Hadis Problemleri
Enbiya Yıldırım
Rağbet Yayınevi
Hadis
Uydurma Faalİyetinin Ortaya Çıkışı
I-
Hadis Uydurma Faaliyetinin Başlangıcına Dair Görüşler:
A-
Hadis Uydurma Faaliyetinin Hz. Peygamber Zamanında Başladığı:
2-Abdullah
B. Ez-Zubeyr Hadisi:
Abdullah
B. Ez-Zubeyr Hadisinin Tedkîki:
3- Abdullah B. Muhammed B. El-Hanefiyye Hadîsi:
5-
Hadîsin Mutlaka Bir Söylenme Sebebi Vardır
Düşüncesinin
Metin Tenkidi Açısından Tahlili:
B-
Hadis Uydurma Faaliyetinin Hz. Osman'ın Hilafetinin İkinci Döneminde Başladığı:
1-Ebû
Sevr el-Fehmî'nin Rivayeti:
2-Ebû
Sevr el-Fehmî'den Gelen Diğer Tarik:
C-
Hadis Uydurma Faaliyetinin H. 40'da Başladığı:
D-
Hadis Uydurma Faaliyetinin H. 41 De Başladığı:
E-
Hadis Uydurma Faaliyetinin Birinci Asrın Son Üçte Birlik Döneminde Başladığı:
Fellâte'nin
Görüşünün Değerlendirilmesi:
I-
Ashaba Yöneltilen Tenkidler:
1-Sahabenin
Adaleti Ve Bu Görüşte Olanlar:
2-
Sünnet Ve Kitaptan Sahabenin Âdil Olduklarına Dair Deliller:
Kur'ân-I
Kerimde Sahâbe-İ Kiramın Övülmesi:
1-Kur'ân'da
El-Mu'minûn Sûresi De Var:
2-El-Munâfikûn
Sûresi Münafıkları Yermektedir:
4-Faraziyelerle
Hüküm Yürütülmez:
5-
Bazılarının Büyük Günah İşlemiş Olmaları Sebebiyle, Sahabenin Adaletine Yapılan
İtirazın Cevabı:
1-Ashabı
Bugünkü Toplumlarla Kıyas Etmemek Gerekir:
2-Sahâbenin
Beşer Yönü İnkar Edilmemektedir:
3-Sahâbenin
İhtiyatlı Davranmasına Misaller:
4-Sahâbenin
Yanılması Ve Unutması:
Hadislerde
Anlam Kayması (Manayla Rivayet Sorunu)
Iı
-Manayla Rivayetin Sebepleri:
1-Hadisenin
Birkaç Kez Tekrar Etmesi:
3-Ravîlerin
Ezberleme Kabiliyetlerinin Farklılığı:
4-Ravinin
Hadisi İhtisar Etmesi:
5-Ravinin
Hadisin Bir Kısmını İşitmesi:
6-
Sorunun Yöneltildiği Kimselerin Çok Olmasından Dolayı Cevapların Da Çok Olması:
8-
Arapçanın Kendisinden Kaynaklanan Sebepler:
Iıı-Ulemanın
Manayla Rivayete Bakışı:
A-Manayla
Rivayete Cevaz Verenler:
B-Manayla
Rivayete Cevaz Vermeyenler:
1-Hadisçilerden
Ve Fıkihçılardan Cevaz Vermeyenler:
2-Filologıann
Manayla Rivayeti Değerlendirişi:
C-
Manayla Rivayete Cevaz Verenlerin Delilleri:
D-
Manayla Rivayete Cevaz Vermeyenlerin Delilleri:
Cevaz
Verenlerin Bu Delile Cevapları:
Cevaz
Verenlerin Bu Delile Cevapları:
Cevaz
Verenlerin Üçüncü Ve Dördüncü Delile Cevapları:
Cevaz
Verenlerin Bu Delile Cevapları:
Sahîhayn
Üzerinde İcmâ Meselesi
I-
Sahîhayn Üzerindeki İcmânın Tahlili:
Iı-Sahîhayn
Üzerinde İcmâ Olmadığına Misaller:
Sahih
Hadis Bulunmayan Konular
1- Sahih Hadis Bulunmayan Konulara Dair
Müstakil Çalışmalar:
Iı-
Sahih Hadis Bulunmayan Konuların Toplandığı Ana Başlıklar:
İ-Zekat,
Öşür, Haraç, İnfak Etmek:
T-İsimler,
Şahıslar, Nesepler. Ekoller:
Ü-Sebzeler,
Tahıllar, Bitkiler, Yiyecekler:
Hadislerin
Tahlilinde Tarihten İstifade Edilmesi
I- Tarih Yardımıyla Tenkit Edilen Rivayetlere
Örnekler:
3-Rasûlullah
İn Mushafa Bakması:
4-Yüzüncü
Yıl Başındaki Meltem:
5-Hz.
Ömer'in Babasını Öldürmesi:
6-El-Hasanul-Basri
Ebû Hureyre'den Hadis Aldı Mı?
7-
Hz. Ali Ne Kadar İbadet Etti.
9-Muâz'in
Oğlu Ne Zaman Vefat Etti?
10-Hz.
Âişe Rasûlullah'la Ne Zaman Evlendi?
1-Rasûhıllah'ın
Bu Seyahat Esnasında Kaç Yaşında Olduğu:
2-Bu
Sırada Hz. Ebûbekr (13/634) Kaç Yaşında Olduğu:
3-Bilal
Bu Esnada Doğmuş Muydu?
B-Hadise
Yöneltilen Tenkidler:
B-
Hz. Peygamber'in Muâviye'yi Katip Yapması:
C-Hz. Peygamberin Ebu Sufyan'ı Emir Olarak Ataması:
Metin
Tenkidi Prensipleri Açısında Cessâse Hadisi
A-Rivayetler
Arası Farklılıklar:
B-Sihir
Hadisini Kabul Etmeyenler:
C-Sihir
Hadisini Kabul Edenler:
Herkesçe kabul edildiği gibi, tüm dinlerin, mezheplerin ve felsefî akımların öğretilerinin en katıksız ve berrak olduğu asır, o din, mezhep veya felsefî akımın ilk dönemidir. Berraklık ilk halifelerin, ashabın ve öğrencilerin döneminde de devam eder. Daha sonraki dönemlerde ise, ondan olmayan {bidat ve asılsız sözler, rivayetler gibi) bazı unsurlar yavaş yavaş katılmaya başlar. Çünkü sosyal realite olarak, farklı yolları tutan insanlar en öndekileri, sistemin kurucularını takip ettiklerini ispat etmek için ona tutunma ihtiyacı hissederler. Günümüzde de durum böyledir. Çeşitli alanlarda faaliyet gösteren sosyal kurumlar, kendilerini sisteme rabtetmek için, sistemin kurucularının sözlerinden dayanak ararlar. Bulamadıklarında da ona söyletirler. Aynı durum İslam için de geçerlidir. Hz. Peygamber tarafından söylenmemiş pekçok söz, benzer gerekçelerle daha sonra onun adına uydurulmuştur.[1] eş-Şâtıbfnin (790/1388) ifadesiyle "sünnetten ayrıldıkları halde onun içinde ve ona bağlı olduklarını iddia eden herkesin, kendi yollarının vasıflarını delilleriyle beraber ispat etme zorluğu vardır. Çünkü delillerinin olmaması davalarını yalanlayacaktır."[2]
Bu dayanak -Kur'ân
yanında- elbetteki sünnet olacaktı. Kur'ân'da açık ifadelerle geçen ve
kendilerini destekleyen bir delil bulma zorluğu ve ona eklemede bulunmanın imkansızlığı
sebebiyle, daha kolay bir yol tutulmuş ve Hz. Peygamber'e istenilen herşey
açıkça veya ta'rîzle söy-lettirilmiştir. M. Saîd Hatiboğlu'nun deyişiyle
"Hz. Peygamber'in, İslâm camiasının en yüksek otoritesi oluşu, aynı
zamanda onun, İslâm âleminin en çok istismar edilen şahsiyeti hâline gelmesine
müncer olmuştu."[3]
Ancak hadis uydurma işinin ne zaman başladığı tartışmalıdır. Bazı araştırmacılar bunu Hz. Peygamber zamanına, bir kısmı Hz. Osman'ın şehadetinden sonraya, diğer bir kısmı ise daha da ileri bir tarihe taşımaktadırlar. Biz bu husustaki görüşleri zikredip tahlil ettikten sonra, vardığımız neticeyi sunmaya çalışacağız.[4]
Bir kısım alimler hadis uydurma işinin ilk olarak Hz. Peygamber zamanında ortaya çıktığını söylemişlerdir. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla bunu ilk söyleyen İbn Hazm'dır (456/1064), İbn Hazm, değerlendirmesi aşağıda gelecek olan Bureyde rivayetini, hadis uydurmanın Hz. Peygamber döneminde başladığına delil olarak getirmektedir.[5]
Son dönemde de Ahmed Emîn (1374/1954) hadis uydurmanın başlangıcı hususunda, "uydurma işinin Hz. Peygamber zamanında ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Zann-ı galib, 'benim adıma bilerek yalan uyduran cehennemdeki yerine hazırlansın' hadisinin, Hz. Peygamber adına söylenmiş bir yalan sebebiyle buyurulduğu yönündedir" demektedir.[6]
Sıddîqî de Bureyde hadisini delil getirir ve şöyle der: "Hadiste sahtekarlığın başladığı devri tayin etmek alaka çekici bir meseledir... Ben onun bizzat Peygamber (S.A.S)in hayatında neş'et etmiş olduğunu düşünüyorum. Düşmanları, onun mes'ul olmadığı sözlerini ve fiilleri uydurup ona isnad etmekten geri kalmadı. Böylece onu yanlış tanıtmakta maksatlan, halk efkârını onun aleyhine kıyam ettirmekti."[7]
Ebû Zehv ve el-Edlebî de aynı hadisi, Rasûlullah zamanında dahi hadis uydurmanın olduğuna delil getirirler.[8]
Görüldüğü gibi, yukarıdaki görüşü savunanlar, "mert kezebe" hadisini kendilerine mesned almakta ve bunun -hadisin bazı tariklerinde de, geçtiği üzere- Rasûlullah zamanında uydurulan hadis sebebiyle söylendiğini öne sürmektedirler. Bu görüşte olanlar, Hz. Peygamber'in böyle birşeyi sebepsiz yere demeyeceğini, yaşanan bir hadisenin ardından böyle buyurmuş olacağını düşünmektedirler. Bu yaklaşımı tahlil edebilmek için, öncelikle "men kezebe" hadisinin söylenmesine sebep olarak zikredilen rivayeti ele almamız gerekmektedir. Bu rivayet -tesbit edebildiğimiz kadarıyla- dört tarikle gelmektedir: [9]
Ali b. el-Mushir, Salih b. Hayyân > İbn Bureyde tarikiyle hadisi Bu-! reyde'den (63/682) nakleder. Bureyde şöyle demiştir:
Medine'ye iki mil uzaklıkta Benû Leys kabilesine ait bir mahalle vardı. Bir adam cahiliyye döneminde onlardan bir kız istemiş, onlar ise vermemişlerdi. İşte bu zat, üzerinde güzel bir elbise İle tekrardan onlara geldi ve "bu elbiseyi bana Rasûlullah (a.s) giydirdi, mallarınız ve canlarınız hususunda hüküm vermemi (kadılık yapmamı) emretti" dedi. Daha sonra da sevdiği kadının evine gitti.
Bunun üzerine mahalleliler, Rasûlullah'a (a.s) haber salıp durumu sordurdular. Rasûlullah ise (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'ın (c.c) düşmanı yalan söylemiş!" Hz. Peygamber (a.s) hemen bir adam gönderdi ve ona şunu emretti: "Zannetmiyorum ama, sağ bulursan boynunu vur; ölü bulursan da cesedini yak."
Ravi diyor ki: Rasûlullah'ın (a.s) gönderdiği adam (yalancının yanına) geldiğinde, engerek yılanı tarafından sokulup ta ölmüş olduğunu gördü. Bunun üzerine cesedini ateşte yaktı. Rasûlullah'ın (a.s) 'kim bilerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın' hadisinin söylenme sebebi budur.[10]
Bureyde hadisi çeşitli tariklerle rivayet edilmekle beraber tüm tarikleri bir noktada birleşmektedir: Ali b. el-Mushir > Salih b. Hayyân > İbn Bureyde > babası Bureyde,.
Bu rivayet için "munkerdir, hiçbir şekilde sahih değildir" denilmiştir.[11] Çünkü senedinde Salih b. Hayyân el-Kureşî bulunmaktadır. Mü-nekkid hadisçilerin tamamı bu zatı zayıf kabul edip cerh etmişlerdir.[12] İbn Teymiyye (728/1328) her ne kadar "bu hadisin bir illetini bilmediğini, İsnadının sahih olduğunu" söylese de[13], Salih b. Hayyân illet olarak yetmektedir. Nitekim ez-Zehebî de (748/1347) bu rivayet hususunda şu değerlendirmeyi yapar: "Bu hadisin hiçbir[14] tariki sahih değildir." [15]
Yukarıdaki hadis benzer ifadelerle es-Serî b. Yezîd el-Horasânî > Ebû Ca'fer Muhammed b. Ali el-Fezârî > Dâvud b. ez-Zibrikân > Atâ b. es-Sâib > Abdullah b. ez-Zubeyr tarikiyle de rivayet edilmiştir. [16]
es-Serî b. Yezîd el-Horasânî İle Ebû Ca'fer Muhammed b. Ali el-Fezârî hakkında bakabildiğimiz kaynaklarda malumat bulamadık. Dâvûd ez-Zibrikân'a (180 küsûr/796) gelince, münekkid muhaddislerin kahir ekseriyeti onu cerh etmiş, bir kısmı 'sika değil', bir kısmı' metrukü'1-ha-dîsdir', bir kısmı da 'kezzâbtır' demiştir.[17]
Atâ b. es-Sâib'e (136/753) gelince, ihtilat etmiş birisidir. İhtilâli da Davud'un kendisinden hadis aldığı zamana rastlar. Nitekim İbn Maîn (233/847) bu hususta şöyle söyler: "Şu'be (160/777) ve es-Sevrî (161/778) hariç Atâ'dan hadis işitenlerin tamamı, hadisleri karıştırmaya başladığı dönemde ondan işitmiştir."[18] İbn Teymiyye'nin, bu rivayetin yukarıdaki tarîkin şâhid'i olduğunu söylemesinin de[19] bu sebeple pek kıymeti yoktur. Çünkü içinde bu derece zayıf kabul edilen, kezzâb olduğu belirtilen birisinin rivayeti şâhid olarak alınamaz. [20]
Aynı hadis Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye'den (98/716) rivayet edilmekte ve sonu şu ifadelerle bitmektedir: "... Rasûlullah (a.s) kızdı ve ensârdan bir adamı gönderdi. Ona dedi ki: 'Git onu öldür, cesedini de ateşte yak.' O da geldi, baktı ki adam ölmüş ve defnedilmiş. Oradakilere emretti, kabir kazılıp cesedi çıkarıldı. Ardından cesedi ateş-te yaktı. Rasûlullah (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: "Kim bilerek benim adıma yalan uydurursa..."[21]
Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye hadisinin tedkîki:
Bu rivayetin senedinde Ebû Hamza Sabit b. Ebî Safiyye es-Sumâlî ei-Kûfî (148/765) bulunmaktadır. el-Heysemî (807/1404) bu zatın zayıf, vâhi'l-hadîs [22]olduğunu ifade eder. [23]
Abdullah b. Amr'dan gelen "bir adam Hz. Peygamber'in (a.s) güzel elbisesi gibi bir elbise giydi...." hadisi.[24]
Abdullah b. Amr hadisinin tedkîki:
Bunun senedinde de Atâ' b. es-Sâib el-Kûfî vardır. Bu zatla ilgili değerlendirme yukarıda geçmişti.[25]
Buraya kadar zikredilen dört tarikin senedlerindeki bir kısım ravile-rin, hadis münekkidlerince tenkide tabi tutulduğu gözlenmektedir. Bunları rivayet edenler ya son derece zayıf ya da tanınmayan kimselerdir. Bu da sened açısından rivayete olan güveni sarsmaktadır. [26]
Ahmed Emîn'in "Hz. Peygamber'in men kezebe hadisinin söylenmesine sebep olan bir olay olmalıdır, zann-ı galip bu hadisin bir olaya mebni olarak söylendiğini göstermektedir" görüşü kabul edilecek olursa: Öncelikle belirtmek gerekir ki, "güvenilir eserlerde bu hadisin sebeb-i vurûduyla ilgili hiçbirşey geçmemektedir."[27] Dolayısıyla onlarca sahabe tarafından rivayet edilen hadisin vurûd sebebiyle ilgili olarak güvenilir eserlerde bir şey gelmemiş olması, zayıf tariklerin metinlerinde geçen nedenlerle ilgili olarak zihinlerde şüphe uyandırmaktadır.
Ayrıca sahabeden herhangi birisinin, bilerek Rasûlullah adına yalan uydurduğu da tesbit edilememiştir. Bu sebeple, Ahmed Emîn gibi düşünenlerin görüşleri bir mesnede dayanmamakta, kendisinin de belirttiği gibi zandan öteye geçmemektedir.
Bunun yanında, yukarıdaki rivayet sahih olarak kabul edilse bile, hukuki açıdan sıkıntılar getirecektir. Çünkü rivayet, Hz. Peygamber'in suçlanan insanı dinlemeden, itham edenlerle yüzleştirmeden, suçu ispatlamadan infazına hükmettiğini belirtmektedir. Oysa adamın suçsuz olma ihtimali vardır. Bu durumda, infaz gerçekleştikten sonra suçsuz olduğu anlaşılsa nasıl davranılacaktı? Keza, Rasûl adına da olsa, sevdiği kızı almak için yalan söyleyen bir müminin, katli gerekecek kadar büyük bir suç işlediği söylenemez. Belki, yalan ve iftiranın cezası olarak kendisine had cezası takdir edilseydi, bu daha münasip olurdu.
Ayrıca bu olay gerçekse, Hz. Peygamber ifk hadisesinde iftiracıları niçin cezalandırmadı sorusu akıllara gelecektir.[28]
Bu sorgulamalara, "Hz. Peygamber'in gönderdiği adam onun yanına vardığında zaten ölmüş olacaktı, burada bir mucize söz konusudur"diye karşılık verilecek olsa bile, bir devlet reisinin bu şekildeki uygulamasının daha sonrakilere emsal teşkil etmeyeceğini kimse söyleyemez.[29]
Hadisin sebeb-i vurûduyla ilgili olarak elimizde sağlam bir delil olmadığı için, Hz. Peygamber'in bu beyanını "sözlerinin olduğu gibi muhafazası sadedinde, içine birşey karıştırılmasından sakındırmak babında söylemiştir" diye düşünmek, belki en mâkulü olacaktır. Abdullah b. Amr'ın şu rivayeti bunu teyid eder mahiyettedir:
"Hz. Peygamber birgün yanımıza geldi. Bizler sükût etmiş duruyor, Rasûlullah'ın sözlerini (birbirimize) aktarmıyorduk. Allah Rasûlü "sizleri hadisleri aktarmaktan alıkoyan nedir?" diye sorunca, bizler şöyle dedik: "Sizin 'kim benim adıma...' kavlinizi işittiğimizden, sözlerinize ilave ve eksiltmede bulunmaktan korkuyoruz." Rasûlullah bunun üzerine şöyle buyurdu: "Benden rivayet edin, bunda beis yoktur."[30]
Münafıkların, toplumu ifsad etmek için Hz, Peygamber zamanında hadis uydurmak isteyecekleri, bu çerçevede alda gelebilir. Ancak Rasûlullah yaşarken böyle birşey vuku bulacak olsaydı, hayatta olması uyduranın tesbitini kolaylaştıracağından, buna tevessül edilmiş olabileceğini düşünemiyoruz. Ayrıca münafıkların sahabe tarafından bilinmekte oluşları, onlara karşı temkinli[31] yaklaşılmasını sağlamıştır. [32]
Ekrem Ziya el-Umerî, uydurma faaliyetlerinin Hz. Osman'ın hilafetinin ikinci döneminde, 29-35 (650-655) yılları arasında başladığını söylemektedir.[33] Çünkü bu dönemde büyük karışıklıklar meydana gelmiş, fitne alevlenmiş, insanlardan bir kısmı Hz. Osman'a karşı cephe almıştır.[34] el-Umeri, bununla beraber, Hz. Osman zamanında hadis rulduğuna dair nadir rivayetler bulduklarını söyler. Misal olarak ta şu rivayeti nakleder:
Ebûbekr b. Ubeyd el-Kureşî > meçhul bir zat > Kâmil b. Talha > İbn Lehîa > Yezîd b. Arnr el-Meâfirî vasıtasıyla sahabî Ebû Sevr ei-Feh-mî'den[35], o şunu anlatmıştır: Ebû Sevr anlatıyor: Hz. Osman'a gelmiştim. Bu arada İbn Udeys minbere çıktı ve şöyle dedi: Bakınız! Abdullah b. Mes'ûd (32/652) Rasûlullah'tan duyduğu şu hadisi bana aktardı: "Osman cariyenin efendisini aldatmasından daha çok sapıtmıştır."[36] Ben de Osman'a gidip onun dediğini aktardım. Osman ise şöyle dedi: "Vallahi İbn Udeys yalan söylemiş. Bunu ne İbn Mes'ûd'dan duymuştur, ne de İbn Mes'ûd Rasûlullah'tan işitmiştir."[37]
el-Umerî ardından şöyle söyler: "Muhtemelen İbn Udeys ilk hadis uydurandır. Bu hadise ise Osman'ın hilafeti zamanında olmuştur." [38]
el-Umerî'nin dediği gibi, bu hadisin lafzına bakıldığında, Hz. Osman'ı yermek için, onun zamanında uydurulmuş olduğu anlaşılmakta- j dır. Ancak, böyle düşünmeden önce rivayetin tedkiki gerekecektir: [39]
a) el-Umerî'nin bahsettiği hadisi Kitâbu'l-Meuzûât\na alan İbnu'l-Cevzî (597/1201) "bunun mevzu olduğunda şüphe etmiyoruz. Ayrıca ravileri ta'n etmeye de gereksinim duymuyoruz. Şu kadar var ki, bu rivayet îbn Udeys'in bir iftirasıdır" demektedir.[40]
Burada hem İbnu'l-Cevzînin hem de el-Umerî'nin gözünden kaçan bir husus vardır: İbnu'l-Cevzfnin hadisin uyduruluşunu üzerine yıktığı İbn Udeys -aşağıda geleceği üzere- sahabeden Abdurrahman b. Udeys'tir. Bu zat Hz. Peygamberle beraber olup ondan hadis işiten, Rıdvan beyatında da hazır bulunan bir zattır. Mısır'ın fethinde bulunmuş, Hz. Osman'a karşı Mısır'dan gelen grubun Önünde yer almıştır. 36 (656) yılında da öldürülmüştür.[41]
Herhalde İbnu'I-Cevzî bu zatın sahâbî olduğunu tesbit edememiştir, îbn Udeys'le iigili ithamında delil göstermemesi bir tarafa, Hz. Osman'a karşı olan cephede yer almış olsa bile, ashabtan bazılarının mutlaka var olduğu bir mecliste, hem de minberde böylesi bir yalanı söylemesi imkansız gözükmektedir. Ayrıca Rıdvan beyattnda bulunmuş ve Allah Te-âlâ'nın ayetiyie övülmüş [42] bir insanın, Hz. Peygamber adına yalan uy-durması İmkansız gözükmektedir.
b) Bu rivayet sened yönüyle de sağlam değildir. Senedinde İbn Lehîa bulunmaktadır. Rical alimlerinin ekseriyetinin cerh ettiği, kitapları yanmış birisidir.[43] Kitapları yanmış bir ravinin rivayetine güvenmek ise sağlıklı bir yol değildir. Ayrıca hadisin senedinde yer alan Ebûbekr b. Ubeyd el-Kureşî[44], hadisi Kâmil b. Talha'dan, kim vasıtasıyla aldığını açıklamadan, "bana Kâmil b. Talha'dan tahdîs edildi" demektedir. Ara-daki mübhem kişinin kimliğinin meçhuliyeti de rivayetin senedini iyice zayıflatmaktadır. Buna el-Kureşî'nin hadis rivayetinde oldukça gevşek oluşu da eklenince rivayetin güvenilecek tarafı kalmamaktadır. [45]
Bu rivayet yine İbn Lehîa > Yezîd b. Amr tarikiyle Ebû Sevr'den, metni farklı olarak, şu şekilde rivayet edilmektedir:
Ebû Sevr anlatıyor: "Hz. Osman'a geldim. Yanındayken birara dışarı çıktım, bir de baktım ki, Mısırlılar geri dönmüşler. Hemen Hz. Osman'ın yanına varıp durumu haber verdim. Bana onları nasıl gördüğümü sordu. Ben de "yüzlerinde şer müşahede ettim" dedim. Başlarında İbn Udeys el-Belevî vardı. İbn Udeys Hz. Peygamber'in minberine çıktı ve ardından onlara cuma namazını kıldırdı. Hutbesinde Hz. Osman'ı tahkir etti. Hz. Osman'ın yanına varıp dediklerini aktardım. O ise şöyle dedi: "Vallahi İbn Udeys yalan söylüyor. {Sen bunu aktarmasaydın) kesinlikle demeyecektim ancak, ben İslam'da önde gelen dört kişinin dördüncüsüyüm. Rasûlullah bana kızını nikahladı, o vefat edince diğerini nikahladı. Ben ne cahiliye döneminde, ne de müslümanken zina etmedim, hırsızlık yapmadım. Zina yapmadığım gibi, İslam olduktan sonra böyle bir emelim de olmadı. Rasûlullah'a beyat ettikten sonra sağ elimi avret mahallime hiç sürmedim. Hz. Peygamber'den sonra Kur'ân'ı biraraya getirdim. Müslüman olduktan sonra, her cuma günü bir köle azad ediyorum. Bu cuma ise bunu yapamadım, önümüzdeki cuma ikisini birden azad edeceğim..."[46]
a) Bu rivayette İbn Udeys'in nisbeti el-Belevî diye geçmektedir. Böylece, önceden zikri geçen sahâbî olduğu kesinlik kazanmaktadır. Ayrıca Hz. Osman'ın bu rivayetteki şekliyle kendisini savunmasından, İbn Udeys'in hadis aktarmak yerine, kendi görüşleri doğrultusunda, Hz. Osman'ı iffeti yönüyle tahkir ettiği anlaşılmaktadır.
b) Bu da diğeri gibi İbn Lehîa vasıtasıyla rivayet edilmektedir.
İbn Lehîa'nın mecruh olmasını bir tarafa bırakacak olursak, bu rivayetten anlaşıldığına göre İbn Udeys Hz. Osman'ın aleyhine bir hadis serdetmemiş, sadece bazı kötü sözler söylemiştir. Çünkü böyle bir hadis zikretmiş olsaydı, Ebû Sevr onu Hz. Osman'a mutlaka aktarır, o da buna temas ederek reddederdi. Ayrıca Hz. Osman'ın kendi faziletlerini ve iffetini zikretmesi, İbn Udeys'in sadece ona hakaret ettiğini göstermekte, bundan bile onun bir hadis zikretmediği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, İbn Udeys'in hadis zikretmediği, hadis diye zikredilenin ise kendi sözü olduğu anlaşılabilir. Bu yorum, İbn Lehîa'nın kitapla- ;| nnın yandığı ve ihtilat etmiş birisi olduğu düşünüldüğünde makul olmakta rivayetler arası farklılıkların ondan kaynaklanabileceği ihtimali doğmaktadır. Böyle olunca da buradaki rivayeti, Hz. Osman zamanında hadis uydurulmaya başlandığına delil getirmek uygun düşmemektedir.
İbn Udeys'in Hz. Osman hakkında böyle bir suçlamada bulunmasına gelince; siyasi karmaşa içerisinde, karşı cephede yer alması sebebiyle ifadelerinin dozunu kaçırmış olması -doğru olmamakla birlikte- izah edilebilir durumdadır. Çünkü Hz. Osman'a lakab takma ve suçlamalar kargaşa döneminde yapılan bir işti. Nitekim kendisine Mısırlı bir zat kastedilerek "uzun sakallı ihtiyar (moruk)"[47] anlamında, Na'sel lakabının takılması da bunu teyid etmektedir. [48]
Bazı alimler hadis uydurma faaliyetinin başlangıcı olarak h. 4O'ı (660) gösterirler. Örneğin, Accâc el-Hatîb fitnelerle ilgili genel bilgileri arz ettikten sonra, hadis uydurma faaliyetinin ilk asrın ilk yarısından bir müddet önce başladığını belirtirken[49], es-Sibâî sünnetin safiyetini koruduğu dönemin nihayet bulduğu ve uydurma faaliyetlerin başladığı yılın h. 40 olduğuna işaret eder.[50]
el-A'zamî de uydurma faaliyetinin daha ziyade h. 40'h yıllarda başladığını söyler.[51] Asrımız hadisçilerinin önde gelenlerinden olan Ebû Gudde de, hadis uydurma faaliyetinin başlangıcını 40 yılı olarak gösterir ve uydurma faaliyetinin Hz. Osman'ın şehadetiyle ortaya çıkan fitneden sonra zuhur ettiğini belirtir. O şöyle der: "Sünnet-i mutahhere temiz ve arınmış olarak dört halife (ra) devrinin sonlarına kadar devam etti. Bu da hicretten sonra kırk yıl civarı eder."[52]
Ebû Şehbe de aynı kanaatta olup uydurma faaliyetinin 40 yılı civarında başladığını belirtir. Onun bu husustaki düşüncesi şöyledir: Çeşitli milletlere mensup insanlardan bir kısmı İslam'a girerken samimiyken, diğer bir kısmı da gerçek niyetlerini gizlemekteydiler. Bunların bir bölümü münafık, bir kısmı zındık olup çeşitli vesilelerle İslam ümmetini parçalamaya gayret gösteriyorlardı. Bir kısmı da yahudi ve hristiyan olup hissettirmeden kendi davalarına hizmet ediyorlardı. İşte tüm bunlar, Hz. Osman'ın müsamahasını fırsat bularak İlk fitne tohumlarını serpmeye başladılar. Yahudi İbn Sebe bölge bölge dolaşıyor, insanları zehirliyordu. Yaptıklarını da Şiîlik, Hz. Ali sevgisi adına yapıyor, Hz. Ali'nin Hz. Ebû-bekr ve Hz. Ömer'den daha çok hilafete layık olduğunu sağda solda yayıyordu. İşte bu arada, "her peygamberin bir vasîsi vardır, benim vasîm de Ali'dir" hadisini uydurdu. Bununla da yetinmeyip Hz. Ali'nin ilah olduğunu iddia etti. Bu kötü faaliyetleri sebebiyle Hz. Osman onu kovdu. Hz. Ali de kovup kanının helal olduğunu belirtti. O ise, yaptıklarıyla yetinmeyip faaliyetlerine devam etti. İbn Sebe'nin bu propagandalarına bazı müslümanlar, özellikle de Mısırlılar inandılar. Ve nihayet bu sahtekar, Hz. Osman'ın başını almaya kadar uzanan fitnenin oluşmasını başardı. Hz. Ali hilafete geçtiğinde karşısında büyük bir ihtilaflar yığını bui-du. Daha İlk günden itibaren, Hz. Osman tarafını tutanlar ona düşmanlık beslediler. Bunların neticesinde kanlı savaşlar oldu. Bu arada, Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında tahkim olayına razı olmayan Haricîler zuhur etti. Bu sefer cephe Hz. Ali'ye açıldı. İnsanlar artık kesin hatlarla fırkalara ayrılmış oldular: Hz. Ali'yi destekleyen Şiîler, Hz. Osman taraftarları, herkese düşmanlık eden Haricîler, Muâviye ve Umeyyeoğulları taraftan Mervânîier. İşte bu fırkalardan bir kısmı kendilerini desteklemek için hadislerden, tefsirden, siyerden ve diğer istifade edebilecekleri yerlerden deliller aramaya başladılar. Tüm bu olaylar 40 yılı civarında olmaktaydı. O günden sonra uydurma hareketi artarak devam etti.[53]
Görüldüğü gibi, h. 40 yılını başlangıç olarak verenlerin bir kısmı, kesin olarak bu tarihden itibaren başladığını söylerken, bir kısmı da Hz. Osman dönemindeki fitne devrinde çok az hadis uydurulduğunu ancak, İşin boyutunun h. 40'da arttığını ifade ederler. Bu görüşün değerlendirmesi konunun sonunda yapılacaktır. [54]
Ebû Zehv'in, hadis uydurmanın Rasûlullah zamanında söz konusu olduğunu belirttiğine yukarıda temas etmiştik. Bunun yanında o, Hz. Osman zamanında İbn Sebe taraftarlarınca hadis uydurulduğunu ve bunların fitne ateşini yaktığını, halifenin katline kadar varan karışıklıklara neden olduğunu belirtir. Daha sonra Hz. Ali'nin hilafeti ele aldığını, onunla Hz. Muâviye arasında olanların olduğunu, insanların Şiî, Haricî ve bunların dışında kalan cumhur şeklinde gruplara ayrıldıklarını belirtir. İşte bu noktada, Rasûlullah adına yalan uydurma hadisesinin net olarak ortaya çıktığını belirtirek alimlerin hicri 41 (661) yılını mevzu rivayetin başlangıcı olarak kabul ettiklerini söyler. Bunun ise hadis uydurmanın açıkça ortaya çıktığı tarih olduğunu belirtir.[55]
Bu görüşün değerlendirmesi de bir önceki gibi konunun sonunda yapılacaktır. [56]
Hadis uydurmanın ne zaman başladığını genişçe işleyen Fellâte, bunun birinci asrın son üçte birlik diliminde (h. 66'dan sonra) başladığını ve delillerin, bu faaliyetin bu dönemde ortaya çıktığını gösterdiğini söyler.[57] Bundan önceki karışıklıkların ise yalan uydurma döneminin bir nevi "hazırlık safhası" olduğunu belirtir.[58] Bu karışıklıkları şöyle sıralar:
1- Ashabın tenkit edilmeye başlanması: Hz. Osman'ın çeşitli sebeplerden dolayı tenkit edilmesi gibi. Seferde namazı mukîm gibi kılması, mushafi tek bir nüshada toplayıp diğerlerini yakması bunun sebeplerinden bir kısmıdır. Aynı şekilde Hz. Ali de tahkîm meselesinde tenkit edilmiştir.
