Namazın Sünnetleri: 2

Namazın Adabı: 2

Namazın Sıhhat Şartları Şunlardır: 3

Namazın Rükünleri: 5

Namazın Mekruhları: 12

Namazı Bozan Şeyler: 13

Cami Adabı: 15

Sehiv Secdesi: 15

Sehiv Secdesinin Usulü: 16

Tilavet Secdesi: 17

Şükür Secdesi: 18

Cemaat Namazı: 18

Namaz İmamlığının Sıhhat Şartları: 20

İmamlık Yapması Mekruh Olan Kimseler: 21


Namaz
ın Sünnetleri:

 

Yapılmasında sevap, terk edilmesinde kerahat ve kınanma var­dır. Zira Resulullah (sav) efendimiz kıldığı şekle daha fazla münasip meydana getirmesinden, şefaatine kapı açar. Rahmet meleklerinin istiğfarına layık olur. Namazın sünnetleri şunlardır;

1- îftitah tekbiri getirirken elleri göğüs ya da kulak seviyesine kaldırmak.

2- Elleri kaldırırken parmakları açık ve rahat bir biçimde yap­mak.

3- Elleri göbeğin tam altına gelecek şekilde sağ elini sol elinin üzerine koymak.

4- İmamın eüzü besmele ve amini gizli söylemesi.

5- İmamın intikal tekbirlerini aşikâr getirmesi.

6- Rüku için tekbir getirmek.

7- Rükuda üç defa teşbih getirmek.

8- Secdede her iki dizleri ve her iki eli yere koymak.

9- Secdede üç defa teşbih getirmek.

10-Secdeden kalktığı zaman tekbir getirmek.

11- Secdeye eğilmek, tekbir getirmek.

12- Ellerin iç kısmı ile diz kapaklarını tutmak.

13- Et-tahiyyat'tan sonra Resulullah (sav)  efendimize salatu selam getirmek. Ve rivayet olunan bazı duaları okumak.

14- İki secde  arasında oturduğu zaman ve rükudan  ayağa kalktığı zaman en az bir teşbih miktarı beklemek.

15- İki secde arasında İyice kalkıp oturmak.

16- Otururken sol ayağını uzatıp üzerine oturmak. Sağ ayağı parmaklan kıbleye gelecek şekilde dikmek.

17- Rükudan kalktığı zaman iyice dik olarak durmak.

 

Namazın Adabı:

 

1- Namaz kılarken kalbi başka şeylerle meşgul etmemek.

2- Esnerken dişleri sıkarak ağzı kapalı tutmaya çalışmak.

3- Pardesü, ceket veya herhangi bir üstlüğe kollan geçirmek.

4-  Sağa selam verirken sağ omuzuna, sola selam verirken sol omuzuna bakıp etrafa bakmamak.

5- Ayakta dururken secde yerine bakmak.

6- Rüku halinde ise ayaklarının üstüne bakmak.

7- Otururken kendi dizlerine bakmak, başka tarafa bakmamak.

8- Namazda ayakta dururken, ayakların arasını dört parmak kadar açıkta tutmak.

İmam ve birde yalnız başına namaz kılanın eüzü besmeleyi o-kumaları, hemde gizli söylemeleri sünnettir. Besmeleden sonra fa­tiha okunur. Fatihanın sonunda kendisi işitecek kadar amin denilir. Buda namazın sünnetidir. Amin demese de sünnettir. İmam, cemaat ve yalnız başına kılan kimselerin hepsinin de kendileri işitebilecek şekilde söylemeleri sünnettir.

Amin kelimesinin med ile kasırla okunması caizdir. Şeddeyle okunması yanlıştır ve caiz değildir. Manası ise duamızı kabul buyur demektir. Gizli okunan namazlarda cemaat imamın "veleddallin" de­diğini işitirse amin demeleri gerekmez. Bayram ve cuma namazla-nnda cemaat birbirinden amin sesini duyacak olursa, onlarda sus-mayıp kendileri de belirtilen Ölçüde söylerler.

Namazdan kendi sun'u (fiili) ile çıkmak, namaz kılan kimsenin namazdan kendi sun'iyle çıkmasıdır. Zira kendi sun'iyle çıkmak, İmam-ı Azam'a göre farzdır. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre farz değildir. İmamın delili şöyledir; şüphesiz namaz için tahrim (ha­ram kılman şeyler) ve tahlil (helal kılman şeyler) vardır. Örneğin, hacc gibi. Namaz kılan kimse namazdan sadece sun'iyle çıkabilir. Zi­ra diğer namazın edası, sadece bu namazdan çıkmakla mümkün olur.

Tekbir alırken iki elleri, iki yenden çıkarmakta namazın edeplerindendir. Zira bu tevazuya daha yakındır. Gücü yettiği öksürüğü önlemekte namazın edeplerindendir. Zira bu öksürük namazın fiille­rinden değildir. Şayet öksürmek özürsüz olursa namazı bozar.

Müezzin, ilk "hayya ala's-salah " dediği zaman ayağa kalkmak­ta namazın edeplerindendir. Zira namaz kılan kimse bununla emro-lunmuştur. Zira bunun manası "haberdar ol ve namaza yönel" de­mektir. Yine müezzin "kad kameti's-salah" dediği zaman namaza baş­lamakta namazın edeplerindendir. Çünkü müezzin, emin kimsedir. Şüphesiz o namaza kalkmayı haber vermiştir. Bunun için müezzinin sözünü yalan bulmaktan korunmak için hemen namaza başlamak lazımdır.

Esnediği zaman ağzını örtmekte namazın edeplerindendir. Zira Resulü Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur:

Namazda esnemek şeytandandır. Sizden birine, namazda es­neme gelirse gücü yettiği kadar men etsin. Yani nefsini tutsun"

Secde halinde burnunun iki yanlarına bakmasıdır. Kunud'da kucağına bakmasıdır. Bunların hepsi namazın edeplerindendir. Şafii mezhebine göre namazın kerahat vakitleri beştir. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

Sebepsiz olarak aşağıda zikredilen vakitlerde namaz kılmak tahrimen mekruhtur.

İkindi namazını kılmayan için güneş sarardığı andan, batın-caya kadar.

ikindi namazını kıldıktan sonra güneş batmcaya kadar.

Sabah namazını kılmayan için güneş doğduktan sonra bir mızrak boyu yükselinceye kadar.

Sabah namazını kıldıktan sonra güneş bir mızrak boyu yük­selinceye kadar.

îstivadan zevale kadar.

Ukbe b. Amir'den şöyle rivayet edilmiştir:

Resulullah (sav), üç vakitte namaz kılmamızı ve ölülerimizi toprağa defnetmemizi men etti. Güneş batmaya yüz tuttuğu zaman, sıcaktan deve ayağa kalktığı zaman, güneş doğup yükselinceye ka­dar. [1]

Eğer namazı kılmak için hal çıkarsa bu beş vakitte namaz kıl­mak caiz olur. Örneğin; geçmiş namazları kaza etmek, adaklı na­maz, tahiyyetü'l-mescid, hüsüf, küsuf, abdest, cenaze ve istihare namazlarını bu vakitlerde kılmak kesinlikle mekruh değildir.

Cuma günü istiva vaktin de her yerde namaz kılmak caizdir. Mekke-i Mükerreme'de her çeşit namazı, bütün vakitlerde kılmak kesinlikle mekruh değildir. Zira Resulü Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur:

Ey Beni Abdi Menaf, gece olsun gündüz olsun, herhangi bir sa­atte bu beyti tavaf edip namaz kılan kimseyi men etmeyiniz."

Cuma günü hatip hutbe okurken camiye giren kimse, hafif olarak iki rek'at cuma namazının ön sünnetiyle, tahiyyetü'l-mescid sünnetini müşterek olarak niyetini getirerek kılar. Ondan sonra otu­rur ve hutbeyi dinler. Hamamda, yol üzerinde, çöplükte, mezarlıkta namaz kılmak mekruhtur.

Namazın vacibiyeti altıdır:

1- Müslüman olmak. Şu halde müslüman olmayan kimseye namaz kılmak farz değildir. Zira Cenab-ı Allah (cc) şöyle buyuruyor:

Sen kafirlere de ki; onlar küfürden vazgeçseler, geçmiş o-lan günahları affedilecektir."

Fakat mürted kimseye namaz farz olduğu için şayet İslama bir daha dönse, irtidadaki olan geçmiş tüm namazlarını kaza etmek zo­rundadır.

2- Baliğ olmak. Yani ergenlik çağma varmak.

3- Akıllı olmak.  Deli, baygın ve zorla kendisine içki verilmiş sarhoş kimseye namaz farz değildir.

4- İslam  davetini duymuş  olmak.  İslamdan  haberi olmayan kimseye namaz farz değildir.

5- Göz, dil ve kulak gibi bütün uzuvları sağlam olmak.  Bir kimse âmâ, sağır ve dilsiz olarak halk edilirse namaz gibi ibadetlerle mükellef değildir.

6- Tahir olmak. Ay başında veya nifaslı bulunan kadına namaz farz değildir.  Bir kadın ilaç kullanırsa, kayıtlı olarak veya doğum zamanı gelmeden önce çocuğunu aldırırsa hayız ve nifas müddetinde geçen namazları kaza etmez.  Namazdayken veya namaz kıldıktan hemen sonra baliğ olan kimse namazı iade etmez.

 

Namazın Sıhhat Şartları Şunlardır:

 

1- Vaktin girdiğini kesin olarak bilmek veya tahminen bilmek. Namazın vaktini bilmeden namaz kılan kimsenin namazı ne kadar vakte yakında olsa namaz caiz değildir. Namazın vakti girmeden ön­ce, vakit gelmiş diye namaz kılan kimsenin eğer kazası varsa kaza yerine, eğer kazası olmazsa nafile yerine sayılır. Namazın vakti gelin­ce bir daha kılması gerekir.

İsterse âmâ olsun, isterse gözlü, kapalı ve açık havalarda na­maz kılmak için itimatlı müezzine itimad edebildiği gibi zamanında öten horoza ve saatede itimad edebilir.

2- Göğsü ile kıbleye yönelmek lazım ve elzemdir. Zira Resuli Ekrem (sav) ilk olarak Kabe'ye göğsünü yönelterek namaz kılardı. O-ndan sonra Beytü'l-Makdis'e yönelmek için Allah tarafından emir geldi. Bu nedenle hicretten önce Resulullah namaz kılarken Kabe'yi kendisiyle Beytü'l-Makdis'in arasına alırdı.  O zaman hem Kabe'ye hemde Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılardı. Hicretten sonra haliyle sırtı Kabe'ye düştü. Bu hal kendisine çok zor geldiği için Kabe'ye yö­nelmek için Cenab-ı Allah'a (cc) çok yalvardı. Bu nedenle şu ayet na­zil oldu:

(Ey Muhammedi) Biz senin yüzünün göğe çevirmekte oldu­ğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi seni, razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Şimdi artık yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir. Ey Mü'minler siz de, her nerede olursanız yüzünüzü namazda o mescid (Kabe) tarafına çevirin. [2]

Mekke ve onun yakınında olan kimseye, mutlaka Kabe'nin ya zatına yada kendisine tekabül eden boşluğa yönelmesi lazımdır. Ka­be'den daha yüksek bir binanın veya dağın üzerinde bulunan kimse onun boşluğuna doğru yönelmesi yeterlidir. İctihad neticesinde na­mazını tamamladıktan sonra kuşkusuz olarak yanıldığını anlarsa namazını iade etmesi lazım gelir.

Geminin kaptanı tek ise ve yardımcısı yoksa, gemi hangi tarafa doğru gitse o tarafa namaz kılmak gerekir. Fakat yolcular mümkün­se kıbleye doğru namaz kılmakla mükelleftirler. Uçakta aynı gemi gibidir. Tren istasyonlarda durduğu, otobüs vesair karayolları vası­taları da her zaman durdurarak mümkün ise mutlaka sürücüleri durdurmaları lazımdır.

Bir cemaatle bir yerde bulunulursa, ayakta namaz kılmak için sıraya girmek lazım gelir. O kimsenin namazı geç veya kazaya kala­caksa o cemaat oturarak namaz kılmalıdır. Kıble tarafından aciz o-lan kimsenin göğsünü kıbleye çevirecek kimse yoksa yüzü hangi ta­rafa ise o tarafa doğru namazını kılar.

Medine-i Münevvere'de olan kimse Resulullah'ın mihrabına ke­sinlikle bizzat dönmelidir. Mekke haricinde olan kimse, Kabe yönü­nü kesinlikle bilmezse tahminen Kabe'nin zatına yönelmelidir. Şazırvan ile Hicr'i İsmail Kabe'den sayılmadığı için o cihet namaz kıl­mak için caiz değildir. Kıble tayini için dört yol lazım ve elzemdir:

a- Bizzat Kabe'yi bulmak, başkasına sormamak lazımdır. Mese­la kör olan bir kimse camiye girse, caminin duvarını yoklayarak kıb­leyi bulmak zorundadır. Başkalarına sorarak yetinmesi kesinlikle caiz değildir.

b- Kıbleyi bizzat bulmak mümkün olmazsa, kıbleyi bilen güve­nilir kimseye sormak lazımdır. Pusula ve benzeri aletler, kutup yıl­dızı, güneş, ay eski-yeni olan kimselerin yöneldiği mihraplarda kıb­leyi bilen güvenilir kimsenin hükmündedirler.

c- Kıbleyi bilen bir kimse veya onun yerine geçen bir alet bu­lunmazsa, kıbleyi bulmak için ictihad edilir.

d- Kıbleyi bulmak mümkün olmazsa veya ictihad ile bir şey el­de edilemezse, kıbleyi bulmak için ictihadda daha evvel bulunmuş olan taklid edilecektir.

Eğer kutup yıldızı görünüşte sabit olursa bununla kıbleyi bul­mak mümkün olur. Diyarbakır, El-Haske, Rakka, El-Cezire, Bitlis, Muş, sürt, Mardin ve urfa gibi yerlerde bulunan herhangi bir kimse tam sırtını, Medine-i Münevvere, Ba'lebek, Kudüs, Gazze ve Tarsus ve çevrelerinde bulunan herhangi bir kimse sol kulağını, Maveraün-nehir'de bulunan herhangi bir kimsede sağ kulağını kutup yıldızına doğru olarak çevirirse kıbleye yönelmiş olur.

Tren, uçak, otobüs ve gemi gibi vasıtalarda bulunan bir kimse eğer namaz kılmak isterse namazı ister farz isterse sünnet olsun her iki namazdada gücü yettiği takdirde kesinlikle göğsü ile kıbleye yö­nelmelidir. Hatta ve hattaki vasıta döndüğü zaman vasıta ile beraber dönmesi lazımdır. Şayet kıbleye yönelmelk mümkün olmazsa ve "tekbiretü'1-ihram" için kıble tarafına yönelmek mümkünse bu şartla beraber altı şart daha lazımdır:

1- Seferin helal olması.

2- Yolculuk öyle bir yerde olmalıdır ki eğer ezan okunsa ezanın sesinin oraya vasıl olmaması.

3- Tekbiretü'l-ihram için kıbleye yönelmek mümkün ise yö­nelmek lazımdır.

4- Namazın bitimine kadar yolculuğun devam etmesi lazımdır. Namaz ortasında bulunduğu mekanda kılmak isterse kıbleye doğru namaz kılması lazımdır.

5- Yürüyüşün devam etmesi. Şayet istirahat etmek için bir ye­rde kalacak olursa kıble tarafına namaz kılmak lazımdır.

6- Zaruret olmamak şartıyla çok sayılacak hareketleri yapma­mak. Bunların hepsi vakit dar olursa ve namazı tehir etmek müm­kün olmazsa yapılır. Şayet vakit geniş olursa o zaman vakit içinde vasıta bir yere uğrayıp namaz vakti kadar kalacağını bilirse nama­zını tehir etmesi lazımdır.

Şiddetli bir korku zamanında kıbleye yönelmek lazım gelmez. Nasıl mümkünse o şekilde namaz kılar. Bu meselelerde rüku ve sücud için işaret etmek kâfidir. Yolcu olan kimse yolculuğu kısada olsa hem binerek, hem yürüyerek nafile namazını kılarsa caiz olur. Yal­nız yürüyerek namazını kılmak isterse tekbiretü'l-ihram'da, rüku ve secdede kıbleye dönmesi lazımdır. Bunlardan başkası ise istikame­tine doğru yönelerek namazını kılar, yani kıbleye doğru değil. Aynı zamanda rüku ve sücudunu normal olarak yapacaktır.

At, katır ve bunlar gibi başka bir bineğe binmiş ise tüm na­mazlarında kıbleye yönelmesi, rüku ile sücudunu normal olarak eda etmesi, şayet kolay olursa kıbleye dönmesi, rüku ve sücudunu ta­mamlaması lazımdır. Şayet rüku ile sücud kolay değilse o zaman kıbleye döner ve işaretle eda eder.  Şayet kıbleye doğru dönmekte zorsa sadece tekbiretü'l-ihram alırken kıbleye döner. Diğer işlerde ise kendi istikametine doğru namaz kılar. Haberi yokken istikame­tini hayvanı değiştirirse eğer kıbleye dönerse bir zarar olmaz. Fazla zaman geçmişse namazı sahih olmaz.

3- Rengini göstermeyecek şekilde bir şeyle avretini örtmek, ört­türmek. Şu şekilde olursa; vücudun beyaz ve siyahlığını gösteren in­ce naylon çorap veya böyle bir baş örtüsü ile namaz kılmak veya çarşıya çıkmak kesinlikle haramdır ve caiz değildir. Namaz kılarken erkek olsun, cariye olsun avreti, dizi ile göbek arasıdır. Göbekle diz ne kadar avret değillerse, avreti tamamıyla örtmek için onların bir kısmını örtmek lazım gelir.

Hür olan kadının avreti ise el ile yüzünden başka tüm vücudu avrettir. Hatta ve hattaki saçından veyahut vücudunun herhangi bir tarafından kıl kadar bir yer görünse namazı sahih olmaz. Namaz ha­ricinde hür olsun cariye olsun kadının tüm vücudu (el ve yüz dahil olmak üzere) avret sayılır. Ona bakmak kesinlikle haramdır. Bu­nunla beraber yüzünü örtmeğe mecbur olmadığı gibi, muayene için doktor, lazım olduğu zaman ifadesini alan hakime, alış-veriş yapmak için müşteriye veya satıcıya görünmekte bir beis yoktur.

Avret yerini üstten örtmek vaciptir. Fakat aşağıdan örtmek va­cip değildir. Bu nedenle avreti yakasından görünen bir kişinin na­mazı sahih değildir. Fakat alttan bakılıp avreti görünse namazı sa­hihtir. Herhangi bir kimse avretini örtecek bir elbise bulamazsa iade etmek üzere namazını kılabilir. Kadının namazda yüzünü örtmesi mekruhtur. Zira yüz kadın için avret değildir. Bu cihette erkek gibi olur.

Bir erkek ipekli seccade veya ipekli elbise ile namaz kılarsa gü­nahkâr olur. Ama namazı sahihtir. Bir kimse yalnız önünü ve arka­sını örtecek kadar bir elbise veya kumaş bulursa, ön tarafını örtmesi lazımdır. Bir erkek ile bir kadının yalnız birisinin avretini kapatacak kadar bir bez parçası bulunursa kadın onunla örtünmelidir. Avretini örtecek bir şey bulamadığı takdirde, çıplak olarak namaz kılacak ve sonra eğer bir elbise bulursa ve aynı zamanda da vakit geçmediği takdirde namazını iade eder.

4- Elbise, vücud ve namaz kılacağı yerin pisliğinden tahir ve temiz olmak. Elbisesinde veya vücudunda veya yüklendiği veya kal­dırdığı bir şeyde veya namaz kıldığı yerde pislik bulunursa kesinlikle namaz sahih değildir. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

Elbiseni temizle" i?esulullah (sav)'de şöyle buyurmuştur:

Aybaşı (adet) gelirse namazı bırak. Gidince kanı yıka ve namazı kıl." (Buhari) Namaz kılman yerde, elbisede veya vücudda bir taraf pislenmişse, fakat hangi taraf olduğunu kesinlikle bilemezse hepsini yıkaması lazımdır. Bir yerde kuş pisliği çoksa ve ondan muhafaza etmekde çok zor olursa öyle yerde namaz kılmak bağışlanmıştır.

Bir kimsenin elbisesi affedilmiş olmayan bir pislikle pislenmiş­se ve onu temizleyecek su bulamazsa ve avretini örtecek kadar temiz ciheti kalmamışsa ve o kimsenin başka elbiseside yoksa pislenmiş olan tarafı kesmek icab eder. Temiz bir elbise ile pis olan bir elbise birbirine karışsa ictihad edilir.

Bir kimsenin vücudunda pislik mevcudsa, onu yıkayacak suda olmazsa namazını kılar, sonra iade eder. Necaset elbisesinde olursa, başka elbisede yoksa çıplak olarak namazını kılar. Bir daha iade et­meye mecburiyetide yoktur. Bir kimse namazını kıldıktan sonra el­bisesinde veya vücudunda veya namaz kıldığı yerde bir pislik görse ve bu pisliğin namazdan sonra meydana gelmiş olma ihtimali varsa namazını iade etme zorunluluğu yoktur. Bunun aksi ise iade ede­cektir.

Kilise, havra gibi islami olmayan mabedlerde, çöplükte, hama­mda, gasp edilmiş tarlada, sel yatağında ve yolun ortasında namaz kılmak mekruhtur. Fakat zarurte olursa bir beis yoktur. Hatta baş­ka bir imkanat olmazsa öyle yerlerde namaz kılmak vaciptir.

5- Cünüp ve abdestsizlikten temiz olmak.

6- Konuşmayı bildiği halde terk etmek. Ağlamayı terk etmek, isterse ağlamada mana ifade etsin etmesin inlemek gibi bile olsa öyle hallerde iki harf söylemek kesinlikle namazı batıl eder. Zira Resulü Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur:

Şüphesiz bu namaz halkın sözüne gelmez." Fakat namazda Kur'an-ı Kerim okumak, dua etmek, zikir etmek zarar vermez. Bir kimse namazda iken kendini unutur veya namaz içinde konuşmanın haram olduğunu bilmezse veya yeni müslüman olduğundan altı ke­lime veya daha az konuşursa namazı fesada gitmez.

Zaruret olmadıktan sonra tenahnuh yapmak kesinlikle namazı bozar. Fakat okuyamayacağı bir hale gelirse namaza zarar vermez. Ardarda üç adım atmak veya çok iş işlemek namazı fesada götürür.

7- Hangi namazın kılınacağını kesinlikle bilmek. Namazın nasıl kılınacağını bilmezse, yani farz ve sünnetleri birbirinden ayrı olarak bilmezse kılacağı tüm namazları sahih değildir. Ami olan kimse na­mazın içindekilerin hepsine farz olarak itikadı olursa veyahut birbi­rinden ayrı ayrı yani farzı nafile olarak kabul etmemek şartıyla yal­nız bazılarının farz olduğuna itikad ederse namazına kesinlikle bir zarar gelmez.

