YEDİNCİ KİTAP. 4

CEZAÎ AHKAMA DAtR OLUB BİR MUKADDİME İLE ÜÇ.. 4

BÖLÜME MÜNKAStM BULUNMUŞDUR. 4

MUKADDİME.. 4

CEZAÎ MESELELERE, HÜKÜMLERE AİD ISTILAHLARI HAVİDİR, CEZAÎ HUSUSLAR İLE İLGİLİ ISTILAHLAR : 4

(A) 4

(B) 5

(C) 5

(D) 6

( F ) 7

( G ) 7

( H ) 7

H.. 8

T.. 9

( K ) 9

(L) 10

( M ) 10

( N ) 11

( R ) 11

( S ) 11

(T) 12

( Ü ) 13

( V ) 13

( Y ) 13

BİRİNCİ BÖLÜM... 14

İSLAM   HUKUKUNDA  CİNAYETLERE   MÜTEALLİK MESELELER HAKKINDADIR. 14

Cinayetin  Mahiyyeti   Ve Nevileri 14

Haksiz Yere Yapılan Katillerin Nevileri: 15

Haksız Yeee Yapılan Cerhlerin Nevileri 16

Diyetlerin  Nevîlerl  Ve  Mikdarlakı   : 23

Diyetlerin Ödenecekleri Vakitler 25

Diyetlerin Lüzumundaki Şartlar : 25

Âkilentn MAHİYETİ VE MÜKELEFİYETİ  : 26

Âkile Usulünün İçtimai Ehemmiyeti 27

Cinayetlerin Hükümleri : 28

Katla Nefsden Dolayı Kısas İcra Eyîlmesi İçin Vücudi İcab Eden Şartlar : 30

Azaya Aıd Cerh Ve Katıdan Dolayı Kısas Yapılabilmesi İçin Vücudl İktiza Eden  Şartlar: 38

Kisas Hakkına Malik Ve Kısası İstifaya Salahiyetli Olanlar   : 41

Kısasın Te Veçhile İstifa Edileceği: 45

Kısası İskat Edecek Şeyler 46

Afüv Ve İbeaya Müteallik Bazı Hükümet  : 48

Cinayetler  Île  Cezalar  Arasındaki  Tedahüller   Ve Münfertd Ve Gayrî Münfekid Cinayetler 50

Bazı Ameller Neticesinde Meydana  Gelen Katil Ve Telef Hâdiseleri : 53

Diyarların Yıkılmasından  Münbais  Ölüm... 56

Müdafaat Meşrua Halindeki Katl Hadiseler! : 58

Hayvanlara Müteallik Cinayetler : 59

Cinayetlerin Ne Vechîle Sabit Olacağı : 63

Çenenin Mahîyetf,  Nevileri Ve Hakları 68

Iskatı Ceninin Başıjca Sebebjj3rî Ve Bunun Esasen Btr Cinayet Olduğu ; 69

Iskatı Cenine Müteallik Bazı Hükümler 70

Kasamenin  Ve Levsin   Mahiyktlkut 73

Kasame İle Diyetin Sebebi Vücubi Ve Bunların L.Üzumundaki Maslahat Ve Hikmet 73

Kasame Yapalabîlmesl İçin  Muktezî 74

Kasameye Ve Diyet İtasına Dahil-Olub Olmayanlar : 75

Kasame Île Diyetden İbra. 79

Kasame Hakkında Muhtelif Mezahîbi Fıkhîyye: 80

Müdöelere Ve Müddeaaleyhleke Teveccüh Edecek Yemeler : 81

Şafii Mezhebine Göre Kasame: 82

Kasame Yapılabilmesi İçin İcab Eden Bazı Şartlar: 82

Müddeîlere Ve De Aleyhlere Teveccüh Eden Yeminler  : 83

Şafttlerce Kasameyi Iskat Eden Bazı Haller : 83

Haneelî Mezhebine Göre Kasame: 84

Hanbelilere Göre Kasamenin Ne Veçhile Yapılacağı : 85

Zahirîyye Mezhebine Göre Kasame. 85

Saih Bir Kısım Müctehiplerce Kasame : 86

Bir Muhtıra. 87

İKİNCİ BÖLÜM... 88

İSLAM HUKUKUNDA HUDUDA MÜTEALLİK MESELELER HAKKINDA OLUB ALTI MEBHASE AYRILMIŞDIR: 88

(BİRİNCİ MEBHAS) 88

HUDUDUN MAHÎYYETÎNE, KISIMLARINA, NEVİLERİNE ALD UMUMİ MALUMATI HAVİDİR. 88

HUDUDUN MAHİYYETİ, KISIMLARI VE NEVİLERİ : 88


«Hukuki îslâmiyye ve Istılâhatı Fıklıiyye» adındaki bu e,serin işbu üçüncü cildi, mündericatııun büyük bir kısmı bakımından âmme huku­kuna aid olup üç kitabdan müteşekkil bulunmuştur.

Hu kitablar; bu eserin yediuci, sekizinci, dokuzuncu kitablarmı teş­kil etmekdedir.

Şöyle kî: Yedinci kitab, «İslâm hukukundaki cezai hükümlere» da­ir olup bir mukaddime ile üç bölüme ayrılmıştır.

Sekizinci kitab, «Hukuki harbe = cihada ve gayri müslimler Üe bir kısım muamelâta» aid meseleleri İhtiva edip beş bölüme ayrılmıştır.

Dokuzuncu kitab, «Devleti islânıiyyenîn varidatına» müteallik me­seleleri cami olup iki bölüme ayrılmıştır.

İstılah Kısmında da işaret edeceğimiz veçhile «Hukuki âmme» tâ­biri, iki mânâda kullanılmaktadır. Şöyle ki, bu tâbir, bir mânâsına na­zaran «içtimaî bir heyetin kuvvetlerine, servetlerine, bütün menfaatle­rine aid, maddî ve manevî hayatlarının devamına hadim olan varlıkların umumî mahiyetinden ibarettir. Meselâ: Devlet teşkilâtı, millî müesse-sat, menfaatleri umuma aid vakıf akarât ve arazî bu cümledendir.

Her salısın medenî, siyasî haklarından müstefit olarak cemiyet âza­sı arasında karşılıklı bir emniyet ve itimadın, bir refahiyet ve selâmetin müemmen bulunması da yine âmmeye müteveccih hukuk eünılesînden-Jir.

Amine hukuku tabiri, diğer bir mânâsına göre de «alelıtlak hukuk ilminin mühim bir şubesine verilen bir unvandan ibarettir. Bu hukuk şubesi, devlete şahıslar arasındaki alâkalan, münasebetleri gösterir, şa­hısların devlete karsı olan vazifelerini, salâhiyetlerini tayin ve tanzim eder, hukuki esasîyye, hukuki cezaiyye, hukuki maliyye, hukuki harb, usuli muhakemat gibi kısımlara ayrılır.

İşte bu «Hukuki îslâmiyye» kamusunun bu üçüncü cildi, bu âmme hukukunu islâm hukuki noktai nazarından kısmen ihtiva etmektedir. Bu ciheti biraz izah edelim:

(1) : Malûmdur İti, medenî milletler birer hükümete tabidirler, kendi halleriyle mütenasip birer hükümet teşkilâtına mâliktirler. Bu ci­hetle islâm hukuki da islâm hükümetine, bu hükümetin teşkilâtına bu-

YÜ bir ehemmiyet vermiştir. Hükümetin, hükümet teşkilâtının vücu-dündeki asıl maslahat ve hikmet ise fertlerin ve fertlerden müteşekkil içtimaî heyetin bir intizam ve istiklâl dairesinde, bir refah ve selâmet içinde, bir adalet ve fazilet dahilinde yalamalarını temine çalışmaktan

ibarettir.

Halbuki, cemiyet efradı arasında âmmenin menfaatlerini vakit va­kit ihlâle cüret edenler bulunabilir, Bu cihetle bu gibi eşhası te'dib ve ıslah veya terhib ve tenkil İçin bir kısım cezaî hükümlere ihtiyaç var­dır Bunun İçindir ki, her hükümetin bu hususta bir takım müdevvena-tı cezaiyyesi mevcuttur. îşte bu kamusu -teşkil eden kitabi an n yedinci­si de islâm hukuki bakımından bir kısmı cezaî hükümleri muhtevi bu­lunmaktadır.

(2) : İslâm hukukunca miislümanlaran ve imisluinanlara tâbi olan gayri müslimlerin bir huzur ve sükûn içinde ve biribirinin hukukuna mii-tekabilen riayet eder bir halde yaşamaları bir gayedir. Sair milletler ile tnüsaleha, muahede yapmış olunca da ahde riayet ederek tecavüzden be­ri, mütekabil hukuka riayetkar bir halde yaşamak bir vecîbedir.

Fakat beşeriyet âleminde ihtirasat galib ve milletlerin birbirine kar­şı zaman zaman mütecavizâne hareketlerde bulundukları meşhud oldu­ğundan islâm hukuki, bu meşhud, melhuz tehlükelere karşı da kendi münfesihlerinin hattı hareketlerini tanzim, hayatlarını ve istiklâllerini temin, saadeti beşeriyeyi ihzar edecek esasları, hükümleri ihtiva etmek-de bulunmuşdur. İşte bu kamusun sekizinci kitabını teşkil eden kısım­da hukuki harbe - cihada, müslümanlar ile gayri müslimler arasındaki münasebatm sureti cereyanına ve esaret müesseselerine ald bu kabil ah­kâmı havi bulunmaktadır.

(3) : İslâm hukuki, islâm hükümetinin malî bakımdan bir intizam ve refahiyete nailiyyetini de bir gaye bildiğinden bu hususda da birçok esasları, hükümleri ihtiva etmekdedir. İslâm hukukunda İulâm devleti­nin maliye dairesine, hazinei varidatına «beytülmali müslimîn» Unvanı verilmişdir. Beytülmâlin âmmeye aidiyyetini bu unvan da göstermekte­dir. BeytülmâUn varidat ve masarifi hakkında daima âmme menfaatle­ri, âmme hizmetleri, âmme velayeti gözönünde tutulmuşdur. Ve beytül­mâlin müteaddid varidat kaynaklan plan şeylerin siyanet edilerek bey­hude yere ziyaa uğramasına meydan verilmemeli alakadarlarca bir ve­cibe bulunmuşdur.

Meselâ : devletin büyük varidat menbalanndân olan arazinin eki-lib biçilmesi, muattal bir halde bulundurulmaması hususunda birçok hü­kümler mevcud bulunmaktadır. Bu hükümlere binaen memleket arazisi­nin bir kısmı ahaliye tevzi ve tefviz edilir, bir kısmı hükümet tarafın­dan idare olunur, bir kısmı da rakabesi devlete atd olmak üzere âmme­nin istifadesine tahsis edilmiş bulunur. Yollar, korular, meralar, Pazar yerleri bu cümledendir. Yolculara mahsus konak yerlerine, kârvansaray-lara da «arazii mürfaka» adı verilmişdir ki, bunlar da bu kabildendir.

Bütün bunlar, âmme hukukuna dahil şeylerdendir, işte hukuki is-lânıiyyo kamusunun dokuzuncu kitabı da bu kabil hukuka aid mesail-âen müteşekkildir.

İşbu kamusun diğer ciidlerîndeki bir kısım kitablarda da âmme.hu­kukuna dair bir takıın meseleler vardır. Ezcümle mahcurlara, vakıfla­ra, dâvalara, beyyinelere, kazalara = hükümlere aid kitablardaki me­selelerin büyük bir lusmı bu âmme hukukiyle alâkadardır.

Biz, pek vftsî olan islâm hukukunun ancak bir kısmını bu mahdııd eserimizde tesbit edebilmek vazifesini ifa etmiş bulunuyoruz. Bütün mü-kevvenatın halikı, mürebbîsİ, hâkimi hakikîsi olan Hak Tealâ Hazretle­rinin lütuf ve İnayetine iltica ederek bârigâhı izzetinden muvaffakiyet­ler niyaz ederiz. Ye minhüttevfik.[1]

 

YEDİNCİ KİTAP

CEZAÎ AHKAMA DAtR OLUB BİR MUKADDİME İLE ÜÇ

BÖLÜME MÜNKAStM BULUNMUŞDUR.

 

MUKADDİME

 

CEZAÎ MESELELERE, HÜKÜMLERE AİD ISTILAHLARI HAVİDİR, CEZAÎ HUSUSLAR İLE İLGİLİ ISTILAHLAR :

 

(A)

 

1 - (Âmme hukuku)   : Bir içtimaî heyeti teşkil eden efradın müş­tereken haiz oldukları kuvvetden-, salâhiyetden ve o efrad ile onları ida­re ve himaye eden devlet arasındaki riayeti vacib münasebetler ile alâ­kalardan ibaretdir.

Maamafih şahıslar ile devlet arasındaki münasebetleri, , alâkaları gösteren ve şahısların devlete kargı haiz oldukları salâhiyetleri ve ifa-aiyle mükellef bulundukları vazifeleri tayin ve tanzim eden, bu veçhile hukuk ilminin bir şubesini teşkil eyleyen usul ve kavaidin ve bir kısım mesail ve ahkâmın heyeti mecmuasına da âmme hukuki denilmektedir.

Ammenin mukabili «hassa» dır.

2 - (Âmine)  : Bir yaradır ki, et kesilib dimağ ile kemik arasın­daki deri meydana çıkmış olur. Kemiğin altında,  dimağın üstünde bu­lunan bu deriye «tîmmürr'es», «Ummüddimağ» denir. Bu yaraya «ıhe1-znume» de denümisdir.

3 - (Aleti carihe)   : Bedenin eczasının birbirinden tefrik eden şey ki, silâhdan eamdır. Kılıç, kama, süngü, mızrak, kurşun,  balta, keskin tas, keskin ağaç, keskin cam ve ateş gibi şeyler âlâtt cârihadandır.

Vücudı parçalayan delen her şey, gerek demirden ve gerek bakır, tunç, gümüş gibi bir şeyden olsun âlâti câriha hükmündedir.

4 - (Akile)  : Diyeti tahammül edib ödeyen asaba, aşiret, ehli dî­van ve sairedir. Bunlar, kendi efradından birinin şübhei amd veya hata suretiyle yapdığı cinayetin diyetini veya  «gurre»  denilen zamanını te­diye etmekle mükellef bulunurlar.

Diyeti tahammül edenlerden her birine «Âkil» denir. Heyeti mec­muasına da «Âkile» denir ki, «cemaati âkile» manasınadır. Cem'i «ava-kil» dir.

İslâm hukukunda bir cinayetden dolayı icab eden diyet-i itaya «akb denildiği gibi bizzat diyete de «akl» adı verilmişdir. Cem'i «ukul» dür.

Esasen akl lâfzı, imsak ve istimsâk manasınadır. Devenin ayağını büküb büekcesini koluna bağlamaya «akl» denir. evenin dizlerini bağ­ladıkları ipe ve bir sene içinde deve ve koyundan verilmesi lâzım gelen zekâta da «ıkal» denilir.

Vaktiyle Arabistan'da carî bir â'dete göre caninin âkilesi, diyet de-' velerini veliyyi cinayetin hanesi' önüne geceleyin götürüb bağladıkları cihetle bu diyet develerine de «akl» denilmiş, sonra alel'itlâk diyetlere bu ad verilmişdir.

Maahaza diyet itası, kan dökülmesini men ve imsak edecek bir kuv-vei müeyyide mesabesinde olduğundan bu münasebetle de diyete «akb denilmiş olması melhuzdur.

İnsanın harekâtını tanzim, kendisini fena şeylerden men ve imsak et-üği cihetledir ki, insandaki yüksek bir kuvvete de «akl» denibnişdir.

Bir caninin âkilesi tarafından ödenen diyete de «ta'kule» denir. Cem'i «teakıl» dir.

5 - (Afî) : Yapılan bir kusuru, bir kabahati veya bir cinayeti af ve setr edib mürtekibini muahaze etmeyen kimsedir.

6 - (Afüv) : Lâfzı lûgatde mahv manasınadır. Bu cihetle bir şah­sı affetmek, onun irtikâb etdiği bir kusuru, bir cijrmü mahv ve izale et­mek, onu  yapılmamış gibi saymak  demek olur.  Afüv edilen  şahsa da «mafüvvün anh»  denir.

7 - (Afüv anil'kısas) : Veliyyi cinayetin veya bizzat hakkında ci­nayet işlenmiş olan kimsenin icab eden kısas hakkını iskat etmesidir.

Caniyi bir bedel mukabilinde afüv eden velîye de «mafüvvün leh» denir ki «muta leh» manasınadır. Bu takdirde, afüv, fazl ve ihsan mâ­nâsına olmuş olur. Veliyyi cinayetin veya bizzat mecniyyün aleyhin'icab eden kısası veya diyet hakkını iskat etmesine de «afüv aniTcinaye* de­nilir.

8 - (Afüv anil'kat') : Bir uzvu kesilmiş olan kimsenin bu sebep­le mâlik olduğu kısas veya diyet hakkını caniden iskat etmesidir.

9 - (Afüv  anilcerahe) : Hakkında  cinayet  yapılmış olan  kimse­nin cerahaden dolayı mâlik olduğu kısas, diyet veya hükümeti adi hak­kım istifa etmeyib caniye bağışlamasıdır.

10 - (Afüv anlşşecce) : Mecniyyün aleyhin cani Üzerine lâzım ge­len kısas, diyet veya hükümeti adi hakkını istifa etmeyip caniye bağış­laması demekdir.

11 - (Amden cerh)   : Bir insanı gerek âleti  carine ile ve gerek

başka bir şey ile haksız yere kasden yar alam ak dır.

12 - (Amden kati) : öldürülmesi meşru olmayan bir inşam âleti cârihadan binle kasden öldürmekdir.

13 - (Âhir) : Başkasının menkûhesiyle gayri meşru mukarenetde bulunmak fezahetini irtikâb eden fâcir kimse demekdir.

Âhir tâbiri,-lügâtde fisk, fücur ve gayri meşru mücameat mânâ­sım ifade eden «ahr»,  «aher» kelimelerinden alınmıştır. [2]

(B)

 

14  - (Bazik) : Ateşde veya güneşde pişirihb üçde ikisinden nok­san mikdarı giden ve müskir bir hâle gelen üzüm usaresi - sıkıntısıdır.

15  - (Bazıa) : Bir yaradır ki, deri ile beraber biraz da et kesil­miş olur.

16 - (Bid'at) : Din hususunda sahabei kiram ile tabiînin iltizam ve delili şer'înin iktiza etmediği muhdes şeylerdir.

Mezahibi islâmiyyeden birine intisab iddiasında olub ehli sünnet ve cemaatin akidelerine muhalif itikadda bulunan şahsa da «mübtedi» de­nir.

17  - (Buhtec)   : Pişirilmekle  kabarıb iştidad  eden,  yani:   ekşiye-rek sarhoşluk vermeğe müsaid bir hale gelen yaş üzüm suyudur.

Hamrın tortusundan takdir suretiyle istihsal edilen ve «arak» adı verilen rakı da buhtec hükmündedir.

18 - (Bür1) : Bir şeccenin, bir cerahatin veya maktu bir uzvun tamamen veya kısmen iyileşib  kapanması,  iltiyam  kesbetmesi demek­dir. Bu cihetle «bür'i tam» ve «bür'i nakıs» kısımlarına ayrılır.

Esasen bür kelimesi, bir şeyin başkasından ayrılıb hâlis bir halde bulunması manasınadır. Bu münasebetle hastalıkdan ifakat kesb etme­ğe, nekahat halinde bulunmaya da «bür*» denilmigdir. [3]

 

(C)

 

19 - (Câife) : Cevfe kadar nüfuz eden yaradır. Göğüsde, arkada, karında açılan yaralar gibi. Cevfe nüfuz etmeyen bir yaraya da «gayri caife» denir. Elde, ayakda, boyunda vücude gelen yaralar gibi.

20 - (Cârih) : Cerh eden, yaralayan, bir kimsenin başından ve yü­zünden başka herhangi bir uzvunda ceriha vücude getiren şahısdır. Bu veçhile yaralanan kimseye de     «mecruh»,  «cerih» denir. Cerihin cem'i «cürhâ» dır.

21 - (Cerh) : Esasen tayib ve tenkis manasınadır. _Bir kimse hak­kında seb ve şetimde, kadh ve ta'nda bulunmaya ve şâhidierin şahadet­lerini hâkimin red ve iskat etmesine de cerh denilir. Bir şahidin şahade­tini redde medar olacak bir kusurunu meydana çıkarmaya da cerh de-nilmigdir. Yara da insanda bir ayıb, bir nakiae teşkil edeceğinden bunu vücude getiren fi'le de cerh denilmek de dir. Maahaza cerh, yaralanmak mânâsında da müstameldir.

Fıkıh ıstUâhınca cerh ise «başdan ve yüzden başka uzuvlardan her­hangi birini yaralamak dır.».

22 - (Cerhi müshın) : Mecruh olan şahsın bir gün veya bir gün­den daha az bir müddet yaşaması tevehhüm olunmayacak suretde aldı­ğı yaradır.

23 - (Cerhi mühük) : Mecruhun helakine müeddî olan cerhdir.

24 - (Cürh  -  cirahe) : Başdan ve yüzden başka uzuvlardan bi­rinde tahaddüs eden yaradır. Cem'i «cüruh, cirah, cirahat» dır.

25  - (Cevarih)   : Yırtıcı kuşlara, vahşi hayvanlarave insanların el w ayak uzuvlarına ıtlak olunur. Müfredi «cârihe» dir. Bu, dişiye de, er­keğe de denilebilir.

26 - (Celd) : Lûgatde deri üzerine vurmakdır. Her bir vuruşa «t:«lde» denir. Deri ile, yani: kamçı gibi deriden yapılmışbir şey ile vur­mak mânâsına da gelir. Fıkıh ıstılahınca celd «rnuhsen olmayan mükel­lef zani veya zaniyenin muayyen uzuvlarına vechi mahsus üzere değnek veya kamçı ile vurmakdır.» Bu ceza, mücrimin cildi, yani: derisi üzeri­ne tatbik edildiği cihetle «celde» adını alrmgdır.

27 -  (Cürm) : Günah, yapılması memnu olan şey. Buna «cerime» de denir.. Cem'i «ceraim» -dir. Cürüm sayılan herhangi bir fi'li irtikâb edene de «mücrim» denir.

28  - (Cünha) : Ma'siyet, cinayetden aşağı  mertebede kabahat.

29 - (Cani) : Kendisinden cinayet sâdır olan gahısdır. Kendisi üze­rine cinayet vuku bulan kimseye de «meciüyyün aleyh», «men aleyhilci-naye» denilir.

30  - (Cinayet) : Kelimesi, esasen ağaçtan meyveyi düşürmek ma­nasınadır. «İctina» gibi. Sonra insanların i eti a ar ve iktisab etdikleri her­hangi bir şerre isim olmuşdur. Bu cihetle cinayet:  «Muahezeyi müstelzim olan herhangi bir cürm» demek olur. Binaenaleyh insanların nefis­lerine, uzuvlarına,  kuvvetlerine,    mallarına,  ırzlarına teallûk  eden her­hangi memnu fi'l, bir cinayetdir. Şu kadar var ki, canlı ve cansız mal­lara müteallik cinayetler; gasb, nehb, sirkat, itlaf gibi namlar ile zikr olunur.

Fıkıh ıstüahmea cinayet, insanın nefsine veya âzâ ve kuvasından herhangi birine teallûk eden memnu bir «fildir» den ibaretdir. Başka bir tarif ile cinayet: «Kısas veya zemam mucib olacak suretde insanın nefsi veya bedeni hakkında vaki olan teaddî» demekdir.

31 - (Cbıaye finnefs): İnsanın nefsine teallûk eden, yani: insa­nın hayatdan mahrumiyetini intaç eyleyen cinayetdir ki, haksız yere vu­ku bulan bir kati hâdisesinden ibaretdir. -

32 - (Cinayet mâ dûuennofs) :  İnsanın uzuvlarına veya hassala­rından, kuvvetlerinden herhangi bîrine teallûk eden cinayettir ki, cerh, kat', havas ve kuvayı tatil suretiyle vücude getirilir. Buna «Cinayet fi-letraf» da denilir.

33 - (Cinayet alerrekik) :  Köle veya cariye hakkında vuku bu­lan cinayetdir.   .

34 - (Cinayet alelbehîme) : Bir hayvan hakkında gasb veya itlaf suretiyle vuku bulan cinayetdir. Cem'inde «cinayet alelbehâim* denilir.

35 - (Cinayeti benime) :  Bir  hayvanın   basmasiyle,   sadmesile, ısırmasile, sıçramasiyle, ön ayağım vurmasiyle, arka ayağını tepmesiy­le veya kuyruğunu çarpmasîyle vücude gelen cinayetdir. Cem'i  «cinaya-tül'bchaim» dir.

36  - (Cinayeti râkib) : Bir kimsenin binmiş olduğu hayvan vası-tasiyle vukua getirdiği cinayetdir.

37 - (Cinayeti nah is) : Bir şahsın bir hayvana vurmak veya dürt­mek suretile vukuuna sebebiyet verdiği cinayetdir.

38  - (Cinayeti hâit) : Bir dıvarın yıkılarak bir kimsenin telef ol­masına sebebiyet vermesinden ibaretdir.

39  - (Cinayatı münferide) : Bir şahsın başka başka yapmış oldu­ğu cinayetlerdir.

40 - (Cinayatı müştereke) : İki veya daha ziyade kimsenin bir şa­hıs hakkında birlikde yapmış oldukları cinayetlerdir.

41 - (Cinayatı müetemiu) : Bir şahsın bir anda bir fi'l ile yapmış olduğu müteaddid cinayetlerdir. Atılan bir kurşun ile bir kaç kimsenin öldürülmesi gibi.

42  - (Cinayetlerin tedahülü) :  Müteaddid cinayetlerin yalnız bir cinayet gibi sayılarak bunlardan yalnız birinin kısas gibi, diyet gibi ce-z'ısiyle iktifa edilmesi halidir.

43  - (Cenin) : Henüz   validesinin rahminde    bulunan    çocukdur. Cem'i  (cenihe) dir.

Cenîn lâfzı, esasen setr ve ihfa mânâsını müş'ir olan «ceru ve «ic-nan.v maddelerinden almmışdır. Bu cihetle henüz validesinin rahminde = ana karnında oğlan yatağı denilen mahalde bulunan çocuğa cenîn deııil-nıişdir.

Ceninler, hilkatlerinin muhtelif safhalarına göre aşağıdaki kısımla­ra ayrılırlar:

'44 - (Cenini müstebüıü'iulUa) : Yaradılışı tebeyyün etmiş, âzası belirmiş olan cenindir.

45- (Cenini gayri mütitebînilhılka) : Âzası henüz belirmemiş olan nenindir. Bu, aleka, kan parçası mesabesindedir.

46  - (Cenini tammilhilka)   : Âzası tamamile teşekkül etmiş olan cenindir.

47  - (Cenini gayri tammilhilka) :  Âzası  kısmen  teşekkül etmiş olan cenindir.

48  - (Cenini zi hayat) : Anasının    rahminde canlanmış olan ce-nîndir.

«Cenini gayri zî hayat» ise henüz kendisine ruh nefh edilmemiş olan cenindir.

49 - (Ceza)   : Mücazat, mükâfat, bir amele müsavisile karşılıkda bulunmak. Tâatin sevabı, ma'siyetin de azabı, ıkabı. Ceza tabiri, türkce-de en ziyade ukubet mânâsında kullanılmaktadır ki, suç işleyenlerin hak­kında tatbik edilecek ukubet demokdir.

Habs ile, darb ile, serbestli harekelden men ile yapılır.

«Ictira» bir kimseden ceza, mükâfat iatemekdir. «Icza» da bir şe-yin başkası yerine mümkin mertebe -- gayri kâfi suıetde kaim olması­dır. «Tecziye» de bir şeyi parçalamak, cüzülere ayırmakdır. Vücudu ve­ya ademi bir şarta rabt ve talik edilen şeye de ceza denir. «Bir kimse is-tikametde bulunursa tefeyyüz eder» denilmesi gibi ki tefeyyüz etmek, istikamet şartına merbut bir cezadır. [4]

 

(D)

 

50 - (Damia)  : Bağa veya yüze isabet eden bir yaradır ki, kendi­sinden seyelân etmeksizin göz yağı kadar kan çıkmış olur.

5l - (Damiye) : Bağa veya yüze isabet edib kendisinden göz yaşı mikdarı kan çıkıb seyelân eden yaradır.

52 - (Damiğa)  : Başa veya yüze isabet eden bir yaradır ki, «Üm-müddimağ» denilen deri yırtılmış, dimağ cerh edilmiş olur. Bu yaradan sonra hayatın devamı adeten kabil olmadığından bu, hakikati halde şec-ce = yara değil, bir kati demekdir.

53 - (Divanı mezalim)   : Halk arasında tehaddüs eden bir kısım cürümler, yolsuz hareketler hakkında zecren bazı idarî, siyasî tedbirler ittihazına mezun ve salâhiyettar olan zevatın memur bulundukları mü­esseseye verilen unvandır.

54 - (Diyet)   : Cinayet sebebiyle mecniyyün aleyhe veya vârisle­rine - bir nevi tazminat mahiyetinde olarak - tediyesi ical eden maldır.

Diğer bir tarif ile diyet, kati suretiyle vuku bulan cinayetde mak­tulün nefsine bedel ve uzuvlarda yapılan cinayetde de yaralanan veya kesilen uzva bedel cani veya cani ile âkilesi üzerine lâzım gelen muay­yen mikdar maldır. Cem'i: diyatdır.

Veliyyi cinayetin kısas icrasiyle ahzi sâre = intikama kıyam etme-yib diyet almakla iktifa etmesi halined de denir. Üzerine diyet itası lâzım gelen şahsa «men aleyhiddiye», diyete müs-tahik olan kimseye de «men lehüddiye» denilir.

55 - (Diyeti kâmile) :  Kati edilen şahsın nefsine bedel  caniden veya cani ile beraber âkilesinden alınan tam diyetdir.

56 - (Diyeti mugatiâza) : Şibhi amd suretiyle vukubulan bir kati­den dolayı verilmesi lâzım gelen diyetdir ki, diyetlerin deve cinsinden ve­rileceği takdirde nazara alınır. Diyet bahsine müracaat!. [5]

 

(E)

 

57 - (Ehli dîvan) : Bir sancak altında hareket eden, bir divanda mukayyed bulunan, muayyen atiyeleri alan kimselerin heyeti mecmua­sıdır. Bu heyet, o divanda mukayyed olan her şahsın âkilesi sayılır.

58  - (Ehli ukubet) : Yaptıkları memnuatdan dolayı haklarında ce­za tertibi kabil olan âkil, baliğ kimselerdir.

59  - (Erş) : Yaralanan ve kesilen uzuvlardan dolayı verilmesi lâ­zım gelen diyetdir.

Erş lâfzı, esasen fesad manasınadır. Sonra eşyadaki noksanlar da istimal edümişdir.. B.u münasebetle diyete erş ıtlak olunduğu gibi ayıbı zahir olan bir malin bahasından tenzil edilen mikdara da erş adı veril-mişdir.

Erş kelimesi; niza, ihtilâf, rüşvet, hulk, tırmalamak, fışkırtmak, di­yet istemek mânâlarına da gelir.

60  - (Ersi mukadder) : Uzuvlara mahsus olup mikdarı şer'an mu­ayyen bulunan diyetdir.

61 - (Ersi gayri mukadder) : Uzuvlara aid, mikdarı şer'an gayri muayyen olub ehli vukufun takdir ve tayinine muhavvel bulunan diyet dir ki, buna «hükümeti adi» de denir. [6]

 

( F )

 

62 - (Fedaî diyet)   : Bir memlûkün yaptığı bir cdnayetden dola­yı üzerine terettüb eden diyeti mevlâsının deruhde ederek men lehüd-diyete ödemesidir.

63 - (Faziha)  : Ayb, risvayhk, rezüâne iş. Sır kabilinden olan kö­tü hallerin açılıb faş olması. Buna «fezahat» de denir. Cem'i: «fezayih» dir. [7]

 

 ( G )

 

64 - (Gurre)  : Iskat edilen bir ceninden dolayı verilmesi icab eden bir malî tazminatdır. Bunun mikdarı Hanefîlerce beş yüz, Şafiîlerce al­tı yüz dirhemdir.

Gurre, esasen her şeyin mukaddemi demekdir. Bu cihetle kameri ay­ların ilk günlerine «gurre! şehr» denilmiştir. Köleye, cariyeye, emvalin en güzidelerine «gurretüTemval» denir. Güzel, parlak yüze «vechi ağer», açık nûranî alına «cebhei garra» denilir ki, ayni maddeden müştakdırlar. [8]

 

( H )

 

65 - (Harise)  : Bir yaradır ki, kan çıkmaksızın yalnız deri yır­tılmış olur, başa veya yüze mahsus yaralardandır.

66 - (Hâşime) : Başa veya yüze isabet eden bir yaradır ki, bun­da kemik kırılmış olur,

67 - (Habs) : Tutmak, tevkif etmek, men eylemek, bir şahsı ve­ya bir malı bir mevkide nezaret altında bulundurmakdir. Bu cihetle habs, «habsi nefs», «habsi ayn» kısımlarına ayrılır. Habsin mukabili, hılâdır, ıhladır, tahliyedir. Gaziler için at ve amme için akar, eşcar vakf edilme­sine de habs, hubüs denir. Piyadelere de süvarilerden geri kaldıkları için, «hubüs» denilmişdir. Habs edilen şahsa veya mala «mahbus», habs edi­len yere de «mahbis  = hapishane, tevkifhane denilir. Mahbes de habs manasınadır. Tam bir günlük habs, bir habsi medîd sayılır.

68 - (Had)': Lûgatde men manasınadır. Nâsi girib  çıkmakdan men etdiği için bevyaba, seccana haddad denilmişdir. Bir şeyin mahiye­tini tarif ve tayin eden şeye de had denir ki, cem'i «hudud» dur.

Gayri menkullerin ıüh ayetler i ne, yani: sinirlerine de «hudud» deni­lir. Çünkü bunlar, gayrimenkulierin arazinin sahalarını tayin, başka­larına karışmalarını men eder. İşte bu münasebetle bir kısım cezalara da hudud adı verilmişdir. Zira bu cezalar, mazarratları bütün beşeriyete do­kunan bir takım fena hareketlerden insanları zecr ve men eder. Bunlar, mücrimler hakkında birer ukubet olduğu gibi müşahidler hakkında da birer ibret ve intibah vesilesi teşkil eder ve âmmenin menfaatlerini mu-tazammın bulunur.

69 - (Haddi sirkat) : Şartları mevcuçi ve usulü dairesinde sabit olan bir sirkatden dolayı sârik =  hırsız hakkında kat'ı uzuv suretiyle yapılacak bir ukubetdîr.

70 - (Haddi sekr) : Hamrden başka müskir meşrubatdan birinin bü'ihüyar içilmesinden mütehassil  sarhoşlukdan dolayı icab eden uku-

1 betdir ki, mikdarı haddi hamr gibidir.

71 - (Haddi hanır) : Az veya çok mikdarda bil'ihtiyar hamr de­nilen mayi müskirin içilmesinden dolayı tatbiki icab eden ukubetdir ki, hur ve hurre hakkında seksen, rakik hakkında da kırk celdedîr. Buna «haddi şürb» de denir.

72  - (Haddi kazf) : Bir muhsen veya. muhseneye, yani: mükellef,nur, müslim, zinadan afif = zinadan nefsini siyanet etmekle maruf bir kimseye dan adilde ta'yir ve şetm kasdile zina isnad eden mükellef bir şahıs hakkında tatbik edilecek bir ukubetdir ki, bunun mikdarı, hur ve hurre hakkında seksen, rakik hakkında da kırk değnek darbesidir.

73 - (Haddi zina) : Şeraiti dahilinde vaki ve sabit olan zina fa-zihasmdan dolayı mürtekibi hakkında tatbik edilecek bir ukubetden iba-retdir. Bu ukubet, muhsen ve muhsene olanlar hakkında recimden, ih­san sıfatını haiz olmayanlar hakkında da celdeden îbaretdir. Bu oelde-lerin adedi, hur ile hurre hakkında yüz, rakik hakkında da ellidir.

74 - (Hududi seriye) : Âmme mesalihi için, yani: içtimaî heyete aid fesadları def, menfaatleri celb için ifası icab eden ve mikdarları şer' an muayyen bulunan haddi sirkat, haddi sekr, haddi hamr, haddi kazf, haddi zina ile yol kesicilere mahsus hadden ibaretdir. Bunlara «hududi hâlise» denildiği gibi «hukukullah* da denir.

75 - (Hudtıdda velayeti istifa)   : Sirkat gibi, şürbi, hamr gibi es­babı hududi irtikâb eden mükellef şahıslar hakkında icab eden şer'î had­leri tatbik etmek salâhiyetinden ibaretdir. Bu salâhiyet, âmme namına hareket eden veliyyül'emr ile hâkimlere aiddir.

76 - (Mırz) : Bir mâlin adet veçhile muhafazasına mahsus nıa-haldir.

77 - (Hirz bîııefsihi) : içinde eşya saklanmak üzere ha-zirlanıb içe­risine izinsiz girilmesi memnu olan herhangi bir yerdir. Evler, dükkân­lar, çadırlar gibi. Sandıklar, kasalar da bu hükümdedir.

«Hırz bigayrihi» ise esasen eşya saklamak üzere müheyya ve izin­siz girilmesi memnu olmayıb içerisine konulacak malların yanı başın­da muhafızı bulunan herhangi yerdir. Mescidler, yollar, sahralar bu kı­sım hırzdan sayılır.

78 - (Hükümetin) : Gayri mukadder bir erş demekdir. Yani: mikdarı şer'an muayyen olmayıb ehli vukufun usulü dairesinde takdir ve tayin edeceği diyetdir. Buna «hükmül'adl» de denir.

79 - (Hükûmetirelem) : Şecce veya cirahesi iltiyam ke3b edib de eseri kalmamış olan meşcuc veya mecruh için çekmiş, olduğu elemden dolayı ehli vukufun takdir edeceği bir erş, bir zeman demekdir. Buna «ersi elem», yani acı bedeli de denilmektedir. [9]

 

H

 

80 - (Halitan) : Karışık olarak azca pişirilmiş olan hurma ile ku­ru üzüm suyundan ibaretdir, iştidad etmiş olsun olmasın.

81- (Hamr) : Kendi kendine, yani: pişirilmeksizin kaynayıp ka­baran, iştidad eden, yani: kuvvetlenip müskir bir hale gelen yaş üzüm suyudur, köpüğünü atmış olsun, olmasın. Bu tarif, îmameyn ile sair müctehidlere göredir .tmamı Âzam'a gü­re böyle bir üzüm suyu köpüğünü atmadıkça had hususunda hamr sa­yılmaz.

82  - (Hataen kati) : Bir insanı kasde mukarin olmaksızın bir yan­lışlıkla öîdürmekdir.

83 - (Hataen cerh) : Bir insanı kasdc makrun olmaksızın yanlış­lıkla yaralamakdir. Av zanniyle atılan bir kurgunla bir insanın yaralan­mağı gibi.

84  - (Hata mecrasına carî ) : Gayri ihtiyarî bir fi'l ile vukua gelen katidir. Bir hamalın arkasındaki veya elindeki yükün kazaen dü-şerek bir inşam telef etmesi gibi.

85 - (Hata hükmünde cerh)   : Gayri ihtiyarî bir fi'l ile vukua ge­len yar alam akdır. Buna «hata mecrasına cari cerh» de denir. Bir kim­senin ihtiyarı olmaksızın arkasındaki yükün düşerek  bir şahsı yarala­ması gibi.

86 - (Hiyanet) : Emniyeti suiistimal ile hiylekârlıkda bulunmak-dır. Hiylebaz, itimadı suiistimal eden şahsa hain ve mübalâğa aigasilo haine denir. Cem'i «havene» dir. Emanet bir maldan haksız yere' bir mikdar almak veya böyle bir malı saklayıp inkâr etmek bir hiyanetdir.

86 - (İçtihadı örfî) : Hükmü örf ile sabit bir asi nazarı itibara alınmak suretiyle vuku bulan ictihaddır. Mukabili «içtihadı şer'î» dir ki, bunda hükmü şer'an sabit olan bir asi, bir esas nazarı i'tinaya alınır.

88 - (Ihüsab memurluğu) : Bir nevi zabıtai belediye, zabıtai ah-lâkiyye mahiyetinde bir müessese memurluğudur. Bu memuriyeti hat2 olan zata «muhtesib»  sıfatı memuriyetine de  «velayeti hisbe» denir.

89 - (ihsan) : Kelimesi, esasen, hısn lâfzından alınmışdır. Hısn ise müstahkem, mürtefi, meniülvusul mevzi demekdir. Böyle bir mevzie gi-rib de tahassünde bulunmaya lûgaten «ihsan» denir. Sonra bu kelime, islâm, hürriyet, tezvic ve başından sahih bir nikâh geçmiş olmak mânâ­larında ela kullanılmışdir. İslâm hukukunda ihsan ise «haddi şer'î icra edilebilmesi için vücudu şer'an lâzım gelen bazı evsafın bir şahısda iç­timaim dır ki, iki nev'e ayrılır:

90  - (ihsan kazf)  : Bir kimsede akl, bulûğ hürriyet, islâm, zina­dan iffet vasıflarının içtimaidir.

91  - (ihsan recnı) : Bir kimsede şu yedi vaafın ictimaüe tahak­kuk eder: Akl, bülüğ, hürriyet, islâm, nikâhı sahih ile teehhül, zevcesi­nin de bu evsaf ile ittisafı, bu vasıfların ietimamdan sonra da araların­da mücameat vuku bulmuş olması. [10]

 

T

 

92  - (İhtilas)   : Bir malı sahibinin elinden veya evinden gafletin­den bilistifade âîenen süratle kapıp almakdır. ismi «hulse» dir.

93  - (îhtitaf) : Bir malı sahibinin elinden veya hanesinden alenen kapıp kaçmak demedir. Sürat ifade eder, berki hatif denilmesi bu iti­bar iledir.

94  - (İmzai kaza)  : Hâkim tarafından verilen hükmü bilfi'l infaz vv icra etmekdir.

95 - (İstifai kısas) : Kısas hakkındaki hükmün bilfi'l yerme ge­tirilmesinden cani hakkında kısas cezasının tatbik edilmesinden ibaretdir.

96  - (Iskatı cenin)   : Henüz validesinin rahminde bulunan bir ço­cuğun  düşürülmesidir.   Anasının  rahminden  vakitsiz  düşen   çocuğa  da «rsikt» denir.

97  - (İntihab)  : Bir şehirde veya köyde bulunan bir şeyi kahren ve alenen ahz etmekdir. «Nehb* de bu mânâda-kullamlir. Maamafih di-ieyenin kapıp aldığı ganimet malına da «nehb» denir. Bunu böyle dileye­nin kapıp alması ise intihabdır. [11]

 

( K )

 

98  - (Katil) :  Bir hayat sahibini öldüren, onun ruhunu cesedin­den ayırmaya mübaşir bulunan şahisdır. Öldürülen zîhayata da  «mak­tul, katil» denir. Katîl tabiri de, vasıf olarak istimal edilince kadına da itlâk olunur, isim olarak istimal edildiği takdirde ise kadın için «katile» denilmek lâzım gelir.

99  - (Kati) : Cesedden  ruhu   İzhak  ve   izale  eden, müessir,  bir ti'ldir. Başka bir tarife göre kati, hayatın fevt olmasında adeten mües­sir olan fi'lin ismidir.

1OO - (Katıı tarik) : Nasırı mallarım mugalebe suretile ellerin­den almak, üzere yol • kesiciiik eden şahısdır. Bu veçhile yolları kesilen kimselerden her birine «maktuun aleyh» denildiği gibi alman mala da maktuun leh» denir. Bu hâdisenin cereyan etdiği yere de «maktuun fin» namı verilir.

101 - (Kat'ı tarik) : Yol   kesieüik, dari  islâmda   müslümanlanıı veya zimmîlerin mallarını ellerinden tegallüben ve mücahereten almak, hayatlarına kasdetmek, halkı korkuya düşürmek için bir takım kimse­lerin veya kuvvet ve satvet sahibi bir şahsın yolları tutmasıdır ki, bu yüzden halk, mürur ve uburdan geçinerek yollar kesilmiş olur.

102 - (Katıı uzv) : Bir kimsenin bir uzvunu veya uzvu mesabe­sinde bulunan bir şeyini kesib itlaf eden şahısdır. Böyle bir uzvu kesilen kimseye «maktuuluzuv», kesilen uzva da susvı maktu» denir.-

103  - (Kat'ı uzv) :  Bir kimsenin bir uzvunu veya uzvı mesabe­sinde bulunan bir şeyini  kesib  itiâf  etmekden. ibaretdir.  El, ayak gibi uzuvları kesmek, göz, diş gibi uzuvları çıkarmak, kaşları,  kirpikleri yol­mak kat'dan maduddur.

104  - (Kasame) :  Esasen  hüsn-ü cemal mânâsına  isimdir.   Sabi-hürvech olan insana  «kasîm»  denir.  Kasem gibi  yemin  mânâsında da müstameldir.   İksam ise yemin etmek  manasınadır.

İslâm hukukunda kasame, katili meçhul olan ve üzerinde kati ese­ri bulunan bir katilin bulunduğu mahal ahalisinden elli kimsenin vec-hi mahsus üzere yemin etmeleridir.

105  - (Kaved) :  Alel'itlâk kısas manasınadır.  Maahaza çok keıe '^kısas finnefs» mânâsında kullanılır. Katilin boynuna ip takılarak kısas sahasına götürüldüğü  cihetle   kısasa   kaved denilmişdir.   Kaidin yedici. hayvanı sevk edici mânâsına olduğu malûmdur.

106  - (Kısas) :  Esasen müsavat mânâsını müş'ir olub bir şeyin izine tâbi  olmak,   onun   mislini   ityan etmek   demekdir. CÜrm   ile ceza, arasında mümaselet matlûb olduğundan bu  cihetle cezayı mahsusa kı­sas denilmedir. Şöyle ki: Kısas, şer'an katili maktul mukabilinde öldür­mek veya mecruh veya maktu olan bir uzuv mukabilinde carih ile katım ona mümasil olan uzvunu cerh veya kat etmekdir.

107 - (Kısas finnefs)  : Katili maktulün nefsi mukabilinde öldür mekdir.

108 - (Kısas fil'etraf) : Mecruh veya maktu bir uzuv mukabilin­de carih ile katım mümasil uzvunu cerh veya kat etmekdir.

109  - (Kısasen kati) : Amden katil olan bir şahsın  şeraiti dai­resinde Öldürülmesidir.

üzerine kısas icrası İcab eden şahsa «men aleyhilkısas» denir. Hak­kında kısas hükmü bilfiil icra edilmiş olan şahıs veya uzva da «muk-tassun minh» denilir.

110 - (Kazif) : Bir kimseye zina isnad eden şahısdır.  Kendisine zina isnad edilen kimseye, «makzuf», zina isnadında kullanılan lâfza da «makzufün bih», kazfin vuku bulduğu mekâna da «makzufün fih» denir.

111 - (Kazf) : Lûgatde mutlaka remy - atmak manasınadır. Hu­kuk  ısttiahınca: bir kimseye tayir ve şetm maksadiyle zina isnad et-mekden ibaretdir.

112  - (Kazfı sarih) : Zinanı sarahaten ifade eden bir lâfz ile ya­pılan  kazfdir. «Fülân zanidir» denilmesi  gibi.

113 - (Kazf bU'kinaye) : Bir kimseye kinaî bir tâbir ile zina is­nad etmekden ibaretdir. Bir kadına hitaben  «Ey fâcire!» veya «kocanı -isva etdin» denilmesi gibi.

114  - (Keffareti  kati)   :  Bazı  katillerden dolayı  verilecek  diyet­lerden başka,  ifası  icab eden bir keffaretdir ki, bir  mü'min  rakabeyi az.ad etmekden, bu bulunmadığı takdirde muttasıl iki ay oruç tutmak-dan ibaretdir.

Keffaret maddesi, esasen setr ve ihfa mânâsını müfiddir. «İşlenil­miş ma'siyyetieri hiç işlenilmemiş mesabesinde setr-ve ihfaya «tekfin zünub» denilmesi bu itibar iledir.

Hazr ile ibâhe arasında bulunan, yani: min vechin memnu ve m»n vechin mubah olan bazı hareketlerden dolayı yapılması icab eden bazt efali mahausaya islâm hukukunda (keffaret) adı verilmişdir ki, bun­lar, bir cihetle İbadet, bir cihetle de ukubet mahiyetindedir. Bunlar, kef-fareti kati, keffareti zihar, keffareti yemin, keffareti fıtr, keffareti d-nayatilhac namiyle beş kısımdır. [12]

 

(L)

 

115 - (Lehv) : Oyun, eğlence, çalgı, lu'b. Gafil olmak. însam ga­fil, nefsinin hevesatma mail bırakan şeylere de  «lehviyyat» denir.

116  - (Ln'b) : Oyun. Cemıİ «leıb» dir. Lûbiyyat da denir.

117 - (JLevs) : Bir maktulün volilerinin iddialarında sâdık olduk­larına dair bir zanru galib husule getiren bir karinei hâliyye veya fı'liy-ye demekdir ki, vaki olan iddiayı müeyyid bulunur. [13]

 

( M )

 

118 - (Mesuliyet) : Bir şahsın mükellef  olduğu   veya bil'iltizaro ifa etdiği şeylerden dolayı  suale maruz kalması ve  icabına göre  mü­kâfat veya ceza görmesidir.

119 - (Mesuliyeti diinyevlyye) : Bir insanın dünyada deruhde etr diği şeylerden dolayı sorguya çekilerek cezai andırıl m asıdır.

.120 - (Mesuliyeti uhreviyye) : Bir mükellefin dünyada yapmış olduğu şeylerden dolayı ahret âleminde suale, cezaya maruz kalmasıdır.

121 - (Müdafaa! meşrua) : Haksız yere vuku bulan bir tecavüze, bir sui kasde karşı meşru; bir suretde mukavemetde bulunub onu defe çahşmakdır.

122  - (Meyyit)   :  ölmüş, kendisinde  cerahat  gibi, darb   nişanesi gibi kati eseri bulunmamış olan kimsedir.

123  - (Mübaşareten kati)   : Bir şahsın bir kimseye  amden veya hataen bizzat  vurup  öldürmeaidir.

124  - (Mübaşereten itlaf)   : Bir şeyi bizzat telef etmekdir. Bunu yapan kimseye «faili mübaşir* denir.

125  - (Mübaşir)   :  Bizzat fail olan,  yani: bir şeyi bizzat husule getiren kimsedir.

126 - (MÜtesebbib) : Bir  şeyin husulüne   âdetin   cereyanına na­zaran sebeb olan bir işi vücudc getiren kimsedir. Bir şahsın ioine düşüb telef olduğu bir kuyuyu ihdas eden kimse gibi.

127 - (Muhtesib)   : Memleket dahilinde bir   kısım   intizamatımin, muamelâta   nezaret  vazifesini haiz   olan  bir   memurdur,  bir  nevi zabıtai belediyye ve zabıtai  ahlâkiyye memuru  demekdir.

128 - (Muharrcmatı s?er'iyye) :  Şeriatı islâmiyyenin men ve tah-rim buyurmuş   olduğu   şeylerdir.     Kati,  sirkat,  iffetden,   istikametden mahrumiyet gibi.

129 - (Muhsan) :   Akil, baliğ,   hür,  müslim,  afif   olan  erkekdir. bu evsafı haiz^olan kadın da «muhsana» dır. Bu evsafı cami bir erkek ile bir kadın, biribirile ve nikâhı sahih ile evienib mücameatde bulun­muş olmalariylc de ihsanı recmi haiz bulunmuş olurlar.

130  - (Müskir) :   Yiyilmesiyîe veya içilmesiyle   insana sarhoşluk veren şeydir. Cem'i: müskiratdır.

131  - (Müselles) :   Pişirilmekle  uc.de  ikisi giden ve   iştidad. edib müskir bir hale gelen yaş üzüm suyudur ki, buna «Ula» da denir.

132  - {Mu n as saf)  :   Pişirilmekle yansı   giden   ve    kuvvetlenerek müskir bir hale gelen yaş üzüm suyudur.

İ33 - (Mtıziha) : Şecce aksamından bir yaradır ki, et ile baş ke­miği arasındaki zar gibi olan deri yırtıhb kemik meydana çıkmış olu.

134 - (Müiıakklle) : Başda  veya  yüzdeki  bir  yaradır ki, kemik kırılıb yerinden oynamış veya ufanmış  olur.

135 - (Mütelâhime) : Başa veya yüze isabet eden bir yaradır ki, deri ile beraber epeyce de et kesilmiş olur.

136 - (Mucibi kısas) : Bihasbil'asl müebbeden mahkunüddem olan bir kimseyi  amden kati veya cerhden ibaretdir ki,  katilden veya cerh ve kat'dan dolayı kısas istifasını sabit kıian şey demekdir. Caniler hak­kında tatbiki icab eden cezaya, tedib ve tâ'zibe de «mucebi cinayet» de­nilir.

137  - (Müstahıkkı kısas)   ;  Bir caniyi kısas* suretiyle cezalandır­mak hakkına mâlik olan kimsedir.

138  - (Müskıtatı kısas)" : îcab eden bir kısası iskat ve izale eden sebeblerden ibaretdir.  Sulh, cinnet,  mevt gibi.

139  - (Müskitati hudud)   : Had cezalarım iskat ve izale eden se­beplerden ibaretdir. Zina hakkındaki  ikrardan   rücu gibi. [14]

 

 ( N )

 

140  - (Nekii temr) : Kendi kendine  kabaran ve     kuvvetlenerek müskir bir hale gelen pişirilmiş kuru hurma suyudur.

141  - (Nakli  zebîb) :   Kendi kendine galeyan  eden ve kuvvetle­nerek müskir bir hâle gelen pişiriîmemiş kuru üzüm sırasıdır.

1İ2 - (Nebizi temr) : Azca pişirilmiş ve iştidad edib müskir bir hale gelmiş olan kuru veya yaş hurma suyudur. Köpüğünü atmış olsun olmasın.

143  - (Nebizi zebîb) : Su içine atılarak az bir müddet pişirilmiş ve ekşiyerek müskir bir hale gelmiş olan kuru üzüm suyudur.

144  - (Nisabı sirkat) :  Haddi sirkati  icab  edecek mal  mikdan-dır. Bu mikdar, Hanefiyyeye göre bir dinar veya halis gumüşden maz-rub on dirhem veya kıymetçe bu mikdar maldır.

145 - (Nefy = tegrîb-) : Mücrim olanların bulundukları yerler­den bir ,müddet için başka yerlere, beldelere uzaklaştırılmalarından iba­rettir. [15]

( R )

 

146  - (Kecnı)  : Lûg&tde kati, şetm, tard, terk, bühtan, tel'în, nef-rîn, sadık, nedim mânâlarını ifade eder. Atılan taşa da recm denir ki. cem'i:  «rücum» dur.

istilanda recm: Muhsan olan zani ile muhsana bulunan zaniyeyi vec-hi mahsus üzere taşlayarak öldürmekdir.

147  - (Keyb) :  Şek, gübhe, hacet  manasınadır. Cem'i  «rüyub»-dur.  Dehrin hâdiselerine «reybül'menûn»  denir.   «Rîbe»  şek  ve töhmet demekdir. [16]

 

( S )

 

148 - (Sekran)  : Müskiratdan birinin istimalile sarhoş olan kim­sedir. de kul anılan bir müskirin dimağa yükselen buharlarının te­sirinden nusule gelen bir haleti mahsusadır ki, lisanımızda sarhoşluk denir.

149 - (Seker) : Pişirilraeyib kendi  kendine  galeyan  eden ve  i?-tidad edib müskir bir hâle gelen yaş hurma suyudur.

150 - (Simhak) : Başa veya yüze isabet eden bir yaradır ki, et kesilmiş, et İle baş kemiği arasındaki ince zar gibi ,deri görünmeğe bağ­lamış olur, Bm ince deriye de  «simhak» denir.

151  - (Sirayet filcinaye)  : Yapılan bir cinayet neticesinde tahari-

düs eden şeccenin veya cirahatin  dairesini  tevsi etmesine  veya  mevte müeddi olmasına  ıtlak olunur.

152 - (Sârik) : Başkasının malını gizlice  alan  kimsedir. CenVi   : sürrakdır. Böyle alınan mala  *mesruk», kendisinden  malı böyle gizlice alınan kimseye «mesrûkun minh»,  bir malın böyle  alındığı   -   çalındığı yere de «mesrûkun fin» denir.

153  - (Sirkat) : Uğruluk/çalma, başkasının malını gizlice almak-dır. Mikdarı az olsun, olmasın, haddi icab etsin etmesin. Buna «serika» da denir.

154 - (Sirkati suğra) : Alelade, küçük hırsızlık. Bunun haddi icab eden kısmı, şu veçhile tarif olunur: «Mükellef bir şahsın lâakal nisabı sirkat mikdan, tafih ve mütesariül'fesad olmayan mütekavvim bir ma­lı mahfuz bulunduğu yerden gizlice ahb harice çıkarmakdır kî, kendi­sinin bu malda bir hakkı olmadığı gibi bunda bir mülk şübhesi de bu­lunmaz.

155  - (Sirkati kübra) :  Kal'ı tarikden, yol kesiciltkden ibaretdir. Kat'ı tarik tabirine müracaat!.

156 - (Serikati  müttehide) :   Başka   başka   kimselere  aid olduğu halde bir mahalli hırzde bulunan mallar hakkındaki sirkatlerdir.

157  - (Serikati muhtelife) : Gerek  bir  kimseye ve gerek başka başka kimselere aid olub  muhtelif hırzlerde bulunan mallar hakkında­ki  sirkatlerdir.

158  -  (Serikati  müştereke)  : Bir kaç şahsın  birlikde  yapmış ol­dukları  sirkatlerdir.

159 - (Siyaset) : Tâbiri, esasen tedbiri  umurdan, ve her işi gü­zelce tesviyeye  kıyamdan ibaret, cemiyetli bir mahiyeti haizdir.  Hükü­met, memleket idaresi, ceza ve hususiyle idam cezası mânasında  müs tameldir. Siyasete aid bir şeye «siyasî» denir. CenVi «siyasiyat»  dır. Si­yaset erbabına da «siyasiyyun» denir.

İslâm hukukunda siyaset: «tâzirden, yani: haddin dününde bulu­nan bir te'dib ve cezadan ibaretdir ki, icabına göre darb ile, habs ilo vesaire ile yapılır.

Siyaset mefhumu, bir itibar ile ta'zirden eamdır. Bu bakımdan si­yaset, islâm hukukunda şöyle tarif edilmektedir: VeHyyül'emrin raiyye üzerindeki emir ve nehyi», «âdaba, mesaliha, intizamı emvale riayet içim mevzu kanun», «insanları dünya ve ahiretde necatlerine badi olacak bir yola irşad ile beşeriyetin salâhına çalışmak.»

160 - (Siyaseti şer'iyye) : Beşeriyetin salâh ve intizamı için şer'i şerifin kabul ve iltizam etdiği bir kısım âli ahkâmdan ibaretdir.

161 - (Siyaseti âdile) : Nâstn haklarını zulnı ve itiaaf erbabının timden kurtaran siyasettir ki, şeriatdon maduddur.

162 - (Siyaseti zâüıne) : Halkın hukukuna ınünafi olan bir siya­settir kî, jjur'ı şerifçe memnudur.

163 - (Siyaseti âmme) : Bütün bîr cemiyetin salâh ve intizamı İçm iltizam olan bir kısım ahkâmdan ibaretdir.

164 - (Siyaseti hassa) ; Bazı ceraim erbabı hakkında velev kati suretiyle olsun vuku bulacak zecr ve te'dib demekdir.[17]

 

(Ş)

 

165 - (Şec): Bir kimsenin başım veya yüzünü cerh etmek  fi'li-xlir. Bu yarayı açan şahsa «sac», bu yarayı alan kimseye de  «meşcuc* denir.

Şec kelimesi, esasen geminin suları yararak denizde akıb. gitmesi demekdir. Başda veya yüzde deriyi, eti yararak kemiğe doğru sirayet eden yaralara da bu gibi bir" münasebetle şec ve «şecce» denilmiş olma­lıdır.

166 -  (Şecce) :  Başa veya yüze isabet eden yaradır.  Cenvi:  dır. Şecceler:   hansa,  damia, damiye,   bazıa,   mütelâhime,  sîmhak. muziha, hâşime, münakkile, âmme, damiğa namleriyle on bir kısma ay­rılır. Nitekim her birinin mahiyyetini yazmış bulunuyoruz.

167 - (Şehadet füdııaye)   : Bir cinayet hakkında mahkemede vu­ku bulan şahadetden İbaretdir.

168 - (Şibht amd) : Katli meşru olmayan bir insanı âlâtı câriha-dan sayılmayan bir şey ile kasden öldürmekdir. Buna «sibhüi'hata» da denir.

169 - (Şübhe) : Sabit olmadığı hakle sabite müşabih olan şeydir. Başka bir tarif ile «haram mı, halâl mı olduğu yakinen bilinmeyen şey­den ibaretdir.

170  - (Şübhei mülk)   : Mahalde sabit olan şübhedir ki, hılle manî delîl   bulunduğu  halde   bundan   kat'ı   nazar  edilerek   mücerred  hürmete rnünafi görülen bir delilin mevcudiyetinden neşet eder. Buna «şübhei ma­hal» de denir. Mahallin hilline dair bir hükmü şer'î şübhesi sabit oldu­ğu cihetle  buna «şübhei  hükmiyye»  de denılmişdir.

171 - (Şübhei akd)  : Sureten mevcud olan bir akdi nikâhdan mü tehassil şübhedir ki, buna «şübhei nikâh» da denir. Şahidsİz oiarak ak i edilen bir nikâhın hılli hakkındaki şübhe gibi.

172 - (Şübhei iştibah) :  Bazı  hukuk  ve  ahkâmın    cereyanından münbais bir şübhe demekdir. Bazan şübhei akd ile içtima eder. Haddi zina bahsine müracaat! [18]

 

(T)

 

173 - (Tafih) : Hakir olan,  Örfen ehemmiyetsiz  sayılan,  başka­ları tarafından alınması hususunda müsamaha gösterilen şey demektir. Yaş otlar, ağaç üzerindeki meyvaîar gibi.

Bir şeydeki kıymetsizliğe, adiliğe, ehemmiyetsizliğe «tefahet* denir,

174  - (Ta'zir) : Tabiri ezdaddandır. Lügatde men, red, icbar tah­kir, te'dib, hak üze,re tevkif mânâlarım müfid olduğu gibi tasarruf, iane, takviye, tevkir ve tazim mânâlarını da ifade eder.

îslâm hukukunca ta'zir ise: hakkında muayyen bir ukubet, bir had­di şer'î mevcud olmayan cürümlerden dolayı tertib ve tatbik edüecek to1 dib ve cezadan ibaretdir.

175  - (Ta'ziri eşrafiTeşraf) : Ulema, şürefa gibi zevat hakkında yapılacak ta'zirdir ki, mücerred i'lâm suretiyle yapılır.

176 - (Tazrirül'eşraf) : Ümera, yüksek tüccar, köy ayanı gibi şe­refli kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, bilvasıta i'lâm suretiyle veya mah­kemeye celb edilerek bil'müvacehe ihtar suretiyle yapılır.

177 - (Ta'ziri evsat) : îctimaî mevkileri orta halde bulunan kim­seler  hakkındaki  ta'zirdir ki, hem mahkemeye  bil'celb - ihtar  suretiyle, hem de habs suretiyle yapılabilir.

178  - (Ta'ziri ahissa) : içtimaî vaziyetleri düşkün, sefeleden mâ-dud kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, hem mahkemeye, bilcelb ihtar su­retiyle, hem de habs ve darb-suretiyle yapılabilir.

179 - (Tedibe-ıı ta'zir) : Âkil olduğu halde henüz mükellefiyet ça­ğında bulunmayan bir çocuğun  yaptığı  bir cürümden dolayı  hakkında te'dib ve tehzib  maksadiyle  yapılan ta'zirdir. Te'dib ise  hafif ceza ile ıslah ve terbiye etmekdir.

180 - (Tekaüdüm) : Melhuz bir mazarratın def ve izalesi için alâ­kadarlara evvelce vaki olan tavsiye, ve tenbih demekdir.

181 - (Tek ad ü mi ahd) : Bir hâdiseden sonra takibat yapılmaksı­zın muayyen bir vaktin geçmesi, müruru zaman vuku bulmasıdır.

182  - (Tarariyyet) :   Yankesicilik   demekdir.     Yankesiciye,  yani uyanık bir kimsenin hıfz etmek istediği bir. malını gafletinden bil'istifa-de bir hiyle ile çalan şahsa «tarrar* denir ki, sârik hükmündedir.

183 - (Telkini rücu) : Zina fazihasını ikrar eden bir şahsa hâkim tarafından «belki aranızda bir nikâh var idi» veya «bu hâdise bir şüb-heye mebni vuku bulmuş olmasın» veya «bir rüya görmüş olmayasın» gibi bir veçhile yapılan sualdir.

184 - (Tesebbüben cerh) : Bir kimsenin mecruhiyetine sebeb ol­mak, yani: bir şeyde bir insanın âdete nazaran yaralanmasına müeddi olan bir fi'li ihdas eylemekdir. Tariki âmda müsaadesiz kazınılan bir ku yuya birisinin düşüp yaralanması gibi.

185 - (Tesebbtiben kati) : Bir insanın ölmesine sebebiyet vermek-dir. Yani: Bir şeyde bir şahsın cereyanı âdet üzere telef olmasına sebe­bi müfzi olan bir fi'! vücude getirmekdir. Âmmeye mahsus bir yol üzc-rinde açılan bir kuyuya bir kimsenin düşüb ölmesi gibi.

186 - (Tesebbtiben sirkat) :  Bir kaç şahsın birden mahaii  hırz? gizlice girib aldıkları malları içlerinden birine yükleyerek  harice çıkar­maları suretiyle olan sirkatdir.

187 - (Teşhir) : Bir mücrimin yüzünü karaltarak veya kendisini bir merkebe tersine bindirerek şehir içinde dolaştırmak dır. Bu gibi eş­hası halka ilân etmeğe «tecrîs» de denir.

188 - (Teşhiri silâh)  : Bir şahsa karşı kati veya cerh kasdilo üi-iâh  çekmekdir.  Üzerine böyle silâh çekilen    kimseye  de   «müşteherün aleyh» veya «meşhurun aleyh» denilir.

189 - (Töhmet) : Zan ve tevehhüm olunan haslet ve sübutü ha-îinde ceza ve muahezeyi müstebâm suç demekdir.

Bir kimseye töhmet ilka ve isnad etmeğe «itham» ve «ittiham» de­nildiği gibi töhmetlü şahsa da «müthem» ve «müttehem» denilir. [19]

 

( Ü )

 

190  - (Ukubet) : Ceza ve az&b manasınadır ki, darb ile, habs ile, kat'ı uzv ile veya kati ve recm ile yapılabilir. Cem'i: ukubattir. Ikab, muakebe lâfızları da azaba, ta'zibe mahsus tâbirlerdir. Azab, cürmü takib edeceğinden bu münasebetle azaba «ukubet» vesaire adı ve-rilmişdir.

191 - (Uzuv) : Bedeni terkib ve teşkil eden herhangi bir cüzü. Cem'i: âzadır. Bir cemiyet ve  heyeti teşkil eden ferdlerden her birine de mecazen uzv denir. Bedenin uzuvlarına mensöfe olan, cemad kabilin­den bulunmayan, neşvü nemaya müstaid görülen şeye de «uzv!» denir. Cem'i: uzviyyatdır. [20]

 

( V )

 

192 - (Vekâlet fiddeın) : Kısas dâvalarında müddeî veya müddea aleyh canibinden bir kimsenin vekîl tayin edilmesidir.

193 - (Velayeti eeraim) :  Halk arasında tahaddüs eden cürüm­ler, yolsuz hareketler hakkında idarî, siyasî bir kısım tedbirler ittihazı­na me'zuniyet ve salâhiyettir. Buna «velayeti mezâlim» de denir. Bu va­zifeyi deruhde eden zata da «valii ceraim», «valii mezalim» unvanı vo-rilmişdir.

194 - (Velayeti kısas) : Kısas ettirmek hakkına mâlikiyetdir. Bu hakka mâlik olan kimseye de «veliyyi kısas», «men Ichüi'kısas», «veliyy: katil», «veliyyi cinaye»  denilir. [21]

 

( Y )

 

195 - : Me'yusiyet, bir  şey  hakkında ümitsiz  bulunmak, matlûb bir şeyin vukubulacağından Ümidi  kesrnekdir. Kat'ı emel. Bunu «kunut» da denir.

196  - (Ved) : Eİ, nimet, minnet, kuvvet, kudret, malikiyet, cema­at, kuddam mânâlarını ifade eder.  «Fülân şey fülânın yedindedir.»  de­mek, onun mülkündedir demek olur. Cem'i ^eyadî» dir.

197  - (Yakaza)  :  Uyanıklık   hali:  Uyanık   kimseye   de «yakzan denir, ikaz da uyandırmakdır.[22]

 

(Z)

 

198 - (Zina) : Bir akdi şer'îye müstenid olmaksızın bü'ihüyar ya­pılan haram bir mücameatdir. Ki, bunu irtikâb eden erkeğe «zani», ka­dına da «zaniye» denir. Bu haram mukarenet, kendi ihtiyarile olmayan erkeğe «mezniyyün bili», kadına da «mezniyye» ve «mezniyyün biha» de­nilmesi şayidir.

199  - (Zor)  : Yalan. Hilafı hakikat şey. Mâsİvaullah. Yalan yer? şahadet edene «şahidi zor» denir.

200  - (Zühuk)  :  Helak  olmak, bâtıl  ve  muzmahil  olmak, ruhun bedenden .alâkasını kesmesi, okun nişandan tecavüz etmesi. [23]

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

İSLAM   HUKUKUNDA  CİNAYETLERE   MÜTEALLİK MESELELER HAKKINDADIR.

 

İÇİNDEKİLER : Cinayetin mahiyyeti ve nevileri. Haksız yere ya­pılan katilleri» ve cerhlerin nevileri. Cinayetlerden dolayı tatbik edile­cek cezaların nıahiyyetleri ve bunların tatbik edilmelerindeki hikmet ve maslahat. Diyetlerin nevileri ve nükdarlan. Diyetlerin ödenecekleri va­kitler. Diyetlerin lüzumundaki şartlar. Âkilemu mahiyyeti ve mükelle­fiyeti, âkile usulünün içtimaî ehemmiyeti. Cinayetlerin hükümleri. Kat-ii nef&den dolayı kısas icra edilmesi için vücudt icab eden şartlar. Azaya iihI cerh ve kat'dan dolayı kısas yapılabilmesi için vücudi iktiza eden şartlar. Kısas hakkına mâlik ve kısası istifaya selâhiyetli olanlar. Kısa­sın ne veçhile istifa edileceği. Kısası îskat edecek şeyler. Afüv ve ibra­ya müteallik bazı hükümler. Cinayetler ile cezalar arasındaki tedahül­ler ve nıünferid ve'gayri münferid cinayetler. ttazı ameller neticesinde meydana gelen katü ve telef hâdiseleri. varların yıkılmasından mün l»ais ölüm hadisleri. Müdafaai me^nıa halindeki kati hâdiseleri. Hayvan­lara müteallik cinayetler. Cinayetlerin ne veçhile sabit olacağı. Ceninin mahiyyeti ve nevileri. İskatı ceninin esasen bir cinayet olduğu. Iskatı «enine müteallik bazı hükümler. Kasameniıı ve levsin mahiyetleri. Kasa-meıım lüzumundaki maslahat ve hikmet. Kasame icrası için muktezİ siirtlar. Kasameye ve diyete dahil olub olmayanlar. Kasame ile diyetdeıı ilıra. Kasame hakkında muhtelif mezahibi fıkhiyye. [24]

 

Cinayetin  Mahiyyeti   Ve Nevileri  

 

201 - : Cinayet, esasen muahezeyi istilzam eden herhangi bir cü~ i umden, herhangi memnu bir fi'li irtikâbdan ibaretdir. insanların gere;; nefislerine ve gerek uzuvlarına, kuvvetlerine, ırzlarına, mallarına teal-lûk eden herhangi haram, memnu bir fi'l, bir cinayetdir. Şu kadar var ki, canlı ve cansız mallara teallûk eden cinayetler; gasb, rıehb, sirkat, itlaf gibi namiar ile yad olunur. Bunlara dair islâm hukukunda müsta­kil kitaplar mebhasler mevcuttur. Biz burada asıl insanların hayat iiinna veya uzuvlarına, kuvvetlerine müteveccih olan cinayetlere dair malûmat  vereceğiz.

Mukaddimede de zikr olunduğu üzere cinayet, fıkıh ıstılahınca «in--siLrun nefsine veya âza ve kuvasından herhangi birine teallûk eden mem­nu bir fi'lden ibaretdir ki, ya kısas veya zamanı mucib olur.

202 - : Cinayetler, tarifinden de anlaşıldığı üzere başlıca iki ne­vidir. Biri, masum bir kimsenin haksız yere nefsi hakkında yapılan, onun hayatdan mahrumiyetini intaç eyleyen cinayetdir ki, buna «cinayet fin-nefs» denir. Bir insanı haksız yere öldürmek gibi.

Diğeri de bir kimsenin âzası, kuvası hakkında haksız yere .yapılan cinayetdir ki, cerh, kat', havas ve kuvayı tatil suretiyle yapılır. Buna da. «cinayet fiVetraf», «cinayet mâdûnen"nefsadı verilir.

203 - : Nefse müteallik cinayetler, katil suretiyle vücude gelir. Katil ise, bir kimseyi öldürmek, bir zî hayatı hayattan mahrum etmek demekdir ki, «cesedden ruhi izhak ve izale eden, müessir bir fi'b diye tarif olunur. Bir hayat sahibini öldürene katil, öldürülene de maktul de­nilir.

204 - : Azaya, kuvaya müteallik cinayetlerde cerh, şec, kat', ta­til suretiyle yapılır. Şöyle ki: cerh bir şeyde yara vücude getirmek, her­hangi bir uzvu yaralamakdır. Fakat fıkıh ıstılahınca cerh, baş ile yüz­den başka uzuvlarda, vücude getirilen yara demekdir.

Şec ise bağda veya yüzde yara vücude getirmek, bunları cerh et-" mek demekdir, maamafih başda veya yüzde vücude getirilen yaralara da şec ve şecce denilir.

Kat'ı uzuv da insanın bir uzvunu kesmek, bedeninden ayırmak ye­rinde kullanılmaktadır. Uzuv mesabesinde bulunan bir şeyi kesip itlaf etmek de bu kabildendir. El, ayak, parmak, tırnak, kulak, dudak, ağız, burun gibi uzuvları kesmek ve göz, diş gibi uzuvları çıkarmak, kırmak ve kirpikleri, kaşları, baş saçlarını yolup koparmak, tıraş etmek bütün bunlar kat' sayılır.

Havas ve kuvayı tatil ise bir uzvu âtıl bırakmak, hılkatindeki gaye­den mahrum etmek, o uzvu faaliyetinden ayırmak, sekteye uğratmak demektir. Yani: Azanın kendileri baki olduğu halde hassalarını, menfa atlerini, vasıflarını izale etmekden ibarettir. Görme, işitme, tatma, kok­lama, anlama, kuvvetlerini, mücameat ve tevlid kudretini, tutma ve yü­rüme iktidarını gidermek, dişlerin rengini siyah, sarı, kırmızı veya ye­şilimtırak bir hale getirmek bu kabildendir. Bedayi, Hindiyye, Kamus. [25]

 

Haksiz Yere Yapılan Katillerin Nevileri:

 

205 - : Cezayı müstelzim olan katiller, aşağıdaki vechüe beş ne­vidir:

(1) : Amden katildir ki, Öldürülmesi meşru olmayan bir inşam Ma­tı carihadan veya o hükümdeki bir şey ile kasden öldürmekdir. Bir şah­sı kılıç ile ve kurşunla kasden vurub öldürmek gibi.

(2) : Şİbhi amddir ki, öldürülmesi caiz olmayan bir inşam âlâtı ca-rihadan sayılmayan bir şey ile kasden öldürmekdir. Küçük bir ağaç veya taş  parçasiyle veya bir  iki tokat vurulmasiyle  husule  gelen katil git Buna «şibhül'hata» da denir. Çünkü bu katil, kasde mukarin olduğu için amde benzer, kendisinde katil âleti değil, tedib âleti kullanıldığı cihetk-de hataya müşabihdir.

Galib hâle nazaran helake müeddi olacak büyük taş veya büyük değnekle vukua gelen bir katil de îmamı Âzam'a göre şibhî amddir. Fa­kat İmameyne göre vesair müctehidlere göre bu, amden katildir, velev ki kullanılan o büyük taş veya değnek, vücudt cerh edecek, delebileceU bir durumda bulunmasın.