2- Bazılannm, halkı imamlara ve halifelere karşı kışkırtması: İbn Udeys'in Rasûlullah'ın minberinde insanları Hz. Osman'a karşı kışkırtması, Muhammed b. Ebîbekr es-Sıddîk'in de Hz. Osman'ın kanının helal olduğunu söyleyerek haikı galeyana getirmesi gibi. Sahabeden bazılarının ve Rasûlullah'ın hanımlarının bir kısmının adıyla yazılan yalan mektuplar da böyledir: Rasûlullah'ın hanımlarının dilinden yazılan Hz. Osman'ı ta'n edici mektuplar ile Mervan'ın Hz. Osman'ın adına yazıp ta altına mührünü bastığı, Hz. Osman'a karşı çıkan bazı Haricilerin öldürülmesine dair mektup gibi.
3- Halifelerin (Hz. Osman ile Hz. Ali'nin) şehid edilmeleri.
4- Müslümanların kamplara ayrılması: Hz. Osman'ın şehadetinden sonra insanların temelde iki gruba ayrıldığını; bir kısmının Hz. Ali'nin hilafetini kabul ederken, diğerlerinin ise Hz. Osman'ın kanını talep ederek ona karşı çıktıklarını görmekteyiz. Cemel vakası ve Talha ile ez-Zu-beyr'in katledilmesinden sonra Şam hariç diğer yerler sükûnete kavuştu ancak insanlar iki gruba ayrıldı: Çoğunluğu teşkil eden Hz. Ali taraftarları ile Hz. Muaviye'yi destekleyen Şamlılar. Bu iki siyasi grup arasındaki ihtilaf sonunda Sıffîn savaşı meydana geldi. Bu safhada da insanların Hz. Ali'ye karşı iki gruba ayrıldığını görmekteyiz:
a) Tahkim olayını kabul etmeyip, Hz. Ali'yi suçlayanlar. Bunların bir kısmı Hz. Ali'yi tekfir ettiler. Hz. Ali'nin şehadeti de zaten bu gruptan birisinin elinden oldu. Daha sonra bu grup ta kendi içinde kamplara ayrıldı.
b) İkinci grup ise Hz. Ali ile beraber kalanlardır. Yalnız bunlar da çok geçmeden ihtilafa düşüp gruplara ayrıldılar. Bir kısmı onun, müminlerin halifesi olduğunu ve bu vasfının devam ettiğini kabul ederken, diğer bir grup ise halife olmaktan öte ilah olduğunu iddia ettiler. Zaman geçtikçe bu fırkalar kendi içlerinde çeşitli fraksiyonlara ayrıldılar. Her fırka kendisinin hak üzere olduğunu iddia edip, zahiren veya istidlal yoluyla tevile baş vurarak, ayetlerle kendilerini haklı çıkarmaya başladılar.[59] Sıkıştıkları noktalarda ise sünnete yönelip aynı metodları onda uygulamaya başladılar.
Bu karışıklıklar esnasında, çeşitli dinlerden İslam'a girenler de inançlarını beraberlerinde getirmişler, İbn Sebe gibi zahirde müslüman olup İslam'ı ifsad etmeye çalışanlar boş durmamıştır. İbn Sebe Hz. Ali'nin ilah olduğu ve Hz. Peygamber'in geri döneceği gibi sapık görüşlerini oradan oraya dolaşarak yaymaya çalışmıştır.[60]
İşte tüm bu karışıklıklar sonunda, önde gelenleri olmak üzere sahabenin saygınlığı sarsılmış, toplum herkesin karşıdakine diş bilediği fraksiyonlara ayrılmıştır. Meydana gelen savaşlarda sahabenin pekçoğu hayatlarını kaybetmiştir. Tüm bunların ardından Hz. Muaviye'nin vefatıyla Yezîd'e beyat fitnesi ortaya çıkmış, netice Hz. Hüseyin'in şehadetine, Ka'be'nin dahi mancınıkla topa tutulmasına varan üzücü hadiselere varmıştır.[61]
5- Bu dönemde insanların, kabul ettikleri görüşlere revaç buldurmak için sahabe adını kullanarak yalanlar uydurduğunu görmekteyiz.[62] Bundan en çok nasibini alan da Hz. Ali olmuştur. Şu rivayetler bunu teyid etmektedir:
a) Tâvûs anlatıyor: "İbn Abbas'a (68/687) Hz. Ali'nin (ra) hükümlerinin yazılı olduğu sahife getirildi. Bir zira'Iık (dirsekle parmak ucu arası miktarlik) kısmı hariç gerisini hep yok etti. Sahife tomar şeklinde uzunca idi."[63]
b) İbn Ebî Muleyke anlatıyor: "İbn Abbas'a mektup yazıp, bazı hususları gizli tutarak bana (hadislerden müteşekkil) bir mektup yazmasını istedim. Benim hakkımda şöyle demiş: "Samimi bir çocuktur. Yazacağım hadisleri seçiyorum ve bir kısmını ondan gizliyorum."
Yine İbn Ebî Muleyke diyor ki: "İbn Abbas Hz. Ali'nin mahkeme kararlarının bulunduğu sahifeyi istetti. Ondaki bazı şeyleri yazmaya başladı. Arada birşeye takılıyor "vallahi o böyle karar vermemiştir" diye tereddüdünü belirtiyor, "yok eğer vermişse de hata etmiştir" diyordu.[64]
c) Hz. Ali'den sonra onun adına bazı şeyleri uydurduklarında, arka-daşlanndan birisi üzüntüsünü şu ifadelerle beyan etmişti: "Allah belalarını versin! Güzelim ilmi ifsad ettiler."[65]
Tüm bu gelişmeler, Hz. Peygamber adına yalan hadis uydurmayı hazırlayan sebeplerdi. Ben Rasûluliah'ın vefatından itibaren, ilk asrın son üçte birlik çeyreğine kadar geçen süre içerisinde, birinin hadis uydurmaya cesaret ettiğine ve bunu Rasûlullah adına hadis uydurmaya başlangıç kabul edebileceğime dair sağlam bir rivayete rastlamadım.
Hadis uydurmanın başlangıcına delalet eden ilk olay olarak şunu tes-bit ettim: İbn Ebî Ubeyd el-Muhtâr es-Sekafî (67/687) hadisçilerden birisine "benim Rasûlullah'tan sonra halife olacağıma ve onun neslini kollayacağıma dair bir hadis uydur. Bunun karşılığında sana onbin dirhem, bir elbise, bir deve, bir tane de köle vereceğim" der. Teklifte bulunduğu adam bunu kabul etmez ve şu cevabı verir: "Hz. Peygamber adına uy-duramam. Ama sahabeden dilediğini seç, onun adına birşey uydurayım. Ayrıca fiyatta da dilediğin kadar tenzilat yaparım." el-Muhtar, "fakat Hz. Peygamber'den olursa daha etkileyici olur" deyince, adam da "azab ta daha şiddetli olur" der ve hadis uydurmaya yanaşmaz.[66]
Diğer bir rivayet meseleyi daha açık olarak ortaya koymakta ve kendisinden hadis uydurması istenen kimsenin İbnu'r-Reb'a el-Huzâî olduğu geçmektedir.[67]
Fellâte, el-Muhtâr'ın insanları Rasûİullah adına hadis uydurmaya zorladığına dair başka haberler de zikreder. el-Muhtâr'ın bu tür şeylere, Kûfe'de ortaya çıkıp insanları Muhammed b. el-Hanefiyye'ye beyat etmeye, Hz. Hüseyin'in intikamını almaya, katillerinin peşine düşmeye, İbnu'z-Zubeyr'e ve Abdulmelik b. Mervan'a karşı koymaya çağırdığı zaman başladığını ve 67'de öldürülene kadar buna devam ettiğini söyler. Rivayetler her ne kadar insanların el-Muhtar'ın sıkıştırmasına boyun eğmediğini gösterse de uydurmayı düşünmesi sebebiyle bu düşüncesini uydurmanın başlangıcı olarak kabul edebiliriz, der.
Feliâte devam ederek şöyle söyler:-Bu sebeple ben, sahabenin büyük çoğunluğunun vefat ettiği, geriye küçüklerinin kaldığı, bunların da toplumda bir ağırlıklarının kalmadığı, zaten cemiyetten de kaçtıkları bir dönem olan "İlk asrın son üçte birlik dilimi, hadis uydurmalarının başladığı dönemdir" diyorum.
Fellâte düşüncesini bu şekilde sunduktan sonra, kendisine itiraz edilebileceğini ve fitnenin ardından hadis uydurmanın başladığını gösteren rivayetlerin zikredilebileceğini belirterek, itiraz noktalarını sıralar ve ardından da bunların neden kendi görüşünü nakzetmediğini belirtir:
1- İbn Şîrîn (110/728) şöyle söyler: "Önceleri isnad sormuyorlardı, ne zaman ki (Hz. Osman'ın katliyle neticelenen) fitne zuhur etti, 'bize ravilerinizin İsimlerini söyleyin' demeye başladılar. Böylece, ehl-i sünnet olanlara bakılıp hadisleri alınır, ehl-i bidat olanlara bakılıp hadisleri alınmaz oldu."[68]
Fellâte bunu şöyle değerlendirir: İbn Sîrin'İn bu sözü, fitneyle beraber hadis uydurmanın başladığını göstermemektedir. Bilakis, imamların hadislerin kabulünde ihtiyatlı ve çok sıkı davrandıklarını, bidat sahibi kimselerden hadis almaktan geri durduklarını ortaya koymaktadır. Bunu: a) ya ilk nesle muhalif bir yol tuttuklarından dolayı onları cezalandırmak gayesiyle b) veya bidat ehli olmalarının onları zayıf kimselerden hadis almaya sevk edebileceği endişesini taşıdıklarından c) veyahutta kendi bidatlerini destekleyen rivayetlerin yalan olmasından şüphe ettiklerinden dolayı yapmışlardır. Görüldüğü gibi, bu rivayet hadis uydurmayı değil, onların son derece teyakkuz halinde bulunduklarını göstermektedir.
2- Tâvûs'tan: Buşeyr el-Adevî (69/688) İbn Abbas'a gelip hadisler rivayet etmeye başlayınca, İbn Abbas ona, "şu hadisi bir daha tekrar et hele" dedi. O da tekrar etti. Sonra yine hadisler rivayet etti. İbn Abbas yine "şu hadisi bir daha tekrar et hele" dedi. O da tekrar etti. Bunun üzerine Buşeyr İbn Abbas'a dedi ki: 'Anlamadım! Tüm hadislerimi kabul ettiniz de bunu mu reddeddiniz? Yoksa tüm hadislerimi reddedip bu-j nu mu kabul ettiniz?' İbn Abbas da ona şu cevabı verdi: "Bizler Rasûlul-i lah'tan (a.s) hadisler rivayet ediyorduk. Çünkü o zamanlar Allah Rasûlü! (a.s) adına yalan söylenmezdi. İnsanlar ne zaman ki hırçın develerle uysal develere binmeye başladı[69], ondan gelen hadisleri terk ettik."[70]
Fellâte bunu şöyle değerlendirir: İbn Abbas'tan gelen bu rivayet, onun hayatının son demlerine hamledilir. Malum olduğu üzere o, ilk asrın son üçte birük diliminin ilk yıllarında (68/687) vefat etmişti. Dolayısıyla bu rivayet bizim görüşümüze ters düşmemektedir.
Fellâte, bu değerlendirmesinin ardından, bu rivayetin İbn Abbas'tan üç tarikle geldiğini belirterek, diğer tarikleri de zikreder:
1- Tâvüs'tan: Buşeyr ona hadisler rivayet etmeye başlayınca, İbn Abbas "şu hadisi bir daha tekrar et" dedi. O da denileni yaptı. Bunun üzerine Buşeyr îbn Abbas'a dedi ki: "Anlamadım! Tüm hadislerimi kabul ettiniz de, bunu mu reddettiniz? Yoksa tüm hadislerimi reddettip bunu mu kabul ettiniz?" İbn Abbas ona şu cevabı verdi: "Bizler Rasûİullah'tan hadisler rivayet ediyorduk. Çünkü o zamanlar Rasûİullah adına yalan söylenmezdi, insanlar ne zaman ki hırçın develerle uysal develere binmeye başladı, ondan gelen hadisleri terk ettik."[71]
2- Tâvûs'tan: "Bizler önceleri hadisler ezberlerdik. Bu ezberleme Ra-sûlullah'ın kendisinden işitilerek yapılırdı. Fakat ne zaman ki hırçın develerle uysal develere binmeye başladınız, heyhat."[72]
3- Mucâhid'den: Buşeyr el-Adevî İbn Abbas'a gelip "Rasûİullah şöyle buyurdu", "Rasûİullah şunu söyledi", Rasûİullah buyurdu ki" dedikçe,
İbn Abbas onu hiç nazar-ı itibara almadı. Bunun üzerine "ey İbn Abbas! Bakıyorum da hadislerimi dinlemiyorsun. Sana Rasûlullah'tan hadis aktarıyorum, sense oralı olmuyorsun bile!" dedi. İbn Abbas da "biz önceleri bir adamın 'Rasûlullah şöyle buyurdu' dediğini duyduğumuzda, gözlerimizi ona diker, kulaklarımızı kabartırdık. İnsanlar ne zaman ki hırçın develerle uysal develere binmeye başladı, sadece tanıdığımız kimselerden hadis alır olduk" cevabını verdi."[73]
Fellâte bunları şöyle değerlendirir: Bu kıssaların hepsi aynı olayı anlatmaktadır. Rivayetler arasındaki farklılıklar hiç şüphesiz ki manayla rivayet sebebiyledir. Görüldüğü gibi, İbn Abbas Buşeyr'in rivayetlerini dinlemeyişinin sebebini, insanların hırçın develerle uysal develere binmesi olarak göstermektedir. Bu sözüyle kasdettiği, insanların çeşitli fırkalara ayrılmalarıdır; yoksa bazılarının anladığı gibi, Rasûlullah adına yalan uydurulduğu bağlamında söylenmiş değildir. Böyle birşey olmuş olsaydı, Buşeyr'den tek bir hadis bile dinlemezdi. Çünkü onu yalancılıkla suçlamış olsaydı hiçbir hadisine kulak dahi kabartmazdı. Ancak gördüğümüz gibi, hadislerine kulak vermiş, bir kısmını tekrar ettirmiş, bir kısmını da sükût edip dinlemiştir. Bu ise, onu tekzîb etmediğini göstermektedir.
İlk rivayette geçen, Buşeyr'in hadislerinin reddedilme sebebi olarak Rasûlullah adına yalan uydurulması illetine gelince; bu, ravinin anladığı birşeydir. Hırçın develerle, uysal develere binmek sözünden böyle bir mana çıkarmıştır. Aynı hadisin sonunda gelen "ondan gelen hadisleri terk ettik" ifadesi görüşümüzü teyid etmekte, ravinin hadisi anladığı manayla rivayet ettiğini göstermektedir. Oysa bu, aynı rivayette geçen, İbn Abbas'ın Buşeyr'in rivayetlerinin bir kısmını almasına, bir kısmını da reddetmesine ters düşmektedir. Nitekim bu itirazı "sadece tanıdığımız kimselerden hadis alır olduk" sözü de teyid etmektedir. Bu durumda, İbn Abbas'ın muradı, insanlar fırkalara ayrılınca, sadece tanıdığımız kimselerden hadis aldık manasındadır. İbn Sîrîn'İn fitne çıktıktan sonra sadece ehl-i sünnetten olanlardan hadis aldıklarını söylemesi de aynı manadadır.[74] Veyahutta "Habru'Wmme" olan İbn Abbas bu sözüyle, kendi yanında maruf olan hadisleri aldığını demek istemiş te olabilir. Malum olduğu üzere o pekçok hadisi biliyordu. [75]
Fellâte'nin varmak istediği neticeye giderken başvurduğu zorlama aözden kaçmamaktadır. Gelen rivayetleri eğip bükerek, uzak yorumlara tabi tutarak, hadis uydurma faaliyetini geç bir dönemde başlatmak için çaba sarf etmektedir. İbn Sebe'nin Hz. Peygamber'in geri döneceğini, Hz. Ali'nin İlah olduğunu iddia edecek kadar ileri gittiğini söylemesine rağmen hadis uydurmadığını demek istemektedir. Bu derece bozuk ve batıl inançları uydurabilen, buna müsait zemin ayrıca taraftar bulabilen bir insanın, hadis uydurmaya gelince geri durması, ashabtan vs. korkması düşünülemez. Eğer ashab bu derece toplum üzerinde hakim idiyse, İbn Sebe'nin batıl fikirlerinin halk nezdinde taraftar bulmasına mani olmaları gerekirdi. Oysa gelen fitne seli karşısında durmak kudret dahilinden çıkmıştı. Ayrıca bu zatın hadis uydurma faaliyetinde bulunduğuna dair açık ve net deliller vardır. Aşağıda geleceği üzere, Hz. Ali'nin vasi olduğunu uydurması gibi.
Fellâte'nin bazı rivayetleri mecrasından kaydırdığım da görüyoruz. Örneğin, Hz. Ali adına bazı şeyler uydurulunca, arkadaşlarından birisinin "Allah belalarını versin! Hem de ne ilmi ifsad ettiler" sözünü, Hz. Ali'nin kendi sözlerinin çarpıtılmasına hasretmektedir. Halbuki burada ağırlıklı olarak kastedilen Hz. Ali'den gelen sözler yanında hadis rivayetleridir de.[76] Çünkü Fellâte bu rivayeti Müslim'den aktardıktan sonra hemen peşinden gelen el-Muğîre'nin şu sözüne dikkat etseydi, burada neyin kastedildiğini daha iyi anlayabilirdi. el-Muğîre burada şöyle demektedir: "Hz. Ali'den hadis nakletme hususunda, Abdullah b. Mes'ûd'un arkadaşlarından başka doğru söyleyen yoktur."[77] Ayrıca en-Nevevî'nİn (676/1277) şerhindeki ifadeler de bu hususu teyid etmektedir: "Bu sözüyle, Râfızîlerin ve Şiilerin Hz. Ali'yle ilgili bilgilere ve hadislere kattıkları, ona izafe ettikleri, yalan-uydurma rivayet ve sözlere işaret etmektedir. Onlar, bunları hak olanlarla karıştırdılar, katıştırdıkları yalanlarla sahih olanlar birbirlerinden ayırt edilemez oldu."[78] Dolayısıyla bu rivayet, Hz. Ali'nin vefatından sonra Kûfe'de yalanın yayıldığını göstermektedir.
Fellâte aynı şeyi İbn Sîrîn'İn (110/728) sözünde de yapar. Onun, fitne zuhur edince, ehl-i bidatin rivayetlerini almadıkları sözünü, ihtiyatlı davrandıkları manasına alır. Halbuki, onları bu ihtiyata sevk eden birşey hadis uydurma olmasaydı, ehl-İ bidatin rivayetlerinden sakınmazlardı.
Fellâte'nin el-Muhtâr'la ilgili naklettiği rivayet ise, hadis uydurma faaliyetinin boyutuna işaret etmekten öte, hadis uydurmanın başlangıcıyla ilgili birşey ifade etmemektedir. Gerçekten de el-Muhtâr es-Seka-fî'nin dönemi (66/685-67/687 yıllan) hadis uydurmanın ağırlıklı olduğu bir zaman dilimidir. Nitekim Hz. Ali'nin arkadaşlarından birinin "Allah belalarını versin! Hem de ne ilmi ifsad ettiler" sözü, Huzeyme b. Nasr el-Absî'nin beyanına göre, el-Muhtâr'm günlerinde söylenmiştir. İbrâhîm en-Nehaî (96/714) bu sözü nakletmeden önce kendisi de şöyle demiştir: "el-Muhtâr1 m zamanında isnad sorulur oldu. Çünkü o günlerde Hz. Ali adına çok yalanlar uyduruluyordu."[79] İbn Receb de (795/1393), el-Cûzecânî'den naklen, ei-Muhtâr'ın kendisinin de Hz. Ali adına hadis uydurulmasını teşvik ettiğini nakleder.[80] Dolayısıyla, bu dönem, uydurmanın başladığı değil, yayıldığı bir dönemdir. Netice itibarıyla, el-Muhtâr'ın mevzu hadis uydurulmasına teşviki, bir takım Arapların, Şiîliği istismar ederek idareyi almak için gayret sarfettiklerini göstermesi [81] açısından önemlidir. [82]
Eldeki bilgilere baktığımızda, bazılarınca h. 40-41 yılları hadis uydurma faaliyetinin başlangıcı olarak kabul edilmesine rağmen, h. 34-35 tarihleri bizlere daha makul gelmektedir. Çünkü bu tarihler, fitnenin patlak verdiği yıllardır. Fitnenin hazırlık safhası diyebileceğimiz Hz. Osman'ın hilafetinin ikinci döneminde, özellikle İbn Sebe'nin[83] hadis uydurma faaliyetlerinde bulunduğu söylenebilir ancak, onun hadis uydurma faaliyetini insanların Mısır'dan Medine'ye yürümesi dönemine yakın bir zamana hasretmek makul olacaktır. Zira bu zatın hadis uydurmaya daha baştan başladığı kabui edilecek olursa, fazla karışıklıkların olmadığı Hz. Osman'ın hilafetinin ikinci diliminin (29-35 yılları) ilk yıllarında böyle bir şeye tevessül etmesi durumunda bunun ashaba intikal edeceği, çeşitli bölgelere dağılmış sahâbîierin onu engelleyeceği aşikardır. Bu sebeple karışıklıkların arttığı son yıllar hadis uydurmaya daha münasip görünmektedir. Kaynaklar onun faaliyetlerini hızlandırmasını ve insanların etrafında toplanmasını Mısır'a gittiği dönem olarak gösterirler, çünkü daha önce dolaştığı bölgelerde başarılı olamamıştı. Mısır'a yerleşmesi ise Hz. Osman'ın hilafetinin son yıllarına tekabül etmektedir. Mısır'daki insanları birden Hz. Osman'a karşı aya kandıramayacağı da düşünülürse, bunu son iki yıla tahsis etmek en uygunu gözükmektedir.
San'a'h bir yahudi olan Abdullah b. Sebe'nin bu dönemde hadis uydurduğunu gösteren en güzel deli!, Hz. Ali'nin Rasûlullah tarafından va-sî ilan edildiğini iddia etmesidir. et-Taberî'nin (310/922) verdiği bilgiye göre, bu zat Hz. Osman zamanında zahiren müslüman olmuş, daha sonra İslam beldelerinde dolaşarak inananları ifsad etmeye gayret etmiştir. İlk önce Hicaz, Basra, Küfe, Şam bölgelerinde dolaşmış, Şam'daki fesadiarında başarılı olamayıp buradan kovulunca Mısır'a yerleşmiştir. Burada, Hz. Peygamber'in dünyaya dönmeye Hz. İsa'dan daha layık olduğunu yaymıştır. İnsanlar ona inanmışlar ve yaydığı görüşleri sağda solda konuşmaya başlamışlardır. Bunun ardından, Hz. Ali'nin Rasûlullah tarafından vasî tayin edildiğini yaymıştır. Ardından da Hz. Osman'ın hilafeti gaspettiğini ortaya atmış ve halkı Hz. Osman'a ve valilerine karşı kışkırtmıştır.[84] Bu olayların olduğu tarih h. 34-35'tin Hz. Peygamber'in geri döneceği inancını ve Hz. Ali'nin Rasûlullah tarafından vasî ilan edildiği yalanını ortaya atan İbn Sebe'nin bu dönemde hadis uydurduğu anlaşılmaktadır.[85]
Kaynaklarda İbn Sebe'nin bu faaliyetlerine 35'den sonra, Hz. Ali döneminde de devam ettiği zikredilmektedir: Hz. Ali minberde iken el-Museyyeb b. Necbe, İbn Sebe'yi yaka paça halifenin huzuruna getirir. Hz. Ali ne yaptığını sorunca, "Allah ve Rasûlü adına yalan söylüyor" ce-j vabını verir.[86]
İbn Sîrîn'in yukarıda zikredilen "önceleri isnad sormuyorlardı, ne zaman ki (Hz. Osman'ın katliyle neticelenen) fitne zuhur etti, 'bize ravile-rinizin isimlerini söyleyin' demeye başladılar. Böylece ehl-i sünnet olanlara bakılıp hadisleri alınır, ehl-i bidat olanlara bakılıp hadisleri alınmaz oldu" sözü, o dönemde hadis uydurma işinin ortaya çıktığını, uydurma faaliyetinde bulunulduğunu, bunun da insanları hadis alırken temkinli davranmaya mecbur ettiğini göstermektedir. Ayrıca yine yukarıda geçen, İbn Abbas'in, "insanlar ne zaman ki hırçın develerle uysal develere binmeye başladı, sadece tanıdığımız kimselerden hadis alır olduk" sözü de, aynı endişe ile söylenmiş bir serzeniştir.
İbn Sebe' yanında hadis uydurma faaliyetinin h. 40'a varmadan başladığını gösteren başka deliller de vardır: Hz. Ali'nin Sıffîn savaşında (36/657) söylediği söz bunlardan birisidir: "Allah belalarını versin! Güzelim topluluğu karaladılar, Rasûlullah'ın o güzelim hadislerini ifsad ettiler."[87] Ayrıca gerek Hz. Ali'yi ve gerekse Hz. Muâviye'yi desteklemek için uydurulan hadislerin en azından bir kısmının, Sıffîn savaşının ardından ortaya çıkmış olabileceği de ihtimal dışı tutulmamalıdır.
Yine tâbiûnun büyüklerinden Rib'î b. Hirâş'ın (101/719), Hz. Ali'nin hutbesinde, Rasûlullah'ın kendisi adına yalan uydurulmasından men eden hadisi naklettiğini söylemesi, uydurma faaliyetinin o hengâ-meli dönemde var olduğunu göstermektedir.[88]
Sonuç olarak, uydurma faaliyetinin h. 34-35 yıllarında başladığını söyleyebiliriz. [89]
Ashabın hadis rivayetinde tam güvenilir oluş olmadıkları, yalan söyleyip söylemedikleri günümüzde tartışılan konulardan biridir. Bu bağlamda, özellikle Ebû Hureyre'ye ciddî tenkidler yöneltilmektedir. Aşağıdaki satırlarda hem yöneltilen tenkidler genel hatlarıyla sunulacak, hem de ashabın tamamının Rasûlullah adına hadis uydurmaktan beri ve aynı zamanda âdil kimseler oldukları ispat edilmeye çalışılacaktır.[90]
Tâhâ Hüseyin şöyle der: "Bizler ashabı, onlar kendilerini nasıl görüyor idiyseler öyle görüyoruz. Onlar kendilerini beşer olarak görüyorlardı. Bu sebepledir ki, başkaları İçin söz konusu olabilecek hatalara ve günahlara düşebiliyorlardı. Hatta birbirlerine en ağır iftiralan atmışlar, kafirlik ve fasıkhkla bile itham etmişlerdir. Hatta Ammâr b. Yâsir'in Hz. Osman'ı tekfir ettiği, kanının helal olduğunu söylediği ve ona sakalı uzun Mısır'h bir zatın ismiyle Na'sei lakabını taktığı rivayet edilmiştir. Keza îbn Mes'ûd'un Kûfe'de olduğu günlerde Hz. Osman'ın kanını helal gördüğü mervîdir..."[91]
Ahmed Emîn de (1374/1954) şöyle der: "Görünen o ki, sahabe kendi dönemlerinde birbirlerini tenkit etmişler, bir kısmı diğerlerini daha üst konumda kabul etmiştir... Fakat durum ne olursa olsun, pekçok hadis, tenkidçisinin ve özellikle de müteahhirûn hadisçilerinin tamamı, sahabenin tümünü âdil kabul etmiş, onlardan hiçbirini yalancılık ve uyduruculukla itham etmemişlerdir. Tenkit ve cerh ettikleri insanlar bunlardan sonraki kimselerdir."[92]
Ebu Reyye de (1390/1970) şöyle söyler: "Alimler ravilerin hallerinin araştırılmasının elzem olduğunu söylemişlerdir fakat, sahabenin eşiğinde kalakalmışlar oradan öteye geçmemişlerdir. Çünkü onların tamamını âdil kabul etmişler ve ashabı tenkit caiz olmaz, onları cerhe yöne-linmez demişlerdir. Sahabe hakkında söyledikleri sözlerden birisi de "onların defteri kapandı" ifadesidir. Esasen çok ilginçtir; sahabe birbirlerini tenkit edip tekfir ederken, bunlar bu noktada duraksamaktadırlar..."[93]
Ebû Reyye yukarıdaki sözüyle yetinmemekte ve ehl-i sünnetin tutumundan bahsederek şöyle demektedir:
"Sahabeden kabul ettikleri kimseler içinde, toplanan zekatlar hususunda Rasûlullah'a imalı itirazda bulunanlar, ona eziyet edenler, onun için '(o her söyleneni dinleyen) bir kulaktır' diyenler[94], Mescid-i Dırâr'ı yapanlar vardır... Keza içlerinde Tebuk gazvesine katılmayıp mazeret beyan edenler var ki, bunların sayısı seksen küsurdur. Hz. Peygamber'e savaşa katılmayıp mazeret beyan ederek yemin etmişler, Allah Rasûlü de onların zahirî mazeretlerini kabul etmiş ve haklarında şu ayet-i celîle inmiştir: "Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir."[95]... Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de el-Munâfikûn isimli sûreyi görmen sana yeter."[96]
Başka bir yerde de şöyle söyler: "Hazrec ve Evs kabilelerindeki münafıkların isimlerini öğrenmek isteyen kimse Ensâbu 'İ-Eşrâf kitabının birinci cildine baksın.[97] Tam on sayfa, 274'den 283'e kadar bunların isimleriyle doludur."[98]
Şunu da sözlerine ilave eder: "Cumhur, sahabenin tamamını âdil kabul edip, diğer raviler için uyguladıkları cerh ve tadili bunlar hakkında uygulamayıp, hepsinin hata, yanılma ve unutmadan berî olduklarını söylemesine rağmen, sahabenin tamamını mutlak âdil olduğunu kabul etmeyen muhakkik alimler de vardır. Bunlar Allâme el-Mukbilî'nin ifade ettiği gibi, 'sahabenin çoğu âdildir ancak hepsi değildir' diyerek başkaları için söz konusu olan hata, unutma ve yanılma hali hatta nefse uymanın onlar için de söz konusu olduğunu ifade etmişlerdir. Onlar bu görüşlerini, sahabenin de insan olduğunu, beşer tabiatı için söz konusu olabilecek durumların ashab İçin de geçerli olduğunu söyleyerek takviye etmişlerdir. Hatta onların önderi, Allah Teâlâ'nın seçip "Allah peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir"[99] buyurduğu zat ta (as) şöyle demektedir: "Ben bir beşerim. İsabet te ederim, hata da."[100] Bu muhakkik alimler, Hz. Peygamber zamanındaki münafık ve yalancıların çoğunun, Rasûlullah'ın Refîk-i A'lâ'ya çıkışından sonra dinlerinden döndüklerini söyleyerek, görüşlerini kuvvetlendirmektedirler... "[101]
Ebû Reyye daha sonra bu sözlerine birkaç rivayet ekler. Bunlardan birisi de Müslim'in rivayetidir: "(Kıyamette) ashabımdan bir grup insan (havuzun başında) yanıma gelecekler. Onları tanıyacağım ama alınıp götürülecekler. Ben ise, bu durum karşısında, "onlar benim ashabım" diyeceğim. Allah Teâlâ da şöyle buyuracaktır: Sen, onların senden sonra neler icat ettiklerini bilmiyorsun."[102]
Bu düşünceye sahip olanların görüşlerini ve delillerini aşağıdaki başlıklarda toplamamız mümkündür:
1- Sahâbenin tamamının âdil olduğuna inanmak cumhurun sözüdür; el-Mukbilî, Ahmed Emîn, Tâhâ Hüseyin ve Ebû Reyye gibi muhakkiklerin sözü değildir.