8- Sücud, rüku gibi fiili bir rükün olarak bilmek. Aynı zaman­da bunları fazla yapmamak lazımdır. Sehven fazla yapan kimsenin namazı  bozulmaz yalnız kendisine  sehiv secdesi lazım gelir.  Zira Resulullah (sav) öğle namazını beş rek'at olarak sehven kıldı ve sehiv secdesi 3'aptı. Sonra o namazı iade etmemiştir. [3]

Namaza dahil olduktan sonra az olsun, çok olsun yemek ye­memek ve su içmemek. Namaz kılan kimsenin duvar, ağaç veya di­rek gibi bir şeye doğru namaz kılması sünnettir. O şey ile kendisi arasmdan geçmek caiz değildir. Geçeni itmekte sünnettir. Namaza girdikten sonra sağına, soluna ve yukarıya bakmak, göğsü kıbleden çevirmemek şartıyla mekruhtur. İhtiyaçsız olarak elini ağzının üze­rine koymakda mekruhtur.

 

Namazın Rükünleri:

 

Rükün bir şeyin parçalarından bir parça demektir, örneğin; duvarın, odanın bir rüknü olması gibi. Namazın rüku, secde gibi par­çalan da namazın rükünleridir. Namazın sahih olması bütün rü­künlerin Cebrail (as)'ın Hz Resuîullah'a (sav) öğrettiği tertip ve şekil­de, o namaz içinde olmasıyla mümkündür.

Namazın on yedi tane rüknü vardır.

1- Niyet: Bir şey yapılmaya başlandığında niyetle beraber o şeyi azm ve kasdetmektir. Niyetin yeri kalptir. Zira Resulullah (sav) şöyle buyuruyor:

Ameller niyetle (muteber)dir.[4]

Niyetin sahih olması için tahrim tekbiriyle beraber olması la­zım ve elzemdir. Şu halde bir kişi tahrim tekbirini telaffuz ederken o esnada namazada niyet etmeli ve aynı zamanda da o namazın far-ziyetini unutmamalıdır. Öyle niyet için kesinlikle dilin kıpırdatılması şart değildir. Netice itibanyla farz namazını kılmak isteyen herhangi bir kimsenin üç şeyi niyet etmesi lazımdır.

a- Namaz kılmaya kasdetmesi.

b- Farz olduğunu niyet etmesi.

c- Hangi farzın olduğunu tayin etmesi gerekir.

İbadet üç kısma ayrılır.

a- Sadece kasda muhtaç olanıdır. Tayin ve farzdan söz etme­mektir. Abdest, hacc, umre gibi.

b- Niyet getirirken farzı ile beraber kasd etmeye muhtaç olan ibadettir. Fakat tayini şart değildir. Örneğin; zekat ve keffaret gibi.

c- Nİyet getirirken üçüde şart olan ibadetlerdir. Yani farz, tayin ve kasd olduğu niyeti lazım olan ibadetlerdir. Oruç ve namaz gibi.

Kuvveti olduktan sonra farz namazı ayakta kılmak. Bunun de­lili İmran b. Husayn'm rivayet ettiği şu hadistir:

Benim basurum vardı. Resulü Ekrem (sav) efendimize nasıl na­maz kılacağımı sordum. Ayakta kıl, eğer buna takatin yetmiyorsa otu­rarak kıl, buna da takatin yetmiyorsa bir tarafa uzanarak kıl dedi."

Bir kişi ne zaman tüm vücudunu dik olarak tutarsa o vakit ka­im sayılır. Eğer mazereti olmazsa ellerinin ayası diz kapaklarına de­ğecek olursa bu şekilde namaz kılmak kesinlikle fasıddır. Zira na­mazın rükünlerinden biride ayakta düz ve dimdik durmaktır. Eğer namaz kılan kimsenin vücudunda rahatsızlığı varsa takatine göre ayakta durmalı, diğer kısmında ise oturarak namazını kılmalıdır.

Farz namazlar nafile namazlar gibi değildir. Zira nafile namaz­ları mazeret olsada olmasada ayakta sünnet kılmak menduptur. Şu halde bir kimse ayakta durmaya kuvveti yetsede nafile namazları oturarak kılması caizdir. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

Bir kişi namazı ayakta kılarsa bu daha efdaldir. Kim de otura­rak kılarsa ayakta kılanın ecrinin yarısını elde eder. Uzanarak kılınan namazın ecri de oturarak kılanın ecrinin yarısı kadardır. [5]

İhram yani tahrim tekbiri almak. Zira Resulü Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur:

Namazın anahtarı temizlik, tahrimi yani dışarıyla ilgiyi kesen kısmı tekbir, tahlili yani dışarı ile ilgilenmeyi helal kılan kısmı da se­lamdır." f1'

Tahrim tekbirinin usulü şöyle olacaktır. Alîahu Ekber lafzını söylemek lazımdır. Eğer bir kimse AUahu el ekber, Allahu el celil, el ekber gibi fazlalıkla söylerse niyete zarar vermez. Şayet Allahu huvel ekber gibi veya Ekkberallahu gibi sigayı bozacak bir şey denirse öyle bir tekbir kesinlikle sahih olmaz. Zira Hz Peygamber'in (sav) fiiline uyma zorunluluğu vardır. Çünkü Peygamber efendimiz (sav) tahrime tekbiri olarak Allahu ekber lafzını kullanmıştır. Tekbiri tahrimenin şartları şunlardır:

a- Şayet gücü yeterse Arapça söylenmesi.

b- Gücü yetiyorsa farz namazlarda ayakta tekbir getirilmesi.

c- Lafza-i celal (Allah) ve Ekber kelimelerini söylemek lazım ve elzemdir. Yalnız lafza-i celal yerine Rahman ve Ekber yerine Azam kelimelerini zikretmek caiz olmaz.

d- Allah lafzının baş harfi olan hemzeyi uzatmamak.

e- Ba harfinin uzatılması caiz değildir. Zira bu şekilde olursa davul anlamına gelen kebirin çoğulu olur.

f- Ba harfini şeddeli okumamak gerekir.

g- Allah ve Ekber söylenmesi caiz değildir.

h- Ekber kelimesinin başına vav harfi getirmemek.

j- Lafza-i celal ile Ekber kelimeleri arasında durmamak.

k- Tekbir tahrime getirirken sesin kulağa gitmesi. Şayet duy­mayacak olursa caiz olmaz.

m-Vaktin girmesi.

n- Tekbir tahrimenin getirme anında yüzün kıbleye dönük ol­ması.

o- İmama uyan kimsenin tekbirini İmamdan sonra getirmesi. İmam olan kimsenin yüksek bir sesle tekbir alması gereklidir. Şayet sesi yeterli değilse sesini duyurmak için yani mübelliğ sesini cemaa­te duyurur. Zira Peygamber efendimiz (sav) hasta olduğu zaman namaz kıldırıyordu. Sesi uzağa gitmediği için almış olduğu tekbirin ar­kasından Hz Ebu Bekir (ra) tekbir getiriyordu.

İftitah tekbirine başlandığında ellerin kaldırılıp avuçların omuz hizasına kadar yükseltilmesi sünnettir. Ellerin kaldırılmasıyla tekbi­rin başlaması ellerin indirilmesiyle tekbirin bitirilmesi gereklidir. Şa­yet önce ellerini kaldırmışsa tekbirin bitimiyle beraber onları indirir.

4- Fatihayı okumak. Fatiha bütün namazlarda yani namazın her rek'atında fatiha okumak bir rükündür. Zira Resulü Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur:

Namazda fatihayı okumayan kimsenin namazı yoktur. [6] başka bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

İçinde fatiha okunmayan namaz kâfi değildir. [7] Mesbuk yani sonradan gelmiş ve imama yetişmeyen bir kim­seden başka namaza duran herkesin namazın her rek'atında fati­hayı okuması bir rükündür. Fatihayı okurken, şu şartlara riayet et­mek gereklidir;

1- Kulakları sağlamsa en az kendi duyacağı kadar açıktan okumalıdır.

2- Fatihanın bütün harflerini okuması gereklidir. Bir harfini veya on dört şeddeden birini terk ederse o kimsenin kıraati sahih ol­maz. Hatta bir kimse (iyyake)de olan şeddeyi bilerek manasını an­ladığı halde terk ederse kâfir olur. Zira şeddesiz olursa güneş ışığı­nın ismi manasına gelir. O zaman manası şöyle olur: Yalnız senin güneş ışığına ibadet ederiz. Fakat bilmeyerek veya unutarak okursa bir daha okumak lazım olmakla beraber sehiv secdesi yapmakta ge­reklidir.

3- Bir harfi başka bir harfle değiştirmemelidir. Örneğin; dad harfini za harfi ile değiştirerek okumak kesinlikle kıraate zarar verir.

Zira Kur'an-ı Kerim'in hem nazmını hemde lafzını tebdil etmek olur. "dallin" kelimesi dalalete sapanlar manasına gelir, "zailin" kelimesi ise devam edenler manasına gelir. Yalnız manayı bozacak şe­kilde olmazsa bir beis yoktur.

Mesela, ka ile ke arasında bir üslup ile okursa Arapların ko­nuştukları gibi fatihaya bir zarar vermez.

4-  Manayı bozacak şekilde bir hareke yanlışlığı yapmamak. "En amte deki te harfini zamme yani ötür veya esre ile

kumak. Eğer okuyan kimse bilerek okursa kafir olur. Bilmeyerek o-kursa veya unutarak okursa doğru okumak şartıyla beraber sehiv secdesi yapması gereklidir. Yalnız manayı bozmayacak şekilde hare­ke hatası yapılırsa bunda bir mahzur söz konusu değildir.

Mesela, "Na'budu" daki ba harfini kesre veya sakinle okursa kıraat sahih olur. Fakat bu şekilde okumak kesinlikle haramdır.

5- Arapça okumak lazımdır.

6-  Kıraatte tertibe riayet etmek lazımdır. Örneğin, bir kimse fa­tihayı şerifin ortasından başlasa sonuna kadar gelse daha sonra ba­şından başlayıp ortasına kadar gelse bu kıraat sahih bir kıraat değil­dir.

7- Muvalat etmek. Yani üstüste, peşpeşe okumak. Kelimeler arasında teneffüs miktarından fazla fasıla ve ara vermemek. Namaz ile alakası olmayan bir zikir veya bir kelimeyi fatihanın arasına sok­mamak.  Örneğin,  fatiha okurken aksıran bir kimseye "yerhamu-kellah" demek yahut okuyan kişi aksırdığmda kendisinin "elhamdü­lillah" demesi gibi.

Şayet müezzine icabet ederse fatihayı yeniden okuması gerek­lidir. Şu halde namazla ilgili bir zikir olursa muvalata aykırı olmaz. Örneğin, imamın kıraati için amin denmesi gibi. Fatihayı şerifi oku­duğu zaman uzun bir fasıla verirse veya fatihayı okuduğu zaman kı­raati bırakmak gayesiyle kısa bir fasıla yaparsa kıraati baştan oku­ması lazım gelir.

8- Bütün rek'atlarda besmele ile beraber fatihayı şerifi oku­mak. Fakat imama yetişemeyen bir kimse yetişemediği rek'atm fa­tihasından muaf olduğu gibi, hızlı okuyan imama tabi olan bir kimse şayet yavaş okuyorsa tamamlayamadığı fatihanın geri kalanından da muaftır.

Namaz kılan bir kimse şayet fatihayı bilmiyorsa yerine Kur'an-ı Kerim'in herhangi bir yerinden yedi ayet okuyabilir. Şayet bunuda bilmiyorsa Allahu tealayı zikreder. Fakat fatihanın yerine okunacak şey fatihadan noksan olmamalıdır. Şayet zikreden musalli bilmiyor­sa fatiha miktan ayakta durmalıdır. Fatihanın tercümesini okumak kesinlikle caiz değildir. Zira fatihanın tercümesi kesinlikle Kur'an olmaz.

Eğer musalli fatihanın yarısını okur ve şüpheye düşerse ki a-caba ben besmeleyi okudum mu? diye tekrar baştan okuması lazım gelir. Şayet şüphe devam ettiği halde fatihayı tamamlar sonra bes­meleyi getirdiğini hatırlarsa şüpheye düştükten sonra okuduğu ayet­leri yeniden okuması lazım gelir.

îftitah tekbirini getirdikten sonra gizli olarak iftitah duasını o-kumak, ondan sonra gizlice eüzü çekmek sünnettir.

Fatihadan sonra amin demek sünnettir. Sabah namazının her iki rek'atmda diğer namazların ilk iki rek'atında fatihadan sonra zammi sure okumak sünnettir. Eğer fatihadan önce okunursa o za­man fatihanın okunması sahihtir. Fakat zammi sure olarak sayıl­maz. Bir daha okunması lazım gelir. Sabah namazının, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek'atında kıraati cehren okumak sünnet­tir. Fakat imama uyan kimse imamın sesini işitirse zammi sureyi okumamalıdır.

5- Rüku: Rükunun farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Zira Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

Rüku edenlerle beraber rüku ediniz."

Hz Peygamber (sav)de namazı öğrettiği kişiye şöyle tavsiyede bu­lunmuştur;

Sonra rükuya varıp mutmain oluncaya yani bütün azaların yatışıncaya kadardır." Efendimizin (sav) böyle yaptığı sayılamayacak kadar çok sahih hadisle sabit olmuştur. Rükunun asgarisi ellerin ayasının diz kapaklarına yetişecek kadar eğilmesidir. En mükemmeli ise sırtın tamamen düz olup kuyruk sokumu ile başın aynı hizaya gelmesidir.

Rükunun şartlan şöyledir:

Rüku niyetiyle eğilmelidir. Başka bir sebeple eğilip bunu rü­ku sayarsa kesinlikle bu rüku sayılamaz. Rüku, ayakta düz durur­ken rükuya gitmeyi kasdettikten sonra eğilmektir.

Rükuya gittikten sonra tüm bedeni "Sübhane Rabbiyel Azim" diyecek kadar mutmain yani sakin ve yatışmış olmalıdır. Zira Pey­gamber efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

En kötü hırsız namazından çalandır. Sahabei kiram: Ey Allah'ın Resulü kişi namazından nasıl çalar? diye sordu. Resulullah (sav) e-fendirniz : Rüku ve secdesini tam yapmayan buyurdu."

İmam Ahmed, Hz Peygamber'in (sav) rüku ve secdesini tam yapmayan bir kişi görünce şöyle dediğini rivayet etti: "Sen namaz kılmadın. Eğer bu durumda ölürsen Allah'ın Muhammedi üzerine ya­rattığı fıtrat üzere ölmemiş olursun." Yani senden istenen namazı eda etmemiş, Muhammed'in yolunda ölmemiş olursun demektir. Başka bir hadiste de Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

Ayakta namaz kılmayan kimse oturarak alnı secde yerine te­kabül edecek şekilde belini bükerek rükuya gitmelidir.

Rükudan sonra itidaldir. Yani rükudan kalkıp rükudan ön­ceki hale dönmektir. İtidalin sahih olması için yalnız ve yalnız iti­dale niyet etmek gereklidir. Bir kimse bir şeyden korkup doğrulursa bu itidal yerine geçmez. İtidale kalkarken her iki elin omuzların hi­zasına kalkması önemlidir. Ve bu esnada "Semi Allahu Limen Hamideh" ve daha sonra "Rabbena lekel Hamd" denir.

Sabah namazının ikinci rek'atının itidalinde kunut duası oku­mak sünnet-i müekkededir. Kunut duası şöyledir:

Sizden  biriniz rükuya  varınca rükuda üç defa  Sübhane Ra­bbiyel Azim derse rüku tamam olur ve bu en azıdır, "di

Eğer tek başına namaz kılarsa şunu da ikame etmek sünnettir.

Kunut duasını okurken bu dua olduğu için elleri yukarı doğru kaldırıp açmak sünnettir. İmam kunut duasını okuduğu zaman tabi olan kimse ellerini yukarı kaldırır ve amin der. Fakat İmam "feinne-ke takdiye" yetişdiği zaman imama uyan kişide imam gibi o-kuyacaktır. Medih ve senadan başlar sona kadar devam eder.

İmama uyan kimse şayet imamın sesini duymuyorsa bu kunutu baştan sona kadar okur. Şayet memlekete bir musibet gelirse bu kunutu tüm namazlardan sonra okumak sünnettir.  Şafii olan bir kimse Hanefi olan bir imama uyarsa imam selam verdikten sonra sehiv secdesi yapması sünnettir. İmam cemaatle beraber kunut o-kuduğu zaman kelimeleri çoğul olarak telaffuz etmesi gerekir.

Her duada bir şey Allah'tan istendiği zaman ellerin içi göğe doğru açılır. Bir şeyin şerrinden de Allah'a sığmıldığı zaman ellerin sırtı göğe doğru döndürülür.

İtidalde tuma'ninet yapmaktır.

Tuma'ninet yani eğilip kalktıktan sonra azaların kendine" gel­mesidir. Bazı ulema bunu iki hareket arasında azaların sükunudur diye tarif etmişlerdir.

Her rek'atta iki kere secde etmek. Secdeye giderken eller kal-dırlmadan secdeye gitmektir.  Secdede üç kere Sübhane Rabbiyel Ala" denir. Tek başına namaz kılan kimse bunuda söyleyebilir:

Secdeye giderken ellerini omuzlarının karşısına bırakıp par­maklarını kıble cihetine açar. Dizlerini birbirinden ayırır. Secdenin en azı musalli olan kimsenin alnını yere koymasıdır. Secdenin alası ve sünnete uygun olan şekli ise secdeye gitmek için elleri kaldırma­dan evvel dizlerini, sonra ellerini daha sonra alın ve burnunu secde yerine koyması ve ellerini omuzlarının mukabiline getirip parmak­larını kıbleye doğru açması. Dizlerini birbirinden ayırması, karnını uyluklarından dirseklerini her iki tarafından uzak bırakmasıdır.

"Ey iman edenler! Rüku edin, secde edin. [8] Secde­nin kaynağı işte bu ayettir. Resulü Ekrem (sav) efendimiz namazın erkanına riayet etmeyen kimseye şöyle demiştir:

Sonra secdeye git ve azaların yatışıncaya kadar bekle. Sonra başını kaldır azaların yatışıncaya kadar otur. Sonra yine secdeye git ve azalnnın yatışmasını bekle."

Secdenin sahih olması için şunlara riayet edilmelidir:

a- Secde esnasında alın açık olmalıdır.

b- Secde yedi aza üzerine yapılmalıdır. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

Alın (alnım gösterirken eliyle burnu üzerine işaret etti) eller, diz­ler ve ayak uçlan olmak üzere yedi kemik (yedi aza) üzerine secde etmekle emrolundum." [9]

Bütün azalardan yalnız alının açık olması şarttır. Öteki azala­rın açık olması gerekmez. Bunun için eldivenle namaz kılmak caiz­dir. Alnı üstünde sarık, tülbent gibi bir şey üzerine secdeyi yaparsa caiz değildir. Eğer oturup kalkarken onun harekesiyle hareket eden bir şey üzerine secde ederse secdesi caiz değildir.

Şayet birinci secdeyi yerine getirdiği zaman alnına bir şey ya­pışırsa bu şeyi izale etmeden ikinci secdeyi yapması caiz değildir. Şu halde oturduğu zaman veya kalktığı zaman kalkmasıyla beraber ha­reket etmeyen bir elbisenin bir ucu üzerine secde ederse secdesi caiz olur. Alın üzerinde kıl çıkarsa bu kıllar kendi vücudunun parçası oldundan bunda bir mahzur yoktur. Lakin baş tarafında biten saç uzatıldığı takdirde alnını kapatırsa bununla secde yapmak caiz de­ğildir.

Sarık veya külah üzerine ise haberi olduğu halde bunlarla sec­de etmek namazı ifsat etmez. Fakat secdesi geçersiz olduğu için ia­desi lazımdır. Bir kimse hasta olurda secdeye eğilemeyecek kadar aciz duruma düşerse yüksek bir yer sandalye, masa veya yastık üze­rine secde etmesi caizdir. Bazılarına göre ise gücü yettiği kadar ba­şını eğerek secde etmiş olur. Bu otobüs gibi vasıtalardada geçerlidir.

c- Secdede kuyruk sokumu baştan yüksek olmalıdır. Zira Azı-boğlu Bera secdeye giderken kuyruk sokumunu baştan yüksek tut­muştur.

Otobüs ve gemi ve çok yolculuk olduğu için ve zamanımızda bu işler çok vaki olduğundan sıkıntı çekildiğinden dolayı kuyruk so­kumunu baş tarafından yüksek tutmak mümkün olmazsa bu vazi­yette namaz kılmak sahih olur. İadeside lazım gelmez.

d- Başının ağırlığı secde yerine varması. Şayet alnı altında pa­muk veya ot gibi yumuşak bir şey bulunur ve altında bir el olursa ağırlığı hissedecek tarzda ağırlığını bırakacaktır.[10] Ebu Hureyre şöyle demiştir;

Hz Peygamber secdeye eğilmek istediği zaman Allahu Ekber derdik Hz Peygamber şöyle buyurmuştur:

Secdeye gittiğin zaman avuçlarını yere koy ve dirseklerini kal­dır. [11] Abdullah b. Malik b. Buheyne şöyle demiştir;

"Hz Peygamber namaz kılarken koltuklarının beyazlığı görüne­cek kadar pazulannı açardı.[12] Hz Peygamber başka bir hadisinde de şöyle buyurur:

Sizden biriniz secde ettiğinde secdelerinde üç defa Sübhane Rabbiyel A'la derse secdeleri tamam olur ve bu en azıdır. [13] Kadınsa secdeye giderken erkekler gibi yapmaz. Zira Resulü Ekrem (sav) na­maz kılan iki kadının yanından geçerken şöyle demiştir:

Secdeye gittiğinizde vücudunuzu yere yapıştırın. Zira kadın, bu hususta erkek gibi değildir. [14]

Secdede tuma'ninet etmek.

İki secde arasında oturmak. Her rek'atta iki secde arasında o-turmak farzdır. Bunun kaynağı Resulullah (sav) efendimizin geçmiş olan hadisinde "Sonra başını kaldır. Mutmain oluncaya kadar otur." Sözüdür. İki secde arasındaki şartlar şöyledir:

1- İbadet kasdıyla oturulmalıdır. Şayet korku veya başka bir sebeple oturulursa kesinlikle bu oturuş secdenin oturuşu olmaz.

2- İki secde arasındaki oturuş fâzla uzatılmamalıdır. Bu oturuş teşehhüd miktarından fazla olmamalıdır.

3- Asgari olarak "Sübhane Rabbiyel A'la" diyecek kadar otu­rulmalıdır. İtidaldan kasden fatiha miktarı veya iki secde arasındaki oturuşta teşehhüd miktarını uzatan kişinin namazı batıldır.

Oturuşun güzel şekli şöyledir; tekbir aldıktan sonra başını kal­dırmak ve iftiraşlı olarak oturup elleri açık olarak uyluklar üzerine yakın bir yere koyup şöyle demektir:

4- İki secde arasındaki olan oturuşta tuma'ninet yapmak.

5- Son oturuş. Son oturuştan maksad, namazın sonundaki o-lan oturuştur ki hemen arkasından selam gelir. Oturuş hangi şekil­de olursa olsun caiz olur. Fakat birinci oturuşta iftiraş olarak otur­mak sünnettir. îftiraş, sol ayağı üzerine oturmak, sağ ayağını dik­mek ve sağ ayağının parmaklarını kıvırmaktır. Son oturuşta ise te-verrük oturmak sünnettir. Teverrük sol ayağı sağ ayağın altından çı­karmak, sağ ayağını dikmek ve sol ayağının parmaklarını kıble tara­fına kıvırmaktır.