Küçük  bir değneğin  mütevaliyen vurulması neticesinde husule  ge len bir kati ise Hanefî müctehidlerince §ibhi amd olduğu halde İmamı. Şafiîye göre amdden sayılır.

Bir şahsın boğazına ip takılarak sıkılmak veya asılmak suretıyîe kati edilmesi de imamı Âzam'a göre şibhi amd, îmameyne göre amd sa­yılır.

Şunu da ilâve edelim ki: Cârin olmayan bir âlet ile kasden vuku bu--lan bir katlin-şibhi amd olması, cerhe mukarin olmadığı takdirdedir. Cerhe mukarin olursa amden kati hükmünde olur.

Binaenaleyh sopa ile kasden döğülen bir şahsın bir uzvu mecruh olub da bundan müteessiren vefatı vuku bulsa rîarıbı hakkında katli amd cezası tertib edilir.

(3) : (Hataen kati) : Bir İnsanı kasde mukarin olmaksızın bir yanlışlıkla öldürmekdir. îki kısma ayrılır:

Birincisi: Failin zannında vuku bulan hatadır. Av veya başka bit şahıs zanniyle atılan kurşun ile bir İnsanın Öldürülmesi gibi. Fakat bir insanın muayyen bir uzvuna atılan bir kurşun veya havale edilen bir kılıç, o insanın diğer bir uzvuna isabet ederek mevtini intaç etdiği tak­dirde amden bir kati hâdisesi vücude gelmiş olur.

İkincisi: failin fi'linde vukua gelen hatadır. Muayyen bir insana ve ya bir hedefe atılan kurşun ile diğer bir insanın kazaen öldürülmesi gibi.

(4) : Hata mecrasına carî katildir ki, gayri ihtiyarî bir fi'î ile vu­kua gelen ölüm hadisesidir. Uyumakda bulunan bir şahsın, üzerine düş­tüğü bir kimseyi öldürmesi gibi. Bir hamalın arkasındaki veya elindeki yükün kazara düşerek bir insanı telef etmesi de bu kabildendir.

(5) : Tesebbüben katildir ki, bir insanın Ölmesine sebebivet ver-mekdir. Yani: bir şeyde bir ademin cereyanı âdet üzere telef olmadın:) sebebi müfzî olan bir fi'l vücude getirmekdir. Bir şahsın âmmeye an' bir yol üzerinde izinsiz olarak kazıdığı kuyuya veya yığmış olduğu taş ların Üzerine bir kimsenin düşüp ölmesi gibi.

Tariki, âmme dökülen kaypak bir şey yüzünden bir kimsenin gö­çerken ayağı kayarak düşüp telef olması da bu cümledendir.

Tesebbüben kati, manen katil ise de aureten katil değildir. Bunun mukabili «mübaşereten kati» dir ki, bir kimsenin bir şahsı amden veya hataen bizzat vurup öldürmesi demekdir. Bu, hem manen, hem -de aure­ten bir katildir.

îkrah tarikiyle olan kati de mülcî olan mücbire nazaran mübaşere-_ten kati sayılır. Çünkü mükreh, mücbirin bir âleti icraiyyesi mesabesin­de olduğundan asıl katle mübaşeret eden, mücbir olmuş olur. Bedayi, Kâfi, Hindiyye.

«  (Mâlikîlere göre katiller, başlıca şu üç nev'e ayrılır:»

(1) : Mübaşereten kati '*- İtlaf: harbî olmayan bir mükellefin bir ma'sumüddemi bir âleti cariha ile ve kati kasdiyle vurub Öldürmesidir.

Maamafih bu vurmakla kati kasdedilmese de vurulan şahıs Zeyd, zannedilirken Amr olduğu belirse de yine bu kati, mübaşereten itlaf sa­yılır.

(2) : îtlâf bissebeb. Bir kimsenin herhangi bîr yerde velev ki ken­di evinde kuyu kazması, veya yol üzerine kayılacak şeyleri atması, veya yola hayvan bağlaması, veya kelbi  akur edinmesi gibi bir suretle bîr şahsın ölümüne sebebiyet vermesidir.

(3) : Hataen kati: Bir  kimsenin bir şahsı   ya   lâtife veya  te'dih maksadiyle küçük odun parçası veya kamış gibi bir gey ile vurub Öldür­mesidir. Bu nıaksad için kıhc gibi öldürücü bir şey kullanılmış olursa amd sayılır. Şerhi Ebil'berekât.)

(Şafiîlere göre de nefs hakkındaki cinayetler şu üç kısma ayrılır:

(1) : Amden kati, muayyen bir şahsı kasd ederek galib hale na­zaran insanı öldürecek bir şey ile veya ağır bir cisim ile o şahsı öldür­mek dir.

(2) : Şibhi amd, bir şahsı galibi hale nazaran insanı öldüremeye-cek bir şey ile, meselâ asa ile veya kamçı ile vurub öldürmekdir.

Bir kimseyi öleceği bîr yerine iğne sokmakla öldürmek amd sayı­lır. Başka bir uzvuna iğne sokub teverrümüne, teessürüne badi olmak suretiyle öldürmek de amdden maduddur. Fakat böyle bir eser zuhur etmeksizin derhal ölse şibhi amd olmuş olur. Bir kavle göre bu da amd-dîr. Diğer bir kavle göre bu, bir cinayet sayılmaz.

Kezaiik: Bir kimse, bir şahsı habs edib taamdan, sudan, bunları te-lebden men ederek ölümüne sebebiyet verse bakılır: Eğer galib hale na­zaran insanın öleceği mikdar bir zaman geçmiş olursa bu bir amddir. Fakat daha bu kadar müddet geçmeden, yani: o şahıs evvelce aç ve su­suz olmayıb habs edildiği müddet de açlıkdan, susuzluktan ölecek mîldarda bulunmasa bu esnadaki ölüm, şibhi amd olur.

 (3) : Hataen kati: Bir kimsenin bir ağaca attığı taşın isabetiyle bir şahsın düşüb ölmesi gibi bir ölüm hadisesidir. Bir kimsenin bir şahı-üzerine bilâ kasdin düşerek Ölümüne sebebiyet vermesi de bu kabilden* dir. Minhacüt'talibîn.)

(Hanbelîlere göre de katiller üç kısımdır:

(1) : Kati amddir ki: canının masum bir kimseyi insan olduğunu bildiği halde kendisiyle öleceğine zanm galib bulunan bir jey ile kasdcn öldürmesidir.

(2.) : Şibhi amddir ki: Bir kimseyi galib hâle nazaran insan öldü­rebilecek bir şey ile yaralamak sızın vurub Öldürmekdir.

(3)  : Katli hatadır ki, yapılması caiz bir şey yapılırken bu yüzdnn istemeksizin bir kimsenin ölümüne sebebiyet vermekdir. Ava atılan bir Turşunla masumüddem bir şahsın kazara vurulması gibi. Mübahüddem .annedilerek öldürülen kimsenin masumüddem bir insan olduğunun tebeyyün etmesi de bu kabildendir. Neylül'meârib.)

(Zahirîlere göre de kati iki kısımdır, bunun üçüncü bir kısmı yokdur. Şöyle ki:

(1)  : Katli amd,  bir müslümani  haksız  yere insanı öldürecek bir şey ile vurub Öldürmektir.

(2) : Katli hata, bir şeye atılan ve emsalinin iaabeüyle bazan ölün; hâdisesi vücude gelen bir şeyin kasd edilmeksizin bir müslime çarpara!: ölümünü intaç etmesi  gibi.

Bir müslümana kazara çarparak ölümüne sebebiyet vermek veyj\ darı harbde gayri müslim sanılarak bir müsîümanı öldürmek de katlı hata kabilindendir.

Haddi zatında muhtî olan bir kimsenin kendisini muhik sanarak bir te'vile mebni birisini öldürmesi de bu kabilden sayılır.

Bir kimseyi, hiçbir insanı emsalinin Öldüremeyeceği bir şey ile vu­rub öldürmek ise ne amddir, ne de hata. Bundan dolayı faili hakkınd* yalnız te'dib lâzım gelir. Elmuhallâ.) [26]

 

Haksız Yeee Yapılan Cerhlerin Nevileri

 

206 - : Cerhler, amde mukarin olub olmamak itibariyle şöylece dört nevidir:

(1) : Amden cerhdir ki, bir insanı gerek bir âleti carihe ile ve ge­rek başka bir şey ile haksız yere kasden yaralamakdır.

Cerhlerde «şihhi amd» yokdur. Katle nazaran şibhi amd olan» cer­he nazaran amddir.

(2) : Hataen cerhdir ki, bir insanı kasde mukarin olmaksızın ka zara yaralamakdır-  Av zanniyle atılan bir  kurşunla bir  insanın  yara­lanması gibi.

(3) : Hata hükmünde cerhdir ki, ihtiyara mukarin olmayan bir fil ilo vukua gelen yaralanmakdır. Buna «hata mecrasına carî cerh» de de­nir. Bir hammahn arkasındaki  yükün kazaen düşerek  bir insanı yara-/' laması gibi.

(4) : Teaebbüben cerhdir ki, bir kimsenin yapmış olduğu bir şey ile vücude gelmesine istemeksizin sebebiyet vermiş olduğu yaralanmakdir. Bir şahsın âmmeye aid bir yolda müsaadesiz olarak kazımış olduğu ku­yuya, veya yığmış olduğu keresteler üzerine bir insanın düşüb yara­lanması gibi. Kat'ı azanın aksamı da cerhin envai gibidir.

207 - : Başdan ve yüzden başka uzuvlardan birinde tahaddüs edib eürh, cirahe namını alan yaralar iki kısımdır:

(1)  : Câifedir ki, cevfe kadar nüfuz eden yaradır. Göğüsde, arkada karında açılan yaralar gibi.

(2)  : Gayri câifedir ki, cevfe nüfuz etmeyen yaradır.  Elde, ayak-da, boyunda vücude gelen yaralar gibi.

208 - : Başda veya yüzde vücude gelib şec  ve  şecce adını  alan aralar da mukaddimede de beyan olunduğu üzere - şöylece on bir kısımdır,

(1)   : Hansa,  bir yaradır ki kan çıkmaksızın yalnız deri  yırtılmış olur.

(2)   : Damıa,  bir yaradır ki,   kendisinden seyelân   etmeksizin  göz yaşı kadar kan çıkmış olur.

(5)   : Mütelâhime, bir yaradır ki, deri ile beraber epeyce de et ke­silmiş olur.

(6)   : Simhak, bir yaradır ki, et kesilmiş, et ile baş kemiği arasın­daki ince zar gibi deri görünmeğe başlamış olur.

(7)   : Muziha, bir yaradır ki, et ile baş kemiği arasındaki zar gibi olan deri yırtılıb kemik meydana çıkmış oîur.

(8)   : Hâşime, bir yaradır ki, bunda-kemik kırılmış olur.

(9)   : Münakkile, bir yaradır ki, kemik kmhb yerinden oynamış ve­ya ufanmış olur.

(10) : Amme, bir yaradır ki, et kesilib dimağ ile kemik arasında­ki, deri meydana çıkmış olur.

(11) : Damığa, bir   yaradır  ki, ümmüddimağ  denilen   deri  yırtıl­mış, dimağ yaralanmış olur. Bedayi, Bahri Raik. Damiye, kendisinden göz yaşı kadar kan çıkıp  seyelân edan Bâzia, bir yaradır ki, deri  ile beraber biraz da  et kesilmiş

Cinayetlerden dolayı tatbik edilecek cezaların mahiyetleri ve bun­ların   tatbik  edilmelerindeki hikmet  ve  maslahat:

209 - : Cinayetlerden dolayı   derecelerine   göre ceza  vermek   bir esasdır.   Mücrimlere  böyle  cürümlerile   mütenasib   bir  suretde   ceza  ve­rilmesi ;   hem   ferdlerin,   hem de   cemiyetlerin   menfaatleri   icabâtmdan-djr.

Filhakika efradın hukukuna münafi, muhitin asayişini muhil, âm­menin huzur ve emniyetini sâlib olan cürümlerden, cinayetlerden do­layı adalet ve müsavat esaslarına uygun, icabına göre mütefavit de­recelere münkasim ve alel'ekser halkın ahlâkını ıslaha hadim, ibret bahs bir suretde tatbik edilecek cezalar sayesinde hem efrada karşı haksız yere vuku bulmuş olan tecavüzler mümkün mertebe tazmin edil­miş, hem de fena hareketlerin çoğalmasına sed çekilerek içtimaî he­yetin muhtaç olduğu asayiş ve emniyet temin altma alınmış olur.

îşte islâm hukukunda bu gayeye hizmet için cinayetlerden dolayı habs, kısas, diyet, gurre, mirasdan mahrumiyet, keffareti kati gibi ce­zalar mevcuddur, bilhassa bu babda uhrevî mesuliyetin dehşet ve aza­meti de ayrıca nazarı intibaha vaz edilmişdir. Biz bunları sırasiyle aşa­ğıda bir mikdar izah edeceğiz:

210 - : Habs,  esasen ahkâmı  kazadandır, idarî ve  siyasî bir ce­zadır.   Bazı  cürümlerden  cinayetlerden  dolayı  alâkadar olanların,  salâ-hiyetdar  makamların  karariyle   habs  edilmeleri   meşrudur.  Bazı mütte-hemlerin  göz  habsine alınmaları,   mahkemede   muvakkaten  tevkif  edil­meleri de  ihtiyatî  tedbirler  cümlesindendir.

Habsin   meşruiyeti,   kitabullah   ile,   sünneti   nebeviyye   ile   sabittir. nazmı kur'anîsindeki nefiden murad, habsdir. Çünkü bir şahsı yer yüzünden nefy etmek, büsbütün çıkarıb harice atmak mu­tasavver olmadığından bu nefiden murad, onun yer yüzünde dolaşıp durmasına,   savuşub  kaçmasına  meydan  vermemekdir.

Resuli Ekrem, sallâllahü aleyhj vesellem Efendimiz, bir tohmet-den dolayı bir kişiyi habs etmişdi, Hassafın rivayetine nazaran Hicaz ahalisinden bir taife arasında münazea zuhur ederek bir kişi katledil-mişdi. Nebiyyi Zîşan hazretleri gönderdiği bir memur ile bunları habs etdirmişdi.

Peygamber Efendimizle Ebubekir hazretlerinin zamanlarında hu­susî mahbushaneler yok idi, mescidi şerifde veya dehlizinde habs edi­lirdi. Hazreti Ömer, Mekkei Mükerreme'de dört bin dirheme bir hane satın alarak bunu hapishane ittihaz etmişdir.

Bİr rivayete göre de Hazreti Osman'ın zamanına kadar habishane yok idi, ancak imam Ali Hazretleri hilâfeti esnasında kamışlardan nafi» adında bir mahbushane yapdırmışdi. Fakat bu, pek metîn olmadı­ğından hırsızlar tarafından delinerek içine girilmiş ve bazı mahbuslar bundan firar etmişlerdi. Bunun üzerine Hazreti Ali, «Mahyes» adında taşdan, çamırdan müstahkem bir habishane bina etdirmişdir. îmam Ali Hazretlerinin bunu tesis etmesi, bir çok sahabei kiramın huzurlarında vuku bulmuş, buna muhalefet edenler bulunmamışdır. Bu cihetle hab* sin cevazı, meşruiyyeti, muktezai maslahat olduğu hakkında icma da husule gelmişdir.

Mahyea, tahyîs mahali demekdir. Tahyîs ise tezlîl manasınadır. Cevhere,  Fethülkadîr.

211 - : Kısas da cinayetlere mahsus bir cezadır. Katili maktul mukabilinde Öldürmek bir kısasdir. Mecruh veya maktu olan bir uzuv mukabilinde carin ile katım ona mümasil olan uzvunu cerh veya kat1 etmek de bir kısasdir.

Kısas, esasen müsavat mânâsını müş'irdir, cürüm ile ceza arasın­daki matlûb mümaseletin bir neticesidir.

Kısaslar, nefse ve azaya aid olmak üzere iki kısımdır: Birine «kı­sas finnefs** diğerine de «kısas fü'etraf» denir. Kısas hakkına mâlik olan kimseye «veliyyi kısas», «veüyyi cinayet», «veliyyi kati» denir. Kısas ettirmek hakkına malikiyyete de «velayeti kısas» denilir.

Kaved tabiri de mutlaka kısas yerinde müstameldir. Maamafih çok kere  «kısas finnefs»  yerinde kullanılır. Mukaddimeye  müracaat!

Kısasın meşruiyyetine gelince bu, kitabullah ile, sünneti nebeviy-ye ile, icmai ümmetle sabitdir. Bunun hikmeti teşriiyyesi ise bedihîdir.

Filhakika kısas, medarı',h a yat olan pek faideli bir cezadır. Malûm olduğu üzere bir takım kimseler, cinayetlere atılmak istidadında bu­lundukları halde mücerred kısas korkusiyle bu İatidadlarına muhalefe­te çalışırlar, kısası müstelzîm olacak hailelerden geçinerek canlarını kurtarmış olurlar. Cinayetlere kurban olacak bir kısım kimselerin ha­yatları da bu sayede tecavüzlerden kurtulur, ve böyle bir ceza âmme hakkında da cinayetlere temayülden men'e vesile olur. Bunun netice­sinde de bir içtimaî heyetin umumî hayatı, emniyet ve selâmeti siya-net edilmiş olur. İşte âyeti kerimesi de bu hakikati nâtıkdır.

Bu âyeti kerime ile buyurulmuş oluyor ki, ey evhamdan azade, mükemmel akıllara sahip olanlar! Sizin için.kısasda büyük bir hayat vardır, kısas sizin hayatınızı korumaya mühim bir vesiledir, Hak Te-aiâ bunu bir ceza olmak üzere tayin ve teşri buyurmuşdur. Tâ ki, ci­nayetlerden sakınasınız, kısası icab eden memnu fiillere cür'et göster-meyesiniz.                                                                     .

Maahaza kısas, şahsîdir, insaniyet bakımından bir müsavat esa­sına müsteniddir, her maktul veya mecruh mukabilinde şeraiti mevcut olunca yalnız katili kati edilir, carihi cerh edilir, başkalarının hayatla­rına, uzuvlarına dokunulmaz. Halbuki cehalet devrelerinde kati, cerh, cezası şahsî değildi, meselâ: yüksek sayılan bir insan mukabilinde mü-teaddid kimseler öldürülürdü, bu yüzden aşiretler, cemiyetler arasında bir intikam duygnsiyle senelerce mukateleler devam ederdi. Kısas ise bu zalimane hareketlere nihayet vermiş, cezadaki şahsiyet esasım te­yit etmiş, bu cihetle de âmmenin hayatını siyanete medar olmuşdur.

Bir de kısas, gerek mecruhun şahsına ve gerek maktulün vârisle­rine karşı kâfi derecede teşeffii sadrı temin, elemleri teskin edecek bir zeman mahiyetinde bulunarak intikam hissinin fazla suretde galeyanı­na sed çeker.

Şunu da ilâve edelim ki, islâm hukukuna nazaran- caniler hakkın­da kısas icra edilmesi, her halde müîtezem değildir. Bir kısım cinayet­ler, hiç de istenilmediği halde bir tehevvür neticesi olarak vücude ge­lebilir, bir nice caniler, bir hiddet saikasiyle yapmış oldukları cinayet­lerden dolayı bilâhare derin bir elem duyabilirler. Artık bu gibi cani­lerin evliyai cinayet tarafından af edilmeleri, tekvadan, mürüvvet ve keremden maduddur. Nitekim Kur'anıkerîm'de

buyurulmuşdur.

Yani : bir fenalığın cezası, onun gibi bir fenalıkdır, cezanın cü­rümden fazla olması caiz değildir. Hattâ her kim cezayı afüv eder, arayı ıslah ederse onun mükâfatını Allah Tealâ verir, Hak Tealâ Haz­retleri zalimleri .sevmez, haddi -tecavüz etmeye razı olmaz.

Bir hadisi şerifde de buyurulmuştur. Yani: dün­ya ve ahiret ahlâkının en âlicenabâne olanı için sana rehberlik edeyim mi?. Bu ahlâk, senden kesileni, seni arayıb sormayanı senin arayıb sor-mandir, senden esirgeyene senin lûtf ve ihsanda bulunmandır. Ve sa­na zulm edeni senin af etmendir. Taberânî.

212 - : Diyet denilen ceza da, bir nevi tazminat mahiyetinde bu­lunan bir cezai nakdî demekdir. Cinayet sebebiyle mecniyyün aleyhe veya varislerine verilir. Ve «katil suretiyle yapılan cinayetlerde mak­tullerin nefislerine bedel ve uzuvlarda yapılan cinayetler de cerh veya kat edilen uzuvlara bedel cani veya cani ile âküesi üzerine lâzım gelen maldır» diye tarif olunur.

Diyet vermesi lâzım gelen şahsa «men aleyhiddiye» denildiği gibi diyete müstahik olan kimseye de «men lehüddiye» denilir.

Diyetler, diyeti kâmile, diyeti mugallâza namiyle de iki kısma ay­rılır. Şöyle ki: kati edilen şahsın nefsine bedel caniden veya cani ile âkilesinden alınan tam diyete «diyeti kâmile» denir ki, mikdarı ileride görülecekdir.

Şibhi arad suretiyle vuku bulan bir katilden dolayı verilmesi lâzım gelen diyete de «diyeti mugallâza» denir ki, diyetlerin deve cinsinden verileceği  takdirde" nazara  alınır.   Nitekim   atiyen  beyan olunacakdir.

Cerh ve kat' edilen azada ndolayı verilmesi' lâzım gelen diyetlere «erş» adı da verilir ve iki kısma ayrılır. Şöyle ki: uzuvlara mahsus, mikdarı şer'an muayyen olan bir diyete «ûrşi mukadder» denildiği gi­bi uzuvlara aid, mikdarı şer'an gayri muayyen olub ehli vukufun tak­dir ve tayinine muhavvel bulunan bir diyata da «ersi gayri mukadder» veya hükümeti adi denilir.

Hükümeti adlin mahiyyetini tefsir hususunda bervechi âti üç kavi

vardır:

(1) : Cerh edilen şahsın yarası iyi olub da ayıbı  mucib  bir eser bırakdığı takdirce bu şahsın bür'i tam bulduğu zamana kadar muhtaç olduğu nafaka, tabib ve ilâç parası bittakdir kendisine verilir. îşte bu, bir hükümeti adildir.

(2) : Hükümeti adi, muziha denilen  yaraya  nazaran   mikdarı   ta­yin edilen bir erşdir. Şöyle ki: vukua gelen yara ile muziha arasındaki mikdar tayin edilerek  muzihanın ersinden bu  mikdar nisbetinde diyet verilir.

Meselâ : o yara muzihanın sülüsüne veya rub'una müsavi olsa muzihaya mahsus diyetin sülüsü veya rub'u mikdarınca diyet verilmek icab   eder.

Yarayı bâzıa denilen bir ceriha farz edelim. Bu bâzıa, muzihanın dörtte biri nisbetinde bulunsa bunun ersi, muzihaya aid ersin dörtde biri olmuş olur. Muzihanın ersi ise - ileride bildirileceği üzere - diye­ti kâmilenin nısfı öşrü, yani yirmide biridir.

 (3) : Yarası iyileşdikden sonra kendisinde aybı mucib bir eser ka­lan mecruh, memlûk farz edilerek bir kerre o eserden salim, bir kerre de o eser ile ayıblı bulunduğuna göre kendisine ehli hibre marifetiyle bir kıymet takdir olunur, bu iki kıymet arasındaki tefavüt, salimen kıy­metin kaç d a birine müsavi ise o nisbetde diyet mikdan, hükümeti adi olmuş  olur.

Meselâ: mecruh salimen bin lira, ayıblı olarak dokuz yüz lira tak­dir olunsa aradaki yüz Ura, salimen kıymetin onda birisine müsavi ol­duğundan diyetin onda biri olan yüz dinar, hükümeti adi olur.

Kezalik : mecruh, salimen yüz bin, o cerihadan dolayı seksen bin kuruş kıymetinde takdir olunsa iki kıymet arasındaki yirmi bin kuruş,

sâîimen kıymet olan yüz bin kuruşun beşde biri olduğundan bu halde diyetin beşde biri olan iki bin dirhem, hükümeti adi olmuş olur.

Hükümeti adi hususunda müftabih olan da bu üçüncü kavüldür.

Bir de «hükûmetül'dem» vardır ki, bu da şecce veya cirahesi iyi-leşib eseri kalmamış olan meşcuc veya mecruh için çekmiş olduğu elem­den dolayı ehli vukufun takdir edeceği bir erş, bir zeman demelidir.

Böyle  bir  hâdiseden dolayı bu  suretle  bir  diyet  verilmesi,   imam

Ebu Yûsüf'e göredir, İmam Muhammed'e göre bu  hâdisede  yalnız tabib ücreti -lâzım gelir. İmamı Âzam'a göre ise elemler gibi ruhî halet, mütekavvim  olmadığından   bunlardan   dolayı    diyet,   zeman   ;âzım gelmez. Mebsut,, Bedayi,  Reddül'muhtar.

Diyetlerin meşruiyeti de, kitabullah ile, sünneti seniyye .ıe ve üm­metin icmaîle sabitdir. Hata tarikiyle öldürülen müminle.e, zimmîlere, muahidlere  diyet verilmesini âyeti kerimesi âmirdir.

Yani: bir mümine lâyık olamaz ki bir mümini Öldürsün, meğer ki, yanlışlıkla ola. Kim ki bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mümin kul azad etsin, ve ölenin varislerine de diyet versin. Meğer ki onlar bu di­yeti, bu kan bahasını katile bağışlasınlar, tesaddukda bulunsunlar. Eğer öldürülen şaüıs, mümin olduğu halde size düşman olan bir cemaat ara­sında, yani dari harbde kalmış bir kimse ise ytne bir mümin kul azad edilmesi lâzımdır. Ve öldürülen şahıs, aranızda - zimmet veya istiî-man, muahede suretiyle - ahd ve misak bulunan bir kavmden ise vâ­rislerine diyet verilmesi, ve bir mümin esir azad edilmesi icab eder. Bunlara gücü yetmeyen de töbesinin kabulü için biribiri ardınca iki ay oruç tutsun. Allah Tealâ alimdir, hakimdir. Bütün bu emirleri birer hikmete  müsteniddir.

Diyet İtasının hikmeti teşriiyyesine gelince bu da bedihî demekdir. Şübhe yo kki bazı cinayetlerden dolayı, diyet ve saire namile bir malî cefanın mevcudiyeti bir takım hayırlı gayelere müteveccihdir. Ezcüm­le böyle bir ceza, bir çok kimseleri ihtiyatlı suretde harekete sevk eder, bir takım cinayetlere atılmak cüretinden men edebilecek bîr kuvvei mü­eyyide mesabesinde bulunur. Sonra cinayetler yüzünden bir nice kim­seler zararlara, kederlere maruz kalıyor, bir nice aileler mahv olub gi­diyor. Böyle bir mali ceza sayesinde ise bunların mümkün mertebe ta­mir ve teskini cihetine gidilmiş, zararlar bir dereceye kadar tazmin edil­miş oluyor.

Maamafih diyetler, ekseri hata suretiyle meydana gelen cinayetler­den dolayı lâzım gelmekdedir. Hata eden kimse ise bir dereceye kadar mazurdur. O  halde bu hatayı afüv ve safh ile  karşılamak  bir müriiv-

vet ve insaniyet icabı sayılır. Bu cihete işaret.içindir ki, bu diyetin ca­niye bağışlanmasına lisanı kur'an ile tesadduk denilmişdir. Binaenaleyh diyete müstahik olanların bundan sarfı nazar etmeleri, islâm hukukun­ca, ahlâkınca takdire şayan bir muameledir.

213 - : Gurre de bir malı cezadır, iskat edilen bir ceninden do­layı verilmesi icab eden bir  malî tazminatdır.  Bunun mikdan Hanefi-yeye göre beş yüz dirhem gümüşdür veya bu kıymetde bir köledir ve­ya bir cariyedir veya bir atdir.

Gurre esasen her şeyin mukaddemidir. Bir şeyin mukaddemi ise kendisinin en  olan cüz'üdür. Gurre de diyetlerin en az mikdarı oldu­ğundan bu adı almışdır. Mukaddimeye de müracaat!..

Gurrenin meşruiyyeti fi'li nebevi ile sabit, tatbiki istihsanen va-cibdir. Ashabı kiramdan «mugîretübnü Şu'be» radıyallahü tealâ anh-den mervîdir ki: Bir cariye diğer bir cariyenin vurduğu bir çadır dire­ğinin tesiriyle ölü bir cenin düşürmüş, kendisi de ölmüşdü. Bunun üze­rine Resuli Ekrem sallâîlahü aleyhi vesellem efendimiz, o vuran cariye­nin âkilesi üzerine hem diyetle, hem de cenin için gurre ile hüküm bu­yurdu.

Gurrenin hikmeti tegriiyyesine gelince bu da diyet mesabesinde bu­lunduğundan diyetin meşruiyetinde ki hikem ve mesalihi mutazammen-dir. Iskat edilen bir eenîn, eğer validesinin rahminde diri bulunmuş ise," bu iskat ile o hayatdan mahrum bırakıimışdır. Ve eğer henüz diri bu­lunmamış ise onun hayat bulmasına mumaneat edilmişdir. Binaenaleyh her iki ihtimale göre de mazmun olması muktezayı adaletdir.

Maahaza bu gurre dolayısiyle hem cani bir nevi ceza görmüş olur, hem de bu ıskat sebebiyle mutazarrır olan kimselere bir mikdar taz­minat verilmiş olur. Maahaza bu cinayeti irtikâb edenler hakkında ay­rıca ta'zir cezası da lâzım geür. Nitekim ileride tafsilâtı görülecekdir. Bedayî, Ankaravî, Mecmaül'enhür.

214 - : Mirasdan,  vasiyetden mahrumiyet  de   cani   hakkında bir nevi cezadır. Şöyle ki:  katil, maktule varis olamaz, ve bir katil, mak­tulün kendisine evvelce yapmış  olduğu vasiyetden  istifade edemez.

Bir kimseyi haksız yere Öldüren şahsın o kimseye varis olamaya­cağı sünneti nebeviye, ile sabitdir. Resuli Ekrem Efendimiz, katilin mi-rasdan mahrumiyetine hükm etmişdir. Hazreti Ömer demişdir.

Hanefîlere göre katlin amden veya şibhi amd suretiyle olmasiyle hataen olması, mirasdan mahrumiyet hususunda müsavidir. Tesebbti-ben k,atl ise bundan müstesnadır. Nitekim ileride izah edilecekdir.

îmam Şafıîye göre tesebbübden katil de mirasdan mahrumiyete sebebdir. imam Mâlike göre ise mirasdan hırmani icab eden yalnız âmden katildir. Diğerleri bu mahrumiyeti icab etmez.

îmam Şafiîye göre tesebbüben katil de haksız yere katildir. Eğer mütesebbib katil olmasaydı âkilesine diyet lâzım gelmezdi.

Buna karşı Hanefîler diyorlar ki: bir katle sebebiyet vermek, ya­ni: tesebbüben katilde bulunmak, meselâ: bir insanın içine dügüb öldü­ğü bir kuyuyu kazımış bulunmak fi'li, katle mübaşeret tarikiyle olma­dığından ve mirasa biran evvel nailiyet maksadına müstenid olmak ih­timalinden uzak bulunduğundan iraden mahrumiyeti icab etmez. Mübaşir, bu kuyuya müverrisinin gelib düşeceğini nasıl bilmiş olabilir? Tesebbüben katil, hakikaten katil değildir. Meselâ: kuyuyu kazıdığı za­man bir katil hâdisesi vücude gelmiş değildir ki, kendisi katil sayılsın. Ve olabilir ki, kuyuyu kazıyan ölür de, badehu o kuyuya birisi düşerek vefat eder. Artık kuyuyu kazımış olan, o kuyuya düşen şahsın nasıl katili olmuş olur?. Bu hâdiseden dolayı diyetin lüzumu ise maktulün kanını heder olmakdan siyanet içindir. Bu, o mütesebbibin katil oldu­ğuna delâlet etmez. Binaenaleyh bu tesebbüb, irsden mahrumiyeti müstelzim değildir.

Mâlikîlere gelince bunlar da diyorlar ki: hata tarikiyle müverrisi-ni öldüren kimse, bu öldürmeyi kasd etmiş değildir. Mirası istical ise bu kasd üzerine ibtina eder. Sonra hati, mazurdur, ukubete müstahik olmaz. Hata, şer'i şerifde bir rahmet olarak mevzudur = mâfüvdür. Ar­tık bununla mirasdan hirman sabit olmaz. Şu kadar var ki, hati, âki­lesi tarafından verilecek diyetden hissei irsiyye alamaz. Zira âkilesi onun bu hatası yüzünden sair varislere verilmek üzere diyeti taham­mül ederler, yoksa onun kendisine verilmek için tahammül etmezler.

Hanefîler, buna karşı da diyorlar ki: Evet., bir kere amden katil, bu kati ile maktulün mirasına biran evvel nail olmayı kasd etmiş, ola­bilir. Bu, ihtimal dahilindedir. Halbuki «her kim bir şeyi zamanından evvel istical ederse ondan mahrumiyetiyle muateb olur.» Bu ihtimal ise hataen katilde de vardır. Caiz ki, katil, bu maksad için bu cinayeti yap­mış, fakat kendisini mazur göstermek için bu cinayeti bir hata şeklin­de meydana getirmişdir. Böyle bir ihtimal ve tevehhüm, mirasdan mah­rumiyet hususunda mütehakkik gibi sayılır.

Hâti, bu cinayete bilfi'l mübaşeret etmişdir. Artık mirasdan mah­rumiyet, bu ihtiyatsızca mübaşeretin bir cezasıdır.

Maahaza mirasdan mahrumiyet, şer'an mahzur = memnu olan bir katlin cezasıdır. Hati'den zuhur eden katil de haddi zatında mahzurdur, memnudur. Çünkü mahzurun zıddı mübahdır. Bir insan bir cerimeye ceza olmaksızın mubah bir katle mahal olamaz. Bu katlin mahzur ol­duğuna, müstelzim bulunduğu keffaret de bir delildir. Çünkü keffaret, günahı setr etmekdir, eğer hataen kati, mubah olub günahdan beri bu­lunsa idi bu keffarete lüzum  kalmazdı.  Mebsutı  Serahsî,  Muhit Velhâsıl; katillerin böyle bir mahrumiyete uğramaları, nazariyatı cezaiyye bakımından da pek muvafık bulunmuşdur. Çünkü gerek amd ve gerek şibhi amd ve hata tarikiyle vuku bulan katillerden dolayı ma­sum şahıslar hayatdan mahrum kalmış, kendilerine mensub bulunan bir çok kimseler de' hüzn ve kedere müstağrak olmuşlardır. Artık böy­le elîm bir hâdisenin zuhuruna meydan vermiş olan bir şahıs, maktu­lün terikesine temellâk ederse bu, dilsûz bir hâile teşkil eder ve bu te­mellük hırsı bu gibi cinayetlerin tahaddüsüne saik olabilir.

Bir de bu mahrumiyet cezası, insanları daha mütebassırâne hare­kete sevk edeceği cihetle cinayetlerin azalmasına ve binnetice umumî Hayatın siyanet edilmesine hizmet eder.

215 - : Keffareti katil de bir nevi cezadır. Şöyle ki: bazı katil­lerden dolayı verilecek diyetlerden başka bir de keffaret lâzım gelir ki, bu bir mümin rakabeyi azad etmekden, bu bulunmadığı takdirde mut­tasıl iki ay oruç tutmakdan ibaretdir.

Keffareti katlin meşruiyyeti, kur'am mübînin sarih beyanatiyle sa­bittir.  Nitekim  yukarıda kısmen  yazılmışdır.

Keffareti katlin hikmeti teşriiyyesine gelince fukahai kiram diyor­lar ki: bu, hem bir şükran nişanesidir, hem de cemiyete karşı bir nevi manevî tazminat mesabesindedir. Şöyle ki: bir masumüddem kimseyi gibhi amd veya hata suretiyle Öldüren şahıs, her ne kadar âmid değilse de. yine büyük bir cinayet işlemiş, âdeta kısasa müstahik bir hâle gel-mişdir. Fakat şarii hakîm, onu mazur görerek kıssadan afv etmişdir. Binaenaleyh bu şahıs, bir müslüman ise nail olduğu bu afüv ve lûtfun bir şükranesi olmak üzere nefsine veya maktule bedel bir mümin köle veya cariye azad etmekle mükellef bulunur. Bu, kendisi için bir veci­bedir.

Maahaza bir kimseyi haksız yere öldürmüş olan bir şahıs, huku-kullaha tecavüz etmiş, âmme menfaatlerini ihlâl eylemiş, maktulün mensub olduğu cemiyeti mutazarrır ve müteessir kılmışdır. Binaena­leyh böyle bir cinayette bulunan bir müslüman, keffaretle mükellef bu­lunur, tâ ki manen ölü olan bir köle veya cariyeyi hürriyet hayatına kavuşturmak suretiyle âmmeye tarziye vermiş, cemiyetin zararını min vechin telâfiye çalışmış olsun. Bu vecibe, islâmiyetîn hürriyete ne ka­dar ehemmiyet verdiğini de ayrıca gösterir.

Bir âyeti celîle de buyurulmuşdur.

Yani: her kim bir insanı öldürmüş olduğu bir nefse kısasdan veya yer yüzünde yapdığı bir fesaddan dolayı olmaksızın Öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Bilâkis 'bir kimseyi ölümden kurtarır, yasamasına hizmet ederse güya bütün halkı diriltmiş gibi olur.

Demek ki, nazarı isîâmda bir insanı haksız yere öldürmek, bütün bir içtimaî heyeti öldürmek kadar ağır bir cinayet sayıldığı gibi bir bî günahı ölümden kurtarmak da bütün insanları ihya etmek derecesin­de bir kemal, bir ihsan sayılmışdır. Rakikler ise dünya bakımından Ölü mesabesindedirler.   Hürriyet ise  bir hayat   hükmündedir.

Binaenaleyh bir rakiki azad etmek, bir Ölüyü manen ihya etmek demekdir. Nitekim bigayri hakkın Öldürülecek bir bîçareyi müdafaa ede­rek ölümden kurtarmak, veya kısasen kati edilecek bir mücrimi af ey­lemek de bir nevi ihya sayılmakdadır.

İşte keffaret vasıtasiyle böyle mühim, insanî bir vazife ifa edilmiş oluyor. Şu kadar var ki her vakit ve her şahıs için rakabe azad etmek mümkün olamaz. Bunun için şarii hakim, teshîlât göstermiş, buna muk­tedir olmayan müslümanlar için iki ay oruç tutulmasını kâfi görmüş-dür. Çünkü keffaretden maksad, mücrimlerin bir nevi ıslahı hal etme­leri, istifai kusurda bulunmaları ve cemiyetin zararlarını mümkün mer­tebe telâfiye çalışmalarıdır. Hasbelbeşeriyye cinayette bulunmuş olan bir müslüman ise oruç vasıtasiyle hem nedametini izhar etmiş, hem de ahlâk ve etvarım tehzibe çalışarak mensub olduğu cemiyet için nafi, salih bir uzuv olmak gayesini istihdaf eylemiş olur. Zaten mücrimler hakkında ceza vermekden asıl gaye de bu cihetleri teminden başka de­ğildir.

216 - : Uhrevî mesuliyet de bir cezadır, hem de en büyük, en müthiş bir cezadır. Bundan maksad, caninin yapmış olduğu cinayetten, meselâ katil hâdisesinden dolayı ebediyet âleminde cezaya müstahik ol­masıdır. Bu Öyle bir cezadır ki, bunun dehşetinden dolayı her mutekid insan tirtir titrer, cinayet tarafına eri cüz'î bir temayül bile göstermeğe cüret edemez. Bu ceza, bu cihetle en kuvvetli bir müeyyide! ahlâkiyya teşkil etmekdedir.

Filhakika nizamı âlem için en mükemmel müeyyide, mesuliyeti uh-reviyye endişesidir. Bir kısım caniler, herhangi bir sebeple veya ba­hane ile dünyevî cezadan masun kalabilirler. Böyle bir masuniyet im­kânını düşünen bazı kimseler ise bir takım cinayetlere mücaseret eder­ler. Fakat bir mu'tekid insan, dünyevî cezadan kurtulabilse de uhrevî cezaya çarpılacağını her halde düşünür, bu düşünce ise şübhe yok ki, insaniyet muhitinde cinayetlerin azalmasına pek çok yardım eder.

Maahaza beşeriyet hasebiyle cinayette bulunmuş olan mutekid bir insan, uhrevî cezadan kurtulmak İçin cinayetini itiraf ederek hakkın­da dünyevî cezanın tatbik edilmesine muvafakat eder. Çünkü töbekâr olub halini ıslah eden ve hakkında, dünyevî  cezanın tatbik  edilmesine muvafakat gösteren metin itikadü bir müminin uhrevî azabdan kurtu­lacağı kaviyyen me'muldür. Bunun neticesinde de hem cinayet hâdisesi meydana çıkmış, hak yerini bulmuş, hem de başkalarının intibaha için mükemmel bir vesile vücude gelmiş olur.

Cinayetlerin ve bilhassa haksız yere olan katillerin uhrevî. mesu­liyetleri hakkında pek müdhiş ayatı kur'aniyye ve ahadisi şerife var­dır. Biz burada bu katil hâdiselerini yedi kısma ayırarak bunların hak­larındaki  dinî tehdidatı  kısmen kaydedeceğiz:

(1) : (Bir mümini  haksız yere bir adavet  neticesi  olarak öldür­mek): Bu, Allah Tealâ'ya şerik ittihazından sonra günahların en büyü­ğü sayılmakdadır. Bu cinayeti irtikâb eden bir mücrim, cehennem aza­bına ebediyen müstahik olur. Nitekim Kur'anı mübin'de buyurulmuştur.

Yani : her kim bir mümini kasden öldürürse müstahik olduğu ce­za, içinde muhalled kalmak üzere cehennemdir. Ona Allah Tealâ gazab etmişdir, lanet etmişdir ve ona büyük azab hazırlamışdır. 'Ne elîm âkibet.

Malûmdur ki, müşriklerden, Hak Tealâ'yı münkirlerden başka hiç bir kimse cehennemde. müebbeden muazzeb olmayacakdır. Mümin olan bir katil ise böyle ebedî bir cezaya giriftar olmayacakdır. Fakat yapdi-ğı cinayet o kadar büyükdür ki, ondan dolayı böyle ebedî bir cezaya müstahikdir. İşte âyeti celîlede buna işaret olunmuşdur.

Maahâza bir kimse, bir mümini mahza mümin olduğundan dolayı öldürürse veya bir mümini haksız yere öldürmeği halâl görürse zaru-riyyatı diniyyeden oian bir hükmü inkâr etmiş, bu sebeple ebedî azaba giriftar bulunmuş olur.

Bir hadisi şerifde de  buyurulmuştur. Nesal

Yani: bir mümini haksız yere öldürmek, Allah Tealâ'mn nezdi kib-riyasında bütün dünyanın zeval bulmasından daha büyükdür.

İşte bir mümin hakkında zulmen yapılan bir cinayetin indi ilâhî­deki fecaati.

Diğer bir hadisi nebevide de buyuruîmuştur. Tirmizî.

Yani: Eğer gök ve yer ehli toplanıp bir müminin kanında - kati edilmesinde ortak bulunsalar elbette Allah Tealâ hepsini de yüzleri üs­tüne cehenneme atar, hepsini de hûr ve zelîl eder.

Artık böyle bir cinayetin uhrevî mesuliyetinden insan titremez mi?.

(2)  :  (Müslümanların  zimmetinde,  ahd ve e mananda  bulunan  bir gayri müslimi haksız yere öldürmek): Bu da pek büyük bir günahdır. Bunun uhrevî mesuliyeti de pek elimdir. Bir hadisi şerifde  buyurulmuşdur. Diğer bir rivayette de diye varid olmuşdur. Buharî, Süneni Neseî.

Yani : bir kimse, müslümanlar ile muahede yapmış olan bir gay­ri müslimi, veya islâm tabiiyetini kabul etmiş bulunan bir zimmîyi Öl­dürürse cennetin kokusunu koklayamaz, yani, cennete nailiyete müs­tahik olmaz. Halbuki cennetin güzel kokusu, kırk senelik bir mesafeden gelir, insanın meşamını ta'tîr eder. Ne büyük mahrumiyet!.

İşte böyle bir cinayetin uhrevî mesuliyetini her mümin düşünme­ye" mecburdur.

(3) : (iki veya daha ziyade kimselerin  toplanıp  biribirini  öldür­meleri)   : Bu da pek müthiş bir günahdır. Böyle bir "hâdise  neticesin­de Ölen de, öldüren de uhrevî mesuliyetden yakasını kurtaramaz. Nite­kim bir hadisi şerifde  

Camiüs'sagîr.

Yani : iki müslüman, kılıçlarîyle biribirini karşılayib da biri diğe­rini Öldürecek ojtsa öldüren de, ölen de cehennemdedir. Denildiği: Yâ Resûlâllah!. bîri katildir, ya maktul olan diğeri neden cehennemlik olu­yor?. Buyurdu ki: şüphesiz o da arkadaşını öldürmeğe haris bulunmuş-dur.

Demek ki biifil kati değil, katle azm de böyle dehşetli mesuliye­te . sebep oluyor.

Binaenaleyh bu gibi cinayetlere müncer olabilecek münazaalardan kaçınmak dinen bir vecibedir.

(4) : (İhtiyaç korkusiyle veya iffete  mugayir bîr hareketin  setri maksadiyle bir cenini, bir çocuğu öldürmek): Bu da pek dilsûz bir ci­nayet olduğundan pek büyük bir günahdır, bu da pek azîm uhrevî me­suliyeti  calibdir.

Bir âyeti kerimede  buyurulmuşdur.                        

Yani: çocuklarınızı maişet korkusiyle öldürmeyiniz. Biz, sizi de on­ları da merzuk ederiz.

Herhangi bir endişe ile olursa olsun böyle bi rcinayete cüret et­mek, dünyevî mücazatdivn başka uhrevî mücazatı da, mesuliyeti de müs-telzim olacakdır. Binaenaleyh1 bundan her mutekid insan son derece ka-Çinır.  Cenîn bahsine  müracaat!.

(5)  (Bir kimsenin intihar etmesi, kendi kendisini öldürmesi)  Bu da pek dehşetli bir cinayetdir, günahı da, uhrevî mesuliyeti de o dere­ce büyükdür.                                                                                              .

Bir insan, hasta olur, müzayaka içinde kalır, bazı elim hâdiselerle karşılaşabilir. Fakat bu hâle karşı sabr etmesi, takdiri ilâhiye razı ol­ması icab eder. Böyle bir takdire razı olmak ubudiyet muktezasıdır. Bu rızanın mevcudiyeti ise nahoş hallere karşı sabr etmekle tecelli eder. Nitekim bir hadisi şerifde sabır, imanın yarısıdır buyurulmuşdur.

ihyaüTulûmda yazıldığı üzere insanın arzusuna tevafuk etmeyen bir takım şeylere kargı sabır etmesi, bir faziletdir. Bahusus musibetle­re, meselâ: muhterem zatların vefatlarına, mâlların helakine sıhhatin maraz ile zevaline, azanın bozulmasına, gözün ârna olmasına vesair mü­tenevvi belâlara karşı sabır etmek makamatı sabrın en yükseğidir. Sa­bır edenler için ise pe kçok mükâfat vardır. Nitekim bir âyeti kerîmede buyuıulmuştur.

Yani: dabır edenlere mükâfatları hesabsız olarak ihsan buyurula-cakdır. Sabır etmeyib herhangi nahoş bir hâdiseden dolayı intihara cü­ret göstermek İse büyük bir ma'siyot olduğundan pek büyük bir me­suliyeti cahbdir.

intihar eden, bu cüretile istemediği bîr hadiseden kurtulmuş mu olacak!. Bilâkis o hâdiseden binlerce kat elem âver olan felâketlere, azablara maruz kalacak, yaptığına pek çok nedamet edecek, fakat bu nedamet  faide  vermeyecekdir.

Hak Tealâ Hazretleri nefislerinizi Öldürmeyi­niz diye bu cinayetden nehy etmiş olduğu halde insan, buna nasıl cü­ret edebilir. Bunun elîm akıbetini düşünmesi icab etmez mi?

Teysirülvusul1 de yazıldığı üzere Resuli Ekrem, sallâllahü aleyhi ve-sellem efendimiz, Hayber gazvesine iştirak edib müslüman bulunduğu­nu iddia eden-bir şahıs hakkında «o ehli nârdır» diye buyurmuştu. Harb başlayınca bu şahıs, şiddetli bir mukatelede bulunarak bir çok ceriha­lar aldı. Buna şahid olan bazı zatlar tarafından «Yâ Resulâllah!. Siz fülân şahıs hakkında «ehli nârdir» buyurmuşdunuz, halbuki o şiddetli muharebelerde bulunarak vefat etti» denildi. Nebiyyi hikmet beyan haz­retleri tekrar «O ateşe atıldı» diye buyurdu. Bazı kimseler hemen he­men şübheye düşecek bir hale gelmişlerdi ki, o şahsın henüz vefat et­mediği, fakat kendisinde şiddetli bir ceriha bulunduğu söylendi. Vak-tâ ki, gece oldu, bu cerihaya sabr edemeyerek kılıcının üzerine düşüb kendisini Öldürdü. Keyfiyet Resuli Ekreme haber verilince: «Allahü Ek-ber. Şahadet ederim ki, ben Allahın kulu ve resulüyüm» diye buyurdu ve Bilâli Habeşîye emr ederek nâs arasında şöyle nida ettirdi

Buharı ve  Müslim.

Yani: Şübhe yok ki cennete müslüman olan kimseden başkası gir-meyecekdir ve yine şübhe yok ki, Allah Tealâ bu dini fâcir bir kişi ile do  te'yid  buyurur.

Demek ki, imandan, tâatden mahrum ola nbir kimsenin din namı­na hizmeti görülse de bu, onun azabı ilâhîden kurtulmasına vesile ola­maz. Nitekim bu müntehir de böyle bir hizmetde bulunmasına rağmen irtikâb etdiği intihar cinayetinden dolayı* azaba müstahik  olmuşdur.

Binaenaleyh intihar suretiyle olan bir katli nefsin de. uhrevî me­suliyetini  düşünmek  her mutekid  insan  için  mühim  bir  vazifedir.

(6) : (Bir insanı velev ki ölüm döşeğinde bulunsun, velev ki ken­di emriyle olsun Öldürmek) : bir cinayetdir. Bunun da uhrevî mesu­liyeti   pek   ağırdır.

âyeti kerimesi, böyle bir cinayeti kat'iyyen nehy etmekdedir.

Yani: Allah Teaiâ'nın haram kıldığı nefsi de öldürmeyiniz, "haklı yere olan müstesna, tşte size bunu vasiyet buyurmuşdur. Tâ ki düşü-nesiniz, muktezasına göre hareket edesiniz. Akla, hikmete, muhalif ha-reketde bulunmayasınız.

Kütübi fıkhiyyemizde ve bilhassa «Elm,uhallâ» da yazıldığı üzere can vermekde olan bir insan dâ tam hakkı hayata mâlik bir insandır. Hattâ cesedinin yarısından canı çekilmiş olan bir insanı öldüren, onun kanını zamin olur. Şübhe yok ki böyle bir insan da tam zî hayat hük­mündedir. Bunun içindir ki, bir insan bir ületden veya bir cerihadan veya amden veya hataen yapılan bir cinayetden dolayı teslimi ruh ede­cek bir halde iken bir karibi vefat etse o karibe vâris olur. Kendisine bir malını vasiyet etmiş olan bir kimse vefat etse o mala vasiyet tari­kiyle temellük eder. Ve bir gayri müslim bu halde aklı başında olarak islâmiyeti kabul etse ihtidası makbul, kendisine müslüman olan karib-leri var ise vâris olur.

Demek bu insan, tam hukuka mâlik, zî hayat bir şahisdır. Ehli şe-rîatden vesaireden iki kimse tasavvur olunamaz ki bu insanın bu haya­tında ihtilâf etsin. Artık böyle zî hayat bir insanı haksız yere öldürmek islâm hukukunca kat'iyyen haramdır, memnudur. Böyle bir şahsın ken­di ölümünü tacil etmesi, kendisinin öldürülmesine razı olması, emir ver­mesi asla halâl  olmaz.

Binaenaleyh böyle bir insanı öldüren, şübhe yok ki masum bir nef­si Öldürmüş olur. Artık onu amden kim kati ederse hakkında ya kısas, ya diyet veya müfadat lâzım gelir. Ve onu kim hataen kati ederse ken­disine keffaret, âkilesi üzerine de diyet lâzım gelir. Nitekim bu husu­su ileride de izah edeceğiz.

Şübhe yok ki hayatımız bir vediai ilâhiyyedir. Bir müsaadei şer'iy-ye olmadıkça bunu başkalarının izale etmesi asla caiz olamaz. Son ne­feslerini yaşadıklarına etıbbanın kani oldukları nice hastaların bilâha­re şifa bularak senelerce yaşadıkları daima görülmek dedir. Hali ihti-zarda bulunarak pek şiddetli elemler içinde kıvrandığı bahanesiyle bir hastanın hayatına biran evvel hatime vermek salâhiyeti, birçok cina­yetlere sebeb olabilir. Bir çok suikasdler, bu bahane ile cezadan beri olarak irtikâb edilebilir. Bunun muayyen bir mikyası olamaz, bir kaç kişinin buna lüzum göstermesi, bu hususda bir kaç kimsenin karâr ver­mesi, melhuz fecayii bertaraf edemez. Hastanın geçtiği ıztırabat saika-siyle veya hangi mülâhazat sebebiyle bu öldürülmesine muvafakat et­mesi de böyle bir cinayete meşruiyet veremez. Doğrusu budur ki böyle bir hareket; keyfî kanaatlere istinaddan hâli olamaz, bir nice gayri ah­lâkî neticelere müncer olmakdan kurtulamaz.

Şunu da düşünmelidir ki, dinî bir terbiyeye mâlik olan insanlar, çektikleri hastalıkların, ıztırapların mükâfatına nail olacaklarına kani-dirler. Onları muvakkat bir ıztırabdan kurtarmak için bu ebedî mükâ-fatdan mahrum bırakmak doğru olamaz. Şifa bulmak için insan ne acı, zehirli ilâçlara tahammül eder. Ya ebedî bir hayata, bir saadete naili-yet için muvakkat bir elem ve ıztıraba tahammül edemez mi?

Velhâsıl: böyle bir bahane ile yapıla nkatillerin uhrevî mesuliyeti de tasavvurların fevkindedir.

(7) : (Katil, cani sanılan bir insanı lâyıkiyle tahkikat .yapmadan ölüme mahkûm etmek) : Bu da pek büyük bir ma'siyyetdir. Bunun uh­revî mesuliyeti de mu'tekid insanları titretecek kadar büyükdür. Lâzım gelen tedkikat bihakkin yapılmadan bir İnsanın katline hüküm verilme­si, şübhe yok ki ruhi adaleti sızlatır, içtimaî hayatı perişan eder.

«Muhtasarı Ebiz'ziya» şerhinde Muhammedü'hırşî diyor ki: Bütün milletlerde dini muhafazadan sonra müraatı vacib olan zaruriyatin en müekkedi, kanlardır. Bu, nüfusı muhafaza me'selesidir. Bir hadisi şerifde buyurulmuşdur.

Yani: Kıyamet gününde nâs arasında muhakemesi yapılıb hükmü verilecek ilk şey, kanlar hakkındadır. Binaenaleyh bunun şanına çok ehemmiyet vermek lâyıkdır.

Diğer bir hadisi şerifde de buyurulmuştur.

Yani: Her kim bir müslümanın kanının dökülmesine velev bir ke­limenin bir harfi ile, meselâ: «öldür» sözünün ilk harfiyle iştirak etse kıyamet gününde iki gözünün ortasında «Allanın rahmetinden ümidi kesilmiştir» diye yazılmış olarak meydana gelecektir. Ne feci âkibet!

Diğer bir hadisi şerifde de buyurulmuştur.  Taberanî, Beyheki.

Yani: biriniz, bir kişinin zulmen Öldürüldüğü yerde sakın durma­sın. Çünkü orada hazır bulunup da onu o ölümden kurtarmayanların hepsi üzerine lanet iner. Ve biriniz bir kişinin zulmen döğüldüğü yerde de sakın durmasın. Zira orada hazır bulunanların hepsi üzerine onu o-zulümden müdafaada bulunmadıkları anda lanet nüzul eder. Ne kor­kunç hâile!..

Velhâsıl: bir bî günahın katline hüküm vermek veya onun hu kat­linde herhangi bir suretle medhaldar olmak veya onun bu zalimane katledilmesini lâubaliyâne bir surette seyre dalmak büyük bir günah-dır, bunun uhrevî mesuliyeti pek ziyadedir. Bu mesuliyet endişesi ise mutekid olan nezih ruhlu insanlar için dünyevî cezaların pek fevkinde-dir. îşte cemiyeti beşeriyeyi birçok cinayetlerden kurtaracak olan da asıl bu uhrevî mesuliyet itikadıdır. [27]

 

Diyetlerin  Nevîlerl  Ve  Mikdarlakı   :

 

217 - : Diyetler,  îmamı Âzam'a' göre  altın, gümüş,   deveden  ve­rilmek  üze.re üç nevidir.  îmameyne göre  diyetler,   sığır,   koyun,  elbise olarak da verilebilir. Bu halde diyetler altı nev'e ayrılmış bulunmakda-dır. Zamana ve  muhite göre mübadele vasıtaları,  mikyasları  değişebi­leceği cihetle diyet hususunda bu muhtelif neviler muteber bulunmuş-dur.

218  - : Diyetlerin mikdarma gelince  nefsine  aid diyetlerin  mik-darı, maktullerin hür ve erkek olup olmadığına göre değişeceği gibi de-' veden verilecek diyetlerin nev'i de katlin şibhi amd olub olmadığına gö­re tebeddül eder.

Şöyle ki: hür bir erkeğin diyeti kâmilesi, bin dinar veya on bin dir­hemi şer'î gümüş veya yüz deve veya iki yüz sığır veya iki bin koyun, yahut her biri iki parçadan ibaret olmak üzere iki yüz kat elbisedir.

Hür bir kadının diyeti kâmilesi ise bunların yansıdır. Erkekler i!;: kadınların diyetîeri arasındaki bu fark, kendilerinin arasında maddî za­rarlar bakımından mevcut olan bir farktan neşet etmektedir,

Malum olduğu üzere islâm hukukunda erkekler ile kadınlar arasın­da hayat itibariyle bir müsavat kabul edildiği cihetle bunlardan herhan­gi birinin nefsi mukabilinde diğerinin kısası icap etmektedir. Nitokim ile­ride göiülecektir. Fakat maddî, malî zararlar itibariyle bunların ara­sında umumî bir bakımdan bir fark gözetilmiştir. Çünkü erkekler, daha ziyade müstahsil olmak, ailelerinin maişetlerini temine çalışmak, yurtlarmın müdafaasına koşmak itibariyle kadınlardan daha mühim bir mev­kie, bir mükellefiyete sahiptirler.

Binaenaleyh erkeklerden birinin ziyaı, cemiyetin sinesinde madde­ten daha büyük bir ceriha vücude getirmiş olabilir, işte bu gibi farklara binaen malî tazminat hususunda erkeklerin diyetleri kadınların diyetle­rinden ziyade olarak kabul edilrnişdir.

219 - : Köleler ile cariyelerin diyetlerine gelince bunlar da kendi kıymetleri mikdarında bulunmakdadır. Şu kadar var ki, bir kölenin kıy­meti, bir hürrün diyetine müsavi veya ondan ziyade olursa - hürriye­tin şerefine binaen - hürrün diyetinden on dirhem mikdarı noksan ve­rilir.

Kezalik: bir cariyenin Kıymeti de bir hurrenin diyetine müsavi veya ondan zaid bulunursa hurrenin diyetinden on dirhem mikdarı eksik ve­rilir.

Meselâ: hataen öldürülen bir cariyenin kıymeti beş bin dirhem olsa velîsine dürt bin dokuz yüz doksan dirhem verilmek lâzım gelir.

Bodayi, Dürer.

Kezalik: köle veya cariyenin âzasından birinde yapılan cinayetten dolayı da hur veya hurre için mukadder olan diyet mikdarı nisbetinde kıymetine göre diyet takdir olunur.

Meeaiâ: hurrun kesilmiş bir elinin diyeti, diyeti kâmüenin nısfı ol­duğu gibi bir kölenin kesilen bir elinin diyeti de kendi kıymetinin nıstı mikdar] d ir. Şayet bu kölenin nısıf kıymeti, beş bin dirhem veya daha ziyade olursa diyet, beg bin dirhemden beş dirhem noksan olarak verilir.

220 - : Şibhi amd suretinde icab eden diyetlerin deve cinsinden verilmesi iltizcm edildiği takdirde her diyet için dört neviden yirmi be-şor aded olmak üzere yüz deve verilir. Bu neviler; binti mehaz, binti le-tün, hıkka, ve cezea denilen develerdir.

Hataen katilden dolayı deve cinsinden verilecek bir diyet ise beş ne­viden yirmişer aded olmak üzere yine yüz devedir. Bunlar da ibni me has ile yukarıda yazılı dört nevi deveden ibaretdir.

(1)   Binti mehaz, iki yaşına girmiş dişi devedir.

(2)   Binti lebûn, üç yaşma girmiş dişi devedir.

(3)   Hıkka, dört yaşına giren dişi devedir.

(4)   Cezea, beş yasına girmiş dişi devedir.

(5)   Ibni mehaz, iki yaşına girmiş olan erkek devedir.

221 - : Diyetlerin deveden verilmesi herhalde lâzım değildir. Bu hususda katil, muhtardır, dilerse altundan veya gümüşden de verebilii1-Velev ki kati, şibhi amd suretiyle vuku bulmuş olsun. Bedayî, Hindiyy

Türkiye'de minelkadîm yüsr ve suhulete mebni diyetlerin gümüş­den verilmesi müteamel ve mütearef bujunmuşdu. Bu cihetledir ki, vak­tiyle yirmi kuruşa rayiç olan ve her biri yedi buçuk dirhem, yani: yüz yirmi kırat sikletinde bulunan ve seksen üç .ayarında bulunmuş olmakla hâlis dirhemlerden sayılan sîm mecidiyelerden veznen diyetin verilmesi tecviz olunmuştur. Her kırat, dö'rt buğday ağırlığında sayılıb beş arpa­ya müsavi hisab edilmektedir.

Binaenaleyh bir hurrun diyeti kâmilesi: (1166 = bin yüz altmış al­tı) mecidiye ile bir mecidiyenin sümsanı mikdarı bulunmuşdur ki, mec­muu yirmişer kuruşdan (23336)' kuruş, on iki para, bir pul eder.

Diyetlerde dirhemi şer'î muteber olduğundan diyetler bu mikdar üze ver He gelmişdir.

«Mîyarül'adale»de diyetler, dirhemi örfîye göre hisab edilmiş oldu­ğundan bir diyeti kâmilenin tutarı (1333) aded mecidiye ile bir çeyrek mecidiye ve bir kuruşlukla yirmi para gösterilmişdir ki, mecmuu (26666) - yirmi altı bin altı yüz altmış altı kuruş, yirmi paradan ibaretdir. Fa­kat bu hisab, mülga fetvahane! âlice muteber tutulmamıştır.

Dirhemler için islâm hukukunda mikyaslar bahsine müracaat!.

222 - : Azanın diyetlerine gelince insanda el ,ayak, kulak, dudak, göz, kaş gibi  çift olan uzuvlardan her ikisinin diyeti, nefsin diyeti kâ-miîesine  müsavidir.   Bunlardan birinin diyeti  ise bir diyeti   kâmilenin nısfı  mikdarıdır.

Meselâ: Bir eli hataen kesilen bir erkeğe beş bin dirhem, bir ka­dına da iki bin beş yüz dirhem diyet verilmesi lâzım gelir.

Kadınların memeleri ve meme başları çift uzuvlardan sayılır. Er­keklerin memelerinde ise muayyen bir diyet yokdur, bunların kesilme­sinden dolayı «hükümeti   adi» icab eder.  Cevhere, Mecmaül'enhür.

223 - : Kirpikler, göz kapakları  gibi  adetleri dört olan uzuvlar­dan her birinin diyeti de bir diyeti kâmilenin dörtte biri nisbetindedir.

Lisanın, aklın diyetleri de birer diyeti kâmiledir. Binaenaleyh bir kimse, bir hata neticesi olarak birisinin dilini kesse veya yapdigi bir cinayet yüzünden Dir kimsenin aklını izale ederek mecnun olmasına se­bebiyet verse üzerine bir diyeti kâmile lâzım gelir ki, erkek hakkmds gümüşden  on bin, kadın hakkında beş bin dirhemdir.

Bîr kimsenin meselâ: arkasına vurup da selisülbevle mübtelâ olmasına sebebiyet' veren şahıs üzerine de bir diyeti kâmile lâzım gelir. Hin-diyye, Mülteka.

224 - : Ellerdeki,  ayaklardaki parmaklardan her birinin ersi   - diyeti de bir diyeti kâmilenin onda biri mikdarıdır. Üç mafsalli parmaklardan her mafsalın ersi bir parmak diyetinin üçd^ biridir. İki mafsal-li parmakların ersi de bir parmak ersinin yarısıdır. Yarım mafsal için de hükümeti adi icab eder. Cevhere, Mecmaül'enhur.

225  - : Dişlerden her birinin   ersi,   sahibinin diyeti   kâmilesinin yirmide birine müsavidir. Binaenaleyh erkeğe aid bir dişin ersi, Jaeg yüz: kadına aid bir dişin ersi de iki yüz elli dirhemdir. Dürer.

226  - : Muziha denilen  yaralardan her birinin diyeti, diyeti kâ milenin yirmide biridir. Hâşimenin diyeti, diyeti kâmilenin onda biridi". Münafcküenin diyeti, diyeti kâmilenin onda birile  onda birinin  nısfıdır Yani: bu yarayı alanın diyeti, erkek ise bin beş yüz, kadın ise yedi yii^ elli dirhem gümüşdür. Amme denilen şeccenin diyeti de diyeti kâmilenin üçde biri mikdarıdır. Hindiyye, Tenkih.

227 - : Diyetlerin  mikdarı;  maktullerin,   mecruhların   müslüman olub olmamalariyle tebeddül etmez. Bu hususda bunların aralarında zü-kûret, hürriyet, ismet gibi dünya ahkâmı itibariyle mevcud olan müsa­vat, nazara almmışdır.

Bu meseleler Hanefiyyeye göredir.

«(Malikîlere göre diyetler; yalnız altından, gümüşden veya deveden verilir. Bir müslümanın diyeti kâmilesi için Bâdiye ahalisinden yüz de­ve alınır, Şam, Mısır, Mağrib ahalisinden bin dinarı şer'î alınır, İrak, Fâ-ris, Horasan ahalisinden de on iki bin dirhemi şer'î alınır. Demek bura­larda bu suretle diyet verilmesi mütearef bulunmuştur.

Bir müslim erkeğin diyeti, gümüşden on iki bin dirhemdir, bir müs-limenin diyeti de bu mikdârın yarısıdır.

Zimmî veya müteahid olan kitabîlerin, kitabiyyelerin diyetleri tfe müslimlerin ve müslimelerin diyetleri nısfına müsavidir.

Mecusîlerin, mürtedlerin diyetleri de müslümanların diyetlerinin beş-de birinin sülüsüne müsavidir. Binaenaleyh bir mecûsînin diyeti (800 -sekiz yüz), bir mecusiyyenin diyeti de (400 - dört yüz) dirhemdir.

Bu gayri müslimlerin cerh ve kat cinayetlerinden dolayı kendi diye­ti kâmilelerine göre müstahik olacakları diyetler de, müslümanların ken­di diyeti kâmilelerine nazaran müstahik olacakları mikdarlar ile müte-nasibdir. Meselâ: bir müslim, bir 3ecceden dolayı kendi diyeti kâmileei-nin meselâ yirmide birine müstahik olsa bir mecusî de ayni secceden do­layı kendi diyeti kâmilesi olan sekiz yüz dirhemin yirmide birine müs tahik olur.

( îmami Mâlike göre köleler ile cariyelerin kıymetleri de bâliğen mâ beleğ verilir. Hür kimselerin diyetlerinden fazla da olsa tenkis edil­mez. Bu, itlaf edilen bir malın kıymetini tazmin gibidir. İmamı Şafiîye ve îmamı Ebu Yûsüf'den bir kavle göre de böyledir. Bedayî, Muhtasarı Ebiz-ziya, Şerhi Kebîr, Düsûkî.)

 (Şafiîlere göre diyetlerin deveden verilmesi asıldır. Şöyle ki: Bir müs­lim hakkında şibhi amd ve bazan arad suretiyle vuku bulan katilden dola­yı lâzım gelen diyet, yüz deveden ibaretdir ki bunlar, otuzu hıkka, otuzu cezea, kırkı da halife, yani: yüklü olmak üzere üç kısma ayrılır. Hataen katilden dolayı lâzım gelen yüz deve de yirmişerden ibaret olmak üzere binti mehaz, binti lebûn, ibni lebûn, hıkka, cezea kısımlarına ayrılır.

Bu develeri bulub veliyyi cinayete teslim etmek kabil olunca diyety ba^ka nevi emvalden tediye edilemez. Meğer ki iki tarafın rızası bulun­sun. Fakat develerin verilmesi lâzım gelen mahalde deve bulunmazsa ve­ya bulunduğu halde kıymetleri semeni mislinden ziyadeye çıkmış olursa müslim bir nefsin diyeti kâmilesi, bin dinar veya on iki bin dirhem gü­müşden ibaret olur.

Bu, İmamı Şafiînin kadim içtihadına göredir. Muahhar içtihadına gö­re icab eden develerin teslimi lâzım geldiği yerdeki ve gündeki kıymet­leri nazara alınır. Develer bulunmadığı takdirde bu kıymet, bâliğen mâ-beleğ tediye edilir. Develerin yalnız bir kısmı mevcud olunca da bunlar ile beraber mütebakisinin de kıymetleri verilir.

Kadınların diyetleri, erkeklerin diyetlerinin yarısıdır.

Gayri müslimlere gelince bunların diyetleri mikdarı, aralarındaki ih­tilâfı dine mebni tebeddül eder. Meselâ: bir Yan udinin veya bir Nasranî-nin diyeti kâmilesi, dört bin, bir mecüsinin diyeti kâmilesi de sekiz yü-a dirhemdir. Tunfetül'muhtaç, Muhtasarı Müzeni.)

(Hanbelîlere göre de diyetler, deveden, sığırdan, koyundan, altın ile gümügden olmak üzere beş kısma ayrılır. Bunlar diyetde usuldendir. Men aleyhiddiye, bunlardan her hangisiyle diyeti ödeyecek olsa men lehüddi-yenin kabul etmesi icab eder.

Bunların mikdarlarına gelince bir hür müslimin diyeti kâmilesi, yüz deve veya iki sığır veya iki bin koyun veya bin miskal altun veyahut on iki bin dirhem gümüşdür. Bu dirhemlerden her onu, yedi miskal ağırlı­ğında bulunur. Bunlara «dirhemi islâmî» adı verilmektedir.

Diyetlerin iki yüz kat elbise olarak verilebileceğine dair bir kavi de vardır. Bunlar, üçer parçadan ibaret bulunur.

Hurrei müslimenin diyeti, hür müslimin diyetinin yarısına muadil­dir.

Zimmî, muahİd, müste'min olan kitabîlerin diyetleri de müslimîerin diyetlerinin nısfı derecesindedir. Mecusîlerin veaaîr putperestlerin diyet­leri de sekiz yüz dirhemdir.

Bu gayri müslimîerin cerh ve kat cinayetlerinden dolayı müstahik olacakları diyetler de kendi diyeti kâmilelerine nazaran müslümanların diyetleri nisbetinde tayin edilir. Meselâ: bir müslimin bir cerhden dolayı alacağı diyet, kendi diyeti kâmilesinin dörtte birine müsavi olsa bir kitabînin böyle bir cerhden dolayı alacağı diyet de kendi diyeti kâmilesinin dörtde birine müsavi olur. Neylül'meârib, Keşşaf ül'kma.)

(Zahirîlere göre de katli amdden veya hatadan dolayı verilmesi lâ­zım gelen diyet, yüz deveden ibaretdir. Hüküm mevziinde deve bulunmaz sa orta halli develerden yüz adedinin kıymeti verilmek icab eder. Bunlar­da te'cil yokdur. Bu develer yirmişerden şu beş kısma ayrılır: Binti me haz, benî lebûn, benatı lebûn, hıkka, cezea.

Diyeti ödeyecek olan, bunların hepsini de tetavvuan dişi deve olarak verebilir, bu güzeldir.  Elmuhallâ.) [28]

 

Diyetlerin Ödenecekleri Vakitler  

 

228 - : Bir diyeti kâmile, üç taksit ile üç senede ödenir. Şöyle k: hüküm vaktinden itibaren birinci ssne sonunda diyetin üçde biri, ikinci sene sonunda diğer üçde biri, üçüncü sene sonunda mütebakisi ödenir.

Kezalik: müşterek bir katil hâdisesinden veya katilin mechuliyetin-den dolayı bir diyeti kâmile ödemesile mahkûm olan müteaddid kimse­lerden her biri, kendi hissesine isabet eden mikdari üç taksit ile üç sene­de eda eder. Bedayi, Hİndiyye.

229 - Uzuvlara aid cinayetlerden dolayı verilecek diyetlere gelin­ce bunların mikdarı, diyeti kâmilenin üçde birini geçmezse birinci sene hi­tamında verilir. Uçde birinden ziyade olursa üçde biri birinci sene hita­mında, mütebakisi de ikinci senenin sonunda verilir. Diyeti kâmilenin üc-de ikisinden ziyade olduğu takdirde de bu ziyade mikdar, üçüncü senenin hitamında tediye edilir. Bahri Râik.

230 - : Diyetler, caninin âkilesi tarafından verileceği takdirde ba-kıhr: Eğer âkile, kavm ve aşiret ise bir diyeti kâmileyi üç sene içinde öderler. Ehli divandan ibaret ise bu diyeti alacakları üç atiyeden tediye ederler. Reddi Muhtar.

231 - : Hataen katilden dolayı diyet, âkile üzerine lâzım gelir. Bu nu üç senede öderler. Hazreti Ömer, bu veçhile hükm etmişdir. Bu hu susda sahabei kiramın icmaı vardn.

Şibhi amd'de ve kendisine şübhe dahil olan amdde ise ihtilâf vardır. Hanefiyyeye göre bunlardan dolayı diyet üç senede ödenir. Şu kadar var ki, şibhi amdin diyetini âkile öder, alel'itlâk amdin diyetini de cani te­diye eder. Oğlunu amden öldüren bir şahsın vereceği diyet gibi ki, bu amde şübhe dahildir. Bedayi.

(Eimmei selâaeye göre de diyetlerin büyük bir kısmı üç sene içinde tediye edilir. Nitekim âkile bahsinde vazılacak'dir. Fakat İmam Şafiîyo göre amden katilden, meselâ: bir şahsın kendi oğlunu amden öldürme­sinden dolayı icab eden diyet, halen eda olunur, bunda te'cil carî olmaz

Çünkü amd, esbabı müşeddideden olduğu cihetle cani hakkında tahfife mahal yoktur. Bundan dolayıdır ki, bu diyeti yalnız cani verir, bunu âki­le yüklenmez. .

Fakat Hanefîlere nazaran bu te'cil, usuli şer'iyyesi dairesinde sabit-dir. Cani hakkındaki ceza ise diyetin kendi tarafından verilmesi suretiy­le teşdid edilnıişdir. Artık bir cani her veçhile teşdide müstahik olmaz. Bedayi.) [29]

 

Diyetlerin Lüzumundaki Şartlar :

 

232 - : Bir cinayetden dolayı diyetin lüzumu için şöylece iki şart vardır:

(1) : Maktul veya mecruh, ismete mâlik olmalıdır.

 Binaenaleyh öldürülen veya yaralanan bir harbî veya ve bağî için diyet lâzım gelmez.

(2) : Maktul veya mecruh, mütekavvim, mahkunüddem olmalıdır Binaenaleyh dari harbde islâmiyeti kabul edib de henüz dari İslama

çıkmamış olan bir kimseyi öldüren veya yaralayan bir müslim veya bir zimmî üzerine diyet lâzım gelmez. Çünkü böyle bir kimse, dari İslama gelmedikçe mütekavvim olamaz. Bedayi.

233  - : Diyetin lüzumu için katil ile maktulün, carih ile mecruhun islâmiyeti, akl ve bulûğu şart değildir.

Binaenaleyh bir müslümam veya bir zimmîyi yahut bir müste'minı kati veya cerh eden bir müslim, bir zimmî veya bir müste'mİn üzerine - usuli dairesinde - diyet Iâ2im gelir. Velev ki, bunlardan biri çocuk veya mecnunbulunsun. Bedayi.

