethu'1-Bârî, 9/296.
[472] Buhârî, 1990; Müslim, 1137.
[473] Buhârî, 1997.
[474] Ebû Dâvûd, 2401.
[475] Buhârî, 1985; Müslim, 1144.
[476] Buhârî, 1984; Müslim, 1143.
[477] Tirmizî, 681; Ebû Dâvûd, 2317; Nesâî, 4/153; İbn Mâce, 1645.
[478] Buhârî, 1914; Müslim, 1082.
[479] Buhârî, 1979; Müslim, 1159.
[480] Müslim, 1162; Ebû Dâvûd, 2408; Nesâî, 4/207.
[481] İbn Useymin, Şerhu'l-Beykûmyye, 22-24.
[482] Buhârî, 1966; Müslim, 1103.
[483] Buhârî, 1967; Ebû Dâvûd, 2344.
[484] Buhârî, 2024; Müslim, 1174.
[485] Buhârî, 2017; Müslim, 1169.
[486] Buhârî, 2014; Müslim, 760.
[487] Buhârî, 2045; Müslim, 1172
[488] Buhârî, 2026; Müslim, 1172.
[489] Müslim, 1173.
[490] Nevevî, el-Mecmû, 6/476.
[491] Bakara, 187.
[492] Et-Muhaüâ, 5/193.
[493] El-Muğnî, 3/193.
[494] Abdurrezzâk, Musannef, 8055.
[495] Bakara. 187.
[496] Buhârî, 2029.
[497] Buhâri, 2037, Müslim, 2476.
[498] Buhârî, 2035; Müslim, 2175.
[499] İmam Mâlik, el-Muuattâ, 1/317.
[500] Ali İmrân, 96-97.
[501] Müslim, 1337; Tirmizî, 814; Nesâî, 2619; İbn Mâce, 2884.
[502] Mebrûr hac, içerisinde hiçbir kötülüğün bulunmadığı, günah ve
İsyanın olmadığı, Salih niyetle yapılmış haçtır. (Çev.)
[503] Buhârî. 1520; Nesâî. 5/114; İbn Mâce, 2901.
[504] Buhârî. 1521; Müslim, 1350.
[505] Buhârî. 1773; Müslim, 1349.
[506] Buhârî, 3006; Müslim, 1341.
[507] Buhârî, 1855; Müslim, 1334.
[508] Nesâî, 5/116; Ahmed, 1/279; Sahih senetle rivayet
edilmiştir. Benzsri bir hadisi
Müslim,
Büreyde'den nakletmiştir. Bkz. 1149; Tirmİzî, 667.
[509] İbn Teymiye, e!-Fetâuâ, 26/13.
[510] Müslim, 1336; Ebû Dâvûd, 1736; Nesâî, 5/120.
[511] Buhârî, 6699; Nesâî, 5/116.
[512] Müslim, 1218.
[513] Bu temettü haccı yapanlar içindir. Kıran veya
ifrat haca yapanlar, Akabe cemresine taş atana kadar telbiye getirmeye devam
ederler.
[514] Güneş tam tepeden batıya doğru meylettikten sonra.
[515] Müzdelife mevkiinde, bir dağ adi-
[516] Buna ilk tahaİlül/[haramların] helalleşmesi
denir.
[517] Buna ikinci tahallül veya büyük tahallül denir.
[518] Beyine, 5.
[519] Mekke'ye 450, Medine'ye 10 km. uzaklıktadır.
(Çev.;
[520] Mekke'ye yaklaşık 187 km. uzaklıktadır. (Çev.)
[521] Mekke'ye yaklaşık 54 km. uzaklıktadır. (Çev.)
[522] Mekke'ye yaklaşık 96 km. uzaklıktadır. (Çev.)
[523] Mekke'ye yaklaşık 94 km. uzaklıktadır. (Çev.)
[524] Veya bulundukları yerde satın alacak kurban
bulamayan veya satın almaya maddi gücü yetmeyenler... (Çev.)
[525] Âişe radiyallâhu anh anlatıyor; 'fîosulullah (s.a.v)'le hac
aylarında, hac yerlerinde ve hac gecelerinde hacca niyet ederek yola çıktık.
(Mekke'nin sınırında olan) "Şerif" denilen yerde konakladık.
Peygamber (s.a.v) sa-habilerinin yanına çıkıp; 'Sizden kimin yanında hedy
(-kurban edilmek üzere Kabe'ye gönderilen) kurbanı yoksa ve haccını umreye
çevirmek isterse (haccını fesh edip) umre yapsın! Beraberinde kurban edilmek
üzere Kabe'ye gönderilen kurbanı olanlar bunu yapmasın!' buyurdu. Bunun üzerine
beraberinde kurban edilmek üzere Kabe'ye gönderilen kurbanı olmayanlardan
bazıları umreye niyet etti ve bazıları da bunu terk etti. [(Müslim, 1122} Çev.]