2- Sahâbenin tamamının âdil olduğuna inanmak, Kur'ân-ı Kerîm'de varid olan ashabı yerici ayetlere ters düşmektedir. Çünkü sahabenin içinde münafıklar, yalancılar ve Rasûlullah'a (as) eziyet edenler vardı. Hatta Kur'ân'da el-Munafikûn adıyla bir sûre vardır.
3- Sahâbîler, kendilerini tenkit ve cerhten uzak görmüyorlardı. Nitekim birbirlerini tekfir etmişler, yalanlamışlardır. Öyleyse onların kendileriyle ilgili kabul etmediği bir şeyi, biz niye onlar hakkında kabul edelim?
4- Böyle bir inanç beşer tabiatıyla çatışmaktadır. Çünkü onlar da insandı. Başkaları için söz konusu olan, -insan tabiatından kaynaklananhata, unutma, nefse uyma ve benzeri durumlar ashab İçin de söz konusu olabilir. Hem şunu da biliyoruz ki, Rasûlullah (as) bir beşerdi ve şöyle buyurmuştu: "Ben bir beşerim. İsabet te ederim, hata da."Onların görüşlerinin ve delillerinin ne kadar kuvvetli olduğunu değerlendirmek için bunları sırasıyla ele alalım: [103]
Sahabenin tamamının âdil kabul edilmesinin, muhakkik alim| görüşü olmadığı. [104]
Hiç şüphe yok ki, sahabenin tamamının âdil olduğuna inanmak dört büyük imam Ebu Hanîfe, Mâlik, eş-Şâfiî ve İbn Hanbel ile el-Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, en-Nesâî, et-Tirmizî, İbn Maîn, İbnuİ-Medînî, Ebû Zur'a, Ebû Hatim, İbn Hibbân, İbn Teymiyye gibi hadisçilerin tamamı dahil olmak üzere cumhurun sözüdür. Kısacası, ehli sünnet ve'I-cemaat alimlerinin hepsi bu görüştedir. Ümmetin selef ve müteahhirûn alimlerinin tamamı da bu kanaattedir. Eğer bu İnsanlar muhakkik değilse, o halde muhakkik alimler kimlerdir?
Evet, ümmet-i İslamiyyenin cumhuru; Mutezile'ye[105], Hâricîler'e[106], Râfızîler'e ve diğer fırkalar ile Mutezilî el-Mukbifî'ye, müsteşriklerin görüşlerini aşırıp kendisine mal eden Tâhâ Hüseyin'e[107], Dr. Ali Hasan Ab-dulkâdir'e "uygun gördüğün müsteşriklerin söaterini yaymak için başvuracağın en münasip yol, bu sözü açıkça onlara nisbet etmeden, kendi araştırmanmış gibi insanlara (Ezher alimlerine) sunmandir. Yalnız böyle yaparken, bu görüşüne ince bir elbise giydir ki, ona dokunmaları onları endişelendirmesin. Nitekim Fecru'l-İsİâm ve Duha'l-İslâm''da ben böyle yaptım" diyerek yol gösteren Ahmed Emîn'e[108], keza sünnetin yüksek burcunu yıkmaya çalışan, sonra da acaip bir şekilde yaptığının sünnet savunması olduğunu iddia eden Ebû Reyye'ye de[109] muhalefet etmiştir. Her ne surette olursa olsun, cumhura muhalefet edenlerin sağlam bir delili yoktur. Onların şüphelerinin reddi aşağıda gelecektir. [110]
Lügat kitaplannda, Kur'ân-ı Kerim ile sahabenin kullanımında âdil kelimesi, -burada ifade ettiği mana açısından- razı olunmuş (kabul edilmiş, hoşnut olunmuş) anlamına gelmektedir.[111] Razı olmak (hoşnud olmak) ise nisbî birşey olup, zaman ve mekanın değişmesiyle değişir.
Sahabenin tamamı ise Allah Subhânehu ve Teâlâ katında razı olunmuş insanlardır. [112]
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
a) "Sizler, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden... hayir-İı|bir ümmetsiniz."[113]
b) "Böylece sizi insanlara şâhid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şâhid ve örnektir."[114]
c) "Kendileri savaşta yara aldıktan sonra, Allah ve Peygamber'İn çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır."[115]
d) "Rahmetim herşeyi kaplamıştır; bunu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inananlara... yazacağız."[116]
e) "İyilik yapmakta önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. Naîm cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır."[117]
f) "Ey Peygamber! Allah'ın yardımı sana ve sana uyan müminlere yeter."[118]
g) "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, İşte onlar saadete erenlerdir."[119]
h) "İçinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler, berikiler daha üstün derecededirler. Allah hepsine cenneti vaad etmiştir. Allah, işlediklerinizden haberdardır."[120]
ı) "Ey Muhammedi Allah inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, and olsun ki hoşnud olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş, yakın bir zafer bahsetmiştir."[121]
i) "İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensar ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnud olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnudduriar."[122]
j) "And olsun ki Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalbleri kaymak üzere iken Peygamber'e uyan muhacirlerle ensarın ve Peygam-ber'in tövbelerini kabul etti. Tövbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir. Savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etmiştir...."[123]
Son zikrettiğimiz ayetler Tebuk gazvesine işaret etmektedir. Bu gazve Rasûlullah'ın en son gazvelerinden birisidir. Muhacir ve ensarın tamamı bu savaşa katılmış, Medine'de sadece acizler, vazifeli olanlar ve münafıklığı maruf kimseler ile tembellik yapanlar kalmıştır. Kur'ân-ı Kerîm tembelliklerinden geri kalanları zikretmektedir.
Durum ne şekilde olursa olsun, Medinelilerin kahir ekseriyeti bu gazveye iştirak etmiş, Allah Teâlâ ashabın tamamının tövbelerini kabul etmiş ve onlardan razı olmuştur. Aynı şekilde Bedir savaşına katılanlar ik: Rıdvan beyatinde bulunanlardan da razı olmuştur. Bu insanlar Allah yanında olduğu gibi, Rasûluilah nezdinde de razı olunmuş insanlar idiler Bu sebepledir ki, Allah Rasûiü şöyle buyurmuşlardır: "Ashabıma sövme yin. Nefsim kudretinde olan Allah'a and olsun ki, sizden biri Uhud dağı miktarınca altın tasadduk etse onların bir müd veya yarım müc miktarı İnfakının sevabına ulaşamaz."
Bu bağlamda başka pekçok hadis vardır. Bundan dolayı el-Hatîb eİ-Bağdâdî (463/1071) şöyle demiştir:
"Bu mana etrafındaki rivayetler çok fazladır. Ayrıca bunlar, aynı konuyla ilgili Kur'ân'daki naslara da mutabıktır. Hepsi de sahabenin temiz, âdil ve nezih insanlar olduklarını ortaya koymaktadır. Ashabın iç durumlarına vakıf olan Allah Teâlâ onların âdil olduklarını belirttikten sonra, artık hiçbir sahâbî âdil olduğunun ispat edilmesine muhtaç değildir. Onlann hepsi bu hal üzere âdildir. Fakat içlerinden biri günah işlemek gayesiyle bir iş işler ve bunun tevil imkanı olmazsa, bu durumda onıih adaletinin düştüğüne hükmedilir. Ancak, Allah onları böyle bir durum1-dan berî kılmış, bu tip birşeyden korumuştur. Âdil oldukları hususunda gerek Allah Teâlâ'dan ve gerekse Rasûlü'nden zikrettiğimiz bu naslar-dan birşey varid olmasaydı bile "içinde bulunmuş oldukları durum: Hicretleri, cihadları, İslam'a yardımcı oluşları, canlarını ve mallarını Allah yolunda feda etmeleri, din uğrunda çocuklarım ve babalarını dahi öldürmekten çekinmemden, din için birbirlerine karşılıklı nasihatta bulunup samimi olmaları yanında imanlarının ve yakînlerinin kuvvetli oluşu" âdil oduklarına hükmetmeye, nezîh insanlar olduklarına inanmaya yeterli olurdu. Hem ashab, kıyamete kadar onları âdil kabul edip temize çıkâf anların tamamından daha üstün insanlardır."[124]
Zaten vakıada da, peygamberlerime böyle bir minval üzere bulunan ye üzerlerine düşen vazifeleri hakkıyla yerine getiren sahâbe-i kiram bir ümmet te bulunmamıştır. (Allah hepsinden razı olsun).
Bundan dolayıdır ki, İbn Hibbân (354/965) onların hepsinin âdil o|| uKlarına ve cerh edilmeyeceklerine delil getirerek şöyle demektedir: ''
"Bir kimse 'sen niye sahabeden sonrakileri <#rh ediyorsun da onları cerh etmeye yanaşmıyorsun? Çünkü sahâbîlerden sonraki muhaddis-lerde söz konusu olduğu gibi, Rasûlullah'ın ashabı için de unutma ve hata söz konusu olabilir' derse, ona şöyle cevap verilir: Allah Teâlâ, Rasûlullah'ın ashabını insanın güvenilirliğini yaralayan hususlardan tenzih etmiş, noksan yönlerden korumuş ve onları kendileriyle yol bulunan yıldızlar gibi yapmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
'Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu peygamber Muhammed ve inananlardır. Allah inananlann dostudur.'[125] Yine şöyle buyurmaktadır: 'Allah'ın peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün...'[126] Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın kıyamet gününde utandırmayacağını haber verdiği, hanîf İbrahim'in dinine tabi olduklarına şehadet ettiği kimseleri yalancılıkla cerh etmek caiz olmaz. Çünkü alemlerin rabbinin 'Allah'ın peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün...' buyurması, ardından Nebî (asv)'İn 'kim benim adıma bilerek yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın'[127] buyurması ve bu hadisleriyle Allah'ın kıyamet gününde utandırmayacağını belirttiği kimseleri kastedip onların cehenneme gireceklerini murad etmesi muhaldir. Bilakis bu hadisteki hitap sahabeden sonrakiler içindir. Vahyin inişine şahid olan ve Rasûlullah ile beraber bulunanları cerh etmek helal olmaz; zira onları lekeleyip konumunu sarsmak imana ters düşer. Ashâbdan birisine noksanlık izafe etmek fışkın tâ kendisidir. Çünkü onlar, Rasûlullah Efendimizden sonra, nevasından konuşmayan, konuştuğu kendisine indirilmiş vahiy olan[128] zatın (asv) hükmüyle, dönem olarak insanların en hayırlılarıdır.
Hem Allah Teâlâ'nın kendisini tebliğ etmeye memur kıldığı, dini emanet olarak bıraktığı ashabının cerh edilmemesi gerekir. Zira Hz. Peygamber, risaletle gelen hususları onlara emanet edip, hazır bulunanların bulunmayanlara ulaştırmasını istemiştir. Bu ise, onun nezdinde ashabın doğru kimseler, şahidliklerinin de hak olmasındandır. Durum böyle olmamış olsaydı, kendisinde gördükleri durumları sonrakilere tebliğ etmelerini istemezdi. Onlara güvenmemesine rağmen tebliğ etmelerini tesevdi bu, risalete zarar veren bir durum olurdu. Bu yüzden, Rasûluİ-ı h'm âdil olduklarını belirttiği kimselere şeref olarak bu yeter. Sahabeden sonrakiler ise böyle değildir. Çünkü sahâbî kendisinden sonraki kimseye müşahede ettiklerini tebliğ ettiğinde, aktarılan kimsenin münafık bidat ehli sapık biri olması ve insanlardan bazılannı sapıtmak için hadiste kısaltmaya gitmesi, ilavede bulunması ihtimali vardır. Bundandır ki biz böyleleriyle sahabeyi birbirinden ayırıyoruz. Çünkü Allah Teâlâ sahabeyi bidat ve dalalet gibi bir eksiklikten muhafaza buyurmuştur."[129]
Öyleyse, sahabenin tamamı Allah ve Rasûlullah katında razı olunmuş kullardır. Bu sebeple, hiç şüphe etmeden sahabenin tamamı için "âdildirler" ifadesini kullanmak mümkün olmaktadır. [130]
Sahabenin âdil olduğuna inanmak, münafıkların, yalancıların, ifk hadisesine katılanlar gibi büyük günah İşleyenlerin mevcudiyetiyle çelişmektedir. Ayrıca başkaları da var ki, Rasûlullah onlarla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "(Kıyamette) ashabımdan bir grup insan (havuzun başında) benim yanıma gelecekler... (Bunu görünce, benden sonra başka yola sapan) uzak olsun, uzak olsun diyeceğim."[131] Ayrıca Kur'ân-ı Kerim'de el-Munâfikûn adıyla onları zemmeden bir sûre nazil olmuştur. [132]
el-Munâfikûn sûresi yanında, Kur'ân-ı Kerim'de el-Mu'minûn adıyla Oa bir sûre vardır. Ayrıca onları medheden pekçok ayet nazil olmuştur. [133]
el-Munafikûn sûresi ve diğer ayetler münafıkları zemmetmek için na-Z|l olmuştur. Yoksa sahabeyi zemmetmek için değil. Hem münafıkları sahabeden sayan kimdir ki? Sahabe ile ilgili kitap telif edip de münafık-5' 5U bitaplarında sahabe olarak zikreden kimmiş? el-Buhârî UO6/870), İbn Mende (395/1005), İbn Abdilber (463/1071), İbnu'l-«" (630/1233) veya İbn Hacer (852/1448) onları zikretmiş midir?
Ebû Reyye sahâbînin tarifini yapmış ve şöyle demiştir: "el-Buhârî, Nebî'yle beraber bulunan veya onu gören müslüman, sahâbîdir, demiştir."[134] Peki bu tarife münafıklar girer mi?
Bir kimse şöyle diyebilir: "Bu münafıklar zahiren kendilerini müslüman gösteriyorlardı. Bu sebeple müslüman olarak kabul ediliyorlardı. Çünkü onlar Nebî ile beraber yaşamış, sahabenin arasına katılmış ve nifaklarını gizlemişlerdi. Peygamber dışında onların durumunu bilen yoktu." [135]
Münafıklar Nebî nezdinde maruftu. Aynı şekilde sahabe nezdinde hem bi zâtihî, hem de vasıflarıyla bilinmekteydiler.[136]
Çünkü Kur'ân-ı Kerîm münafıkların hareketlerini, duruşlarını hatta kalplerindeki bozuk düşünceleri bile açıklamıştır. Zaten Ebû Reyye'nin kendisi de Kur'ân'da zikredilen münafıkların bazı alametlerini zikretmektedir. O şöyle demektedir: "Şimdi sizlere sadece Tebuk gazvesinde-ki durumlarını, yaptıklarını, münafıklıklarının alametini (bazı ayetler ışığında) sunacağım: ...Mümin olanlardan böyle bir şey sudur etmezken cihaddan geri kalmak için izin istemeleri...[137] Bir kısmının Rum kadınlarının güzelliğine kapılıp fitneye düşebileceği korkusuyla geri kalmak için Nebî'ye mazeret beyan etmeleri."[138]
Esasında bunlar ve Ebû Reyye'nin Kur'ân-ı Kerîm'den aktarmış olduğu münafıklara ait diğer sıfatlar, kendisine karşı sunulabilecek bir delildir. Çünkü böylesine kötü sıfatlarla muttasıf olanlar, bu temiz toplumda bilinen insanlardı. Zira sahâbe-i kiram Tebuk gazvesinden kimlerin geri kaldığını, Rum kadınlarının güzelliği nedeniyle, nefsinin fitneye düşmesini öne sürerek mazeret beyan edenleri ve diğerlerini biliyordu.
Vakıa, biz bu şahısları bi zâtihî tanımak imkanına sahip değiliz. Çünkü şu an bizlerin önünde değiller. Ancak, sahabe onları gürüyor ve Kur'ân-ı Kerîm'in nuru ışığında onları bizzat tanıyorlardı. Tebuk gazvesinden geri kalan üç kişiden birisi olan Ka'b b. Mâlik hadisi de bunu teyid etmektedir. O şöyle demektedir: "Rasûlullah (orduyla beraber) ayrıldıktan sonra, insanların arasına çıkıp dolaştığımda, içlerinde, nifak damgası vurulmuşlar ile Allah Teâlâ'nın mazur gördüğü zayıf kimseler dışında kimseyi görmemek, beni çok mahzun ederdi."[139] Öyleyse, münafıkların bilindiği şüphe edilmeyen hususlardandır. Zaten bunlar kendine özgü ortamlarında ayrı yaşayan sayıca az ve dışlanmış kimseler idiler.
Şimdi bu söz, Huzeyfe'den gelen rivayet ışığında değerlendirildiğinde insana karışık gelebilir. (Malum olduğu üzere) Rasûlullah ona münafıkların isimlerini vermişti. Hz. Ömer de kendi isminin onlar arasında buîunup bulunmadığını Huzeyfe'ye sormuştu. Hz. Ömer Huzeyfe'yi cenaze namazlarında takip ediyor, Huzeyfe ölen kişinin cenaze namazını kılınca Hz. Ömer de kılıyor, kılmadığı takdirde o da kılmıyordu.
Bu müşkülü kaldırmak için şöyle dememiz mümkündür: Bu, Hz. Ömer'in dininin kemâlâtına işaret eden çok büyük bir hassasiyettir[140] Çünkü onun imanı hakkında şüphe ettiğini söylememiz mümkün değildir. Zira o, kendisinin mümin olduğunu hakke'l-yakîn bilmekteydi. Ayrica sâdık-ı ma'sûm olan zatın diliyle cennetle müjdelenen on sahâbîden | birisidir.[141]
Münakaşa açısından, bazı münafıkların belli olmadığını, bunları sadece Huzeyfe'nin bildiğini kabul etsek bile, böyle bir durumda dahi Kur'ân-ı Kerîm ve sünnet-i nebeviyye münafıkların vasıflarını bizlere açıklamaktadır. Hadis rivayetiyle bilinen sahâbîler üzerine bu sıfatları tatbik ettiğimizde (onların bu sıfatlara ne kadar uzak olduklarına) kolayca hüküm verebiliriz. Çünkü sahabeyi anlatan kitaplarda geçen bu maksada yönelik bilgiler yeterlidir. Buradan bizlere aşikar olmaktadır ki; Ebû Reyye'nin "Hazrec ve Evs kabilelerindeki münafıkların isimlerini Öğrenmek İsteyen kimse Ensâbu'l-Eşrâf kitabının birinci cildine baksın. Tam on sayfa, 274'den 283'e kadar bunların İsimleriyle doludur"[142] sözünden anlaşılanın hilafına, münafıklar çok değildiler.
a) Vakıada, onun bu sözü sadece bir saptırmadır. Çünkü sözüne bakılırsa, 500'den aşağı İnsan İsmi geçmediği sanılır. Zira matbu bir kitabın on sayfası takriben 250 satır ihtiva etmektedir. Her satırda iki isim geçse bu durumda zikri geçen zevatın sayısı 500 civarında olur. Oysa el-Belâzurî'nin (279/893) zikrettiği münafık sayısı 40 civarındadır. Medine'de kırk, elli veya yüz tane[143] münafık olduğunda, bunlann sahabenin gölgesi altında gizlenmesi mümkün olabilir miydi? Hele de sahabe nezdinde münafıkların sıfatları bilindikten sonra.
b) İkinci olarak: Münafıkların bu sıfatlarını binlerce ve yüzlerce hadis rivayet etmiş olan en çok rivayet eden sahâbîlere tatbik edelim.[144] Bunlar şu kimselerdir:
Ebû Hureyre, 5374 hadis rivayet etmiştir. İbn Ömer, 2630 hadis rivayet etmiştir.
Enes b. Mâlik, 2286 hadis rivayet etmiştir. l1^ r.
A işe, 2210 hadis rivayet etmiştir.
İbn Abbas, 1660 hadis rivayet etmiştir.
Câbir b. Abdillah, 1540 hadis rivayet etmiştir.
Ebu Saîd el~Hudrî, 1170 hadis rivayet etmiştir.
İbn Mes'ûd, 848 hadis rivayet etmiştir.
Abdullah b. Amr, 700 hadis rivayet etmiştir.
Ömer b. el-Hattâb, 535 hadis rivayet etmiştir.
Ali b. Ebi Tâtib, 536 hadis rivayet etmiştir.
Ummu Seleme, 378 hadis rivayet etmiştir. . Ebû Mûsâ el-Eş'arî, 360 hadis rivayet etmiştir. ! el-Berâ b. Âzib, 305 hadis rivayet etmiştir. ';,. Ebû Zer el-Ğifârî, 281 hadis rivayet etmiştir.[145]
Bu sahâbîlerin hayat hikayeleri, yaşamlarının anlatıldığı kitaplarda; mufassal olarak bulunmaktadır. Dileyen bunlara göz atıp münafıkların sıfatlarını onlar üzerine tatbik etsin ancak, bu sıfatların o insanlara ke-j sinlikle uymadığını görecektir. Çünkü bu ravilerin büyük ekseriyeti mu-hacirîndendir. Nifak ise Medineli ve diğer Araplardan az bir toplulukta söz konusu olmuştur. Yukarıda zikredilenler ise Rasûlullah'tan sonra* dinlerinden irtidat edip onun yolundan sapmamışlardır ki "senden sonra onların neler icad ettiklerini bilmiyorsun" hadisi delil getirilsin.[146]
Bu açıklamalardan sonra; bu delille sahabenin içinde münafıklar var diye ashabı ta'n etmeye atılanlar, Allah Teâlâ'nın kitabında onların nasıl bir hayat sürmüş olduklarını niçin okumamaktadırlar? Zira kitap kesinlikle batıl birşey zikretmez. Biz sahabeyi öven, onlan medheden, Allah'ın onlardan razı olduğunu beyan eden sarih ve açık Kur'ânî ayetleri daha önce zikretmiştik. [147]
İlave ediyor ve diyoruz ki: Hiç şüphe yok ki, Rasûlullah hayattayken, özellikle de Medine devrinde, münafıklardan bir grup mevcut idi. Şimdi münafıktan diğerlerinden ayırt etmenin mümkün olmadığını farz edelim. Durum böyle olsa bile; münafıklara dünyada, -gerek lehlerine ve gerekse aleyhlerine olsun- müminlere uygulanan hükümler uygulanmaktadır:
Münafıkların yahudilerden ve hristiyanlardan kötü oldukları ve cehennemin en alt tabakasında olacakları şüphe götürmeyen hususlardandır. Bununla beraber, yahudilerc, hristiyanlara ve müşriklere haram kılındığı gibi onlara müsiüman hanımların verilmesi haram kılınmamıştır. Keza Nebî "müsiüman kafirs mirasçı olmaz"[148] buyurmasına rağmen, bunların müsiüman çocukları münafık babalarına mirasçı olurlar. İşte burada şu ortaya çıkmaktadır: Bu kimseler, hüküm açısından dünyada müsiüman olarak kabul edilmektedir. Burada iki noktayı daha ilave etmek istiyoruz:
a) Kanunlar yapılırken, nizamlar düzenlenirken, sıfıra yakın derecedeki sorunlara bakılmaz. Eğer bir toplumda polis ve zabıta teşkilatı bulunmamasına rağmen, az suç işleniyor, nüfusu beş milyon olan bir toplumda hırsızlık senede bir kere meydana geliyorsa, böyle bir durumda sırf hırsızlığı önlemek için binlerce polisi görevlendirmeye gerek yoktur.
Keza, yüzölçümü milyonlarca metrekare olan fakat üzerinde az bir insan topluluğunun yaşadığı ve sınırlı sayıda arabanın bu kadar geniş alan üzerinde bulunduğu bir üikede, otoların geçiş trafiğini aydınlatma ve levha işaretleriyle düzenlemek akıl zayıflıgmdandır.
Fabrikaları bulunmayan, toprakları geniş bir ülkeye birisi fabrika kurmayı düşünse, bizim bu insandan Amerikan nizamnamesindeki şartlara uymasını isteyip fiyatı çok yüksek, havayı kirletmeyecek özel makinala-rı kurmasını istememiz de, aynı şekilde akıl zafiyetindendir. Bildiğimiz gibi, böyle bir şartı koşmak ilerlemiş sanayi toplumları için zaruri ve hayati gerekliliktir. Çünkü fabrikalar havayı kirletmeleri ile tüm beşer hayatını tehdit etmektedirler.
Peki bunun manası şu mudur: Amerika'da bulunan fabrika havayı kirletir ama, aynı fabrika Afrika kıtasında bulunduğu zaman havayı kirletmez. Bu sorunun cevabı, hayırdır. Havanın kirlenmesi her iki bölgede de aynıdır ancak, bir yerde hayatı tehdit ederken diğer tarafta etkisi görülmez. Bu yüzden böylesine sert uygulamalara gidilmez, çünkü bu, meseleyi çözmekten ziyade sorun çıkarır.
Buna göre, müminler topluluğu olan sahabenin içinde münafıklar var olsa bile bunların sayısı diğerlerine oranla çok az idi. Çünkü mümin olan sahâbîlerin sayısı onbinlerce hatta yüzbinlerce hatta daha da fazla idi. Bu sebeple, kaideleri koyarken münafıkların bulunuşunu göz önünde bulundurmayı, rivayetlerin naklinde tüm sahabenin adaletinde şüphe uyandırmayı ve onları ta'n etmeyi gerektiren bir sebep yoktur.
Aynı gerekçe bazı özel hatalar ve sürçmeler için de söylenebilir. Çünkü bu tür olaylar az olup yüzde bir seviyesine bile varmamaktadır. Böyle cüz'î hadiseler hesaba bile katılmaz. Nitekim selef "az, yok hükmündedir" demiştir. Zira, ashabın takva ve salah üzere bulunduğu, konuşmalarının doğru olduğu konusunda galebe-İ zan hasıl olmuştur. Ve burada bize gerekli olan, bu meseleye yaşanan hayat gözlüğüyle bakmaktır.
b) İslam, hayalde vehimler dünyasında yaşayan felsefî, aklî bir din değildir. Bilakis, hayatla tam içice, yaşanan amelî bir dindir. Bundan dolayı da, sadece akidede tam yakîn ister: Tevhid, risalet, ahirete iman ve diğer inanca taalluk eden hususlar gibi. Akideye taalluk eden hususlarda durum böyleyken, hayatın diğer veçhelerinde zann-ı galip yeterli olur. Esasında, işlevini zann-ı galible yürüten sadece İslam değildir, bilakis dünyanın tamamı bu kaide üzerinde durmaktadır. Çünkü bizler her-şeyde yakîni ve yakînle hareket etmeyi istersek, güven duygumuzu hatta hayatın tadını bile kaybederiz.
Bunu izah için meseleyi açalım: Çocuklar babalarına nisbet edilmektedir. İnsanlar da hanımlarından doğan evlatlarını çocukları kabul etmektedirler. Fakat bizler bu meseleye sadece akıl zaviyesinden baktığımız zaman, falancanın filancanın babası olduğuna veya da filancanın falancanın oğlu olduğuna dair hangi aklî delile sahibiz acaba?
Eşlerden bazılarının hıyaneti mümkün değil midir? Zaten bunların mevcudiyeti bazan müşahede edilmektedir de.
Hemşirenin doğumevinde birinin çocuğunu diğerine vererek hata etmesi mümkün değil midir? Zira bu da nadiren olmaktadır.
Şimdi, az olan bu hadiseler sebebiyle, insanlar babaları, anneleri ve çocukları hakkında şüphe ederler mi? Biz sadece aklî ihtimali, az olan durumu bu meselelerde uygulamaya kalktığımız zaman, hayatın tadı hiç kalır mı?
Kişinin önüne konulan yemeğin temizliği hususunda şüphe etmesi mümkün değil midir? İçinde zehir bulunması ihtimali yok mudur? Çünkü bizler gazetelerde zehirlenme ve zehirle ölüm olaylarını .okumaktayız. Bu sebepten dolayı, her yiyecek ve içeceğin zehirli olduğunda şüphe etmemiz münasip olmaz mı? Zira yakînî olarak bunlarda zehir bulunmadığına dair bir bilgimiz yoktur. Böyle bir durumda bunlardan son derece uzak durmamız gerekir. Peki yemek içmekten kaçındığımızda birkaç gün sonra bizim akıbetimiz nice olur?
Tüccar, yıllara dayanan tecrübesi ışığında müşterisiyle alışverişte bulunur ve yazmadan, şahitler bulunmaksızın ona borçla mal verir. Çünkü onun nazarında müşterisi doğru ve emin bir kişidir. Müşterisinin böyle biri olduğunu, onlarca yıldır onunla yaptığı alışverişler göstermektedir. Fakat buna rağmen, mesela onlarca yıl dürüst alışveriş yaptıktan sonra aklen müşterinin yalan söylemesi mümkündür. Peki bu aklî -bilakis çok az söz konusu olan- ihtimal sebebiyle, biz insanların tamamı hakkında şüphe edip onlarla sadece kaydederek ve şahitlere dayalı olarak mı alışverişte bulunuruz? Biz bunu, -alimler bir tarafa- akıllı insanların dahi uygun göreceği birşey olacağına İnanmıyoruz.