Herhangi bir kimse dört rek'atlı olan bir namazda oturur ve bi­rinci mi ikinci mi teşehhüdde olduğunu bilmezse teşehhüdü okudu­ğu halde ayağa kalksa sonra hangi teşehhüdü okuduğunu hatırlasa ne gerekirse yaptıktan sonra sehiv secdesi yapması lazımdır. Eğer birinci teşehhüdde olsa geri kalan iki rek'atmı da normal olarak kıl­dıktan sonra sehiv secdesi yapar. Şayet son teşehhüd ise derhal otu­rup şüphe ile okuduğu teşehhüdü iade ettikten sonra sehiv secdesi yapar ve sonra selam verir.

6- Son oturuşta son teşehhüdü okumak. îbni Mesud (ra) şöyle diyor; "teşehhüd bize farz olmadan önce şöyle diyorduk;

Allah'a selam, Cibril'e ve Mikail'e selam olsun. Filana selam ol­sun. Bunun üzerine Resulü Ekrem (sav); Allah'a selam olsun demeyi­niz zira Allah selamdır." Allah selamın kendisidir sözünden maksad selam Allah'ın isimlerinden biridir demektir. Bazı ulemalara göre se­lam, insanların müptela olduğu ayıp ve kötülüklerden beri olmak.[15]

Sabah namazından başka ilk iki rek'atmdan sonra teşehhüd okumak sünnettir. Unutarak veya bilerek terkedilirse namaza bir zarar gelmez. Selam vermeden önce sehiv secdesi yapmak sünnettir.

7- Son teşehhüdün sonunda Peygamber (sav)'e salavat getir­mek. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de Peygamber'e (sav) salavat geti­rilmesini emretmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Ey iman edenleri Ona yani Peygamber'e (sav) selavat getiriniz" Ulemaların ittifakıyla namazdan başka hiçbir yerde salavat ge­tirmek vacip değildir. Şu halde selavatm vücub için olan ayetteki sa­lavat emrinin namazda olması daha münasiptir. Bu sebeple en mü­nasip yer namazın sonudur. Salavatın en azı şudur:

Zira sahabiler Resulü Ekrem'e (sav): "Ey Allah'ın Resulü! Na­mazda sana salat etmek istediğimizde nasıl yapalım" dediler. Hz Pey­gamber şöyle deyin dedi: Allahümme Salli A'la Muhammedin [16] Neti­ce itibarıyla Hz Peygamber'e (sav) salat etmek yalnız namazda farz olmuştur. Hz Peygamber'e (sav) salat etmenin en uygun yeri son te-şehhüddür. Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

Biriniz namaz kıldığı vakit, Aziz ve Celil olan Allah'ı yüceltmek ve övmekle başlasın. Sonra Peygamber'e salatu selam etsin. Bundan sonra istediği şekilde dua etsin. [17] Hz Peygamber'e (sav) getirilen saların ekserisi şöyledir:

Teşehhüd ve salavatın sonunda dua etmek sünnettir. Hz Peygamber'in (sav) okuduğu duaları okumak daha evladır. Bu dualar­dan biri şudur:

Hz Peygamber'e (sav) getirilen salat-u selamın şartları şunlar­dır:

1- Sesini kendi duyabileceği kadar yükseltmelidir.

2- Muhammed, Resul veya Nebi kelimelerinden biri kullanılma­lıdır.

3- Salatu selam Arapça olarak getirilmelidir. Şayet Arapçasını bilmiyorsa bildiği dilde tercümesini okumakla beraber, hemen Arap­çasını öğrenmek zorundadır.

4- Salat ederken tertibe riayet edilmelidir. Selam ile teşehhüd arasındaki tertibe de dikkat etmelidir. Zira salatu selamı teşehhüd-den evvel getirmek sahih değildir.

5- Birinci selamı vermek.

Bu selam namaz kılanın sağ tarafa dönüp "Esselamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve berekâtühü" denmesidir. Birinci selamın farziyeti yani rükün olduğunun kaynağı Hz Peygamber'in (sav) "Namazın tah-rimi tekbiridir. Tahlili selamdır, 'kavlidir. Selamın en efdali, hem sağ hem de sol tarafa dönerek iki defa "Esselamu Aleyküm ve Rahmetul-lah" demektir.

Tenvinle selam vermek yani "Selamün Aleyküm" demek yeterli değildir. Bir kimse selam verirken sağ ve solundaki melek ve mü'min olan insanları niyet eder. İmamsa kendisine uyanları da niyet eder. Me'mum ise imamın selamını almaya niyet eder demektir. Sağına se­lam verirken sağ yanağı, sol tarafa selam verirken de sol yanağı ar­kadaki olan adam görecek kadar başını çevirmelidir.

6- Yukarıda sayılan rükünleri sırayla yapmak. Mesela önce ni­yet, sonra tahrim tekbiri, sonra fatiha, sonra rüku, sonra itidal, son­ra secde ve diğerleri yapılmalıdır.

Şayet bu rükünlerin yerleri değiştirilerek yapılırsa namaz fesa­da gider. Rükünlerin yerleri bilmeden değiştirilirse tertibi bozulan rüknün başlangıcından itibaren namaz fasıd olur. O cihetten itiba­ren yapılanların tümünün yeniden yapılması lazım gelir. Şayet bu namaza devam edilirse sahih olan rek'at fasıd olan rek'atın yerine geçer. Bu sebeple namazı bir rek'at artırmak vacip olur. Fakat se­lamdan başka teşehhüd gibi kavli olan bir rükün secde gibi fiili bir rükünden önce veya salavat gibi kavli olan rüku, teşehhüd gibi kavli bir rükünden evvel getirirse namazı fesada gitmez. Lakin evvelden yaptığı çeyide sayılmaz.

Herhangi bir adam örneğin rükudan evvel secdeye varır, son­raki olan rükuya gitmeden evvel hatırlarsa derhal ara vermeden terk ettiği rükuyu yapar. Onun arkasıda iade etmek gerekir. Şayet ara verirse namazı batıl olur. Rüku halindeyken fatihayı okuduğunu ve­ya okumadığını hatırlayamazsa ara vermeden kalkar, hemen fatihayı okur. Eğer hatırlamak için biraz düşünürse namazı sahih olmaz. Bir kimse kıyamda iken fatihayı okumuş veya okumamış olduğunu dü­şünürse namaza zararı olmaz. Namazın içinde bir rüknü tamam et­mişim veya tamam etmemişim diye şüpheye düşerse onu ve arkasını da yapar. Şayet selamdan sonra ise namaza halel vermez.

Namazın sonunda son rek'attan bir secde terk ettiğini hatırlasa onu yapar ve teşehhüdü iadesi gerekir. Fakat secdeyi terk ettiği son rek'atta olmazsa ondan evvelki rek'attan bir secde terk ettiğini hatır­lasa, lakin bu secdenin hangi rek'atta olduğunu hatırlayamazsa bir rek'at daha kılmak lazımdır.

Beş vakit namazdan birini terk etse hangi vakti terk ettiğini bilmezse beş vakit namazın kaza edilmesi lazım gelir. İkinci rek'atın kıyamın d ayken bir secde terk ettiğini hatırlasa eğer secdeden sonra oturmuşsa oturmadan derhal secdeye gider. Bu şeklin aksi ise önce oturur, sonra secdeye gider.

Herhangi bir adam namazın selamını vererek namazı iptal ede­cek bir namazı kılmadan ikinci bir namaza derhal başlar. Sonra bi­rinci namazın secdesini terk ettiğini hatırlasa ikinci namazı sahih ol­maz. Zira ilk namazdan çıkmadığı halde ikinci namazın niyeti sahih değildir. Fazla zaman geçmediği takdirde harcamadan noksan kalan secdesini de yaptıktan sonta tahiyyatı yeniden okur ve sehiv secdesi­ni yaptıktan sonra selamını verir. [18]

Namazın sünnetleri ikiye ayrılır:

a- Ba'ziyye olan sünnet yani namazın cüzü gibi sayılan sünnet­lerdir. Bu gibi sünnetlerin bilerek veya bilmeyerek terkinde sehiv secdesi yapmak gerekir. Bu sünnetler de altıdır:

1- Kunut.

2- Kunut için ayakta durmak.

3- Son teşehhüdden sonra Peygambere ve aline salavat getir­mek.

4- İlk teşehhüdden sonra Peygambere salavat getirmek.

5- Teşehhüd için oturmak.

6- Üç ve dört rek'atlı namazların ilk iki rek'atmdan sonra te­şehhüd okumak.

b- Birinci sünnetten aşağı olan hey'et denilen ve sehiv secdesi ile telafi edilmeyen sünnetlerdir, Bu gibi sünnetler çoktur. Örneğin, iftitah duasını okumak, eüzü çekmek, iftitah eüzü ve besmele ara­sında sübhanallah diyecek kadar durmak, fatihadan sonra amin de­mek, tekbiretü'l ihram alırken, rükuya giderken, rükudan ve ilk te­şehhüdden kalkarken elleri açık olarak baş parmağı kulak yumu­şağının hizasına gelecek şekilde kaldırmak, rükuda üç defa 'Sübha-ne Rabbiyel Azim' demek.

Secdelerde iki dizin arasını bir karış kadar açık bırakmak, sec­deden Önce dizlerini sonra ellerini sonra alnını ve sonra da burnunu yere koymak, teşehhüdde elleri dizlerin ucuna yakın koymak ve şe­hadet parmağı hariç sağ elin parmaklarını bükmek, illallah denildi­ğinde şehadet parmağını kaldırmak ve bu şekilde selama kadar dur­mak ve sol elin parmaklarını açık bulundurmak, teşehhüdden sonra daha önce zikrettiğimiz duayı okumak, huşu ile namaz kılmak yani dilin okuduğu

Kur'an ve dualara kalbin uyanık olarak dikkat etmesi, okudu­ğu duaların anlamını düşünüp onlarla hemhal olup Rabbine müna-cat ettiğinin bilincinde olmak. Huşu namazın en az bir bölümünde olmalıdır. Çünkü namazın tümü gaflet ile devamı olursa namaz batıl olur. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

Bir namaz vakti geldiğinde abdesüni, hususunu ve rükusunu güzel yapan her müslümana büyük günah işlemediği müddetçe o namazı önceki günahlarına keffaret olur. [19]

Namazın keffaret olması her zaman söz konusudur. Şu halde namaz kılan kimse bunlardan birini terk etse onun için sehiv secde­si yapmak sünnet değildir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

Şüphe yokki mü'minler felah bulmuşlardır." [20]

Okuduğu fatiha, tahiyyat ve ezkarın manasını düşünmek, rah­met ayetini okuduğu zaman rahmeti istemek, azap ayetini okuduğu zaman Allah'a sığınmak ve teşbih ayetini okuduğu zaman Allah'a teşbih etmek dediği zaman demek dediği zamanda söylemek, sevinç ve aşkla namaza başla­mak. Zira Cenab-ı Allah istemeyerek namaz kılanları zemm etmiştir.

Namaza kalkmak istedikleri zaman gevşek ve tenbel olarak na­maza kalkarlar" buyuruyor. Dünyadan ve dünyevi işlerden ilgisini kesmek, sücudda dua etmek. Zira Resulü Ekrem (sav) şöyle buyuru­yor:

Sücudda duayı çoğaltınız. Sücud içinde yapılan dua kabule şa­yandır. "

Oturuş ve sücuddan kalkıldığında ellere dayanarak kalkmak. İşte bunlar namazın heyetleridir. Musalli bunlardan birini terk etse bunun terki için sehiv secdesi yapması gerekmez. Fakat namazın ebazlarmdan biri terk edilirse sehiv secdesi lazım gelir.

Namazın sonunda zikir ve dua etmek sünnettir. Zira Hz Sev-ban şöyle rivayet ediyor: Resulü Ekrem (sav) efendimiz selam verip namazı bitirdiği zaman üç defa istiğfar eder ve şöyle derdi:

Ey Allah'ım! Selam sensin. Selamet ancak senden olur. Çok yü­cesin. Ey Celal ve İkram sahibi! [21]

Cemaatin öğrenmesi için imamın veya müezzinin sesli okuma­larında bir beis yoktur. Lakin cemaat ezberledikten sonra imam veya müezzin sessizce okumalıdır. îbni Abbas şöyle rivayet etmiştir: "Re-sulullah (sav) zamanında cemaat namazı bittikten sonra sesli olarak zikir edilirdi. [22] Namazın sonunda meşhur olan zikir ve duaları yapmak Hz Sevban'dan şöyle rivayet edilmiştir:

Her vafczf namazın sonunda Ayete'l Kürsi okuyan kimsenin cen­nete girmesi için hiçbir engel yoktur. Ancak ölüm vardır." Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

Her namazın sonunda otuz üç kere sübhanallah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz üç kere Allahu Ekber deyip bunların hemen arka­sındanda demek suretiyle yüzü tamamlayan kimsenin günahları deniz köpüğü kadarda olsa bağışlanır. Kim sabah namazından sonra ayağı kıvnk haldeyken konuş­madan evvel on defa La İlahe illallahu vahdehula şerike lehü lehül mülkü ve lehul hamdü yuhyi ve yumitu ve huve ala külli şeyin kadir derse ona on hasene yazılır. On seniyyesi silinir ve on derece yüksel­tilir. Aynca o gün akşama kadar her türlü kötülükten ve şeytanın şer­rinden korunur. [23]

Muaz b. Cebel şöyle rivayet ediyor: "Hz Peygamber (sav) elim­den tuttu ve şöyle dedi: Ey Muaz! Allah'a yemin ederim ki ben seni seviyorum. Ey Muaz! Sana her namazın arkasından Ey Allah'ım! Sa­na zikretmek, şükretmek ve ibadet etmek hususunda bana yardım et diye dua etmeni tavsiye ederim. "

Secde yerlerinin çoğalması için farzı kıldıktan sonra nafile na­maz için biraz yerinden kalkmalıdır. Zira o yerler kıyamet günü na­maz kılan kişinin lehine şehadet ederler.

Bununla beraber farz namazı mescidde kıldıktan sonra nafile namazları evde kılmak daha iyi olur. Zira Hz Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

Nafile namazları evinizde kılın. Zira farz namaz hariç insanın hayırlı namazı evinde kıldığı namazdır. [24]

Herhangi biriniz farz namazını gittiği mescidde kılacak olursa kendi evinide namazdan payidar etsin. Çünkü Allahu teala namaz se­bebiyle onun evinde bir hayır yaratır. [25]

Hadisi şeriften de anlaşıldığı gibi içinde namaz kılınmayan ev kabir gibi olmaktadır. Selamdan sonra imamın kıbleden dönerek yü­zünü çevirip dönmesi sünnettir. Bu bakımdan isterse sağını, isterse solunu, isterse cephesini cemaate vermek sünnettir. îmam kendi keyfındedir. Fakat Imam-ı Beğeği'ye göre sağ tarafını cemaate verse

daha iyi olur.

Eğer camide erkeklerin arkasında kadınların safları varsa, er­keklerin beklemeleri lazımdır. Camiden çıktıktan sonra işi hangi ta­rafa olursa o tarafa gitmek doğru olur. Eğer işi yoksa sağ tarafa git­mek doğru olur. Bir kişi namaz kılmak isterse bir direğe veya bir du­vara doğru namazı kusa veyahut bir namazlık sermesi veya önün­den bir çizgi çekmesi sünnettir. Zira Hz Peygamber (sav) şöyle bu­yurmuştur:

Sizden biriniz namaz kılmak isterse önüne bir şey bıraksın. Bu­lamazsa bir değnek diksin. Onuda bulamazsa bir çizgi çeksin. Artık ö-nünden bir şey geçerse kendine zarar vermez."

Musallinin önünden geçmek haramdır. Geçeni men etmek sün­nettir. Parmak mafsallanyla, teşbihle Allah'ı zikredip miktarını tesbit etmek sünnettir. İbni Ömer (ra) demiştir ki: "Resulü Ekrem (sav) e-fendimizin parmak mafsallanyla teşbih yaptığını gördüm."

Bazı sahabelerin çakıl taşları, hurma çekirdekleri ve düğümlü ipliklerle zikir yaptıkları sabit olmuştur. Deylemi'ye göre teşbih en iyi bir hatırlatıcıdır. Dua ve zikirleri gizli yapmak sünnettir. Lakin yük­sek sesle dua etmekte faydalı da olsa aksini yapmak daha efdaldir.

Örneğin; namazdan sonra yapılan dua ve zikirler cemaatin bir kısmı bunları bilmezse öğreninceye kadar mübliğ yüksek sesle okur. Herkes öğrendikten sonra bir daha sesi yükseltmeden herkes kendi kendine yapar. Ayrı ayrı dua etmeleri ve dua etmeden kalkıp gitme­leri de caizdir. Fakat cemaatin imamla birlikte sessizce dua etmeleri daha efdaldir.

Duadan sonra on bir ihlas ve birer defa muavizeteyn okunur. Bundan sonra 67 kere yalnız estağfirullah, sonra on kere Sübhanallahi ve bihamdihi -Sübhanallahil Azim, en sonra da sübhane Rabbike ...ayetleri okunur. Cenaze olduğu zaman teşbihleri terk et­memelidir. Cemaatin bunları okumalarına mani olanlar cehennemde

şiddetli azap görecekleri bildirilenlerin arasında bulunmaktan çok korkmalıdırlar.

Namazda sarık bağlamak sünnettir. Zira Resulullah (sav) şöyle buyuruyor: "Sarıkla kılınan namaz, sarıksız kılınan namazdan yetmiş defa daha hayırlıdır." Bunun için namazda sarığı ihmal etmek hiçbir müslümana yakışmayan bir fiildir. Sarığın ne kadar uzunlukta oldu­ğu hakkında kesin bir ölçü sabit olmamıştır. Şu halde örfe bağlıdır. Külah sarığın yerine geçmez. Sarık aslında mubah olan şeylerden sayılmıştır. Sarığın namaz dışında sarılması konusunda herkes ser­besttir. Zira islam dini girdiği ülkelerin ahalisine sarık sarma emri vermemiştir. Fakat kesinlikle küfrün nişanı olarak kabul edilen ser­puş başa konulmasın (papazlara has olan serpuş gibi). [26]

 

Namazın Mekruhları:

 

Geçmiş olan sünnetlerden birine ters düşen şey namazın mek­ruhlarından sayılır. İntikal tekbirlerini almak sünnet olduğu için ter­kinden mekruh meydana gelir. Mekruhlardan bazıları şunlardır:

1- İhtiyaç olmaksızın namazda başı çevirmek mekruhtur. Zira Resulullah (sav) şöyle buyuruyor:

Kul namazda sağa sola döndüğünde Allah rahmetini ondan başka yere çevirir." [27]

Namazda sağa sola bakmak şeytanın kulun namazından çal­dığı şeydir. [28] Zira sağa sola bakmak namazın içindeki olan huşuya terstir. Fakat bakmaya ihtiyaç olursa mekruh değildir. Örneğin, düş­manı kollamak için bakmak gibi. Zira Sehl b. Hanzele'nin şu sözü şöyledir; sabah namazı için (namaz başladı diye) tevib yapıldı. Resulu Ekrem (sav) efendimiz namaz kılıyor ve (iki tepe arasındaki) ge­çide bakıyordu." [29]

Ebu Davud'un açıklaması şöyledir; zira Resulü Ekrem (sav) gözcülük yapması için geceden oraya bir süvari göndermiştir. Namaz kılarken baş çevirilerek bakıldığı zaman mekruh meydana gelir. Fa­kat başını çevirmeden yalnız gözüyle bakmak mekruh değildir. Şayet göğüs kıbleden çevirilerek bakılırsa namaz fesada gider. Zira öyle ya­pılırsa istikbali kıble namazın şartı olduğundan namazın rüknü terk edilmiş olur.

Zira Ali b. Şeyban şöyle rivayet ediyor;

Biz Hz Resulullah'ın yanına gittik ve onunla beraber namaz kıl­dık. Hz Peygamber göz ucuyla bir kişiye bakıyordu. O kişi rüku ve secdede belini düz tutmuyordu. Sonra Hz Peygamber şöyle dedi: Rü-kuda belini düz tutup mutmain olmayan kimsenin namazı yoktur." [30]

2- Gözleri göğe dikmek. Zira Resulullah (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur:

Bazı kimselere ne oluyorki namazda gözlerini göğe kaldırıyor­lar? Ya onlar bundan vazgeçsinler ya da gözleri kör olur." [31]

3- Namaz ortasındayken yani namazda iken saçı, sakalı ve el­biseleri tutmak. Zira Resulü Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur:

Ben yedi kemik (aza) üzerine secde etmekle, elbisemi ve saçla­rımı toplamamakla emrolundum. [32]

Zira namaz esnasında elbiseyi, saçını kendi haline bırakmak sünnettir.

4- Yemek zamanı namaz kılmak. Zira Peygamber efendimiz şöy­le buyurmuştur:

Biriniz önüne akşam yemeği getirildiğinde, namaz için kamet getirilmiş olsada önce yemeğini yesin, acele etmesin. Yemeğini bitir­dikten sonra kalkıp namazını kılsın." [33]

5-Tuvalet ihtiyacı olduğu zaman. Zira Hz Peygamber şöyle bu­yurmuştur:

Yemek hazırken birde küçük veya büyük abdest sıkıştırırken namaz kılınmaz. Zira bu durumdayken namazın hakkı yerine getiril­mez. "

6- Uyuklayarak namaz kılmak. Zira Hz Peygamber şöyle bu­yurmuştur:

'Biriniz namaz kılarken uyuklarsa, uykusu dağılıncaya kadar yatsın. Zira uyuklayarak namaz kılarsa, istiğfar edeyim derken belki kendine söver." [34] İşte insan bu durumdayken kıraati doğru yapıp yapmadığından, unutup unutmadığından emin olamaz.

7-Yol, çarşı, hamam, mezarlık, kilise, ağıl ve dere yataklarında namaz kılmak. Çünkü öyle yerlerin bazısında necaset olabilir. Böyle yerlerde namaz kılınmasının men edilmesinin sebebi Peygamberi-miz'in (sav) şu hadisidir:

"Mezbahanede, mezbelelikte mezarlıkta, yol kenarında, hamam­da, dere yatağında ve Kabe'nin üstünde namaz kılmak mekruhtur" [35]

Mezarlık ve hamam hariç tüm yeryüzünün müslümanlara mes-cid kılındığı rivayetide vardır. Ayrıca, su kenarlarındaki deve ağılla­rında da namaz kılınamayacağı rivayet edilmiştir.[36]

Heykelciklerin bulunduğu yerde namaz kılınabilir mi?

Vitrinlerde veyahut sehpaların üzerinde bulunan süs için kon­muş ve bütün azaları işlenmiş heykelcikler islam dinine göre haram­dır ve bunların olduğu yerde namaz kılmak mekruhtur. Eğer hey­kelcikler, kıble cihetinde bulunuyorsa harama yakın mekruhtur. Heykeller, çıplak insan resmi olursa namazı bozar. Sadece çocuk o-yuncağı olan bebekler bunun dışındadır. Fakat namaz kılanın önün­de bulundurulmamalıdır.

