Kadının Nüşuzu (Başkaldırması) 11

İki Kız Kardeşle Aynı Zamanda Evlenmek. 11

Süt Kardeşliği Ve Evlilik. 11

Buluntu Çocuk. 12

Çocuk Düşürmek. 12

Anneye İyilikte Bulunmak. 12

Kocanın Kayıp Olmasıyla Doğan Boşanma. 13

Suni Döllenme. 13

Küçük Kızları Evlendirmek. 14

Üvey Kızın Haramlığı 14

İhtilafa Düştükleri Zaman Babaya Mı Yoksa Kocaya Mı İtaat Edilir 14

Kadın Kendi Başına Evlenebilir Mi?. 14

Dinde Aşık Olmak Var Mıdır?. 15

Eşini Dövmek. 15

Kadının Evini Terketmesi 15

Oğlunu Islah Edemeyen Baba. 16

Yanlış Evlilikler 16

Evlad Edinmenin Hükmü. 17

Yeni Doğan Çocuğun Haftalığını Kutlamak. 17

Bîr Kaç Soru. 17

Boşama Erkeğin Yetkisindedir 18

Üçten Dokuza Boşamak. 18

Şarta Bağlı Olan Boşama. 18

Kızgın Adamın Talakı 19

Kızgının Talakı 19

Çok Evlilik Hakkında. 20

Kadın Ve Erkek İlişkileri 21

Kadınlara Zulmetmek. 22

Sılayı Rahm (Akrabalara Merhamet) 23

İslamda Çocuk. 24

Çocuğun İslâm'daki Yeri 25

İslâm'da Kadının Yeri 27

Kaybolan Kocanın Eşi 28

İslam Ve Yenî Nesil 28

Babanın Evladına Karşı Olan Sorumlulukları 30

Örfi Evlilik (Veya İmam Nikahı) 31

Kadınların Giyimi Hakkında. 32

İlim Tahsil Etmek Mi Aileye Hizmet Mi?. 32

Sözlülüğün Hududu (Nişanlıların İlişkileri) 33

Sözlüyü Görmek. 33

Kan Nakli Ve Süt Kardeşin Yasaklanması 34

Gizli Evlilik Veya Örfi Evlilik. 35

Kadının Toplumdaki Yeri 36

Suni Döllenme Ve Din. 37

İslâm Ve İtaat 39

Ahlâki Çözülmeler Hakkında. 40

Şarta Bağlı Olan Talak (Boşama) 41

Belgesiz Talak. 42

Miras Hakkında. 42

Evlilikte Kadının Hakkı 43

Nişanlı Veya Sözlü Çiftin Nikahtan Önce Birbirlerine Dokunmaları 43

Hür Kadının Bir Köle İle Evlenmesi 43

Bir Müslümanın Bir Gayr-İ Müslimle Evlenmesi 43

Evlilik Aktinden Önce Hamile Kalmak. 44

Hamile Kadının Evlenmesi 44

Zinadan Sonra Evlilik. 45

Evlilikte Vekalet 45

İki Kız Kardeşle Evlenmek. 45

Mâlikî Mezhebine Göre Çocuk Düşürmek. 46

Erkek Ve Kadının Musafaha Yapmaları 46

Zinanın Çirkefliği 46

Peruk (Takma Saç) Takmanın Hükmü. 46

Evlilikte Denklik. 47

Evlilik Aktinde Vekalet 47

Amcanın Dul Karısıyla Evlenmek. 48

Kitap Ehli Kadınlarla Evlenmek. 48

Anne Baba Hakkı Hocanın Hakkından Önce Gelir 49

Erkek-Kadın Eşitliği 49

Üç Talaktan Sonraki Durum.. 50

Veled-İ Zina Varis Olur Mu?. 50

Zina Çocuğuna Miras Yoktur 50

Mehir Ve Evlilik Akti 51

Düğün Davetine İcabet 51

Kızı Zorla Evlendirmek. 51

Karı-Koca Hakları 52

Baba-Anneye Îtaat Ve Evlilik. 52

Evlat İle Baba. 52

İffetli Kadına İftirada Bulunmak. 53

Mehir Kadının Hakkıdır 53

Evlilikte Vekalet 54

Evliliğe Ehliyeti Olmayanı Evlendirmek. 54

Bir Müslümanın Bir Hristiyanla Evlenmesi 54

Kadının Cennet Nimetlerinden Faydalanması 55

Evlilik Aktinden Önce Hamile Kalmak. 55

Evlilik Kanunu. 56

Zina Çocuğu. 56

Mut'a Nikahı 56

Mut'a Evliliği 58

Kadınların Avret Yeri 58

Hünsanın Ameliyat İle Kadın Olması 58

İslâm Dîninden Dönenler (Mürtedler) 58

Süt Bankası 59

Kadınların Şarkı Söylemesi 59

Şarkı Söylemenin Hükmü. 60

Kadının Oğlu, Anasının Kocasına Varis Olmaz. 60

Kadın Cennette Hangi Kocasıyla Olacak?. 60

Talak. 60

Boşadığını İnkar Etmek. 60

Karı-Kocalık Hayatının Kudsiyeti 61

Kadının Evinden Çıkıp Gezmesi 61

Kardeş Karısının Durumu. 62

Peruk Takmak (I) 62

Peruk Takmak (II) 62

Kafurla Saç Taramanın Hükmü. 62

Çocuğun Nesebi 63

Zina Çocuğunun Hükmü. 63

Bakire Kızın Kendi Başına Evlenmesi 63

Kadın ve Örtünme. 63

Beşinci Kadınla Evlenmenin Haramlığı 64

Hayızlı Kadınla İlişkide Bulunmak. 64

Düğün Davetine İcabet Etmek. 64

İktidarsızlık. 65

Akika Kurbanının Hükmü. 65

Hz. Adem'in Çocukları Nasıl Evlendiler 65

Üç Talakla Boşamak. 65

Hz. Ömer Devrinde Üç Talak Meselesi 66

Talak'da Niyet 66

Mülaave (Lanetleşmek) 67

Kocanın Karısının Sütünü Emmesi 68

Kadını Kocasından Soğutmak. 68

Erkek Kardeş Kızkardeşinin Mahremidir 68

Kadınlara Bakmak. 68

Irzları Çiğnemenin Günahı 69

Çocuklara İsim Seçmek. 69

Anne Ve Babanın Evlatlarına Karşı Sorumlulukları 69

Anne Ve Babaya İyilikte Bulunmak. 69

Bir Babanın Evlatlarına Katı Davranması 70

Bir Babanın Evladına Olan Muamelesi 70

Çalışma Hakkı Ve Miras. 70

Miras Ve Din Ayrılığı 71

Mirası Sahiplerinden Esirgemek. 71

Gayr-Î Meşru Hamilelik. 71

Boşama Hakkında. 72

FİHRİST.. 72

ORUÇ.. 72

ORUCUN HİKMETİ 72

ORUÇ BİR TEMİZLİK ve HAZIRLIKTIR.. 72

RAMAZAN ve İBADETTE İHLAS. 72

RAMAZANIN BAŞLANGICI NASIL TESBİT EDİLİR?. 72

ORUÇ AY'INA ÇIKMAK.. 72

RAMAZAN HİLÂLİNİN BELİRLENMESİ 72

ORUCA NİYET.. 72

BALGAM RAHATSIZLIĞI ve ORUÇ.. 72

ORUÇTA MAZERET.. 73

ORUCUN KAZASI 73

ORUÇLUNUN İĞNE YAPTIRMASI 73

ORUCUN KAZASI 73

ORUÇ NE ZAMAN FARZ OLUR?. 73

ORUÇ VAKTİNİN HESAPLANMASI 73

DEĞİŞİK YERLERDE ORUÇ TUTMAK.. 73

İMSAK TOPU ve ORUÇ.. 73

SAKIZ ÇİĞNEMEK ve ORUÇ.. 73

KADIN ve ORUÇ.. 74

HASTA KADIN ve ORUÇ.. 74

BAYRAMDA ORUÇ TUTMAK.. 74

KEFFARET ORUCU.. 74

VİSAL ORUCU.. 74

ORUCUN DERECELERİ 74

ORUÇLUNUN AHLÂKI 74

ORUÇ ve LOHUSALIK.. 74

ORUÇ YİYENLERİN SORUMSUZLUĞU.. 74

İTÎKAF SÜNNETİ 74

RAMAZANIN ÖZELLİKLERİ 74

ORUÇ ALLAH İÇİNDİR.. 75

ORUÇ FİDYESİ 75

ALLAH YOLUNDA CİHAD ve ORUÇ.. 75

ORUÇLUNUN DİŞ MACUNU KULLANMASI 75

ORUCU BOZAN ŞEYLER.. 75

HZ. PEYGAMBER'İN ORUCU.. 75

ORUÇ ve CİHAD.. 75

KADİR GECESİ 75

ORUÇTAKİ KOLAYLIKLAR.. 75

PAZARTESİ ve PERŞEMBE ORUCU.. 75

RAMAZAN AYINDA KARI-KOCA ARASINDA CİNSEL İLİŞKİ 75

ÖMÜR BOYU ORUÇ TUTMAK.. 75

RAMAZAN HİLÂLİNİN GÖRÜLMESİ 76

RAMAZANDA ORUCA NİYET.. 76

EZAN BİTMEDEN İFTAR ETMEK.. 76

ORUÇ İÇİN FİDYE VERMEK.. 76

RAMAZANDA AÇIKTAN ORUÇ YEMEK.. 76

RAMAZANLA İLGİLİ HZ. PEYGAMBERİN UYGULAMALARI 76

ORUÇ ve HASTALIK.. 76

ORUÇ ve AĞIZ TEMİZLİĞİ 76

RAMAZANDA GÜNDÜZLERİ LOKANTAYI AÇIK TUTMA.. 76

ORUÇLU İKEN BANYO YAPMAK.. 76

NAMAZ KILMADIĞI HALDE ORUÇ TUTUP, ZEKÂT VERMEK.. 77

KULAK TEMİZLİĞİ ve ORUÇ.. 77

ORUÇLUNUN GÖZ TEDAVİSİ ve KAN ALDIRMASI 77

ORUÇLUNUN UNUTARAK YEMESİ 77

PAZARTESİ ve PERŞEMBE ORUCU.. 77

KUTUPLARDA ORUÇ.. 77

İSLAMDA ve HRISTIYANLIK'TA ORUÇ.. 77

FITIR SADAKASI î 77

HİLÂLİN GÖRÜLMESİ ve ORUÇ.. 77

ORUÇ ÇEŞİTLERİ 77

ORUÇ ve SUNİ OKSİJEN.. 77

ORUÇ ve SAĞLIK.. 77

ORUÇ ve TIP. 77

SİGARA ve ORUÇ.. 78

RAMAZAN GÜNLERİNDEN BİR GÜNÜN ORUCUNU YEMEK.. 78

ORUÇLUNUN CİNSEL İLİŞKİDE BULUNMASI 78

BURUNA DUMAN KAÇMASI ve ORUÇ.. 78

RAMAZAN NASIL BAŞLAR?. 78

RAMAZANDA SAHUR.. 78

RAMAZAN ve ORUÇ.. 78

TERAVİH NAMAZI 78

NAFİLE ORUÇ.. 78

ORUÇ ve ZİNA.. 78

AŞURE ORUCU.. 78

İHRAM... 78

MÎKÂTTAN ÖNCE VEYA SONRA İHRAMA GİRMEK.. 78

HAC İÇİN BÖRÇLANAK.. 79

HAYIZ KANAMASI ve HAC.. 79

HAYIZLI KADIN ve ARAFAT VAKFESİ 79

HACDA KURBAN KESMEK.. 79

BAŞKASININ YERİNE HACCETMEK (I) 79

BAŞKASININ YERİNE HACCETMEK (II) 79

BAŞKASININ YERİNE HACCETMEK (III) 79

ÖĞRENCİLİK ve HAC.. 79

HACCIN HİKMETİ 79

HARAM PARA İLE HACCETMEK.. 79

PİYANGO PARASI İLE HACCA GİTMEK.. 80

MAKAM-I İBRAHİM... 80

HAC HAKKINDA.. 80

İKİ KİŞİYE BİR HAC.. 80

VEKÂLETLE HAC.. 80

TEŞRİK GÜNLERİ 80

SAYILI GÜNLER.. 80

HAC DÖNÜŞÜ.. 80

HACCIN SOSYAL HEDEFLERİ 80

HAC NE ZAMAN FARZ OLUR?. 80

MEBRUR HAC (I) 80

HACDA CİDAL. 80

UMRE. 80

HACER'UL ESVED HAKKİNDA.. 81

HACCI UMRE ile BİRLİKTE YAPMAK.. 81

MEBRUR HAC (II) 81

HAC NE ZAMAN FARZ OLUR?. 81

NİYETLENDİĞİ HALDE HACCA GİDEMEM EK.. 81

HAYIZ GÖREN KADIN ve HAC.. 81

BEKARrN HACCA GİTMESİ 81

BEKÂRIN HACCA GİTMESİ 81

HAC ve KURBAN.. 81

HARAM MAL İLE HACCETMEK.. 81

HACCİN SAĞLIK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ 81

HACCİN ÇEŞİTLERİ 81

HAC ve EVLİLİK.. 82

HACCİN FARZ OLMASI 82

215. 82

TEVBE ETMEK İÇİN HAC YAPMAK.. 82

KADIN ve HAC.. 82

ANASI ADINA HACCETMEK.. 82

218. 82

ÖLÜ YERİNE HAC.. 82

BULUNTU PARA İLE HACCETMEK.. 82

BİLMEKSİZİN ÇALINTI PARA İLE HACCETMEK.. 82

KUR'AN ve HAC.. 82

HAC ve CENNET.. 82

EVLİLİK NE ZAMAN TAMAMLANIR?. 82

EVLİLİĞİN HÜKMÜ.. 82

YASAK OLAN EVLİLİKLER.. 83

SÜT HAKKINDA.. 83

HARAM KILICI SÜT.. 83

SÜT HAKKINDA.. 83

BÜYÜKLERİN SÜTÜNÜ EMMEK.. 83

SÜT KARDEŞLERİN EVLENME DURUMLARI 83

ANALIĞIN BİR BAŞKA KOCADAN OLAN KIZIYLA EVLENMEK.. 83

İSTENİLEN KIZI GÖRMEK.. 83

SÖZLÜSÜYLE HELÂL OLAN ŞEYLER.. 83

MEHRİN VACİBLİĞİ 83

MEHİR NE ZAMAN VERİLİR.. 83

KADININ MEHRİ 84

EVLENMEDE KADININ BAŞKASINI VEKİL KILMASI 84

EVLİLİKTE VEKALET.. 84

KADININ İKAMETGAHI 84

HAC AVINDA EVLİLİK İLİŞKİLERİ 84

MÜSLÜMAN KADININ GAYR-İ MÜSLİMLE EVLENMESİ 84

MÜSLÜMANIN HRİSTİYANLA EVLENMESİ 84

MÜSLÜMAN ERKEĞİN KİTAP EHLİ BİRİYLE EVLENMESİ 84

FASİT EVLİLİĞİN SONU.. 84

DEĞİŞ TOKUŞ YAPARAK MEHİRSİ2 EVLENMEK.. 84

KOCANIN HANIMINA İZİN VERMESİ 84

KADININ KOCASININ İZNİYLE DIŞARI ÇIKMASI 85

DOĞUMUN YEDİNCİ GÜNÜNÜ KUTLAMAK.. 85

KADININ ÖRTÜSÜ.. 85

SUN'Î DÖLLENME İLE ÇOCUK EDİNMEK.. 85

KADININ ÖRTÜSÜ.. 85

KADINLARIN MAKYAJ YAPMALARI 85

KADIN ve TOPLUM    ' 85

KADIN ve ERKEK EŞİTLİĞİ 85

KADIN ve ERKEĞİN ORTAK OLDUĞU NOKTALAR.. 85

AİLE PLANLAMASI 85

ÇOK EVLİLİK ve AİLE PLANLAMASI 85

FAKİRLİK ve AİLE PLANLAMASI 86

NÜFUS KONTROLÜ.. 86

YİNE NÜFUS KONTROLÜ.. 86

KISIRLAŞTIRMA.. 86

SUNİ DÖLLENME. 86

EVLAT EDİNMEK.. 86

KADININ SÜNNET OLMASI 86

NİFAS (LOHUSALIK) DURUMUNDA İBADET.. 86

EVLATLAR ARASINDA ADALET.. 86

ÇOCUK BAKIMI ve NAFAKA.. 86

ALTIN KULLANIMINDA ERKEĞİN KADINA BENZEMESİ 87

EVLATLAR İÇİN VASİYYET.. 87

KADININ TALAKI 87

TALAKLA ÇOK YEMİN ETMEK.. 87

TALAKLA ÇOK YEMİN ETMEK.. 87

BOŞANMANIN BIRAKTIĞI İZLER.. 87

ŞARTA BAĞLI TALAK (BOŞAMA) 87

ÜÇ TALAK.. 87

TALAK ÜÇ DEFADIR.. 87

KOCANIN EŞİNİ TERKETMESİ 88

TALAKLA YEMİN ETMEK.. 88

KADININ İDDETİ 88

KOCASI ÖLEN KADININ ÎDDETİ 88

MİRAS. 88

KADIN ve ERKEK EŞİTLİĞİ 88

ERKEKLERİN KADINLAR ÜZERİNDEKİ YÖNETİCİLİĞİ 88

EVLİLİKTE KIZIN GÖRÜŞÜNÜ ALMAK.. 88

CUMA GECESİNDE GERDEK.. 88

ŞİRİNLİK MUSKASI 88

HER VAKİTTE EVLENMEK CAİZDİR.. 88

MUHARREM AYINDA EVLİLİK.. 88

RAMAZAN'DA EVLENMEK.. 89

DUL KALAN KADININ EVLENMESİ 89

ÖRFİ EVLİLİK.. 89

EVLİLİK ve KÖTÜ HASTALIK.. 89

ZİNA EVLİLİK SAYILMAZ.. 89

AİLE İÇİNDEKİ KAVGALAR.. 89

MAHKUMLARIN CİNSEL SORUNU.. 89

KADINLARIN KENDİLERİNİ ERKEKLERE BENZETMELERİ 89

AŞIK OLMAK.. 89

HAMİLELİĞİ ENGELLEMEK.. 89

EVLİLİK YOLUYLA HARAM OLANLAR.. 89

EVLİLİKTE MEHİR.. 90

KADINLARI EVLENMEKTEN ALIKOYMAK.. 90

KADIN ve EVLİLİK AKTİ 90

EVLİLİK AKTİNİN HELÂL KILDIĞI ŞEYLER.. 90

ŞARTLI EVLİLİK.. 90

İNSAN NE ZAMAN TAM EVLİ SAYILIR.. 90

SOY TESBİTİ 90

KADININ KOCAYA İTAATİ 90

KADININ MÜSLÜMAN OLMAYAN ERKEKLE EVLENMESİ 90

KADININ NÜŞUZU (BAŞKALDIRMASI) 90

İKİ KIZ KARDEŞLE AYNI ZAMANDA EVLENMEK.. 90

SÜT KARDEŞLİĞİ ve EVLİLİK.. 90

BULUNTU ÇOCUK.. 91

ÇOCUK DÜŞÜRMEK.. 91

ANNEYE İYİLİKTE BULUNMAK.. 91

KOCANIN KAYIP OLMASIYLA DOĞAN BOŞANMA.. 91

SUNİ DÖLLENME. 91

KÜÇÜK KIZLARI EVLENDİRMEK.. 91

ÜVEY KIZIN HARAMLIĞI 91

İHTİLAFA DÜŞTÜKLERİ ZAMAN BABAYA MI YOKSA KOCAYA MI İTAAT EDİLİR.. 91

KADIN KENDİ BAŞINA EVLENEBİLİR Mİ?. 91

DİNDE AŞIK OLMAK VAR MIDIR?. 91

ŞARTA BAĞLI OLAN BOŞAMA.. 91

KIZGIN ADAMIN TALAK'I 91

KIZGININ TALAKI 92

ÇOK EVLİLİK HAKKINDA.. 92

KADIN ve ERKEK İLÎŞKİLERİ 92

390. 92

KADINLARA ZULMETMEK.. 92

SILAYI RAHM (AKRABALARA MERHAMET) 92

İSLÂM'DA ÇOCUK.. 92

ÇOCUĞUN İSLÂM'DAKİ YERİ 92

İSLÂM'DA KADININ YERİ 92

EŞİNE KÖTÜ MUAMELEDE BULUNAN KOCANIN DURUMU.. 92

KAYBOLAN KOCANIN EŞİ 92

İSLÂM ve YENİ NESİL. 92

BABANIN EVLADINA KARŞI OLAN SORUMLULUKLARI 92

ÖRFİ EVLİLİK (VEYA İMAM NİKAHI) 93

KADINLARIN GİYİMİ HAKKINDA.. 93

İLİM TAHSİL ETMEK Mİ AİLEYE HİZMET Mİ?. 93

SÖZLÜLÜĞÜN HUDUDU (NİŞANLILARIN İLİŞKİLERİ) 93

SÖZLÜYÜ GÖRMEK.. 93

KAN NAKLİ ve SÜT KARDEŞİN YASAKLANMASI 93

GİZLİ EVLİLİK VEYA ÖRFİ EVLİLİK.. 93

KADININ TOPLUMDAKİ YERÎ 93

SUN'İ DÖLLENME ve DİN.. 93

İSLÂM ve İTAAT.. 93

AHLÂKİ ÇÖZÜLMELER HAKKINDA.. 94

ŞARTA BAĞLI OLAN TALAK (BOŞAMA) 94

BELGESİZ TALAK.. 94

MİRAS HAKKINDA.. 94

EVLİLİKTE KADININ HAKKI 94

NİŞANLI VEYA SÖZLÜ ÇİFTİN NİKAHTAN ÖNCE BİRBİRLERİNE DOKUNMALARI 94

HÜR KADININ BİR KÖLE İLE EVLENMESİ 94

BİR MÜSLÜMANIN BİR GAYR-İ MÜSLİMLE EVLENMESİ 95

EVLİLİK AKTİNDEN ÖNCE HAMİLE KALMAK.. 95

HAMİLE KADININ EVLENMESİ 95

ZİNADAN SONRA EVLİLİK.. 95

EVLİLİKTE VEKALET.. 95

İKİ KIZ KARDEŞLE EVLENMEK.. 95

MÂLİKÎ MEZHEBİNE GÖRE ÇOCUK DÜŞÜRMEK.. 95

ERKEK ve KADININ MUSAFAHA YAPMALARI 95

ZİNANIN ÇİRKEFLİĞİ 95

PERUK (TAKMA SAÇ) TAKMANIN HÜKMÜ.. 95

EVLİLİKTE DENKLİK.. 95

AMCANIN DUL KARISIYLA EVLENMEK.. 95

KİTAP EHLİ KADINLARLA EVLENMEK.. 96

ANNE BABA HAKKI HOCANIN HAKKINDAN ÖNCE GELİR.. 96

ERKEK-KADIN EŞİTLİĞİ 96

ÜÇ TALAKTAN SONRAKİ DURUM... 96

VELED-İ ZİNA VARİS OLUR MU?. 96

ZİNA ÇOCUĞUNA MİRAS YOKTUR.. 96

MEHİR ve EVLİLİK AKTİ 96

DÜĞÜN DAVETİNE İCABET.. 96

KIZI ZORLA EVLENDİRMEK.. 96

KARI-KOCA HAKLARI 96

BABA-ANNEYE İTAAT ve EVLİLİK.. 96

EVLAT İLE BABA.. 97

İFFETLİ KADINA İFTİRADA BULUNMAK.. 97

MEHİR KADININ HAKKIDIR.. 97

EVLİLİKTE VEKALET.. 97

EVLİLİĞE EHLİYETİ OLMAYANI EVLENDİRMEK.. 97

BİR MÜSLÜMANIN BİR HRİSTÎYANLA EVLENMESİ 97

KADININ CENNET NİMETLERİNDEN FAYDALANMASI 97

EVLİLİK AKTİNDEN ÖNCE HAMİLE KALMAK.. 97

EVLİLİK KANUNU.. 97

İSLÂM DİNİNDEN DÖNENLER (MÜRTEDLER) 97

SÜT BANKASI 97

KADINLARIN ŞARKI SÖYLEMESİ 97

ŞARKI SÖYLEMENİN HÜKMÜ.. 98

KADININ OĞLU, ANASININ KOCASINA VARİS OLMAZ.. 98

KADIN CENNETTE HANGİ KOCASIYLA OLACAK?. 98

TALAK.. 98

BOŞADIĞINI İNKAR ETMEK.. 98

KARI-KOCALIK HAYATININ KUDSİYETİ 98

KADININ EVİNDEN ÇIKIP GEZMESİ 98

KARDEŞ KARISININ DURUMU.. 98

PERUK TAKMAK (I) 98

PERUK TAKMAK (II) 98

KADIN ve ÖRTÜNME. 98

BEŞİNCİ KADINLA EVLENMENİN HARAMLIĞI 98

HAYIZLI KADINLA İLİŞKİDE BULUNMAK.. 99

DÜĞÜN DAVETİNE İCABET ETMEK.. 99

İKTİDARSIZLIK.. 99

AKİKA KURBANININ HÜKMÜ.. 99

HZ. ADEM'İN ÇOCUKLARI NASIL EVLENDİLER.. 99

ÜÇ TALAKLA BOŞAMAK.. 99

HZ. ÖMER DEVRİNDE ÜÇ TALAK MESELESİ 99

TALAK'DA NİYET.. 99

MÜLAAVE (LANETLEŞMEK) 99

KOCANIN KARISININ SÜTÜNÜ EMMESİ 99

KADINI KOCASINDAN SOĞUTMAK.. 99

ERKEK KARDEŞ KIZKARDEŞİNİN MAHREMİDİR.. 100

KADINLARA BAKMAK.. 100

IRZLARI ÇİĞNEMENİN GÜNAHI 100

ÇOCUKLARA İSİM SEÇMEK.. 100

ANNE ve BABANIN EVLATLARINA KARŞI SORUMLULUKLARI 100

ANNE ve BABAYA İYİLİKTE BULUNMAK.. 100

BİR BABANIN EVLATLARINA KATI DAVRANMASI 100

BİR BABANIN EVLADINA OLAN MUAMELESİ 100

ÇALIŞMA HAKKİ ve MİRAS. 100

MİRAS ve DİN AYRILIĞI 100

MİRASI SAHİPLERİNDEN ESİRGEMEK.. 100

GAYR-İ MEŞRU HAMİLELİK.. 101


Kadının Nüşuzu (Başkaldırması)

 

SORU: Amcasının oğluyla evlenen, on sekiz yıl çocuk sahibi ola­mayan, sonra sebepsiz olarak kocasının evini terkedip babasının evine giden kadının babası onun kocasına gitmesine mani oldu. Bu durumda kocasının onu terketmeye, boşamaya veya başka bir kadınla evlenme­ye hakkı var mıdır?

CEVAP; Sebepsiz kocasının evini terkeden, onu uzun zaman yalnız bırakan kadın naşize olur. Yani kocasının itaatmdan ve İslâm'ın adabın­dan çıkmış olur.

Babasına da onu buna teşvik etmek ve ona yardımcı olmak asla caiz değildir.

Baş kaldıran kadına hafifçe nasihat etmesi, sonra yatağını ayırması, bunlar fayda vermiyorsa hafifçe dövmesi belki işe yarar.

Kur'an bu konuda şöyle buyuruyor:

Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yö­netici ve koruyucu sudur. Onun için saliha kadınlar itaatkârdır. Al­lah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin. Onları yataklarında yalnız bırakın ve (bun­larla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size iaat ederlerse, artık onla­rın aleyhine başka bir yol aramayın. Çünkü Allah yücedir, büyük­tür. (Nisa/34)

Şüphesiz kadının meşru bir mazeret olmadan kocasını terketmesi eşini zarara sokmuştur. İslâm şeriatı "Zarara mukabil zarar vermek yoktur" diyor. Erkek nefsini tatmin etmek ve onu haramdan korumak ister. Kansı kendisinden uzak olunca bu ona zor gelecektir. Kadın için de aynı durum söz konusudur.

Sorulan soruda müşkilatı halletmek için hakemlere gitmek lazım­dır. Erkeğe bir temsilci, kadına bir temsilci tayin edilir, bunlar durumu müzakere eder, aralarım bulurlar.

Allah şöyle buyuruyor:

Eğer kan-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ai­lesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (Nisa/35)

Kadın bu durumunda ısrar ederse, erkek de kendini evliliğe ehil gö­rürse, evlenir, bu durumda hanımına da bir kötülük yapmamış sayılır.

 

İki Kız Kardeşle Aynı Zamanda Evlenmek

 

SORU: Kızkardeşlerden birini boşadıktan sonra diğeriyle evlen­mek caiz midir?

CEVAP: Allah evlenilmesi haram olan kadınlar hakkında şöyle bu­yuruyor:

Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılaı nız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bu­lunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kızkar-deşi birden almak da size haram kılındı. Ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (Nisa/23)

Kur'an-ı Kerim "ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kı­lındı" buyurarak böyle bir evliliği kesin olarak yasaklamıştır. Hiç bir müslüman için iki kız kardeşle aynı anda evlenmek helâl olmaz. Bütün İslâm fakihleri bunda müttefiktirler. Süt kardeşler için de bu hüküm geçerlidir. Çünkü neseben haram olan şey sütle de haramdır.

İki yakın akrabayı bir arada nikahlamak hususunda fakihler şöyle diyorlar: Onlardan birinin erkek olması halinde ona (kadına) helâl ol­mayan kişilerin evlenmesi haramdır. (İşte böyle durumda olanlar bir nikahta cem olmazlar) öyle ise, kız halasıyla ve teyzesiyle ve kadın kı­zıyla birlikte bir erkeğin nikahında bulunamazlar.

"Geçen geçmiştir" sözünden kasıt, hüküm gelmeden önce cahili-ye döneminde meydana gelen durumla ilgilidir. Ancak hüküm geldik­ten sonra bunu yapan erkeğin, eşlerinden birisini nikahında tutması ve diğerini bırakması lazım gelir. Rivayet edildiğine göre Feyruz ed-Dey-lemi müslüman olduğunda, nikahında iki kız kardeş vardı, Hz. Pey­gamber (s.a) "Onlardan istediğini boşa" dedi. (Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce)

Burada haram olan şey ikisini bir arada bulundurmaktır. Yoksa bi­riyle evlenip de boşanmış ya da ölmüş olursa onun kız kardeşiyle ev­lenebilir. Bu durumda sorudan anlaşılan, boşanan kadının iddeti olduk­tan sonra onun kocası onun kızkardeşiyle evlenebilir.

Sorulan sorunun hükmü budur. Ancak şunu da unutmamak lazım­dır ki, ilk hanımının kız kardeşini sadece şehvet gayesiyle almak için hanımını boşamak çok çirkin bir davranıştır. Bir müslümamn yapaca­ğı bir iş değildir. Rasûlullah ne güzel söylemiş:

Kadınlar hakkında Allah'tan korkun.

 

Süt Kardeşliği Ve Evlilik

 

SORU: Zina suçunun keffareti nedir? Onu işleyen ondan nasıl te­mizlenecek, çağdaş kanunlar haddi ikamet etmiyorlar. Bu nasıl olacak?

CEVAP: Zina, hakkında büyük ceza verilen bir suçtur. İnsan bu bü­yük suçu işlediği zaman onu itiraf etmez, şahitlerle tesbit edilmez, ve­ya haddi yerine getirecek bir makam olmazsa, o zaman suçun keffare­ti nasuh yani samimi bir tevbedir. Bu da bir daha ona dönmemek ve ibadete devam etmekle olur.

Allah (c.c) Rahmanın kullarının sıfatlarını sayarken şöyle buyuru­yor:

Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmez­ler, bunları yapan günahının cezasını bulur. Kıyamet günü azabı kat kat artırılır. Ve onda (azapta) alçaltümış olarak devamlı kalır. Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Al­lah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcı­dır. Engin merhamet sahibidir. Kim tevbe edip iyi davranış gös­terirse, şüphesiz o tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (Furkan/68-71)

Bu da o kötülüğü hiç unutmamak, ciddi bir pişmanlık duymak ve bir daha ona hiç dönmemek demektir.

 

Buluntu Çocuk

 

SORU; Buluntu (sokağa atılmış) çocuğun hükmü nedir? Gayr-ı meşru çocuğun hükmü nedir? Meşru çocuk gibi onun da hukuki hak­lan var mıdır?

CEVAP: Buluntu çocuk, terkedüen ve sahibi bulunmayan çocuktur. Çocuğun ebeveyni ya fakirlikten ya da namus belasından onu bir yere terketmişlerdir. Onu alan kişinin onu terbiye etmesi ve hayata hazırla­ması dinen vacibtir. Onu topluma kazanmak için ona bir sanat öğret­mesi ve eğer gücü varsa ona bakması lazımdır.

İslâm fakihlerine göre buluntu çocuğa müslümanların Beyt'ül Ma­lından masraf yapılır. Rivayet edilir ki, Hz. Ömer devrinde bir adam sokakta bir çocuk buldu, Hz. Ömer "Ona bakmak sana, nafaka vermek de bize düşer" dedi. Çocuğu alan onun nafakasını temin etmekten aciz ise veya kötü muamelede bulunuyorsa, o zaman devlet çocuğu ondan alır, onu iyi terbiye edecek ve iyi bakacak birisine teslim eder. İslâm toplumuna da düşen şey böyle çocukları ve yetimleri iyi yetiştirmeleri ve hayata kazandırmalarıdır.

Üstad Zekeriyya Beni'nin islâm'da Çocuk adlı kitabında şöyle bir ibare vardır:

Yüce İslâm dini buluntu çocuğa değer vermiş, İslâm ülkesinde ol­duğu için onu müslüman kabul etmiştir. Ancak onu bir gayr-i müslim almışsa, veya gayr-i müslümlere ait biryerde bulunmuşsa, o zaman çocuk kendisini bulanın dini üzere kabul edilir.

Buluntu çocuk babası bilinirse, ona nisbet edilir. Eğer bulan veya diğer biri babası olduğunu iddia ederse, kabul edilir. Çocuğun ne­sebi, böylece kabul edilir. Çocuğun babası bilinmiyorsa o zaman kimseye nisbet edilmez, edilirse günah olur. Allah bu konuda şöy­le buyurmaktadır:

Evladlıklarınızı da öz oğullarınız kılmadı. Bunlar sizin ağızları­nıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola eriştirir. Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nis­bet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer baba­larının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kar­deşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olacak kabul edin. (Ah-zab/4-5)

 

Çocuk Düşürmek

 

SORU: Çocuk düşürmek, aynen adam öldürmek gibi midir? Dinen bunun hükmü ve keffareti nedir?

CEVAP: İslâm fakihleri şöyle diyor: Cenine ruh verildikten sonra -ki bu da hamilelikten itibaren dört ay içinde olur onu düşürmek, bir cinayet, bir suç ve haramdır. Cenine ruh girdikten sonra onu düşürme­nin cezası tam diyettir. Cenin ölü olarak düşürülürse cezası diyetten az olur.

Yukardaki hüküm eğer bir zaruret söz konusu olmazsa uygulanır. Yok eğer çocuğun kalması, gitmesinden çok zarar verirse, o zaman za­rarın küçüğüne razı olunur. Eğer çocuğun anne karnında kalması anne­nin ölümüne sebep olacaksa, o zaman anne cenin için feda edilmez.

Ama ruhun cenine girmeden önceki haline (dört ay önce) gelince, fakihîer bunda ihtilaf etmişlerdir. Kimisine göre onu aldırmak caiz, ki­mine göre de haram veya mekruhtur. Çünkü bizzat spermada hayat vardır.

Bu iki görüşü şöyle uzlaştırmak mümkündür. Çocuk düşürmeye meşru sebep yoksa onu aldırmak haramdır. Eğer bir sebep varsa o za­man caizdir.

Ruh verilmesinden önce çocuk aldırmayı caiz kılan sebebler, ka­dının çok doğurumakla zayıf düşeceği, sütünün kesileceği, önceki ço­cuğa zarar geleceği gibi korkulardır.

 

Anneye İyilikte Bulunmak

 

SORU: Annem babamı terketti, ondan boşandı, kendine layık ol­mayan biriyle evlendi, meçhul bir yere gittiler. Bu yaptıklarından son­ra ona itaat ve iyilik etmem gerekir mi?

CEVAP: Baba ve anneye itaat etmek ve onlara iyilikte bulunmak

İslâm dininin en büyük farzlarındandır. Allah bunu insanlara farz kıl­mıştır. Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor:

Allah'a ibadet edin ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Ana-ba-baya iyi davranın... (Nisa/36)

De ki: "Gelin rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin..." (En'am/151)

Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi dav­ranmanızı kesin bir şekilde emretti onlardan biri veya her ikisi se­nin yanında yaşlanırsa, kendilerine of bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle onları esirgeyerek alçak gönüllükle üzerlerine kanat ger ve "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et" diyerek dua et. (İsra/23-24)

Burada anne babadan önce gelmektedir. Onun hakkı babanın hak­kından daha mühim ve daha büyüktür. Bir adam Rasûlullah'a "En çok kime iyilikte bulunayım?" diye sorduğunda, Hz. Peygamber (s.a) üç defa annene, dedi. Sonra babana dedi.

Din kişinin kendi ana ve babasına iyilikte bulunmasını ve onlara her çeşit iyiliği yapmasını öngörüyor. Rasûlullah babasıyla ihtilafa dü­şen bir gence "Sen ve malınla beraber babana aitsin" buyurmuştur. An­nenin hakkı bundan daha da ilerdedir. Günah dışında kişinin ebeveyni­ne itaat etmesi şarttır. Günahta itaat yoktur. Çünkü Rasûlullah "Allah'a isyan olan yerde kula itaat olmaz" buyurmuştur.

Allah bu konuda şöyle buyuruyor:

Biz insana, ana-babasma iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ay­rılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. Eğer onlar seni hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme. Onlar­la dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda donüsünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (Lokman/14-15)

Bu ayetten öğrendiğimiz kadarıyla, soru soran kişinin annesi hata etmiştir. Bununla beraber annesine iyilikte bulunması lazımdır ki sıla­yı rahmi kesenlerden olmasın.

 

Kocanın Kayıp Olmasıyla Doğan Boşanma

 

SORU: Bir adam, eşini bıraktı ve yedi sene kayıplara karıştı, bu sü­re içinde ona herhangi birşey vermedi, kadın da hakimden boşanması­nı istedi. Hakim de ona o hakkı tanıdı. Bu konuda dinin görüşü nedir?

CEVAP: Rasûlullah (s.a) şöyle buyuruyor: Zarara mukabil zarar vermek yoktur.

Yine şeriatın kurallanndandır ki "Zarar izale edilir" ve "Kötülük­leri gidermek, menfaati celbetmekten önce gelir." Eğer adam karısına zarar veriyorsa, nafakasını vermiyorsa, kayıplara karışmışsa, mahpus-sa, kadın da kendine sarfedecek (koca malından) birşey bulamıyorsa veya karı-kocalık hayatı devam edemiyecek ölçüde hasta ise, v.b. du­rumlarda bu kocalık hayatını sürdüremez. Çünkü karı-kocalık hayatı sükunet, muhabbet, yardımlaşma ve ortaklığa dayanıyor. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşyer yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğ­rusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

Koca uzun zaman kayıp olursa, eşiyle ilişkisini kesmiş, haber yollamamış ve hakkını da ödememişse, kadın da bundan zarar görmüşse boşanma hakkı doğar. Bu kadı veya hakim kanalıyla olur.

Bu haber kadıya ulaştığı zaman, onların nikahlarını fesheder. Bu ayrılık bain bir talak olur. Buna beynunet-i suğra denir. Yani koca çıkıp gelirse yeni bir akit ve yeni bir mehirle tekrar bu kadınla evlenebilir.

Bazı fakihler meseleyi şöyle yorumlarlar: Eğer kayıp kocanın ye­ri belli ise, ona mektup göndermek imkanı varsa, hakim veya kadı onun geri dönmesi için bir vakit tayin ederler eğer koca bunu kabul edip dönerse veya karısını alıp götürürse veya boşarsa mesele yok. Ak­si takdirde kocanın uzun zaman meşru bir mazeret olmaksızın gaib ol­ması neticesinde kadın büyük bir zarar gördüğünden mahkemeye mü­racaat edip boşanma talep edebilir.

Kadı veya hakim bu boşamayı gerçekleştirdikten sonra, kadın istediği erkekle evlenebilir. Ancak bu iddet bittikten sonra olur. Kadın evlendikten sonra birinci kocası çıkıp gelirse, tekrar karısını almaya hakkı yoktur. Çünkü hakimin emriyle ondan boşanmış ve ikinci bir ko­canın nikahına geçmiştir.

 

Suni Döllenme

 

SORU: Suni döllenme hakkında dinin görüşü nedir?

CEVAP: Suni döllenme, yaşadığımız asrın yeniliklerindendir. İs­lâm'ın ilk asırlarında ve daha sonraki asırlarda yoktu. İslâmi meselele­rin en çok tartışıldığı asırlarda yani İslâm mezheplerinin doğduğu za­manlarda böyle bir şey olmadığı için fıkıh kitaplarında böyle konuya rastlanmaz.

Ancak görüyoruz ki, İslâm, aile düzenini ve çocuk yapmayı evli­lik kuralına bağlamış ki o da karı-koca muamelesinden sonra olur. Örf ve zevk-i selim de böyle olmasını ister.

Bundan da anlıyoruz ki suni döllenme bu meşru nizamın dışında­dır. Ancak eğer bu alışılagelen yolla kadın hamile kalmaz, eşler de ço­cuk hakkında çok ısrarlı olurlarsa, karı-koca arasında olmak şartıyla, suni döllenmeye engel yoktur. Suni olmak meşruluğu ortadan kaldıra­maz. Bu zaruret babına girer.

Ancak sperma başkasına ait olursa din bunu kabul etmez. Sağdu­yu sahibi de bunu makul karşılamaz, bundan meydana gelecek olan nesil, aynı zinadan meydana gelen nesil gibidir. Şunu da unutmamak la­zımdır ki, babalık ve annelik şefkati, ancak tabii yolla meydana gelen çocuklara olur. Bu gibi kural dışı söylere meyletmekten bütün insanlı­ğı sakındırırız. Çünkü bu konuda aile nizamı fesada uğrar, hakimiyeti kaybolur ve soylar birbirine karışır, faziletler hafife alınır. Şeref ve if­fet payimal olur.

 

Küçük Kızları Evlendirmek

 

SORU: Ben Şafii mezhebindenim. Baliğ olmayan kızı, baliğ adam­la evlendirmenin hükmü nedir? Bu konuda Şafii mezhebinin görüşü nedir.

CEVAP: Şafii mezhebinde küçük kızı evlendirmek caizdir. Bu ko-nuda sahih hadisler mevcuttur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) Hz. Aişe ile evlendiği zaman o dokuz veya on yaş civarında idi. Nevevi Tehzib'ul-Esma ve'l-Lugat adlı kitabında diyor ki: O (Hz. Aişe) kimisine göre al­tı kimisine göre yedi yaşında idi. Hicretten iki sene sonra şevval ayın­da o dokuz yaşında iken Hz. Peygamber onunla dünya evine girdi.

İbn Ömer de küçük bir kızını Urve b. Zübeyr ile evlendirdi. Bura­da şunu da hatırlatmamızda fayda vardır. Osman el-Betti, İbn Şibrime ve Ebubekir el-Essam gibi fakihler "Küçüklük, evlilik aküne mani bir haldir. Çünkü evlilik akti ancak buluğ çağından sonra olur" demişler­dir. Allah Teâlâ da bu konuya işarette bulunmuştur:

Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin. (Ni­sa/6)

Allah (c.c) bu ayet-i kerimede nikah çağma varmakla, küçüklüğün sona ereceğini bildiriyor. Çünkü buluğ çağından önceki evlilik aktinde herhangi bir fayda yoktur. Ondan (buluğdan) önceki akitte küçüğe za­rar dokunur. Çünkü o, o akitten faydalanmaz ki nefsini evlilik kayıtla­rına bağlasın. Halbuki o akit meşru olarak uzun zaman devam edecek­tir. O muvakkat bir şey değildir. Bundan dolayıdır ki Mısır Ahval-i Şahsiye kanunu bunu göz önünde bulundurarak, evlilik yaşına bir tah­dit getirmiştir.

 

Üvey Kızın Haramlığı

 

SORU: Bir adam bir kadınla evlense, o kadının diğer kocadan olan kızı bu adama haram olur mu?

CEVAP: İslâm şeriatı, evlendiği kadının başka kocadan olan kızı­nın ona haram olacağına dair hüküm vermiştir. Ancak o adam kadınla cima etmemişse kadının kızı ona helâldir, onunla evlenebilir. Ama kız­la evlenmek bunun aksinedir. Yani mücerret olarak kızla nikah akti ya­pıldıktan sonra, duhul olsun olmasın kızın annesi o kişiye haram olur. Onunla evlenemez.

 

İhtilafa Düştükleri Zaman Babaya Mı Yoksa Kocaya Mı İtaat Edilir

 

SORU: Babası ile kocası ihtilafa düşen kadın babasına mı yoksa kocasına mı itaat etmelidir; Allah'ın bu konudaki hükmü nedir?

CEVAP: Kadın babasının evinde olduğu sürece onun velisi babası­dır. O emreder kız dinler, o onu irşad eder kız ona icabet eder. Ancak evlendikten sonra onun velayeti kocasına geçer. O yeni bir ailenin fer­di olur. Kocası itaat edilmeye daha uygundur. Kocanın hakkı anne-ba-banın hakkından Önce gelir. Din otoriterlerine göre koca haram işleme­yi emretmediği sürece, kadının ona itaat etmesi, onun emirlerini yeri­ne getirmesi gerekir. Ebeveyni onu kocasına karşı gelmeye çağırırlar­sa onlara bu konuda itaat etmemelidir. Bu konuda Peygamberimizin şu hadisi çok manidardır:

Eğer bir kişinin diğerine secde etmesini emretseydim, kadının, kocasına secde etmesini emrederdim.

Ey arada şaşkın kalan kadın! Şaşkınlığın sebebi ne olabilir ki; her-şey gayet açıktır. Kocana itaat et. Allah doğru yola iletsin.

 

Kadın Kendi Başına Evlenebilir Mi?

 

SORU: Bir kadın, kendisiyle evlenmek isteyen bir erkeğe kendini nikahlayabilir mi? İslâm'da bu caiz midir?

CEVAP: Evet, eğer kadının aklı kesiyorsa, yetkisini kullanabiliyor-larsa, kendine hayat arkadaşı olacak kişiye evlilik teklifinde bulunabi­lir. Bunda kınanılacak jve utanılacak bir şey yoktur. Nice büyük ve fa­ziletli kadınlar vardır ki, iyi erkeklere evlilik teklifinde bulunmuşlardır. Bu onlar için bir noksanlık sayılmamış, bilakis uzağı görme ve ileri gö­rüşlülük olarak kabul edilmiştir. İşte Hz. Hatice validemiz buna en bü­yük örnektir. O, Peygamberimize peygamber olmadan önce evlilik tek­lifinde bulundu. Evlilikleri çok bereketli ve uğurlu oldu. Rasûlullah hayatı boyunca ondan iyilikle bahsetti. Sehl b. Sa'd es-Said şöyle riva­yet ediyor:

Bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek "Ey Allah'ın Rasûlü! Nefsimi sana hibe etmek için geldim" dedi. Allah Rasûlü ona baktı ve ba­şım eğdi. Kadın Rasûlullah'ın kendi hakkında bir karar vermedi­ğini görünce oturdu. Ashabtan biri kalktı ve "Ya Rasûlullah ona ihtiyacın yoksa, onu benimle evlendir" dedi. Rasûlullah "Senin yanında bir şey var mıdır?" dedi. O da "Hayır vallahi hiç bir şe­yim yoktur" diye cevap verince, ailesinin yanına gidip birşey bul­masını istedi. O da gitti ve geri geldi "Hayır ya Rasûlullah bir şey bulamadım" dedi. Rasûlullah "Git! Demir bir yüzük olsun bul!" dedi, o da gitti ve geri döndü "Hayır vallahi demir bir yüzük de bulamadım. Ancak benim bu peştemalim vardır yarısını ona vere­bilirim" dedi. Rasûlullah "O senin peştamalini ne yapacak; o giy­se sen çıplak kalırsın, sen giysen o çıplak kalır" dedi. Adam epey­ce oturduktan sonra kalktı. Rasûlullah gittiğini görünce onu geri çevirdi. "Senin yanında Kur'an'dan bir şey var mı" dedi. O da

"Falanca sureleri bilirim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber "bunları can-ı gönülden mi okuyorsun?" diye sordu. O da evet dedi. "Öyle ise, git onu yanındaki Kur'an mukabilinde sa­na verdim" dedi.