234 - : LâzimüPeda olan bir diyet, borç mesabesindedir. Binaenaleyh diyet itasiyle mahkûm olan bir kimse, bu diyeti ver meden vefat etse bu' sair borçları gibi terikesinden alınır.

Kezalik  bir maktulün diyeti de sair emvali hükmündedir.

Binaenaleyh bundan borçları verilir, vasiyetleri tenfiz edilir, bakisi de vârisleri arasında taksim olunur. Cevhere, Tatar Haniyye.

«(İmam Şafiîye göre dari harbde islâmiyeti kabul edib henüz dar; İslama çıkmamış olan bir mühtedîyi kati veya cerh eden bir müslim ve­ya zimmî üzerine de diyet lâzım gelir. Çünkü tekavvüm dar ile değil, is­lâmiyet itibariyledir. Bedayi.) [30]

 

Âkilentn MAHİYETİ VE MÜKELEFİYETİ  :

 

235 - : Âkile, bir şahsın mensub olduğu ehli divandır veya onua asabesiyle aşiretidir, veya beytülmaldir,    veya azad edilmiş bir şahsın mevlâsıdır. Bunların arasında bir alâka, bir merbutiyet, bir tesanüd, bir himaye, bir istifade mevcuddur. Binaenaleyh böyle bir âkile, kendi efradından birinin hata suretiyle veya şübhei amd ile yapdığı cinayetin diye­tini veya «gurre» denilen zemanı, usulü dairesinde tediye etmekle mü­kellef bulunur.

236 - : Âkile, aniden yapılan veya caninin ikrariyle sabit olan bir cinayetin diyetini ödemekle mükellef olmadığı gibi mikdarı diyeti kâmİ-lenin yirmide birinden az olan herhangi cüz'î bir diyeti de ödemekle mü­kellef olmaz. Bunları bizzat cani verir. Şu kadar var ki, ikrar 'suretindi: caniyi tasdik eden bir âkite, icab eden diyeti vermeğe iştirak eder. Me­ğer ki, diyeti kâmüenin yirtnide birinden dûn bulunsun. Bedayi, Hindiyye.

237 - : Bir canînin âkilesi, aşağıda yazıldığı vech üzere dört mortebe üzere bulunur;.

Evvelâ : Kendisinin mukayyed bulunduğu divan ehlidir. Şöyle ki: bir sancak altında hareket eden, bir dîvanda mukayyed bulunan, muay­yen atiyyeleri - maaşları alan kimselerin âküesi, o divanda mukayyed olanların heyeti mecmuasıdır, velev ki her biri başka başka aşiretlerden, beldeler ahalisinden bulunsun. Bunlara «ehli divan» denir. İslâm huku­kunda vergiler bahsine müracaat!

Saniyen lensub olduğu aşiret, kavim ve kabiledir; şöyle ki: aralarında tenasur ve tesanüd bulunan, biribirinin harekâtını murakabe ederek yekdiğerleri ile alâkadar bulunmaları lâzım gelen aşiret ve kabili efradından birisinin yapdığı cinayetden dolayı icab eden diyeti veya gur-reyi bu aşiret ve kabilenin âkil, baliğ, hur olan erkek efradı cani ile be­raber aralarında taksim ederek diyete müstahik olan kimseye tediye ederler.

Bir diyeti kâmile, âkile efradı ile cani arasında nihayet senevi üçer veya dörder dirhem olmak üzere taksim edilerek üç sene içinde üdpni'. Bir aşiret efradı kifayet etmediği takdirde kendilerine en yakın olan ka­bile efradı ilâve edilir.

Salisen- : Beytülmaidir. Şöyle ki: lekıt veya islâmiyeti kabul ede rek henüz dari islâma gelmiş bir mühtedî gibi aşiret ve kabilesi bulur-mayan herhangi caninin üzerine lâzım gelen diyet, zahirürrivayeye nazr. ran beytülmali müslimîn tarafından tesviye ediiir.   Meğer ki beytühnâ!, mevcud ve mazbut bulunmasın. O halde bu diyet, bizzat cani tarafından ödenir.

Rabian - : Caninin mevlâsıdır. Şöyle ki: azadlı olan bir rakikin ve­ya velâi müvalât sahibi bulunan bir şahsın âkilesi de kendisinin mevlâ-siyle mevlâsmın kabilesidir.

Binaenaleyh böyle azad edilmiş bir şahıs, şübhei amd veya hata su retiyle bir cinayet işlese diyetim kendisiyle beraber bu âkilesi zamin olur Bedayi, Mebsut, Haniyye

238 - : Caniler, müteaddid, âkileleri muhtelif olduğu takdirde icab eden Dir diyet, bu canilerin âkileierine taksim ediiir, lier Diri hissesine dü­şen mıkdarı, hüKüm tarihinden itibaren üç sene içinde tediye ile mü Kelief olur.         

Meselâ: bir kimseyi on şahıs birükde hâtaen Öldürseler her birinin »kilesi üzerine bir diyeti kâmilenin onda biri düşer, bunlardan her bin üç sene içinde müeccel olur. Bahri Kaik.

Yukarıdaki tafsilât, Hanefî mezhebine göredir.

«(Mahkılere göre müslüman olan bir caninin âkilesi):

Evvelâ - : Kendisinin mensub olduğu ehli divandır.

Saniyen- : Aledderecat asabeleridir.

Salisen -  : Mevalisidir.

Kabian - : Beytülmâldir.

Bu döit sınıfdan hiçbiri bulunmadığı takdirde lâzım gelen diyeti biz­zat cani Öder.

Âkile efradı üzerine yükseltilecek diyet, kendilerini mutazarrır et­meyecek bir mikdarda servetlerine göre tevzi dilır.

Aklinin en az mikdarı, yedi yüz kişiden ibaretdir. Bundan noksan olursa diyetin mütebaki kısmım ikinci derecedeki âkile  efradı yüklenir.

Meselâ- ehli divan altı yüz kişi'olsa yüz kişiye isabet edecek diyet mikdarım caninin asabası tahammül eder. Bunlar da kifayet etmezse mevalîsi tahammül eder, bunlar da kifayet etmezse mütebaki kısmı bey-tülmal tesviye eder.

Bir diyeti kâmile, âkile efradı ile beraber erkek, baliğ, musir olan cani üzerine hüküm gününden itibaren üç senede ödenmek üzere tevzi edilir. Ve her taksit sene nihayetinde İstifa olunur.

Zimmîlerin âkilesi de bulundukları beldelerde kendilerinin hemdi-ni olan ve kendilerile beraber cizye vermekle mükellef bulunan kimseler­dir. Elmüddevene, Şerhi kebîr, Düsukî.)

(Şafiüere göre bir şahsın âkilesi, onun asaba takımından olan akri-basıdır. Usul ve füru, âkileden sayılmaz.)

Bir caninin âkilesi bulunmaz veya bulunduğu halde diyeti vermeğe ehl olmaz veya diyetin tamamım tediye edemezse diyetin tamamı veya noksan kalan mikdarı beytülmal tarafından tesviye edilir. Beytülmal de intizamdan mahrum bulunursa diyetin tamamı veya noksan kalan kıs­mı caniden alınır.

Âkilenin tamamen verebileceği diyete cani iştirak etmez, Akile bu­nu üç senede mukassatan tediye eder.

Âkileden zengin olanlar yarımgar dinar, yani: yarımşar miskal ha­lis altın, orta halinde bulunanlar da rub'ı dînar nisbetinde diyet vermeğe iştirak ederler.

Fakir, çocuk, mecnun olanlar âkileye dahil değildirler. Çünkü âki lenin diyeti Ödemesi, nusret ve müvasat esasına dayanır. Bunlar ise nusret ve müvasata ehil değildirler. Kitabül'üm, Tuhfetül'muhtaç )

(Hanbelllere göre de bir caninin âkilesi, neseben ve velâen asabenin erkek efradıdır. Bunların filhal varis olmaları lâzım değildir.

Binaenaleyh bir caninin babası ve babasının babası, kendisinin oğlu ve oğlunun oğlu âkilesinden olduğu gibi bunlar ile beraber ana baba bir veya baba bir kardeşleri, amcaları, amcası oğulları da âkilesinden sayılır,

Âkile, amden vuku bulan veya caninin ikrariyle aabit olan katiller­den dolayı diyeti tahammül etmezler, belki hata veya yibhl amd suretiy. le vuku bulan ve hata mecrasına carî olan katillerden dolayı diyeti ta­hammül ederler, .kendilerine cani iştirak etmez.

Âkile, diyeti üç senede öderler. Her birine tahmil edilecek diyet laft. darım tayin, hâkimin içtihadına muhavveldir. Âkile arasında bulunan f&. kirlere, çocuklara, kadınlara diyet tahmil edilemez.

Bir mÜHİümanm mevcud âküesi, diyeti tamamen veya kısmen öde­yemeyecek bir halde bulunursa bu, beytülmâl canibinden defaten tesvi­ye edilir. Beytülmâlden tesviyesi, müteazzir olduğu takdirde ise -kavli âcihe göre - bunu caninin tediye etmesi lâzım gelir. Çünkü kanların he­der olmasına meydan verilemez. J3ir kavle göre de bu takdirde diyet, sa­kıt olur.

Âkile, bir müslimin diyeti kâmilesinin üçde birinden az olan bir di­yeti tahammül etmez, bunu bizzat cani tediye eder.

Dinleri müttehit olan zimmîler ile müteahid arasında da âkile usuHV cdreyan eder. Neylülmeâreb, Keşşafürkma, Elmuğni.)

(Zahirîlere göre de âkil, baliğ olan bir müslim veya bir zimmî, bir müslimi hataen öldürse âkilesi üzerine diyet vacib olur. Âkile ise aşiret-den, kabileden ibaretdir. Ehli divan, âkile sayılmaz. Katil, müslim olun­ca bir mü'min rakabe azad etmesi de lâzım gelir. Buna kadir olmazsa iki ay muttasıl oruç tutması icab eder. Katil, gayri müslim olduğu halde bi­lâhare islâmiyeti kabul etse ona da bu veçhile keffaret lâzım geür.

Bir müslimin âkilesi bulunmazsa gârimlerin sehimlerinden veyamiis-' lümanlann mesalihi için mevkuf olan mallardan bu diyet tediyel edilir, Nitekim bir âyeti kerimede buyurulmuşdur. Elmuhallâ.        

Yani: müminler, biribirinin velîleridir, yardımcılarıdır, bu cihetle bi-ribirinin kanının heder olmasına meydan vermeyib bu diyeti böylece öder­ler.) [31]

 

Âkile Usulünün İçtimai Ehemmiyeti

 

239 - : Âkile usulünün içtimaî bakımdan ehemmiyeti tetkike sa­yan bir meseledir. Bazı diyetleri akiielerin ödemekle mükellefiyeti, bir bakundan bir muavenet, bir bakımdan da bir mücazat mahiyetindedir.

Şöyle ki: bu diyetleri ehli divan veya aşiret ve* saire tahammül et­mekle caniye yardım etmiş, onu sıfrülyed kalmakdan kurtarmış, araların­daki teavün.ve tesanüdü tecelli etdirmiş olurlar. Artık bu sayede hem ci­nayete maruz kalan bir bîçare heder olub gitmeden kurtulur, hem de elin-..uii amde mukarin olmaksızın her nasılaa bir cinayet'çıkmış olari bir in­sanın perişan olmasına meydan verilmeyerek içtimaî bir muavenet hu­sule gelir.

Fakat bir cihetden bunlar, caninin cinayetden men'ine medar olabile­cek murakabede bulunmayıb alâkasızlık göstermiş, belki de o cinayetin yapılması hususunda caniye kuvvetüzzahr bulunmuş olacakları cihetle bu vecibe, kendilerine bir nevi mücazatı intibahiyye olmak üzere tahmil edil­miş sayılır.

240 - : Bazı diyetlerin beytülmâl = hazinei devlet tarafındaa tes­viye edilmesi de hem bir takım cinayetlerin heder olub gitmesine mey-dan vermemek, hem de cani İ13 mecniyyün aleyhin şahsına veya varisle­rine karşı bir içtimaî müavenetde bulunmak gayesine müteveccihdir.

Maahaza bu gibi' cinayetlerin tahaddüsünde resmî murakabe ve inzi­batın müsamahası melhuz olduğundan âmme velayetini haiz olan bir ma­kamın bunu tamir etmesi muvafık görülmuşdür.

Bir de başka âkilesi olmayan kimselerin bilâ varis vefatları halinde terikeleri beytülmâle kalacağı cihetle bunların üzerlerine lâzım gelen ba­zı diyetlerin de beytülmâl canibinden ödenmesi münasib bulunmuşdıır. Çünkü garamet, ganimetle müterafıkdir.' Külfet nimete, nimet de külfe­te göredir,

241 - : Âkilenin bazı diyetleri ödemesi- bir eşasdır. Maamafih bu usul, aralarında divan ve aşiret hayatı carî olan Arablar gibi akvamı is-lâmiyyeye mahsusdur. Bu gibi teşkilâta sahib olmayan sair islâm cema­atleri arasında vukua gelen cinayetlerden dolayı icab eden diyetleri biz-bat caniler tesviye ede gelmişlerdir.

Hattâ «Kuhüstanî» sahibi, Zahidi'den naklen diyor ki: diyeti tediye etmek, zamanımızda caniye aiddir. Çünkü zamanımızda aşiretler bitmiş, şefkat ve tenasur duygusu kalkmış, halkın büyuti yıkılmışdır.

Fukahadan «Ebubekriresamme» göre de diyetleri yalnız caniler ken­di mallarından öderler, bunları âkileler deruhde etmezler. Çünkü hiçbir kimse başkasının cürmiyle muaheze olunamaz. Kur'am. Mübînde buyurulmu  

Yani: herkesin kazanacağı günah ancak kendisine aic ir. Bir yük; sahibi başkasının yükünü yüklenmez, bir kimse başkasının mesuliyetine ortak olmaz.

Buna cevaben deniliyor ki: âkile hakkındaki nusus ve âkilenin di­yetleri deruhde etmesindeki içtimaî ehemmiyet ve maslahat, Ebubekri esamnun bu mütalâasına münafidir. Resuli Ekrem Efendimiz bir ceniniu sukutuna sebebiyet veren bir kadının âkilesi üzerine gurre ile hüküm bu-/uımuşdu. Hazreti Ömer de sahabei kiramın mahzarlarında âkile üzeri­ne diyet ile hükmetmiş, buna muhalefet eder bir zat bulunmamışdır. Âki-lenin bu cürümden büsbütün beriüssaha olduğu iddia edilemez. Onun ca­ni hakkındaki ilgisizliği, onu muhafazadaki taksiri bir tefritdir. Bu tef­rit ise bir cürümdür. Bedayi, Muhit.

Velhâsıl: şeraiti mevcud, tatbiki mümkün olduğu takdirde âkile usu­lünün faidesi kabili inkâr değildir. [32]

 

Cinayetlerin Hükümleri :

 

242 - : Cinayetlerin hakkında tatbiki icab eden cezaya, te'dib ve ta'zibe «mucebi cinayet» denir ki, cinayetin hükmü, yani: sabit olan bir cinayet üzerine terettüb eden malî veya bedenî ukubet demekdir. Bu uku­bet, cinayetlerin mahiyetlerine göre tebeddül eder. Nitekim aşağıdaki me­selelerden anlaşılacakdır.

243 - : Amden katlin hükmü, şeraiti mevcud olduğu takdirde kı­sas ile maktulün mirasından ve vasiyetinden mahrumiyet ve uhrevî me-suliyetdir. Şu kadar var ki bazı kerre kısas diyete münkalib olur veya. meccanen veya bir bedel mukabilinde sukut eder. Nitekim âtiyen beyan olunacakdır.

Amden katilden dolayı keffaret lâzım gelmez. Çünkü bu kati, büyük bir cinayetdir, bunun için keffaret, kifayet etmez.

244 - : Şibhi aradın hükmü,  diyeti  mugallâza ile  keffaretden ve miras ile vasiyete ademi nailiyetden ve uhrevî mesuliyetden ibaretdir.

Keffaretİn lüzumu, katilin âkil, baliğ, hür, müslim olması halinde­dir. Maktulün hür olub olmaması, müslüman, zimmî veya müste'min bu­lunması müsavidir.

Şibhi amd suretiyle katil olan şahıs, ayrıca, ta'zire de müstahik olur

245 - : Hataen katlin hükmü, diyeti kâmile ile mirasdan, vasiyet-den mahrumiyet ve keffaretle uhrevî mesuliyetdir.                             

246 - : Hata mecrasına carî katlin hükmü, diyeti kâmile ile kef­faret ve miras ile vasiyetden mahrumiyetdir.

247 - : Tesebbüben katlin hükmü, yalnız diyeti kâmileden ibaret­dir. Şu kadar var ki, bu katle müeddî olan (fi'l, haklı olarak işlenmiş ve­ya araya başkasının fi'li haylûlet etmiş olursa o zaman mütesebbib üze­rine diyet de lâzım gelmez. Bir kimsenin kendi hanesinde kazıdığı kuyu­ya bir şahsın gelip düğmesi veyahut bir kimsenin tariki âmde bilâmüsa ade kazıdığı kuyuya şahsı diğer bîr gahaın tutub atmaaı hâdiselerinde olduğu gibi. Çünkü mübaşir ile mütesebbib içtima edince hüküm, müba­şire izafe edilir.

248  - : Amden cerh ve kat'm hükmü, mikdarda müsavat ve mü-maselet kabil olduğu takdirde kısasdır. Olmadığı takdirde diyet veya hü­kümeti adildir.

249 - Hataen cerh ve kat'ın hükmü, mecruhun uzvu tamamen ke­silmiş veya menfaati bükülliye zail olmuş ise diyetdir. Böyle olmayıb da uzva za'f ânz olmuş veya uzuvda ayıb sayılacak bir eser kalmış ise hükü­meti adildir.

Hata hükmünde olan cerh ve kat'ın hükmü de böyledir.

250 - : Tesebbüben cerh ve kafin   hükmü de hataen vukubulan cerh ve kat'ın hükmü gibidir. Şu kadar var ki, kat' veya cerhe müeddi ,,ian fi'l, haklı olarak işlenmiş yahut mütesebbibin fi'lile kat* veya cerh hâdisesi arasına başka bir fi'li ihtiyarî haylûlet eylemiş olursa o zaman mütesebbibe bir şey lâzım gelmez. Bir şahsın kendi hanesinde kazıdığı ku­yuya birisinin gelip kendi kendine düşerek yaralanması veyahut bir kim­senin tariki âmda izinsiz olarak yığdığı keresteler üzerine birisini başka bir kimsenin atarak yaralaması gibi. Bedayî, Hindiyye, Bahri Raik.

251 - : Tarifleri yukarıda yazılmış olan   hansa,   damıa,   damiye, bâzia, mütelâhime, simhak denilen yaraların hükümleri, her halde hükû meti adildir. Bunlarda şer'an mukadder bir erş yokdur. Muzihanın hük­mü de amden ise kısasdır. Çünkü bunda mümaseleti temin kabildir. Ha­taen ise diyetdir.

Haşimenin, münakkile ile âmmenin hükümleri de diyetdir. Dürer. Bunların mikdarları için diyet bahsine müracaat!.

252 - : Mâdûnnennefs olan bir cinayet, nefse sirayet edince bakı­lır: Eğer cinayet, amden yapılmış ise kısası müstelzim olur. Amden ya­pılmamış ise diyeti kâmile icab eder. Çünkü mâdûnennefs olan bir cina­yet, bu sirayetle bâtıl olub bunun tahaddüsü ânından itibaren bir kati ma­hiyetinde olduğu tebeyyün eder.

Cinayet neticesinde vücude gelen yaranın dairesini genişletmesine ve­ya Ölüme müncer olmasına «sirayet filcinaye» denildiği mukaddimede de görülmüşdür. Bir el, mafsalından kesildiği halde yaranın ilerliyerek ko­lun yarısına kadar sirayet etmesi, veya bir muzihamn ilerleyerek yarala­nanın vefatını intaç eylemesi gibi. Bedayi, Bahr.

253 - : Köle veya cariyenin âzasından birinde yapılan cinayetden dolayı da hur Ve hurre için mukadder olan diyet nisbetinde kıymetine gö­re diyet takdir olunur.

Meselâ: bir hurrün kesilen bir elinin diyeti, diyeti kâmilesinin yarısı olduğu gibi bir kölenin kesilen bir elinin diyeti de kendi kıymetinin yari' sı mikdandir. Şu kadar var ki, bu kölenin kıymeti beş bin dirhem veya daha ziyade olursa kendisine bu hakle iki bin beş.yüz dirhemden iki bu­çuk dirhem noksan verilir. Diyetlerin nıikdarı bahsine müracaat!.

254 - : Bir memlûkün yapdığı cinayet, amde mukarin olursa hak­kında şeraiti dahilinde kısas lâzım gelir. Amde mukarin olmazsa ınevlâ-sı muhayyerdir, dilerse iktiza eden diyeti bizzat kendisi vererek memlü-künü kurtarır, dilerse bu diyet mukabilinde mcmlûkü müstahikki diyete def eder.

Bir memlûkün yapdığı bir eiııayetden dolayı icab eden diyeti, mev-lâsınm deruhde ederek men lehüddiyete ödemesine «fedayı diyet» denir. Bu bede!, hilâfına bir şart mevcut olmadığı takdirde hâlen vacibül'eda olur.

Bir memlûk, müteaddid kimseleri hataen kati edecek olsa mevlâsı, .'edai diyetde bulunduğu takdirde yalnız kıymetine muadil bir diyet ver­mekle mükellef olur.

Fedai diyet, amd tarikiyle olmayan herhangi bir katilden dolayı ola­bileceği gibi kat' ve cerh cinayetlerinden dolayı da olabilir.

255 - : Diyeti ihtiyar edecek nıevlânın zengin olması, İmamı Aza­ma göre şart değildir. Binaenaleyh fedai, diyeti ihtiyar eden bir mevlâ-nın fakir olduğu bilâhare tebeyyün ederse diyet, uhdesinde bir borç olmuş olur. Fakat imameyne göre bu hususdâ mevlânın yesarı şartdır. Meğer­ki evliyai katıl, onun fakirülhal olduğunu bilib razı olmuş, olsunlar.

256 - : Müdebber olan bir memlûkün herhangi bir    cinayetinden dolayı lâzım gelen diyeti eda etmek ise mevlâsına aid bir vecibedir. Bu hususda verilmesi icap eden mikdar, diyet ile    müdebberin kıymetinden hangisi az ise odur. Şayed bir müdebberin kıymeti, ieab eden bir diyeti kâmile nıikdarından fazla olsa bu diyet mikdarı, on dirhem noksan ola­rak tesviye edilir.

Müdebbere, ümmi veled ile mükâteb ve mükâtebe hakkında da hü­küm böyledir. Çünkü bunlar başkasına temlik edilmeğe mahal bulunma­dıkları cihetle nefislerini men lehülcinayeye def etmek kabil değildir. Be-dayi, Haniyye, Bahri Raik. İslâm hukukunda i'taka müteallik hükümler kısmına da müracaat!

(Amden katilden dolayı kısasın müteayyen olub olmaması hususun­da beynelmüetehidîn ihtilâf vardır. Şöyle ki: Hanefîler ile Mâlikîlere gö­re katli amdin mucebr, aynen kısasdır. Yoksa varislerinin ihtiyarlarına muallâk olarak kısas ile diyetden biri değildir. Binaenaleyh men lehüikı-sas, dilerse kısası istif a eder, dilerse katili katili af eder. Fakat katilin rı­zası olmadıkça kısası terk ederek diyet namile tazminat alamaz. Katil öl­düğü veya-af edildiği takdirde katlin mucebi olan ceza, tamamen sakıt Mmuş olur.

Maahaza İmam Mâhke göre amden katil olan şahıs, sulh veya afuv suretiyle kısasdan kurtulsa da bilkülliye cezadan kurtulamaz. Binaena­leyh bu halde yüz celdoye ve bir sene müddetle habis cezasına müstahik nlur. Bu hususda katil ile maktulün müslim İle gayri müşlim, erkek ile dişi, hür ile rakik olması arasında fark yokdur.

Şııını  ilave edrlim ki, Maliki mezhebine göre de amden katilden dolayı kefaret lâzım gelmez. Şu kadar var ki, afüVve sulh gibi bir veç­hile kısasdan kurtulan bir caninin keffaretde bulunması mendubdur. Bi-dayetülmüctehid, Elmuğnî, Bedayi.)

(Şafiîlere göre kısas hakkında iki kavi vardır. Bir kavle göre amden katlin mucebi aynen kısas değildir. Belki kısas ile diyetden bîridir. Velİy-yi katil, muhayyerdir, dilerse kısas eder, dilerse katilin rızasına bakmak­sızın kendisinden diyet alır. Bu haldi? katil vefat etse veya başkası tara­fından öldürülse diyet ciheti teayyün etmiş oluK Ve men lehülkısas, ka-tiîi af edecek olsa kısas da, diyet de sukut eder.

ikinci kavle göre amden katlin cezası aynen kısasdır. Şu kadar var ki, veliyyi. katîl, bunun mukabilinde katilin rızasına bakmaksızın diyet alabilir. Bu halde katili af edecek olsa yalnız kısas sakıt olur. Diyet sa­kıt olmaz. Kakat katil ölse hem kısas, hem de diyet sakıt olur.

Şafiî fukahasının bu hususda noktRİ nazarları şudur: katilden dola­yı ifab eden tazminat, ifk evvel maktulün hakkıdır. Çünkü cinayet ken­di hakkında yapılmıştır. Bir kimsenin hakki ise kendisinin istifade ede­bileceği bir. şey demektir. Maktul ise kısasdan müstefid olamaz. Belki diyet namile alınacak bir maldan müstefid olabiJir. Zira bu maldan borç­ları Ödenir, vasiyetleri tenfiz edilebilir. Şu kadar var ki, kısas bir zecr hikmetine jnebni meşru kılmmışdır. Çünkü bir çok kimseler mal cezasın­dan korkmazlar da kısas cezasından korkarak cinayetlere mücaseret ödemezler.     

Binaenaleyh amden vukubulan bir katilden dolayı ceza olarak kısas ile diyetin İçtimai muvafık görülebilirse de bunlardan her biri maktulün nefsine bir bedel teşkil etmekde olduğundan böyle iki bedeli birden isti­fa caiz olamaz. Artık bu iki-bedelden birini istifa hususunda veliyyi ka­tilin muhayyer olması lâzım gelir1. Bedayî, TunfetüTmuhtae.)

«Bu mütalâaya covaben Hanefî fukahası da diyorlar İd: buna bu Hususdaki nüsus, müssid doğüdir. Maahaza maktulün kısasdan istifade­si, malden İstifadesinden daha mühimdir Çünkü kısas sayesinde manevî bir hayat husule gelir. Kısas, hem maktulün varislerinin, hem de mak­tulün menaub' olduğu içtimaî heyetin hayatına, emniyet ve rahatına hâ-dirn bulunur. Cürüm ile ceza arasında da tam bir mümaselet bu suretle temin edilebilir. Bedayi, Muhit. (Hanbelîlere göre de amdon katlin (vzası, kısas ile diyetden biridir. Bu hususda veliyyi katil, muhayyerdir, dilerse kısası, dilerse diyeti ihti­yar eder. Caniyi meccanen afüv etmesi de afdaldir. Cani afüv edilince artık hakkında ta'zir de ieıa edilemez.

Veliyyi katil, caniyi kısasdân af etse veya mutlak suretde, kîsas ite veya diyet ile takyid etmeksizin af edecek olsa diyete müstahik olur.

Veliyyi katil, diyeti ihtiyar etdikten sonra caniyi amden kati ede­cek olsa kendisi de kısasen kati olunur.

Hanbelî mezhebine göre de amden katilden dolayı keffaret lâzım gel­mez. Fakat Şafiî mezhebine göre her halde keffaret lâzmv gelir ve bu caninin malinden temin edilir. Çünkü amden kati, daha büyük bir ma' siyet olduğundan keffarete daha ziyade  muhtacdır.

Şafiîlere göre tesebbüben katil de Lamamiyte hataen katil hükmün­dedir. Binaenaleyh bu da keffareti ve  mirasdan mahrumiyeti müstelzim olur.

Hanbelîlere göre de gerek şibhi amd ile hataen katilden ve gerek hata mecrasına carî katil ile tesebbüben katilden dolayı keffaret lâzım gelir. Bu hususda katilin baliğ, âkil, hur, erkek olmasiyîe çocuk, mec­nun, rakik, dişi olması arasında fark yokdur. Kasırlar üzerine lâzım gp-len keffareti bunların mallarından olarak velîleri ifa eder. Rakik ise kef­fareti oruç suretiyle yapar.

Kezalik: bu hususda maktulün müslim, baliğ, hür, erkek olmasiyîe zimmî veya muahid olması, çocuk, rakik, kadın bulunması arasında da fark yokdur. Elmuğnî, El'Üm, Keşşafül'kına.)

(Zahirîlere göre de amden yapılan katilden dolayı ya kısas veya diyet lâzım gelir. Binaenaleyh bir kimse bir müslümanı darı islâmda veya onu müslüman olduğunu bildiği halde darı harbde amden öldürse bu maktulün velîsi muhayyer olur. Katili dilerse kati eder ve dilerse af eyler. Bu hususda maktulün reyine bakılmaz. Maamafih velînin kısas-dan affı, diyetden sükûtu, diyeti ıskat etmez. Veliyyi katîl buna müsta-hikdir, velev ki zikr etmesin. Meğer ki diyeti de sarahaten af etsin. Bir de katil ile bıtterazi bir bedel üzerine ittifak edebilirler.

Zahirîlere göre amden yapılan cerhden ve kat'ı uzuvdan dolayı da kısas icab eder. Cerihaların, şeccelerin hepsinde de mümaseleti temin mümkündür. Mecniyyün aleyh cerihalardan dolayı kısas ile diyet ara­sında muhayyer olmaz. Fakat hataen vuku bulan bir cerhden veya kat'ı uzuvdan dolayı kısas da, diyet de lâzım gelmez. Bu ma'füvdür. Bir ha­disi şerirde buyurulmuşdur. Yani: Allah Tealâ Resuli Ekrem'ine bir lûtfu mahsus olmak için onun ümmetinden hatayı, nisyam, ve mükrehen yapdıkîarı şeyleri af etmişdir. Bunlar bu hususlardan dolayı mes'ul olmazlar. Elmuhaliâ.)

«Buna cevaben deniliyor ki:  bu af, mesuliyeti uhreviyye itibariyle­dir. Dünya itibariyle maktulün hakkı mahfuzdur.  Bu hadisi  şerif, muh tîin m ah veya .diyeti tazmin etmesine, ve bir nisyan eseri olarak abde::t-siz namaz kılanın bu namazı kaza etmesine münafi değildir. Hataen kat lin dünya ahkâmı itibariyle ma'füv olmayıb diyeti icab etdiği nassi ku-' anî ile sabitdir. Demek ki hatalar, mutlaka ma'füv değildir. Bir insanın canı muhterem olduğu gibi âzası da, malı da muhteremdir. Her zararın telâfi ve tazmin edilmesi ise hukuki islamiyyede bir esasdır. Camiüssağîr Şerhi Feyzül'kadîr, Mebsutı Serahsî.)

«Veliyyi katilin amden katilden dolayı kısas ile diyet arasında mu­hayyer bulunduğunu ihtiyar eden müctehidler, bu hususda  hadisi şerifine vesaireye istinad etmekdedirler. Buna karşı da diğer müctehidler tarafından şu veç­hile cevab verilmişdir: Kur'anı mübînde buyurulmuşdur. Binaenaleyh amd;n katiller hakkında yalnız kısas icrası, ve ayni suretle cezalandırılmaları emr olunmuşdur. Adalet bunu iktiza eder, her ıkab kendi misliyle karşı­lanır, ainden katlin misli ise katildir. Bunda diyetin medhali yokdur. Meğer ki iki taraf razı olsunlar. îşte hadisi şerifde diyetin zikredilmesi de bu itibar iledir. Veliyyi diyet, cam tarafından diyet teklifi takdirinde düşünür, noktai nazarına muvafık gelirse kabul eder, muvafık gelmez se kabul etmez. Bu hususda muhayyerdir. Yoksa yapdığı haksız bir ka­tilden dolayı kendi şevki vicdanîsi ile hakkında kısas yapılmasını ilti­zam edenbir katili diyet namiyle bir mal vermeğe mecbur etmek sultiı-nna veliyyi katilin malik olması muvafık görülemez. Elmuhaliâ, Muhiti Burhanı. [33]

 

Katla Nefsden Dolayı Kısas İcra Eyîlmesi İçin Vücudi İcab Eden Şartlar :

 

257 - : Bir katil hakkında kısas cezası tertib edilebilmesi için ka­tile, maktule,  nefsi katle, veliyyi katile aid olmak  üzere  aşağıda yazılı şartların vücudüne lüzum vardır.

258 - : Katil, âkil ve baliğ olmalıdır.

Binaenaleyh   mecnun,  matuh   veya   çocuk   olan   bir  katil  hakkında diyet lâzım gelirse de kısas lâzım.gelmez. Çünkü bunların fi'lleri cürüm­den madud, kendileri de ukubete ehil değildirler. Bunların amden katil leri hata hükmündedir. Bunlar bu katilden dolayı mirasdan, vasiyetdcıı de mahrum olmazlar.

Vakit vakit tecennün eden bir şahsın hali ifakatinde  amden yapdı-ğı bir "katil, yine hali ifakatinde kısası müstelzim olursa da hali cinnetin de yapdığı bir katil, yalnız diyeti icab eder, kısas müstelzm olmaz.   Cev­here, Bahr.

259 - : Katil, mu'teammid olmalıdır.

.Binaenaleyh bir kimseyi hata veya şibhi amd suretiyle kati eden şa­hıs hakkında kısas'lâzım* gelmez. Çünkü kısas ukubetin müntehasıdu. Son derecede bulunan bir cinayetden dolayı tatbik edilir. Bir katlin son derecede bir cinayet olabilmesi ise amde mütevakkıfdır.

Bir katil hâdisesinde âleti carihamn kullanılması amdin vücudüne delildir. Bedayi, Haniyye.

260 - : Katil, muhtar olmalıdır.

Binaenaleyh bir kimseyi vukubulan bir ikrahi mülciye mcbni am-den veya şibhi amd suretiyle kati eden şahıs hakkında kısas, diyet lâ­zım gelmez. Ve bu katil, maktulün mirasından mahrum da kalmaz. Bel­ki kısas veya diyet mücbir üzerine Iâ,zım gelir. Çünkü bu veçhile mük-reh olan şahıs, meslûbül'ihtiyar olacağı cihetle mücbirin bir âleti icrai yesi mesabesinde bulunur.

Bu mesele, imâmı Âzam ile îmanı Muhammed'e göredir. îmanı Efcü Yûsüfe göre bu takdirde kısas, mücbire de lâzım gelmez. Onun üzerine kendi mâlinden üç senede vermek üzere diyet lâzım gelir. îmam Züfere göre ise ikrah, kısasa mani değildir.'

Yalnız vaid ile veya habis ile yapılan ikrah ise bü'ittifak sahih de­ğildir. Böyle bir ikraha veya mücerred bir emre mebni başkasını amden kati eden şahıs hakkında kısas lâzım gelir. Şu kadar var ki böyle bir em­re binaen katil cinayetini irtikâb eden kimse, henüz gayri baliğ bir ço­cuk bulunmuş olursa hakkında kısas yapılamaz. Belki bilâhare âmire müracaat olunmak üzere bu çocuğun malinden diyet verilmesi lâzım ge­lir. Bu âmir ise her halde şiddetli ta'zire, habse müstahik olur. Haniyye Behce. İkrah mebhasine müracaat!

261 - Maktul, katilin fer'î, yani: evlâd ve ahfadından biri olma malıdır.

Binaenaleyh oğlunu kızını veya aîel'itlâk torunlarından birini öldü­ren şahıs hakkında diyet, ta'zir, mirasdan mahrumiyet gibi katil hüküm­leri carî olursa da kısas hükmü carî olmaz. Nitekim bir hadisi şprifdı de   buyurulmuşdur.

Fakat usulünü yani: babasını, anasını veya ecdadından birini amden öldüren şahıs hakkında kısas lâzım gelir. Çünkü usulün füruu hakkında­ki şefkat ve muhabbeti, cibillî olduğundan bunların böyle bir katle tesad-dî etmeleri pek nâdir ahvale münhasırdır. Binaenaleyh kendilerini kati'-den men ve zecr için haklarında kısas cezasının mevcudiyetine ihtiynç yokdur.  Füruun usule karşı olan şefkat ve muhabbeti ise  bu derecede cibillî olmadığından kendilerini katilden zecr ve men'e kifayet edecek bir müeyyide teşkil etmez. Bununla beraber usul, füruun hayatına vesile­dir. "Bu cihetle füru, usule karşı bir şükran ve hürmet vazifesiyle mükel-lefdir. Buna rağmen füruun usule karşı cinayete tesaddî etmesi, pek çir­kin bir hareket olacağından bu cihet, haklarında esbabı müşeddideden bulunur. Binaenaleyh bunların amden yapacakları bir katil, haklarında kısası icap eder. Bedayî, Muhiti Burhanı, Hindiyye.

262 - : Maktulün vârisleri arasında katilin füruundan kimse bu lunmamalıdır.

Binaenaleyh maktulün varisleri içinde katilin evlâd veya ahfadın­dan biri bulunacak olsa, meselâ: bir kimse, kendi zevcesini veya dama­dını kati edib de bunlara kendi oğlu veya torunu varis bulunsa bu katil Kakkında kısas icra edilemez. Çünkü kısas, kabili tecezzi olmayan bir hakdır. Bunu istifa etmek,, evlâd ve ahfad hakkında caiz olmadığından sair varisler hakkında da caiz olmaz. Bu halde kısas, diyete münkaîib olur. Bedayi, Hindiyye.

263 - : Maktul, katilin mülküne tamamen veya kısmen dahil bu­lunmamalıdır. Binaenaleyh  miistakillen veya müştereken   mâlik   olduğu bir köle veya cariyeyi amden öldüren şahıs hakkında habis ve darb gibi -ta'zir cezası lâzım gelirse de kısas lâzım gelmez. Mükâteb hakkında da hüküm böyledir. Çünkü onda da  memlûkiyet eser ve şübhesi  mevcuddur.

Fakat bir köle veya cariye mevlâsını amden Öldürse hakkında kı­sas lâzım gelir.

Bir mevlânın kendi memlûküne karşı şefkati zahir ve malikiyet men­faati sabit olduğundan onu kati etmesi nâdir ve fevkalâde hallerden ma-dud olmakla bu hususda kısas suretiyle bir zecr müeyyidesine ihtiyaç yokdur. Ve esasen kendisi men lehüîkısas olduğu cihetle ayni zamanda men aleyhilkısas olamaz.

Bir memlûkün mâliki hakkındaki vaziyeti, haleti ruhiyyesi ve ken­disinin zatî menfaati ise başka türlü olmakla onun hakkında bir mü-eyyidei zacire olmak Üzere kısas cezasımn mevcudiyetine ihtiyaç vardır.

Maahaza bir memlûk, mevlâsını hataen öldürdüğü takdirde üzerine kısas lâzım gelmeyeceği gibi diyet de lâzım gelmez. Zira memlûkün - malı zaten mevlâsma aid olduğundan - diyet itasına kudreti yokdur.

Başkasının köle veya cariyesini amden Öldüren şahıs hakkında ise kısas lâzım gelir. Cevhere, Bedayî, Haniyye.

264 - : Maktul,  alelıtlak  mâsumüddem olmalıdır. Binaenaleyh bir müslim veya bir zimmî bir harbîyi veya bir mürteddi öldürecek olsa hakkında kısas lâzım gelmez. Zamanı m'ucib olmayan bir cinayetden mütevellidi sirayet de ma­manı mucib olmaz.

Meselâ: bir harbî aniden eli cerh veya kat' olundukdan sonra müs-lüman olsa da badehu o cerhin sirayetiyle vefat etse carih üzerine ne kısaa, ne de zeman lâzım olur.

Kezalik: bir müste'mini öldüren kimse hakkında da -Zahirürriva-yeye nazaran - kısas lâzım gelmez. Çünkü harbî ile mürted, esasen şahsî masuniyeti haiz değildirler. Müste'minin haiz olduğu ismet ise . muvakkatdir, şübhe-i ademden hali değildir. Şu kadar var ki, müste'mini öldüren şahi3 üzerine diyet namiyle zeman lâzım geleceği gibi hakkın­da habs vesair suretle ağır ta'zir cezası da lâzım gelir.

Dari islâmda iki müste'minden biri diğerini aniden öldürecek olsa katil hakkında kısas lâzım gelib gelmeyeceği meselesinde ihtilâf vardır, imam Muhammed'den bir rivayete göre kısas lâzım gelmez. Fa"kat Si­yeri kebîrdeki bir kavle göre kısas lâzım gelir.

Âdu ile bâğî arasında vukübulan bir katil hâdisesi de kısası müs-telzim değildir. Çünkü her birinin zu'münce diğeri masum değildir, heı biri diğerinin katlini bir tevile binaen istihlâl etmekdedir. Her birinii me&easi vardır. Binaenaleyh bağînin te'vili fâsid olmakla beraber me-neaya mukarin olduğundan sahih te'villere iltihak ederek bir şübhe tev­lidinden hâli olamaz.

Kezâlik; bir şahsı kendisinin vuku bulan emir ve teklifine, meselâ: «kanım sana helâl olsun, beni öldür» demesine binaen amden Öldüren kimse hakkında imamı Âzam ile Imameyne göre kısas lâzım gelmez. Çünkü bu şahsın bu emir ve müsaadesine binaen ismeti nefsi hakkında bir şiibhei adem, temekkün etmiş bulunur. Vâkıâ böyle bir emir. ve müsaade sahih değilse de şübhe İrasından hâli de değildir. Bu halde ka­til üzerine diyet lâzım gelmeyeceği hususunda ise iki kavi vardır. Esah olan kavi ise diyetin lüzumuna dairdir.

Fakat imam Züfere göre bu meselede katil hakkında kısas lâzım gelir. Zira bu şahsın katli hususundaki emri, kendisinin ismetini ihlâl edemez, ismeti nefsde ibahe carî değildir, bu hususdaki emir ve teklif, adem mesabesindedir^

Nitekim âmir «kanımı sana şu kadar kuruşa sattım beni öldür» di-yib de memur dahi onu Öldürecek olsa hakkında kısas lâzım gelir.» Çün­kü bu emir, bâtıldır. Bir şey bâtıl olunca da onun zımmndaki şey de bâ­tıl olur. Bedayî, Mebsutı Serahsî.

265 - : Katildeki amd, şübhei ademden hali bulunmalıdır. Binaenaleyh bir kimseyi bir veya iki darbe ile kati eden şahıs hak­kında kısas icra edilemez. Çünkü âdete nazaran böyle bir iki darbe ile kati değil, te'dib ve tehzib kasdedilir. Bunların kati kasdiyle vukuunda bir ademi, amd, şübhesi mütemekkin bulunmakdadır.

Darbeler, mütevali suretde vuku bulmuş olduğu takdirde de kısas lâzım gelmez. Çünkü katlin müstakillen ilk darbe' tesirile ini, yoksa mü-"tebaki darbeler tesirile mi vuku bulduğunda şübhe vardır. Bir iki darbe ise amdden madud değildir.

Kezâlik: bir kimseyi boğazım sıkmak, ip gibi bir şey ile boğmak ve­ya yüksek bir yerden aşağıya atmak suretiyle kati eden şahıs hakkın­da İmamı Âzam'a göre diyet lâzım gelib kısas lâzım gelmez. Meğer ki o yerden atılan kimsenin hayatda kalması âdete nazaran mümkün ol­masın. O halde kısas lâzım geür. Imameyne göre ise herhalde kısas lâ­zım gelir.

Kezalik: bir kimseyi bir yere tıkayarak aç ve susuz bırakmak su­retiyle mevtine sebebiyet veren şahıs hakkında da imamı Âzam'a göre şiddetli ta'zir lâzım gelirse de kısas, zeman lâzım gelmez. Çünkü ölüm, o yere tıkamakdan değil, belki kimsenin sun'u dairesinde olmayan aç-Ukdan, susuzlukdan neşet etmiş olur. Imameyne göre ise bu hâle sebe­biyet veren gahsın üzerine diyet lâzım gelir. Zira ölüme kendisi sebebi­yet vermigdir.

Kezalik: bir kimsenin ağzına zehir akıtan şahıs hakkında diyet lâ­zım gelirse de kısas lâzım gelmez.

Kezalik: bir kimse, kendisine verilen zehri bizzat tenavül etmekle ölse zehri veren1 şahıs hakkında yalnız şiddetli ta'zir ve te'dib lâzım ge­lirse de zeman lâzım gelmez. Çünkü maktul, mühlik bir maddeyi kendi ihtiyariyle istimal etmişdir.

Kezalik: suya daldırılan veya yüzüne karşı haykınlan kimse bu hal­leri müteakib hemen ölecek olsa buna sebebiyet veren şahıs üzerine di­yet lâzım gelir, kısas lâzım gelmez.

Bu meselelerdeki bu hükümler ve ihtilâflar, bu hâdiselerde ademi amd, şübhesinin mevcud olub olmamasiyle alâkadar bulunmakdır. Be­dayî, Hindiyye.

266 - : Katiller, müteaddid oldukları takdirde her biri kısasa ma­hal olmalıdır.

Binaenaleyh bir kimseyi müştereken öldüren şahıslardan biri çocuk veya mecnun veya kati veya maktulün usulünden veya mâlikleri fiden bulunsa üzerlerine seviyyen diyet lâzım gelirse de her biri hakkında yüz gösteren ademi kati şübhesine binaen hiçbiri hakkında kısas lâzım gel­mez.

Kezâlik: bir kimse, hem bizzat kendisinin, hem de başka bir şahsın yaralamasiyle Ölecek olsa o şahıs hakkında yalnız nısıf diyet lâzım ge­lirse de kısas lâzım gelmez. Çünkü bu bir katil hâdisesi, iki cerh yüzün-

den vuku bulmuşdur. Binaenaleyh mevt hâdisesi, şübbeden hâli değildir. Maahaza maktul, kendi hakkında kısasa mahal olmadığından onun şe­riki hakkında da kısas icrasına imkân yokdur. Bedayi, Haniyye.

267 - : Katil,  mübaşeret tarikiyle yapılmış olmalıdır.

Binaenaleyh tosebbüben vuku bulan bir katil, diyeti müatelzim olur­sa da kısası müstelzim olmaz. Nitekim bir misali yukarıda mezkûrdur.

Kezalik: bir kimsenin amden katil olduğuna şahadet eden şahıslar, o kimse hakkında kısas icra edildikden sonra bu şahadetlerinden rücu etseler veya maktutiyyetine şahadet edilen kimsenin berhayat olduğu meydana çıksa bu şahitler hakkında kısas lâzım gelmez. Belki bunlar tesebbüb tarikiyle katil sayılacakları cihetle üzerlerine diyet lâzım ge­lir

Kezalik: bir katil hâdisesinde katile iştirak etmeyib de mücerred katil ânında maktulün kollarını veya ayaklarını tutmak gibi bir suretle yardım ile kati fi'lini kolaylaştıran veya katili katle teşvik eyleyen şa­hıs, mübaşereten kati] olmadığından hakkında kısas lâzım gelmez. Bel­ki bu hareketinden dolayı şiddetli bir ta'zire müsfahik olur. Kezalik: Bir kimsenin bulunduğu yeri gösterip katline bile bile sebebiyet veren şahıs hakkında da kısas lâzım gelmez. Katil hâdisesinin vukua geleceği­ni bilmeksizin böyle bir imsak ve delâlette bulunan şahıs hakkındaki ce­za ile hâkimin ictihadine muhavveldir ki, bu habs ve darb gibi bir su­retle icra edilir. Bedayi, Bahri Raik.

268 - : Veliyyi katil, malûm olmalıdır.

Binaenaleyh velî, meçhul olursa kısas icra edilemez. 'Çünkü meçhul olan bir şahsm kısası taleb ve istifa etmesi müteazzirdir.

Meselâ: bir mükâteb, bedeli kitabete kâfi bir mal ile mevlâsından başka da varis bırakmış olduğu halde amden kati edilmiş bulunsa ka­tili hakkında kısas icra edilemez. Çünkü böyle bir mükâtebin hur ola­rak mı, yoksa rakik olarak mı öldüğü ihtilaflı bir meseledir Bu halde veliyyi kısas, rnevlâsi mı olacak, yoksa varisleri mi olaoakdır?. Bu, şüb-helidir. Binaenaleyh veliyyi katil, gayri muayyen olduğundan kısas ci­hetine gidilemez.

Kezalik: Bir cihetine vakıf edilmiş olan bir köle amden kati edilse katiline diyet lâzım gelir, kısas lâzım gelmez. Zira vakıf kölenin velîsi hakkında İştibah mevcud olduğundan buna mebni kısas, münderî olur. Maahaza vakfın menfaati de kısasda değil, diyetdedir. Bedayî, Tatan Haniyye.

269  - : Maktulün varisleri kısas talebinde bulunmalıdırlar.

Binaenaleyh varisler böyle bir talebde bulunmadıkça katil hakkın­da kısas icra edilemez. Çünkü bu hak, varislere aiddir. isterlerse bunu iskat edebilirler. Bu kısas hakkına zevç veya zevce de mâlikdir. Fetavai Hayriyye.

270 - : Maktulün, mükellef bulunan vârisleri, kisfia esnasında cüm-Ictcn  hazır bulunmalıdırlar.

Binaenaleyh maktulün büyük varislerinden biri goib bulunsa sair varislerin talebiyle kısas icra edilemez. Çünkü gaib olan varisin katili af etmiş bulunması melhuzdur. Bedayi, DUrer.

Bu meselenin  tafsilâtı ileride görülecektir.

271 - : Maktulün - kemali  zat  itibariyle, yani:   azaca  selâmet, şeref ve fazilet, aderl ve hilkatçe - katile mİİRavi olrrmm şart değildir.

Binaenaleyh âzası noksan okul bir klnmo mukabilinde azası tam olan, vazî bir şahıs mukabilinde şerif, cahil bir kimse mukabilinde âlim, mecnun mukabilinde âkil, rakik mukabilinde hür, kadın mukabilinde er­kek, gayri müslim mukabilinde müslim, bir ferd mukabilinde mütead-did kimseler,  amden katilden  dolayı kısas olunabilir.  Bedayi, Zeyleî.

272  - : Maktulün aldığı cerhi  müteakib hemen ölüvermesi, kısas icrası için şart değildir.

Binaenaleyh amden cerh edilmiş bir kimse, bir jpuddet esiri firaş oltıb da badehu o cerhden müteessiren vefat etse carini hakkında kısas icra edilir. Çünkü bu halde vefatın sebebi bulunmuşdur. Bunu zahiren ibta! edecek bir şey bulunmadığından bu ölüm o sebebe izafe edilmişdir. Hidaye, Cevhere.

273  - : Sarhoşluk  hali, kısasa münafi değildir.

Binaenaleyh bir kimse, telehhî için bil'ihtiyar içmiş olduğu bir müs-kirden sarhoş bulunduğu halde birini âleti cariha ile kati etae hakkında kısas cezası tatbik edilebilir. Mubah bir sebeble sekran olan bir katil hakkında ise diyet lâzım gelip kısas lâzım gelmemesi, kavaid: umumîye muktezasından görülmekdedir. Muğmaaleyh de sekran hükmündedir. Tenvir, Reddi Muhtar. Yukarıdaki meseleler: Hanefîlcre göredir.

«(Malikîlere göre kısasın erkânı cani ile mecniyytm aleyhden ve ci-nayetden ibaret olmak üzere üçdür. Bu üç rüknün kendilerine mahsus şartlan vardır. Şöyle ki:

(1) : Cani, kısas edilebilmek için mükellef bu hin mam alıdır.

Binaenaleyh çocuklar, mecnunlar hakkımla kman yapılamaz. Çün­kü onlar mükellef değildirler. Onların amdlerl ile hataları müsavidir, yalnız âkileleri üzerine diyet lâzım gelir.

Vakit vakit tecennün eden bir şahıs, hali ifakatindeki cinayetinden dolayı yine hali ifakatinde kısa sen kail olunabilir. Hftli .cinnetinde yap-dığt bir kati ise yalnız diyeti icnb eder. Hali ifaknlinde cinayetde bulu-nub da badehu cinneti devam edip bir malık ifnknt bulmana malinden diyet alınır.

Halâl bir şey ile sarhoş olan kimse do mecnun hükmündedir; Ha­ram yoliyle sekran olan şahıs hakkında ise amden katlinden dolayı kı­sas icra edilebilir.

 (2) : Cani, haizi ismet bulunmalıdır.

Binaenaleyh bir harbî, haizi ismet olmadığı cihetle yapdığı bir ka­tilden dolayı kısas tarikiyle Öldürülemez. Belki ismetden mahrum, ka­nı heder olduğu cihetle kati edilir. Böyle bir harbî, yapdığı bir cinayet-den sonra taib olarak islâmiyoti kabul etse veya eman ile dari İslama gelse artık kati edilemez.

(3) : Mecniyyün aleyh,  mevtine veya kendisine cirahat isabet et-diği âna kadar masumüddem bulunmalıdır.

Binaenaleyh bir mürteddi kati eden kimse hakkında kısas lâzım gel­mez. Çünkü onun ismeti yoktur. Mücerred irtidad etmesiyle kısmen har­bî hükmünde olur.

Bu masumiyet, cinayete mübaşeretle cinayetin vukuu ânına kadar mevcud bulunmuş olmazsa kısas icra edilemez. Velev ki cinayetin vu­kuu anında mevcud olsun.

Meselâ: bir maktul, kendisine bir adavet saikasiyle atılan taşın atıl­dığı zaman, masumüddem değil iken bu taşın isabet etdiği anda ihtida ederek masumüddem olsa katili hakkında kısas icra edilemez. Çünkü iıi'f iki halde masum bulunraamışdır.

Fakat kısasa müstahik olan bir caniyi haricden bir şahıs kati etse bu şahıs hakkında kısas icra edilebilir. Çünkü bu cani bu şahsa karşı masumdur. Halbuki bu caniyi maktulün velîsi kati etse hakkında kısas lâzım gelmez. Zira bu cani bu velîye karşı masumüddem değildir. Şu kadar var ki, bu velî, hâkimin enirim istihsal etmeden bu katle mübaşe­ret erdiğinden dolayı te'dib olunur.

(4) : Mecniyyün  aleyh,   cinayet     zamanında  caniye   müsavi  veya onun fevkinde bulunmalıdır. Islâmiyetle hürriyet vasıfları tekabül etti­ği takdirde islâmiyet vasfı tercih olunur.

Binaenaleyh cinayet ânında cani, müslüman bulunduğu halde mec­niyyün aleyh gayri müslim bulunsa veya cani hür ve müslim bulunduğu halde mecniyyün aleyh, rakik bulunsa yahut cani, rakik ve müslim bu­lunduğu halde mecniyyün aleyh, hurri gayri müslim bulunsa ca-nı hakkında kısas icra edilemez. Fakat cani, hurri gayri müslim bulunduğu halde mecniyyün aleyh, bir müslimi rakik bulunsa cani hak­kında kısas lâzım gelir. İslâmiyet şerefi, saadeti, hürriyetin fevkindedir.

Şu kadar var ki, yukarıdaki kaideden gayle, yani: bir şahsı elinden malını almak için kati etmek hali müstesnadır. Bu halde fesadı def et­mek maslahatına mebni cani mutlaka kati edilir. Maktul, gerek müs­lim, hür olsun ve gerek olmasın. Hattâ bu hususda veliyyi katîün af ve sulhe de salâhiyeti yokdur. Çünkü cani, fesada çalışmış, âmme intiza­mını ihlâl etmiş, artık onun te'dibi veliyyüremre aid bulunmuşdur. Böyle bir caniyi öldürmek, bir kısas değil, defi fesad için bir idam demekdir.

Fakat mücerred ilim, şecaat gibi vasıflardaki faikıyet, kısasa ma­ni değildir; Ve bir hürri gayri müslim, kendisi gibi bir hürri gayri müs­lim için kısasen kati edilebilir. Velev ki biri kitabî, diğeri mecusî bulun­sun.

(5) : Cinayet, amdi udvan tarikiyle yapılmış bulunmalıdır. Bu hu­susda mübaşereten kati ve cerh ile tesebbüben kati ve cerh arasında kı­sas bakımından fark yokdur. Şöyle ki:

Mükellef bi rşahıs, masumüddem bir kimseyi kati etmek maksadiy-le bir değnek ile veya bir kamçı İle veya bir taş ile vurub Öldürse veya boğazım sıkmak veya yemek ve içnıekdeh men etmek suretiyle ölümüne sebebiyet verse hakkında kısas lâzım gelir, velev ki mücerred tâ'zib kas-diyle yemekden ve içmekden men etmiş olsun.

Kezalik: bir valide, çocuğunu öldürmek kasdiyle sütden men etse hakkında kısas lâzım gelir. Ve illâ âkilesi üzerine diyet icab eder.

Kezâlik: güzelce yüzmek bilmeyen bir kimseyi adavet veya lâtife sa­ikasiyle bir ırmağa atıp boğulmasına sebebiyet vermek de kısası müs-telzimdir.

Yüzmek bildiği halde mücerred mesafenin uzaklığı veya havanın so­ğukluğu sebebiyle kurtulamaması galib olan bir kimseyi suya aüb ölü­müne sebebiyet vermek de bu hükümdedir.

Fakat örnek bilen bir kimseyi kurtulacağı zannedildiği halde ada­vet veya lâtife sebebiyle bir nehre atarak boğulmasına sebebiyet veren şahıs hakkında yalnız diyet lâzım gelir.

Kurtulacağı meşkûk olduğu takdirde bakılır: Eğer adavet saikasiy­le suya atılmış ise kısası müstelzim olur, lâtife olarak atılmış ise diye­ti iktiza eder.

(6) : Katlin tesebbüben vukuu,  zarar kasdine mukarin olunca kı­sasa mani olmaz.

Binaenaleyh bir şahıs, muayyen bir kimsenin içine düşüb Ölmesi kasdiyle kendi evinde veya umuma aid bir caddede bir kuyu kazısa ve­ya ayak kayacak şeyler bnlundursa da bu yüzden o kimse düşüb Ölse bu mütesebbib şahıs hakkında kısas lâzım gelir. Fakat böyle bir zarar kasd etmemiş veya gayri muayyen kimsenin zararını kasd etmiş ise kısas lâ­zım gelmez. Gayri muayyen kimsenin zararını kasd etmiş olduğu tak­dirde de âkilesi üzerine diyet lâzım gelir, kendisi hür olmayıb rakik bulunmuş olunca da veliyyi katile kıymeti verilir.

Fakat bir şahsın zarar kasdiyle olmaksızın kendi mülkünde ken-.disi İçin veya araziyi mevatdan birinde bir menfaat için, velev âmme menfaati için olsun kazıdığı kuyuya bir kimse düşüb Ölse bundan dolayı o şahsa bir şey lâzım gelmez.

 (7) : Bir  kimse,   zehirli  olduğunu  bildiği   bir  şeyi bunu bilmeyen bir şahsa verib de vefatına sebebiyet verse hakkında kısas carî olur. Fa­kat o şahıs, bunu bile bile kullanmış olursa bunu kendisine veren kim­seye bir şey lâzım gelmez. Çünkü bu takdirde o şahıs, kendi nefsini bi­lerek kati etmiş olur.

(8) : Bir kimse,  aralarında  adavet bulunan bir şahsa  kılıç  veya mızrak gibi bir şey ile işaretde bulunup o şahsı kaçması üzerine takib de bulunsa da o şahıs yere düşmeksizin vefat etse o kimseye kısas lâ­zım gelir. Bunların süvari, piyade veya birinin süvari diğerinin piyade olması müsavidir.

Fakat o şahıs böyle kaçarken düşüb de ölse kendi varislerine ka-same lâzım gelir. Yani: bunlar, o şahsın bu düşmesi yüzünden değil, mü-' cerred korkusundan dolayı ölmüş olduğuna dair elli defa yemin eder­ler. Bu yeminden sonra kısas icra edilir.

Bu hâdisede katil ile maktul arasında adavet bulunmamış olursa yalnız diyet lâzım gelir.

Bir de bu hâdisede mücerred silâhın gösterilmesini müteakib vefat vuku bulsa bu, hata kabilinden sayılarak katilin âk i leşi üzerine diyet lâ­zım gelir.

(9) : Mütesebbibin mübaşir ile içtimai,  hakkında kısasın icrasına mani olmaz.

Binaenaleyh muayyen bir kimsenin içine düşüb ölmesi kasdile bir şahısın kazdığı kuyuya o kimseyi başka birisi tutub atmakla katil hâ­disesi vücude gelse hem o şahıs hakkında, hem de bu mübaşir hakkın­da kısas lâzım gelir. Velev ki bu hususa dair aralarında bir ittifak bu­lunmuş olmasın. Kezâlik: kati edilmesi istenilen bir şahsı bir kimse tu-tuverince bakılır: eğer bu maksadı bilmiş ve kendisi tutmamış olsa ka­tilin yetişmesi mümkün bulunmamış olursa bu veçhile katilden dolayı hem mübaşir oîan katile, hem de maktulü tutub tevkif etmiş, vefatına sebebiyet vermiş olan o kimseye kısas lâzım gelir.

Bir şahsın gizlendiği yere bu maksad için bile bile delâlet eden kim­se hakkında da hüküm böyledir.

(10) : îkrah da kısasa mani değildir.

Binaenaleyh bir kimse, bir şahsı vaki olan ikrahı mülciye mebni kati etse hem mücbire, hem de mükreh olan o kimseye kısas lâzım gelir. Çün­kü mücbir, mütesebbibdir, mükreh de mübaşirdir.

Fakat ikrah, katli nefs gibi ilca tarikiyle olmayıb gayri mülci bu­lunduğu, yani: mükreh, mücbire muhalefete muktedir olduğu takdirde kısas yalnız mükreh hakkında cari olur.

Muhtasarı Ebiz'ziya, Şerhi Ebil'berekât, Şerhi Muhammedi Hırşî. Hasiyei Dü&ukî.

 (Şafiîlere göre de bir cinayetden, meselâ bir katilden dolayı kısas. icra edilebilmesi için şu gibi şartlar vardır:

(1) : Cani, cinayet halinde mükellef olmalıdır.

Binaenaleyh mecnun veya gayri baliğ bir çocuk hakkında kısas ya­pılamaz. Velev ki cinayetin mukaddimesinde veya vukuundan sonra mü­kellef bir hâle gelsin. Mecnunun yapdığı katilden sonra ifakat bulma­sı gibi.

Birnza sekran olan, mükellef, sayılır. Fakat mükrehen veya deva veya su zanniyle ifidiği maviden sekran olan, mecnun hükmündedir. Bu­nun hakkında kısas icra edilemez, bu mazurdur.

(2) : Cani, ehli hırabeden olmamalıdır.

Binaenaleyh bir harbînin bir müslümam veya bir zimmîyi kati et­mesi hakkında kısası müstelzim olmaz. Çünkü o, katil zamanında islâm ahkâmını iltizam etmiş değildir. Velev ki bilâhare iltizam etsin, müslü-man olsun. Nitekim Resuli Ekrem Sallâllahü aleyhi, vesellem- Efendimiz, Hazreti Hamza'nm katili olub bilâhare islâmiyeti kabul etmiş olan Vah­şi  (radıyallahü tealâ anhüma)yı kati etmemişdir.

(3) : Mecniyyün -aleyh, cinayetin mebdeinden katil vukuuna kadar mâsumüddem olmalıdır.  Bu  masumiyet ise  maktulün  müslüman  veya zimmî veya müste'min olmasiyle vücude gelir.

Binaenaleyh bir harbîyi veya mürteddi kati, kısası müstelzim ol­maz.

(4) : Mecniyyün aleyh,   cinayet     zamanında caniye   müsavi veya onun fevkinde bulunmalıdır. Cani, islâm, eman, hürriyet veya mülkiyet itibariyle mecniyyün    aleyhin fevkinde  bulunursa hakkında kısas  İcra edilemez.

Binaenaleyh bir müslim bir zimmîden dolayı, bir müste'min bir har­bîden dolayı, hür bir insan, rakik olan bir şahısdan dolayı, bir mevlâ kölesinden dolayı kısas edilemez. Meselâ: bir müslim köle ile hür bir zimmî arasında kısas carî değildir. Hangisi diğerini Öldürse hakkında kısas değil, ta'zir suretiyle ceza ve üzerine diyet lâzım gelir. Çünkü müs­lim, gayri müslim mukabilinde öldürülemez, hür bir şahıs da bir rakik mukabilinde kati edilemez. Her birinin haiz olduğu fazilet, kendisinin nakisesini cebr edemez. Faziletin nakise ile mukabelesi caiz görülemez.

Fakat bir zimmî, bir zimmîyi kati etdikden sonra müslüman olsa da yine hakkında kısas sakıt olmaz. Çünkü cinayet zamanında müsavi bulunmuşlardır.

(5) : Cani, mecniyyün aleyhin usulünden olmamalıdır. Binaenaleyh bir kimse evlâdından veya   ahfadından birini   öldürse

hakkında kısas icra edilemez. Çünkü asıl, fer'in vücudine sebebdir. Onun üzerinde bir nevi malikiyyet hakkı vardır. Artık feri, aslın ademine se-beb olamaz.

Kezalik: bir kimse, füruundan birinin anasını veya zevcesini veya kölesini kati etse hakkında kısas yapılamaz. Çünkü feri, bu kısas hak­kına kendi nefsinden dolayı mâlik olmadığı cihetle terikesine varis ve­ya rakabesine mâlik olduğu kimseden dolayı da evvelâ bittarik mâlik olamaz.

Caninin füruundan biri mecniyyün aleyhin kısasına, terikesine ve­lev kısmen varis olunca da cani hakkında kısas icra edilemez. Çünkü bu halde fer'in aslı kısasen kati etmesi lâzım gelir ki, bu caiz değildir.

Fakat usulünden biri hakkında cinayetde bulunan bir feri' hakkın­da kısas icra edilebilir.

Kezalik: evlâdını kati eden bir babaya bu katilde şerik olan başka bir şahıs hakkında kısas icra edilebilir.

(6) : Cinayet, adavet saikasiyie aniden yapılmış olmalıdır. Binaenaleyh hata veya şibhi amdden dolayı kısas icra edilemez.

(7) : Kısas icra edilebilmesi  için  cinayetin bü'ihtiyar  olması  şart değildir.

Binaenaleyh vuku bulan.bir icbar ve ikraha mebni birisini amden kati eden şahıs hakkında kısas cari olur. Çünkü hiçbir şahıs, kendi ha­yatını kurtarmak için kendisi gibi masunüttecavüz olan bir kimsenin hayatına kasde saîâhiyetdar olamaz.

(8) : Bir kimseyi iki şahısdan biri hata veya şibhi amd suretiyle, diğeri de amden birlikde Öldürseler hiçbiri hakkında kısas lâzım gelmez. Çünkü maktulün zühukı ruhu, hangisinin fi'liyle husule geldiğinde şüb-he vardır. Kısas ise şübhe ile sukut eder. Bu halde müteammid Üzerine diyeti amdin yarısı, diğeri üzerine de hata veya şibhi amd diyetinin ya­rısı lâzım gelir.

(9) : Bir zimmîyi bir müslüman ile veya bir  zimmî ile bil'iştirâk kati eden zimmî hakkında kısas lâzım gelir.

Kezalik: bir müslümam veya bir zimmîyi bir harbî ile bil'iştirâk kati eden şahıs hakkında da kısas icab eder. Demek ki şeriklerden biri­nin hakkında kısasın lâzım gelmemesi, diğerinin hakkında da lâzım gel­memesini müstelzim değildir.

(10) : Âdil ile bağî arasındaki ihtilâf yüzünden âdili kati eden ba-ğî hakkında kısas icra edilebilir. Çünkü bağî, bu halde mutlaka mâsû-müddem olan bir zatı öldürmüş olacağı cihetle bu cezaya müstahikdir.

(11) : Bir şahsı mütevali darbelerle döğüp  mevtine  sebeb'yet ve­ren kimse hakkında kısas icra edilebilir. Çünkü darbelerin tevalisi, am­din vücudüne delil olduğundan kısası müstelzim di r.

(12) : Bir kimsenin ağzına zehir akıtmak, veya bir kimseyi suya daldırmak  veya yüzüne  haykırmak  suretiyle Ölmesine  sebebiyet veren şahıs hakkında da kısas lâzım gelir.

 (13) : Bir kimsenin amden katil olduğuna şahadet edenler,  kısas icra edildikden sonra bu şahadetlerinden rücu etseler, haklarında kısas lâzım gelir; Çünkü bunların şahadetlerine mebni  meşhudun aleyh hak­kında kısas icra edilmiş olduğundan bunların şahadetleri, meşhudun aley­hin kısasen katünde müessir bulunmuşdur.

(14) : Bir kimse, hem kendisinin, hem de başka bir şahsın kasden yaralamasiyle  ölse o şahıs  hakkında kısas lâzım  gelir.  Çünkü hâdise, müşterek bir katil mahiyetindedir. Şeriklerden her biri ise bir müstakil katil  demekdir.  Binaenaleyh birisinin hakkında kısasın icra edilmeme­si, diğerinin kısasını iskat edemez.

(15) : Katil  hâdisesinin   dari  islâmda  vuku bulmuş olması,  kısas ve diyet gibi hususlarda şart değildir. Binaenaleyh iki müslim veya iki zimmî veya bir müslim ile bir zimmî arasında dari islâm haricinde vukubulan bir katil hâdisesinden dolayı haklarında kısas gibi, diyet gibi hükümler cari olur. Hanbelî fukahasınca da böyledir. Eîbedayi, El'meb-aut, El'üm, Tuhfetül'muhtaç, Haşiyei Şirvan!)

(Hanbeli mezhebine göre de kısas icra edilebilmesi için şu gibi şart­lar vardır:

(1) : Cani,   mükellef  olmalıdır.   Çünkü  kısas,   ukubetdir.   Mükellef olmayanlar ise ukubete mahal olamaz.

Binaenaleyh çocukların, mecnunların ve mükrehen sarhoş olanla­rın veya bayılmış bulunanların yapacakları katilden dolayı haklarında kısas icra edilemez.

Katil, kati zamanında çocuk  -   yani: gayri baliğ bulunduğunu id­dia etse yeminiyle tasdik olunur.  Mecnun bulunduğunu iddia etse eğer cinneti maruf ise bu iddiası yeminiyle tasdik olunur, mâruf değilse söz,-veliyyi katilindir. Zira asıl olan, ademi cünundur.

Bir şahıs, âkil olduğu halde bir kimseyi öldürüb de sonra cinnet ge­tirse hakkında kısas sakıt olmaz, hali cinnetinde icra edilir. Zira cina­yet zamanında akıllı bulunmuşdur.

(2) : Maktul,  mâsımıüddem olmalıdır.  Çünkü  kısas, masum  olan kanları hıfz için meşru bulunmuştur.

Binaenaleyh bir harbîyi veya tövbesinden evvel bir mürtedeü kati eden kimse hakkında ne kısas, ne diyet, ne de keffaret lâzım gelmez. Velev ki katil, zimmî olsun. Şu kadar var ki, bu katle mübaşeret eden, bu hususda veliyyül'emrin müsaadesini istihsal etmemiş olduğu için te' dib olunur.

(3) : Mecniyyün aleyh, caniye dinde, hürriyetde, nkda müsavi ve­ya onun fevkinde bulunmalıdır. Aksi takdirde az bir hak mukabilinde çok bir hak alınmış olur ki buf mümaseîet esasına muhaliftir.

Binaenaleyh hür bir müslüman, hür bir müslüman mukabilinde ve hür bir zimmî, hür bir zimmî mukabilinde, ve bir müsüm rakik, bir müsmukabilinde ve bir amnıî bir hür müslüman mukabilinde kısasen kati edilebilir. Fakat bir müslüman, bir gayri müslim mukabilinde kati edi­lemez, diyet ve ta'zir lâzım gelir. Hür bir zimmî de rakik olan bir müs­lüman mukabilinde kısasen kati edilemez. Belki nakzı ahd etmiş, harbî sıfatını almış olacağından dolayı kati edilir.                                        

Fakat erkeklik ve ilim şeref gibi fazilet itibariyle faikiyyet, kısasa mani değildir. Bir kadın mukabilinde bir erkek, bir cahl mukabilinde bir âlim kısasen kati edilebilir.

(4) : Maktul, katilin zürriyetinden olmamalıdır.

Binaenaleyh bir baba veya ana veya ced veya cedde, öldüreceği ev-lâd veya ahfadından dolayı kısasen kaü edilemez. Bunların arasında ve­lev ki İhtilâfı din bulunsun, velev ki biri hür, diğeri rakik olsun. Çünkü

tibüvvetin şerefi vardır. Bir hadisi şerifde buyurulmuşdur.

Süt evlâd, bundan müstesnadır. Çünkü o, hakikaten evlâd değildir. Fakat evlâd, usulünden birini.aniden öldürürse hakkında kısas carî olur. Meğer ki maktulün kısasına tamamen veya kısmen tevarüs etsin.

Meselâ: maktulün diğer bir oğlu da meveud olub daha kısas icra edilmeden vefat etmekle katil olan oğlu, buna varis olsa maktulün kısa­sına da varis oî;nuş olacağından artık hakkında kısas icra edilemez.

(5) : Katil:   maktulün  emvaline ve  kısasına bilvasıta  varis  olma­malıdır.

Meselâ: bîr kimse kardeşini kati etse de bu kimsenin oğlu, o mak­tule varis olsa bu kimseden kısas sakıt olur.

Kezalik zevç ile zevceden biri, diğerini Öldürse de bir oğulları veya kızları bulunsa bu zevç veya zevce hakkında kısas icra edilemez. Çünkü bu kısas, lâzım gelse bu, o oğulun veya kızın hakkı olacakdır. Bunların ise babalarını veya analarım kısasen katle salâhiyetleri yokdur.

(6) : Cinayet, amd tarikiyle olmalıdır.

Binaenaleyh şibhi amdden ve hatadan dolayı bil'icma kısas lâzım gelmez.

(7) : Kısas icra edilebilmesi için katil hâdisesinin dari islâmda vu­kuu şart değildir. Binaenaleyh iki müslümandan veya iki zimmîden bi­ri diğerini dari harbde iken amden kati etse bundan dolayı hakkında kı­sas lâzım gelir.

(8) : Dari islâmda kati edilen bir maktulün islâmiyeti ve hürriyeti malûm buüunmayıb küfrü veya rakik olduğu iddia edilse de yine amden katili hakkında kısas  lâzım gelir. Çünkü  dari  islâmda bulunduğu için islâmiyyetine hükm olunur. Hürriyet ise asıldır.

(9) : Gayle tarikiyle olan kati ile sair katiller; kısas ve afüv hu­susunda müsavidirler. Bu hak, maktulün varislerine aiddir, bunlar mevcud İken veliyyül'emr, bu katili afüv edemez. Varisler Ijulu ti madiği tak­dirde ise veliyyül'emr, bu katili dilerse kısasen öldürür ve dilerse diyet mukabilinde af eder. Fakat meccanen af edemez.

(10) : Bir kimse; bir şahsı öldürUb de «bu şahsı kemlin! Öldürmek veya malını almak için hanesine gîrmİg olduğundan dolayı iiMllrrmifj ol­duğunu iddia etse, maktulün velîsi de bu İddiayı İnkarda tıuhmım söz, yeminiyle velînin olur, O kimse iddiasına şahadet edecek boyyine ikame edemezse hakkında kısas icab eder.

(11) : Kısas, raiyye ile vülât amamda da carî olur. Binaenaleyh bir hükümdar, bir hâkim, bir âmilahaliden birini kati

etse şeraiti meveud olunca kendisi de kısaaen kati olunmak icab eder.

(12) : Kısasda, diyette İhtiyar, şart değildir.

Binaenaleyh ikraha mebni yapılan bir katilden dolayı icab eden kı­sas veya diyet, mücbir ile mükrehin ikisine de birden lâzım gelir.

Bir kimse, sulta sahibi bir veliyyül'emrin emrine binaen maaûmüd-dem bir şahsı öldürecek olsa bakılır: eğer o kimse, bu katlin haksız ye­re olduğuna vakıf ise hakkında kısas veya diyet lâzım gelir, âmir de ta' zire müstahik olur. Fakat bu katlin haksız yere olduğuna vâkıf değilse kendisine bir şey lâzım gelmez. Kısas veya diyet, âmir hakicındîi lâzım gelir.

Saltanat ve hâkimiyeti haiz olmayan bir kimHonin mUccrred emrine binaen birini kati eden şahıs hakkında ise herhalde kısas veya diyet lâ­zım gelir. Çünkü böyle bir kimsenin başkasını öldürmeğe salâhiyeti ol­madığı malûmdur.