Buradan ortaya çıkmaktadır ki, bizler menfi veya müspet, zann-ı galibin oluşmasının ışığı altında muamele yapıp tasarrufta bulunuyoruz. Oysa zann-ı galibin oluşturduğu bilginin hilafına bir durum olması aklen ihtimal dahilindedir.
Sadık ve sağlam olan ravinin, herhangi bir hadisin rivayetinde hata ettiği bizim nezdimizde kati olarak sabit olduğunda, -tüm sika ravilerin rivayetleri bir tarafa- bu durum, onun diğer tüm rivayetleri hakkında şüphe etmeyi gerektirmez. Çünkü bizlerin bu rivayetlerin tamamını atmamız hayatın kanunlarına terstir. Eğer biz, 'bazı raviler ile rivayetleri hakkında şüphe söz konusu olduğundan, aynı şüphe diğer tüm raviler ve rivayetleri için de söz konusu. Bu yüzden rivayetlere güvenemeyiz' dersek, hiç şüphe yok ki bu aklî bir ihtimaldir, sadece aklî bir neticedir ama bir sebep veya bağla hakikat dünyasına İnmemektedir.
Buna göre, Nebî'nin kasdettiğini anlamakta veya rivayeti doğru olarak ezberleyip korumakta hata etmesinin mümkün oluşuna dayanarak, herhangi bir sahâbî bir hadisi tek başına rivayet ettiğinde, bu bir karışıklığa, -ta'n etmek bir tarafa- onun hakkında şüphe etmeye sebebiyet vermez.
Hadis bu menfi zaviyeden değerlendirilmez, bilakis bizler asıl olan durumu göz önüne alırız. O da, rivayetin doğru olduğudur. Eğer herhangi bir hadisde hata ortaya çıkarsa, bu hadis terk edilir ancak, bu rivayet sebebiyle aynı sahâbînin ta'n edilmesine müsamaha göstermeyiz.
Daha önce açıklamıştık; sahabede bulunan durum, terbiye, dini koruma ve hassasiyet hali, bundan daha önemlisi Latif ve Habîr olan beşerin yaratıcısı Allah Teâlâ'nm onların âdil olduklarım belirtmesi, keza hem sözlü hem de amelî olarak Nebî'nin onları âdil göstermesi, ashabı diğer ravilerden daha yüksek bir konuma koymaktadır. Bu sebeple, diğer raviler onlara kıyas edilmez. Bilakis, diğer raviler yani sahabe dışındakiler araştırmaya ve tedkîke muhtaçtırlar. Âdil oldukları sabit olup, zabtları ispat edildiği takdirde rivayetleri kabul edilir. Zira rivayetin kabulünde ölçü, âdil olmak ve zabtın sağlam olmasıdır. Aslî beraat olan müsiümanlık ve fasıklıktan uzaklık yeterli değildir; nakledenin ayrıca âdil ve zabit olması gerekir.[149]
İbn Hacer (852/1448) şöyle der: "Âdil, zabtı tam ravilerin birbirlerinden rivayet ettikleri, senedi muttasıl olan, muallel ve şaz olmayan ahad haberler sahîh li zâtihîdir."[150] "Zabt düşük olursa bu hasen li zâti-hîdir."[151]
Buna göre, bu iki şartın mutlaka ravilerde bulunması gerekir. Allah'a hamd olsun ki, bunlar sahabede vardır. Sahabeden sonrakilerden veya onlar dışındaki ravilerden, rivayetinin kabul edilmesi murad edilen her kişide,[152] bu iki şartın mevcudiyetinin İspatı gerekir. [153]
Birisi şöyle demişti: "Sen nasıl olur da sahabenin âdil olduğunu iddia edersin. Onların İçinde müminlerin annesi Hz. Âişe'ye (ra) İftira eden var. İftira eden ise dört şahid getirmezse Kur'ân nassıyla fasıktır. Öyleyse sahabeden iftira edenler fasıktır, adaletleri kalkar. Buna göre sahabenin tamamının âdil olduğunu söylemek mümkün olmamaktadır."
Bu kimsenin sözünü reddetmek için deriz ki:
Allah Teâlâ iftira edenlerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Namuslu kadınlara zina İsnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahid getiremeyenlere seksener celde vurun ve artık onların şahitligini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkârdırlar. Ancak bundan sonra tövbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir."[154]
Allah Teâlâ bu ayette, söylediği şeyin doğru olduğuna delil getiremeyene üç hükmü gerekli kılmıştır:
a) 80 celde vurulması
b) Şahitliğinin ebedi olarak reddi
c) Fasık olduğu, Allah katında ve insanlar nezdinde âdil olmadığı
Allah Teâlâ bu hükümlerden sonra şöyle buyurmaktadır: "Anca'k bundan sonra tövbe edip ıslah olanlar müstesnadır."
Alimler, bu istisna hususunda ihtilaf etmişlerdir: İstisna sadece son cümleye mi dönmektedir? (Tövbe kişinin sadece fasıklığını mı kaldırmakta, tövbe etse bile şehadeti ebedi olarak kabul edilmemeye devam etmekte midir?) Yoksa ikinci ve üçüncü cümleye mi dönmektedir? (Tövbe ile şahitliği kabul edilip fasıklığı kalkar mı?)
Celde vurulmasına gelince; kişi tövbe de etse, ithamında ısrar da etse, bu olup bitmiş, geçmiş bir olaydır. Bu sebeple, ihtilafsız olarak, cel-denin sonrası için bir hükmü yoktur. İmam Malik (179/795), eş-Şâfiî (204/819) ile Ahmed b. Hanbel (241/855), tövbe ettiğinde kişinin şahitliğinin kabul edileceğini ve fasıklık hükmünün kalkacağını benimsemişlerdir. Saîd ibnu'l-Museyyeb (93/712) ve seleften bir grup ta böyle söylemişlerdir.
İmam Ebû Hanîfe (150/767) ise şöyle demiştir: "İstisna sadece son cümleye dönmektedir. Tövbe ile kişinin {aşıklığı kalkar ve ebedi olarak şahidliğinin kabul edilmemesi bakî kalır." Şureyh, İbrahim en-Nehaî, İbn Cubeyr, Mekhûl, Abdurrahman b. Zeyd b. Câbir bu görüştedirler.
eş-Şa'bî ve ed-Dahhâk da şöyle demişlerdir: "Tövbe etse dahi, bu kimsenin şahitliği kabul edilmez. Ancak iftira ettiğini itiraf ederse, bu durumda şahitliği kabul edilir. Yine de en iyisini Allah bilir."[155]
Öyleyse, ümmetin fakihlerinin çoğu, iftira edenin tövbe etmesinden sonra şahitliğinin kabul edileceğinde ittifak etmişlerdir. Muhaddislerin uygulamaları da, iftira edenin şahitliğinin tövbe ettikten sonra kabul edileceğini göstermektedir. Çünkü onlar Hassan b. Sâbit'in[156], Hamne bnt. Cahş'ın[157] rivayetlerini kabul etmişler ve bunları kitaplarına almışlardır.
Bundan daha da önemlisi, Efendimiz Ömer'in uygulaması bu görüşün doğruluğuna işaret etmektedir. Çünkü kendisi Hassan b. Sâbit'in mescidde şiir okumasına itiraz edince, Hassan ona şöyle demişti: "Mes-cidde sizden daha hayırlısı varken de ben şiir okuyordum."[158] Bunun üzerine Hz. Ömer susmuştu.
Düşünce ufku dar birinin "bunların tövbe ettiklerini nereden tesbit ediyorsun" diye soruvermesi mümkündür.
Bu kimsenin sorusuna cevap sadedinde deriz ki: Bu iftira hadisesine katılmış olanlardan herhangi birisi tövbe etmemişse İslam dairesinden çıkmıştır. Çünkü Sıddîk kızı Sıddîka Âişe'nin bu iftiradan beri olduğu, Alîm ve Habîr olan Allah katından gelmiştir. Kim bunun hilafını teveh-hüm ederse, Kur'ân-ı Kerim hakkında şüphe etmiş olur. Sahabede böyle bir durumun bulunması ise mümkün değildir. [159]
a) "... İbn Abbas'tan (ra): Rasûlullah (a.s) "sizler (kabirlerden) yalın ayak, vücudunuz çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunacaksımz" buyurduktan sonra şu ayet-i celileyi okudu: '(Mahlukatı) ilk yaratmaya başladığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- tekrar var edeceğiz.'[160] (Rasûlullah sözüne şöyle devam etti:) Kıyamet gününde ilk giydirilecek kişi İbrahim'dir. Daha sonra ashabımdan bir grup sağa sola alınıp götürülecekler. Ben bu durum karşısında 'onlar benim ashabım' diyeceğim. Bana 'senin ayrılışından itibaren bunlar gerisin geri dönüp mürted olmuşlardır' denilecektir. Bunun üzerine ben de salih kul İsa b. Meryem'in dediği gibi diyeceğim: 'Aralarında bulunduğum müddet, üzerlerine gözcü idim. Ne zaman ki beni içlerinden aldın, üzerlerine gözetleyici yalnız sen kaldın. Zaten sen herşeye şahidsin.'[161]
Muhammed b. Yusuf el~Firebri der ki: Ebu Abdillah vasıtasıyla Ka-bîsa'nın şöyle dediği aktarılmıştır: Burada kastedilenler Ebubekr (ra) döneminde irtidad edenlerdir. Ebubekr (ra) bunlarla savaşmıştır."[162]
b) "...Enes b. Malik'ten: Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: "(Kıyamette) ashabımdan bir grup insan (havuzun başında) benim yanıma gelecekler. Onları tanıyacağım ama alınıp götürülecekler. Ben bu durum karşısında 'onlar benim ashabım' diyeceğim. Allah Teâlâ da şöyle buyuracaktır: 'Senden sonra onların neler icad ettiklerini bilmiyorsun."[163]
c) "...Ebu Hureyre'den... Rasûlulİah (a.s) şöyle buyurdular: "Dikkat edin. Bazı insanlar havuzumun başından, yolunu kaybetmiş develerin kovulduğu gibi kovulacaklar. Ben onlara 'hey! Buraya gelin' diye bağıracağım ancak, bana şöyle söylenecek: 'Onlar senden sonra (dinlerinde) değişiklik yaptılar.' (Bunu duyunca, "benden sonra başka yola sapan) uzak olsun, ırak olsun diyeceğim."[164]
d) "...Ebu Hureyre'den... Rasûlulİah şöyle buyurdular: "Kıyamet günü ashabımdan bir grup bana gelirler ancak havuzdan uzaklaştırılırlar. Bunun üzerine ben, 'ya rabbi! Onlar benim ashabım' derim. Allah ta şöyle buyurur: 'Onların senden sonra neler icad ettiklerini bilmiyorsun, onlar gerisin geri irtidad ederek döndüler."[165]
Hiç şüphe yok ki, hadis mutevatirdir ancak bazı insanların havuzdan uzaklaştırılmasıyla kastedilenler Rasûluilah'ın vefatından sonra İslam'dan irtidad edenlerdir. Nitekim durumun böyle olduğu, rivayetlerin birkaçında açıkça ifade edilmiştir. Biz bunların bir kısmını burada naklettik. Yukarıda el-Firebrî'den naklettiğimiz gibi ümmetin alimlerinin anladığı da budur.[166]
Usûl alimleri sahâbînin tarifini yapmışlardır. Hiçbir tanesi İslam'dan irtidad edenleri sahabeden saymamıştır. Mesela İbn Hacer sahâbî tarifinde şöyle demiştir: "En sahih olan görüşe göre sahâbî: Nebî ile mümin olarak karşılaşan ve araya irtidad dönemi girse bile mümin olarak vefat eden kimsedir." İbn Hacer buna delil olarak el-Eş'as b. Kays'ın ir-tidadmı ve Hz. Ebubekr döneminde tekrardan İslam'a dönüşünü zikretmiştir. Hz. Ebubekr onun İslam'a dönüşünü kabul etmiş ve kız kardeşiyle evlendirmişti.[167]
Öyleyse, buradaki mezkur acıklı haber, Rasûluilah'ın zamanında müslüman olup, ona sahâbî olmakla şereflenen ve mürted olarak ölenler içindir.[168] Buna göre, müslüman olarak ölenlerin adaletine ta'n etmek, onların dinleri, adaleti, sahâbîlikleri hususunda şüphe uyandırmak caiz olmaz. İnsan, ucuz-kıymetli herşeyini dinleri uğrunda feda eden sahabenin müslümanlığı hususunda şüpheye düşerse, kendisinin müsiü-manlığma nasıl sağlam itikad edecek?
İşin bu tarafı böyle. Başka bir açıdan bakıldığında, bir insanın müs-lümanhğına hükmetmek zahire göredir. Nitekim Rasûlulİah da sakındırmasına ve acıklı durumu haber vermesine rağmen, onları 'ashabımdan bir grup', 'ashabımdan bir topluluk', 'ashabımdan bir grup insan' diye vasıflandırıp, ashabım diye isimlendirmekte, zahire göre hüküm vermektedir. Rasûlulİah zahire göre hüküm verdiğine, hükmünü batma göre bina etmediğine göre, hadisçilerin sahabenin tamamını âdil kabul etmeleri ne diye tenkit edilmektedir? Halbuki onlar bu hususta Rasûluilah'ın uygulamasını esas almaktadırlar. [169]
Kur'ân-ı Kerîm'de el-Munafikûn adıyla bir sûre ve münafıklarla İlgili başka ayetlerin bulunması sebebiyle, cumhurun sahabenin tamamını âdil kabul etmesi tenkit edilemez. Çünkü aynı Kur'ân'da sahabenin tamamını medh eden pekçok ayet te vardır. Bu yüzden münafıkların günahları sebebiyle sahâbîler muaheze edilemez. Allah onların hepsinden razı olsun. [170]
Sahabe birbirini tekfir ediyor veya yalanlıyor muydu?
Ashabın birbirlerini tekfir ettiklerine dair bir tek sahih rivayet yoktur. Ancak bazısı, aralarında husumet olduğunda nifak kelimesini kullanmış ve 'sen münafıksın' demiştir. Ama bu kelimeyi kızgınlığın neden olduğu galeyanla söylemişlerdir, yoksa töhmet kasdıyla muhataba yöneltilmiş bir ifade değildir.
Hem bu ferdi bir hadisedir. Aynı hadisenin, çok kez meydana geldiğine delil olarak kullanılıp umuma teşmil edilmesi hiçbir şekilde doğru olmaz.
Dediğimiz gibi, sahabe birbirlerini yalanlamıyordu. Bu ifadenin içinde bulunduğu rivayetlerin çoğu sabit değildir. Nitekim Enes b. Mâlik el-Ensârî de (93/717) şöyle demişti: "Birbirimize yalan söylemiyor-duk."[171]
Evet, müminlerin annesi Hz. Âişe Ebu'd-Derdâ'yı yalanlamıştı. Ebu'd-Derdâ "sabah vaktine giren kimse için artık vitir yoktur" diye sohbet ettiğinde, Hz. Âişe, "Ebu'd-Derdâ yalan söyledi. Nebî sabahlıyor ve vitri de kılıyordu" demişti.[172] Buradaki yalan hata manasındadır. Eğer buradaki yalan ifadesini ilk akla gelen anlamında alırsak, bu durumda mana doğru olmamaktadır. Çünkü, burada Ebu'd-Derdâ'yı yalanlayacak bir yön yoktur. Zira bu, onun kendi şahsi görüşü veya fetvası idi. Görüşler ve fetvalar ise, yalanlanmaz ancak hatalı kabul edilir.[173]
Bu durumda şöyle dememiz mümkün olmaktadır: Sahabe birbirlerini yalanlamıyordu.
Sahabeden bir kısmı hata edip şarap içmiş veya büyük günah işlemiş hatta sahabeden iki grup arasında savaş dahi olmuştur.[174] Buna rağmen, aralarındaki problemlerde dahi hadis uydurdukları sabit- olmamıştır. Nitekim Ali b. Ebî Tâlib (40/660) şöyle diyordu:
"Sizlere Rasûlullah'tan bir hadis aktardığımda, ona yalan isnad etmektense gökten yere çakılmayı tercih ederim. Başka bir kimsenin sözünü aktardığımda ise (bunu yapabilirim), çünkü ben bir savaşçıyım. Savaş ise hileden ibarettir..."[175]
Hz. Ali'nin karşısında bir ordu görüyoruz. Fakat o, bu zamanda bile Nebî'ye yalan isnad etmiyor, sadece hadisi tevil ediyor (ve karşısındaki-leri düşman olarak değerlendiriyor. Nitekim aynı durum şu rivayette de görülmektedir).
"... Tâvûs'dan, o Ebubekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan, o da babasından; şöyle demiştir: Ammâr b. Yâsir öldürülünce, Amr b. Hazm, Amr b. el-Âs'ın (42/662) yanına girdi ve şöyle dedi: 'Ammâr öldürüldü. Oysa Rasûlullah bu hususta şöyle buyurmuştu: Onu asi bir topluluk öldürecek.' Amr b. el-Âs korkup titreyerek ayağa fırladı ve Muâvi-ye'nin (60/680) huzuruna girdi. Muâviye ona 'neyin var?' diye sorunca, 'Ammâr öldürüldü' dedi. Muaviye de: 'öldürülmüşse ne olmuş yani' deyince, Amr şöyle dedi: 'Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu işitmiştim: Onu asi bir topluluk öldürecek.' Bunun üzerine Muâviye ona şunu söyledi: 'Bevl ettiğin yerde kaydın.[176] Onu biz mi öldürdük. Ali ve arkadaşları öldürdüler. Getirip mızraklarımızın -veya kılıçlarımızın- önüne attılar."[177]
Burada Muâviye'nin (ra) yalan söylemediğini keza yalanlamadığını ancak hadisi tevil ettiğini görmekteyiz. Bundan dolayıdır ki, sahabenin hepsi, müslümanların hem alimleri hem de avamı olmak üzere tümü nezdinde âdildir. Bu sebepledir ki, kendilerinin medhedildiği hadisleri bazı sahâbîler rivayet ettiğinde, insanlar rivayetlerini kabul etmişlerdir.[178]
Bazı doğru yoldan sapmış fırkaların sahabeyi, özellikle de el-Velîd b. Ukbe'yi, Abdullah b. Ebî Serh'i, Muaviye b. Ebî Sufyân'ı ve başkalarını ta'n ettiklerini görmekteyiz. Çok ilginçtir, bu kimselerce rivayet edilen ve içlerinde kendilerinin medh edildiği sahih ve sabit hadisler bulamıyoruz. Eğer bu kimseler yalancı olsaydı, hadisler uydururlar, hadisçiler de kendilerinden bunları rivayet ederdi. Çünkü onların nazarında bu kimseler sahabedendir ve âdildirler.[179] Bu kimselerce içlerinde kendilerinin övüldüğü sahih ve sabit rivayet bulunmaması, onların sâdık olduklarının bir başka delilidir. [180]
Sahabenin adaleti ve bunun beşer tabiatına aykırı olduğu iddiası. [181]
Sahabenin tamamının âdil sayılmasının beşer tabiatına aykırı olduğu ve bu sebeple bu yaklaşımın kabul edilmesinin mümkün olmadığı iddiasının yaşanan hayatta dayandığı bir mesned yoktur. Bilakis, bu iddia beşer tabiatına terstir. Çünkü bu görüşü iddia edenler, terbiyenin insan nefsindeki tesirini tamamen bilmez görünmektedirler. Ayrıca, dini müdafaa hassasiyetinin etkisini ve bunun nefsin güzelleşmesindeki nüfuzunu görmezlikten gelmektedirler. Oysa, beşer tabiatı donuk, kalıpları belli ve hiçbir tarafa meyi etmez birşey değildir ki. Bilakis biz insan tabiatını şöyle görüyoruz: Sağlam bir imanın etkisine girip, tevhid akidesini ruhuna sindirdiğinde yücelir ve meleklere yaklaşır, tüm rezilliklerden vareste olur. İnsan nefsi alçaklaşır ve kirlenirse, bu sefer, aralarında fazla mesafe yokmuşçasına şeytana yakın olur. Bununla ilgili bazı misaller zikretmemiz mümkündür:
Şehvet duygusu insanın tabiatında vardır. Allah Teâlâ'nın Hz. Adem'den peygamberimiz Hz. Muhammed'e (a.s) kadar koymuş olduğu şeriat, evlenme yani iki karşı cinsi bir araya getirmedir. Bazan bu ev-lililiğin sonu boşanma olur. Hristiyanlık eşin hıyaneti dışında boşanmaya müsade etmezken, İslam dini boşanmaya izin vermiştir. Buna rağmen 1930 yılında İngiltere'deki boşanma oranı binde onbirdir. Bu rakam 1960 yılında binde yetmişe çıkmıştır. Aynı dönemde bu rakam Amerika'da binde üçyüzotuzlara ulaşmaktadır.[182] Fransa'da ise şimdiki miktar binde ikiyüze varmıştır. Şimdi bizler, bu ülkelerdeki beşer tabiatının meylini öğrenmek iste diğimizde, birbirlerinden ayrılan eşlerin boşanma oranını tüm beşer tabiatı için ölçü almamız uygun olur mu? Kanımızca bu açık bir hata olur. Öyleyse "beşer (insan) tabiatı" ifadesi elastikî bir ifadedir. Bu sebeple, bir ülkedeki toplum şartlarını diğer bir ülkeye, bir zamandan başka bir zamana, böyle basit şekilde kıyas etmek uygun olmaz.[183]
Buradan ortaya çıkmaktadır ki; sahabeyi başkalarına kıyas etmek veya bunun tersini yapmak doğru olmaz. Çünkü Allah Subhânehu ve Te-âlâ onları temize çıkarmış ve Peygamber'ine ashab olarak seçmiştir ki, vefatından sonra emaneti alıp yerine getirsinler diye. [184]
Burada geriye başka bir problem kaldı. O da, yanılma ve unutmanın beşer tabiatının özelliklerinden olması. Bizler sahabenin tamamını âdil kabul ettiğimizde onları beşer mertebesinden yukarı çıkarmış, onlardan yanılma ve unutmayı kaldırmış oluruz.
Bunu reddetmek için şöyle deriz:
a) Sahabe beşerdir, onlar da diğer insanlar gibi yanılma ve unutmaya maruzdurlar. Adil kabul edilmeleri, yanılma ve unutmalarının imkân dahilinde olduğunu kabul etmemek anlamına gelmez.[185]
b) Onlar Nebî ile beraber yaşadılar, olaylara şahid oldular, kendi gözleriyle gördüler. Gördükleri hafızalarına yerleşti. Daha sonra gördüklerini amelî olarak tatbikata döktüler ve sünnet-i nebeviyyenin doğru bir sureti (bir nevî kopyası) oldular. Bu meziyet, başkalarında böylesine topluca birarada bulunmamıştır. Buna rağmen onlar, Rasûlullah hayatteyken de vefat ettikten sonra da biraraya geldiklerinde, Rasûlullah'm meclisinde geçen hususları birbirleriyle müzâkere ediyorlardı.[186] Bazıları ise, Kur'ân virdini okur gibi kendi kendine tekrarlayıp aklında tutardı.[187] Buna şunu da ilave edebilirsin: Onlar hadis rivayetinde ihtiyatlı davranıyorlar, bir hadisin sıhhati hususunda şüphe ettiklerinde rivayetten kaçınıyorlardı. Aynı zamanda birbirlerini hadislerde ziyade ve noksanlıkta bulunmaktan sakındırıyorlardı. [188]
a) Suheyb şöyle diyordu: "Gelin, size gazvelerimizden bahsedeyim. Ama size 'gelin, Rasûlullah şöyle buyurmuştur' demem."[189]
b) Mucâhid şöyle demiştir: "İbn Ömer ile Medine'ye kadar arkadaşlık ettim. Bana Rasûluilah'tan sadece şu hadisi aktardı: Bizler Nebî'nin yanında idik..."[190]
c) Abdullah b. ez-Zubeyr babasına, "falan ve filanın Rasûluilah'tan hadis rivayet ettiği gibi senden rivayet duymuyorum" deyince, babası ona şu cevabı verdi: "Ben Rasûluilah'tan hiç ayrılmadım fakat, onun şöyle dediğini işittim: 'Kim benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın."[191]
d) İbn Ebî Leylâ anlatıyor: "Zeyd b. Erkam'a geldiğimizde, 'bize Rasûluilah'tan rivayet et' diyorduk. O ise şunu söylüyordu: Bizler yaşlandık ve unuttuk. Rasûluilah'tan hadis rivayet etmek ağır bir iştir."[192]
e) Enes diyor ki: "Nebi'nin şöyle buyurmuş olması, beni sizlere çok hadis rivayet etmekten alıkoyuyor: Kim kasten benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın."[193]
f) Semure şöyle demiştir: "Benim Rasûluilah'tan işitmiş olduğum pekçok hadisi sizlere anlatmamı, daha çok bilenlerin burada bulunması engelliyor. Ondan işittiklerimi ezberlerken delikanlılık dönemlerimdey-dim."[194]
g) Şurahbîl b. es-Simt, Ka'b'a "ya Ka'b b. Murre! Bize Rasûluilah'tan hadis rivayet et, ama dikkatli ol" demiştir.[195]
h) İmran b. Husayn hataya düşmemek için çok hadis rivayet etmekten kaçınıyordu.[196]
ı) Esîd b. Ebî Esîd annesinden nakleder: "Ebu Katâde'ye şöyle dedim: 'İnsanların rivayet ettikleri gibi, niçin sen de Rasûluilah'tan hadis rivayet etmiyorsun?' Ebu Katâde dedi ki: "Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim:[197] Kim benim adıma yalan uydurursa yan tarafı için cehennemde yaslanacak bir yer arasın..." [198]
Sahabenin yanılma ve unutma taraflarına gelince; münekkidler, sahabeyi tüm şeylerden selîm kılmamışlardır. Bilakis hata veya yanılmayı tesbît ettiklerinde buna dikkat çekmişlerdir.[199] Nitekim Hz. Âişe, sahabeden bir grubun rivayetlerinde yanıldıklarını ifade etmiştir:
a) Hz. Âişe, îbn Ömer'in, Nebî'nin umre yaptığı tarihler konusunda yanıldığını söylemiştir.[200]
en-Nevevî (676/1277) bu hususta şöyle demiştir: "İbn Ömer'in, Hz. Aişe'nin inkarı karşısında sükût etmesi, kendisinin meseleyi karıştırdığını veya unuttuğunu ya da şüphe ettiğini göstermektedir[201]
îbn Hacer de (852/1448) bununla delil getirerek şunu der: "Burada, masum olmadığından dolayı sahâbî için yanılma ve unutmanın olabileceğine delil vardır."[202]
b) Saîd ibnu'l-Museyyeb, İbn Ömer'in "Nebi Meymûne ile ihramda iken evlenmiştir" sözünde yanıldığını söylemiştir.[203]
c) ed~Dârekutnî Râfi' b. Amr el-Muzenî'nin şu sözünde yanıldığını belirtmiştir: "Rasûlullah'ı Mina'da bir katırın üzerinde hutbe irad ederken gördüm." Tüm insanlar Nebî'nin hutbesini dişi veya erkek deve üzerinde irad ettiğini rivayet etmişlerdir. ed-Dârekutnî sonra şöyle der: "Şimdi sahâbî bu sebeple zayıf mı kabul edilecek?"[204]
Buradan açıkça ortaya çıkmaktadır ki; sahabenin adaletine inanmak beşer tabiatına aykırılık arz etmez. Çünkü Nebî'nin (a.s) terbiyesi onlar üzerinde etkili olmuş, onlar bu terbiye ile hadisleri rivayet ederken tamamen ihtiyata sarılmışlardır. Sahabenin tamamını âdil kabul edenler, -tesbit edildiği takdirde- sahabenin hatalarını açıklamışlar ve pekçok sebepten dolayı, bu durumun onların adaleti üzerinde etkili olmayacağını kabul etmişlerdir.
d) Keza Müslim hayz bahsinde İsmail, Ebû Reyhâne, Sefîne tarikiyle rivayet eder...: "Rasûlullah bir sâ' ile gusleder, bir müd ile abdest alırdı."[205]
Ebû Reyhâne diyor ki: "Sefîne yaşlanmıştı, onun hadisine güvene-miyordum."[206]
Cerrahın hastayı masaya yatırıp üzerinde gerekli tedkikleri yapması gibi, bir insanın sözünü en güzel şekilde tahlil etmenin yolu, ağzından dökülmüş ifadeleri olduğu gibi incelemekten geçer. Sözler aynı şekilde gelmediği zaman, yapılacak yorumlar ve tahlillerin en azından bir kısmı yerini bulmayacak, böyle olunca da konuşanın aklına gelmemiş ihtimaller üzerinde münakaşalar ve açıklamalar yapılacaktır. Çoğu zaman kelâm sahibi, esas muradını izah imkanı bulamayacağı için de, sözü yorumların içerisinde kaybolup gidecektir.[207]
Bunu hem ferdî hem de toplumsal hayatımızda, özellikle de siyasî sahada tesbît etme imkanına sahibiz. Söylenen sözler kayda alınmadığı zaman, 'ben şunu demiştim', 'muradım şuydu gibi' savunmalarla insanlar kendilerini kurtarmaya, beri taraftakiler de 'şunu demiştin' diyerek sıkıştırmaya çalışırlar. Kendi aramızdaki konuşmalarda da aynı şeyi yakından müşahede edebiliriz. Bir ortamda söylenen söz, oradakilerce başkalarına aktarıldığında, söz çoğu zaman mecrasından çıkar, hatta ba-zan bambaşka birşey olur çıkar. Birisine büyük bir sevgiyle bağlanan in- _ sanların ifadelerinde sözü genişletme ve tefsir ederek ilavede bulunma çok görülür. Bu durum, dikkatsizlik yanında, dinleyenlerin o anki zihinsel durumları, kültür seviyeleri ile de bağlantılıdır.
Aynı durum, Hz. Peygamber'in ashabı ve sonraki raviler için de söz konusu olabilir mi? Hadisleri kendilerinden sonrakilere aktarmak amacıyla Rasûlullah'ı dinlememiş olan sahâbîler duydukları hadisleri olduğu gibi bizlere nakledebildiler mi? Cüz çalışmalarına karşın, ciddi tasnifatın ikinci asra doğru yapılmaya başlandığı göz önüne alındığında, aradaki süre zarfında Hz. Peygamber'in hadisleri dillerden dillere aktarılmak suretiyle ne derece safiyetini ve aslî durumunu muhafaza edebildi? Abartma olduğu belli olan hafızalarının son derece kuvvetli oluşu, hadisleri Rasûl'den öğrendikleri gibi nakletmek hususunda onları ne derece başarılı kılabildi veyahutta ashab beşerî ölçülerde olunabilecek kadar başarılı olduysa, kendilerinden sonrakiler için de aynı şeyi söylemek mümkün mü? Özellikle Arap olmayanlar ile rivayet için yeterli düzeye sahip olmayan raviler, hadisleri olduğu gibi aktarmada ne kadar başarılı olabildiler? Soruyu bir başka açıdan soracak olursak: Hassasiyet gösterilerek dikkatli olunmasına rağmen, beşer vasıflan herşeyi olduğu gibi ezberlemelerine imkan vermiş midir, değişiklik mutlaka söz konusu olmamış mıdır?
Bu ve benzeri sualler, Hz. Peygamber'in hadislerinin lafzen rivayet edilmemesinin ne tür problemler getirdiğine dair önümüze çıkan sorulardan birkaçıdır.