Fakihler, bu hadis-i şerifi kadının kendini bir salih kocaya arzet-mesinin caiz olduğuna delil olarak ileri sürüyorlar.

Enes (r.a) şöyle anlatıyor:

Bir kadın kendini Allah Rasûlü'ne eş olmak için taktim etti. Enes'in kızı buna güldü, 'Hayası ne de azdır' dedi. Enes 'Bu ka­dın senden daha hayırlıdır' dedi. Çünkü o kendini Allah'ın Rasû­lü'ne takdim etti.

Alimler, bu takdimin örfen ve dinen kötü bir şey olmadığı husu­sunda bu hadisten hüküm çıkardılar.

Bu konuyla alakalı olarak Lisan'ul-Arab adlı kitapta anlatıldığına göre edebiyatı seven Saduf adlı bir kadın vardı. "Bana iyi cevap vere­cek biriyle evlenirim" dedi. Onu isteyen kapısına geldi. O da "Sen kimsin?" dedi. O da "Doğarken küçük şimdide büyüyen biriyim" dedi. Kadın "Sen nerelisin?" dedi. O da "Geniş bir saha ve uzak bir şehirde­nim" dedi. "Öyle bir şehir ki yakını uzak, uzağı yakın bir yer." "İsmin ne?" sorusuna Herkes bir isim koyabilir hiç önemli değildir," dedi. O da gizlidir, ama açığa çıkacaktır. O da "Yoksa beni istemeye mi geldin" deyince, kadın sorusuna, evet cevabı aldı, bunun üzerine 'Ben de ka­bul ettim' dedi. Kadın bu adamın akıllı ve konuşkan olduğunu görün­ce kendini ona arzetti. Yine de yanlış olan örf düzeltmeye muhtaçtır. Evlilik araştırıldıktan sonra yapılmalı.

 

Dinde Aşık Olmak Var Mıdır?

 

SORU: Meşru bir evlilik için olsa bile temiz sevgi ve aşk haram mıdır?

CEVAP: Sevgi yaratılıştan bir renktir. Yaratılış vücudun tabiatıdır. Sevgi aslında haram değildir. Hoca talebesini, baba çocuğunu, koca karısını, dost dostunu, vatandaş vatanını, iyi adam iyiliği sever. Sevgi hayvanlarla bitkiler arasında ve hatta ruhsuz maddelerde bile vardır. Meseleyi uzatmadan şu kadar söylemekle yetiniyoruz: Şerefli bir evli­lik için temiz bir sevgi ve aşk sevimlidir ve meşrudur, keşke Allah bü­tün sevenleri muratlarına erdirseydi.

 

Eşini Dövmek

 

SORU: islâm'da kocanın karısını dövmesi caiz midir? Bu bir şiddet sayılır mı?

CEVAP: Evet, bazı şart ve hallerde kocanın karısını dövmesi caiz­dir. Buna delil Allah'ın şu sözüdür:

Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yönetici­si ve koruyucu sudur. Onun için saliha kadınlar itaatkardır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namusla­rını) koruyucudurlar. Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın ve (bunlarla yola gel­mezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Çünkü Allah yücedir, büyüktür. (Nisa/34)

Ancak kadına vurmadan önce uygulanması gereken bazı merhale­ler vardır. Başta iyi bir eş seçmek, karısıyla iyi geçinmek, hata yaptığı zaman hatasını düzeltmek, azarlamak, korkutmak ve benzeri önlemler. Bütün bunlar işe yaramazsa hakemlere başvurmak, sonra yatağını ayrı tutmak. Ancak bütün bunlardan sonra inadında ısrar ederse, o zaman bir tarafını kanatmadan, biryerini kesmeden, kemiklerini kırmadan, bir tarafını incitmeden, yüzüne vurmadan ve iz bırakmadan hafifçe döv­mek caizdir. Hatta deniliyor ki burdaki dövmeden kasıt misvakla döv­mektir. Bununla beraber vurmamak daha uygundur. Çünkü Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Hayırlınız hanımım dövmeyeninizdir.

Kölelerin dövüldükleri gibi, sizden biriniz eşini dövmekten haya etmez mi? Onu gündüzün başında döver, gecenin sonunda da onunla cinsi ilişkide bulunur?

Bu açıklamalardan sonra bu dövme şiddet sayılır mı?

Bu soru münasebetiyle İtalya Medeni Kanununda da kocanın ka­rısını dövebileceği hususunda ruhsat bulunduğunu hatırlatmadan geç­meyeceğim.

 

Kadının Evini Terketmesi

 

SORU: Meşru olmayan sebeplerden dolayı kocasının evini terke-dip babasının evine giden kocasının ısrarlarına rağmen dönmeyen ka­dın ve kocası yeniden evlenseler. Eski koca "Bana şu kadar mal verir­seniz boşanırı" dese, (mal verilmeden) bu kadın boş olur mu?

CEVAP: Kadın kocasının evini meşru mazeret olmaksızın terk et­mekle naşize olmuştur. Yani kocasına karşı başkaldırmış ve itaattan çıkmıştır. Kocası ona nafaka verdiği ve boşamadığı sürece, o onun ka­rısı olduğu müddetçe ona itaat etmesi gerekiyor.

Bu adamın başka bir kadınla evlenmesi sahihtir. Ancak hala ilk kocanın nikahı altında iken o onu boşamadan kadının ikinci bir erkek­le evlenmesi batıl ve geçersiz bir evliliktir ki, zina sayılır. Çünkü bir­den fazla erkeğin iştiraki bir kadında caiz değildir. Adamın belli bir mal mukabilinde kadını boşayabileceğine gelince buna hul'a, yani mal karşılığı boşama denir. Ancak bu, sadece şart koşmakla olmaz. Şart ko­şulan mal verildikten sonra olur.

Oğlunu Islah Edemeyen Baba

 

SORU: İnsanlara vaaz ve nasihatta bulunan, onları hayra teşvik

eden, onları kötülükten sakındıran, dinde çok gayretli olan bir babanın çok bozuk ve inatçı bir oğlu olsa, bu baba ilk önce kendi çocuğunu ıs­lah etse daha iyi olmaz mı? Bu durum onun için bir kusur sayılır mı? Bu baba bu konuda azaba müstahak olacak mı?

CEVAP: Bu baba çocuğuna nasihat etmemiş ve ona vaazda bulun-mamışsa, bu ihmalinden dolayı sorgulanacak ve Allah katında kusur yapmış sayılacak. Çünkü ona vacib olan kendi çocuğuyla işe başlama­sıdır. İdeal bir toplum meydana getirmek için bu en tabii ve doğru yol­dur. Bundandır ki Allah (c.c) Peygamberine, uyarmaya ehlinden başla emrini veriyor:

(Önce) en yakın akrabanı uyar. (Şuara/214)

Bu baba kendisine düşen nasihati yapmış, çocuğunun ıslahına gü­cü yetmemişse, ona herhangi bir sorumluluk yoktur. Bu hususta Allah şöyle buyurmaktadır:

Rasülüm! Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. (Kasas/56)

Sen yeryüzünde bulunan herşeyi verseydin, yine onların gönülle­rini birle süremezdin. (Enfal/63)

Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değil­lerdir. (Yusuf/103)

Hz. Peygamber'in birçok akrabaları kâfir idiler, o onlara çok nasi­hat etti. Buna rağmen onlar ıslah olmadılar. Bilakis onlar ona düşman oldular. Ebu Leheb onun amcası idi. İşte Kur'an onun hakkında şöyle buyurmaktadır.

Ebu Leheb'in iki eli kurusun kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip oldu­ğu halde karısı da (ateşe girecek). (Tebbet/1-5)

Hz. Nuh'un isyankar bir oğlu vardı. Babası ona nasihatta bulundu. Babası Peygamber olduğu halde nasihati fayda vermedi. Allah bu ko­nuda şöyle buyurmaktadır:

Nuh gemiden uzakta bulunan oğluna: "Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin kâfirlerle beraber olma!" diye sislendi, oğlu "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım!" dedi. (Nuh) "Bu­gün Allah'ın emrinden (azabından) merhamet sahibi Allah'tan baş­ka koruyacak kimse yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu. (Hud/42-43)

Hz. Nuh ve Hz. Lut'un hanımları kocaları peygamber oldukları halde iman etmediler. Onlann tüm nasihat ve tebliğlerine rağmen inkâr da direttiler, Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Allah inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikahlan altında iken on­lara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara "Haydi, ateşe girenlerle beraber sizde girin!" denildi. (Tahrim/10)

Beşerin babası olan Hz. Adem'in iki oğlu vardı. Biri iyi diğeri kö­tü idi. Kardeşi ona nasihatta bulundu ama o nasihata aldırmadı. Özkar-deşini Öldürdü Kur'an onun güzel nasihatini şöyle dile getirmektedir:

Andolsun ki, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öl­dürmek için el uzatacak değilim. Ben alemlerin rabbi olan Al­lah'tan korkanm. Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın, za­limlerin cezası işte budur. Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürme­ye itti ve onu öldürdü. Bu yüzden de kaybedenlerden oldu. (Ma-ide/28-30)

Çoğu kez kötü insanlardan da iyi nesiller meydana gelir. İşte bu­na misal inatçı, zalim Firavun'un karısı ve işte inatçı ve saldırgan bir toplumdan çıkan namuslu Hz. Meryem. Allah onlar hakkında şöyle bu­yuruyor:

Allah iman edenlere de Firavun'un karısını misal gösterdi. O, "Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!" demişti.

İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gös­terdi). Biz ona ruhumuzdan üfledik ve rabbinin sözlerini ve kitap­larını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi. (Tahrim/11-12)

Daha nice örnekler vardır ki, insanlar kendi yakınlarını ıslah et­mede aciz kalıyor. Bu başkasının ıslahı için bir mani teşkil etmiyor. Bunda gösterdiği başarıyı diğerinde gösteremiyor. Yeter ki insan cehd

göstersin. Hidayet Allah'tandır. Bize çalışmak düşer.

 

Yanlış Evlilikler

 

SORU: Evli bir erkeğin, karısının yeğeniyle ikinci bir evlilik yap­ması hakkında İslâm'ın hükmü nedir? İkinci eşin hamile kalması duru­munda ne yapılacak?

CEVAP: Teyze ve yeğen olan iki kadından biriyle evlenen erkek di­ğeriyle evlenemez. Çünkü onlar yakın akrabalardır. İslâm'ın hükmü bur-da gayet açıktır. Sualden anlaşıldığı kadarıyla birinci kadın diğerinin teyzesidir. Bu durumda bu adam bu iki kadını bir anda nikah altında bu-lunduramaz. Bu evlilik akü caiz değildir. Bu durumda ikinci eşini boşa­ması ve birinci eşini nikahı altında tutması lâzımdır. İkinci kadın hami­le kalmışsa, onun çocuğu babasına nisbet edilir. Diğer çocuklarına ne varsa ona da vardır. Bütün ulema bu konuda hemfikirdirler. Şunu ifade etmeliyim ki, evlilik meselesi çok mühim bir meseledir. Evlenmeden önce iyice araştırmak lazımdır ki, insanlar haram bir evlilik yapmasın­lar. Bunların başında da süt kardeşliği ve yakın akrabalıklar gelir. Yok­sa sonradan insanlar büyük pişmanlık duyar ama iş işten geçer.

Evlad Edinmenin Hükmü

 

SORU: Bir kısım müslümanlar arasında yaygın olan buluntu çocu­ğu evlad edinmek, resmi olarak kaydına geçirmek, miras ve sair hak­larda pay sahibi yapmak gibi hususlara ne dersiniz?

CEVAP: Evlad edinmek dinen haramdır. Bazı İslâm bilginleri onu büyük günahlardan saymışlardır. Hatta kim onu helâl bir hale getirme­ye çalışırsa, Allah'ın hükmünü hafife alır ve Allah'a karşı cüretli dav­ranırsa kâfir olur diyenler de vardır. Rasûlullah bu konuda şöyle bu­yuruyor:

Az da olsa nesebinden sapan küfran-ı nimette bulunmuştur.

Babasından başkasına kendini nisbet eden kişiye cennet haram olur.

Babasından başkasına kendini nisbet eden kişi ve efendisinden başkasına kendini veren köle yokmu; Allah'ın meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Allah ondan ne bir tevbe ne de bir fidye kabul etmez.

Evlad edinme zalim cahiliyenin adetlerindendir. Cahiliye Arabla-n babası bilinmeyenleri evlad edinir. Onu kendine nisbet eder, gerçek evladlar hakkında geçerli olan herşeyi onlara uygulardı. Ancak İslâm gelince onları bu günahtan kurtardı. Bilindikten sonra herkesin kendi babasına nisbet edilmesini istedi. Eğer çocuğun babası bilinmiyorsa veya satın alınan kölenin babası bilinmiyorsa ve de müslümansa, müslümanlar onu kendilerine din kardeşi olarak kabul ederler. Kendisine adaletle muamele edilir. Allah şöyle buyuruyor:

ve evladlıklarınızı da öz oğullarınız kılmadı, bunlar sizin ağız­larınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise, gerçeği söyler ve doğru yola eriştirir. Onları (evlad edindiklerinizi) babalarına nis­bet ederek çağırın, Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babala­rının kim olduğunu bilmiyorsanız bu takdirde onları din kardeşle­riniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. (Ahzab/45)

Allah (c.c) bu adeti kaldırmak için işe Rasûlü'nden başlamıştır. Hz. Peygamber'in azat edip evlat edindiği Zeyd b. Hârise'ye Zeyd b. Muhammed derlerdi. Allah bunu haram kıldı ve Zeyd'in boşadığı Zey-neb binti Cahş'la evlenmeyi Hz. Peygamber'e emretti; Arabların katı adetini kırmak için. Çünkü evlatlığın boşadığı karısını nikahlamak o ana kadar haram idi. İşte İslâm bu tabuyu yıktı.

Allah evlad edinmeyi haram kıldı. Çünkü o bir iftira ve yalandan ibarettir. Evlad edinme, soyların karışmasına, asli bağların kopmasına sebep olur. Evlad edinme, genellikle meşru olan evlatlarla, evlatlıklar arasında mal ve miras sebebiyle düşmanlıklar meydana getirir. Müslü­manların bundan sakınması lazımdır. Kim hayır yapmak isterse, nice yapılacak işler ve hayırlar vardır. Hayırlı işler evlad edinmeden ibaret değildir.

 

Yeni Doğan Çocuğun Haftalığını Kutlamak

 

SORU: Çocuğa; doğumunun yedinci gününde kutlama programlan

düzenleniyor. Ve buna "haftalık kutlaması" deniliyor. O günde mumlar yakılıyor, helva dağıtılıyor. Çocuğun akrabalarından para toplanıyor. Bu İslâm dinine uygun mudur?

CEVAP: Soya sevinmek insanın tabiatında olan bir şeydir. Bu se­vinci açığa vurmak normaldir. Yedinci günü kutlamak da bunlardan bi­ridir. Bunun bir sakıncası yoktur. Çünkü dinle çelişmez. Onda bir kö­tülük ve İslâm'ın yasakladığı bir durum olmadığı sürece, hiçbir şey ol­maz. İslâm'da da haftalık kutlaması vardır ki ona Akika derler; o kutla­mada çocuğun saçını kesip ağırlığınca gümüşü fakir ve muhtaçlara sa­daka vermek, çocuğun ismini vermek, ona Akika Kurbanı kesmek, bir kısmını yeyip bir kısmını dağıtmak, misafirleri ağırlamak ve muhtaç­lara sadaka dağıtmak gibi faydalı ve güzel işler yapılır.

Bu konuda şöyle bir rivayet vardır. Rasûlulîah Hasan için bir kur­ban kesti ve "Ey Fatıma! Onun saçını traş et, saçı ağırlığınca gümüş sa­daka ver" dedi. Onun saçını tarttılar bir dirhem veya biraz eksik çıktı. İşte bu kutlama sünnettir kimisine göre de vacibtir.

 

Bîr Kaç Soru

 

SORU: Bana sualler soran gençlere kısa olarak cevap verdim. Bilimsel yollarla doğum kontrolü, iktisadi nizamda kollektivizm ve kadı­nın sanat ve temsille uğraşması ve birden fazla evlilik hakkında görüş­lerinizi öğrenmek istiyorum.

CEVAP: Ben bir âlim olduğum için bunları benden soruyorsunuz. Size hemen şunu ifade edeyim ki, İslâm bir hayata kastedilmediği sü­rece aile planlamasına veya nüfus kontrolüne karşı değildir. Eşlerin rı­zası olmak şartıyla hamilelikten kurtulmak için azl uygun görülmüştür, Şunu da hatırlatayım ki insan Allah'ın takdir ettiğinin önüne geçemez. Allah bir şeyi murad ettimi yapar. Allah emrinde galiptir. Fakat insan­ların çoğu bilmezler.

Ama iktisadi nizamda kollektivizmi uygulamaya gelince, eğer kollektivizmden kasıt, ümmet fertleri arasında yardımlaşma, katmanla­rı arasında dayanışma, fırsat eşitliği, herkesin layık olduğu yere gelme­si gibi şeyler ise, bütün gönlümle buna katılıyorum. Çünkü iktisadi ni­zamda temel direk bunlardır. İslâm da bu tür kollektivizme çağırıyor.

İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlasın. (Maide/2)

Mü'minler ancak kardeştirler. (Hucurat/10) Hz. Peygamber de şöyle buyuruyor:

Kul kendi kardeşinin yardımına koştuğu sürece Allah da onun yardımına koşar.

Kadının sanat ve temsille iştigal etmesine gelince, ben uzun za­mandan beri din ile sanatın yaklaş tinim asın a çağırıyorum. Her zaman şunu söylüyorum: Sanat adamı dindarlaşırsa, din adamı da sanatkâr olursa, o zaman sağlam inanca ve sağlam sanata hizmet etmek için yo­lun ortasında buluşurlar. "Şüphesiz sanat çevreleri insanları dinden uzaklaştırırlar. Öyleyse kadın bu sanat işine girmesin" deniliyor. Böy­le bir şey yoksa kadının sanatla meşgul olmasında bir sakınca yoktur.

Birden fazla kadınla evlenmeye gelince, nafaka durumu insanları bir kadınla yetinmeye zorluyor. Çünkü koca bir ev inşa edecek, ailesi­ni koruyacak, mutlu edecek, çocuklarını terbiye edecek, bunlar yorucu şeylerdir. Adam bir kadının hakkını veremezken nerde kaldı ki ikinci­sinin hakkını versin. Bununla birlikte İslâm ihtiyaç anında ve şartlar yerine gelirse çok evliliği helâl kılmıştır. Ancak bazı hususi durumlar­da çok evliliği iyi görmüştür.

 

Boşama Erkeğin Yetkisindedir

 

SORU: Boşama yetkisi neden erkeğe verilmiştir de kadına verilme­miştir?

CEVAP: İslâm boşama yetkisini erkeğe vermiştir. Çünkü o kadın ve aile üzerinde yetkili kılınmıştır. Zira erkek hayatın zorluklanna karşı kadından daha dayanıklıdır. Erkek boşamada kadından daha temkinli­dir. Çünkü evlilikte ençok yorulan odur, mehri o verir, evi o döşer, dev­lete vergiyi o öder, nafakayı o verir. Boşamadan sonra eski karısına verdiği mehir yükler dolusu olsa bile geriye birşey alamaz, aynca ye­niden evlenirse hem yeni bir mehir, hem de nafaka sorumluluğu vardır. Bundan dolayı erkek boşamayı göze alamaz.

Bunlarla beraber eğer kadın akit anında boşamanın/boşanmanın kendi elinde olmasını şart koşarsa, kendini kocasından boşayabilir. Meşru bir sebep olursa hakim de onu kocasından ayırabilir. Bundan anlaşılıyor ki İslâm boşama yetkisini erkeğe vermekle kadının hakkını çiğnememiştir. Bilakis herşeyi layık olduğu yere koymuştur.

 

Üçten Dokuza Boşamak

 

SORU: Karısını üçten dokuza boşayan kişinin eşi ondan tamamen boşanır mı? Yoksa altı talak gider üç talak mı kalır? Böylesi boşama­nın dinde yeri nedir?

CEVAP: Hanefî mezhebine göre adam karısını üç talakla boşarsa, hanımı boş olur, ondan tamamen ayrılır. Bundan sonra, ancak iddeti bi­ter, yeni bir nikahla başka bir koca ile evlenir, o koca da onunla yatar kalkar, sonra o da onu boşar veya ölürse, ondan da iddeti dolarsa, kadın razı olursa, yeni bir mehir ve yeni bir akitle eski kocasıyla evlenebilir.

Erkek karısına 'seni dokuz talakla' veya 'seni birkaç kez boşadım' veya 'sen çokça boşsun,' 'seni bin defa veya binlerce defa boşadım' derse, bunların hepsi üç talak sayılır. Bunların hükmü yukarıda bahsi geçen talakın hükmü gibidir. Üçten fazla söylenen talaklar boş sözden ibarettir. Onun bir önemi yoktur.

Mısır Ahval-i Şahsiye kanununda şu hüküm bulunmaktadır: "Ta­lak sayısının lafzı ve işareti ne olursa olsun onunla ancak bir talak vaki olur.

 

Şarta Bağlı Olan Boşama

 

SORU: Koca, karısına "Babanın evine gidersen boşsun" dese, o da gitse, ne olur? Boşama esnasında şahitlere gerek var mıdır?

CEVAP: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah katında en buğzedilen şey talaktır.

Allah, zevk için çok evlenene ve boşayana lanet etsin.

Talak (boşama) ihtiyaç anında kullanılan bir ilaca benziyor. İs­lâm'da asi olan şudur: Koca karısını boşama mecburiyetinde kaldığı zaman onu boşar. Ama bugün müslümanlar arasında talakla yemin et­mek çok yaygındır. Muamelelerde talakla yemin etmek, iddiasını kuv­vetlendirmek için, bazı şeylerin yapılması için teşvikte bulunmak veya bazı şeyleri terketmek için talakla yemin İslâm'ın anlayışında yoktur. Talakı ancak gerçekten karısını boşamak istediği zaman zarureten kul­lanmalıdır.

Şeyh Şeltut'un fetva kitabında -ki o Hanefîdir şarta bağlı talak hakkında şöyle bir misal verilmektedir: Bir koca karısına "sen benim iznim olmadan evden çıkarsan veya komşularla konuşursan veya şöy­le yaparsan sen boşsun" derse, bundan kasıt karısını korkutmak, sakındırmak ise, onu boşamak istemiyorsa, bu bir boş sözden ibaret olup ka-rı-kocalık hayatına tesiri olmaz.

Ama gerçekten karısına kızıyorsa, onunla yaşamak istemiyorsa, insanların önünde onu boşamak istiyorsa o zaman karısı onun dediği­ni yapmazsa o bir talakla boşanır, altmış talak da dese bir talak sayılır. Ümmetin halef ve selef âlimleri bunu böyle kabul etmişlerdir.

Ancak ben Kur'an'daki talak'ı hiç bir şeye bağlanmayan ve kati­yet ifade eden bir şey olarak görüyorum. Allah şöyle buyuruyor:

• Boşama ikidir...

• Eğer onu boşarsa...

• Siz kadınları boşadığınız zaman...

Bütün bunlardan anlaşılan tek şey vardır o da talakın bilfiil vuku-bulm asıdır.

Boşamayı (talakı) karısı olsun başkası olsun onun yapacağı işe bağlamak, boşama sayılamaz. Yine Fetvalar kitabında şu ibare vardır: "Sayılarla ifade edilen talak -yani adamın karısına sen üç talakla boş­sun demesi gibi- ancak bir tek rici talak sayılır. Talakla yemin etmek, çirkin ve boş sözdür. Bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunda ya­pılan talak ile yemin, tehdit ve korkutmak için ise talak vaki olmaz.

Şarta bağlı talakla boşama olmaz. Şu anda fetva böyle verilir. Her ne kadar Hanefî mezhebine muhalefet de olsa. Yok eğer niyeti bizzat boşama ise, o zaman bağlı bulunan şart yerine gelirse, talak vaki olur.

Talak şahitliğine gelince, talakta şahitlere lüzum yoktur. Çünkü ki­şi hakkını kullanmakta şahitlere muhtaç değildir. Talak erkeğin hakkı­dır. Ona şahit tutmak gerekmez. İmam Cessas, Ahkam-ül Kur'an isim­li tefsirinde bazı fakihlerden rivayet ederek şöyle diyor: Talak, nikah ve ricat şahitlerle olur. Çünkü bu bir ihtiyattır, sonradan insan pişman ola­bilir. Talak da ancak şahitlerle olur. Talakta şahit isteyenler Şianın İma-miye koludur. Onlar boşamada da iki adil şahit şartını ileri sürüyorlar iki şahidin huzurunda olmayan boşamanın bir hükmü yoktur, batıldır.

 

Kızgın Adamın Talakı

 

SORU: Kızgın iken karımı üç talakla boşadım. Kızgınlığımdan ne söylediğimin farkında değildim. Bu karımdan çocuklarım vardır. On­ların durumundan korkuyorum. Karımı nikahımda tutmanın çaresi var mıdır?

CEVAP: Talak'm vuku bulması için insanın söylediğini işitmesi ve ne manaya geldiğini bilmesi lazımdır. Onun için Hanefî mezhebinde öfkeli kişinin talakı vaki olmaz. Buna medhuş yani aklı başında olma­yanın talakı denir. Ona dehşet ve zühul (yanılma) arız olmuştur. Ken­disine, kızgınlıkla verilen talakın durumu sorulan bir kadı 'Kızgınlık deliliğin bir çeşididir; onunla talak vaki olmaz' diye cevap verdi. İbn Abidin haşiyesinde, İbn Kayyım bir risalesinde şöyle demiştir:

Kızgının üç çeşit talakı vardır.

Birincisi: Kızgındır ama aklını kaybetmemiştir, ne söylediğinin farkındadır. Şüphesiz bunun talakı vuku bulur. İkincisi, kızgınlı­ğın son haddine erişmiş ne yaptığının ne söylediğinin farkında de­ğil, onun boşaması vuku bulmaz. Üçüncüsü bu ikisinin ortasında olan bir kızgınlıktır. İşte bunun durumuna bakılır. Deliller onun talakının vuku bulmaması yönündedir.

Hanefiyyül mezhep olan İbn Abidin şöyle diyor:

Bana öyle geliyor ki kızgın kişinin ne dediğinin farkında olmama­sı değil de belki hezeyanlar savurması ciddi ile saçmalığı birbirine karıştırması bile yeter. Nitekim sarhoş hakkında fetva da böyledir.

Sonra kızgın kimse hakkında en güvenilir şey, sözlerinde karışık­lık, fiillerinde adet dışı şeyler görmek, keza yaşlılıktan, hastalık­tan, ani bir musibetten dolayı aklını karıştıranlar hakkında da ay­nı şey geçerlidir. Fiil ve sözlerde karışıklık olduğu sürece bu ge­çerlidir, her ne kadar ne dediğinin ne yaptığının farkında ise de. Çünkü bilmek ve irade muteber değildir. Çünkü bu sahih ve sağ­lam bir anlayıştan gelmiyor. Akıllı çocuk da bunlar gibidir.

Dr. Muhammed Yusuf Musa Ahkâm'ul-Ahval'uş-Şahsiyye isimli kitabında şöyle söylüyor:

Talakın vukua gelmesi için kocanın ne dediğinin ve ne yaptığının

farkında olması lazımdır.

"Aklını kaçıranın yani Medhıış'un talakı vaki olur mu?" sorusuna cevap olarak şöyle diyor:

İlk önce medhuş'un yani dehşete düşmüş, aklını kaçırmışın tavsi­fini iyi yapmak lazımdır. Lisan~ül Arab'ta medhuş korkudan, ya­nılmadan veya hayretten aklım kaçıran kişi şeklinde tarif ediliyor.

Durum böyle olunca, asabi bir sadmeden aklı ve fikri giden ve ne dediğini bilmeyen dehşete düşmüş kişinin talakı vaki olmaz. Fakihler de böyle kişilerin talakının sahih olmadığını söylüyorlar. Nasıl ki, delinin, bunağın ve baygının talakı makbul değilse, med­huş'un da talakı makbul değildir.

Aşırı kızgın kişinin de durumu aynıdır. Çünkü o ne dediğinin ve ne yaptığının farkında değildir. İbn Abidin kızgın veya dehşet içinde olan kişilerin boşamasının geçerli olabilmesi için ne dedik­lerini bilmemek şartım öne sürmüyor. Ona göre saçma sapan ko­nuşmak ve ciddi ile şakayı birbirine karıştırmak yeterli bir sebep­tir. Yani saçmalayan bir adamın da talakı geçerli değildir.

Soru soran kişi kendi durumunu yukarıdaki bilgilerin ışığında tes-bit edebilir, ve sorusunun cevabını bulabilir.

 

Kızgının Talakı

 

SORU: Kızgınlık anında eşini üç talakla boşayan erkeğin, karısını yanında tutabilmek için bir yol var mıdır?

CEVAP: Akıl ve baliğ olanların boşaması geçerli olur. Ancak bu durumdaki kişi boşama yetkisine sahiptir. Bu nedenle fakihler, asabi­yetinden dolayı ne dediğini bilmeyen kişinin talakının geçerli olmadığını söylüyorlar. Çünkü onda dinleme, rüşt ve düşünce diye bir şey kal­mamıştır. Bunu deliye, cinnet getirene benzetirler. Bu hastalıklardan biri onda olduğu sürece, ne dediğini bilse dahi onun sözleri mu'teber değildir. Çünkü bu sıhhatli bir anlayıştan ileri gelmiyor.

Aynen bunun gibi ne dediğini bilmeyen kızgının da talakı geçerli sayılmaz. Hanefî fakihlerine göre, sözlerinde karışıklık olan kişinin ta­lakı geçerli olmaz.

Şimdi soru sahibi yukarıdaki şartlar dahilinde boşamışsa, o boşa­ma geçerli değildir. Bu şartlar tahakkuk etmemişse, o zaman rici bir ta­lak vaki olur. Bir defada üç talak verse dahi bir talak sayılır. Ondan Ön­ce iki defa boşamamışsa bir şey olmaz, yok eğer bundan önce iki defa daha boşamış, bu da üçüncü olmuşsa üç talak olur. Eşi tamamen ondan boşanır. Ondan başka bir kocaya varır, o koca onunla karı koca mu­amelesinde bulunur. Sonra iradesiyle onu ya boşar veya ölürse, sonra iddeti dolarsa, yeni bir nikah, yeni bir akitle ve mehirle ilk kocasına dönebilir.

SORU: Küçük kardeşimle beraber süt emen bir kızla evlenebilir miyim?

CEVAP: Aşağıda açıklayacağımız şekilde eğer, bu genç kız soran kişinin annesinin sütünü emmişse, onun süt kardeşi olmuştur. Onunla evlenmesi haramdır. Çünkü nesebçe haram olan evlilik, sütçe de ha­ramdır.

Din âlimlerinin çoğu süt kardeşliğinin meydana gelmesi ve evlili­ği yasaklayıcı olabilmesi için çocuğun, iki yaşından önce, ayrı ayrı beş veya daha fazla doyurucu süt emmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu adetten az olursa haramlık meydana gelmez. Fetva şu anda böylece ve­riliyor. Hz. Âişe'den, İbn Mesud'dan, Ata ve Tavus'tan böyle rivayet edilmiştir. Aynı zamanda İmam Şafii'nin de içtihadı bu yöndedir.

Evliliği haram kılan emzirmenin sayısı hakkında acaba tam mı ol­du eksik mi (beş defa mı yoska daha az mı?) şeklinde şüpheye düşülürse, yakin (kesin bilgi) ile hükmetmek lazımdır. Şüphe ile haramlık mey­dana gelmez. Çünkü asıl olan haram olmamaktır. Yakin şüphe ile izale olmaz. Bu açıklamalarda soru soran kişi sualinin cevabını bulabilir.

 

Çok Evlilik Hakkında

 

SORU: İslâm neden birden fazla kadınla evlenmeyi mubah kılmış, Hz. Peygamber (s.a) neden çok kadınla evlenmiştir?

CEVAP: Bu mesele, bizi en çok meşgul eden bir meseledir. Gaze­te, dergi ve kitaplar bunu sürekli kurcalamaktadır. Bu nedenle onun önüne çıkmamız vacft oldu. Bu durum tekrar gösterdi ki İslâm tek hak ve ebedi dindir. Her zaman ve mekanda geçerli olacaktır. Bu konu şöy­le gündeme geldi: Hristiyan bir erkek iki kadınla evlendi, birinci kadın, ikinci kadını çocuklarıyla beraber kocanın onlara vereceği haklardan mahrum etmek için -Hristiyanlıkta iki kadınla evlenmenin haram ol­duğu gerekçesiyle— mahkemeye verdi.

Mahkeme de kadının isteğini reddetti. İslâm'ın birden çok evlili­ği mubah gördüğü fikrinin de bir hata olduğuna hükmetti. Çok evlilik hemen hemen tüm toplum ve dinlerde tatbik edilmiştir. Mısır'da Fira­vunlar zamanından beri çok evlilik vardı. Yahudilikte de vardı. Ancak Miladi onbirinci asırda bir yahudi zirvesi bunu yasakladı. Bununla birlikte bir kısım yahudiler peygamberlerine ittibaen çok evlilik sün­netine devam ettiler. İncil'de de çok evliliği yasaklayıcı bir hüküm yoktur. Hristiy anlıkta da çok evliliği yasaklayan din adamlarının yük­sek zirvesidir.

Bu mevzuda hakimin kararının özeti budur. Onun bu kararı çok şey ifade ediyor. O büyük bir eserdir. O her zaman her şeyi bahane edip İslâm şeriatına dil uzatanların yüzüne indirilmiş bir şamardır. Çünkü onlar çok evliliği kesin olarak yasaklamak istiyorlar. Erkek ve kadını mirasta eşit yapmak, talak'ı (boşamayı) kaldırmak gibi daha nice deği­şiklikler yapmak istiyorlar. Halbuki Allah emrinde galiptir. Fakat in­sanların çoğu bunu bilmezler.

Bu kararın değeri, din adamı olmayan, medeni bir hakimden gel­mesinden dolayıdır. O insanlar arasında yayılan bir vehmi tashih edi­yor. O temiz İslâm dinini cahil ve çekemeyenlerin insafına terketmiyor. Bir çok iftiracı çok evliliğin bütün şekilleriyle beraber kötü bir şey ol­duğunu söylerler. Kesinlikle yasaklanması gerektiğini söylerler, halbu­ki çoğu zaman ona ihtiyaç duyulur, insan çok evliliğe mecbur kalır. Başta savaş olmak üzere çeşitli sebeplerden kadınların sayısı çoğalır-sa, erkeklerin sayısından fazla olan bu kadınlar için bir aile hayatı ge­rekecektir. Yoksa bu kadınlar cinsel terör ve günaha girecekler, bir sü­rü şerli taifeler meydana gelecek.

Hanımı kısır olan ve çocuk sahibi olmak isteyen erkek ne yapa­caktır? Hanımını boşayıp yeniden evlense zulüm olacak. Belki de ka­dın perişan olacak. Bu durumda tek çare ikinci bir eş almaktır.

Yine, hanımı müzmin bir hastalığa yakalanan ve kadınlık görevi­ni yerine getiremeyen koca ne yapacaktır? Gayri meşru yollara mı te­vessül etsin?! Aslında, hem müslümanlar, hem de laikler çok evliliği fiilen mubah görüyorlar. Aralarındaki fark şudur: İslâm ihtiyaç olursa ikinci evliliğe ruhsat verir. Ve bu evlilik toplumun gözü önünde herke­sin duyacağı açık bir şekilde karı-kocalık haklarına riayet ederek yapı­lır. Laiklere gelince, onlarda çok evlilik perdeler arkasında, gayr-i meş­ru olan cinsi ilişkiler ve kadm-erkek arasındaki hayvani ilişkilere da­yanıyor.

Bunda temiz toplumun onayı ve evliliğin haklan yoktur.

Şimdi biliyorsanız (söyleyin) iki gruptan hangisi güvende olmaya daha layıktır? (Enam/81)

Biz bununla çok evliliğe teşvik etmiyoruz. Ancak o ihtiyaç anın­da kullanılacak bir ilaç gibidir. İhtiyacı olmadan bunu kötüye kullana­na gelince kendilerine de başkalarına da kötülükte bulunuyorlar. Fakat ilacın kötüye kullanılması, onun tamamen terkedilmesini gerektirmez. Yoksa bu ilaca muhtaç olan hastalığı tedavi etmek zorlaşacak.

İdeal ve mutlu evlilikte esas olan bir kadınla yetinmektir. Erkek kadına, kadın erkeğe yardımcı olur, birbirlerinin mutluluk kaynağı olurlar. Onlardan her biri kalbinin derinliğinde diğerinin hayat ortağı olduğunu hisseder. Hatta ilk sevgi tohumu ailede atılır. Asamızda ha­yat zorlaşmıştır. Normal bir insan ancak bir kadının hakkına riayet edebilir.

Yüce dinimiz, nafaka temininden aciz olan erkeğin evlenmesini ve hakkını vermeyene ikinci evliliği mubah görmez. Burda en belirgin işaret erkeğin kadının hakkını yerine getirip getirmediğine bakmaktır. Ev için nafaka ve zorluklar vardır. Bir tek kadın dahi çok özen ister. Bir erkek çok muhtaç olursa, ikinci bir kadınla evlenmeye kalkar. İki ka­dın arasında adalet yapacağına inandığ zaman evlenebilir. Allah şöyle buyuruyor:            

Bir kişinin iki hanımı olupda aralarında adaleti sağlayamazsa, bir yanı düşük olduğu halde Allah'ın huzuruna gelir.

Bununla ilgili olarak haddini tecavüz eden bir mecmua Peygam­berimizin evlilikleri hakkında bir makale yayınladı. Çok evliliğin çok şehvetten doğduğunu iddia ediyor. "Nede kötü hüküm veriyorlar." Al­lah'ın peygamberliğine seçtiği, dağların bile çekemediği sorumlulukla­rı yüklenen bir Peygamberde hangi azgın şehvet olabilir ki? Hatta gü­zel ahlâka sahip olan birisinde bile bu azgın şehvet yoktur. Onun hu­yunun güzelliği, mizacının mutedilliği, küçüklüğünden beri tasarrufu­nun güzelliği, yirmi beş yaşında iken, iki defa evlenip dul kalmış kırk yaşında olan bir hanımefendi ile evlenmesi ve bu yaşlı kadınla yirmi-beş yıl yaşaması dikkate alındığında bunun iğrenç bir iftira olduğu he­men anlaşılır. Eğer azgın şehvetten bir eser olsa idi, o daha kuvvetli ve genç iken çok evlenirdi.

Rasûlullah ancak son senelerinde, kabileleri birleştirmek, kabile­lerin arasım bulmak için Allah'ın vahy ve yönlendirmesiyle çok kadın­la evlenmiş. Yoksa onların iftira ve vehm ettikleri gibi değil. Hz. Aişe ile evlenmiş, Hz. Ebubekir'i onurlandırmak için, Hz. Hafsa ile evlen­miş Hz. Ömer'i razı etmek için ve Bedir'de şehit edilen kocasının yetimlerini himaye etmek için Hz. Ümmü Seleme ile evlenmiş, Hz. Zeyneb binti Cahş'la evlenmesi ise, Arablar arasında meşhur olan evladlık tabusunu yıkmak içindi. (İslâm kendi evladlığının eşiyle evlenebilir hükmünü getirdi.)

Bu açıklamalardan sonra hala Hz. Peygamber'e iftira ve bühtan yapılır mı? Rasûlullah'm mücadeleli hayatında, rahata zaman ayırmak yoktu. O rahat etmek isteseydi de yapamazdı. O bir davayı neşretti. Ümmeti birleştirdi. Onları tek kelime üzerinde topladı. İnsanları karan­lıktan aydınlığa çıkardı.

Gazve ve savaşlara şahit oldu, toplulukları dağıttı, şirki mahkum etti. Kendini ümmetinin her derdine karşı sorumlu tuttu. Durum böy­leyken hayatında şehvete geniş yer verebilir miydi? Bir adam vaktinin çoğunu ticaret yaparak veya yazı yazarak veya çalışarak geçirirse in­sanları, kadınları ve dünya metamı unutur, şehvete ve eğlenceye vakit bulamaz. Nerde kaldı ki bütün insanlar rahat ve mesut olsunlar diye çalışıp yorulan o yüce Peygamber şehvetini tatmin etmeye zaman bu­labilsin.

 

Kadın Ve Erkek İlişkileri

 

SORU: İslâm kadınla erkek arasındaki ilişkiye nasıl bakmıştır?

CEVAP: Allah hayatı verdi ve canlıları yarattı, yeryüzünde insanla­rı canlıların efendisi yaptı. Allah insan neslini kadın ve erkek unsuru­na bağladı. "O erkek ve kadın diye bir çift yarattı." İkisinin de kayna­ğı birdir. Tabii mantık iki cinsin eşit olduğuna hükmeder fakat nice za­mandır ki, bu konuda doğruluktan sapma olmuş, kadınla erkeğin arası açılmış ve aralarına farklar konulmuş. Birbirine kardeş değil de bir bi­rini boğazlayan iki düşman gibi yaşamaya başladılar. Kadın bu konu­da tam bir düşmanlığa vardı.

İslâm, vaziyeti düzeltmek, hukuku geri getirmek, zulmü kaldır­mak için geldi. Kur'an-ı Kerîm şöyle buyuruyor:

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yara­tan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan rabbi-nizden sakının, adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğu­nuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. (Nisa/l)

Bu en veciz manasıyla, insanların tümünün; erkeği ve kadınıyla tek nefisten yani ilk beşerden yaratıldıklarını, hiç kimsenin imtiyaz sa­hibi olmadığını ifade ediyor.

İbn Cerir et-Taberi tefsirinde şöyle diyor: Allah yukarıdaki ayetle şu manayı ifade ediyor: Bütün insanlar bir tek baba ile bir tek annenin çocuklarıdırlar. Onların bir kısmı diğerindendir. Bir kardeşin bir kardeş üzerinde nasıl hakkı varsa, onlar da bir baba ve bir annede birleştikle­ri için birbirleri üzerinde hakları vardır. Allah bütün insanları bir nefis­ten, ondan da eşini yaratmıştır. Kadın erkektendir. O ondan ve onun içindir. O zaman insanların bir kısmı kadın, bir kısmı da erkektir. Öy­le ise, asılda ve kaynakta eşittirler.

Kur'an-ı Kerîm de gerçeği teki d ederek şöyle buyuruyor:

Sizi bir tek nefisten (Adem'den) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini (Havva'yı) yaratan O'dur. (Araf/149)

O (Havva) ondandır, ondan meydana gelmiştir. Bundandır ki ara­larında emniyet ve huzurun bulunması gerekiyor, çünkü herkes dengi­ne layıktır.

Kur'an-ı Kerîm yaratılışın başından itibaren kadınla erkek arasın­da eşitliğin olduğunu söylüyor. Allah (c.c) Adem'i yaratıp kıvamına koyduktan sonra ondan eşini yarattı. Onunla kalsın ve huzur bulsun di­ye onların cennette kalmalarını emretti, nimetlerden beraber faydalan­malarını, haram olanlardan kaçmalarını emretti ve şöyle buyurdu:

Biz "Ey Adem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin. Sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikmiz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz1' dedik. (Bakara/35)

Allah'ın hitabı Adem'e yöneliktir. Çünkü ailenin yöneticisi ve on­dan sorumlu olan odur. Yoksa iki tarafa da çağrı aynı olurdu.

Hz. Peygamber kadınla erkek arasındaki eşitliği "Kadınlar erkek­lerin öz kardeşleridirler" sözüyle ifade etmiştir. Hadiste geçen şekaik kelimesinin anlamı, biri diğerinden yarılıp meydana gelmiş demektir. Biri diğerinin öz kardeşi, emsali ve diğer yarısı demektir. Öteden beri sağ duyu sahipleri kabul ederler ki öz kardeşler birbirlerine çok yar­dımcı olurlar.

Kur'an-ı Kerîm başka bir yerde de şöyle buyuruyor:

Bunun üzerine rableri, onların dualarını kabul etti. "(Dedi ki) Ben erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden ça­lışan hiç bir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım." (Âl-i İm-ran/195)

Burdaki çalışan kadın ve erkek her kim olursa olsun manasına ge­liyor. Bu Arab lugatmda garip bir şey değildir. Lisan-ül-Arab adlı lü­gat kitabında da şöyle deniyor: İnsan beşerden bir fert demektir. Erke­ğe de, kadına da insan denir.

Bu ilahi hüküm bildiriyor ki kadınla erkek ceza ve sevapta birdir­ler. Bu bakımdan, erkeğin kuvvet ve yöneticiliğine güvenip de kadını kıskanmaması 'Ben daha fazla Allah'a yakınım' dememesi gerekir. Ka­dın da bu konuda kendini aşağı görmemelidir. Zira Allah (c.c) "birbi­rinizdensiniz" diyor. Ne harika bir tabir, yani aslınız birdir, kaynağınız birdir. Erkek kadından, kadın erkektendir, biri diğerinin bir parçasıdır. Beşeri kıymette aralarında fark yoktur. Aralarında takvadan, salih amelden ve güzel çalışmadan başka bir üstünlük yoktur.

İslâm'da hem erkekle hem de kadınla biat yapılır. Allah şöyle bu­yuruyor:

Muhakkak ki sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse, Allah ona büyük bir mükafat verecektir. (Fetih/10)

Ey Peygamber! İnanmış kadınlar Allah'a hiç bir şeyi ortak koşma­mak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürme­mek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi iş işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye gel­dikleri zaman, Matlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile, şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Müm-tehine/12)

Bu temel hak ve vazifelerin kadın ve erkek arasında (eşit) olması, Allah'ın herbirisi için hazırladığı diğer işlerin farklı olmamasını gerek­tirmez. İki öz kardeş arasında dağıtılan görevlerde, kabiliyet, güç ve hayat şartları göz nünde bulundurulmuştur. Bunda da bir gariplik yoktur. Kadın ve erkeğe gereken toplum hayatında omuz omuza ver­meleri, yardımlaşmaları ve Hz. Peygamber'ia şu sözünü her zaman göz önünde bulundurmalarıdır:

Kadınlar erkeklerin öz kardeşleridir.

 

Kadınlara Zulmetmek

 

SORU: Bazı kadınlar, erkeklerin kadınlara zulmettiklerini iddia ediyorlar. Bu doğru mudur?

CEVAP: Evet biz erkekler kadınlara zulmediyoruz. Uzak, karanlık mazinin bıraktığı kötü mirastan dolayı ona zulmediyoruz. Onu düşük­lük (cennetten kovulma) suçuyla muahaze eder, ona şerli ve habis bir mahluk gözüyle bakarız. Onun kötü bir hamurla yoğrulduğunu ve on­dan hayır gelmeyeceğini, onun asla bir fazilet sahibi olmayacağını zan­nederiz.

Evet vasiyet, muamele, v.s işlerde erkeği ona tercih etmekle, daha yolun başında, inat ve kıskançlık tohumunu atmakla biz kadına zulme­diyoruz. Birçoğumuz kadın hakkında cahiliye dönemi gibi davranıyo­ruz. Kur'an onu söyle dile getiriyor:

Onlardan birine kız çocuğu olduğu müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötü­lüğünden dolayı kavminden gizlenir, onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikle­ri hüküm ne kadar kötüdür. (Nahl/58-59)

Evet biz kadına zulmediyoruz çünkü, cahil bırakıyoruz, ona bir-şey öğretmiyoruz. Bu nedenle de kötüyü iyiden ayıramıyor. Bu durum­da hayati işlerde nasıl tasarrufta bulunacak, fert ve toplum olarak ken­di yüceliğini nasıl sağlayacak? Ama eğer ilim silahıyla silahlansa idi onunla düzelir ve kuvvet kazanırdı. Evet biz kadına zulmediyoruz. Çünkü: Daha yolun başında iken ona güzel faziletler, iyi ahlâk ve doğ­ru bir akait vermiyoruz. Nice namuslu ve takva kadınlar vardır ki din onlara bir ışık kaynağı olmuş ve onları zirveye çıkarmış. Bu konuda er­kekleri çok geride bırakan kadınlar vardır.