(13) : Bir kimse, haksız yere öldürüleceğini muhakknk bildiği bir şahsı takib edilirken tutmakla kat.il hâdisesi meydana gelse ölünceye ka­dar habse mahkûm olur. Bizzat katil olnn Uimunye de kifmn veya diyet lâzım gelir.

Kezalik: bir şahsın tutub ağzını cebren açarak İçerisine baskımı ta­rafından zehr akıtılmasına sebebiyet veren kimse hakkında da hüküm böyledir. NeylüPmeâreb, Keşşafül'kına.)

(Zahirîlere göre de kısas icram için bu gibi şartlar vnrrtır:

(1) : Caninin  mükellef olması  gnrtlır.

Binaenaleyh mecnun, sabî, nokran hııMunda yn.pnenltlH.ri katilden dolayı ne kısas, ne diyet, ne de zemnn lazım gnlıtıes!. Bunlar İle behftim müsavidir. Bunlardan kalem merfûdur. Nitekim bir buyurulmurçüır: Yani: çocuktan baliğ

oluncaya ve deliden i fak at buluncaya kadar  teklif knMınltmşrlır. Sek-ran da akılsız bir halde bulunacağından deli dçmekdir.

 (2) : Cani ile mecniyyün aleyh arasında dinen müsavat bulunma­lıdır. Binaenaleyh "mükellef bir müslim, bir zimmîyi veya bir müsic'mini amden veya hataen öldürse hakkında ne kısas, ne diyet, ne de koffaret 'âzım gelmez. Belki o müslim, bundan - ve bilhassa katilden - dolayı te'dib olunur. Zararını def için tövbe edinceye kadar habs edilir.

(3) : Kısas için katle bilfi'l mübaşeret şart değildir. Katil hâdise-' sine sebebiyet vermek de kısası müstelzim olabilir.

Moselâ: Bir kimse, bir cemaatin yanına vanb susuzluğundan veya acılığından veya çıplaklığından bahis ile su veya taam veya libas istedi­ği haîde onların vermemesi üzerine düsüb ölecek olsa bakılır: Eğer o cemaat, bu kimsenin susuz veya yemeksiz veya libassız kalmış ve bun­ları başkasından temin edemiyeceğini bilmiş olurlarsa bunu kendileri amden kati etmiş sayılırlar. Adetleri az olsun çok olsun kısas lâzım ge-' lir. Ancak içlerinden bu hali bitmeyenler müstesnadır. Onların hakkında kısas icab etmez.

Fakat o cemaat, bu kimsenin bu ihtiyacını başka vasıta ile temin edebileceğini tahmin etmiş olurlarsa bu muameleleri, hataen kati hük­münde olur. Kendilerine keffaret, âkileleri üzerine de diyet lâzım gelir. olurlar. Çünkü bunlar emri ilâhisine muhalefet etmiş

(4) Allah Tealâ'ya isyanı müstelzim olan bir emre mebıü yapı­lan bir cinayet,, caniyi kısasdan, diyetden kurtaramaz.

Meselâ: bir kimse, kendisinin elini kesmek veya oğlunu veya köle­sini öldürmek veya kendi nefsini kati etmek üzere bir şahsa emretse o şahıs da öyle yapsa her ikisi de günahkâr oiur, bununla beraber bu emir batıl olduğundan bununla kısas ve diyet sakıt olmaz. Binaenaleyh bir şahıs, bir kimseyi onun emri üzerine haksız yere öldürse bu mak­tulün velileri o şahsa karşı kısas veya diyet hakkına mâlik olurlar. Ni­tekim bir hadisi şerifde Duyurulmuştur. Artık maruf, meşru olmayan bir emre itaat caiz, bununla memur olan, mazur olamaz. Elmuhallâ.)

Bir mütalâa:

Yukarıda görüldüğü üzere eimmei selâseye göre kısas hususunda müslim ile gayri müslim ve hür ile rakik arasında ayni hüküm cari de­ğildir. Zahirîlere göre de müslim ile gayri müslim bu hususda müsavi değildir.

Bu zevatı kiram, bu hususda bir kısım edillei şer'iyyeye istinad et-mekdedirler. Ezcümle iddialarınaâyeti kerimesiyle ve hadisi şerifiyîe istidlalde bulunuyorlar.

Bu zatlar diyorlar ki: kısas, müsavat esasına istinad eder. Müslim ile gayri müslim, hür ile rakik arasında ise müsavat yokdur. Maahaza rakik olanlar, hürriyetlerini gaib etmiş oldukları cihetle emval mesabe­sinde bulunmuşlardır. Bununla beraber rık, esasen küfrün bir neticesi­dir. Küfr ise ismeti deme münafidir.

Binaenaleyh gerek rakiklerin ve gerek zinımîlerin ismetlerinde bir şübhei adem vardır. Kısas ise şübhe ile sakıt olur.

Buna cevaben Hanefî fukahası diyorlar ki: kısas hakkındaki naslar mutlakdır, müslime de, zimmîye de, hurre de, rakike de şâmildir. Ez­cümle bir âyeti kerîmede buyurulmuşdur ki, bu hükme gayri müslimler de, rakikler de esasen dahildir âyeti ce-lîlesinde nefy edilen müsavat ise umun uhreviyye itibariyledir, yoksa dünyevî umurun bir çoğunda zinımîlerde müslümanlar ile beraber ayni ahkâma tâbi bulunmakdadır. hadisi şerifindeki kâfir­den maksad ise harbî bulunan gayri müslimdir. Çünkü ahd sahibi olan, yani: islâm tabiiyetini, zimmetim kabul eden bir gayri müslimin de bir gayri müslim mukabilinde kati edilemeyeceğine bütün mezahibi fıkhiy-ye kaildir. Binaenaleyh bundan maksadın harbî olduğunda şübhe yok­dur. Matufda mukadder olan bu harbî, vasfı, matufun aleyhde de mu­kadderdir. Çünkü matufeynin arasında iştirak, vacibdir. hadisini ise Cübeyr Dahhâkden rivayet etmişdir. Cübeyr, metrükdür, Dahhâk ise zayıfdır. Binaenaleyh bununla da istidlal, kuvvetli değildir. Feyzül'kadîr,  Şerhü Camiüssagîr.

Şu da bedihîdir ki, hayat bakımından müslim ile zimmî, hür ile ra­kik arasında esasen bir müsavat vardır. Kısas İse bu müsavata istinat eder.

Zimmîler, taîıtı ismete dahildirler, rık da ismeti deme tesir edemez. Çünkü rıkkın te'siri, yalnız tahtı kahre dahil olabilecek olan cismin ec­zasında tasavvur olunabilir, tahtı kahra dahil olmayan hayatta tasavvur olunamaz. Hayat hususunda rakikler de hürriyeti asliyyelerini muhafa­za etmekte bulunurlar.

Şu da malûmdur ki, zimmîlerin hayatına tecavüz etmek, dini islâm-da kat'iyyen haramdır, bunlarda ibahei kati ihtimali yokdur, ibahei kat­li mucib olan hal, mutlaka küfür değildir, belki ehli İslama karşı kıtal­dir, müslümanlar ile muharebeye bais ve saik olan bir küfürdür. Bir zimmînin, islâm bulunmaması ise kendisini böyle bir muharebeye saik olmadığından ismetine münafi, katlini mübih olamaz.

Bir de kısasın meşruiyeti, aleliUâk hayatı siyanet içindir. Müslü­manlar ile gayri müslimlerin arasındaki dinî mugayeret ise - bahusus gazeb halinde -. birbirini katle saik olabilir. Bu takdirde katilden zecr için kısas gibi bir müeyyidenin mevcudiyetine daha* ziyade ihtiyaç var­dır. Binaenaleyh bunların arasında haksız yere amden vuku bulacak katillerden tlolayı kısasın meşruiyeti, mânâyı hayatı tahkik bakımın­dan daha helîğ bulunmuşdur. Hattâ Resuli Ekrem Efendimiz, bir adm-mîyi öldürmüş olan bir rnüslim hakkında kısas cezasını tatbik etmiş ve ben ahdine, verdiği söze vefa edenlerin en haklısı-yım, yani: bu ahde herkesden ziyade benim riayet etmem lâyıkdır.» buyurmuşdur.

Bu, adaleti isîâmiyye eseridir. Zimmînin canı, malı, namusu mlis-lümanların kefaleti, himayesi altındadır. Onun hayatı hakkında bu ka­dar tekayyüdatda bulunmak, islâmiyetin mahzı adalet olan ahkâmı âliyesi muktezasıdır.

Bu hususa dair «Mebsutı Serahsî» de güzel malûmat vardır. [34]

 

Azaya Aıd Cerh Ve Katıdan Dolayı Kısas Yapılabilmesi İçin Vücudl İktiza Eden  Şartlar:

 

274 - : Bir uzvı cerh veya kat'  eden bir şahıs hakkında mâdû-nennefs kısas icra edilebilmesi için katli nefsden dolayı icab eden kısas hakkındaki yukarıda (258-271)   meselelerinde  mezkûr şartlardan başka aşağıdaki şartların da bulunması lâzımdır:

275 - : Âzâ.   hakkında vukubulan   cinayetlerden   dolayı   kısas ile hükm edilebilmesi için cerh ve kat' edilen uzuv yeri iyileşerek neticesi malûm olmalıdır.

Binaenaleyh böyle bir uzuv yeri, bür'i tam bulmadıkça cani hak­kında kısas icra edilemez. Çünkü cerahatin sirayetle katle müntehi ol­ması melhuzdur.

276  -   Azaya müteallik cinayetlerde mecniyyün aleyhin emir ve müsaadesi  bulunmamalıdır.

Binaenaleyh bir kimsenin emir ve teklifine binaen bir uzvunu kes­miş olan şahıs üzerine kısas ve diyet lâzım gelmez. Çünkü uzuvlar, sa­hibinin emvali mesabesindedir, bunların masuniyyeti bu emir ve teklife binaen sukut etmiş olur.

277 - : Azaya  müteallik  cinayetlerde   cani   ile   mecniyyün   aleyh hür olmalıdır.                                                                                    

Binaenaleyh bunlardan biri veya her ikisi hür olmayınca araların­da uzuvlara aid cerh ve kat'dan dolayı kısas cari olmaz. Çünkü bunların diyetleri, kıymetleri mütefavetdir. Bu halde bir köle veya cariyenin me­selâ: bir kolunu tam dirseğinden itibaren haksız yere amden kesen hür bir şahıs, onun nısıf kıymetini zamin olur.

Kezalik: hür bir kimsenin bu veçhile bir kolunu kesen bir rakik üze­rine kısas .lâzım gelmez. Belki mevlâsı muhayyerdir. Dilerse mecniyyün aleyhe def ve teslim eder, dilerse mecniyyün aleyhe kolunun diyetini ve-rib rakiki kendi mülkünde ahkoyar.

278 - : Azaya   müteallik diyetler   arasında mümaselet bulunmalı­dır.

Binaenaleyh erkekler ile kadınlar arasında vukubulacak cerh ve kat' hâdiselerinden dolayı diyet cari olursa da kısas cari olamaz. Çün­kü mütekabil uzuvlarına aid diyetlerin mikdarı mütefavitdir.

279 - : Âza  arasında  mahal ve  menafi itibariyle  bir mümaselet bulunmalıdır.                                                                           

Binaenaleyh amden kesilen bir bas parmak mukabilinde caninin de baş parmağı kısasen kesilebilir. Fakat şahadet parmağı kesilemez.

Kezalik: sağ el yerine sol el, sol ayak yerine sağ ayak kesilemez. Dişler hakkında da hüküm böyledir. Meselâ: üst çenedeki bir diş yeri­ne alt çenedeki bir diş kısasen çıkarılamaz. Çünkü bunların mahalleri, menfaatleri mütefavetdir. Bu cihetle bunlar birer başka başka uzuv sa­yılır. Bu halde bunlardan dolayı diyet lâzım gelir.

280 - : Azanın  cerh  ve  kat'ına  müteveccih  olan  fi'ller  arasında da mümaselet bulunmalıdır.

Binaenaleyh mâdûnnefs vuku bulan bir cinayetin failleri mütead-did olunca  bunların fiilleri arasında az çok fark bulunacağı cihetle - haklarında kısas icra edilemez.

Meselâ: iki şahıs, bir kimsenin bir elini veya bir ayağım amden ke­secek olsalar haklarında kısas yapılamaz. Belki icab eden bir ersi nıs-fiyyet üzere öderler. Çünkü bir el veya bir ayak ile müteaddid eller ve­ya ayaklar arasında ne zat, ne de menfaat itibariyle bir mümaselet mev-cud değildir. Bununla beraber canilerden her biri bir el veya bir ayağın bir kısmım kesmiş bulunur. Artık bu kısım mukabilinde kendisinin bü­tün bir eli veya ayağt kesilirse fiilde de mümaselet bulunmamış olur. Kati hâdisesi ise böyle değildir. Ölüm kabili tecezzî olmadığından o hu-susda müştorek canilerden her biri, müstakil bir katil sayılır.

281 - : Âzâ hakkındaki kısasda miimaselete tamamen riayet edi­lebilmelidir. Aksi takdirde kısas cari olmaz.

Meselâ: bir kimsenin bir kolunu ziyadesi ve noksanı olmaksızın ta­mam dirseğinden amden kesmiş olan şahıs hakkında - sair şeraiti de mevcud olunca - kısas icra edilir. Çünkü bu takdirde mümaseleti te­min  mümkündür.

Fakat amden çıkarılan bir göz mukabilinde caninin de gözü çıka­rılamaz. Zira bu suretde mümaseleti temin kabil değildir. Bu halde cani üzerine diyet vermesi lâzım gelir.

Aşağıdaki meseleler de bu esas üzerine müteferri'dir,

282 - : Bir kimse bir şahsın iki elini veya iki ayağını amden ke­secek olsa kendisinin de iki eli veya iki ayağı kısasen kesilebilir. Çünkü bu suretde mümaselet kabildir.

Kezalik: bir kimse, iki şahısdan birinin sağ, diğerinin de sol elini amden kesecek olsa kendisinin de sağ ve sol elleri kısasen kesilebilir. Zira bu haMe de mümaseleti temin kabildir.

283 - : Tamamen kesilen kulakdan ve kulağın malûm,  muayyen bir parçasından dolayı kısas carî olacağı gibi mârinin, yani: burun ucun­da kasabadan fazla olan yumuşak, kemiksiz yerin kesilmesinden dolayı da kısas cari olur. Fakat kulağın haddi muayyen olmayan bir parçası­nın kesilmesinden dolayı kısas icra edilemez.

284 - : Bir  kimse,   bir  şahsın   gözünün   yalnız ziyasını,   rüyetini izale etse kendi gözünün ziyası da, niyeti de usulü dairesinde - kı­sasen izale edilebilir. Çünkü bunda mümaseleti temin mümkündür.

285 - : Dirsekderi bir  mikdar ziyade veya  noksan kesilmiş olan kol hakkında ve kol, bacak vesaire gibi uzuvların kesilen etleri hakkın­da kısas cereyan etmez. Çünkü bunlarda mümaseleti istifa mümkün de­ğildir.

Kezalik: burun kasabasında, muzıha ile simhakdan başka şecceler de, dişlerden başka kemiklerde, caife ve gayri caife denilen cerihalar­da, kirpikler ile göz kapaklarında, işitme, söyleme, koklama, tatma kuv­vetlerinde, kuvvei bahiyyede kısas carî değildir. Zira bunlarda da mü­maseleti temin kabil olamaz.

Binaenaleyh bunlardan biri hakkındaki bir cinayet, amd suretiyle de olsa diyeti müstelzim olur, kısası müstelzim olmaz.

286 - : Dilde   de   kısas   cereyan etmez.   Çünkü   dil, münbasit ve münkabız olacağı cihetle bunda mümaselet temin edilemez. Bu, imamı Azam  ile  İmam Muhammed'e göredir.   îmam   Ebu Yûsüf'e  göre  dilde kısas cereyan eder.

287 - : Sahih bir uzuv, meselâ: bir el, ayıblı bir uzuv, bir el mu­kabilinde kısasen kesilemez.   Çünkü  aralarında  mümaselet  yokdur. Şu kadar var ki, ayıbh uzuv, caniye aid olursa mecniyyün aeyh muhayyer­dir, dilerse kısas ettirir, dilerse kendi sahili uzvunun ersini alır. Bedayi, Haniyye,  Hindiyye.

«(Malikîlere göre de mâdûnennefs hakkındaki cinayetlerden dolayı kısas icra edilebilmesi için şu gibi şartlar ve meseleler vardır:

(1) : Kısas hususunda cerh, kat1, darb, kesri .uzv, tatili menfaat de katli nefs gibi aynı şeraite tâbidir. Meselâ: cerhin adavet saikasiyle amden olması, carinin mükellef, gayrî harbî bulunması, mecruhun da telefden masumiyeti şarttır.

 (2) : Carih,    mecruhdan   nakıs olmamalıdır,   olursa  kısas   carî  ol­maz.  Binaenaleyh bir köle veya bir  gayri  müslim, bir hürrü veya bir müslimi cerh etse bu köle veya gayri müslim hakkında kısas yapılmaz. Çünkü bu, çolak elli bir şahsın sahih elli bir kimsenin eli hakkında yap-dığı cinayete benzer. Artık bu halde yapdığı cerhin diyeti, kölenin raka-besine, gayri müslimin de zimmetine teallük* eder- Yapılan cerihadan do­layı muayyen bir diyet yok ise bir ayıb bırakmış olduğu takdirde  hü­kümeti adi lâzım gelir, ayıb bırakmamış olunca da cani hakkında yal­nız te'dib iktiza eder.

(3) : Cerihalar ondur. Bunlardan ikisi başa mahsusdur ki,  amme ile damigadan ibaretdir. Bunlarda kısas cari değildir. Bunlardan sekizi de ya basda veya yüzde bulunur,  bunlar da münekkile, muziha, dami-ye, hârısa, simhak, bâzıa, mütelâhime ile milteedir.

Miltee, eti giderib kemiğe yaklaşdığı halde ona bitişmemiş, arala­rında ince bsr perde kalmış olan yaradır,

Bunların başda bulunan münakkileden maadasında kısas cari olur. Başdan bayka cesedde olan bütün yaralardan dolayı mesaha itibariy­le kısas yapılabilir. Yani: yaranın enine, boyuna, derinliğine göre cani hakkında ayni uzuvda, ayni mikdarda kısas cezası tatbik edilebilir. Yok­sa bir uzvun yerine başka bir uzuvda kısas yapılamaz.

(4) : Bir kimsenin amden vücude getirdiği bir cerh neticesinde bir şahsın görmesi, işitmesi, tatması, koku alması veya söz söylemesi gibi kuvvetlerinden biri zail olsa o kimse hakkında da buna muadil kısas ic­ra edilir. Şayed cani hakkında böyle muadil ceza tatbik edilemez olursa diyet vermesi lâzım gelir.

(5) : Ceaeddeki bir cerhden dolayı kısas İcra edilmesi, cerh mahal­linin gayrisinde hatan azîmi,   meselâ:   helaki intaç  edeceğinden  korku-lursa kısas terk edilerek caniden kamilen diyet alınır. Göğüs kemiğinde, bel kemiğinde, veya boyunda yapılan cerh gibi.

(6) : Kirpiklerde, kaşlarda,  sakallarda  kısas  yokdur. Bunları  yo­lanlar hakkında diyet de lâzım gelmez, amden olunca te'dib icab eder.

(7) : Bir kimsenin yüzüne haksız yere vurulan silleden dolayı kı­sas icab etmez,  amde  mukarin olunca  te'dibi   icab  eder.   Meğer  ki bu silleden dolayı bir yara husule gelsin veya bir kuvvet fevt olsun. O hal­de bu yara veya kuvveti izale, silîevurmak suretiyle canide vücude ge­tirilemez. Başka bir usul dairesinde vücude getirilmesi lâzımdır, bu ka­bil olmazsa: diyet icab eder.

Meselâ: bir kimsenin gözüne amden bir sille vurulmakla gözü ye­rinde dururken görmesi zail olsa bakılır: eğer caninin de yalnız görme­sini silleden başka bir çare ile gidermek mümkün olursa o voch ile kı­sas yapılır. Fakat mümkün olmazsa caninin malından diyet lâzım gelir.

 (8) : Birkaç şahıs, ittifak etmeksizin bir kimsenin âzası üzerine birden cinayetde bulunub her birinin yapdığı cinayet, mütemayiz bu­lunsa her biri hakkında cinayetine göre meaafe itibariyle kısas icra edi­lir, azanın rikkat ve gilzat itibariyle tefavütüne bakılmaz.

Meselâ: üç şahısdan biri bir kimsenin gözünü çıkarsa, diğeri elini kesae, üçüncüsü de ayağını kesse birinci şahsın kısasen gözü çıkarılır, ikinci şahsın eli, üçüncü şahsın da ayağı kesilir.

Bunların bu cinayetleri böyle mütemayiz bulunmazsa haklarında di­yet mi lâzım gelir, yoksa her biri hakkında bu uzuvlardan dolayı kısas mı icab eder meselesinde ihtilâf vardır.

Fakat böyle müteaddid şahıslar, ittifak ederek bir kimsenin muh­telif uzuvlarını aniden kesseler, her birinin cinayeti mütemayiz bulun­sun, bulunmasın, her biri hakkında bu uzuvların tamamından dolayı kısas lazım gelir.

Meselâ: iki müttefikden biri, bir kimsenin elini, diğeri de ayağını kesse her ikisinin de ayni suretde hem eli, hem de ayağı kesilir. Muh­tasarı Ebiz'aya, Şerhi Ebil'berekât, Haşiyei Düsukî.)

(Şafiîlere göre de azadan ve kuvadan dolayı kısas icra edilebilmesi için katli nefsden dolayı kısas yapılabil meşindeki şartlara lüzum vardır. Şöyle ki:

(1) : Carinin,  katıı   uzvun  mükellef ve   muteammid olması,  mec-niyyün aleyhin de masum, caniye müsavi bulunması lâzımdır. Fakat er­keklik veya kadınlık itibariyle müsavat şart değildir.  Binaenaleyh er­keğin kesilen bir uzvu, meselâ eli mukabilinde cani olan kadının da o uzvu kısasen kesilebilir. Aksi de böyledir.

Kezalik: bir müslümanın âzasından biri mukabilinde zimmînin ve hür bir insanın âzasından biri mukabilinde rakikin ayni uzvu kesilebilir. Fakat bunun aksi cari değildir.

(2) :  yüzdeki, baştaki  şecceler,   bü'istikra  ondur.   Bunlardan  yal­nız muziha denilen şeccede kısas icab eder. Çünkü bunun zaptı ve mis­linin istifası kolaydır. Diğerlerinde ise kısas yapılamaz. Racih olan ka­vil, budur.

(3) : Göğüs, kol gibi bedenin sair uzuvlarından ve burunun kemik­siz yumuşak yerinin veya kulağın kısmen kesilmesinden, gözün oyulma­sından, kulağın, göz kapaklarının, dudağın veya dilin kesilmesinden, te­nasül uzvunun veya husselerin deriieriyle beraber kesilmesinden dolayı da kısas yapılabilir.

Dişlerden baka komiklerin kırılmasından dolayı kısas lâzım gelmez.  Çünkü bunların inzibatı  madumdur.

Fakat sahih bir uzuv mukabilinde ayıbh bir uzuv kısasen kesilebi­lir. Bu hususda mecniyyün aleyh muhayyerdir, dilerse ayıbh uzvu kısas ettirir, aradaki noksanı da caniye tazmin ettirebilir.

(5) : Uzuvlar,   nefse  tabidir. Bir  nefsin katlinden dolayı  mütead­did, müşterek katiller hakkında kısas carî olacağı gibi bir uzvu birlik-de kesen caniler hakkında da kısas carî olabilir.

Meselâ: müteaddid şahısların hepsi veya içlerinden bir ikisi kılıç gibi bir şeyi bir şahsın eli üzerine koyub hepsi birden yüklenerek o eli defaten kesiverseler hepsinin de eli kısasen kesilebilir.

(6) : Azadan   dolayı   kısas  icrası   için kesilen   uzuv   yerinin  bür'i tam bulunmasına inüzar lâzım değildir. Cinayeti müteakib kısas ile hü­küm  edilebilir.  Bedayi,  tuhtetül'muhtaç.)

(Hanbelîlere göre de kısas finnefsde carî olan şartlar, mâdunen-nefsde de carîdir. Şöyle ki: her kimin nefsinden dolayı kısas lâzım ge­lirse âzasından birinin cerh veya kat' edilmesinden dolayı da kısas lâ­zım gelir. Aksi de böyledir.

Meselâ: bir hür müslimin bir uzvu mukabilinde diğer bir hür müs-limirı ayni uzvu ve bir rakikin bir uzvu mukabilinde diğer, bir rakikin ayni uzvu kısasen kesilebilir. Fakat bir rakikin uzvu mukabilinde bir hürrün veya bîr gayrî müslimin uzvu mukabilinde bir müslimin uzvu hakkında kısas carî olmaz.

Kezalik: bir kimsenin bir uzvu, oğlunun bir uzvu mukabilinde kı­sasen kesilemez.- Maahaza mâdunennefs kısas icra edilebilmesi İçin aşa­ğıdaki dört şartın vüeudine de lüzum vardır:

(1) : Azadan birinde yapılacak kısas, bilâ h&yf istifa edilebilme­lidir. Zulüm ve çevre müeddî olacak bir kısas caiz olmaz.

Meselâ: bir "kol, mafsilden kesilmiş olursa cani hakkında kısas mümkün olur, böyle olmazsa mümaselet temin edilemeyeceği cihetle kı-•kils icra edilemez, diyet lâzım gelir. Sair azada da hüküm böyledir. Fa­kat ayni uzuvlar arasında büyüklük, küçüklük ve sıhhat, maraz itiba­riyle olan fark, kısasa mani değildir.

Meselâ: büyük bir göz veya burun, küçük bir göz veya burun mu­kabilinde kısasen çıkarılabilir, kesilebilir. Bunların arasında ismen ve mahiyeten müsavat vardır.

Kezalik: sahih bir burun, meczum bir burun mukabilinde kesilebi­lir. Zira bunlar da burun olmak itibariyle biribirinin aynidir.

Kezalik: işiten bir kulak, işitmeyen bir kulak mukabilinde kesile­bilir. Çünkü kulak uzuvları zahiren birer cemal olarak mütemasil bir hal­de bulunurlar. İşitme kuvveti ise başdadir, bu bir ille t den dolayı zail olmuş olur. Bu, asıl bir uzvu haricî olan kulağa bu bakımdan bir noksaniyyet  vermiş  olmaz.

(2) : Âza arasında isim ve  mevzu itibariyle rnümeselet bulunma­lıdır.

Binaenaleyh sağ el, sağ el mukabilinde ve sol el, sol el mukabilinde kısas olunabilir. Fakat sağ el mukabilinde sol el ve bilâkis sol el muka­bilinde sağ el kısas olunamaz. Parmaklarda, dişlerde de bu hüküm ca­ridir.

Kezalik: bir kimsenin kulağım kısmen kesen şahsın kulağı da ayni nisbetde kesilir. Meselâ: mecniyyün aleyhin kulağının üçde biri kesilmiş olsa caninin kulağının da üçde biri kesilir. Bu hususda mesahaya bakıl-maz. Çünkü kulaklar arasında irilik, küçüklük itibariyle fark vardır. Me­saha nazara alınsa caninin kulağının tamamı veya büyük bir kısmı ke­silmeğe mahkûm olabilir.

(3) : İki tarafın, yani: cani ile mecniyyün aleyhin uzuvları, tama-miyyet ve kemal itibariyle müsavi olmalıdır.

Binaenaleyh görür bir göz, görmez bir göz mukabilinde ve söz soy-lcr bîr lisan, ahres bîr lisan mukabilinde kısasen kesilemez.

Kezalik: sahih bir el veya ayak, çolak bir el veya ayak mukabilin­de ve parmakları tam olan bir el, parmakları noksan olan bir el mukabi­linde kesilemez. Çünkü mecniyyün aleyhin hakkından ziyadesi istifa edil­miş olur. Velev ki cani razı olsun. Zira kanlar, uzuvlar ibahe ile mubah olmaz.

Fakat nakıs olan bir uzuv mukabilinde ayni mikdarda nakıs olan bir uzuv kısasen kesilebilir.

(4) : Cerihalardan dolayı kısas icra edilebilmesi iğin, cerihalar,-ke­miğe dayanmış olmalıdır.

Binaenaleyh kemiğe dayanan her cerhden dolayı kısas yapılır: yüz­de veya başda olan muztha gibi ve elde, kolda, bacakda açılan sair ceri­halar gibi. Çünkü Allah Tealâ(. u-U»^,Jl^)buyurmuşdur. Eğer-kemiğe müntehî olan her cerihadan dolayı kısas icab etmese böylece tensis bu-yurulmuş olan kısas hükmü sakıt olmuş olur.

(5) : Yukarıdaki esaslara nazaran bazı meseleler teferrü eder. Ez­cümle: amden kırılan her diş. mukabilinde caninin de o dişi kırılır. Ve­lev ki, mecniyyün aleyhin dişi altın ile bağlanmış bulunsun. Çünkü bun­ların arasında yine mümaselet mevcuddur.

Cani, dişin bir kısmını kırmış olsa kendi dişinin de o mikdarı kırı­lır. Şu kadar var ki bu dişin tamamen kopmayacağından veya kararma-Vacağından emin olmak  lâzımdır. Bu emniyet bulunmazsa kısas sakıt her   niinkü bu halde kısas icrası, hayfı mucib, mümaseleti muhil olur.

 (6) : Tecavüze maruz kalan bir uzvun veya menfaatin, meselâ bir dişin veya bir göz görmesinin avdet edeceği = yerine geleceği ehli hıb-renin ifadelerine binaen ümid edilirse hemen kısas veya diyet istifa edi­lemez, bunlar te'hir  edilir. Bilâhare  bunların  misli,   zail  olan vasıfları veçhile yerine gelirse artık caniye kısas veya diyet lâzım gelmez. Çün­kü telef edilen şey, avdet etmişdir. Kesilen saçların avdet etmesi gibi. Fakat digi ve emsali eğri veya mütegayyir bir halde avdet ederse cani üzerine hükümeti adi lâzım gelir. Zira bu, bir noksandır, caninin filile husule gelmişdir, bunu zamin olması icab eder.

Çıkarılan dişin vesairenin misli, avdeti mümkün olan zamanda av­det etmeyib de etıbbanın beyanına nazaran avdetinden ye's hâsıl olsa mecniyyün aleyh, kısas ile diyet beyninde muhayyer olur.

Ehli hibrenin tahmin etdiği müddet içinde mecniyyün aleyh vefat etse artık cani hakkında kısas yapılamaz, diyet vermesi icab eder. Çün­kü mecniyyün aleyhin vefatiyle zayi olan uzvunun avdetine imkân kal­mam ışdır.

(7) : Kısasın sirayeti hederdir. Cinayetin sirayeti ise - kablelbür' kısas icra edilmiş olmayınca - mazmundur.

Binaenaleyh bir kimsenin meselâ bir eli kısasen kesilib de bunun sîrayetiyle o kimse ölse mecniyyün aleyh üzerine bir şey lâzım gelmez.

Fakat bir şahıs, bir kimsenin meselâ: bir parmağım keaib de henüz kısas icra edilmeden bunun sirayetiyle o kimsenin eli düşse bu el, cani hakkında ya kısas veya diyet ile mazmun olur.

Amma bu kesilen parmağın yeri daha iyi olmadan sahibi cani hak­kında kısas icra ettirmiş olsa artık bilâhare elinin düşmesi heder olur. Bundan dolayı caniden bir şey alamaz. Çünkü yarasının daha iyi olma­dan kısas icra etdirmesi, sirayet neticesi olarak vücude geleceği melhuz fazla bir zarara razı olduğunu gösterir. Neylürmeârib, Keşşafül'kina.)

(Zahirîlere göre de cerihalar, on birdir. Biri caifedir ki, cevfe ka­dar nüfuz, eden yaradır. Diğerleri de harıza, damiye, damia, bazıa, mü-telâhime, sirnhak, musiha, hâşime, münekkile, me'mumedir. Simhaka muta, me'murneye de âmme dahi denir. Bunların hepsinden dolayı kı­sas icra edilebilir, mümaselet kabildir. âyeti kerimesi de buna delildir. Yani: hürmetler, ihtiramı, muhafazası vacib olan şeyler, kısasa mukabeîei bilmişle tâbi­dir. Artık kim size tecavüz ederse siz de ona hakkınızdaki tecavüzünün mislile^ mukabelede bulununuz. Allah'dan korkunuz, eğer bu cerihalar­dan bir kısmında mümaseleti temin mümkün olmasaydı Hak Tealâ Haz­retleri onu tahsis eder, mücmel suretde emir buyurmazdı. Elmuhallâ.)

Sair müctehidîni kiramın buna karşı mukni cevabları vardır. Ezümle denilebilir ki: Bu âyeti kerîmede mümaselete riayet edilmesi emolunuyor. Cerihaların bir kısmı arasında mümaselet temini ilmen, fen-len kabil olmayınca bunlar bu âyeti kerîme ile de kısas hükmünden tah­riş ve istisna edilmiş bulunur. Artık emri ilâhîde icmal, ademi beyan ahis mevzuu olamaz. [35]

 

Kisas Hakkına Malik Ve Kısası İstifaya Salahiyetli Olanlar   :

 

288 - : Bir  caniyi   kısas suretiyle  cezalandırmak   hakkına  mâlik )lan kimseye «müstahıkkı kısas» denildiği gibi kısas hakkının bilfiil ye­rine getirilmesine, cani hakkında kısas cezasının tatbik edilmiş bulun­masına da «istifai kısas» denilir.

289 - : Kısası icab eden cinayet, bir uzvun cerh veya kat' edil­mesi suretiyle vuku bulmuş ise kısasa müstahik, kısası istifaya salahi­yetli olan kimse, berhayat ise bizzat uzvu cerh veya kat' edilmiş olan kimsedir.

Fakat cinayet, kati suretiyle vuku bulmuş veyahut bir uzvun cerhi veya kat'ı suretiyle vuku bulmakla beraber mecniyyün aleyh bilâhare vefat etmiş olunca bu istihkak ve salâhiyet: evvelâ: mecniyyün aleyhin vârislerine, sonra Ha veliyyül'emre - hükümete aid bulunur. Vârislere mevlel'itake ile mevlel'müvalât da dahildir.

Rakiklerin müstahikul'kısası da mâlikleridir.

Bu esaa üzerine aşağıdaki meseleler, tefemi eder:

290 - : Maktulün yalnız bir varisi var ise hakkı kısase müstakil­di malik olur. Müteaddid varisleri var ise bunlardan her biri yine müstakillen alâ vechü'kemal kısas hakkına mâlik bulunur. Çünkü kısas te­cezziyi kabil değildir. Kabili tecezzi olmayan bir hakda ise şirket carî olamaz.

Binaenaleyh bu kısası varislerden her biri bizzat istifa edebilir. Bu istifa ile de matiûb olan gaye vücude gelmiş olur.

Bu, imamı Âzam'a göredir, İmameyne göre vârisler, kısas hakkına hissei irsiyyeleri nisbotinde şirket tarikiyle mâlik olurlar. Çünkü bu hak esasen maktule aiddir. Maktul ise bu hakkı istifadan âciz olmakla onun yerine varisleri bitarikil'irs kaim olmuş olurlar.

291 - Yukarıdaki  meseleye  aid iki  ictihad  üzerine  bazı  semere­ler terettüb eder. Ezcümle varislerden biri,  diğerlerinin gıyabında kat! hadisesi üzerine beyyine ikame etse bu beyyine, gaib varisler hakkında kifayet eder mi, yoksa onların da bilâhare isbatı vücud edince yeniden beyyine ikame etmeleri lâzım gelir mi?

İmamı Azama göre bu hususda her varis, diğer varise nazaran ya­bancı mesabesinde olmakla yeniden beyyine ikamesine lüzum görülür. İmameyne göre ise bu hususda varisler arasında by* şirket bulunduğun­dan birisinin ikame edeceği beyyine, diğerleri için de kifayet eder.

292 - : Maktulün varisleri mükellef kimseler olunca içlerinden bi­rinin talebiyle kısas, istifa edilebilir. Şu kadar var ki, kısas esnasında sair varislerin de hazır bulunmaları lâzımdır.  Bunların huzurlarına lü­zum gösterilmekdeki hikmet ise ukubetin hululünü müşahede ânında ga­leyana gelecek bir merhamet duygusiyle bunların katili af etmeleri ümi­didir. Çünkü katili af etmek, tekvadan,  fazl-ü  keremden madud  oldu­ğundan temenniye şayandır.  Binaenaleyh  bu  mükellef varislerden biri gaib olunca kısas icra edilemez.

293 - : Maktulün varisleri tamamen çocuk bulunursa bazı fuka-haya göre bunların bulûğuna intizar olunur. Diğer bazı fukahaya göre de bunların namına hâkim, kısası istifa eder.

294 - : Maktulün varislerinin bir kısmı büyük, bir kısmı da kü­çük olduğu takdirde bakılır: eğer bu varisler arasında übüvvet, uhuv­vet gibi bir karabet mevcud ise İmamı Âzam'a göre büyük varis tara­fından  kısas  istifa  edilebilir.   İmameyne   göre   ise   bunların  aralarında uhuvvet gibi bir karabetin mevcudiyeti, kısası istifa için kifayet etmez. Çünkü müşarünileyhi maya nazaran kısas hakkı varisler arasında müş­terek olduğu cihetle bu hakkı şeriklerden biri bizzat istifa edemez. Ço­cuğun bulûğunda katili  af etmesi  veya onunla bir bedel üzerine  sulh yapması me'muldür. Şu kadar var ki büyük varis, küçük varislerin ba­bası veya dedesi bulunursa o zaman kısas icra edilebilir. Nitekim müs-takiüen bir çocuk İçin sabit olan bîr kısasın hakkım bunun babası ve­ya babasının babası da velayet ve niyabet tarikiyle İstifa edebilir. Bu kısas, gerek nefse ve gerek mâdûnennefse aid olsun müsavidir. Fakat bunlar, katili af edemezler. Çünkü bunların çocuk  hakkındaki velayet­leri, şefkate, nazar ve maslahata müsteniddir. Af ise buna münafidir.

295 - : Zevcesinden başka varisi olmayan bir maktulün zevcesi ve zevcinden başka varisi bulunmayan bir maktulenin zevci müstakilen kı­sas hakkına mâlik olur. Bu hususda beytül'mal eminin huzur ve muva­fakati  aranmaz.

296 - ; Maktul olan bir rakikin velîsi,  mevlâsıdır.  Mevlâ, kısası bizzat istifa edebilir. Fakat bu rekika başkasının da hakkı teallûk eder­se mevlâsı müstakillen kısas icrasına salahiyetli olamaz.

Meselâ: maktul olan bir kölenin rakabesi bir şahsa, hizmeti de baş­ka bir şahsa, vasiyet edilmiş bulunsa bu iki şahısdan. hiçbiri katil hak­kında münferiden kısası istifa edemez. Belki bunlar içtima edince mu-saleh bilhidmenin nzasiyle diğeri kısası istifa edebilir.

297 - Bir maktulün yalnız bir veya müteaddid mevlel'itakaaı mev-cud olsa bunlar kısası istifaya salâhiyetti bulunurlar.  Fakat maktulünıem mevlel'itakesi, hem de sair varisi bulunsa veliyyi kısaada iştibah ıâsıl olacağı, cihetle kısas icrası kabil olmaz.

298 - : Velayeti kısası haiz olan malûm olmazsa kısas icra edilemez. Binaenaleyh amden kati edilen bir mükâtebin vaziyetine bakılır: Eğer bedeli kitabete kâfi mal bırakmamış olursa velîsi, mevlâsı' olaca­ğından mevlâsı tarafından kısas istifa edilebilir. Bunda ittifak vardır. Çünkü o, rakik olarak ölmüştür.

Bedeli kitabete kâfi mal ve hür varis bırakmış olduğu takdirde ise katili hakkında kısas icra edilemez. Çünkü bunun hür olarak mı, yok­sa köle olarak mı öldüğünde sahabei kiramın ihtilâfı vardır. Hür sayıl­dığı takdirde velîsi, varisdir. Köle sayıldığı takdirde velîsi, mevlâsıdır. O halde veliyyi katilde iştibah vardır. Bu iştibah ise kısas icrasına ma­nidir. Bu hususda varis ile mevlâ içtima ve ittifak etseler de yine kısası istifa edemezler. Zira iştibah, içtima ile zail olmaz.

Bu mükâteb, kâfi mikdar mal bırakıb mevlâsından başka varisi bu­lunmadığı takdirde ise îmamı Âzam ile İmam Ebu Yûsüf'e göre mevlâsı için hakkı kısas sabit olur. Çünkü bu halde men lehülhak, müştebih ol-mayıb teayyün etmiş bulunur, tştibah, müzahemeyi mucibdir. Bunda ise iştibah mevcud değildir.

Fakat tmam Muhammed'e göre mevlâ için kısas hakkı asla sabit olmaz. Zira velayetin sübutü sebebinde iştibah vuku bulmuş olur. Şöy le ki: eğer bu mükâteb, hür olarak Ölmüş ise sübuti velayetin sebebi, karabet olacağından mevlâsı için velayet sabit olmaz. Köle olarak öl­müş ise velayetinin sebebi, mülk olacağından mevlâsına velayeti kısas sabit olur. Artık sübuti velâyetde iştibah vaki olacağından bu mevlâ için hakkı kısasın sübutüne manidir.

Mu'takul'ba'z da mal bırakmaksızın âcizen kati edilse imamı Aza­ma göre katili hakkında kısas icra edilemez. Çünkü bunun da velîsi hak­kında iştibah mevcuddur.

t'tak mebhasine müracaat!..

299 - : Velâi müvalât altında bulunan bir maktulün başka varisi bulunmadığı takdirde kısas hakkına veliyyül'müvalât mâlik olur. Çün­kü veliyyi müvalât, maktulün son varisi bulunmuş olur. Fakat bu mak­tulün başka varisi de, meselâ: zevcesi de mevcut olduğu takdirde kısas icra edilemez. Zira bu halde veüyyi katilin kim olduğu şüpheli bulunur.

Velâ bahsine müracaat!.

300 - : Halk arasında varisi,  velisi bilinmeyen  herhangib mak­tulün velîsi, veliyyüremrdir.  Binaenaleyh veliyyül'emr veya  kendisinin naibi, amden vuku bulan bir katilden dolayı katil hakkında kısası istifa edebilir. Maahaza. bu katil ile diyetden dûn olmamak üzere bir mai

mukabilinde sulh de yapabilir. Fakat katili af edemez. Çünkü kısas, bü­tün müslümanların hakkıdır. Veliyyül'emr ise müslümanların bir nai­bidir, onların haklarım İskata salâhiyetdar olamaz.

Bu mesele, İmamı Âzam ile İmam Muhammede göredir. İmam Ebu Yûsüf'e göre darı islâm ahalisinden olan bir maktul, âdete nazaran va-risden, veliyyi hâsdan hali olamaz. Şu kadar var ki, bunların kimler ol­dukları, bilinmeyebilir. Bu hal ise veliyyül'emrin velayetine manidir. Zi­ra velayeti hassa, velayeti âmmeden akvadır. Binaenaleyh bu halde ve­liyyül'emr, katil hakkında kısas icra edemez, belki beytülmal'in nef'ine hizmet için katilden maktulün diyetini  alır.

Fakat maktul, dari harb ahalisinden olub müslüman olarak henüz dari islâma gelmiş bir yabancı ise zahir olan, onun veliyyül'emrden baş­ka velîsi olmamakdır. Binaenaleyh onun hakkında icrai velayet, veliy-yül'emre aid bulunur. Bu halde Veliyyül'emr muhayyerdir, dilerse ka­tili kısasen öldürür, dilerse kendisinden hazinei devlet namına maktulün diyetini almakla iktifa eder.

301 - : Bir maktulün vasisi, katilden dolayı kısası istifaya salâ­hiyetdar değildir. Çünkü vasinin tasarrufaü bihakkın nazar ve masla­hata müstenid olamayacağı cihetle nefs hakkında tasarrufu tecviz edi­lemez. Fakat herhangi bir uzvun cerh ve kat' edilmesinden dolayı lâzım gelen kısası istifaya salâhiyeti vardır. Zira uzuvlar, mal mecrasına cari olduğundan bunlardan dolayı vasinin tasarrufu caizdir.

Kezalik: bir velî veya vâsî, diyetden noksan olmayan bir bedel mu­kabilinde katil ile auîh olabilir.

Musa leh ve mukarrün leh binneseb de veliyyi kısas olamazlar.

302  - : Hakkı kısasda tevarüs carîdir. Binaenaleyh veliyyi kısasın vefatiyle kısas hakkı sakıt olmayıb va­rislerine intikal eder.

Meselâ: bir maktulun yalnız iki oğlu bulunsa hakkı kısas bu ikisi­ne aid olur. .Bilâhare bunların biri vefat etse onun mâlik olduğu bu kı­sas hakkı kendisinin varislerine mevrus olur. Bedayi, Dürer, Tatar Ha­ni yye, Izahatül'cinayat fî ahkâmil'kısası veddiyat.)

«(Malikîlere göre de kısası istifa hakkına mâlik olanlar şu veçhi­ledir:

(1) : Cinayet finriefs'den dolayı kısas istifa hakkı, evvelâ maktu­lün nikâh ve velâ itibariyle dereceleri beyan olunan erkek asabesine aid-dir. Derecesi karîb olan asabe var iken derecesi baid olan asabe bu hak­ka mâlik olamaz. Meselâ: maktulün babası var İken dedesi ve oğlu var iken kardeşi bu hakka mâlik değildir. Ancak kardeşi ile ceddi bu hu-şuada müsavidirler.

Zevç, zevce, ana bir kardeş asabeden olmadıkları cihetle hakkı kı­sasa mâlik değildirler.

(2) : Maktulün  asla asabesi  mevcud olmazsa  vehyyüremr,   kısası icra eder. Maktulü af edemez. Meğer ki katil ile maktul gayri müslim iken bilâhare katil müslüman olsun.

(3) : Evliyai kısas, bir derecede oldukları halde içlerinden biri ken­disiyle muhabere kabil olacak bir mesafede gaib bulunsa kısas icra edi­lebilmesi'için gelmesine intizar olunur. Çünkü gelip caniyi af etmesi rne' muldür. Fakat mefkud gibi, esir gibi gaybubeti uzak bulunursa kudü­müne intizar olunmaz, hâzır olan veli, kısası icra edebilir.

Bir de hazır olan velî, caniyi af ederse gaib olan velinin gelmesine bakılmaz. Velev ki bulunduğu yer pek yakın olsun. O halde kısas sakıt oiur, gaib olan veli, diyetden hissesine düşeni alabilir.

(4) : Dereceleri mütesavi velîlerden biri cünum mutbik ile mecnun veya çocuk bulunsa bunların ifakatine, bulûğuna intizar olunmaz, kısas icra edilebilir. Bunlar da diyetden hisselerine müstahik olurlar.

Fakat en yakın velî, yalnız çocukdan ibaret olub kısasın sübutü, onun bulûğuna mütevakkıf olursa hemen kısas icra edilemez, onun bu-. lûğuna intizar olunur.

(5) : Kadınlar da maktule varis olub erkek farz olundukları tak­dirde asabeden olarak kendilerine müsavi derecede erkek asabeden kim­se bulunmazsa kısası istifa hakkına mâlik olurlar.

Meselâ: maktulün kızile veya ana baba bir kız kardesile amcası bulunsa bu kadınlar da bu hakka mâlik olurlar. Fakat maktulün kızile beraber oğlu veya kız kardeşile erkek kardeşi bulunsa bu kadınlar ne kısas, ne de af hakkına mâlik olmazlar.

(6) : Bir maktulün hem dereceleri yakın kadın varisleri, hem de dereceleri bunlardan uzak erkek  asabeleri bulunsa bu  iki sınıfdan her biri katili kısasen kati ettirebilir. Fakat bu iki sınıfdan velev birer şa­hıs içtima etmedikçe caniyi yalnız bir sınıf affedemez.

Meselâ: maktulün bir kızı bir de liebeveyn veya İieb kız kardeşi bu­lunsa bunlardan her biri katilin, kısasını isteyebilir. Fakat bunlar içti­ma etmedikçe katil af edilemez.

(7) : Veüyyi kısas, vefat etse istifa hakkı varislerine intikal eder. Bu. hususda dereceleri müsavi olan erkekler ile kadınlar bu hakka bir-likde mâlik olurlar. Bunlarda derecesi müsavi erkek aaabenin bulunma­sı meşrut değildir.

Meselâ: maktulün oğlu ölüp bir oğlu ile bir kızını terk etse bunla­rın ikisi de kısası istifa hakkına mâlik olur.

(8) : Evliyai demin, yani  :  kısas hakkına mâlik olanların bazıları büyük, bazıları da küçük olub büyükler, katili af etse kısas sakıt olur, riivf-tfion  hisselerini   alırlar.

 (9) : Kısasa müstahik çocuk ölse velisi veya vasisi muhayyer olur, çocuğun hakkında eslâh olanı nazara alır, ona göre ya katil hakkında kis;ısı iltizam eder veya diyeti kâmile alır. Katil zengin olunca onunla diyet  rnikdarından noksana sulh olamaz.: Bir kimse, aniden katil oîan bir şahsı, haksız yere amden Öldürse evvelki maktulün velisi, bu kimseye karşı kısas hakkına mâlik olur. Bu kimse, ajcaül şahsı hataen öldürdüğü takdirde de evvelki mak­tulün velîsi, müstahik olduğu kısas yerine bu ikinci katilden diyet ala­bilir. Muhtasarı Ebiz'ziya, Şerhi Muhammedirhıraî, Minehürcelîl.)

(Şafiîlere göre de kısası istifa hususunda şu gibi meseleler vardır:

(1) : Kısas hakkı, sahih olan kavle göre varislerin hepsine hissei irsiyyeleri nisbetinde sabit olur, velev ki dereceleri mütefavit olsun.

Varislerden bazıları gaib veya çocuk veya mecnuu bulunursa gai­bin kudümüne, çocuğun bulûğuna, mecnunun ifakatine intizar edilmesi icab eder.

Mecnun fakir oluh nafakasını verecek kimsesi bulunmazsa velîsi ve­ya vasisi caniyi diyet mukabilinde af edebilir. Çünkü mecnunun ifakati için beklenilecek yakinen muayyen bir müddet yokdur.

(2) : Kısas hakkında mâlik olanların huzurlarına kadar hâkim, ca­niyi habs eder, onu kefil ile tahliye etmez. Çünkü kaçması melhuzdur.

(3) : Gerek  nefse ve gerek   azaya aid kısasları,   bunları  istifaya müstahik olanlar, alelfevr icra ettirebilirler. Caninin marîz olması, ha­vanın pek sıcak veya pek soğuk bulunması bu hakkın istifasına mani değildir. Çünkü hukuki şahsiyyede müzayaka asıldır, yani:  o hukukun biran evvel istihsali bir esasdır. Tuhfetül'muhtaç, Haşiyei Şirvanî.)

(Hanbelîlere göre de kısası istifa hususunda şu gibi esaslar vardır: il)   : Maktulün bütün varisleri,  terikesindeki hissei irsiyeleri  nis-botinde kısas hakkına mâlik olurlar. Çünkü kısas hakkı, maktulden ken­dilerine intikal eder. Zira kısas da diyet gibi maktulün nefsinin bedeli­dir.

(2) : Aslâ varisi olmayan bir maktulün kısas hususunda velîsi, ve-liyyüTemrdir.  Çünkü veliyyül'emr. velîsi olmayanın velîsidir.

Veliyyül'emr, cani hakkında dilerse kısası icra eder ve dilerse onu diyetden noksan olmamak üzere bir mal mukabilinde af eder. Fakat meccanen ve diyetden noksan bir mal mukabilinde af edemez.' Çünkü bu, müslümaniar için sabit bir hakdır, bunu terk etmesi caiz olamaz. Bunu terk etmekde n-ıüslümanîar için bir faide yokdur.

(3) : Kısas istifa, edilebilmesi için üç şart vardır. Şöyle ki: Evvelâ kısasa müstahik  olan,  mükellef olmalıdır, çocuk  veya

mecnun olursa cani, çocuğun bulûğuna, mecnunun ifakat bulmasına kadar habs olunur. Hazreti Muaviye, Hüdbetübnü Haşremi öldürmüş olan şahsı, Hüdbenin oğlunun bulûğuna kadar heps etmişti. Bu hâdise, saha-bei kiramın asrında idi. Bu, inkâr edibnemişdir, bu cihetle icma mesa­besinde bulunmuşdur. Binaenaleyh caniyi çocuk veya mecnun namına velîsi veya vasisi veya hâkim kısas ettiremez. Ancak mecnun nafakaya muhtaç olursa cani diyet mukabilinde af edilebilir.

Saniyen - : Kısası istifa hususunda müstahik olanlar, ittifak etme­lidirler. Bunu içlerinden bazıları icra edemez. Aralarında gaib olanlar var ise kudümlerine ve gayri mükellef olanlar var ise mükellef olmala­rına intizar olunur. Çünkü bunlar, kısasda şerikdirler, bunda birisi için

istiklâl caiz değildir.

Müstahiklerden biri Ölürse varisi yerine kaim olur.

Salisen - Kısasın istifasında başkasına teaddî ve tecavüzden emni­yet bulunmalıdır. Binaenaleyh hakkında kısas yapılacak olan bir kadın gebe bulunsa hamlini vaz edinceye kadar öldürülemez. Çünkü bu öldür­me, cenîne teaddî eder, katilde israf edilmiş, olur. Sonra çocuğu emzire cek kimse bulunursa validesi kati edilir, bulunmazsa tam iki sene aut vermedikçe kati edilemez.  Neyîül'meârib, KeşşafüTkına.)

(Zahirîlere göre de kısası istifa etmek, veliyi katilin hakkıdır. Veli, bu hususda başkasını tevkil edebilir. Kısas, bir ve tekvadan mâduddur, Bu cihetle bunda teavün vacibdir. Bu halde vekil, velînin gıyabında kı­sası icra edebiür. Çünkü kısas, Allah Tealâ'mn ve peygamberinin em-riyle yakinen Vacibdir, bunda velinin huzuru şart değildir. Binaenaleyh veli, bu işe memur etdiği şahsın gıyabında caniyi af etse bu, sahih olmaz. Meğer ki bu af haberini memur, daha kısası istifa etmeden sahih bir suretde almış bulunsun, Elmuhallâ.) [36]

 

Kısasın Te Veçhile İstifa Edileceği:

 

303 - : Katil tarikiyle olan kısas, yalnız kıhc gibi keskin bir âle­ti, carihe ile, bir silâh ile katilin boynunu kesmek suretiyle istifa edilir, Velev ki, katil, maktulü suya veya ateşe atmak veya gözlerini çıkar­mak veya parça parça etmek gibi bir suretle öldürmüş olsun.

Şayed veliyyi kısas, katili silâhdan başka bir şey ile öldürmek is­terse hâkim tarafından men edilir. Fakat öldürmüş olursa hakkında bir zaman lâzım gelmez. Çünkü mâlik olduğu bir hakkı istifa etmiş bulunur. Şu kadar var ki, caiz görülmeyen bir tarike tevessül etdiği cihetle âsim olacağından ta'zâre müstahik olur.

304 - ; Amden kati, usulen sabit ve bütün varislerin talebi lâhik olunca kısas tehir edilemez. Fakat kısasına hükm edilen şahıs, gebe bir kadın ise hamlini vaz edinceye kadar hakkında kısas icra edilemez.

Kezalik: katilin bir uzvu başka "bir kimse tarafından cerh veya kat' edilecek olsa cerahat, iltiyam pezîr oluncaya kadar kısas icra edilemez,

305 - : Amden yapılan bir ka'til hâdisesi, bir cemaat arasında vu­ku bulub katil cemaatçe  malûm bulunduğu takdirde  maktulün yegâne varisi olan kimse, katili derhal kıaasen kati edecek olsa kendisine bir şey lâzım gelmez.  Kısasa hükm edilmiş olması  her  halde icab etmez. Fakat maktulün varisleri müteaddid olursa içlerinden birisi bu veçhile kısas icrasına kıyam edemez. Çünkü diğerlerinin katili af etmeleri mel­huzdur.

306 - : Hakkında hüküm lâhik  olan bir kısası veliyyi .kısas biz­zat istifa edebileceği gibi binniyabe de istifa edebilir. Çünkü kwası biz­zat istifaya herkesin bedeni veya za'fı kalbi veya usulüne vukufu mü-said olamaz.  Bu cihetledir ki,  kısaslar,   mahkemelerce  ber   nehci   şer'î "sabit oldukdan sonra evliyai kısası temsil edecek birer naib tarafından icra edüegelmişdir. Şu kadar var ki, fou halde veliyyi kısasın da kısas esnasında hazır bulunması lâzımdır. Hattâ veliyyi katilin emr ve tevki­li olmaksızın ecanibden bir kimse, katili âleti carihadan biriyle kati ede­cek olsa - amden kati olacağı  cihetle - hakkında kısas lâzım  gelir. Diyeti mucib olacak bir veçhile kati eylediği takdirde de men aleyhükı-sas olan bu ikinci maktulün vârislerine diyet vermesi icab eder. Bedayi, bahri Raik, Hindiyye.

«(Malikî mezhebiiice meşhur olan kavle göre nefs hakkındaki kı­sası bilfül istifa etmek hususunda muhayyerlik, hâkime aiddir. Hâkim, dilerse caniyi bizzat kendisi kısasen kati eder ve dilerse onu kısas için veliyyi katile teslim eder.

Hâkim, caniyi veliyyi kısasa teslim etdiği takdirde onun caniye faz­la zahmet vermesine, meselâ: onun bazı azasını kesmesine meydan ver­mez, bundan onu nehy eder.

Veliyyi katil, veliyyiremrin veya naibinin iznini istihsal etmeden ca­niyi öldürse te'dib olunur. Meğer ki veliyyül'emrin kısası icra etmiyece-ğine kani bulunsun. O takdirde te'dibe müstahik olmaz.

Mâdûnennefs kısasa gelince bunu icra, ehli marifete, bu babda mü­tehassıs olan şahıslara mahsus olduğundan bunu istifa salâhiyeti, mec­niyyün aleyhe verilemez. Hâkim bunu ehli vukuf vasıtasiyle yapdınr. Çünkü bu kısası caninin ölümüne müeddî olmayacak ve mecniyyün aley­hin cerihasından fazla ve noksan bulunmayacak suretde yapmak, her­kes için kabil değildir.

Uzuvlarda yapılacak kısas, pek soğuk veya pek aıeak bir zamana veya caninin hali marazına tesadüf edib bu yüzden caninin Ölmesinden korkulursa icrası te'hir edilir.

Katil, maktulü ne veçhile Öldürmüş ise kendisi de o veçhile öldü­rülür. Bundan yalnız bazı katiller müstesnadır, bunlarda mümaselet aranmaz, katil yalnız kılıç ile kati edilir. Bir kimseyi şarab veya zehir içir­mekle veya uzun müddet ac ve susuz bırakmakla öldürmek gibi. Mine-hülceül, Şerhi Muhammedii'hırşî.)

(Şafiîlere göre de veliyyül'emrin veya naibinin izni munzam olma­dıkça kısas, had, ta'zir istifa edilemez. Çünkü bunlar, hukuki ibade mü­teallik olub ehemmiyeti büyük, nazar ve tedkike muhtaç olduğundan bunların huzun hâkimde usulü dairesinde hüküm altına alınmaları lâ­zımdır.

Hâkim tarafından sabit olub hüküm altına alınan nefs hakkındaki bir kısası hâkimin izniyle veliyyi katil istifa edebilirse de azaya aid bir kısası ne mecruh, ne de velîsi istifa edemez. Çünkü azada kısas icrası müşkil olduğundan bunda haddi, tecavüz etmek,-mecruhun fazla müte-ellim olmasına sebebiyet vermek ihtimali vardır. Binaenaleyh bu kısas, bu hususda mümareae sahibi olan bir kimse marifetiyle yapılır. Bu mü-marese sahibine cellâd denilir ki: kısası, hududu, ta'zirleri istifa için tayin ve tevkil edilen kimse demekdir. Bunun ücreti, zengin olan cani üzerine lâzım gelir.

Kısas icra edilirken hâkim ile iki âdil kimsenin hazır bulunmaları mesnundur. Çünkü kısas, bir emri hatîr olduğundanbunda kullanılan âle­te ve cani hakkında fazla zahmet verilmeksizin kısasın icra edilmesine nezaret etmelerine ihtiyaç vardır.

Kısas, hukuki şahsiyyedendir. Bu gibi hukukdan dolayı hâkimin velayeti, buna müstahik ve ehil olan kimselerin talebine mütevakkıf dır. Bunlar tarafından taleb vuku bulmadıkça hâkim, kısas icrasına emr edemez. Hukukullahda ise ceza tertibi, böyle bir talebe mütevakkıf de­ğildir.

Kısas icrasına müstahik olanlar, hepsi birden kısası istifaya müba­şeret edemezler. Bu takdirde caniye fazla zahmet verilmiş olabilir. Fa­kat onlar içlerinden münasib birini bu istifa için tayin ederler. Bu hu­susda ittifak edemezlerse aralarında hâkim tarafından kur'a keşide edi­lir. Namına kur'a isabet eden, diğer müstahiklerin izinleriyle kısası is­tifa eder.

Müteaddid müstahıklardân biri kısasa mübaderet ederek caniyi öl­dürse ezher olan, hakkında kısas lâzım gelmemesidir. Çünkü caniyi öl-dürmekde onun da hakkı vardır. Bu halde mütebaki varisler, caninin te-rikesinden hisseleri nisbetinde diyet alabilirler. Çünkü kısas, kendi ih­tiyarları olmaksızın fevt olmuşdur. Nitekim caniyi bir yabancı öldürdü­ğü takdirde de kısasa müstahik olan varisler, caninin terikesinden diyet haklarım alabilirler.

Bir kavle göre de mütebaki varisler, diyetden hisselerini bu kısası istifaya mübaderet etmiş olan varisden alırlar. Zira bu varis, o hakkı sanki kendisi kamilen istifa etmişdir.

Şafillere göre de katil, maktulü ne veçhile Öldürmüş ise .kendisi de o vech ile öldürülür. Çünkü kısas, mümaselet esasına müsteniddir. Bi­naenaleyh katil hakkındaki muamele, maktul hakkındaki muamele ile mütenasib olmalıdır. Meselâ; katil, maktulü suya veya ateşe veya yük­sek bir yerden aşağıya atmak suretiyle öldürmüş ise kendisi de o vech ile öldürülür. Kezalik habs ederek taamsız ve susuz bırakmakla öldür­müş ise kendisi de o kadar mühlet taamsız ve susuz bırakılır. Bu müd­det içinde ölmezse kılıç ile öldürülür. Bir de sihr etmek suretiyle bir kim­seyi öldürmüş olan şahıs, kıhç ile öldürülür.' Kitabül'üm, Muhtasarı Mü­zeni, Tuhfetul'muhtae.)

(Hanbelîlere göre de kısas, herhalde veliyyül'emrin veya naibinin huzurunda icra edilmelidir. Çünkü aksi takdirde teşeffii sadr için haddi tecavüz etmek ihtimali vardır, buna muhalif hareketde bulunanlar ta' sûre müstahik olurlar. Maamafih veliyyi katil, hodbehod kısas yapsa hakkını istifa etmiş olacağından kısas yerinde bulunur. Şu kadar var ki bu hareket, esah olan kavle göre haramdır, bu cihetle ta'ziri müstel-zimdir.

VeliyyÜTemr veya naibi bakar; eğer veliyyi katil, kısası güzelce ic­raya kadir ise bunu ifaya temkin eder. Veli de bu kısası bizzat yapmak­la buna münasibini tevkil etmek hususunda muhayyer olur. Fakat ve­liyyi katil, kısası güzelce ifaya muktedir değilse veliyyüTemr, bunu is­tifa edecek bir kimseyi tevkil etmesi için veliyyi katile emr edr.

Cani, veliyyi katilin rızasiyle kendi nefsi hakkında bizzat kısası ic­ra edebilir. Bu halde velînin vekili sayılır.

Evliyai kısas, müteaddid olunca içlerinden birisi kur'a ile takdim olunur, diğerlerinin tevkil etmelerile kısası icra eder. Bu hak, bütün vâ­rislerin olduğundan bu tevkil bulunmadıkça kısas icra edilemez, içlerin­den birini veya başkasım tevkil hususunda 'ittifak edemezlerse ittifak edinceye kadar kısasdan men olunurlar.

Kısas, caninin boynunu kılıcile veya bir uzvunu bıçak ile kesmek suretiyle yapılır. Başka şey ile kati ve kat' etmek hayfı, fazla eziyeti mucib olacağı cihetle haramdır. Elmuğnî, Neylül meârib, Şerhül'mün-teha.)

(Zahirîlere göre de veliyyi katıl, kısası icrayamüstahikdir. Velîler, müteaddid olub kısası icra hususunda ittifak edemezlerse içlerinden bi­rini veya haricden başkasını bu işe tevkil etmeleri kendilerine emr olu­nur. Aksi takdirde aralarında kur'a keşide edilir". Kur'a hangisinin adı­na çıkarsa kısasa o tevelli eder.           

Veliyyi maktul, muhayyerdir. Dilerse katili af eder ve diterse onu kati etdiği veçhile öldürür. Meselâ: katil maktulü döğmekle veya sok­makla veya itmekle, veya yakmakla veya suya atmakla veya başını yarmakla veya ac, susuz bırakmakla veya boğmakla veya hayvana çiğ­netmekle öldürmüş iae veliyyi maktul de onu o suretle öldürebilir. Cü­rüm ile ceza arasında müsavat, bunu icab eder. Kur'anı mübînde de buyurulmuşdur. Yani: bir kimse hakkında cesa tertib edecek olursanız size nasıl ukubet olunmuş ise siz de öylece ukubet ediniz. Fakat sabr edib af ile muamelede bulunursanız gübhe yok ki bu, eabr edenler hakkında daha hayırlıdır. Elmuhallâ.)

Buna kargı Hanefi vo Hanbelt fukahaaı tarafından denilebilir ki: asıl cezada mümaseltst aranır, coza vasıtası olan âletde değil. Kati mu­kabilinde kati, kat'etmek mukabilinde katı, tam mümasil bîr uku-botdir, bununla gaye temin edilmiş olur. Artık bu ukubetin tatbik va­sıtasında mümaseleü temine lüzum yokdur. Bahusus bir hadisi şerifde buyurulmuadur. Yani: kısas ancak kılıç ile yapılır. Kı-lıcdan murad iho âhdır.

Diğer bir hadisi aerifdo du Allahın kullarını azaba sokmayınız)  buyurulmuadur.

Maksad, bir şahsı öldürmek veya bir uzvunu kesmek olunca ar­tık onu bu hususda, fazla elem ve ıztıraba maruz bırakmak zaiddir.

Ateş ile ukubetin caiz olmadığı ise Vâ hadisi şerifiyle aabitdir. Yani: fülân şahsı bulursanız öldü­rünüz, onu yakmayınız, çünkü ateş ile ancak ateşin hâliki azab eder, başkaları edemez.

Maamafih cezaların tatbiki hususunda fazla elem verecek şeyler­den kaçınılması, bir nevi af ve keremden maduddur. Nitekim  1 hadisi şerifi de bu hususa işaret et-mekdedir.

Yani: şübhe yok ki, Hak Tealâ her şeye karşı lûtf ve ihsanda bu­lunmayı emr etmişdir. Artık öldürecek olursanız öldürmeyi güzelce, mülâyemetle yapınız. Velhâsıl kısas hususunda her veçhile mümaselet temini zaten kabil değildir. Şarii kerîmin emr etdiği silâh ile bu ceza­nın tatbik edilmesi, matlûb mümaselet gayesini temine kâfidir.

Maahaza bu hususda ki tarafın istinad etdiği bir kısım deliller da­ha vardır. Allahü a'lem bissavab. [37]

 

Kısası İskat Edecek Şeyler 

 

307 - : Gerek nefse ve gerek azaya aid icab eden bir kısas, aşa­ğıda yazılı  sebeblerden biri  tahakkuk edince  sakıt olur.  Bu sebeplere «müskıtatı  kısas»   denilir.

308 - : Mevt ve kati. Şöyle ki: men aleyhilkısas, semavî bir âfet ile ölse veya başka bir hususdan dolayı bihakkın veya bigayri hakkin öldürülse kısas sakıt olur, terikesinden diyet de istifa olunamaz. .Çün­kü onun hakkında aynen sabit olan yalnız kısasdır.

Kezalik: kısasen kesilecek bir uzuv, semavî bir âfet ile fevt olsa veya haksız yere kesilse kısas sakıt olur, diyet de lâzım gelmez. Fa­kat bu uzuv, haklı yere, meselâ: sirkatden dolayı kesilecek olsa yine kısas sakıt olursa da diyet sakıt olmaz.

Bir de bu hükümden müdebberler ile ümmi veledler müstesnadır. Yani: bunlardan biri yapdığı cinayetden sonra vefat etse icab eden di­yet sakıt olmaz. Belki mevlâsından istifa olunur.

309 - : Cinnet. Şöyle ki: hakkında kısas yapılacak şahıs, hüküm­den sonra kısas icra edilmek üzere veîiyyi kısasa henüz teslim edilme­den cünunı mutbık ile mecnun olsa kısas sakıt olur. Buna bedel diyet lâzım gelir.  Fakat bir katilin badelhükm kısas edilmek üzere  veliyyi katîle teslimini müteâkib teeennün etmesi, kısasa mani olmaz

310 - : Kısasa tevarüs:  şöyle ki:  katil, men lehülkısasa tevarüs etse kısas hakkına da tevarüs edeceği  cihetle  kendisinden kısas sakıt olur.

Meselâ: bir maktulün varisi olan lieb kardeşi vefat etmekle bu müteveffaya liüm kardeşi bulunan katil varis olsa artık hakkında kı­sas yapılamaz. Çünkü bu halde hem men aleyhilkısas, hem de men le-hülkisas bulunmuş olur. Bir kısas ise bir şahsın hem aleyhine, hem de lehine olarak iatifa edilemez.

Henüz kısas yapılmadan vefat eden veliyyi cinayete caninin ftiru-undan biri varis olduğu takdirde de hüküm böyledir.

Meselâ: bir kimse, oğlunun kain pederini amden öldürmekle buna oğlunun zevcesi varis olüb da kablel'kısas vefat ederek kendisine koca­sı-o kimsenin oğlu - varis olsa artık o kimse hakkında kısas ya­pılamaz. Zira bu takdirde veliyyi katil olmak sıfatı, biîveraae katilin oğluna intikal etmiş olur.

311 - : Sulh. Şöyle ki: veliyyi kısas, peşin veya veresiye bir be­del üzerine cani ile sulh olsa kısas sakıt olur. Bu bedelin diyet cinsin­den  olub olmaması  ve  diyet  mikdarmdan  fazla bulunup  bulunmaması müsavidir. Fakat diyet mukabilinde diyetden fasla bir şey üzerine sulh yapılmaması  riba kabilinden olacağı cihetle  - caiz değildir.

Veliyyi katil, bîr bedel mukabilinde sulh yapdıkdan sonra katili arnden Öldürecek olsa hakkında - âmmei fukahaya göre - kısas lâ­zım  gelir.

312 - : Maktulün iki  velîsinden yalnız biri  katil  üe  musalehada

bulunsa kısas yine sakıt olub. diğer velînin hissesi diyete münkalib ol­muş olur.

Fakat bir maktulün iki müşterek katilinden biri" hakkında yapı­lacak sulh, diğer katili hakkındaki kısası iskat etmez.

Kezalik: iki kimsenin katili olan bir cani üe maktullerden birisi­nin velîsi müsalehada bulunsa diğer maktulün .velîsine aid olan kısas hakkı sakıt olmaz.

313 - : Bir mecruh, kendisini amden veya hataen cerh etmiş olan bir şahıs ile bir mikdar mal üzerine sulh oldukdan sonra o cerhin te­siriyle vefat etse bakılır:  eğer sulh, yalnız o cerhden dolayı yapılmış ine bâtıl olur. Şu kadar var ki, bu sulh bâtıi olmakla beraber amd sure­tinde kısas, diyete inkılâb etmiş olur.

Ve eğer sulh; hem cerh, hem de ondan tehaddüs edecek şey hak­kında olmak üzere yapılmış ise bâtıl olmayıb hali Üzere kalır. Bina­enaleyh bu suretde mecruhun varisleri, carîhi ne kısas etdirebilir, ne ele  kendisinden  diyet  alabilirler.

Sulh, mutlaka cinayet namına yapılmış, yani: mecruh, cani ile alel' illâk cinayetden' dolayı müsaiehada bulunmuş olduğu takdirde de hü­küm böyledir.

314 - : Veliyyi  kısas, çocuk  veya mecnun veya matuh  bulunur­sa bunun velîsi veya vasisi» cani ile diyetden noksan bir bedel üzerine sulh yapamaz. Yapdıkları takdirde bunlar tam diyet nükdarına müs-tahik olurlar.

Fakat velî veya vasînin cinayeti beyyine ile isbat edemeyeceği, ca­ninin de bil'inkâr yalan yere yemin edeceği malûm olursa o zaman di­yetden noksan bir bedel üzerine velînin veya vasînin yapacağı sulh, sa­hih olur.

315 - : Af ve ibra. Şöyle ki: âkil ve'baliğ olan ve kısas hakkına mâlik bulunan bir kimse,  men aleyhil'kısası af veya kendisini kısas-dan ibret etse kısas, sakıt olur.

Af ve ibra muamelesi: «af etdim, kısasdan ibra etdim, kısası iskat eyledim, kısas hakkımı bağışladım» gibi afve delâlet eden bîr" tabir ile yapılır. Bedayi, Haniyye, Behce, Ankaravî.

«(Malikîlere göre de kısas, sulh ile, tevarüsle ve af ile sakıt olur.

Şöyle ki:

(1) : Cani ile amden cerhden dolayı mecniyyün aleyhin, amden katilden dolayı da veliyyi katilin bir bedel üzerine sulh yapması caizdir. Bu bedel, diyetden az veya çok olabileceği gibi peşin veya veresi­ye de olabilir.

(2) : Cani,  hakkı kısasa veiev kısmen tevarüs  etse  hakkında kı­sas sakıt olur. Meselâ: bir şahsı iki oğlundan biri kati edip diğer oğlu daha kısas icra edilmeden vefat etse de  kendisine katil olan  kardeşi varis olsa hakkı kısasa da varis olacağından hakkında kısas sakıt olur. Başka varis var ise o diyetden hissesini alabilir.

(3) : Kısas,  veliyyi  katilin   afviie   sakıt   olur.   Velîler   müteaddid olub içlerinden biri  katili af edince bakılır:  eğer dereceleri istihkakda müsavi veya af edenin derecesi daha yukarı ise af muteber olur.  Fa­kat derecesi aşağı ise muteber olmaz. Çünkü onun hakk-ı kelâmı yokdur.

Mesel: maktulün iki oğlundan biri katili af etse muteber olur. Fa­kat oğlu var iken kardeşi af etse muteber olmaz.

Kezalik: katli beyyine ile veya ikrar ile sabit olan bir maktulün kızı ile kız kardeşi bulunsa katili af edib etmemek hususunda kızı ehak bulunur. Zira maktulün kızı var iken kız kardeşinin söze hakkı yok­dur, irs itibariyle müsavi olmaları, af hususunda da müsavi olmaları­nı müstelzirn değildir.

Fakat kısasın sübut ve icrası, kesameye = yemine mütevakkıf bu­lunursa bu yemini maktulün yalnız erkek asabesi yapacağından artık kadınların katili müstakillen afve salâhiyeti kalmaz. Maamafih bu tak­dirde asabe de müstakillen af edemez. Meselâ bu halde maktulün bir kızı bulunsa bu kız ile asabenin hepsi veya bazısı içtima etmedikçe hiç birinin affı muteber olmaz. Şerhi Ebil'berekât.)

(Şafiîlere göre de* kısas hakkında afüv carîdir. Binaenaleyh hak­kında amden cinayet işlenmiş olan kimse, «ben caniyi cinayetinden do­layı icab eden kısasdan veya diyetden af etdim» diyib de badehu ifa-kat bulsa kısas hakkı sakıt olmuş olur. Fakat bu af, cinayetden zaid olan mikdara şâmil olmaz. Çünkü bu zaid mikdar af zamanında sabit değildir.

Meselâ: cinayet yalnız bir parmağı kesmekden ibaret iken badel1-afüv bunun sirayetiyle diğer parmaklar da düşse afvin bunlara şümu­lü olmaz.