Namaz kılarken kadın, beş noktada erkekten farklı hareket et­mek zorundadır.

a- Kadın secdede vücudunun parçalarını birbirine yapıştırmalı-dır. Çünkü Peygamber efendimiz (sav) namaz kılan iki kadının ya­nından geçerken şöyle buyurmuştur:

Secdeye gittiğimizde vücudunuzu yere yapıştırın. Çünkü kadın bu hususta erkek gibi değildir." [37]

b-Yabancı erkeğin yanında namaz kılan kadın sesini kısmalı­dır.

c- Açıktan okunması lazım gelen namazlarda dahi fitne korku­su ile sesini yükseltmemelidir. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: (Yabancı erkeklere karşı) Çekici bir eda ile konuşmayın; son­ra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır." [38]

Bu ayet kadının sesinin fitne uyandırabileceğine delalet eder. Bu nedenle yabancı erkeklerin yanında kadından sesini kısması is­tenir. Erkek ise bunun aksine hareket eder. Zira erkeğin uyarılması gereken bir şey olduğunda yüksek sesle "Sübhanallah" demesi lazım gelir. Fakat kadın uyarmak isterse yüksek sesle "Sübhanallah" di­yemez. Resulü Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur:

Namazda iken kim uyarılması gereken bir şey olduğunu görür­se teşbih etsin. Teşbih ettiği vakitt elbette kendisine bakılır. El vurup ses çıkartmak kadınlara mahsustur.[39]

d- Kadınm yüzü ve elleri hariç bütün bedeni avrettir. Bunun açıklaması daha önce geçmiştir. Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:

"Zinetlerini gösterme sinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnadır. [40]

Cumhur ulemaya göre bu ayetteki zinetlerden maksad zinetle-rin takıldığı yerdir." Ma zahara minha "dan maksad ise yüz ve eller­dir. [41]

Ümmü Seleme Hz Peygamber'e (sav); "Kadın altında don bu­lunmaksızın sadece entari ve büyük baş örtüsüyle namaz kılabilir mi? diye sordu. Hz Peygamber'in cevabı şöyle olmuştur: "Entari geniş ve ayaklarının üstünü kaplar durumda olursa kılabilir." Zira rüku ve kı­yamda ayakların üstünü kapatan bir elbisenin, secdede tüm bedeni ve ayakları örtmesi zahirdir. Zira kadının azaları secde esnasında birbirine yapışır.

Erkeğin avreti ise diz kapaklan ile göbek arasıdır. Hatta erkek diz kapaklarıyla göbek arası kapalı olarak namaz kılsa bile namazı sahih olur. Çünkü Peygamberimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyur­muştur:

Diz kapağının üstü ile göbekten aşağısı avrettendir. [42] Cabir b. Abdullah; bir elbise içinde namaz kılmış ve ben de Hz Peygamber'i (sav) bir elbiseyle namaz kılarken gördüm demiştir. [43]

e- Kadının ezan okuması sünnet değildir. Fakat kadının kamet getirmesi sünnettir. Kadın kısık sesle ezan okursa kerahat yoktur. Hatta sevap getiren bir zikir sayılır. Yüksek sesle okursa mekruh olur. Eğer fitne korkusuna rağmen sesini yükseltirse haram olur. Er­kek ise her farz namazdan önce ezan okuması sünnettir.

 

Namazı Bozan Şeyler:

 

1- Kasden konuşmak. Kur'an, zikir ve dua dışında namazda konuşulan her şey konuşma sayılır. Zeyd b. Erkam şöyle diyor:

Şu ayet ininceye kadar biz namazda konuşur, birimiz diğerine ihtiyacını sorardı.[44] "Namazlara ve orta namaza itina gösterin. Canı gönülden boyun bükerek Allah için namaza durun." [45]

Muaviye b. Hakem Es-Sülemi şöyle diyor:

Hz Peygamberle beraber namaz kıldığımız bir sırada cemaatten biri aksırdı. Ben yerhamukellah dedim. Resulullah bana şöyle bulundu; bizim şu namazımıza-tesbih, tekbir ve Kur'an okumak­tan başka hiçbir şey yaraşmaz." [46]

Bir manası olsun olmasın iki harf veya daha fazla harften na­maz kılan kimse için meydana gelen kelimeler namazı bozar. Bir tek harfli kelimeler manası olsa yine namazı bozar. Örneğin; "kaf' harfi dinlemek "vav" masdarmdan, ayn" harfi veya masdarından "fe" harfi gibi kelimeleri emir sigasıyla kullanmak namazı bozar.

Bir kimse namazda olduğunu unutarak veyahut konuşmanın haram olduğunu bilmeyerek veya yeni müslüman olduğundan na­mazda konuşmanın haram olduğunu bilmeyerek altı kelimeden fazla konuşursa namazı fesada gider. Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilir:

Bu ayeti kerime nazil oluncaya kadar, namaz esnasında konu­şuyorduk. Bu ayetin üzerine namazın üzerinde susmakla emrolunup daha namazda konuşmadık."

Her üç mezhebe göre fatiha ve zammi sureyi Kur'ana bakarak okumak namazı fesada götürür. Ancak Şafii mezhebine göre fesada götürmez. Namaz kılan kimse başkalarının selamlarını namazın i-cinde ve dışında almak zorunda değildir. Namazın içinde "zamiri ğa-ib" ile yani "aleyhis-selam" şeklinde cevaplandırırsa namazı fesada gitmez. Namaz kılan kimse Allah korkusundan ağlaması, inlemesi, gülmesi, üfürmesi, aksırması ve öksürmekle iki harf çıkartması ile namazı fesada gider. Yalnız kendisine hakim olamadan iki harf çıka­rırsa bu örfe göre fazla olmadığı için namaza bir halel vermez.

Bir kimse fatiha gibi bir rüknü kavliye tenahnuh etmeden oku­yamayacak bir hal alırsa bu şekilde tenahnuh etse namaza bir zarar gelmez. Zammi sure okumak için veya kıraati cehren okumak için tenahnuh etmek caiz değildir. Ami olan kimse tenahnuhun namazda haram olduğunu bilmezse mazur kısmına sayılır. Eğer imam namazı batıl eden tenahnuh gibi bir fiilde bulunsa bu fiilde mazerete binaen muhtemel olduğundan me'mumun bu fiilden dolayı imamdan ayrıl­ması lazım olmaz.

Şayet manayı bozacak şekilde fatiha ve zammi surede yanlış bir kıraatte bulunursa cemaatin imamdan ayrılması lazımdır. Na­maz kılan kimsenin cebri olarak konuşturulmasıyla kesinlikle na­mazı fesada gider. Musalli U&ıü 'jj lj kimse okursa, onun niyeti hem

Kur'an okumak hem bir şeyler anlatmak için olursa namazına zarar vermez.

Namaz esnasında zikir, dua okumak namazı fesada götürmez. Fakat dua hitap ile yapılırsa o zaman namazı fesada götürür. Ör­neğin, aksıran kimseye Allah sana merhamet etsin demek gibi.

Burada "ke" harfi ile karşısındakine hitap manası olduğundan namaza zarar verir, Lazım olduğu zaman kısa olmayan bir rükünde uzun zaman sükut etmek namazı fesada götürmez. Namaz esnasın-dayken herhangi bir olay meydana gelse mesela, bir âmâ kuyuya ve­ya ateşin içine düşecek olsa ya da kapıda bekleyen bir kişi olsa er­kekler "Sübhanallah" diyerek, kadınlarsa sağ elinin içini sol elinin üstüne vurarak karşıdaki kişiyi uyarırlar. Bu sünnettir ama alkış­lamak haramdır. Bazı alimlere göre böyle yapmak namazı fesada gö­türür.

2- Fiili Kesir: Rüku ve sücud gibi fiili olmayan bir rükün bildiği halde fazla getirmek veya namazda olmayan fiiller gibi vurma veya yürüme üç harekette bulunmak. Bir veya iki harekette bulunmak fiili kalil olduğundan namazı bozmaz.

Büyük bir adım atmak namazı fesada götürür. Lakin fatihayı veyahut teşehhüdü tekrarlarsa veyahut başka bir zikir yaparsa veya parmaklarını, dilini ve dudaklarını defalarca kımıldatırsa namaza zarar vermez. Namazı bozan şey sehvende olsa namazı bozar. Namaz kılarken başını üç defa sallarsa veya bazı hafızların adetlerine göre getirdikleri gibi nefes alırken veya vakfe yaparken üç defa başım kal­dırıp indirirse namazı batıl olur.

Lakin dilini ve göz kapaklarını çok defa kımıldatsa namaza za­rar gelmez. Zira bu gibi hareketler adet olarak kimsenin gözüne çarp­maz. Fiili kesirin en azı üç harekettir. Fiili kesirin peşpeşe gelip gel­mediği örfe bağlıdır. Örfe göre fiili kesirse namazı bozar.

3- Yemek yemek veya su içmek. Öyle şeyleri yapmak namaz­dan vazgeçildiğini haber verir. Fakat namazda olduğunu unutur ve­yahut yeni müslüman olduğundan namazda yemek yemenin haram olduğunu bilmezse, o yemekte örfe göre azsa o zaman namaza zarar vermez.

Eğer ağzında şeker gibi bir madde olursa oda eriğini yutar, sa­kız çiğner, balgamını veya dişleri arasında kalanı yutarsa namazı bo­zulur.

4- Küçük olsun büyük olsun hadesin meydana gelmesi.

5- Namaz kılan kimsenin vücuduna, elbisesine veya namaz kıl­dığı yere pisliğin değmesi. Fakat bir kimsenin elbisesine kuru pislik değer ve aynı zamanda temizlenirse halel vermez. Yani namazı batıl olmaz.

Ayağına terli halde müteneccis bir ayakkabı giyen kimse aya­ğını yıkamadan namaz kılar. Eğer o necaset ma'fü anha olursa na­mazı sahih olur. Şayet o kısımda olmazsa namazı fasıddır. Eğer bir kimsenin sücud ve rükuya varırken göğsünün mukabilinde yerde bulunan necasete temas ettiği takdirde namazı sahih olur.

6- Kasden, bir anlık bile olsa avret yerinin açılması. Unutarak avret yeri açılır ve aynı anda örtülürse namazı fesada gitmez. Bir ço­cuk veya bir hayvan namaz kılanın avret yerini açarsa aynı zamanda örtse bile namaz fesada gider.

7- Niyetini değiştirmek.  Yani namazdan çıkmak ni­yetini getirmek. Namazı bırakmasını başka bir şeye talik etmek ve­yahut başka namazını başka namaza çevirmek. Fakat bir kimse ce­maate yetişmek maksadıyla dört rek'atlı olan namazı mutlak nafileye çevirirse namaza halel vermez. Bu şekil yapmak sünnettir.

8-  Sırtı kıbleden çevirmek veya çevirtilmek. Fakat aynı zaman­da eski haline dönerse namazı fesada gitmez. Ancak kendisi kasden çevirirse namazı derhal fesada gider.

Birisi namaz kılanı zorla kıbleden çevirdiğinde namaz kılan kişi derhal kıbleye dönerse namazı fesada gitmez. Bu husus örfe göre takdir edilir.

9- Kısa rükün olan itidali fatiha kadar, iki secde arasındaki celseyide teşehhüd kadar uzatmak.

10- Söz ve fiili ile mürted olmak.

11- İki fiil-i rükni ile imamdan mazeretsiz geri kalmak veya bi­lerek imamdan Önce iki rükn-i fiili getirmek. Örneğin, imam fatihada olduğu halde hem rüku, hem de itidal getirmek.

12- Niyet ve namazın şartlarından birisi de şüpheye düşmek.

13- Mest müddetinin doldurulması.

14- Namazın çıkmasını tereddüd veya azam etmektir. Namaz­dan sonra namazın herhangi bir farzını terkinde kuşkuya düşerse kendisine kesinlikle bir şey lazım gelmez.

Namaz kılan kimse imamın selam verdiğini zannederek selam verirse, ondan sonra imamın selam vermediğini anlarsa bu selam ile namazdan çıkmamış sayılır ve imama göre namaza devam eder. İ-manı selam verdiği zaman o da selam verir ve sehiv secdesi de yap­maz.

Me'mum teşehhüddeyken iftitah ve niyet tekbirinden başka bir rükün terk ettiğini hatırlarsa imam selam verdikten sonra bir rek'at kılmakla onu telafi yapabilir ve aynı zamanda da sehiv secdesi ge­rekmez. Zira kudvet halindeyken yalnız olarak vaki olmuştur.

İmam sehiv secdesini gerektirecek bir harekette bulunursa muktedi ve mesbuk her ikisi de imamla birlikte sehiv secdesi yapar­lar. Eğer imam sehiv secdesi yapmazsa me'mumda mesbuk olmazsa imamın selamından sonra sehiv secdesi yapar. Şayet mesbuk olursa namazını tamamladıktan sonra selamdan önce sehiv secdesi yapar.

Sehiv secdesini bilerek terk etse artık bir daha sehiv secdesi yapmaz. Unutarak geçerse veya zaman kısa ise selamdan sonra ya­pabilir. Namaza döndüğü için bir daha selam vermek gerekir. Bir kimse namaz kılarken önünden geçeni itebilir. Yılan ve akrep gibi bir şey varsa öldürür. Ayağındaki ayakkabıyı çıkarabilir. Ceketini düzel­tir ve birine işarette bulunursa namazına halel gelmez. Zira Hz Pey­gamber (sav) namazdayken yılan ve akrebin öldürülmesini emret­miştir. Hem de Peygamber (sav) namazdayken ayakkabısını çıkar­mıştır.

 

Cami Adabı:

 

Allah'a ibadet etmek için yapılmış olan cami ve mescidlerimiz mukaddes mekanlar olduklarından her müslüman cami adabına ri­ayet etmeli ve hürmetini götürecek hareketlerden kaçınmalıdır.

Çocuk, deli ve sarhoş gibi kimselerle, hayvanların camiye gir­memeleri gerekir. Camiyi kirletmeleri ihtimali kuvvetli ise girmeleri­ne müsade etmek haramdır. Gayri müslim kimsenin izinsiz olarak camiye girmesi caiz değildir. Ancak Kur'an-ı Kerim, hadis ve vaaz dinlemek için içeri girmesine izin vermek müstehaptır. Caminin ih­tiyacını yapmak ve yaptırmak büyük ibadettir. Lakin süslemek için fazla masraf yapmak mekruhtur. Bu fazla masraf vakıf tarafından da olsa mekruhtur.

Soğan, sarımsak gibi kokusu pis olan şeyi yeyip camiye gitmek mekruhtur. Öyle bir şekilde olan kimsenin camiye ve halkın toplu bulundukları yerlere girmemesi gerekir. Cuma namazında dahi olsa bu hüküm değişmez. Bu halde bulunan kimse kokusu zail oluncaya kadar namazını evde kılmalıdır.

Camiyi ne suretle olursa olsun meşgul etmek, içine bir şey koymak ve camide çalışmak kesinlikle caiz değildir. Camiyi ve için­deki olan eşyanın korunması için namaz vaktinden başka kapatmak caizdir. Camiye girerken sağ ayakla girip şu duayı okumak müste­haptır:

Çıktığı zaman yine bu duayı okur. Cami zikir ve ibadet yeri ol­duğu için içinde gürültü yapmak, bağırıp-çağırmak, abdestsiz olarak camide oturmak mekruhtur. Fakat vaaz dinlemek ve dini kitaplar okumak ve itikaf yapmak caizdir. Camiye girilirken; vakar ve tevazu ile girmek gerekir. Camide dünya kelamı söylememek, cami içinde alış-veriş yapmamak, lüzumsuz olarak ayakları kıble tarafına uzat­mamak, abdest aldıktan sonra silinmeden camiye girmemek, suyu akan şemsiyeyi camiye sokmamak, kahkaha ile gülmemek, hutbe okunurken konuşmamak, camiye temiz gelmemek, altları pis ayak­kabılarla camiyi kirletmemek, cami avlusunda dinlenmemek gerekir.

Cami içinde dilenciye para verilmez. Caminin içine olduğu gibi dışınada temiz bakılmalıdır. Yerlere çöp atılmamalı, tükürülmemeli, fidan ve çiçekler koparılmamalıdır. Eğer bu şekilde davranılırsa Al­lah'da razı olacaktır.

Caminin damıda aynı gibi mukaddestir. Bu sebeple caminin müteneccis kerpiç veya çamurla sıvanması caiz değildir. Caminin i-çinde başkalarına eziyet vermemek şartıyla abdest almak caizdir. Camide mubah şeyler söylemek caizdir. Zaruri olmak şartıyla cami­de su içmek, yemek yemek, uyumak yine caizdir.

Namazın diğer mekruhları şunlardır; elini kalçasına koyma­mak. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Namazda elleri kalçalara koymak, cehennem ehli için bir din­lenmedir. " Sarık, külah olduğu halde başı açık namaz kılmak, par­maklarını birbirine geçirmek veya çıtlatmak.

 

Sehiv Secdesi:

 

Lugatta sehv, bir şeyi unutmak, ondan gafil olmak demektir. Fakat buradaki olan sehvden maksadımız ise namaz kılan kimsenin kasden veya unutarak namazında eksiklik yapmasıdır.

Sehiv secdesi namazın sonunda yapılır. Maksadı ise namazda bir eksikliği tamamı ve telafi etmektir. Sehiv secdesi namaz secdeleri gibi iki secdeden ibarettir. Sehiv secdesi namazın sonunda selamdan önce niyet getirerek yapılır. Şayet namaz kılan kişi sehiv secdesi yapmadan evvel selam verirse aradan uzun bir zaman geçtikten son­ra sehiv secdesi yapmadığını hatırlarsa artık sehiv secdesi yapmaz. Eğer aradan geçen zaman kısa olursa o zaman yapabilir.

Sehiv secdesi yalnız ümmeti Muhammed'e hastır. Tarihi ise kesinlikle belli değildir. Farz olsun, nafile olsun namazlarda bazı se­beplerden dolayı sehiv secdesi yapmak sünnettir. Sehiv secdesinin meşruiyetinin kaynağı, Ebu Hureyre'den naklolunan şu hadistir: "Resulü Ekrem (sav) efendimiz bize öğle veya ikindi namazını kıldırır­ken iki rek'at kıldıktan sonra selam verdi. Zulyedeyn olan sahabe-i ki­ram -Ey Allah'ın Resulü! Namaz mı kısaldı yoksa sen mi unuttun? De­diler. Hz Peygamber (sav) cemaate -Zulyedeyn'in dediği doğru mu? diye sordu. Sahabiler -Evet deyince Resulü Ekrem (sav) kalktı ve iki rek'at daha kıldı. Sonunda da iki secde yaptı." [47]

Sehiv secdesini gerektiren durumlar şunlardır:

1- Eğer namaz kılan kimse namazın eb'azlarmdan birini terk ederse örneğin, kunut duası veya birinci teşehhüd gibi, sehiv secdesi yapması sünnettir. Abdullah b. Buhayne şöyle rivayet ediyor: "Resu­lü Ekrem (sav) efendimiz öğle namazını kıldırırken birinci oturuşu yapması lazım gelen yerde üçüncü rek'ata kalktı. Namazını tamamla­dığı zaman oturduğu halde selam vermeden evvel her bir secdede tek­bir alarak unuttuğu oturma yerine iki secde yaptı.[48]

Resulü Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İçinizden biri, ikinci rek'ata kalkar ve tam ayağa kalkmadan oturmadığını hatırlarsa derhal otursun. Lakin tam ayağa kalkmamış­sa oturmasın. Sehiv için iki secde yapsın."

2- Kılınan namazın rek'atlarında kuşkulu olursa yine sehiv secdesi yapmak sünnettir. Eğer rek'atlarda şüphe edilirse rek'at sa­yısının en azma kanaat edilir. Geri kalan rek'atlar tamamlandıktan sonra sehiv secdesi yapılır. Şayet öğle namazının üç rek'at mı, dört rek'at mı olduğunda şüphe edilirse ve bununla beraber namaza de­vam ediliyorsa üç rek'at kabul edip bir rek'at daha kılmak lazımdır. Sonrada sehiv secdesi yapmak gerekir. Bu namazın beş rek'at kı­lınması ihtimaline karşın yapılır. Zira Resulullah (sav) şöyle buyur­muştur:

"Biriniz, namazında şek edip üç mü veya dört mü kıldığını bil­mezse şüpheyi atsın ve namazı yakinen bildiği aded üzerine tamam­lasın. Sonra selam vermeden evvel iki secde yapsın. Şayet beş rek'at kümışsa bu iki secde onun namazını altı rek'at yapar. Şayet dört rek'at tamamlayıcı olarak kildıysa bu İki secde şeytanın burnunu yere sürtmek (onu zelil etmek) için olur. [49]

Selamdan sonra şüphe edilirse, namazın sıhhatine zarar ver­mez. Fakat niyette veya tahrim tekbirinde edilirse o zaman namaz fesada gider. İmama tabi olan kimsenin yanılması örneğin, birinci teşehhüdü okumayı unutmak gibi. İmamın tam kılması imama tabi olan kimsenin hatasını kapatarak onun yerine geçer. îmam selam verdikten sonra tabi olan kişinin sehiv secdesi yapması onun hak­kında sünnet değildir. Bunun delili ise Hz Peygamber'in (sav); İmam zamindir" sözüdür.

3- Kasden yapıldığında namazı iptal eden bir şeyi unutarak yapmak. Örneğin, birkaç kelime konuştuğu veya sehven bir rek'at fazla kıldığı zaman kişi bunu namaz esnasında hatırlarsa sehiv sec­desi yapar.

4- Rükün ve farz olan namaz fiillerinden biri veya bir sure ye­rinden başka bir sure nakledilirse sehiv secdesi yapmak sünnettir. Mesela, rükudan sonra itidalda okunursa sehiv secdesi yapılması sünnet olur. Me'mum rüku veya sücuddayken fatihayı terk ettiğini hatırlasa imam selam verdikten sonra me'mum yalnız bir rek'at da­ha kılar, sehiv secdesi yapmaz.

Mesbuk olan kimse şayet imam yanılırsa imamın yanılması se­bebiyle imamla birlikte sehiv secdesi yapar. Sonra o mesbuk nama­zın, sonunda bir daha sehiv secdesi yapar. Hanefi bir imama uyan kimse, imam sehv neticesinde selamdan sonra secde yaparsa me'­mum imama tabi olmayarak münferiden olarak sehiv secdesi yapar ve sonra selam verir. Eğer musalli, birinci teşehhüdü veya kunutu unutur- ondan sonra farza başlarsa bilerek kunuta veya teşehhüde dönse namazı fesada gider. Fakat dönüşün haram olduğunu bilmez­se namazı fesada gitmez. Yalnız sehiv secdesi yapar.

Sonraki farz başlamamış ise teşehhüdde kıyama yakın, kunut-ta ise rüku haline varsa bile dönerek sehiv secdesi yapar. Birinci te­şehhüdü veya kunutu bilerek terk ederse ondan sonra teşehhüdde kıyama yakın olur. Kunutta rüku haline yetiştikten sonra dönerse namazı batıl olur. Şafii olan me'mum bir hanefi imama tabi olursa şafii olan tabi namazın sonunda sehiv secdesi yapmalıdır. Zira İmam sabah namazında kunutu okumaz, diğer namazlarda ise birinci te­şehhüdde salavatı şerife getirmez. Şafii mezhebinde ise bu ikisini terk eden kişi sehiv secdesi yapmalıdır.

 

Sehiv Secdesinin Usulü:

 

Son teşehhüdden sonra ve selamdan evvel tekbir aldıktan son­ra iki secde yapmaktır. Secdede şu teşbihi okumak gerekir:

Resulü Ekrem (sav) şöyle buyuruyor:

Öyle zatki uyuyup unutmayandan tenzih ederim" Namaz kılan kimse yanıldığını zannettikten sonra sehiv secdesi yapar ve aslında yanılmadığını hatırlarsa bir daha sehiv secdesi yapar. Cuma imamı, sehiv secdesi lazım gelen bir şeyi yapar, secde esnasında ikindi na­mazının vakti gelirse imam selam vermez. Aynı zamanda iki rek'at ilave eder. Öğle namazı kılınmış sayılır.