[526] Müslim, 1218.
[527] Buhârî, 5089; Müslim, 1207.
[528] Müslim, 1218.
[529] Ebû Dâvûd, 1830; Beyhakî, 5/48; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[530] Nevevî, el-Mecmû, 7/270.
[531] Buhârî, 1838; Ebû Dâvûd, 1825; Tirmîzî, 833; Nesâî, 5/133.
[532] Hâkim, ei-Müstedrek, 1/454; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[533] Ahmed bin Hanbei, Müsned, 6/30; Ebû Dâvûd, 1833; Zayıf
senetle rivayet edilmiştir. Ancak, bu rivayeti teyid eden başka rivayetler
bulunmaktadır.
[534] İbn Ebî Şeybe, e!-Musannef, 4/92; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[535] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 4/319; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[536] Buhârî, 534, EbÛ Dâvûd, 1800; İbn Mâce, 2976.
[537] İbn Bâz, el-Hac ue'l-Umre, 69.
[538] Nesâî, 5/162; Tirmîzî, 830; Ebû Dâvûd, 1197; İbn Mâce,
2922; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[539] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 1, 4, 389; Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[540] İbn Teymiye, el-Fetâvâ, 26/115.
[541] Buhârî, 294; Müslim, 1218.
[542] Buhârî, 1551; EbÛ Dâvûd, 1796.
[543] Buhârî, 1553.
[544] Bakara, 197.
[545] İbni Etn Şeybe, el-Musannef, 1/4/142. Hesen senetle rivayet
edilmiştir.
[546] Bayramın birinci günü Akabe cemresi taşlanmadan önce.
[547] Ahzab. 5.
[548] Buharı, 1542; Müslim, 117.
[549] Bakara, 196.
[550] Bakara, 196.
[551] Zuhaylî, el-Fıkhu'1-hlâml 3/239. (Çev.)
[552] Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, 3/245. (Çev.)
[553] Müslim, 1409; Ebû Dâvûd, 1841; Tirmizî, 842; Nesâî, 5/192.
[554] EUMecmû, 7/285; Comiu Ahkâmı'n-Nisâ, 2/552.
[555] Bakara, 197.
[556] Mâide,95.
[557] Mâide,95.
[558] Buharı, 1824; Müslim, 1196.
[559] Zuhaylî, el-Fıkhu'1-İslâmî, 3/249-250. (Çev.;
[560] Buharı, 1829; Müslim, 839.
[561] Buhârî, 1840; Müslim, 1205.
[562] Beyhakî, 5/63; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[563] Buhârî, 316; Müslim, 1211.
[564] Mâlik, Muuattâ, 803.
[565] Buharı, 1836; Müslim, 1203.
[566] Beyhakî, 5/62-63.
[567] Cemel İbrahim,305. (Çev.)
[568] İbn Ebî Şeybs, 3/352; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[569] Müslim, 1218.
[570] Müslim, 1298; Ebû Dâvûd, 1834; Beyhakî, 5/69.
[571] Meryem, 64.
[572] Buhârî, 1575; Müslim, 1259.
[573] Buhârî, 1575; Müslim, 1257.
[574] Ebu Davud, Bkz. Sahihu'l-Câmi {h.459l).
[575] İbn es-Sünnî (h.88); el-Elbâni "hadis hasendir"
der.
[576] Ebu Davud (1/126). Bkz. Sahlhu'1-Cami (1/528).
[577] Müslim (1/126). İbn Mâce'nin Sürteninde Fâtıma (r.anha)'nın
rivayet ettiği hadisin: "Allah'ım günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin
kapılarını aç." el-Elbâni, şevahidi dolayısıyla sahih olduğunu söyler.
Bkz. Sahih-iîbn Mâce (1/128, 129).
[578] Beyhakî, 5/72.
[579] Buhârî, 1834; Müslim, 1353.
[580] Hac, 29.
[581] Buhârî, 1757; Müslim, 1211.
[582] Fikhu's-Sünne, 1/631; Âişe validemizin böyle
bir rivayetine rastlayamadım.
[583] Buhârî, 1650.
[584] tbn Teymiye, el-Feiâuâ, 26/241.
[585] Ed'Durru'l-Muhtâr,
2/273-296; Fethu't-Kadîr,
2/224-254; el-Lübâb, 1/199-210;
el-Mühezzeb, l/210-217..(Çev.}.
[586] Buhârî, 1760; Müslim, 1328.
[587] Şâffi, el-Ûmm, 2/154.
[588] Buhârî, 369; Müslim, 1347.