Meğer ki mecniyyün aleyh «ben bu cinayetden ve bu cinayetden tahaddüs edecek şeylerden dolayı icab edecek kısası ve diyeti af et­dim* deyib de badehu vefat etsin. O halde kısasa mahal kalmaz, diyet hususunda ise iki kavi vardır. Bir kavle göre bu diyetin, bir vasiyet mahiyetinde olarak af edenin sülüsi malinden caiz olur. Diğer bir kav­le göre ise cinayetin tamamından dolayı icab eden diyet ile cani mua­heze olunur. Çünkü bu cinayet, katli nefse müncer olinusdur. O halde cani bir katildir. Katile ise vasiyet caiz değildir. Evlâ olan da bu ka­vildir.  Muhtasarı müzeni.)

(Hanbelüere göre de kısas, caninin vefatiyle sakıt olur. FakaL di­yet sakit olmaz. Binaenaleyh cani Ölse veya başka bir sebepden dolayı öldürülse terikesinden diyet lâzım gelir.

Kezalik: bir kimsenin bir uzvunu kesmiş olan caninin o uzvu baş­ka bir sebeble kesilse veya çolak olsa bu uzva aid kısas sakıt olub mu­kabilinde diyet lâzım gelir. Kısas, afüv ile de sakıt olur. Afvın cevazında icma vardır. Ve afüv, afdaidir, Nitekim bir âyeti kerimede buyurulmustur.

«Yani; herhangi katil için kardeşi olan veliyyi kısas tarafından cüz'î bir şey afüv edilmiş olursa artık kısas sakıt olur, veiiyyi kısas tarafından maruf olan iyiliğe itüba etmek, katil 'tarafından da bu iyi­liğe mukabelede bulunmak, meselâ: bir diyet, bir bedel dermeyan edil­miş ise onu ona güzelce ödemek lâzım gelir. Maruf ile ihsana ittiba hakkındaki bu hüküm, Eabbinizden bir tahfif, bir rahmettir. Artık bun­dan sonra her kim tecavüzde bulunursa, meselâ afüv edilen katili öl­dürürse onun için elim bir azab vardır.»

«Bu âyeti kerimede veliyyi kısasa kardeş denilmesi,  cani ile ve­liyyi kısas arasındaki dinî veya insanî münasebete işaret  ile afüv ga­yesine inayet ve bunların arasında merhamet ve şefkat  duygularının tecellîsini temin gibi hikmetleri  mütezamnundır.»

Eesuli Ekrem, sallâllahü tealâ aleyhi vesellem efendimiz, cinayet hadiselerinde afüv ile emir buyururlardı. Bu afüvden sonra artık ca­ni hakkında ukubet icra edilmez. Çünkü onun üzerinde bir hak var idi ki, o da afüv ile sakıt olmuşdur.

Veliyyi kısas, cani ile diyetden fazla bir bedel mukabilinde sulh olabilir. Veli, diyeti ihtiyar edince bu, teayyün edib kısas sakıt olur. Diyeti almak, kandan afüv demekdir, artık bunu taleb edemez. Çünkü sakıt avdet etmez.   Kegşafül'kina.)

(Zahirîlere göre de afüv ile kısas aakıt olur. Ve bu afve maktulün varislerinden herhangi birisi salâhiyetdardır. Velev ki zevcesi olsun. Bu halde kısas haram olur, afüv etmeyenler diyete müstahik olurlar. Ba­zı fukahaya göre bu afve ancak erkekler salâhiyetd ardırlar, kadınla­rın afve haklan yoktur. Zührîf Kadete, Hasani Basrî buna kaildir. Ba­zı fukahaya göre de vârislerden herhangisi kısas isterse kısas yapılır. Diyeti veya afvi iltizam eden vârise iltifat olunmaz. Hepsi de diyet ve­ya afüv hususunda ittifak etmedikçe kısas sakıt olmaz. İbni Ebî Ley­la'ya göre her vâris katili afüv edebilir, yalnız zevç ile zevce afüv edemez. Fakat racih olan kavi, her varisin zevç veya zevce de olsa bu af­ve salâhiyetdar olmasıdır. ÖmerübnüI'Hattab hazretleri de buna kail­dir. Elmuhalla.) [38]

 

Afüv Ve İbeaya Müteallik Bazı Hükümet  :

 

316 - : Bir cürümden dolayı mücrimi muaheze ettneyib bu bab-daki kusurunu, tecavüzünü mahv ve izale etmek bir afüvdür,  bir ib­radır. Bu afüv ve ibrayı veliyyi cinayet yapabileceği gibi bizzat mec-niyyün aleyh de yapabilir. Bu afüv ve ibra, ıstılah kısmında beyan olun­duğu üzere «afüv anilkısas», «afüv anüdnayet», «afüv anılkatu, «afüv aniltirahe»,  afüv aniggecce»  diye birkaç kısma ayrılır.

Binaenaleyh bu hususları aid afüv ve ibra üzerine bir kısım ah-k&m .terettüb eder. Aşağıdaki meseleler de bu cümledendir.

317 - ; Afym badelvefat olması şart değildir. Herhangi bir ca­rini bizzat mecruh afüv edebileceği gibi onun vefatından mukaddem va­risleri de afüv edebilir.

Binaenaleyh bu afvın vukuundan sonra mecruh, o cerhin tesiriyle vefat etse varisleri carihi ne kısas etdirebiür, ne de ondan diyet alabi­lirler.

318 - : Bîr katiü münferid bulunan veliyyi  katil, gerek kablel-vefat ve gerek badelvef at afüv edince kısas sakıt olur, katil üzerine diyet de lâzım, gelmez.

Şayed velivyi katil, katili bu veçhile afüv etdikten sonra amden kati edecek, olsa hakkında bil'ittifak kısas lâzım gelir.

319 - : Bir maktulün müteaddid velîlerinden biri katili afüv et-diği veya kendisiyle sulh olduğu halde diğerleri afüv ve sulhde bulun-masalar veya çocuk veya mecnun bulunsalar kısas sakıt olub bunların hakları, hisseleri nisbetinde diyete münkalib olur ve bu diyet, üç. sene içinde mukassat&n bizzat katilden istifa olunur. Çünkü kısas, kabili tecezzi olmayan bir hakdır. Bundan dolayıdır ki, veliyyi katîî, aniden katil olan şahsı kısasın bir cüzünden afüv etse kısasın tamamı sakıt olur. Yoksa afüv edilmeyen cüzü, diyete münkalib olmaz. Zira müte-cezzi olmayan bir şeyin sınıfını veya bir cüz'ünü zikretmek, küllünü zikretmek gibidir.

320 - : Bir katili evliyai kısaadan biri afüv etdiği halde diğeri amden kati edecek olsa bakılır: eğer afve muttali değilse veya bu afüv ile kasasın gayri caiz bir hale geldiğine gayri vakıf ise hakkında kısaa icra edilemez. Çünkü bu ikinci katile nazaran birinci katilin ismetinde, maauniyyeti hayatiyyesinde bir adem şüphesi vardır. Bu ikine katil, kendisi için sabit olan bir hakkın, bagkaaı tarafından vuku bulacak bir afüv ile sukut edeceğine vâkıf değildir.

Şu mesele, imamı Âzam ile İmameyne göredir, imam Züfere gö­re bu ikinci katil hakkında kısas lâzım gelir. Birinci katil, afüv saye­sinde tekrar masuniyyet kazanmış olduğundan onu kati, bir cinayet olmuş olur.

Fakat bu ikinci katil, afve vâkıf ve katlin hürmetine muttali bu­lunduğu halde bu katil hadisesini aniden vücuda getirmiş olursa hak­kında biiittifak kısas lâzım gelir. Bu halde kendisi de birinci katilin terikesinden hissesine göre diyet ahzine müstahi-k olur. Çünkü o, afüv edilmiş olmakla bunun kısasdaki hakkı diyete münkalib olmuş bulunur.

321 - : Müteaddid   kimseleri   amden   öldürülmüş   olan bir   caniyi bu maktullerden birinin velîsi afüv etdiği halde diğer maktullerin ve­lileri afüv etmeseler bu afüv etmeyenlerin kısas hakları  sakıt olmuş olmaz.  Çünkü  bu takdirde ayrı  ayrı  cinayetler  mevcud  bulunmuşdur. Artık velilerden birinin afvı, diğer velîlerin haklarına tesir edemez.

Fakat iki maktulün katili bir şahıs olub da bu maktullerin yegâne velîsi ve varisi bulunan kimse, bu maktullerden birinin kısasından kati­li afüv etse artık diğer maktul için katili kısas ettiremez. Çünkü velî, bu iki maktulden dolayı bu caniye karşı bir nesemeye, bir hakkı haya­ta müstahikdir. Maktullerden birinden dolayı caniyi afüy edince onun yansı hakkında kısası iskat etmiş gibi olur. Kısas ise tecezziyi kabil değildir. Cevhere.

322 - : Bir  maktulün  velîsi,   katili badel'cerh,    kablelmevt  afüv edecek olsa kısas hakkı sakıt olmuş olmaz. Çünkü cerh, sirayet yolîy-le mevte müntehî olunca kati hadisesi, cerh zamanından itibaren vuku bulmuş sayılır. Maahaza bu cerh, mevte müfzî bir sebeb olmakla kati mesabesinde bulunmuşdur.     Artık mutlak cerhden afüv,  katiden afvı müstelzim olmaz.

323 - : Hür olan bir mecruh, carini katilden dolayı afüv edib de badehu cerhin tesiriyle vefat edecek olsa kısas, sakıt olmuş olur. Fakat mecruh, rakik bulunursa afvı sahih olmaz.  Çünkü bu takdirde kısas hakkı, kendisi için değil, mevlâsı iğin sabit olur.

324 - : Hür bir mecruh, kendisini amden veya hataen cerh et­miş olan şahsı katıdan, veya cirahetden veya şecceden yahut darbdan afüv etdikten sonra şifa bulsa artık o şahıs hakkında bir şey lâzım gelmez. Fakat bu suretle afüvden sonra cerhin tesiriyle vefat etse ca-rih hakkında amd takdirinde kısas, hata takdirinde diyet lâzıır gelir. Çünkü katıdan ve emsalinden afüv,  katilden afvı müstelzim değildir. Bu, imamı Azama göredir. İmameyne göre ise cirahetden afüv, katil­den afüv mesabesindedir. Binaenaleyh bu lâfz ile olan bir afüv ile kı­sas da, diyet de sakıt olur. Çünkü sirayet, cirahatin eseridir. Bir şey hakkındaki afüv, onun eseri hakkında da afüv demekdir.

Fakat mecruh, carini cinayetden veya hem cerh ve katıdan, hem de bunlardan tahaddüs edecek şeyden afüv etmiş olursa bununla bii'-ittifak hem kısas, hem de diyet sakıt olur. Çünkü bu tabirler, katil­den de afvı müş'irdir.

325 - : Hali sıhhatte olan, yani: gidib gelmeğe kadir olub sahi­bi firaş bulunmayan bir mecruh, kendini hataen cerh etmiş olan şahsı ibra etdikten sonra vefat etse diyet namına o şahıstan bir şey alına­maz. Fakat mecruh, sahibi firaş olduğu halde carihini ibra edib de ba­dehu almış olduğu cerhin tesiriyle vefat etse bu ibrası malının sülüsün­den muteber olur. Çünkü bu afüv ve ibra, bir teberru mahiyetindedir. Marazı mevt ile mariz olan bir kimsenin teberrüatı ise sülüsi malinden muteberdir. Binaenaleyh diyet mikdarı, malının sülüsünden ziyade de­ğilse tamamen sakıt olur. Malinin sülüsünden fazla olub da varisleri bu ibrayı müciz olmazlarsa diyetden sülüsün müsaid olduğu mikdar sakıt olur. Mütebakisi carinin - mevcut ise - âkilesinden, değilse kendisin­den alınır.

Maahaza bu mecruhun hiç varisi bulunmayıb da terikesi beytül-mâle aid olursa bu afüv ve ibrası, malının tamamından sahih olur, bey-tülmâl namına carihten bir şey istenilemez.

Fakat carihini bu suretle ibra edib badehu vefat eyleyen bir mec­ruhun terikesi müstağrak biddüyûn olur ise alacaklıları bu ibrayı tut-mayıb mecruhun diyetini carihden alarak kısmeti guremaya Idhal ede­bilirler.

326 - : Bir maktulün  müteaddid  varisleri   olduğu- halde  katil, bunlardan biri muvacehesinde gaib olan bir veya birkaç varisin kendi­sini afüv etmiş olduğuna beyyine ikame edecek olsa bu beyyine dinle­nir.  Bunun neticesinde kısas,  diyete  münkalib  olur.  Hazır olan varis artık diyetden hissesine isabet eden irs mikdarım  alabilir,  kısas hak­kında hüküm istihsal edemez.

327 - : Bir şahıs, iki kimsenin meselâ: birer elini amden kesdi-ği halde o kimselerden biri bu caniyi kısasa hükm edilmeden veya hükm edildikden sonra afüv etse diğeri kısas ettirebilir. Müreccah olan da budur.           

Fakat îmam Muhammede göre caninin bir elinin kısasına ve bir ' el diyetinin de caniden alınarak o iki kimse arasında nısfiyyet üzere kısmet edilmesine hükm edildikden sonra bu afüv vuku bulsa artık kısas sakit olmuş olur. Bu halde afüv eden nısıf diyete, afüv etmeyen bir elin tam diyetine müstahik olur. Mebsut, Bedayî, Cevhere, Hin-diyye Reddi Muhtar.

«(Mâlikîlere göre de müsavi derecede hakkı kısasa mâlik olanlar­dan biri, cinayet sabit oldukdan sonra caniyi  meccanen afüv ile hakki kısasını iskat etse artık diğerleri kısası icra edemezler, diyetden his­selerim alırlar.

Kezâlik: kısas hususunda söz sahibi olan varisler, sırasiyle hak­kı kısaslarını afüv etseler bu hususda söz sahibi olmayan varisler di­yetden hisselerine müstahik olurlar. Meselâ: amden maktulün iki oğ­lu ile bir aevcesi bulunub evvelâ bir oğlu, sonra da diğer oğlu katili meccanen afüv etse zevcesi diyetden irs nisbetinde hissesini alabilir. Fakat bu oğullar, maktulü birden afüv etse artık zevce de diyetden hisse alamaz. Nitekim maktulün bir oğlu olub katili afüv etdiği tak­dirde de hüküm böyledir. Zira bu afüv ile kısas sakıt olmuş, afinin de­recesinde diyete müstahik kimse bulunmamış olduğundan ondan dere-ceten dün bulunan zevce de diyete müstahik bulunmaz. Maamafih va-. rialerden biri katil ile bir mal üzerine sulh yaparsa diğer varisler de­receleri müsavi olsun olmasın diyetden hisselerini  alabilirler.

Amden veya hataen mecruh olan, carini cerhinden dolayı mecca­nen afüv etse veya bundan dolayı bir mal üzerine sulh olsa da badehu bu cerhin tesiriyle ölse velîleri dilerlerse bu afüv ve sulhu imza ederler ve dilerlerse badel'kasem amd takdirinde carini kati ve hata takdirin­de ondan diyet aha edebilirler. Carih de vermiş olduğu sulh bedelini geri alır.

Katil, kendisini veliyyi maktulün afüv etdiğini inkârına mukarin iddia etse veliyi ademi afüv üzerine istihlâfda bulunabilir. Velî, afüv etmediğine dair yemin ederse- kısas etdirebilir. Velî, yeminden nükûl ederse katil, afüv edilmiş olduğuna dair bir kerre yemîn ederek kisas-dan kurtulur. Fakat o da yeminden nükûl ederse hakkında kısas icra edilir. Afvı iddia etmekle cinayeti itiraf etmiş olur. Şerhi Ebil'berekât, Düsûkî.)

(Şafiilere göre de bir müslüman, bir şahıs hakkında hataen cina-yetde bulunduğunu ikrar etse malinden diyet vermesi lâzım gelir. Bu halde mecniyyün aleyh, daha hayatda iken bu caniyi afüv etse de ba­dehu bu cinayet tesiriyle ölse afvı muteber olmaz. Çünkü bu, katile vasiyet kabilinden olacağından caiz değildir.

Yapdığı cinayetden dolayı âkilesine diyet teveccüh' eden bir cani­yi mecniyyün aleyh, afüv etse onun âkilesini afüv etmiş olmaz. Meğer ki «caniden cinayetinin diyetini afüv etdim» söziyle^ onun âkilesinden diyetini afüv ettiğini kasd etsin. O zaman âkilesi hakkında bu afüv ca­iz olur. Muhtasarı Müzeni)

(Hanbeiîlere göre de yalnız kısası ve kısas ile beraber diyeti afüv şahindir. Afüv edilen cani artık ta'zîr edilemez. Çünkü onun üzerinde bir hak vardır ki, o da afüv ile sakıt olmuş olur.

Veliyyi maktul» afvmi kısas ile veya diyet ile takyid etmeyib sureti »nutalkada afüv etse veya mal olmayan hamr gibi bir şey üzerine afüv etse veyahut yalnız kısasdan afüv etse kısas sakit olur, diyet lâ­zım gelir.

Afvın hali mevte ta'liki şahindir. Binaenaleyh bir mecruh, carihe hitaben «ben Ölürsem seni kanımdan, veya katlimden ibra etdim» dese afvı sahih olur. Artık aldığı cerahatden ölürse carih berî olur. Fakat ölmez de şifa bulursa kısas veya diyet hakkı baki olur. Çünkü ibra, ölüm haline muallâk bulunmuş, cerihayı mutazammnı bulunmamışdır. Fakat «seni afüv etdim», «senden cinayetini afüv eyledim» demiş ol­sa artık cani kısasdan da, diyetden de berî olur. Çünkü bu afüv, ikisi­ne de şâmildir.

Veliyyi maktul, diyeti ihtiyar edince diyet teayyün eder. Badehu katili kati etse hakkında kısas lâzım gelir. Çünkü diyeti ihtiyar, kısası afüvdür. Bu afüv sebebiyle katilden kısas sakıt olmuşdur.

Katili meccanen afüv evlâdır. Nitekim bir âyeti kerimede afüv eder iseniz bu, tekvaya daha yakındır.» buyurulmuş-tur. Bir hadisi şerif de de: vârid olmuşdur. Yani: Bir kimse, gördüğü zulme rağmen zalimini afüv ederse Allah Tealâ bu sebeple onun izzetini arttırır. Sahihi müslim. vMünte-hel'iradât.)

(Zahirîlere göre de mecniyyün aleyh hakkında amden veya hata­en yapılan bîr cerh veya katı cinayetini afüv edebilir. Fakat bu cina­yetden tahaddüs edecek şeyi tahaddüsünden evvel afüv edemez, bu a£-yi bâtıldır. Çünkü kendisine o hak henüz sabit olmamışdır.

Bir maktul, vefatından evvel katili kısasdan veya diyetden afüv edemez. Çünkü bunlar kendisinin değil, varislerinin hakkıdır. Maama­fih varisler de bunları maktulün vefatından evvel afüv edemezler, bu afüv bâtıldır. Zira bu hak vârislere maktulün vefatından sonra sabit olur. Elmuhallâ.) [39]

 

Cinayetler  Île  Cezalar  Arasındaki  Tedahüller   Ve Münfertd Ve Gayrî Münfekid Cinayetler  

 

328 - : Bazı cinayetler ile cezaları arasında tedahül carî olma­dığı halde bazıları arasında carî olub müteaddid cinayetler hakkında bir ceza tatbik edilir. Ve cinayetler, dnayatı münferide, cinayâü müc-temia, cinayâtı müştereke kısımlarına ayrılır. Nitekim aşağıda sırasiy­le  gö'rülecekdir.

329 - :Bir şahsm başka başka yapmış olduğu cinayetlere cinayatı münferide» denir ki, o şahıs kabil olduğu takdirde bunların her birisinden dolayı muahaza olunur.

Meselâ: bir şahıs, evvelâ bir insanı sonra da diğer bir insanı hata-en Öldürse her biri için ayrıca bir diyet vermesi lâzım gelir. Fakat her ikisini de araden öldürmüş olsa bumünferid cinayetlerden dolayı ken­disi de kısasen öldürülür, artık maktullerden hiç birisi için diyet ver­mesi lâzım gelmez. Çünkü amden katlin tam cezası kısasdır. Maktuller­den her birinin velîsi bu kısası istifaya salâhiyetdardır. Binaenaleyh kısas icra edilince cinayetlerin tam cezası tahakkuk etmiş bu cezadan maksut olan içtimaî hayat  cemin  edilmiş olur.

Müctemî cinayetlerde de hüküm böyledir.

330 - : Bir şahsın bir ânda bir fil ile yapmış olduğu müteaddid cinayetlere «cinayatı müctemia»  denir  ki, o şahıs kabil olduğu takdir­de bunların her birinden dolayı muahaze olunur.

Meselâ: bir kimseye kati kasdile atılan kurşun, o kimseyi öldür-, dükden sonra geçerek kazaen başkasını da öldürecek olsa iki cinayet içtima etmiş olur. Binaenaleyh birinci cinayetden dolayı kısas, diğerin­den dolayı da diyet  lâzım gelir.

Fakat bir kimse, iki şahsı bir vuruşda amden kati edecek olsa kendisi de kısasen kati olunur, ayrıca diyet vermesi lâzım gelmez.

331 - : iki ve daha ziyade kimselerin bir şahıs hakkında birlik-de  yapmış oldukları  cinayetlere  de   «cinayatı  müştereke» denir.  Böyle müşterek   cinayetlerde  ise  bir  ferd  mukabilinde  bir   cemaatin  kısasen katli  icab  eder.

Meselâ: iki kimse, bir şahs; birlikde amden öldürseler bir cinayeti müştereke meydana gelmiş olur. Bu halde her ikisi de amden bil'istik-lâl katil sayılacağından kısasen katle müstahik olurlar. Bu hususda bey-nel'eimme ihtilâf yokdur.

Vakıa bunların aralarında kemmiyyeten bir znümaselet bulunma yor. Fakat hayatı ictimaiyyenin selâmeti böyle bir cezanın tatbik edil­mesini muktazidir. Zira çok kerre bir şahsı öldürmek için bir takım kimseler ittifak ederek biri birine kuvvetüzzahr olurlar. Artık bu gibi ittifakların vukuuna meydan verilmemesi için bir ferd mukabilinde bir cemaatin kısasen  kati edilmesi  meşru  bulunmuşdur.

332 - : Bir kimseyi iki şahıs hata tarikiyle veya iki şahısdan bi­ri  amden, diğeri  de  hata suretiyle  öldürecek  olsalar iştibah  husulüne binaen ikisi hakkında da kısas lâzım gelmez. Belki her ikisinin yalnız bir diyeti kâmile vermesi icab eder.

Meselâ: bir şahsı iki kimseden biri âleti cariha ile diğeri de sopa ile birlikde döğüp ikisinin düğmesinden dolayı o şahss ölse bu iki kim­seden hiçbirine kısas lâzım gelmez. O şahsın diyetini münasefeten ve­rirler.

333 - : Bir şahsın veya müteaddid şahısların bir kimse veya da­ha ziyade kimseler hakkında başka başka yapmış  oldukları  cinayetlere de «cinayatı müteaddide» denilir. Bu cinayetlerin cezalan arasında bazan tedahül bulunur, bazan bulunmaz. Bir kaç cinayetin yalnız bir cinayet gibi sayılarak bunlardan yalnız birinin kısas gibi diyet gibi ce­zası ile iktifa edilmesine «tedahüli cinayat  denilmek dedir.

Meselâ: bir kimse, bir şahsın bir elini hataen kesdikden sonra da­ha iyi olmadan o şahsı yine bir hata eseri olarak öldürecek olsa yal­nız bu katilden dolayı bir diyetikâmile itasiyle mahkûm olur, kesmiş olduğu elden dolayı üzerine ayrıca nısıf diyet lâzım gelmez. Bu halde bu iki cinayet, bir cinayet sayılmış iki diyet arasında bir tedahül bu­lunmuş, bu iki cezadan büyüğiyle iktifa edilmişdir.

Fakat bu hâdisede kesilen elin yeri iyileşdikten sonra kati fi'li meydana gelmiş olsa tedahül carî olmayıb hem elin kesilmesinden do­layı yarım diyet, hem de katiden dolayı, tam bir diyet icab eder.

Nitekim başka başka şahısları hataen öldüren bir kimse üzerine de her biri için bir diyeti kâmile itası lâzım gelir.

334 - : Bir kimse, bir şahsın meselâ: bir elini amden kesib de badehu kendisini de amden öldürecek olsa bakılır: eğer kati hadisesi badel'bürü vuku bulmuş ise bu iki cinayet arasında tedahül cari olmaz.

Binaenaleyh veliyyi cinayet; muhayyerdir. Dilerse caninin evvelâ elini kısasen kesdirir, sonra da kendisini kısas ettirir ve dilerse yalnız kısas ile iktifa eder ve dilerse yalnız elini kesdirmekle iktifa edib nef­sini afüv eyler.

Katle hâdisesi kablel'bürü vuku bulduğu takdirde de imamı Aza­ma göre hüküm böyledir. Fakat îmameyne göre el hakkındaki cinayet, nefs hakkındaki cinayete dahil olur. Artık veliyyi cinayet, caninin eli­ni kestiremez.

335 - : Yukarıda tasvir edilen iki cinayetden biri amden, diğeri de hataen vaki olsa aralarında tedahül carı olamaz. Kati hâdisesi, ge­rek büVi tamdan evvel ve gerek sonra vuku bulsun müsavidir. Çünkü amd ile hata başka başka cinayetlerdir. Muhtelif cinayetler arasında ise tedahüi carî değildir. Binaenaleyh amdden dolayı kısas, hatadan dolayı da diyet lâzım gelir. Nitekim katı ile katil başka başka olduk­ları takdirde de alel'itlak cinayetler arasında tedahül cereyan etmez.

336 - : Bir kimse, iki şahsın meselâ: sağ ellerini,amden kesecek olsa kendisinin de bu iki elden biri mukabilinde sağ eli kesilir. Maaha-za bu halde bakılır: eğer o iki şahısdan yalnız birisi bu kısası icra et-dirmiş. ise diğerine diyet vermek icab eder. Fakat bu iki şahıs, kısası birlikde icra etdirmişler ise caniden diğer bir el mukabilinde alacakları diyeti aralarında nısfiyyet üzere taksim ederler.

337 - : Bir kimse, bir insanı muziha suretiyle amden cerh et­mekle bundan dolayı o insanın gözü görmez bir hale gelse, İmamı Âzama göre mislini istifa kabil olmayacağı cihetle hem muziha, hem de göz için diyet lazım gelir, kısas icra edilemez.

Lisanı söyleyemez bir hâle geldiği takdirde de hüküm böyledir.

Fakat îmameyne göre muzihadan dolayı kısas, gözden dolayı da diyet icab eder. Çünkü gözün görmez bir hâle gelmem, sirayet tari­kiyle değil, teseyyüb tarikiyle vuku bulmuş olur. Sirayetin zuhuru, ci­nayetin tegayyürünü muktas&dir. Halbuki gözün görmez- bir hâle gel­mesi, muaihanın tegayyürünü intaç etmemigdir.

îmam Muhammedden diğer bir rivayete göre de her ikisinden do­layı da kısas lâzım gelir. Zira amden vaki olan bir cinayet, kısas müm­kün olacak bir uzva sirayet etmiştir.

338 - : Bir kimse, iki şahıs tarafından amden vuku bulan bir cerhi müshin ile yaralanıb vefat etse bakılır: Eğer o iki şahıs, bu kim­seyi bir anda cerh etmişler ise ikisi de katil olub haklarında kısas lâ­zım gelir. Ve eğer evvelâ biri cerh edib de badehu diğeri cerh etmiş ise katil, yalnız evvelkisi olmuş olur. Binaenaleyh onun hakkında kı­sas, ikincisi hakkında da şiddetli bir ta'zir ile uzun müddetli bir habs eezası lâzım gelir. Mebsut, Bedayi, Muhit, ReddüTmuhtar.

«Malikîlere göre de müşterek cinayetler hakkında su gibi hüküm­ler vardır:

(1) : Bir şahsı birlikde amden öldüren veya bir şahsın bir uzvu­nu amden cerh veya katı eden müteaddid kimseler hakkında kısas lâ­zım gelir.  Bu  cinayet  hususunda beyinlerinde  ittifak  bulunmuş  olsun olmasın müsavidir.

(2) ; Bir şahsı Öldürmek üzere ittifak edenlerden yalnız birisi vu-rub o şahsı öldürse, diğerleri de yardıma müheyya olub öbürüsü vur-masaydı kendileri vuracak bir durumda bulunmuş olsalar hepsi  hak­kında kısas lâzım gelir. Velev ki kati, âleti cariha ile olmayıb vurulan kırbaçların veya  yumrukların tesiriyle vücude  gelmiş  olsun.

Şu kadar var ki bu gibi katiller ya ikrar veya beyyine ile sabit ol­malıdır. Kasame suretiyle sabit olursa bir şahısdan fazlası kati edile­mez.

(3) : Mükellef bir kimse bir çocuk ile iştirak ederek bir şahsı am­den öldürseler, bu mükellef kimse hakkında kısas, çocuğun âkilesi hak­kında da nısıf diyet lâzım gelir. Fakat böyle bir iştirak  ve ittifak bu­lunmaksızın bir çocuk ile mükellef bir kimsenin mübaşeretiyle vuku bu­lan bir katilden dolayı  mükellef hakkında da kısas lâzım gelmez.  Beİ-ki her ikisi bir diyeü müsavat üzere Öderler. Çünkü bu halde hangisi­nin fi'lile katlin vukua gelmiş olduğu1 meçhul bulunmuş olur.

Şu kadar var ki evliyai maktul, bu. katlin fi'U mükellef ile husule geldiğim bil'iddia kasamede bulunsalar mükellef hakkında kssas icra et-

direbilirler. Bu halde çocuğun âkilesinien nısıf diyet sakıt olur. Çünkü kasame halinde yalnız bir şahıs kati olunur, onunla yalnız bir hakka istihkak husule gelir.

(4) : Mükellef bir kimse, bir muhtî veya mecnun ile bil'iştirâk bir şahsı öldürseler mükellef hakkında da kısas lâzım gelmez. Çünkü bun­da şek vardır, ihtimal ki kati, muhtînin veya mecnunun filinden husule gelmiştir. Bunlar çocuk gibi değildirler, kuvvetli şahıslardır. Bu halde nısfı diyet, kendi malinden verilmek üzere müteammid üzerine, nısıf di­yet de muhtînin veya mecnunun âkiîesi üzerine lâzım gelir. Şerhi Ebil* berekât, Haşiyei Düsukî.)

(Şafiîlere göre de müteaddid caniler ve cinayetler hakkında şu gibi hükümler vardır:

(1) : Katiller müteaddid oldukları  takdirde   bunlardan  âkil,  baliğ ve ecnebi - yani: maktulün usulünden olmayan - şahıslar hakkında kısas lâzım gelir. Yalnız hâtî ile iştirak eden mükellef âmid hakkında kısas lâzım  gelmez, "âmid, kendi malinden diyetin yarısını  verir. Diye­tin yarısı da muhtîin âkilesi üzerine lâzım gelir.

(2) : Bir şahıs, müteaddid kimseleri amden kati etmiş olunca ba­kılır: eğer bunları aletteaküb  kati  etmiş ise birinci  maktul mukabilin­de kısas icra olunur. Diğer maktuller İçin de terikesinden diyet verilir Ve eğer bunları birden kati  etmiş ise  maktuller namına kur'a çekilir, kimin namına kısas isabet ederse ondan dolayı katil, kısas olunur, diğer maktuller için de terikesinden diyet verilir.

îmam Şafiîden diğer bir rivayete göre maktullerin velîleri toplanır lar, maktullerden lâalettayin biri mukabilinde kısas etdirirler. Müteba­ki maktuller namına alacakları diyetleri de aralarında taksim ederler. Çünkü kısas hususunda mümaselet meşrutdur. Tek bir şahıs ile müte­addid kimseler arasında ise mümaselet yokdur. Binaenaleyh böyle bir cemaat mukabilinde bir şahsın kati edilmesi kâfi bir ceza olamaz.

(3) : Bir kimse, iki şahsın meselâ sağ ellerini amden kesse bakı­lır: eğer bu cinayetler  alel'teaküb vuku bulmuş  ise birincisi için  cani­nin sağ eli kesilir, diğeri için de diyet lâzım gelir. Fakat birlikde vuku bulmuş ise  aralarında   kur'â  atılır,  kimin   namına kısas   isabet  ederse ondan dolayı caninin sağ eli kesilir, diğeri mecniyyün aleyh için de bir el diyeti verilmek lâzım gelir.

Kezalik: bu iki mecniyyün aleyh, caniyi birlikde kısas etdirdikleri takdirde aralarında kur'a atarlar, kendisine kur'a isabet etmeyene di­yet verilir. Muhtasarı Müzenî, Tunfetül'muhtaç.)

(Hanbelîîere göre de müşterek cinayetler hakkında şu gibi hüküm­ler vardır:

(1) : Bir  şahsı iki   kimse  bü'iştirâk kati   edib bunlardan biri bu katli münferiden yapdığı takdirde hakkında kısas icab etmeyecek kim­selerden bulunsa bu müşterek  katilden   dolayı   diğerinin hakkında kı­sas lâzım gelir.

Meselâ: bir kimse, bir ecnebi ile beraber oğlunu kati etse, veya hür bir kimse, bir köle ile beraber diğer bir köleyi öldürse, veya bir müslim bir zimmî ile beraber diğer bir zimmîyi öldürecek olsa, veya bir kimse bir muhtî ile beraber bir şahsı amden kati ediverse, veya bir mükellef - âkilt baliğ bir kimse, gayri mükellef bir kimse ile beraber bir gahsı kat! etseler, veya bir kimse, bir şahsı bir yırtıcı hayvan ile bil'iştirâk Öldür­seler bu suretlerin hepsinde ecnebiye, köleye, zimmîye, müteammide, mükellefe, yırtıcı hayvana İştirak eden şahsa kısas lâzım gelir. Çünkü bunların kati etmeleri adavetden nâşi, amde mukarindir. Diğerleri hak­kında ise ne kısas, ne de diyet lâzım gelmez. Çünkü şeraiti mevcud de­ğildir.  (266)  ncı meseleye müracaat!.

(2) : Bir kimse, oğlunu veya kölesini bir şahıs ile bil'iştirâk am­den cerh etse veya bir kimseyi iki şahısdan biri amden; diğeri hataen birlikde cerh etseler bu şerik olan müteammid şahıs üzerine kendi mâ-ündon nısıf diyet lâzım gelir. Çünkü bu cinayet amden yapılmıgdır. Bu­nu âkile  tahammül etmez.

(3) : Bir yerde toplanan bir kavim arasında mükatele zuhur edib aralarında maktuller, mecruhlar bulunduğu halde bunların katilleri, ca-rihleri bilinmese mecruhların âkileleri  üzerine maktullerin diyetleri lâ­zım gelir. Bu diyetlerden mecruhların cerihalarına aid diyetler iskat edi­lir. Müntehel.iradat, Keşşafül'kına.)

(Zahirîlere göre de müşterek kati hakkında şu gibi hükümler var­dır:

Bir cemaat, kendi yurtlarının haricinde bir şahsı döğerek mevtine sebebiyet verseler de hangisinin vurmasıyle mevtin vücude geldiği bi­linmese kan dâvasında bulunacak kimsenin beyyinesine göre hükm olu­nur. Şöyle ki: Bunlardan muayyen bir şahsın vurmasiyîe mevtin husu­le geldiği beyyine ile isbat edilirse o şahıs hakkında kısas lâzım gelir. Fakat beyyine bulunmayıb da hepsinin birlikde öldürdükleri iddia olu­nursa, hepsinin, yalnız birinin öldürdüğü iddia edilirse yalnız onun hak-kmda tahlif carî olur. Bunlar öldürmediklerine dair yemin edince ki-sasdan berî olurlar.

Fakat böyle bir katil hâdisesi bir cemaatin yurdunda vukubulmuş olur da katili bilinmezce aralarında kesame cereyan eder. Nitekim ile­ride'beyan olunacakdır.\Elmuhallâ.) [40]

 

Bazı Ameller Neticesinde Meydana  Gelen Katil Ve Telef Hâdiseleri :

 

339 - : Müşterek  bir   amelde   bulunan kimselerin bir  hata   neti­cesi olarak  müştereken meydana getirmiş oldukları cinayetlerin diyet­lerini müşterek suretde zamih olurlar.

Meselâ: üç kimsenin birlikde kazımakda oldukları kuyu, üzerleri­ne yıkılarak birisini telef etse bunun diyeti üç hisseye ayrılır, iki hisse­sini ber hayat kalanlar -- mevcud ise âkileleriyle beraber - öderler. Bir hissesi de kendisine isabet etmekle sâkit olur.

Kezâlik: dört kimse, içinde çalışdıklan bir geminin direğini kaldı-rıb dikerken o direk üzerlerine düşerek içlerinden birini öldürse diyeti dört hisseye ayrılır, üç hissesini berhayat kalanlar öderler, bir hissesi de sakıt olur. Çünkü hâdise, bunların mübaşeretlerile vücude gelmigdir. Tenvir, Dürri Muhtar, Bedayî.

340 - : Bir kayığa rakib olan iki kişi, birbiriyle döğüşüp de iki­sinin sun'undan nâşi kayık devrilmekle bunlardan biri denize düşerek yüzmeksizin derhal boğulsa diyetin yarısı heder olur, yarısını da diğer rakib» zamin bulunur.  Çünkü hâdise ikisinin fi'lile vücude gelmişdir.

341 - : Birbiriyle güreşen iki pehlivandan biri diğerini  cerh .et­meksizin döğmekle  veya yere çarpmakla vefatına  meydan verse diye­tini zamin olur.

343 - : Bir müste'cir, kendi sun'u olmaksızın iş esnasında telef olan ecîri hâs veya ecîri müşterekinin diyetini zâmin olmaz.

Meselâ: bir kimse, birisinin hanesinde ücretle kuyu kazarken ku­yu ürerine yıkılarak telef olsa diyeti kuyu sahibine lâzım gelmez.

Kezâlik: birisinin binasında ücretle çalışan bir dülger, binadan dü­şerek telef olsa bina sahibine zeman lâzım gelmez. SurretüTfetâva.

343 -  Bir kimse, bir maslahatın tesviyesi için başka bir belde­ye  göndermekle yolda kuttaı  tarik  tarafından kati edilen hizmetkârı­nın diyetini zamin olmaz.

344 - : Bir  kimse,  kendi izin ye     müsaadesiyle  vuku bulan bir amelivyei cerrahiyye neticesinde vefat etse bakılır: eğer bu ameliyyeyi icra eden tabibin tıbben hatası ve mu1 tadı tecavüzü vuku bulmamış ise , üzerine bir  şey lâzım gelmez. Fakat hatası  veya  haddi mu'tadı teca­vüzü vaki olmuş ise üzerine o kimsenin nısıf diyeti lâzım gelir. Çünkü hâdisede kısmen me'zuniyet vardır, kısman yokdur.  NeticetüTfetâvâ.

335 -  : Bir çocuğu velîsinin veya vasisinin izniyle ve mutad veç­hile sünnet eden bir sünnetçiye o çocuğun yarası tesennüc edib mevti­ni intaç etse bir şey lâzım gelmez. Tenvir.

346 - : Bir kimse,   henüz kendisinin kim olduğunu tarifden âciz bir çocuğu velîsinin izni olmaksızın bir mahalle götürmekle çocuk ora­da vefat etse bakılır: eğer ihtiraz mümkün olmayan bir Bebepîe vefat ederse o kimseye diyet lazım gelmez. Hakkında yalnız ta'zir icra edi­lir. Füceten veya sıtmaya tutularak vefat etmesi gibi.

Amma çocuk; denize, ırmağa düğmek, bir hayvan tarafından ısı­rılmak, parçalanmak, yüksek bir mahalden düşmek, üzerine duvar yı­kılmak gibi tahaffuz ve ihtiraz mümkün olan bir sebeble vefat ederse o kimse üzerine diyet lâzım gelir.

347 - : Bİr kimse, emaaÜ mücameate mütehammil olmayan bir kız çocuğuna tekarrübde bulunarak bu yüzden o çocuğun ölmesine mey­dan verse bakılır: eğer kendi zevcesi ise hem mehrini, hem de diyetini - mevcut ise âkilesiyle beraber  vermeğe mecbur olur. Mirasından da mahrum kalır. Ecnebiyye ise diyetini - âkilesiyle beraber ödeme­leri lâzım gelir, bundan başka hudud bahsinde mezkûr cezaya da müs-tahik olur. Hindiyye, Bahr.

348 - : Bir kadın, kendi hızanesi = himaye ve idaresi altında bu­lunan nihayet altı yaşındaki bir çocuğu boş bir odada kendi basma bı-rakıb bir yere gitmekle çocuk ateşe düşerek yansa diyetini zamin olur.

349 - : Yoldan geçib giden bir  kimsenin hâmil olduğu  kılıç  ve­ya taş veya kibrit veya ağaç parçası elinden düşerek- bir şandı öldürse üzerine diyet,  keffaret, mirasdan, vasiyetden mahrumiyet lâzım   gelir. Çünkü bu bir hatadır, mübaşeret tarikiyle vuku bulmuşdur.  Fakat lâ-bis olduğu kıhc veya libas .her  nasılsa    düşüb birisini  öldürse üzerine asla bir zaman lâzım gelmez. Çünkü bunları telebbüsde zaruret vardır. Bunların    sukutundan    taharrüz  ise  lâbis olanların  vüs'unda   değildir. Bunları hâmil oîmakda ise böyle bir zaruret yokdur. BedayS.

350 - : Bir kimse, bir şahsı dua ile veya batini siham ile veya enfal sûresini okumakla öldürdüğünü ikrar etse kendisine' bir şey lâ­zım  gelmez. Çünkü bu,  bir  kizbi mahzdır.   Bu,4gaybe  ittılâ  iddiasına rnüeddîdir. Gaybı ise Allah Tealâ'dan başkası bilmez. Bir şahsın böyle bir sebeble Öleceğine dair bir nas yokdur. Yalan yere ikrar ile ise bir şey lâzım gelmez.

Kezaiik: bir kimse, bir §ahsı kahiriyye olan esmaullahı okumakla helak etdiğini ikrar etse esah olan kavle göre kendisine bir şey lâzım gelmes. Zira ger'i şerif, bunu katle âlet ve sebep kümamışdır. Tenvir, Dürri Muhtar.

351 -  : Bir kimse, babası veya vasisi olduğu çocuğu te'dib için

döğmekle mevtine sebebiyet verse diyetini zamiri olur. Çünkü te'dib, zecr ile, kulağını çekmek gibi bir suretle de kabildir, döğmeğe hacet yokdur. Bu, İmamı Azama göredir, tmameyne göre eğer döğmek, mu­tad veçhile vuku bulmuş ise zaman lâzım gelmez. Mutada muhalif bir veçhile  yapılmış  ise  bil'ittifak  zaman   lâztrn  gelir. Tenvirüî'ebsar.

352 - : Bir muallim veya bir üstad kendisine ilm veya sanat öğ­renmek üzere verilmiş olan çocuğu velîsinin veya vasisinin izni olmak­sızın asiâ döğemez.  Şayed döğerde  çocuk, bundan dolayı  ölürse mual­limine veya üstadına diyet lâzım gelir.

Velîsi veya vasisi te'dib için düğmelerine izin vermiş oldukları tak­dirde de çocuğun ancak el ve ayak gibi döğülmesi mutad olan azasını âdet veçhile döğebilirler. Bu suretde gocuk vefat etse döğene diyet lâ­zım gelmez. Fakat döğmek, mutad olan azadan başka bir yerine, me-selâ: çocuğun kulağı tozuna veya boş böğrüne yumruk veya değnek ile vurmak suretiyle yapılırsa veya döğülmesi mutad uzvunu fevkalâ­de doğerîerse bundan doîayı çocuk vefat edince döğene «diyet lâzım ge­lir.

Muallimin veya ustanın te'dib için döğmesi, izne müstenid, nıahza çocuğun menfaatine aid olduğu için hakkında zamanı müstelzim değil­dir. Babanın veya vasinin te'dib için düğmeleri ise kendilerinin menfa­atlerine aid olduğundan haklarında zamanı müstelzim bulunmuştur. An-karavî, Tenvir.

353 - : Bir  kimse,   zevcesini değnek   veya  yumruk gibi   bir  şey ile doğüb de bundan müteessiren zevcesi vefat etse o kimse üzerine di­yet lâzım gelir, mirasından da mahrum olur.

Fakat bir kimse, kendisine tekarrüb etdiği zevcesinin bu tekarrüb sebebiyle ölmesine veya tenasül cihaziyle makadi arasını yırtıp birleş­melerine sebebiyet verse bundan dolayı zamin olmaz. Çünkü bu tekar-rübe me'zundur, zevce bu tekarrüb sebebiyle menfinin tamamına müs-tahik olmuşdur, artık başka zaman icab etmez.  Reddül'muhtar.

(Malikilere göre de bazı ameller neticesindeki zayiatdan dolayı şu gibi hükümler carîdir:

(1) : îki sefine arasında tesadüm vuku  bulmakla her    ikısindeki veya yalnız birisindeki insanlar ve eşya telef olsa bakılır: eğer bu te-sadümün bir  kasd eseri   olduğu  bilinmezse   bu   hal,   acze,   ademi   kasde hami edilerek bu yüzden ne kısas, ne de zaman lâzım getmez. Çünkü se­finenin hareketi,  rüzgârın  cereyanına tâbidir.   Fakat bu tesadüm, am-den vuku bulursa kısası,  hataen vuku  bulunca  da  zamanı  müstelzim olur. Vefat edenlerden her birinin diyeti diğerinin âkilesi üzerine lâzım gelir.

(2) : îki sefinenin tesadümü,  aczi hakikîden, bunları başka taraflara sevk etmenin mümkün olmamasından dolayı değil, belki mücerred gark olmak veya esir düşmek korkusundan veya karanlık çökmesinden dolayı vuku bulursa telefat halinde zamanı icab eder. Şöyle ki : Bu iki sefinenin ikisindeki veya birindeki insanlar veya mallar telef olsalar malların zamanı kendi mallarından, diyetler de âkileleri tarafından veri­lir. Çünkü kendi selâmetleri için başkalarının helakine sebebiyet verme­ğe hakları yokdur.

(3) : Mükellef iki insan, kasden tesadümde veya tecazübde bulu-nub da bu yüzden düşüb birlikde ölseler kısas 4 carî olamaz. Çünkü ma­hal fevt olmuştur. Bunların rakıb, piyade veya birinin rakib, diğerinin piyade olması müsavidir.   Bunlardan yalnız birisi ölae diğeri hakkın­da kısas lâzım gelir.

Bu iki insandan biri baliğ, diğeri çocuk bulunsa çocuk hakkında kı­sas lâzım gelmez.

Kezalik : iki mükellef kimseden yalnız biri tesadüm veya tecazüb kasdinde bulunmuş olsa bunun neticesinde kendisi ölürse kanı heder olur. Diğeri Ölürse bu kasid hakkında kısas lâzım gelir.

(4) : Bir maslahat maksadiyle vuku bulan    tecazüb    neticesindeki ölüm, hederdir. Bundan dolayı ne kısas ve ne de diyet lâzım gelmez.

Meselâ : iki sanatkâr, ellerindeki ipleri ıslah için karşılıklı geçerler­ken biri veya her ikisi düşüb ölse, diyet gibi bir şey lâzım gelmez. Şer­hi Ebil'berekât,  Hasiyeti Düsükî.)

(Şafiîlere göre de bazı Ölüm hâdiseleri hakkında şu gibi hükümler vardır :

(1) : Bir kimseyi bir şahıs hareketi mezbuhanede bulunacak bir hâle  getirib onun görmesi, söylemesi ve ihtiyariyle hareketi kalmamış iken sünra diğer bir şahıs da o kimse hakkında cinayetde    bulunarak vefatı  tahakkuk etse katil,   evvelki şahıs sayılır. Çünkü o kimseyi ölüm haline getiren odur. Bu cihetle o kimse mevta hükmündedir, ikinci şa­hıs ise ta'zir olunur. Zira bir Ölüye karşı lâzım gelen hürmeti hetk et­miştir.

(2) : îki  sefine' müsademe  ederek yalnız birisi veya her ikisi ki-rıhb içinde bulunanlar telef olsalar bir kavle göre bu sefinelerden her birinin müdiri, sefinesinin diğerine isabet etdirdiği zararların     yaramı zamin olur. Diğer bir kavle göre de bakılır : Eğer bu müdir bizzat veya kendisine itaat edenler ile beraber sefinesini başka tarafa sarf ve tev­cihe muktedir bulunmuş ise zamin olur, muktedir bulunmamış ise zamin olmaz.

Zayi olan malları bu sefineleri İdare edenler, kendi mallarından Öder­ler. Vefat eden kimselerin diyetlerini de bu sefineleri idare edenlerin âkileleri verirler. Meğer ki sefineyi idare eden köle olsun. O zaman bu  kendi rakabesine tealluk eder.

 (3) : Bir takım, kimselerin mancınık  ile atdıkları  taş, geri dönüb içlerinden birini öldürse bu ölenin diyetinden hissesine düşen sakıt olub mütebaki kısmını diğer arkadaşları zamin olurlar. Meselâ  : Bunlar dört kişi bulunmuş olsalar, diyetin dörtde üçünü ber hayat olanları öderler.

(4) : Bir satıh üzerinde bulunan gayri mümeyyiz bir çocuk, ken­disine karşı yapılan bir sayhadan korkarak aşağıya düşüb telef olsa say­ha eden şahsın âkilesi üzerine diyeti muğallâza lâzım gelir.

Diğer bir kavle göre sayha eden şahıs, kısasa müstahik olur. Fa­kat bu veçhile sukut eden, baliğ veya mümeyyiz bir kimse olursa say­ha edene bir şey lâzım gelmez.

Teşhiri silâh suretinde de hüküm böyledir.

(5) : Kendisine kargı teşhir edilen bir silâhdan korkub kaçan kim­se, bu esnada bir suya veya ateşe veya*yüksek bir yerden aşağıya atı­larak telef olsa,  silâhı teşhir eden şahsa zaman lâzım gelmez.    Çünkü vukua gelen telefi nefs hâdisesi, bil'ihtiyar    iltizam edilen bir hareket neticesinde vuku bulmuşdur.

Fakat böyle firar eden kimse, bilmeksizin bir kuyuya veya ateşe düşerek ölse kendisini takib eden şahıs üzerine zaman lâzım gelir. Zira o şahıs, bu cinayetin tam bir saiki bulunmuşdur. Kitabiii'üir,, Muhtasarı Müzenî, TunfetüTmuhtac, Elmuhallâ.)

(Hanbelîlere göre de bazı katiller hakkında şu gibi hükümler var­dır.

(1) : Bir ferd mukabilinde bir cemaat kısasen kati olunabilir. Eğer bu kati meşru olmasaydı, kısasın meşruiyetîndeki hikmet, bâtıl olurdu. «Evet., böyle  bir kısas korkusu  bulunmasa  birçok kimseler     toplanıb istemedikleri bir insanı  öldürür,  bir diyet vermekle cezaden kurtulur­lardı.»

Maamafih bu hususda sahabei kiramın icmai da vardır. San'a aha­lisinden yedi kişi, bir şahsı kati etmişlerdi, Hazreti Ömer, bu yedi kişiyi kısasen kati etmişdir.

(2) : Bir cemaat,  bir şahsı  öldürmüş  olunca bakılır, eğer bunlar bu hususda ittifak etmişler ise hepsinin de hakkında kısas cari olur. Ve­lev ki, her birinin fi'li katle salih bulunmasın.

Fakat aralarında bir ittifak mevcüd bulunmadığı takdirde de her birinin fi'li, katle salih bir halde bulunmuş ise yine haklarında kısas lâ­zım gelir. Fakat böyle her birinin fi'li katle salih değilse, meselâ : Her biri küçük bir taş ile maktule vurmuş ise haklarında kıssa lâzım gel­mez.

(3) : Bir kimsenin meselâ : Bir elini bir şahıs, bir ayağını da diğer bir şahıs kosib üçüncü bir şahıs da muzıha suretiyle yaralamakla vefa­tına sebebiyet verseler hepsinin hakkında kısas lâzım gelir. Çünkü bu katilde müşterek bulunmuşlardır. Bu halde veliyyi maktul muhayyer­dir, dilerse bunları avüf ederek her birinden bir diyetin üçde birini ala­bilir. Dilerse bunlardan birini veya ikisini afüv edib diğerini kısas etdirir.

Bu üç şahısdan birinin yapdığı cürha; iyleşdikden aonra vefat vuku bulsa veli, yine muhayyerdir. Dilerse bu cürhayı yapanı diyet mukabi­linde afüv eder ve dilerse hakkında bu cürha veçhile kısas icra etdirir, Diğerlerini de ya kısasen kati etdirir, veya bir diyet mukabilinde afüv eder. Veyahut bunlardan birini kısasen kati etdlrib diğerinden nısıf di-yet almakla iktifa eder.-

(4) : Bir kimse, bir şahsın hayatım İdame ve müdafaa edebilmesi iğin muhtaç olduğu taamını, auyunu, silâhını veya hayvanını - bunları tekrar ihzar edemiyeceği bir yerde - elinden, almakla telef olmasına sebebiyet verse diyetim zamin olur.

Kezalik : Bir kimse, kendisi muztar olmadığı halde kendisinden muztar olan bir şahsın istediği taamı, suyu men ederek bu yüzden telef olmasına sebebiyet verse, diyetini zamin olur. Fakat taleb vaki olmadığı takdirde zaman lâzım gelmez.  (Keşşafül'kına, Müntehel'İradat.)

(Zahirîlere göre de bir kısım katil hâdiselerinden dolayı şu gibi hü­kümler vardır :

(1) : Bir kimse, bir kalabalık arasında çiğnenib ölse de katili bi-linmees veya bir kimse, kendisine isabet eden bir ok veya bir    taş ile Ölse de bunları atan bilinmese veyahut bir kimseyi bir şahıs     öldürse de kaçub gaib olsa bu maktulün diyeti, gârimlerin haklan olan müslü-manlarm sadakalarından ve müslümanların     mesaühine     mevkuf sair emvalden ödenir.

Rivayete nazaran bir cuma günü Küfe camii şerifinden cemaat da­ğılırken, aralarında bir zatın kati edilmiş olduğu görülmekle Hazreti Ali, onun diyetini beytülmalden ödemişdir.

(2) : iki sefine, müsademede bulunsa bakılır : Eğer bu müsademe, rakiblerinin kasdleri   olmaksızın mücerred' bir  gafîetden veya rüzgârın galebesinden neşet etmiş ise üzerlerine asla zaman lâzım gelmez. Fakat sefine rakibleri karanlikdan dolayı biribirini görmeyerek     müsademede bulunmuşlar ise bu, hata tarikiyle t>ir cinayet    sayılır* Bu halde telef olan mallar tazmin edilir, vefat edenlerin diyetleri de hepsinin âkileleri üzerine lâzım gelir. Bu müsademe kasden yapılmış olduğu takdirde dö zayi olan inallar tazmin edilir, selâmette kalanlar hakkında da ya kısas veya tam diyet lâzım gelir.

Birbiriyle güreşde veya mülâabede bulunan veya birbiriyle süvari eya piyade oldukları halde çarpışan kimseler hakkında da vefat ve te­lef vukuunda bu hükümler carîdir.

(3) : Bir kimse, yüksek bir yerden bir şahıs üzerine düşerek, kendişinin veya o şahsın veya her ikisinin vefatına sebebiyet verse bakı­lır: Eğer yalnız kendisi ölmüş ise, diğerine bir şey lâzım gelmez, velev ki elindeki bıçağa isabet ederek ölmüş olsun. Çünkü bunda mübaşir olan o kimsedir. Yalnız o şahıs Ölmüş ise amd takdirinde o kimse hakkın­da kısas lâzım gelir, hata takdirinde ise âkilesi üzerine diyet icab eder.

Bu sukut neticesinde ikisi birden ölse bakılır : Eğer bu sukut amde mukarin ise o düşen kimse hakkında artık bir şey lâzım gelmez. Zira meydanda katil kalmamışdır. Fakat bu sukut bir hata neticesi bulun­muş ise düşenin âkilesi üzerine diğerinin diyeti lâzım gelir. Çünkü hataen .;lden dolayı diyet, katil üzerine değil, âkilesi üzerine teveccüh eder.

Bu amden sukut neticesinde evvelâ üzerine düşülen şahıs, sonra da düşen kirase vefat etse bu kimsenin malından o şahsın diyeti verilmek icab eder. Fakat evvelâ düşen kimse Ölse artık bir şey lâzım gelmez.

Bu sukut hataea olduğu takdirde ise gerek evvelâ düşen, aonra da diğeri ve gerek evvelâ diğeri, badehu düşen ölsün.her baıde düşenin âki­lesi üzerine diğerinin diyet lâzım gelir. Düşenin varislerine ise hiçbir şey verilmez. Çünkü onun hakkında bir cinayet yapılmamışdır.

(4) : Bir kaç kimse, bir su içinde yıkanırken birbirlerini suya dal­dırmakla içlerinden biri Ölmüş bulunsa bakılır : Eğer onu hangisinin suya kasden daldırdığı malûm ise hakkında kısas lâzım gelir. Bu hâdise bir hata eseri ise âkilesi üzerine diyet icab eder. Fakat bu daldırüig, emsaline nazaran ölüme sebebiyet vermiyecek bir suretde bulunmuş ise bundan dolayı daldırana bir şey lâzım gelmez. Belki daldırılan eceli mü-semmasiyle hatfe enfihi ölmüşdür.

Bu kimselerden hangisinin bu ölüme sebebiyet verdiği beyyine ile sabit olmayıb mücerred biri hakkında böyle bir iddia vuku bulursa tah­lif edilir, yemin edince berî olur. (Elmuhalla.) [41]

 

Diyarların Yıkılmasından  Münbais  Ölüm

 

354 - : Bir dıvarın yıkılarak bir kimsenin telef olmasına sebebi­yet vermesine «cinayeti hâit» denir ki, bazan zamanı mucib olur, basar oliuaz.

Şöyle ki : Bir kimsenin divan, güzelce bina edilmiş, iken bilâhare bir şahsan üzerine yıkılarak mevtine sebebiyet verse o kimse üzerine zaman lâzım gelmez. Fakat duvarı bidayeten inhidama mail bir halat yapdırmış ise üzerine diyet lâzım gelir. Velev ki, kendisine «tekaddümı vaki olmug olmasın. Çünkü dıvarın böyle yapılması, başkasının hava. sini işgal ve kendisinin yıkılmasını intaç edeceği cihetle bir tecavüz  

355  - : Tekaddüm, melhuz bir zararın izale edilmesi için evvelce yapılan bir tavsiyeden, tenbihden ibaretdir.

Meselâ. : hane sahibine hitaben : «Senin bu duvarın yıkılmaya yüz tutmuş veya korkunç bir durumda bulunmuş, yıkılıb bir kimseyi telef etmesin,- bunun icabına bak» denilmesi bir tekaddümdür.

Fakat «senin duvaçın inhidama mail bulunuyor, bunu yrkıversen münasib olur» denilmesi, bir tekaddüm sayılmaz. Çünkü böyle bir söz, bir taleb ve tenbih değil, bir müşavere maHiyetindedir. Bedayi.

356 - : Bir tekaddümün lüzumu, duvarın inhidama mail olduğu­nu bilmediğine dair mal sahibinin dermeyan edeceği  melhuz mazereti bertaraf etmek faidesîni de mutazammındır.

Tekaddümün resmî bir makamda yapılması veya işhad edilmesi, her halde lâzım değildir. Şu kadar var ki, ileride inkâra mahal kalmamak için işhad edilmesi, ihtiyaten lâzımdır.

Tekaddüm vukuu, inkâr halinde iki erkeğin veya bir erkek ile iki' kadının şahadetleriyle sabit olur. Bedayi

357 - : Bir dıvar, bilâhare inhidama mail olmakla yıkıhb bir kim­seyi telef etse bakılır : Eğer sahibine tekaddüm vuku bulmuş, badehu hedme müsaid bir vakit de geçmiş, ise diyeti müstelzim olur ve illâ ol­maz. Tenvir,

358 - : Tariki amma yıkılan bir dıvarın jenkazmdan umuma za­rar dokunması melhuz olmakla bu enkazı kaldırması hakkındaki tekaü­düme rağmen sahibi bunu kaldırmaya kâfi bir vakit geçdiği halde kal-dırmayıb da bu enkazdan dolayı kazaen bir insan telef olsa sahibine bu insanın diyetini vermek lâzım gelir. Dıvar hakkındaki işhad," enkaz hak­kında da işhaddır. Tenvir, Reddi Muhtar.

359 - : Dıvarm yıkılmasından dolayı  verilmesi icab  eden diyeti dıvar sahibinin mevcud ise âkilesi, mevcud değilse tamamen kendisi te­diye eder. Fakat bu telefden dolayı mal sahibine keffaret lâzım gelmez. Çünkü bu, hata dûnunda tesebbüben vaki bir telefdir. Bedayî, Haniyye.

360 - : Bir tekaddüm ve tenbihin muteber olması için  aşağıda sırasiyle beyan olunacağı üzere beş, altı şart vardır:

361 - : Tekaddümde bulunan kimsenin bu    tekaddüme hakkı ol­malıdır.

Şöyle ki: inhidama mail olan bir dıvar, bitişiğindeki bir ev üzerine mail olub da yıkılmasiyle o ev sakinlerinden birini telef etmiş, olsa tekad­düm, evvelce bunlardan biri tarafından yapılmış olmalıdır. Başkalarının tekaddümü faide vermez

Ve eğer bu dıvar, bir tariki hâs üzerine mail olub da yıkılmasiyle bu tarikden mürura hakkı olanlardan birini telef etmiş ise tekaddüm, mutlaka bunlardan biri tarafından vuku bulmuş olmalıdır.

Ve eğer tariki amma mail olub da yıkılmasiyle bir 'kimseyi telef etmiş ise her kimin tarafından olursa olsun tekaddümün vuku bulmuş olması kâfidir. Çünkü tariki âmda herkesin hakkı vardır.

362 - :- Tekaddümde  bulunan kimse;  âkil, mümeyyiz     olmalıdır; Binaenaleyh gayrı mümeyyizin, mecnun ile matuhun tekaddümleri

muteber değildir.

îtfaahaza bu hususda müslim ile zimmî, hür ile rakik arasında fark yokdur. Bunlardan herhangi birinin tekaddümü kifayet eder. Şu kadar var ki, mümeyyiz olan çocuk, velîsi tarafından, rakik de mevlâsı tara­fından husumete;'1 tekaddüm vazifesini ifaya me'zun bulunmalıdır.

363 - : Kendisine tekaddüm yapılacak kimse, inhidama mail olan •divan yıkmaya şşr'an me'zun bulunmalıdır.

Binaenaleyh müste'cire, müstaîre, müstevdea, mürtehine yapılacak bir tekaddüm, muteber olmaz. Çünkü bunlar, yıkmak velayetini, kudre­tini haiz değildirler.

364 - : Bir tekaddümün muteber olması için aranılan velayet ve kudret, inhidam vaktine kadar devam etmelidir.

Binaenaleyh kendisine tekaddüm vaki olan kimse, henüz dıvar yı­kılmadan onu ihtiva eden binayı bir veçhile mülkünden çıkarsa veya te-cennün, azl, vefat gibi bir sebeble bu velayet ve küdretden mahrum kal­sa artık tekaddümün hükmü kalmamış olur, yeniden tekaddüm lâzım gelir.

365 - : Tekaddümden sonra hedme müsaid olacak bir zaman geç­melidir.

Binaenaleyh tekaddüm ve isnadı müteakib henüz yıkmaya müsaid bir zaman geçmeden dıvar yıkılarak bir kimseyi telef etse sahibine za­man lâzım gelmez.

366 - : Dıvar müteaddid kimseler arasında müşterek olunca hep­sine tekaddüm edilmelidir ki, bir telef vukuunda tam zaman lâzım gel­sin. Aksi takdirde herhangi şerike tekaddüm vaki olmuş ise yalnız ondan hissesi  nisbetinde diyet alınabilir. Çünkü bazan bir cemaatden    ibaret olan şeriklerin hepsine tekaddüm kabil olamaz. Binaenaleyh bunlardan herhangi biri hakkındaki tekaddüm, kendi hissesi nisbetinde muteber ol­mayacak olursa zarara müeddî olur. Zarar ise bikaderil'imkân def olunur. Bedayi, Hindiyye.

367 - : înhidama mail dıvar, vakfa aid ise tekaddüm, mütevelli­sine yapılır. Velev ki o vakıf, icareteynli bir vakıf olsun. Bu tekaddüm­den sonra dıvar yıkılıb bir zarara sebebiyet verse zamanı vâkıfın mâlin­den lâzım gelir, telef olan insanın diyeti ise vâkıfın âkilesi üzerine lâzım gelir. Yoksa mütevellinin malinden veya vakfın mâlinden lâzım gelmez.

Çünkü mütevelli, vâkıfın naibidir. Vakfın ise zimmeti yokdur.    Reddi Muhtar.

Ebniyesi mülk ve1 arsası mukataah bir vakıfda ise tekaddüm, ebniye sahibine yapıhr. Böyle bir dıvar, çocuk, deli gibi velayet altında bulunan kimselere, aid olunca da tekaddüm, bunların velîlerine veya vasilerine yapılır. Bu tekaddüme rağmen ileride dıvarın yıkılmasiyle bir zarar vu­kua gelse bunun zamanı o çocuğa veya deîiye aid olur. Çünkü bunların velîleri, vasileri bunların namına hareket ederler. Ankaravî.

368 - : Kısmen ittisalindeki  hane üzerine, kısmen   de tariki   âm üzerine mail olan bir dıvar, yıkılarak ya hane sakinlerinden veya o yol­dan geçenlerden birini telef etse bakılır : Eğer lâalettayin bunlardan biri tarafından tekaddüm vaki   olmuş İse dıvar sahibi   üzerine   diyet lâzım gelir. Tekaddüm vuku bulmamış ise bir şey lâzım gelmiz.

369 - : inhidama  mail bir dıvar sahibine badettekaddüm îüzumı şer'îsinden ziyade bir mühlet verilse nazar olunur : Eğer dıvar, bir hane üzerine müteveccih  olub da  sahibine tekaddüm eden kimse  tarafından mühlet verilmiş ise bu, muteber olur. Binaenaleyh bu mühlet müddeti henüz bitmeden dıvar, o hane üzerine yıkılarak o kimseyi veya ailesinden birini telef etse dıvar sahibine zaman lâzım gelmez. Fakat dıvar, tariki âmme müteveccih olduğu halde sahibine tekaddüm eden kimse tarafın­dan veya hâkim canibinden mühlet verilmiş ise bu, muteber olmaz. Bi­naenaleyh tekaddüm vukuundan itibaren divan hedme müsait bir vakit geçtiği halde henüz mühlet bitmeden dıvar, yıkılarak birisini telef etse diyetini dıvar sahibi zamin olur. Çünkü âmmeye aid olan bir hak, böyle muteber olmayan bir te'cil ile sakıt olmaz.

Tariki hassa müteveccih bir dıvar hakkında da o tarikden mürura hakkı olanların tacilleri muteberdir, içlerinden bazılarının mühlet ver­mesi başkaları hakkında muteber olmamak icab eder. Dürer, Gurer, Reddi Muhtar, Mi'yan Adalet.

370 - : Ecîr olan kimselerin yıkmakda   oldukları bir dıvar,   ken­dilerinden veya haneden birisinin üzerine yıkılarak  telefini intaç etse bunun diyeti ve keffareti ecirler üzerine lâzım gelir, dıvar sahibine lâzmi gelmez.

371 - Bir dıvar üzerindeki oluk, düşerek bir kimseyi telef etse bakılır : Eğer o kimseye oluğun dıvar üstündeki kısmı isabet etmiş ise sahibine zaman lâzım   gelmez.  Çünkü dıvar sahibinin divan üzerine o kısmı koyması caizdir. Cevazı şer'î ise zamana münafidir. Fakat harice çıkarılmış olan kısmı isabet etmiş ise dıvar sahibi üzerine tam diyet lâ­zım gelir. Zira bu suretle hakkı tecavüz etmiş bulunur.

Şayed oluğun her iki.tarafı da isabet etmiş veya hangi kısmın isa­bet etdiği gayri malûm bulunmuş ise nısıf diyet lâzım gelir.

Yarılmış, harab olmuş sukuta yüz tutmuş dıvarlar hakkında da yukarıdaki hükümler carîdir. Bedayî, Hindiyye.

372 - : Bir binanın üst katı bir kimseye, alt katı da başka bir kimseye aid olub da bu katlardan birinde sukut alâmeti zahir olduğu takdirde de tekaddüm muamelesi cereyan eder. Şöyle ki   :   Bilfarz üst kat yıkılmaya yüz tutmakla sahibine alt katta oturanlar tarafından te­kaddüm vuku  bulduktan   sonra yıkılmakla bunlardan birinin     telefine sebeb olsa o yıkılan kat sahibine zaman lâzım gelir.

373 -  : Bir kimse, bir divardan veya pencereden aşağıya düşerek durmakda veya yürümekde olan bîr şahsı telef etse diyetini zamin olur, üzerine keffaret de lâzım gelir. Çünkü o kimse, bu-hâdisenin bilmüba-şere faili sayılır.  Fakat böyle yukarıdan düşen kimse, aşağıda bulunan bir şahsa çarparak vefat ştse bakılır: eğer o aşağıdaki şahıs, yoldan geç-mekde bulunan veya kendi arsasında duran bir şahıs ise kendisne bir zaman lâzım gelmez. Amma yolda durmakta, oturmakda veya uyumak-da bulunan bir şahıs ise müteveffanın diyetini zamin olur. Zira bu tak­dirde başkasının hukukuna tecavüz etmiş bulunur.

374 - : Nefsi telef etdiğinden dolayı diyeti    müstelzim    olan bir hedm ve sukut hadisesi, cerhe, kat'ı uzva sebebiyet verdiği takdirde de - ayni şerait dairesinde - ersi müstelzim olur. Hindiyye, Reddi Muh­tar, İzahürcinayet. Gasb mebhasine de müracaat!.

«(MaÜkîlere göre de yıkıhb bir şahsın telefine sebebiyet veren bir divardan dolayı sahibine zaman lâzım gelmesi için - tekaddüm husu­sunda - iştihad lâzımdır.

Binaenaleyh böyle bir hâdise zuhurunda bakılır : eğer dıvar. inhi­tata mail ve benzerleri korkunç bir halde bulunmuş, işhad da vaki ol­muş ise sahibi üzerine zaman lâzım gelir. Fakat 'işhad vaki olmamış ise zaman lâzım gelmemelidir. Velev  ki benzerleri  mahuf bulunsun.

Divan inhidama mail olan hane kiraya verilmiş veya terhin edilmiş ise bakılır : sahibi hazır ise işhad kendisine karşı yapıhr. Hazır değilse ' keyfiyet, veliyyüremre  - hâkime arz edilir. Hanede sakin olanlara kar­şı işhad faide vermez. Onların divan yıkmaya salâhiyetleri yokdur. Mti-devvenetül'kübrâ.)

(Şafiî fukahasma göre tekaddüm, işhad bulunsun, bulunmasın inti-dama mail bir dıvarın yıkılmasından münbais zarar ve ziyam sahibi za­min olmaz. Çünkü o, bu divan kendi mülkünde vaz etmiştir. Dıvarın bu meyli ise sahibinin fi'liyie olmaksızın hadis olnıuşdur. Şu kadar var ki, sahibi bunu bu halde bırakdığından dolayı isaetde bulunmuş olur. Muh­tasarı Müzeni.)

(Zahirîlere göre de işhad bulunsun bulunmasın dıvarın kıyılıb bir şahsı veya bir malı telef etmesinden dolayı sahibine ne diyet, ne kefaret ne de zaman lâzım gelmez. Bu dıvarın san i bine ne âmden ve ne de hataen katil denilemez. Mallar muhteremdir, bir kimse üzerine nassm veya ic-maın icab etmediği bir garamet ile hüküm caiz değildir. Kbî Leylâya ve Ebû Sevre göre de divar sahibi, eğer dıvarın meylini ve za'fını bildiği halde onu hâli üzere bırakmış ise zamin olur ve illâ zamin olmaz.

îshak îbni Rahveyhe göre ise dıvarın isabet etdiği şeyi işhad bulun­sun bulunmasın sahibi zamin olur. Elmuhallâ.) [42]

 

Müdafaat Meşrua Halindeki Katl Hadiseler! :

 

375 - : Nefsi müdafaa maksadiyle olan bir kati, kısası ve diyeti müstelzim olmaz. Şöyle ki: bir kimse kendi üzerine haksız yere kati kas-diyle teşhiri silâh eden mükellef bir gah sı - katilden başka bir suretle def ederek nefsini kurtarmaya kadir olamayacağı müteyakkan olmakla, kati etse hakkında ne kısas, ne diyet, ne de ta'zîr lâzım gelir. Hâdise­nin şehr dahilinde veya haricinde, geceleyin veya gündüzün olması bey­ninde fark koydur.

Fakat sayha veya feryad etdiği takdirde etrafından halk koşarak kendisini kurtaracakları müteyakkan bulunduğu halde böyle yapmaksı­zın katle teşebbüs etmiş bulunursa hakkında katil ahkâmı cereyan eder. Dürer, Mülteka.

376 - : Bir kimse, kendisine teşhiri süâhda bulunan gayri baliğ bir çocuğu veya bir mecnunu âleti cariha ile, yani amden kati etse üzerine diyet lâzım gelir. Matuh da mecnun hükmündedir.

Bu hâdisede İmamı Ebu Yusüfe göre diyet lâzım gelmez. Çünkü o kimse, nefsini kurtarmak için onu kati etmedir. Buna cevaben deniliyor ki, bunların bu teşhiri silâhı, hürmetle muttasıf değildir. Artık bu, bir bağı ve tecavüz sayılmaz, bununla ismet sakıt olmaz. Zira bunda sahib bir ihtiyar yokdur. Bundan dolayıdır ki, çocuğun veya mecnunun birisi­ni öldürmesinden dolayı hakkında kısas icab etmez, yalnız diyet lâzım gelir, Müiteka, Bahri Raik.

377 - : Bir kimse kendisine mücerred teşhiri silâh etdikten son­ra dönüb giden bir şahsı arkasından yetişerek kati etse hakkında katil ahkâmı carî olur. Binaenaleyh o şahsı âleti cariha ile kati etmiş olunca hakkında kısas icra edilir. Hindiyye.

378 - : Müdafaai mal maksadiyle olan bir katil de kısası ve diyeti müatelzim olmaz. Şöyle ki : bir kimse, kendisinin en az on dirhem gü­müş kıymetinde bir malını elinden haksız yere cebren almak isteyen bir şahsı -- katilden başka bir suretle mena' muktedir olamıyacağı cihetle kati etse hakkında katil "ahkâmı cereyan etmez.

Kezalik : bir kimse, gece vakti hanesine girerek bazı emvalini galıb giden bir şahsı, arkasından takib ile o mallan katilden başka bir veçhile elinden almaya kadir olmamakla - kati etse kendisine bir şey lâzım gelmez.

Fakat böyle gasb veya sirkat edilen bir malın - başka bir suretle meselâ : sayha etmek tarikiyle - istirdadı mümkün iken o surete te­vessül edihniyerek kati cihetine gidilmesi, mesuliyeti müstelzim olur. Binaenaleyh kati hâdisesi, âleti cariha ile yapılmış ise katil üzerine kı­sas, âleti gayri cariha ile yapılmış ise diyet lâzım gelir. Dürer Mülteka, Reddi Muhtar.

379 - : Irz ve namusu müdafaa maksadiyle yapılan bir kat!, me­suliyeti cezaiyyeyi müstelzim olmaz. Şöyle ki  bir kimse, kendisine, ceb­ren zina veya livate fezahatinde bulunmak isteyen bir mütecavizi - Öl-dürmekden başka bir tarik ile def edemiyeceği cihetle - kati etse hak­kında katil ahkâmı carî olmaz.

Kezalik : bir kimse, kendi zevcesi veya kız kardeşi gibi mahrem­lerinden birini bir şahıs ile birrıza gayri meşru mukarenetde bulunurken görüb de feveranı gazabla bunları hemen kati etse hakkında bir şey lâ­zım gelmez. Ankaravî.

380 - : Bir kimse, kendi hanesi içinde Öldürdüğü şahıs hakkında, kendi mahremlerinden .biriyle zina ederken görüb feveranı gazabla öldür­düğünü, yahut sirkat kasdiyle hanesine girdiğinden başka suretle defa muktedir olamadığı cihetle kati etdiğini iddia etse bakılır  : Eğer o şa­hıs, hayatında o yolda şuiahval ile maruf olub da zahiri hal, iddiai vakii müeyyid bulunursa katil, bilâ beyyine yeminiyle  tasdik  olunarak taar­ruzdan kurtulur. Böyle olmadığı takdirde ise mücerred iddiası, kendisini mesuliyetden kurtaramaz. Ankaravî, Mîyari Adalet.

«(Einımei selâseye göre de bir kimsenin canına, malına veya ırzına tecavüz etmek isteyib men ve tardı başka suretle kabil olmayan bir in­san, muharib demek olduğundan katli caiz, zamanı gayri mucibdir.)