Bir şafıi me'mum hanefi olan bir imama tabi olsa, eğer imam sabah namazında kunutu terk ederse oda terk eder. Selam verme­den önce sehiv secdesi yapar. Şafii olan kimse fırsat bulup okusa da sehiv secdesi yapar. Zira imamın kunutu terk etmesinin sehv karşı­lığıdır.

Namaz kılan kimse medhu senayı anlamına gelen bir ayet ve duayı kunut yerine okursa caizdir. Şu halde kunut okursa bir harf dahi terk etse sehiv secdesi yapması gerekir. Kunutun sonunda Hz Peygamber'e (sav) salavatı şerife getirmek lazımdır. Şayet getirilmez­se sehiv secdesi lazım gelir. Namaz kılan kimse teşehhüdü iyice o-kuyamazsa, birinci teşehhüd için onun miktarı kadar oturur. Onu terk ederse sehiv secdesi yapar. Bu da teşehhüd içindir.

 

Tilavet Secdesi:

 

Namaz içinde ve dışında Kur'an-ı Kerim okuyan, dinleyen ve i-şiten kimse için on dört secde ayetinin tilaveti için tilavet secdesi yapmak sünnettir. Okuyanın tilavet secdesi yapmasıyla dinleyen ve işiten içinde sünneti müekkededir. Tilavet secdesinin delili, îbni Ö-mer'in rivayetleridir.

Hz Peygamber içinde secde ayeti bulunan sureyi okuduğu za­man secdeye gidiyor, bizde, onunla beraber secdeye gidiyorduk. Hatta bazılarımız alınlarını bırakacak yer bulamıyordu. [50]

Hz Peygamber bize Kur'an okurdu. Secde ayetine geldiği'zaman tekbir alır secde ederdi. Bizde onunla beraber secde ederdik." [51]

Ademoğlu secde ayetini okuyup secde ettiği zaman şeytan ağ­layarak uzaklaşır ve şöyle diyerek hased çeker: Ey helak olası! Adem­oğlu secde etmekle emrolundu da secde etti ve cennet onun malı oldu. Halbuki bende secde ile emrolunmuş fakat secde etmekten çekinmiş­tim. Artık ateş benim içindir. [52]

Hz Ömer şöyle demiştir:

Ey insanlar! Biz secde ayetlerini okuduğumuzda kim secde ederse o isabetli bir şey eder. Fakat kimde secde etmezse günahkar ol­maz. [53]

Hz Ömer'in sözünden tilavet secdesinin vacip olmadığı anla­şılmaktadır. Üç imama göre tilavet secdesi sünnettir. Hanefîlere göre vaciptir. Niyeti de şöyledir; eller kaldırılmaksızın "Allahu Ekber" deni­lerek secdeye varılır. Üç sefer "Sübhane Rabbiyel A'la" veya bir kere "Sübhane Rabbena in Kane Vadü Rabbina Lemafula" denilir. Ondan sonra 'Allahu Ekber" denilerek kalkılır.

Namaz için, rüku ve hasta olan için imada aynı maksadı yerine getirdiğinden tilavet secdesi yerine geçer. Tilavet secdesine ayaktan yere inilmesi ve bu secdeden baş kaldırırken ayağa kalkılması ve böyle kalkarken "Gufraneke Rabbena ve İleykel Masir" denilmesi müstehaptır. Bu secdeye gidilirken veya bundan kalkılırken alman tekbirlerde müstehaptır.

Tilavet secdesini yapacak kimsenin abdestsizlikten ve pislik­lerden temiz, avret yerlerinin örtülü ve kıbleye yönelik olması şarttır. Şafıilere göre tilavet secdeleri on dört tanedir ve A'raf, Ra'd, Nahl, Isra, Meryem, Furkan, Nemi, Necm, înşikak, Alak, Secde, Sad, Fus-silet ve Hacc hem başında hem de sonunda vardır. Sad süresindeki secde hanefîlere göre şükür içindir. Şafıilere göre ise Sad şükür sec­desi değil tilavet secdesidir.

Bir mecliste birkaç secde ayeti okur veya bir ayetini birkaç se­fer tekrar ederse her sefer için secdeyi tekrar eder. Şafıilere göre ni­yetten sonra tahrim tekbiri almalıdır. Sonra secdeye gitmek için tekbir alıp namaz secdesi gibi secde yaparak selam vermelidir. Tilavet secdesinde tahrim tekbiri ile selam şarttır. Hanefılere göre tilavet secdesi, secde ayetini okuyan mükellef için vacip olduğı gibi bunu dinleyen bir mükellef içinde vaciptir. İster dinlemeyi kasdetsin, ister­se kasdetmesin fark yoktur.

Bu secdeyi kim yaparsa sevap kazanır. Kim de yapmazsa vaci­bi terk ettiği için günahkâr olur.

Şafîilere göre tilavetin meşru ve kasde bağlı olması şarttır. Bu­nun için cünübün okumasından dolayı veya rüku halinde Kur'an okumak meşru olmadığı için burada tilavet secdesini gerektiren aye­ti okumakla ne okuyana ne de dinleyene tilavet secdesi sünnet de­ğildir. Yine yanılarak meydana gelen veya öğretilmiş kuşlardan veya ses kayıd cihazının bantından yahut yankılanmış sesten yani teyp ve plaktan işitilen bir tilavetten dolayı niyete bağlı olmadığı için sec­de edilmesi sünnet değildir.

Tilavet secdesi ayetinin hecelenerek okunması ile veya yalnız yazılması ile veya telaffuz edilmeksizin yalnız yazısına bakmakla tila­vet secdesi lazım gelmez. Tilavet secdesinin bazı ayeti okumak çoğu olmamak şartıyla yine tilavet secdesi gerektirmez. Fakat sahih kavle göre kuşlardan işitilen secde ayetinden dolayı tilavet secdesi lazım­dır. Zira işitilen Allah kelamı olduğundan tilavet secdesi yapmak uy­gun olur.

Radyo ve televizyon nakil kısmından olduğundan hoparlör ara­cılığı ile işitilen bir secde ayetinden dolayı secde edilmesi vaciptir. Şafii mezhebine göre sünnettir. Secde edilmesi ihtiyata daha uygun olur ve Kur'an-ı Kerim'e saygı ve hürmet göstermektendir.

Buluğ çağına ermeyen yetişkin bir çocuğun, hayız, nifas ve cünüp halde olan kadının, bir sarhoşun veya müslüman olmayan biri­nin okuduğu secde ayetini işiten her mükellefede tilavet secdesi va­cip olur. Zira bunların okuyuşu sahih okuyuştur. Müslüman olan bir sarhoş veya cünüpte okuyacağı veya işiteceği bir secde ayetinden dolayı secde etmekle mükelleftirler. Ancak bunlar, temizlenip akılları başlarına geldiğinde secde yapmalıdırlar. Nifas ve hayız halinde bu­lunan kadının ne okuyacağı, ne de işiteceği bir secde ayetinden do­layı ona tilavet secdesi lazım gelmez. Zira bunlar bu halde namaza mükellef değillerdir.

Uyuyanın ve deli olanın okuyacakları secde ayetinden dolayı i-şitenlerin, sahih olan görüşe göre tilavet secdesi yapmaları lazım gel­mez. Onlarda bu secdeye mükellef olmazlar. Vacip olan tilavet sec­desini hemen yapmak zorunluluğu yoktur. Bu secde bir zaman son­rada yapılabilir. Aynı zamanda eda hükmüne geçer, kaza sayılmaz. Bununla beraber bir zaruret olmazsa geciktirilmesi tenzihen mekruhtur. Namazın içinde de olsa derhal yapılması vacip olur. Zira bu artık namazdan bir cüz olmuştur. Namaz dışında kaza olması caiz değildir. Bunu secde ayeti okuduktan sonra üç ayetten sonraya bı­rakmamak lazımdır. Secde ayeti okununca hemen, derhal secde e-dilmesi imkanı olmazsa okuyan ve dinleyenlerin;

"Semi'na ve Eta'na Gufraneke Rabbena ve îleykeî Masir" deme­leri müstehaptır. Şafîilere göre tilavet secdesi okuyan veya dinleyen­de derhal secdeye gider. Fasılası uzunsa secde etmez.

Bazı büyük camilerde aynı anda bir köşede vaaz, diğer köşede Kur'an okunduğu oluyor. Bizim Kur'an mı yoksa vaaz mı dinlememiz gerekir?

Cevap: Bu husus dinleyenin durumuna bağlıdır. Eğer Kur'an anlayacak ilmi varsa okunan ayetleri dinlemesi vaaz dinlemesinden evladır. Zira Kur'an irşad edicilerin en mükemmelidir. Fakat anlaya­cak ilmi olmazsa vaazı dinlemesi daha evladır. Zira vaazda Kur'anın bir nevi açıklaması sayılacağından vaazı tercih etmesi gerekir. Yeni bilgiler edinmek için vaazı dinlemesi evladır. Zira Kur'an dinlerken sadece hafızın sesine kulak vermiş olacak okunanı anlamadığı için belki zihniyle başak şeylerle meşgul olacaktır.

Halbuki vaazı dinleyince anlatılanlar kendi lisanında olacağı için anlatılanlardan istifadesi daha çok olacaktır. Tabi bu hüküm aynı anda hem Kur'an okunup hem de vaaz ediliyorsa geçerlidir.

 

Şükür Secdesi:

 

Secde-i şükür evlad ve mal gibi bir nimet meydana geldiği za­man şükür secdesi yapmak sünnettir. Bir musibete müptela veyaa fışkını ilan eden bir kimse gördüğü zaman ve bir beliyye def oldu­ğunda da şükür secdesi yapmak sünnettir. Alenen olması müstehap olur. Fakat musibete uğrayan kimse görüldüğünde şükür secdesinin gizli yapılması sünnettir. Şükür secdesi tilavet secdesi gibidir.

 

Cemaat Namazı:

 

Hz Peygamber Mekke'de kaldığı miraçtan sonra bir buçuk yıl

boyunca namazını tek başına kılıyordu. 622 yani hicretten sonra ise

Mekke'de zorluk, işkence altında kaldıkları için namazlarını tak baş­larına evlerinde kılarlardı.

Hicretten sonra Hz Peygamber Medine'de cemaatle namaz kıl­maya ölünceye kadar devam etti. En sahih kavle göre cuma nama­zından başka diğer namazlarda cemaat namazı farzı kifayedir. Yani bir ülke halkından cemaat sayılacak bir taife cemaatle namaz kı­larsa başkalarının üzerinden bu farz kalkar. Şayet bu ülkede hiçbir yerde cemaatle namaz kılınmıyorsa veya gizli kılmıyorsa, o ülkenin bütün halkı günahkâr olur. Devlet reisine savaş açmaları vacip olur. Cemaatin meşru olduğunun delili şudur:

Ey Muhaammed! Onların içinde bulunup onlara namaz kıl­dırdığın zaman, onlardan bir grup seninle beraber namaza dur­sun. " [54]

Bu ayet korku namazı hakkında nazil olmuştur. Şu halde kor­ku halinde bile cemaatle namazı emrediyor. Emniyet halinde cema­atle namaz kılmak bittariki evladır. Zira Resulü Ekrem (sav) efendi­miz şöyle buyurmuştur:

Cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan 27 derece daha efdaldir. [55]

Köyde veya çölde üç kişi olduğu halde cemaatle namaz kıhnmı-yorsa şeytan onlara üstün gelmiş demektir. Öyleyse cemaate devam edin. Zira kurt ancak sürüden ayrılan koyunları yer." [56]

Cemaati çok olan camide cemaatle namaz kılmak daha efdal­dir. Eğer caminin ehli iyi fakat imamı ehli bid'at olursa yani fışkını gerektiren bir hal bulunursa veya mezhebi hanefi olup vacip olan bazı şeylerin vacip olmadığını söylese o zaman cemaati az olan ca­miye gitmek daha efdaldir. İtikadı düzgün olan hanefi imama, şafii olan kimsenin iktida etmesi caizdir. Yalnız hanefi olan imam, şafii mezhebinin namazın şart ve rükünlerine riayet etmesi lazımdır. Şa­yet ehli bid'attan başka imam bulunmazsa o imama tabi olmakta bir beis yoktur. Resmi imamın iki vazifesi vardır:

a- Camide namaz kılmak.

b- İmamlık yapmak.

Bunlardan biri olmazsa diğeri sakıt olmaz. Şu halde camide bir insan olmasa bile yine imam camiye gitmek ve camide namaz kılma­lıdır, îmam olan kimsenin normal olarak kıldırması sünnettir. Zira Resulü Zişan (sav) şöyle buyurmuştur:

Sizden biriniz insanlara namaz kıldınrsa namazı acele kıldır­sın. Yani ağır kıldırmasın. Zira içinde zayıf, hasta, iş sahibi olan kim­seler bulunabilir."

Fakat muayyen bir cemaat namazın uzatılmasını arzu ederse o zaman caiz olur. İmam namaza başladıktan sonra birinin daha gel­diğini hissederse gelenin rek'ata yetişmesi için son teşehhüdde veya rükuda fazla uzatmamak şartıyla Allah için beklemesi sünnettir.

Akıl baliğ bir mukim ve fazla sıkıntı çekmeden başkasıyla na­maz kılmaya kuvveti yeten ve çıplak olmayan erkeklerin cemaat ha­linde cuma namazını kılmaları farz-ı ayndır. Misafir ve kadın olan kimseler için cemaat sünnettir. Fakat genç kadınların namazlarını evde kılmaları, cami içinde cemattle kılmalarından daha iyidir. Ka­dın olan imam cemaatin önüne geçmez. Aynı zamanda safın ortasın­da bulunmalıdır. Şayet öne geçerse kerahatle beraber namazı sahih­tir.

Eğer nafileler cemaatle kılınırsa bir sakınca yoktur. Fakat nezir edilmiş bir namazı cemaatle kılmak sünnet değildir. Eda olan bir na­maz kaza olan bir namaza uyması ne kadar caizse de münferiden kılması daha efdal olur.

Bir kimse kendi evinde hanım ve çocuklarına imamlık yaparsa cemaatin sevabı vasıl olur, Şu halde camide cemaatle namaz kılmak efdaldir. Evde kılman bir namaz camide münferid olarak kılman bir namazdan daha efdaldir. Cemaat her yerde aşikar olarak edilmezse, dükkanlarda ve evlerde ilan edilmeden cemaatle bile kılman namaz gibi halkı cemaat sorumluluğundan kurtaramaz. Tek kılınmış olsun veya cemaatle kılınmış olsun namazı kılmış olan kimsenin vakit na­mazını vaktinde cemaatle iade etmesi sünnettir. İadenin altı şartı var­dır:

1- Yalnız bir defa iade etmek.

2- Vaktinde az bir rek'ata yetişmek.

3- Namaz başından sonuna kadar cemaatle kılmak. İade olan kimsenin imamın selamından sonra namazını uzatırsa namazı fesa­da gider.

4- Farz niyetini getirmek.

5- Birinci namazı sahih olmak.

6- Namazı iade etmenin caiz olduğuna inanmak. Şu halde na­mazını iade eden imam şafii olursa kendisine iktida eden malik veya hanefı olursa şafii olan imamın namazı sahih olmaz. Zira muktedilerin yanında iadenin caiz olmadığını kabul ederler. Bunu şafii olan imam münferid sayılır. Eğer namaz iade edilirse farz olan namaz bi­rinci namazdır. Bu sebeple İkinci namaza bir halel gelirse birinciye halel gelmez.

Şu halde birinci namazın noksanlığına bir şey olursa iade edi­len namazda sahih değildir. Bir daha baştan namazın kılınması ge­rekir. Eğer çok çamur, çok sıcak, çok soğuk ve şiddetli rüzgar gibi u-mumi bir mazeret veya su ve yemek hazırken aşırı susuzluk ve açlık, abdest darlığı, ağır hastalık, bir çocuğun ölümünden korku, ölüm halindeki akrabanın bulunması, mukayet olmayan bir hastanın ba­kıcısı veya götürmesi zor olan sarımsak ve soğan gibi kokusu fena olan bir şey yemesi gibi veya elbisenin kendine uygun bulmamak ve­ya yolculuktan, kervandan geri kalmak korkusu gibi bir mazeret bu­lunursa cemaati terk edebilir. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuş­tur:

"Kim sarımsak veya soğan yemişse bizden (veya mescidimiz­den) uzak durup evinde otursun. [57]

Kişinin fakir olup cemaate gittiği zaman alacaklısının yakasına yapışmasından korkması veya zalimden korkmak, kör olmak, felç ol­mak, çaprazlama eli ve ayağı kesilmiş olmak, hastalık, kötürüm ol­mak, canının çekdiği bir yemek hazır bulunmak. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

Herhangi biriniz akşam yemeği sofraya konulduğunda namaz için kamet getirilsede yemeğe başlasın. Sakın yemeği bitirinceye ka­dar acele etmesin." [58]

Bir kişinin elbisesi kirli ise bu nedenle halkın rahatsız olması söz konusu ise cemaate gitmemesi için bunlar şer'en özür sayılır. Yalnız ekmekle beraber başka yiyecek bulunduğu halde cemaate ve cuma namazına gitmemek için sarımsak ve soğan yiyen kimsenin şartsız olarak cemaate gitmesi lazım ve elzemdir.

İmam olsun münferid olsun sabah ve cuma namazlarında ak­şam ile yatsı namazlarının ilk iki rek'atında fatiha ve zammi sureyi aşikar, diğer namazlarda ise gizlice okumaları sünnettir. Kadın da şayet sesini duyacak kadar erkek olmadığı takdirde oda erkek gibiddir. Zira Resulü Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: "Gündüz vak­tinde namazını seslice kılan kimseye hakaret ediniz."

Me'mumunsa imamı dinlemekle emrolunduğu için fatihayı o-kuduğu zaman dahi sesini yükseltmesi doğru değildir. Hanefılere gö­re cemaate gitmeyi düşürecek olan özürler şunlardır:

1- Hastaya bakmak.

2- Gece şiddetli rüzgar esmek.

3- Yağmur.

4- Soğuk.

5- Korku.

6- Karanlık.

7- Kör olmak.

8-  Hapis cezası.

9- Felçli olmak.

10- Hastalık.

11- Kötürüm olmak.

12- Çaprazlama eli ve ayağı kesilmiş olmak.

13- Yatalak olmak.

14- Çamur.

15- Zafiyet.

16- Yaşlılık.

17- Fıkıh ilmi ile uğraşmak.

18- Canının çektiği bir yemek hazır bulunmak.

19- Yolculuğa çıkmak üzere bulunmak.

Bir mahallenin mescidinde ezanın kametle birlikte cemaat ta­rafından tekrarlanması mekruh olur. Mahalle mescidi belli bir ce­maati ve belli bir imamı bulunan mesciddir. Fakat cemaat şu şekil­lerde ise takrarlanması mekruh olmaz:

1- Mescidin yol üzerinde bulunan bir mescid olması.

2- Mescidin daimel evkat bir imam ve müezzini bulunmadığı ve camiye gelenlerin ayrı ayrı namaz kıldığı bir mescid olması.

3- Bir mahalle mescidinde o mahalle halkından olmayan seferi bir topluluğun cemaatle namaz kılması.

4- O mahallenin sakinlerinin sessizce ezanı okuyarak namaz kılması.

5- Mahalle sakinlerinin cemaati ezansız ve kametsiz tekrarla­ması.

Bir camide cemaati tekrarlamanın sebebe-i kerahati şu hadise dayanır:

Hz Resulullah (sav) efendimiz aralarında düşmanlık bulunan bir topluluğu barıştırmak için gitmişti. Mescide dönünce cemaatin na­maz kılmış olduklarını gördü. Bunu görünce evine döndü ve ailesiyle beraber cemattle namaz kıldı."

Eğer bir camide cemaatin tekrarlanması caiz olsaydı, Resulü Ekrem (sav) efendimiz camide namaz kılmayı evine tercih ederdi.! [59]

Normal vakitlerde birden fazla cemaatler teşkil edilmesi cemaa­tin büyüklüğünü bozar ve sonraki cemaate katılma gibi düşünce­lerle gevşekliklere yol açabilir. Konaklama, yol kenarlarına ve ben­zinliklere yapılmış olan mescidlerde cemaatle namaz kılmaktan her­kes eşittir. Buralarda namazın cemaatle tekrarlanmasında bir sakın­ca yoktur.

Vazifeli olan bir imamı bulunan bir mescidde, imamdan evvel cemaatle namaz kılmakta mekruh olur. Hanbelilere göre böyle yap­mak haramdır. Zira vazifeli imam, ev sahibi hükmünde olur. Cema­ate namaz kıldırmak onun vazifesidir. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse başkasının evinde, ev sahibinin iznini almadıkça ona imamlık yapmasın. [60]

İmamlık ikiye ayrılır:

a- İmamet-i Kübra: Büyük imamlık, islam devlet başkanlığı.

b- İmamet-i Suğra: Namaz imamlığı.

Büyük imamlık toplum üzerinde lazım ve elzemdir. Genel vela­yet yetkisine sahip olmaktır. Veyahut bu imamlık, Resulullah (sav) efendimize halife olarak hem din, hem de dünya işleri mabhaslarda umumi başkanlıktır. Bu makamın şartı; müslüman olmak, ilim sa­hibi olmak, adalaetli olmak, akıl sahibi olmak, ergenlik çağına ermiş olmak.

Fasık kimsenin başkanlığa getirilmesi caiz değildir. Bir fitne meydana gelmemek şartıyla derhal onu azletmek lazım gelir. Bizim konumuz cemaat imamlığı olduğundan şimdi bunu açıklayacağız.

 

Namaz İmamlığının Sıhhat Şartları:

 

1- Müslüman olmak. Bu sebeple herhangi bir kimse islamm tümünü veyahut tek bir hükmünü reddederse ona iktida edilmez. Şayet öyle kimseye bir kimse iktida etse kesinlikle namazı caiz değil­dir. Zira onun gibi olan kimseler küfrün içindedirler. Bu durum na­mazdan sonra anlaşılırsa cemaatin namazını yeniden kılması gere­kir.

2- Akıllı olmak. Baygın, deli, sarhoş olan kimsenin namazı caiz olmadığı gibi onların imametleride caiz değildir. Zira akıl hastasının arkasında namaz kılmak sahih değildir. Eğer hastalık bazan olur ba-zan olmazsa, olmadığı hallerdeki namazı sahih olur. Fakat öyle bir kimseye uymak mekruh olur. Bunamış insanda akıl hastası gibi olup, kendi başına namazları sahih olmadığı gibi bunların arkasında kılınan namazda sahih olmaz.

3- Mümeyyiz olmak. Şu halde sağ ve solunu kıblenin hangi ta­rafta olduğunu bilmeyen çocuğun namazı sahih değildir, öyle çocu­ğa iktida etmekte caiz değildir. Ergenlik çağma ermiş kimselerin, ye­di yaşla ergenlik çağı arasında bulunan mümeyyiz çocuğa uyması caizdir.

Zira Amr B. Seleme (ra)'dan şöyle rivayet edilir: "Hz Resulullah zamanında yedi yaşındayken imamlık yaptım.[61] Hanefilere göre farz veya nafile namazlarda ergenlik çağma yetişmemiş mümeyyiz çocu­ğun, ergenlik çağma yetişmiş kimselere imamlık yapması sahih de­ğildir. Maliki ve hanbelilere göre bu yalnız farz namazlarda sahih olmaz. Teravih namazı, güneş tutulması namazı gibi nafile namazlar­da bu caizdir.