Evet biz kadına zulmediyoruz. Onu eve habsediyoruz; korumak için evde tutmuyoruz. Halbuki onu örtüye büründürerek de ona hakla­rını verebiliriz. Onun değerini korumak, ona hareket kabiliyeti kazan­dırmak, hayatın ve tabiatın nimetlerinden onu yararlandırmak, bunları namus ve iffet dairesinde yapmak mümkünken, bazılarımız kurdun ku­zuya baktığı gibi bakmaktadır.

Evet kadına zulmediyoruz. Onunla istişare etmiyor, ona değer vermiyoruz. Onunla ilgili işlerde biz hüküm veriyoruz. Erkek anasına, eşine, kızına veya kız kardeşine velev ki bir hatır gönül almak için ol­sun, "Senin bu konuda görüşün nedir?" demiyor.

Evet kadına zulmediyoruz. Onun duygularını ve tabiatını savun­duğumuzda cahilce ve ahmakça savunuyoruz.

Halbuki kadının duygularını yerli yerinde meşru yollarla güzelleş-tirebiliriz. Onu güzel yollarla ve güzel fenlerle yüceltebiliriz. Bunları yaparsak meyvelerini devşirir ve zor olan işlerden kurtulabiliriz.

Evet kadına zulmediyoruz. Şeytan onu evde bırakmakla, evlendir-memekle bizi kandırıyor. O evde kalıyor. Onun duygulan isyan halin­dedir. Biz ise güya erkeklik duygularımızı tatmin etmek için noksanlı­ğın daniskasına razı oluyoruz. Eve dünür üstüne dünür gelir, bizim burnumuz bir karış havadadır. Dünürler mahcup bir eda ile dönerler. Çünkü o onun amcasının oğlu değildir, o ona sözde denk değildir. San­ki o bütün beşer tabakalarının üstündedir. O dünür kızın babasının em­sali değildir v.s... Kalbler ve vicdanlar boş olduktan sonra servetin ne manası vardır? Veya bunun (dünürün) fazla meşhurluğu yoktur. Ve bu­nun gibi mazeretler ileri sürerler. Halbuki bunların hiçbirisinin önemi yoktur. Allah'ın laneti sefih ve ahmaklara olsun. Başka ne diyelim.

Evde kalan kız kalakalır. Onun ömrünün baharı gelir geçer, son­baharın rüzgarları eser, kadınlığın güzelliği çarpıtılır. Alçalmak ve sa­pıtmak elden gelmiyor. Bu işin müsebbibleri de ortada gezerler.

Evet ona zulmediyoruz. Bilerek veya bilmeyerek onu saptırıyo­ruz. Çünkü onu medeni hayatta sarsıntılara sebeb olacak şeylere itiyo­ruz. Basın, yayın, medya yoluyla onu yoldan çıkarıyoruz. Bütün bun­ları yaptığımız halde, ona cebren ve inatla diyoruz ki, "Sakın ha kıpır­dama, hareket etme! Bu şeyler herkese helâl sana haramdır. Senin önünde cereyan eden bu olaylar, senin gördüğün bu şeyler, senin duy­duğun bunca güzellikler sana yaraşmaz."

Bu durumda olan kadın ne kadarda aç bir kediye benziyor; onun önüne en lezzetli eti koyup sonra "Sakın ha o etten yeme!" demek gi­bidir. İşte biz de kadına böyle zulmediyoruz, kıyamet de burda kopu­yor. Bazı insanlar da komplekslerini tatmin ederler. Böylelerinin bo­yunlarını vurmak lazımdır.

Bu işin sebeplerini, engellerini çevrenin şartlarını ve bu işe teşvik edenleri, bu işe ortak olanları soruşturmuyoruz. Çoğu kez kadın yalan­cı bir gurur için kurban edilir. Asıl suçlular hürriyet içinde dolaşırlar. Koyunu kesen, onu koruluğa sokan kişi olur. Kadının cehaletinden ya­rarlanarak onu suça itenler, suç işleyince de onun köleliğini isteyenler hakkında başka ne düşünülebilir.

Ey insan oğlu! Kadınlara karşı insaflı olun, ona zulmetmeyin. Onun hakkını ve nasibini verin. Ona ilimden, ahlâktan, dinden, kera­metten, hürmetten, fikir teatisinden, korumadan, yönlendirmeden, tal­tif etmekten, kalkındırmadan nasibini verin. Sonra onu hesaba tabi tutun. Şunu hiç bir zaman hnatınnızdan çıkarmayınız ki, kadınlarla er­kekler öz kardeştirler.

 

Sılayı Rahm (Akrabalara Merhamet)

 

SORU: İslâm akrabalara merhamet etmeyi nasıl görüyor, açıklar mısınız?

CEVAP: El-erham ve Er-rahim yakın ve akrabalar demektir. İs­lâm'ın en harika işlerinden birisi de toplumu aile esasları üzerinde top-lamasıdır. Aile sosyal bir yapıdır. Ondan akrabalıklar ve bağlar meyda­na gelir. Bu bağlar da dayanışma oluşturur. Dayanışma kaynaşmayı, ferdin mutluluğunu ve toplumun ahengini doğurur. Bundandır ki İslâm hususi olarak akraba haklarına riayet edilmesini, onlara iyi muamele­de bulunulmasını, onlara iyilikte bulunulmasını emretmiştir. Kur'an-ı Kerîm bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Adım kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının, şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. (Nisa/l)

Kur'an akrabalık hakkına büyük bir yer vermiştir. Hatta insanın onu şefaatçi kılarak Allah'a çağırması ve duasının kabul edilmesi için onu vasıta yapması lazımdır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirine (varis olmaya) daha uygundur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir. (Enfal/75)

Ahzab suresinde de şöyle buyurmaktadır:

Peygamber, mü'minlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri onların analarıdır. Akraba olanlar Allah'ın kitabına göre, (mirasçı-lık bakımından) birbirlerine diğer mü'minlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Bun­lar kitapta yazılı bulunmaktadır. (Ahzab/6)

Kur'an'ın bu ifadesi kişinin yakınlarını diğerlerine tercih etmesi gerektiğini bildiriyor. Toplum bunu gözönünde bulundurursa, hayır ve bereket yayılır. Toplum huzurlu olur.

Yine Kur'an akraba hukukuna riayet etmek için kişinin ölümün­den evvel baba-anne ve yakınları hakkında vasiyette bulunmasını tav­siye ediyor:

Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, ba­baya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Alah'tan korkan­lar üzerine bir borçtur. (Bakara/180)

Miras hakkı olmayan akrabaların kalbini de hoş tutmak için onla­ra da yardımda bulunmak lazımdır. Nisa suresinde şöyle geçmektedir:

(Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar, miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da nzıklandırın ve on­lara güzel söz söyleyin. (Nisa/8)

Kur'an ravzasından, sünnet bahçesine geçtiğimizde Hz. Peygam-ber'in şöyle buyurduğunu görüyoruz:

Allah (c.c) diyor ki: Ben Rahmanım bu da rahm'dır. Onu ismim­den yaptım. Kim akrabalık haklarını yerine getirirse ben de ona merhamet ederim. Akrabalık bağlarını kesenden de alakamı/mer­hametimi keserim.

Yine Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Ömrünün uzun olmasını, rızkının bol olmasını dileyen kişi Allah'a saygı duysun ve sıla-ı rahm'da bulunsun.

Hz. Peygamber'e "Hangi insan daha hayırlıdır" diye sorulduğun­da şöyle buyurdu: Takva sahibi olanlar, akrabalarına merhamet eden­ler. İyiliği emredip, kötülükten sakındıranlardır.

Ebu Hüreyre Rasûlullah'tan şöyle rivayet etti:

Nesebinizi (soyunuzu) öğrenin ki akrabalarınıza merhamet edesi­niz. Çünkü akrabalara merhamet, aile arasında muhabbet, rızıkta bolluk ve huzurlu yaşam meydana getirir.

İnsanlar hayatlarında kendilerine düşeni yaparken daha mühim olanları, mühim olanlara, mühim olanları da mühim olmayanlara ter­cih etmelidir. Bununla semereler elde edilir. Dinen ve aklen insanların bu mühim şeyleri ihmal etmeleri caiz değildir. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:

Malını harcamaya önce kendinden başla fazlasını ehline, daha fazlasını akrabalarına, daha sonra da muhtaçlara harca!

Miskine yapılan sadaka bir sadakadır. Yakın akrabaya yapılan sa­daka ise, hem sadaka hem de sılay-ı rahmdır.

Açıktır ki, akrabalar içinde dereceler vardır. Bu derecelerin en üs­tü anne-babadır. Çünkü onlar insanların en yakınlarıdırlar. Bu bakım­dan hayır işlerinde onları herkesten önce tutmak gerekir. Onlardan son­ra insan diğerlerine geçer. Bir adam kime iyilikte bulunması gerektiği­ni sorduğunda Rasûlullah üç defa 'Annene iyilikte bulun!' dedi. Sonra akrabalık derecesine göre diğerlerine iyilikte bulunmayı tavsiye etti. Başka bir hadiste de, "İlkönce annene, sonra babana, sonra kızkardeş-lerine sonra erkek kardeşlerine, sonra derecesine göre yakın akrabala­rına iyilikte bulun!' diye emir vermiştir.

Hz. Ömer (r.a) bu konuda yönlendirici olarak valilerine şöyle bir yazı göndermişti:

Yakın akrabalara, birbirlerini ziyaret etmelerini, fakat komşu ol­mamalarını emredin. Çünkü komşuluk çok zaman büyük ve kü­çük ihtilaflara sebebiyet verir. Bu da kötü ilişkilere ve bağların kopmasına sebep olur. Fakat uzak olupda ziyaretlerde bulunmak ise, insanları hakları korumaya ve iştiyakı artırmaya sevkeder.

İmam Gazali Hz. Ömer'in sözüne ilaveten şöyle diyor:

Akrabaların komşuluğu onları haklarının izdihamına, o da merha­metin kesilmesine sebep olur.

Bazı akrabalar insanlara kötülüklerde bulunurlar, insan onların bu kusurlarını affetmelidir. Kötülüğü iyilikle savmalıdır. Ta ki insanların kalbine kötülük tohumları atılmasın. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. (Fussilet/34)

Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmaktadır:

Sadakanın en hayırlısı muarız olan akrabaya yapılanıdır.

Ebu Hüreyre Rasûlullah'tan şöyle rivayet ediyor:

Benim dostum akrabam bana sırt çevirsede ona iyilikte bulunma­mı ve acı da olsa hakkı söylememi emretti.

Bir adam "Ey Allah'ın Rasûlü! Bazı akrabalarım var ben onlara veriyorum onlar benden kesiyorlar, ben onlara iyilikte bulunuyo­rum onlar bana kötülük ediyorlar, ben onlara anlayış gösteriyorum onlar kabalıkta bulunuyorlar" diye şikayette bulundu. Rasûlullah "Eğer dediğin gibi isen, sanki sen onlara sıcak kül yutturuyorsun" buyurdu. (Yani sen böyle olduğun sürece Allah seni onlara galip getirecektir).

Kur'an'ın ince işaretlerinden birisi de yeryüzündeki bozgunculuk­la, akrabalar, arasındaki merhameti kesme arasında bağ kurmasıdır.

Nasıl?! Döner de yeryüzünü fesada verir ve akrabalarınızı doğra­tabilir misiniz? Allah böylelerini lanetlemiş de duygularını almış ve gözlerini kör etmiştir. (Muhammed/22-23)

Eğer Allah ve Rasûlullah'm yolundan ayrılırsamz, yeryüzünde bozgunculuk olur, akrabalık bağları kopar ve Allah'ın lanetine maruz kalırsınız.

Akrabaya merhamet, bir rahmet kapısı, bir bağ ve yardımlaşma anahtarı, toplum için temel bir direktir.

 

 

İslamda Çocuk

 

SORU: İslâm'da çocuğun yeri nedir?

CEVAP: En büyük vazifemiz çocuklara itina göstermektir. Çünkü neslimiz onunla sürecek, amellerimiz onlarla yaşayacak. Çocuklarımız ciğerparelerimizdir. Yüce İslâm çocuğu yüceltmiştir. Bir defa o Al­lah'ın yeryüzünde en büyük delilidir. Çünkü Allah (c.c) onu bir nutfe-den yaratıp yepyeni insan yapıyor.

Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekleti­riz, sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. (Hac/54)

Allah ne yücedir o yaratanların en büyüğüdür.

Ey insan! Seni yaratıp düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren, ihsanı bol olan rabbine karşı seni aldatan ne­dir? (İnfitar/6-8)

Allah (c.c) bütün nazarları çocuğa çevirtmek için onunla yemin etmiştir:

Bu beldeye -ki sen bu beldedesin- babaya ve ondan meydana ge­len çocuğa yemin ederim ki biz, insanı zorluklar içinde yarattık. (Beled/1-4)

Onu daha da yücelterek "Ey Yahya! Kitaba vargücünle sarıl!" Ve "Henüz sabi iken ona (ilim ve) hikmete verdik" (Meryem/12) bu­yurmuştur.

Allah Teâlâ nesli bir nimet saymış onunla kullarına bir minnette bulunuyor ve şöyle buyuruyor:

Eşlerinizden sizin için oğullar ve torunlar yarattı. (Nahl/72) Bunu peygamberlere de bir nimet olarak sayıyor:

Senden önce peygamberler gönderdik onlara eşler ve oğullar verdik.

Allah'ın hakiki kulları çocukları gözaydmlığı olarak görüp şöyle duada bulunmuşlardır:

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağış­la ve bizi takva sahiplerine Önder kıl!

Orada Zekeriyya, rabbine dua etti: Rabbim bana tarafından hayır­lı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyle işitensin. (Âl-i İmran/38)

Kur'an insanlara iyi nesil istemelerini Öğütlemiş ve rablerinden şunu istemelerini tavsiye etmiştir:

Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana dön­düm ve elbetteki ben müslümanlardanım. (Ahkaf/15)

Meryem'in anasının diliyle de şöyle buyuruyor:

Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum. (Âl-i İmran/36)

Kur'an babaların çocuklarına ilgi göstermeleri gerektiğini söylü­yor, ta ki çocuk büyüyünce bunu takdir etsin ve iyiliğe karşı iyilikte bulunsun. Kur'an müslümanlara babalarına ve annelerine şöyle duada bulunmalarını emrediyor:

Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et! (İsra/24)

Küçüklükteki terbiye büyüklükte takdire mazhar olur iyiliğin mü­kafatı iyiliktir.

Babalar, çocukların değerli bir emanet olduğunu bilmelidirler. Ba­balar çocuklarını korumakla yükümlüdürler. Bu çocuklar yumuşak bir hamurdurlar ve her şekle sokulmaya, yönlendirmeye ve öğrenmeye ka­biliyetlidirler. Rasûlullah baliğ olmadan ölen çocuklar için şöyle bu­yurmaktadır:

Ölen çocuk cennetliktir.

Bu da gösteriyor ki çocuklar tertemizdirler. O günaha bulaşma­mış, tertemiz beyaz bir sahife gibidir. Biz istediğimizi ona yazabiliriz. Biz onu istediğimiz gibi yönlendirebiliriz. Nitekim Rasûlullah (s.a) şöyle buyuruyor:

Her çocuk İslâm fıtratı üzerinde doğar. Ebeveyni onu ya hristiyan ya yahudi ya da mecusi yaparlar.

Çocukları korumak ve yönlendirmek için babalar çok büyük bir yükün altındadırlar. Hz. Muhammed şöyle buyurmaktadır:

Hiç bir baba çocuğuna, iyi bir terbiyeden daha büyük bir miras bı­rakmamıştır.

Bir adamın çocuğunu terbiye etmesi, hergün miskinlere bir sa' sa­daka vermesinden daha hayırlıdır.

Abdullah b. Ömer şöyle demiştir:

Çocuğunu terbiye et! Sen ondan mesulsün. O da sana itaat etme­ye ve seni saymaya mecburdur.

Hz. Peygamber'in hayatına baktığımız zaman çocukları çok iyi koruduğunu ve onlara değer verdiğini görürüz. Bir çok kez o namaz kı­larken torunları Hasan ve Hüseyin gelip secdede onun mübarek sırtına binerlerdi. O secdesini uzatırdı ki çocukların oyunları bozulmasın. Yi­ne rivayetlere göre o bir gün hutbe irad ederken, Hasan ve Hüseyin (r.a) (yaşlarının küçüklüğü nedeniyle) düşe kalka ona doğru yürüyor­lardı. Bunu gören Rasûlullah hutbesini yarıda kesti, onları kucağına al­dı ve tekrar hutbesine devam etti. Bununla o zürriyetin ne kadar önem­li olduğunu ve torunlarına ne kadar değer verdiğini gösteriyordu.

Hz. Peygamber cemaate namaz kıldırdığı sırada bir çocuk ağla­ması duyduğunda, namazını hafifçe kılardı. Ta ki annesi onu sustursun ve onu hoşnut etsin. Rasûlullah (s.a) daima çocukları sevindirirdi. Onun çocuklar hakkında anlayışı bu kadar yüce idi.

İslâm'ın çocuklara verdiği değer, sadece kişinin kendi çocuklarına değil, başkasının çocuğuna da değer vermesi ile anlaşılıyor. Hususen bir koruyucu bulamayan yetimlere sahip çıkmak gerekiyor. Kişinin sa­dece çocuklarına sahip çıkıp başka çocuklara bakmaması şuurunun bo­zukluğunu göstermektedir. Hz. Peygamber (s.a) şehadet ve orta par­maklarını göstererek şöyle buyurmuştur:

Ben ve yetimlerin kefilleri cennette böyle (komşu) olacağız. Yetimleri korumak hakkında nice hadisler vardır. Kur'an yetimin büyüyünceye kadar hakkının korunması ve hayata hazırlanması için çaba sarfetmek gerektiğini söylüyor:

Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (hal­leri ne olur) diye korkacak olanlar (yetime haksızlık etmekten) korkup titresinler, Allah'tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.

(Nisa/9)

Çocuk konusunda Allah'tan korkmamız lazımdır. Ona ilk önce is­tikamet ve doğruluk öğretmemiz, daha yolun başında Allah'ın dinini Öğretmemiz gerekir, fakir ve acizlerin çocuklarına da değer vermemiz lazım. Toplumun kurbanı olan çocukları kurtarmak hepimize düşen bir görevdir.                    

Zenginlerin çocuklarının ipek ve atlaslarda yatması, fakirlerin ye­ri döşek ve göğü yorgan yapmaları Allah'tan reva değildir. Allah diler­se bütün kullarını hidayete erdirir. O ne yücedir.

 

Çocuğun İslâm'daki Yeri

 

SORU: Çocuğun İslâm'da yeri nedir?

CEVAP: İnsanın kalbinde zürriyetin, soyun büyük bir yeri vardır. Çünkü baba neslinin çocuğunda devam ettiğini görür. Kendini onda görür. Kur'an-ı Kerîm'deki şu ayet hiç de garip değildir:

Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. (Kehf/46) Ahnef b. Kays da şöyle diyor:

Onlar kalblerimizin meyvesi, bellerimizin direği, biz ise onlara karşı emir dinleyen yer, gölge yapan gök gibiyiz.

Ikdu'l-Ferid isimli eserde merfu bir hadis bulunmaktadır: Çocuk kokusu cennet kokusundandır.

Yine "Çocuk cennetin reyhanıdır" şeklinde bir rivayet bulunmak­tadır. Efendimiz Hz. Fatıma ile müjdelendiği zaman şöyle buyurmuş:

Koklayacağım bir reyhandır, onun rızkını Allah verecektir.

Muaviye de kızı Aişe için şöyle söylüyor:

Bu kalbin meyvesidir.

Zürriyet hakkında daha nice güzel sözler vardır.

İslâm'da  çocuğun  yerini  takdir  etmemiz  açısından  Allah'ın Kur'an'da çocukla yemin etmesi bize yeter. Allah şöyle buyuruyor:

Bu beldeye ki sen bu beldedesin- babaya ve ondan meydana ge­len çocuğa yemin ederim. (Beled/1-3)

Nitekim Allah Teâlâ çocuğun yaratılmasını kendi kudretinin bü­yüklüğü ve yaratıcılığının bir harikası olarak göstermiştir. ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekle­tiriz. Sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. (Hac/5)

Bazen Allah (c.c) insanın yaradılışından, onun bir cenin olmasın­dan ve en güzel bir şekilde meydana çıkmasından bahseder ve şöyle der:

Ey insan! Seni yaratıp, seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren ihsanı bol rabbine karşı seni aldatan nedir?

Sonra görüyoruz ki Kur'an, nesli Allah'ın en büyük nimetlerinden saymış. Ve onunla Allah değerli kullarına bir minnette bulunmuş. Al­lah Peygamberine hitapta bulunarak şöyle buyuruyor:

Senden önce peygamberler gönderdik, onlara eşler ve oğullar verdik.

Bazen de bir peygamberin diliyle şöyle buyurulmaktadır:

Ey rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılan­lardan eyle! Ey rabbimiz! Duamı kabul et! (İbrahim/40)

Kur'an bir yerde de Zekeriya peygamberden bahis açarken şöyle diyor:

Orda Zekeriya rabbine şöyle dua etti:

"Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla, şüphesiz sen duayı hakkıyle işitensin."

Kur'an, başlangıçtan sona kadar çocuğa itina ile bakılmasını ister. Ona hakaret etmeyi yasaklar ve şöyle der:

Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz onlann da sizin de rızkınızı veririz. (İsra/31)

Başka bir yerde de "Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocukla­rını öldürenler..." (En'am/140) buyuruyor. Başka bir yerde de şöyle buyuruluyor:

Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiç birşeyi ortak koşma-mak hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürme­mek, elleriyle ayakları arasından bir iftira uydurup getirmemek, iyi iş işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana biat etmeye gel­dikleri zaman, Matlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır. Çok esirgeyendir. (Müm-tehine/12)

Kur'an burda fakirlik korkusundan çocukları öldürmenin ne kadar alçakça bir hareket olduğunu dile getirmektedir.

Yine Kur'an, çocukları korumak, terbiye etmek ve emzirmek hu­susunda şöyle buyuruyor:

Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve gi­yimi babaya aittir. (Bakara/233)

Allah başkalarının çocuklarına da haksızlık etmemeyi tavsiye ederek şöyle diyor:

Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (hal­leri ne olur diye) korkacak olanlar (yetime haksızlık etmekten) korkup titresinler, Allah'tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler. (Nisa/9)

Kur'an ravzasmdan, sünnet bahçesine geçtiğimiz zaman, Rasûlullah'ın çocuklara çok önem verdiğini görüyoruz. Önceki konularda da geçtiği gibi, Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Allah kime dört kız çocuk verir, o da onları güzel terbiye ederse, Allah onu cennete kor." İki tane olsa da mı? diye sorulduğunda 'Evet' cevabını, birtane olsa da cennete gidecek mi sorusuna yine 'Evet' ce­vabını veriyor.

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Adamın harcadığı en hayırlı para kendi çocuklarına harcadığıdır.

Ondan sonra Allah yolunda harcanan paralar gelir. Rasûlullah ka­dınları mukayese ederken, Kureyş kadınlarını tercih etmiştir. Sebebi ise, onların çocuklarına daha merhametli olmaları ve çocuklanm daha fazla korumalarıdır.

Rasûlullah, çocuklarını ihmal eden kişinin büyük günah İşlediğini söyleyerek şöyle buyurmuşlardır:

Kişinin, nafakasından mesul olduğu kimseleri ihmal etmesi günah olarak ona yeter.

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in şu yönlendirmesi ne kadar manidardır:

Kişinin çocuğunu terbiye etmesi, hergün miskinlerle bir sa' sada­ka vermesinden daha efdaldır.

Rasûlullah'ın çocuklara ne kadar merhametli olduğunu şundan an­lıyoruz:

Bir gün arkadaşlarına bir hitabede bulunuyordu; Hasan ve Hüse­yin (r.a) (çocuk olmaları dolayısıyla) düşe kalka ona doğru geli­yorlardı. Hz. Peygamber (s.a) hemen hutbesini kesti, minberden indi onları kucağına aldı. Onlarla latifede bulundu ve hutbesini şöyle diyerek tamamladı: Allah ne kadar doğru söylemiştir. "Mal­larınız ve evladlannız fitnedir." (Yani herbiri birer imtihandır.) İki oğlumu sıkıntıda gördüğüm için dayanamadım, indim onları ku­cakladım.

Yine bir keresinde Rasûlullah secdede iken Hasan ve Hüseyin onun sırtına çıkmışlar, o da secdesini, onlar ininceye kadar uzatmıştır.

Bunda garipsenecek bir şey yoktur. Hz. Peygamber (s.a) cemaate namaz kıldırırken, bir çocuk sesi duyduğunda namazı kısa keserdi. Ta ki annesi üzülmesin, onu bir an önce sustursun. İşte Hz. Peygamber ço­cuklara bu kadar değer verirdi.

İslâm babaya çocuğu hakkında şu görevleri yüklemiştir: Ona gü­zel bir isim koymak, onu emzirtmek, ona temiz bir arkadaş çevresi sağ­lamak, din ve dünya işlerini öğretmek, ona okuma-yazma-yüzme, ok atma, spor ve cihat v.s öğretmek. Kısacası hayatta ona lüzumlu olan herşeyi öğretmek* vacibtir.

Bir halife çocuklarının hocalarına şöyle bir mektup yazmıştır:

Ona (çocuğa) şefkat kanatlarını ger. Onun da sana itaat etmesi va-cibtir. Ona Kur1 an okut, hadisleri tanıt. Şiirler öğret, sünneti öğret, konuşma sanatını öğret, vaktinde gülmesini öğret. Onun zihnini bulandırmadan her vakit ona bir şey ver. Devamlı ona yumuşak davran. O uslanmazsa o zaman sert davranabilirsin.

İslâm'da çocuk haklarına büyük önem verilmiş onun bakımı ve nafakası tanzim edilmiş. İslâm âlimleri bilhassa İmam Gazali bu konu­ya değinmiş, hepsinin özeti şudur ki İslâm çocuk haklarına ve çocuk terbiyesine büyük önem vermiştir.

İslâm, dünyaya çocuk getirip de ona bakmamaya, onu aç sefil, pe­rişan bırakmaya asla rıza göstermez. O eğer böyle bir şey yaparsa Al­lah'ın büyük bir nimetini ihmal etmiş demektir. Bir küfran-ı nimette bulunmuş demektir. Halbuki Kur'an-ı Kerîm'de "Hatırlayın ki rabbiniz size: Eğer şükrederseniz elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir" (İbrahim/7) buyurulmuştur.

Şimdi bize yaraşan şudur: Hayat zorlaşmış, ihtiyaçlar çoğalmış ol­duğundan tek çocuk bile bir çok zorluklarla karşı karşıyadır. Nerde kaldı ki bir çok çocuğa bakmak mümkün olsun. Eğer çok çocuk yapılacaksa, öncelikle onların haklarını vermek lazımdır. Yoksa onlara zu­lüm yapılmış ve onların haklarına tecavüzde bulunulmuş olur.

 

İslâm'da Kadının Yeri

 

SORU: İslâm'a göre kadının toplumdaki yeri nedir?

CEVAP: Kadın toplumun yarısıdır. Bunu bütün akıllar anlar, bu gerçek bir vakıadır. Kur'an'a göz attığımızda, kadına mümtaz bir şah­siyet verdiğini görürüz.

Hz. Peygamber (s.a) "Kadınlar erkeklerin öz kardeşleridirler" bu­yurmuştur. Bu hadis de Kur'an'dan kaynaklanmaktadır. Zira birçok ayet erkek ve kadınların hukukta eşit olduklarım bildiriyorlar. İnsanlı­ğın babası olan Adem hakkında şöyle buyuruyor:

Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin. Orda kolaylık­la istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de ken­dine kötülük eden zalimlerden olursunuz. (Bakara/35)

Yine Kur'an kadın ve erkek hakkında şöyle buyurmaktadır:

Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli haklan vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azizdir, hakimdir. (Bakara/228)

Bu üstünlük ise erkeğin reisliğinden ibarettir. Yine Kur'an şöyle buyuruyor:

Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay var­dır. Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara bir pay vardır. (Nisa/7)

Bunun üzerine rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki) "Ben erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz içinizden, ça­lışan hiç bir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım." (Âl-i İmran/195)

Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sada­ka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve Allah'ı çok zikreden ka­dınlar varya: İşte Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mü­kafat hazırlamıştır. (Ahzab/35)

Kur'an'ın kadına verdiği değer en uzun suresinin birisine Nisa (yani kadın) suresi adının verilmesinden de anlaşılıyor, ki surede ka­dın bahse konu olmuştur. Yine Kur'an'ın bir suresinin adı da Mücade­le ismini almıştır, ki bir kadının Peygamberle olan diyalogundan bah­sediyor:

Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan ka­dının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir, çün­kü Allah işitendir, bilendir? (Mücadele/l)

Hikmetli Kur'an bize haber veriyor ki kadın dini ve içtimai ahlâk­la ahlâklandığı zaman yücelir ve yükselir. Tahrim suresinde Peygam­ber efendimizin hanımlarına şöyle bir hitap tevcih ediliyor:

Eğer o sizi boşarsa rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah'a ve­ren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir. (Tahrim/5)

Kur'an bize numunelik kadınları arzederek onlar için yüksek bir şeref ve devamlı bir anış meydana getirerek şöyle buyuruyor;

Allah inananlara da Firavun'un kansını misal gösterdi. O, 'Rab-bim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!' demiş­ti. İffetini korumuş olan îmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gös­terdi.) Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve rabbinin sözlerini ve kitap­larını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi. (Tahrim/11-12)

Kur'an birçok yerde namuslu, bakire Meryem'in temizliğinden bahsetmektedir:

Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi ye­tiştirdi. Zekeriyya'yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der o da: "Bu, Allah tarafın-dandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir" derdi." (Âl-i İmran/37)

Yine Kur'an anneliğin zirvesine çıkmış, biricik çocuğunu çok se­ven fakat rabbinin emrini dinleyerek denize bırakan Hz. Musa'nın ana­sından bahsederek şöyle buyuruyor:

Musa'nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı. Eğer biz, (vaadimize) inananlardan olması için onun kalbini pe­kiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. (Kasas/188)

Bundan da anlıyoruz ki, kadının şahsiyeti, Allah'a iman etmekle, O'ndan yardım dilemekle yükselir ve pekişir ve böylelikle hadiselere karşı mukavemet kazanır.

Lakin o çocuğunu Nil nehrine salıverince, onu düşünmeğe başla­dı. Annelik şefkati gereği tasalandı. Ancak o rabbine dayandı. Allah'da onun kalbini pekiştirdi. Allah onun hakkında şöyle buyurmaktadır:

Musa'nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı. Eğer biz, (vaadimize) inananlardan olması için onun kalbini pekiş­tirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. (Kasas/10)

Yine Kur'aln, geçmiş asırlarda kadının yüksek mevkilere geldiği­ne işaret ediyor. İşte Sebe melikesi (kraliçesi): O, zeka ve ileri görüş­lülüğüne rağrrien danışma ve nasihata önem veren biri olarak Kur'an'da geçrnektedir. Allah onun Hz. Süleyman ile olan hallerinden şöyle bahsetmektedir:

Sonra Meilike (kraliçe) dedi ki: "Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verip! (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan hiç bir işi kestirip atmam." Onlar şu cevabı verdiler: "Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız, buyruk ise senindir. Ar­tık ne buyuracağını sen düşün." (Neml/32-33)

Kur'an onun (Mraliçenin) sonunda Hz. Süleyman'a uyarak müslü-man olduğunu bild; irerek şöyle buyurmaktadır:

Ben gerçekter kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber alem­lerin rabbi ol kn Allah'a teslim oldum. (Neml/44)

Şüphesiz kattın, asil şahsiyetiyle, güzel ahlakıyla, yüce işleriyle toplumun yarışırdı teşkil eder ki bu hiç bir zarnsjın ihmale gelmeyecek bir konudur.

 

Kaybolan Kocanın Eşi

 

SORU: Evlenen ve bir çocuğu olan adam, eşiyle iki yıl yaşadıktan

sonra kaybolsa ve kendisinden üçbuçuk sene haber alınamasa, sonra gelip karısının başk^ bir erkekle evli olduğunu görse, durum ne olur?

CEVAP: Evlilik hayatı, sevgi, şefkat ve sükunet üzerike bina edil­miştir. Bu da karı-kqca arasında ilişkilerin devarrnna bağlıdır. Kocanın karısının yanında kalması, haklarına riayet etmesi, nafakasını temin et­mesi, kan-kocalık haklarını yerine getirmesi gerekiyor. Koca karısını terkederse, kaybolurca, kendisinden haber alınamıyorsa, kadına lazım olan şeyleri göndermiyorsa, o zaman kadın dilerse, hakime başvurabi­lir. Kocasının durumunu anlatır, zarar gördüğünü bildirir ve ayrılmak istediğini beyan edebilir, Hakim bu durumun doğru olduğunu tesbit ederse, kadını kocasından ayırabilir.

Böylelikle kadın kaybolan kbcasından boşanmış olur. İddeti bit­tikten sonra, başka birisiyle evlenebilir. Bu evlilikten sonra evvejlki \o-ca kendisine dönerse, bu kadınla da ikinci koca, kan-kocalık muame­lesinde bulunmuşsa, artık ilk kocanın, ikinci kocadan onu boşatmay hakkı yoktur. Ancak kadın isterse ikinci koca da buna rıza gösterirse, o

zaman boşanabilir. Tekrar iddetisona erdikten sonra ilk kocasına dö­nebilir. İkisi de dilerse yeni bir netjir ve yeni bir akitle evlenebilirler.

Lakin bu kadın kocasının kajbblmasım bir fırsat bilip ondan kur­tulmak için ikinci bir kocayla evlentaıek isterse, hakim boşanma kara­rını vermeden, iddeti dolmadan evlenirse, bu evlilik sahih ve meşru ol­maz. Kadın bununla büyük bir günah kazanmış olur. İkinci koca da bu günaha ortak olmuştur. Eğer bu durupdan haberdar ise, hakimin böy­le şeylere meydan vermemesi gerekir. Fırsat düşkünü insanları böyle çirkin şeylerden menetmelidir.

 

İslam Ve Yenî Nesil

 

SORU: İslâm dini çocuklara nasıl bakıyor?

CEVAP: Yeni nesil, hayat bahçesindb yeşeren bir güldür, kalblerin meyvesi ve ciğerlerin parçasıdır. İslâm salih zürriyeti büyük bir nimet saymış, onunla minnette bulunmuştur. Kur'an-ı Kerîm çocuğun dün­yaya gelişini büyük bir müjde saymıştır:

Ey Zekeriyya! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki, onun adı Yahya'dır. Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık. (Meryem/7)

Kur'an en hayırlı insanların diliyle zürriyyetten (soydan) şöylece bahsetmektedir:

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağış­la ve bizi takva sahiplerine önder kıl! (Furkan/74)

Bu soy ve zürriyyet, hasta, fakir ve cahil oldukları zaman göz ay­dınlığı olmazlar. Ancak onlar hak üzere, doğru ve mutlu oldukları za­man göz aydınlığı olabilirler. Allah (c.c) kişinin ehlini korumasını em­retmiştir:

Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. (Tahrim/6)

Tefsircilerin bir çoğu buradaki korumanın ilimle, edeple, muhafa­za edip güzele yönlendirmekle olacağı üzerinde ittifak etmişlerdir.

Rasûlullah (s.a) şöyle buyuruyor:

Hiç bir baba güzel bir terbi ye den/daha büyük bir miras bırakamaz.

Sizden biriniz çocuğunu iyi terbiye ederse, kendisi için hergün miskinlere yarım sa' sadaka ver/nekten daha hayırlıdır.

İslâm genç nesli korumaya, on şefkat göstermeye teşvik ediyor iyi muamelede bulunmaya ve ona nun en basit misali:

Bir gün Hz. Hasan Hz. Peygamber'in yanına girdi. Rasûlullah onu Öptü. O gün Rasûlullah'ın yanıpda, Akra' b. Habir vardı. O dedi ki "Benim on tane çocuğum vardır onlardan hiçbirini öpmedim." Rasûlullah bunun üzerine şöyİe dedi: "Merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez."         

Arablardan bazıları Hz. Pey^amber'in yanına gelip: "Siz çocukla­rınızı öpüyor musunuz?" dediler. Hz. Peygamber de evet diye ce­vap verince, "Biz çocuklarımızı öpmüyoruz" dediler. Rasûlullah "Allah sizin kalbinizden şefkati kaldırmışsa, ben ne yapabilirim" dedi.

İslâm çocuklara çok önem vermeyi, velilerinin onların iç ve dış durumlarına eğilmelerini emretmiş. Onların isimlerini bile en güzelle­rinden seçip koymak gerektiğini bize bildirmiştir.

Bazı sahabiler "Ey Allah'ın Rasûlü! Babanın çocuğa karşı olan haklarını öğrendik ya çocukların babalara karşı hakları nedir?" di­ye sorduklarında, Rasûlullah şöyle buyurdu: "Babası ona iyi bir isim koymakla, onu iyi terbiye etmekle yükümlüdür."

Bir adam "Ey Allah'ın Rasûlü! Benim bir çocuğum doğdu. En gü­zel isim hangisidir?" dedi. O da "İsimlerinizin en hayırlısı Haris ve Hammam'dır. İsimlerin en güzeli Abdullah ve Abdurrah-man'dır. Peygamberlerin isimlerini çocuklarınıza verin" dedi.

Hz. Peygamber (s.a) başka bir hadisinde ise şöyle buyurmuştur:

Kimin bir çocuğu olursa onun ismini ve edebini güzel yapsın, ba­liğ olunca onu evlendirsin. Eğer babası onu evlendirmez o da bir günah işlerse, onun günahı babasına yüklenir.

Bu şu demektir, büyük vazifesini yerine getirmezse küçüğün gü­nahından sorumlu olur.

Büyük imam Îbnu'l-Kayyım Tuhfetu'l-Vedud bi-Ahkâmi'l-Mevlud adlı kitabında şöyle demektedir:

Çocuğunun talimini ihmal eden, onu başıboş bırakan, ona büyük bir kötülükte bulunmuş demektir. Bir çok çocuğun bozulması ba­balan yüzündendir. Onlar onun dinin farz ve sünnetlerini öğren­mesine mani oldular. Onları küçükken zayi ettiler. Onlar da büyü­yünce ne kendisine ne de babalarına yaradılar.

Bazıları çocuklarının isyanlarını şöyle dile getirdiler: Ey babam! Ben küçükken sen bana asi oldun, ben de büyüyünce sana asi oldum. Küçükken sen beni zayi ettin. Büyüyünce ben seni zayi ettim.

İslâm'da nesli korumak, erkeği dişiyi kapsar. İslâm cahiliye döne­mindeki erkeği kollamak ve kızlardan tiksinmek adetini kaldırmış ve bunu şiddetle yasaklamıştır. Kur'an bu çirkin davranışı şöyle dile ge­tirmektedir:

Onlardan biri kız çocuğu ile müjdelendiği zaman öfkelenmiş ola­rak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğün­den dolayı kavminden gizlenir. Onu aşağılık duygusu içinde ya­nında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki verdikleri hüküm ne kadar kötüdür. (Nahl/58-59)

Onlardan biri Rahman'a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir. (Zuhruf/17)

Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldü­ğü sorulduğunda... (Tekvir/8-9)

Rasûlullah iki kızı olup da onları iyi terbiye edenin cennete gide­ceğini onu ateşten koruyacağını söylemiştir. Rasûlullah Fatıma'nın dünyaya gelişi ile sevinmiş ve şöyle buyurmuştur:

O koklayacağım bir reyhandır. Onun rızkı da Allah'tandır.

Buna ilaveten İslâm çocuklar arasında adaletle davranmayı emret­miştir. Onların arasına tefrika sokmayı şiddetle yasaklamıştır. Hz. Pey­gamber şöyle buyurmuştur:

Çocuklarınızın arasında adalete riayet edin, çocuklarınızın arasın­da adalete riayet edin.

Bazı müslümanlar çocuklarının bazılarına birşeyler verip bazıları­na da bir şeyler vermemek üzere Rasûlullah'ı şahit tutmak istedikleri zaman, Rasûlullah bundan şiddetle çekinerek kızdı ve şöyle dedi:

Beni zulme şahit tutmayın çocuklarınızın sizin üzerinizdeki hakkı onları eşit tutmanızdır.

Yine bir hadiste şöyle buyurulmuştur:

Allah'tan korkun çocuklarınızın arasında adaletli davranın.

Her şeyde adalet esastır. Ayrılık basit işlerde dahi -öpmek ve ku­caklamak gibi- zulüm sayılır. Rasûlullah erkek çocuğunu öpüp okşa­yan ve kucağına alan, kız çocuğunu ise yanma oturtan bir adam gördü­ğünde onu bu durumundan dolayı kınadı ve şöyle söyledi: "Sen onla­rın arasında adil davranmadın."

Açıkça görünmektedir ki İslâm büyükleri, İslâm fakihleri yeni nesle çok büyük önem vermişlerdir. Onlardan birisi de İmam İbn'ül Kayyım el-Cevzi'dir. O bu konuda uzun uzadıya yazmıştır. Ondan bir kaç cümle nakledelim:

Ona zor gelse dahi onun kundağını ve ipini ihmal etmemek, aza­ları ve bedeni güçleninceye ve yere oturuncaya kadar onu kundak­ta tutmak, onu yavaş yavaş hareket ettirip yürütmek gerekir. Ken­di başına yürüyünceye kadar bu hal devam ettirilir. Çocuk bütün korkutucu ve ürkütücü seslerden korunmalı, utandırıcı manzara­lardan ve korkunç hareketlerden de sakındırılmalıdır. Çünkü bu gibi durumlar onun aklının bozulmasına yol açabilir. Ayrıca büyü­yünce de bunların ona hiç bir faydası olmayacaktır. Böyle bir şey onun başına gelirse, onu zıddıyla gidermek lazımdır. Onu hemen unutturmak gerekir. Ona hemen meme vermek, onu emzirmek la­zım ki bu rahatsız edici hal gitsin ve onun aklında yer etmesin, sonra onun tesirini gidermek zorlaşır. Sonra onunla latifeler yap­mak gerekir ki yatabilsin. Bunlar ihmale gelmeyen şeylerdir. Yok­sa bu korkular onun şuur altına yerleşir. İleride problem olur.

Ve yine İbn Kayyım şöyle diyor:

Çocuk sütten kesilmek istendiği zaman yavaş yavaş kesmek, onu bir defada kesmemek lazım. Çeşitli alıştırmalarla onu sütten kes­mek en iyi yöntemdir. Çünkü insanlar alışkanlıklarını birden bıra­kamazlar. Hip6krat şöyle söylüyor: Vücudu ısıtan veya serinleten veya hareket geçiren, birşeyi birden kesmek büyük bir tehlikedir. Çok olan her şey tabiata düşmandır az olan şeyler ise devamlıdır.

Ve yine Hipokrat diyor ki, herkes aklı giderici sarhoş edici şeyler­den kaçsın. Sözünün bozukluğundan ve bozgunculuğundan kor­kulan kişilerle de kimse oturup kalkmasın, çünkü bunda toplum için felaket vardır.

Ve yine Hipokrat şöyle diyor: "Çocuğun durumuna bakmak gere­kir; neye kabiliyeti varsa ona yönlendirmek lazımdır." Onu başka şeylere yönlendirmek onu iflah etmez. Çünkü o ona hazırlıklı de­ğildir. Çocuğu iyi anlayışlı, zeki ve dinleyici gördüğü zaman onu ilme yönlendirmek gerekir. Onun kalbi boş olduğu sürece onu doldurmak gerekir. Çocuğun biniciliğe, atıcılığa kabiliyeti varsa bu demektir ki ona yönelecek ve ilimle uğraşmayacak onu da öy­lece yönlendirmek gerekir ki müslümanlara bir faydası olsun.

Eğer bunlara kabiliyeti yoksa, gözü sanatta ise, o sanat da faydalı ise, ona yönlendirmek lazımdır. Bunların hepsi, muhtaç olduğu di­ni bilgileri öğrendikten sonra yapılmalıdır.

İslâm yetime de gereken ehemmiyeti vermiştir. Kur'an yetimin korunmasına teşvik etmiş ve onlara iyi muamelede bulunulmasını em­retmiş ve şöyle buyurmuştur:

Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (hal­leri ne olur) diye korkacak olanlar (yetime haksızlık etmekten) korkup titresinler. Allah'tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.

Rasûlullah da yetim büyüyünceye kadar onu korumak lazım oldu­ğunu şu hadisiyle dile getiriyor:

(Hz. Peygamber orta ve şehadet parmaklarını bitiştirerek) "Ben ve yetimi koruyan cennete böyle alacağız."

Böylece görüyoruz ki İslâm yeni nesle büyük önem vermiş, ki bir­birinden olan zürriyet iyi olsun.

 

Babanın Evladına Karşı Olan Sorumlulukları

 

SORU: Yirmibeş sene önce evlendim, kocamla beraber hayat yü­künün altına girdim. Büyük bir servetimiz oldu. Sonra beni boşadı. Sonra üç defa evlendi ve her defasında ayrıldı. Ben şimdi çocuklarım­la beraber oturuyorum. O servette bizim bir hakkımız var mı? Çocuk­larını terkeden bir baba hakkında dinin görüşü nedir?

CEVAP: Kan-kocalık mukaddes bir bağdır. Korunması lazımdır. Kur'an-ı Kerîm bu yüce rabıtaya işaret ederek şöyle buyurmaktadır:

Vaktiyle siz birbirinizle haşir-neşir oldunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız. (Nisa/21)

Görüyoruz ki genellikle evlilik akti Allah'ın ve Rasûlullah'ın adı anılarak yapılıyor. Genelde koca, eşine 'Seni Allah'ın emriyle, Pey-

gamber'in sünnetiyle ve Allah'ın kitabının hükmüyle aldım' diyor.

İslâm eşler arasındaki alayakı nefs ve ruhun rahata kavuşmasına bağlamıştır. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun del i İlerin dendir. Doğ­rusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

Rasûlullah da "Kadınlar için devamlı hayır tavsiye edin" buyurmuş.

Kan-kocalık hayatını berbat, ihmal, zayi eden, çoluk çocuklarının hakkını yerine getirmeyen, onlara nafakalarını vermeyen bir baba ve­ya koca, büyük bir günah işlemiş, ailenin hukukunu zayi etmiş ve ken­dini Allah'ın gazabına hedef etmiş demektir.

Eğer sorudaki durum doğru ise, bu koca bir çok günah işlemiş ki Allah bunların cezasını verecektir. Çünkü hiç bir sebep yokken eşini boşamıştır. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor:

Allah katında en istenmeyen helâl boşamadır.

Allah zevk için evlenene ve çok boşayana lanet etsin.

Yine bu adam ihtiyaç yokken bir çok sefer evlenmiş her defasın­da da aileyi dağıtmış. Üçüncü olarak da aile ve çocuklarını ihmal et­miş. Halbuki eşi onun ırzı ve şerefidir, çocuklarının annesi ve hayat or­tağıdır. Kadının söyledikleri doğru ise, onunla nice maddi ve manevi zorluklara girmiştir.

Sanki Allah (c.c) bu adamdan eşinin intikamını almıştır, zira üç defa evlendiği halde toparlanamamıştır. Keşke bundan bir ibret alsay­dı. Evlatlarını terketmeseydi. Dini, toplumsal, kanuni ve ahlâkî görev­lerini yerine getirseydi. Çünkü onlar onun bir parçasıdırlar. Onun ismi­ni taşıyorlar. Ona bağlıdırlar. Uzun müddet çocuğunu terkeden bu ba­banın yüreği ne kadar katıdır. Bunlar kanuni yollardan nafakalarını al­mak için dava açabilirler, o da isteyerek veya istemeyerek onlara ver­mek zorundadır.