(Zahirîlere göre de müdafai. nefs uğrunda kati, zamanı müstel­zim değildir. Kezalik: bir şahıs, hırsız olsun olmasın bir kimsenin ma­lını zulmen almaya kıyam edince bakılır: O kimse, bu şahsı tard ve men'e kadir ise öldüremez, Öldürür ise hakkında kısas lâzım gelir. Fakat tard ve men'e kadir olmayıb biraz tevakkuf edince malını elinden abb gideceği anlaşılırsa katli caiz olur. Çünkü bu da bir müdafaai nefs de-mekdir. Elmuhaîlâ.)

Şunu da ilâve edelim ki : insan için çanını, namusunu, malını mü­dafaa etmek bir vecibedir. Bu uğurda hayatını feda eden bir mü'min, ahıret ahkâmı itibariyle şehid sayılır.

Resuli Ekrem, sallâllahü tealâ aleyhi vesellem Efendimiz bir gür ashabı kirammdan bir zümreye hitaben «Siz aranızda kimleri şehid sa yarsınız?.» diye sormuş, onlar da «Allah yolunda kati edilenleri şehid sayarız» demişler. Nebiyyi zîşan efendimiz. «O halde ümmetimin şehid' leri az demekdir» buyurmuş. O zümrei âiiye de «öyle iae Yâ Resulâllah!. Şüheda kimlerdir? »    diye sormuşlar.    Peygamberi âlîşan efendimiz de

şöyle buyurmuştur :

Yani : müsîümanlardan her kim malını muhafaza uğrunda öldürül-se şelıiddir, her kim nefsini müdafaa yolunda öldürülse şehiddir, her kim dinine yardım uğrunda öldürülse şehiddir, ve her kim ehlinin, mese­lâ : zevcesinin veya sair bir karibinin namsunu korumak yolunda öldürül­se şehiddir.

Velhâsıl bu hususlarda müdafaaya mecbur kahb vaki olan tecavü­zü başka suretle defa muktedir bulunmayan kimsenin öldüreceği mü­tecaviz şahsın kanı ise hederdir, kendisi de indallah mesuldür. Elcamiüs-sagîr, Feyzul'kadîr. [43]

 

Hayvanlara Müteallik Cinayetler :

 

381 - : İstılah kısmında da yazıldığı üzere  bir  hayvanın basma-siyle, sadmesiyle, ısırnıasiyle, sıçramasiyle, ön ayağını çarpmasiyle, arka ayağını tepmesiyle veya kuyruğiyle vurmasiyle husule gelen cinayete «cinayetülbehîme» denir. Böyle bir cinayetden mütevellid zarar ve ziyan, agağıda kısmen bildirildiği veçhile bazan heder olur gider, bazan da o hayvanın sahibi veya rakibi veya aaiki =  sürücüsü veyahut kaidi  Ön­den geçicisi veyahut hem rakibi, hem de saik ve kaidi tarafından tazmin edilir.

382 - : Hayvanlar hakkında gasb veya itlaf suretiyle vuku bütan cinayetlere de  «cinayat  aleîbehaim»  adı verilir  ki, bunların hükmü de zaman. - bedellerini ödemek ve bazı hususlarda da keffaretdir. Haremi şerifdeki sayd = av avlamak gibi.

Hayvanlar hakkındaki cinayet - itlaf hâdiselerinin hükümleri, gasb ve itlaf mebhasinde yazılıdır. Hayvanların yapdıkları cinayetlerin hükümleri ise kısmen bervechi âtidir.

388 - Merada otlayan veya sahibinin muştaki ilen veya müş­tereken maiik olduğu mahalde duran veya sahibinin şevki olmaksızın bo-şanarak başkasının. mülküne giren bir hayvan, orada kendiliğinden bir kimseyi tepmek veya çarpmak gibi bir suretle telef etae sahibine zaman, yani : diyet lâzım gelmez.

Fakat bir kimsenin hayvanı, kendi' mülkünde birisini telef ederken o kimse bunu görüp de men etmezse üzerine zaman lâzım gelir. Bedayi, Tenvir, Ankaravî.

384 - : Kendiliğinden boşanıb firar eden bir hayvan,  arkasından

yetişib kendisini tutmak isteyen bir kimseyi tepib telef etse,  sahibine zaman lâzım gelmez.

385  - : Bir kimse   tarafından  başkasının  mülküne  idhal    edilen bir hayvan, orada kendiliğinden birisini telef etae bakılır:  eğer o kim­se bu hayvanı o mülke sahibinin müsaadesiyle  idhal etmiş ise  üzerine zaman lâzım gelmez ve illâ lâzım gelir. Mi'yarı Adalet, Ankaravî.

386 - : Bir kimsenin râkib olduğu hayvan, gerek kendi mülkün­de ve gerek başka birinin mülkünde ve gerek tariki âm gibi "bir mahal­de Ön veya arka ayağiyle üzerine basarak bir şahsı telef etse, bunu o râkib, mübaşereten telef etmiş sayılacağı  cihetle üzerine  diyet ve kef-faret lâzım gelir. Aralarında karabet mevcud ise mirasdan, vasiyetden de mahrum kalır.

Fakat böyle bir hayvan, yürürken başiyle veya ön veya arka aya­ğiyle dokunmasiyle veya ısırmasiyle veya ön ayağını çarpmasiyle, yahut müsademesiyîe bir kimseyi telef etse, rakibine yalnız zaman lâzım gelir, mirasdan, vasiyetden mahrumiyet lâzım gelmez. Çünkü bu suretde ra-kib, mübaşir değil, mütesebbib mevkiinde bulunmuş olur.

Amma bu hayvan, böyle arka ayağiyle depmesinden veya kuynıeu-nu çarpmasından nâsi bir kimsevi telef etse rakibine zaman da lâzım gelmez. Zira bu, mümkinütteharrüz olmavan bir sebeble vücude gelmiş olur. Bedayî. Hindiyye, Kudurt, Mülteka.

387 - : Bir hayvan, tariki âmda mutad veçhile yuları tutulurken arkasından gelib kendisine çardan kimsevi rakibinin sun'u    olmaksızın tepib öldürse rakibine zaman lâzım gelmez.

Kezalik : rakibinin vıkıîması üzerine boşanan bir hayvan, yoluna dovam ile bir insanı telef etse, rakibine zaman teveccüh etmez. Bedayi, Dürer.

388 - : Bir kimsenin tariki âmda durdurduğu veya bağladığı hay­van, bir şahsı telef etse diyeti o kimse üzerine lâzım gelir. Çünkü tariki âmda hayvanım durdurmaya veya bağlamaya kimsenin salâhiyeti yok-dur. Bunu yapmakla o kimse, başkalarının hukukuna teaddî etmiş, bir şahsın telefine sebebiyet vermiş olur. Binaenaleyh bü, tesebbüb tarikiyle bir katil demek olduğundan keffareti, mirasdan,  vasiyetden  mahrumi­yeti icab etmez.

Bir mescidin önünde durdurulan hayvan hakkında da bu hüküm, carîdir. Meğer ki bu mescidin önünde hayvan durdurulması için ve-îiyvüî!emr tarafından bir mevkif tayin edilmiş olsun. Hindiyye, Tenvir, Ankaravî.

Kezalik: bir hayvan, gem almadığı cihetle başı zabt edilemeyib bir insanı telef etse rakibine zaman lâzım gelmez. Çünkü hayvanatın kendiliğinden olarak vukua gelen cinayetleri, mazarratları hederdir.

389 - : Tariki  âmda  veya bir mesci  dönünde durdurulmuş veya bağlanmış olan bir hayvan, oradan bir veçhile ayrılarak kendi    basma gittiği bir yerde birisim telef edecek olsa diyetini o hayvanın sahibi za­min olmaz. Hindiyye.

390 - : Bir kimse, tariki amma başı boş bırakılması mutad olma­yan bir hayvanı bu suretle salıvermekle o hayvan, bırakıldığı yolda ken­diliğinden yürürken bir şahsı telef etse diyeti o kimse üzerine lâzım ge­lir. Hedâye.

391 - : Bir hayvan,  tariki amma  veliyyülemrin izni    olmaksızın konulmuş olan taş veya kereste gibi bir şeyin kendisine çarpmasından' ürkerek bir kimseyi tepmesi veya çarpmasiyle telef etse bu kimsenin di­yetini o şeyi tariki amma bırakmış olan şahıs zamin olur. Bunda tekad-düm şart değildir. Bunda ibtidaen bir teaddî vardır, o şahıs bu telefe se­bebiyet vermişdir. Dürer, Fetavai Kaidiyye.

392 - : Bir hayvanın yolda hızlı koşturulmasından    dolayı ayak-laı-ımn dokunmasiyle sıçrayan büyük bir tas. parçası, bir kimseye isabet ederek mevtine veya gözünün çıkmasına sebebiyet verse diyetini o hay­vanın rakibi zamiri olur. Çünkü bu, mümkinütteharrüz bir hareket oldu­ğu halde bundan teharrüz edilmemşdr. Bu hususda râkib ile redîf, saik ile kaid müsavidirler. Bedayî, Hindiyye.

393 - : Yol üzerinde olmaksızın sahrada veya at pazarı gibi bir yerde veya kira hayvanlarının durmalarına mahsus bir mahalde, yahud nâsın izdihamı sebebiyle mürur ve ubur kesilmek gibi bir zarurete mebni tarîki âmda durdurulan bir hayvan, sahibinin sun'u olmaksızın bir kim­seyi tepib veya çarpıp veya ısırıp telef etse sahibine zaman lâzım gelmez Bedayi, Haniyye.

394 - : Bir hayvana rakibinin veya saik ve kaidinin izniyle dür­ten veya vuran kimsenin bu fi'li, bizzat rakibinin veya saik ve kaidinin ti'li  mesabesindedir. Binaenaleyh yürümekde bulunan bir     hayvan, bu dürtmeden veya darbden nâşi bir şahsı telef etse ne rakibine veya saik ve kaidine, ne de nâhis ve daribine zaman lâzım gelmez. Çünkü bir kimse yürümekde bulunan hayvanına yolda yürümek için dürtmeğe mezundur.

Fakat kaidi veya saikı bulunan bir hayvan, yolda birisinin bilâ izin dürtmesi üzerine boşanarak hemen bir kimseyi telef etse diyetini yalnız o dürten şahıs zamin olur. Velev ki çocuk olsun. Cevhere, Mülteka.

395 - : Bir hayvan, bir şahsın dürtmesinden veya    vurmasından dolayı ürkerer rakibini düşürüb telef etse bunun diyetini o gahıs zamin olur. Fakat bu halde hayvan, rakibinden başka birisini telef etse bakılır: Eğer üzerine ayakîariyle basarak öldürmüş ise icab eden diyeti o şahıs, râkib ile beraber msfiyet üzere zamin oîur. Ve eğer Ön veya arka ayağı veya başı ile çarparak veya müsademe ederek telef etmiş ise diyeti yal­nız o şahıs tazmin eder. Tenvir, Reddî muhtar, miyarı adalet.

396 - : İki. râkib, biribiriyle müsademe ederek telef   olsalar her birinin diyetini - mevcud ise - diğerinin âkilesi öder. Çünkü her biri diğerinin sadmesiyle telef olmuşdur. Bu, İmamı Âzam ile İmameyne gö­redir, îmamı Züfer ile İmam Şafiîye göre her birinin âkilesi, diğerinin yalnız nısıf diyetini te'diye eder. Zira telef hâdisesi, her iki rakibin fi'liyle vukua gelmişdir. Bir kimsenin kendi fi'liyle kendi hakkında vuku bulan bir cinayet ise hederdir. Bedayî, Bahri Raik.

397 - : Müteaddid saikleri, kaidleri bulunub katar halinde yürü­yen hayvanlardan biri, bir şahsı bir suretle telef etse diyetini bu saikler ile kaidler bü'iştirâk zamin olurlar. Çünkü bu telefe sebebiyet vermekds hepsinin dahli vardır. Bunlar, gerek piyade ve gerek süvari olsunlar mü: savidir.

Şu kadar var ki, bunlardan râkib olan bir sâikin veya kaidin hav-vanı, "nir şahsın üzerine basmak suretiyle bu telef hâdisesini meydana getirmiş olunca bu râkib; hem diyete iştirak eder, hem de telef olan şahsın akribasından ise mirasından mahrum kalır. Çünkü bu halde ken­disinin fi'li, bir mübaşeret mahiyetinde bulunmuş oîur. Bedayi, Hindiyye.

398 - : Bir katarın  önünde  kaidi,   arkasında da  saiki bulunduğu halde bu kaidin Önünde bulunan yolculardan bir rakibin hayvanı,    bir kimseyi basıb telef etse diyetini bunların üçü mütesaviyen  zami" olur­lar.

Rakibin arka tarafındaki bir havvanm telef edecetri kimsenin diveti hakkında da hüküm böyledir. Fakat rakibin ön tarafındaki bir havvanm telef edeceği kimsenin divetine râkib iştirâV etmez, bunu valnız kaid ile, saik zamin olurlar. Cönkü bu halde râkib, ne mübaşirdir ve ne de kaid vaziyetinde bulunmuştur.

Maahaza bazı fuhaltava pöre rakibin havvanı birisini t^lef nrterse zamanı valnız rakibe aid olur. buna kaid He sâîk iştirak etmez. Zira râ­kib, mübaşir olmakla telef hâdisesi valnız kendjsine izafe edilir. Bedayî, Tatar Haniyye.

399 - : Bir kimse, bir köpeği ısırtmak için bir gahıs üzerine kış-k>rtmakla konek koşun o şahsı ısırarak telef etse divetini o kimse za­min oîur. Çünkü bu körjeçi bövle kışkırtmak, bir hayvanı salıvererek birinin telefine sebebiyet vermek gibidir.

Bu mesele, İmam Ebu Yusüfe göredir. Fetva için muhtar örülen de budur. îmam Muhammede göre eğer o kimse, kışkırtmakla beraber saik veya kaid bulunmuş ise diyeti zamin olur ve illâ olmaz.

îmam Azama göre ise o kimseye mutlaka zaman lâzım gelmez. Zira telef hâdisesi, bu kışkırtmakla değil, köpeğin kendi ihtiyariyle vuku bul-muşdur. Hayvanatın kendi ihtiyarlariyle yapdıkları cinayetler ise heder­dir. Bedayî, Hindiyye.

400 - : Bir köpek, bulunduğu haneye  sahibinin izniyle veya izni olmaksızın giren bir kimseyi  ısırarak   telef etse sahibine zaman  lâzım gelmez. Çünkü köpeği hanede tutmak, mübahdır, sahibi bu telefe sebe­biyet vermiş sayılmaz. Bedayi.

401 - : Bir kimse, süsken öküz veya  dalayıcı  köpek gibi zararlı bir hayvanı - mahallesi veya karyesi ahalisinden biri tarafından : «hay­vanını zapt et» diye vaki olan tekaddüm ve tenbihe rağmen - zabt et-beyib de salıvermekle bir şahsı telef edecek olsa diyetini zamin olur. Fa­kat bir kimsenin av iğin salıverdiği köpeği, kendisi saik olmadığı halde bir şahsı çarparak telef etse o kimseye - rivayatı zahireye göre - za­man lâzım gelmez. Dürer, Hindiyye.

402 - : Bir şahsı arslan gibi yırtıcı- bir hayvanın önüne itip de o hayvan tarafından parçalanarak telef edilmesine sebebiyet veren    kim­seye zaman lâzım gelmez. Fakat bu kimse, müebbed suretde habse müs-tahik olur. Tenvir.

403 - : Bir kimsenin yola atdığı bir  akreb veya yılan,  orada bir şahsı ısırarak telef etse diyeti o kimse üzerine lâzım gelir. Çünkü bunları vola atmakla teaddide buiunmurçdur.  Fakat atılan hayvan, atıldığı yer­den başka bir yere gidib de badehu birisini telef etse artık atana zaman lâzım gelmez. Zira bu takdirde teaddî, bertaraf    olmuş    olur.    Bedayi, Mebsut                                                            

404 - : Hayvanat vasıtasiyle nefs hakkında yapılarak diyeti müs-telzinı olan bir cinayet, mâdünennefs vuku bulduğu takdirde de ersi   = azaya aid diyeti müstelzim olur.

«(Malikîlere göre de hayvanlar vasıtasiyle yapılan cinayetler- hak-kmda şu gibi hükümler vardır  :

(1) : Bir kimsenin râkib olduğu hayvan, "bir şahsı çiğneyib öldür­se o kimseye zaman = diye lâzım gelir. İki süvari arasında tesadüm vukubulduğu takdirde bakılır: Eğer amden vuku bulmuş ise vefat ha­linde kısası, hataen vuku bulmuş ise zamanı müstelzim olur. Ne veçhile vuku bulduğu bilinmediği takdirde ise amde hami olunur. Çünkü süvari­lerin hareketleri kendilerine müzamdır. Bu tesadüm, bir aczi hakikîden dolayı vuku bulduğu suretde ise telef olanın kanı heder olmuş olur, kısas da, zaman da lâzım gelmez. Aczi hakikî ise iki süvariden hiç birinin ken­di nefsini veya râkib olduğu hayvanı diğeriyle müsademeden men'e bir veçhile muktedir olamaması hâlidir. Maahaza racih olan kavle nazaran bu aczi hakikî suretinde süvariler arasında vuku bulan müsademe, hata

hükmünde olarak   diyeti ve malların  kıymetlerinin  zamanını müstelzim olur.

(2) :  Bir kimsenin çekip götürdüğü bir katardaki İlk hayvan veya ron  hayvan bir şahsı çiğneyip öldürse  o kimsenin zamin olması   lâzım gelir.

(3) : Bir kimse, bir şahsı yırtıcı  bir hayvanın önüne atarak itlaf edilmesine, sebebiyet verse, hakkında kısas carî olur.

(4) : Bir kimse, yırtıcı bir hayvan ile birlikde bir şahsın üzerine atılıb döğe döğe ölümüne  sebebiyet verse o  kimse  hakkında îbni  Kası­mın iki kavli vardır. Bir kavline göre o kimse hakkında - evliyai ka­tilin kasamesi takdirinde - kısas lâzım gelir. Diğer bir kavle göre kısas lâzım gelmez, çünkü o şahsın Ölümü bu kimsenin fi'lile mi, yoksa hay­vanın fi'lile mi vücude geldiği bilinemez. Belki o kimsenin üzerine kendi mâlinden diyet lâzım gelir.

(5) : Bir kimse, diri ve insanı öldürür takımdan bir yılanı bir şahıs üzerine atmakla o yılan bu şahsı isırıb öldürse bakılır : Eğer o kimse, o yılanın bu şahsı öldüreceğini bilmiş ise hakkında kısas lâzım gelir. Ve­lev ki, şaka olarak atmış olsun.

Kezalik : O kimse, o yılanı bu şahıs üzerine şaka suretiyle olmak­sızın atmış ise hakkında kısas icab eder. Velev ki o hayvanın bu şahsı Öldüreceğini bilmemiş olsun.

Fakat o hayvanın öldüreceğini bilmemiş ve ona şaka tarikiyle at­mış bulunursa hakkında kısas değil, diyet lâzım gelir.

(6) : Bir şahsın üzerine atılan yılan ölmüş ve insanı öldürecek bir hacimde bulunmamış olursa, bunun atılması sebebiyle o şahsın ölmesin­den dolayı atanın üzerine yalnız diyet lâzım gelir.

(7) : Bir şahıs, üzerine atılan diri ve  ölü bir yılandan korktuğu cihetle düşüb ölse, atan kimsenin üzerine diyet lâzım gelir.

(8) : Bir kelbi  akurun yapacağı   kati  hakkında  tafsilât     vardır. Şöyle ki: Bir kimse, akur bir köpeği muayyen bir şahsı kati etmek mak-sadiyle edinmiş ise kendisine bu köpek  hususunda tekaddüm  inzar ve ihtar vuku bulmuş olsun olmasın, bu köpeğin o muayyen şahsı öl-dürmesiyle o kimse hakkında kısas lâzım gelir. Gayri muayyen bir şah­sı öldürdüğü takdirde ise diyet icab eder.

Amma bu hayvanı bir şahsın zararını asla kasd etmeksizin ittihaz etmiş ise bakılır : Eğer bu hayvanı sahibi ekinlerini, hayvanlarını bek­lemek gjbi bir vech için edinmiş, kendisine de evvelce tekaddüm = in-zaz ve tenbih vaki olmuş ise bu hayvanın bir insanı öldürmesinden dola­yı sahibine diyet lâzım gelir, tekaddüm vaki olmamış ise. lâzım gelmez.

Fakat bu kelbi akuru sahibi caiz olmayan bir vech için ittihar etmiş ise bu hayvanın telef edeceği şeyi zamin olur. Bu hususda kendi­sine tekaddüm vuku bulmuş olsun olmasın. Elverir ki, onun bir kelbi akur olduğu bilinmiş olsun. Elmüdevvenetürkübra, Şerhi ebil'berekât, Şerhi Muhammedi Hırşî.)

(Şafiîlere göre de hayvanların itlaf edecekleri şeyler hakkında şu gibi hükümler vardır :

(1) : Bir kimse râkib olduğu hayvanı zapte kadir iken bu hayvan her nasılsa dizgini, bağını kırarak bir şahsı telef etse o kimseye zaman lâzım gelmez. Fakat  bu  hayvan başkasına aid olub o  kimse sahibinin izni olmaksızın buna râkib olmuş ise bu telefden dolayı zamin olur.

(2) Bir kimsenin hayvanı yolda yürürken işese veya terlese de bir şahıs bunların üzerine basmakla düşüb Ölse, o kimseye zaman lâzım gelmez. Çünkü aksi takdirde yoldan mürur ve ubur, mümteni olur.

(3)  : Bir kimse, râkib olduğu hayvanı çamırların veya halkın top­landıkları bir yerde mu'tada muhalif bir süratle sürse bu yüzden tevel-lüd edecek zararı zamin olur. Fakat mutad veçhile sürmüş olsa zamin olmaz.

Kezalik-: koyun, sığır ve katar halde olmaksızın deve gibi hayvan­lar çarşı ve pazar gibi kalabalık bir yerde sevk edildiği takdirde mey­dana getirecekleri zararları, sâikleri zamin olurlar.

Kezalik : yaramaz huylu olub, yalnız kırlarda binilebilecek olan bir hayvana nâs arasında binerek bir zarara sebebiyet veren kimse, bu za­rarı zamin olur. Velev ki, o hayvanı hızlı sürmüş olmasın.

(4) : Bir kimse, bir çocuğu veya bir mecnunu emsalinin zapt edi­leceği veya edemiyeceği bir hayvana bindirmekle bir şeyin telef olma­sına sebebiyet verse, o şeyi bu kimse zamin olur.

(5) ; Bir kimse, bir hayvanı kuvvetlice bağlamış olduğu halde bu hayvan, her nasılsa kurtularak bir şahsı veya bir malı telef etse, o kim­seye zaman teveccüh etmez.

(6) : Bir veya müteaddid hayvanları bir yoldan râkib,  saik veya kaid olarak gündüzün veya geceleyin götüren kimse, o hayvanların itlaf edecekleri malların bedellerini kendi malinden tazmin edeceği gibi bun­ların Öldürecekleri  şahsın  diyeti de  o  kimsenin  âkilesi üzerine     lâzım gelir.                                  

(1) : Bir hayvanın iki rakibi bulunsa telef edeceği şeyi ikisi biz­zat veya âkîleleri vasıtasiyle tazmin ederler.

Kezalik : Bir hayvanın kaidi, sâiki bulunmakla beraber rakibi de bulunsa telef edeceği şeyin zamanı yalnız rakibine teveccüh eder. Çün­kü hayvanın yuları, onun elindedir. Fakat bu telef, bu hayvana başka­sının vurmasından ileri gelse zaman, bu vurana lâzım gelir. Velev ki, gayri mümeyyiz bir gocuk olsun.

 (8) : İki süvari, bir müsademe neticesinde birden ölseler her biri­nin âkilesi, üzerine diğerinin  nısıf diyeti  lâzım gelir. Çünkü her biri, hem  kendisinin» hem  de sahibinin sadmesinden  ölmüştür.  Nitekim  bir şahıs, hem kendisinin, hem de bankasının cerh etmesinden dolayı Ölün­ce de hüküm böyledir.

Bu tesadüm neticesinde râkib oldukları hayvanlar ölse her biri di­ğerine aid hayvanın nısıf diyetini zamin olur.

(9) : Bir süvari, bir yerde duran bir şahsa çarpmakla ikisi de ve­fat etse süvarinin diyeti heder olur, diğerinin diyeti bu süvarinin âkile­si üzerine lâzım gelir.

(10) : Bir kimse, kendi  arkasına veya hayvanının     sırtına    odun yükleyib bununla kalabalık  bulunan bir  çarşıya  girerken veya  oradan çıkarken bu yüzden bir şahsın telef olmasına sebebiyet verae    üzerine zaman lâzım gelir.

(11) : insanlara veya mallara zarar    vermesi iki üç    tecrübe ile malûm olan bir hayvanı, meselâ : Bir deveyi veya akur bir köpeği başı boş bırakan veya bağlanmasında  kusur  eden  sahibi,  o  hayvanın itlaf edeceği şeyi zamin olur. Fakat bir kimsenin kapısına veya dehlizine bağ­lamış olduğu akur köpek, davet etmiş olduğu müsafirini yırtıp öldüre­cek olsa o kimseye bir şey lâzım gelmez. Çünkü bu hayvan onu kendi ihtiyariyle yırtmışcür.   Davet  eden,   onu  ilca  etmemişdir.   Müsafir,   asa gibi bir şey ile köpeği def etmediği cihette taksirde bulunmuş, sayılır.

(12) : Bir kimse, başkasının evine orada kelbi akur olduğunu bil­diği halde girmekle buköpek tarafından ısırılarak ölse  sahibine  zaman lâzım gelmez. Fakat o kimse, bunu bilmediği halde sahibinin izniyle gi­rerken  bu kazaya uğrarsa,   sahibine  zaman  teveccüh, eder. Şayed bu eve girdikden sonra çıkarken böyle bir kazaya uğrasa sahibine yine za­man lâzım gelmez. Çünkü bu takdirde ondan ihtiraz mümkün bulunur.

(13) : Bir kimse, kuşları veya taamları itlaf etdiği iki üç tecrübe ile mahud olan kedisini başıboş  bırakmış veya rabtında kusur   etmiş olmakla bu  hayvan,  başkasının  kuşunu  veya  taamım  gündüzün  veya geceleyin telef etse, bunu o kimse zamin olur. Çünkü böyle bir hayvanı rabt ve zabt altında bulundurarak fenalığına meydan verilmemesi lâ-yıkdır.

(14)  : Bir kimse, bir şahsı çok kere öldürücü olan bir akrebe veya yılana sokdursa veya bir şahsın üzerine yırtıcı  bir hayvanı  atsa veya bir şahsı kurtulamjyacağı dar bir yerde bulunan bir hayvanın üzerine atsa. da bu yüzden o şahıs itlaf edilse, bu kimse hakkında kısas lâzım gelir.  Çünkü katli amdin  tarifi,  buna da sadıkdır.  Muhtasarı  Müzeni, TuhfetUl'muhtaç, Haşiyei Şirvan!.)                   

 (1) : Bir kimse eli  altında bulunmayan,  meselâ:  Kendisinin mer-kûbi olmayan hayvanı bir şahıs telef etse veya bir uzvunu kırsa o kim­seye zaman lazım gelmez. Fakat bir kimsenin râkib olduğu veya sevk etdiği veya kaidi bulunduğu hayvan böyle bir cinayetde bulunsa o kim­seye zaman teveccüh eder.

(2) : İki râkib veya bir râkib ile bir piyade müsademede    bulun­makla birinin hayvanı telef olsa kıymetini diğeri zamin olur. İkisinin de hayvanı telef olsa her biri diğerine aid hayvanın   kıymetini tazmin eder. Çünkü bunlardan her biri, diğerinin çarpmasından Ölmüşdür.

(3) : îki  râkibden biri, Önde yürürken  arkadaki     râkib,     yetişib çarpmakla birisinin veya her ikisinin hayvanı telef olsa zaman,  arka­dan yetişib çarpan râkib üzerine lâzım gelir.  Çünkü bu çarpma, onun tarafından vaki olmuşdur.

(4) : Bir kimse, bir şahsı efî denilen habîş bir yılan üzerine atsa veya bu yılanı o şahıs üzerine atsa da bu yılan,.o şahsı öldürse diyeti o kimse üzerine lâzım gelir. Müntehel'iradat.)

(Zahirîlere göre de bu hususda şu gibi hükümler vardır:

(1) : Hayvanatın kendi kendilerine gündüzün veya geceleyin ifsad ve itlaf etdikleri mallardan, nefslerden dolayı  sahihlerine  zaman lâzım gelmez." Nitekim bir hadisi   şerif de buyurumuşdur. Yani Hayvanların telef etdikleri şeyler hederdir.

Ancak bir hayvan, bir malı veya nefsi itlaf etmek için kasden başı bog bırakılmış olursa o vakit zaman lâzım gelir.

(2) Bir kimsenin râkib olduğu hayvan, başım, yanını,  kuyruğu­nu veya arka ayağını veya durduğu halde Ön ayağını vurarak bir şahsı telef etse o kimseye zaman lâzım gelmez. Fakat bir     şahsın     üzerine aniden sevk ederek telef olmasına sebebiyet verse, hakkında kısas lâ­zım gelir.   Çünkü bu  halde  bu cinayetin müteammidi, mübaşiri   olmuş olur. Önünde kim olduğunu bilmeksizin hayvanını sürüb bir şahsı telef etdiği takdirde de âkilesi üzerine diyet lâzım gelir. Zira bu     takdirde hataen katil sayılır.

(3) : Bir kimsenin râkib olduğuhayvanın yavrusu, oynamaya baş­layarak veya anasının arkasından gitmeyi terk edecek bir şeyi telef et­se o kimseye zaman lâzım gelmez.

(4) : Bir  kimse,  hayvanını  müslümanların  yolu    üzerinde   bağla­mış veya hayvanı sahverib kendisi yürür bulunmuş olmakla hayvan bir şeyi itlaf etse o kimseye zaman lâzım gelmez. Vâkıâ o kimse, bu hare­ketiyle isaetde bulunmuşdur. Fakat her müsî, zamin olmaz. Nitekim fit­ne zamanında silâh yapıb satan bir müslim, zalim, müsî, nâsın kati edil­mesine  yardımcı sayılır.   Maanrafih  onun  üzerine  bir   zaman  teveccüh

 (5) : Bir hayvanın kaidi, eğer. onun ipini veya yularım elinde tut-duğn halde onu bir şahsın üzerine amden sevk edib ölümüne sebebiyet verse hakkında kısas lâzım gelir. Amden sevk etmediği takdirde de âki­lesi üzerine diyet teveccüh eder, kendisine de hatan katil olmuş olaca­ğından kef£aret lâzım gelir.

(6) : Bir hayvanın kaidi var iken  rakibine  zaman lâzım  gelmez. Meğer ki hayvanı telef olan şahıs üzerine yüklemiş veya kaide yardım etmiş olsun. Bu takdirde kaid ile müştereken zamin olur.

Kaidin elinde ne ip, ne de yular ve saire bulunmadığı takdirde ise hayvanın telef edeceği şeyden dolayı kendisine zaman lâzım gelmez. Çünkü bu suretde kaid, bir şeye teveüi etmemiş, telef edilen şeyde mü­başir bulunmamışdır. Bhimde.in ceih ve telef etdikleri şeyler ise heder­dir, zamana tâbi değildir.                                                    

(7) : Rakibi ve redifi bulunan bir hayvan, bir şahsı telef etse ba­kılır  Eğer redif, hayvanın dizginim bizzat tutub bu telefe amden se­bebiyet vermiş ise hakkında kısas lâzım gelir. Hataen sebebiyet vermiş ise kendisine keffaret,  âkilesine de  diyet teveccüh eder. Kendisini  öne geçirmiş olan rakibe bir şey lâzım gelmez.. Meğer ki kendisine yardım etmiş olsun.

(8) : Bir kimse, bir köpeği tehyic etse veya arştan, yılan gibi bir hayvanı sahverse de bunların bir  şahsa dokunmalarını kasdetmiş bu­lunmasa bunlarınyapacakları zararı zamim olmaz. Fakat bir insanı itlaf kasdiyle böyle tehyic de, irsalde bulunmuş olsa ö insamn itlafından do­layı hakkında kısas lâzım gelir. Çünkü bu takdirde o kimse bu cinayete mübaşeret etmiş olur.

(9) : Bir kimsenin evinde bulundurduğu bir kelbi  akur   -   ısırıcı köpek, o eve giren bir şahsı ısırıb öldürse ev sahibine zaman lâzım gel­mez. Vakıa o kimse, böyle bir hayvanı evinde bulundurmakla müteaddî, zâlim bulunmuşdur. Fakat bu itlâfda müteaddî    değildir,  bunda kasdi yokdur. Her zalim için zaman lâzım geleceği de tarafı ilâhîden ve tarafı nebevîden vacib kılınmış değildir. Elmuhallâ.) [44]

 

Cinayetlerin Ne Vechîle Sabit Olacağı :

 

405 - : Gerek nefse ve gerekse madûnennefse aid cinayetler, ya ikrar ile, veya ikrardan nükûl ile veya beyyine ile veyahut bir cemmi ga-îîrin arasında zahiren vuku bulmuş olmasiyle sabit olur.

Cinayete müteallik ikrar, iddia edilen bir cinayeti bir şahsın irtikâb etdiğine dair olan itirafından, ibaretdir.

Bu beyyıneye gelince bu da cinayete dair mahkemede vuku bulan «ahadetden ibaretdir ki, buna «şahadet filcinaye» denir.

Cinayetler hususunda İkrarların,  şahadetlerin     dâvalara    mutabık olub olmaması ve üzerlerine terettüb eden hükümler hakkında aşağıda­ki meseleler teferrü eder:

406 - : Veliyyi  katil,  bir  kimseden «Sen  müverrisimi  amden öl­dürdün» diye dâva etdiği halde o kimse «Hayır ben onu hataen öldür­düm» diye ikrarda bulunsa üzerine yalnız diyet lâzım gelir.

Bilâkis katil, katlin amden vukunu itiraf etdiği halde veliyyi katil, bunun hataen vuku bulmuş olduğunu iddiada bulunsa katil üzerine hiç bir şey lâzım gelmez. Veli, onu tekzib etmiş olur. Fakat bilâhare velî, katili tasdik ederek «Evet., sen müverrisimi amden kati etdin» diyecek olsa katil üzerine yalnız diyet lâzım gelir. Mebsut, Bedayi.

407 - : Veliyyi katil, bilâ beyyine amden katil dâvasında bulun­duğu halde müddeaaleyh, amde ve âleti katle dair bir şey söylemeksi-zin. mutlak suretde katli ikrar etse üzerine veliyyi katilin talebi halinde diyetle hükm olunur.

Nitekim dâva amden kati olduğu halde ikame edilen şahidler, kat­li mutlaka şahadet etdikleri takdirde de hüküm böyledir, Ankaravî, Fe-tavayi Mehdiyye,

408 - : Bir şahıs, bir katil cinayetini başka bir kimse ile bera­ber müştereken yapmış olduklarını o kimsenin inkârına mukarin veya onun gıyabında ikrar etse bu ikrarına binaen yalnız kendi hakkında kı­sas icra edilebilir. Fakat onun mücerred bu ikrariyle o kimse hakkında katil hükmü İcra edilemez.  Çünkü ikrar, bir hücceti kasıradır, mukir-den başkasının aleyhinde muteber   olmaz. Feyziyye.

409 - : Veliyyi katil,  iki kimseden bir katli amd  dâvasında bu­lunduğu halde bu kimselerden yalnız biri bu cinayeti yalnız kendisinin yapmış olduğunu ikrar etse hakkında kısas icra edilebilir. Bu cinayeti yalnız diğer kimsenin yapmış olduğuna dair vuku bulacak bir şahadet, artık muteber olmaz.  Çünkü bu şahadet, dâvaya uygun    bulunmamış olur.

Bu cinayetin hata tarikiyle olduğu iddia edildiği takdirde de yal­nız mukir üzerine nısıf diyet lâzım gelir. Meşhudun aleyhe bir şey lâ­zım gelmez. Ankaravî.

410 - : Veliyyi katil, iki kimsenin amden katil olduğunu bilâ bey­yine iddia etdiği halde bu kimselerden biri, katlin hata tarikiyle, diğeri de amd suretyle vukuunu ikrar etse maktulün diyetini nısfiyyet üzere zamin olurlar, hiç biri hakkında kısas lâzım gelmez. Nitekim katlin ha­ta tarikiyle vukuu iddia edildiği takdirde de hüküm böyledir.  Mebsut, Hindiyye.

411 - : Veliyyi  kaül,  bir  kimseden «sen     müverrisimi fülân za­manda kail etdin» diye dâva etmekle başka bir şahıs zuhur ederek «Ha-vır, miiverrisini  Öldürdüm»  dive  ikrarda, bulunsa  bakılır:   Eğer ve

Üyyi katil, bu ikrarı tasdik ederse katlin mucebiyle mukır üzerine hükm edilerek müddeaaleyh berî olur. Ve eğer veliyyi katil, bu ikrarı tasdik etmezse bu, lâğv olub müddeaaleyh dâvadan berî olmaz: Binaenaleyh bu dâva beyyine ile isbat edilince icabına göre müddeaaleyh hakkında hükm olunur. Ecvibei Kama, Miyarı Adalet.   .

413 - : Bir şahıs, bir kimseyi yalnız kendisinin amden kati et­miş olduğunu veliyyi katilin tasdikine mukarin ikrar etmekle kısasen kati edildikden sonra diğer bir şahıs zuhur ederek «o kimseyi bizzat ben kati etmişdim» diye ikrar, veliyyi katil de kendisini tasdik edecek olsa hakkında kısas icra edilmiş olan birinci mukirrin varislerine veliy­yi katilin diyet vermesi lâzım gelir. Veliyyi katil de bu ikinci mukirden maktulün diyetini almaya müstahik  olur.  Hindiyye, Reddi Muhtar.

413 - : îki gahısdan her biri, bir kimseyi yalmz kendisinin amden kati etdiğini ikrar etdiği halde veliyyi katil «Hayır, o kimseyi ikiniz bir-likde amden kati etdiniz» diye iddiada bulunsa her iki şahıs hakkında da kısas icra edilebilir.

Kezalik : Bir şahıs, bir kimseyi amden kati etdiğini ikrar etmekle hakkında veliyyi katilin talebiyle kısas icra edildikden sonra başka bir şahıs da zuhur ederek o kimseyi kendisinin amden kati etmiş olduğunu ikrar edecek olsa bunun hakkında da kısas icra edilebilir. Çünkü bun­ların birer müşterek katil olmaları ihtimal dahilindedir. Mebsut, Bahri Raik, Haniyye.

414 - : Bir şahıs, bir maktul hakkında «ben onun yalnız bir elini kesdim, fülân şahıs da onun ayağını amden kesmekle     bundan dolayı katil hâdisesi vücude geldi» diye ikrar, veliyyi katil de bu iştiraki inkâr ile  «hayır, onun elini,  ayağını yalmz  sen kesdin» diye  dâva eylese bu mukir hakkında kısas icra edilebilir. Mebsut, Tatar Haniyye.

415 - : Bir mecruh  «benim carihim fülân  kimse     değildir»  diye işhad etdikden sonra o cerhden müteessiren vefat etse bakılır: Eğer o kimsenin oerh. eylediği nâsın ve hâkimin yanında maruf ise  bu işhad, muteber olmaz. Binaenaleyh mecruhun varisleri o kimseden cerhin mu-cebini dâva edebilirler. Fakat o kimsenin cerh eylediği böylece maruf değilse isnadı vaki, muteber olmuş olur, artık bunun hilâfına olan bir dâva, mesmu olmaz. Bedayi, Hindiyye.

416 - : Bir mecruh «beni fülân kimse cerh etdi» dedikden sonra o cerhden müteessiren vefat etse varisleri bu cinayet hakkında başka birisi aleyhine artık dâva açamazlar. Çünkü bu dâva, esasen müverris-lerinin  hakkıdır,  bu halde müverrisleri, bunların ikame  edecekleri   şa-hidleri tekzib etmiş olur. Maahaza mecruhun bu kavli mücerrediyle ci­nayet sabit olamıyacağı cihetle bunun indel'inkâr .beyyine ile İsbat

417 - : Bir mecruh, büri tam bıüdukdan sonra vefat etse, artık varisleri «caiz ki senin cerhinden dolayı ölmüşdür» diye carin aleyhine dâva açamazlar. Çünkü tevehhüme itibar yokdur.

Fakat carih ile mecruhun varisleri arasında «badelcerh bür'i tam hâsıl olub olmadığı» hakkında ihtilâf vaki olub, iki taraf da kendi iddi­asına beyyine ika-ne etmek istese bür'i tammı iddia eden carihin bey-yinesi tercih olunur. Mebsut, Reddi Muhtar.

418 - : Rakikin diyeti müstelzim oian cinayeti ya beyyine ile ve­ya mevlâsımn ikrariyle sabit olur, rakikin kendi ikrariyle sabit olmaz. Çünkü bu ikrar, mevlâsımn aleyhine olduğundan muteber değildir.

Binaenaleyh rakik, bu ikrarından dolayı muahaze olunamaz, velev ki, bilâhare azad edilsin. Hindiyye, Haniyye.

419 - : Veliyyi katil katil olduğunu İddia etdiği şahıs muvacehe­sinde bu iddiasını beyyine ile isbatdan izharı acz etse talebiyle o şahsa yemîn teklif olunur. Yemin ederse veliyyi katilin dâvasından beri olur. Yeminden nükûl ederse kısas ile hükm olunamaz. Beiki yemîn veya kat­li ikrar edinceye kadar habs edilir.  Fakat dâva, diyeti mucib bir kati hakkında ise rnüddeaaleyh yeminden nükûl edince aleyhine diyetle hükm olunur. Dürer, Mîyarı Adalet.

420 - : Kısası mucib olan- kati hakkında indel'inkâr en az iki er­keğin şahadetde bulunmaları lâzımdır.  Bu hususda kadınların şahadet­leri muteber değildir. Fakat diyeti müstelzim olan cinayetler hakkında bir erkekle iki  kadının şahadetleri de kabul olunur..  Diyeti  müstelzim olub  erkeklerin muttali olamıyacakları   hususlarda  ise   yalnız kadınla­rın şahadetleri de makbuldür. Kudurî, Tahtavî.

421 - : Katlin zamanında, mekânında,  altında ve  cirahatin mev­ziinde şahidlerin itifakları lâzımdır. Bunların birinde ihtilâf etmeleri, şahadetlerinin kabulüne  manidir.  Hatta şahidlerden biri,  katlin     nasıl bir âlet ile yapıldığım beyan etdiği halde diğeri bunu beyan etmeksizin yalnız katle şahadetde bulunsa şahadetleri kabul olunmaz.

Fakat şahidlerin katil âletini beyan etmeksizin mutlak katle şaha­det etmeleri muteberdir. Bu halde yalnız diyet ile hükm olunur.

Bir de küçük bir hanenin iki canibi gibi mütekarib olan iki mekân hakkındaki ihtilâf, şahadetin kabulüne mani olmaz. Tenvir, Netayicül' efkâr.

422 - : Katil hâdisesini şahidlerin gözleriyle görmüş olmaları lâ­zımdır.

Binaenaleyh sema ile, yani : «Nâsdan işitdik» demek suretiyle vu-kubulacak şahadetleri kabul olunmaz.

Kezalik : Kısas hakkında şahadet aleşşehade, ve kitabül'kazî ilel'-kazî de makbul  değildir. Çünkü  bunlar, şübheden  halî  değildir.   Kısas ise şübhe ile münderî olur.

Fakat diyeti mucib olan bir katil hâdisesi hakkında şahadet alel-şahade ve kitabül'kazî ilel'kazî de makbuldür. Çünkü bunların mucebi-mâldir. Cevhere, Tahtavî. Şahadet ve kaza mebhaslerine de müracaat!

423 - : îki şahidden biri katil hâdisesine, diğeri de" bu hâdise hakkındaki ikrara şahadetde bulunsa şahadetleri kabul olunmaz. Çün­kü meşhudun bihde ihtilâf bulunmuş olur, biri fiîl, diğeri kavidir. Fa­kat ikisi de katli ikrara şahadetde bulunsa şahadetleri kabul olunur. Tenvir.

424 - : Şahidler, müddeaaleyh   hakkında   «bu,   maktule   ölünceye kadar kılıç çaldı» veya «maktulü süngüliyerek öldürdü» diye şahadetde bulunsalar bununla amden katle şahadet etmiş olurlar. Mecmaül'enhür.

425 - : Şahidler  «müddeaaleyh,  fülân şahsı kıhc ile hataen kati etti» diye şahadetde bulunsalar, maktulün diyeti mevcut ise - âki-lesiyle beraber müddeaaleyhin üzerine lâzım gelir.

Fakat «müddeaaleyh, fülân şahsı öldürdü, amma amden mi, yok­sa hataen mi öldürdü, onu bilmeyiz» diye şahadette bulunsalar diyet, yalnız müdeaaleyh üzerine lâzım gelir, yalnız onun malinden istifa olu­nur.

426 - : Şahidler, bir şahıs aleyhine   «bu,  maktulün evvelâ     elini mafsalından amden kesdi, sonra da onu amden öldürdü» diye şahadet­de bulunsalar veliyyi katil, muhayyer olur, dilerse o şahsın evvelâ elini kısasen kesdirir, sonra da kendisini" kısas etdirir ve dilerse yalnız kısa-sen kati ile iktifa eder. 'Ensen olan da budur. Hâkim de böyle yapılma­sını tavsiye eder.

Bu, imamı Azama göredir. îmameyne göre veliyyi katil, bu caniyi yalnız kısasen kati edebilir. Elini kısasen keadiremez, bu iki ceza ara­sında bir tedahül varî olur.

Fakat bu iki cinayetden biri hata, diğeri amd tarikiyle vukubul-muş olursa her ikisinin de hükmü bü'ittifak icra edilir. Bu halde bi­rinci cinayet, yani : Maktulün elini kesmek hâdisesi, hata tarikiyle ol­muş ise bundan dolayı caninin âkilesi üzerine diyet lâzım gelir. Katil­den dolayı da cani hakkında kısas icra edilir. Bilâkis birinci cinayet amd, ikinci cinayet de hata tarikiyle vuku bulmuş ise birincisinden do­layı caninin elinde kısas icra edilir, ikinci cinayet olan katilden dolayı da cani ile âkilesi Üzerine diyet lâzım gelir.

427 - : Bir şahsın bir kimseyi muziha suretiyle cerh ederek mev­tine sebebiyet verdiği iddia edildiği halde ikame edilen şahidler «evet., bu şahıs o kimseyi muziha suretiyle yaralamışdı, fakat badehu şifa bul­du» diye şahadetde bulunsalar şahadetleri kabul olunarak yalnız muzi-hadan dolayı madunennefs kısas ile hükm olunur.

Kezalik : bu hâdisede iki şahidden biri muzihanm iyileşdiğine, di­ğeri de bunun sirayetiyle mevti intaç etdiğine şahadetde bulunsa yalnız muzha hakkındaki şahadetleri makbul olur. Çünkü yalnız bu hususda ittifak etmiş bulunurlar.

428 - : Badelcerh mevt beyyinesi, badel'bür'  mevt beyyinesinden evlâdır.

Binaenaleyh vefat eden bir mecruhun velîsi, onun cerhi müteakib daha iyi olmadan vefat etdiğini, carih de onun tam şifa buldukdan son­ra vefat eylediğini bil'iddia beyyine ikame edecek olsa velînin beyyinesi tercih olunur. Tenvir.

429 - : Bir maktulün varisleri; biri hâzır, diğeri gaib bulunan iki şahıs hakkında amden kati dâvasında bulunarak beyyine    ikame edecek olsalar bu beyyine yalnız hâzır hakkında muteber olub, onun hakkında kısas ile hükm edilebilir. Gaibin gelmesine intizar lâzım gelmez. Fakat bilâhare gaib zuhur edince onun muvacehesinde de yeniden beyyine ika­ma edilmesine lüzum görülür. Hindiyye.

430 - : Bir maktulün  varislerinden   biri,   meselâ:   iki   oğlundan birisi hâzır, diğeri gaib olmakla hâzır olan varis,  bir şahıs     aleyhine amden katil olduğuna dair beyyine ikame etse,  bu beyyine dinlenerek o şahıs habs edilir. Fakat hakkında kısas icra edilemez. Bilâhare gaib olan varis gelir de yeniden beyyine ikame ederse o  zaman kısas icra edilir.

Bu, îmamı Azama göredir. îmameyne göre yeniden beyyine ikame­sine lüzum görülmez. Nitekim bu ihtilâfın sebebi, evvelce beyan olun-muşdur.

Bu katil hâdisesinin hata suretiyle vukuu iddia ve beyyine ile is­bat edilmiş olduğu takdirde ise diyet ile hükm edilir. Gaib olar. varisin avdeti halinde tekrar beyyine ikamesine bilittifak lüzum kalmaz. Çün­kü bu hususda matlûp olan, maldır. Bir müteveffanın medyunu zimme­tindeki alacağını isbat içinse varislerinden herhangi birinin ikame ede­ceği beyyine kifayet eder.

431 - : Bir  maktulün  meselâ  Kardeşi,  yegâne  varisi ve velîsi olmak iddiasiyle âmid olan katili kısas etdirmek istediğinde katil, mak­tulün başka diyarda oğlu olub velayeti kısasın ona aid olduğunu iddia etse katilin beyyinesi tercih olunur. Çünkü kardasın iddiası, zahir, ka­tilin iddiası ise hilafı zahirdir. Beyyineler ise hilafı zahiri isbat içindir. Behce, ŞerhüTmecami.

432 - : Hataen kati iddiasında bulunan bir veliyyi  katîl, bulun­duğu beldede şahidleri mevcud olduğundan bahisle müttehemden  kefil hâkim   mütfmdpn iif. piin müddetle kefil isteve-

bilir. Fakat veliyyi katil, şahidlerinin gaib olduklarını ifade etdiği tak­dirde müttehemden kefil istenemez.

Kezalik : amden katil iddiasında bulunulduğu takdirde de ne bey­yine ikamesinden evvel, ne de sonra müttehemden kefil alınamaz. Şu kadar var ki, veliyyi katil, beyyine ikame edilinceye kadar ıtıüttehemin bir tarafa savuşmasına meydan vermemek üzere kendisini takib edebilir

433 - : Bir katil hâdisesi  hakkında beyyine ikame edilince  meş­hudun aJeyh, şahidlerin tezkiyeleri icra edilinceye kadar   zecren habs edilir.

Böyle bir hâdise hakkında yalnız âdil bir şahid, şahadetde bulun­duğu takdirde de diğer bir şahid ikamesine kadar müttehem, birkaç gün habs edilir. İkinci bir şahid ikame edilmediği suretde ise müttehemin sebili tahliye edilir.

434  - : Kısası icab eden bir katle şahadet eden iki şahidden her biri, kısas icra edildikten sonra şahadetinden rücu etse kısasen kati edi­len şahsın diyetini, nısfiyet üzere zaminolurlar, kendi haklarında kısas icra ediimez. Çünkü onlar katle mübaşeret etmemişlerdir ve bu husus­da mücbir bir vaziyette de bulunmamışlardır. Kudurî.

435 - : Hataen kati edildiğine şahadet edilerek diyeti istifa olu­nan bir kimsenin bilâhare berhayat olduğunu tebeyyün etse verilen di­yet; velîsine de, şahidlere de berhayat olduğu tebeyyün etse verilen di­yet; velîsine de, şahidlere de tazmin etdirilebilir. Şahidlere tazmin et­tirildiği takdirde onlar da velîye rücü edebilirler.

Kezalik : amden kati edildiğine dair şahadet edilen kimse, mütte­hem hakkında kısaa icra edildikden sonra berhayat olarak zuhur etse müttehemin varisleri, onun diyetini hem o kimsenin velîsine, hem de şahidlere tazmin etdirebilirler. Fakat şahidlere tazmin etdirilince şah id­ler, îmamı Azama göre velîye rücu edemezler. îmameyne göre ise rücu edebilirler.

436  - : Kısas dâvalarında vekâlet, caizdir.

Binaenaleyh nefs hakkında vukubulan bir cinayet dâvasında gerek müddet, ve gerek müddeaaleyh canibinden vekil tayin edilebilir. Buna «velâket fiddem» denir. Şu kadar var ki, kısası istifa için vekil olan kimse, müvekkili hazır bulunmadıkça kısası icra edemez. Çünkü müvek­kilin caniyi af etmesi de melhuzdur. Vekâlet mebhasine de müracaat!

437  - : Kısas d a tahkim caiz değildir.

Binaenaleyh kısas dâvalarında iki taraf, nzalariyle bir veya müte­addit kimseyi hakem nasb ve tayin edemezler. Buna «tahkim fılkısas» denir.. Bu hususda hakemlerin velayetleri noksandır, kan hususunda ise velayetleri yokdur. Bunların vaziyetleri şübheden hal» değildir, gübhe ise kısasa münafidir. Kısasa veliyyül'emr tarafından mansub bir hâki­min hükm etmesi lâzımdır. Bedayî, Kudurî.

438 - : Hududi ilâhiyyede olduğu gibi kısâsda da imzai kaza, te-tümmei kazadandır. îmza ikaza ise verilmiş olan bir hükmü, istifadan, bilfi'l infaz ve icradan ibaretdir.

Binaenaleyh kısas hakkındaki bir hüküm, bu hükmü veren hâkim tarafından infaz ve icra edilmedikçe natamam, gayri vaki mesabesin­dedir. Bu halde bir katilin kısasına hükm eden hâkim, kabîel'imza azl edilse veya vefat etse lâhik hâkim, yeniden muhakeme icra, beyyine is-tima etmedikçe sabık hükmü infaz edemez.

Kezalik : Katli amde şahadet eden kimseler, badel'hükm, kablel'-imza şahadetlerinden rücu etseler veya kendilerine âma, cünun gibi şa­hadetlerine mani olacak bir hal arız olsa verilmiş olan hüküm, icra edilemez, belki yeniden muhakeme icrasına, yeniden beyyine ikamesiyle hüküm verilmesine ihtiyaç görülür.

Deniliyor ki : Hudud gibi hukukullahda imzai kaza, tetümmei ka­zadandır, îmza bulunmadıkça kaza tamam olmuş olmaz. Çünkü kaza­dan = hükümden asıl maksad, hak sahibine hakkım ilâm etmekdir, tâ ki bu hakkını istifa etsin. AUah Tealâ Hazretleri ise kimlerde hakkı ol­duğunu zaten bilir, kazaya lüzum yokdur. O halde hukukullardaki kaza­dan maksad, bu hukuku istifa etmek salâhiyetini hâkime tefviz etmek­dir. Hâkim ise bunu istifa etmeden azl edilince veya vefat edince artık kazası istihkâm etmemiş olur, yeniden bir kazaya ihtiyaç görülür.

Kısasa gelince vakıa bu, hukukr ibaddandır. Bu cihetle bunda imzai kaza, tetümmei kazadan sayılmayabilir. Nitekim bazı fukaha buna kail­dir. Fakat ekseri fukahaya göre kısas, her ne kadar hakkı ibad ise de bu, bir ukubetdir. Bunda itina vecibedendir. Bu da hudud gibi yalnız rica­lin şahadetleriyle sabit olur, bu da hudud gibi şübühat ile sukut eder. Bunun istifasında da tevkil caiz görülemez. Binâenaleyh kısas hususun­da da imzai kaza = hükmü vakıı istifa, tamamı kazadan madud bulun-muşdur.

Velhâsıl : nevadirin rivayetine göre kısas hususunda imzai kaza, kazaya mülhak değildir, kazayı mütemmim sayılmaz. Fakat Camii Ke­bîrin rivayetine ve âmmei rivayata nazaran imzai kaza - istifai kısas, kazaya mülhakdır. Hattâ bu huausda badeşşehade, kablel'kaza arız olub kazayı men eden her hâdise, bedelhükm kablel'istifa tahaddüs edince hükme de mani olur. Tahrir şerhi Camiül'kebîr, Zeyieî, İzahül'cinayât.

«(Malikîlere göre de cinayetlerin sübutü hakkında şu gibi mesele­ler vardır  :

(1) : Mal hakkında ve mala müncer olacak bir şey hakkında ol­madıkça şahidlerin en az iki âdi! erkek olması lâzımdır.

Binaenaleyh kısas nefsi mucib. bir kati hakkında kadınların şahaderi muteber değildir.  Hattâ yalnız kendi aralarında tahaddüs eden bir kati hakkında da kendilerinin şahadetleri muteber olmaz.

Kezalik : kıaasdan afüv iddiası, iki âdil erkeğin şah adeti yle sabit olur, bir erkek ile iki kadının gah adeti yle sabit olmaz.

(2) : Diyeti  müstelzim bir cerhden veya hataen    katilden dolayı bir erkek ile iki kadının şahadeti kifayet eder. Böyle bir hadise bir er­keğin veya iki kadının şahadeti ve müddeinin yeminiyle de sabit olur. Çünkü bunların neticesi maldir.

Kezalik : amden yapılan bir cerhden dolayı iktiza eden kısas fil', uzuv, bir erkek ile iki kadının şahadetleri yle veya bir erkek veya iki kadının şahadeti ve müddeinin yemini ile sabit olur. Bu, istihsanen mak­buldür.

(3) : Bir şahsın bir kimseyi cerh etdiği nâs arasında fâş olsa buna sema ile şahadet caiz olur. Yani   : şahidler «biz bunu muayyen kimse­lerden veya ötedenberi sika kimselerden faş bir suretde işitmekde bu-lunmakdayız. Diye şahadette bulunabilirler.

(4) : Bir kimse, kendisine varis olacağı bir şahsın birisini amden kati etdiğine şahadetde bulunsa şahadeti kabul olunmaz. Çünkü bunda töhmet vardır. O şahsın hakkında kısas icra edileceğinden    terikesine tevarüs için bu şahadetde bulunmuş olması melhuzdur. Meğer ki o şa­hıs fakir olsun.

Hat&en kati hakkındaki şehadeti ise meşhudun aleyh fakir olsun olmasın her halde makbuldür. Zira bunda töhmet yokdur.

(5) : Bir kimse, kendi kardeşim bir şahsın amden cerh etmiş ol­duğuna şahadetde bulunsa meşhur olan kavle göre bu şahadet caiz ol­maz. Fakat diyeti müstelzim bir cerh hakkında şahadeti kabul olunur. Şu kadar var ki, bu kimse, adalet itibariyle akranından  mümtaz bir halde bulunmalıdır.  Çünkü kardeşin kardeş  lehine  olan şehadetindeki töhmet, kuvvetlidir.

(6) : Bir maktulün diyetini ödeyecek olan âkilesinden bazıları, ka­til hâdisesine şahadet eden şahsın fâsik olduğuna şahadetde bulunsalar şahadetleri makbul olmaz. Çünkü bununla kendi nefislerinden diyet ver­mek zararını def etmek istemiş olabilirler.

(7) : Sıbyanın şahadetleri sahih değildir. Ancak toplandıkları bir yerde vücude gelen cerh, kati gibi bir hâdiseden dolayı şahadetleri şe­raiti dairesinde kabul olunabilir : Şöyle ki: hâdise yalnız çocuklar ara­sında vuku bulub içlerinde büyük bir kimse bulunmamalıdır. Şahadet edenler de erkek mümeyyiz, müteaddid, ihtilâfdan beri, meşhudun aleyh hakkında adavetden hâli,  meşhudun lehin kariblerinden  gayri  madud bulunmalıdırlar ve şahadetlerinden evvel hâdise mahallinden ayrılmamış olmalıdırlar.  Bunların o hâdise hakkında içlerinden bazıları  aleyhine müctemian şahadetleri makbuldür. Çünkü bu hâdiseye ancak onlar muttali bulunmuş olurlar. Çocuklar; silâh atmak, güreş tutmak gibi, ko­şup durmak gibi talimlerde, idmanlarda yalnız başlarına bulunurlar. Ar­tık bazılarının bazıları hakkında şahadetleri kabul olunmazsa kanlarının heder olmasınamüeddî olur. Onların böyle toplu bir halde şahadetleri ise o hâdise hakkında kanaatbahş olacak bir beyyine mesabesinde bu­lunur.

Artık bu çocukların bu şahadetleriyle kısas değil, diyet sabit olur. Bu şahadetle beraber kesame cihetine gidilmez. Zira kesame kısas için yapılır.

Diğer eimme, çocukların bu şahadetine  kail değildirler.

(8) : Sahidler daha hüküm verilmeden  «vehm etmişiz» diye şaha­detlerinden rücu etseler, şahadetleri sakıt olur. Badelhükm rücu etseler bu hüküm nakz edilemez, ister mala ve ister nefse dair olsun. Binaena­leyh bu şahadete binaen kısas icra edilmiş olursa sahidler, hakkında kı­sas yapılan şahsın diyetini kendi mallarından öderler.

Eşbehe göre yalan yere amden katle şahadet etmiş oldukları tak­dirde haklarında kısas icra., edilir. Çünkü onlar meşhudun aleyh olan şahsı bir şübheye müstenid olmaksızın öldürmüş gibi olurlar.

(9) : Sahidler, bir şahsın katil olduğuna şahadet edib badelhükm daha kısas icra edilmeden maktul olduğu iddia edilen kimsenin berha-yat olduğu sabit olsa hükmi vaki, nakz edilir. Kısas icra edildikden son­ra sabit olsa bu şahidlerden, kısasen öldürülen şahsın diyeti alınır, bu­nunla beraber bu şahidler, te'dib için müteellim olacak veçhile cezalan­dırılır ve uzun bir müddet habs edilirler.

(10) : Veliyyi katil, şahidlerin yalancı  veya     şahadete  gayri ehil olduğunu bildiği halde bunların şahadetlerine binaen bir şahıs hakkın­da amden kısas icra etmiş olsa kendi hakkında da kısas lâzım gelir.

Kezalik : şahidlerin yalancı olduğunu bildiği halde bunların şaha­detleriyle kısasa zulmen hükm etmiş olan hâkim hakkında da kısas icab eder, velev ki, kısasa bizzat mübaşeret etmiş olmasın.

Şahidlerin bu halini hem veliyyi katil, hem de hâkim bilmiş olsa ikisinin hakkında da kısas lâzım gelir. Kısası bilf'il icra eden cellâda bir şey lâzım gelmez. Çünkü o bu hususda şer'i şerifin bir memurudur. Muhtasarı Ebiz'ziya, Şerhi Muhammedirhırşî, Haşiyei Aliyyil'advî.)

(Şafiiîere göre de diyeti müstelzim bir cinayet, iki erkeğin şahâ-detiyle sabit olabileceği gibi bir erkeğin şahadetine inzimam edecek olan müddeinin bir veya müteaddidi yemini ile de sabit olur. Ve müddei­nin vekili, müddeî - veliyyi katil hazır bulunmasa da gıyabında kısası icra edebilir.

imam Şafiîye göre şahidler, amden katle şahadetde bulunub da kisas icra edildikten sonra şahadetlerinden rücu etseler bakılır: Eğer amden şahadetde bulunmuş olduklarım söylerlerse haklanndakısas lâ­zım gelir. Bu şahadetleriyle katil hakkında kısas lâzım geleceğini bil­mediklerini söylerlerse tazir olunurlar ve kendilerinden diyet aünır. Hata ettik dedikleri takdirde de üzerlerine diyet lâzım* gelir. Muhtasarı Müzem.)

(Hanbelî fukahasma göre de iki şahidden biri, bir şahsın bir kim­seyi amden kati etdiğine, diğeri de o şahsın o kimseyi kati etmiş oldu­ğunu ikrar eylediğine şahadetde bulunsa kati sabit olur. Çünkü kati hususunda şahidler müttefikdirler.

Şahidler, katlin vukuuna şahadet etmekle beraber vaktinde veya mekânında veya âletinde ihtilâf etseler şahadetleri makbul olmaz. Çün­kü şahidlerden her biri diğerim tekzib etmiş, tearuz vukua gelmiş ola­cağından beyyine tekemmül etmemiş bulunur. Keşşafül'kma.) [45]

 

Çenenin Mahîyetf,  Nevileri Ve Hakları  

 

439 - : Cenîn, henüz validesinin rahminde bulunan çocuk demek-dir. Cem'i «ecinne» dir.

Ceninler, analarının rahminde canlanmış olub olmamaları itibariy­le «zî hayat cenîn», «gayri zî hayat cenîn» nevilerine ayrılırlar.

Ceninler, yaradılışlarının muhtelif safhalarına göre dört nev'e ay­rılır. Şöyleki : yaradılışı tebeyyün etmiş, âzası belirmiş olan bir cenine «müstebinül'hilka cenîn» denir. Âzası henüz belirmemiş olan bir cenine de «gayri müstebinühüka cenîn» denilir ki bu, alâka - kan parçası me­sabesindedir.

Âzası tamamiyle teşekkül etmiş olan cenine «tammülhilka cenîn» denildiği gibi âzası kısmen teşekkül etmiş olan cenine de «gayrü tam-mül'hilka cenîn» denilir.

Başı, tırnaklan, tüyleri belli olan bir cenîn, tammül'hılka hükmün­dedir.

440 - : Cenîn,  hakkı  hayata mâlikdir.  Cenîn hakkında  veraset, vasiyet gibi bazı hükümler cereyan, eder. Ceninin hayatına tecavüz, bir cinayet  sayılır.

Cenîn, nüfusı umumiyeyi tezyide ve binnetice millî mevcudiyeti idameye hadim, faideli bir ferd demekdir. Bir cenîn, mensub olduğu aile için âtiyen bir şeref ve şan vesilesi olabilir. Bir cenin, büyük, fıtrî bir istidada mâlik olarak âtiyen içinde bulunacağı cemiyetin itilâsına hizmet edebilir. Binaenaleyh cenîn halinde bulunan masum mahlûkatın güzelce muhafazasına çalışmak şahsî ve içtimaî bir vazifedir.

441 - : Müslümanlık, nüfusı islâmiyyerün artmasına büyük   bir kıymet vermişdir. Bir hadisi şerifde «kadınlarınızın hayırlısı velûd olan­larıdır» diye buyurulmuşdur. Bir kadının, bir erkeğin içtimaî kıymeti vücude getirdikleri çocukların çokluğiyle artar. Mensub olduğu içtimaî heyetin kuvvet ve satvetini arttırmaya hizmet eden böyle bir erkek, böyle bir kadın, hayırlı, hürmete lâyık bir şahsiyet sayılır.

Bir kimse,  müteaddid evlâda  muvaffak  olmasrfnı kendi     hakkında

bir nimeti ilâhiyye telâkki etmelidir. Bir hadisi şerifde evlâdın kokusu, cennetin kokusundandır»     buyurul-duğu gibi diğer bir hadisi nebevide de buyurulmuşdur.  Yani hayırlı  evlâd,  dünyada nurdur,  ahretde  sürür­dür, ebeveynin saadeti âsanndandır.

442 - : Terbiyeli bir suretde yetiştirilen evlâdın kıymeti pek bü­yük dür. Hele müteaddid kız evlâdına nail bulunan bir müslüman, âdeti cahüiyyeye muhalefet için daha ziyade sevinç izhar etmelidir.  âyeti celîlesi mantukunca Hallâkı kerîm hazretleri dilediğine kız evlâdı, dilediğine de erkek evlâdı ihsan buyu­rur. Her ikisi de mevahıbi sübhaniyyedendir. Binaenaleyh insan, bu gibi mevahibi ilâhiyyeye nailiyetinden dolayı pek mahzuz ve müteşekkir ol­malıdır ki, hakkında avatıfı rabbaniyye tevali etsin;

443 - : Malûmdur ki, akvamı cahiliyyeden bir kısmı, mücerred fakru zaruret korkusiyle ve bu gibi sair bâtıl endişeler saikaaiyle yeni doğan çocukları diri diri topraklara gömerlerdi". Bilâhare islâmiyet gü­neşi tulûa başlayınca insaniyyete, rikkati cinsiyyeye, beşeriyetin rakik ihtisaslarına münafi olan bu çirkin hareket

âyeti celîlesiyle nehy olunmuşdur.

Yani: çocuklarınızı fakr ve zaruret havfiyle öldürmeyiniz. Ben âzimüşşan; onları da, sizi de merzuk kılarım. Şüphe yok ki onları öl­dürmek, pek büyük bir cinayetdir.

Evet., şübhe yok ki, hâliki kâinat hazretleri, razzakı âlemdir. Her hayat sahibini başka bir rızka nail etmişdir. Artık efradı ailenin artma­sı yüzünden esbabı maişetimizin azalacağına nasıl kail olabiliriz? Her' şahıs, kendi nzkiyle dünyaya gelir, kendi rızkını istifa eder, başkaları­nın rızkına müzahim olamaz. Bilâkis çok kere bir nevzadm yünıni ku-dumiyle- aile arasında bir feyz-ü bereket yüz gösterir. İnsan biraz da bu cihetleri düşünmelidir.

444 - : Mücerred maişet darlığı endişesiyle veya herhangi gayri meşru bir maksatla çocuklarını daha dünyaya gelmeden, cenîn halinde iken düşnrüb hayatlarına kasd eden eşhas, çocuklarını diri 'diri mezara defn eden akvamı cahiliyyeyi taklid etmiş olurlar. Belki bu merhamet­siz e§hasın irtikâb etdikleri cinayet, daha feci neticeler verebilir. Çünkü bu suretde hem bir masumun hayatına kasd edilmiş oluyor, hem de onu hâmil bulunan kadının hayatı büyük bir tehlikeye maruz kalıyor.

Filhakika tıbben sabittir ki, çpcuk düşüren bir kadının vücudu her türlü hastalıklara müstaid olur, en ufak bir arızanın tesiriyle en mühlik ve en müzmin illetleri kabule müheyya bulunur ve çok kere bu gibi ka­dınlar ebediyen akamete mahkûm olurlar. Artık dinî hükümlere itaat eden, hayatının kıymetini bilen bir kadın, böyle bir cinayete cüret ede­mez, herkesin olduğu gibi cenînin de haklarına riayetden ayrılamaz, mu­kadderata razı olur durur. [46]

 

Iskatı Ceninin Başıjca Sebebjj3rî Ve Bunun Esasen Btr Cinayet Olduğu ;

 

445 - : Ceninlerin düşmeleri, kasde mukarin olub olmamak iti­bariyle ikiye ayrıbr. Biri, kasde mukarin olmayan düşmelerdir. Hilkati daha tamam olmadan düşen çocuğa «sıkt» denir.

Bir kısım ceninlerin sıhhî, tıbbî hiçbir tedbire müracaat etmeksizin vaktinden evvel düşmeleri, maddî ve manevî bir takım esbab ve avamil tesiriyle vuku bulmaktadır. Maişet esbabının noksanı, sıhhî ted­birlerin fıkdanı,, kadınların hamileri hakkında tekayyüdatda kusur et­meleri, hami esnasında şiddetli heyecanlara maruz kalmaları, havf ve telâş içinde yaşamaları, kendilerini pek ziyade müteessir edecek vaka­ları haber almaları bu cümledendir. Bu hususda asıl en mühim bir se-beb de vardır ki, o da ana ile babadan birinde sarı bir hastalığın müz­min bir illetin ve bilhassa emrazı zühreviyyeden birinin bulunmasıdır. Zührevî marazlar ise alel'ekser fuhşiyatın bir meşum neticesidir.

Filhakika namus ve iffetle kabili telif olmayan bir takım ef al ve harekât yüzünden ne vahîm neticelerin vücude geldiği daima görül­mektedir.. Bir nice havaperest eşhas, hehimî bir zevkin esiri olarak her türlü münasebata cüret gösteriyorlar. Arük fuhşiyat denilen içtimaî musibet, oianca şiddetiyle menhus dairesini tevsi ederek muhitin saf ha­vasını zehirleyip duruyor.

iste bütün bu gibi hareketler çocuk düşürme facialarını arttırmak­tadır. Artık bunun manevî mesuliyetini düşünmelidir.

446 - : Bir kısım ceninlerin düşmeleri ise kasde mukarindir. Bu cihetle bu, alelekser daha büyük bir seyyie, bir cinayet teşkil eder. Bu­na «iskatı cenîn - çocuk düşürme» deniliyor. Natamam düşük düşüren kadına da «muskit» denilir Böyle çocuk düşürmek âdeti olan kadına da «miskat» denilmektedir.

Iskatı cenîn facialarının başlıca sebepleri de hayatî şeraitin noksa­nı, maişet darlığı, iffet ve nezahetle te'lifi kabil olmayan bir kısım ahlâkî seyyielerin irtikâb edilmesi, bir takım kadınların hüsn ve taravet­lerini daima muhafaza etmek emelinde bulunmaları ve çocuğa bakmak külfetinden azade bulunmak arzusu gibi şeylerdir.

Bütün bu seyyielerin tevesaüünde İçtimaî teşkilâtın büyük bir his-aei mesuliyeti vardır. ÂHe reisleri çocuklarına, aile efradına, tedrisat müesseseleri talebeye, kalem sahipleri efradı ahaliye karşı mükellef bu­lundukları terbiye ve tenvir vazifesini güzelce, lâyıkiyle ifaya çalışacak olursa bu gibi seyyielerin hiç olmazsa azalması temin edilmiş olur,

447 - : Çocuk düşürmek hâdiseleri islâm hukuki cezaiyesince esa­sen birer cinâyetdir. Bunu - bir müsaadei şer'iyyeye müstenid olmak­sızın - irtikâb edenler, cani sayılır. Çünkü cenin, bir insan demekdir. Cenîn. zî hayat ise bunu amden düşürmek, bir insanı öldürmek demek-dir. Cenîn, henüz zî hayat değike onu düşürmek, bir masumu hayata mazhar  olmakdan  malınım   bırakmak   demekdir.   Bir insanı öldürmek, bir masumu hayata naili yelden mahrum bırakmak ise cinayetden başka değildir.

Iskatı cenîn hâdiseleri; hem ferdî, hem de içtimaî bir cinâyetdir. Bir memleketde nüfusun artması, hem ferdlerin, hem de âmmenin men­faatleri icabatındandır. Iskatı cenîn fazihası ise bu menfaatlere muga­yir, insaniyet duygularına münafidir.

Maişet endişesiyle bu seyyieye cüret edenler, âtıl, hakka tevekkül­den mahrum, güzel bir dinî terbiyeden bînasib kimseler demekdir.

Fuhşiyat yüzünden bu feciaya cüret edenlerde içtimaî hayatı zehir­leyen mikroplardan daha muzir, daha ziyade tenkile müstahik kimse­lerdir.

Mücerred gençlik çağının kendilerine vermiş olduğu güzelliği, tara­veti muhafaza arzusiyle bu cinayeti irtikâb edenler de canavar tabiatlı insanlar demekdir. Acaba böyle taş yürekli bir valide, doğurduğu yav­rusunu diri diri yiyen bir canavardan daha aşağı bir mahiyette değil midir?. Eğer böyle bir kadının son derece çirkin olan siyreti harice aks edecek olsa artık onun suretindeki hüsnü letafetin ne kıymeti kalır.

Ya kendi lâtif cinsine hâs olan vazifeleri ifadan kaçınıb da çocuk beslemeği külfet sayan, mücerred eğlence yerlerinde, sefahet sahaların­da vakit geçirmek için çocuk anası olmak şerefini, bir külfet, bir. nık-met sayıb duran bir kadının içtimaî hey'et arasında ne mevkii olabilir?.

Artık vücudüne sebebiyet verdiği bir masumu, bir özrü meşrua müstenid olmaksızın İskata cüret, eden bir kimse, kendisini bir cani. kasveti kalbe mâlik bir şaki olmak üzere tanımalıdır.

448 - : Iskatı   cenîn  bir zarurete   istinad  etmedikçe bir   cinâyet­dir. Bunu irtikâb edenler, ta'zir cezasına müstahik olacakları gibi aşa­ğıda yazılı olduğu veçhile gurre namiyle tazminat itasiyle de mahkûm olurlar.              

Şu kadar var ki, muhakkak bir özür dolayısiyle bazı ceninleri dü­şürmek, cinayet sayımlayacağı cihetle maddî ve manevî mesuliyeti müs-telzim olmaz.

Şöyle kî: henüz âzası belirmemiş, olan bir cenîn, validesinin haya­tına tesir edecek sıhhî bir sebebden dolayı tıbbî bir tedkik ve .müşavere neticesinde düşürülebilir.

Kezalik: bir kadııy, çucuğuna süt vermekte iken gebe kalmakla sü-dü kesilmeğe bağladığı ve çocuk için süt anne tedarüküne de servetleri nıüsaid bulunmamakla çocuğun helakinden korkulduğu takdirde henüz bir uzvu teşekkül etmeden hamli düşürmek caizdir. Çünkü böyle bir hami, henüz bir insan olarak teşekkül etmeyib muzga - et parçası ve­ya alaka = câmid kan, kan pıhtısı hükmünde bulunur. Çocuk ise tam bir insandır. Binaenaleyh bunu siyanet için o hamli düşürmekde mah­zur  yokdur.