4-  Me'mumün itikadına göre tabi olmuş olan imamın namazı­nın sahih olması. Bunun İçin bir kimsenin itikadına göre namazı fa-sıd olan kimseye uyması caiz değildir, örneğin, elinin içi fercine do­kunmuş bir Hanefıye bir Şafıinin uyması caiz değildir.

Şafii olan bir misafir ve Hanefi olan bir misafir bir yerde karar verirlerse, Şafii mezhebine göre o Şafii kimse seferi olarak namaz kıl­mak caiz değildir. Zira onların kararı 5-6 gün kalmak için karar ve­rirlerse o zaman Şafii olan kimsenin Hanefıye uyması sahihtir. Zira Şafii içinde seferi namaz vardır. İmam selam verdikten sonra me'-mum aynı mesbuk gibi kalkıp namazını kılar.

5- Kıble cihetinde ictihad ve kanaatları ayrı ayrı olmamalarıdır. Eğer ayrı ayrı olurlarsa birbirlerine uymaları caiz değildir. Zira her birisi, diğerinin namazının batıl olduğuna inanır. Bir kimse bir ada­ma iktida etse sonra o adam kadın veya kâfir çıkarsa, kıldığı namazı iade etmesi lazımdır.

Bunun gibi imamın elbisesinde veya vücudunda bir necaset bulunur ve dikkatli olarak bakıldığında o necaset görüle bile çekse o zaman me'mumün namazını iade etmesi gerekir. Ancak gizli bir ne­caset olursa o zaman namazını iade etmez.

Bir kimse namaz içinde başını üç kere sallar veya çok az olan bazı hafızlamız adetlerine göre nefes alırken veya vakfe yaparken ba­şını kaldırıp indirirse namazı batıl olur. Şu halde göz kapaklarını ve dilini ne kadaar oynatsa namaza bir zarar gelmez. Öyle hareketler örfî olarak kimsenin gözzüne çarpmıyor, öyle yapanların namaz dı­şında olduğu sanılmıyor.

Şafii olan bir kimse Hanefî olan imamın namazının vaciplerin­de şüphe ederse hüsnü zanna dayanarak ona tabi olabilir. Şafii olan bir kimse, organından kan çıkmış olan bir Hanefîye uyarsa namazı sahihtir. Zira Hanefi olan kimsenin namazı Şafii mezhebine göre sa­hihtir.

6- İmamın başka bir kimseye iktida etmiş olmaması. Zira ima­mın serbest olması lazım gelir. Başkasına uyan kimse imam olmaz. Bir kimse birisine tabi olur namaz kıldıktan sonra tabi olduğu kim­senin me'mum olduğunu anlarsa kıldığı namazı bir daha kılması la­zımdır.   Fakat imam  selam verdikten  sonra birisi  gelip  me'mum-lardan birisine tabi olursa namazı sahih olur. Zira selamdan sonra me'mumluk ismi üzerinden gider.

7- İmamın kendisine has olan sıfatları tabi olanların sıfatların­dan eksik olmaması. Bunun üzerine erkeğin erkeğe, kadının erkeğe, hünsaya ve kadına, hünsanında erkeğe tabi olması sahihtir. Lakin erkeğin kadına veya hünsaya veya hünsanm hünsaya veya kadına tabi olması caiz değildir. Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

Bir kadın erkeğe imam olmasın." Hünsa da kadına kıyas edil­miştir.

8- Namazını bir daha kılmaması. Şidddetli soğuktan dolayı ab-dest yerine teyemmüm almış kimse bu namazını iade edeceği için o-nun gibi teyemmüm almış kimseden başka hiç kimse ona uymaz. Şu halde durumunu bilmeyen bir kimse kendisine uysa sonra farkına varırsa bir daha bu namazı iade etmez.

9- İmamın kari olması. Yani fatiha ile teşehhüdün doğru ol­ması. Bunun için karinin ümmi yani fatihası doğru olmayıp harf ve şeddelerden birisini veya bir kaçını ihlal eden kimse olan bir kimse­ye uyması caiz değildir. Örneğin, bir harfi başka bir harfe çeviren ve şedde yeri olmadığı halde şedde yapan kimselere uyması kesinlikle caiz değildir. Ümmi olan kimse öğrenmesi mümkün olduğu halde öğ­renmezse imameti caiz olmadığı gibi namazı da caiz değildir.

Ta" veya "fa" harfini tekrarlayan veya manayı muğayyar ol­mayacak bir şekilde örneğin, Allah kelimesinin ha"sini kesre ile o-kuması öyle kimselere tabi olmak mekruhtur. Namazdan sonra i-mamın abdestinin olmadığı veya hükmi yani gözle görünmeyen bir pisliğe sahibi olduğu bilinirse namazını iade etmez.

Evladı zina ile mümeyyiz çocuğa tabi olmak ne kadar caizsede bunlardan başka ileriye götürmek daha layıktır. Seferi namazı kıl­mak isteyen bir imam ile ve bir de mukim imam bir araya gelirlerse mukimin imam olması daha evladır.

îmamet sıfatına layık olanlar bir mescidde bulunsalar namazın kıldırması için şöylece seçim yapılır. Önce adil yani büyük günaha girmeyen ve küçük günahta devam etmeyen kimse öyle kimse fa-sıktan daha evladır. Lakin mahallenin hakimi ve ülkenin reisi şayet fasıkda olsa onun imamet daha uygundur. Bundan sonra caminin kadro imamı, bundan sonra alim olan, sonra tecvid üzere en iyi o-kuyan, sonra yaşlı olan, sonra soylu olan gelir. Zira Resulü Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur:

Allah'ın kitabını en iyi okuyan cemaate imam olur. Kıraate mu-saviyseler önce hicret edenler, hicrette musauiyseler en yaşlılar imam olur. Sonra elbisesi, vücudu ve sanatı daha temiz, sonra sesi daha güze, sonra şekli, kılıkkıyafeti yerinde olandır."

İmamette gözlü ile âmânın arasında fark yoktur. Hanefılere gö­re âmânın imameti mekruhtur. Ev sahibi imamet sıfatı tamam olsa da misafirden imameti daha evladır. Eğer onun sıfatı misafirden noksan olursa o zaman başkalarına imamet yapmak için murecceh olan kimsenin namaz kıldırmak için başkasına izin vermesi caiz değildir. Her sıfata müsavi olsalar ve birbirine taviz göstermezse kura çekilir.

 

İmamlık Yapması Mekruh Olan Kimseler:

 

1- Fasılan imameti ne kadar namazla ilgili fıkhi hükümleri bil-sede yine imameti mekruhtur. Fasık, farzları terkeden veya haram işleyen kimsedir. Hanefılere göre fasığın kendisi gibi olanlara imam­lık yapması caizdir. Fasığın imamlığının mekruh olduğunun sebebi şu hadistir: "Kadın erkeğe, bedevi muhacire, fasık olan mü'mine i-mamlık etmesin."

Fakat devlet başkanı kişiye kılıç veya kamçısı ile zorbalığı olur­sa bu başka bir şekil olur. Bununla beraber fasık olan kimse kıldı­racağı namaz caizdir. Zira bilgin sahabelerden Abdullaah b. Ömer (ra) Haccac'm arkasında namaz kılmaya devam etmiştir. Zira Resulü Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur:

"Takva sahibi, fasık (facir) herkesin arkasında namaz kılın. [62]

2- Bid'at sahibi kişi yani kafir derecesine yetişmeyen kişi oda fasık gibidir. Bid'atçınm itikadı ehli sünnet vel cemaat itikadına ay­kırı olan kimseye denir. Örneğin, şiilerin çıplak ayak üzerine mes-hetmeleri, mestlerin üzerine meshetmeyi inkar etmeleri gibi. Bizi kıblemize göğsü ile yönelen kimseye şüpheye dayalı bir bid'attan do­layı kafir olmaz. Lakin bid'atçı kişi eğer dinde zaruri olan husus­lardan birini inkâr ederse o zaman kâfir olur.

Allah'u tealaya diğer cisimler gibi oda cisimdir demek veyahut Hz Peygamber'in Ebu Bekir (ra) ile arkadaşlık ettiğini inkar etmek gibi. Yine kafir olur. Zira bu durumda Allah'u teala (cc) şöyle buyur­muştur:

Arkadaşına (Ebu Bekir'e) korkma, şüphesiz Allah bizimle beraberdir diyordu." [63]

Fasık veya bid'atçı olan kimselere iktida etmek tahrimen mek­ruhtur. Zira fasık olan kimse dini işlerde ciddiyetten uzak ve laubali olur. İmam Muhammed ile Malik'e göreyse bunlara iktida etmek kökten caiz değildir.

3-  Kör olmak. Hanefi, Maliki ve Hanbelilere göre kör olan kim­senin bilgisi fazla olursa o takdirde onu imamlığa tercih etmek daha uygundur.

4- Cemaatin istemediği kimsenin imamlık yapması. Zira Resu­lü Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kendisini istemedikleri halde bir cemaate imam olup öne geçen kimsenin namazını Allah (cc) kabul etmez. [64]

Fakat imamlığa daha ehliyetli bir imam bulunmadığı takdirde ve kerahati gerektiren bir hal olursa o zaman cemaatin sözlerine ba­kılmaz. Zira o zaman cemaatin sözleri meşru sayılmaz.

5- Namazı çok uzatmak. Kıraati, namazın içindeki olan teşbihi, zikir dualarını sünnet miktarından fazla uzun tutmak mekruhtur. isterse cemaat bu uzamadan razı olsun veya olmasın sonuç değiş­mez. Zira Resulü Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden birisi insanlara namaz kıldırdığı zaman hafif kıldırsın. Zira cemaatin içinde zayıf, hasta ve yaşlı insanlar vardır. Kişi tek başına namaz kıl­dığı zaman istediği kadar uzatsın. [65]

İmamın bazı yerlerde acele etmesi mekruhtur. Örneğin secde ve rüku teşbihlerini veya teşehhüdü sünnete uygun bir biçimde ta­mamlamalarına meydan vermeyecek bir tarzda imamın acele etmesi mekruh olur.

6- İyi okuyacak kimse meydanda varken hatalı okuyanın yani lahn   yapan   kimsenin   imamlığı   mekruhtur.   Örneğin,   "lillah"daki "ha"yı üstün okumak, "el-hamdü" kelimesinde "dal" esre, "Rabbi-1 a-lamin"deki "ba"yı üstün okumak gibi veya "dal", "kaf' gibi harfleri a-çık olarak okuyamayan herhangi kimsenin imameti keraheten caiz olur.

7- Bilgisi olmayan, veledi zina ve kölenin imamlığı mekruhtur. Eğer bunların bilgisi olursa o zaman imamlık yapabilirler.

8- Kadının kadına imamlığı kerahatle beraber caizdir. Yalnız kadın imam kadınların arasında durur. Safların önüne erkek gibi

geçmez.

9- îmamın muktedilerden az bir arşın miktarı yüksek veya al­çak bir yerde durup namazı kıldırması mekruhtur. Fakat imamla beraber cemaatten birkaç kişi bulunması durumu müstesnadır.

10- Ebu Hanife ile İmam Ebu Yusuf a göre açıktan okunan na­mazlardan olsun veya gizli okunan namazlardan olsun imamın ar­kasında cemaatin okuması tahrimen mekruhtur. Zira imamın oku­ması cemaatin okuması gibidir. Fakat imam Muhammed öğle ve i-kindi gibi gizli okunan namazlarda cemaatin okuması caizidir de­miştir.

îmam Malik ve Ahmed b. Hanbel'e göre gizli okunan namazlar­da imama tabi olan kimse oda gizlice kıraatte bulunur. Şayet ayakta bile olsa fakat cemaat işitmezse kendiside kıraatte bulunur. Lakin işitirse tabi olan kimse kıraatte bulunmaz.

İmam Şafii'ye göreyse gizli okunan namazlarda olursa me'mum olan kimse hem fatihayı hem de zammi sureyi okumalıdır. Aşikar olan namazlarda olursa yalnız fatihayı şerifi okur eğer işitirse. Şayet işitmezse o zaman hem fatiha hemde zammi sureyi okuması lazım­dır. Yani fatihanın okunması lazımdır. Surenin okunmasıda sünnet­tir.

Cemaatle namaz kılarken safların düzenine dikkat etmek la­zımdır. Cemaatin safların tertibinde şöyle lazımdır; en önde erkekler, sonra erkek çocukları, en sonda kadınlar bulunur. İmamdan başka sadece bir kişi varsa imamın sağında ve birkaç parmak gerisinde durur. İki kişi olursa ve biri erkek biri de kadınsa şu halde erkek imamın sağında ve birkaç parmak gerisinde, kadınsa tam imamın arkasında durur.

Safların efdali sırasıyla birinci, ikinci, üçüncü... saflardır. Saf­ların çok mazbut, düzgün ve sık olmasına, saf aralarında boşluk ol­mamasına dikkat edilmelidir. Eğer önde boş yer varsa arkada dur­mamak gerekir. Zira Resulü Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyur­muştur:

Safllarınızı düzgün, doğru tutun. Zira safları dosdoğru ve düz­gün tutmak namazı tamamlayıcıdır, [66] Bir başka hadiste şöyledir:

Saflarınızı doğru ve düzgün yapınız. Zira siz, meleklerin safları­nı meydana getiriyorsunuz. Omuzlarınızı bir hizada tutunuz. Aranızda şeytana açıklar bırakmayınız. Safi bitiştiren kimseyi yüce Allah'ta bi­tiştirir. Safi keseni Allah'ta keser." [67]

Yer bulamayan kimse için yer açıp kendisine yer vermek vazi­femizdir. Namazda iki kişinin arasına girmek isteyen kişiye yer ver­mek namazı bozmaz. Şayet ikinci safta yer bulamayıpta birinci safta açık yer gören kimse o açığı kapatmak üzere ikinci safı yarıp kimseyi incitmeden birinci safa geçebilir. Öyle yapmakta bir günah kazan­dırmaz. Bu kararı tüm cemaatin bilmesi lazımdır.

İmama tabi olma şartlan: İmama uymaya iktida denir. İktida kendi namazını imamın namazına bağlamaktır. İmama tabi olana muktedi dendiği gibi mü'tem ve me'mumda denir. İktidanın sahih ol­ması için şu şartlar lazımdır. Şafıilere göre;

1- İmama tabi olan kimse yer açısından imamın önünde teked-düm olmamalıdır. Şayet muktedi yani imama uyan, imamın önüne geçerse iktidası caiz olmaz.

Zira Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "îmam ancak kendisine tabi olması için imam yapılmıştır." [68]

Tabi olmak uymak demektir. Bu şekilde ise tabi olanın geride, metbu olanın (uyulanın) önde olmasıyla mümkün olur. Fakat tabi ile metbu aynı hizada olurlarsa iktida o zaman sahih olur. Lakin kera-hatle sahih olur. Bunun için tabi olanın metbudan biraz imamın ar­kasında durmak lazımdır.

Tabi olan kimse imamın önüne geçerse tabinin namazı fesada gider. Önde olup olmadığı hususunda topuklara itibar edilir. İmama tabi olanlar bir kişi olursa o zaman imamın sağında durur. Eğer bir kişi daha gelirse o kişi imamın solunda durmalıdır. Şayet cemaat iki veya daha fazla kişiden oluşuyorsa imamın arkasında saf tutmalıdırlar.

Eğer imama bir kişi tabi olmuşsa imamın sağında durur. Son­radan bir kişi daha gelse imamın soluna tabi olarak durur. Sonra ikisi geriye çekilip saf tutmalıdır. Veyahut öne çıkmalıdır.

Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet edilmiştir:

"Hz Peygamber'e (sav) sağına tabi olarak durdum. Sonra bir kişi daha geldi ve soluna tabi olarak durdu. Bunun üzerine Hz Peygamber (sav) ellerimizden tutarak bizi arkasında saf tutturuncaya kadar elle­rimizi bırakmadı,

Tabi ve metbu olan kimselerin arası üç ziradan fazla olmama­lıdır. Maksudumuz buradaki oları zirada normal bir zira dır. Normal olarak bir kişinin zirası takriben 40-50 emdir. İmama tabi olanların biri kadın biri erkekse, kadın imamın arkasında erkekse imamın sa­ğında durmalıdır. İmam ve cemaatte kadından meydana gelse ka­dınların imamı kadınların arasında durmalıdır. Zira Hz Aişe ile Ümmü Seleme'den böyle rivayet edilmiştir.

İmama tabi olan kimsenin tek başına arkada durması mek­ruhtur. Safın içinde yer varsa içine girmelidir. Şayet safta yer bula­mazsa önce niyeti getirip, tahrim tekbiri alıp sonra bir kişiyi saftan alıp geri çekmelidir. O çekilen kimsede çeken kimseye itaat etmeli­dir. Böylece birbirlerine sevap kazandırırlar. Safta olan kimsenin çe­kildiği takdirde itaat edeceği bilinirse çekilmelidir. Zira fitneden uzak olunması lazım ve elzemdir.

2- imama tabi olan kişi namazın tüm fıilerinde imama tabi ol­malıdır. İmama uyan kimsenin haraketleri ve fiilleri, imamın hare­ketleri ve fiillerinden sonra olmalıdır. İmama uyan kişi imamdan bir rükün kadar geri kalırsa mekruh olur. ayet iki uzun rükün kadar geri kalırsa örneğin, imama rükuya gidip itidale kaldığı, secdeye gidip başını secdeden kaldırdığı halde hala ayakta ise namazı bozulur. Eğer mazereti varsa, kıraati yavaşsa imamdan üç rükün geri kalması caizdir. Üç rek'at bittiği halde imama yetişmemişse bulunduğu rükünü bırakıp imama tabi olması farzdır. Geri kalan namazım imamın selamından sonra ta­mamlamalıdır.

3- İmama uyan kimse ya imamı görmeli ya imamın arkasın­daki safın birkaçını görmeli ya da mübelliğin sesini işitmelidir.

4- Matbu ve tabi arasında bir ölçü olmamalıdır. Bu ölçünün durumunu şöyle izah edebiliriz. Yukarıda sözü edilen mescidde kı­lınmayan namaz içindir. Şayet mescidde veya aralarında kapıları a-çık odalar varsa aralarındaki ölçü ve mesafe ne kadar uzak olursa olsun imama uymak sahihtir.

Fakat namaz mescidin haricinde kılmırsa veya imam mescidde olup muktedi mescidin dışında olursa imam ile muktedi arasındaki mesafenin uzak olmaması lazımdır. İmam ve muktedi olan kişiler ö-çülde veya benzeri açık alanlardaysalar aralarındaki mesafe 150 metreden fazla olmamalıdır. İmam bir binada imama tabi olan da başka bir binada ise bunlar iki ev gibi veyahut bir sahne gibi bir bi­na gibiyseler zikredilen şartla beraber binaların birbirindeki safın di­ğer binadaki saf ile bitişik olması vaciptir. İmamın bulunduğu bina uyan kimsenin önünde olmasa bile sağında ya da solunda olmalıdır.

Eğer imam mescidde, imama uyan kimselerden bazısı mescid­de bazısı da mescidin dışında olursa o zaman mescidle mescid dı­şında olan ilk muktedilerin arasında 150 metreden fazla olmama­lıdır. Uyan kimse cemaat için veya uymak için niyet etmelidir. Niye­tin ihram tekbiriyle beraber cuma namazında olması şarttır. Tekbi­re tü'l-ihramdan sonra iktida niyeti getirilse cuma namazı caiz değil­dir. Lakin diğer namazlarda iktida niyeti ihram tekbiriyle beraber sa­hih olduğu gibi sonradanda sahihtir.

Eğer bir kimse münferid olduğundan başkasına herhangi bir fiilde ve uzun bir bekleyişte veya selamda tabi olursa namazı sahih olmaz. İktida niyeti getirip getirmediğinde şüpheye düşse getirmemiş hükmündedir. Eğer bir kimse imamla beraber mesbuk gibi fatiha okumazsa rükuya giderse ondan sonra şüpheye düşse o kimse fa­tihayı okumak için kıyama dönmelidir.

Bir kimse iktida niyetini getirmemişse, imamı takip ederse na­mazı batıl olur. Lakin tesadüfen hareketi imamın hareketine uyarsa namazı sahihtir. îktida için imamı tayin etmek gerekmez. Eğer tayin etse örneğin, Ahmed'e tabi oldum der, sonra Ali olduğu anlaşılırsa namazı sahih değildir. Şayet bu şekilde işareti olursa namazı sahih olur.

Eğer cuma namazında imamın cemaati kırktan fazla olursa o zaman imamın imam olma niyetini getirmesi lazımdır. Fakat diğer namazlarda imametin niyetini getirmek sünnettir. Zira imamete ni­yet etmezse cemaat sevabım elde edemez. Zira Resulü Ekrem (sav) efendimizz şöyle buyurmuştur:

Ameller niyetlere göredir. Kişiye ancak ve ancak niyet ettiği var­dır." [69]

İmam selam vermezse namaza yetişen kimse cemaat sevabını alabilir. Fakat tekbiretü'l-ihram imamla beraber almak daha fazilet­lidir. İmama iktida eden kimse imamın tekbiretü'l-ihramından sonra tekbir ve tahrimle meşgul olmalıdır. Rükuda imama yetişen kimse o rek'ata yetişmiş sayılır. Şayet rükudan sonra yetişirse o rek'atı ka­çırmış sayılır. İmam selamı verdikten sonra noksan olan rek'atları tamamlamalıdır.

Hangi bir mescidde olursa olsun namaz kıldıran imamın sesi televizyon ve radyo vasıtasıyla duyulursa veya görünürse her zaman elektiriklerin kesilmesi ve mesafede uzun olduğundan istasyonun bozulması muhtemel olduğundan öyle imamlara uymak caiz değil­dir.

İmamla muktedi arasında bir cadde, bir yol veya bir nehir var­sa onlara engel olmaz. Yani namazları sahihtir. Eğer düz bir yerde o-lursa imamın me'mumdan veyahut me'mumun imamdan yüksek olması mekruh görülmüştür.

Fakat cemaatin hepsi veya bir kısmı acemi olursa onlara bu yükseklik talim için olursa mekruh değildir. Cami içinde imamın sa­ğında, solunda, arkasında veya cami haricinde bulunan kimsenin imama tabi olması için iki şart vardır:

1- Kendisiyle cami arasında geçişi ve görmeyi engelleyecek bir halin olmamasıdır.

2- Cami dışında olan kimse ile caminin son kısmı arasında 150 metreden fazla bir ölçü bulunmamalıdır. Durduğu yerde muk­tedi imamın önüne geçmemelidir. Ayaktayken topuğuyla, otururken elbisesiyle, zaruret halinde ise yatarken yanıyla gerisinde durması, Kabe'deyken imamın İbrahim (as)'ın makamının önünde durması, cemaatin Kabe etrafında saf olarak durması sünnettir.

imam cihetinde me'mumun imamı geçerse yani Kabe'ye imam­dan daha fazla yakınsa me'mumun namazı fesada gider. Fakat başla bir tarafta bu şekilde yakınlık olursa namazına zarar vermez. Ca­minin dışında imam veyahut me'mum yüksek bir yerde olursa na­mazlarının caiz olabilmesi için yüksekteki olan kimsenin vücudunun bir kısmınn alttaki kimsenin vücudunun bir kısmına mukabil gel­mesi şarttır. Şayet öyle olmazsa uymak sahih değildir.