Keşke bu baba Allah'ın şu sözünü hatırına getirseydi:

İmkanı geniş olan, nafakayı imkanlarına göre versin, rızkı daral­mış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka öde­sin. (Talak/7)

Yine bu adam keşke Rasûlullah'ın sözüne kulak verseydi:

Çocuğuna iyilikte bulun. Anne-babanın senin üzerinde haklan ol­duğu gibi, çocuğunun da senin üzerinde hakkı vardır.

Olunun kendisine itaat etmesine yardımcı olan babaya Allah rah­met etsin.

Yani çocuğuna iyi terbiye veren, ona saadet kapılarım açan, çocuk büyüyünceye kadar onu koruyan babaya karşı, çocuk da büyüyünce iyilikte bulunur. İyiliğin mukabili iyiliktir.

Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kim­seler için bir öğüt vardır. (Kaf/37)

 

Örfi Evlilik (Veya İmam Nikahı)

 

SORU: Din örfi evliliği yasaklıyor mu?

CEVAP: Asrımızda örfi evlilikten kasıt, gizli aktedilen nikahtır."Bu­nun gizlenmesinde bazı sebebler vardır ki evlenenler bunu resmi bir vesika ile tescil ettirmiyorlar.

Aslında evlilik Allah'ın büyük nimetlerindendir. Allah (c.c) bu­nunla kullarına minnette bulunarak buyuruyor ki:

Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğ­rusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

Allah'ın nimetlerine mukabil bu evliliği ilan etmek gayet tabii bir şeydir. Kur'an-ı Kerîm'in "sağlam bir teminat" dediği evlilik akti ancak böyle ilanla olur.

O zaman halk bu kadının bu adamla yaşamasına kötü bir gözle bakmazlar. Bilakis onların meşru dairede evlendiklerini bilirler. Bu ne­denle Rasûlullah (s.a) "Nikahı ilan edin ve tef çalın" buyurmuştur.

Evliliğin ilanı için en azından akit yapanlarla şahitlerin bulunma­sı gerekir. Rasûlullah (s.a) "Şahitsiz nikah olmaz" buyurmuştur. Ab­dullah İbn Abbas (r.a)'ın rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöy­le buyurmuştur:

Dört kişinin hazır bulunmadığı nikah, zinadır.

Hadiste kasdedilen dört kişi ise kadını isteyen kişi kadının velisi ve iki şahittir. Yine Rasûlullah şöyle buyurmuştur:

Nikah, ancak veli ve iki şahitle olur.

Eskiden nikah bir belgeyle tescil edilmeden yapılırdı. Akit şartla­rı yerine getirildimi tamam olurdu. Fakat son zamanlarda, inkar, hile gibi çok şeyler meydana geldiği için kanun, toplumun maslahatı, kadın erkek ve soyun korunması için evlilik aktini resmi bir belgeyle tescil ettirmek mecburiyetini getirdi. Mahkemeler ancak resmi kayıtlı olan evlilikleri kabul ettiler. Onun için Mısır'da geçerli olan nikah hakkında kanunda şu madde bulunmaktadır:

İnkar ve isbat konusunda evlilik davası ancak resmi bir belge ile geçerli sayılır.

Bu kanun 1931 yılından beri geçerlidir. Bu maddenin izahında şöyle denilmektedir: Hadiseler gösteriyor ki evlilik akti korunması ge­reken bir akittir. İki kişi belgesiz olarak evlenirler. Sonra biri diğerini inkar eder, diğeri de kanun önünde isbat etmeye aciz kalır. Bir kısım garaz sahipleri de bühtan olarak nikah iddia ederler. Bazıları da teşhir, cezalandırmak veya başka garazlarla nikah davasında bulunurlar.

Hususiyetle fıkıh evlilikte şahitlerin dinlenmesini caiz kılıyor. Kan-kocalık resmi vesika olmadan bazen tesbit ediliyor, bazen de edi­lemiyor.

Bu olacak iş değil. Bu akit resmi bir belge ile tesbit edilirse, rehin ve evkaf delillerinde olduğu gibi, ki evlilik akti bunlardan daha mü­himdir. Herhangi bir problem çıkmaz, çıktığında da halli kolay olur. Halkı buna teşvik etmek lazımdır. Bu aktin şerefi, onu inkardan kurtar­mak, bu kötülüğü bertaraf etmek ve aile bağlarım sağlam tutmak için yapılmalıdır. Dördüncü fıkranın 99. maddesinde şöyle bir ek vardır: "İnkar ve isbat zamanında evlilik akti ancak resmi bir belge ile tesbit edilir." Bu kanun, Ağustos 1931'den beri Mısır'da geçerlidir.

Kanun yapıcı bunda cemiyetin maslahatını gözetmiştir. İnsanlar onun emrine itaat etmelidirler; evliliklerini tescil ettirmelidirler, ki so­nuç kötü olmasın, hile ve aldatmaya mecal kalmasın.

Bazı yerlerde resmi belge düzenlemek imkanı bulunmamaktadır Fakat resmi belge düzenlemenin mümkün olduğu yerlerde mutlaka belge düzenlenmelidir, ki hukuk muhafaza edilsin ve hile yolları ke­silsin.

Evlilik aktinin sahih ve geçerli olduğunu farzetsek bile tescil edil-memişse derhal tescil ettirilmelidir. Çünkü bununla insanlar kötü zan-dan kurtulurlar, hayra da yardımcı olurlar. Allah hakkı söyler. İnsanları doğruya ve güzele iletir.

Kadınların Giyimi Hakkında

 

SORU: Allah Rasûlü'nden rivayete göre Allah, kendini kadına ben­zeten erkeğe, yine kendini erkeğe benzeten kadına lanet etmiştir. Daha iyi korunmak için pantolon giyen kız talebeler hakkında dinin hükmü nedir?

CEVAP; Allah (c.c) kadın ve erkeği yaratmış, onların her birisinin temayüz ettiği sıfatları kendilerine vermiş ki onlar bu sıfatlarla görev­lerin ifa ederler, hayatı böylelikle sürdürürler. Allah (c.c) haddi zatın­da erkekliği iftihar ve gurur için vermemiştir. Nitekim dişiliği de ayıp vesilesi olsun diye yaratmadığı gibi. Bilakis Cenab-ı Hak erkek ve ka­dını hayatın tanzimi için ve cinsler arasında yardımlaşma olun diye toplum ve aile kaynaşsın diye yaratmıştır.

İslâm, her cinsin kendisine verilen kabiliyeti kendi tabii yerinde kullanmasını tavsiye etmiştir. Bu cinslerin kendi vazifelerini unutma­larını ve yek diğerini zorlamalarla taklid etmelerini, insan nevinin ara­sındaki yardımlaşmayı unutmalarını yasaklamıştır. Bu nedenle Rasû-lullah kadınlığı yok edip erkekliğe özenen kadını lanetlemiş tir. İşte, sözde ve davranışlarında kadını taklide çalışan ve erkekliğini inkar eden erkeği lanetlediği gibi.

İslâm her cinsin yerini ve ihtiramını muhafaza etmiştir. Kadım ve erkeği öz kardeş görerek hayat yolunda onların kardeşlik, dostluk ve tekafül ile yürümelerini emretmiştir. Allah şöyle buyuruyor:

Bunun üzerine rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki) "Ben erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden ça­lışan hiç bir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım." (Âl-i İm-ran/195)

Ahzab suresinde de şöyle buyurmaktadır:

Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve Allah'ı çok zikreden ka­dınlar varya, işte Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mü­kafat hazırlamıştır. (Ahzab/35)

islâm beşerin bu iki nevi için, bedenlerinin açık kalacağı ve açık kalamayacağı yerleri tanzim etmiştir. Kadın için yüzünü, ellerini ve ayaklarını açmayı mubah kılmış ki, hayat yolunda daha kolay hareket etsin ve ihtiyaçlarım yerine getirsin. Bunların dışında kalan yerlerin ise kapanmasına hüküm vermiştir. Ta ki onun açılması fitneye sebep ver­mesin, şehveti tahrik etmesin, gözlerin hıyanetine kapı açılmasın, fikir­lerin sapmasına, kötülüklerin yayılmasına yol açılmasın. Bu sebeple kadın, avret yerini kapatan, uzuvlarını belli edip göstermeyen elbiseler giymelidir. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) koru­sunlar, namus ve iffetlerini esirgesinler, kendiliğinden görünen kı­sımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler... (Nur/31)

Ahzab suresinde de şöyle buyurmaktadır. cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın... (Ah-zab/33)

Ey Peygamber! Hanımlanna, kızlanna ve mü'minlerin kadınları­na (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle, onların tanınması ve inciltilmemesi İçin en elve­rişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Ahzab/59)

Bu sorudan anlıyoruz ki, kadının -talebe olsun veya olmasın din­darlık için pantolon giymesi, erkeğe benzemek için değildir. Niyet iyi olunca, pantolon da yeteri kadar örter, palton elbisenin altından giyilir-se bir sakınca yoktur.

Ancak, kadın vücut çizgilerini dışa vuran ve arkasında fitne saçan dar pantolon giyerse, bu şüphesiz haramdır. Avret yerinin örtülmesin-deki gaye kötüye kullanılmış olur. Bu pantolon -kötüye kullanılmaz­sa- İslâm ülkelerinin çoğunda kullanılan don gibidir ki, İslâm kadını onu asırlarca kullanmıştır. Keşke İslâm kadını bu bol ve örtücü panto­lonu (şalvarı) İslâmî bir edeple kullansa, İslâm edebiyle edeplense.

 

İlim Tahsil Etmek Mi Aileye Hizmet Mi?

 

SORU: Babam geride ikisi asker olan ana-baba bir beş çocuk bıra­karak vefat etti. Annemden başka babamın iki hanımı daha var. Birisi­nin üç çocuğu var, diğeri de hamiledir. Ben Ticaret Lesisi mezunuyum. İşimde yükselmek için yüksek tahsil yapmak istiyorum. Ailemin baş­ka bir gelir kaynağı da yoktur. Bir enstitüye veya fakülteye mi devam edeyim yoksa ailemin geçimini sağlamak için çalışayım mı?

CEVAP: Herşeyden önce seni tebrik ediyorum. Çünkü bir yandan kalabalık ailenin yükünü çekiyor. Diğer yandan da ilim tahsili için ça­ba sarfediyorsun.

Aynca baban için de Allah'tan af diliyorum. Çünkü evlendiği üç kadının ayrı ayrı hakları vardır. Onun maddi şartlan da -soruda bildi­rildiğine bakılırsa- uygun değildir. O ne kadınların ne de çocukların haklannı yerine getirmeye güç yetiremiyor.

Ancak şunu da hatırlatmada fayda vardır. İlim taleb etmek farz­dır. Eğer işi olmasa idi bu gencin yüksek tahsil yapması en tabi hakkı idi. Durumunu düzeltmek, ufkunu genişletmek ve daha fazla diploma sahibi olmak için okuması gerekmektedir. Fakat aileyi korumak ve onlara yardımcı olmak da bir farzdır. Çünkü anlaşılıyor ki, ailenin en güçlü olanı sensin. Bu durumda sana tavsiyem: Tahsilini ve işini be­raber yürütmendir. Zira reisini yitirmiş geliri olmayan ailene yardım­cı olursun.

Bu aile fertlerine düşen görev ise, iş paylaşımına gitmeleri ve bir şeyler üretmeleridir. Herkes kendi çapında bir iş yapmalıdır. Üç kadı­nı da bundan istisna etmiyorum. Çünkü bunlar da evin içinde veya evin dışında bir iş yapabilirler. Zira çoğu kalkınmış ülkelerde görüyoruz ki kadın evinde kocasına yardımcı olmaktadır. Bu iş terzilik, dikiş-nakış, dokumacılık vs. gibi işlerdir.

Ayrıca böyle ailelere el uzatmak devlet ve millet için bir vecibe­dir. Bu durumdaki ailelere ya fiilen yardım etmek ya da onlara iş bul­mak gerekmektedir. Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:

İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlasın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun! Çünkü Allah'ın cezası çetindir. (Maide/2)

Rasûlullah da şöyle buyuruyor:

Kul müslüman kardeşine yardım ettiği sürece Allah da onun yardımcısıdır.

 

Sözlülüğün Hududu (Nişanlıların İlişkileri)

 

SORU: Nişanlısına takı taktıktan sonra, adete göre erkek selam ve­rir, tokalaşır, bunda seri bir yasak var mı? Yanlarında bir mahrem bu­lunursa, sohbet yapabilirler mi?

CEVAP: Din adına bu soruyu soran erdemli hanımı (kızı) tebrik ederim. Çünkü o Allah'ın dinini ve şeriatını öğrenip onunla amel etmek istiyor.

Bize düşen şey ise, şunu söylemektir: "Nişanlılık" evlilik değildir. O bir akit de değildir. Dinen karı-koca arasında mubah olan ilişki, ni­şanlılıkla helâl olmaz. Bu nedenle nişanlı kadın nişanlısına yabancıdır. Evlilik akti yapılıncaya kadar sözlü olan kız, sözlüsüne bağlanmaz. Çünkü söz kesmek ekseri fakihlere göre, evliliğe bir giriştir. O bizzat evlilik değildir. Şunu delil olarak öne sürebiliriz ki sözlüler kadın ol­sun erkek olsun sözünü feshedebilir. Bu fesih bir boşanma değildir. Ev­lilik akünde olan haklar, nişanlılık durumunda bahis mevzu olmaz.

İslâm söz kesmeyi meşru kılmıştır ki gençler birbirlerini tanıma ve birbirlerine ısınma fırsatını bulsunlar. Ve bununla taraflar arasında yardımlaşma olsun. Ve bir taraf diğerinin kabul etmeyeceği bir şeyle karşılaşmasın.

İslâm erkeğe, sözlüsünü görmeyi mubah kılmıştır. Rivayet edildi­ğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Sizden biriniz bir kadın isteyince, mümkünse, kendisini onunla evliliğe götürecek sebeplere ulaşıncaya kadar ona baksın.

Yine rivayete göre bir adam bir kadına talip oldu. Peygamber "Ona baktın mı?" diye sorunca, hayır cevabı aldı. Bunun üzerine O "Ona bak, çünkü bu bakış tanışmanızı ve aranızdaki muhabbe­tin devamını temin edecektir" dedi.

Genç kızın da sözlüsüne bakmaya ve beğenmeye hakkı vardır. Hz. Ömer şöyle buyurdu:

Kızlarınızı çirkin insanlarla evlendirmeyin, çünkü erkeklerin ho­şuna giden şey kadınların da hoşuna gider.

Ancak bu görüşmeler haddini aşmamalıdır. Çünkü söz evliliğe bir giriştir, evlilik değildir. Her iki tarafa da evlilik hakkını vermiyor.

Durum böyle devam ettiği sürece, sözlüye sözlüsüyle yalnız kal­ması haramdır. Çünkü o hala ona yabancıdır. Çünkü aralarında evlilik akti yoktur. Rasûlullah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Allah'a ve ahiret gününe inanan kişi yanında mahremi bulunma­yan bir kadınla tek başına kalmasın çünkü onların üçüncüsü şey­tandır.

Bu asrın bir belası da nişanlılar arasındaki ilişkilerin yoğunlaşma-sıdır. Bu da kötü akibetler doğuruyor. Bu kötü neticenin en acı seme­resini de maalesef kadınlar tadar.

İslâm'ın toleransı sözlünün hediye takdimini ve onunla musafaha etmesini, evlilik için niyet halis olursa uygun görür. Yeter ki kötü bir niyet olmasın. Nitekim konuşması da öyledir. Yani bir mahremin ya­nında, şerefli bir insanın muhtaç olduğu kadar konuşabilirler. Bunu İs­lâm uygun görmüştür.

 

Sözlüyü Görmek

 

SORU: Kendisine görücü gelen erkeğin karşısına tesettürlü olarak çıkan kız için, "onun güzelliğini görebilmek için kısa bir elbise içinde olmasını arzu ederdim" diyerek onu istemekten vazgeçen erkek hak­kında ne dersiniz? Dinin bu konudaki görüşü nedir?

CEVAP: Evvela rabbini razı etmek için O'nun emrine uyarak örtü­nen genç kızı tebrik ediyorum. Çünkü iffetini koruyan, Allah için örtü­nen kızların sayısı azalmıştır. Ne kadar çok olursa olsun batıl da hak­ka dönüşmez.

Kızın tesettürüne kızıp istemekten vazgeçen genci de kınıyorum. Çünkü bu genç kız, Allah'ın emrini yerine getirmiş, açılması haram olan yeri örtmüştür. Açılmanın çok yaygın olduğu bir dönemde bir genç kızın kapanması takdire şayandır. O gencin onu takdir etmesi ge­rekiyordu.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınları­na (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elve­rişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Ahzab/59)

Allah (c.c) Nur suresinde de şöyle buyuruyor:

Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) koru­sunlar. Namus ve iffetlerini esirgesinler, görünen kısımları müs­tesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini ya­kalarının üzerine (kadar) örtsünler... (Nur/31)

Yine aziz ve celil olan Allah şöyle buyuruyor:

eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın... (Ah-zab/33)

Din sözlünün sözlüye yanında bir mahremin bulunması şartıyla bakmasını mubah kılmıştır. Niyet doğru olduğu sürece tek başına kal­madan görüşebilirler.

Şunu da hatırlatmadan geçmeyelim. Dinin kadın için belirlediği avret yerini kapatması lazımdır. Hür kadınların avret mahalli bütün hu­kukçuların üzerinde ittifak ettiği gibi, bütün bedenidir. Yüz eller ve ayaklar bundan müstesnadır. Bu en geniş fıkıh mezhebine göredir.

Bazı âlimler bunu biraz daha genişleterek, kadının kollarının ya­rısına kadar açabileceğini, söylüyorlar. Bunu da İbn Cerir et-Taberi'ye dayandırıyorlar. İbn Cerir "Görünen kısımları müstesna olmak üzere zinetlerini teşhir etmesinler" ayetinin tefsirinde Katade'nin Peygam­ber1 den şöyle rivayet ettiğini söylüyor: Hz. Peygamber dedi ki: (Kolu­nun yansından tutarak) Allah ve ahiret gününe inanan bir kadına kolu­nun burasına kadar açmasından başka helâl olmaz.

Yine İbn Cerir, İbn Cüreyc'ten o da Hz. Aişe'den (r.a) şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

Ana-bir kardeşimin kızı yanımda iken Hz. Peygamber odama gir­di ve yüzünü çevirdi. "Ey Allah'ın Rasûlü! O kardeşimin kızıdır, yaşı da gençtir" deyince, Rasûlullah buyurdu ki: Kız buluğ çağı­na erdikten sonra yüzünden (ve kolunun yansından tutarak) ve bundan başka açması helâl olmaz. Sonra İbn Cerir şöyle devam etmiştir:

Fakihler kadınların namazda yüz ve ellerini açabilecekleri husu­sunda ittifak ettiler. Bunların dışında bütün bedenlerini örtmeleri­ni gerekli gördüler. Ancak şu rivayet istisna edilmiştir: "Kadın kollarının yansını açabilir."

Bu genişliğe rağmen çağdaş toplumlar fakihlerin muhalefetine karşın bununla yetinmiyorlar. Toplum erkek ve kadının daha fazla içi­ce yaşaması yolunda ilerliyor. Aklın uygun görmediği çıplaklığa doğ­ru gidiyor.

Bu soruyu soratı genç sözlüye yaraşan şey, dinin kendisine mubah gördüğü kadanyla yetinmesidir. Böylelikle öğrenmek istediği hususla­rı kızdan alabilir. Eğer kızdan geniş malumat elde etmek isterse, ana­sını veya kız kardeşini devreye sokabilir. Nice sözlüler vardır ki çok açık görüştükleri halde aynlmışlardır.

 

Kan Nakli Ve Süt Kardeşin Yasaklanması

 

SORU: Kadından erkeğe veya erkekten kadına kan nakli -süt em­mede olduğu gibi- nikahı haram kılar mı?

CEVAP: Bu sorudaki hükme geçmeden önce süt yasaklığını bir da­ha gözden geçirelim. Allah (c.c) (daha önce de geçtiği gibi) haram olan kadınlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

Süt anneleriniz ve süt kardeşiniz de size haramdır...

Hz. Peygamber de şöyle buyuruyor:

Nesebçe yasak olan evlilikler süt ile de haram olur.

İki yaşından önce erkekle bir kız aynı kadından süt emerlerse süt kardeş olurlar. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Anneler çocuklannı tam iki yıl emzirirler.

Ayetten de anlaşılacağı üzere iki yaşına kadar aynı kadından süt emmeleri şarttır. Bu şart gerçekleştiğinde bunlar nesebçe kardeş olan erkek ve kız gibi birbirlerine haram olurlar. Nikahı haram kılan emzir­me adedinde ihtilaf vardır. Fakat fetva, doyurucu, ayrı ayn ve süt ya­şında beş defa emmeye göre verilmiştir. Alimler süt, et ve kemik oluş­turduğu için bu yasaklamanın söz konusu olduğunu delil olarak ileri sürdüler. Müfessirler şöyle demişlerdir: Bir kadın bir çocuğu emzirdi­ği zaman onun annesi olur. Kızı da o çocuğa haram olur, çünkü o da onun kız kardeşi olur. O kadının kız kardeşi de o çocuğun teyzesi olur. O kadının annesi de o çocuğun ninesi olur.

Bunda şunu görüyoruz emzirmenin çocukluk zamanında olması lazımdır ki, kan ve kemiklere tesiri olsun. Bundandır ki hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

Nikahı haram kılan emme ancak süt yaşında olur. O da sütten ke­silmeden önce meydana gelir.

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle denilmiştir:

Nikahı haram kılan emme ancak kemiklerin sütle gelişmesi ve etin onunla meydana gelmesi zamanında söz konusudur.

Cumhur-u fukahaya göre sütün ancak bir kaç defa verilmesi halin­de emzirenle emen arasında bir alaka meydana gelir. Bir kısım tefsir-cilerin de dediği gibi bir kimse bir kadını emerse, onun bedeni diğeri­nin bedeninden bir parça olur. Çünkü onun bir kısım parçaları onun sü­tünden oluşur. O bu durumda onu doğuran anne gibi olur. Onun çocuk­ları da ona kardeş olurlar. Çünkü onlar da o sütten oluşmuşlardır.

İslâm, mükerrer olan süt emzirmeye bir değer vermiştir. Bir çocu­ğu emziren, onu göğsünün üstüne koyan, bedeninin bir parçasını ona veren anneyi yükseltmiştir. Çocuğa da büyüyünce bu kadına saygı gös­termeyi ve onu takdir etmeyi tavsiye etmiştir.

Soruda bahsi geçen kan nakli ise, böyle değildir. Buradaki kadın ve erkek yaşça büyüktürler, kan nakli kemiği ve eti oluşturmaz. Adete göre kan nakli aynı şahıstan tekrarlanmaz. Eğer kan uyarsa kan nakli yapılır.

Bundan dolayıdır ki dinin ruhunda kan nakli haramlığı meydana getirmiyor. Allah Teâlâ da şöyle buyuruyor:

Allah size kolaylık diliyor, size zorluk dilemiyor.

 

Gizli Evlilik Veya Örfi Evlilik

 

SORU: Örfi evlilik veya gizli evlilik hakkında ne dersiniz?

CEVAP: Anladığım kadarıyla örfi evlilikle gizli evlilik arasında umum ve hususilik vardır. Her örfi evlilik mutlaka gizlidir. Ama gizli evlilik bazen örfi evlilik olmuyor. Bu ikisinin gizliliği arasındaki fark şudur: Örfi evlilikte genelde bir belge imzalanıp saklanır, daha sonra da inkar edilir. Genellikle de gizlilik iki taraf arasında mevcuttur.

Halbuki evlilik akti dini bir akittir. Onun bir yeri, bir yüceliği var­dır. Onun için şeriat onu bir takım kayıt ve şartlara bağlamıştır ki, di­ğer akitlerde o şartlar aranmıyor. Çünkü ırzları mubah bir hale getir­mek İslâm nazarında büyük bir şeydir. Yabancı bir kadın evlilikle ko­casına helâl olur. Bu evlilik aktine, nafaka, miras ve daha nice haklar terettüp eder. Bundandır ki İslâm diğer akitlere vermediği değeri bu akte vermiştir. Bunun göstergelerinden birisi de, nikahı ilan etmenin şart koşulmasıdır. Bu konuda bir çok hadis bulunmaktadır:

Nikah ancak iki şahitle olur.

Nikah ancak şahitlerle olur.

Nikah ancak veli ve iki adil şahitle olur.

Koca, velî ve iki şahidin bulunmadığı nikah zinadır.

Şahitlerin bulunmasının amacı: Teşhir ve ilandır. Nikahı belgelen­dirmek ve isbatlamak ise ilerisi içindir. Şahitliğin tek amacı sadece ilan da değildir. Şahitliğin amacı, hem ilan, hem de inkar durumunda isbat-tır. Fakihler; şahitlerin adil olma şartını da bundan dolayı ileri sürmüş­lerdir. Çünkü adil olmayan fasıklar bir şeyden etkilenerek günün birin­de inkar edebilirler.

Akitler iki nevidir: Biri nzalaşma yoluyla yapılan akitler. Diğeri ise, şekli akitlerdir.

Rızai akit, iki tarafın rızasıyla icap ve kabul'ün (evet ve hayinn) gerçekleşmesiyle olur. Şekli akitlerde ise, gerçekte nzalaşma meydana gelmekle beraber, bir de merasimle ilan edilen akıttır. Belki de o hem rızai, hem de ilaveten şeklidir. Böylece rızanın yanısıra, şekli merasim de yapılırsa, artık kimse bu konuda ileri-geri konuşamaz. Din evlilik aktinin ilan edilmesini emretmiştir. Bunun da örfe göre bir merasimle yapılmasını önermiştir. Bu nedenle ona şekli bir akit diyorlar. Tabir ca­iz ise bu işin erkanını, zahir ve batınını yerine getirmektir.

Bazıları İmam Mâlik'in mezhebinde akit esnasında şahit şart ko­şulmuyor diyerek aktin ilanını yok sayıyorlar. Evliliğin gizli omasına tevessül ediyorlar, asamızda bu çok yaygın hale geldi. Fakat İmam Mâlik'in mezhebi akit anında şahit istemiyorsa da aktin bitişinde ve duhul (gerdek) anında şahit istiyor. Çünkü Mâlikî mezhebinde duhul anında ilan ve teşhir şarttır.

Bu ilan meselesini Peygamberimizin sözlerinde de görüyoruz: Tefle de olsa nikahı ilan ediniz. Nikahı ilan edin ve tef çalın.

Bana öyle geliyor ki ilan etmenin en ufak derecesi tef çalma ve se­vinci izhar etmektir. Zaten tef çalma çevrenin duymasını temin etmek demektir. Bu da kanaatımca yetiyor.

Buna ilave olarak İslâm'da evlilik aktinin sünnetlerinden biri de evlilik veya nikah hutbesi diye bir hutbe okunmasıdır. Bu geçmiş asır­lardan beri Arablann arasında var idi. Bunu Ebu Talib Peygamberimi­zi Hz. Hatice ile evlendirirken, Hz. Peygamber de Hz. Fatıma'yı Hz. Ali ile evlendirirken yapmıştı. Müslümanlar da bu adeti devam ettirdi­ler. Buna ayrıca velime yemeği ilave edilir. Velime yemeği yiyenler de nikaha şahit durumuna geçerler.

Hz. Hasan'ın şahitsiz evlenmesi hakkında o zamanki fakihler ve çağdaşları bunun kıyas dışı nadirattan olduğunu söylüyorlar.

Hz. Hasan (r.a) nikah akti zamanında şahit tutmamışsa da duhul (gerdek) zamanında tutmuştur. Yani ilan ve teşhir fiili evlilik zamanın­da olmuştur. Bunda gizli veya örfi evlilik söz konusu değildir. Ayrıca, gerçekten Hasan b. Ali (r.a) öyle bir şey yapmış mıdır?

Şunu da hatırda tutmanız lazımdır, evlilikten maksat ve esas hedef ayetin beyan ettiğidir:

Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğ­rusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

Gizli evliliklerde veya örfi evliliklerde akıllı bir kişi sevginin, sü­kunun, yatışmışlığın olduğunu iddia edemez. Çünkü her iki taraf da başkasının malını çalan hırsızlar gibidirler. Hep gözlerden uzak dur­mak isterler. Bu da şüpheler doğurur. Bu iki kişi ile de kalmaz. Bu on­ların soylannın omuzuna da yüklenir. Sonra bu kural dışı evlilik günün birinde açığa çıkar. İnsanlar ne zaman bunu hatıra getirirlerse, şüphe­ler, sanılar, zanlar ve söylentiler meydan alır.

Şer'î kanunun tanzim ettiği, lağvedilen 99. maddenin dördüncü fıkrasına baktığımız zaman şöyle bir şey karşımıza çıkmaktadır: Evli­lik ve boşanma gibi şeyler, eşlerin birinin vefatı anında 1911 Miladi se­nesinden itibaren, şüphelerden uzak bir belge olmadığı sürece isbat edilmez, tasdik edilmez. Bununla beraber kan-kocahk davası ve bo­şanma davası 1897 miladi senelerinde meydana gelmişse şahitler din­lenir. Karı-koçalığın iştihar bulma şartı da Ön koşuluyor. Ancak 1911 yılından sonra resmi evrak veya müteveffanın yazısı veya imzası şartı getirildi. Bu da su-i istimal edildiği için, dördüncü fıkra eklendi ki şöy­ledir: Karı-kocalık davasının isbatı ve inkarı hususunda Ağustos 1931 Miladi senesinden itibaren resmi bir vesika olmadığı sürece bu davala­ra kulak asılmaz ve itibar edilmez.

Bu maddeyi açıklayıcı hüküm şudur: İnsanlar örfi veya gizli nika­ha dikkat etmelidirler. Ve yine maddenin açıklamasında şöyle bir şey de geçmektedir. "Şeriatın bir kaidesi de şudur ki, hükümler; zaman, mekan, hadiseler ve şahıslara göre verilir. Hakim de insanların ihtiyaç­larına ve zamanın durumuna göre olayları değerlendirmelidir. Böylelikle hukuk da abes ve zayi olmaktan korunmuş olur. Geçmiş asırlarda da fakihler böyle yapmışlardır. Bir çok hükümlerde böyle uygulamala­ra gitmişlerdir. 1897 ve 1910 laihalarını da böylece tanzim etmişlerdir. Karı-kocalik, boşanma ve bunları ikrar gibi davaları da hükme bağla­mışlardır. İnsanlar da bunlara göre işlerini tanzim etmişlerdir. Çünkü bunda ailenin hukukunu korumak vardır.

Ancak hadiseler gösterdi ki evlilik akti, ailein esas bağıdır. O her zaman korunmaya muhtaçtır. Şimdi iki kişi vesikasız olarak evlenme­ye karar veriyorlar. Sora onlardan biri inkar ediyor, diğeri de yargı önünde onu isbat etmede zorlanıyor. Bir kısım garaz sahipleri yalan, if­tira, ceza ve teşhir gibi nice şeylere başvururlar. Fıkıh da nikah konu­sunda şahitliğe toleransla, müsamaha ile bakmıştır. Karı-kocalık örfi bir varakla tesbit edilmeye çalışılıyor ki isbatı bir ise, inkarı bindir. Bu nikah akti neden her zaman resmi bir vesika ile isbat edilmesin. Rehin ve vakıflar nasıl ki böyle sağlam vesikalarla belgelendiriliyorsa, nikah akti de öyle vesikalandınlmalıdır. İnsanları bu yöne sevketmek lazım­dır. Bu aktin şerefi için, onu inkardan korumak için, bir çok kötülükle­ri önleme ve aile bağlarını sağlamak tutmak için 99. maddenin dördün­cü fıkrasında şu ek yapılmıştır: "Evlilik davasının isbatı veya inkarı anında resmi bir belge olmadığı sürece davalara bakılmaz ve itibar edilmez. Bu Ağustos 1931 senesinden beri böyledir."

Bundan şunu çıkarıyoruz: Örfi ve gizli evlilik İslâm toplumlarına yakışmaz, bu müslümanların tabiatına aykırıdır. Ancak bu evlilikten kaçan hırsızların işidir. Bize gereken erkeği bir defa, kadını ise yüzler­ce defa böyle evlilikten sakmdırmaktır. Çünkü böylesi evliliğin kötü sonuçlan genelde kadına yüklenir. Erkek kadının karılığını kolaylıkla inkar edebilir. Bu durumda kadın, çocuğuyla bakıma muhtaç durumda ortada kalır. Kadının bundan çok sakınması gerekiyor. Allah gerçeği söyler ve doğru yola iletir.

 

Kadının Toplumdaki Yeri

 

SORU: Kadına hürriyet hakkı verildi. Hanif dini olan İslâm'a göre kadına toplumda ne gibi haklar verilmiştir?

CEVAP: Muasır medeniyette kadın ifrat ve tefrit arasında zayi edil­mektedir. Kimileri kadını tamamen hacz altına almışlardır; yüzünü aç­masını sesini yükseltmesini ve evinden çıkmasını menederler. Çünkü onun herşeyi onlara göre avrettir. Onun gizlenmesi lazımdır. Bunlar ör­tünmede çok aşırı gidenlerdir. Bunların yanında bir de tefrit edenler vardır. Onlar da kadının kayıtsız ve şartsız, açılıp saçılarak dışarıya çıkmasını ve istediğini yapmasını uygun görenlerdir. Ben öyle inanıyo­rum ki bu ikisinin arasında bir vasat durum vardır ki, müslüman kadın ona muhtaçtır. Ki onunla onun şahsiyeti isbat edilsin, hakkını ve hürri­yetini alsın, faziletini ve iffetini korusun, Allah'ın emrinden ve Rasû-lullah'ın sünnetinden çıkmasın. Bu durum ve vaziyette her şeyden ön­ce kadının toplumda dişi olmaktan ziyade insan olduğunu kanıtlamak­la mümkündür.

Diyorum ki, herşeyden önce kadın bir insandır. Dişi değildir. Çün­kü görünen odur ki çağdaş, hür ve çözülmüş toplumlarda en çok onun dişiliğine itibar edilir. Onun şahsiyetinin diğer taraflarına bakılmaz. Bundandır ki kadın evinden çıkınca ve insanların arasına katılınca, çe­şitli vesilelerle hep dişilik tarafı göze çarpar. Onun zinet ve elbisesi ol­sun, hareket ve yürümesi olsun hep onun dişiliği cephesini dışa akset­tiriyor. Eğer medeni ve çağdaş toplumda kadının dişi değil de insan ol­duğunun farkına vanlsaydı, onun dişilik ancak tabii ve dini yerlerde zahir olsa idi o zaman toplumda ona, bir değer atfedilecekti. Toplum­da çok az kadın erkekler gibi muhteremliği, insani, ilmi veya ahlâkî yönü kazanmışlardır.

İslâm, kadının dişilik problemini halletmek, erkeklerle alaka kur­ması ve hayatta aralarına katılması ve işe çıkması için, bu konuda ba­zı kurallar getirdi ki onunla kadın ve erkek öz kardeşler olarak birbir­lerine yardımcı olsunlar. Biri diğeri uğruna zorluğa girmesin. Hayatla­rını ortak olarak devam ettirsinler. O kurallar şunlardır:

Mü'min erkeklere söyle gözlerini haramdan sakındırsınlar. Bundan sonra ırzlarını korumalarını emrediyor:

Erkekler ırzlarını korusunlar bu onlar için daha iyidir.

Evlere izinsiz girilememesi, yabancı bir erkekle bir kadının kendi başlarına kalmamaları, -çünkü böyle bir ortamda onlar cinsi arzuları­na uyabilirler- emrediliyor. Fakihler buna seri halvet diyorlar. Hz. Pey­gamber şöyle buyuruyor:

Bir erkek hiç bir zaman bir kadınla yalnız başına kalmasın.

Bir erkekle bir kadın yalnız kaldıkları zaman üçüncüleri şeytan olur.

Bundan başka kadın için fitne, şüphe ve mübtelalık olan yerde ona bir mahreminin refakat etme şartım da getirmiştir. İslâm'da doktorun kadının tüm bedenini açması ve onu yalnız olarak muayene etmesi, za­ruret olmadan diğer organlarını açması helâl olmaz. Bu durumda dahi kadının yanında ya bir mahremi, ya da başka kadınlar olmalıdır.

Bundan başka da İslâm kadının zinet yerini teşhir etmesini yasak­lamıştır. Çünkü toplum daima kadını, insan olmaktan ziyade dişi ola­rak görür. Kur'an istisna ettiği kişiler dışında kadının zinetini kimseye göstermemesini emrederek şöyle der:

Onlar zinetlerini ancak kocalarına ve babalarına... gösterebilirler. Bundan başka İslâm bazı kaideleri de koymuştur.

Bu asli kurallar şunlardır: Gözleri haramdan sakındırmak, ırzı ko­rumak, zinet yerlerini göstermemek, yalnız başına kalmamak. İslâm, kadının baş örtüsünü örtmesini emrediyor:

Baş örtülerini göğüslerinin üstüne sarkıtsınlar. Ve yine cilbablarını giymelerini emrediyor:

Ey nebi hanımlarına, kızlarına ve inanan kadınlara söyle dış örtü­lerini üstlerine alsınlar. (Ahzab/59)

Özetle Kur'an, kadının saçlarını, kulaklarını, boynunu-boğazını, gerdanını ve bedeninin -el, yüz ve ayaklar hariç- tümünü örtmesini emrediyor. Zira bütün bu kısımlar, tahrik ve fitne sebebidir.

Fakihlerin çoğu kadının yüzünü ve ellerini açmasını caiz görmüş­lerdir. Ayakların açılmasında ise ihtilaf vardır. Ve yine fakihler ihtiyaç hasıl olursa kadınların evlerinden dışarıya çıkabileceklerini belirtmiş­lerdir. Muhtaç olduğu işte fazilet ve iffetini bozmadığı sürece çalışabi­lir. İslâm'da kadın çalışmaz diye bir kural yoktur. İslâm kadını hacz al­tına almamıştır. Önceden de işaret ettiğimiz gibi yeter ki erkekle kadın arasında iyi alaka, iffet hakim olsun ve kadının fazileti çiğnenmesin.

Fakihler kitap ve sünnetten istifade ederek, kadınların mescidlere gidebileceklerini, cemaatle kılınan namazlara iştirak edebileceklerini, bayram namazlarına katılabileceklerini söylemişlerdir. Ve yine kendi­sini ilgilendiren konularda fikirlerini beyan etmesi İslâm'ın kendisine verdiği fikir hürriyetini göstermektedir. Mehir konusunda Hz. Ömer'le tartışan kadının hikayesi bunun en açık delilidir.

İslâm kadına ilim öğrenmeyi, kendi yaradılışına uygun şeyler öğ­renmeyi mubah kılmıştır. Ancak mutlaka kadın medreselerine veya kız enstitülerine gitmesi lazımdır. Fakat bu söylediklerimiz kadının mutlak hür olduğunu göstermez. Kadın bir sanat öğrenirken iffetini yitirmeye­cek. Biz İslâm adına kadın istediği gibi hareket etsin diyemeyiz. O ko­runmakla beraber iffet dairesinde ilim, sanat ve meslek öğrenmelidir.

Bir kısım çağdaş insanlar Seleme b. Kays'm olayını delil olarak öne sürüyorlar: Rivayete göre birgün Seleme Hz. Ömer'le yemek yer­ken, Hz. Ömer'in hanımı Ümmü Gülsüm'e "Sen neden bizimle yemi-yorsun" dedi. O da "Sen de beni Zübeyr ve falan falanın hanımlarını giydirdikleri gibi giydirseydin ben de çıkar erkeklerle karşılaşırdım" diye cevap verdi. Bu hikaye çağdaşlara bir delil olamaz. Çünkü o dev­rin insanları şüpheden uzak idiler. Onlar Hz. Muhammed'in medrese­sinde yetişmiştirler. Bu bayrak isimleri, sonradan gelen insanlarla kı­yaslamak mümkün değildir.

Bunu teyit etmek için Zübeyr b. Avvam'ın karısı Atike binti Zeyd b. Amr b. Kays'ın hikayesini anmadan geçmeyeceğim. Bu kadın güzel bir kadındı. Zübeyr onu kıskanırdı. O ise namazını mescidde kılmak is­terdi. Hz. Zübeyr kıskançlığından dolayı onu camide kılınan namazdan menetmek istedi. Karısı ona, "Sen beni nasıl menedebilirsin ki Peygamber "Allah'ın kadın kullarını, Allah'ın camilerinden alıkoymayın!" buyuruyor" dedi. Hz. Zübeyr mecbur kaldı ona izin ve eye, fakat gü­nün birinde o camiye giderken Zübeyr gizlenip onun yolunu bekledi. O geçerken onun sırtına dokundu.

Kadın kendisine birinin dokunduğunu görünce tevbe etti. Allah'a sığındı ve inna lillah dedi. Sonra yan yoldan eve döndü. Zübeyr bir iki gün bekledi baktı ki hanımı camiye gitmiyor. Ona dedi ki "Önceden camiye gittiğin gibi şimdi niye gitmiyorsun Ey Atikc?" O da dedi ki: "İnsanlar bozuldular da ondan!" O kadın o zaman kadınlarla ilgili mi­yar ve kıstasları biliyordu. O toplumun kendi iffet ve kerametini koru­duğu sürece dışarı çıkar feraizini ve şearini yapardı. Ama bugünkü top­lumda ise, kadına bakış, kurdun kuzuya bakışı gibidir. Onun için kadı­nın çok ihtiyatlı olması lazımdır. Şüphelerden sakınmak lazımdır. Yok­sa Rasûlullah'ın buyurduğu gibi koruluğun etrafında dolaşan bir gün gelir ki, koruluğun içine girer.

Ben öyle inanıyorum ki, Peygamberimiz'in işaret buyurduğu asra girmiş bulunuyoruz. O şöyle buyuruyor:

Bir zaman gelecek onda giyinik çıplak kadınlar olacak, onlar er­keklere meyledecekler ve erkekleri kendilerine çekeceklerdir...

Biz kadınların haklarını ellerinden almak istemiyoruz. Bilakis bü­tün haklarını vermek istiyoruz. Onun şahsiyetini mükemmelleştirmek istiyoruz. O erkekle beraber dini ve ahlâkî bir seviyeye yükselsin. On­lardan her biri diğerine kardeş gibi baksın. RasûluUah öyle buyurmamıs mı?

Kadınlar erkeklerin öz kardeşleridirler.

 

Suni Döllenme Ve Din

 

SORU: İddia ettiklerine göre, bir İtalyan bilim adamı labaratuvar-da bir cenin meydana getirmeye yeltenmiş fakat muvaffak olamamış. Bitki hayvan ve insanlarda suni döllenmenin hükmü nedir? Dinin bu konudaki görüşünü söyler misiniz?

CEVAP: Bu haber kuvvetli ihtimalle doğrudur. Eğer haberin aslı varsa, sebep olanın büyük bir payı vardır. Çünkü bilim adamlarının de­diklerini yapma hırsı onları devamlı, insanlara meçhul olan tabiatın ba­zı şeylerini keşfetmeye sevketmektedir. Onların en son buldukları şey ise, erkek ve kadından alman meniden bir cenin meydana getirmektir. Bu yeni bir şey değildir. Bu çok eskilere dayanıyor. Bu çok zor bir tec­rübedir. Bilindiği gibi bazıları bu konuda çok az bir başarı elde ettiler. Bu konuyu araştırırken bize düşen şey, insanın meydana getireceği şeyle, Allah'ın (c.c) yarattığı şeyler arasındaki esas farkı göz önünde bulundurmaktır. Biz burada bir çok fark görüyoruz:

Birincisi: Bu bilim adamının yaptığı bir taklit ve bir derlemedir. Bu bakımdan insanlarla Allah'ın yarattığı arasında çok farak vardır.

İkincisi: Bu bilim adamının işi bir sonuca varmamıştır. Bir şeye başlamış ama sonuna varamamıştır. Günler geçti haberi veren gazete­ler -bir netice çıkmadığı için- hayal kırıklığına uğradılar.

Üçüncüsü: Bu bilim adamını buna iten sebep nedir? Bu sadece bi­limsel bir meraktan mı yoksa ilahi akideyi mahkum etmek, ilahi yara­dılışı yok saymak veya ilahi sanatı inkar etmek mi? Bu sayede insan­ların akidelerini yitirmelerini ve dini terketmelerini mi istiyor?

Benim galip zannıma göre son şık, bilim adamlarını böyle şeyle­re sevkediyor. Çünkü genelde bunun gibi deney ve tecrübeler ancak il-hadla neticelenir, en azından dini bir akaitten uzakdırlar. Dindar adam -ister müslim ister gayr-i müslim olsun-Allah'a ve Allah'ın yaradılışı­na inandığı sürece böyle şeylerden kendini sakındır.

Hatta kendi nefsinde bunun üzerinde kudret dahi bulsa, böyle şey­lere girişmez. Çünkü kesin olarak biliyor ki yaratmak onun işi değildir. Onun ihtisas sahası da değildir. Yaratmak ancak Allah sübhanehu ve te-âlânın işidir.

Yine bu araştırmanın meyvesine bir göz atalım. İnsanlığın önün­de devasa problemler vardır. Bu bilim adamının bu problemlere eğil­mesi lazım idi. Neslin kalabalıklaştığını söylüyorlar. Bu bilim adamı ise kalkmış deney yoluyla bir cenin meydana getiriyor. Bu küçük devenin üzerine büyük deveyi oturtmaktır. Nüfus patlamasına katkıda bulunmaktır. Bu da abes bir iştir.

Bunu caiz görmekle ilmi, tıbbi ve toplumsal müşkilatlar meydana gelir. Bilim adamlarının çaba sarf etmelerine ihtiyaç vardır. Eğer onlar insanların hizmetinde iseler onlara çok şey düşer. Keşke bu bilim ada­mı bunun yerine ihtimamını kanseri, kalp sektesini araştırmaya, beyin kanamalarına veya bunlara benzeyen, medeniyetin oluşturduğu hasta­lıklara yöneltseydi. Medeniyet ehli bu hastalıklara karşı elleri kollan bağlı durumdadır.

Bu abesle iştigal eden araştırmacının mesh, (değişim) ve beşer ta­katinin üstünde olan ilahi işi taklit etmekle Allah'ın şu aşağıdaki ayet­leri arasında bir uzlaşma bulmak mümkün değildir:

Biz insanı en güzel biçimde yarattık. (Tin/4)

Ey insan! Seni yaratıp seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren, ihsanı bol rabbine karşı seni aldatan nedir? (İnfitar/6-8)

Bizim rabbimiz herşeye hilkatini (varlık özelliğini) veren sonra da doğru yolu gösterendir. (Taha/50)

Allah, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. (Nuh/17)

İnsanların ilkin topraktan yaratılıp ve sonradan canlı haline gel­meleri -bilim adamının yaptığı ile Allah'ın yaptığı arasındaki- esas farkı meydana getirir.

Bilhassa son asırlarda bilimle uğraşan insanlar Allah'ın Önlerine koyduğu ham maddelerden kötü yönden yararlanmak için bayağı gay­ret sarfediyorlar. Onlardan yararlanmayıp ancak insanlık için büyük müşkilatlar meydana getiriyorlar. Ve böylelikle hayatı çekilmez hale getiriyorlar. Atom bombalarını keşfetmek, barutla savunmada bulun­mak gibi daha nice kuvvete sevkedecek şeyler bulundu. İnsanlar bugün bunları ya harblerde silah olarak ya da hayatta büyük sıkıntılar meyda­na getirecek tehditler için kullanılıyor.

Bu konuda büyük çaba sarfetmemiz gerekmektedir. Bütün insan­ların -müslim olsun gayr-ı müslim olsun- ilahi bir dine veya insanla­rın kerametine inanan herkesin insanların emniyetine nazarlarını çevir­mesi lazımdır. Ta ki bu araştırmacıların nazarları da insana ve insanın değerine çevrilsin.