Bu sorulara cevap ararken, ashabın endişelerimizi uzaklaştırmada oldukça başarılı olduğunu söylemek durumundayız. Çünkü hadisleri ilk kaynağından almaları, hangi münasebetle söylendiğine şâhid olmaları, etraflarında kendilerini her an düzeltecek, onlar gibi birinci ağızdan işitmiş bir topluluğun varlığı ashab için bir avantaj idi. Ayrıca Hz. Peygamber'in, hadislerinin kendisini dinleyenler tarafından o anda bulunmayanlara aktarılmasını İstemesi[208], bunu yaparken olduğu gibi aktarılmasının üzerinde basa basa durması[209], emaneti hakkıyla bir sonraki kuşağa aktaranlara duada bulunması[210], kendisi adına yalandan şiddetle sakındırması[211] ve bu sakındırma sebebiyle "lafızları değiştirip te bu hüküm altına girer miyim"[212] korkusunun taşınması, sahabenin bu konuda hassasiyet göstermesini sağlayan en büyük âmillerdi.
Ashab duydukları hadisleri naklederek, duaya mazhar olmak ve dinin buyruklarını kendilerinden sonrakilere ulaştırmak istiyordu ancak, olduğu gibi nakletmemek te bir nevi Hz. Peygamber'in ağzından çıkan ifadelere sadık kalmamak olduğundan (bu da bir anlamda yalan sayılabileceğinden), onların bir kısmının hadis rivayeti hususunda oldukça temkinli davrandıklarını, azaptan korkup rivayetten kaçındıklarını görmekteyiz. Nitekim diğerleri gibi, Hz. Peygamberle beraber bulunan Talha'ya. Hz. Peygamber'den niçin az hadis rivayet ettiği sorulduğunda, şu cevabı vermişti: "Onlar gibi ben de Hz. Peygamberle birlikte oturdum. Onlar gibi Rasûlullah'ı ben de dinledim. Fakat ben onun, 'kim benim adıma...' buyurduğunu işitmiş biriyim."[213]
Az hadis rivayet etmiş olan İmrân b. Husayn'ın şu sözü, ashabın bir kısmının bu korkuyu taşıyarak rivayetten geri durduklarını göstermektedir: "Vallahi! İstesem Rasûlullah'tan iki gün peşpeşe hadis rivayet edebilirim. Fakat beni bundan alıkoyan sebep şudur: Rasûlullah'ın ashabından bazıları benim işittiğim gibi hadisleri işittiler, benim şahid olduğum gibi olaylara şahid oldular. Hadis rivayet ediyorlar ama aslında bunlar onların aktardığı gibi değildir..."[214]
Ashabın bir kısmı bu korkuyu taşıyarak hadis rivayetinden geri duruyordu ancak, geri kalanlar ümmeti aydınlatma sorumluluğunu kendilerinde görerek hadisleri aktarıyorlardı. Çünkü Rasûl hayatta değildi ve karşılaşılan meselelerde nasıl davrandığını ve ne buyurduğunu aktarmak mesuliyeti ashaba düşmekteydi. Bunu onlardan başka yapacak kimse de yoktu.
Ancak ne kadar dikkatli olurlarsa olsunlar, onlar da bizim gibi birer insan idiler. Bugün elimizde bulunan hadisleri bizlere aktaranlar sahâbî-ler idi. Hadisler onlardan sonraki kuşaklara geçtiğinde ise, beş ağızdan rivayet edilen hadis on ağızdan nakledilir hale gelmiş ve bu halkalar genişledikçe tabii olarak farklılıklar hatta zıtlıklar meydana gelmiştir. Öyle olmuştur ki, muhaddislerin bir hadisin elli altmış tarikini toplamasınla övündüğümüz durum, levhayı ters çevirdiğimizde birbiriyle aykırılıklar arz eden elli altmış rivayetle karşı karşıya bırakmıştır bizleri. Bunun böyle olmasının en büyük sebebi, hiç şüphesiz ki hadislerin ibadetlerde Kur'ân gibi kıraat edilmemesi[215], ravilerin büyük kısmının Arap olmaması, kalabalık bir bölümünün de hadisleri hakkıyla eda edecek kabiliyette olmamalarıydı.
Endişe verici gerçeği gören gerek fukaha ve gerekse muhaddisler, bu tür rivayetler karşısında nasıl bir tutum belirleyeceklerini tesbit etmeye çalışmışlar, bazıları böyle rivayetler kabul edilmez derken, çoğunluk kendi usûllerine göre aynı lafızlarla rivayet edilmemiş hadisleri kabulde bir takım kriterler koymak durumunda kalmışlardır. Filologlar ise, manayla rivayet edilmeleri sebebiyle hadislerle istişhad etmemişlerdir.
Şu bir gerçektir ki, bugün bizlerin elinde, Hz. Peygamber'in ağzından çıktığı haliyle muhafaza edilmiş bir tek hadis bulmak oldukça zordur. Birkaç kelimelik rivayetlere varıncaya kadar durum budur. 'Men kezebe' hadisi ile 'inneme'l-a'mâl' hadisi bunun örnekleridir. Birbirleriyle farklılık arz eden ve aynı hususu anlatan hadislerden bir tanesi Hz. Peygamber'e ait olabilir. Ancak tüm raviler hadisi aynı lafızla rivayet etmediklerinden ve hangisinin aslî durumu muhafaza ettiğini kesin olarak bilemediğimizden, böyle demek durumundayız. [216]
"Hadis metninin, salahiyetli şahıslar tarafından, mânâsı bozulmamak şartıyla, Resûlullah'ın (a.s) kullanmış olduğu lafızlardan başka lafızlarla ifade edilerek rivayet edilmesi"[217] manayla rivayet (muhteva rivayeti) olarak tarif edilmektedir.
Fiilî hadislerin farklı şekillerde nakledilmesi manayla rivayetin dışında kalmaktadır. Ravilerin bu tür rivayetlerde farklı ifadeler kullanmaları tabiîdir. Çünkü ashabtan herkes, görmüş olduğu durumu kendince anlattığı için, her ravinin İfadesi farklılık arz edecektir. Nitekim haccın ve namazın anlatıldığı hadislerde lafızların oldukça farklı olmasının sebebi budur. Bu yüzden manayla rivayet meselesi değerlendirilirken bu tür hadislerin buna dahil edilmemesi daha münasip düşer. Ancak olay anlatılırken Hz. Peygamber'in beyanlarına yer veriliyorsa, onlar da manayia rivayet içine girmektedir.[218]
Bunun yanında, cahil kimsenin manayla rivayetinin caiz olmadığı konusunda ihtilaf yoktur. Çünkü böyle birinin lafzı tersine çevirmiş olmasından emin olunmaz, zaten genel durumları da budur.[219]
Keza manayla rivayet meselesi, hadislerin kitaplarda toplanmasından öncesine ait bir durumdur. Hadisler kitaplarda toplandıktan sonra böyle birşey fiilen ortadan kalkmış olup,[220] bunları değiştirmenin caiz olmadığında ittifak vardır. [221]
Lafzî hadislerin manayla rivayet edilmesi, bazan aynı mevzunun Hz. Peygamber tarafından çeşitli defalar dile getirmesinden kaynaklanabildiği gibi, ravinin manayla rivayet etmesinden veya ravinin şahsından da kaynaklanabilmektedir. Bu hususlar ana başlıklarıyla şu şekilde sıralanabilir: [222]
Hz. Peygamber'in altmışüç yıllık ömründe her kelamı, her nasihati, her hükmü sadece birkez söylediği, benzer olaylarla karşılaşmadığı düşünülemez. O, günlük hayatını yaşarken, çarşıda pazarda karşılaştığı yanlışlıklara müdahele ederken, âdâb babında bazı hususları tavsiye ederken, miras, kati, iftira vb. konularda hüküm verirken sarfettiği ifadeler birbirlerine çok yakın olabileceği gibi birbirinin aynı da olabilmiştir, insanın, günlük hayatını yaşarken kullandığı kelimelerin sınırlı oluşu ve bazı şeylerin hergün tekerrür ettiği de hesap edilirse bu durum daha iyi anlaşılır.
Bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Hz. Peygamber'in çeşitli vesilelerle farklı ifadeler kullanmış olması mümkündür. Böyle bir durumla karşılaşılınca hepsini aynı olaymış gibi düşünmek yanlış olabilir. Nitekim Jbn Hazm (456/1064) mana bir olduktan sonra rivayetler arası farklılığın önemli olmadığını söyler ve bunu şu sebebe bağlar: "Hz. Peygamber in bir hadisi birkaç defa buyurduğu sabit olmuştur. Her insan kendi duyduğunu rivayet etmiştir. Bu da rivayetler hakkında şüphe uyandıracak bir husus değildir."[223] Misal:
a) Ebû Zer'den: Bir gece dışarı çıktığımda, baktım ki Rasûlullah kendi başına, yanında kimse bulunmaksızın yürüyor... Ben de bir müddet onunla beraber yürüdüm... Dedim ki: "Yâ Nebiyyallah! Allah beni senin yoluna kurban etsin! el-Harre (Medine'de siyah taşlı yer) tarafında kiminle konuştunuz? Oysa sana cevap veren kimseyi görmedim." Ra-sülullah şöyle buyurdu: "O Cibril'di. el-Harre tarafında bana geldi ve şöyle dedi: 'Ümmetini müjdele: Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölen kimse cennete girecektir..."[224]
b) Ebû Hureyre'den: Bir yolculukta Hz. Peygamber ile birlikte idik. Bir müddet sonra yolcuların azıkları tükendi. Hatta Rasûlullah develerin bir kısmını boğazlamayı düşündü. Bunun üzerine Hz. Ömer, "yâ Ra-sûlallah! Yolcuların kalan azıklarım toplasanız da onlar üzerine Allah'a niyazda bulunsanız" dedi. ...Rasûlullah şöyle cevap verdi: "Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve ben Allah'ın rasûlüyüm. Bir kul, bu ikisinde hiçbir şüphe taşımaksızın Allah'a kavuşursa, cennete girecektir."[225]
c) Ebû Hureyre'den: Bir cemaatla beraber Rasûlullah'm etrafında oturuyorduk. Ebübekr ve Ömer de bizimle beraberdi. Birara Rasûlullah ; aramızdan kalktı fakat dönmesi gecikti... Ayakkabılarını bana vererek j "yâ Ebâ Hureyre!" buyurdu. "Bu bir çift ayakkabımı götür ve bahçenin i arkasında Allah'tan başka ilah yoktur diye gönülden inanan kime rast-; larsan, onu cennetle müjdele...[226] :
d) İtbân b. Mâlik'ten: Gözümde rahatsızlık olunca Rasûlullah'a haber ,' saldım ve "bana kadar gelip evimde namaz kılmanızı ve kıldığınız yeri namazgah edinmek istediğimi" söyledim... (Rasûlullah) şöyle buyurdu:
"Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın rasûlü olduğuma şehadet eden hiçbir kimse yoktur ki cehenneme girsin veya onu tatT sın."[227]
e) Cabir'den: Bir adam Rasûlullah'a gelerek "yâ Rasûlallah! Cennet ve cehennemi gerektiren iki şey nedir?" diye sordu. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölen kimse cennete girecektir. Allah'a birşeyi şirk koşarak ölen kimse ise cehenneme girecektir,"[228]
f) Enes b. Mâlik'ten: Muaz binekte ardında iken... Rasûlullah şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun rasûlü olduğuna kalbinin samimiyetiyle inanan herkese, Allah cehennemi haram kılmıştır."[229]
Bu rivayetlerde görüldüğü gibi, Hz. Peygamber çeşitli ortamlarda benzer lafızlarla aynı hususu beyan etmektedir. Bu aynı zamanda hadisin sebeb-i vurûdunu tesbit etmenin önemini, hem de benzer ifadelerin farklı ortamlarda söylenmiş olacağını göstermektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus daha vardır: Değişik ortamlarda ifade edilmiş farklı lafızlar birbirleriyle karşılaştırılarak manayla rivayet olarak yorumlanamaz. Ancak bu, herbir rivayetin manayla rivayet edilmiş olduğu gerçeğini de değiştirmez. Nitekim, bu hadislerin herbirinin tarikleri biraraya getirilip ayrı ayrı incelendiğinde, tesbitimizin isabetli olduğu görülecektir. [230]
Sahabenin mefhumu ifade ettikten sonra manayla rivayeti makul karşıladıklarını, sonraki ravilerin de bu tutumu devam ettirdiklerini görmekteyiz. Bu, cevaz vermenin ötesinde bir zaruret ve kaçınılması mümkün olmayan bir durum idi. Nitekim, aynı olayla ilgili hadislerde pekçok lafız farklılıklarına rastlamaktayız. Amellerin niyete göre olduğunu gösteren rivayet bunun en güzel misallerinden birisidir. Bu hadisi Hz. Pey-gamber'den sadece Hz. Ömer, ondan sadece Alkame b. Vakkâs el-Ley-sî, ondan sadece Muhammed b. İbrahim et-Temîmî, ondan da sadece Yahya b. Saîd rivayet etmiş, Yahya'dan sonra hadisin ravileri çoğalmıştır. Hadis belli bir noktaya kadar tek senedle gelmesine rağmen lafızlarında farklılıkların olması dikkat çekicidir:
"Ameller ancak niyetlere göredir."[231] "Ameller ancak niyete göredir."[232] "Ameller niyete göredir."[233]
"Amel niyete göredir."[234]
Bu rivayetin sadece Hz. Ömer'den ve ondan sonra da belli bir noktaya kadar birer ravi tarafından rivayet ediliyor olması, hadisin manayla rivayet edildiğini göstermektedir. Çünkü, Hz. Ömer'in bu dört ifadeyi de ayrı ayrı işittiği ve kendisinden sonraki raviye dört ayrı şekilde aktardığını düşünmek mümkün gözükmemektedir. Ayrıca, en fazla dört kelimelik bir hadis dahi tek lafızla rivayet edilmemişse, diğerlerinin durumunun daha da ileri düzeyde değişiklikler arz edeceği aşikardır. [235]
İnsanların hafızaları bir değildir. Birinin ezberleme kabiliyeti kuvvetli olabilirken, bir başkasınınki zayıf olabilmektedir. Bugün dahi aynı durumu insanlarda tecrübe etmek imkanına sahibiz. Bir kalabalığa söylenen sözlerin bir bölümü veya tamamı bazılarınca unutulurken, bir kısmı aklında daha fazlasını tutabilmektedir.
Hz. Ömer sahabenin bir kısmının işittiklerini unuttuğunu, diğer bir kısmının muhafaza ettiğini şu sözleriyle ifade etmektedir: "Hz. Peygamber, içimizde ayağa kalktı ve yaratılışın başlamasından cennet ehlinin cennetteki yerlerine, cehennem ehlinin de cehennemdeki yerlerine gidişine kadar olacakları anlattı. Ezberleyip aklında tutan tuttu, unutan da unuttu."[236]
Aynı şeyleri söyleyen Huzeyfe b. el-Yemân'ın şu sözü de bunu teyid etmektedir: "Tanıdığı insanı görmeyip te daha sonra gördüğünde tanıyan insan gibi, unutmuş olduğum bazı şeyleri gördüğümde (hatırlayıp) tanıyorum."[237]
Şu hadis konumuzla ilgili misal olabilir:
Hz. Ömer anlatıyor: ...Birgün Hz. Peygamber'in yanında oturuyor-ken bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı birisi çıkageldi... ve şöyle dedi: "Yâ Muhammedi Bana İslam'ı anlat." Rasûlullah (ona) şöyle buyurdu: "İslam Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın rasûlü oiduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman, gitmeye gücün yeterse Beyt'i haccetmendir." Adam, "doğru söyledin" dedi. Hem sorup hem de tasdik etmesine şaşırdık. Sonra "bana imanı anlat" dedi. Rasûlullah ona şöyle buyurdu: "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Kadere: haynna ve şerrine iman etmendir." (Adam yine) "doğru söyledin" dedi.[238]
Bu hadisin diğer tariklerine baktığımızda ziyadeler ve noksanlıklar taşıdıklarını görürüz. Bunlardan bir kaçı şunlardır:
a) Hz. Ömer anlatıyor: ... Şöyle dedi: "Ya Muhammedi İslam nedir?" Rasûlullah (ona) şöyle buyurdu: "İslam Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, haccetmen, umre yapman, cünup iken yıkanman, abdesti tamamlaman ve ramazan orucunu tutmandır." (Adam) "bunu yaptığımda ben müslüman mıyım" diye sordu. Rasûlullah "evet" buyurdu. (Bu sefer) "yâ Muhammed! İman nedir" diye sordu. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inanmandır. Cennete, cehenneme, mizana inanmandır. Ölümden sonra dirilmeye iman etmendir. Kadere: hayrına ve şerrine inanmandır..."[239]
b) Hz. Ömer anlatıyor: ... "İman nedir" diye sordu. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Allah'a, meleklerine, cennete, cehenneme, ölümden sonra dirilmeye, kaderin hepsine inanmandır..."[240]
c) Abdullah b. Ömer anlatıyor: ...Şöyle dedi: "İslam nedir?" Rasûlullah (ona) şöyle buyurdu: "Namaz kılmak, zekat vermek, Beyt'i haccetmek, ramazan ayını oruç tutmak, cünup iken yıkanmaktır..."[241]
d) Abdullah b. el-Abbâs anlatıyor: ".[242]..Cennete, cehenneme, hesaba, mizana iman etmendir..." [243]
Sahabi her hangi bir durum sebebiyle, bir zaman hadisin bir kısmını rivayet ederken, başka bir zaman diğer bir bölümünü veya tamamını rivayet edebilmekteydi. Aynı durum daha sonraki ravilerde de söz konusu olabilmekteydi. Ancak hadisi bu haliyle işiten ravi, tamamının bu kadar olduğunu zannedebilmekteydi. Ebû Hureyre'den gelen Zu'l-Ye-deyn hadislerinin tariklerinde bu durum açıkça görülür.
a) "Hz. Peygamber öğleni iki rekat kıldı. Kendisine iki rekat kıldığı söylenince, iki rekat daha kıldı, daha sonra selam verip İki secde yap-ti."[244]
b) "Rasûlullah iki rekatta namazdan ayrıldı. Zu'i-Yedeyn kendisine "namaz kısaldı mı yoksa unuttunuz mu yâ Rasûlallah?" diye sordu. Rasûlullah ta "Zu'l-Yedeyn doğru mu söylüyor?" buyurdu. İnsanlar "evet" deyince, Rasûlullah kalktı ve diğer iki rekatı kıldı. Sonra selam verdi, tekbir getirip diğer secdeleri gibi veya daha uzunca secde etti, sonra başını secdeden kaldırdı."[245]
c) Hz. Peygamber akşamleyin kılınan namazlardan birisini iki rekat olarak kıldı. -Muhammed diyor ki: Ağırlıklı olarak ikindi olduğunu zannediyorum.- Ardından selam verdi. Daha sonra mescidin önünde bulunan kütüğe doğru yürüdü ve kızgın bir şekilde elini üzerine koydu. Cemaat İçinde Ebûbekr ve Ömer de vardı. (Kızgınlığı sebebiyle) Hz. Pey-gamber'le konuşmaktan korktular. Cemaatın acelecileri "namaz kısaldı mı" diye (söylene)rek dışarı çıktılar. Rasûlullah'ın Zu'l-Yedeyn diye hitap ettiği bîr adam "unuttunuz mu, yoksa kısaldı mı?" diye sordu. Rasûlullah ise "ne unuttum, ne de namaz kısaldı" buyurdu. O ise "bilakis unuttunuz" dedi. (Bunun üzerine) Hz. Peygamber iki rekat (daha) kıldı. Sonra selam verdi, tekbir getirip diğer secdeleri gibi veya daha uzunca secde etti, ardından başını secdeden kaldırıp tekbir getirdi. Peşinden başını secdeye koyup tekbir getirdi ve diğer secdeleri gibi veya daha uzunca secde etti. Ardından başını secdeden kaldırdı ve tekbir getirdi."[246]
Bu hadisteki farklılıklar Ebû Hureyre'nin hadisi farklı zamanlarda belli oranlarda anlatmış olabileceği ihtimalini uyandırmaktadır.[247] Bu, daha sonraki ravilerin hadisi ihtisar etmelerinden de kaynaklanabilir. [248]
Sahabenin bir kısmı, bazan Rasûlullah konuşmaya başladıktan son-m huzura giriyor veya anlatırken yanından ayrılmak durumunda kalıyorAı. Bazıları ise, hadisi başından sonuna kadar dinliyordu. Herkes kendi dinleyebildiği kadarını aktardığında ise, ortaya farklı rivayetler çıkmaktaydı- (Aynı durum sonraki raviler için de söz konusudur). Cibril hadisi buna misal olabilir.
a) Hz. Ömer anlatıyor: "...Birgün Hz. Peygamberin yanında oturu-yorken bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı birisi çıkageldi... Sonra o zat (Cibril) gitti. Ben bir müddet öyle bekleyip durdum. (Bazı rivayetlerde üç gün sonra Rasûlullah ile karşılaştığı geçer.) Rasûlullah bana "ey Ömer! Soru soranın kim olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedim. Rasûlullah "o Cibril idi. Dininizi öğretmek için size geldi."[249]
b) Ebû Hureyre anlatıyor: "...Daha sonra o zat (Cibril) gitti. Hz. Peygamber "onu geri döndürün" buyurdu fakat hiçbirşey göremediler. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Bu Cibril idi. İnsanlara dinlerini öğretmek İçin geldi."[250]
Bu iki rivayet gözününde bulundurulduğunda Hz. Peygamber'in gelenin Cibril olduğunu söylediği iki vakit arasında zaman farkı olduğu görülür.' Birisinde Hz. Peygamber'in hemen Cibril olduğunu söylediği, diğerinde ise üç gün sonra söylediği görülür. Eğer Hz. Ömer'in üç gün sonra Rasûlullah ile karşılaştığı rivayetini (ve bu arada gelenin Cibril olduğuna dair böylesine mühim bir haberi duymadığını) kabul edecek olursak, Hz. Ömer'in olayın akabinde herhangi bir sebeple hemen ayrıldığını, bir arkadaşıyla Medine'nin dışından nöbetleşe gidip geldiği İçin de Hz. Peygamber ile ancak üç gün sonra karşılaşabildiğim düşünebiliriz. Ebû Hureyre ise Rasûluliah'in yanından ayrılmadığı için, olayı takip eden zamana da şahit olmuştur denebilir. [251]
Rasûlullah, çoğu zaman anlatacağı husus insanların zihinlerine yerleşsin diye bir soru sorar, cevabı aldıktan sonra anlatmak istediği hususu beyan ederdi. Bunun en güzel misallerinden birisi veda hacemda yaşanmıştır. Rivayetlere bakıldığı zaman, Rasûlullah'ın sorduğu soruya verilen cevapların farklı olduğu görülür. Bunu, o an binlerce İnsandan oluşan büyük kalabalık içinde bulunanların, kendi çevrelerindekilerin verdikleri cevabı işittiklerine yorabiliriz. Rasûlullah'ın bir kez yaşanmış olan veda haccında sormuş olduğu "bugün hangi gündür?", "bu şehir hangi şehirdir?", "bu ay hangi aydır?" sorularına almış olduğu cevabın rivayetlerde şu şekilde farklılık arz ettiğini görüyoruz:
Rasûlullah "bu hangi gündür?" buyurdu. Onlar "mukaddes bir gündür" dediler. "Bu hangi şehirdir?" buyurdu. Onlar "mukaddes bir şehirdir" dediler. "Bu hangi aydır?" buyurdu. "Mukaddes bir aydır" dediler.[252]
Rasûiullah "bu hangi gündür biliyor musunuz?" buyurdu. Bizler i "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedik.[253]
Rasûlullah "bu gününüz hangi gündür?" buyurdu. Bizler sükût ettik, zannettik onu başka bir isimle isimlendirecek. Rasûlullah "kurban değil midir?" buyurdu. Bizler "evet" dedik. Rasûlullah "bu ayınız hangi aydır?" buyurdu. Bizler sükût ettik, zannettik onu başka bir isimle isimlendirecek..[254]
Rasûlullah "bu
hangi gündür?" buyurdu.[255]
"Kurban günüdür" dediler.
[256]
Rivayetler arası farklılığın en büyük sebebi, hiç şüphesiz ki ravilerin hatalarıdır. Her insan için söz konusu olduğu gibi, raviler de zaman zaman rivayetlerinde yanılmışlar, bir hadisi başka bir hadise idrac, tashîf (tahrif) etmişler, zaman zaman da hadisi yanlış anlamışlardır. Bu gibi durumlar, bu kimselerin rivayetlerini kendilerinden daha sika ravilerin riva-yetleriyle karşılaştırılmasına anlaşılmaktadır.
Şu'be'nin (160/777) rivayet ettiği hadiste, Abdullah b. Mes'ûd (32/652) Rasûluİlah'a hangi amelin Allah'a daha sevimli geldiğini sorar. Rasûlullah "vaktinde kılınan namaz" buyurur.[257] Şu'be'den hadisi rivayet edenler bu şekilde rivayet etmiştir. Ancak Ali b. Hafs yine Şu'be'-: den "ilk vaktinde kılınan namaz" şeklinde şâz olarak rivayet etmiştir.[258] İbn Hacer (852/1448) Şu'be'den rivayet edenlerin ittifakla bunu "vaktinde kılman namaz" şeklinde rivayet ettiklerini belirtip "ilk vaktinde kılınan namaz" diye rivayet eden,[259] ikisini sanki aynı manada sanmıştır, der. [260]
Tashîf (tahrif) ilminin kapsamında değerlendirilebilecek olan yazılanı yanlış okumak sebebiyle, hadislerin bir kısmının olduğu gibi aktarılmasında zorluklar çekilmiş, farkına varılmadan değişiklikler yapılmıştır, el-Batalyevsî'nin (521/1127) dediği gibi, dilin kendisinden kaynaklanan durumlar da manayla rivayete sebebiyet vermiştir. Zira harekelemenin yapıl mamasından dolayı kelimeler çeşitli şekillerde okunabilmektedir. Bazan bir harekeyi değiştirmek hadisin manasını tamamen değiştirebilir ve yeni manasıyla hadis İslam'ın ruhuna uygun ise, ravi diğer ihtimali düşünemeyerek, okuduğu (hatta anladığı) gibi rivayet edebilir. Bu da hadisin asliyetini kaybetmesine sebebiyet verir. el-Batalyevsî buna güzel bir örnek verir:
"Lâ yükte/ Kureşiyyun sabran ba'de hâze'l-yevm." Buradaki yuk-tel kelimesi cezm ile okunduğunda "bundan sonra hiçbir Kureyşli sabır yoluyla (ölünceye kadar hapiste tutulmakla) öldürülmesin" manasına gelmekte, merfu olarak okunduğunda ise anlam "öldürülmeyecektir" olmaktadır.[261]
Bununla bağlantılı olarak, kelimelerin bazan birbirine zıt İki anlamı ihtiva etmesi de manayla rivayetin problemlerinden birisidir. Ravi hadiste geçen kelimeyi iki manasından birisine hamleder ve daha sonra lafzı değiştirerek rivayet ederse, bunu tesbit etmek oldukça zorlaşır. Şu hadis bu tür hatalara düşülebilecek bir misaldir: "Bıyıkları kısaltın, sakallan uzatın."[262] Hadiste geçen e'fû kelimesi hem uzatın hem de [263]kısaltın manasına gelmektedir. [264]
Rivayetler arasında farklılık arzettiren nadir sebeplerden birisi de, ra-vinin hadise birşeyi kendisinden kalmasıdır. Hz. Peygamber bir hadislerinde "kazanana hediye verilen müsabaka sadece develerle, oklarla ve atlarla yapılır"[265] buyurmaktadır. Halife el-Mehdî'nin güvercinlerle oynadığını gören Ğıyâs b. İbrâhîm en-Nehaî ona hemen bir ilavede bulunur ve hadisi şu hale getirir: [266]"Kazanana hediye verilen müsabaka sadece develerle, oklarla, atlarla ve kuşlarla yapılır." [267]
Manayla nakledilen rivayetlere karşı nasıl bir yaklaşım sergileneceği hususunda alimlerin görüşleri farklı olmuştur. Büyük çoğunluk bazı şartlarla kabul ederken, kabul etmeyenler de vardır. eş-Şevkânî (1250/1834) İrşâdu'i-Fuhûi'ünde pekçok konuda yaptığı gibi manayla rivayet konusundaki görüşleri de sınıflandırmıştır. Bunlar sekiz grup altında toplanmaktadır:
1- Lafızların manalarını bilen kimse için manayla rivayet caizdir. Bil- jj meyen için caiz değildir.
Manayla rivayete cevaz verenler de bazı şartlar öne sürerler:
a) Kuûd yerine culûs veya tersini getirmek gibi, müteradif kelimeyi zikretmek şartıyla manayla rivayete cevaz verenler.
b) Kapalılık ve açıklıkta eşit olan bir kelimenin getirilmesini şart koşanlar. Âm yerine hâs, mutlak yerine mukayyedi getirmemek veya tersi gibi.
c) İbadetlerde söylenen lafızların aynen nakledilmesini şart koşanlar. İstiftah tekbiri, teşehhüd duası gibi.[269]
d) Nakledilen hadisin muteşâbih cinsinden olmamasını şart koşanlar. Allah Teâlâ'nm sıfatlarıyla ilgili hadisler gibi.
e) Hadis cevâmiu'l-kelimden olmamalı diyenler.
f) Hadisin uzun hadislerden olmasını, kısa hadislerden olmamasını şart koşanlar.[270]
2- Manayla rivayeti kesinlikle kabul etmeyenler.
3- Tevil imkanı olmayan hadislerin manayla rivayetine cevaz verip, tevil imkanı bulunanlara cevaz vermeyenler.
4- Ravinin hadisi ezberleyip ezberlememesi arasında fark gözetenler. Bunlar, ravi hadisi ezberlemişse başka lafızlarla rivayet etmesine cevaz vermeyip, ezberlememişse manayla rivayetine cevaz verirler.
5- Emir ve nehiy ifade edenlerle diğer haberler arasında ayırım yapıp, emir ifade edenlerin manayla rivayetine cevaz verip, nehiy ifade edenlere cevaz vermeyenler.[271]
6- Muhkemle diğerleri arasında ayırım yapanlar. Muhkem olanların manayla rivayetine cevaz verip muhkem olmayanlarına cevaz vermeyenler.
7- Hadisin manası, içindeki bir cümlede ise ve bu cümle aynı lafızlarla aktarılmadığında, bakan kimse hadisi anlayamayacaksa, bu kısmın aynen nakledilmesi şartıyla manayla rivayete cevaz verenler.[272]
8- İhticac ve fetva için zikredilenle rivayet gayesiyle zikredilenler arasında fark görenler. Bunlar ihticac ve fetva için hadisin manayla zikredilmesine cevaz verirken manayla rivayet edilmesine ise cevaz vermemişlerdir. [273]
Sahabeden Hz. Âişe (57/677), İbn Abbâs (68/687), Hz. Ali (40/660), İbn Mes'ûd (32/652), Enes b. Mâlik (93/712), Ebu'd-Derdâ (35civarı/655) ve Ebû Hureyre'nin (59/679) manayla rivayete cevaz verdikleri nakledilmektedir.[274] Bu bağlamda yine sahabeden Vasile b. el-Eska'ın (83/702) "sizlere hadisi manayla rivayet ettiğimizde bu sizin için yeterli olur" dediği[275], Ebû Saîd el-Hudrî'nin de (74/693) "bizler Hz. Peygamber'in yanında oturuyor, bazan on kişi oluyor hadis dinliyorduk. Bizden iki kişi bile aynı lafızla aktarmıyordu ancak, manalar birdi" dediği rivayet edilmektedir.[276]
Ancak bu rivayetler hakkında tereddütler söz konusudur. Nitekim İbn Receb, Hz, Âişe, Ebû Saîd el-Hudrî ve İbn Abbâs'tan nakledilen manayla rivayete cevaz verdiklerine dair haberlerin senedlerinde [277]problem olduğunu söylemektedir. [278]
Hanefî usûl kitaplarına göz attığımızda, onların manayla rivayete caiz dediklerini görmekteyiz. Örneğin el-Pezdevî (482/1089) bunlardan birisidir.[279]
Onlar manayla rivayete cevaz vermekle birlikte ravide aradıkları bir şart vardır: Ravinin fıkha vukufu ve içtihada ehliyetli biri olarak bilinmesi (Şeriatta fıkıh bilgisinin olması).[280] Bu nitelikte olmayan ravinin rivayet ettiği hadis, kıyasa ve şen esaslara aykırı ise onunla amel edilmez. O konuda kıyasa ve İslam hukukunun genel prensiplerine göre hüküm verilir.[281]Hanefîlerin burada gözettikleri husus, bu vasıfta olmayan ravinin kullandığı ifadenin Rasûlullah'ın muradını karşılamamış olması endişesidir.