İmamla me'mum bir camide olsalar aralarındaki mesafe ne ka­dar çokta olsa bununla beraber arada bina da varsa uymak sahih olur. Bu binaların kapısının bulunması lazımdır. İsterse kapılar açık olsun isterse kapalı olsun olur. Ancak kapılar çivilenmişse uymak caiz değildir. Eğer birbirine bitişik ayrı ayrı camilerde olsalar veya­hut küçük pencere olursa uymak sahih değildir. Camideki tahta bentte durarak aşağıdaki imama tabi olmak caiz olduğu gibi cami­nin avlusunda durarak camideki imama da tabi olmak sahihtir.

İmamla muktedi ayrı binalarda olurlarsa kapıda bulunduktan sonra fakat açık olmazsa veya açık olur imam ve cemaati görecek bir şekil olmazsa mukabilinde duran kimseler gibi olmazsa o zaman uy­mak caiz değildir. Fakat açık kapı olursa mukabilinde duran kimse imama tabi olduğu gibi onun arkasında, sağında veya solunda olanlarda tabi edebilirler. Şu halde mukabilinde duran kişi arkasın-dakilere, sağında ve solundakilere imam mesabesinde olduğundan ondan önce ne niyet nede fiili bir rükün nede önüne geçmek kesin­likle caiz değildir.

Şu halde imam selam verirse, imam mesabesinde olan kişi se­lam vermezse aralarında irtibat kalmaz. Ondan öncede selam vere­bilir.

Hanefilere göre;

1- İmam ile me'mumun yerleri hüküm bakımından bir olmalı­dır. Bunun için aralarında yüksek boylu bir duvar olursa, imamın görülmesine veya sesinin işitilmesine mani olursa o zaman imama tabi olmak sahih değildir. İmamla cemaat veya cemaatle öndeki olan saf arasında uzaklık bulunsa şu halde namaz caminin dışında kılı-nırsa ve aradaki mesafe bir saf bağlanacak miktarda olmazsa o za­man imama tabi olmak sahih olur. Fakat bu mesafede geçerse ge­çerli olmaz. Eğer namaz caminin içinde kılımrsa bu uzaklık tabi ol­makta engel olmaz.

Şu halde bazı fakihlere göre cami çok büyük olsa safların bir­birine bağlantısı olmaksızın caminin en uzak bir yerinde durarak i-mama tabi olması geçerli olmaz.

Yaya olan kimse binek üstündeki imama tabi veya bunun aksi olsa veyahut binekte olan bir kişi başka binekteki imama iktida etse namaz kılınan yer farklı olduğu için bu iktida caiz değildir. Tabi ile matbu arasında araba yürüyecek genişlikte insanların geçtiği kayık gibi geçecek büyüklükte bir nehir veyahut Kudüs camisi gibi çok bü­yük bir camiyse imamla imama tabi olan kimsenin arasında iki veya daha çok saf bağlanacak kadar boşluk varsa bu şekilde olan yerlere imama uymak caiz değildir.

Şu halde safların yolu veya çay üzerindeki köprüyü kaplaması halinde bunlar bir engel olmaktan çıkar. Zira Hz Ömer'den şöyle ri­vayet edilir: "Kendisi ile imam arasında yol, çay (dere) veyahut kadın­lara aid saf bulunan kimsenin namazı sahih değildir." [70]

Muktedinin imama uymaya niyet getirmesi ve kıldıkları farz namazın bir olması lazımdır. Bunun için bir kişi imama uyma niyeti getirmezse ve kişi imamla beraber rüku ve secde yaparsa veya öğle namazını kılmak irade ettiği halde imamsa ikindi namazını kılmakla meşgulse o kişinin imama tabi olması caiz olmaz.

Nafile namaz kılan kimsenin farz namazı kıldıran kimseye tabi olması caizdir. Zira bu şekilde zayıfın kuvvetiyle bina olmuştur. Bu­nun aksi ise caiz olmaz. Şu halde en sağlam görüşe göre teravih namazı özel bir surette kılman sünnet olarak bir namaz olduğu için farz kılana tabi olmak caiz değildir. Nafile namazı kendisi gibi nafile namaz kılan imama tabi olması caizdir.

Adak namazı kıldıran imamada uyması caizdir. Keza vitr na­mazını vacip kabul eden kimse sünnet kabul eden imama tabi ola­bilir. Su ile abdest almış kimsenin teyemmümlü kimseye , yara sar­gısı üzerine mesh eden kişiye veya mestleri üzerine mesh eden kişiye ayaklarını yıkayan kimsenin uyması caizdir.

Rüku ve secde edene, boyu dik olanın rüku derecesinde kam­bur olana, ayakta olanın oturmuş olana tabi olması caizdir. İma ile namaz kılan kendisi gibi ima ile namaz kılana tabi olabilir. İmama tabi olan kadınların namazlarının caiz olması için imamın kadınlara da imam olmaya niyet getirmesi lazımdır.

İmama tabi olan kişinin imamın önüne geçmemesi gerekir. Şu halde imama tabi olan kimsenin topuğu imamın topuklarından öne , oturarak namaz kılanın uylukları imamın uyluklarından öne, yas­lanarak namaz kılanın imamın yanlarından öne geçmesi halinde na­maz caiz olmaz. Zira Resulü Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyur­muştur:

"İmam ancak kendisine uyulması için meşru kılındı." [71]

Eğer imam ve me'mum aynı hizada bulunurlarsa cemaatin namazları kerahatle beraber caizdir. Hanefi ve Hanbelilere göre Beytulllah'm çevresinde namaz kılarken cemaatin öne geçmesi sahih gö­rülmüştür.

Cemaatin imama uyması lazımdır. Bu uyma üç şekilde meyda­na gelir:

a- Yakınlık yani imama tabi olan kimsenin yaptığı işlere yakın olmasıdır. Örneğin, iftitah tekbiri, rüku ve secdelerin imamın hare­ketlerine yakın olması lazımdır.

İmamı takip etmek. İmama tabi olan kimsenin yaptıkları ima­mın yaptıklarının peşinden olmalıdır.

İmamın fiili ile tabi olan kimsenin fiili arasmdaa bir gecikme­nin ve zaman aralığının bulunmasıdır. Bu şekilde şöyle olabilir. I-mam bir hareketi yaptıktan sonra aynı hareketi me'mum yapmak la gerçekleşir.

Yukarıdaki üç şekilden biriyle imama taabi olmak namazın farzlarından ise farz, vacip bir hareketse vacip, sünnet bir hareketse sünnet olur. Bir kimse imamdaan önce rükuya veya secdeye gitse veya imama ortak olmayacak bir şekilde imamdan önce ve sonra secdeye gitmek suretiyle rüku ve secdeyi terk ederse imama muta-baatı olmadığından bu rek'at batıl olur ve imam selam verdikten sonra tabi olan kişinin o rek'atı kaza etmesi lazımdır.

Şayet tabi olan kimse kaza yapmazsa namazı faside gider. Zira Hz Peygamber şöyle buyurmuştur:

"İmam kendisine uyulması için imam yapılmıştır. O tekbir aldığı zaman siz de tekbir alın, o rüku yaparsa siz de yapın"

Dört yerde cemaatin imama mutabaatılazım değildir.

1- Bayram tekbirlerini fazla alması.

2- Son oturuştan sonra yanılarak farzdan fazla bir hareket ya­ni namaz kılmak üzere üçüncü veya beşinci rek'ata kalkması. Eğer imam cemaatin uyarması sonucu geri dönerse ve oturursa namazı sahih olur. Namazın sonunda sehiv secdesi yapmak lazım gelir.

3-  Şayet imam fazla rek'atm secdesi yapmışsa cemaat kendi­sine tabi olmaz. Kendi başına selam verir.

4- Şayet imam son oturuştan önce ayağa kalkarsa ve bu rek'a-tın secdesini de yaparsa hem imamın hemde cemaatin namazı fesa­da gider.

İmama tabi olan kimse aşağıdaki dokuz meselede imama tabi olmaz. Bu işleri kendisi yapar.

1- Tekbiretü'l-ihramda elleri kaldırmak.

2- Teşrik tekbiri okumak.

3- Selam vermek.

4- Rükudan kalktığı zaman "SemiAllahu Limen Hamideh" de­

5- Teşehhüd okumak.

6- Rüku ve secdede tekbir getirmek.

7- Namazın niyetinden sonraa sübhanekeyi okumak.

8- Rükuya giderken tekbirlerini getirmek.

9- Secdeye giderken ve kalkarken tekbirlerini almak.

Beş şeyde eğer imam terk etse imama tabi olan kimsenin de mutlaka terk etmesi lazımdır.

1- Birinci oturmak.

2- Bayramların tekbirleri.

3- Sehiv secdesi.

4- Tilavet secdesi.

5- Kunut duası. Şu halde kunutu terk etmek rükuyu kaçırma tehlikesi olursa o zaman söz konusu olur. Cemaat teşehhüdü ta­mamlasa da imamla beraber selam vermeleri sevap bakımından da­ha evladır. Me'mum olan kimse teşehhüdü okumayı daha tamamla-mamışsa teşehhüdü tamamladıktan sonra selam verir. Eğer teşeh­hüdü tamamlamadan önce selam verirse caizdir. Fakat cemaat "Al-lahümme Salli ve Barik" duaları için selamı tehir etmez.

Eğer vitr namazında cemaat daha kunutu tamamlamadan i-mam rükuya giderse cemaat de rükuya gider. Fakat cemaat kunuttan bir şey okumamışsa o zaman cemaat imamla beraber rükuyu bı­rakmayacak bir şekilde kunutu bir miktar okur. Şayet imam kunutu unutup rükuya gittiği zaman cemaatte imama tabi olmazsa imamda başını kaldırarak kunut duasını okuduktan sonra bir daha rükuya gitse cemaatte onun gibi tabi olunca cemaatin namazı fesada gider.

Bir kimse önde yer olursa saf arkasında tek başına imama tabi olsa mekruhtur. İmamı rüku halinde bulan bir kimse eğer ilk saflara gitse rek'atı kaçıracağından korkarsa son safa duracak imama uyar. Rek'atı kaçıracağını bilirse bile saflardan birine katılmaksızın arkada tek olarak bir yerde duracak imama tabi olmamak gerekir. Ne kadar mahremide olsa safta kadınla beraber bir hizada namaz kılmak ka­dının sağındaki, solundaki ve arkasındaki bir kişinin namazını fasıd eder.

Mezhep ayrılığı imama tabi olmayı engellemez. Bu meselede Hanefi ve Şafıiler imamın namazının cemaatin mezhebine görede ca­iz olmasının şart olduğu fikrindedirler. Örneğin, Hanefi mezhebine bağlı olan bir kimse burnundan kan geldikten sonra yeniden abdest almadığını gördüğü Şafii bir imamın arkasında namaz kılsa ya da Şafii olan bir kimse bir kadının eline dokunan Hanefi bir imama tabi olsa namazı fesada gider. Zira cemaat imamın namazının batıl oldu­ğuna inanmaktadır.

Malikilere ve Hanbelilere göre namazın sıhhati için şart olan konularda yalnız imamın mensubu bulunduğu mezhebe itibar edilir. Zira imamın namazı caiz olsa cemaatin namazı da caiz olur.

Netice itibarıyla tüm müslümanlar kendi mezheplerinden olan imamlara tabi olsalar daha faziletli olur. Bu şekilde mümkün olmaz­sa başka mezhepten olup namazın farzlarını gözeten herhangi bir imama tabi olması tek başına namaz kılmaktan daha faziletlidir. Al­lah (cc) bizi öyle faziletlerden mahrum etmesin.

Ölümün değişmeyen ilahi bir kanun olduğunu bildiği halde vaktini gülüp eğlenmekle geçiren kişiye şaşarım. Dünyanın fani ol­duğunu bildiği halde bütün bir ömrünü onun için tüketene acırım. Her şeyin ilahi kader çizgisinde meydana geldiğini bildiği halde elden çıkan şeylere fazlasıyla üzülen adamın bu haline üzülürüm. Yarın her şeyden ve amelinden hesap vermek zorunda olduğuna inanan kimsenin dini sınırları aşarak mal toplamasına hayret ederim. Ce­hennemin kötü bir azap yeri olduğunu bildiği halde günah işleyen kimseye şaşarım. Allah'ın kudretini bildiği halde onu anmayan kim­seye hayret ederim.

Sefer namazı, kasır ve cemkars: Dört rek'atlı olan farz namaz­ları iki rek'at kılmaktır. Cem ise öğle ile ikindiyi öğle vaktinde veya ikindi vaktinde kılmaktır. Akşam ile yatsıyı akşam vaktinde veya yatsı vaktinde kılmaktır. Bu şekilde namaz kılmaya cemu takdim ve cemu tehir denir. Cenabı Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

Allah'u teala sizi zorluk ve meşakkate sokacak bir hüküm meşru kılmamıştır." [72]

Müslüman ne zaman darlığa düşse Allah (cc) orada bir genişlik yapar ki dinin hükümlerini makbul ve yerine getirebilsin. Meşakkat, zorluk ve azap çoktur. Sefer de azabın bir parçasıdır. Zira insan se­ferde istikrarını kaybeder. Rahat edemez. Hangi vasıta ile ne için se­fer yapılırsa yapılsın Cenab-ı Allah dinin bazı hükümlerini sefere çı­kan kimsenin üzerinden kaldırmıştır. O hükümlerden biri de na­mazdır. Şimdi seferde namazın hangi şekilde hafıfletildiğini görelim.

Cenab-ı Allah (cc) sefere giden kimseye iki ruhsat vermiştir. a- Rek'atlann sayısını azaltmak. Buna "kasr" denir.

b- İki namazı birleştirerek kılmakki buna da cemu takdim veya cemu tehir denir.

Kasr, öğle, ikindi ve yatsı gibi dört rek'atlı namazları iki rek'atlı olarak kılmaktır. Kasrın meşru olduğunun delili şu ayettir:

Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size bir şey yapmasından korkacak olursanız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur." [73]

Ya'lab b. Umeyye şöyle diyor:

Ömer b. Hattab'a şöyle dedim; Şimdi ise emniyet vardır korku yoktur. Bununla beraber biz hala seferde namaz kısaltıyoruz.Hz Ö~ mer şöyle cevap verdi: Bu senin şaştığın şeye vaktiyle ben de şaş­mıştım da Resulü Ekrem (sav)'e sormuştum. Resulullah (sav) de bana şöyle demişti: "Bu Cenab-ı Hak'kın size verdiği bir sadakadır. Bu ci­hette Cenab-ı Hak'kın sadakasını kabul ediniz."

Bu hadisten anlaşılıyor ki seferde namazı kısaltmanın sadece korku namazlarına mahsusiyeti yoktur. Kasrın caiz olması için şu şartlar gereklidir:

1- Seferde namaz o şahsın zimmetine girmelidir. Aynı zamanda o şahıs bu namazı seferde kılmalıdır. Sefer esnasındayken kazaya kalan dört rek'atlı bir namaz seferdeyken iki rek'at kılınması caiz o-lur. Daha sefere çıkmadan evvel vakti giren bir namaz seferde ol­madığından kısaltılmaz. Sefer esnasında bir vaktin namazı geçerse vatanına dönünce o namaz kısaltılmaz. Zira kılacağı zaman kişi se­feri değildir. Kasr ancak ve ancak seferi olan kişiye hastır.

2-  Kişinin seferi sayılması için çıktığı şehrin surlarını geçmesi lazımdır. Şayet sur olmazsa şın olan yerleri geçmesi lazım gelir. Zira sur içindeyken ve mamur içindeyken seferi sayılmaz. Nasıl ki dönüş­te surlara ve şın, mamur olan yerlere geldiğinde seferberliğinin bit­tiği gibi.

Seferdeyken yalnız farz namazlar kısaltılabilir. Bunlardan baş­ka namazlar kısaltılamaz. Enes B. Malik şöyle diyor: Resulü Ekrem (sav) öğle namazını Medine'de dört rek'at olarak kıldırdı, ikindi na­mazını ise Zul-Huleyfe'de iki rek'at olarak kıldırdı. [74]

1-  Kişi giriş ve çıkış günlerinden başka gittiği yerde dört gün kalmaya niyet etmiş olmalıdır. Eğer gittiği yerde dört gün kalmaya niyet ederse o zaman sefere çıkar. Şayet dört günden az kalmaya ni­yet etse misafirliği ise dört günü geçse veyahut yapacağı işin ne ka­dar uzayacağını bilmezse birinci şekilde memleketinin şın yerlerine dönünceye kadar namazlarını kısaltabilir. İkinci şekilde ise giriş ve çıkış günlerinden başka namazlarını on sekiz gün kısaltabilir. Hz Resulullah (sav) Mekke'de fetih senesi Havazin savaşı sebebiyle on sekiz gün kalmış ve namazlarını kısaltmıştır.

2- Seferi olan kimse mukim olan kimseye tabi etmemelidir. Şa­yet seferi olan kimse mukim olan kimseye tabi olsa o zaman nama­zını tam olarak kılması farzdır. Şayet mukim olan kimse seferi olana tabi olsa seferi olanın namazını kısaltmasında bir mani yoktur. Yal­nız seferi olan kimsenin seferi olduğunu mukim olanlara hatırlatma­sı sünnettir. Bunun delilide şöyledir:.

"îbni Ahbas'a: Seferi olan neden tek başına kıldığında iki, mu­kim olanla beraber kıldığında dört rek'at kılıyor? diye sorulduğunda İbni Abbas: Sünnet böyledir demiştir. [75]

Cem namazlar minin ne demek olduğunu daha önce zikretmiş­tik, îbni Abbas şöyle demiştir: Hz Peygamber seferde olduğu zaman öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirerek kılardı." [76]

"îbni Abbas şöyle demiştir: Hz Peygamber Tebük gazvesindey-ken Öğle ile ikindiyi, akşam ise yatsıyı birleştirdi."

Said B. Cübeyr der ki: îbni Abbas'a Hz Peygamber'i böyle yap­maya sevk eden nedir? dedim. Ümmetini zorluğa sokmamak istedi dedi." [77]

Seferde namaz iki kısma ayrılır:

1- Cemi takdim, yani sonraki olan namazı önceki olan namazla birleştirip kılmaktır.

2- Cemi tehir, yani Önceki namazı sonraki namaz vaktine tehir etmek ve onunla birleştirip kılmaktır. Zira Muaz îbni Cebel şöyle ri­vayet ediyor:

Resulü Ekrem (sav) Tebük seferindeyken yola çıkmadan önce güneş batıya kayarsa öğle namazım bineğinden inene kadar ikindi vaktine tehir ederdi. Yani ikisini bir kılardı. Eğer yola çıkmadan güneş batarsa akşamla yatsıyı bir arada kılardı. Eğer güneş batmadan önce yola çıkarsa yatsı namazını kılmak için inene kadar akşamı tehir ederdi Sonra ikisini birleştirerek kılardı." [78]

Sabah namazının önceki veya sonraki bir namazla birleştirile­rek cemi takdim veya cemi tehir yapılması kesinlikle caiz değildir. Akşam ile ikindiyi cem etmekte caiz değildir. Cemi takdim ve cemi te­hirin birtakım şartlan vardır:

a- Birinci namaz bitmeden evvel ikinci namazı birinciyle bera­ber kılmaya niyet edilmelidir. Lakin sünnet, tahrim tekbiriyle bera­ber niyet etmektir.

b- Aralarında tertib olmalıdır. Şu halde önce öğle ve akşam na­mazını kılmalıdır. Sonra diğer namaz kılınmalıdır.

c- Seferin namaz sonuna kadar devam etmesi gerekir. Namaz ortasında kendi memleketine varırsa veyahut durduğu yerde kalma­yı tercih ederse o zaman namazını tamamlar.

d- Her iki namazı ara vermeden peşpeşe kılmalıdır. Birinci na­mazı bittikten sonra hemen ikinci namaza başlamalıdır.

Birinci veya ikinci namaz arasında nafile namaz, zikir veya baş­ka bir şey olmamalıdır. Şayet aralarında örfen uzun bir şey yaparsa veya bir şeyle meşgul olmadığı halde örfi olarak sayılan bir tulu-1 fasl yaparsa veya bir şeyle meşgul olmadığı halde ikinci namazı tehir ederse aralarında olan cem fesada gider.  Zira İbni Ömer şöyle diyor:

"Şayet Peygamber acele yola devam ediyorsa akşamı tehir eder ve üç rek'at kılar, sonra selam verirdi. Az bir zaman sonra yatsı için kamet getirir, iki rek'at kılar sonra selam verirdi." [79]

Cemi tehirin şartlan ikiye ayrılır:

a- Birinci namazı asıl vaktine tehir etmek lazım gelir. Bir kimse öğle namazının vakti çıktığı halde ikindi namazıyla beraber kılmaya niyet getirmemişse öğle namazı kazaya kalmış olur. Ayrıca niyetsiz olarak tehir ettiği için kesinlikle günahkâr olur.

b- Her iki namazı bitinceye kadar yolculuğunun devam etmesi lazımdır. Bir kimse namazı bitmeden evine varırsa sonraki namaz kazaya kalır.

Cemi tehirde her iki namaz arasında tertip şart değildir. Bura­daki olan muvalat yani peşpeşe kılmak sünnettir. Şu halde cemin caiz olması için şart olmamıştır. Bununla beraber kişi isterse evvela öğleyi İsterse ikindiyi kılabilir.

Kasr ve cemin mubah olduğu seferin şartları:

a- Sefer uzun olmalıdır. Şu halde gidilecek yer bir hesaba göre 81 km, bir hesaba görede 144 km'den az olmamalıdır. Bunlardan az olan sefer şer-i bir sefer sayılmaz.

"İbni Abbas ve İbni Ömer 4 bürüdlük bir yola gittikleri zaman namazlarım kısaltırlar, oruçlarını bozarlardı. [80]

Bu hesaba göre 4 bürüd 16 fersahtır. Buda yaklaşık 81 km e-der. Şu halde îbni Abbas ve İbni Ömer Hz Peygamber'den (sav) böyle gördükleri için aynısını yapmışlardır. 144 km dedik zira İmam Şafii (ra) şer-i seferi 48 mil olarak açıklamıştır. Her mil 4000 adımdır. Her adımda 3 ayaktır ve 25 cm'dir. Bu hesaba göre her adım 75 emdir. Dolayısıyla her mil üç km'dir. Üçü 48'e çarptığımız zaman 144 eder.

b- Sefer belirli bir yere olmalıdır. Hangi tarafa gittiği meeçhul olup başı boş dolaşmak şer-i sefer olmaz. Komutana uyan askerde seferi sayılmaz. Zira oda nereye götürüldüğünü bilmez. Fakat seferin ciheti ve mesafesi evvelden söylenirse seferde uzun olursa o kimse namazlarını kısaltabilir. Zira uzun sefer seksiz olarak meydana gel­miştir.

c- Seferin maksadı günah olmamalıdır. Şayet günah için sefer e-dilirse o zaman sefer sayılmaz. Eğer bir kimse halkın malını çalmak, içki ticareti yapmak, yol kesmek, fazi almak için sefere çıksa o kimse seferiliğin hükümlerinden bir semere alamaz. Zira namazı kısaltmak ruhsattır. Ruhsatsa yalnız emanet için meşru kılınmıştır.

Bunun için günah olan şeylerde ruhsat yoktur. Günah için se­fere çıkan kişi namazlan ne cem edebilir ne de kısaltabilir.