Farz edelim ki bu araştırmacı bu cenini geliştirdi. Bu onun kudre­tine delalet eder mi? Yoksa bu sebepleri yaratan ve onun önüne koyan Allah'ın kudretine mi delalet eder? Hammaddeyi ve gelişmeye uygun olan şeyi hazırlayan kim?

Farzedelim ki bu araştırmacı bir adım daha attı. Bu da dinin aley-hine bir delil olmaz, aksine dine bir delil olur. Biz hergün Kur'an'da şu ayeti okuyoruz:

Nihayet yeryüzü zinetini takınıp (rengarenk) süslendiği ve sahip­leri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sıra­da, gece veya gündüz ona emrimiz gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden kopararak biçilmiş bir hale getiririz... (Yunus/24)

İşte bu iktidar (onlar kudret sahibi olduklarını sanıyor) bir işaret­tir ki insanlar dik başlılık yaparak kendini aldatıyor, insana çok cüzi bir iktidar verilmiş, bunu tecavüz edince ona kötü bir netice kalır. O da yok olmak ve helak olmaktır.

Ama insan dışındaki suni döllenmeye gelince, diğer din mensup­ları gibi bizim de hayvan ve bitkilerde ona bir engel koymamamız ge­rekir. Bilakis ona teşvikte bulunmamız lazımdır. Çünkü bitki ve hay­vanlarda çokluk aranır, nesep ve aile bağlan aranmaz. Onlarda beşeri alakalar da aranmaz.

Din adamı, hayvanat ve bitkiler aleminde suni döllenmeye rıza gösteriyorsa, bu makul olan bilimin gelişmesi sayılır ve insanoğlunun kemal seviyesini gösterir.

Ama, Allah'ın mükerrem yarattığı, bir çok hassalarla, duygularla, vicdanla donattığı, iffet ve fazilete teşvik ettiği, babalık ve anneliği üzerinde durduğu insan konusuna gelince burada durulması gerektiği­ni düşünüyoruz. Bu kapı ancak zaruret durumunda açılmalı, seri yol­larla yapılmalıdır. O da karı ve koca arasında, şartlar elverirse suni döl­lenme yoluna gidilmesidir. Karı koca olmayanlar arasındaki döllenme ise, örtülü bir zina gibidir. Onunla nesebler bozulur ve aile bağları za­yi olur. Allah hakkı söyler ve insanları doğru yola iletir.

İslâm Ve İtaat

 

SORU: İslâm'da itaatin sınırı nedir?

CEVAP: Evlilik aktinin mühim bir yeri vardır ki o diğer akitlerde yoktur. Kur'an-ı Kerîm, evlilik akti için "birbirinizden ağır söz" aldı­nız derken fikirlerimizi ve gözümüzü buna çeviriyor. Çünkü evlilik âk-ti bir şirket değildir. O bir alışveriş ve geçici bir arkadaşlık da değildir.

Evlilik aktinde aslolan hayatın sonuna kadar devam etmesidir.  Ona bir kısım arızalar peyda olsa dahi, onu devam ettirmek, tehlike za­manında dahi zararların en hafifini tercih etmek ve böylelikle karı-ko-ca hayatına devam etmek lazımdır. Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır:

Kaynaşmanız için size kendi (cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğ­rusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

Bu ayet gösteriyor ki, evlilik akti maddi, manevî, ahlâkî ve insanî birçok şeyi de beraberinde getiriyor. Eşlerden herbiri diğeriyle yaşıyor, onun sırlarına vakıf oluyor, onun gizli yönlerini öğreniyor yemede, meskende ve yatakta ona ortak oluyor, sıhriyette, neseb ve mirasta, şöhret ve keramette ona ortak oluyor v.s.

İslâm evliliğe giriş için bir çok şartlar Öne sürmüş onların en mü­himi rıza ve ihtiyardır. Sonra da tanışmak ve anlaşmaktır. İslâm bu ko­nuda kocanın rağbetini, kadının rızasını arar. Kocanın, karısının ihtiya­rını hoş karşılaması, devamlılığı tercih etmesi gerekir ki o da dindar ol­mak ve iyi ahlâklı olmakla mümkündür. Kocanın geçici şeylere kapılmaması lazımdır. Bunlar mal, güzellik ve mevki gibi şeylerdir. Çünkü bunlar geçici şeylerdir. Ama dindarlık, güzel ahlâk, iyi huy devamlı olan şeylerdir.

Bir konu daha vardır ki, biz ondan habersiziz: O da kadının koca­sını seçememesidir. Bu çoğu zaman böyle olmaktadır.

Evlilik aktinin salimen devam edebilmesi için bazı temel şeylerin bulunması lazımdır.

Evlilik akti, sevgi, şefkat, iyi geçim üzerine kurulup devam etme­lidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

En hayırlınızfehline hayırlı olanınızdır. Ben ehlime en hayırlı olanımzım.

Onlara (kadınlara) ancak iyi olanlar iyilikte bulunurlar. Yine onla­ra ancak kötüler ihanet ederler.

Evliliğin temel direklerinden bazıları da şualardır: İslâm kadına da erkeğe de bazı görevler yüklemiştir. Bazı görevleri de aralarında müşterek kılmıştır. Kadının vazifelerinden biri, kocasına itaat etmesi­dir. Erkeğin karısına karşı görevi ise, onun nafakasını temin etmesidir.

Fukahanın çoğunluğu, kadının nefsini kocasına vermesiyle nafa­kanın kendisine vacib olduğunu söylüyorlar. Çünkü o ondan başkasıy­la evlenemez. Taat kelimesi karı-koca hayatında İslâm'ın istemediği bir mana kazanmıştır. Kur"'an-ı Kerîm itaat konusunda şöyle buyur­maktadır:

Size itaat ederlerse artık başka yollar aramayın. İyi olan kadınlar kocalarına ilaat eden kadınlardır. Hz. Peygamber ise şöyle buyurmuştur:

Kadınların en hayırlısı kocası kendisine baktığında sevinen, em­rettiğinde emri yerine getiren, kocasının yokluğunda onun malını ve ırzını koruyan kadınlardır.

Ancak "taat" karı-kocalık hayatını bozarsa, başka bir manaya ge­lir ki, İslâm onu kabul etmez. Din kadının kocasına itaat etmesini vacib kılmıştır. Şöyle ki karı-kocalık ilişkilerinde, ev işlerinde iffet ve fa­zilette, gıyabında onun malını ve ırzını korumada, izin almadan evden ayrılmamada v.s. Ancak şeriatın cevaz verdiği ve çıkmak için izin ver­diği yerlere çıkabilir. Şartlarıyla beraber eda edilen farz hac, ebeveyni ziyaret ve buna benzer şeyler gibi.

Eşler için haklar ve vazifeler vardır. Erkeğe ayrıca müstakilen ba­zı vazifeler vardır. Kur'an buna şöyle işarette bulunmuştur:

Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. (Bakara/228)

Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucu su dur. (Nisa/34)

Çünkü aile bir yöneticiye muhtaçtır, yöneticisiz olmaz. Yoksa da­ğılır ve çözülür gider. Ya bu yöneticilik kadına ve erkeğe beraber veri­lecek, bu da çelişkilere sebebiyet verecek, ya kadına verilecektir ki bu da vaziyeti ters çevirmek demektir. Ve hayatın tabiatına ters bir vazi­yet olur. Çünkü erkek hayatın meşakkatlerini yüklenmeye daha uygun­dur, aile ismini taşımaya daha layıktır.

Ancak "erkeğin yöneticiliği" dini manasından saptırılmıştır. Bazı erkekler yöneticiliği bir inat sanıyorlar, bir sefih tahakküm, bir zalim­ce hakimiyet zannediyorlar. Yönetici olmakla kadını eziyor, onun ma­li hukukuna el kokuyor, onu bir takım seri haklarından alıkoyuyor.

Nasıl ki itaat yanlış anlaşılmışsa, yöneticilik de öyle yanlış anla­şılmıştır. Bunlar yanlış tatbik ediliyor. İnhirafçılar bunu dine bir iftira olarak kullanıyorlar. Din bundan beridir. Çünkü bu kötü bir tatbikatın neticesidir. Halbuki eşler birbirlerini anlayıp sevince, hayat çok güzel ve kolay olur. Ancak ihtilaf olur, nefisler bozulursa, kadın eşinin evini terkeder, babasının evine gider, orada bir zaman kalır, sonra kocasının aleyhine nafaka davası açar, şahit ve avukatlara başvurur, haklı veya haksız düşmanlıklar başlar, mahkeme uzar, hüküm verenlerin hileleri işi daha da düğümler.

Kadın nafaka davasını kazanır, fakat bununla yetinmez, onu kocasına karşı zehirli bir silah gibi kullanır. O, o hükümle kocasını aşağıla­mak veya onu hapse attırmak ister.

Buna karşılık koca da "itaat" kuralını kadına karşı bir koz olarak kullanıyor. Böylece kadını aşağılamak ister. Kadını kuvvet zoruyla ge­çici olarak evde tutuyor. Bu evde karı-kocalık hayatının devam etmesi mümkün değildir. Sanki o sadece kadının hile ve planlarına karşı plan kurmaktadır.

Ve işte böyle... kadın kocasını nafaka için hapse attırabilirse, bu­nu yapar, koca da karısını kerhen polis zoruyla koca evine sevkedebi-lirse, o da onu yapar.

İslâm'ın koyduğu kural ise şudur: Koca evinde, kadın için kera­met, hürriyet ve istiklal vardır. Onu orada kocanın yakını da olsa hiç kimse rahatsız edemez. Hiç bir yönüyle kadın zarara uğratılmaz. Bu iyi suret maalesef kötü tatbikata terkedilmiş ve buna "itaat hükmünün tat­bikatı" denilmiştir.

O zaman karı-koca hayatının bir an önce İslâm'ın getirdiği temel­lere göre yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunlar da anlayış, sevgi ve iyilikle muaşerette bulunmaktır. Bunlardan sonra da ihtilaf olursa, hü­küm gayet açıktır. Koca nafaka temin ettiği müddetçe, kadına itaata et­mek düşer, kadın itaat etmediği zaman kocadan nafaka temin etme mecburiyeti kaldırılır.

Farzedelim ki kadın baş kaldırdı, koca da nafaka vermekten imti­na etti. Bu uzun bir müddet devam etti, aralarında bir uzlaşma olmadı, o zaman hulû yoluna müracaat edilir. Hulû ise kadının ayrılmak için kocasına mal vermesidir. Bu kocanın verdiği mala benzer. Çünkü bu durumu istemeyen kadındır. Öyle ise, kadın kendini mal mukabilinde kurtarmalıdır.

Karı-kocalık hayatının, ayette geçen muhabbet ve şefkatin zıddı­na devam etmesi mümkün değildir. İki taraf, aralarındaki nefrete rağ­men bir araya gelirlerse karı-kocalık hayatı devamlı bir inada binecek, nihayet fatura müslümanlara çıkarılacak. Birileri de İslâm adına fetva verecek. Evladlanna kötü bir sonuç ve acı bir meyve kalacak.

Bazıları şöyle diyorlar: İslâm boşama hakkını sadece erkeğe ver­mekle onu kayırmış, kadına böyle bir hak vermemiştir. Oysa kadına da hak verilmiştir. Buna akti feshetmek veya hulû denir. Kadın kocasında, ahlâkî, tabii veya maddi veya benzer bir kusur görürse, nikahın sona ermesini ve aktin feshini isteyebilir.

Şunu bir daha te'kit etmek istiyorum: Karı-kocalık hayatının, ka­dının istememesine rağmen devam etmesi mümkün değildir.

Bunca izahtan sonra bir kısım akılsızlar dini bazı hükümlere dil uzatıyorlar veya itirazda bulunuyor. Bu ahlaken çözülmüş olanlar di­nin temelini tahrip etmek istiyorlar. Geçen günlerde yayın yapan bir mecmuada kadın ve erkeğin mirasta eşit olmaları isteniyordu. Bir kı­sım insanlar da bunu fetva heyetinden soruyorlardı. Fetva komisyonu başkanı da bunu benden sordu. Ben bunun mümkün ve doğru olmadı­ğım söyledim. Bildikleri halde iftirada bulunanlara lanet olsun.

 

Ahlâki Çözülmeler Hakkında

 

BİRİNCİ SORU: Son zamanlarda mahalli ve dünya basını, ahlâkî çözülmeden, Batı toplumunda meydana gelen tehlikelerden bahsedi­yorlar. Büyük devlet adamları ve sorumlular sık sık buna temas ediyor­lar. Bunların en kötüsü de İngiliz toplumunun ve devletinin itiraf etti­ği cinsi sapıklıktır. Sizin bu konuda görüşünüz nedir? Dinin ve ilmin bakışı nasıldır?

CEVAP: Bu fazilete değer vermeyen, ruhun yüceliğini ve ahlâkın yüksekliğini itiraf etmeyen maddî medeniyetin tehlikesinin büyüklü­ğünün tabii bir neticesidir. Bu maddi medeniyet insanların mutluluğu­nun, sadece hissi lezzetlerde, cinsi şehvetlerde ve bedenin isteklerinde olduğuna inandırmıştır. Çağdaş insan refah peşindedir. Her gün daha fazla şehvetler ister. O şiddetli bir açlığa maruz kalmıştır. Asla doy­maz, daha nice şeyleri elde etmeye çalışır. Bu çözülmelerin en müdhi-Şi cinsi sapıklıktır ki, medya bizi ona muttali kılıyor. Bu aile bağlarının koptuğunun ve emsi sapmaların olduğunun delilidir. İlahi kader tabii bir yolla bunu erkekle kadın arasında resmetmiştir. Asırlardan beri bu böyle devam etmiştir. Bütün din ve şeriatlar bunu meşru' evlilikle ka­bul etmişlerdir. Aileler arasındaki bağlar koparsa, arkasından şüphesiz başka şeyler gelir. Çünkü aile bütün toplumlarda asıl çekirdektir. Top­lumun temelidir. Batı dünyasına baktığımızda aile ilişkilerinde büyük bozulmaların meydana geldiğini görüyoruz. Öyle ki baba babalığını, anne anneliğini ve evlat evlatlığını bilmez.

Bu aile bozulmasından dolayı rujce suçlar işleniyor. Batı dünyası çok acı bir şekilde bundan şikayet ediyor. Çünkü bu tefessühün eserle­ri toplumun zirvesine vurmuş. Ama maddi süs bunu örtbas ediyor.

İKİNCİ SORU: Vatikanlı bir din adamı, Mesih İsa'yı cinsi sapıklık­la itham etti. Hz. Meryem'in de bakire olmadığını söyledi. Sonra mey­dana çıktı ki bu adam yahudi asıllı imiş ve yine Londra'da bir kilise

mensubu, erkeğin erkekle evlenebileceğini söyledi. Bu konuda görüşü­nüz nedir?

CEVAP: Şunu hatırlatayım ki, ben de yeni kilisenin zirve toplantı­sında, meydana gelen haberleri okudum. Bunda hedef talebe göre İn­cil'i yeniden düzenlemek imiş. Bu toplantı Cambrıdge Üniversitesinde yapıldı. Keşiş (papaz) Heyu Munt Fuyuri bu toplantıda Hz. Mesih İsa'ya hücum ederek onun cinsi sapık olduğunu söyledi. Kadınlar ona dostluk gösteriyorlardı. Fakat o genç oğlanları tercih ediyordu. Mesih İsa'nın gayr-ı meşru evlilikten meydana geldiğini söyledi. İnsafla şunu da zikretmek gerekir ki, Niyuzüyük dergisince bildirildiğine göre Dr. Mikail Remzi, -"Konterberi'ni" papazlarının reisidir- bu konuda sözü geçen papazı tekzib etmiştir.

Sonra açığa çıktı ki, bu habis papaz Heyu Munt Fuyuri aslen ya­hudi ve siyonisttir. Ancak yahudilere ve Siyonistlere hizmet etmek için Hristiyan gözükmektedir.

Yine bu keşişin Biritanya yahudilerinden milyoner Jozef Munt Fuyuri'nin soyundan olduğu anlaşıldı. Osmanlılar zamanında yahudi yurdunun inşası için çok harcamalarda bulunmuş. Onun ismini taşıyan bir yerin inşası için çok teberruda bulunmuştu. Sonra bu Kudüs'e ilhak edildi.

Bundan da anlıyoruz ki, Hz. Mesih İsa'ya yapılan bu iftiranın ar­kasında, pis Siyonistlerin zalimane teşhiri vardır. Dünya Hz. Mesih İsa'ya tabi olan insanların yahudilerce nasıl kandırıldıklarına bir bak­malıdır. Mesih'in katline katılmadıklarına dair bir belge de istesinler.

İslâm bu iftiraları kesinlikle tekzib eder. Çünkü Kur'an-ı Kerim bize Hz. Meryem'in iffetli, temiz ve bakire olup asrının kadınlarının en üstünü olduğunu, Hz. İsa'nın da Allah'ın ruhu, kelimesi ve Rasûlü ol­duğunu bildirmektedir. Meryem ve oğluna şeref olarak Kur'an'ın bir suresinin adının Meryem olması yeter.

Sözkonusu keşişin söylediği ise, biraz önce işaret ettiğimiz gibi çirkin bir saldırıdır. Cinsi sapmalar ancak dini inkar eden toplumlarda olabilir.

ÜÇÜNCÜ SORU: Ahlâkî çözülmelerin genel, cinsi sapmaların husu­si (az) olması, Batı toplumlarında bunun eskiye nazaran daha çoğalma­sını neye bağlıyorsunuz?

CEVAP: Kur'an-ı Kerîm'in bir çok yerinde cinsi sapıklık kötülen-miştir. Bu insani ahlâkın kötüye gittiğini göstermektedir. Geçmiş asır­larda bu iğrenç fiili işleyenleri Allah'ın cezalandırdığını, şehirlerini alt üst ettiğini, Kur'an bize haber verir ve bunun, onlar için uygun bir ce­za olduğunu bildirir.

Bunun baş sebebi biraz önce de işaret ettiğim gibi şudur: Maddi-leşen insanların midesi genişlemiş ve sarkmıştır. O hissi şehvetlerin yakıtını ziyadeleştirmiştir. O aç köpeklerin durumuna düşmüştür. O ıs­rarla arzularını yerine getirmek istiyor. O hiç bir kayıt ve hudut tanı­maz. Çünkü maddileşen insanların aklı delinmiş ve ruhu harap olmuş­tur. Bunlarda mide ve şehvetin arzularıyla ruhun istekleri arasında den­ge kalmamıştır.

Öteden beri Batı toplumunda bu gibi kötülükler vardı. Fakat onlar bu suçları bazen fen perdesi altında bazen de edep perdesi altında sak­lıyorlardı. Artık şimdi kap doldu ve taştı ve dananın kuyruğu koptu. Müşkilatlar tehlikeleriyle belirdi. İnsanların temel ahlâkî kaidelerini yıkıyorlar.

DÖRDÜNCÜ SORU: Batı toplumu bu ahlâkî çözülmeyi ve cinsi sa­pıklığı neye dayandırıyor? Halbuki bu çözülme İslâm dünyasında yok­tur. Üstelik şu iddia da vardır ki, Batı dünyası, İslâm dünyasından zi­yade dini ayinlere ve kilise işlerine bağlıdır. Buna rağmen bu ahlâksız­lıklar nerden kaynaklanıyor?

CEVAP: Batılıların yapmış oldukları ayinler ve merasimler şekilci­likten ibarettir. Bunlar bir takım zahiri hareketlerdir. Bu kötülükler böyle zahiri şeylerin arkasında gizlenir. Nasıl ki elmanın dışı iyi görü­nür ama içi kurtludur. Batılılar hakkında görüşümüz şudur: Onlar gü­zel konuşurlar, ama ardından da zehirli hançerlerle öldürürler. Hatta Batılılar hakkında şöyle söylerler: Onlar idam hükmüne sanki düğün yemeğine davetiye yazar gibi imza atarlar. Doğuda bir tertipsizlik ve düzensizlik olsa da inandığı dine ve ruhaniyete karşı saygılıdır. Hep­sinden daha mühimi ırz, iffet ve fazilet hakkında çok gayretlidirler.

BEŞİNCİ SORU: Batı toplumundaki ahlâkî çözülme tufanının İslâm dünyasına geçme ihtimaline karşı ne gibi şeyler tavsiye edersiniz?

CEVAP: Burada yapılacak tek şey vardır, o da fert ve cemiyet ba­zında dini terbiyeye ehemmiyet vermektir.

Bu terbiyeden kastım; dini hükümleri muhafaza etmek, hükümle­re tekrar dönüş yapmak, tehdit ve korkutmak değildir. Ben burada ter­biyeden şunu kastediyorum. O başlı başına bir yol bir yaşam tarzıdır. İlk önce evden başlamalıdır. Ardından okulda kuvvetlendirilmeli, Üni­versitede teyid edilmeli ve yayın organları ona yardımcı olmalıdır. Son olarak da, seviyeli liderler yardımcı olmalıdır ve mesul kurumlar da bu tufanının önünde set olmalıdırlar. Ancak bu saydığımız şeylerin yardı­mıyla ahlâkî çözülmenin hakkından gelebiliriz. Yolun doğrusu Al­lah'ındır.

 

Şarta Bağlı Olan Talak (Boşama)

 

SORU: Karısının doğum kontrol hapı almamasını isteyip 'Eğer alacak olursan bana haramsın' diyen ve buna rağmen hep kullanan kadın ile kocanın durumu ne olacak?

CEVAP: Herşeyden önce şunu bilmeniz lazımdır ki boşama Allah katında istenmeyen, akıllı insanlarca da çirkin görülen bir şeydir. Allah Rasûlü (s.a) şöyle buyuruyor:

Allah katında en istenmeyen helâl boşamadır.

Allah, zevk için çok evleneni, talakla yemin edeni lanetlemiştir.

Allah, talakı (boşamayı) lüzum anında kullanılan bir ilaç gibi meşru kılmıştır. Meşru yollarla kocanın son baş vuracağı bir çözüm yoludur. Eşlerin kan-kocalık hayatı zorlaştığı, artık uzlaşmak için hiç bir çarenin kalmadığı zaman boşanmaya gidilir. Allah bu konuda şöy­le buyuruyor:

Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında on­lara günah yoktur. Sulh daima hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlı­ğa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Al­lah yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa/128)

Eğer eşler birbirinden ayrılırsa Allah, bol nimetinden herbirini zenginleştirir. Allah'ın lütfü geniş hikmeti büyüktür. (Nisa/130)

Eğer karı-kocanm aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ai­lesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah herşeyi bilen, herşeyden haberdar olandır. (Nisa/35) ya onları iyilikle tutun, yahut iyilikle bırakın... (Bakara/231)

Bundan dolayıdır ki, doğum kontrol haplarını almamaya dair ka­rısıyla anlaşma yemini yapan kocanın talakla yemin etmeye yeltenme-mesi gerekirdi. Böylece bir sıkıntıya girmez ve kalbinin huzursuz ola­cağı bir şüpheye maruz kalmaz.

Bununla beraber, bu kocanın "Sen doğum kontrol hapı alırsan bana haramsın" demesi, şarta bağlı olan talak nevindendir. Bu da yemin edenin bir şeyi yapma veya yapmama üzerine kullandığı bir nevi yemindir.

Bu gibi durumlarda, yeminin meydana gelmesi veya gelmemesi üzerinde durulur. Talakla yemin edenin niyetine, bir işi yapma veya yapmama durumuna bakılır. Burada yemin eden koca eğer sadece ha­nımını hapları almaktan alıkoymak için yemin etmişse, hanım hapları alsa da, almasa da hanımı ona haram olmaz.

Ama eğer koca, kadının bu hapları almakla kendisinden bir rici ta­lakla boş olmasına niyet etmişse, daha önce iki talakla boşamamışsa tekrar ona dönebilir. Yeni bir mehre yeni bir nikaha gerek yoktur.

Umarız ki bu kocayı böyle bir yemine sürükleyen şey geçici ola­rak hamileliği önleyen hapların kullanılmasının haramlığına olan inan­cıdır. Halbuki İslâmî bir anlayış eğer hamilelikte meşakkat varsa, ka­dının kocasının uygun görmemesiyle böyle bir şeye baş vurmasını ya­saklamıyor, İslâm böyle bir şeyi erkeğin izinine bağlamamıştır.

Bunu işaret eden deliller çoktur. Ben bunları Din ve Aile Planla­ması adlı kitabımda yazdım. Ezher de 1953 senesinde çıkardığı bir fet­vada şöyle söylemektedir:

Hamileliği geçici olarak önlemek için doğum kontrol hapları kul­lanmak Şafii mezhebine göre haram değildir. Fetva komisyonu böyle fetva vermiştir. Çünkü bunda insanlara kolaylık vardır. Bununla sıkın­tılar giderilir. Bilhassa sıksık hamilelik olduğu, kadın hamilelikten za­yıf düştüğü, sıhhati tehlikeye düştüğü zaman (muvakkat olarak doğum kontrol hapları alabilir). "Allah kolaylık diler zorluk dilemez." "Dinde size bir zorluk yoktur." Ancak daimi olarak gebeliği engellemek ha­ramdır. Allah daha iyisini bilir. Doğru yol O'nundur.

 

Belgesiz Talak

 

SORU: Kocasından belgesiz olarak boşanan bir kadının ikinci de­fa evlenmesi caiz midir? Birinci koca ölmüş ise, durum nasıl olacak bu konuda ne dersiniz?

CEVAP: Bir koca hanımını boşadığı zaman bu boşanmayı bir bel­geye veya bir vesikaya geçirmesi şart değildir. Çünkü talak sözünün söylenmesine itibar edilir. Bu sözün söylenmesi, boşama için yeterli­dir. Ama onu bir belge ile tescil ettirmek insan haklarını korumak açı­sından güzel bir şeydir. Karı koca haklarını korumak veya inkar etme­nin önüne geçmek açısından açık olan kapıları kapatmak için belge/ve­sika çok iyidir. Soruda söz edilen kadın, eğer kocası onu boşamışsa, id-deti de dolmuşsa, başka bir erkekle evlenebilir. Şeriat-ı garradaki hü­küm böyledir.

Birinci kocasının ölü veya diri olması farketmez. Çünkü onun id-deti dolmuş, ikinci bir koca ile evlenmek hakkı kendisine doğmuştur.

Ancak vefat eden koca eğer karısını boşamamışsa, o zaman kadın onun vefatından sonra iddetinin dolmasını bekleyecek, ki bu da dört ay on gündür. Bu hamile olmadığı takdirde böyledir. Eğer hamile ise doğurunca iddeti biter. İddeti dolunca da yeniden başka bir koca ile evlenebilir.

 

Miras Hakkında

 

SORU: Ölüp de geride karısını, ana-baba bir erkek kardeşini ve bir de üç kızkardeşini bırakan kişinin mirası şeriata göre nasıl taksim edilir?

CEVAP: Ölen kişi arkada karısını, öz erkek kardeşini ve üç kızkar­deşini bırakırsa, eşi (karısı) mirasın dörtte birini alır. Ancak bu taksim, ölenin teçhiz ve tekfin masraflarından, borçlarından ve vasiyetinden sonra uygulanır.

Eşinin, terekenin dörtte-birini alacağının delili ise, Allah'ın şu sö­züdür:

Çocuğumuz yoksa yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bı­raktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Nisa/12)

Mısır miras kanununda 1947 senesi itibarıyla şu madde vardır: Bir rici talakla boşanmışsa dahi kocası ölünce, kadın iddet müddetinde ol­sa bile Ölünün çocuk veya torunları yoksa, kadına terekenin dörtte bi­ri, ölünün çocuk veya torunları olursa sekizde biri düşer.

Soruda sözü edilen kardeş ve kızkardeşlere gelince, onlar asabe olurlar. Asabe demek kişinin çocukları ve babadan akrabaları veya er­kek varisleri demektir. Buna asabe denmesinin sebebi, onu her halü­karda korumalarındandır.

Bundandır ki, önceden de denildiği gibi ölünün hanımı terekenin dörtte birini aldıktan sonra geriye kalan miras kardeşler arasında pay­laşılır. Erkek kardeşi kız kardeşlerin iki katı düşer. Buna delil ise, Al­lah'ın (c.c) şu sözüdür:

Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölürde onun bir kız kardeşi bulunursa, bıraktı­ğının yarısı bunundur, kızkardeş ölüp, çocuğu olmazsa, erkek kar­deş de ona varis olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeş­lerin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı kadın payı kadardır. Şaşır-mamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmek­tedir. (Nisa/176)

Mısır'da 1947 senesinde düzenlenen miras kanununun ondoku-zuncu maddesinde şöyle kayıtlıdır: Asabe bilgayr, yani öz kardeşler ve öz kızkardeşler, baba bir erkek kardeşlerle, baba bir kızkardeşler, ara­larında mirası ikili birli taksim ederler.

Sorulan sorunun özet cevabı şöyledir: Ölünün karısı dörtte birini, diğer kardeşler mirasın geri kalanını alırlar. Burada erkekler kızların iki katı kadar alırlar. Eğer durum soruda olduğu gibi olursa. Allah da­ha iyi bilir.

 

Evlilikte Kadının Hakkı

 

SORU: Kızın rızasını almadan onu mehirsiz olarak evlendirmek hususunda İslâm'ın görüşü nedir?

CEVAP: Dinen, kızı, istemediğine vermek caiz değildir. Çünkü bu evlilik kızın hakkıdır. Onda zorlama olmaz. Peygamberimizin devrin­de böyle bir evlilik olmuştu. Bu evlilikle makam, mansıb ve akrabalık amaçlanmıştı. Kız, Rasûlullah'a gelerek babasını şikayet etti. Rasûlul-lah babasını çağırdı, baba da hadisenin doğru olduğunu söyledi. Rasû-lullah bunun haram olduğunu, kızı zorlamaya hakkı olmadığını bildi­rip evlilik aktini bozdu. Bundan da anlaşılıyor ki kızı istemediğine ver­mek kesinlikle caiz değildir.

Böyle zorlanan kadın bu evlilik aktini feshetme yetkisine sahiptir. Bu onun hakkıdır. Bu durumda ya kızın ailesi hatalarından vaz geçer­ler, ya da kadı veya hakim duruma müdahele eder.

 

Nişanlı Veya Sözlü Çiftin Nikahtan Önce Birbirlerine Dokunmaları

 

SORU: Babası tarafından evlilik izni verilen bir kadının evlilik ak-ti yapılmadan, mehir almadan müstakbel kocasıyla muaşerette bulunup onun kendisine dokunmasına izin vermesine ne dersiniz?

CEVAP: Eşlerin birbirlerine dokunabilmeleri için evlilik akti şarttır. Allah Teâlâ Nisa suresinde buna işarette bulunarak şöyle buyurmuştur: ve onlar sizden sağlam bir teminat almışlardır... (Nisa/21)

Eğer dokunmak kelimesinden kasıt karı-koca arasındaki ilişki ise, bu sadece babanın izin vermesiyle helâl olmaz. Çünkü evlilikte açık akit şarttır. O da icab ve kabule dayanır. Yani erkeğin talip, kadının da bunu kabul etmesi ve bu akde iki kişinin şehadet etmesi, mehirin ise ya peşin verilmesi ya da borçlanılması gerekir.

Babaların evlilik aküne riayet etmeleri gerekmektedir. Onu hiç bir zaman hafife almamaları, gevşek tutmamaları lazımdır. Çünkü bir çok işler bu akte bağlıdır.

 

Hür Kadının Bir Köle İle Evlenmesi

 

SORU: Hür bir müslümanın kızını, bir köle ile evlendirmesi caiz olur mu?

CEVAP: Allah (c.c) evliliği, insanların iffeti için, hayatta birbirleri­ne yardımcı olmak ve neslin devamını sağlamak için meşru kılmıştır. Allah (c.c) Rum suresinde şöyle buyurmaktadır:

Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğ­rusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

Hz. Peygamber de şöyle buyuruyor:

Evlilik benim sünnetimdir kim sünnetimden yüz çevirirse, o ben­den değildir.

Evliliğin temelinde rıza ve seçim ve dolayısıyla icab ve kabul var­dır. İslâm'da kadının evlenmeye zorlanması, istemediği birisine veril­mesi yasaklanmıştır. İnsanlıkta da aslolan hürriyettir. İslâm köleliği kaldırmak için gelmiştir. Her konuda hürriyetin kapılarını açıyor. İs­lâm'ın gölgesinde milyonlarca insan hürriyetine kavuşmuştur. Çünkü Kur'an köleleri azat etmeyi mühim bir iş saymış, köle azad etmeyi bir çok durumda keffaret olarak hükme bağlamıştır.

Ancak bir hür kız, iradesiyle, rızasıyla, tercihiyle ve muvafakatıyla bir köle ile evlenmek isterse, velileri de nza gösterirlerse, köle ile evlenebilir.

Allah (c.c) günün birinde bütün insanları kölelikten kurtarmaya kadirdir. Nitekim Hz. Ali şöyle buyuruyor: Ey oğul başkasına köle ol­ma, çünkü Allah seni hür olarak yaratmıştır.

 

Bir Müslümanın Bir Gayr-İ Müslimle Evlenmesi

 

SORU: Allah müslüman bir erkeğin bir hristiyan kadınla evlenme­sini caiz gördüğü halde, neden müslüman kadının hristiyan bir erkek­le evlenmesini haram kılmıştır?

CEVAP: Alimler, müslüman bir erkeğin, hristiyan bir kadınla ev­lenmesinin caiz olduğunu söylüyorlar. Bu kadının İncil'e ve İsa'ya inanması lazımdır. Yine yahudi bir kadınla da evlenebilir. Eğer o da Musa'ya ve Tevrat'a inanıyorsa, çünkü hristiyan da, yahudi de kitap eh­li olduklarından ilahi bir dine mensup sayılırlar.

Ve yine bu kadının dininde kalması da seran bir müslümanla ev­lenmesine mani teşkil etmez.

Bu evliliğin caiz olduğuna dair, âlimler Maide süresindeki ayeti delil olarak öne sürüyorlar:

Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi hristiyanların) yiyeceği size helâldir. Sizin yi­yeceğiniz de onlara helâldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, me-hirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve giz­li dost tutmamak üzere size helaldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse, onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır. (Maide/5)

Ancak İslâm'da müslüman bir kadının yahudi veya hristiyan bir erkekle evlenmesi haram kılınmıştır. Cabir'den (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerife göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Biz ehl-i kitaptan kız alırız, ama kız vermeyiz.

Bu hadisin senedinde bazı şeyler söyleniyorsa da kapsamında ic-ma vardır. Hz. Ömer'den de şöyle rivayet edilmiştir.

Müslüman, bir hristiyan kadınla evlenebilir ama bir hristiyan er­kek bir müslüman kadınla evlenemez.

Bundaki sır şudur: Çünkü bir müslüman kadın yahudiliğe ve hristiyanlığa Allah'tan geldiği şekilde inanmaktadır. Yine müslüman, Mu­sa ve İsa'ya inanıyor. Ancak yahudi ve hristiyanlar İslâm'a da, Peygam­berine de inanmıyorlar. Bundandır ki ehl-i kitab ile evlenen müslüman kadının dininden endişe edilir. Çünkü bir gayr-i müslim İslâmî kural­lara saygı göstermez ve onun hükümlerine boyun eğmez.

Ve yine evlilikte erkeğin kadın üzerinde bir velayet hakkı vardır. Halbuki Allah (c.c) Nisa suresinde şöyle buyurmaktadır:

Ve kâfirler için mü'minler aleyhine asla bir yol yoktur. (Nisa/141)

Ve yine gayr-i müslim kocasmın, müslüman karısını dininden çı­karılmasından korkulur. Eşini çıkartmasa da çocuklarını çıkartabilir.

 

Evlilik Aktinden Önce Hamile Kalmak

 

SORU: Evlilik aktinden önce hamile kalan kadın hakkındaki hü­küm nedir?

CEVAP: Zina İslâm'ca yasaklanan büyük bir suçtur. Kur'an şöyle buyurmaktadır:

Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yol­dur. (İsra/32)

Şeriat müslüman erkeğin zinacı bir kadınla müslüman bir kadının da zinacı bir erkekle evlenmesini haram kılmıştır. Ancak ikisi de kesin tevbe etmişlerse o zaman evlenebilirler.

Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başka­sı ile evlenemez. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya müş­rik olan erkek evlenir, bu mü'minlere haram kılınmıştır. (Nur/3)

Hadis-i şerife de şöyle buy uru İm ustur:

Kırbaçlanan erkek ancak kendisi gibi kırbaçlanan bir kadınla ev­lenebilir.

Fakihler bunu zina yapan kadınla bir müslümanın evlenemeyece-ği manasına hamletmişlerdir. Aynı şekilde bir kadının da zinacı bir er­kekle evlenemeyeceğini söylemişlerdir. Ancak tevbe ederlerse, durum değişir.

Rivayetlere göre bir adam Abdullah b. Abbas'a şöyle sordu: Ben bir kadına aşık oldum, Allah'ın haram kıldığı şeyi yaptım. Allah ondan sonra tevbeyi bana nasib kıldı. Onunla evlenmek istedim, bir kısım insanlar bana "Bir zinacı ancak bir zinacı ile evlenebi­lir" dediler, buna ne dersin? İbn Abbas "İş onların dediği gibi de­ğildir. Sen onu nikahla, günahı benim boynuma olsun" diye cevap verdi.

Abdullah İbn Ömer'e de bir kadınla zina yapan erkeğin o kadınla evlenip evlenemeyeceği sorulduğunda "Eğer tevbe eder, ıslah olurlarsa evlenebilirler" diye cevap vermiştir.

Kur'an-ı Kerim, Rahman'ın kullarından bahsederken şöyle buyu­ruyor:

Yine onlar ki Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmez­ler. Bunları yapan, günahı(nın cezasını) bulur. Kıyamet günü aza­bı kat kat arttırılır. Ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı ka­lır. Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayı­cıdır, engin merhamet sahibidir. (Furkan/68-70)

Mâlikî, Hanefi" ve Şafii mezhebine göre zinacı bir erkek, zinacı bir kadınla, zinacı bir kadın da zinacı bir erkekle evlenebilir. Çünkü bu mezheplerde zina evlilik aktinin sıhhatine mani değildir.

İmam Ahmed ise, tevbe etmesinin şart olduğunu bununla birlikte, iddetin dolması veya hamile ise hamlini bırakması gerektiğini beyan etmiştir. Bu şartlar yerine getirilmeden evlenmişlerse, evlilik fasit olur.

Aralan ayırdedilir. İmam Mâlik de açık olan neseble zinadan gelen ne­sebin birbirine karışmaması için, zina eden kadının iddet beklemesi ge­rektiğini bildirmiştir. Zina tohumuna saygı olmaz.

 

Hamile Kadının Evlenmesi

 

SORU: Başka birisinden hamile olan bir kadınla evlenilebilir mi? Evlendiğinde onun hamile olduğunu bilmeyen bir adam ne yapmalı­dır? Doğacak olan çocuğu kendine nisbet edebilir mi?

CEVAP: Allah/c.c) insanlara birçok haklar vermiştir. Onlardan bi­ri de kişinin kendini babasına nisbet etmesidir. Ta ki nesebler karışma­sın ve evlatlar zayi olmasın. Önce de geçtiği gibi bütün İslâm hukuk­çularına göre, kişinin başkasına ait olan bir kadınla evlenmesi veya bo­şanıp da henüz iddeti dolmayan bir kadınla evlenmesi haramdır. Çün­kü birisinde evlilik hakikaten, diğerinde ise hükmen mevcuttur. Ancak aralarındaki evlilik hakikaten veya hükmen sona ererse, yani, kadının kocası ölürse veya onu boşarsa, onun da iddeti dolarsa, o zaman başka bir erkek bununla evlenebilir.

Bunun sebebi ise, o kadının hala başkasının zimmetinde olması veya iddetinin dolmamasıdır. Aynca bunda soyların kanşması ve iki erkek arasında çocukların zayi olması sözkonusudur.

Kocanın, kadının rahmindeki çocuğun kendisinden olmadığını bildiği sürece, o çocuğu kendine nisbet etmesi haramdır.

İkinci kocanın evlilik akünden altı ay sonra çocuk doğarsa, o za­man çocuğun ona nisbet edilmesi sabit olur. Ancak kendi bunu inkar ederse, kadınla lanetleşmede bulunurlar ve ayrılırlar.

Lâkin kadın altı aydan önce doğurursa, bu çocuğun nesebi ikinci kocaya verilmez. Çünkü bu durumda onun gebeliği başka bir erkekten­dir. Çünkü hamileliğin en az süresi altı aydır.

 

Zinadan Sonra Evlilik

 

SORU: Bir erkek uzun müddet zina yaptığı bir kadınla evlenebilir mi? Dinde bunun hükmü nedir?

CEVAP: Allah Nur suresinde şöyle buyuruyor:

Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başka­sı ile evlenmez. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya müş­rik olan erkek evlenir, bu mü'minlere haram kılınmıştır. (Nur/3)

Hanbelî mezhebinde -İbn Kesir bunu tefsirinde rivayet ediyor-tevbe etmediği sürece iffetli bir erkeğin zinacı bir kadınla evlenmesi sa­hih olmaz. Tevbekar olursa, akit caiz olur, yoksa olmaz, iffetli bir kadı­nın da zinacı bir erkekle tevbe etmediği sürece evlenmesi caiz değildir.

Bir adamın İbn Abbas'a şöyle dediği rivayet ediliyor: Ben bir ka­dına aşık oldum. Allah'ın bana haram kıldığı şeyi yaptım. Allah tevbe etmeyi bana nasib kıldı şimdi onunla evlenmek istiyorum. Bazı insanlar bana "Bir zinacı erkek, ancak bir zinacı kadınla ve­ya bir müşrik kadınla evlenebilir" dediler, buna ne dersin?

İbn Abbas (r.a) "Sen onu nikahla günahı benim boynuma olsun" dedi.

Bundan şunu anlıyoruz: İki taraf tevbekar olurlarsa, evlenmeleri caizdir.

 

Evlilikte Vekalet

 

SORU: Evlilik akti tamam olduğu halde, onu gizlemek ve ilan et­memek nasıl olur. Dinin bu konudaki görüşü nedir?

CEVAP: Evlilik bir İslâm sünnetidir. Peygamberimizin bir hediye­sidir. Evlilikte aslolan onu ilan ve izhar etmektir. Hz. Peygamber şöy­le buyurmuştur:

Düğünü, nikahı ilan edin ve tef çalın.

İslâm evliliği, bir cemaatin ona iştirak etmesiyle meşru saymış bu­nun, nikahın/evliliğin ilan edilmesi olduğunu bildirmiştir. Yine en az iki şahidin bulunması da bir nevi ilan oluyor. Evlilik gizli olursa, her zaman kötüye kullanılacak ve hakların zayi olması ihtimali olacak. Bu ilanla da daha önce haram olan bir takım işler helâl hale gelecek.

 

İki Kız Kardeşle Evlenmek

 

SORU: Karısıyla ihtilafa düşüp boşanan, ardından onun küçük kız-kardeşiyle evlenen^ sonra onu da boşayan ve eski karısıyla tekrar ev­lenmek isteyen erkekle ilgili İslâm'ın hükmü nedir?

CEVAP: Evliliğin, irade, istek, uzlaşma ve şefkat üzerine kurulma­sı lazımdır. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğ­rusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

Evlilikte aslolan beka ve devamlılıktır. Bundandır ki boşanma, ke­rih ve istenmeyen bir şeydir. Hz. Peygamber boşama hakkında şöyle buyuruyor:

Allah katında en istenmeyen helâl boşamadır.

Ve yine başka bir hadis-i şerifte de şöyle denilmiştir:

Zevk için çok evlilik yapan ve çok kadın boşayan Allah tarafından lanetlenmiştir.

Ancak bir zaruret söz konusu olursa, evlilik hayatı çekilmez bir hal alırsa, o zaman boşanma olabilir.

Karısını boşayan ve küçük kız kardeşiyle evlenen adama gelince, bu evlilik dinen caizdir. Büyük kız kardeşini hangi niyetle boşamışsa Allah ona niyetine göre karşılık verecektir. Acaba küçük kız kardeşin güzelliğine mi vuruldu da eşinden ayrıldı, başka bir sebepten mi?

Ve keza eğer bu adam ikinci karısını da meşru bir sebepten boşa-dıysa, tekrar büyük kız kardeşiyle evlenebilir. Bu büyük kızkardeşinin irade ve muvafakatıyla olacaktır. Allah bu adamın niyyet ve iradesini daha iyi bilir.

Şunu da anmadan geçmeyeceğim: Batıl yere yemini alışkanlık haline getiren kişi hürmete layık değildir. Bu davranış İslâm adabına sığmaz.

Yine şunu da hatırlayalım ki, İslâm öğretisi şunu öğretiyor: Evli­likten maksat, azgın şehveti doyurmak değildir. Evlilik bir oyuncak ol­madığı gibi, talak da (boşama) bir oyuncak değildir.

Herkes bu konuda Allah'tan korksun, işlerine ve tasarruflarına dikkat etsin. Muamelelerini güzelleştirsin.

 

Mâlikî Mezhebine Göre Çocuk Düşürmek

 

SORU: Hamile bir kadın, dört ay sonra çocuğunu düşürse, Mâliki mezhebine göre bunun hükmü nedir?

CEVAP: Fakihlerin "el ichad" dedikleri (günümüzde kürtaj denili­yor) çocuk düşürme Mâliki fakihlerince caiz görülmemiştir. Velev kırk günlük dahi olsa. Mâlikî mezhebinde en muteber olan görüş budur. Şerhu'd-Derdir ala Metni Halil isimli kitapta da aynen böyle söylen­miştir. Kırk günden önce de onu düşürmek mekruhtur. Ona (cenine) ruh verildikten sonra düşürmek icma'ca haramdır.

Bidayet'ul Mücîehid isimli eserde kayıtlı olduğuna göre, İmam Mâlik, düşen cenin için kefaret gerektiğini söylemiyor, 'vermesi iyi olur' diyor. Çünkü bilerek mi yoksa hataen mi düşürdüğünde tereddüt ettiği için, 'keffaret vermek güzeldir (müstahsendir)' diyor. Bir cani ce­nini düşürmek cinayetinde bulunursa, bu cenin kan pıhtısı (alaka) dahi olsa, artık amden olsun, hataen olsun, kan bedelinin onda birini verme­si gerekiyor. Bu kan bedeli acil olarak ve nakit olarak caninin malından verilir. Bu hüküm, ceninin düşüp, annenin sağ kaldığı takdirde böyle olur.

 

Erkek Ve Kadının Musafaha Yapmaları

 

SORU: Erkekle, yabancı kadının tokalaşmasının hükmü nedir?

CEVAP: Erkeklerle kadınlar arasındaki tokalaşma bir nevi dokun­madır. Müctehit imamların bu konuda çeşitli içtihadları vardır. Onlar­dan bazıları bunu şiddetli bir mekruh görmüşler. Bunlara göre dokun­manın şehvetle olup olmaması farketmez. Onlardan kimisi de bu do­kunmanın şehvetle olması halinde mekruh, şehvetsiz olması durumun­da ise mekruh olmadığını ifade etmişlerdir. Onlardan kimisi de dokun­manın mubah olduğunu söylemişlerdir.

Bu ihtilafın sebebi, abdest konusunda kadına dokunmanın hükmü üzerinde müctehitlerin ihtilafıdır. Mâlikî mezhebine göre, erkeğin bu­luğ çağına ermiş yabancı kadına dokunmasıyla abdesti bozulur. Ancak dokunan kişinin bu dokunmayı hissederse ve dokunulanın da organla­rı çıplak veya çok ince bir örtü ile örtülü olursa abdest bozulur.

Ancak Hanefî mezhebine göre kadma dokunmakla mutlak mana­da abdest bozulmaz. Ancak bu durumda orta yolu bulmak lazımdır. O da şöyledir: Bir erkek kendisine nikah düşen bir kadına şehvetle, bile­rek dokunursa, dokunan kötü niyetli olursa ve dokunmadan haz almak için dokunursa, abdesti bozulur. Ancak dokunanın kötü bir niyeti yok­sa abdesti bozulmaz. Nitekim bir takım insanlar vardır ki sık sık ka­dınlarla muhatap olurlar. Kızların ve kadınların öğretmenleri gibi, ka­dınlara elbise v.s şeyler satanlar gibi. Aynı şekilde yaşı büyümüş, şeh­veti azalmış ihtiyar erkek ve yine kocamış karılar için de bu hüküm geçerlidir.