Maahaza bu düşürmek için hamlin nihayet yüz yirmi günlük olma­sı lâzımdır. Bundan sonra hamli ıskat etmek caiz görülmemekdedir. Çünkü âzası kısmen beliren bir cenin, tamamen müstebîn hükmündedir. Böyle bir cenini iskat ise kati ite beraberdir. Binaenaleyh bir kadın hil­kati, sureti insaniyyesi tamamen veya kısmen tebarüz eden bir cenîni düşürüb de kendi fi'liyle onun ölmesine sebebiyet verse âdeta bir ka­til gibi ma'siyet irtikâb etmiş bulunur. Nitekim Reddül'muhtarda: diye   yazılıdır.

449 - : Validesinin rahminde makûs - arzani bir vaziyet alıb da

ölü bulunan bir cenîn, validesinin hayatından korkulduğu takdirde par­ça parça edilerek çıkarılabilir. Fakat bu halde zîhayat olan bir ceninin parçalanarak   çıkarılması   caiz   görülmemektedir.   Çünkü  muhterem   bir nefsi kurtarmak için teaddîsi olmayan diğer muhterem bir nefsi öldür­mek bâtıldır.

Canli bir cenîn ise vefat eden validesinin karm -usulü dairesinde- yarılmak suretiyle  dışarıya çıkarılır.

450 - : Bir kadın,  mücerred bedenini  ıslah,  sıhhatini  temin içiı:

ilâç- içer veya her nasılsa karnına vurur da bunun tesiriyle hâmil bulun-duğu çocuk, gerek diri ve gerek ölü olarak düşerse bundan dolayı ken­disine bir ceza terettüb etmez, bu çocuğa varis de olabilir.  

Fakat yukarıda beyan olunduğu veçhile bir zaruret bulunmak sızır mücerred çocuğu düşürmek için kasden ilâç içmek vesaire caiz değildir

Kütübi fıkhiyyemizde demliyor ki: nutfe, rahmi madere vâsıl ol-dukdan sonra henüz ruh nefh olunacak kadar bir müddet mürur etme­se bile bunu iskat etmek caiz olmaz. Çünkü nutfe rahme vâsıl oldukdar sonra hiçbir kimsenin sununa muhtaç olmaksızın nefhi ruh ile hayal bulmaya başlayacağı cihetle zi hayat mesabesinde sayılır. Binaenaleyr bunu düşürmek cevaza karın olamaz. Nutfe rahmi mâdere vasıl oldukdan ve nefhi ruh kabil olacak kadar bir müddet geçdikden sonra bunu İskata tevessül etmek ise evla bittarik caiz değildir. Zira bu halde nut-fe, zî hayat itibar olunacağından bunu iskat eden, katil olmuş olur. Kati ise en büyük bir cinayetdir. Muhiti Burhanı, Velvaliciyye, Hindiyye. [47]

 

Iskatı Cenine Müteallik Bazı Hükümler

 

451  - : Yüklü bir  kadın,  doğülmek  veya korkutulmak  sebebiyle iskaü cenînde bulunsa bakılır: eğer cenin, ölü olarak düşerse buna se­bebiyet veren kimse üzerine «gurre» lâzım gelir. Zî hayat olarak düşer de akıbinde ölürse o kimse üzerine bir diyeti kâmile lâzım gelir. Fakat henüz hilkati gayri müstebîn bir halde düşerse o kimse üzerine ta'zırden başka bir' şey lazım gelmez. Bu hususda müslim ile zimmî müsavidir.

Gurre ise beş yüz dirhem gümüşden ibaretdir. Dürer, Kudurî.

452 - : Verilmesi icab eden bir gurreyi, ceninin düşmesine sebe­biyet veren şahıs, âkilesi mevcut ise onanla beraber, mevcud değilse biz-  zat kendisi bir sene hitamında tediye eder.

Gurre, ceninin varisleri arasında hissei irsiyelerine göre taksim olu­nur   Dürer, , Cevhere.

453  - : Ceninler  müteaddid  olunca,  gurre  de,   diyet  de   müteaddid olur.

meselâ: düşürülen ceninler iki ikiz bulunsa bakılır: eğer ikisi de ölü olarak düşerse cani üzerine iki gurre lâzım gelir. îkisi de diri ola­rak düşüb de akabinde ölürlerse cani üzerine iki tam diyet icab eder. Bunlardan biri ölü, diğeri de diri olarak düşerse cani üzerine bir gur­re ile bir de tam diyet lâzım gelir. Hmdiyye, Dürer.

454 - : Gebe bir kadın, korkutulmak veya başına, arkasına, kar­nına veyahut diğer  bir uzvuna vurulmak  sebebiyle hamlini iskat edib de akıbinde kendisi de bu yüzden ölse bakılır: eğer düşen cenîn, ölü ise cani üzerine bir gurre ile bir tam diyet lâzım gelir, diri olub da akibin-de vefat etmiş ise cani üzerine iki diyet icab eder.

Bilâkis bu yüzden evvelâ kadın, vefat edib de badehu hâmil oldu­ğu cenîn düşse nazar olunur: eğer cenin, zî hayat olarak düşüb de akİ-binde ölse cani üzerine iki diyetikâmile lâzım gelir. Çünkü iki hayat sa­hibi insanı öldürmüş olur. Fakat cenîn, ölü olarak düşerse bundan do­layı gurre ve keîfaret lâzım gelmez. Yalnız o kadından dolayı cani üzeri­ne bir diyet ile bir keffaret lâzım gelir. Zira bu takdirde cenin, validesine tabidir. Ceninin hayatı, teneffüsü, anasm;n hayatiyle, teneffüsiyle ka­imdir. Ve ceninin böyle ölü olarak düşmesi, vaki olan darbdan mı, yok­sa anasının vefatından mı neşet etdiği malûm değildir. Dürer, Gurer, Bedayi.

455 - : Müstebînülhılka  olmayan  ceninlerin düşürülme sinden  do­layı ta'zir lâzım gelirse de gurre lâzım gelmez. Çünkü bu, hakikati halde bir cenîn değil, bir müzgadan ibaretdir. Şu kadar var ki, duracak ol­saydı bunun bir insan olarak teşekkül edeceği sikatdan olan kabilelerin şahadetleriyle sabit olursa cani hakkında «hükümeti adilâzım gelir. Tahtavî.

456 - : Bir kadın, zevcinin izni olmaksızın ilâç içmek veya kendi­nin karnına vurmak veya ağır bir şey yüklenmek gibi bir suretle hâmil bulunduğu cenini kasderi iskat edecek olsa bakılır: eğer cenin, ölü olarak düşerse bu kadın üzerine gurre lâzım gelir. Ve eğer diri olarak düşüb de âkîbinde ölecek olursa tam diyet icab eder.

Fakat kocasının izniyle Ölü bir cenîn düşürmüş olduğu takdirde kendisine böyle bir zaman lâzım gelmez. Şu kadar var ki, tâ'zîre müsta-hik olurlar. Amma diri bir cenîn düşürecek olsa üzerine diyet de, kef­faret de lâzım gelir. Velev ki zevci izin vermiş olsun. Çünkü diri bir nefs hakkında cinayet tahakkuk etmiş olur, bunda ibahe carî olmaz.

DÖğmek veya korkutmak "gibi bir suretle zevcesinin çocuğunu dü­şürmesine sebebiyet veren bir zevç hakkında da düşen çocuğun ölü oiub olmadığına nazaran ya gurre veya diyet lâzım gelir. Hindiyye, Dürer, Reddi Muhtar.

451 - : Gurre hususunda ceninin erkek olmasiyle dişi olması ara­sında fark yokdur. Fakat diyet hususunda fark vardır. Şöyle ki: Cenin, diri olarak düşüb de akibinde vefat edince bakılır: eğer erkek ise cani hakkında tam erkek diyeti ve eğer dişi ise tam dişi diyeti lâzım geiir. Bedayi, Hindiyye.

458 - : îskatı cenine sebebiyet veren şahıa,  ceninin babası veya anası veya sair vârislerinden biri olduğu takdirde mirasından mahrum kalır, gurreden veya diyetden hisse alamaz. Ve cenîn din olarak düş­müş ise bu şahıs hakkında keffaret de lâzım gelir. Çünkü bu şahıs, hak­sız yere bir katili mübaşir mesabesindedir, ölü olarak düşürülen bir ce­ninden dolayı keffaret ise mendubdur. Bedayi, Tenvir.

459 - : Yukarıdaki  meseleler,  ceninin  hür  olduğuna  göredir. Is­kat edilen cenin, rakik olduğu takdirde ise bakılır: eğer diri olarak dü-güb de akibinde ölecek olursa tam kıymetini meviâsına cani zamin olur. Fakat ölü olarak düşdüğü takdirde erkek ise kıymetinin yirmide biri­ni, dişi ise kıymetinin onda birini cani zamin olur.

Bu kıymeti tayin için cenin, ayni mahiyetde, ayni renkde zî hayat bir çocuk olarak dünyaya gelmiş fan. edilerek kendisine ehli vukuf ta­rafından bir kıymet takdir olunur.

Maahaza İmam Ebu Yûsüf'den bir rivayete göre de bu iskatdan do­layı ceninin anasına ne kadar noksan arız olmuş ise cani, o niksan mik-daruu zamin olur. Çünkü bu halde eemn, anasına tabi, onun âzasından maduddur. Bedayi, Hindiyye,  Dürer.

460 - : îfikat edilen rakik, zayi olub da kıymetini takdir müm­kün olmadığı ve bu hususda cani ile rakikin mevlâsı arasında tenazu bu­lunduğu suretde söz, caninin olur. Muhit.

461 - : Düşürülen rakik bir ceninden dolayı kıymeti, itibariyle ve­rilmesi lâzım gelen tazminatı yalnız cani, peşin olarak tediye eder, buna âkilesi iştirak etmez. Bedayi.

462 - : Iskatı cenin hususunda kasdin mevcud olub olmaması mü­savidir.

Binaenaleyh gerek amden ve gerek bir hata neticesi olarak ceni­nin düşmesine sebebiyet veren kimse üzerin - gurre veya diyet sure­tiyle zaman lâzım gelir. Bundan yalnız ceninin  anası  müstesnadır.

Onun hakkında kasde mukariıı olmadıkça zaman lâzım gelmez. Haniy-ye  (450)  nci meseleye müracaat!.

463 - : Bir caninin diri olarak düşmüş olması,, sesini yükseltme-siyle, teneffüs etmesiyle, süd emmesiyle veya âzasınm hareket etme­siyle sabit olur. Yalnız bir uzvunun hareket etmiş olması, diri olduğuna isbata kâfi değildir. Çünkü bu hareketin bir ihtilâç neticesi olması ih­timal dahilindedir. Haniyye, Reddi Muhtar.

464 - : Iskatı ceninden dolayı ta'zir, gurre, diyet gibi cezaların terettüb etmesi, bu hususdaki nehyi ger'înin birer müessir müeyyidesi demekdir. Bu suretle bu fedanın azalması temin edilmiş olur, masum şahsiyetler heder olmakdan kurtulur, bilhassa emvale meyyal olan ka­dınların bu veçhile ceza görmeleri, kendilerini çocuk düşürme cinayetine cüretden pek güzel men eder. Elverir ki bu gibi ahkâma lâyıkiyle riayet edilsin.

«(Maiikîlere göre de ceninler hakkında şu gibi hükümler vardır:

(1) : Bir  ceninin düşmesine  sebebiyet veren  kimse,  gerek   ecnebi olsun ve gerek babası veya anası olsun hakkında gurre veya saire lâ­zım gelir. Bu hususda amd ile hata müsavidir.

Meselâ: bir kadın, çocukları düşürecek bir şey içmekle çocuğunu düşürse üzerine gurre lâzım gelir.

(2) : Düşürülen cenin,  henüz   alâka  veya  dem  halinde  bulunmuş olsa da bir hamiden ibaret olduğu malûm olunca cani üzerine ya valide­sinin diyetinin veya cariye olduğuna nazaran kıymetinin onda biri lâ­zım gelir, bunu cani nakden veya muaccelen tediye eder veyahut gurre vermesi icab eder. Maamafih bu gurre, hür olan kadınların ceninlerine mahsusdur. Bu gurre ile bunun kıymetini vermek hususunda cani mu­hayyerdir.

(3) : Gurreden maksad  ya bir köledir veya  yedi  yaşından  aşağı olmamak üzere küçük bir cariyedir. Bunların kıymetleri hurrenin diye­tinin onda birine müsavi bulunur. Şöyle ki: müslim olan bir cenînin gurresi - kıymet itibariyle - altı yüz dirhem gümüşdür. Gayri müslim-lerin gurreleri ise mütefavitdir. Zimmî sayılan bir cenînin gurresi, ba­basının diyetinin yirmide birine, validesinin diyetinin de onda birine mü­savidir.

(4) : Gurreyi yalnız cani kendi malinden verir ve bu gurre Leyse ve Mâlikîlerden bazı fukahaya göre yalnız ceninin validesine verilir. Çün­kü cenîn, validesinin bir cüz'ü mesabesindedir. Binaenaleyh cenin hak­kındaki cinayet,  onun validesine  teveccüh  etmiş,  âdeta onun  bir uzvu hakkında yapılmış sayılır. Fakat diğer zevata göre gurre, ceninin nef­sine bedeldir. Bedeli nefsde ise veraset carî olur.

Müdevvenetül'kübrada yazıldığı üzere imam Mâlikin içtihadı da böyledir.

(5) : Cenîn, validesinden diri olarak ayrılıb hayatı isühlâl avaz vermek suretiyle anlaşıldıkdan sonra ölse cani üzerine diyet lâzım gelir. Şu kadar var ki, bu halde ceninin velîlerine yemin teveccüh eder, bu ce­nînin fi'U cani ile öldüğüne kasem ederler.

Cani bu iskat hususunda muteamnıid bulunsa, meselâ çocuğu dü­şürmek maksadiyle anasının karnına veya arkasına veya başına vurmuş olsa da çocuk diri olarak düşdükten sonra ölse cani üzerine kıssas lâ­zım gelib gelmeyeceğinde hilaf vardır. Racih olan, diyetin lüzumudur.

(6) : Ölü olarak  düşürülen  ceninden dolayı kefaret,   Maliki  fuka-hasınca müstahsendir,  imam Şafiîye göre ihtiyaten vacibdir.

(7) : Rakik  olan bir cenînin     düşürülmesinden  dolayı validesinin yevmi cinayetdeki kıymeti  nazara alınır, cani bu kıymetin onda birini zamin olur. îmam Şafiî ile İmam Ahmede göre de böyledir. Muhtasarı Ebîz'ziya,  Şerhi Ebil'berekât, Bedayi.)

(Şafiîlere göre de iskatı cenîn hakkında şu gibi meseleler vardır:

(1) : Iskat edilen bir cenîn, validesinden ölü olarak ayrılıb düşmüş olunca caninin âkilesi üzerine gurre lâzım gelir. Bu cinayet amden ya­pılmış ise bir kavle göre gurre cani üzerine teveccüh eder. Ceninin varis­lerine verilir. Fakat validesinden ayrılık düşdükten sonra bir zaman bi-lâ elem yaşayacak olsa zaman lâzım gelmez.

Bilâkis validesinden ayrılır ayrılmaz veya bir zaman müteelli-mâne yaşayıb müteakiben vefat etse cani üzerine diyeti nefs lâzım gelir.

Müslim olan bir cenînin gurresi, bir köle veya cariyedir ki, kıymeti altı yüz dirhem gümüşdür, yani tam bîr diyetin yirmide biri­ne muadildir.

(2) : Şafiî fukahasından bir kavle göre müslim ile gayri müsîim cenînin gurresi müsavi ise -de Şafiî mezhebince esah olan diğer bir kavle göre gayri müslim cenînin gurresi, kendi diyeti k.ûmilesiyle mütenasibdir. Bu halde kitabî sayılan bir ceninin gurresi, müslim bir cenine aid gurrenin

üçde  biri ııisbotindedir.  Mecusî  bulunan  bir ceninin gurresi  de  müslim olan bir cenine aid gıırrenin beşde birinin sülüsü nisbetindedir.

(3) : Gebe bir kadın öldürülmekle kendisinden bir cenîn, ölü ola­rak düşse bu cenîn için de gurre lâzım gelir.  Çünkü cani, iki şahsı it-, lâf etmişdir. İmam Ahmede göre de böyledir.

(4) : Bir kimse ayhine ıskatı cenîn dâvası açıldığı takdirde, söz, maalyemîn müddeaaltyhindir. Diğer taraf dâvasını beyyine ile isbat et­meğe muhtaç olur. Şöyle ki: «Bu iskat, müdeaaleyhin cinayeti yüzün­den vuku bulmugdur» diye iddia edildiği takdirde bunun indelinkâr en az iki erkek galüd ile isbat edilmesi ieab eder.

Müddeaaleyh, kendisine isnad edilen cinayeti itiraf etmekle beraber İHkat hâdisesini inkâr etse söz, yine maalyemîn müddeaaleyhin olur, di­ğer taraf için iskat vukunu beyyine ile isbat lâzım gelir. Şu kadar var ki, bu takdirde kadınların şahadetleri kabul olunur. Zira iskat, bir nevi velâdetdir.  Velâdet hususunda ise kadınların  şahadetleri  muteberdir.

(5) : Kendisine cinayet ve ıskatı cenîn isnad edilen şahıs, hem ci­nayeti  hem de  iskat.  vukuunu itiraf etmekle  beraber bu ıskatın kendi canibinden neşet fltmiş olduğunu inkar etse bakılır:  eğer iskat,  cinaye­ti müteakib veya bu emayetden münbais elemin bekası zannı galib ile rnütesavver bir müddeti müteakib vuku bulmuş ise söz, maalyemîn müd-deinin olur. Çünkü zahiri hal, kendi iddiasını müeyyiddir. Ve illâ müd­deaaleyh, yeminiyle tasdik olunur: Meğer ki müddei, bu cinayetden mii-tehassil teellüm neticesinde ceninin sukut etmiş olduğunu beyyine ile is­bat etsin. Şu kadar var ki, bu hususda da şahidlerin en az iki erkek ol­ması icab eder.

(6) :  Müddeaaleyh; hem cinayeti, hem de bu cinayet yüzünden is­kat vukunu itiraf edib de. ceninin ölü olarak düşdüğünü, diğer taraf da bunun diri olarak düşüb akibinde vefat eylediğini iddia edecek olsa söz, maalyemîn müddeaaleyhin olur, diğer taraf için kendi iddiasını beyyine ile isbat etmek lâzım gelir. Bu hususda kadınların şahadetleri de mak­buldür. Her iki taraf da beyyine ikame edecek olsa hayat beyyinesi ter­cih olunur.

Bu dâva meseleleri, Hanbelî fıkhınca da hemen hemen böyledir. Ma-haza Hanbelî fukahasına göre ceninin sukut etmesi, istihlâli = sesini yükseltmesi, müteellim olarak bekası veya validesinin müteellim olarak kalması hususlarında bir âdil kadının sözü de makbuldür. Zira bu gibi hususlara erkekler çok kere muttali olamazlar. 'Elmu Tuh f e tül' muh­taç, Haşiyei Şirvanî.)

(Hanbelîlere göre de iskat edilen ceninler hakkında şu gibi hüküm­ler vardır:

(1) : Gerek amden ve gerek hataen düşürülen ceninden dolayı gur-

re veya diyet lâzım gelir. Şöyle ki: hür, müslim olub meyyiten düşürü­len bir cenînin diyeti, bir gurredir, yani: bir köle veya cariyedir ki kıy­meti o ceninin validesine aid diyeti kâmilenin onda birine müsavidir.

Diri olarak düşürülen böyle bir ceninden dolayı da tam bir diyet verilmesi icab eder. Maahaza diri olarak düşen bir ceninden dolayı di­yet verilmesi, için bu cenînin âdete -nazaran yaşayabilecek bir kabiliyet-de bulunması lâzımdır ki, bu da en az altı aylık olmasiyle. kabildir, bun­dan dûn müddetli bir cenîn, meyyit hükmündedir'.

Ebeveyni kitabî olan bir cenînin gurresi de bir müslim cenînin gur-resinin yarısı nisbetindedir. Diğer bir tabir ile anasına aid diyetin onda birine muadil bir kıymetdedir.

Mecusî sayılan bir ceninin gurresi de kırk dirhemdir. Yani: valide­sinin diyeti kâmilesinin onda biri mikdandır.

Gebe bir kadm, rayihasından müteezzî olacağı malûm bir taam yanında tevkif edilmekle hamlini düşürecen olsa buna sebep olan kimse üzerine meyyiten sukut halinde gurre, hayyen sukut halinde de diyeti kâmile lâzım gelir.

(2) : Gurre hususunda cenînin erkek olmasiyle dişi olması arasın­da fark yokdur. Diri olarak iskat edilen cenîn, rakik olduğu takdirde cani üzerine kıymeti lâzım geür. Çünkü kölenin kıymeti, hür hakkındaki diyet menzilesindedir. Elmuğnî, Neylürmeârib.)

(Zahirîlere göre de iskatı cenîn hakkında şu gibi meseleler vardır:

(1) : Bir kadın, hamlini iskat etse bakılır: eğer cenine henüz ruh nefh edilmemiş ise bu kadın üzerine gurre lâzım gelir. Ruh nefh edil­miş,  kadın da onu Öldürmek  kasdinde bulunmamış  ise âkilesi üzerine gurre lâzım gelir. Fakat öldürmek  kasd etmiş ise kendi hakkında ka-T/ed veya malinden müfadat icab eder.

(2) : Bir kimse, yüklü bir kadını döğmekle bir «enin düşürse ba­kılır: eğer bu cenin, daha dört aylık olmadan düşmüş ise o kimse üze­rine gurre vacib olur, keffaret lâzım gelmez. Çünkü bu takdirde bir ha­yat sahibini Öldürmemişdir ki, keffaret lâzım gelsin. Fakat tam dört ay­lık oldukdan sonra düşmüş, hareketde bulunması yakinen bilinmiş, bu­na dört âdil kabile de şahadetde  bulunmuş olursa bundan dolayı hem gurre, hem de keffaret vacib olur.

Bir cenîne yüz yirmi geceden sonra ruh nefh edileceği bir hadisi şerif ile beyan buyurulmuşdur. O halde bu cenîn, zî hayatdır. Ölmüş olarak düşünce diyeti gurredir. Kati edilmiş olacağından dolayı da ca­niye keffaret lâzım gelir.

(3) : Hamli  tebeyyün etmiş  olan bir kadın,  öldürülse  karnındaki ceninden dolayı cani üzerine gurre lâzım gelir. Bu cenîn ölü olarak hari­ce atılmış olsun olmasın müsavidir. Çünkü bu, öldürülmüş bir cenindir.

Resuli Ekrem Efendimiz, ceninden dolayı gurre ile, yani: bir köle veya cariye verilmesiyle emr etmiş, onun harice ilka dilib edilmemeaini be­yan buyurmamışdır.

Fakat İmam Mâlike-göre bu eenîn, harice atılmış} olmadıkça gurre lâzım gelmez. Zira o halde anasından bir cüz' sayıhb ayrıca bir varlık sahibi  sayılmaz.

(4) : Bir kadının karnındaki  müteaddid ceninler düşürülecek olsa her cenin için bir gurre verilmesi icab eder. Bu ceninler -bâdcâsükut öl-seier her birinden dolayı bir diyet ile bir keffaret lâzım gelir.

(5) : Iskat edilen  ceninin yüz  yirmi   geceyi   tecavüz etmiş olduğu teayyün ederse verilecek guıre, bütün vârislerine mevrus ulur. Bu müd­deti  tecavüz etdiği  müteayyen  bulunmazsa gurre  yalnız   validesine   aid bulunur. Çünkü cenin bu halde zîlıayat olmayacağından bir maktul me­sabesinde değildir, belki,  sudan, alâkadan veya et ile  kemikden ibaret olub validesinin bir cüz'ü mesabesindedir-, Eİ'muhallâJ[48]

 

Kasamenin  Ve Levsin   Mahiyktlkut 

 

465 - : Katili meçhul olan ve üzerinde katil eseri bulunan bir ka­tilin bulunduğu' mahal ahalisinden elli kimsenin vechi mahsus üzere ye­min etmelerine kasame denir.  Şöyle ki:

Bir mahallede veya bir karyede veya bir şahsın mülkünde veya meskeninde yahut bir karye veya beldeye ses işitilecek derecede yakın olub kimsnin mülkünde bulunmayan hali bir yerde bir katil bulunduğu ve kendisinde - doğülme gibi, gözlerinden kan fışkırması gibi - kati edildiğine delâlet eden bir e»er görüldüğü halde katili bilinmese, katilin velîleri ise o mahal sahibinin veya ahalisinin inkârlarına rağmen onla­rın kati etmiş olduklarım bilâ beyyıue dâva ve yemin etmelerini taleb eylese bunlardan evliyai katilin irıtihab edecekleri elli erkeğe hâkim ta­rafından yemîn tevcih edilir. Onlardan her biri de «billahi onu ben öl­dürmedim ve Öldüreni de bilmiyorum» diye namı akdesi ilâhîye kasem eder.

Şayed kendisine böyle yemîn tevcih edilenlerden biri, katilin kim ol­duğunu biliyorsa o halde «billahi onu ben Öldürmedim, ve fülândan, baş­ka öldüreni de bilmiyorum* diye yemîn eder. Bedayî, Mecmaüi'enhür.

466 - : Kasame suretiyle yemîn edeceklerin adedi elliye baliğ ol­madığı takdirde kendilerine elliye kadar yemîn tekrar tevcih edilir.

Meselâ: bunlar, kırk dokuz kimse olsalar bunlardan İhtiyar edile­cek birine bir yemîn daha tevcih edilir. Kaaame de udod, mensus oldu­ğundan bu, ihlâl edilerm z. Bedayî, Hindiyye.

467 - : Kasame icra edilince o mahalle veya karye ahalisinin mü­kellef erkekleri veya o mülkün mâliki ve sakinleri üzerine müsavat üzere diyet ile hükm olunur. Bu hususda bunların zenginleriyle fakirleri arasında fark yokdur. Bu veçhile icab eden diyetler, üç. senede tesviye edilir. Bu diyetleri vermeğe - mevcut ise - âkileler de iştirak eder, mevcut değilse bunları yalnız mahalle veya karye ahalisi veya mülk ve mesken sahipleri öderler. Bu halde kati cinayeti amden işlenilmiş olsa da kısaa cihetine gidilemez. Bedayî, Dürri Muhtar.

468 - : Kasamenin tarifinden de. anlaşıldığı üzere kasame yapı­labilmesi için ölü olarak bulunan şahsın maktuliyetine delâlet edecek bir eserin, bir karinenin bulunması lâzımdır. Bunlara fıkıh ıstılâhınca «levs» denir. Şöyle ki:

(Levs) lâfzı, lûgatde alâmet, adavet, ceriha, kuvvet, şer, iltica, betaetle hareket, bir şeyin bulunması, bir şeyin fena bir şey ile bulaştı­rılması gibi mânâları ifade eder. Telvis tabiri, bu maddedendir, Lisanı­mızda bazı gayri ahlâkî şeylere  «levsiyat»  denildiği malûmdur.

istilanda ise levs, birisini kati etmekle müttehem olan şahısda ka­tillik nişanesi ve yahut katil ile aralarında zahir bir düşmanlık bulun­ması gibi alâmetlerden, karinelerden ibaretdir.

469 - : Levse gayri kâmil, zaif beyyine de denir. Bu hal, müd-deinin sidkına delâlet eden, hâkim için galebei zan vücude getiren, vaki olan iddianın sıhhatini müeyyed bulunan bir karine demekdir ki, ma-hiyyetine göre ya kavi veya zaif bulunur. Bunun pek kuvvetlisine «ka-rineî katm» adı verilir. Beyyineler mebhasine müraceat!.. [49]

 

Kasame İle Diyetin Sebebi Vücubi Ve Bunların L.Üzumundaki Maslahat Ve Hikmet  

 

470 - : Katili meçhul bir katilden dolayı kasame yapılması ve bu­nu müteakib diyet itasiyle hükm edilmesi, Mebsutı Serahsî'de,  Bedayî' de ve sair fıkıh kitablanmızda beyan olunduğu üzere emri nebeviye müs-tenid, ve bir takım adlî, idarî, içtimaî maslahatlara, hikmetlere müste-niddir. Bunlar, aşağıdaki veçhile hülâsa edilebilir:

471 - : Muayyen kimselere aid her mahalle, her semt ahalisi için lâzımdır ki, o saha ile alâkadar bulunsunlar, orasının emniyetini muha­fazaya çalışsınlar, orada tecavüze uğrayacakların yardımına koşsunlar, gerek içlerinden ve gerek dışarıdan bir takını sefihlerin türeyerek bu­lundukları yerlerin asayişini İhlâl etmelerine meydan vermesinler. Böyle bir mevzide bir katilin bulunması ise ahalisinin vazifelerinde müsamaha etdiklerini gösterir. Binaenaleyh haklarında bîr nevi ceza olarak  kasa­me ve diyet icab eder.

472 - : Muayyen   kimselerin  mahallesinde,   karyesinde   ve   bahu­sus mülkünde veya meskeninde bir öldürülmüş şahsın bulunması, o kimseleri töhmet altında bırakır, bu cinayeti kendilerinin irtikâb etmiş ol­malarına bir karine teşkil eder.

.Binaenaleyh bu töhmetden kurtulmaları için kasame usuliyle yemîn etmeleri lâzımdır.

Maamafih muayyen kimselerin bir katil cinayetinden dolayı kasa-meye, diyet itasına tabi tutulmaları, çok kerre o cinayet faillerinin mey­dana çıkmasına, caninin cezasız kalmamasına yardım eder. îşte bu ba­kımdan da kasame pek lüzumludur.

473 - ; Katil  hâdisesi,  içtimaî heyeti  tedhiş  edeceği gibi  katîlin ailesi ve akribası hakkında da büyük bir musibet teşkil eder, onların za­rarlarına, kederlerine bâis olur.

Binaenaleyh bu gibi hâileleri azaltmak, bu gibi zararları, kederleri £amir ve teskin etmek için maddî ve manevî tazminat kabilinden olarak kasame icrasiyle diyet itası lâzım gelmiştir.

474 -  : Katîlin bulunduğu mevzi - âtiyen beyan olunacağı veç­hile - âmmeye aid olduğu takdirde kasame icrası, müteazzir olacağın­dan yalnız beytül'mal tarafından katîlin varislerine diyet verilmesi lâ­zım gelir ki, bu da âmmenin lâk ayi d liginden dolayı cemiyete teveccüh eden bir zaman demekdir. Bu suretle âmme namına tazminat verilmiş, masum bir kan heder olmakdan kurtulmuş, içtimaî bir muavenet husu­le gelmiş olur.

Velhâsıl: katil hâdiselerinin hatan, ehemmiyeti pek büyük oldu­ğundan böyle bir hâdisenin kimseyi alâkadar etmeksizin hemen kapa­nıp -gitmesi, idare ve adalet bakımından muvafık olamayacağı cihetle bu halde kasame ile diyet itası icab etmekdedir.

Kasame ile müddeaaleyhler kısasdan, büyük cezadan kurtuluyor, di­yet ile de maktullerin kanlan heder olmakdan siyanet edilmiş oluyor. Bunun neticesinde de içtimaî heyet, tesanüd ve intibah dairesine davet edilmiş bulunuyor. [50]

 

Kasame Yapalabîlmesl İçin  Muktezî

 

475 - : Bir  takım  kimseler hakkında  kasame yapılabilmesi  için -aşağıda yazılı olduğu üzere- bazı şartların tahakkuku icab eder. Ak­si takdirde kasame yapılamaz. Şöyle ki:

476 - : Katilde - ölü olarak bulunmuş şahısda cirahat gibi, darp nişanesi gibi, boğazı sıkılarak boğulmuş olmak gibi kati alâmeti bulun­malıdır.

Binaenaleyh kendisinde böyle bir alâmet bulunmayan bir ölüden do­layı kasame icra edilemez. Çünkü bu halde oriUn kendi kendine ölmüş olması zahirdir.

Burnundan, ağzından arkasından veya tenasül uzvundan kan çık­mış bir halde bulunan bir ölü hakkında da hüküm böyledir. Zira bu gibi mevzüerden bir darb ve katilden münbais olmaksızın kanın seyelân etmesi, çokça vakidir. Fakat gözden veya kuîakdan çıkmış olan kan bÖy-le değildir. Bu, katil alâmeti sayılır. Bedayî, Mülteka.

477 - : Kaül,   benî   âdemden   olmalıdır.   Bu   hususda  müslim   ile zimmi, âkil ile mecnun, baliğ ile sabî, erkek ile kadın arasında fark yok-dur.

Binaenaleyh bir islâm mahallesinde kati edilmiş buluna., her han­gi bir müslim veya zimmîden dolayı da o mahalle ahalisine kasame ve diyet teveccüh' edeceği gibi zimmîlere âid bir mahallede maktul bulu­nan bir müslimden veya zimmîden dolayı da o mahalle ahalisine kasame ve diyet müteveccih olur.

Kezalik: katîlin hür olmasile r&kik olması arasında da İmamı Âzam ile imam Muhammed'e göre fark yokdur. Binaenaleyh öldürülmüş olart rakikden dolayı da kasame yapılarak kıymeti istifa olunur. Çünkü ra-kik de her veçhile bir âdemdir. Fakat İmam Ebu Yûaüf'e göre katıl olan rakikden dolayı kasame usulü tatbik edilemez. O, haddi zatında bir âdem ise de mevlâsının memlûkü olduğundan kıymeti hakkında mal hü­kümleri cereyan eder.

Nitekim ölü olarak bulunan mallardan, behîmelerden dolayı da ka­same ve garamet cari olamaz. Çünkü kasame ile diyetin lüzumu, benî âdem hakkında kıyasa muhalif olarak sabit olmuş olduğundan bu usul, sair dâvalarda muteber olamaz. Bedayî, Tahtavî, Dürri Muhtar.

478 - : Katil, meçhul olmalıdır.

Binaenaleyh katil, malûm olur veya muayyen bîr şahsın katil ol­duğu katilin velîleri tarafından iddia edilirse katîlin bulunduğu, mahal ahalisi hakkında kasame ve zaman lâzım gelmez.

Meselâ: î^alûm bir şahıs, bir kimseyi bir mahalledeki tariki âmde kati ederek firar eylese o mahalle ahalisine kasame ve diyet lâzım gel­mez. Bedayî.

479 - : Katil vukuu hakkında dâva ikame edilmelidir.

Binaenaleyh katîlin velîleri tarafından kati dâvası açılmadıkça ka­tîlin bulunduğu mahal ahalisine kasame ve-diyet lâzım gelmez. Çünkü kasame bir yemindir. Yemin ise dâva bulunmadıkça icab etmez.

Katlin amden vukuiyle hataen vukuunu iddia arasında kasame ba­kımından fark yokdur. Bedayî.

480 - : Kasame yapılması taleb edilmelidir.

Binaenaleyh katîlin velîleri, böyle bir talebde bulunmadıkça kasa­me yapılamaz. Taleb etdikleri takdirde ittiham- eyledikleri eşhası ihtiyar ve katîlin bulunduğu mahalle, karye veya kabile ahalisinden kimlere ye-mînin tevcih edileceğini tayin hakkı kendilerine aid bulunur. Bedayî.

481 - : Müttehem görülenler tarafından katil hâdisesi inkâr edil­melidir. Çünkü kasame bir yemindir. Yemîn ise münkire teveccüh ederli itiraf etdiği, yanı: kendisinin katil olduğunu söylediği takdirde artık kasame icrasına mahal kalmaz. Bedayî.

482 - : Katilin bulunduğu  mevzi, katilin  mâlikine aid  olmamalı­dır.

Binaenaleyh bir litkik, mevlâsmm mülkünde veya yedi tasarrufun-dabulunan bir yerde kati edilmiş bulunsa kasame ve diyet lâzım gelmez. Şu kadar var ki rakik, mükâteb ise kıymetini mevlâsf zamin olur. Çün­kü mükâteb kendi kazancı hususunda ve aleyhindeki bir cinayetden do­layı icab eden zaman hususunda hür sayılıb mevlâsı ecnebî mesabesinde kalır. Asıl rakik ise mevlâsmm mülkidir, artık ondan dolayı mevlâsına zaman tevcihine mahal yokdur. Bedayî, Muhit.

483 - ; Katilin bulunduğu mevzi; bir mahalle, bir karye veya bir kimsenin mülkü veya meskeni bulunmalıdır. Böyle olmadığı takdirde ka.-same ve diyet carî olmaz.

Fakat o mevzi; mahsur, yani: efradı nihayet yüz kadar olan bir cemaate aid olmayıb da âmmeye mahsus ve mahalleden ses işidüemeye-cek kadar uzak bir. mesafede bulunduğu takdirde kasame lâzjm gelmez­se de diyet lâzım gelir ve bu diyet, beytülmal canibinden tesviye edilir. Çünkü kasame ve diyet, evvelce de işaret olunduğu üzere siyanet ve nusrat hususundaki bir taksirden dolayı lâzım gelir. Âmmenin yedi ta-sarufunda bulunan bir mahallin siyanet ve muhafazası ise âmmeye ra-eidir. Şu kadar var kî, âmme hakkında kasame icrası müteazzir oldu­ğundan bu halde kasame sakıt olub yalnız beytülmalden diyet istifasile iktifa olunur. Çünkü beytülmalin mali, âmmeye aiddir. Bundan diyetin istifası ise kabildir.

Bir mahalle ortasındaki tariki âmda vuku bulmuş olan bir katil­den dolayı ise kasame ve diyet o mahalle ahalisine lâzım gelir. Mebsut, Bedayî.

484 - : Katilin cesedinin en  az yarısından ziyadesi veya bağının tamamını ihtiva etmek üzere cesedinin yansı bulunmalıdır.

Binaenaleyh bir mahalde bir katilin yarısından ziyade bulunursa ka­same ve diyet lâzım gelir. Çünkü ekser için hükmi kül vardır. Fakat cesedinin yarısından azı, meselâ: yalnız elleri veya ayakları bulunacak olsa kasame ve diyet lâzım gelmez. Zira bu parçalar için kasame, diyet lâzım gelse mütebaki parçalar İçin de ayrıca kasame, diyet lâzım gelir. O halde bir katil için iki kasame, iki diyet içtima etmiş olur. Halbuki böyle iki kasame ile iki diyetin içtimai caiz değildir.

Şayed katîün yalnız yansı bulunacak oisîl bakılır: eğer bu nısıf, ba­şım tamamen* ihtiva ediyorsa kasame ve diyet lâzım gelir, ihtiva etmi­yorsa lâzım gelmez. Çünkü bas, asıldır. Bunu ihtiva etmeyen nısıf par­çaya katıl namı verilemez. Mebsut, Bedavî.

485 - : Kendilerine  kasame  teveccüh eden  ahali  arasından -bazı­ları yeminden nükûl edecek olsa bakılır: eğer veliyyi katil, kısası mu-cib olacak bir kati iddiasında bulunmuş ise bu nükûl edenler, yemin ve­ya katli ikrar edinceye kadar habs olunurlar. Ve eğer diyeti müstelzim bir katil iddiasında bulunmuş ise yeminden nükûl edenlerin âkileleri üze­rine diyetin tamamiyle hükm olunur. Tenvir, Bedayi.

486 - : Kasamede  bulunmaları icab   edib  «men      aleyhilkasame» denilen kimselerin hepsi de kendilerine bit'taleb tevcih edilen yeminden imtina edecek olsalar yemin veya kati cinayetini ikrar edinceye kadar haba olunurlar. Çünkü bu yemin, kan meselesini ı'zam için lizatihi müs-tahakdır, binefsihi maksud olan bir hakdır.  Böyle bir hakkı muktedir oldukları halde edadan kaçınan kimseler, habs ile edaya icbar edilir. Hat­tâ bunlar katli itiraf ve yemini icra etmeksizin diyet itasını iltizam et­seler de yine kendilerinden yemîn sakıt "olmaz. Zira onların bu yemine mecbur olmaları;  katli ikrara, katilin teayyününü ve kati aniden vuku bulmuş isü bundan dolayı kısas icra edilebilmesine vesile olabilir.

Yalnız îmam Ebu Yûsüf'de'n rivayet edilen bir kavle göre böyle ye­minden imtina edildiği takdirde habscihefine gidilmez, belki bu halde İmtina edenlerin mevcud ise âkileierine, değilse yalnız kendilerine diyet lâzım gelir. Badayî, Bürer haşiyesi Abdülhalim.

477 - : Bir mahalde kasameyi icab eder bir suretde bulunan ka-tîlin maruf varisi bulunmadığı takdirde beytülmal emini, o mahal aha­lisine kasame etdirib onlardan beytülmal için diyet alabilir. Çünkü ve­lîsi bulunmayan kimsenin velîsi âmme riyasetini haiz olan zatdır. Meb­sut, Bedayi. [51]

 

Kasameye Ve Diyet İtasına Dahil-Olub Olmayanlar :

 

488 - : Bir kati hâdisesinden dolayı kasame icra edilebilmesi için yukarıda   (483)   rakamile şart olarak gösterilen esas üzerine bir kısım meseleler teferru eder. Bunların başlıcalarını kaydediyoruz.

489 - : Bir şehirden veya karyeden aes işidilemeyecek kadar, uzak olub da hiç bir kimsenin mülkünde ve tasarrufunda bulunmayan bir kır­da bulunan katilden dolayı kasame ve diyet carî olmaz. Fakat ses işiti-lebüecek bir mahalde bulunan katilden dolayı o mahalle en yakın olan mevzi ahalisi hakkında kasame ve diyet carî olur. Bu mevzi, bir köy olabileceği gibi biç şehrin kati hâdisesine en yakın olan bir mahallesi de olabilir.

Katil, öes igidilecek bir mesafede bulunursa imdadına koşmak müm­kün bulunmuş olur. Fakat böyle olmayınca mahalle veya karye ahali­sinin imdada koşmaları kabil olamaz. Binaenaleyh hıfz ve nusretde taksir ederek takdiren katil mesabesinde bulunmuş sayılamazlar.  Mfebsut, Bedayî.

490 - : Dicle, Furat gibi büyük  bir nehirde bir katıl bulunduğu takdirde bakılır: eğer nehrin suları bu katili alıb götürmekde bulunmuş ise kasame ve diyet lâzım gelmez.  Çünkü  böyle  büyük  bir  nehir, bir kimsenin mülkünde ve yedi tasarrufunda bulunmaz. Fakat katıl, böyle bir nehrin kenarında çıkmış  kalmış veya bağlı  bulunmuş bulunursa o mahalle en yakın olub da ses işidilebilecek bir mesafede bulunan kariye veya mahalle ahalisi üzerine kasame ve diyet lâzım gelir. Zira bu aha­li; o nehirden su alır, hayvanlarını suvarırlar. Bu cihetle o nehir, bun­ların ellerinde sayılır. Mebsut, Hindiyye.

491 - : Bir veya bir kaç kimsenin mülkünde bulunan küçük bir nehirdeki katilden dolayı onun sahihlerine kasame ve diyet lâzım gelir. Katîl, gerek o nehrin bir kenarında çıkmış veya bağlanmış kalmış olsun ve gerek sulariyle akib gitmekde bulunsun. Mebsut.

492 - : Bir adada bulunan katilden dolayı icab eden kasame ve diyet, o adaya ses işidilebilecek kadar yakın olan mevzi ahalisine lâzım gelir. Çünkü bu ada, onların tasarrufunda bulunmuş olur. Mebsut.

493 -  : Âmmeye aid büyük mescidlerde, şehir haricinde olub ma­hallelerden ses işidilemeyecek bir mesafede bulunan ve «Şarii Âzam» de­nilen yollarda ve mahallelerden ses i a. i dilemeyecek kadar uzak olub muh­telif sanat ve ticaret erbabına aid bulunan ve «sûkuramme» tâbir olunan çarşı ve pazar yerlerinde ki katilden dolayı kasame icra edilemeE. Çün­kü bunlar, muayyen mahsur kimselerin ellerinde değildir. Bu halde bey-tüî'mâl tarafından katilin varislerine diyet verilmesi lâzım getir. Zira bu mevzilerin idaresi, menafii âmmeye aid olduğundan bunların muhafaza­ları da âmmeye racidir. Binaenaleyh âmmenin bu hususda görülen kusur ve müsamahasından dolayı beytül'mâlin bu diyeti zamin olması icab eder.

Habishanelerde bulunan katiller hakkında da hüküm böyledir. Yal­nız îmam Ebu Yûsuf'e göre habishanelerde bulunan katillerden dolayı kasame ve diyet, oralarda mahbus olanlara teveccüh eder. Çünkü ha-tishaneler, onların bir nevi yedi tasarruflarında sayılır. Mebsut, Bedayî.

494 - : Şehirlerdeki  mahalleler arasında bulunan büyük yollarda görülecek katillerden dolayı o  yollara en  yakm  olub ses işidilecek bit mesafede bulunan mahalle ahalisine kasame ve diyet lâzım geiir.

Tariki hâsda, çıkmaz sokakda bulunan katilden dolayı da buralara mâlik olan kimselere kasame ve diyet teveccüh eder.

Muayyen bir sınıf sanat erbabına . aid olub kendilerine nisbet olu­nan çarşıya «sûkulhassa» denir ki bu, onlara nazaran bir mahalle mesa besindedir. Binaenaleyh bu çarşıda bulunan bir katilden dolayı icab eden kasame ve diyet de buradaki sanat sahihlerine teveccüh  eder.  Mebsut, Haniyye.

495 -  : Muhtelif kabilelerin ikamet etdikleri bir mahallede bir ka­tıl bulunsa bakılır:   Eğer o mahallenin  «ehli  hıtte  demlen kadîm  aha­liyi, yani:  kadîm emlâk sahipleri - ki ellerindeki yerler, ilk fetih tari­hinden İtibaren hududu tahtit ve tayin edilerek kendilerine temlik edil­miş bulunur -- mevcud ise kasame ve diyet yalnız onlara teveccüh eder. O  mahalleye   sonradan  gelerek kira  ile . oturmuş  veya  yer satın   almış olanlara teveccüh etmez. Çünkü o mahallenin muhafazasiyle, tedbiriyle en ziyade alâkadar olanlar, onun kadîm  ahalisidir. Bunlar usul sayılır. Fakat bu  kadîm   ahaliden kimse kalmadığı takdirde   kasame   ve diyet, diğerlerine teveccüh  eder.

Bu mesele, İmamı Âzam'a göredir. îmam Ebu Yûsuf e göre, kasa­me ve dîyet, bu mahalle ahalisinin mecmuuna müteveccih olur. Zira bun-iar o mahalleye malikiyetde ve tasarrufda müsavidirler.

Bu meselede her- iki muhterem müetehid, kendi zamanındaki Örf ve âdeti nazara almış olduğundan aralarında hakikî bir ihtilâf yokdur. İma­mı Âzam zamanında Küfe havalisindeki kabail ve ahali arasında kendi içtihadı  veçhile bir âdet carî bulunmuşdü. Mebsut, Bedayî.

496 -  : Kadîm ahalisi mevcud olmayıb da filhal bir takım mâlik­ler ile sakinleri ihtiva eden bir mahallede bir katîl bulunacak olsa kasa-me ve diyet yalnız mâliklere teveccüh eder. Çünkü hıfz ve nusrat husu­sunda bunların alâkaları daha ziyadedir.

Bu mesele, îmamı Âzam ile imam Muhammed'e göredir. İmam Ebu Yûsüf'e göre kasame ve diyet, bunların hepsine birden teveccüh eder. Zira o* mahalleye mâliklerinin mülkiyet itibariyle ihtisasları olduğu gibi sâkinlerinin de tasarruf itibariyle ihtisasları vardır. Bedayî.

497 - : Bir kimsenin mülkü olub  başka bir  şahsın icare,   ariyet veya gasb tarikiyle sakin bulunduğu bir hanede bir katîl bulunsa kasâ-me ve diyet, hanenin mâlikine teveccüh eder.

Bu. İmamı Âzam'a göredir. Imameyne göre kasame ve diyet, yal­nız bu sakin olan şahıs üzerine lâzım gelir. Bunların hizmetcileriyle uşaklarına lâzım gelmiyeceği gibi o hanenin sahibine de lâzım gelmez.

İrnameynin bu kavli, nâsın maslahat ve ihtiyacına daha uygun gö­rüldüğü cihetle vaktiyle şeyhül'islâm Ebussuud merhumun arzı üzerine Türkiye'de bununla amel edilmesi hakkında bir ferman sâdır olmuşdur. SurretüTfetâvâ, Miyarı Adalet.

498 - : Bir kimse, icare veya ariyet \eya gasb tarikiyle sakin ol­duğu hanede kati edilmiş bulunsa o hane sahibine kasame ve diyet lâ­zım gelmez.

Kezâlik: bir kapıdan girildiği halde iki daireye ayrılan bir hanenin bir dairesinde müste'cir veya müstair olarak müstakillen sakin olan şa­hıs,' maktul bulunsa diğer dairede sakin bulunan sahibine kasame ve di­yet lâzım gelmez.                                       

Kezaük: bir hanede bekçi bırakılan şahıs, o hanede Öldürülmüş bu­lunsa başka yere gitmiş olan hane sahibine kasame ve diyet lâzım gel­mez. Surretül'fetâvâ.

499 - : Bir mahalle veya karye ahalisinden birinin mülkü olan bir

yerde bir katıl bulunsa kasame ve diyet, bu yerin mâlikine teveccüh eder, o mahalle veya karye ahalisinin umumuna teveccüh etmez.

Kezalik: bir kimsenin icare .veya ariyet gibi bir tarik ile. şakin ol­duğu hanede misafirlerden biri, -muhtelit bir halde bulunurken- meç­hul bir şahıs tarafından öldürülmüş bulunsa kasame ve diyet, yalnız kimseye lâzım gelir, diğer misafirlere lâzım gelmez.

Fakat îmam Ebu Yûsüf'e göre bir müsafir, müstakil bir odada ken­di başına sakin iken meçhul bir şahıs tarafından öldürülmüş bir halde bulunsa müsafir olduğu kimseye de kasame ve diyet lâzım gelmez. Melsut, Hindiyye, Hayriyye.

500 - : Bir kimse, kendi mülk hanesinde veya kiraladığı bir mes­kende veya isticar etmiş olduğu bir dükkânda veya herhangi bir mües­sesede veya kendisinin mülkü olan hâli bir arsada Öldürülmün bir halde bulunsa mahalle ahalisi vesaire üzerine kasame ve diyet lâzım gelmez. Yalnız kendi âkilesi ve diğer bir itibara nazaran varislerinin âkileai üze­rine diyet lâzım gelir. Âkile, bu diyeti varislere verir. Çünkü dari islâm-da hiç bir kimsenin mühderüddem bırakılmayacağını bir hadisi şerif, nâ-tıkdir.

Bu mesele, İmamı Âzam'dan bir kavle göredir. Fakat yine ondan diğer bir kavle ve imameyn ile îmam Züfere göre bu halde âkileye de bir şey lâzım gelmez. O kimse, kendi mülkünde veya yedi tasarrufunda bulunan bir yerde intihar etmiş sayılır. Müntehirin kanı ise hederdir. Ma-ahaza vârisler; ayni hâdisede hem mahkûmun aleyh, hem de mahkû­mun leh olamazlar. Müfta bih olan da budur. Bedayî.

501 - : Bir yerde, meselâ: han odalarının  birinde  birlikde  sakin olan müteaddid kimselerden biri öldürülmüş olarak bulunsa o yerde sa­kin olanlara kasame ve diyet lâzım gelir ve bu diyet, hepsine müsavat üzere tevzi edilir. O hanın sair odalarında oturanlara bir şey lâzım gel­mez.    '

Meselâ: bir odada icare ile on bir kimse sakin iken içlerinden biri­si maktul'bulunub katili malûm olmasa o oda sakinlerine kasame lâzım gelir ve her birine bir diyeti kâmiîenin onda biri isabet eder. Buna diğer odalardaki müstecirler iştirak etmezler.

Fakat İmam Muhammed'den nakl edilen bir kavle göre bir hanede bulunan iki kimseden biri, meselâ: boğazlanmış bir halde bulunsa diğe­rine zaman lâzım gelmez. Çünkü bu hâdisenin bir intihar neticesi olma­sı veya başka bir şahıs tarafından yapılmış bulunması ihtimal dahilin İmam Ebu Yûsuf, bu kavle muhalifdir. Müşarünileyhe göre bu hâ­disedeki ihtimal, zamana münafi değildir. Nitekim her hangi bir mevzi­de öldürülmüş olarak bulunan kimse hakkında da böyle bir ihtimal mev cud ise de bu, nazarı itibara ahnmamakdadır. Kâfi, Mecmaül'enhür, Mî-yarı adalet.

502 - : Bir kaç  kimse arasında  müşterek  olan  bir hanede bulu­nan katilden dolayı İcab eden kasame ve diyet, o kimselerin hepsine mü­savat üzere teveccüh eder, velev ki hisseleri mütefavit bulunsun. Çünkü o haneyi hıfz, umumuna aiddir. Vukubulan taksirde de hepsi  müsavat üzere müşterekdirler. Dürer, Tatar Haniyye.

503 - : Bir hanede bulunan katilden dolayı  icab  edecek   kasame ve diyet, o, hanenin sahibiyle onun orada hazır bulunan âkilesine tevec­cüh eder. Âkile, gaib bulunduğu takdirde ise kasameye iştirak etmez. Bu hane gerek meskûn olsun ve gerek olmasın.

Bu, İmamı-Âzam ile îmam Muhammed'e göredir. İmam Ebu Yûsüf'e göre âkileye kasame asla teveccüh etmez. Bedayî.

504 -  : Bir kimsenin satm ahb da henüz tesellüm etmemiş oldu­ğu bir hanede bir katîl bulunsa bakılır: Eğer bu satış muamelesinde mu­hayyerlik yok ise diyet, satanın âkilesine lâzım gelir. Fakat muhayyerlik var ise diyet, o haneye zilyed bulunanın âkilesine teveccüh eder.

Bu, imamı Âzam'a göredir. Imameyne göre muhayyerük yok ise di­yet, satın alanın âkilesi üzerine lâzım gelir. Ve eğer muhayyerlik var ise diyet, bu haneye mâlik olacak kimsenin âkilesine teveccüh eder. Mülte-ka, Mecmaül'enhür.

505 - : îki köy veya iki sokak araaında bulunan bir katilden do­layı icab eden kasame ve diyet, bu hadise mahalline en yakın olan köy veya sokak ahalisine lâzım gelir. Şu kadar var ki, hâdise mahalli ile o köy veya sokak  arasındaki mesafe ses işidüebilecek  bir mikdarda bu­lunmalıdır. Bedayî.

506 - : Bir katîl, iki karyeye müsavi, ses işidilir bir mesafede bu­lunacak olsa kasame ve diyet, bu iki kariye ahalisine müsavat üzere lâ­zım gelir, velev ki bunların ahalisi, mütefavit mikdarda bulunsunlar.

Karyeler müteaddid olduğu takdirde ^e hüküm böyledir: Bedevi, Dü­rer.

507 - : Katjlin bulunduğu karye ahalisinden bazıları  ahar diyar­da gaib iken kasame icra edilerek diyetle hükm olunsa bakılır: eğer gaib olanlann o kariyede emlâki var ise onlara da diyetden hisse tarh olunur1. Ve eğer emlâki yok ise veya olub da içerisinde başkaları sakin ise gaib-lere hisse tarh olunmaz. Dürer, Mecmaül'enhür.

508 - : Bir katîl, bir köyün arazisinden bir mevzide bulunmakla beraber o mevzi, diğer bir köyün hanelerine daha yakın bulunsa bakılir: eğer bu mevzi, bir kimsenin mülkü ise kasame ve diyet bu kimseye teveccüh eder ve eğer kimsenin mülkü değilse kasame ve diyet, bu mev­zie en yakın olan köy ahalisine müteveccih bulunur. Mebsut, Hindiyye.

509 - : Bir katil, arazii emîriyye veya milliye denilen bir tarla ve­ya çayır üzerinde bulunsa kasame ve diyet, oranın bâtapu mutasarrıfına lâzım gelmez. Belki oraya ses işidilecek kadar yakın bir.mesafede bulu­nan kariye veya mahalle ahalisi üzerine lâzım gelir.

Katilin bulunduğu bu yer, ses işidümeyecek kadar uzak bir mesa­fede hâli bir tarla veya çayır ise hiç bir kimseye kasame ve diyet lâzım gelmez. Hindiyye.

510 - : Bir beldenin harab, ahaliden hâlî bir mahallesinde bir ka-tîl bulunsa icab eden kasame ve diyet, o mahalleye muttasıl, ses işidüe-bilir bulunan diğer mamur mahalle ahalisine teveccüh eder. Tajıtavi.

511 - : Katîl, bazı kimselere mevkuf olan bir hane veya arazi içen­de bulunsa kasame ve diyet, o kimselere lâzım gelir.

Bir mahallenin mescidinde veya o mescide mevkuf bir hanede bu­lunsa kasame ve diyet, o mahalle ahalisine teveccüh eder.

Fukara ve mesâkîne vakf edilmiş olan arazide bulunan katilin di­yeti de beytül'mâl tarafından verilir. Muhiti Serahsî, Hindiyye.

512 - : Bir kimse,   lehine  şahadeti   muteber  olmayacak bir pah­sın hanesinde veya o şahsın bulunduğu mahalde maktul bulunsa bu şah­sın kendisine ve âkilesîne kasame ve diyet teveccüh eder. Fakat kendi­sinin irsden mahrumiyeti lâzım gelmez. Zevcinin hanesinde öldürülmüş bulunan zevce, oğlunun hanesinde Öldürülmüş bulunan baba, babasının ha­nesinde maktul bulunan oğul, gibi. Dürri Muhtar, Ankaravî.

513 - : Bazı aşiretlerin, kabilelerin   ümrandan  uzak  bir   sahrada kurmuş oldukları çadırlardan ses işidilir bir mahalde bulunan katilden dolayı kasame ve diyet, o çadırların, sakinlerine lâzım gelir.  Mebsu,t.

514 - : Bir ordugâhda katîl bulunduğu zaman bakılır: eğer ordu­gâhın bulunduğu mevzi, bir kimsenin mülkü veya bir kabilenin ikamet­gâhı ise kasame ve diyet, bu kimse ile âkilesine veya bu kabileye lâzım gelir, çünkü bu mevzi, bunların hıfzında sayılır.

Bu, îmamı Âzam ile îmam Muhammed'e göredir. îmam Ebu Yû­suf e göre kasame ve diyet, hem bu mevziin mâlikine, sakinlerine, hem de ordugâhdaki erlere teveccüh eder. Ve eğer bu mevzi, kimsenin mülkü ve ikametgâhı değilse kasame ve diyet, o mevzie en yakın çadırlarda bu­lunan erlere müteveccih bulunur.

Şayed kati hâdisesi, orada bir çadır içinde vuku bulmuş ise kasa­me ve diyet, bu çadır içindeki erler ile-onların âkilelerine raci olur.

Maahaza bu katîl, ordugâhda düşman ile bir muharebeyi müteakib bulunmuş olursa kasame ve diyet lâzım gelmez. Çünkü bu halde bunun düşman tarafından öldürülmüş olması zahirdir. Mebsut, Bedayî.

515 - : Bir sefinede  katîl bulunacak  olsa bakılır:   eğer  sefinede yolcular yar ise kasame ile diyet bunlar ile beraber sefinenin içinde bulu­nan sahiplerine ve kapdanlarma lâzım gelir. Fakat sefine sahihleri sefi­nenin içinde bulunmuyorlarsa kendilerine bir şey,lâzım gelmez.

Sefine, mahalle gibi sabit olmadığından bunda yalnız ma)ikiyet de­ğil, tasarruf ciheti de nazara ahnmışdir. Nitekim üzerinde katîl bulunan bir araba hakkında da hüküm böyledir.

. Sefinede bulunanlar: «kati hâdisesini içimizden fülân kimse vücude getirdi, katil fülân şahısdır» diye şahadetde bulunsalar makbul olmaz. Çünkü bu şahadetle kendilerine teveccüh eden kasame ve diyetden kur­tulmak gayesini istihdaf etmiş olabilirler. Böyle bir töhmetden dolayı bu şahadet, muteber olmaz. Sefine ise bir buk'a mesabesindedir. Beda­yî, Cevhere, Ankaravî.

516 - : Bir hayvan  üzerinde   bulunan   katilden dolayı icab   eden kasame ve diyet, o hayvanın sürücüsüne, yedicisine veya rakibine tevec cüh eder. Bunlar içtima edince hepsine birden müteveccih olur. Çünkü katîl, bunların ellerinde bulunmuşdur.

Şayed böyle bir katîl, sürücüsü, yedicisi, rakibi bulunmayan bir hay­van üzerinde bulunursa bakılır: eğer bulunduğu mevzi, bir mahalle veya bir karye ise kasame ve diyet, o mahalle veya karye ahalisine teveccüh eder ve eğer bir kimsenin mülkü ise o kimse üzerine lâzım gelir. Ve eğer bunlardan başka hâlî bir mahal ise buraya en yakm olub ses işidilecek bir mesafede bulunan köy veya mahalle ahalisine müteveccih olur. Fa­kat ses işidilemeyecek kadar uzak bir mesafede bulunursa kimseye ka­same ve diyet lâzım gelmez. Bedayî.

517 - : Bir kimse, bir katili arkasına alarak taşımakda iken ya­kalansa üzerine kasame ve diyet, teveccüh eder. Çünkü katîl, onun elin­de bulunmuşdur.

Kezalik: bir kimsenin böyle nakl etdiği bir mecruh, bir iki gün son­ra kendi hanesinde o almış olduğu cerhden dolayı vefat etse o kimseye îmamı Ebu Yûsuf e göre kasame ve diyet lâzım gelmezse de îmamı Aza­ma göre gelir. Zira ölüme müeddî olan bir cerh, mevt hükmündedir. Bi­naenaleyh o kimse, bir mecruhu değil, âdeta bir katili hâmil bulunmuş olur. Bedayî, Ankaravî.

518 - : Bir mahallede veya bir kabile'arasında meçhul bir gahi3 tarafından cerh edilmiş olan bir kimse, nakl edildiği başka bir mahal­lede o almış olduğu cerhden dolayı sahibi firas. olarak vefat etse kasama ve  diyet,  cerhin vukubulduğu mahalle ahalisine   teveccüh  eder.  Fakat kendi ayağiyle gidib sahibi tıraş olmaksızın bir kaç gün gezdik den son­ra vefat edecek olsa kasame icra edilemez.

Bu, İmamı Âzam ile İmam Muhammed'e göredir, imam Ebu Yûsuf ile Ibni Ebi Leylâya göre her iki halde de kasame ve diyet lâzım gelmez. Çünkü vaki olan; kati değil, bir cerh  hadisesidir.  Mülteka, Ankaravt

519 - : Bir mahalleden geçmekde olan bir kimse,-meçhul bir şa­hıs tarafından atılan bir taş veya kurgun gibi bir şey ile' düşüb ölecek olsa kasame ve diyet, o mahalle ahalisi üzerine lâzım gelir.

520 - : Biribirine  karşı bir asabiyet neticesi  olarak  siıah  teşhir ile mücadelede bulunan bir cemaatin dağılmaları üzerine meydanda bir katîl  bulunacak olsa hâdisenin vuku  bulduğu  mahal   ahalisine kasame ve diyet lâzım geür. Meğer ki katîün velîleri, o cemaatin veya onlardan muayyen birinin aleyhine  kati dâvası açsınlar. Bu takdirde  o mahalle ahalisine kasame ve diyet lâzım gelmeyeceği gibi beyyine ikame edilme-^ dikçe o cemaat veya o muayyen ferd hakkında da kısas, diyet gibi bir şey lâzım gelmez.

521 - : Bir mahallede tammülhılka bir cenîn bulunsa bakılır: eğer kendisinde darb eseri rnevcud ise o mahalle ahalisi hakkında kasame ve diyet lâzım gelir. Fakat nakısülhılka ise veya kendisinde darb eseri mev-cud değilse mahalle ahalisine bir şey lâzım gelmez. Hindiyye.

522 - : Kasame ile diyete yalnız âkil, baliğ, hür olan erkekler da hil olurlar, velev ki bunlar âmâ veya mahdud fil'kazf bulunsunlar.

Binaenaleyh çocuklar, mecnunlar, matuhlar bunlara dahil olmazlar. Çünkü bunlar yemine ehl değildirler, kendileri hıfz ve nusret ehli de sa­yılmazlar.

Şu kadar var ki katîl, bunlardan birinin mülkünde bulunsa kasame bunların âkilelerine teveccüh eder, icab eden diyeti de bunlar âkilelerite beraber zamin olurlar. Bu halde kati hâdisesi, bunların mübaşeretile vu­ku bulmuş gibi sayılır.

Kezalik: kadınlar dahi kendi mülklerinde haricinde bulunan katil­den dolayı kasame ile diyete dahil olmazlar. Çünkü bunlarda bulunduk­ları mahalle veya karyenin muhafazasiyle, yardımiyle mükellef değildir--er.

Maahaza Hanefî fukahasının müteahhirleri, kadınların da bazan mu­harebe ve mukateleye iştiraklerini nazara aldıkları cihetle onların da di­yeti tahammül eden âkile arasına dahil olacaklarına kail olmuşlardır Hattâ «esah olan da budur» deniliyor.

Fakat kendi hanelerinde veya kendilerinden başkası bulunmayıp kendilerine aid olan bir karyede bulunacak katilden dolayı kadınlara d; bilittifak kasame teveccüh eder. Bu halde icab eden diyeti de âkilelerile beraber tediye ederler.

Kezalik: ticarete mezun olmayan köleler, cariyeler de kasameye, di­yete dahil olmazlar, velev ki müdebber, müdebbere veya ümmi veled bu­lunsunlar. Çünkü bunlar, mülk sahibi değildirler ve âdete nazaran bun­lar hıfz ve nusret ehli sayılmazlar. Amma mülkinde veya meskeninde bu­lunan katilden dolayı mükatebe kasame ve kıymetiyle diyetden ekal olan mikdar lâzım gelir. Zira mükâteb, kendi kazancına mâlik olduğundan bu itibar ile hür mesabesindedir. Mebsut, Kudurî, Cevhere. [52]

 

Kasame Île Diyetden İbra 

 

523 - : Kasameden, diyetden ibra, iki  neviuu. Birincisi:   saraha­ten ibradır ki, veliyyi katîün, kendilerine kasame ve diyet teveccüh eden­lere karşı «sizi ibra ettim»- .veya «sizden kasameyi, diyeti iskat etdim» veya «sizi af eyledim» demesi gibi bir suretle olur.

İkincisi: delâleten ibradır ki, bu da hâdisenin vuku b'üduğu maha. ahalisini bırakıb da bu mevzi haricinde bulunan bir şahıs aleyhine ve­liyyi katîlin dâva açması gibi bir suretle olur. Bu halde o mevzi ahalisi kasameden, diyetden ibra edilmiş olurlar. Çünkü velînin böyle bir dâ­vaya kıyamı, o mevzi ahalisinin bu cinayetden berî olduklarını itiraf de-rnekdir. Şu kadar var ki, bu dâvaya o mevzi ahalisi şahadet edemez. Zi­ra o ahali, bu dâvada husemadan maduddurlar. Maahaza bunların bu şa­hadetleri töhmetden de halî olamaz. İhtimal ki veliyyi katîlin onları bu suretle ibra etmesi, açdığı dâvaya onların şahadet etmelerini temin için­dir. Ve yine ihtimal ki onlar, kendilerini veliyyi katîlin bu veçhile ibra et­miş olmasına bir mükâfat olmak üzere btı şahadete kıyam etmişlerdir.

Bu, İmamı Âzam'a göredir. Fakat imameyne göre bunlar bu husus-da şahadet edebilirler, bu şahadetleri muteberdir. Çünkü bunların şaha­detlerine dâvadan evvel mani olan töhmet, bu ibra ile zail olmuş, şaha­detlerinin kabulüne bir mani kalmamışdır. Bedayi, Cevhere, Tenvir.

Imameynin bu reyi nâsa erfak, asrın maslahatına evfak görülmüş olduğundan bu veçhile amel edilmesi hakkında mecelle cem'iyyeti ilmiy-yesinin bâ müzekkire müracaatı üzerine meşihat makamının-arzile 1293 senesi ramazanı şerifinin üçüncü günü bir irade istihsal edilmişdir. Mi'-yarı adalet.

524  - : Veliyyi katîl, katîlin bulunduğu mahalle  ahalisinden lâa­lettayin birinin veya lâalettayin bir kısmının katil olduğunu iddia edecek olsa İmamı Azamdan bir rivayete göre bununla o mahalle ahalisine te­veccüh eden kasame ve diyet, sakıt olmaz. Meğer ki bu iddia, bibeyyine sabit olsun. Bu iddiaya o mahalle ahalisinin şahadetleri de muteber ol­maz. Çünkü bu şahadetleri, kendilerini kasameden, diyetden kurtarmak töhmetinden hâlî değildir. Fakat İmamı Âzam'dan diğer bir rivayete gö­re bu iddiaya mebni o ahaliden kasame ve diyet sakıt olur. İmameyne göre ise bu hususda o ahalinin şahadetleri de kabuj olunur. Bedayî, Cev­here, Tenvir.

Fetva İmamı Âzam'ın ilk kavli üzeredir. Fakat İmameynin kavli maslahata daha muvafık görüldüğünden bununla amel olunmak üzere, 1293 senesi Ramazanı şerifinin üçüncü günü bir irade sâdır olmuşdur. Miyarı Adalet.

525 - : Bir karye veya   mahalle   ortasında   mecruh   bulunan   bir kimse, aklı başında olduğu halde:  «o karye veya mahalle ahalisiyle ka­na, diyete müteallik dâvam, nizaım yokdur» dedikten veya «kendisini ha ricden gelen bir şahsın cerh etmiş olduğunu» söyledikden sonra o cerh-den müteessiren vefat etse bakılır:  eğer o mahallin ahalisi, bir kavmt mahsur ise kendilerine kasame  ve  diyet lâzım gelmez.  Ve  eğer gayrı mahsur bir kavim ise lâzım gelir. Yüz kişiden ziyadesi gayri mahsur sa­yılır. Bedayî.

526 - : Mahalle  veya kariyelerinde katîl bulunub   da  kendilerine kasame teveccüh eden ahali, içlerinden veya haricden birinin bu cinaye­ti irtikâb etmiş olduğunu iddia etdikleri takdirde bakılır: eğer bu iddia­larını beyyine ile isbat eder, kendilerine veliyyi katîl de muvafakatde bu­lunursa müddeaaleyh hakkında icab eden kati hükmü icra edilir. Ahali kasameden,  diyet vermekden kurtulur. Fakat veliyyi katîl,  muvafakat etmez, yani: müddealeyhin katîl olduğunu tanımazsa artık  ne  o  ahali­ye, ne de müddeaaleyhe bir şey lâzım gelir. Çünkü ahali,   ikame etdik-. leri beyyine ile kendilerinin cinayetden berî olduklarını isbat etmiş olur lar. Müddeaaleyh ise veliyyi katîl tarafından -katil olduğu kabul edil­memekle- ibra edilmiş sayılır.

Şu kadar var ki, ahalinin ikame edecekleri şahidler, kendilerinin bu­lundukları mahalle veya karye ahalisinden olamazlar. Zira bunların hep­si de davacı mevkiindedirler. Artık içlerinden bir kısmının şahadeti ka­bul edilemez. Bu hususda İmamı Âzam ile İmanıeyn arasında ittifak var­dır. Bedayî, Ankaravî, Mecmaül'enhür. [53]

 

Kasame Hakkında Muhtelif Mezahîbi Fıkhîyye:

 

Kasameye dair yukarıda verilen malûmat, Hanefiyyeye göredir. Sa­ir mezahibi fikhiyyede ise bunlara muhalif bazı mühim hükümler vardır. Bu cihetle onları da ayrıca hulasaten kaydediyoruz:

« (Maliküere göre kasame «hür ve müsüm olan bir katilin âkil ve baliğ bulunan velîlerine teveccüh eden elli yeminden ibaret» dir ki, bun­lar alettevaiî kat'î suretde ifa edilir. Şöyle ki:

Cerh, darp veya tesmim suretiyle öldürülmüş ve kendisinde «levs» denilen kati alâmeti bulunmuş olan hür, muslini bir şahsın velîleri, mu­ayyen bir kimse aleyhine inkârına nmkarin bilâ beyyine kati dâvası açın­ca kendilerine mahkemede elli yemîn tevcih edilir. Bunlar da katlin amd veya hata suretiyle olduğunu bilbeyan müddeaaleyhin katil olduğuna kat'î suretde elli defa yemin edince müddeaaleyh hakkında amd iddiası takdirinde kısas, hata iddiası takdirinde diyet lâzım gelir.

«Levs» müddeabihin vukuu hakkında galebei zan tevlid eden şey­den ibaretdir ki, buna «lath» da denilir.

Aşağıdaki haller, levs için birer misal vücude getirmektedir:

(1) : Âkil, baliğ, hür, müslim bir mecruh veya mecruhe,-«beni fü-lân kimse öldürdü» veya:  «benim kanım fülân kimsenin yanındadır» di­ye söyienıb de almış olduğu cerihadan müteessiren vefat etse bu söz, biı-levs olmuş olur. Şu kadar var ki, böyle bir cerihadan, bilâhare sözünden dönerek   «hayır beni  başka bir şahıs  öldürdü»   veya  «bilmiyorum  beni kim öldürdü» diyecek olsa levs bâtıl olub kasameye mahal kalmaz.

(2) : Hür, müslim bir mecruh «beni babam yatırıp boğazladı» ve­ya «beni babam atdığı bir taş veya demir ile bu hale getirdi, katilim odur* diyecek olsa bu da bir levs teşkil eder. Binaenaleyh kasame icra edilince boğazlama takdirinde kısas, diğer takdirde de diyet lâzım gelir.

(3) : Mecruh veya mesmum veya   kendisinde   darb eseri   meşhuti olan hür, müslim bir kadın, «beni kocam öldürdü» diye söylendikden son­ra vefat etse bu da bir levs olmuş olur. Binaenaleyh bu gibi bir levs, iki âdil kimsenin şah adetleri yle sabit olunca kasame cereyan eder.

(4) : Hür, müslim bir maktulü bir şahsın aniden veya hataen darb veya cerh etmiş olduğuna dair iki kimsenin şahadetde bulunmaları bir levsdir.

Binaenaleyh böyle bir şahadet vukuunda da maktulün velîleri, ka-sameyi icra ederek amd suretinde kısasa, hata suretinde diyete müstahik  olur.    

Şu kadar var ki, kati hâdisesinin o darb veya cerhden sonra vücude gelmesi lâzımdır. Bu hâdise, darb veya cerhi müteakib bilâ tehir vücude gelmiş olduğu takdirde şahadeti vakıa, katlin sübutü için kifayet ede­ceği cihetle başkaca kasameye lüzum kalmaz.

(5) : Darb veya cerh hâdisesine yalnız bir kimsenin şahadetde bu­lunması da bir levs sayılır.

(6) : Âdil bir kimsenin amd veya hata suretiyle olan bir kati hâdi­sesini müşahade etmiş olduğuna şahadet etmesi de bir levsdir.

Binaenaleyh bu şahadet üzerine maktulün velîleri, kasameyi icra ederek katlin mahiyyetine göre kısas icrasına veya diyete müstahik olurlar.

İki âdil kadın, bu hususda bir âdil erkek mesabesindedir.

(7) : Âdil bir kimsenin maktulü kanlar içinde müteharrik ve muz-tarib bir halde gördüğüne ve katil olmakla müttehem. şahıs da üzerinde kan alâmeti olarak  maktulün yanında müşahade edildiğine şahadet et­mesi de bir levsdir.

(8) : Mecruh veya mazrub veya mesmum ülub da kendisinde cerh, darb veya tesmim alâmeti bulunan bir müslüman gebe kadın, kendisiyle hamlini fülân kimsenin öldürdüğünü - kanlarının fülân kimse yanında bulunduğunu, yani: kanlarına fülân şahsın girmiş olduğunu - söyledik-den sonra vefat etse bu söz de bir levs olmuş olur.

Binaenaleyh bu halde kasame carî olur. Şu kadar var ki, cenin vali­desine tâbi ve cenin hakkında validesinin bu iddiası mülga olduğundan cenînden dolayı ayrıca bir şey lâzım gelmez, velev ki diri olarak düşüb He badehu Ölmüş bulunsun.

F'akat böyle bîr hâdiseyi âdil bir kimse müşahade edib de buna, ya­ni: o kadın ile hamlinin kanına fülân şahsın girmiş olduğuna şahadet&e bulunacak olursa ceninin de kanı heder olmaz. Belki cerh, darb veya zehirleme hâdisesinin hata suretiyle vukuu .iddia edilmiş olunca kasame teaddüd eder, hem kadından, hem de ceninden dolayı kasame yapılır. Ka­dının da, cenînin de diyeti caniden alır.ır

(9) : Bir şahsın muhtelit ahaliden müteşekkil bir köyde veya bazı kimselerin hanesinde maktul bir halde bulunması, bir levs teşkil etmez Çünkü o şahsın  başkaları tarafından öldürülerek oraya   atılmış  olması melhuzdur.