Yağmurlu zamanlarda cemi takdim yaparak ikindi namazını öğle vaktine, yatsı namazını da akşam vaktine getirip birleştirerek kılmak caiz olur. İbni Abbas şöyle diyor: "Hz Peygamber (sav) korku veya yolculuk olmadığı halde (Medine-i Münevvere'de) öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı cem ederek kılardı. [81]

İkinci namazı vaktinde kılmak üzere cemi tehir yapılmaz. Zira yağmur çoğu kez ikinci namazın vaktinde kesilir. Bu durumda na­maz özür olmaksızın vaktinin dışına çıkarılmış olur. Cemi tehirin şartları şunlardır:

1- Namaz cemaatle kılınmalıdır ve örfen uzak sayılan bir cami­de yağmur sebebiyle gitmekte zahmet görmelidir.

2- Yağmur ikinci namazın vaktinde yağmaya başlayıp birinci namazın selamı verilinceye kadar devam etmelidir. Mümeyyiz olan yani kâr ve zararını seçen çocuğun sefere niyeti sahihtir. Namazını kısaltabilir.

Hanefilere göre seferin manası ve miktarı:

Sefer ve müsafert lugatta bir yolculuğa gitmektir. Bunun kar­şıtı ikamettir. Din bakımından sefer, belli ve malum bir uzaklığa git­mektir. Bu da orta yürüyüşle üç günlük yani on sekiz saatlik uzak­lıktan meydana gelen üç merhaledir.

Şu halde orta yürüyüş, piyade yürüyüşüdür. Kervan halinde develerde olan yürüyüşlerde ise orta yürüyüş deve yürüyüşüdür. Denizlerde de yelkenli gemilerle havanın normal olması esas alınır, işte karada böyle bir yürüyüşle, denizde de normal bir havada yel­kenli bir gemiyle on sekiz saat sürecek bir uzaklık sefer müddeti sa­yılır. Demekki bu yolun yalnız gidilecek mesafesi muteberdir.

Fukahalara göre sefer müddeti, on sekiz fersahlık bir mesafe­den ibarettir. Bir fersah üçmil ve her milde yirmi dakika sürecek ol­sa on sekiz fersah on sekiz saattir. Bir fersah on ikibin adım, bir mil de dörtbin adım sayılmaktadır. Şu fersahlar düz yerlere ve dağlık yerlere göre değişir.

Düz bir arazide bir fersah mesafe bir saatte alınabildiği halde dağlık bir yerde böyle bir mesafe bir saatte alınamaz. Onun için fer­sah bu konuda bir ölçü sayılmamalıdır. Eğer fersah esas alındığı takdirde birçok konular çözümlenmiş olur. Tren ve uçakla yapılan yolculuklarda gidilecek yerin kaç fersah olduğu göz önüne alınır. En az on sekiz fersahlık bir mesafeye gidilecekse sefer müddeti gerçek­leşmiş olur.

Üç imamda bu fersah şeklini kabul etmişlerdir. İmam Malik'le İmam Ahmed'e göre sefer müddeti on altı fersahtır. On altı fersahta kırk sekiz mildir. Bir milse altı bin arşındır. Buna göre sefer müdde­ti, seksen km ile altı yüz kırk metreye ulaşmış olur. İmam Şafii'nin ilk görüşüne göre bir gün bir gecedir. Son görüşüne göre ise kırk se­kiz mildir.

Gidilecek yerin hem karadan hemde denizden yolu olsa yolcu­nun gideceği yol esas alınır. Bir beldeye deniz yoluyla on iki saatte, kara yolu ile on sekiz saatte gidilecek olsa karada gidenler misafir sayılır. Denizdekilerse misafir sayılmaz. Oturulan yerin yola çıkıldığı yöndeki evlerinden ayrıldıktan ve en az üç günlük bir yere gidilme­sine niyet edilmedikçe sefer hali başlamış olmaz.

Bir şehir kenarında olup "Fevta-i Mısır" denilen yerlerde o şe­hirden sayılır. Bunların ekserisi bir ok atımından yani dört yüz a-dımdan az bir mesafe teşkil ederler. Şehir ile bunlar arasında tar­lalar ve bostanlar bulunmadıkça şehrin ekleri ve tamamlayıcıları sa­yılırlar. Onun için bunlanda geçmek lazımdır ki yolculuk hükmü başlamış olsun. Şehrin dışındaki bağlar ve bostanlar, bekçilere ve bostancılara ait ev ve kulübeler şehirden sayılmaz. Yolcular hakkın­da birtakım kolaylıklar ve ruhsatlar gösterilmiştir.

Mesela ramazan ayında yolculuk halinde bulunan bir kimse için mestler üzerine mesh üç gün üç gecedir. Misafir olan kimse dört rek'atlı farz namazlarını iki rek'at olarak kılmıştır. Buna "kasrı salat" denir. Misafirin böyle namazını kısaltması gerekir. Şayet bu farzları dört rek'at olarak kılarsa mekruh olur. Kasrı salat yani namazı kı­saltmak Peygamber efendimiz'in (sav) hicretinin dördüncü yılında meşru kılınmıştır.

Meşruiyeti kitap, sünnet ve icmai ümmet ile sabit olmuştur. Bir misafir durduğu yerde on beş gün durmayı niyet etmeyip bugün yarın çıkacağım diye uzun zaman orada kalacak olsa yine misafirlik hükmünden çıkmaz. Sahrada ikamete niyet sahih değildir. Ancak göçebe halinde olup çadırlarda oturanlar kendilerine ve hayvanla­rına on beş gün yetecek yiyecek ve içecekleri bulunduğu takdirde sahrada on beş gün durmayı niyet ederlerse mukim sayılırlar.

Sefer ve ikamet halinde kendisine uyulan kimsenin niyeti ge­çerlidir. Ona uyanın niyetine itibar yoktur. Bu sebeple asker kuman­danının , köle efendisinin, öğrenci hocasının, işçi işverenin, peşin o-lan nikah bedelini almış bulunan kadın kocasının niyetine göre mu­kim veya misafir olur. Bu ister yolculuk, isterse ibadet, isterse mubah veya masiyet bulunan bir maksadla olsun.

Her türlü yolculuk sırasında namazları kısaltmak caizdir. Me­sela yol kesmek, meşru olmayan bir eğlenti yapmak veya başka bir haramı işlemek için yolculuk yapan kimse de seferi ruhsatlardan faydalanır. Delil konu ile ilgili nasslann mutlak ifadesidir. "Yeryü­zünde yürüdüğünüz zaman sizin için namazlarınızı kısaltmanızda bir sakınca yoktur." ayetinde yolculuğun meşru veya gayri meşru olması arasında bir fark yoktur. Hz Aişe'nin (ra) şöyle dediği rivayet edilir: "Namaz ikişer rek'at olarak farz kılındı. Sonra hazarda ziyade olundu. Seferde ise olduğu gibi bırakıldı. [82]

İbni Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir:

Allahu teala namazı Peygamberimizin delili ile hazarda dört rek'at, seferde iki rek'at olarak farz kılmıştır. [83]

Malikilere göre seferde namazı kısaltarak kılmak sünneti mü-ekkededir. Şafii ve Hanbelilere göre ise muhayyer olmak üzere ruh­sattır. Hanefılere göre ise vaciptir.

Korku namazı: Bu namazın manası ve meşruiyetinin esası şu­dur; korku emniyetin zıddıdır. Korku namazından maksad savaş du­rumunda kılman namazdır. Bu namazın bir takım kolaylık ve ruh­satları vardır. Bu kolaylıklar cemaat için daha çoktur. Öyle ruhsat ve kolaylıklar başka namazlarda yoktur. Bu korku namazı ayetle, hadisle ve icmai sünnetle sabittir. Korku namazının savaşta iki hali vardır:

a- Bu hal hudutta ve diğer yerlerde nöbet tutma ve düşmanla çarpışma halidir. Bu cihetle korku namazının şekli bazı cihetlerde normal namazdan daha başka bir şekil olur. Bu şekil müslümanlan devlet başkanının, ordu komutanının veya vekilinin arkasında namaz kılmak istediklerinde meydana çıkmaktadır. Bu bakımdaki namazın meşruiyetine delil ise şu ayettedir:

Savaşta mü'minler arasında bulunupta onlara namaz kıldırdı­ğın zaman onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar ve silahlarını yanlarına alsınlar. Onlara secde ettikten sonra geri çekilip düşmana karşı dursunlar ve yerlerine henüz namaz kılmamış olan topluluk gelsin. Onlarda tedbirli şekilde ve silahlarını alarak seninle beraber namaz kılsınlar. Kafirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil bulunasınızda sizin üzerinize ani bir baskınla saldı-nversinler. Fakat yağmur sebebiyle bir güçlüğe uğradığınız veya has­ta olduğunuz takdirde silahlarınızı uygun bir yere koymanızdan dola­yı size bir günah yoktur. Bununla beraber tedbirinizi alın. Muhakkak-ki Allah kafirler için hor ve hakir edici bir azap hazırlamıştır.

b- Bu hal müslümanların fiilen savaştıkları, korku ve tehlike­nin şiddetlendiği bir zamanda kılınan namazdır. Öyle bir şekilde olan savaşta namazın belli bir şekli yoktur. Nasıl kılınabiliyorsa öyle kılınmalıdır. İster yaya,ister binekli, ister namazı kıble tarafında ol­sun isterse olmasın hangi şekilde olursa olsun namazı ima ile kıla­bilir. Fakat secde için yapılan işaret rüku için yapılandan biraz daha fazla olmalıdır.

Bu şekilde olan namazın bir kısmı diğerine tabi ederek namazı cemaatle kılabiliyorlarsa bu daha uygun olur ve sevabı daha fazla ohır. Yerlerinin değişik olması veya cemaatin imamın önünde olması namazı bozmaz.

Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:

Namazlara ve bilhassa orta namaz olan ikindi namazına de­vam edin ve Allah için namaza durup kıyamda bulunan bir tehli­keden dolayı korkuya düşerseniz yaya ve binekli olarak namazı nasıl kılabiliyorsanız öylece kılın, tehir etmeyin. Tehlikeden emin olduğunuzdaysa Allahı o size bilmediklerinizi nasıl öğrettiyse Öyle zikredin. İbadetlerinizi de size öğrettiği gibi yerine geti­rin. [84]

İbni Ömer şöyle demiştir:

"Eğer daha şiddetli bir korku varsa yaya, binekli, kıbleye yönel­miş veya yönelmemiş olarak namazınızı kılın."

Böyle savaş hallerinde namazın bu şekilde kılınması namaza zarar vermez. Fakat konuşmak, bağırmak mazeret sayılmaz. Zira sa­vaşta konuşmayı, bağırmaya gerektiren bir zaruret yoktur. Savaş or­tasında bir kimseye affedilmeyecek kan ve benzeri gibi pislikler bu­laştığında namazın sıhhatine engel olmaz. Ancak savaştan sonra o kimse namazı kaza edecektir.

Mükellef olan kimse düşmandan, yırtıcı bir hayvandan veya bunlar gibi herhangi bir şeyden kaçıyorsa namazı bu şekilde kılabi­lir. Bu meşru olan keyfiyette namazın tahdidi, namazı vaktinde kıl­maktır. Bu aynı zamanda şeriat sahibinin emrini yerine getirmek içindir. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki namaz müminlerin üzerine vakit bir farzdır. [85]

Ayette zikredilen korku namazının bu şeklinin iki kaidesi var­dır. Hz Peygamber bunları fiiliyle göstermiştir. Bu şekil düşmanın bulunduğu yere göre değişmektedir.

Fiilen savaşılmıyorsa, düşman kıble cihetinde değilse ve müs-lümanlarda namazı tek bir cemaatle kılmak istiyorlarsa imam onları iki, dört veyahut daha fazla saf yaparak önlerine geçer. Şayet ordu i-ki safa ayrılmışsa imam secdeye gittiğinde birinci safta imamla bera­ber secdeye varır. Şayet ordu dört saftan meydana gelmişse birinci ve ikinci saf imamla beraber secdeye varır. Bu şekilde secdeye git­meyenler secde halinde olanları herhangi bir saldırıdan muhafaza ederler.

İmamla beraber secdeye gidenler ayağa kalktığı zaman öteki saflar secdeye varır ve imam ikinci rek'ata kalkmadan imama yeti­şirler.

İmam üçüncü rek'atm secdesine gittiğinde birinci rek'atm sec­delerinde imamla beraber olanlar kıyamda kalıp nöbet tutarlar. Öte­kilerde imamla beraber secdeye giderler. Netice olarak hepsi te-şehhüd için oturup selam verirler. Resulü Ekrem (sav) efendimiz Asfan gazvesinde böyle yapmıştır. Korku namazı bu gazveye benzediği için bu şekilde kılmak sünnettir.

îbni Abbas şöyle rivayet etmiştir:

Resuli Ekrem (sav) efendimiz tekbir aldı, halkda tekbir aldı. Hz Peygamber ve bazdan rükuya gittiler sonra secde ettiler. Hz Peygam­ber ve onunla secdeye gidenler ikinci rek'ata kalktılar. Bu sefer ikinci saftakiler Hz Peygamberle beraber rükuya ve seceye vardılar. Bu şe­kilde hepsi aynı zamanda namazlarını kıldılar. Fakat birbirlerini korudular.

Düşman kıble cihetinde değilse ve savaşta fiilen devam etmi­yorsa o zaman namazın mendup olan keyfiyeti gelecek şekildedir.

Namaz kılanlar İki taifeye ayrılırlar. Bir taife düşmanın karşı-, sında duracak, bir şekilde müslümanları muhafaza edecek. Öteki grupta imamla beraber namaz kılacak. İmamla beraber namaza duranlar bir rek'at kıldıktan sonra İkinci rek'ata kalktıklarında geriye çekilip ikinci rek'atı tek olarak kendi başlarına kılarlar ve düşmanın karşısında beklerler.

Diğer taifenin gelip imama uyması için imamın ikinci rek'atm kıyamını uzatması gerekir. Şu halde imam kendisi için ikinci rek'atı kılarken ikinci taife için de birinci rek'atı kıldırmış olur. imam teşeh-hüd için oturduğu zaman öteki taife kalkarak tek olarak kendi baş­larına ikinci rek'atı kılarlar. Bundan sonra hepsi beraber imama tabi olurlar. Aynı zamanda imam teşehhüdü uzatır ve onlarla beraber se­lam verir.

Hz Peygaamber Za'tur-Rika gazvesinde de aynı bu şekilde na­maz kıldırmıştır. Hz Peygamberle bulunan kimselerden biri de Salih b. Havvat'tır. Bu zat şöyle rivayet etmektedir: "Hz Peygaamber (sav) korku olduğu zaman ashabına namaz kıldırdı. Sahabilerin bazısı ar­kasında saf yaptı, bir kısmı da düşmanın karşısında bekledi. Hz Pey­gamber (sav) arkasında bulunan safa bir rek'at kıldırdı sonra kalktı. Daha arkada bulunanlar bir rek'atı kılana kadar kendisi ayakta kal­dı. Bundan sonra arkasındakiler öne geçti, önlerinde bulunanlar da geriye gittiler. Hz Peygamber yeni gelenlere de bir rek'at kıldırdı. On­dan sonra geriye çekilenler bir rek'at kılıncaya kadar oturdu. Bundan sonra oturduğu halde selam verdi."

Bu korku namazında görüldüğü gibi müslümanları korumak ve cemaat namazımda muhafaza etmek birleştirilmiştir. Düşmanın siyasetlerine meydan verilmemelidir. Bunun en büyük şerefi ise Hz Peygamber'e (sav) tabi olmaktır.

Bunun maksadı namazları tek bir cemaatle halife, ordu komu­tanı veya vekilinin arkasında kılmak faziletini elde etmektir. [86]

Hanefilere göre korku namazı: Ebu Hanife ile İmam Muham-med'e göre bugün de caizdir. İmam Ebu Yusuf a göre bu namaz Pey­gamber efendimiz'in (sav) zamanına aitti. Korku namazından mak-sad düşman saldırısı, sel ve yangın felaketi veya büyük bir canavar gibi tehlike karşısında bulunan islam cemaatinin kendilerini idare eden bir idareciyi ve diğer muhterem bir zatı imam ederek onun arka­sında farz bîr namazı nöbetleşe kılmalarıdır.

Cemaatin bir kısmı düşman karşısında kalır, bir kısmı da gelip imama tabi olur. İki rek'atlı bir namazın ilk rek'atını, üç veya dört rek'atlı bir namazın da ilk iki rek'atını imamla beraber kılar. İkinci secdeden veya birinci oturuşta tcşehhüdden sonra düşman karşısı­na gider. Öteki grup gelerek imama tabi olur ve onunla birlikte geri kalan rek'atları kılar. Sonra tekrar düşman karşısına gider. îmamsa kendi başına selam verir. Ondan sonra namazdan çıkar. Birinci kısımsa döner gelir, namazı kıraatsiz olarak tamamlar, selam verir, düşmana gider. Zira bu grup lahik olmuştur.

Sonra ikinci kısım gelir namazı kıraatle tamamlar, sonra düş­man karşısına döner. Bunlarda mesbuk olmuşlardır. Bununla be­raber her iki kısımda bulundukları yerlerde namazlarını tamamla­yabilirler. Peygamber efendimiz (sav) Batn-ı Nahl, Zatu'r-Rika, Usfan ve Ziared olaylarında korku namazını kılmıştır. Daha sonra ashab-ı kiram da Mecusilerle yaptıkları savaşta böyle korku namazı kılmış­lardır.

Bir cemaatin böyle namaz kılması, faziletli bir imama uymak istemelerindeki aşırı istekleri sebebiyledir. Böyle bir durum olmazsa bir kısım kimselerin başka imamlar arkasında güven halinde olduğu gibi kılmaları daha faziletlidir. Korku namazının bozulmaması için imama uyanların namaz arasında savaş yapmamaları, yer değiştir­memeleri, gidiş gelişlerde hayvana binmemeleri, daha doğrusu na­maza aykırı bir harekette bulunmamaları gerekir. Öyle olmazsa i-mamla beraber kıldıkları namaz bozulur. Namazlarını yeniden kıl­maları gerekir.

Korkunç bir savaş ve benzeri hallerde bir islam topluluğunun korkuları çoğalır da binmiş oldukları hayvanlardan yere inemezlerse herkes hayvanın üzerinde gücü yettiği bir tarafa yönelerek ima ile namazını kılar. Şayet bu da mümkün olmazsa namazı caiz olmaz.

Hastaların namazları islam kolaylık dini olduğundan kimseye kuvvetinden fazlası yüklenmez. Hastalara ibadetler meselesinde kuvvetinin yeteceği miktarda taklif getirilmiştir. Bir hasta kuvvetine göre namaz kılmakla teklifte bulunur. Örneğin, ayakta duramayan yahut durduğunda hastalığı artacak olan kişi namazını oturarak kı­lar.

Şayet oturmayada takati olmazsa o zaman yanı üzerine veya arka üstü yatarak işaretle namazını kılar.

Bu kolaylığın delili şu hadistir; basur hastalığı olan bir saha­benin namazını nasıl kılacağını sorması üzerine Resulü Ekrem şöyle cevap vermiştir: "Ayakta kıl Eğer buna takatin olmazsa oturarak, şa­yet buna da takatin olmazsa yaslanarak kıl" Nesai'de şu ilave var­dır; "Şayet takatin olmazsa sırt üstü kıl."

Cenab-ı Hak hiçbir kimseye takatinin yeteceğinden fazlasını teklifte bulunmaz. Şu halde rüku, secde yapma imkanı olmayan kimse namazı işaretle kılar. İma yani işaret, namazda rüku ve sec­deye işaret olmak üzere başı eğmektir. Bu ayakta caiz olduğu gibi oturarak yada yanı ve sırtı üzerine yatarakta caizdir. Eğer hastaya rüku ve sücud zor gelirse fakat kıyam zor gelmezse oturduğu halde işaret eder. Oturduğu halde olan işaret ayakta durduğu halde olan işaretten daha iyidir.

Fakat sücudun işaretini rükunun işaretinden daha alçak yapmak lazım gelir. Zira işaret, rüku ile secdenin yerine geçer ve onların hükmünü alır. Üzerine secde etmek için yüzüne bir şey yükseltmek başını alçaltmadıkça caiz olmaz. Zira Resulü Ekrem (sav) efendimiz ziyaret için bir hastanın yanma girdiğinde ona;

Eğer sen yer üzerine secdeye kadirsen secde et. Şayet değilsen işaret et.[87] buyurmuştur. Eğer hasta olan kimseye oturmakta zor gelirse sırtı üzerine yattığı halde işaret eder. îki ayaklarını kıble tara­fına yöneltir. Yalnız dizlerini diker. Zira Hz Peygamber şöyle buyur­muştur:

Baş ile ima olur. îki göz, iki kaş ve kalple ima olmaz."



[1] Müslim

[2] Bakara 114

[3] Müslim, Buhari

[4] Buhari

[5] Buhari 1065

[6] Tirmizi

[7] Buhari 723 

[8] Hacc, 77

[9] Buhari 779, Müslim 490

[10] Buhari 770

[11] Müslim 494

[12] Müslim 495

[13] Tirmizi261

[14] Beyhaki 11/223

[15] îbni Esir

[16] îbni Hibban 515

[17] Tirmizi 3475

[18] Mecmu İmam Nevevi

[19] Müslim 228

[20] Mümin, 1

[21] Müslim 591

[22] Buhari 805, Müslim 583

[23] Tirmizi21/ 3470

[24] Buhari 698

[25] Müslim 778

[26] Feteva El- Kubra, c.l, s. 169

[27] Ebu Davud, 909

[28] Buharı 718

[29] Ebu davud 916

[30] İbni Hibban sahih 5002

[31] Buhari 717, Müslim 428

[32] Buhari 777

[33] Buhari 6425

[34] Buhari 609

[35] Buhari 652

[36] îbni Habban 336

[37] Beyhaki 11/ 232

[38] Ahzab, 32

[39] Tirmizi 346

[40] Nur, 31

[41] îbni Kesir c.l s. 293

[42] Darekutni 1/231

[43] Buharı 346

[44] Buhari 4260

[45] Ba­kara, 238

[46] Müslim 537

[47] Buhari 1169

[48] îbniMace 1208

[49] Müslim 571

[50] îbni Hibban 362

[51] Buhari 1025, Ebu Davud 1413

[52] Müslim 81

[53] Buhari 1027

[54] Nisa, 102

[55] Müslim 650 

[56] Ibnİ Hibban 425

[57] Buharı 642

[58] Buhari 642

[59] Ez-Züharli a.g. e. 2

[60] îbni Abidin c.l, s. 516

[61] Şevkan c.3, s. 165

[62] Neylül evtar c.3, s. 162

[63] Et-Tevbe 9/40

[64] Ebu Davud selat 62

[65] Nesai imamet 35, Tirmizi salat 61

[66] Müslim, salat 124

[67] îbni Iıanbel 1198

[68] Buharİ 657

[69] Buharı 657

[70] İbni Abidinc.l, s.514

[71] Müslim, salat 77

[72] Hacc, 78

[73] Nisa, 101

[74] Müslim 690

[75] İmam Ahmed

[76] Buhari 11056

[77] Müslim 705

[78] Tirmizi 553

[79] Buharı 1041

[80] Buhari

[81] Müslim 705

[82] Buhari, salat

[83] Müslim, misafir

[84] Bakara, 238/239

[85] Nisa, 103

[86] Birinci hadis Buhari 902, ikinci hadis Müslim 842- Buharı 3900

[87] Bezzar