[589] Buhâıt 1603; Müslim, 1261.
[590] Buharı, 1609; Müslim, 1267.
[591] Tavafta kısa adımlarla koşarak ve omuzları
silkerek çalımlı ve hızlı yürümektir.
[592] Beyhakî, 5/84.
[593] Câmiu Ahkâmı'n-Nisâ, 2/530.
[594] İbn Hacer, el-Feth, 3/472.
[595] Buhârî, 1618; Abdurrezzâk, 5/67.
[596] Buhârî, 1619; Müslim, 1276.
[597] Buhârî, 1613.
[598] Ahmed, Müsned, 15334; Ebû Dâvûd, 1892; Vdğ.
[599] Buhârî, 1615; Müslim, 1235.
[600] Bakara, 125.
[601] Buhârî, 396: Müslim, 1234.
[602] 9 ve 10'ncu maddelerle ilgili Câbir
radiyallâhu anh'tn rivayeti bulunmaktadır. Bkz. Müslim, 1218.
[603] Bakara, 158.
[604] Ahmed, 1/261; Hâkim, 4/70.
[605] Müslim, 1277.
[606] Müslim, 1218.
[607] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 1/4/343. Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[608] Tirmizî, 890; Ebû Dâvûd, 1933; Nesâî, 5/264; İbn Mâce, 3015: Sahih
rivayettir.
[609] Buhârî, 1745; Müslim, 1315.
[610] Buhârî, 1745; Müslim, 1315.
[611] Buhârî, 3/677; Müslim, 1299.
[612] Buhârî, 1735; vdğ.
[613] Buhârî, 1595; Müslim, 1291.
[614] Buhârî, 1751.
[615] Ebû Dâvûd. 1985; Dârimî, 1905; Sahih rivayettir.
[616] Ahmed, 1/234. Bu hadisin senedinde zayıflık
bulunmaktadır. Ancak anlamını teyit eden başka rivayetlerle 'hasen' derecesindedir.
Alimler bu rivayetin muhtevası üzerinde 'icmâ' etmişlerdir.
[617] Buhârî, 1606; Müslim, 1227.
[618] Buhârî, 1736, 1737; Müslim, 1306.
[619] Hac, 35-36.
[620] Tirmîzî, 1541; İbn Mâce, 3147. Albânî, 'sahih' oîarak
derecelendirmiş-tir.
[621] Müslim, 1318.
[622] Bakara, 196.
[623] Buhârî, 1623; Müslim, 1211.
[624] Ahmed, 4/82; İbn Hibbân, 1008; Munkatı hadistir.
[625] Hac, 33.
[626] Müslim, 1218.
[627] Ebû Dâvûd, 1937; İbn Mâce, 3048; Ahmed, 3/326; Hasen
rivayettir.
[628] Buhârî, 1719; Müslim, 1972.
[629] Hac, 28.
[630] Müslim, 1218; İbn Mâce, 1036.
[631] Bkz. Mecmûul-Fetâuâ, 26/82.
[632] Müslim, 1324; Ebû Dâvûd, 1761; Nesâî, 2/147.
[633] Müslim, 1317; Buhârî, 1707.
[634] Bakara. 196.
[635] Buhârî, 1997.
[636] Bakara, 196.
[637] Ahmed,, 6/71; İbn Mâce, 2901.
[638] Şartların oluşması durumunda yerine getirilmesi 'hemen
gerekmeyen'.
[639] Ed-Durru'1-Muhtor, 2/206; el-Bedâi, 2/226;
Merâki'i-FelÛh, 126- Neytu'l-Evtûr, 4/281. (Çev.)
[640] Buhârî, 1773; Müslim, 1349.
[641] Tİrmîzî, 810; Nesâî, 5/115.
[642] Buhârî, 1782; Müslim, 1256.
[643] Ahzâb, 21.
[644] Buhârî, 1645; Müslim, İbn Ömer'den nakletmiştir. 1234.
[645] iyi, hoş ve güzel.
[646] Müslim, 1385.
[647] Müslim, 1381.
[648] Buharı, 1189; Müslim, 1397.
[649] Buhârî, 1190; Müslim, 1394.
[650] Buhârî, 1195; Müslim, 1390.
[651] Müslim, 2/671; Ibn Mâce, 1/494: Müslim, Aişe (r.a.)'dan,
2/671.
[652] Ahmed bin Hanbel,
Müsned, 3/155; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Vasîî, 1/125. Zayıf rivayettir.
Albânî, ed-Daî/e, 364.
[653] Buhârî, 1193; Müslim, 1399.
[654] İbn Mâce, 1412; Albânî, 'sahih' olarak derecelendirmiştir.
[655] BuhârÛ 4083; Müslim, 1393.