Kezalik: bir müzahame esnasında bir şahsın maktul bulunması, mü-zahimler aleyhine kasame yapılması için bir sebeb tegkil etmez.) [54]

 

Müdöelere Ve Müddeaaleyhleke Teveccüh Edecek Yemeler :                                                              

 

(Yine Malikîlere göre müddeilere ve müddeaaleyhlere müteveccih yeminlere dair şu gibi meseleler vardır:

(1) : Bir kimseyi lâalettayin bir şahsın öldürüb muayyen bir ce­maat arasına karışmış olduğuna iki kimse şahadetde bulunsa o cemaat efradından her birine elli defa yemin tevcih edilir.

Binaenaleyh bunlar, maktulü kendilerinin öldürmediklerine ve öldü­reni de bilmediklerine yemin edince veya böyle bir yemîndep cümlesi bir­den nükûl edince maktulün diyetini vermekle mükellef olurlar.

Fakat içlerinden bazıları bu yeminden nükûl etdiği takdirde diyeti yalnız bu nükûl edenlerin vermeleri lâzım gelir. Bu suretlerde kasame-ye, yani: maktulün velîlerinin yemin etmelerine hacet kalmaz.

(2) : Hata tarikiyl kati edilmiş olan bir Şahsın varisleri müteaddit! olunca icab eden elli yemin, kendilerine hissei irsiyelerine göre tevzi edi­lir, kesir vuku bulursa bunu hissesine fazla kesr isabet eden vâris» ik­mal eder.

Meselâ: bir katilin varigbri, bir oğlu ile bir kızından ibaret bulun­sa oğlu, otuz üç kerre, kızı da on yedi kerre yemin edt ı ki, mecmuu eli: yemin etmiş olur. Çünkü bu elli yeminden oğulun hissesine otuz üç ye­min ile bir yeminin üçde biri, kızın hissesine de on altı yemin ile bir ye-mînin üçde ikisi isabet eder. Binaenaleyh kız, on yedi yemin yapmakla bu kesri ikmal etmiş olur.

Her varisin hissesine isabet eden kesr, müsavi derecede bulunduğu takdirde ise bu kesri her birisi ikmal eder.

Meselâ: maktulun varisleri, üç kızından ibaret bulunsa her biri o:ı yedi kerre yemin eder ki, mecmuu elli bir yemin etmiş olur. Zira her bi­rinin hissesine isabet eden yemin, on altı yemin ile bir yeminin sülüsanı . mikdarıdır. Bu sülüsanı her biri ikmal edince yeminlerin mikdarı, elli bi­re baliğ olmuş olur.

(3) : Katilin velîlerinden bir takımı amden kati, bir takımı da ha­ta suretiyle kati iddiasında bulunsa veya bir kısmı amden kat! dâvasın­da bulunduğu halde diğerleri ademî malûmat beyan edecek olsa kasame yapılamaz.

Hepsi de. amden kati İddiasında bulunmakla beraber yeminden nü­kûl edecekleri takdirde de hüküm böyledir.

Fakat velîlerden bir takımı hataen kati İddiasında bulunduğu hal­de diğerleri ademi malûmat beyan etseler kati iddiasında bulunanlar, el­li yemini yaparak diyetden hisselerine isabet eden mikdarı alabilirler.

Böyle hata suretiyle kati iddiasında bulunan varislerden bir kısmı­nın yeminden nükûlleri takdirinde de hüküm böyledir. Yani: yemin eden­ler, diyetden hisselerim alabilirler. Nükûl edenler ise bir şey alamazlar-

(4) : Dereceleri müsavi olan varislerden bir kısmı aniden kati, bir kısmı da hataen kati iddiasında bulunacak olsalar her birine kendi iddi­asına göre yemin tevcih edilir. Hepsi de yemin edince kısas hakkı sakıt olub varisler diyete müstahik olurlar. Bu diyeti  müddeaaleyhİn  mevcud ise âkilesi, değilse kendisi tediye eder.

Bu hâdisede hata iddiasında bulunanlar, .yeminden nükûl ederlerse amden kati iddiasında bulunanlar diyete de müstahik olmazlar. Çünkü onların iddialarına göre kendilerine diyet verilmesi lâzım gelmez.

(5) : Arnden katilden dolayı yapılacak kasame neticesinde bir mu­ayyen şahıstan başkası hakkında kısas icra edilemez.

Binaenaleyh katilin velîleri en az iki şahıs hakkında amden kati id­diasında bulunarak iktiza eden yemini icra etseler de bu iki şahıs hakkın­da kısas İcra edilemez. Fakat bunlardan birini tayin ederek katilin o ol­duğuna dair kasamede bulunsalar onun hakkında kısas icra edilir.

Hataen  katil iddiasında ise  badel'kasame   icab  eden diyet, kat! müttehem olanlardan her bîrinin âkilesi  üzerine  tevzi   edilerek üç sene içinde istifa edilir.

(6) : Amden öldürülmüş olduğu iddia ediien bir maktulden dolayı kasame tarikiyle  yapılan  yeminler,  o maktulün  yalnız  asabesi  üzerine tevcih edilir. Bu asabe, ister varis bulunmuş olsun ve ister olmasın.

Maahaza bu asabenin lâakal iki şahıs olması lâzımdır. Amd sure­tinde iki şahıstan ekalle kasame tevcih edilemez ve amü suretinde kadın­ların yeminleri de kabul edilmez.

Şayed amden kati edilen bir şahsın varisleri, velîleri yalnız kadın­lardan ibaret olacak olsa varissiz bir kimse hükmünde olarak iktiza öden yemîn, müddeaaleyhe reddolunur. Binaenaleyh müddeaaleyh, yemin ederse kurtulur, etmezse, yemîn veya katli ikrar edinceye kadar habs olunur.

(7) : Amden   katiden dolayı   asabeye    tevcih    edilecek   yeminler, adedlerine göre tevzi edilir. Hissei irsiyyelerine göre tevzi edilmez. Bun­ların adedi elliyi tecavüz ederse yalnız ellisine birer yemîn verilmekle ik­tifa edilir. Şayed her birisi yemîn etmek isterse haklarında kur'a keşi­de edilir.

(8) : Varislerden bazıları gaib veya çocuk bulunsa hazır ve baliğ olan varis, kendi hissesi mikdarmca yemin ederek kendisine isabet eden diyet mikdarım ahz edebilir.

(9) : Dereceleri mütesavi  velîlerden bazıları çocuk  bulunsa bunla­rın bulûğuna intizar lâzım  gelmez. Binaenaleyh  diğer velîler, kasameyi bil'icra cani hakkında kısas hükmünü istihsal edebilirler.

(10) : Maktulün varisleri, yeminden nükûl edince müttehemin âki­lesi, elli yemin yaparak diyet vermekden kurtulurlar. Müttehemin âkilesi yok ise bizzat kendisi ejli defa yemin eder. Âkile veya müttehem de ye­minden   nükûl   ederse diyeti  vermeğe   mecbur olurlar, Âkiieden   yalnız bazıları yeminden nükûl ederseler diyetden yalnız hisselerine isabet eden kısmı vermekle  mükellef olurlar. Elmüddevvenetül'kübrâ, Şerhi Ebil'be rekât,  Elmuğnî.) [55]

 

Şafii Mezhebine Göre Kasame:

 

(«Kasame»: Katilin velîlerine verilen bir isim olduğu gibi bunların aralarında bit'tevzi yapacakları yemine de verilen bir isimdir. Fıkıh ıs tılahınca ise «evliyai  katilin yapacakları  elli yeminden  ibarettir.»

Maahaza kasame tabiri,' istilanda mutlaka yemin mânâsında da müs­tameldir.

Şafiî mezhebine göre kasame yapılabilmesi için mutlaka bir «levs>-bulunmalıdır. Levs bulununca elli yemin, katilin velîlerine teveccüh eder,

Bunlar bu yeminden imtina ederlerse o vakit müddeaaleyh mevkiinde bulunanlara bu yemîn teklif edilir.

«Levs»: evliyai katilin iddialarında sadık olduklarına dair bir zan-nı galib husule getiren bir karinei haliyye veyi1. filiyye»1 demekdir. Ki, vaki olan iddiayı müeyyid bulunur.

Aşağıdaki haller, levs için birer misal teşkil eder:

(1) : Katilin, kendisiyle veya kabilesiyle aralarında dinî veya dün­yevî  adavet  bulunan  kimselerin mahallesinde veya  küçük   karyelerinde bulunmuş olması.

(2) : Katilin, bir  hanede veya  bir  mâbedSe  veya  kuyu  başı gibi bir mevzide toplanan bir halkın oradan dağılması üzerine hemen görül­mesi.

(3) : Aralarında adavet bulunan   kimselerin   yanındaki   bir şahsen, oradan ayrılmasını müteakib vefat edib de kendisinde tesemmüm eseri görülmesi.

(4) : Mükatele için karşılaşan iki taifenin biri birinden  ayrılması üzerine meydanda bir katilin görülmesi.

(5) : İçinde katil bulunan bir haneden bir şahsın elinde silâh bu­lunduğu veya elbisesi kana boyanmış olduğu halde çıkıvermesi.

(6) : Bir kimseyi muayyen bir şahsın kati etdiğine dair yalnız bir âdil zat tarafından ihbar vuku bulması.

Bir takım kadınların veya çocukların veya kölelerin ve müslüman-!ar hakkında gayri müslimlerin vuku bulan haberleri de bu kabildendir.

(7) : Bir kimseyi muayyen bir şahsın kati etmiş olduğuna dair ha­vas  ve  avam   arasında  bir  şayianın  mevcut olması.) [56]

 

Kasame Yapılabilmesi İçin İcab Eden Bazı Şartlar:

 

(Şafiîlerce kasame icra edilebilmesi için bazı şartlar vardır. Şöyle ki t

(1) : Katil olmakla müttehem olanların muayyen veya mahsur bir cemaat olmamaları lâzımdır.

Binaenaleyh bir katilin velîsi, levs bulunduğu halde muayyen bir fjih.ıs hakkında «bu, katildir» dese veya mahdud bir cemaat hakkında bunlardan biri katildir» dese de bilâ beyyine kati iddiasında bulunsa dâvası dinlenir, kendisine kasame teveccüh eder. Fakat levs bulunmadı-. ğı takdirde katil tayin edilmedikçe -kavli esahha göre- dâva dinlene-mez.

Mahsurdan maksad, bir yerde bulundukları zaman mücerred bak­makla adedlerini tayin ve ihata kolaylıkla kabil olacak mikdardaki kim­seler demekdir. Gayri mahsur ise bunun hilâfınadır.

(2) : Katilin malûm  olmaması lâzımdır.

Binaenaleyh katil, beyyine ile veya ikrar ile ve kendi, ilmiyle hü­küm vermek içtihadında bulunan bir hâkimin muttali olmasiyle malûm bulunursa kasame icrasına mahal kalmaz.

(3) : Ölmüş şahsın maktuliyetini gösterir bir levsin bulunması lâ­zımdır.

Mesela: büyük bir beldeden munfasıl bir mahallede veya küçük, ya­ni : ahalisi mahsur bir karyede kendisiyle veya kabilesiyle o mevzi sahip­leri aralarında - kati ile intikama saik olabilecek birer adavet bulunan bir şahıs, maktul bir halde bulunub da orada Ölmüş olduğu tahakkuk et­se kasame icra edilebilir.

Kezalik: o şahsın cesedinden bir kısmı bulunduğu takdirde de hü­küm böyledir. Çünkü bu adavet, bir levs demekdir.

Fakat o mahallede veya karyede oranın asıl ahalisinden olmayan ve maktul ile veya kabilesiyle aralarında adavet bulunub bulunmadığı malûm bulunmayan kimseler de mevcud bulunmuş olsa kasame icra edi­lemez. Zira levs tahakkuk etmiş olmaz.

Böyle bir mahalle veya karye içinde -birçok kimselerin gidib gel-mekde olduğu büyük bir cadde bulunduğu takdirde de hüküm böyledir. Çünkü bu halde de karine müntefî olur.

Sahrada, mescidde, çarşı ve pazar yerlerinde bulunan katilden dola­yı da kasame carî olmaz.

(4) : Bir hanede, bir mâbedde veya bir kuyu başında toplanmış bir cemaatin birbirinden ayrılması üzerine orada bir katıl bulunacak olsa bakılır: eğer o cemaat, mahsur oîub da katîlin mevtine sebebiyet verme­leri mutasavver^ bir halde bulunmuşlar ise haklarında dâva ve kasame carî olur. Velev ki aralarında adavet, melhuz ve başkaca bir karine de mevcud bulunmasın.

Fakat o cemaat, gayri mahsur olduğu takdirde kasame carî ola­maz. Meğer ki veliyyi katîl, bu çemaatden muayyen şahıslan tayin ede­rek yalnız onların haklarında katil dâvası ikame etsin. Şu kadar var ki, bu takdirde velev cüz'î bir suretde olsun, bir kati eseri mevcud olmak lâzım   gelir.                    .

(5) : Kital için karşılaşan iki saffın birbirinden ayrılması üzerine meydanda bir katîl bulunsa bakılır:  eğer kital, İltiham etmiş, yani: iki saf silâhlarını birbirine tevcih eylemiş ise bu vaziyet, katîlin karşıki saf tarafından öldürülmüş olduğuna bir karine teşkil eder. Fakat böyle si­lâhları birbirine karışmış bir halde bulunmamış iae bu hal, katîlin kendi bulunduğu  saf efradı tarafından  öldürüldüğüne delâlet eder.) [57]

 

Müddeîlere Ve De Aleyhlere Teveccüh Eden Yeminler  :

 

(Şafiîlere göre kasamede yemine dair şu gibi meseleler vardır:

(1) : Kasame, katîlin varisleri arasından baliğ, âkil olanlara tevec­cüh eder, bunların bu hususda âdil olub olmamaları, müslim bulunub bu­lunmamaları arasında fark yakdur.

Çocuklar, mecnunlar, matuhlar ise bu yeminden müstesnadırlar.

(2) : Katîlin vârisi,  velîsi  bir şahısdan ibaret   olduğu,    kasameyi icab edecek bir karinede bulunduğu takdirde bu varise elli defa yemin tevcih edilir, o da her defasında «vallahi bunu fülân» veya «bu»şams öl-durmüşdür» diye yemin eder. Fakat varisler müteaddid olduğu takdir­de bu elli.yemîn kendilerine hissei irsiyyelerine göre tevcih edilir.

Meselâ: katîlin varisleri, iki oğlundan ibaret bulunsa her biri yir­mi beş defa yemin eder. Bir oğlu ile üç kızından ibaret bulunsa oğlu yir­mi defa, kızları da onar defa yemin ederler, Şayed varisler yalnız üç k'ıedan ibaret olsa her biri on yedi defa yemin eder ki, mecmuu elli birdir.

Yeminlerde kesr carî, yani: bir yeminde tecezzi kabil olamayacağı cihetle böyle kepri icab eden yerlerde kesrler itmam edilir.

Kasame suretiyle yapılan yeminlerde tevalî şart değildir. Başka başka günlerde yapılmak suretiyle elli yemin ikmal edilebilir.

(3) : Katîlin varislerinden bazıları gaib veya kasır veya yeminden nâkil bulunacak olsa hazır ve mükellef bulunan varis, müddeaaleyh mu­vacehesinde elli defa yemin ederek diyetden kendi hissesine isabet eden mikdarı alabilir. Maahaza hazır olan bir varis, gaib olan varisin zuhu­runa kadar yemin etmezse bununla hakkını iskat etmiş olmaz. Bilâhare birlikde hisseleri nisbetinde olarak yemîn edi£ haklarım istifa edebilirler.

Vefat edecek bir varise kendi varisleri kasame hususunda halef olur. Varislerin adedi elliden ziyade iss her birine yemin tevcih edilir.

Katlin arnd suretiyle olduğu iddia edilmiş ise icab eden diyeti bizzat müddeaaleyh kendi malinden eda eder. Fakat hata veya şibih amd su­retiyle olduğu iddia edilmiş ise diyet itası, müddeaaleyhin âkilesine lâ­zım gelir, îmam Şafiînin kadîm içtihadına nazaran amd takdirinde müddeaa­leyh hakkında kısas icra edilir.

(4) : Kasame icab eden bir hususda  müddeî,   kendisine   teveccüh sden yeminden imtina ederse yemîn müddeaaleyhe teveccüh eder, buna «yemini merdude» denilir. Bu halde müddeaaleyh, elli defa yemin edin­ce kendisine isnad edilen kati cinayetinden beraet etmiş olur, kendisine diyet de lâzım gelmez.  Böyle katil olmakla itham edilenler, müteaddid Oldukları takdirde her birine elli defa yemin tevcih edilir.

Hattâ bir levse mukarin olmaksızın kati ile ittiham edilen kimseler­den her birine de bidayeten elli yemin teveccüh eder. Bunlar, bu ye­minden imtina ederlerse bu, müddeiye red olunur. Bu halde müddeî, elli defa yemin edince amd iddiası takdirinde kısas icrasına, hata ve şibhi amd iddiası ta Bu yeminlere de «eymanı merdude» âdı verilir ki, kasameden baş­kadır. Müddei de bu yeminden nükûl e,derse müddeaaleyh, kendisine is-nad edilen kati cinayetinden berî olmuş olur.) [58]

 

Şafttlerce Kasameyi Iskat Eden Bazı Haller :

 

(1) : Kendisinde levs bulunan bir katilin varislerinden biri, bir şa­hıs hakkında kati iddiasında bulunduğu halde diğer biri bunu tekzib et­se veya başka bir şahıs hakkında kati dâvası açsa - müreccah olan kavle nazaran - levs, sakıt ve kasame iddiası zail olur. Fakat varis­lerden biri kati iddiasında bulunduğu halde sükût etse veya «ben kati­lin kim olduğunu bilmiyorum» dese bununla levs ve kasame sakıt olmaz.

(2) : Müddeaaleyh, hakkındaki levsi inkâr etse, meselâ:  «kati hâ­disesi zamanında kendisinin marîz veya mecnun veya fülân beldede sakin bulunmuş olduğunu, yahut toplanan cemaat arasında kendisinin bulun­madığını veya elinde silâh olarak görülen şahsın kendisi olmadığını» söy­leyerek kendisinin töhmetden beraetini müdafaaten dermeyan eylese ye­miniyle tasdik olunur. Çünkü ademi huzur ve beraeti zimmet asıldır.

Bu halde müdeî, iddia etdiği emareler hakkında en az iki âdil muh­bir ikamesine mecbur olur. Bunu ikame edemediği takdirde levs, sakıt olub asıl dâva baki kalır.

(3) : Bir kimse, bir şahıs hakkında amd veya hata suretiyle kat! iddiasında bulunduğu halde mevcud olan levs, mutlaka katli gösterib de amd veya hataya delâlet etmez bir halde bulunursa - esah olan kavle nazaran - kasame icra edilemez.

(4) : Varisi olmayan bir katilden dolayı levs bulunsa da beytülmal eminî kasame icra edemez. Belki yeliyyül'emr tarafından bir müddeî ta­yin edilir. Kati hâdisesi beyyine ile isbat edilemediği takdirde müddeaa­leyh yeminile tasdik olunur. Yeminden nükûl  ederse   yemin veya katli ikrar edinceye kadar habs edilir.

(5) : Kasame, hâkimin huzurunda  yapılır.   Hâkimin emri   olmak­sızın yapılan yeminler, hâkim tarafından iade etdirilir. Hâkim, katlin arad suretiyle mi, başka suretle mi olduğunu istizahda bulunarak yemini ona göre yapdınr.

(6) : Katîlin velîleri, kasameyi bil'icra müddeaaleyhden veya âkile-sinden diyeti istifa etdikden sonra müddeaaleyhin kendisine isnad edil­miş olan katilden berî olduğuna dair beyvine ikame edilecek olsa istifa edilen diyet, red olunur.

Bu hususda müddeaaleyhin lehine şahadetleri makbul olmayan kim­selerin şahadetleri makbul olmayacağı gibi hataen kati suretinde müdde­aaleyhin âkilesinin şahadetleri de makbul olmaz. Çünkü bunlar, bu şahadetle mahkûm oldukları diyet itasından kurtulmak gayesini istihdaf et­miş olabilirler.

Hakikate muhalif olarak kasame.de bulundukları bilâhare ikame edi­len beyyine ile  zahir olan müddeîler hakkında veliyyüî'emr tarafından ta'zîr cezası tertib olunur. Kitabül'üm, Muhtasarı Müzeni, Tııhfetül'mub tac.) [59]

 

Haneelî Mezhebine Göre Kasame:

 

«Kasame»: Mütekavvimüddem olan bir kimseyi katiden dolayı ya­pılan mükerrer kasemlerden ibaretdir.

Bir katil hâdisesinden dolayı kasame yapılabilmesi için şu on şartın tahakkuku lâzımdır:

(1) : Hâdisede levs bulunmalıdır. Bu da katıl ile müttehem arasın da veya bunların kabileleri arasında bir zahir adavet bulunmasından iba retdir. Bu halde kasame yapılır. Katilde gerek kat! eseri bulunsun ve ge­rek bulunmasın. Ve kati mevziinde katile veya kabilesine karşı adaveti bulunmayan sair kimseler de gerek mevcutj olsun ve gerek olmasın.

Katîlin yanında elbisesi kana boyanmış, elinde silâh bulunmuş b. şahsın bulunması,  levs değildir.

Bir yerde toplanmış olan bir cemaatin dağılması üzerine meydand bir katîlin zuhuru da bir levs teşkil etmez.

Kadınların, çocukların, gayri âdil kimselerin vuku bulacak şahadet­leri de bir levs vücude. getirmez.

Katîlin mecruh bir halde iken «beni fülân şahıs cerh etdi» demiş ol­ması da bir levs sayılmaz.

Levs bulunmadığı, beyyine de mevcud olmadığı takdirde müddeaa-leyhe bir yemin tevcih edilir Yemin ederse dâvadan berî olur. Yemin­den nükûl ederse diyet itasına mahkûm olur. îddia edilen katlin hata ta­rikiyle olmasiyle amd tarikiyle olması arasında - muhtar olan kavle nazaran - fark yokdur. Fakat diğer bir kavle göre katlin amden vuku-bulmuş olduğu bilâ beyyine iddia edilmiş, levs de mevcud bulunmamış olunca münkir olan müddeaaleyhe yemin tevcih edilmez, belki sebili tah­liye edilir.

(2) ; Kati dâvasında müddeaaleyh, müteaddid değil,  münferid bu­lunmalıdır.

Binaenaleyh iki kimse hakkında dâva vuku bulsa, meselâ: «bu kat­li Zeyd ile Amr birlikde yaptılar» veya «bu katli Zeyd ile Amr'den biri yapmışdır» diye dâva edilse kasame cari olmaz.

(3) : Müddeaaleyh,  mükellef  olmalıdır. Bu  hususda müddeaaleyh ile katîlin müslim ile zimmî, erkek ile kadın, hür ile köle olmaları ara­sında fark yokdur. Fakat müddeaaleyh, çocuk veya mecnun olursa ka­same dâvası sahih olamayacağından kasame carî olmaz.

Maktul olan köleden dolayı yemin, mevlâsma teveccüh eder.

(4) : îddia edilen katli müddeaaleyhin yapmış* olması mümkün bu­lu nm abdır.

Binaenaleyh müddeaaleyhin kati zamanında başka bir beldede ve­ya kendi beldesinde mahbüs bir halde bulunduğu veya hastalığına meb-ni hanesinde esiri firaş bir halde bulunmuş olduğu beyyine ile sabit olur­sa hakkındaki kati dâvası bâtıl olur. Çünkü bu suretde his ve zahiri hal, müddeiyi tekzib eder.

(5) : Müddeî, iddia etdiği katlin ne veçhile vuku bulmuş olduğunu dâvasında tasrih etmelidir.

Meselâ: müddeî, «sen bu katili bıçak ile veya küıc ile fülân uzvun­dan cerh ederek öldürdün» diye dâva etmelidir. Bu taşrihden evvel yapı-i'dcak yemin muteber olmaz.

(6) : Vârislerin hepsi, de kasameyi talep etmelidir. Binaenaleyh bunlardan  bazıları taleb  edecek olsa  bununla kasame

icra edilemez.

(7) : Varislerin hepsi de bil'ittifak kati dâvasında bulunmalıdır.

Binaenaleyh bunlardan bazıları dâva etdiği halde diğerleri sükût et­seler kasame yapılamaz. Mücerred biri birini tekzib etmemeleri kâfi de­ğildir.

(8) : Varislerin hepsi de katlin vukuunu dâvada müttefik bulunma­lıdır.

Binaenaleyh varislerden bazıları katlin vukuunu inkâr edecek olsa kasame icra edilemez.

(9) : Varislerin hepsi de  muayyen bir şahıs  hakkında  kail   iddia­sında bulunmalıdır.

Binaenaleyh kati dâvası, bir şehir veya mahalle ahalisi veya gayri muayyen bir şahıs hakkında ikame edilerek kasame yapılamaz.

Kezalik: varislerden biri: «katil, Zeyddir» diğeri de «katil, Amr'dır» diye dâvada bulunsa veya varislerden biri: «katil, Zeyddir» dediği hal­de diğer varis «ben katilin kim olduğunu bilmiyorum» dese kasame ic­ra edilemez.

Fakat varisler: «Biz katili bilmiyoruz» dedikden sonra onu tayin edecek olsalar dâvaları dinlenir. Çünkü buna bilâhare muttali olmaları mümkündür.

(10) : Varisler arasında en az bir mükellef erkek bulunmalıdır.

Binaenaleyh bir katilin varisleri, yalnız kadınlardan ibaret olsa bun­ların dâvasiyle kasame yapılamaz. Çünkü kadınların bu hususdaki ye­minleri şahadet mesabesindedir. Bu yemin ile amden vuku bulmuş olan bir kati hâdisesi de sabit olabilecektir. Kadınların böyle bir kati hakkın­daki şahadetleri iae makbul değildir.

Fakat hata veya şibhi amd suretiyle olan bir kati iddiasında vâris­lerden bazılarının gaib veya kasır veya yeminden nâkil bulunması, ka­same icrasına mani değildir. Bu halde mükellef olan erkek vâris, hissesi­ne isabet eden mikdara göre yemin ederek diyetden hissesini alır. Gaib veya kasır olan varislerde hazır olunca ve mükellef bir hale gelince his­selerine göre yemîn.ederek diyetden kendilerine aid kısımları alabilirler.

Amd suretiyle olan bir kati iddiasında ise bütün vârisler yemine ehl oldukları halde toplamb yemini birden icra etmedikçe kısas icra edilemez.) [60]

 

Hanbelilere Göre Kasamenin Ne Veçhile Yapılacağı :

 

(1) : Yukarıdaki şartlar mevcud  olunca katilin bilfiil  varisi   olan mükellef erkeklere hissei irsiyyelerine göre elli yemin tevcih edilir. Bun­ların adedlerine nazaran yapılacak yeminlerde kesr bulunursa bunlar da ikmal edilir.

Meselâ: katilin varisleri, bir oğluyla kocasından ibaret olsa oğluna otuz sekiz, kocasına da on üç yemin tevcih edilir ki, mecmuu elli bir yemîn etmiş olur. Şayed erkek varisler, elliden ziyade bulunursa bunlar­dan yalnız ellisine birer yemin verdirilir, diğerlerine artık yemin tevcih edilmez.

Rakikin seyyidi, onun varisi mesabesindedir.

(2) : Kasame, müddei ile muddeaaleyh hazır bulundukları halde ya-nhr. Yapılacak yeminlerde müvalât ve  meclisde ittihad lâzım  değildir.

Erkek varisler yemin edince katiden dolayı icab eden hak, bütün varis­lere <Jd olur. Dâva, katlin gerek amden hataen vuku bulmuş olması hu­susunda olsun müsavidir. Şu kadar var ki dâva, amden kati hakkında vuku bulur, şeraiti de tamamen mevcud bulunursa kasameyi müteakib muddeaaleyh hakkında kısas icra edilir.

(3) : Kasamede erkek varisler, yeminden nükûl etdiği veya varis­ler bütün kadınlardan ibaret bulunduğu takdirde kendi rızalariyle müd-deaaleyhe elli yemin tevcih edilir, o da «vallahi onu ben öldürmedim, öl­dürene muin de olmadım, öldüreni de bilmiyorum» diye bu yemini yapın­ca beraet kazanmış olur. Fakat bu yeminden nükûl edince de üzerine di­yet itası lâzım gelir.                                                            .                  .

Şayet vârisler, yeminden nükûl eder, müddeaaleyhin yemin etmesi­ne de razı olmazlarsa ^atilin diyeti, beytülmal tarafından tediye edilir, müddeaaleyhin sebili tahliye olunur. Nitekim bir galebelik arasında, mak­tul bulunan kimsenin diyeti de beytülmal canibinden tesviye edilir. Ney-lülmeârib, KeşşafüTkına, Elmuğnî.) [61]

 

Zahirîyye Mezhebine Göre Kasame  

 

(Zahirîlerde kasame usulüne kaildirler. Şöyle ki:

(1) : Bir şahıs, herhangi bir yerde, meselâ: bir kavmin ikametgâhında veya bir sahrada veya bir mescidde veya bir çarşıda veya birisi nin veya kendisinin hanesinde ölmüş bir halde bulunsa kasame yapılabi-

Şöyle ki: ölünün velîleri, ölünün bulunduğu mahal ahalisinden olsun olmasın bir şahsa veya bir cemaate karşı dâva açarak onun katil oldu­ğunu bilâ beyyine iddiada bulunsalar bakılır: eğer bu iddialarının doğru olması, imkân dairesinde bulunur da yalancı oldukları müteyakken bu­lunmazsa ölünün asabesinden âkil, baliğ elli kişi: «Billahi taalâ onu fülân şahıs veya fülân, fülân kimseler bil'iştirâk Öldürmüşlerdir» diye yemin ederler. Bu elli kimse içinde asabattan olan kadınlar da bulunabilir. Bun­ların varis olmaları şart değildir. Bunlar böyle yemin edince kısas veya diyet veya müfadat hakkını kazanmış olurlar.

(2) : ölmüş bir kimsenin maktul olduğuna dair bir levs bulunması şart değildir. Elverir ki onun hatfe enfihi *= kendi kendine ölmüş olduğu müteyakkan bulunmasın.

Kezalik: amden veya hataen öldürülmeyib de bir behîmenin fi'Üle, veya behîme hükmünde olan çocukların veya mecnunların fi'liyle veya kendisinin intihar etmesiyle Ölmüş olduğu sabit olan bir maktulden do­layı kasame icra, ve beytülmal canibinden diyet ita edilmez.

(3) : Maktulün  asabesi,  yukarıda yazıldığı   veçhile   yemin  etmek-den kaçınıb «katilin kim olduğunu alettayin bilemiyoruz» diyecek olsa­lar, maktulün bulunduğu mahalle veya kabile efradından elli kimseden her biri «vallahi onu ben Öldürmedim» diye yemin eder. Bunlar bu ye­minden nükûl ederlerse bu yemini yapmaya cebr olunurlar. Yemin edin­ce maktulün kanından berî olurlar. Maktulün diyeti beytülmal canibin­den veya sadakaların borçlulara mahsus olan kısmından tediye olunur.

Yemin edenler «biz. öldüreni de bilmiyoruz» diye yeminlerine bir şey ilâve etmekle mükellef olmazlar. Bu, bir şahadet demekdir. Bir kimsenin şahadet edeceği bir şey hakkında hilafı hakikat şahadet etmeyeceğine dair ayrıca yemine tabi tutulması ise caiz değildir. Halbuki kasamede ye­min caridir.

(4) : Katıl, kendisinde henüz hayat olduğu halde bulunsa veya ka-tîlin asabesi elli kişiden velev bir kişi noksan olsa veya asabeden elli kişi yemin etmek istemedikleri gibi müddeaaleyhin yemin etmelerine de razı olmasalar kasame bâtıl olur.

Katîl henüz ber hayat iken bulunur veya asabesi elliden noksan olur­sa velîleri tarafından alelusul dâva ikame edilerek bir veya müteaddid olan müddeaaleyhe yemin tevcih edilir. Her müddeaaleyh, yalnız bir ke­re yemîn eder ve bu yemine mecbur olur.

Maktulün bulunduğu mahal ahalisi de müddeaaleyhim oldukları hal­de elliden noksan bulunsalar kasame asla yapılamaz.

Maktulün velîleri, asabeleri, dâvalarını tahkik edemedikleri tak­dirde de kasame yapılamaz. O halde hüküm birdir: maktul hür olsun, köle olsun diyeti beytüİ' malden veya garimlere aid' sadakalardan tediye edilir,  Elmuhallâ.) [62]

 

Saih Bir Kısım Müctehiplerce Kasame :

 

(Fukahanın cumhuru, kasamenin meşruiyetine kaildirler. Zamanı sa-detden evvel de kasairfe usulü mevcud bulunmuşdur. Resuli Ekrem, sal-lallahü aleyhi vesellem efendimiz, bu usulü ibka ve İslah buyurmuşdur. Ezcümle Hayberde maktul bulunan bir zatdan dolayı kasame yapılma­sını emir buyurmuşlardır.

Fukahai kiramdan yalnız Salim ibni Abdillah, Ebu Kılâbe, Ömer ib-ni Abdilâziz, Ebu Uliyye gibi bazı zevat, kasameyi caiz görmemişlerdir. Bu zevata göre;

Evvelâ: kasame, usuli şer'e muhalifdir. Çünkü usuli şer'e nazaran Dir kimse kat'iyyen bildiği veya hissen müşahade eylediği bir şey hak­kında yemin edebilir. O halde bir maktulün velîleri, katilin kim olduğu­nu yakinen bilmedikleri halde nasıl yemin edebilirler?.

Saniyen: usuli şer'e göre beyyine müddeîye, yemin de münkire te veccüh eder. Kasamede,ise bilâkis yemin, müddeüere tevcih edilmiş olu­yor.

Salisen: usvüi şer'e nazaran irakai dem hususunda yeminler, mües sir değildir. O halde müttehem mevkiinde bulunan bir şahıs hakkında ka­same yoliyle kısas nasıl yapılabilir?.

Rabian: kasame hakkındaki ahadisi şerife de Resuli Ekrem Hazret ierinin kasame ile hükm etmiş olduğu sarahaten rivayet edilmiş değildir. Bu hususda te'vilât carîdir. Binaenaleyh bu gibi te'vili kabil olan rivayet­lere istinaden usuli şer'iyyeye muhalif olarak kasame cihetine gidilemez.

Kasameye kail olan cumhuri fukaha tarafından ise denilmektedir ki:

Kasame hakkındaki hükmi şer% kendisine mahsus, münferid, istis­naî bir esasa müsteniddir. Kati hâdiseleri ekseri gizlice yapılacağı cihet­le hayatı beşeriyyeyi siyanet için bu esas, müstesna bir halde kabul edil­miştir. Eshabı Kiramdan Muaviye ve İbnizzübeyr Hazretlerinin de kasa­me yapılmasına müsaade etmiş oldukları sahihen rivayet olunuyor.

İbni Hazm, Muhallâsında diyor ki: «Vâkıâ her dâvada beyyine müd­deîye, yemin de müddeaaleyhe aiddîr, bunu Resuli Ekrem Efendimiz emr etmişdir. Fakat kasame de evvelâ müddeîlerin yemin etmeleri, onlar ye­min etmezlerse müddeaaleyhlere yemin -tevcih edilmesi de tarafı nebevî den emir buyurulmuş, kasameye hükm edilmiş, kasame ile sair dima ve emvalin araları tefrik buyurulmuşdur. Artık Resulullahm beyan buyur

duğu hükümlerden bir kısmım ahz, sair bir Hışmını terk halâl olamaz. Çünkü bunların hepsi de indi. ilâhîdendir, hepsi de hakdırt bunun indin­de durulması, bununla amel edilmesi farzdır. Aleyhisselâtü vesselam efen­dimizin hükümlerinden bazıları itaat bakımından diğer hükümlerinden ev­lâ değildir. Buna muhalefet eden, günaha ve  kavli ilâhîsi tahtına girmiş olur.»

Şunu da ilâve edelim ki: fukahai islâmiyyeden hiç biri bir hükmi ne-bevîye bile bile muhalif ictihadda, bulunamaz ve böyle bir §eye asla te­mayül gösteremez. Ancak rivayet edilen bir hüküm, kendisince usuli veç­hile sabit olmadığından dolayı ona muhalif ictihadda bulunmuş olabilir.

Sonra kasamede velîlerin yemin etmeleri, einımei selâseye göre bir levse, kendilerince kanaati kâmile tevlid edecek bir karineye müatenid olacakdır. Bu halde husule gelen galebei zan, pek kuvvetli olacağından buna istinaden yemin etmeleri limaslahatin caiz bulunmuşdur.

Maahaza velîlerin bu yeminleri, katilin kim olduğunu alettayin bil­memeleri haline münhasır değildir. Velîler, bazan katilin kim olduğunu pekâlâ bilebilirler, fakat bunu mahkemede usulen isbat edecek beyyine-ye malik bulunamazlar. Bu halde bu cinayet hâdisesinin cezasız kalaca­ğı zaruridir. Kasame usulü ise bu mahzuru izale etmekdedir.

Bununla beraber yemin edecek olan velîlere hâkim tarafından: «Al­lah tealâdan korkunuz, katili iyice tesbit etmeden yemin etmeyiniz.» di­ye ihtar edilmesi de mendub bulunmaktadır.

Şunu da ilâve edelim ki: kasame aleyhindeki itirazlar - en ziyade yeminlerin müddeîlere tevcihi ve bunun neticesinde kısas icra edilebil­mesi bakımından olduğu cihetle - sair mezheblere tevccüh etse de Ha­nefî mezhebine teveccüh edemez. Çünkü bu mezhebe göre -yukarıda ya­zıldığı üzere- yemin edecek olanlar, müddeîler, yani: katilin velîleri, va­risleri, asabaları değil, müddeaaleyh makamında bulunan, ve kati hâdi­sesini inkâr eden müttehem kimselerdir. Ve bu yemin neticesinde niha­yet diyet ile hükm edilir, kısas cihetine gidilmez. Binaenaleyh kasame ic­rası, usuli şer'i şerife muhalif sayılamaz. Şu kadar var ki, kati hâdise­lerinin ehemmiyetine binaen münkirlere tevcih edilecek yeminler, müte-addid bulunmuşdur. Bu yemin ile beraber diyet itası da masum kanların heder olub gitmesine meydan vermemek, içtimaî hey'eti daima müteneb-bih, mütebassır, mütesanid bir halde bulundurmak hikmet-ve maslaha­tından vesaireden neşet etmişdir. [63]

 

Bir Muhtıra 

 

Vaktiyle Türkiye'de âmiden katil olanın kısasiyle hâkim tarafından hükm edildikden sonra ilâmı usuli veçhile tanzim olunub Babıâliye tak­dim, oradan da ilâmın sak ve sebki tetkik edilmek üzere Babı Meşihatcirsal olunarak fetvahanei âlide ilâm tetkik ve muktezası zahrı ilâma tah­şiye ve tahtim edilib Babıâliye iade olunurdu.

İlâmın muvafıkı usul olduğu Fetvahane canibinden tasdik olunarak kısasın icrası gösterilmiş olunca keyfiyet, makamı saltanata arz ile kı­sasın icrası babında irade istihsal ve mucibince divanı hümayun kale­minden bir kıt'a ferman tastir, badehu kısas icra edilirdi. Bu, devletçe ittihaz edilmiş bir usul idi. Mîyarı adalet.

Kısas icrasına, kısasdan afve, hükümeti adi suretiyle cezaya, kasa­me yapılmasına ve imzai kazaya dair vaktiyle verilen hükümleri havi olub fetvahanei âlice tedkik ve temyiz edilmiş olan ilâm hülâsalarından beş numune:

(1) : Kastamuni vilâyeti mahkemei şer'iyyesinden verilib fetvaha­nece tedkik edilen bir kısas ilâmı hakkında fetvahanenin kararı:

«Meali ilâm, katili merkum Pehlivan Mehmedin maktuli mezbur kâ­mili mucibi kısas olan kati ile bervechi muharrer kati eylediği şahidini mezbûran şahadetleriyîe badessübût mucebince katili merkumun kısası­na hükm olunduğunu beyandan ibaret olub bu suretde veresei kibardan hiç birisi katili merkumu kısasdan afüv veya sülhe rağbet etmedikleri halde bizatihima huzurlarında katili merkumun kısası iktiza edeceği Fî gurrei Zilkade 1291 Esseyyid Muhammed Tahir.»

(2)  : Sinob mahkemei şer'iyyesinden verilen bir ilâmın fetvahane­ce karara iktiran eden hülâsası:

«Müfadi ilâm icrası hükmi kısasına fermanı âli sâdır olan katili mezbur Yakubu veresei kebîreden zevcei mezbure, kısasdan meccanen afüv eylediğine binaen sigarı merkumun haklarında mesele diyete mün-kalib olmakla fızzadan diyeti recül olan on bin dirhemi şer'îden âfiyei mezburenin sakıt olan hissei irsiyesinden maadasını mukassatan vasiyyi mezburelhac Osman'a edaya tenbih olunduğunu beyandan ibaret olmak­la bu surette âfiyei mezbure fîmabad hususu mezkûr hakkında katili mer­kumdan nesne dâvasına kadire olnıayıb ber rnantukı ilâm diyeti mezkû-reden Âfiyei mezburenin sakıt olan hissei irsiyyesinden maadasını teka-siti selâse ile vasiyyi mezbure katili mezburün edası lâzım geleceği. Fî 17 Şevval. 1291. Naib: Esseyyid Muhammed Fevzi.»

(3) : Bolu mahkemei şer'iyyesinden hükümeti  adi suretiyle tayin edilen bir ceza hakkındaki ilâmın fetvahanece yapılan hülâsası:

«Meali ilâm: müddeî vekili merkum Muhammed müddeaaleyh carihi merkum Mustafa'nın inkârına mukarin bervechi muharrer tesaddî eyle­diği dâvasını şâhidanı merkuman şahadetleriyîe badel'isbat müvekkile! mezburenin sol kolunun badel'bür hareketi tabiiyyesine halel geldiği tabî-banı merkumanın ihbarları ve lâzım gelen hükümeti adi, izah olunmak üzere bilâ eser ve eseri mezkûr ile cariye farz olunarak ledettakvim kıymetine sülüs noksan terettüb eylediği ehli vukufun ihbarlariyle zahir ol-dukdan sonra diyeti mer'enin sülüsünü bir sene tamamına değin müd-deî vekili merkume edaya carihi merkume tenbih olunduğunu beyandan ibaret olub bu suretde müddeiyei meabûre Aişe İçin sü.'üsi diyeti mer'eyi bir sene tamamına değin müddei vekili merkume carihi merkumun edası lâzım geleceği.

(4) : îskilib mahkemei   şer'iyyesinden   kasameye dair verilib bazı noksanlarından dolayı fetvahanei âlice nakz edilen ilâmın bîr hülâsası:

«Müfadi ilâm: müddeiyetan asil ve vasiyyi mezburetan Ayişe ve Emi­ne hatunlar, müverrisleri müteveffayi mezbur Muhammed Azimin katili beyyine veya kimsenin ikrariyle sabit olmamakla men aleyhilkasame 'olan Cay karyesi ahalisi müddeaaleyhim mezburunun inkârlarına muka-rin bervechi muharrer tesaddî eyledikleri dâvalarında isbatdan izharı acz edib taleb ve ihtiyar ve işaretleriyle men*aleyhilkasame olan müddeaaley­him mezburundan elli nefer kesandan her birine vechi şer'î üzere yemin verilmeğin mucebince fızzadan diyeti recül olan on bin dirhemi şer'îyı tarihi ilâmdan itibaren müddeiyetanı mezburetana mukassatan edaya ahalii karyei mezkûreye tenbih olunduğunu beyandan ibaret olub ancak inhisarı verasetin usuli veçhile ber nehci şer'î sübutüne ve şahidlerile mü-zekküerinin isim ve şöhretlerinin ilâma dercine ve ahalii karyei mezkûre kavmi mahsur ve müddeaaleyhim mezbûründen ibaret olub olmadığına ve müddeaaleyhim mezbûrünün esamisi hilâlinde bazıları babalariyle oğullan beraber olarak muharrer olub bu halde o makule evlâd, babala­rının ıyalinde midir yoksa müstakillen hane sahibleri midir, buralarının tavzihine tearruz olunmamalı bu cihetle sebki ilâm noksan ve halelden gayri halî olmağın bu suretde hususi mezkûr sebki muvafık sâkki şer'î ve kuvudı lâzimeyi havi ilâm ile inhasının mahalline emr ve iş'arı menutı re'yi âlî idugî fî 7 M. 271 Esseyyid Ali Faiz.»

(5) : Kângırı mahkemei şer'iyyesinden verilib naibin infisali üzeri­ne yeniden rüyeti lâzım gelen bir kısas ilâmının fetvahanece nakzi:

«Müfadi ilâm, katili merkum diğer Ahmedin maktuîi mezbur Ahme-di mucebi kısas olan kati ile bervechi muharrer kati eylediği şühudi mer­kumun şahadetleriyle badessübut mucebince katili merkumun kısasına hükm olunduğunu beyandan ibaret olub ancak kısasa hükm eden naibi mumaileyhin kazai mezkûrdan infisali vukubulduğuna ve imzai kaza ise tetümmei kazadan olduğuna mebni hususi mezkûrun naibi lâhik huzu­runda badettekrar iadei muhakeme ve şühud olunarak ber nehci şer"ı fasl ve rüyeti iktiza eder. Rebiyülevvel 298 Esseyid Muhammed Ragib.» [64]

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

İSLAM HUKUKUNDA HUDUDA MÜTEALLİK MESELELER HAKKINDA OLUB ALTI MEBHASE AYRILMIŞDIR:

 

(BİRİNCİ MEBHAS)

 

HUDUDUN MAHÎYYETÎNE, KISIMLARINA, NEVİLERİNE ALD UMUMİ MALUMATI HAVİDİR.

 

HUDUDUN MAHİYYETİ, KISIMLARI VE NEVİLERİ :

 

527 - : Huctud, ıstılah kısmında da beyan olunduğu üzere men mâ­nâsına olan haddin cem'idir. Cenabı Hakkın haram kıldığı şeylere «hudu-dullah» denir. Çünkü bu haram olan şeyler dinen memnudurlar. Bunla­ra yaklaşmamak icab eder. Nitekim Kur'am Mübînde:buyurulmuşdur.

Kezalik: bilcümle ahkâmı ilâhiyyeye de «hududullah» denir. Zira bunların maverasına tahatti, memnu buUmrr-kştur.

Hukuk ıstılahınca hudud, hakhullah olmak üzere icrası icab eden mukadder ukubetlerdir. Ukubet ise ceza ve azab manasınadır, cem'i: uku-batdır. Darb ile, hafes ile, kat'ı uzuv ile veya kati ve recin ile icra edile­bilir.

528  - : Lisanı şeriatde bir kısım ukubetlere hudud adı verilmiş-dir. Bunlar, bir takım muharrematın vukuuna birer maniadır, yapılmış muharrematdan dolayı da birer zâcirdirler.

Filvaki bu ukubetler/mücrimler hakkında birer cezadır, başkaları hakkında da birer ibret ve intibaha vesiledir, âmmenin menfaatlerini mu-tazammındır.

Herhangi bir cürmün mazarratı, fesadı, âmmeye müteveccih olursa ondan dolayı tatbik edilecek ukubetin menfaati de âmmeye raci bulunur.

îşte âmmenin mesalihi için, yani: içtimaî heyete aid fesadları def, menfaatleri celb için ifası icab eden ve mikdarları şer'an muayyen bulu­nan bu cezalara «hududullah, hududi şer'iyye» denildiği gibi «hukuki ilâ-hiyye» namı da verilir.

Bu cezaların böyle Hak Tealâ Hazretlerine nisbet edilmesi, bunların ehemmiyetine ve başkaları tarafından afüv Ve iskat edilemeyeceğine işa­reti mutazammındır.

529 - : Hudud   tabiri,   bazı fukaha   tarafından  hem   hakkullaha, hem de hukuki ibade şâmil olmak üzere «şer'an mikdarı muayyen olan ukubetler» diye tarif olunmuşdur. Bu halde hadler, iki kısımdır. Şöyle ki: Birinci kısım: kendilerinde badessübut afüv ve sulh carî olmayan hadlerdir. Bunlar, hukuki âmmeyi teşkil ederler. Ve şu altı nev'e ayrılır: Haddi zina, haddi kazf, haddi hamr, haddi sekr, haddi sirkat, haddi kat'ı tarik. Bunlara.«hududı hâlise» de denir. İşte kamusun bu ikinci bölümü, bunları muhtevi olacaktır.

İkinci kısım: kendilerinde badessübut afüv ve sulh carî olabilen hu-duddur. Bunlar, eşhasa aid haklar demekdir. Kısas gibi. Bu krema dair meseleler yukarıda birinci bölümde «Cinayetler» unvanı altında yazıl-mışdır.

«{Hanbelîiere göre hudud hakkında bazı umumî ahkâm:

(1) : Had, şer'an «ukubeti mukadder»den ibaretdir. Bu ukubet; mü­kellef, müslümanlara aid ahkâmı mültezim, tahrime vâkıf kimseler hak: kında, vacib olur.

Binaenaleyh çocukların, mecnunların, uykuda bulunanların,, harbî­lerin, müste'minlerin, henüz ihtida ederek dari İslama gelmiş, ahkâmı is-lâmiyyeye muttali bulunmamış kimselerin bir kısım muayyen, memnu fiilleri irtikâb etmeleri  haklarında had cezasını  müstelzim olmaz.

(2) : Had cezalarını ya âmme riyasetini haiz olan veliyyüTemr ve­ya onun naibi ikame eder, başkaları ikame edemez. Çünkü had, iıakkul-lahdır, içtihada mütevakkıfdır, başkalarının bu hususda zulm edeceğin­den korkulur. Şu kadar var ki, bunu başkası ikame edecek olsa kendisi­ne bir zaman lâzım gelmez, yalnız ta'zîre müstahik olur.

Ancak hür, mükellef, hadde ve haddin şÜFutuna vâkıf olan bir mev-lâ, müstakıllen mâlik olduğu rakiki hakkında yalnız darb suretiyle had­di zinayı, haddi kazfi, haddi sirkat ile ta'zir cezasını tertib edebilir. Ve­lev ki bu mevlâ, kadın olsun. Fakat kati suretiyle had icra edemeyeceği gibi müşterek veya merhun veya kısmen hür veya başkasının menkûhesi olan köle veya cariyesi hakkında da asla had cezasını ikame edemez.

(3) :  Herhangi  bir had tatbik edilirken veliyyül'emrin veya naibi­nin bulunması vacibdir. Haddi zina ânında haddi ikame edecek kimse ile beraber bir taifenin, hiç olmazsa bir şahsın hazır bulunması da icat) eder.

(4) : Had cezası, hakhullaha riayet niyetiyle ikame edilmelidir ki, bir kurbet olsun. Çünkü had, bir keffareti zünübdür, bununla mücrimin, o haddi müstelzim günahından kurtulacağı umulur. Bu hadden sonra ar­tık mücrim, habs olunamaz ve tekdirimsi lâkırdılar ile müteezzî edilemez. Bunlar haramdır.

(5) : Hakkında had İrzını gelen erkeğe ayakda olduğu halde ne pek yeni ve nede pek eski olmayan bir sevt ile = bir döğme aletiyle had dar­beleri vurulur. Bu sevtın hacmi, kamus ile asa arasında bulunur.

Mahdud; uzadılmaz, bir şey ile bağlanmaz, .elbisesi soyulmaz, belki üzerinde kışın giydiği bir libas bulunmaz. Darbelerde cildi yaracak suret-de vurulmaz, başına, yüzüne, karnına, tenasül uzvuna vurulmakdan sa­kınılır, en ziyade kabaca etlere, uyluklara vurulur. Çünkü bunların ta­hammülü çokdur.

Hakkında had yapılacak kadına oturduğu ve elbisesi kendisine rabi. edildiği ve açılmaması için iki eli bağlandığı halde arkasına ve arkasına yakın yerlere vurulmak suretiyle had cezası tatbik edilir.

(6) : Mücrim, mutad veçhile  yapılan  hadden  veya   ta'zirden veya te'dibden dolayı ölse bunları ikame eden memur üzerine zaman lâzım gel­mez. Çünkü şer'an me'zuniyet verilen bir şey yapılmışdır.

Fakat cellâd hadde bir sevt fazla vursa veya arnden veya hataon mutad fevkinde haddi icra etse veya mahdudun dayanamayacağı bir sevt ile vurmuş olsa telef vukuunda mahdudun tam diyetini zamin olur.

Cellâd, başka mükellef bir şahsın emrine binaen muayyen mikdar-dan fazla vurub da mücrimin telefine sebeb- olsa bakılır: eğer cellâd bu ziyadenin tahrimine vâkıf, ise diyeti kendisi zam in olur,-vâkıf değilse o emr eden şahıs zamin olur.

(7) :  Muhtelif hudud içtima edince, meselâ:   katli,  recmi,  kat'ı  uz­vu müstelzim hadler, bir şahısda toplanınca on ağır olan kati cezası tat­bik edilir, diğerleri sakıt olur. Çünkü hududdan murad, zecr ve men'dir. Kati yapılınca artık başkaca zecre hacet kalmaz.

(8) :  Bir şahıs hakkında katli mucib olmayan cinsleri müttehid hu­dud içtima edince yalnız bir had icrasiyle iktifa olunur.

Meselâ: bir kimse, hakkında daha had ikame edilmeden defaat ile zinada veya sirkatde veya şürbi hamrda bulunmuş olsa bunlardan dola­yı bir had icrası kifayet eder, cezalar arasında tedahül bulunmuş olur. Çünkü bu bir had ile matlûb olan zecr husule gelir.

Fakat had ikame edildikden sonra tekrar o fazihayı irtikâb ederse münzecir olmamış olduğu anlaşılacağından hakkında tekrar had lâzım gelir.

(9) : Katli icab etmeyen muhtelifüicins hudud içtima edince bunla­rın hepsi de ayrı ayrı ik?.mo edilir, bunlarda tedahül cari olmaz.

Meselâ: bir şahıs, hern zinada, hem cie sirkat ile şürbi hamrda bu­lunsa hakkında bunlara aid cezalar tertib olunur. .Şu kadar var ki, bun­ların daha hafif olanları daha evvel ikame edilir. Meselâ: evvelâ haddi şürb, sonra haddi zina, sonra da hnddi sirkat tatbik olunur. Bunlar alet-tevali yapılmaz. Çünkü telefe müfzî olabilir.

(10) : Şahsî =   insanlar  aid haklar,     tamamen istifa olunur.   İcab eden kati cezasından evvel diğer cezalar tatbik ve binnisbe hafifleri tak­dim edilir. Çünkü kati ile başlanılsa diğerlerini tatbike mahal kalmaz.

Meselâ: bir kimse, bir şahsa kazfde bulunsa,  bir şahsın da aniden elini kesse, diğer bir gahsı da amden Öldürse, evvelâ kazfden dolayı hak­kında had icra edilir. Sonra kisasen eh kesilir, daha sonra da kısasen kati olunur.

(11) : Bir şahıs hakkında hem huduuullah, nem de hududı ademî iç­tima edib bu hadler bir mahalde vuku bulmuş olmasa evvelâ hududi ade­mî tatbik edilir ve binnisbe hafifleri takdim olunur. Eğer bunların için­de katli icab eden bir had yok ise hepsi de istifa edilir, aralarında tedahül carî olmaz. Meselâ: haddi kazf ile haddi şürb içtima etse cinsleri muhte­lif olduğu için ikisi de ikame edilir.

Kezalik: gayri muhsan olan bir şahıs, zinada, şürbi hamrde ve muh-aan olan bir kimseye kazfde bulunsa ve bir kimsenin adavet saikasiyle amden elini kesse evvelâ kısasen eli kesilir. Çünkü bu mahza hakkı ade­midir. Bu cihetledir ki, diğer hadlerden ağır olduğu halde takdim olunur. Sonra haddi kazf yapılır. Zira bu da sahi olan kavle göre hakkı ademi­dir. Daha sonra haddi şürb ikame edilir. Çünkü bu, haddi zinadan hafif-dir, en sonra da haddi zina tatbik edilir.

(12) : Hukuki İlâhiyyeden olan kati ile sair hukuk içtima etse bu hukuk, katiden evvel mütevaliyen istifa olunur, meselâ kesilen uzvun iyi olması beklenmez. Çünkü bu intizarda faide yoktur. Hakkullah olan kati, her halde ikame edilecekdir.

Fakat bu kati, hakkı ademî olursa bunun istifası için mücrimin ke­silen uzvunun iyi olmasına intizar lâzım gelir. Zira bu takdirde mücri­min kati edileceği muhakkak değildir, kendisini veliyyi kısasın afüv et­mesi melhuzdur.

(13) : Hakkullah ile hakkı   ademî bir   mahalde içtima   etse hakkı ademî afüv edilse de hakkullah yine ikame edilir.

Meselâ: bir şahıs, zinadan dolayı katle veya sirkatden dolayı kat'ı yede hadden mahkûm olduğu gibi amden katilden veya kat'ı yedden do­layı da katle veya kat'ı yede kısasen mahkûm bulunsa veliyyülcinaye afüv etse de o şahıs hakkında hadden kati veya kat'ı yed cezası tatbik edilir. Çünkü sabit olan bir hakkullah, sakıt olmaz. Keşşafülkma, Neylül-meârib.)

(Zahiriyye mezhebine göre de hudud hakkında bazı umumî ahkâm:

(1) : Hakkullah olarak yapılan hadlerin sebebleri, şu yedi  şeyden ibaretdir: muharebe = yani: yoİ kesicilik, riddet, zina, kazf bizzina, sir­kat, ariyeti inkâr, hamrı tenavül. Bunlardan başka sebeplerle had ceza­sı tatbik edilemez.

(2) : Had cezaları mescidlerde ikame edilebilir mi?. Mescidlerin ne-zafetine, tatyibine riayet edilmesi, haberi  sahih ile sabit  bir vecibedir. Binaenaleyh kati gibi, kat') uzuv gibi hadlerin mescidlerde yapılması haramdır. Çünkü akacak kanlar \\e mescidler kirletilmiş olabilir. Bu ise tanzife, tatyibe muhalifdir.

Resuli Ekrem (sallallahü aleyhi vesellem) efendimiz, Mâız hakkın­da recmin mescid haricinde olarak «Bakî'» mevkiinde yapılmasını emir buyurmuşlardı.

Fakat celd - darb suretiyle olan hadlerin mescidde de, mescidin haricinde de ikamesi caizdir. Şu kadar var ki, mescid haricinde yapılma­sı evlâdır. Çünkü dökülecek şahısdan zafi tabiati sebebiyle bevl vesaire zuhuru melhuzdur.

(3) : Bir mücrim hakkında ikame edilecek had, onun için bir kef-fareti günah mahiyetinde midir?. Yani: bunun ikamesiyle irtikâb etmiş olduğu günah sakıt olur mu?. îbni Hazme göre muharebe, yani: yol ke­sicilik günahından başka günahlar, sebebiyet verdikleri hadlerin ikame-edilmesiyle sakıt olur, mücrim ayrıca tövbe etsin etmesin müsavidir. Yoi kesicilik günahı ise tövbe bulunmadıkça sakıt olmaz. Çünkü bunu mürte-kib olan şahsın hem dünyada, hem de ahiretde azîm azaba maruz kala­cağını bir âyeti celîle nâtıkdır.

(4) : Bir mücrim, tövbe etmekle hadden kurtulabilir mi?. Bazı ze­vata göre herhangi bir had, tövbe ile sakıt olur. îmanı Şafiî Irakda iken bu ictihadda İmiş, Mısır'a gitdikden sonra bu içtihadından rücu etmiş-iir. Bir kısım zevata göre ise tevbe ile hadler sakıt olmaz. Nitekim Mâız jibi muhterem bir zat tâib olmuş olduğu halde hakkında had icra edilmişdir.

Ibni Hazme göre yol kesicilerin kablelkudre, yani: daha derdest edil­melerinden evvel vukubulan tövbeleri, haklarındaki haddi iskat edeceği gibi zina, sirkat, kazf, şürbi hamr hakkındaki hadlerde sahiplerinin kab­lelkudre vaki olacak tövbeleriyle sakıt olur. Çünkü bunların hepsi de haddır. Kuttaı tarik hakkındaki haddin tövbe ile sukutu ise  âyeti celîlesiyle sabittir.

(5) : Mücrimlerin kablelhad tövbe etmeğe davet edilmeleri bir fa­rizadır. Haddi İkame eden veliyyül'emr Veya naibi, kablelhad tov-be tale­binde bulunmamış olursa badelhad istitabede bulunması icab eder. Müc­rim,  badelhad,   taib  olunca  serbest bırakılır,   habsi   cihetine gidilemez. Çünkü kendisinden hakkullah ahz edilmiş olur. Bundan ziyadesi, hudu­dı ilâhiyeyi tecavüzdür. Bu ise haramdır.

Şayed mücrim, «tövbe etmiyeceğim» derse münker bir harekette bu­lunmuş olur, ta'ziri icab eder. Sükût edip de ne tevbe etdiğini ve ne de etmediğini söylemezse  hapsi vacib  olur,   daima  tövbe etmesi kendisine ' teklif olunur. Tövbe etdiğini söyleyince serbest bırakılır.

(6) : Bir şahsın bir töhmetden dolayı habs edilmesi caiz midir?. Fukabadan bir cemaat bunun cevazına kail olmuşlardır. Resuli Ekrem efen­dimizin bazı kimseleri bir töhmetden dolayı ihtiyaten veya istizharen bu­gün bir gece habs etmiş olduğu mervıdir.

îbni Hazmc göre kati ile, zina ile, sirkat ile veya şürbi hamr ile ve saire ile  nuitlehem olan bir şahsın habs edilmesi halal değildir. Çünkü

bir âyeti kerimede şübhe-yok ki, zan ve tahmin, insanı hakdan, hakka aid bir şeyi araşdırmakdan müstağni kı­lamaz.) buyurulmuşdur. Bir hadisi şerifde de  varid olmuşdur. Yani: zandan kaçınınız, çünkü zan, sözün, ha­tıra gelen şeylerin en yalanıdır. Mücerred zanna binaen bir kimsenin ce­zalandırılmasına kıyam  edilemez.

Resuli Ekrem Efendimizin zamanında küfr ile müttehem olanlar var idi ki onlar, münafık denilen kimselerdi. Nebiyyi âlişan hazretleri, bun­lardan hiçbirini bu töhmete mebni habs etmemişdi.

(7) : Bir müslüman, haddi müstelzim bir cürümde bulundukdan sonra diyarı şirke  kaçarak  -ncuzübillâh- irtidad etse hakkındaki  bu

had sakıt olmaz. Bir hadisi şerifde buyu­rulmuşdur. Yani: bir kavi, hür olsun, olmasın diyarı şirke firar ederse kanı halâ! olur. Çünkü bu şahıs, irtidad etmese de bir zaruret bulunmak­sızın mücerred böyle arzı şirke iuhukİyle muharib olmuş olur.

Diğer bir hadisi şerifde de buyu­rulmuşdur. Yani: bir zaruret ve maslahat bulunmaksızın müşriklerin ara­sında ikamet eden her müslümandau ben beriyim.

Diyarı şirke iltihakından sonra yaptığı bir cürmden dolayı icab eden had de bu iltihak sebebiyle sakıt olmaz.

(8) : Bir kimse, kablelhad defaat ile zinada veya sirkatde veya şür-bi hamide vova ariyeti inkârda ve emsalinde bulunsa bunlardan dolayı bir had mi lâzım gelir, ba^ka başka hadler mi?. Bu meselede ihtilâf var­dır. Bazı fukahaya göre bunların arasında tedahül carî olarak yalnız bir had ile iktifa olunur. Bazı fukahaya göre is:e bunların her birinden dola­yı ayrıca bir had lâzım gelir. Meselâ: bir kimse, bir şahıs hakkında ikin­ci defa kazfde bulunsa hakkında ikinci bir had lâzım gelir. Zahiriyyeye göre ise bu müteaddid, cinsleri müttehid fi'llere hâkim, bilâhare mutta­li olunca hepsinden dolayı yalnız bir had ikame eder. Fakat bunlara ayrı ayrı muttali olub da bir zaruret bulunmaksızın haddi ikame veya ikmal etmemiş bulunursa her birinden dolayı ayrıca had lâzım gelir, birini ik­malden sonra diğerine mübaşeret eder.^ Evvelce ikame edilmiş olan bir had, ikinci defa işlenilen ayni bir cürüm için kifayet etmez.

 (9) : Mücerred zina ile. veya kazf ile veya mücerred sirkat ile had ikamesi vacib olmaz. Belki buna başka bir mânânın da inzimamı lâzım­dır ki, o da böyle memnu bir fi'lin, ikamei hududa salahiyetli olan bir hâ­kimin huzurunda sübutünden ibaretdir. Bu sübut ise hâkimin bilmeliyle veya beyyinei âdile ile veya ikrar ile husule gelir. Böyle bir sübut bulun­mayınca ne had, ne celde, ne de kat'ı uzuv lâzım gelmez. Eğer lâzım ge-iecek olsa böyle bir fi'lde bulunan şahıs için mücerred bu fi'linden dola­yı kendi hakkında kendisinin haddi ikame etmesi farz olurdu.  Halbuki bir kimsenin kendi hakkında haddi ikame etmesi icmaı ümmetle haram­dır.

(10) : Haddi mucib bir fİ'li ikrar mı iyidir, setr mi? Bu meselede ihtilâf vardır. Bir taifeye göre muhtar olan, setrdir. Fakat zahiriyyeye göre efdal olan, veliyyül'emrin huzurunda o günahı itiraf etmekdir. Va­kıa setr, bil'icma mübahdır. Yapdığı günah, mestur kalmış olan bir müs-lüman, meşiyyetullaha tâbidir. Allah Tealâ onu dilerse afüv eder ve di­lerse muazzeb kılar. Fakat hakkında had icra edilen kimseden o günah sakıt olmuş, bu ceza onun için keffarete vesîle bulunmuş olur. Artık böy­le malûm, kat'î bir afüv ve mağfiretin efdal olduğu ise bızzarure malûm­dur.

(11) : Hududı veya sair cezalar müstelzim bir    fi'lde    bulunduğu zannedilen bir şahsı imtihan için döğmek, habs etmek, tehdid eylemek halâl değildir. Çünkü bunu ne kur'an, ne sünnet, ne de icmaı ümmet icab etmemektedir.  Mücrimin  müslim  olmasiyle zimmî  olması  bu    hususda müsavidir. Böyle bir darb ve habse mebnî ikrar edilen bir cürümden do­layı had vesaire cezası tatbik edilemez. Bu, sade mükrehane bir ikrardan başka değildir.

(12) : Kati, sirkat, hırabe, şürbi hamr, kazf gibi hududı iktiza eden fi'llerde iki adlin şahadeti kâfidir.  Bunların müetemian    şah adetleri yle münferiden şahadetleri müsavidir.  Böyle iki  şahid,  birçok    kimselerin aleyhine şahadet etseler hepsinin hakkında da hudud ikame edilir. Bilâ­kis bu aleyhlerine şahadet edilenler de o şahitlerin aleyhine şahadetde bulunsalar bunların bu şahadetleri makbul olmaz. Çünkü bunların ada­letleri, aleyhlerine evvelce vaki olan şahadet ile cerh edilmişdir.

(13) : Şahidler, asıl baddi mucib fi'le şahadet etmekle beraber bu­nun zamanında,  mekânında veya mezniyyün bihada    veya    mesrukun minhde ihtilâf etseler  şahadetleri  yine  tam sayılarak had  icrası vacib olur. Çünkü asıl fi'l hakkında şahadet, tamdır, bu şahadetde  mekânı, zamanı vesaireyi zikre ihtiyaç yokdur.

(14) : Had, mürun zaman ile sakıt olmaz. Binaenaleyh haddi mu­cib olan bir fi'l hakkında şahidler vaktiyle şahadetde bulunmayıb da bir müddet   sonra   şahade.tde   bulunsalar   yine  had   ikame edilir.  Velev ki bu müddet içinde mücrim halini ıslah etmiş olsun.

(15) : Had,  şübhe ile  ikame  edilemez, bunun  sebebi yakinen ma­lûm olmalıdır. Ve böyle yakınen sabit olan bir had de şüphe ile sakıt ol­maz.

Had, hakkullahdır, sabit olmadıkça şübhe ile ikamesi halâl olmaz

Nitekim   bir   hadisi   şerifde buyuruhnuştur. Yani : şübhe yok ki, kanlarınız, mal­larınız şeref-ü vekarımz, bedenleriniz sizin üzerinize haramdır, bunlara haksız yere tecavüz etmeniz caiz olmaz. Bilâkis sabit olunca da şübhe ile iskatı halâl olmaz. Çünkü Hak Tealâ Hazretleri - işte bunlar hududı ilâhiyyedir, artık bunları tecavüz etmeyiniz, bunları muattal bırakmayınız.) buyurmuşdur.

(16) : Ehli zimmet Kakında da hudud  cezası  tatbik edilir.  Çünkü bunlar zimmeti kabul etmekle bu gibi ahkâmı islâmiyyeye  tabi  olmuş­lardır.

Binaenaleyh zimmîler hakkında da haddi sirkat icra edileceği gibi haddi zina, haddi kazf, haddi şürb vesairede icra edilir, imam Şafiî ile Ebu Süleymamn ve bunların eshabmın da kavilleri böyledir.

(17) : Köleler ile  cariyelerin haklarındaki   hadler,   hürler ile hür-relerin haklarındaki hadlerin tam yarısına muadildir.  Meselâ    celdede, nefyi muvakkatde, kat'i uzuvda rakikler, hürler İle hürrelerin, cezaları­nın tam nısfına tabi olurlar. Fakat yarısını tatbik mümkün olmayan ce­zalarda, meselâ kılıç ile kati veya salb veya müebbed nefy hususunda memîûkler ile ahrar müsavidir.

(18) : Had icrasında  mücrimin  vaziyeti   ne olacakdır?  Had yapı­lırken mücrim, ayakda mı duracak,  yoksa oturacak  mıdır?. Bu husus-da bir nas yokdur. Binaenaleyh zinadan, hazfden, hamrden ve ta'zirden dolayı yapılacak hadler, erkek ve kadın hakkında nasıl kolaya    gelirse Öylece yapılır. îmtina eder, meselâ  : celdeleri elleriyle defe çalışırlarsa da elleri bağlanılabilir.

(19) : Hadlerde darbın =  dayağın sıfatına gelince zinadan, kazf. den, hamrden ve ta'zirden dolayı vurulacak darbeler, mahdudı  müteel-lİm etmekle   beraber   onun  kemiklerini  kırmayacak,   derisini   yarmıya-cak, kanını akıtmayacak, etlerini ezio kokutmayacak bir tarzda olacak-dır. Aksi takdirde bu haddi tatbik edene de ve bununla emr etmiş olana da bu veçhile kaved  = mukabede bilmisil lâzım gelir. Bunun    burhanı âyeti celîlesidir. Yani   :  Hak Tealâ Hazretleri her şey için bir mikdar teyin buyurmuşdur. Hadlerdeki darblerin de bir mikdarı vardır, bundan fazla ve noksan yapılması caiz olmaz.

(20) : Hadlerde kullanılacak darb vasıtaları nelerdir?. Zinaya, kaz-fc mahsus hadler, sevt ile, yani : darbe aid âletlerden her hangi biriyle, meselâ  : sopa ile, kamçı ile yapılabilir.

Şürbi hamrdan dolayı had, sevt Üe yapılabileceği gibi budağı ve yaprakları bulunmayan hurma dah ile, ayak kablariyle, el ile, elbisenin bir tarafiyle de yapılabilir.

(21) : Hasta olan bir mücrim  hakkında  had  cezası  hemen tatbik edilebilir mi?. Hastalığın ne zaman zail olacağı kestirilemez.  Mücrimin hakkında had icrasiyle afüv ve mağfirete    biran evvel nail olması ise

maüûbdur. Nitekim bir âyeti kerimede : Rabbiniz tarafından tecelli edecek,  mağfirete koşunuz)  buyuruMuştur.  Binaenaleyh  hasta hakkında da tahammül edeceği  suretle hafifçe had cezası muaccelen tatbik edilir, te'cile lüzum yokdur.

Cidden pek zaif olan bir mücrim hakkında da meselâ : yüz ince salkımı bulunan bir hurma dalı ile bir defa vurmak suretiyle celde ceza­sı yapılabilir.

(22) : Hadlerde nefy cezası da var mıdır, yok mudur?.    Zahirîlere göre yol  kesiciler hakkındaki nefy  cezası,  kur'an ile   sabittir,   zinadan dolayı  nefy de sünnet ile sabit olmuşdur. Bazı zatlar, riddetden, gürbi .hamirden, sirkatden dolayı da nefy ile hükm etmişlerdir. Zahirîlere gö­re bu nefy, habs demek değildir, belki mücrimi daima bir beldeden di­ğer bir beldeye nefy edib durmakdır. Hasam Basrînin kavli de böyledir. Şöyle ki, bir muharib  = yol kesici, bir beldede ancak bir kerre yiyece­ğini, uyumasını, ve hayatını koruyacak suretde rahatım temin için dur­durulur, sonra başka beldeye gönderilir, bu hal, tövbekar oluncaya ka­dar devam eder,,  tövbe edince nefy  cezası sakıt olur,  kendi    "yurduna dönmesine müsaade olunur.

Bu nefy hususunda erkekler ile kadınlar arasında fark yokdur. Me selâ  : zinadan dolayı hür ve hürreler    hakkında yüz celde ile bir sene müddetle nefy cezası tazım geldiği gibi memîûkler ile memlûkeler hak­kında da elli celde ile altı ay nefy cezası icab eder.

(23) : Hadi mucib bir cürmü, tahrimine,  haddi  mucib olub olma­dığına   muttali   olmaksızın irtikâb   etmiş olan  bir şahıs  hakkında   had ceza tatbik edilir mi? edilmez. Meselâ  :   henüz dari harbden gelib islâ-miyeti kabul etmiş, bu gibi dinî hükümlerden daha haberdar olamamış, bir kimse hakkında had icra edilmez ve kendisi melâmet de olunmaz. Belki bu hususdaki dinî hükümler kendisine talim edilir, badehu o cür­mü tekrar irtikâb ederse o zaman hakkında had lâzım gelir. Şayed ce­halet iddiasında bulunursa bakılır : eğer bu cehaleti mümkün görülürse hakkında had ve yemîn lâzım gelmez. Fakat bu iddiasında yalancı oldu­ğu yakinen bilinirse iddiasına iltifat olunmaz.

Kendisine ahkâmı islâmiyye evvelce    baliğ olmamış bir kimse, bu

gibi hususlarda .mazur sayılır. Çünkü kur'amkerîmd hıvyurulmuşdur. Yani  : Allah Tea4â, bir kimseye iktidan

aairesinde olmayan bir şeyi teklif buyurmaz. Bir kimse ise kendisine tebliğ edilmemiş bir şeyi bilmek iktidarım haiz olamaz. Çünkü bu, bir il­mi gayb mesabesinde bulunmuş olur. Elmuhallâ.)

«Fakat dari islâmda ahkâmı islâmiyyeyi öğrenebilecek kadar ika-, met etmiş olan bir müslüman, bu babdaki cehaletinden dolayı mazur ola­maz. Çünkü bu halde bu gibi ahkâmı Öğrenmek, bilmekle mükellef bu­lunmuş olur.» [65]

 



[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/3-5.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/7-9.

[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/9.

[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/9-12.

[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/12-13.

[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/13.

[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/13.

[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/13-14.

[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/14-15.

[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/15-16.

[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/16-17.

[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/17-18.

[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/19.

[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/19-20.

[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/21.

[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/21.

[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/21-23.

[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/23.

[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/24-25.

[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/25.

[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/26.

[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/26.

[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/26.

[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/27.

[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/27-28.

[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/28-31.

[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/31-47.

[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/47-52.

[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/52-53.

[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/53.

[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/53-56.

[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/56-58.

[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/58-63.

[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/63-80.

[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/80-88.

[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/88-94.

[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/94-98.

[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/99-103.

[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/103-107.

[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/107-112.

[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/113-119.

[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/119-124.

[43] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/124-126.

[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/126-135.

[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/135-145.

[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/145-147.

[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/147-150.

[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/150-156.

[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/156-157.

[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/157-158.

[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/158-161.

[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/161-169.

[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/169-170.

[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/170-172.

[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/172-174.

[56] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/174-175.

[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/175-176.

[58] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/176-178.

[59] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/178-179.

[60] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/179-181.

[61] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/181.

[62] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/181-183.

[63] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/183-184.

[64] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/184-186.

[65] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/187-196.