Ancak rivayetlere göre Hz. Peygamber kadınlarla tokalaşmazdı. Bir kadın ona beyat etmek için geldi, onunla, söz ile beyat etti, onunla musafaha etmedi. Ve şöyle buyurdu: "Ben kadınlarla tokalaşamam."

Bundan da anlaşılıyor ki o şehvetten uzak kalmak için ihtiyatlı ol­mak için böyle davranırdı.

 

Zinanın Çirkefliği

 

SORU: Kâfir bir kadınla zina etmenin hükmü nedir? Kâfir kadınla zina edip çocuk sahibi olduktan sonra onunla evlenen erkek hakkında ne dersiniz?

CEVAP: Zina kötü bir çirkeftir ki İslâm onu takbih etmiştir. Kur'an onun hakkında şöyle buyuruyor:

Zinaya yaklaşmayın, zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yol­dur. (İsra/32)

Hz. Peygamber (s.a) de şöyle buyuruyor: Zina eden, zina ederken tam mü'min olamaz.

Zinanın suç sayılabilmesi için, kadının müslüman olması şart de­ğildir. İster ehl-i kitap, ister müşrik olsun hangi kadınla olursa olsun zi­na bir çirkefliktir.

Zinadan doğan çocuk ise, meşru bir çocuk değildir. Çünkü gayr-i meşru bir yolla meydana gelmiştir. Veled-i zinanın hükmünü alır. Onun soyu babasına nisbet edilmez. Halbuki nesebin sübutu bir nimettir. Zi­na suçu ile, nimet olmaz.

Ancak bazı mezheplere göre, kişi kendisiyle zina yaptığı kadınla evlenebilir. Allah her şeyi daha iyi bilendir.

 

Peruk (Takma Saç) Takmanın Hükmü

 

SORU: Kadının peruk takmasının hükmü nedir?

CEVAP: Buharî'de Ebu Hüreyre'den şöyle bir hadis rivayet edil­miştir:

Allah iğreti saç takana ve taktırana lanet etmiştir.

Yine Sahih-i BuharTde şöyle bir olay rivayet ediliyor: Muaviye (r.a) bir gün bir koruma polisinin elinden bir tutam saç alarak, insan­lara şöyle söyledi: Alimleriniz nerede? Rasûlullah'ın bu gibi şeyleri yasakladığını duydum. Şöyle söylediğini de duydum: İsrail oğulları­nın kadınları bu işi yaptıkları zarnan helak oldular. Ardından da Mu­aviye (r.a) Hz. Peygamber'in peruk için yalan ve kandırmaca dediği­ni bildirmiştir.

İbn Hacer de Feth'ul-Bari adlı kitabında şöyle diyor: "Bu hadis peruk takmanın yasaklığını gösteriyor, ister saç olsun ister başka bir madde olsun farketmez."

Sahih-i Müslirridt Hz. Cabir'den şöyle rivayet ediliyor: "Hz. Ra-sûlullah (s.a) kadının saçına bir şey ilave etmesini yasakladı."

Bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek kızının bir hastalığa yakalanıp saçının döküldüğünü, düğünün de yaklaştığım söyledi ve takma saç takmak için ruhsat istedi Rasûlullah "Allah, peruk takana ve taktırana lanet etsin" buyurdu.

Sünnetin bunu yasaklamasındaki hikmet ise, peruk takmakda Al­lah'ın verdiğini değiştirmek ve aldatmak ve hile olmasındandır. Bu sa­dece koca için değildir. Eğer kadın bunu kocasının gözüne girmek için yaparsa mubahtır.

Ancak kadın bunu başkası için yaparsa, haram olur. Bir rivayete göre, Hz. Aişe'nin yanına genç ve güzel bir kadın gelir. Hz. Aişe'ye, "Kadının kendi kocası için yüzündeki tüyleri yolmasına ne dersin?" di­ye sordu. Hz. Aişe de: "Gücün yettiği kadar yapabilirsin" diye ona fet­va verdi.

Bu nedenle İbn Hacer Feth-ül-Bari isimli kitabında şöyle diyor: Eğer iğreti saç, saçtan farkedilmeyecek kadar saça benziyorsa bu ha­ramdır. Çünkü bunda kocayı kandırmak söz konusudur. Yok eğer saçın iğretiliği açıksa, onda günah yoktur. Kimisine görede eğer kocanın iz­ni olursa, takmak helâldir. Esas fetva ise, hadis-i şeriflerin umumiyet­le onu haram kılmasıdır.

Hattabi de şöyle demektedir: Bu konuda gösterilen şiddet şundan kaynaklanıyor: Çünkü bu işte hile ve aldatmak vardır. Eğer aldatmaya ruhsat verilirse daha çok aldatmacalara gidilir. Ayrıca bunda Allah'ın verdiğini değiştirmek de vardır. Bu konuda İbn Mesud'dan şöyle dedi­ği rivayet ediliyor: "Bunlar, Allah'ın verdiğini değiştirenlerdir. Allah katında makbul olmayanlardır."

Şunu da hatırdan çıkarmamak lazımdır ki, kadının yabancı erkeğe karşı saçı avrettir. Peruk da nazarları celbeden bir şeydir. Müslüman kadın saçını örtmekle mükelleftir. Bu durumda başında peruk olan ka­dının bunu göstermesi nasıl caiz olabilir?!

 

Evlilikte Denklik

 

SORU: Kureyşi kadının Kureyşi olmayan bir erkekle veya Kurey-şi bir erkeğin Kureyşi olmayan bir kadınla evlenmesinin hükmü nedir?

CEVAP: Evlilikte kocanın, kadına denk olması istenmektedir. Yani koca makamda, soyda, ahlâkta ve mali durumda kadına denk olacaktır ki, karı-kocalık hayatı istikrarlı olabilsin.

Bir kısım İslâm hukukçuları denkliğe itibar etmezler. Onlara gö­re bütün müslümanlar kardeştirler. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurul aktadır:

Mü'minler ancak kardeştirler.

Tevbe suresinde de şöyle buyuruluyor:

İnanan erkeklerle inanan kadınlar birbirlerinin velileridirler.

Rasûlullah (s.a) şöyle buyuruyor:

Bir Arabın, Arab olmayana üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak tak­va ve amel-i salihle olur.

Bir müslüman velevki zenci veya acem olsun rızalaşma dahilin­de olduğu sürece Kureyşi ve Haşimi olan halifenin kızıyla evlenebilir. İmam İbn Hazm şöyle söylüyor: Hangi müslüman olursa olsun zi-nacı olmadığı sürece, zaniye olmayan kadın kim olursa olsun onunla evlenebilir.

İslâm hukukçuları, Peygamberimiz'in (s.a) Zeyd b. Harise'yi (ki o da köle idi) Kureyş'ten olan Zeyneb binti Cahş'la evlendirmesini bir delil olarak ileri sürdüler. Akıl da bunu kabul eder, nefis mutmain olur ve İslâm'ın ruhundan da böyle anlıyoruz.

Bir kısım fakihler denkliği, soy, mal ve sanat yönünden ele almaz­lar, onlara göre denklik dindarlık, ahlâk istikamet ve salahat yönünden-dir. Salih bir fakir erkek kendinden çok zengin olan bir kadınla evlene­bilir. Kur'an-ı Kerirrî "Sizin en iyiniz takva sahibi olanınızdır" diyor. Hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:

Dinini ve ahlâkım beğendiğiniz biri sizin kızınızı istemeye gelirse, ona kızınızı verin. Yoksa yeryüzünde büyük fitne ve fesat çıkar.

İmam Ali (r.a) şöyle diyor: İnsanlar iman edip müslüman olduk­tan sonra, Arablar, Acemler, Kureyşliler, Haşimiler hepsi denk olurlar.

Bir kısım fakihler de denkliği, dindarlıkta, ahlâkta, istikamette görmekle beraber, neseb (soy), hürriyet, İslâm, sanat, mal ve ayıplar­dan (fiziki) salim olmasını da göz önünde bulundurmuşlardır.

Şunu da hatırlatalım ki, evlilikte denklik en çok kocada aranır. Yani kocanın kadına denk olması lazımdır. Kadının denk olması o ka­dar aranmaz. Çünkü ince ruhlu olan kadın dengiyle evlenmediği za­man eziyete maruz kalır ve ayıplanır. Ama erkeği o kadar ayıplamaz­lar. Bundan şunu çıkarıyoruz ki bir Kureyşi erkek acem bir kadınla ev­lenebilir.

 

Evlilik Aktinde Vekalet

 

SORU: Çok sevdiğim öz kardeşimi kızlarımı evlendirmek için ve­kil kılabilirmiyim, şeriatın bu konudaki hükmü nedir?

CEVAP: Kızı evlendirmede baba onun velisidir. Kızın görüşünü ve rızasını aldıktan sonra onu evlendirmek onun hakkıdır. Kişinin yapmış olduğu bütün akitleri, başkasına da vekalet yoluyla yaptırması caizdir. Rasûlullah (s.a) evlilik akti için bazı sahabilerini devreye koymuştur. Bundan da anlaşılıyor ki, vekil salih ve uygun olduğu zaman onu evli­lik aktinde vekil kılmak caizdir.

Rivayetlere göre Abbas b. Abdulmuttalib hanımının kızkardeşini Peygamberimizle evlendirmiştir. Onun hanımının kızkardeşi Meymu­ne binti el-Haris'tir. Meymune de vekaletini kızkardeşi Ümm-ül Fadl'a vermişti. Ümmül Fadl'da onun işini kocası Abbas'a vermişti. O da hic­retin yedinci senesinde onu Rasûlullah (s.a) ile evlendirdi.

Yine rivayetlere göre Necaşi Habeşistan'da, Rasûlullah'a vekalet ederek Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan (r.a) ile evlendirdi. Rivayetle­re göre Necaşi'nin cariyesi ümmü Habibe'nin yanma girerek ona şöyle dedi: Kral diyor ki; Rasûlullah seni ona nikahlamamı yazıyor. Ümmü Habibe buna çok sevindi ve cariyeye; "Allah sana da hayırlı müjdeler versin" dedi.

Cariye dedi ki, "Kral, kendini evlendirecek bir vekil bulsun" de­di. Ümmü Habibe de, Halit b. Said b. As'ı evlilik akti için vekil kıldı. Akşam olunca insanlar toplandılar, Necaşi şöyle bir hitabede bulundu: Hamd, melik, aziz ve cebbar olan Allah'a mahsustur. Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O'nun elçisidir, onun geleceğini Hz. İsa müjdelemiştir.

Bundan sonra, Rasûlullah (s.a) kendisini Ümmü Habibe ile evlen­dirmemi arzulamıştır. Onun arzusunu yerine getiriyorum ve mehir ola­rak da dört ffttfdinar veriyorum.

Bu defa Halit b. Said b. As şöyle konuştu: "Allah'a hamd olsun, O'na hamd eder, tevbe ederim. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisi­dir. Allah onu hidayetle ve hak dinle gönderdi ki bütün dinlere -müş­rikler istemese de- galebe çalsın. Bundan sonra ben de Rasûlullah'ın arzusunu kabul ettim. Onu Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe ile evlendirdim. Allah onu Rasûlullah için mübarek kılsın. Necaşi dinarla­rı, Halit b. Said'e verdi. O da teslim aldı. Bu olay hicretin altıncı se­nesinde oldu.

Başka bir rivayette de bu evlilik aktinde Amr b. Ümeyye ed-Dam-ri vekaleti üstlendi. Allah Rasûlü onu vekil kılmıştı. Mehri Necaşi ver­diği için bu işi ona nisbet ettiler.

 

Amcanın Dul Karısıyla Evlenmek

 

SORU: Bir genç dul kalmış amcasının karısıyla evlenmek istiyor. Bu caiz mi değil mi?

CEVAP: Söz konusu gencin amcasının karısıyla evlenmesinde hiç bir sakınca yoktur. Yeter ki onun amcası vefat etmiş olsun, kadının da iddet süresi dolmuş olsun. Çünkü bu evliliği yasaklayacak bir nas yok­tur. Çünkü amcanın karısı evlenilmesi yasaklanan kadınların arasında yoktur. Allah (c.c) Nisa suresinde şöyle buyurmaktadır:

Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacı­larınız eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, size haram kılındı. Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz birleşmemişseniz, kızlarını alma­nızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarını­zın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı. Ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeliyicidir. (Nisa/23)

Bu galiba babanın nikahladığı kadınla evlenmekle karıştırılıyor. Çünkü babanın nikahladığı kadınlarla evlenmek haram kılınmıştır. Al­lah bu konuda şöyle buyuruyor:

Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla ev­lenmeyin, çünkü bu bir hayasızlıktır. İğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur. (Nisa/22) İnsana babasının karısıyla evlenmek yakışmaz. İster onunla zifafa girsin ister girmesin. Çünkü evlilik akti haram olmaya yetiyor. Bütün fakihler kişinin baba ve dedesinin hanımıyla evlenmesinin haramlığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Babası veya dedesi o kadınla ister cinsî münasebette bulunsun, ister bulunmasın. Bununla, amcanın dul karı­sıyla babanın dul karısı arasındaki farak meydana çıkıyor.

 

Kitap Ehli Kadınlarla Evlenmek

 

SORU: Bir müslümanın kitap ehli bir kadınla evlenmesinin hükmü nedir?

CEVAP: Ehl-i kitap yahudilerle, hri s uyanlardır. Bir müslümanın ehl-i kitap bir kadınla evlenmesi mubahtır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle denilmektedir:

Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir. Sizin yiyeceğiniz de onlara he­lâldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlarla da mehirlerini vermeniz şar­tıyla, namuslu olmak zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere evlenmeniz size helâldir. Kim inanmayı kabul etmezse, onun ame­li boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır. (Maide/5)

Tarihi bir gerçektir ki üçüncü halife Hz. Osman b. Affan (r.a) Hris-tiyan olan Naile binti el-Karafise el-Kelbiye ile evli idi. Onu hanımla­rının üzerine kuma olarak getirmiş idi.

 

Yine Hz. Talha b. Ubeydullah da Şam yahudilerinden bir kadınla evli idi.

Ama Ömer b. Hattab (r.a) ehl-i kitapla evlenmeyi kerih görüyor­du. Taberi Tefsirinde rivayet olunduğuna göre Huzeyfe (r.a) bir yahudi kadınla evlendi. Bunun üzerine Hz. Ömer ona ondan vazgeçmesini yazdı. Huzeyfe (r.a) "Ehl-i Kitap kadınlarla evlenmenin haram olduğu­nu mu söylüyorsun ki ondan vazgeç diyorsun?" diye cevap gönderdi.

Hz. Ömer de onunla evlenmenin haram olduğunu iddia etmiyorum an­cak onlardan fahişe olanlara meyletmenizden korkuyorum şeklinde ce­vap verdi.

Abdullah b. Abbas (r.a) diyor ki: Kitap ehli kadın müslümanların düşmanlarından s a veya onların kölelerindense, onlarla evlenmek ha­ramdır.

Buna delil olarak da Mücadele süresindeki ayeti ileri sürüyor:

Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun, babalan ve oğulla­rı, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa, Allah'a ve Rasûlü'ne düş­man olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.

İbn Abbas Taberi'de geçtiği gibi diyor ki kitaplılardan kimisi bize helâl, kimisi de bize helâl değildir. Sonra şu ayeti okudu:

Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanma­yan, Allah ve Rasûlü'nün haram kıldığım haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. (Tevbe/29)

Bize cizye verenlerle evlenebiliriz cizye vermeyenlerle evlenemeyiz.

Ebu Dâvud da şöyle rivayet ediyor: Ka'b (r.a) bir yahudi kadınla evlenmek istedi. Rasûlullah şöyle dedi: Onunla evlenme çünkü o sana karşı namusunu korumaz.

Hasan Basri'ye müslümanın kitaplı kadınla evlenip evlenemeyeceği sorulduğunda "Allah bu kadar müslümam yaratmışken kitaplı ka­dını ne yapacaksın? İllada onlarla evlenecekseniz doğrusunu, namus­lusunu seçin" dedi.

 

Anne Baba Hakkı Hocanın Hakkından Önce Gelir

 

SORU: Bazı insanlar "Hocanın hakkı anne baba hakkından önce gelir" diyorlar bu söz doğru mu?

CEVAP: Böyle bir söz kesinlikle doğru değildir. Özellikle de insa­nın anne ve babası, hakkı bilmede, hayra yöneltmede, iyi işlere sevket-mede insanın hocasına denk olursa, o zaman insanın ebeveynine itaat etmesi farzdır. İnsanın böyle bir durumda sadece onlara itaat etmesi yetmez, ayrıca onlara ihsanda bulunması da vacibtir. Çünkü Kur'an-ı Kerîm, Allah'a ibadetten sonra onlara iyilikte bulunmayı zikretmiştir.

Allah şöyle buyurmaktadır:

Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti, onlardan biri veya her iki­si senin yanında yaşlanırsa kendilerine "of bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.

Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve "Rabbim! küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et" diyerek dua et. (İsra/(23-24)

Allah'a ibadet edin ve O'na hiç birşeyi ortak koşmayın. Ana-baba-ya, ... iyi davranın. (Nisa/36)

Biz insana, ana-babasma iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ay­rılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.

Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dün­yada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (Lokman/14-15)

Peygamberimizin arkadaşları "Kendisine iyilik yapmamıza en la­yık olan kimdir" diye sorduklarında "Annelerinizdir" buyurdu. Tekrar sordular yine 'Anneleriniz', sonra da 'babalarınızdır' dedi.

İnsan bir hocasını diğeriyle değiştirebilir. Ama annesini diğer bir anne ile, babasını da başka bir baba ile değiştiremez.

Bu demek değildir ki hocalarımıza isyan edelim veya dediklerini ihmal edelim. Öğretmenin de ayrı bir yeri vardır. Çünkü insanın fikri teşekkülünde hocasının yeri büyüktür. Ancak anne-babasına itaati öğ­retmenden önce gelir.

 

Erkek-Kadın Eşitliği

 

SORU: İslâm nazarında, hak ve vazifelerde kadın-erkek eşitliği var mıdır?

CEVAP: Allah (crc) şöyle buyurmaktadır:

Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yara­tan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan rabbi-nizden sakının... (Nisa/l)

Bu demektir ki Allah (c.c) erkeği ve kadını bir tek asıldan yarat­mıştır. Asıl hak ve vazifelerde onları eşit kılmıştır. Allah onlardan iman, ibadet, amel ve istikamet istemektedir. Kadına da görüş bildirmek, mülk edinmek, muhtaç olduğu işlerde çalışmak hakları verilmiştir.

Çevre şartlarına göre kadınla erkeğin arasında çok az farklar var­dır. Bu da umumi maslahat içindir. Bu kadının hakları zayi edilecek an­lamına gelmez. Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:

Bunun üzerine rableri, onların dualarını kabul etti (dedi ki) "Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birinizden s iniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım" (Âl-i İmran/195)

Bu ayet-i kerimenin tefsiri münasebetiyle şöyle denmiştir: Kadın ve erkek amelde eşit oldukları gibi mükafatta da eşittirler. Artık erkek, kuvvet ve dirayetiyle kadına karşı gururlanamaz. Ve Allah'a daha ya­kın olduğu zehabına kapılamaz. Kadın da kötü zanna kapılmasın, erke­ğin kendisinden daha üstün ve Allah'a daha yakın olduğunu sanmasın.

Allah (c.c) bu eşitliğin illetim "hep birbirinizdensiniz" ayeti ile beyan ediyor. Erkek bir kadından doğuyor. Kadın da bir erkekten oluyor. Beşeriyet itibariyle aralarında bir fark yoktur. Üstünlük ancak iş­lerle olur. İşler de ilim ve ahlâkla belli olur.

Kur'an-ı Kerîm'e baktığımız zaman, erkeklerle-k adini arı eşit tut­tuğunu görürüz. Ahzab suresinde şöyle buyurmuş:

Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, taata davanı eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sada­ka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve Allah'ı çok zikreden ka­dınlar varya, işte Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mü­kâfat hazırlamıştır. (Ahzab/35)

 

Üç Talaktan Sonraki Durum

 

SORU: Eşini üç talakla boşayıp vesika yazan, fakat vesikayı yırtıp kocasının evinde oturmaya devam eden, karı-kocalık ilişkisini sürdü­ren çift hakkında hüküm nedir?

CEVAP: Bir koca karısını üç ayrı talakla boşadığı zaman artık o ka­dın ondan tamamen ayrılır. Üç defa boşadıktan sonra ona dönmesi he­lâl olmaz. Ancak o kadının o kocadan iddeti dolar, başka bir koca ile seri ve sahih bir evlilik yapar, o koca da onu boşar ya da ölürse, o ko­cadan da iddeti dolarsa, ancak o zaman kadın yeni bir evlilik akti ve yeni bir mehirle eski kocasına dönebilir.

Söz konusu erkek, eğer bilfiil karısını üç talakla boşamışsa, bir ve­sika ile teyit etmişse, kadın ondan ayrılmıştır. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. (Bakara/230)

Bunu da aynı surenin şu ayetinden sonra zikretmektedir:

Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da gü­zellikle salıvermektir. (Bakara/229)

Kadının talak vesikasını yırtması, talakın (boşamanın) geçersiz ol­masına neden olmaz ve yine koca evinde kalması da boşamayı engel­lemez. Koca da üç talakla boşanan karısıyla, kan kocalık ilişkisi kurar­sa, onların bu ilişkileri gayr-i meşrudur. Aralarını ayırmak lazımdır.

 

Veled-İ Zina Varis Olur Mu?

 

SORU: Mâliki mezhebine göre zina çocuğu varis olur mu?

CEVAP: Zina çocuğu; annesinin gayr-i meşru ilişkisi neticesinde meydana gelen çocuktur. Çocuğun soyu annesine dayanıyor. Çünkü maddeten bu çocuk ondandır. Ama onun babasına olan nesebi fakihler-ce sahih kabul edilemez. Çocuk kendini o babaya nisbet etse de neseb sabit olmaz. Çünkü soy bir nimettir. Nimet de suça verilmez. Suça an­cak ceza verilir.

Bazı âlimler de şöyle diyorlar: Zina çocuğu meşru olmayan bir ni­kahla meydana gelen çocuktur. Bir adam başka birinin oğlu olduğunu iddia eder, zinadan olmadığını dava ederse, o da onun mislini çocuk ediniyorsa o zaman o çocuğun nesebi ondan olur. Ancak kimse bunu kabul etmezse veya biri bu çocuk zinadandır derse, bu durumda bunun soyu sabit olmaz. Bu durumda o çocukla bu adam arasında miras hu­kuku meydana gelmez. Adamın akrabaları da buna akraba olmazlar. Bu durumda buna veled-i zina denilir. Bu çocuk kadına nisbet edilir. O onun akrabalarına varis olur. Kadın da o çocuğun akrabalarına varis olur. Bu durumda mirasta pay sahibi olması veya yakın akraba olması arasında fark yoktur. Ancak pay sahipleri olmadığı takdirde öteki akra­balara miras düşer.

Başka bir fakın (hukukçu) da şöyle der: Neseb (soy) tesbit edilme­diği takdirde miras düşmez; öyle ise, veled-i zina varis olmaz. Onun babası da ona varis olmaz. Ancak annesine nisbeti şüphesizdir. Onun soyu annesine isnad edilir. O annesine annesi de ona varis olur. Vera­set ikisinin arasında cereyan eder.

Mâliki mezhebine göre, zina çocuğu annesine ve akrabalarına, an­ne de çocuğun ve akrabalarının mirasına varis olur. Bunlardan başkası varis olmaz.

 

Zina Çocuğuna Miras Yoktur

 

SORU: Evli ve çocukları olan erkek, aralarında evlilik akti olma­yan bir kadından çocuk sahibi olsa, bu çocuk diğerleriyle birlikte mirasa ortak olabilir mi?

CEVAP: İslâm fakihlerine göre zinadan doğan çocuğun zinacı ba­basına nisbeti, mu'teber değildir, sahih evlilik akti, çocuğun soyunun tesbitinde tek sebeptir. Miras da nesebin sübutuyla dağıtılır. Bizim ki­tabımız Yeselunek'in ikinci cildinde şöyle demiştik: Veled-i zina, nese­bi sabit olmayan kişidir. Erkek, "çocuk bendendir" dese de değişen bir şey olmaz. Çünkü bu çocuk zinanın kötü meyvelerindendir. Miras ise, bir nimettir. Zira, miras kişiye yorulmadan, çalışmadan Allah'ın verdi­ği bir şeydir. Hiç bir akıl suçun nimete sebep olmasını kabul etmez. Öyle ise, zina eden adamla, zinadan meydana gelen çocuk arasında mi­ras olmaz.

 

Mehir Ve Evlilik Akti

 

SORU: Mehrin meblağı ne kadardır? Evlilik akti nasıl tamamlanır? Evlilik akti kocanın mı yoksa kadının mı evinde yapılır? Evlilik akti olmadan eşler arasında ilişki meydana gelirse nasıl olur?

CEVAP: İslâm, kocanın karısına mehir vermesini farz kılmıştır. Bu da, Allah'ın şu sözüyle sabittir:

Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin. (Nisa/4)

Yani karşılıksız ve gönül rızasıyla verin. Şeriat-ı garra burada mehre bir had ve miktar koymamıştır. Çünkü insanlar, zenginlik ve fa­kirlikte değişiktirler. Kimisi çok vermeye kadirken, kimisi de vermek­ten acizdir. Din kolaylık üzere bina edilmiştir. Dinde zorluk yoktur.

Rasûlullah da, evlenmek isteyen fakir birisine "Demirden de olsa mehir olarak bir yüzük ver" dedi.

Mâlikî mezhebinde mehrin en az miktarı üç dirhemdir. Bazı mez­heplerde mehrin en az on dirhemdir. Mehrin çokluğuna bir had yoktur. Allah (c.c) Nisa smresinde şöyle buyuruyor:

Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlar­dan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri olmayın. (Nisa/4)

Ancak kocanın gücünün yetmeyeceği mehri talep etmek çirkin birşeydir. Çünkü mehrin yüksekliği evliliğin zorlaşmasına sebep olur. Evlilik İslâm sünnetinden bir sünnettir. Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:

Nikahın en bereketlisi kolay olanıdır.

Uğurlu kadın, mehri hafif, nikahı basit, ahlâkı güzel olan kadındır. Uğursuz kadın ise, mehri yüksek, nikahı zor ve ahlâkı kötü olan kadındır.

Evlilik akti, icab ve kabul sigasıyla tamam olur. İcab, bir tarafın evlilik iradesini öne sürmesi demektir. Kabul ise, diğer tarafın bu ira­de beyanına rıza göstermesi demektir.

Evlilik aktinin, koca veya kadının evinde yapılması sahihtir. Baş­ka yerlerde de olabilir. Yeter ki meşru şartlar yerine gelsin.

Evlilik akünden önce, kadınla erkek arasında cinsi muaşeret caiz değildir. Din nazarında bu muaşeret bir suçtur.

 

Düğün Davetine İcabet

 

SORU: Düğüne çağrılan kişinin davete icabet etmesi vacib midir?

CEVAP: Evlilik Peygamberimizin ve İsâm'm sünnetidir. O, sevinç ve neşeye münasibtir. Sahibi onu ilan etmelidir. Onda öyle bir sevgi iz­har etmelidir ki, o sevgi onu bir günaha ve bir rezalete sürüklemesin. İslâm düğünü şarkılarla, teflerle ve buna benzer şeylerle ilan etmeyi meşru görmüştür. Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:

Nikahı camilerde ilan edin ve teflerle açığa vurun.

Helâl olanla, haram olan arasında, tef çalmakla şarkı söylemek vardır.

Yani helâl olan evlilik tef çalmakla şarkı söylemekle ilan edilir. Haram olan evlilik ise, gizli olur. Yani onda ne tef çalınır ne de şarkı söylenir.

Rasûlullah (s.a) düğün esnasında oyun oynamaya da ruhsat ver­miştir. Bu şarkıların, münkerata çağırmayan, günaha teşvik etmeyen ve namus dairesinde olan şarkılardan olması lazımdır.

Yine Hz. Peygamber (s.a) velime (düğün) yemeği verilmesini de emretmiştir.

Hz. Peygamber (s.a) bir gün Abdurrahman b. Avf in (r.a) üzerinde süs eseri olan bazı şeyler gördü. Ona sebebini sorduğunda, "Altın mukabilinde bir kadınla evlendim" diye cevap verdi. Hz. Peygam­ber (s.a) "Allah mübarek kılsın, bir koyun kes velime ver" dedi.

Yine Rasûlullah "Velime haktır ve sünnettir. Kim çağrılır, davete icabet etmezse, isyanda bulunmuş olur" dedi. İmam Ali (r.a) Hz. Fatıma ile evlendiği zaman, Rasûlullah şöyle buyurdular: "Düğün için bir yemek vermek lazım oldu." Şâfiiler velimeyi vacib görüyorlar. Ümme­tin cumhuru ise onu sünnet kabul etmiştir.

Mü'mine yaraşan, düğüne çağrıldığı zaman ona icabet etmesidir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor:

Sizden biriniz velimeye çağrıldığında, davete icabet etsin.

Davetine icabet edilecek velimenin, günahtan hali olması lazım­dır. Onda, içki, alkol ve uyuşturucunun olmaması ve diğer günahların bulunmaması gerekir.

 

Kızı Zorla Evlendirmek

 

SORU: Anne-babasma para vererek -kızın rızasını almadan- bir kızla evlenen ve karısı evden kaçan erkeğe, sarfettiği para geri verilir mi? Ve bu evliliğin hükmü nedir?

CEVAP: Kadını rızası olmadan zorla kocaya vermek dinen caiz de­ğildir. Çünkü İslâm, kadına kocasını seçme hakkı vermiştir. En azından onun muvafakati lazımdır. Çünkü ilerde o ona hayatta ortaklık yapa­caktır. Onu, nasıl istemediğine vereceğiz. Peygamberimiz şöyle buyu­ruyor:

Dul kadın, velisinden daha fazla kendini evlendirme hakkına sa­hiptir. Bakire olan kızın ise, iznine baş vurulur. Onun sükut etme­si izin sayılır.

Rasûlullah (s.a) "Bakire kızdan izin alınmadan kocaya verilmez" buyurduğunda, "Ya Rasûlullah onun izni nasıl olur?" dediklerinde, 'susmasıdır' cevabını verdi. Üçüncü bir hadiste de "Eğer kız susarsa, izin vermiş demektir. Yok eğer susmazsa, zorlanmaz" buyurulmuştur.

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a) Hansa binti Hü-zam'ül-Ensari'nin evliliğini fesh etti. Çünkü onun babası onu istemedi­ği birisine vermişti. Onu iki adam istiyordu. Birincisi, Ebu Lubane b. el-Münzir diğeri ise kızın aşiretinden bir adamdı. Kadın Ebu Lubane'yi istiyor, babası ise, diğerini tercih ediyordu. Sonra onun izni olmadan onu ikinci adama vermişti. Hansa, Rasûlullah'a giderek dedi ki "Ya Ra­sûlullah, babam bana söylemeden beni kocaya vermekle zulmetti. Ra-sûllullah (s.a) "Onun için nikah hakkı yoktur, sen dilediğinle evlen" dedi.

Bir rivayete göre de Hansa dedi ki, "Babam beni kardeşinin oğ­luyla evlendirdi, ben onu istemiyorum." Rasûlullah (s.a) O'nun nikah etme hakkı yoktur. Sen dilediğinle nikahlan" dedi. O da, "Şimdi baba­mın yaptığını onaylıyorum. Fakat şunun meydana çıkmasını diledim: İnsanlar şunu iyice bilsinler ki, babaların evlenmek huusunda kızları­nın işlerine karışmamaları gerekiyor."

Bunlardan da anlıyoruz ki soruda sözü edilen evlilik sahih değil­dir. Mallar ise kocaya geri verilecektir.

 

Karı-Koca Hakları

 

SORU: Karı-koca haklan nelerdir?

CEVAP: Kocanın hakları; Allah'ın mubah kıldığı hususlarda kadı­nın ona itaat etmesi, onun izni ve bilgisi olmadan evden çıkmaması, onun ırzım ve şerefini koruması, yine onun izni olmadan kimseyi evi­ne almaması, onun sırlarını ve malını koruması gibi haklardır. Rasûlul-lah (s.a) şöyle buyuruyor:

Kadınların en hayırlısı kocası ona baktığında hoşuna giden, ona emrettiği zaman ona itaat eden, onun gıyabında malını ve ırzını koruyan kadındır.

Kadının da erkek üzerinde hakları vardır. Kocasının onun nafaka­sını sağlaması, karı-koca muamelesini yerine getirmesi, onu kıskan­masında mutedil olması, iki evli ise, paylaşmayı adil yapması gibi haklardır.

Bu haklarda karı-kocanın şu ayet-i kerimeyi rehber edinmeleri en güzelidir:

Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğ­rusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

 

Baba-Anneye Îtaat Ve Evlilik

 

SORU: Anne-babasmın muhalefetine rağmen bir kızla evlenmek isteyen erkek hakkında İslâm'ın hükmü nedir?

CEVAP: Evlilik büyük bir şeydir. Çünkü koca ile kan arasında, ru­hi ve hissi bir bağdır. Evlilikte, haklar, vazifeler vardır. Rıza ve uzlaş­ma ile olması lazımdır. Hiç bir kimsenin, bir genci istemediği kişi ile evlendirmeye hakkı yoktur. Aynı şekilde hiçbir kimse, genç bir kızı is­temediğine veremez.

Burada ancak anne ve babanın, çocuklarının irşad ve maslahatla-n için nasihatta bulunma haklan vardır. Ancak çocuklannı istemediği kişiyle zorla evlendirmeye kalkmalan hiç yakışık almaz. Evlilik yaşı­na gelmiş genç bu konuda şahsi hakkını kullanabilmelidir.

Anne ve babanın çocuklarına nasıl iyi muamelede bulunmalan la­zım ise, evladın da, ebeveyni karşısında edebli olması gerekiyor. Evlat da anne ve babasının haklarını gözetip onların nasihatlarına kulak ver­meli, edep ve hürmetle onları ikna etmelidir; yumuşaklıkla, edeple on­lara; evlenenin kendisi olduğunu, o kadınla geçinecek kişinin kendisi olacağını söylemelidir.

Sonuçta ise, anne ve babası ısrarlanndan vaz geçmezlerse, evladın sevdiği ile evlenmesi, bununla beraber anne ve babasına iyi muamele­de bulunması gerekir.

 

Evlat İle Baba

 

SORU: Babanın evladına, evladın babasına karşı haklan nelerdir?

CEVAP: Bir babaya vacib olan şey, ilk başta evladının kendisine

Allah'ın emaneti olduğunu bilmesidir. Baba bu emaneti korumayı öğ­renmelidir. Bir baba evvel emirde iyi bir çocuk dünyaya etirecek bir anne seçmelidir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

Tohumunuz için iyi bir yer arayın. Çünkü çocuk, baba ve annenin karakterini alır.

Bir bananın çocuğuna iyi isim koyması, onun terbiye ve gelişme­sine dikkat etmesi, ona bir sanat ve meslek öğretmesi gerekir. Bunla­rın yanı sıra çocuğunun kötü insanlarla yatıp kalkmasına engel olmalı, onu kötü arkadaşlarından korumalı, ona dinini öğretmeli, onu takva ve ibadete teşvik etmeli ve kendisi de bizzat ona iyi bir örnek ve iyi bir nümune-i imtisal olmalıdır.

Evladın babasına karşı görevleri ise şunlardır: Ona iyilikte bulun­ması, Allah'a isyan olmadığı sürece babasına itaat etmesi, babasına iyi muamelede bulunması, bilhassa ihtiyarladığı zaman ona daha fazla iyi­likte bulunması ve herzaman Allah'ın (c.c) sözünü göz önünde bulun­durması lazımdır. Allah şöyle buyuruyor:

Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her iki­si senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle.

Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et" diyerek dua et. (İsra/23-24)

 

İffetli Kadına İftirada Bulunmak

 

SORU: Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de temize çıkardığı iffetli kadınlar kimlerdir?

CEVAP: Allah (c.c) Nur suresinin dördüncü ayetinde şöyle buyur­maktadır:

Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getiremeyenlere seksen sopa vurun ve artık onların şa­hitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkar­dırlar. (Nur/4)  

Tefsircilerin şeyhi İbn Cerir et-Taberi bu ayeti şöyle tefsir ediyor:

Hür, iffetli, müslüman kadınlara zina isnadında bulunup sonra dört tane adil şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun, onların ebedi olarak şahitliğini kabul etmeyin, çünkü onlar Allah'ın emri­ne karşı gelmişler, O'nun itaatından çıkmışlar ve fasık olmuşlardır.

Ardından da şöyle demiştir: Bu ayet Hz. Aişe'ye iftirada bulunan­lar hakkında nazil olmuştur.

Aynı surenin yirmi üçüncü ayetinde şöyle buyuru İm aktadır:

Namuslu, kötülüklerden habersiz mü'min kadınlara zina isnadın­da bulunanlar, dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için bü­yük bir azab vardır. (Nur/23)

Yine Taberi şöyle diyor:

Müfessirler bu ayetin tefsirinde çeşitli fikirler beyan ettiler. Bazı­larına göre, namuslu, iffetli kötülüklerden habersiz, Allah ve Ra-sûlü'ne inanan kadından kasıt Hz. Aişe'dir. Bu ayet onun ve ona if­tira atanların hakkında nazil olmuştur. Diğer kadınlarla bir ilgisi yoktur.

Diğer bir kısım tefsirciler ise, bu ayet diğer kadınlar hakkında de­ğil yalnız Peygamberimizin hanımları hakkında nazil olmuştur di­yorlar. Diğer bazıları ise, bu ayetin Hz. Aişe ve Hz. Aişe gibi ifti­raya maruz kalanlar hakkında nazil olduğunu söylediler.

Sonra tekrar Taberi konuyu ele alarak diyor ki:

Benim yanımda en doğru görüş bu ayetin Hz. Aişe ve Hz. Aişe'nin durumunda olan kadınlar hakkında indirilmesi görüşüdür. Bunun en doğru tevili bu görüştür. Çünkü burada Allah kendisine iftira atılan her namuslu, habersiz ve inanan kadını kast ediyor. Ayet kimseyi hususi olarak kast etmemiştir. Burada iffetli bir kadına if­tirada bulunan kimseye Allah Teâlâ dünyada da, ahirette de lanet etmiştir. Onlar için büyük bir azab vardır. Ancak ölmeden önce tevbe edenler istisna edilmişlerdir. Allah şöyle buyuruyor:

Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır... (Nur/5)

Her iffetli, namuslu, kötülüklerden habersiz kadına iftirada bulu­nanların hükmü budur. Onlar dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Bunlar tevbe etmeden ölürlerse, durumları böyle vahim olacaktır.

 

Mehir Kadının Hakkıdır

 

SORU: Talip olduğu ve mehir verdiği kızla geçinemeyeceği düşün­cesiyle evlenmeyip başka bir kızla evlenen ve verdiği mehiri ve çeyiz parasını geri isteyen ve ancak yansını alabilen genç hakkında dinin hükmü nedir?

CEVAP: Erkeğe, evlendiği kadının mehrini vermek bir farzdır. Ka­dın bu mehri bizzat mülkiyetine geçirir. Bu mehirde tasarruf etmek bizzat onun hakkıdır, babasının hakkı değildir. O, izin vermediği süre­ce onun hiçbir akrabasının veya kocasının onun mehrinde tasarruf et­meye haklan yoktur. Yine kadın muvafakat etmediği ve razı olmadığı zaman kocası istedi diye mehiri çeyiz için kullanmak zorunda değildir. Allah (c.c) Nisa suresinde şöyle buyuruyor:

Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlar­dan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alırmısınız?

Vaktiyle siz birbirinizle haşir-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağ­lam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız! (Ni­sa/20-21)

Yine mehrin, peşin veya veresiye veya bir kısmını vermek de caizdir. Hakiki zifaf (duhul) olursa veya duhuldan önce karı kocadan bi­ri ölürse mehrin tamamı verilir,

Duhuldan önce koca karısını boşarsa o zaman konuşulan mehrin yansı verilir. Allah şöyle buyuruyor:

Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınlan, temas et­meden boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yansı onların hakkıdır. Ancak kadınlann vaz geçmesi veya nikah bağı elinde bulunanın vazgeçmesi hali müstesna ancak sizin affetmeniz (mehirden vaz­geçmeniz) takvaya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unut­mayın, şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür. (Bakara/237)   

Mehir tayini üzerinde bir ittifak sağlanmazsa, kadınla duhul (zi­faf) ve dokunma olmamışsa, mehir vacib olmaz. Ancak, duhulden ön­ce hanımını boşayan kocaya bir hediye vermek vacib olur. Çünkü bu hediye kadının kaybettiği şeye karşı bir bedel olur. Bu güzellikle salı­vermenin bir nevi olur. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Ya iyilikle tutmak yada güzellikle salıvermek.

Hediye için belli bir miktar yoktur. Bu kocanın servetine göre de­ğişir. Allah (c.c) hediye hakkında şöyle buyuruyor:

Nikahtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız bunda size mehir zorunluluğu yoktur. Bu durumda onlara mut'a (hediye cinsinden bir şeyler) ve­rin zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermeli­dir. Münasip bir mut'a vermek iyiler için borçtur. (Bakara/236)

Fakihlere göre, duhulden önce boşama meydana gelirse, kocanın bir şey vermesi gerekmez.

 

Evlilikte Vekalet

 

SORU: Bir Arab genç kendi memleketinin haricinde bir kızla evlendi. Evlilik aktini yapmak için öz kardeşini vekil etti. Bu akit caiz midir? Bunun seri hükmü nedir?

CEVAP: Evlilik aktinde bir şahsı vekil kılmak dinen caizdir. Vekil vekalete ehil ve akte uygun, akit de iki taraf arasında mevcut olduğu sürece, şahitler, mehir, icab ve kabul şartlan yerine gelirse vekalet ca­izdir. Soruda ifade edildiğine göre o kardeşin, kendi kardeşine vekil ol­ması caizdir. Bu vekaletini akit anında dile getirmeli ki genç kız ve şa­hitler onun vekil olduğunu, kızı kendine değil, kardeşine vekalet yo­luyla istediğini bilsinler. Burada mesafenin uzaklığı, vekile ve aktin ol­masına mani olmaz. Yeter ki vekil sahih yollarla vekaleti üstlensin.

 

Evliliğe Ehliyeti Olmayanı Evlendirmek

 

SORU: Ehliyeti olmayan küçük kızla evlenip boşamanın hükmü nedir?

CEVAP: Evlilik İslâm sünnetlerinden önemli bir sünnettir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğ­rusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

And olsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik... (Rad/38)

Furkan suresinde, Allah has kullarının vasıflarından bahsederken şöyle diyor:

(Ve o kullar) "Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!" derler. (Furkan/74)

Evlilikte asıl olan hayat devam ettiği sürece onun devam etmesi­dir. Çünkü evlilik, Allah'ın kitabı ve Rasûlullah'm sünneti üzerine iki kalbin birleşmesi, tanışması, ülfet ve şirket kurması demektir.

Evlilik, ne geçicidir, ne de yararlanmaktır. O bir kaç senelik, haf­talık veya bir kaç günlük değildir. Onda asıl olan ömür boyu arkadaş­lıktır. İnsan aklı da böyle söylüyor. Bundandır ki İslâm mut'a (geçici) nikahını yasaklamıştır.

Bunu da hatırlatırsak yerinde olur, evlilikte bir çok haklar vardır şöyle ki: Evlilikte esas gaye karı-koca muamelesinin tahakkukudur. Eşlerden herbirisinin buluğ, sıhhat ve cinsi iktidara sahip olmaları da gerekiyor. Bu bize Rasûlullah'm şu sözünü hatırlatıyor:

Ey gençler! Kimin gücü evliliğe yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik ırzı korur, gözleri haramdan ahkor. Kimin gücü yetmiyorsa, oruç tutsun. Çünkü oruç onun için bir kalkandır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin... (Ni­sa/6)

Bu ayet gösteriyor ki, nikah çağına gelmek, küçüklük çağının bit­mesi demektir. Evlilik aktinin meyvesi ancak buluğ çağından sonra meydana gelir. Bundandır ki şeriattan mülhem olan, Ahval-i Şahsiye kanunu evliliğe bir yaş sınırı getirmiştir. Ta ki daha rüştüne ermeyen küçük yaştaki insanlar zarar görmesinler. Soruda söz edilen kız eğer hala buluğ çağına ermemişe, evlilik haklarını kazanmamışsa, onun ev­lendirilmesi tecil ve tehir edilmelidir. Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Ne zarar görmek ne de karşılıklı zarar vermek vardır.

Evet her ne kadar bazı mezheplerde küçük kızı kocaya vermek ca­iz ise de İslâm hukukçularının çoğu küçüklüğün evlilik aküne mani ol­duğunu söylemişlerdir.

Burada dikkat edilmesi gereken çok Önemli bir durum vardır. Müslümana yaraşan şey, evliliği bir eğlence ve oyun haline getirmemesidir. Evlenmek ve sonra boşanmak ve yine evlenmek ve boşanmak abesle iştigaldir. Akıllı olan insanlar böyle işlerden nefret ederler. Hür­metli ve saygılı insanlar böyle şeylere bulaşmazlar.

 

Bir Müslümanın Bir Hristiyanla Evlenmesi

 

SORU: Müslüman erkeğin -müslüman olmak isteyen- hristiyan kadınla evlenmesi caiz midir?

CEVAP: İslâm'ı seçsin veya dini üzerinde kalsın hiç fark etmeden hristiyan bir kadınla evlenmek, müslüman erkeğe helâldir. Çünkü Al­lah (c.c) Maide suresinde şöyle buyuruyor:

Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir. Sizin yiyeceğiniz de onlara he­lâldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendileri­ne kitap verilenlerden iffetli kadınlar da mehirlerini vermeniz şar­tıyla, namuslu olmak zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse, onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.  (Maide/5)

Nitekim Hz. Osman hristiyan olan Naile binti el-Karafisıye el-Kelbiye ile evlenmişti. O sonradan kendi seçimiyle müslüman ol­muştu.

Hz. Cabir'den hristiyan veya yahudilerle evlenmenin hükmü so­ruldu. O da "Ben ve Sa'd b. Ebi Vakkas, fetih zamanında onlarla ev­lendik" dedi.

Şeriat-ı garra bu evliliği mubah kılmıştır ki, ehl-i kitapla müslü-manlar arasında bir yakınlaşma olsun. Çünkü evlilikle muaşeret ve bir­birlerine karışma vardır ki o da insanları dini öğrenmeye ve İslâm'ın to­leransına götürür.

Bir müslümana evlendiği hristiyan karısını zorla İslâm'a sokmak caiz olmaz. Çünkü Kur'an-ı Kerîm şöyle diyor:

Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrıl­mıştır. (Bakara/256)

 

Kadının Cennet Nimetlerinden Faydalanması

 

SORU: Kadın da erkek gibi cennette, hissi ve cinsî şeylerden fay­dalanır mı, faydalanmaz mı?

CEVAP: Cennet'in bir nimetler diyarı olduğunu bilmemiz gereki­yor. Kim ona girerse, girmeyi hak ederse, o kişi onda çok hayırlar ve ikramlar görür. Kur'an-ı Kerîm cennetten ve cennet ehlinden şöyle bahsetmektedir:

Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlannızız. Gafur ve rahim olan Allah'ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çek­tiği her şey hazırdır. (Fussilet/31-32)

Cennette gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve hiç bir be­şerin kalbine gelmeyen şeyler vardır.

Cinsi şehvetten yararlanmak erkeklerle kadınlar arasında müşte­rek bir şeydir. Bu konuda erkek yararlanıyorsa, kadın da onun gibi ya­rarlanır. Allah Teâlâ iki cinsi cennette de aynı şeyden yararlandırmaya kadirdir. Çünkü cennet nimetler diyarıdır. Allah (c.c) cennet kadınla­rından şöyle bahsetmektedir:

Gerçekten biz hurileri apayrı biçimde yeni bir hilkat ile yarattık, onları, eşlerine düşkün ve yaşıt bakireler kıldık. (Vakıa/35-37)

Yani onlar taze, güzel, güzel ahlâklı, bekar, güzellikte emsalsizdir­ler. Kur'an onlan yakut ve mercana benzetmektedir. Ve yine onları giz­li incilere benzetiyor. Onlara cennetteki kocalarından önce ne cin ve ne de insanlar yaklaşmıştır. Onlar temiz bakirelerdir. Ve Allah onları ter­temiz eşler diye zikrediyor. Yani her çeşit eziyet ve kirden temizdirler.