Ancak görülen o ki, Hanefîler fıkıh bilgisini muhkem haberlerd z aramamaktadırlar. Nitekim el-Pezdevî ve es-Serahsî (490/1097), îtangi haberde ne vasıf aranacağını şu şekilde Özetlemektedir:
Haber muhkem, zahir, muşkil, müşterek, mücmel, muteşâbih veya cevâmiu'i-kelim'den olabilir.
a) Muhkeme gelince; bunların manası kapalı değildir ve kullanıldığı mana dışında başka manaya ihtimali olmaz. Kelimelerin kullanım yerlerinde ifade ettikleri manalan ve işaret ettikleri yönleri bilen kimse için manayla rivayet caizdir. Çünkü lafız muhkem mufesser olduğunda, ilim ehlinin lisanın kullanımında hataya düşmeyeceğinden emin olunur ve bu durumda manayla rivayet etmek ruhsat olur. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm hakkında bile yedi harf üzere indirildiğinden bahseden Rasûlullah, nazmı muciz olmasına rağmen onda dahi bir nevi ruhsat olduğuna işaret etmiştir.
b) Zahire gelince; bunlar gözüken manası dışında başka manaya da muhtemeldirler. Kelimelerin kullanım alanlarındaki manalarını bilmenin yanında, Şeriatın fıkıh bilgisine sahip kimse için bunların manayla rivayeti caizdir. Bu birikime sahip olmayan bir kimsenin, hususiyet veya mecaz gibi ihtimali bulunan lafzı, ihtimali olmayan bir manaya hamletmesinden emin olunmaz. Oysa ihtimal olan yön, hadiste kastedilen mu-rad olabilir. Belki de manayla rivayet ederek, ifadeyi umuma çevirip fıkıh ve şeriat yönünden lafzın manasını bozacaktır.
c) Müşküle müştereke gelince; bunların manayla nakli kesinlikle caiz olmaz. Çünkü bu tür ifadelerdeki murad ancak tevil ile anlaşılır. Bunlarla tevil yoluyla amel edilir. Tevile gelince kıyas gibi bir nevi re'yclir. Bir kimsenin tevili ise başkasına delil olmaz.
d) Mücmele gelince; bunun manayla nakli düşünülemez, zira manası ancak başka bir delille ve açıklamayla anlaşılır. Muteşâbih te böyledir, Önü kapalıdır ve bizden bunun manasının peşine düşmememiz istenmiştir. Bu durumda manayla nakli nasıl düşünülebilir?
e) Cevâmiu'l-kelim olan ifadelere gelince, bazı Hanefî alimler zahir için zikredilen şartla beraber bunların manayla rivayetine cevaz vermişlerdir. Ancak el-Pezdevî ve es-Serahsî (490/1097) cevâmiu'l-kelim'in Rasûlullah'a ait bir hususiyet olduğunu, bu sebeple manayla rivayetinin doğru olmayacağını belirtirler. Bunlar birçok manayı ihtiva etmiş olduğundan, manayla nakleden kimsenin hatasından emin olunmayacağını, herkesin kendi kapasitesine göre bunlardan birşey [282]anlayacağını söylerler. [283]
Hadisçiler ve diğer fakihier gibi, Mâlik'in de (179/795) hadislerin la-fızlanyla rivayetine son derece önem verdiğini görmekteyiz. Nitekim o, "Rasûlullah'ın hadisini işittiğin gibi aktar, başkasının sözünü manayla rivayet etmende ise bir beis yoktur" demekteydi.[284] Yine o, "Rasûlullah'ın hadisine gelince, aynı lafızlarla nakledilmesini seviyorum" diyor[285], hadislerde geçen te, ye ve benzeri harflerin bile aynen korunması hususunda çok hassas davranıyordu.[286]
Mâlik'in lafızlar üzerindeki bu hassasiyeti, bazılarınca manayla rivayete cevaz vermediği şeklinde algılanmış ve bu şekilde nakiller yapılmıştır.[287] Bunu değerlendiren Mâliki usûlcüsü el-Bâcî (474/1081); İmam Mâlik'ten hadisin mutlaka aynı lafızla rivayet edilmesinin nakledildiğini ancak, bununla hadis bilgisi yeterli olmayan kimseyi kasdettiğini zannediyorum diye söyler. Çünkü ei-Muuatta'da lafızları farklılıklar arz eden aynı hadisleri bulmaktayız; bu da manayla rivayetin caiz olduğuna delalet eder, diye de ekler.[288]
Iyâz da (544/1149) Mâlik'ten rivayet edilen, lafızlara sadık kalınarak rivayet edilmesi yönündeki katılığının, lafızlara sadık kalınarak rivayet etmenin müstehab oluşu olarak yorumlandığım aktarır. Yine o Mâlik'ten; ravi ilim ehli, lafızların kullanım yerlerini bilen, ne manada nerede kullanıldıklarına vâkıf ve de bu hususta yeterli malumata sahip bir kimse olması durumunda, manayla rivayetine cevaz verdiğinin nakledildiğini de söyler.[289]
el-Kurtubî de (671/1272) Mâlik'ten manayla rivayete cevaz verdiğinin nakledildiğini, fakat bunun mutlak cevaz olmadığını belirtir.[290]
Görülen o ki, Mâlik hakkını verebilecek kimsenin manayla rivayetine cevaz vermekteydi. Nitekim daha sonraki Mâliki usûfcüleri de bunu benimsemişlerdir.[291] Örneğin el-Bâcî, ravi alim ve hafız (hadis bilgisi ye^ terli) ise ve hadisteki muradı kesin bilgiyle anlayıp hadiste geçen lafza, mutabık bir ifade zikretmişse,[292] manayla rivayeti caiz olur, diye söyler. [293]
eş-Şâfiî (204/819) manayla rivayet hususunda şöyle söyler: "Ravi, rivayet ettiğini manasını anlayarak rivayet etmeli, hadisin manasına halel getirici lafızları bilmeli ve işittiği gibi aynı lafızlarla rivayet edebilmeli, manayla rivayet etmemelidir. Çünkü ravi manaları değiştiren durumları bilmeyen biriyse, manayla rivayet ettiğinde bilmeden belki de helali haram yapabilir."[294]
O bu sözleriyle, manayla rivayete cevaz verdiğini göstermekte ancak, bunu yapacak kimsenin lafızların manalarını ve kullanımını bilen biri olması şartını öne sürmektedir. Başka bir yerde ise görüşünü daha net bir şekilde dile getirmektedir: "Allah Teâlâ hafızanın hata edeceğini bildiğinden, kullarına olan merhametiyle, kıraatini kolaylaştırmak için Kur'ân'ı yedi harf üzere indirmiştir. Bu durumda lafız değişse de mana yönüyle bir değişme olmamaktadır. Kur'ân'da böyle olduğuna göre, Allah'ın kitabı dışındakilerde -manaya zarar gelmedikçe- lafzın değişmesinin cevaziyeti öncelikle evladır."[295] eş-Şâfiî bu prensibi getirmesi yanında kendisi de manayla rivayette bulunmuştur. ez-Zerkeşî (794/1392) Muhtasaru'l'Muzem den nakille eş-Şâfiî'nin koyunların zekatıyla ilgili bir hadisi manayla rivayet ettiğini aktarır.[296]
Onun ortaya koyduğu bu görüş kendisinden sonraki Şafiî usûlcüler-ce benimsenmiştir.[297] örneğin el-Gazâlî (505/1111) bu hususta şöyle der: "Hitabın kullanılış yerlerini ve lafızlardaki incelikleri bilmeyen kimsenin manayla rivayet etmesi caiz değildir... özetle söylemek gerekirse, istinbat ve anlama yönüyle farklılık arz etmeyecek ifadeleri manayla ri-. vayet etmesi gerekir. Bunu da herhangi bir istidlal yoluyla anladığı vef^ bakan kimselerin ihtilaf edecekleri hadislerde değil de, kesin olarak [298]anladıklarında yapmalıdır." [299]
Ahmed b. Hanbel (241/855) diğer mezhep imamlarıyla ortak hareket ederek işin ehli olan kimsenin manayla rivayetine cevaz vermektedir. O şöyle demektedir: "Hadis hafızları öteden beri manayla hadis rivayet etmektedirler. Arap dilini bilen, kelimelerin manalarına vukûfiyeti olan, manayı bozan-bozmayan hususlara hâkim kimse için manayla rivayet caizdir."[300]
Yukarıdaki bilgileri hülasa edecek olursak; dört mezhebin, ravi ehil olduğu takdirde manayla rivayet edebileceğine cevaz verdiklerini söylememiz mümkündür. [301]
İbnu's-Salâh (643/1245) ve el-Irâkî'nin (806/1403) dediği gibi, ha-disçilerin çoğunluğu manayla rivayete cevaz vermişlerdir.[302] Nitekim mutekaddimûn hadisçilerden eş-Şa'bî'nin (103/721) manayla rivayete cevaz verdiği[303], el-Hasanu'1-Basri'nin de (110/728) manaya isabetin yeteceğini söylediği, Vekî'in de (196/811) manayla rivayet genişliği olmasaydı insanlar helak olurdu dediği[304] nakledilmektedir.[305] el-Hasanu'l-Basrî başka bir sözünde insan tabiatını değerlendirerek hadisi aynıyla rivayet etmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini belirtir.[306] Sufyânu's-Sevrî de (161/778) bu hususta şöyle demektedir: "Hadisi işittiğim gibi size aktarıyorum dersem bana İnanmayın, çünkü manayla rivayet edi-yorumdur."[307]
et-Tirmizî(279/892), el-Hatîb (463/1071), en-Nevevî (676/1277), Îbnu'l-Mulakkin (804/1401), el-Irâkî (806/1403), İbn Hacer (852/1448), es-Sehâvî (902/1496), es-Suyûtî (911/1505) manayla rivayete cevaz veren hadisçilerden bazılarıdır.[308] el-Buhârî de (256/870) uygulamalarıyla manayla rivayete cevaz vermektedir. İbn Hacer bir hadisi değerlendirirken şöyle der: "Yahutta el-Buhârî bunu hıfzından yazmış, lafzı gözetmemiştir. Bilindiği gibi onun görüşünce bu caizdir. Mus-iim ise böyle değildir,'çünkü o lafza çok dikkat eder."[309] Bu sözlerden Müslim'in manayla rivayete cevaz vermediği anlaşılmaz. Burada Müslim'in lafızlar üzerinde el-Buhârî'den daha titiz durduğuna değinilmektedir. es-Sehâvf nin belirttiği gibi, Müslim es-Sahfh'inde ravilerin ihtilaf ettikleri, bir kısmı manayı değiştirmeyen, bir kısmı ise manayı değiştirmesine rağmen bu ilim dalında yetişmiş insanların fark edeceği farklılıklar olan lafızlar hatta harfler üzerinde bile son derece durmuştur. Ebû Dâ-vûd ve onlardan çok önce de İbn Hanbel aynı şekilde davranmıştır.[310]
Bunlara rağmen Müslim ve diğer hadis erbabı, eserlerine aldıkları aynı hususu anlatan farklı rivayetler sebebiyle, manayla rivayete cevaz verdiklerini fiili olarak göstermişlerdir.
Manayla rivayete cevaz veren muhaddisler yaklaşık aynı minval üzere yürümüşler ve manayla rivayet edecek olan insanın ehil olmasını şart koşmuşlardır.
Bu genel şartlar yanında, bir muhaddis olarak İbn Hibbân'ın (354/965) ravinin fakih olmasını şart koşması bize oldukça çarpıcı gelmiştir. Ona göre sika ve hafız ravi fakîh değilse, hafızasından naklettiği hadisle ihticac edilmez. "Çünkü, görmüş olduğum hafızların çoğu hadislerin tariklerini ve senedlerini ezberlemekle beraber metinlerini ezbere bilmemektedirler. Onlarla müzâkere için biraraya gelip oturduğumuzda, hadislerin metinlerinden hadise işaret eden birkaç kelime bildiklerini .gördüm. Oysa sika hafız kimse, fakih olmayıp hadisi hafızasından naklettiğinde, metni ters çevirip manayı değiştirebilir, öyle olur ki haber geldiği manadan uzaklaşabilir. Bilmeden hadiste olmayan birşeyi ona katabilir. Bu sebeple, bu vasıfta olmayan kimsenin haberi benim nezdimde delil olmaz" diyen İbn Hibbân, ravinin kitaptan rivayet etmesi veya nakiettiği metin sika ravilerin rivayetlerine uygun olması durumunda mak- ibuldur, der.[311] Görüldüğü gibi, hafızasından nakledecek olan ravinin fakih olmasını, çünkü bu vasfı olmadığı takdirde -hadisçilerin çoğu gibi-1hadisi aslî manasından bilmeden uzaklaştırabileceğinden korkmaktadır.
İbn Receb (795/1393) ise fakihlik şartını uygun görmez. Böyle bir işart koşmanın el-A'meş gibi muhaddislerin çoğunluğunun hadislerini kabul etmemek manasına geleceğini, hadis metinlerini sağlıklı şekiide) rivayet edemediği tesbit edilmiş bir kimsenin, tek başına rivayet ettiği hadislerde duraksanmasmın ise gayet makul olacağını belirtir.[312]
Manayla rivayete cevaz veren el-Hatîb de ilim ehli bir grubun, hadis- ;'j te geçen kelimenin manası kapalı ve birkaç manaya muhtemel ise, mu- -\ haddisin lafzı aynı şekilde rivayet etmesi gerektiğini, ancak manası açık. ve malum ise manayla rivayet ederek onun yerine geçecek bir kelime- < yi koymasının caiz olduğunu söylediklerini aktarır. Bu durumda, ravinin 1 kâme yerine nehada, kale yerine tekelleme, celese yerine kaade...
kullanmasının caiz olduğunu, kendisinin de bu görüşü tercih ettiğini söyler ve bir şart daha ekler: Hz. Peygamber'in hadisini işiten kimsenin, işittiği lafzın Arapçada hangi manada kullanıldığını ve Rasûlullah'ın bu. kelamı dilde hangi manada kullanmış olduğunu tesbit etmesi gerekir.
Bunu tesbit ettiğinde manayla rivayeti caiz olur. "Hz. Peygamber, şu: , manalara gelen bu lafız içinden şunu kasdetmiştir" diye düşünüp nakletmesi durumunda istidlalinde hata yapabilir, bu sebeple hadisi lafzıyla rivayet etmesi gerekir. Böyle yapsın ki, başkaları da hadis üzerinde düşünsünler.[313]
el-Hatîb'in zikrettiği hususlar manayla rivayete cevaz verenlerin kabul ettikleri genel prensipler olmuştur. Örneğin İbnu's-Salâh; "ravi, semâ ettiği hadîsleri lafızlarına bağlı kalarak değil de manayla rivayet etmek istediğinde, lafızları, bunların manalarını, bu manaları bozan hususları bilmeyen, lafızları değiştirdiğinde mananın ne kadar değiştiğini fark etmeyen bir kimse ise; ihtilafsız olarak bu kimsenin manayla rivayeti caiz olmaz" der, "Fakat bunları bilip tanıyan bir kimse ise, bu, selefin, hadîsçilerin, fakîhler ve usûlcülerin ihtilaf ettikleri hususlardan olup çoğunluk buna cevaz vermişlerdir... Kişi bahsettiğimiz hususları bilen ve kendisine ulaşan lafzı hakkıyla yerine getirdiğine kesin eminse, bu durumda en sahîh olan, manayla rivayetin tüm kişilerin sözlerinin naklinde caiz olmasıdır. Çünkü sahabenin ve ilk selefin durumu buna şahittir. Onlar, çok defa farklı lafızlarla aynı manayı kastederek bir olayı naklediyorlardı. Bunun sebebi de, aradıklarının mana olması, lafızlar olmamasıydı."[314]
es-Sehâvî manayla rivayete cevaz veren hadisçilerin görüşünü şöyle özetler: Haberin merfu olup olmaması; muhtevası bilgi sahibi olmayı veya amel etmeyi gerektirip gerektirmemesi; sahabeden, tabiînden veya başkasından gelmesi; ravinin lafzını ezberlemesi veya ezberlememesi; fetva vermek, münazarada zikretmek veya rivayet etmek için nakletmesi; hadisin mürâdif lafzını zikretmesi veya zikretmemesi (fark etmez): (Tüm bu durumlarda), zikrettiği lafız hadisin manasının dışında bir mana ifade etmiyorsa; hadisin manası kapalı veya açık olsun fark etmez, zann-ı galibi Şâriin muradının bu lafızla korunduğu, sınırını aşmadan, İstiâreye kaçmadan manasını muhafaza ettiği yönünde ise ve de ravi kendisine ulaşan lafzı tam olarak eda ettiğine inanıyorsa, manayla rivayeti caiz olur.[315]
Manayla rivayete cevaz verenlerin görüşleri incelendiğinde genel olarak şu üç şartı aradıkları görülür:
a) Manayı ifade etme yönünde tercemenin aslından eksik olmamaJ sı.
b) Ziyade ve noksanlık taşımaması. [316]
c) Manayla rivayet edilen lafzın açıklık ve kapalılıkta aslına müsavi olması. [317]
Tasavvufun temel kitaplarından Kûtu'l-Kutûb müellifi Ebû Tâlib el-Mekkî (386/996) eserinde zikrettiği hadislerin büyük çoğunluğunu mana ile rivayet ettiğini, lafızları birinci planda tutmadığını söyler. Kelimelerin kullanıldığı yerleri, farklı kullanımlarda ifade ettikleri ayn manaları bildikten, anlamını tahrif etmedikten, iki lafız arasında manayı kaydir-madıktan sonra, lafızları araştırmanın gerekli olmadığını söyler. el-Mek-kî manayla rivayete cevaz verenleri naklettikten sonra görüşünü şu şekilde teyid eder:
"Sahabe Hz. Peygamber'den rivayet ettikleri hadislerde ihtilaf etmişlerdir. Kimi hadisi tam rivayet etmiş, kimi özetlemiş, bazısı manayla rivayet etmiş, bazısı da mana değişmiyorsa bunu normal karşılayıp iki lafız arasında değişiklikte bulunmuştur. Onların muradı yalan değildi, hepsinin gayesi doğruluk idi." Müellif Yahya b. Saîd el- Kattan'ın (198/813) sözünü de kendisine delil getirir: "Elimizde Allah'ın Kitab'ın-dan daha yüce birşey yoktur. Onda dahi yedi harf üzere okumaya ruhsat verilmişken, mursel ve maktu' olarak sizlere naklettiğimiz hadislerde beni sıkıştırmayın."[318]
el-Mekkî'nin bu düşünceleri sûfîlerin genel görüşünü yansıtmaktadır. Ancak onların manayla rivayetin şartlarını ne derece göz önünde bulundurdukları tartışılır. [319]
Sahabe-i kiramdan Ömer b. el-Hattâb, Ebû Hureyre, Abdullah b. Amr, Zeyd b. Erkam ve benzeri sahabilerin hadislerin olduğu gibi aktarılmasına son derece riayet edip bunu tavsiye ettikleri rivayet edilmektedir.[320] Usûlcüler nedense onların bu nokta üzerinde durmalarını manayla rivayete cevaz vermediklerine hamletmişlerdir. Bu herkesin arzuladığı birşeydir ancak bundan onların manayla rivayete cevaz vermedikleri sonucunu çıkarmak zordur.
es-Serahsî bazı hadiscilerin mutlak suretle lafızla rivayet lazım geldiğini söylediklerini aktarırken[321], el-Cuveynî (478/1085) ve el-Kuşeyrî'nin (465/1072) muhaddislerin büyük çoğunluğunun[322], el-Gazâlî'nin (505/1111) ise bütününün manayla rivayete cevaz vermediklerini söylemesi gerçekçi değildir.[323] Çünkü zikretmiş olduğumuz üzere muhaddislerin çoğunluğu manayla rivayete cevaz verdikleri gibi rivayetleriyle de bunu ortaya koymuşlardır. Ayrıca hadiscilerin kendileri de, manayla rivayete cevaz vermeyenlerin verenlere göre az olduklarını ifade etmişlerdir.[324] Bu şekildeki genel değerlendirmelerin, yöresel olmak yanında yüzeysel araştırmaya dayanan beyanlar olması keza İslam alimlerinde çokça görülen "genellemeye gitme itiyatı"ndan kaynaklanması İhtimal dahilindedir. [325]
Hadisçilerden cevaz vermeyenler İçinde İbn Şîrîn (110/728) zikredilmektedir.[326] Ancak araştırmalarımız sırasında ondan farklı rivayetlerin geldiğini görmüş olmamız, cevaz verip vermediği hususunda kuşkulanmamıza neden olmuştur. Çünkü o, "hadisi on kişiden dinliyordum. Hadisin manası bir, lafzı farklı idi"[327] demiş, kendisine en-Nehaî, eş-Şa'bî gibi zevatın manayla rivayet ettikleri aktarıldığında da şunu söylemişti: "İşittikleri gibi (aynen) rivayet etmiş olsalardı, bu daha güzel olurdu."[328]
Hanefîlerden el-Cessâs Ebûbekr er-Râzî de (370/981) manayla rivayeti kabul etmez ve Abdullah b. Ömer'in de bu düşüncede olduğunu söyler.[329] el-Kâsım b. Muhammed (107/725), Recâ b. Hayve (112/730) gibi alimler de manayla rivayete cevaz vermemişlerdir.[330]
Manayla rivayete farklı bir sahada izin veren İbn Hazm (456/1064), bir fetva sorulduğunda veya münazara ettiğinde insanın "Rasûlullah şöyle hüküm vermiştir", "şunu mubah kılmıştır", "şundan nehyetmiştir" şeklinde hadisi manayla aktarmasının caiz olduğunu söyler. Aynı durumun ayetler için de söz konusu olduğunu, insanın ayetin gerektirdiği hususu ve hükmü lafzıyla değil de, muhtevasıyla haber vermesinin caiz olduğunu belirtir. Hadisin Rasûlullah'a isnad edilerek rivayet edilmesi durumunda ise, aynı lafızlara sadık kalınmasını şart koşar. Bu hususta şöyle söyler: "Hadis rivayet eden veya sözü Hz. Peygamber'e nisbet eden ve bununla kendisine Hz. Peygamber'den ulaşan hadisi tebliğ etmeyi murad eden kimsenin, hadisi işittiği gibi lafızlarına dikkat ederek nakletmesi, manaları aynı olsa da bir harfin yerine başka bir harfi koymaması, bir harfi öne alıp başka bir harfi arkaya bırakmaması gerekir. Tersini yapması da caiz olmaz. Aynı durum bir ayeti tilavet etmek, öğrenmek veya öğretmek için de söz konusudur, aralarında fark yoktur."[331]
Kâdî Iyâz da (544/1149) manayla rivayete cevaz vermeyenlerdendir. O, Mâlik'in "Rasûlullah'ın hadisine gelince, aynı lafızlarla nakledilmesini seviyorum" ifadesinin, lafızlara sadık kalınarak rivayet etmenin müstehab oluşu şeklinde yorumlandığını, bu hususta kimsenin ona muhalefet etmediğini söyler ve peşinden de ekler: "Evlâ olan takat mikta-nnca hadisi aynı lafızlarla rivayet etmektir." Iyâz, insanların görüşlerinin ve anlayışlarının farklı olduğunu, her bilgilinin üstünde daha çok bilenin bulunacağını, nitekim "nice bilgi sahibi kimseler vardır ki bilgiyi kendisinden daha fakih (anlayışlı) birine aktarmış olurlar" hadisinin bunu gösterdiğini, hadisi olduğu gibi naklederse hatadan korunmuş olacağını, kendisine hadis ulaşan herkesin onda ictihad edeceğini, rivayetin sonrakilere asliyetiyle ulaşacağını ve lafızla rivayetin ravi için en güzel, mu-haddis için en sağlam yol olduğunu söyler.
Iyâz, sahabenin aynı hadisi farklı lafızlarla rivayet etmelerinin de delil olmayacağını belirtir. Çünkü onların bu lafızların etrafındaki karineleri ve hadislerin söylenmesine neden olan olayları bildiklerini, (vakıayı yaşadıkları için) hadislerin manalarını hakikaten anladıklarını ve bu anladıklarını kendi ibareleriyle aktardıklarını söyler ve ekler: "Onların yaptığı, dinledikleri ibarelerin manalarını muhafaza etmekten, aktardıkları lafızlar ise tercemeden ibarettir,"[332]
Hadislerin manalarına vâkıf alimlerin, o da istişhad, müzâkere ve delil getirme kabilinden manayla rivayetine İbn Hazm gibi cevaz veren Kâdî Iyâz, bu durumlarda dahi mümkün olduğu kadar hadisi lafzıyla rivayet etmenin evlâ olduğunu, rivayet ederken ve hadisi aktarırken ise [333]hay li hayli gerekli olduğunu söyler. [334]
Hadislerin ibadetlerde Kur'ân gibi kıraat edilmemesi manayla rivayeti doğuran sebeplerden birisi olduğuna daha önce değinmiştik. Bu durum, "Arap dili alimlerinin dil kaidelerini tesbit ederken hadisi bir delil olarak kullanmamalannda bir etken olmuştur."[335] Çünkü ravinin manayla rivayet ettiği hadis "Hz. Peygamber'in ağzından çıkan ifadeler mi" şüphesini getirdiği için, "nitekim Hz. Peygamber bu hususta şöyle buyurmuşlardı" diyerek bir hadisi delil olarak getirmek zorlaşmıştır.[336] Dilin kaidelerini koymak durumunda olan İsa b. Ömer (149/766), Sîbe-veyh (180/796), Halil b. Ahmed (170/786) gibi nahivcilerin Arapların en fasih konuşanına ait olup olmadığı belli olmayan sözleri delil olarak kullanmamaları elbette makuldü.[337] Bu baskın durum yanında ilk nahivcilerin hadislerle istişhad etmemeleri üç temel sebebe bağlanmaktadır:
a) Hadisler Rasûlullah'tan işitildiği gibi nakledilmemiş, çoğu mana ile nakledilmiştir. Nitekim aynı şeyin anlatıldığı hadislerdeki lafız farklılıkları bunu açıkça ortaya koyar. Bu durumda lafızların Peygamber Efendimize ait olduğu kabul edilemez. Dolayısıyla hadisleri, şâhid ve delil kabul etmek dil hatalarına sebep olabilir. el-Batalyevsî bu hususa dikkat çekerek, muhaddislerin çoğunun hadislerin Hz. Peygamber'in ağzından çıktığı gibi nakledilmesine ehemmiyet vermediklerini, hadiste kastedilen manayı başka lafızlarla ifade ettiklerini belirtir.[338] Ebu'l-Hasan İbnu'd-Dâi' de (680/1281) bu hususu tekid ederek şöyle der: "Manayla rivayete cevaz vermenin, Sîbeveyh gibi imamların Arap dili kaidelerini tesbitte hadislerle istişhad etmemelerinin sebebi olduğunu düşünüyorum. Onlar prensipleri koyarken Kur'ân'a ve sarih nakillere dayanmışlardır. Alimler manayla rivayete cevaz vermemiş olsalardı, fasih lügati Arapların en fasih konuşanı olan Hz. Peygamber'in sözleriyle tesbit etmek elbette daha güzel olacaktı."[339]
b) Rivayet esnasında birçok lahn yapıldığı için hadislerle istişhad etmemişlerdir. Zira raviler içinde Arap olmayanların sayısı çoktu. Bunlar, Arapçayı nahiv ilmine uygun olarak bilmedikleri için, farkına varmadan hadislerde lahn ve tashîf yapmışlardır.[340] el-Batalyevsî'nin deyişiyle "hadis ravilerinin pekçoğu Arapçayı bilmeyen kimselerdir. Merfuyu, man-subu, mecruru birbirinden ayırd edemezler."[341]
es-Suyûtî jfctirdh'da, hadislerin çoğunun manayla rivayet edilmesindeki probleme temas ederek durumu itiraf eder: "Hadislerden Hz. Peygamber'in dediği şekilde sabit olduğu belli olanlarla istişhad edilir. Bu tür hadisler ise gerçekten nadirdir. Az sayıdaki bazı kısa hadislerde bu durum söz konusudur. Çünkü hadislerin çoğunluğu manayla rivayet edilmişlerdir. Hadisler tedvin edilmeden önce, Arap olmayanlar ile (aslen Arap olmayıp ta) Araplar içinde yetişip büyüyenler birbirlerine hadis alıp vermişler, kendi kullandıkları ibarelerle rivayet etmişlerdir. Böyle olunca da ilavelerde, noksanlıklarda, takdim-tehirlerde bulunmuşlar, lafızları başkalarıyla değiştirmişlerdir. Bu sebepledir ki aynı kıssayla ilgili rivayet edilen hadisteki lafızların farklı şekillerde geldiğini görürsün."[342]
es-Suyûtî'nin, hadislerin tedvinden önce Arap olmayanların birbirlerine rivayetiyle nakledildiğini ve ibarelerin değiştiğini söylemesi Önemli, önemli olduğu kadar es-Suyûtî gibi biri tarafından itiraf edilmiş olmas: manidardır.[343]
c) el-Batalyevsî'den naklettiğimiz gibi filologlar, Arapça harflerin bir^j birine benzemesini manayla rivayetin sebepleri arasında zikretmişlerdir]
Nahiv kitaplarına bakıldığı zaman, Kur'ân'la istişhad edilirken yukaj rıdaki endişelerden dolayı hadislerden istifade edilemediği görülür. Yerj yer ahlaka aykırı da olsa, başka delil bulamadıklarından dolayı cahili şh irlerden delil getirildiği halde hadislerden getirilmez. Ashabtan şair olan-î ların şiirleriyle de yeterince istişhad edilmediği görülür. Halil Günenç'iri tesbitiyle "bu insanlar cahiliye döneminde çok güzel şiirler söylemeleri-j ne rağmen, İslam'a girince önlerine yeni bir saha açılmış, yol ham ol-j duğundan aynı selâkette şiirler söylemekte zorlanmışlardır. Aynı durum ilk dönemlerde yazılan eserlerde de görülür. eş-Şâfiî'nin er-i?isd/e'sinde-| ki ibarelerin sertliği aynı zorluktan kaynaklanmaktadır. Ancak daha son-j raki dönemlerde, Örneğin bir en-Nevevî'nin bir eserini açtığınızda iba-j renin su gibi aktığını görürsünüz."[344]
Filologların tenkidlerine misaller:
a) Ebûbekr İbnu'l-Enbârî {328/940} şiir vb. sebepler nedeniyle mec bur olmadıkça, kâde'nin haberinde 'en' gelmeyeceğini, bu sebeple nej Kur'ân'da ne de fasih kelamda böyle birşeyin bulunmadığını belirterek! şöyle der: Kâde'l-fakru en yekûne kufran (fakirlik neredeyse küfre gö-| türecekti)[345] hadisi eğer sahihse bu rivayetteki "en " kelimesi ravinin ila-j vesidir, yoksa Rasûlullah'ın değil. Çünkü Hz. Peygamber Arap dilini eni fasih konuşan kimseydi."[346]
b) İbrahim Mustafa Kitabu'n-Nahu adlı kitabında, inne min eşed di'n-nâsi azâben yevme'l-kıyâmeü el-musavvirûn (kıyamet günü emşiddetli azaba düçâr olacaklardan bir kısmı da resim yapanlardır)[347] hadisinde ravinin lahn yaptığını söyler.[348]
c) Kemâ tekûnû yuvellâ aleykum (nasıl olursanız öyle idare olunursunuz).[349] Bu rivayette tekûnû kelimesi kemâ İle mec2ftm olarak gelmiştir. [350]Oysa kemâ câzimeden değildir. [351]
Manayla rivayete cevaz verenler, sahabeden ve tabiînden buna cevaz verenleri ve onların sözlerini, İbn Meş'ûd gibi sahabiierin rivayetlerinin ardından ev kemâ kâl ve benzeri ifadeler kullanmalarını, ashabın buna ses çıkarmamasını onların manayla rivayete cevaz verdiklerinin ic-mâına delil olarak gösterirler.[352] Sahâbe-i kiramın "emeranâ Rasûîulh-hi bi keza", "nehânâ an keza" ifadelerinin de bunu desteklediğini[353], ashabın aynı olayı farklı lafızlarla rivayet ettiklerini[354], onlann rivayet ettiği hadislerin kahir ekseriyetinde mana aynı olmakla beraber lafızların farklı olduğunu[355], sahabenin Rasûlullah'tan duydukları hadisleri hemen o mecliste yazmadıklarını ve tekrar etmediklerini bilakis uzun bir süre veya yıllar sonra yeri geldiğinde rivayet ettiklerini, böyle bir durumda ise lafızların aynen muhafazasının imkansızlığını ve ibarelerin unutulacağını[356] bir ravinin aynı hadisi değişik zamanlarda farklı lafızlarla rivayet ettiğinin bir vakıa olduğunu[357] kendilerine delil getirmek yanında başk< mesnedler de zikretmişlerdir. Bunların bir kısmı şunlardır:
1-Allah Teâlâ Kur'ân'da Musa aleyhisselam ve düşmanı Firavn'dan bahsederken, aynı manada farklı lafızlar kullanmış, keza diğer peygamber kıssalarını da değişik lafızlarla tekrarlayıp anlatmıştır. Bunun yanında, onların kendi kavimlerine farklı lisanlarda söylediklerini Allah Teâlâ bizlere mana ile nakletmektedir. Bunlarda takdîm, tehir, ziyade, noksanlık yönünden asıllarıyla aynilik olmadığı aşikardır.[358]
Hz. Musa'nın ayetlerde geçen sözünün farklılığı bunun delillerinden birisidir: Şu ayetlerde görüldüğü gibi: "Siz durun, ben bir ateş gördüm, belki size ondan bir kor (bi kabesin) getiririm"[359] "Ben bir ateş gördüm, (gidip) size ondan bir haber getireyim, yahut size bir ateş koru (bi şehâbi kabesin) getireyim de ısınasınız"[360] "Siz durun, ben bir ateş gör-dürcii belki size ondan bir haber getiririm, yahut bir ateş koru (cezuetin mine'n-nâr) (getiririm) de ısınırsınız."[361]
2-RasûluIIah'tan şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Haramı helal, helali haram yapmayıp manaya isabet ettiğiniz takdirde bunda bir beis yoktur."[362] İbn Hacer, hadisin senedinde bulunan el-Velîd b. Seleme[363] sebebiyle İbnu'I-Cevzî'nin Mevzûât'mda bu rivayetin mevzuluğuna hükmetmesini kabul etmez ve hadisin başka tariklerle de rivayet edildiğini belirtir.[364]
İbn Receb ise manayla rivayet hakkında hadisler bulunduğunu, bunlardan hiçbirisinin sahih olmadığını söyler.[365] es-Sehâvî de hadisin muztarib olup sahih olmadığını belirtir fakat, el-Cevrekânî'nîn ve İbnu'1-Cev-zî'nin hadise mevzu demelerinin tedkik edilmesi gerektiğini de ekler.[366]
Usûl kitaplarında ayrıca şu hadis zikredilir: "Sizden biri manaya İsabet ederse hadisi rivayet etsin."[367]
Kanaatimizce bu tür rivayetler karşı taraftakileri sükût ettirmek için uydurulmuştur ve sadece senede bağlı kalarak hüküm vermenin kötü örneklerindendir. Eğer Hz. Peygamber'in bu hadisleri varid olmuş olsaydı, başta sahabeden manayla rivayete cevaz vermedikleri zikredilenler olmak üzere, Kâdî Iyâz, İbn Hazm ve diğerleri ne diye İtiraz ediyorlardı diye sorulması icap eder.