Dünyada bir erkekle evlenen mü'min kadın, onunla birlikte cenne­te girer, yine ona verilir. Erkeğin yararlandığı her şeyden o da yararla­nır. Hepsi de beraber gençleşirler. Kur'an cennet kadınlarından bahse­derken (gözü sadece kocasını gören kadınlar) diye vasfediyor. Koca­sından başkasına tamah etmeyen, kocasından razı, onun gözünde ko­casından daha güzel yoktur. Onlardan birisi kocasına şöyle söyleyeçektir: "Vallahi cennette senden daha güzel bir şey göremiyorum. Cen­nette senden daha sevimli bir şey de yoktur. Beni sana, seni bana ve­ren Allah'a hamdediyorum."

Bir hadis-i şerifte, cennet kadınlarının şöyle söyleyecekleri belir­tiliyor:

Biz ebedi kalıcılarız ölmeyeceğiz, biz nimetlenmişlerdeniz, ebedî olarak korkmayız. Biz razı olanlardanız, ebedî olarak küsmeyiz. Ne mutlu bizi alanlara ve ne mutlu bizim aldıklarımıza.

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle söylenmiştir:

Huriler cennette şarkı söyleyerek şöyle diyecekler: "Bizim içimiz güzel, dışımız güzel, biz temiz kocalar için geldik.

Başka bir rivayette de, "İçimiz güzel, dışımız güzel biz temiz er­kekler için yaratıldık" derler.

İbn Abbas da şöyle demiştir: Onlar kocalarına aşık, kocaları da onlara aşık, onların herbiri safa ve afiyet içindedirler. Yine onlar, sev­gi ve rıza ve nihayetsiz bir saadet içindedirler.

Cennet kadınları hep kardeşçe geçinirler. Aralarında kin ve kıs­kançlık yoktur, zararlı hiç bir iş orada olmaz. Onlar eşit, saf ve sevim­lidirler. Allah onların kalblerini sevgi, bereket ve rıza ile doldurmuştur.

 

Evlilik Aktinden Önce Hamile Kalmak

 

SORU: Nikah akdi yapılmadan nişanlılık esnasında kadın hamile olsa, meydana gelen çocuk meşru mu yoksa gayr-i meşru mudur?

CEVAP: Evlilik aktinden önce, nişanlılık zamanında cinsi ilişki ol­muşsa, şüphesiz bu haramdır. Zina kabilindendir. Bu ilişkiden sonra bir çocuk dünyaya gelirse, bu çocuk helâl bir çocuk değildir, yani gayr-i meşrudur.

Çünkü söz kesmek veya nişan, hiç bir zaman kadınla erkek arasındaki cinsi ilişkiyi helâl kılmaz. Söz kesmek ancak evliliğe bir giriş sayılır. Kadın ve erkek tarafından her zaman bu söz iptal edilebilir. Ka­dın isteyene, evlilik aktinden önce helâl olmaz. Ancak sahih bir evlilik aktinden sonra cinsi ilişki helâl olur, o zaman kocaya cinsi ilişki hakkı doğar.

Evlilik Kanunu

 

SORU: islâm'da evlilik kanunu nedir?

CEVAP: Evlilikte hakiki rükün, iki tarafın rızasıdır ki onlar da ko­ca ve kandır. Aralarında seri bir akit olması gerekir, ki bu da icab ve kabulden ibarettir. Bu icab ve kabul sigalarının, fukahanın çoğuna gö­re mazi (yani geçmiş zaman) lafızlarıyla söylenmesi gerekiyor. Veya onlardan biri mazi, diğeri ise, istikbal (yani gelecek) sigasıyla olmalı­dır. Mesela onlardan birinin "Kızımı seninle evlendirdim" diğer tarafın da "kabul ettim" demesi gibi veya birinci tarafın "Seni evlendiriyo­rum" öbürünün de "Kabul ettim" demesi gibi...

Yine fakihler, "Âkit sigasının mutlak olması yani hiç bir kayda bağlı olmaması lazımdır" demişlerdir. Yani akit mukavelesi bir şarta, gelecek zamana veya muayyen bir vakte bağlı olmamalıdır.

Fıkıh kitaplan kocanın ve kadının hak ve vazifelerini beyan ve tahdit etmişlerdir. Ayrıca aralarındaki müşterek hakları da açıklamış­lardır.

Ancak bir çok İslâm ülkeleri bu meseleleri, Ahval-i Şahsiye kanu­nu adı altında kal ip 1 aştırdılar.

 

Zina Çocuğu

 

SORU: Zinadan doğan çocuğun hükmü nedir? Bu çocuk zinacı an­ne ve babasının günahını çeker mi?

CEVAP: İslâm'ın yasakladığı büyük suçlardan birisi de zinadır. İs­lâm onu ortadan kaldırmak istemiştir. Çünkü o, kötü ilişkilere, neslin karışmasına, saygının azalmasına, hayanın azlığına ve ahlâkî çözülme­ye sebebiyyet verir.

Onun için Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Zinaya yaklaşmayın. Zîra o, bir hayasızlıktır. Ve çok kötü bir yol­dur. (İsra/32)

Ancak zinadan doğan çocuklar bu kötülüğü irtikab eden baba ve annelerin suçlarını yüklenmezler. Çünkü bu insanların bu konuda her­hangi bir müdahaleleri yoktur. Allah şöyle buyuruyor:

Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam ve­rilecektir. Ve şüphesiz en son varış rabbinedir. (Fatır/18)

Zina eden anne ve baba suç işlemişlerdir. Onların kötülükleri bir­leşmiş. Onlar kendi nefislerine zulmetmişlerdir. Çocuklan hakkında da suç işlemişlerdir. O çocuğa ar ve kötü bir isim bırakmışlardır. Bunun­la beraber bu çocuğun bir suçu yoktur. Onların günahını yüklenmez.

 

Mut'a Nikahı

 

SORU: Son zamanlarda mut'a nikahından çok konuşuluyor. Mut'a nikahı nedir? Bunun İslâm şeriatındaki yeri nedir?

CEVAP: Mut'a nikahı, bir nevi evliliktir ki bizim memleketimizde (Mısır'da) pek yaygın değildir. Ancak bir kısım İslâm memleketlerinde bu yapılmaktadır. Çünkü bunlara göre bu nikah, helâl ve caizdir. Biraz sonra bu konuya değineceğiz. Bu nikaha "muvakkat evlilik" veya "ke­sik evlilik" de denilir.

Fakihler mut'a nikahını şöyle tarif ediyorlar: Erkeğin kadınla mu­ayyen bir zaman için nikah yapmasıdır, bu muayyen zaman bir sene, bir ay, bir hafta veya bir gün olabilir.

Bu nikaha mut'a denilmesinin sebebi, karı-koca ilişkisinin belli bir zamana kadar söz konusu olmasındandır.

Bu evlilik, meşhur dört fıkıh mezhebine göre haramdır. Hanefî, Mâlikî, Şafii ve Hanbelî mezhepleri bu nikahın batıl olduğuna hükmet­mişlerdir. Bu konuda bir çok delil ileri sürmüşlerdir. Kısaca delilleri şunlardır.

1. Bu evlilik nevine Kur'an-ı Kerîm'in hiç bir hükmü taalluk et­miyor. Evlilik, boşama, iddet ve miras konularında bu nikah hakkında hiç bir hüküm yoktur.

2. Bir çok hadis-i şerif onun haram olduğuna hükmetmiştir. İbn Mace'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ey insanlar! Ben size mut'a nikahı hakkında izin vermiştim. Ha­beriniz olsun Allah (c.c) onu kıyamet gününe kadar yasakladı.

Yine Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Rasü-lullah (s.a) Hayber gazvesinde mut'a evliliğini yasakladı.

Yine Hz. Ömer mut'a nikahını yasakladı. O minberde ve sahabe­lerde onu dinliyordu. Hiç kimse ona itirazda bulunmadı. Bu da onların muvafakatini gösteriyor. Yoksa ona muhalefet ederlerdi, itirazda bulu­nurlardı.

Yine Hz. Ali'den gelen sahih bir hadise göre, mut'a nikahı feshe­dilmiştir. Yani Allah (c.c) onu az bir zaman zarfında helâl kıldı, sonra onu tekrar haram kıldı. Bu da bir zaruretten kaynaklanıyordu.

Beyhakî'nin rivayet ettiğine göre Cafer b. Muhammed'e -ki o da bir mut'a nikahından soruldu. O, da "O, bizzat zina­dır" dedi.

Mut'a nikahının haram kılınmasının başka bir sebebi de, mut'a ni­kahından kasdın, şehveti tatmin etmek olmasıdır. Evlilikten şeriatın kastettiği diğer maksatlar mut'a nikahında bulunmaz. O bakımdan mut'a nikahı cinsi ilişkileri tatmin etmek için yapılan zinaya benzer.

Yine, mut'a nikahında kadının bir meta gibi bir andan bir ana, bir erkekten bir erkeğe, alınıp satılması söz konusudur. Bu evlilikten son­ra bir çocuk dünyaya gelirse, içinde büyüyecek ve gelişecek ve barına­cak bir ev bulamaz. İşte bunlar mut'a nikahının sakıncalarıdır.

Ancak bu nikahın caiz olduğunu söyleyenler de vardır. O da Şia mezhebidir. Mut'a nikahını İbn Abbas'a isnad ediyorlar. Onun bu nika­hı helâl gördüğünü söylüyorlar.

Ancak işin gerçeği şudur ki İbn Abbas onu ancak ihtiyaç ve zaru­retler zamanında helâl görmüştür. Onu mutlak manada helâl kılmamış-tır. İnsanların mut'a nikahı konusunda aşırı davrandıklarını görünce o da bu görüşünden vaz geçmiş. "Kimin ihtiyacı yoksa bu nikah ona ha­ramdır" demiştir.

Said b. Cübeyr İbn Abbas'a şöyle söyledi: "Ne yaptığını ve ne fet­va verdiğini biliyor musun? Senin hakkında kervanlar ve şairlerin ne söylediğinin farkında mısın?" İbn Abbas "Ne eriyorlar?" diye sorunca, Adam fazla gurbette kalınca, "İbn Abbas'ın fetvasından ne haber. Dö-nünceye kadar kendine bir yer bul, diyorlar" diye cevap verdi, (yani se­nin şu fetvan herkesin ağzında dolaşıyor ve herkes onunla kendine bir yol buluyor.)

İbn Abbas üzülerek şöyle dedi: Ben böyle fetva vermedim. Bunu da kastetmedim. Ben buna helâl da demedim. Ancak Allah (c.c) nasıl ki, leş, kan ve domuz etini muztar kalanlar için (zaruret halinde) helâl kılmışsa, ben de onun gibi buna helâl dedim.

Şia mezhebi mut'a nikahı için bazı şartlar koşmuştur:

1. Evlilik aktı yapılır.

2. Kadının müslüman veya kitap ehlinden olması gerekir.

3. Mehir verilmesi gerekir.

Onun da muayyen bir miktarı yoktur. Rızalaşma ile üzerinde uz­laşmak lazımdır.

Akit anında bu süreyi konuşurlar.

Şia mut'a nikahı için bazı hükümler de koymuştur:

1. Mut'a nikahında talak (boşama) olmaz müddetin (sürenin) bit­mesiyle evlilik sona erer.

2. Karı-koca arasında veraset olmaz.

Koca evlendiği kadına, kadın da evlendiği kocaya varis olamaz.

4. Mut'ası biten kadının iddeti iki hayızdır. Üç hayız (adet kam) değildir. Eğer kadın hayız görmüyorsa kırkbeş gün iddet bekler.

Bununla beraber, Şia imamlarından olan İmam Şevkanî meşhur Neyîül Evtar kitabında konuyu detaylı anlattıktan sonra, mut'a nikahı­nın haram olduğunu söylüyor. Onun fikrinin özeti şudur: Biz Şari-i Ha­kimden (kanun koyucu) gelen şeylerle ibadet etmekle mükellefiz. Sa­hih yoldan, ondan bize gelen şey bu nikahın haram olduğudur. Bu ko­nuda muhalefet eden de vardır. Fakat bu muhalefet haram olmasına mani değildir. Sahabilerin cumhurunun onun haram olduğunu söyle­diklerini ve böyle amel ettiklerini görüyoruz. Hatta sahih bir isnadla Abdullah b. Ömer şöyle söylemiştir:

Allah Rasûlü (s.a) üç defa bize mut'a nikahı için izin verdi. Sonra tekrar onu yasakladı. Allah'a yemin ederim ki evli bir kişi mut'a yaparsa, onu taşlarla recmederim.

Yine Ebu Hüreyre (r.a) rivayet ediyor ki, Hz. Peygamber (s.a) mut'a evliliğini haram kıldı. İmam Evzaî de diyor ki: Vakit (süre) şart koşmadan bir kadınla evlenenin niyeti o kadını bir süre sonra boşamak ise, bu da bir mut'a evliliğidir. Bu haramlık bakımından mut'a nikahı­nın hükmünü alır.

4. Vakit (müddet).

İmam Seyyit Muhammed Reşit Rıza da Tefsir-i Menar'da şöyle söylüyor: Selef ve halef âlimlerinin mut'a nikahı hakkındaki şiddetli tutumları, boşama niyetiyle evlenmenin de haramlığını ikaz ediyor.

Her ne kadar fakihler bu nikah sahihtir deseler de, koca bu niyeti saklamış veya akit anında söylememiş ise değişen bir şey yoktur. Ancak onun saklaması ve gizli tutması, bir hile ve oyun sayılır. Bu da iki taraf arasında açıktan konuşulan süreli bir nikahtan daha batıldır. Bun­da da beşeri rabıtaların en kuvvetlisi olan bir şeye abes ve batıl şeyle­ri karıştırmak söz konusudur. Bu ancak zevk için şehvet manzaraların­dan faydalanan insanlar için bir tercihtir. Bu ve buna benzer münkerat-tan faydalananlar içindir.

Açıktan süre şart koşulmadan muvakkat bir zaman niyetiyle kıyı­lan bir nikahta, hile ve kandırmacaya daha fazla açık kapılar vardır. Bunda da düşmanlığa, kine ve itimadsızlığa yol açılır. Nerde ise, bu konuda iyi niyetli insanlardan dahi şüphe edilir. Bu da korkunç bir şeydir.

Hiç hatırımdan çıkmıyor, bir gün ben merhum El-Liva Muham­med Salih Harb'in yanında oturuyordum, yanımızda da bir fikir adamı oturuyordu. Sonra yanımıza Lübnanlı Şii bir şair geldi. Yanında çok edibe, kültürlü kızı da vardı. Çeşitli konularda konuşmalar yaptık. So­nunda konu mut'a nikahına geldi. Şii şair onu müdafaa ediyordu. Çün­kü onun mezhebi onun helâl olduğunu söylüyordu. O mütefekkir kalk­tı ve elini şaire uzatarak "Ben senin bu kızınla, muta'a nikahıyla evlen­mek istiyorum" dedi.

Kızın yüzünün kızardığını gördük, babasına kızdı. Şair de İslâm düşünürüne karşı susmuştu. El-Liva Salih Harb'ın şaire sözü şu oldu: Hücum ve tartışmanın kapısını sen açtın kızmaya hakkın yoktur. Sen buna müstahaksın.

Nasıl ki sen kızını mut'a nikahıyla başkasına nikahlamak istemi­yorsan, aynı şekilde insanların iyisi de bunu kendilerine ve kızlarına reva görmezler.

Bu konuda meselenin özü şudur: Cumhur-u ulema, mut'a nikahı­nın haram olduğunu söylüyorlar. Onu zanlı ve şüpheli bir evlilik görü­yorlar. Onda ancak şehvetler tatmin edilir. O bir faydalanmadır. Ken­dine ve ailesine saygısı olan hiç bir kadın bunu gururuna yediremez. Onun ailesi de böyle zanlı evliliği kabul etmezler.

 

Mut'a Evliliği

 

SORU: Mut'a evliliği sahih midir?

CEVAP: Mut'a evliliğine kesik evlilik veya muvakkat evlilik de de­niliyor. Mut'a denilmesi kişinin bir ay veya bir aydan fazla veya nok­san belli bir süre kadından faydalanması sebebiyledir. Bizce bilinen bütün fıkıh mezheplerince bu tür nikah haramddır. Bunun akti batıldır. Çünkü evlilik sadedinde olan, boşama, iddet, miras ve buna benzer hü­kümlerin hiç birisi Kur'an'da böyle bir evlilikle ilgili değildir. İbn Ma-ce'den bir rivayete göre, Rasûlullah onu yasakladı ve dedi ki:

Ey insanlar! Ben size mut'a nikahına dair izin vermiştim. Haberi­niz olsun o kıyamet gününe kadar yasaklandı.

Haramlığı üzerinde ümmetin icmaı vardır. Ancak Şia bu icmadan hariçtir. Beyhaki'ye göre Şii imam Cafer b. Muhammed'e mut'a nikahı soruldu. O, da "Bu zinanın ta kendisidir" dedi. Açıktır ki bunu yapanın hedefi evlilik değildir. Onun niyeti şehvetini tatmin etmektir.

 

Kadınların Avret Yeri

 

SORU: Namaz dışında kadınların kısa giyinmelerinin hükmü ne­dir? Kadının yüz ve ellerden başka bedeninin tümünün avret olduğunu bildiği halde böyle yapanın hükmü nedir?

CEVAP: İslâm'ın kadın avreti hakkındaki görüşü, namazda olsun, namaz dışında olsun, onun bütün bedenini örtmesidir. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınları­na (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elve­rişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Ahzab/59)

Hz. Aişe'nin rivayetine göre Esma binti Ebubekir (r.a) Rasûlullah'ın huzuruna girdi, üzerinde şeffaf bir elbise vardı. Rasûlullah ondan yüzünü çevirdi ve dedi ki: "Ey Esma! Kadın buluğ çağına erdikten sonra, elini ve yüzünü işaret ederek, bunlardan başka gö­rünmesi helâl olmaz."

Bazı fakihlere göre ayaklan açmak da caizdir. Çünkü bilhassa Arab kadmlanna göre ayaklan örtmek elleri örtmekten daha zordur. Çünkü onlar ihtiyaçlarını temin etmek için yollarda çok yürürler. İmam Zamahşeri de tefsirinde aynı şeyi söylüyor.

Hanefî mezhebine göre açılması caiz olan yer zahiri zinet yerleri­dir. O da yüz ve ellerdir. İmam-ı Azam'a göre ayaklar da açılabilir. Çünkü Allah şöyle buyuruyor:

Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) koru­sunlar, namus ve iffetlerini esirgesinler. Kendiliğinden görünen kısımlan müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. (Nur/31)

Şunu da bilmemiz gerekir ki, "görünen" kısmı da genişletmemek lazımdır. Çünkü günümüz kadınlarının yaptıklan gibi geniş çapta gö­rünen zinet yerlerini açma zarureti yoktur. Yabancı (nikah düşen) er­keklere karşı asli haramlığı üzerinde durması, ancak kocalarına ve mahremlerine zinet yerlerini açmalan en uygun olanıdır. Yine bilme­miz lazımdır kî, açılmasına müsamaha ile bakılan zinet yerleri, şehve­tin yayılmasına sebep olmadığı zamandır. Yoksa görünen zinet yerleri­ni de açmak haramdır. (Yani eğer zinet yerlerinin açılması hain bakış­lara hedef olacak, fitneye ve şehvete sebebiyet verecekse onlan da ka­patmak lazımdır.)

 

Hünsanın Ameliyat İle Kadın Olması

 

SORU: Hünsanın ameliyatla kadın olmasının hükmü nedir?

CEVAP: Hünsa; -İmam Nevevi'nin de Tehzib'ül-Esma ve'l-Lugat isimli kitabında dediği gibi iki kısma aynlır. Birincisi doğuştan hem erkek ve hem de kadın organına sahip olandır. İkinci kısım ise, doğuştan bu iki organı da olmayanlardır. Ancak bu cins hünsaların bir deliği var­dır ki ondan sidik ve buna benzer şeyler çıkar.

İslâmî kaynaklarda hünsa ile ilgili hükümler vardır.

Eğer bir hünsa ameliyatla bilfiil kadın olmuşsa kadın hükmünü alır. Kadınlar hakkındaki hükümler ona da uygulanır. Çünkü o kadın olmuştur.

 

İslâm Dîninden Dönenler (Mürtedler)

 

SORU: Evlendikten ve bir de çocuğu olduktan sonra islâm'dan çı­kıp hristiyan olan kansıyla evliliğini sürdürmesi caiz midir?

CEVAP: Bu müslüman kadın İslâm dininden başka bir dine geçer­se mürted sayılır. Bu irtidat sebebiyle onunla kocasının arası ayırdedilir. Buradaki sebep ise, şudur: Allah hidayet verdikten sonra irtidat et­mesi bir nevi ölüm sayılır. Çünkü riddet (dinden çıkmak) bir nevi ölü­me götürür. Ölü mesabesinde olan biriyle evlenmek iyi olmaz. Bazı fa-kihler bunu böyle gördüler. Yine irtidattan sonra artık o kadının bir ma­sumiyeti kalmaz. Evlilik namusla olur. Namus dairesinden çıkan bir kadınla evlilik sürdürülemez. İşarette bulunduğumuz tefrik (yani aynlma) Hanefî mezhebinde boşanma değil, fesh sayılır. Çünkü önceki evlilik riddet (dinden çık­mak) sebebiyle bitmiştir. Sanki hiç olmamış bir evlilik gibi sayılır.

.Ama doğan çocuğun nesebi (soyu) sabittir. Anne ve babadan han­gisinin dini daha hayırlıysa, çocuk hükmen o dinden sayılır. Müslüman olan daha hayırlı olduğundan, çocuk da müslüman kabul edilir.

 

Süt Bankası

 

SORU: Annelerin sütü için bir banka oluşturulabilir mi? Bu toplanan sütten içilirse, evliliği haram kılar mı? Çünkü aynı kadından süt emmek nikahı haram kılmaktadır.

CEVAP: Kitabımızın birinci cildinde şöyle demiştik: İslâm'da evli­liği haram kılan süt; erkek ve kız çocuğun aynı memeden süt emmele­ridir. Bu emme meydana gelirse, emenler kardeş olur.

Müşterek, bir tek memeden emen çocukların birbirlerine haram olabilmeleri için fakihler, emmenin sayısında ihtilaf etmişlerdir. Genel­likle fetva şöyle verilir: Haram kılıcı olan emme, beş defa, doyurucu, ayrı ayrı, süt yaşında (yani 0-2) olursa, süt kardeşliği gerçekleşir. Ço­cukların beraber veya ayrı ayrı zamanlarda süt emmeleri durumu değiş­tirmez. Yeter ki aynı anneden herhangi bir zamanda süt emmiş olsunlar.

Yine şunu da anlamamız lazımdır ki, süt kardeşliğinin sübutu, an­cak iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliğiyle mümkün olur. Bu tek kişinin şahitliğiyle isbat edilmez.

Süt kardeşliği, ancak iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şa­hitliğiyle isbat edilir. Şahitlerin adil ve güvenilir olması şarttır. Bu sa­dece duymaya değil bizzat görmeye dayanan bir şahitliktir. Nikahı ha­ram kılan süt kardeşliği şüphe ile sabit olmaz.

Bazı devletler "Anne sütü bankası" adı altında bir şey inşa etmek istiyorlar. Kendilerini buna sevkeden şeyin ihtiyaç olduğunu söylüyor­lar. Çeşitli cins, vatan ve din mensubu olan annelerden külliyetli mik­tarda süt temin ediyorlar. Bu sütleri karıştırarak, şişelere koyuyorlar, anne sütü bulamayan çocuklara dağıtıyorlar.

Çağdaş toplumlarda böyle şeylere başvurmak çok büyük hatalara annelerle evladları arasındaki bağları kesmeye sebep olur. Burada an­nenin bizzat memesini ağzına verdiği çocuğa yaradılış gereği duyduğu annelik şefkati düşük bir mertebeye iner. Çünkü emzirmenin en iyi yo­lu annenin bizzat çocuğu göğsünden emzirmesidir.

Üzerinde durmak lazım gelen konu bu iken, şimdi biz süt banka­sı yoluyla içilen sütün evlenmeyi haram kılıp kılmadığı konusuna geç­tik. Şunu kaydedelim ki süt bankası kanalıyla meydana gelen emzirme

ile evlilik yasak olmaz. Çünkü süt bankası kanalıyla dağıtılan sütten kesin bir kanaata varmak mümkün değildir. Çocuğun hangi kadının sü­tünü içtiğini bilemeyiz. Çünkü bu çocuğun içtiği süt çok sayıda anne­lerin karışık sütleridir.

Yukarıda da izah ettiğimiz gibi nikahı haram kılan sütün makbul bir şahitlikle sabit olması lazımdır. Burada kim şahitlikte bulunacak? Ve kime şahitlik edeceklerdir? Bu yolu tasvib etmemekle beraber di­yoruz ki, böyle bir süt evlilik yasağını doğurmaz. Çünkü burada em­menin sayısı ve tesbiti mümkün değildir.

 

Kadınların Şarkı Söylemesi

 

SORU: İslâm'a çağrı için kadınlardan bir koro (ilahi korosu) teşkil etmenin hükmü nedir?

CEVAP: Öteden beri kadınların şarkı söylemesinin hükmü hakkın­da çok münakaşa yapılmış. Cumhur-u fükaha şöyle bir karara varmış: Kadının şarkı söylemesi, eğer insanları günaha, fıska ve şehvete teşvik ediyorsa, ittifakla haramdır. Dans ve içki eşliğinde ve bunlara benzer durumlarda kadınların şarkı söylemeleri haramdır.

Soruda ifade edildiği üzere dine davet için ilahi okunmasına ge­lince, bunda Allah yüceltiliyor. Peygamberin sünneti ve ahlâkı Övüle­rek medhediliyor. Bununla beraber kimisine göre bu da haramdır. Çün­kü bunlar nerede olursa olsun kadının sesinin avret olduğunu söylüyor­lar. Dinleyici yabancı olunca kadının sesi avrettir. Çünkü bu tür dinle­me insanı şehvet ve fitneye sürükler. Ancak bu umumileştirme şiddet­ten hali değildir. (Yani mutlak manada haram olduğunu söylemek ifra­ta kaçmak demektir.)

Bir kısım âlimler ise, şöyle diyorlar: İslâm'a çağrıda bulunmak için saptırmadan, sululuk yapmadan fazilete ve ahlâka davet amacıyla açılıp, saçılmadan, şehvete ve münkerata çağırmadan kadının ilahi söylemesi haram değildir.

Bu kitabımızın ikinci cildinde, şarkı söyleyen kadını dinlemenin hükmü hakkında bir açıklamamız olmuştu. En çok bu sesin durumu üzerinde durmuştuk ki özeti şudur: Eğer şarkıcı kadının şarkısında şeh­vete götürücü bir unsur varsa bu haramdır. Onu dinlemek de haramdır. Çünkü onda günaha girmek fitneye düşmek söz konusudur. Aynı şekil­de eğer bu şarkı münker ve haram bir şey içeriyorsa o da haramdır. Çünkü böyle bir şeyi söylemek haram olduğu gibi, dinlemek de haram­dır. Amma eğer şarkıda söylenenler doğru, iffetli ise, kırıcı değilse, fit­neye götürmüyorsa, içerdiği mana da iffetli ve şerefli ise, o zaman böy­lesi şarkılar insanı yüksek himmete ve yüce ahlâka sürükler, onu din­lemek haram olmaz.

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, Rebi binti Muavviz isim­li kadının evliliğini tebrik etmek için gittiğinde orada def çalıp, şarkı söyleyen genç kızları dinlemiş, onları bundan menetmemişti. Ancak onlardan biri "aramızda yarın ne olacağını bilen bir Peygamber vardır" deyince, o zaman Rasûlullah (s.a) "Böyle söylemeyi bırak, daha önce söylediklerini söyle" dedi.

Şarkı Söylemenin Hükmü

 

SORU: Çingenelerden şarkı dinlemek haram mıdır? Bunu bilipde buna engel olmayanın hükmü nedir?

CEVAP: Halihazırda müzik, şarkı söylemek iki tarafı keskin olan bir bıçağa benziyor. Bu biraz da nasıl ve nerde söylendiğine bağlıdır.

Dini kaynaklarda şarkı hakkında çok sözler buluruz. Bazı kaynak­lar onu şiddetle yasaklarken bazıları da onu mubah görüyor. Bu iki gö­rüşü uzlaştırmak mümkündür. Şarkıya karşı çıkanlar onun manevi za­rara sebebiyet verdiğini, tehlike meydana getirdiğini ifade ediyorlar. Bu şarkı türü, fitneye, şehvete ve kötülüğe yolaçan şarkılardır. Şarkı söylemeyi mubah görenler ise, şarkıdan, insanları iyiye ve hayra götü­ren, insanı takvaya sürükleyen şarkıları kasdediyorlar. Bu konuda Sa-hih-i Buhar?de şöyle bir rivayet vardır:

Hz. Aişe validemiz (r.a)'in yanında bir yetim kız çocuğu vardı. Hz. Aişe (r.a) onu terbiye etti, büyüttü ve onu Ensar'dan olan bir ko­caya verdi. Hz. Aişe onu zifafa hazırladı. Evine dönünce Rasûlul­lah "Ey Aişe! Yanınızda bir şey (şarkıcı) varmı idi? Çünkü Ensar Gınayı (şarkıyı) seviyor" dedi.

Başka bir rivayette de Hz. Peygamber (s.a) Hz. Aişe'ye şöyle bu­yurdu: Def çalacak ve şarkı söyleyecek bir kız gönderdiniz mi?

Öyle ise, eğer şarkı söylemek, iyi ve güzele, insanı imana, takva­ya ve işlerin güzeline götürürse söylemede her hangi bir beis yoktur. (Aksi takdirde, haramdır.)

 

Kadının Oğlu, Anasının Kocasına Varis Olmaz

 

SORU: Bir adam, başka kocadan oğlu olan bir kadınla evlenir, ço­cuğu büyütüp terbiye eder, o çocuk da buluğ çağına kadar ona yardım­cı olup onun malının gelişmesinde katkıda bulunursa bu durumda bu çocuk bu adama varis olabilir mi?

CEVAP: Çocuk ancak hakiki babasına varis olabilir. Onu terbiye eden anasının kocasından ona miras düşmez. Bu ikinci koca çocuğun terbiyesini üstlenmişse, bu çok güzel ve hayırlı bir iştir. Ancak bu du­rumu değiştirmez. Çünkü bu adamın o çocuğun annesiyle evlenmesi, onu ona hakiki baba yapmaz. Zira o çocuk başka bir babadandır.

Bu ikinci evlilik hayırlı bir evlilik olmuştur. Çünkü bu çocuğa iyi muamelede bulunulmuştur. Bu çocuk bu adamın hakiki oğlu olmadığı halde, kadının mennun olması için çocuk iyi muamele görmüş, ki bu da çok güzel bir şey.

Kadının kocasına ve çocuklarına vacib olan şey, bu çocuğun hak­kını kaybetmemeleridir. Aralarında müşterek olan maldan onu mahrum etmemeleri gerekiyor. Anasının kocası onun hakkını vermeden ölürse, bu çocuğun hakkını vermek, varislere vacibtir. Bu miras değil, onun çalışmasının bedelidir. (Sözün özü bu genç mirasa değil, çalıştığı için kazanca ortak olur.)

 

Kadın Cennette Hangi Kocasıyla Olacak?

 

SORU: İki erkekle evlenen kadın ve kocaları cennete gitse kadın hangi koca ile evlenecektir?

CEVAP: Rivayetlere göre mü'minlerin annesi Hz. Ümmü Seleme (r.a) Hz. Peygamber'e (s.a) buna benzer bir soru sormuş ve demişti ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bir müslüman kadın, müslüman bir erkekle evle­niyor, o da vefat ediyor. Sonra ikinci bir müslüman erkekle evleniyor. Sonra erkek de kadın da ölüyor. Bunların üçü de cennetlik oluyor. Bu durumda kadın hangisiyle evlenecek?

Efendimiz "Ya Ümmü Seleme, Allah (c.c) bu konuda kadına ter­cih hakkını verir. O kadın da ahlâkı iyi olanı seçer" dedi.

 

Talak

 

SORU: Adam karısına, "sen şu işi yapmaktan vazgeçmezsen boş­sun" dese talakın (boşamanın) hükmü nedir?

CEVAP: Fukaha örfünde bu boşamaya şarta bağlı boşama denir. Bu şu demektir: Talakla yemin eden adamın, talakı bir şeyin yapılıp yapıl­mamasına bağlı kılmasıdır. Koca bu gibi bir yemine baş vurmuşsa, ye­min ettiği şey vuku bulursa, bunun meydana gelmesiyle boşamayı ni­yet etmişse, o zaman onun karısı bir rici talakla ondan boş olur. Fakat genelde bu tür yeminler bir şeyi yapıp yapmamada tekit veya teşvik ol­sun diye yapılır; bununla boşama kasdedilmez. Eğer burada yemin eden kişi sadece bu tekit ve teşviki kastetmişse, o zaman şart koştuğu şey meydana gelse de boşama gerçekleşmez. Çünkü o bununla boşa­mayı kastetmemiştir. O, sözünü kuvvetlendirmek ve karısını korkutmak için böyle demiştir. Ta ki, o onun emrini yerine getirsin ve ona ita­at etsin. İstemediği şeyleri de yapmasın. Bu bakımdan, bu tür boşama ile ayrılık meydana gelmez.

 

Boşadığını İnkar Etmek

 

SORU: Bir adam bir celsede üç talakla karısını boşasa, iki ay son­ra tekrar karısına dönüp üç talakla boşamadığını iddia ederek yemin et­se, kadın kocasının evine dönebilir mi?

CEVAP: Allah katında en istenmeyen helâl boşamadır. Peygambe­rimiz "Allah (c.c) zevk için çok evlenen ve çok boşanana lanet etmiş­tir" buyurmuştur.

Talakla (boşama ile) çok yemin eden adam, insanlık sıfatına layık değildir. Çünkü o kadından büyük söz almış; akit yapmıştır. Karı-koca arasındaki bu büyük bağı oyuncak haline getirmiştir. İnsana yaraşan şey dilini böyle şeylerden alıkoymasıdır. Ancak talaktan başka geride bir şey kalmamışsa o başka bir şey.

Şunu da bilmemiz gerekir ki, talak için sarih ve açık lafızlar var­dır. "Sen boşsun", "sen boşanmışsın" veya "seni boşadım" gibi keli­melerdir. Koca bu kelimelerden birini kullansa, karısı ondan bir rici ta­lakla boşanır. Eğer bu boşama üçüncü defa değilse bir şey olmaz, fet­va böyle verilir. Çünkü Allah şöyle buyuruyor:

Boşama iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veya güzel­likle bırakmaktır. (Bakara/229)

Buradaki sorudan şunu anlıyoruz: Bu koca bir defada karısını üç talakla boşamıştır. Bugünkü fetva ve hükümlere göre bu bir rici talak sayılır. Eğer bu talaktan önce iki talak daha vaki olmamışsa, bir şey ol­maz. Ancak daha önce iki defa daha boşama olmuşsa, bu durumda bu üçüncü sefer olur ve ebedî boşanma gerçekleşir. Bu durumda, artık ka­dın kocasına helâl olmaz. Ancak onun iddeti dolar, ikinci bir koca ile evlenir, bu koca da onunla yatar kalkar. O da Ölür veya boşarsa ondan da iddeti dolarsa, kadın tekrar yeni bir akit ve yeni bir mehirle ilk ko­casına dönebilir ve onunla evlenebilir.

Sorudan anlaşılıyor ki kadın daha iddetini doldurmamıştır. Çünkü boşamanın üstünden daha iki ay geçmiştir. Koca burada karısına dönüş yapabilir.

Boşamadım iddiasına gelince, -açıktan boşadığı halde- onun bu konudaki işi onunla Allah arasındadır. Onun hesabını Allah görür. Biz zahire göre hükmederiz.

Burada tekrar ediyorum karı-kocalık hukukunu abesten korumak için talakı (boşamayı) mümkün olduğu kadar dilimize almamalı, dili­mizi buna alıştırmamaliyiz.

 

Karı-Kocalık Hayatının Kudsiyeti

 

SORU: Bir erkek bir kadının kocasından izin almadan onunla arka­daşlık edebilir mi?

CEVAP: Efendimiz (s.a) buyuruyor kî:

Kadınların en hayırlısı, kocası kendisine baktığında sevinen, em­rettiği zaman emrini yerine getiren, gıyabında onun malını ve na­musunu koruyan kadındır.

Evlilik karı ile koca arasında mukaddes bir bağdır. Onu korumak ve ona riayet etmek gerekir. Bu bağ kadını kocasına bağlar, yabancı er­kekler araya girmez. O kadın -kocasının izni olsa da olmasa da- baş­kasıyla arkadaşlık ve dostluk etmez. Kur'an-ı Kerîm bu kudsi akte da­ir şöyle diyor:

Onlar sizden sağlam bir teminat almış... (Nisa/21)

Yaradılışı bozulmayan selim bir akla sahip olan hiç kimse, karısı­nın başkasıyla arkadaşlık etmesini kabul etmez. Buna müsade edecek hiç bir erkek de düşünülemez.

Soruda bahsi geçen arkadaşlık, kadınla erkek arkadaşının, yalnız kalmalarını gerektirir. İslâm bir kadının yabancı bir erkekle yalnız kal­masını şiddetle yasaklamıştır. Bu nedenle akıllı bir kadına gereken, böyle şeylerden vazgeçmesidir. Hayatında doğru olmak, karı-kocalık haklarına riayet etmek ve saygı görmek istiyorsa bu gibi durumlara düşmemelidir.

 

Kadının Evinden Çıkıp Gezmesi

 

SORU: Kadın kocasından izin almadan dışarıya çıkabilir mi?

CEVAP: İslâm'a göre, kadının kocasına itaat etmesi vacibtir. Kadı-nın evinde ikamet etmesi, kocasının izni ve bilgisi olmadan evden çık­maması gerekir. Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor:

Kadın ancak kocasının izniyle evinden çıkar, izinsiz çıkarsa, Allah ona lanet eder. İslâm hukukçularına göre, koca karısını meşru sebepler müstesna

evden çıkarmayabilir. Meşru sebepler ise, babayı ve anneyi ziyaret et­mek ve benzeri sebeplerdir. Müslümanlar arasındaki örf ve adetlere göre koca karısını anne-babasını ziyaret etmekten menedemez.

Ve yine baba ve anne hastalandıklan zaman, hasta bakıcı olarak da kadın evinden çıkabilir. Çünkü İslâm'da sıla-ı rahm vacib bir emir­dir. Sıla-ı rahim yapılacak akrabaların başında da anne-baba gelir. Ki­tabımızın birinci cildinde şöyle demiştik: Kadın ulu orta kocasının iz­ni olmadan evinden çıkamaz. Ancak kocası, onu dinî bir emri yerine getirmek için evden çıkmaktan alıkoyarsa, -şartları haiz olmakla farz olan haccı yapmak gibi- o zaman izinsiz çıkabilir. Ancak bu işi yap­madan önce onu haberdar etmek gerekir. Bir de oturduğu mesken uy­gun değilse böylesi durumlarda kadının daha önceden kocasına haber vermesi, onun da muvafakatini alması uygundur.

Ve yine eğer kocası ona yiyecek ve içecek temin etmemiş ise, on­ları temin etmek için de evinden çıkabilir.

 

Kardeş Karısının Durumu

 

SORU: Bir erkek kardeş, kardeşinin karısına evinde kalmayı teklif edebilir mi?

CEVAP: Maalesef müslümanların çoğu toplumda neyin haram ol­duğunu pek tetkik etmiyorlar. Bundan da çok ayıplar ve çok müşkilat-lar meydana geliyor. Burada bilinmesi lazım olan birşey vardır: O da, kocanın kardeşinin karısı için tamamen bir yabancı gibi olmasıdır. O kadın onun için mahrem değildir. O (kocanın kardeşi) ona (yengesine) bakamaz. Onun zinet yerlerine muttali olamaz. Onunla yalnız kalamaz. Yoksa şeytan, onların üçüncüsü olur. Nitekim bazı hadis-i şeriflerde de böyle söylenmiştir.

Bu açıklamadan anlıyoruz ki: Bir erkeğin yengesini evinde kal­ması için davet etmesi, onunla kalması haramdır. Bir kadın, ev ister ya­kın olsun ister uzak olsun kocasından izinsiz başkasının evinde kala­maz. Ta ki bu durum başkası tarafından kötüye yorumlanmasın ve şey­tan da vesvese ve kandırmaya bir yol bulmasın.

Müslümanlara vacib olan şey ise, bu gibi durumları çok dikkatli bir şekilde düşünmeleri ve açık vermemeleridir.

 

Peruk Takmak (I)

 

SORU: Peruk takmanın hükmü nedir? Erkeklere benzemek için ka­dının saçını traş etmesinin hükmü nedir?

CEVAP: İslâm, müslüman kadına örtünmesini, mahrem olmayanla­rın önünde açılmamasını emretmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınları­na (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elve­rişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Ahzâb/49)

Allah Teâlâ kadınlar hakkında "ancak görünen kısım müstesna di­ğer yerleri açmasınlar" buyurmuş. Açılması yasaklanan yerler zinetin takıldığı yerlerdir. İslâm fakihleri: "Müslüman ve buluğ çağına eren kadına, elleri, yüzü ve ayakları dışında bedeninin herhangi bir yerini açmak haramdır" diyorlar. Yine İslâm fakihlerine göre kadının saçı da avrettir. Onu açmak mubah değildir. Çünkü saçın açılması fitneye se­bep olur.

Bahsi geçen peruk, kadının saçını örtmek için yapay bir örtüdür. Kadınların çoğu bunu kullanmıyorlar. Kullananlar ise tezyin ve güzellik için kullanıyorlar. Bazen de kadın daha genç gözükmek için bunu kul­lanıyor. Gençlere dşha hoş görünmek, fitneye daha iyi alet olmak için takıyorlar. Kadının esas saçı güzel olsa peruk takmaz. Saçları açık olan bir kadının, tesettür amacıyla peruk taktığını söylemek gülünç olur.

Bu bakımdan, peruk takmak fitneye sebebiyet verir. Bu İslâm öğ­retisi ile bağdaşmaz. Eğer kadının bir ayıbını örtmek için peruk takma­sının caiz olduğunu söyleyenler olursa, onlara şöyle cevap verilir: Fit­neye sebep olmayacak normal örtü varken neden peruk?

Bunun dışında, kadının bu perukla insanları kandırması da sözko-nusudur. Zira kadın görücülere kendini bu perukla arzeder. Böylece sa-çındaki başındaki kusuru göstermez. Oysa, saçındaki başındaki kusur açıkta olsaydı, görücü onu istemekten vazgeçerdi.

Kadın saçını üzüntüden ve yastan dolayı kesiyorsa, o cahiliye adetlerinden bir adettir. İslâm şiddetle onu yasaklar. Buharî'nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

Allah (c.c) ve Rasûlü; sesini yükselterek bağırıp çağıran, musibet anında saçlarını yolan, yırtman (elbiselerini yırtan) kadınlardan beridir.

Erkeklere benzemek için saçlarını traş eden kadın da bir haram iş­lemiş demektir. Rasûlullah (s.a) kendini kadına benzeten erkeğe de, kendini erkeğe benzeten kadına da lanet etmiştir.

 

Peruk Takmak (II)

 

SORU: Müslüman kadının peruk takmasının hükmü nedir?

CEVAP: İslâm terbiyesi üzerinde olan bir kadına peruk takmak ya­kışmaz. Çünkü peruk süs için kullanılan iğreti bir saçtır. Şunu bilme­miz lazımdır ki kadının saçı örtünmesi lazım gelen bir avret yeridir. Peruk takmak, insanları bir nevi kandırmaktır. Bu ise İslâm'la bağdaş­mayan bir şeydir. Peruk kadının doğal saçından daha güzel ise ki ço­ğunlukla öyledir o zaman o insanı fitneye sürükler ve nazarları celbe-der. Bir kadının kocasından başka erkeklerin bakışlarını celbetmeye çalışması haramdır.

Kadın bununla kendini şüphe ve harama sokar. Ona bakan da zan­neder ki bu onun hakiki saçıdır. O saçını açmakla dinine kötülükte bulun­muş, bakanlar da işin gerçeğini öğrenince kadının hilesini öğrenmiş olur.

 

Kafurla Saç Taramanın Hükmü

 

SORU: Kadın ve erkekler için saçı kafurla taramanın hükmü nedir?

CEVAP: Saçı taramak haddi zatında haram değildir. Erkek bizzat kendisi saçını tarayabileceği gibi bunu berbere de yaptırabilir. Bunda da erkek kadına benzememeye özen göstermelidir. Kadın da saçını ta­rayabilir. Bunu başka bir kadın vasıtasıyla da yapabilir. O da bunda er­keğe benzememeye çalışmalıdır. Çünkü Efendimiz Rasûlullah (s.a) er­keğe benzeyen kadına ve kadına benzeyen erkeğe lanet etmişlerdir.

Ancak müslüman bir kadın, saçını yabancı bir erkeğe taratamaz; zira bu haramdır. (Öyle ise bir kadın erkek berbere gidemez.)

 

Çocuğun Nesebi

 

SORU: Evlenen, sonra boşanıp iddetini tamamlayan ve ikinci bir

defa evlenen ve beş ay sonra dünyaya bir çocuk getiren kadının çocu­ğu önceki kocasına mı, yoksa sonraki kocasına mı aittir?

CEVAP: İslâm hukukçularına göre, hamileliğin en az müddeti altı aydır. Bazılarına göre de altı aydan beş gün eksik olabilir. Bu beş gün eksikliğin sebebi ise -nadiren de olsa- kamerî ayların birer gün eksik olmasıdır. Fakihler (hukukçular) bu sürenin tahdidini Allah'ın (c.c) şu sözünden çıkarıyorlar:

Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer... (Ahkâf/15)

Farz edelim ki birinci koca, karısını boşadı. Onun iddeti doldu.

Sonra ondan başka biriyle evlendi. Altı aydan az bir süre içinde bir ço­cuk doğurdu. Bu çocuk birinci kocaya verilir. İkinci kocaya verilmez. Bize sorulan soruda deniliyor ki, ikinci kocaya vardıktan sonra beş ay içinde kadın çocuk doğurdu. Bu duruma göre çocuk birinci kocaya ve­rilir, ikinci kocaya verilmez.

 

Zina Çocuğunun Hükmü

 

SORU: Zinadan hamile kalan bir kadın evlense, bu yoldan dünya­ya gelen çocuğun hükmü nedir?

CEVAP: Bir erkeğin, yabancı bir kadınla ilişkide bulunması büyük bir günahtır. Allah (c.c) bu konuda şöyle buyuruyor:

Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlıktır. Ve çok kötü bir yol­dur. (İsra/32)

Kadının fuhuş yoluyla doğurduğu çocuk, zina çocuğudur. Muhte­lif hükümlerde zina çocuğunun hükmünü alır. Bununla beraber bu ka­dınla zina yapan adam onunla evlenebilir. Çünkü zina bu evliliğe ma­ni değildir. Ayrıca zina yapan bu erkekle kadın çocuğun idare ve terbi­yesini de üstlenebilirler. Belki de bu o vahim hali biraz hafifletir. Bu durumdaki erkek ve kadının yapacağı şey, bir an önce tevbe etmeleri ve rablerine dönerek azimle ve azimetle doğru yola dönmeleridir.

 

Bakire Kızın Kendi Başına Evlenmesi

 

SORU: Bakire bir kız kendi başına evlenebilir mi? Bu kız rüştüne ermiş ise, velisinin iznini almadan kocaya gidebilir mi?

CEVAP: Evlilik, her iki taraf için de şahsî bir haktır. Evliliğin rıza ve uzlaşma ile tamamlanması lazımdır. Bu bakımdan kadının velisi onun rızası olmadan, onu istemediği kişiye veremez.