Bu tür rivayetler yanında Abdullah b. Amr'ın nakletmiş olduğu bir hadis bulunmaktadır: "Hz. Peygamber birgün yanımıza geldi. Bizler sükût etmiş duruyorduk, Rasûlullah'ın sözlerini (birbirimize) aktarmıyor-duk. Allah Rasûlü "sizleri hadisleri aktarmaktan alıkoyan nedir?" diye sorunca bizler şöyle dedik: "Sizin 'kim benim adıma bilerek yalan uydu-rursa cehennemdeki yerine hazırlansın' kavlinizi işittiğimizden, sözlerinizde ilavede ve eksiltmede bulunmaktan korkuyoruz." Rasûlullah bunun üzerine şöyle buyurdu: "Benden rivayet edin, bunda beis yoktur."[368] Bu rivayet te üsttekilerin ve altta gelen hadisin cümlesinden değilse, ashabın hadis rivayetinde tereddütlü davranması karşısında, Hz. Peygamber'in beşer olarak yapılabilecek hataları makul karşılayarak onları rahatlatması, manayla rivayet açısından delil olabilecek özelliktedir.
Bu hadisle eş zamanlı olduğu vehmini uyandıran bir hadis daha vardır fakat ifadelerinde oldukça farklılıklar bulunmaktadır.
Muhammed bin el-Fadl bin Atiyye > el-Ahves bin Hakîm > Mekhûl > Ebû Umâme tarikiyle gelen rivayet şöyledir:
Rasûlullah şöyle buyurdu: "Kim benim adıma bilerek yalan uydurur-sa cehennemin iki gözü arasında oturacağı yere hazırlansın." Bu söz Hz. Peygamber'in ashabına çok ağır geldi. "Yâ Rasûlallah! Bizler sizden hadis naklediyoruz ancak ilavede ve eksiltmede bulunuyoruz" dediler. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ben bunu kasdetmedim. Benim adıma yalan uyduran ile İslam'ın eksiğini arzulayanı kasdettim." Ashab sordu: "Yâ Rasûlallah! Cehennemin iki gözü buyurdunuz. Cehennemin de gözü var mı?" Rasûlullah şöyle buyurdu: "Evet. Sizler Allah Teâlâ'nın şu kavlini işitmediniz mi?: "Cehennem onları uzaktan görünce onun öfkesini ve şiddetli sesini işitirler."[369] Cehennem onları gözleriyle görecektir.[370]
el-Hâkim bu hadisin batıl olduğunu, senedinde bulunan Muhammed b. el-Fadl b. Atiyye'nin yalancılığında ittifak edildiğini, Salih b. Ceze-re'nin de onun hakkında "hadis uyduruyordu" dediğini aktarır.[371]
Bunun yanında hadisin senedindeki el-Ahves b. Hakîm hakkında da alimler farklı sözler söylemişler, genelde cerh etmişlerdir.[372]
Bu hadis el-Hatîb, İbnu'l-Cevzî ve es-Sehâvî'nin beyanına göre Mus-necf inde Ahmed b. Menî tarafından, Hâlid b, Dureyk eş-Şâmî el-Aska-lânî tarikiyle, ismi verilmeksizin sahabeden birisinden de rivayet edilmiştir.[373] Rivayet şöyledir:
Rasûlullah şöyle buyurdu: "Kim benim adıma demediğim birşeyi söylerse, cehennemin iki gözü arasında oturacağı yere hazırlansın." Soruldu: "Ya Rasûlallah! Cehennemin de iki gözü mü var?" Rasûlullah şöyle buyurdu: Sizler Allah Teâlâ'nın şu kavlini işitmediniz mi?: "Cehennem onları uzaktan görünce onun öfkesini ve şiddetli sesini işitirler."[374] Oradakiler soru sormayı bırakınca Rasûlullah bunu iyi görmeyip, "neden sormuyorsunuz" diye sordu. Onlar da "ya Rasûlallah! Sizlerin az önce şöyle buyurduğunuzu işittik: "Kim benim demediğimi benim adıma uydurursa cehennemin iki gözü arasında oturacağı yere hazırlansın." Bizler ise hadisi İşittiğimiz gibi ezberleyemiyoruz. Bir kelimeyi geri, bir kelimeyi ileri alıyoruz, bir kelime ilave edip, bir kelime çıkarıyoruz." Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ben bunu kasdetmedim. Benim adıma yalan uyduran ile benim ayıbımı ve İslam'ın eksiğini) -veya benim eksikliğimi ve İslam'ın ayıbım- arzulayanı kasdettim." ':
es-Sehâvî bunun senedinin öncekine göre daha sağlam olduğunu söyler. O böyle söyler ancak, el-Cevrekânî hadisin bu tarikinin de batıl olduğunu belirtir. Çünkü der, hadisin senedindeki Hâlid b. Dureyk hiçbir sahâbîden birşey işitmemiştir, keza hadisin senedinde bulunan Ah-med b. Abdillah b. Muhammed de zayıftır.[375] Hâlid b. Dureyk'İn isim vermeksizin bir sahabiden rivayet etmesi ve kendisinin de hiç bir saha-biden hadis almamış olması, hadisin munkatı olduğunu göstermektedir, çünkü aradaki zat belli değildir.
Hadise mevzu diyen el-Elbânî oldukça çarpıcı bir metin tenkidi yapar: "Hadisin sonunda, İslam'ı kötülemek ve Hz. Peygamber'i tahkir etmek niyetiyle olmadıktan sonra, adına hadis uydurmakta beis olmadığını hissetttiren bir durum vardır. Sanki bu hadis, terğîb-terhîb ve fezâüi a'mâlle ilgili Hz. Peygamber adına yalan uydurmayı caiz gören Kerrâ-miye'nin uydurması gibidir..."[376]
Gerek raviler ve gerekse metin yönüyle bu değerlendirme göz Önünde bulundurulduğunda, fıkıh usûlcülerinin kullandığı bu hadisin sıhhatinin sağlam olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, bu maddede zikredilen hadisler içinde sadece Abdullah b. Amr'dan gelen rivayet delil olabilme özelliği arz ediyor demektir.
3- Arap olmayanlara Şeriatın kendi lisanlanyla anlatılmasında icmâ vardır. Bu caiz olunca, Arapça bir kelimenin müradifinin başka bir kelimeyle değiştirilmesi öncelikle caizdir. Nitekim Hz. Peygamber'in elçileri gittikleri yerlerdeki insanların lisanlarını biliyorlarsa, Rasûlullah'ın emirlerini onların lisanıyla bizzat kendileri tebliğ etmişlerdir. Zaten Arap olmayanları dine tebliğ etmek için böyle bir yolu tutmak elzemdi.[377]
4- Hz. Peygamber'in müteaddit defalar aynı manayı farklı ifadelerle beyan ettiği olmuştur.[378]
5- LafızIar iki kısma ayrılır: îcâz özelliği olanlar. Kur'ân lafızları böyledir. Aynen nakledilmesi gerekir, zira, îcâz yönü olduğu gibi aktarılmasıyla kâimdir. îcâz yönü olmayanlar da iki kısma ayrılır: a) İbadet edilenler. Bunların aynı şekilde kıraati ve rivayetleri gerekir. Teşehhüd lafızları gibi. b) İbadet edilme yönü olmayanlar. Bunlar mananın tamamıyla muhafaza edildiğine inanıldığında değiştirilebilir, bu caizdir. Çünkü lafızlarında ibadet edilme yönü olmayıp arzulanan manadır. Bunların nazımla ilgisi yoktur.[379]
6- el-Hakîm et-Tirmizî (320/932) alimlere gerekli olan, kendilerine ulaşan hadisleri tebliğ edip aktarmaktı, der. Eğer kendilerine gelen hadisleri takdim ve tehirde bulunmadan, noksanlaştırmadan ve ziyadeleş-tirmeden olduğu gibi aktarmak gerekseydi, bunları sayfalara yazarlardı. Nitekim RasûluIIah da kendisine nazil olan vahiyleri Allah'ın muhafaza edeceğine dair garantisi olmasına rağmen[380] katibi çağırtıp yazdırıyordu. Ayetler bu şekilde yazılmak suretiyle korunmuş oldu. Eğer hadisler için de aynı durum olsaydı Rasûlullah'ın ashabı hadisleri yazardı. Yazmasına izin verilen Abdullah b. Amr'ın dışındakiler hadisleri Rasûlul-lah'tan ezberlemek suretiyle alıyorlar, rivayetlerinde de yine ezberden nakledip takdim tehirde bulunuyorlar, mana değtşmese de aktarırken kullandıkları lafızlar değişiyordu. Bu durum yadırganmıyor, onlar da bunda bir beis görmüyorlardı.[381]
İbn Fâris de (395/1005) böyle birşey gerekli olsaydı Hz. Peygamber ayetleri nasıl aynen muhafaza etmelerini emrediyor idiyse, hadisler hususunda da aynı emri verirdi. Bunu emretmediğine göre, bu hususta biraz daha rahatlık olduğu anlaşılmaktadır, der.[382]
7- Manayla rivayet caiz olmayıp, Kur'ân gibi lafzen rivayeti mecbur olsaydı, Rasûlullah'ın oturuş, kalkış, yürüyüş vb. tüm yönlerini aynı lafızlarla rivayet etmek mümkün olmazdı diyen [383]Emin Ahsen İslâhî, bu durumda "üsve-i hasene bizlere ulaşmazdı" demektedir. Başka bir deyişle bunun, ümmetin Rasûlullah'ın hadislerinin yüzde doksanbeşinden mahrum kalacağı manasına geldiğini belirtir. [384]
Hadislerin manayla rivayetine cevaz vermeyenler kendilerine mes-ned teşkil edecek bazı delilleri zikretmişlerdir. Bunların bir kısmı şunlardır:
1- el-Berâ b. Âzib naklediyor: "Hz. Peygamber bana şöyle buyurdu: "Döşeğine geldiğinde namaz için aldığın abdest gibi abdest al, sonra sağ tarafına yat. Ardından da şöyle söyle: "Allahım! Yüzümü (nefsimi) sana teslim ettim. İşimi sana havale ettim. (Rahmetini) arzulayarak (azabından) korkarak sırtımı sana dayadım. Senden kaçılıp sığınılacak olan yine sensin. Allahım! İndirmiş olduğun kitabına, göndermiş olduğun peygamberine iman ettim." (Bunları dediğin) gece ölürsen fıtrat üzere ölürsün. Geceleyin söylediğin son sözler bunlar olsun." el-Berâ diyor ki: Bunları Hz. Peygamber'e tekrar ettim. Allahım! İndirmiş olduğun kitabına, göndermiş olduğun nebî'ne iman ettim kısmına gelince, (nebî'ne yerine) rasûlüne dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Öyle değil. (Şöyle de): Göndermiş olduğun nebî'ne iman ettim."[385]
İbn Hazm manayı bozmamasına ve Rasûlullah'ın hem nebî hem de rasûl olmasına rağmen, değişikliğe müsade etmemesini delil getirerek, nasıl ki Kur'ân ayetlerini kıraat amacıyla manayla okumak caiz değilse 've mâ yentıfcu'[386] ayetiyle belirtildiği gibi vahiy olan ve ayetlerle arasında bu yönüyle fark bulunmayan hadislerin de değiştirilmesinin kesinlikle [387]caiz olmadığını söyler. [388]
Hz. Peygamber'in "ve rasûlikelîezî erselte" ifadesini "ve nebiyyi-keiîezî erselte" şeklinde düzeltmesi, nebî ifadesinin daha çok medhedi-ci olmasındandır. Malum olduğu üzere, hem nebinin hem de rasûlün kullanıldığı yerler vardır. Rasûl ifadesi, hem nebî hem de kendisine kitap verilenler için kullanılır. Oysa nebî ismi sadece nübüvvet verilenler için kullanılır. Nebîlerden olan rasûller ise, asıl olan nübüvvet yanında ri-salete de sahip olduklarından faziletli kılınmışlardır.[389] Dolayısıyla "ve nebiyyike" deyince en medhedici ifadeyi getirmiş, daha sonra da bunu risâletle kayıtlandırarak "ellezî erselte" buyurmuştur. Ayrıca nübüvvetle risaleti birarada zikretmek için "msûlike" ifadesini "nebiyyike" olarak düzeltmiştir.
Cevap verenler Arapça açısından da meseleye yaklaşarak şöyle derler: Arap dilinde de, aynı şeyi ifade etmek istedikten sonra "hazâ rasûlu fulâniUezî erseleh" (bu falancanın gönderdiği elçidir) veya hazâ ka] tîlu Zeydimllezî katefeh" (bu Zeyd'in öldürdüğü kimsedir) denmez. Buj nun yerine aynı şey tekrara kaçmadan "rasûlu futan" ve "katîlu fulan \ demek suretiyle, gönderilen kimse veya katil tekrardan zikredilmez. Böylece aynı şey tekrarlanmamış olur. Ancak aynı şey kastediîmedikten sonra şöyle demek daha güzel olur: Hazâ rasûlu Abdillahitlezî ersele-hu ilâ Amr (bu Abdullah'ın Amr'a gönderdiği elçidir); hazâ katîlu Zey-dinillezî katelehu bi'l-ems (bu Zeyd'in dün öldürdüğü kimsedir) veya hazâ katîlu Zeydinillezî katelehu fî vâkiati keza (bu Zeyd'in filanca olayda öldürdüğü kimsedir). Burada da aynı durum söz konusu olduğundan Hz. Peygamber müdahele etmiştir.[390]
Ayrıca manayla rivayette kullanılan lafzın yerine konulduğuyla aynı manada olması gerekir. Oysa nebî ile rasûlün aynı manada olmadığı kabul edilmiş bir husus olup, bu hadis manayla rivayetin caiz olmadığına delil getirilemez.[391]
Cevaz verenler şunu da söylerler: "Aynı duada bahsedilen kimsenin tek kişi, keza burada geçen hem nebî hem de rasûl aynı manada olmasına rağmen Hz. Peygamber'in el-Berâ'yı ikaz ederek düzeltmesi manayla rivayetin caiz olmadığını gösteriyor. Rasûlullah'ın hangi sıfatla zik-redildiyse onun korunmasını istediği anlaşılmaktadır" denecek olursa: Bu görüşe göre hem nebînin hem de rasûlün aynı manada olduğu ke-sinse, bu durumda yerlerini değiştirmek zarar vermez. Bu söz zann-ı ga-Üp te olsa, yine de zanna göre söylendiğinden delil olmaz. Bu hususta söylenecek en güzel söz şudur: Hz. Peygamber'in kendi söylediği gibi ezberlemesini istemesi, zikir lafızlarının tevkîfî ve kendine has Özellikleri, sırlan olmasından olabilir. Bu da bu tür hadisleri diğerlerine kıyas etmemeyi, geldiği lafzın korunmasını gerektirir.[392]
Tüm bunların yanında, Hz. Peygamber huzurunda öğretmiş olduğu bir duanın aynen ezberlenmesini elbette isteyecekti. Çünkü ona birşeyi ezberletmektedir. Buna rağmen delil olarak getirdikleri hadisteki dua bile hadisin varyantlarında farklılıklar arz etmektedir.[393]
2-"Bizden bir hadis ezberleyip bunu işittiği gibi başkasına aktaranın Allah yüzünü ağartsın. Nice bilgi sahibi vardır ki, fakih değildir (taşıdığı bilginin künhünü tam olarak bilemez). Keza nice bilgi sahibi kimseler vardır ki, bilgiyi kendisinden daha fakih (anlayışlı) birine aktarmış olurlar."[394]
Manayla rivayete cevaz vermeyenler bu hadisle ilgili olarak şöyle söylerler: İşittiği gibi nakledenden murad işitilen lafzın aynı şekilde nak-ledilmesidir. Allahu alem, idraki daha yüksek birisine nakledilmesinden murad, nakleden kimsenin tesbit edemediği bir hususu nakledilenin hadisin lafzında tesbit etmesidir. Ayrıca hadisten, mana ile nakledenin bu övgüye layık[395] olmadığı anlaşılmaktadır. [396]
Bir İnsanın kelamını aktaran kimse, lafızlar farklı olsa da işittiği gibi tam olarak aktardığını söyler. Nitekim şahidler ile tercümanlar böyledir-ler. Onlann işittikleri gibi aktardıkları kabul edilir, oysa şahidin aktardığı ifade şahidlik yaptığı kimsenin lafzıyla aynı değildir. Keza tercümanın kullandığı dil de tercümanlığını yaptığı kimsenin diliyle aynı değildir.[397] Ayrıca hadisi aktarmak sadece onu kendi lahzlanyla rivayet etmek değildir, mefhumunda değişiklik yapmadıktan sonra manayla rivayet te bunun içine girer. Çünkü anladığı şekilde hadisi rivayet etmektedir.[398]
el-Hatîb hadisin esasında manayla rivayeti kabul etmeyenlere karşı bir delil olduğunu söyler. Çünkü Rasûlullah şunu demiş gibidir, der: Hadis kendisine aktarılan kimse işitenden belleme ve idrak yönüyle daha iyi olur, işiten de idraki az ve manaları bilmeyen biri olursa, bu durum-, da hadisi aynı lafızlanyla aktarması gerekir ki, fakih olan alim ondan is-tinbat etsin. Eğer hadisi aktaranla aktarılan aynı seviyede İse, o zaman bu hadiste onların kasdettiği hususa işaret eden bir yön yoktur. el-Hatîb bu hadisin kendisinin bile lafızlarının farklı olduğunu ifade ettikten sonra tariklerini farklı lafızlanyla müstakil bir eserde biraraya getirdiğini söyler.[399]
Manayla rivayet hususunda işte delil budur diyen el-Gazâlî de (505/1111) hadiste illetin zikredildiğini, bunun da insanların anlayışlarının farklı oluşu olduğunu ancak anlama hususunda ihtilaf etmedikleri müteradif kelimelerin bunun dışında olduğunu söyler. Bu hadisin dahi farklı lafızlarla rivayet edilmesinin manayla rivayetin cevaziyetini gösterdiğini, her ne kadar ayrı ayrı zamanlarda Rasûlullah tarafından buyurul-duğu mümkün ise de[400] ağır basan görüşün tek bir hadis olduğu yönünde oluştuğunu söyler.[401]
el-Kurtubî de (671/1272) işittiği gibi nakletmekten muradın hadisin hükmü olduğunu, lafzı olmadığını, lafzın göz önünde bulundurulmayacağını, hadisle bunun kastedildiğini belirtir.[402]
Muhammed b. Nizâmuddîn el-Ensârî de benzer bir yaklaşımla bu hadise güzel bir bakış açısı getirir: "Nice bilgi sahibi kimseler vardır ki fakih değildir" ifadesinde şu mana da vardır: Böyle olan kimseler manayla rivayet durumunda karıştırmaya sebebiyet verebilir. Ancak bu bir ihtimal olsa da, ihtimalle birşey gerekmez. Ayrıca bu hadiste gözetilen gaye, nedb'dir.[403]
Muhammed Ebu'n-Nûr Zuheyr buna şu ilaveyi yapar: "Hiçbir ziyade ve noksanlıkta bulunmaksızın Rasûlullah'ın lafzının ihtiva ettiği manayı iyice belleyip tam olarak nakleden kimse işittiği gibi nakletmiş olur. Çünkü hadise ne ziyadede bulunmuştur, ne de eksiltmede. Ayrıca hadiste manayla rivayetin yasaklığına bir işaret te yoktur.[404] 3- Tecrübelerimiz gösteriyor ki, sonraki bir alim önceki alimlerin tesbit edemediği bir hususu ayet veya hadisten istinbat etmektedir. Zaten işiten kimse zeki bir fakih te olsa, duyduğu anda hadisin içindeki tüm hususları sezip tespit etmesi icap etmez. Eğer biz manayla rivayete cevaz verecek olursak, ravi arada fark olmadığını zannetse bile, manayla rivayet etmesiyle muhtemelen büyük değişiklik meydana gelir ve bu değişiklik devam ede ede ilk haliyle son hali arasında bir münasebet kalmaz.[405]
4-Ravinin Rasûlullah'tan İşittiği lafzı değiştirmesi caiz olsaydı, ikinci ravinin birinci raviden işittiği hadisi değiştirmesi de caiz olurdu. Hatta bu öncelikli olarak olurdu. Çünkü ravinin sözünü değiştirmek Hz. Peygamber'in kavlini değiştirmeye göre evleviyetle caizdir. Sonraki tabakalarda da bu durum böyle devam edip gider. Bu ise nihayetinde Rasûlullah'ın sözünün değişmesine sebebiyet verir. Çünkü insan kendi görüşüne göre davrandığında az da olsa bir değişiklik yapar.[406] En son kimsede ise değişiklik fahiş bir hal alır. [407]
Sahabenin kendisi aynı olayı farklı lafızlarla rivayet etmişlerdir. Bu manayla rivayetin cevaziyetini göstermektedir. Ayrıca mana ifade edildiği zaman, bunun yeterli olacağı onlardan nakledilmiştir. Bunun yanında, tercümenin aslına mutabakatı şart koşulmuştur. Zaten manayla rivayette ziyade ve noksanlık bir yönden dahi olsa, bu caiz görülmez. Âdil ve fakih olan bir ravide İse böyle birşey söz konusu olmaz. Çünkü bir yönden dahi olsa Hz. Peygamber'İn hadisini değiştirmek onun adına yalan uydurmadır. Bu ise büyük günahlardandır. Fakih ve âdil bir ravi bundan uzaktır. Zaten bizler de kelimelerin manalarını, sözün kullanılacağı yerleri bilen insanların manayla rivayetine cevaz veriyoruz. Kişi böyle olduktan sonra fesahattaki lafız farklılıkları zarar vermez. Bu sebepledir ki, hadis talibinin keza Kur'ân ilimleriyle İştigal etmek isteyenin )' Allahn ve tahriften kurtulmak için önce dilbilgisini öğrenmesi gerekmektedir. Hammâd b. Seleme'nin (167/783) dediği gibi, "hadis taleb edip te nahiv bilmeyen kimse, arpasız yem torbası boynunda duran merkep : gibidir."[408]
5-Hz. Peygamber'İn buyurdukları bizlerin aynı şekilde tabi olup iba-! det ettiğimiz ifadelerdir. Kuran'daki gibi başka ifadelerle değiştirilmesi caiz olmaz. Ezan, teşehhüd ve tekbir gibi. Bu gibi şeylerde hem lafız hem de mana kastedilmiştir. Demek ki murad hem lafız hem de manadır. [409]Bu da lafzın korunmasını gerektirmektedir. [410]
Kur'ân ayetleri îcâz yönü olan ifadelerdir. Değiştirilmesi bu yönüne halel getirir. Hadislerde ise böyle bir durum yoktur. Bunların nakledil-mesindeki murad mananın nakledilmesidir. Ezan, teşehhüd ve tekbir ifadelerine gelince, bunlardaki gaye ibadettir. Bu sebeple bunlarla yapılacak ibadet manalanyla yerine gelmez, lafızlarının muhafazası gerekir. Diğer haberlerde ise böyle bir durum yoktur. Ayrıca ibadet kasdı bulunan ezan, tekbir gibi ifadeleri diğer hadislere katmaya ve aynı şekilde değerlendirmeye imkan veren açık bir yön yoktur, çünkü bu açıdan aralarında bir bağlantı yoktur.[411]
Ayrıca şu da var ki, hadislerin hem lafzını hem de manasını rivayet etmek gerekseydi, ezan ve teşehhüdde olduğu gibi bunların bizlere kesin bilgiyle ulaşıp, özrü kaldıracak şekilde nakledilmesi gerekirdi. Hadislerde böyle bir durum olmaması bu delillerinin batıl olduğunu göstermektedir. Hem ezan, teşehhüd gibi hadislerle Arapça dışında ibadet edilmez, diğer emir ve nehiyler ise böyle değildir. Bizler, bunları Arapça olarak ulaştırmak daha makbul ve evlâ olmasına rağmen, Arap olmayanlara kendi lisanlarınca ulaştırmakla emrolunduk.[412]
Buraya kadar manayla rivayete cevaz verenlerin ve vermeyenlerin delillerini ana hatlarıyla ele almış olduk. Zikredilen deliller ve dayanaklar açısından bakıldığında manayla rivayetin bir zaruret olduğu ortaya çıkmaktadır. Hadislerini Kur'ân gibi yazdırmayan Hz. Peygamber'İn tutumunun da bunu doğurduğu söylenebilir. Dolayısıyla, el-Kurtubî'nin de-yijyle, "manayla rivayete cevaz veren görüş inşâellah sahîh olan görüştür."[413] Çünkü Kur'ân'ın sünnet yorumuna muhtaç insanlara, gönüllerin arzuladığı öyle olmakla birlikte, binlerce hadisi ezberleyip olduğu gibi aktarmak mecburiyeti getirmek, sünnetin bir tarafa bırakılmasını söylemekle aynı manadadır. Zira böyle bir zaruret beşer fıtratını inkar demektir. İfade edilirken yazılmayan şeyin olduğu gibi muhafazasının mümkün olmayacağı aşikardır. Bu, muhali istemek gibi birşeydir.
Bununla beraber, manayla rivayete cevaz verip vermemenin pratikte bir faydası olmadığını düşünüyoruz. Vakıa onları buna mahkum ettiği için, ümmetin büyük çoğunluğu manayla rivayete cevaz vermeye mecbur kalmışlardır. Cevaz verseler de vermeseler de, rivayetler zaten manayla rivayet edilmekteydi. İnsan olmak bunu gerektiriyordu. Böyle bir zaruret ve vakıa karşısında yapacakları tek şey kalmıştı: Bu tür rivayetleri kabulde bir takım şartlar koşmak. Ancak bu şartları koymaya başladıkları zaman ile Hz. Peygamber'in vefatı arasında geçen uzun süre zarfında hadisler alacakları şekli almıştı. es-Suyûtî'nin belirttiği gibi, özellikle Arap olmayan ravilerin bunda katkısı büyüktü. Gerçi ravilerin tamamı Arap ve kültür seviyeleri ileri seviyede olsaydı bile, en azından bir asırlık bir süreçte hadislerin lafızlarını, kuşaklar boyu olduğu gibi nasıl koruyabilecekleri şüphelidir. Bu sebeple, gerek hadisçilere ve gerekse fakihlere düşen, artık bu ibareler içinden Hz. Peygamber'in buyurduğuna en yakın olanı tesbit etmeye çalışmaktı. Bu da birinci derecede ravilerin durumlarının incelenmesi ile mümkün olabilmekteydi. Hangi ra-vinin duyduğu lafzı aslına en uygun bir şekilde nakledebileceğini tesbit etmek ve özellikle teşrîyle ilgili meselelerde bunlara dayanmak.