Hz. Peygamber'e genç bir kız gelerek babasının kendisini isteme­diği bir kocaya verdiğini söyledi. Hz. Peygamber (s.a) evlilik aktini bozdu. Seçme hakkını kıza verdi.

Bundan anlıyoruz ki, rüştüne ermiş bakire kız kendi başına evle­nebilir. Bu konuda velisinden izin almadan da evlilik yapabilir. Çünkü evlilik onun şahsi hakkıdır. O rızasıyla ve muvafakatıyla bu işi yapma­lıdır. Fakat kızın, bu hakkını kötüye kullandığı ve kendisine denk bi­riyle evlenmediği meydana çıkarsa, o zaman bazı fakihlere göre hakim bu işe el koyabilir. Ancak bu durum evliliğin kan-kocanın şahsî hakla­rı olduğu gerçeğini değiştirmez. Böylece kadın istemediği birisine zor­la verilmez.

 

Kadın ve Örtünme

 

SORU: Namazda veya namaz dışında örtünmeyi kabul etmeyen bir kadın, dini zaruretlerden olan emr-i bil-ma'rûfu inkar etmiş sayılır mı?

CEVAP: İslâm, müslüman bir kadının bütün vücudunu örtmesini emretmiştir. Ancak yüz, eller, ayaklar ve kolların yansı bundan müs­tesnadır. Burada fakihler ihtilaf etmişlerdir. Kemisi bu konuda esnek, kimisi de sert davranmıştır.

Bununla beraber Allah (c.c) Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurmak­tadır.

Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınları­na (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstleri­ne almalarını söyle, onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Ah-zâb/59)

Müfessirlerin çoğu, Araf suresinde geçen "Ey Ademoğulları! Her mescidde güzel elbiselerinizi giyin" (A'raf/31) ayetini "Namaz zama­nında zinetli elbiselerinizi giyiniz!" diye yorumlamışlardır.

Seleme b. Ekv'a şöyle rivayet ediyor: Rasûlullah'a "Ben gömlekle namaz kılabilir miyim" dedim. O da "Bir dikenle dahi olsa onu ilikle öyle kıl" dedi.

Tefsircilerin çoğu, Nur suresinde geçen "Görünen kısımları müs­tesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler..." (Nur/31) ayet-i ke­rimesini, yüz ve eller hariç, ziynet yerlerini açmasınlar şeklinde tefsir etmişlerdir.

Hz. Aişe validemiz de buyuruyor ki, Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:

Allah (c.c) buluğ çağına ermiş kadının namazını, başörtüsüz kabul etmez.

Ümmü Seleme (r.a) Rasûlullah'a "Ey Allah'ın Rasûlü! Bir kadın etek giymeden bir gömlek ve bir baş örtüsü ile namaza durabilir mi?" diye sordu. Hz. Peygamber (s.a) de, "Gömlek ayakların üs­tüne kadar yayılırsa onunla namaz kılabilir" dedi.

Bundan anlıyoruz ki, Kur'an ve sünnete göre kadın avret yerleri­ni kapatmakla yükümlüdür. Kadın bunu yerine getirmezse dinî bir em­ri terketmiş olur.

 

Beşinci Kadınla Evlenmenin Haramlığı

 

SORU: Dört kadından fazla evlenmek caiz midir?

CEVAP: Bir erkek dört kadından fazlasını nikahının altında bulun-duramaz. Çünkü Allah (c.c) Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyuruyor.

Beğendiğiniz kadınlardan, ikişer, üçer, dörder alın... (Nisa/3)

Peygamberimizin sünnetinde şu hüküm vardır: Bir kişiye bir va­kitte dörtten fazla kadın helâl olmaz. Hiç bir sahabe ve tabiin dörtten fazla kadını nikahı altında bulundurmamıştır. Hz. Peygamber (s.a) ni­kahı altında on kadın bulunan Geylan b. Ümmeye es-Sakafî'ye şöyle dedi: "Karılarının arasından dört tanesini seç ve diğerlerini boşa!" Ha­ris b. Kays da şöyle diyor: "Ben müslüman olduğum zaman nikahımın altında sekiz tane kadın vardı. Ben bunu Rasûlullah'a (s.a) söyledim. O da, 'Onlardan dört tanesini seç, diğerlerini bırak' dedi."

Durum böyle olunca, hiç bir müslüman hiç bir durumda, bir vakit­te dörtten fazla kadını nikahı altında bulunduramaz. Ancak onlardan biri ölür veya onlardan birini boşarsa, onun yerine başka biriyle evle­nebilir. Ancak bu sayı hiç bir zaman dördü geçemez.

 

Hayızlı Kadınla İlişkide Bulunmak

 

SORU: Erkek hayız (aybaşı) halindeki karısıyla cinsi ilişkide bulu­nabilir mi?

CEVAP: Hayız, herhangi bir hastalık olmadan kadının tenasül or­ganından çıkan kan demektir. Buluğ çağında bu kan kadından gelme­ye başlar. Bu kanın rengi siyah, kırmızı veya san olur. Her ay bu adet devam eder. Hayız kanı diğer kanlardan tamamen ayrıdır. Kadınlarca çok iyi bilinmektedir.

Hayızın dinî hükmüne gelince, kadın bu kandan temizlenmediği sürece, kocasına onunla cinsi ilişkide bulunmak haramdır. Bu Kur'an

ve Peygamber tarafından yasaklanmıştır. Bakara suresinde şöyle buyu­ru İm aktadır:

Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever." (Bakara/222)

Tenasül organı dışında koca hayızlı karısından faydalanabilir. Hz. Aişe'ye, "Koca, hayızlı karısından faydalanabilir mi?" diye soruldu­ğunda, şöyle cevap verdi: 'Tenasül organı hariç, herşey ona helâldir.'

 

Düğün Davetine İcabet Etmek

 

SORU: Düğün davetine gitmenin hükmü nedir?

CEVAP: Allah (c.c) Ahzâb suresinde şöyle buyuruyor:

Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamberin evlerine girmeyin. Ancak davet edildi­ğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılırı, sohbete dal­mayın... (Ahzab/53)

Âlimler velime hakkında şöyle hükmettiler: Velime demek, insan­ların davet edildiği yaygın bir ziyafet veya davet demektir. Bu da evli­lik, sünnet ve Kur'an hıfzı gibi işlerdir. İttifakla rivayet edilen bir ha-dis-i şerife göre, İbn Ömer (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber (s.a) dedi ki: "Sizden biriniz velimeye davet edildiğinde, davete icabet etsin."

Buharî'nin Sahih'inde de şöyle bir hadis-i şerif vardır:

Esiri salıverin, çağıranın davetine icabet edin. Hastaları ziyaret edin.

Ebu Hüreyre de Rasûlullah'ın (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet et­miştir:

Davete icabet etmeyen, Allah'a ve Rasûlü'ne isyan etmiş demektir.

Düğün davetine icabet konusunda da Peygamberimiz şöyle buyu­ruyor:

Sizden birinizi müslüman kardeşiniz davet ederse, bu davet ister düğün için, ister başka birşey için olsun o bu davete icabet etsin.

Peygamber velimeye icabet etmeyi emrederse, âlimler bu daveti kabul etmek ve ona gitmek vacib olur demişlerdir. Sahabîlerin çoğu, tabiin ve bir kısım fakihler de bunun vacib olduğunu söylüyorlar.

Fakat meşhur bazı fakihler düğün davetiyle diğer davetler arasın­da bir farkın olduğunu söylüyorlar. Bir çok müçtehit imama göre, dü­ğün davetine gitmek farz-ı ayn'dır. Ama düğün davetinin dışındaki da­vetlere gitmek vacib değildir. Durum ne olursa olsun müslümana ya­raşan şudur ki, müslüman kardeşi onu düğün davetine çağırdığı za­man, bir günah ve münkerat sözkonusu olmadığı sürece o davete git­melidir.

 

İktidarsızlık

 

SORU: Karısıyla ilişkide bulunamayan iktidarsız erkeğin küçük kardeşi onun karısıyla evlenebilir mi?

CEVAP: Bir koca karısıyla cinsi ilişkide bulunamıyorsa, bunun te­davisi de yoksa, bu durumda eşler ayrılabilirler. Eşler buna rıza göste­rerek ayrılırlarsa, kadının bekleme süresi de dolarsa, küçük kardeşin bu kadına talip olması caizdir. Onun (kadının) rızasıyla ona evlilik teklif edebilir. Birinci evlilikten bir eser kalmamışsa, kadın da evliliğe hazır­sa, başka bir engel yoksa bu evlilik caizdir.

Ancak, küçük kardeşe yaraşan şey; işe ihtiyatla yaklaşması, hik­metle, akıllıca tasarrufta bulunmasıdır, ki bu evlilikten dolayı iki kar­deşin arasındaki ilişki bozulmasın, akrabalık bağları kopmasın.

 

Akika Kurbanının Hükmü

 

SORU: Çocuğu için akika kurbanı kesmek, babaya vacib midir?

CEVAP: Akika, doğum zamanında çocuk için kesilen kurbandır. Akika, Ak'tan gelir manası kesmek, yarmak demektir. Akika aslında dünyaya gelen çocuğun başındaki saç demektir. Kesilen kurbana aki­ka denmesinin sebebi ise, çocuğun saçının kesilmesinden dolayıdır. Rasûlullah da "Ondan eziyeti giderin" demiştir. Kitabımızın birinci cil­dinde bu hadis geçmiş idi. Halk arasında buna çocuğun haftalık kutla­ması deniliyor. Zürriyete (soya) sevinmek insanın tabiatında olan bir şeydir. Bu sevince dini bir engel yoktur. Yeter ki Allah'ın buğzedeceği, nefret edeceği birşey olmasın. Ortalıkta İslâm'ın haram kıldığı ve çir­kin bulduğu birşey olmasın.

Keşke müslümanlar, Rasûlullah'ın yaptığı gibi yapsalar. Rasûlul-lah'rn sünnetinde haftalık kutlamayı (akika kurbanı ve yemeği) tavsi­ye eden şeyler bulunmaktadır. Ancak sünnette buna akika denilir. Bu kutlamanın özeti şudur: Çocuğun saçı kesilir, muhtaç olan müslü-manlara onun ağırlığı kadar gümüş sadaka verilir. Çocuğun ismi ko­nulur, bir akika kurbanı kesilir. Bu etten yenilir, hediye edilir, dost ve ahbablara ziyafet verilir. Muhtaç ve fakirlere sadaka olarak da dağıtı­labilir.

Bu konuda şöyle bir rivayet vardır: Rasûlullah (s.a) Hz. Hasan için bir akika kurbanı kesti. Hz. Fatıma'ya "Ey Fatıma! Onun saçını traş et, onun saçı ağırlığınca gümüş sadaka ver!" dedi. Onun saçını tarttılar, bir dirhem veya bir dirhemden az geldi. Akika kurbanı sünnet­tir. Bazı fakihlere göre ise vacibtir. Birinci söz (sünnet oluşu) kolaylı­ğa daha yakındır.

 

Hz. Adem'in Çocukları Nasıl Evlendiler

 

SORU: Allah Hz. Adem'le Havva'yı yarattıktan sonra onların çocuklan erkek ve kız olarak dünyaya geldi. Bunlar öz kardeş oldukları halde nasıl evlendiler?

CEVAP: Allah (c.c) Maide suresinde Kabil'le Habil hakkında şöyle buyuruyor:

Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani bi­rer kurban takdim etmişlerdi de, birisinden kabul edilmiş, diğerin­den ise, kabul edilmemiş idi. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden) "and olsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de, "Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder" dedi. (Ma-ide/27)

Bu ve bundan sonraki ayetlerin tefsirinde, müfessirler şöyle diyor­lar: Havva validemiz bütün beşeriyetin annesidir. Her batında bir er­kekle bir kız doğururdu. Hz. Adem bir batnın erkeğini, diğer batnın kı­zıyla evlendiriyordu. Onun ikiz kız kardeşi ona (erkeğe) helâl değildi. Bu yolla insan oğluna üreme imkanı doğdu.

Bu yolla helâl olmanın sebebi ise, üremenin ancak böyle mümkün olduğundandır. Bu yolun dışında üreme ve çoğalmanın imkanı yoktu. Bir kısım tefsirciler şöyle diyorlar: Allah (c.c) Kur'an-ı Kerîm'de bu olayı şöyle dile getirmiştir:

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yara­tan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan rabbiniz-den sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının, şüphe­siz Allah sizin üzerinizde gözetleyiçidir. (Nisa/l)

İmam Kurtubî diyor ki: Bu ayet bu konuda bir nastır. Sonra bu hüküm kaldırılmıştır. Havva validemizin doğurduğu bütün çocuklar kırk olup, yirmi batından ibarettir. Sonra Allah (c.c) Hz. Adem'in so­yunu bereketlendirdi, onları çoğalttı. Hatta Abdullah b. Abbas'ın riva­yetine göre, Hz. Adem ölürken evlat ve torunlarının sayısı kırkbini buluyordu.

 

Üç Talakla Boşamak

 

SORU: Karısını üç talakla boşayan kişinin boşaması, bir talak mı, yoksa üç talak mı sayılır?

CEVAP: Talak (boşama), karı-kocalık hayatının devam etmesi mümkün olmadığı zaman, bu işi sona erdirmek için meşru olan bir şey­dir. İslâm evliliğin devamının imkânsız olduğunda onu helâl kılmıştır. Talaktan başka bir yol kalmamışsa, ancak o zaman boşanma yoluna bas vurulabilir,

 

Bundan da anlıyoruz ki, islâm talakı (boşamayı) insanların elinde oyuncak ve maskaralık olsun diye meşru kılmamıştır.

Fakihler, talakı ikiye ayırmışlar: Sünni talak; yani sünnete uygun olan, doğru yoldan sapmayan talaktır. Diğeri ise, bidî talaktır. Yani şe­riatın ruhuna mugayir, sünnetten uzak olan talak şeklidir.

Sünni talak, kocanın, boşamak istediği eşini temizlik halinde iken, yani hayız halinde değilken boşamasıdır. Bundaki hikmet ise, kadının iddetinin talaktan sonra başlamasıdır. Bu durumda kadının iddeti daha fazla uzamaz. Temizken ilişkide bulunmuşsa, o zaman durum değişir. Çünkü o zaman kadının iddeti ay hali gelip bittikten sonra başlar ve id-det süresi uzar.

Şeriatın ruhuna aykırı olan bidi talak ise, bir defada üç talakla bo­şamadır. "Sen üç talakla boşsun" veya bir mecliste, üç talakı ayrı ayrı verip karısına, "sen boşsun sen boşsun, sen boşsun" demesi gibi veya kadın hayız ve lohusalık halinde iken boşaması veya karısı temizken onunla ilişkide bulunduktan sonra onu boşaması da -ki bu da haram­dır- bidi talaktır.

Bu gün mahkemelerde (Mısır'da) bir kocanın karısına "sen üç ta­lakla boşsun" demesi bir talak sayılıyor.

 

Hz. Ömer Devrinde Üç Talak Meselesi

 

SORU: Bir defada üç talak ile veya bir celsede üç defa boşamanın, tam boşama sayılması Hz. Ömer zamanında oldu. Bu esas bir hüküm mü yoksa serî siyaset midir?

CEVAP: Rivayetlere göre, Ebu Sehba, Abdullah b. Abbas'a (r.a) "Rasûlullah (s.a) ve Ebubekir zamanında, Hz. Ömer'in de hilafetinin ilk senelerinde üç talakın bir talak sayıldığını bilmiyor musun?" dedi. O da (Abdullah b. Abbas) 'evet' dedi.

Yine İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah ve Ebube­kir döneminde ve Hz. Ömer'in hilafetinin ilk iki senesinde üç talak, bir boşama sayılırdı. Ömer b. Hattab (r.a) dedi ki: "İnsanlar yumuşak olan bir şey hakkında acele ettiler (su-i istimal ettiler). Eğer biz bunu önle-mezsek, onlar bunu önemsemeyecekler. (Yani onlar şimdi üç talak ye­rine yarın bir defada bu işi yapacaklar, boşamayı oyuncak haline geti­recekler.)

Yine İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Rükane (r.a) karısını bir celsede üç talakla boşadı. O, bu duruma çok üzüldü. Rasûlullah on­dan karısını nasıl boşadığını sordu. O da "üç talakla" dedi. Rasûlullah da "Tek celsede mi?" diye sordu. O da "evet" dedi. Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "O bir talaktır. Dilersen karına dön. Onu tekrar nikahı­nın altında bulundur."

İbn Kayyım, şöyle diyor: Sahih kaynaklara göre, Rasûlullah dev­rinde bir defada verilen üç talak bir boşama sayılırdı. Bu Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in de hilafetinin ilk yıllarında böyle idi.

Hz. Ömer'in böyle yapmaktan maksadı, insanları üç talakı infaz etmekten alıkoymak ve onları bir nevi cezalandırmak idi. Ta ki tek cümle ile karılarını boşamasınlar. Bu Hz. Ömer'in bir içtihadıdır. Bun­daki gaye ise, bazı maslahatları göz önünde bulundurmak idi. Öyle ise, Rasûlullah'm (s.a) fetva verdiği bir şeyi terketmemek lazımdır. Onun sahabîleri onun zamanında, onun halifelerinin zamanında bu fetva ile amel ediyorlardı.

 

Talak'da Niyet

 

SORU: Karısı hayızlıyken kızgınlıkla onu boşayan, daha sonra ni­yetinin boşama olmadığını söyleyen adamın durumu hakkında ne der­siniz?

CEVAP: Fakihlere göre talak sünni ve bidi olmak üzere iki çeşittir: Sünni talak; kişinin karısını, temizlik halinde iken onunla cinsel ilişki­de bulunmadan onu bir talakla boşamasıdır. Çünkü Allah (c.c) bu ko­nuda şöyle buyuruyor:

Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gö­zeterek boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. (Talak/l)

Yani herhangi bir sebepten dolayı kadınları boşamaya kalkışırsa­nız, iddeti göz önünde bulundurarak boşayın. Çünkü boşanan kadın, hayız, lohusalık halinin sona ermesinden itibaren ve kocasıyla cinsi ilişkide bulunmadan iddetini saymaya başlar. Kadın hayızlı iken idde-tini saymaz. Bidi talak ise, meşru ve sünni talaka muhalif olan talaktır. Hayız veya nifasta iken veya temizlik halinde iken cinsi ilişkide bulu­nulursa, buna bidî talak denilir. Bidî talak haramdır. Onu yapan günah­kâr olur.

Rivayetlere göre, Abdullah b. Ömer, Rasûlullah zamanında hayız (aybaşı) halinde iken karısını boşadı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) du­rumu Rasûlullah'a anlattı. O da "Ona söyle tekrar karısına dönsün, te­mizleninceye kadar onu bırakmasın, tekrar bir hayız bir temizlik geçir­sin, sonra dilerse, onu tutar, dilerse onunla ilişkide bulunmadan temiz­lik halinde iken onu boşar. İşte Allah'ın kadınlar hakkında koyduğu id-det ve boşanma emri budur" dedi.

Bir kısım âlimler -İbn Hazm, İbn Teymiye ve İbn Kayyım gibibidî talakın talak olmadığını yani onunla boşama meydana gelmediği­ni söylüyorlar. Bunlar bu tür boşamayı umumi boşamaya dahil etmez­ler. Çünkü Allah böyle bir talaka izin vermemiştir. Zira Kur'an şöyle diyor:

Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gö­zeterek boşayın. (Talak/1)

Rasûlullah da İbn Ömer'in yaptığı işe kızıyor, o, (s.a) helâl olan bir şeye kızmazdı. Ve Hz. Ömer'e 'O, tekrar karısına dönsün' diyor. Ahmed, Ebu Dâvud ve Neseî'nin rivayetine göre, Rasûlullah (s.a) ha-yızlı kadının boşanmasını reddetti, bu boşamayı boşama saymadı. Bu rivayetin isnadı da sahihtir.

Yine bid'î talakın talak olmadığını aşağıdaki âlimler de söylemiş­tir: Abdullah b. Ömer, Said İbn Müseyyeb, Tavus, Halas b. Amr ve Ebu Kılabe. Yine zahiri yani sadece lafta kalan talak da talak sayılmaz. İmam Ahmed'in mezhebinde de böyledir. İbn Akil ve Hanbelî imamla­rı da bu görüşü benimsemişlerdir.

Sünnete muhalif olan talakın bid'î talak olduğunda ittifak vardır. Rasûlullah (s.a) "Her bidat dalalettir" buyuruyor. Ve yine "Bit iş hak­kında emrimiz yoksa, o şey merduttur" buyuruyor, ki bu da üzerinde ittifak edilen bir hadistir.

Bununla beraber, Buharı ve Tirmizî şu hadis-i şerifi rivayet edi­yorlar:

Her talak (boşama) geçerlidir. Ancak aklını yitirenin boşaması ge­çerli sayılmaz.

İmam Ahmed ve Ebu Davud'a göre aşırı gazab anında yapılan bo­şama ve köle azat edilmesi geçerli olmaz. İbn Teymiye'ye göre de du­rum böyledir. İradesi kilitlenen, ne dediğini bilmeyen, kastını aşan, ya­ni niyetine göre olmayan, sonradan pişmanlık veren bu ve buna benzer durumlarda fakihler boşamaların geçersiz olduğunu söylüyorlar.

Yine fakihler aşırı kızgınlığından ne dediğini bilmeyen, aklı karış­mış kişinin de talakının geçersiz olduğunu söylüyorlar.

Burada itibar edilen şey kasıt ve iradedir. Kasıt lafız ve kelimeler değildir. Bundandır ki, İbnül Kayyım İlam'ül Muvakîn adlı kitabında şöyle diyor:

Şeriatın kaynaklarını inceleyen kişi anlar ki kanun koyucu (sari1), manası kastedilmeyen kelimeleri kabul etmemiştir. Belki bunlar konuşandan meydana gelen kasıtsız şeylerdir. Uykuda olan, unu­tan, sarhoş olan, cahil olan, mükreh (zorlanan), hatalı konuşan -ki bu ya çok sevinçten veya gazabtan olabilir- aşın hasta olanın ko­nuşmaları gibi. Bu durumdaki kimselerin talakları geçerli değildir.

İbn-ül-Kayyım başka bir yerde de şöyle söylüyor:

Lafızlarda, niyet ve kasıt lazımdır. Sadece kuru kelimelerden bir-şey çıkmaz. Ancak konuşan kişi konuştuklarından neyi kastetmiş-se ve neye niyet etmişse, o geçerli olur. Burada iki şey önemlidir. Biri, konuşanın lafızları, kelimeleri seçmesi diğeri ise, onun ma­nasını, onunla neyi kasdettiğini bilmesidir. Bu mana ile lafzı tekit etmesi gerekir; çünkü lafız burada bir vesiledir. Fıkıh bilginleri böyle söylerler.

İmam Mâlik ve İmam Ahmed'ten şöyle bir rivayet nakledilir: Bi­risi karısına "sen boşsun mutlaka" diyerek bununla bir şey üzere yemin etmeyi kasdetse, sonra o şey de olsa, o da bu yemininden vazgeçse, bu durumda ona bir şey yoktur. Yani karısı boş olmaz. Çünkü bundan kas­tı boşamak değildi, o ancak yemin kastı ile bunu yapmıştı.

Rivayetlere göre Hz. Ömer devrinde kadının biri kocasına 'Bana bir isim ver' dedi kocası da ona Tayyibe dedi. O da bana 'Haliye Talik (yani boş olan karı) de' dedi. Kocası da ona Haliye Talik dedi. Kadın Hz. Ömer'e gelerek, 'Benim kocam beni boşadı' dedi. Kocası geldi du­rumu Hz. Ömer'e anlattı (kelime oyununa geldiğini söyledi). Hz. Ömer kadını azarladı. Ve sen de onu azarla diye kocasına emir verdi.

İbn-ül-Kayyım da Hz. Ömer'i te'kiden şöyle diyor: İşte kalblere gelen dipdiri fıkıh budur. Apaçık talak kelimesini kullansa da niyet ol­madıktan sonra talak geçerli olmaz.

Ahmed, Mâlik ve bir kısım ehl-i ilim "Talakın geçerli olabilmesi için, isteyerek lisanla konuşmak, manasını bilmek, gerekeni kastetmek gerekir" demişlerdir. Niyyet ve kasıt olmazsa, yemin-i lağv olur. Çün­kü Kur'an-ı Kerîm şöyle buyuruyor:

Eğer (müddet içinde dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verir-' lerse, (ayrılırlar). Biliniz ki Allah işitir ve bilir. (Bakara/227)

Buradaki karar vermek azim göstermek demek, yani bir şeyi yap­mak veya yapmamak konusunda kesin bir karara varmak demektir. Bir hadis-i şerifte de "Ameller ancak niyetlere göredir" deniliyor. Talak konusu da niyete muhtaç olan bir konudur. Buharı İbn Abbas'tan şöy­le rivayet ediyor:

Talak (boşama) ancak talak verenin niyetine göre geçerli olabilir.

İmam Nevevi'nin el-Mecmu isimli kitabında saçmalayan kişinin talakı hakkında şöyle deniyor: İmam Mâlik ve Ahmed'e göre, sarih, açık talak niyete muhtaçtır. Çünkü Allah (c.c) "Talaka karar verirseniz" diyor. Öyle ise, saçmalayan kişinin talakında azim yoktur. Dolayısıyla o boşama geçersizdir.

 

Mülaave (Lanetleşmek)

 

SORU: Evlendiği, fakat cinsel ilişkide bulunmadığı karısı gayr-i meşru çocuk doğuran kadın kocasından ayrılır mı?

CEVAP: Eğer koca karısıyla hiç bir surette ilişkide bulunmamışsa, o kadın da zina yapmışsa ve hamile kalmışsa, kocası da onu zina ile it­ham ediyorsa, o zaman hakim, (kadı) Kur'an-ı Kerîm'in Nur suresinde geçen lanetleşme emrine uyarak karı-koca arasında lanetleşme yaptırır. Bu ayetin meali şöyledir:

Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların herbirinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise, Al­lah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.

Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşinci defada, eğer (koca­sı) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine ol­masını dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır. (Nur/6-9)

Lanetleşme kocanın karısını zina ile dört defa itham etmesi ve ye­minle tekid etmesi, kadınınsa, bu ithamı dört defa inkâr etmesi ve ye­minle tekid etmesi, beşinci defa da ise, her iki tarafın da eğer yalancı­lardan iseler Allah'ın lanetinin (gazabının) kendi üzerine olmasını dile­melerinden sonra k^dı (hakim) onları birbirinden ayırır. Karı-kocalıkları biter.

 

Kocanın Karısının Sütünü Emmesi

 

SORU: Kocanın, karısının göğüslerinden süt emmesi caiz midir?

CEVAP: İslâm şeriatına göre neseben haram olan süt emmekle de haram olur. Ancak haram kılan emme şöyledir: Bir erkek çocuğun bir kadından, beş defa ayrı ayn doyasıya, süt çağında -ki oda iki yaşa ka­dardır- süt emmesidir. Bu şartlardan biri noksansa süt kardeşliği ol­maz. Haramlık meydana gelmez.

Yukarıdaki sorudan emmenin süt çağında olmadığı anlaşılıyor. Kitabımızın birinci cildinde de geçtiği gibi karısının sütünü emen ko­caya karısı haram olmaz, dolayısıyla boşanmaları gerekmez.

Seri Fetvalar adlı kitabın ikinci cildinde de şöyle bir fetva vardır: Bir koca karısının sütünü defalarca emse yine de bir haramlık meyda­na gelmez.

Ancak karı-kocanın böyle bir durumdan kaçınmaları daha uy­gundur.

 

Kadını Kocasından Soğutmak

 

SORU: Müslüman bir erkeğin, evli bir kadını baştan çıkararak onunla evlenmeye kalkışması, onu kocasından ayrılmaya ikna etmesi ve sonra onunla evlenmesi caiz midir?

CEVAP: Allah (c.c) evli bir kadının evlenmeye kalkışmasını kesin­likle haram kılmıştır. Bu Kur'an-ı Kerîm'in kesin deliliyle sabittir. Ni­kahı yasaklanan kadınlardan bahsederken Allah şöyle diyor:

Evli kadınlar size haram falınındı... (Nisa/24)

Büyük günahlardan biri de, bazı kişilerin, başkasının karısına göz dikmeleridir. Bu tip kişiler başkalarının yuvasını yıkar, şeytanına ve şehvetine esir olur. Karı-kocalık hayatını bozar. Bu, Allah ve Rasû-lü'nün razı olmadığı iğrenç bir davranıştır. Günahkâr kişinin çarpık şehvetini tatmin etmek için baş vurduğu gayet çirkin bir şeydir.

Bilmiyorum ki, böyle bir günahı işleyen adama müslüman demek yakışır mı? Bu alçak insan tipi her şeyden önce dinine ihanet ediyor. İkinci olarak kadının kocasına kötülük ediyor. İşte bu yeryüzünde fe­sat çıkarmanın en kötü örneğidir. Aynı zamanda nesli ve ekini helak et­menin bir numunesidir. Ve aldatılmış ve saptırılmış kadına da büyük bir kötülüktür. Çünkü onun da yuvasını yıkmıştır. Onu kandırmış ve fa­hiş bir günahı irtikâp etmiştir. Allah'ın emrettiği karı-koca arasındaki bağı koparmış. Karı-kocanın ayrılmasına sebep olmuştur.

Ancak, bu kadının kocası devamlı bir şekilde karısına kötülük edi­yorsa, onunla beraber karı-kocalık hayatı devam etmek mümkün değil­se, kadın, artık karı-kocalık ilişkilerine güç yetirmiyorsa, kocasını da ayrılmaya ikna edebiliyorsa, bu da rızalaşma ve ihtiyarla olursa, bu arada iki tarafın da hakları kötüye kullanılmayacaksa, bu şartlar yerine geldikten sonra (bunlar ayrılırlarsa, iddet bittikten sonra) müslüman bir adam böylesi bir kadınla evlenebilir.

 

Erkek Kardeş Kızkardeşinin Mahremidir

 

SORU: Buluğ çağına ermiş bir erkek kardeşin, evli kız kardeşine karşı durumu nasıl olmalıdır. Aynı dairede evli kızkardeşinin kuması varsa erkek kızkardeşini ziyaret edebilir mi?

CEVAP: Erkek kızkardeşinin mahremidir. Yani onu nikahlayamaz. Onu ziyaret etmeye hakkı vardır. Çünkü bu sıla-ı rahme girer. İslâm akraba ziyaretini teşvik etmiştir. Sıla-ı rahmin baliğ olmak veya olma­makla ilgisi yoktur. Erkeğin, kızkardeşiyle kumasının birlikte oturdu­ğu eve giderken daha ihtiyatlı davranması gerekir. Gereken ziyaretini yapar, bu görevi yeriife getirir, ona yabancı sayılan kumasıyla da hal­vette kalmazlar.

 

Kadınlara Bakmak

 

SORU: Kadınlara bakmak caiz mi değil mi?

CEVAP: İslâm kadını, örtünün kalesine almıştır. Yabancı bir kadı­nın bütün vücudu avrettir. Yüz ve eller hariç bir erkeğin kadınların di­ğer yerlerine bakması haramdır. Kadınların ellerine ve yüzüne bak­maktan fitne doğmuyorsa buralara bakmak caizdir. Ebu Hanife ayak­ların da avret olmadığını söylüyor.

Erkeğin, kadının bedenine bakmaması, İslâm'ın temel edeplerin-dendir. Allah şöyle buyuruyor:

(Rasûlüm!) Mü'min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha te­miz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta oldukların­dan haberdardır. (Nur/30)

Yine İslâm yabancı bir erkeğin, yabancı bir kadınla yalnız başına kalmalarını da haram kılmıştır. İmam Kurtubi "Peygamberin hanımla­rından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin..." (Ahzap/53) ayetini tefsir ederken, bu hitaba bütün kadınların muhatap ol­duğunu ifade etmiştir. Usul-i şeriata göre kadının tüm bedeni avrettir. Kadının eli ve sesi de buna dahildir.

Büyük bir zaruret yoksa elleri de açmak caiz değildir. Hadis-i şe­rifte şöyle buyuruluyor:

Kadın tepeden tırnağa avrettir.

O evinden çıkınca şeytan onun teşrifatçısı olur. Onun Allah'a ya­kın olduğu yer ise evidir.

 

Irzları Çiğnemenin Günahı

 

SORU: Bekar erkeklerin fahişelerle cinsel ilişkiye girmeleri caiz midir?

CEVAP: Bu çok garip ve acaip bir sorudur. İslâm'la en ufak bir ba­ğı olanın böyle soru sormaması lazımdır. Bir müslüman böyle bir yo­rumda bulunmaz. Çünkü ne şer'an, ne aklen ve ne de örfen bekâr bir adamın bir fahişe ile cinsel ilişkide bulunması sözkonusu olamaz. Çün­kü zina suçların en büyüğü ve rezaletlerin en kötüsüdür. Kur'an-ı Ke-rîm'de şöyle buyuruluyor:

Zinaya yaklaşmayın zira, o bir hayasızlıktır. Ve çok kötü bir yol­dur. (İsra/32)

Hz. Peygamber de (s.a) bir hadis-i şerirlerinde şöyle buyuruyor: Zina yapan, zina yaparken (tam) mü'min sayılmaz.

Kitabımızın ikinci cildinde şöyle demiştik: İslâm'ın haramları arasında, zina en büyüğüdür. Evli olsun, bekar olsun bir şahıs böyle bir suç işlemiş ve kendisine zina haddi uygulanmamışsa, onun keffa-reti, doğru bir tevbe etmesi ve ciddi bir pişmanlık duyması, ondan uzaklaşması ve sakınması, bir daha ona dönmemesi ve Allah'a ibadet­te bulunmasıdır.

Allah'ın (c.c) vasfettiği "Rahman'm kullan" ibaresinden de bu an­laşılır:

Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bi tanrıya yalvarmazlar, Al­lah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Ve zina etmezler. Bunları yapan, günahı(nın cezasını) bulur.

Kıyamet günü azabı kat kat anıınhr. Ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır.

Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayı­cıdır. Engin merhamet sahibidir. (Furkan/68-70)

 

Çocuklara İsim Seçmek

 

SORU: Bir gayr-i müslimin çocuklarına İslâmî isimler vermesi ca­iz midir?

CEVAP:İslâm müslümandan çocuğuna iyi isim koymasını istemiş­tir. Onlara nefret verici, kötü isim koymamalarını emretmiş, küfre de­lalet eden ve kâfirlerin isimlerine benzeyen isimleri koymayı da yasak­lamış. Rasûluİlah'tan gelen rivayetlere göre isimlerin en iyisi "Hamd ve Abd" köklerinden gelen isimlerdir. Muhammed, Mahmud ve Ha-mid... Abdullah, Abdurrahman, Abdusselam, Abdurrahim ve Abdulha-lim... gibi isimler.

Gayr-i müslime gelince, eğer o insanlar arasında müşterek olan bazı isimleri seçmişse, Hasan, Himmi ve Mecdi gibi, onu ondan mene-decek bir sebep yoktur. Ancak o İslâm'ı çağrıştıran bir isim seçmişse, Muhammed ve Ahmed gibi. O zaman bakılır. Eğer o bu ismi hafife al­mak için koymuşsa, o zaman mani olmamız lazımdır. Yok eğer saygı için bu ismi koymuşsa o zaman bu hayra bir başlangıç olur. Hiç bir sa­kıncası olmaz.

 

Anne Ve Babanın Evlatlarına Karşı Sorumlulukları

 

SORU: Çocukları dinden çıkan (irtidat eden) baba ve annelerin ce­zalan nedir? Sorumlulukları nelerdir?

CEVAP: Çocuk, anne ve babasına Allah'ın bir emanetidir. Onu ko­rumak muhafaza etmek ve yönlendirmek onlara vacibtir. Bu bakım­dan, daha yolun başında çocuğu İslâm'a göre terbiye etmek, yönlendir­mek ve eğitmek gerekir. Din ve Aile Planlaması adlı kitabımızda şöy­le söylemiştik: Babanın evladı üzerinde çok durması lazımdır. Başta ona iyi bir anne seçmek, ona güzel bir isim koymak, onun eğitim ve terbiyesi üzerinde durmak gerekir. Çünkü bir baba çocuğu hak yolu ta-nıyıncaya kadar ondan maddeten ve manen mesuldür. Ebeveyn bunu daha yolun başında iken ihmal ederse, büyük bir vebalin altına girmiş olurlar. Ancak çocuk büyüdükten sonra küfürde ısrar ve inad ederse, vaaz ve nasihat dinlemezse, tehdit ve ikaza aldırmazsa, o zaman onun küfrünün ve sapıklığının cezası ve sorumluluğu kendisine ait olur. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrıl­mıştır. O halde kim tağutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. (Bakara/256)

                                       .

Anne Ve Babaya İyilikte Bulunmak

 

SORU: Bir kadınla babamdan habersiz dost hayatı yaşadım. Ba­bam bunu şaban ayında bir komşumdan öğrenmiş ve ramazan ayında evimden ayrıldı. Ramazanı bir komşunun evinde geçirdi. Bunu bana kızdığı için yaptı. Babama kötülük yapmış sayılır mıyım?

CEVAP: Anne-babaya itaat etmek ve onlara iyilikte bulunmak, her nevi muamelede onlara iyi davranmak farzların ve vaciblerin en mühimidir. Allah kendisine ibadetten sonra ikinci derecede onlara iyilik et­meyi Kur'anı Kerîm'de zikretmiştir, şöyle ki:

Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her iki­si senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "Of bile deme. Onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçak gö­nüllükle üzerlerine kanat ger: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar be­ni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et" di­yerek dua et. (İsra/23-24)

Sahabeden bir zat Hz. Peygamber'e "Ey Allah'ın Rasûlü! En çok kime iyilikte bulunayım" dedi. O da annene dedi. Adam 'Sonra kime' diye sordu. Rasûlullah yine annene dedi. Adam üçüncü kez 'Sonra kime' diye sordu. Hz. Peygamber yine annene diye cevap verdi. Adam dördüncü kez aynı soruyu sorunca, bu defa babana diye cevap verdi.

Soru sahibi, büyük bir günah ve büyük bir fuhşiyat işlemiştir. Al­lah'ın yasağını çiğnemiş, karısı imiş gibi yabancı bir kadınla oturmuş kalkmış, bu durumda babasının ona kızması, ondan şiddetle nefret et­mesi, yaptığına karşılık onu terketmesi babasının hakkıdır. Bu kişiye düşen tez elden tevbe etmesi, pişmanlık duyması, ne pahasına olursa olsun babasını tekrar razı etmesidir.

 

Bir Babanın Evlatlarına Katı Davranması

 

SORU: Evlatlarına karşı çok sert ve katı davranan bir babaya, ev­latlarının da aynı muamelede bulunmaları gerekiyor mu?

CEVAP: Evlatlarına karşı sert ve haşin davranan, onlara sert mu­amelede bulunan bir baba, büyük bir hata yapmış sayılır. Akıllı bir ba­banın bunu yapması düşünülemez. Çünkü evlat babaya Allah'ın bir emanetidir. Allah onu kıyamet gününde ondan soracaktır.

Kur'an, babalara bakmayı, evlatlara tavsiye etmiş, evlatları babaya tavsiye etmemiş. Çünkü beklenen şey evladın babayı ihmal etmesi­dir. Bilhassa babalan yaşlanınca ihmal edilirler. Ancak akıllı bir baba­nın çocuğunun hakkını zayi etmesi düşünülemez.

Bu katılık İslâm ahlâkından değildir. İster yabancılara, ister akra­balara karşı olsun katılık iyi bir şey değildir. Katı davranan babaya ge­reken şey bir an önce bu katılıktan dönmesi, çocuklarına şefkat ve mer­hametle muamelede bulunmasıdır. Böylelikle emanetin hakkını ver­miş, Allah'ın evlatları hakkındaki emrini yerine getirmiş olur.

Diğer yandan çocuklarına gereken şey de kötülüğe, kötülükle de­ğil, iyilikle mukabelede bulunmalarıdır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde ön­le. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki can­dan bir dost olur. Buna ancak sabredenler kavuşturulur. Buna an­cak büyük nasibi olan kimse kavuşturulur. (Fussilet/34-35)

Evladlara düşen, babalarına saygı duymaları, güçleri yettiği kadar onun yükünü taşımalarıdır. Allah ileride onlara hayır kapılarını açar.

 

Bir Babanın Evladına Olan Muamelesi

 

SORU: Sevgi ve muamelede -anaları farklı olduğu için- çocukla­rının arasında fark gözeten, onlara iyi bir terbiye vermeyen, namaz kıl­mayı ve Kur'an okumayı öğretmeyen bir babanın durumu nedir?

CEVAP: Çocuklarının arasında sevgi ve muamelede fark gözeten bir baba babalık mevkine layık değildir. Bu çocukların korunmasında emin bir kişi değildir. Çünkü anaları ayrı da olsa bu çocuklar onun ço­cuklarıdır. Ondan birer parçadırlar. Ona gereken şey o emanetleri ko­ruması, bu soyu muhafaza etmesi, aralarında adil davranması, harici bazı şeylerden etkilenip sağa sola y alp alamamasıdır. Anası genç, gü­zel, zengin olanı, diğerlerine tercih etmesi bir babaya yaraşmaz.

Vaciblerin vacibi şudur ki, bir baba çocuklarına dinlerini öğretme­li, ibadete alıştırmalı, haramlardan uzak tutmalı, Kur'an okumayı öğretmeli, namaza devam etmelerini sağlamalıdır. Cenab-ı Hakkın, Taha suresinde, Peygamberine söylediği şu ayeti devamlı hatırlamalıdır:

Ailene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et. Senden n-zık istemiyoruz. (Aksine) biz seni nzıklandınyoruz. Güzel sonuç, takva iledir. (Taha/l 32)

Bir baba bu ilahî emri yerine getirmezse, şeytan ona galebe çalar, zarar ve ziyana uğrar, selim bir kalpten başka malın ve evladın fayda vermediği bir günde kendini Allah'ın azabına hedef kılar. Böylelerine yazıklar olsun.

 

Çalışma Hakkı Ve Miras

 

SORU: Kardeşinin yanında maaşsız çalışan kişi çalışmasının mu­kabilinde ölen kardeşinin malına varis olabilir mi?

CEVAP: Varis olacakları Allah yüce kitabında belirlemiştir. Onlar muayyen pay ile, asabe kanalıyla veya akrabalık yoluyla mirasa varis olurlar.

Kardeş, öz olsun, baba bir olsun asabeden sayılır.

İş ne olursa olsun, sorudaki kardeş, yaptığı iş mukabilinde miras alamaz. Çünkü iş mukabilinde İslâm şeriatı mirası bir hak olarak gör­mez. Bu kardeş, emsal bir ücret almalı idi. Veya ticaret ve kârdan bir pay almalı idi. Kardeşinin kazancında miras dava eden adam, ticaretin­de de hak iddia edebilirdi. Bu adam ancak kardeşinin kendisine borçlu olduğunu iddia edebilir. Miras olarak değil, hak olarak kendisine borç­lu olduğunu söyleyebilir. Bununla beraber işaret ettiğimiz gibi, ana-ba-ba bir ve baba bir kardeşler asabe sayılırlar. İslâm fıkhında belirtildiği gibi bazı durumlarda bunlar varis olurlar.

 

Miras Ve Din Ayrılığı

 

SORU: Kâfir iken çocukları olup sonra müslüman olan ve ardından yeni bir çocuk sahibi olan çiftin, kâfir iken dünyaya gelen çocukları bunlara varis olur mu?

CEVAP: Mirasa mani olan haller vardır. Onlardan biri de din ayrı­lığıdır. Ayrı dinlere mensub olanlar arasında miras olmaz. Müslüman kâfire, kâfir de müslümana varis olamaz. Soruda bahsi geçen kişiler müslüman olmuşlardır. Onların küçük çocukları varsa onlar da onlara tabidirler ve müslüman muamelesi görürler. Onlar mükelleflik çağma gelmedikleri sürece veya buluğ çağından sonra İslâm üzere kaldıkları müddetçe durum böyledir.

Ancak, buluğ çağma erip, küfür üzerinde ısrar etseler -Allah mu­hafaza etsin- baba ve annelerinin dini olmayan bir din üzerinde olmuş olurlar. Bu durumda onlar müslüman olan ebeveynlerine varis olamaz­lar. Çünkü ayrı ayn dinlerde olmak mirası ortadan kaldırır. İşaret etti­ğimiz gibi kâfir müslümana, müslüman da kâfire varis olamaz.

 

Mirası Sahiplerinden Esirgemek

 

SORU: Hak sahibi olan varislerden mirası esirgemek nasıl olur. Bir kardeş miras kalan maldan yararlanıp da diğerlerinden esirgerse, bu­nun hükmü nedir?

CEVAP: Miras Kur'an-ı Kerîm'de nass ile belirlenmiştir. Allah Te-âlâ onu müctehidin içtihadına bırakmamıştır. Allah her şeyi kesin ola­rak belirlemiştir. Onun için fakihler miras ilmine feraiz ilmi demişler­dir. Yani ifraz edilmiş hisseler, paylaşılması gereken paylar ki Allah onları kesin hatlarla belirlemiştir. Mirası, hak sahibinden alıkoymak, insanların irtikâp ettikleri en büyük suçlardandır. Bu Allah'la ve Al­lah'ın diniyle harbetmek demektir. Ve yine mirası pay sahibinden esir­gemek, insanların mallarını batıl yollarla yemek demektir. Kur'an-ı Kerîm miras yoluyla olsun, diğer yollarla olsun insanların mallarını yeme konusunda şöyle diyor:

Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan ye­mek için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimle­rine) vermeyin. (Bakara/188)

Allah Teâlâ, varise malının verilmemesinden şiddetle sakmdır-mıştır. Bilhassa bu varis yetim olursa durum, daha da şiddet kesbeder.

Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (hal­leri ne olur) diye korkacak olanlar (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler. Allah'tan sakınsınlar. Ve doğru söz söylesinler.

Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına an­cak ateş tıkınmış olurlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe girecekler dir. (Nisa/9-10)

Mirası, hak sahiplerine vermeyen kardeşin Allah'tan korkması, bir an önce bu kötü şeyden uzaklaşması, noksansız olarak herkesin hakkı­nı vermesi gerekmektedir. Yoksa o kendini malın ve evladın fayda ver­mediği, ancak selim bir kalbin fayda vereceği bir günün elem verici azabına hedef etmiş olur.

Allah herşeyi daha iyi belindir.

 

Gayr-Î Meşru Hamilelik

 

SORU: Boşadığım karım, iki sene evlenmeden bekledi, sonra ha­mile kaldı ve babasız bir çocuk doğurdu. Bu çocuk benim çocuğum olabilir mi?

CEVAP: Sorudan anlaşılan şu ki; sen karını boşarken kadın hamile değildi. Eğer boşanma anında gebelik olsa idi o zaman o çocuk senden olurdu. Hamilelik iki sene dahilinde olmuş ki fukaha bu müddeti ha­mileliğin en uzun devresi sayıyor. Ancak burada kadının iki sene koca­sız durduğunu söylüyorsun. Eğer doğru söylüyorsan çocuğun sana ait olması imkânsızdır. Zira kadın iki sene sonra hamile kalmış. Bu da gösteriyor ki çocuk zinadan peyda olmuştur. Çünkü ortada kadının bir kocası yoktur. Bu çocuğun sana nisbet edilmesi ve verilmesi caiz ol­maz. Çünkü sen hamilelikten iki sene önce onu boşamışsın.

 

Boşama Hakkında

 

SORU: Karımı bir defada üç talakla boşadım, şimdi bu bir talak (boşama) mı sayılır yoksa üç talak mı?

CEVAP: Şimdi elan ahval-i şahsiye kanuna göre kişi bir mecliste bir defada karısını üç talakla boşasa, bu bir talak sayılır. Bu hüküm bir kısım fakihlerin sözlerinden çıkarılmıştır. Ancak İslâm'ın ilk yıllarında adam, üç talakla boşadığı zaman bu tam üç talak sayılırdı. Rivayetlere göre, Hz. Ömer bunu, insanların boşamayı oyuncak haline getirmeme­leri için, boşayanı tedip maksadıyla uygulamıştır. Ta ki insanlar Al­lah'ın şeriatını alaya almasınlar.