Vazifeleri "hadisleri aslî durumuna göre en iyi şekilde tesbit edip fa-kinlerin ve kelamcıların önüne koymak" olan hadisçilerin, bu husustaki büyük gayretlerini, gerek sened gerekse metin açısından getirdiklerini inkar etmek mümkün değildir. Ancak onların bu gayretlerinin ne derece başarılı olduğunu tesbit etmek zordur. Aşağıda gelecek olan misallerde görüldüğü üzere, hadis kitaplarında hep aynı şekilde rivayet edilmiş bir tek hadis neredeyse bulamazken, filologlar dil kurallarını koyarken hadislere dayanmazken, şer'î hayatımızı tanzim etme durumunda olan başta ftkıhçılar ve kelamcıların ne tür bir zorlukla karşı karşıya kaldıkları ortadadır. En sade örnek olarak, nikah anında kullanılacak lafzı tesbitı ederken, aynı olayı anlatan hadislerdeki farklı ifadelerin fukahayı maruzj bıraktığı zorluk bariz bir şekilde görülmektedir. Bu gerçekle karşı karşı-j ya kalınca, manayla rivayete cevaz vermeyenleri ve şöyle diyen Cerâc-i pûri'yi anlamakta zorlanmıyoruz: "Hadisler mana ile rivayet edildiklerinde çok farklı bir konuma ulaştı. Sadece Peygamber Efendimize manevi bir nisbet kaldı. Gerçekten de ravilerin ifadelerinin, Peygamber Efendimizin söylemiş olduğu gayeye ne kadar yakın olduğunu tesbit zordur. Çünkü bazan sadece bir lafzın değişmesiyle kelamın manası değişir. Hem şu açıktır ki, böyle bir durumda hadislerin lafızlarından özel bir amaç için istidlal etmenin önemi yoktur, çünkü asıl lafzın ne olduğu belli değildir."[414]
Manayla rivayet açısından kısmî de olsa taşıdığımız bir endişe daha vardır: Hadisler kitaplarda toplanana kadar ravilerin bir takım hadisleri manayla rivayet etmek suretiyle aslî durumlarından uzaklaştırmış olmaları, sonraları konulan manayla rivayet şartlarının gerçekte bir anlam ifade etmemesi. Çünkü bizler, Cumhuriyet dönemini yaşamış insanların çocuklarına anlattıkları şeyleri torunlarından dinlerken, 70-80 yıllık süre zarfında nesillerin çok zıt şeyler anlattıklarına şahid oluyoruz. Tarihî süreçte bir değişim kendisini tabii olarak gösteriyor. Hadislerde de bu durumun yaşanmış olması normaldir. Nitekim İbn Receb, bu hususta tesbit edilmiş bazı misaller verir. Bunlardan birisi de şudur: Bazıları "imam kıraat ettiğinde siz susun" hadisini anladığı şekilde nakletmiş ve şöyle demiştir: "İmam veladdâllin'i kıraat ettiğinde siz susun." Böyle nakleden kimse hadisi imamın kıraate başlamasına değil de kıraati bitirmesine hamletmiştir.[415]
Bu konuyu Selman Başaran'ın, manayla rivayetteki aşırı müsamahanın sebep olduğu zararların bir kısmına dair tesbitiyle bitirelim: a) Hz. Peygamber'in lafızlarını aynen okuma ve okutma zevkinden mahrumiyet, b) Mana rivayeti hadis uyduranların işini kolaylaştırmıştır, c) Lafız değişiklikleri anlayış farkına sebep olmuş, alimler arasındaki ihtilafların büyük bir kısmı hadislerdeki lafız farkından kaynaklanmıştır.[416]
Mevcut kaynaklar içindeki hadislerden en münasip ifadelerin tesbit edilmesine, gerekirse rivayetler arası harmanlama yapılarak bir nevi id-raclara gidilmesine ve manayla rivayetin sebebiyet verdiği "anlam kaymasının boyutlarının tesbitine ihtiyaç vardır. [417]
1-İnsan her zaman aynı olmaz hadisi:
Huzurundaki haliyle yanından ayrıldıktan sonraki hali aynı olmadan Hanzala el-Useyyidî'yi teskin eden Rasûlullah'ın buyurduğu sözlerinjjtarikler arasında farklılıklar arz etmesi, manayla rivayetin en güzel misal-lerindendir:
a) Müslim: Hanzala'dan:
"Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim yanımda bulunduğunuz hal üzere ve zikretmeye devam etseniz, melekler döşeklerinizde ve yollarınızda sizlerle musâfaha ederlerdi. Lakin ey Hanzala! (İnsan) bazı zaman Öyle olur, bazı zaman da böyle." Rasûlullah bu son kısmı üç kez tekrarladı.[418]
b) Müslim: Hanzala'dan:
"Ey Hanzala! (İnsan) bazı zaman öyle olur, bazı zaman da böyle. Sizlerin kalbi zikir anındaki hal üzere devam etse, melekler sizinle musafa-ha ederler hatta yollarınızda sizlere selam verirlerdi."[419]
c) et-Tirmizî: Hanzala'dan:
"Benim yanımdan kalktığınız hal üzere devam etseniz melekler oturduğunuz yerlerde, yollarınızda ve döşeklerinizde sizlerle musâfaha ederlerdi. Lakin ey Hanzala! (İnsan) bazı zaman öyle olur, bazı zaman böyle olur, bazı zaman da başka olur."[420]
d) et-Tirmizî: Hanzala'dan:
"(Her zaman) benim yanımda olduğunuz gibi olsanız melekler kanatlarıyla sizleri gölgelendirirdi."[421]
e) İbn Mâce: Hanzaİa'dan:
"Ey Hanzala! (Her zaman) benim yanımdaki gibi olsanız, meiekler döşekİerînizde veya yollarınızda sizlerle musâfaha ederlerdi. Ey Hanzala! (İnsan) bazı zaman öyle olur, bazı zaman da böyle."[422]
2- Camide bevfeden kimseye müdahele hadisi:
Mescid-i Nebevi'de bevleden insana ashabın müdahelesi ve Rasûlul-lah'ın bunlara engel olması farklı lafızlarla rivayet edilmektedir:
a) el-Buhârî: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Ona engel olmayın." Daha sonra bir kova su istedi ve bevlin üzerine döküldü.[423]
b) el-Buhârî: Ebû Hureyre'den: Rasûlullah şöyle buyurdu: "Bırakın onu ve bevlinin üzerine su dolu bir kova--veya su dolu büyük bir kova- dökün..."[424]
c) Müslim: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Bırakın onu ve ona engel olmayın." Enes diyor ki: (Adam beyimi) bitirince bir kova su istedi ve bevlin üzerine döktü."[425]
d) Müslim: Enes'ten:
İnsanlar ona bağırdılar. Rasûlullah (ise) şöyle buyurdu: "Bırjakıh onu." (Adam bevlini) bitirince Rasûlullah bir dolu kova su {getirilmelim) emretti ve bevlinin üzerine döküldü.[426]
e) Müslim: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ona engel olmayın. Bırakın onu."[427]
f) Ebû Dâvud: Ebû Hureyre'den:
...Aradan fazla bir zaman geçmeden mescidin içinde bir kenara devletti. İnsanlar ona doğru koştular fakat Rasûlullah onları men etti ve şöyle buyurdu: "Sizler kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz. Bevlin üzerine su dolu büyük bir kova -veya şöyle buyurdu: Su dolu bir kova- dökün."[428]
g) et-Tirmizî: Ebû Hureyre'den:
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bevlİn üzerine su dolu büyük bir kova veya bir kova su dökün." Daha sonra şöyle buyurdu: "Sizler kolaylaştırıcı olarak gonderildiniz, zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz."[429]
h) en-Nesâî: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Bırakın onu, ona engel olmayın." (Adam bevlini) bitirince bir kova I su istedi ve bevlin üzerine döktü.[430]
ı) en-Nesâî: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Onu terk edin." {Onlar da) onu terk ettiler. O da bevletti. (Rasûlullah) daha sonra bir kova (su) emretti ve bevlin üzerine döküldü."[431]
i) en-Nesâî: Ebû Hureyre'den: Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Bırakın onu ve bevlinin üzerine bir kova su dökün. Sizler kolaylaştırıcı olarak gonderildiniz, zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz."[432]
j) İbn Mâce: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Ona engel olmayın." Sonra bir kova su istedi ve bevlin üzerine döktü."[433]
k) İbn Mâce: Vasile b. el-Eska'dan: Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Bırakın onu." Sonra su dolu büyük bir kova istedi ve bevlin üzerine döktü."[434]
1) Ebû Dâvûd: Abdullah b. Ma'kil'den mursel olarak: Rasûlullah şöyle buyurdu:[435]
"Bevlettiği toprağı alıp atın. Yerine de su dökün." [436]
es-Sahîhayn 'da -temriz sîgası ile rivayet edilenler, muallaklar ile bab başlıklarında zikredilenler vb. hariç- muttasıl hadislerin tamamının, ümmetin icmâsıyla sahih kabul edildikleri şeklinde öteden beri yaygın bir kanaat vardır.[437] Hadisçiler arasında da genelde kabul gören yaklaşım, es-Sahî/ıayn'daki bu tür hadislerin sahih oldukları yönündedir. İbnu's-Salâh (643/1245), en-Nevevî (676/1277) ve es-SuyÛtî (911/1505) gibi usûl yazarları bunu ifade ederler.[438]
en-Nevevî bu konuda kendisine sorulan "e/-Bu/ıârf ve Müslim'de, meşhur musnedlerde, Ebû Davud'un, et-Tirmizî'nin, en-Nesâî'nin su-nenlerinde veya bunların bir kısmında sahih olmayan veya batıl hadisler var mıdır?" sorusuna şöyle cevap vermiştir: Ue\-Buhârî ile Müslim'deki hadisler sahihtir. Diğer mezkur sunenlere ve musnedlerin çoğunluğuna gelince; bunlarda sahih, hasen, zayıf, munker ve batıl hadisler vardır."[439]
Keza Halîl b. Keykeldî el-Alâî (761/1360), el-Buhârî ve Müslim'in kitaplarında muttasıl olarak rivayet ettikleri hadisler üzerinde imamların icmâ ettiklerini, bu sebeple onlardaki hadislere tenkit için bakıİamay; cağını kesin bir dille söylemiştir.[440]
Bu yaklaşımı hadisçilerin dışındaki alimlerde de görmek mümkün olmaktadır. Örneğin rivayetlerin değerlendirilmesinde temel ölçüler koymuş bulunan tarihçi İbn Haldun da (808/1406) benzer şeyleri meh-di'yle ilgili hadisleri değerlendirirken söylemektedir: "et-Tirmizî, Ebû Dâvûd, el-Bezzâr, İbn Mâce, el-Hâkim, et-Taberânî, Ebû Ya'Iâ el-Mevsı-lî gibi bazı imamlar mehdi hadislerini rivayet etmişlerdir. Bunlar bu hadisleri Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Talha, îbn Mes'ûd, Ebû Hureyre, Enes, Ebû Saîd el-Hudrî, Ummu Habîbe, Ummu Seleme, Sevbân, Kur-re b. İyâs, Ali el-Hilâlî, Abdullah b. ei-Hâris b. Cez' gibi sahabeden bazılarına isnad etmişlerdir. Zikredeceğimiz üzere bu isnadların bir kısmında rivayetleri munker kimseler bulunmaktadır. Ayrıca ehl-i hadis nezdin-de malum olduğu üzere cerh, ta'dîle takdim edilir. Bu durumda, bizler bu isnadlardaki bazı zevat hakkında gaflet, sûu'1-hıfz, da'f, itikadının yanlışlığı gibi bir cerhe rastlarsak bu, hadisin sıhhatini etkiler ve onu zayıflatır. Fakat şöyle birşey söyleme: 'Böyle bir durum es-Sahihayn'ın ricali için de söz konusu olabilir.' Çünkü ümmet arasında Öteden beri onları kabul edip, içlerindeki hadislerle amel etme yönünde icmâ variddir. İcmâ ise en büyük hâmî ve muhafazadır. es-Sahîhayn dışındakiler ise böyle değillerdir."[441]
Daha sonraki dönemlere geldiğimizde, Şâh Velîyullah ed-Dihlevî (1176/1762) aynı kanaati dile getirerek, muhaddislerin es-Sahî-hayn 'da bulunan muttasıl merfu tüm rivayetlerin kesinfikle sahih olduklarında icmâ ettiklerini, bunu kabul etmeyenleri ise müminlerin yolunu tutmayan bidatçiier olarak gördüklerini belirtir.[442]
Şia'yı ve öteden beri tenkidçi yaklaşanları hariç tutarsak, İslam dünyasındaki genel kanı hâlâ böyledir.[443] Örneğin, Mustafa Sabri el-Buhârî, Müslim ve el-Muvatta gibi kitaplarda bulunan hadisler hakkında bir müslümanın aklına "bunlarda sahih olmayan bir hadis bulunabilir mi" sorusunun gelmesini garipser.[444]
Bu genel kanaatin ne zaman oluştuğunu tesbit etmek için geçmişe gittiğimizde icmâdan ilk bahseden kişi olarak en-Nesâî (303/915) ile karşılaşıyoruz. M. Said Hatiboğlu'nun deyişiyle, ona nisbet edilen ifade şöyledir: "Ümmet bu iki kitabın sahih olduğu ve onlardaki hadisjerle amel etmenin vacib olduğu üzerinde icmâ etmişlerdir."[445]
en-Nesâî'nin icmâdan bahsetmesi oldukça erken bir tarihdir. Bü se-bepîe rivayetin ihtiyatla karşılanması gerekir. Ancak bir sonraki asra geldiğimizde, icmâyı asıl olarak gündeme getirenlerin, Ebû İshâk el-İsferâ-înî (418/1027), Ebû Nasr el-Vâilî es-Siczî (444/1052), el-Cuveynî (478/1085), Ebû Abdillah el-Humeydî (488/1095) gibi beşinci asır alimlerinin olduğunu görüyoruz.[446]
Örneğin es-Siczî şöyle demektedir: "Fukaha ve diğer ilim ehli şuna icmâ etmişlerdir: Bir kimse 'el-Buhârî'de geçen ve Rasûlullah'tan rivayet edilmiş olan hadislerin tamamı sahih olarak gelmiştir ve Rasûlullah onu mutlaka söylemiştir. Böyle değilse karım boş olsun' dese, yemini bozulmaz, eşi hanımı olmaya devam eder."[447]
Son derece ciddî söylenmiş bu söz karşısında, burada icmâyla kastedilmiş olanın ne manaya gelebileceğini irdelemek gerekmektedir. Eğer ümmetin tamamı kastedil iyorsa durumun bu şekilde olmadığı açıktır. Çünkü tüm müminler, bu iki kitaptaki hadisleri mutlak sahihtir diye kabul etmemektedir. Bununla kastedilen ulemanın icmâsıysa, uygulama yine böyle değildir. Çünkü mezheplere baktığımızda, pekçok ictihadla-nn ve uygulamaların es-Sahîhayn (ve diğer hadis kitaplarındaki) hadislere aykın olduğu görülür. Bu da, gerek ümmetin tamamının ve gerek se ulemanın hepsinin böyle bir icmâsı olmadığını göstermeye yeterli olmaktadır.
Kanaatimizce, bu icmâ anlayışının oluşmasındaki etken şu olmuştur: es-Sahîhayn müelliflerinin, hadisleri seçerken ne kadar titiz davrandık-1 lan kaynaklarda belirtilmektedir.[448] Bu iki eserin tasnifinin ardından ümmet, Kur'ân'dan sonra hadis kitapları içinde en güvenilir eserler olarak bunları kabul etmiştir. Dolayısıyla, bu iki eser müslümanlar arasında büyük saygınlık ve itibar kazanmıştır. Zaman içinde bu telakki icmâ diye yorumlanmaya kadar götürülmüştür. Bu anlayışın kitaplara girmesinden: sonra da, artık icmâdan bahsedilir olduğunu ve tenkidlerde bu iki kita-i bin hariç tutulduğunu görüyoruz. Örneğin az aşağıda, "bir hadisin senedi sika ravilerden meydana gelebilir ancak metni mevzu olabilir" diyen ve hariç tuttuğu kitaplardaki bir takım hadisleri tenkit eden Îbnu'l-Cevzî (597/1201) dahi şöyle demektedir: "el-Muvatta', Ahmed b. Hanbel'in el-Musnedi, es-Sahîhayn, Ebû Davud'un es-Sunen'i ve benzeri tedvin edilmiş kitapların dışında bir hadis görürsen ona bak. Eğer sahih, hasen rivayetlerden bir benzeri varsa onu al. Eğer şüphe eder ve temel pren-j j siplere aykırı olduğunu görürsen senedinin ricalini araştır. Bunların durumları için ed-Duafâ ve'i-Metrûkîn adlı kitabımıza bakabilirsin. Böyle-j ce ravi hakkındaki cerh yönünü öğrenirsin."[449]
Halbuki böyle bir
icmânın varlığından bahsetmek mümkün değildir.
Çünkü el-İsferâînî gibi zatlar eğer kendilerinden önce böyle bir icmânın
j oluştuğundan bahsediyorlarsa, Ahmed b. Hanbel ve bazı müctehidler| "her
kim İcmânın varlığından bahsederse o yalancıdır" diyerek icmâyıı
reddetmişlerdir.[450]
Eğer el-İsferâînî ve el-Vâilî yaşadıkları dönemde böy-| Ie bir İcmânın oluşmuş
olduğunu iddia ediyorlarsa, kendilerinden sonraki bazı alimlerin buna
uymamaları bu iddiayı ortadan kaldırır. Çünkü onlarla aynı dönemi paylaşmış
İbn Hazm (456/1064) es-Sa/ıfhayn'daki birkaç hadisi tenkit etmiştir.[451]
Aynı şekilde aşağıda geleceği üzere, daha sonraları es-Subkî (771/1369),
ez-Zehebî (774/1372) gibi alimler
de
bunlardaki bir kısım hadisleri tenkit etmişler ve var olduğu söylenen icmâyı
fiilen ortadan kaldırmışlardır. Bunu misallendirmek meseleyi daha
netleştirecektir.
[452]
1- Ebû Ca'fer Mahmûd b. Amr el-Ukaylî[453] anlatıyor: "el-Buhârî es-Sahîh adlı kitabını telif edince bunu Ahmed b. Hanbel (241/855), Yahya b. Maîn (233/847), Ali b. el-Medînî (234/848) ve başkalarına sundu. Onlar kitabı güzel gördüler ve dört hadis hariç gerisinin sahih olduğunu belirttiler..."[454]
2- MusIim'in Ebû Hureyre'den naklettiği, türbe hadisi diye meşhur rivayette şöyle geçer: "Allah toprağı cumartesi günü yarattı. Toprakta dağları pazar, ağaçları pazartesi, sevilmeyen şeyleri salı, nuru çarşamba günü yaratmış, hayvanları toprak üzerinde perşembe günü yaymış, Hz. Adem'i cuma günü ikindiden sonra, mahlukatın sonunda, cuma saatlerinin nihayetinde, ikindi ile gece arasında yaratmıştır."[455] Bu rivayet Kur'ân'a muhalif bulunarak tenkit edilmiştir. Çünkü ayette "rabbiniz o Allah'tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı..."[456] Rivayeti tenkit edenlerin başında el-Buhârî (256/870) gelmektedir. Bunun esasında Ka'bu'l-Ahbâr'ın sözü olduğunu, merfu olarak rivayetinin hata olduğunu belirtmektedir.[457] Yahya b. Maîn de (233/847) böyle söylemektedir.[458] el-Beyhakî de (458/1066) rivayetin tenkit edildiğine dikkat çekerek "bazı hadisçiler bu hadisin mahfuz olmadığını, çünkü tefsircilerle tarihçilerin kabul ettikleri hususlara aykırılık taşıdığını iddia etmişlerdir" demektedir.[459]
3-et-Tahâvî (321/933) Müslim'in de rivayet ettiği[460] Kays b. Sa'd > Amr b. Dînâr > İbn Abbas tarikiyle gelen 'Rasûlullah bir yemin ve bir şahidle hüküm verdi' hadisi hakkında şöyle der: "İbn Abbas'ın hadisine gelince munkerdir. Çünkü Kays b. Sa'd'm Amr b. Dinar'dan birşey rivayet ettiğini bilmiyoruz. Onunla böyle bir konuda nasıl İhticac ediyorlar ki?"[461]
4-es-Sahıhayn hadisi olan sihir rivayetini[462] kabul etmeyen el-Ces-sâs (370/981) bu tür rivayetleri nakledenlerin kıssacılar ve cahil hadisçiler, bu haberleri uyduranların da kafirler olduğunu söyler. Onların, bu rivayetleri boş işlerle uğraşan ahmaklarla alay etmek ve peygamberlerin mucizelerini inkara sevk etmek için uydurduklarını belirtir.[463]
5-"İbrahim (as) kıyamet günü babası Azer'le yüzü kapkara ve toz toprak içinde olduğu halde karşılaşınca, "ya rabbi! İnsanlar ba's olunurken beni rüsvay etmeyeceğini vaad etmiştin. Oysa Allah'ın rahmetinden çok uzakta olan babamın bu halinden daha kötü rusvaylık mı olur" şeklindeki el-Buhârî hadisini ef-İsmâîlî (371/982) tenkit eder: "Bu hadisin sıhhatına şu yönüyle zarar veren bir durum vardır: İbrahim (as) Allah'ın vaadinden dönmeyeceğini bilir. Rabbi kendisini kıyamet günü rüsvay etmeyeceğini vaad ettiğini[464] haber vermesine ve de vaadinden dönmeyeceğini kendisine bildirmiş olmasına rağmen[465], nasıl oluyor da babasının başına geleni kendisi için utanç vesilesi sayıyor?"[466]
6-Yukanda temas edildiği üzere, İbn Hazm (456/1064) çalgı ve eğlencenin haramhğı, haram şeylerde şifa olmadığı, Hz. Aişe'nin veda> haccı yılında hacdan önce umre yaptığı gibi es-Sahîhayn'da geçen bir-| kaç hadisi tenkit etmiştir.[467]
7-Muslim'in rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçer: "Kıyamet günü bazı müslümanlar dağlar kadar günahlarla gelecekler ancak Allah onların bu günahlarını affedecek ve -benim zannıma göre- yahudilerle hristiyan-lann üzerine yükleyecek."[468] Müslim hadisin ardından 'benim zannıma göre' ifadesinin hangi raviden geldiğinin bilinmediğini aktarır. Rivayeti değerlendiren el-Beyhakî (458/1066), 'Müslim kitabında onunla istiş-had etse bile' diyerek hadisi ravisi Ebû Talha er-Râsibî açısından tenkit ettikten sonra, hadisin "hiçbir günahkar başkasının günah yükünü yüklenmez"[469] ayetine muhalif olduğunu söyler ve tevili için uğraşmanın anlamı olmadığını ifade eder.[470]
8- Tevbe suresi 80. ayette şöyle buyurulmaktadır: "Onlar için ister af dile ister dileme, onlar için 70 defa da af dilesen Allah onları asla affetmeyecektir." el-Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiği hadise göre, münafıkların lideri Abdullah b. Ubeyy öldüğünde oğlu gelerek Rasûlullah'tan babasının cenaze namazını kıldırmasını istemiş, o da bunu kabul etmiştir. Cenaze namazına duracağı zaman Hz. Ömer yakasından tutarak "yâ Rasûlellah! Allah sizi bundan men ettiği halde nasıl namazını kılarsınız" demiş, Hz. Peygamber de ona şu cevabı vermiştir: "Allah beni muhayyer bırakmış ve 'onlar için ister af dile, ister dileme' demiştir. Ayrıca 'onlar için 70 defa da af dilesen Allah onları asla affetmeyecektir' buyurmuştur. Ben de 70'den fazla af dileyeceğim." Hz. Peygamber namazını kılar ve Allah Teâlâ da şu ayeti indirir: "Onlardan ölen bir kimsenin üzerine asla namaz kılma. Kabrinin başına da dikilme."[471] Rivayeti değerlendiren el-Gazâlî'ye göre (ö. 505/1111) ayette geçen 70 rakamı belli bir sayı değil çokluk ifade etmektedir. Ayette anlatılmak istenen onların kesinlikle bağışlanmayacağıdır. el-Gazâlî sözünü şöyle noktalar: "Bu haberin sahih olmadığı açıktır. Zira Rasûlullah sözün anlamlarını en iyi bilendi."[472]
9- el-Buhârî'nin Hz. Âişe'den naklettiği rivayette, Hz. Peygamber'in vefatından sonra eli en uzun olan eşinin kendisine ilk önce katılacağını buyurduğu, onların da kollannı ölçtükleri ve kolu en uzun olanın Şevde olduğunu gördükleri ancak daha sonra bundan en çok tasadduk edenin kastedildiğini anladıkları, çok infak eden Sevde'nin de Hz. Peygamber'in ardından ilk vefat eden eş olduğu geçmektedir.[473] Hz. Peygamber'in ardından ilk vefat eden eşin Zeyneb bnt. Cahş olduğu tarihçiler-ce kabul edilen bir gerçektir.[474] Rivayette geçen isim yanlışlığını tenkit eden İbnu'l-Cevzî (597/1201) şöyle der: "Bu hadiste ravilerden birinin hatası söz konusudur. el-Buhârî'ye hayret doğrusu, buna nasıl oldu da dikkat çekmedi! Keza el-Buhârî'ye ta'lik yazanlar da buna dikkat çekmediler. el-Hattâbî de bunun yanlışlığını anlayamamış, çünkü hadisi açıklamış ve 'Sevde'nin Hz. Peygamber'e kavuşması nübüvvetin ala-metlerindendir' demiştir. Bunların hepsi hatadır. Bu hanım aslında Zey-neb'tir."[475] en-Nevevî de (676/1277) el-Buhârfnin farklı isim zikretmesini "bu icmâyla batıl olan bir hatadır" diye niteler.[476]
10- es-Sahî/ıayn hakkında icmâdan bahseden İbnu's-Salâh (643/1245), bir taraftan da şunları der: "Müslim es-Sahîh 'indeki zayıf ve sahih şartlarını taşımayan orta derecedeki raviİerden rivayeti sebebiyle tenkit edilmiştir."[477] "es-Sahîhayn'da tenkit edilen ve güvenilir hadis-çiler tarafından eleştirilen hadisler, zikrettiğimiz ölçünün (kesin sahih olmanın) dışındadır. Çünkü bunlar icmâyla kabul edilmemişlerdir."[478]
11- îbnu'l-Humâm (681/1282) şöyle demektedir: "el-Buhârî ile: Müslim'in veya onlardan birinin, herhangi bir ravinin, kendilerinin be7 lirledikleri şartlara haiz olduğuna hükmetmelerinin, gerçeği kesinlikle yansıttığı söylenemez. Zira onların verdikleri hükmün gerçeklere terâ düşmesi mümkündür. Nitekim, Müslim kitabında pekçok raviden hadis nakleder ancak bunlar cerh gailelerinden kurtulmuş değillerdir. Keza e/i Buhdn'de de cerh edilmiş bir grup ravi bulunmaktadır."[479]
12- el-Buhârî'nin rivayet etmiş olduğu bir kudsî hadiste şöyle geçeri "Kim benim bir velime düşmanlık ederse ona harb ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeyden daha sevimli birşeyle bana yaklaşmazi Kulum nafiierle bana yaklaşmayı sürdürür. Nihayet onu severim. Onü sevdiğimde ise işiten kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse veririm, bana sığınırsa onu korurum. Yaptığırrt işler içinde, -ölümü istemeyen, benim de kendisini üzmek istemediğimf müminin ruhunu almak dışında başka birşeyde böylesine tereddüt etj-mem."[480]
ez-Zehebî bu rivayetin senedinde bulunan Hâlid b. Mahled el-Kata;-vânî'nin zayıf biri olduğuna dair görüşleri naklettikten sonra şöyle söyi-ler: "Bu hadis gerçekten garîbdir. eî-Câmiu's-Sahîhin heybeti olmasayf-di hadisçiler bunu Hâlid b. Mahled'in munker rivayetleri arasında sayacaklardı. Çünkü hadisin lafzı garîbdir." ez-Zehebî daha sonra senedinii) de garîb yolla geldiğini belirtir.[481]
ez-Zehebî (748/1339) Müslim'in de Ummu Habîbe hadisinde hatş ettiğini söyler.[482]
13- İbn Teymiyye (728/1328) "sahih diye söylenen hadislerden bir kısmı bazı hadis alimlerinin sahihtir dediği, başkalarının ise sahihliği hususunda onlara muhalefet ettiği hadislerdir. Nitekim muhalefet edenler bu hadisler için "zayıftır, sahih değildir" derler. Müslim'in es-Sahîh'inde rivayet ettiği, Müslim gibi veya ondan daha aşağı seviyede veyahutta daha üst seviyedeki diğer ilim ehlinin, sıhhati hususunda tenkidlerde bulunduğu hadisler gibi. Bu tür hadislerin doğruluğuna sadece delille hür küm getirilir..." der.[483] Başka bir yerde de ismet sıfatı olduğu için Kur'ari dışında hiçbir kitabın hatadan kurtulamayacağını söyler ve buna e/-Buf hârî ile Müslim'den hatalı kabul ettiği misaller verir.[484]
14- es-Subkî (771/1369) "İmâmu'd-Dunyâ" dediği el-Buhârfninj pekçok hadisini "vehim vardır" diyerek tenkit eder.[485]
15- es-Sa/ıîhayn'ın rivayet ettiği bir hadiste insanın ana rahminde1 yaratılışı anlatılırken meleğin 120 günden sonra gelip çocuğun ruhunıl üflediği geçer.[486] Bunu kendi zamanındaki tıb bilgilerine aykırı bulan eli Kirmânî (786/1384) şöyle der: "Tıb ceninin otuz ilâ kırk gün arasın-da şekillendiğini söylemektedir. Hadisten anlaşıldığına göre yaratılması dört aydan sonra olmaktadır."[487]
16- el-Irâkî (806/1403) es-Sahîhayn'daki pekçok hadis hakkında tenkidler yapıldığını, kendisinin bunlan bir cüzde cevapladığını söyler.[488]
17-
îbnu'l-Vezîr el-Yemânî (840/1436) bazı imamların ve hafızların eŞ-Sahîhayn'âa
zayıf kabul ettikleri hadisleri sıralar.[489]
'
18- Kâsım b. Kutluboğa (879/1474) şöyle der: "Bir hadisin kuvveti ricaline göredir yoksa şu veya bu kitabta bulunuşuna göre değil."[490]
19- Elinizdeki eserin altıncı bölümünde görüleceği üzere, Müslim'in rivayet ettiği Hz. Peygamber'in Şam yolculuğu rivayeti oldukça tenkide tabi tutulmuştur.
20- el-Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri hadiste Abdullah b. Mes'ûd ve Ebu'd-Derdâ'nın "açılıp aydınlattığı zaman gündüze and olsun. Erkeğe ve dişiyi yaratana and olsun"[491] ayetlerini "açılıp aydınlattığı zaman gündüze and olsun. Erkeğe ve dişiye and olsun" şeklinde okudukları geçmektedir.[492] Ebûbekr el-Enbârî (328/940) icmâya aykın olduğunu söyleyerek bu rivayetleri merdûd sayar.[493]
Bir nebze sunulan bu
alıntılardan anlaşılacağı üzere, ümmet ne dördüncü asırda ve öncesinde, ne de
daha sonraları, bu iki eserdeki muttasıl hadislerin tamamını bi'1-İttifak
sahih kabul etmemişlerdir.[494]
Fuka-hâ kendi mezheplerinin prensiplerine ve delil olarak aldıkları hadislere
muhalif gördükleri bir takım es-Sahîhayn hadislerini tenkide tabi tutmuşlardır.[495] Keza,
tarihi bilgiler gibi bir takım prensipler ışığında bazı rivayetleri tahlil
edenlerin de sahih kabul etmedikleri hadisler olmuştur. Tüm bunlar, Kur'ân'dan
sonra en güvenilir kitaplar olma özelliğine sahip bu iki eserin, tenkit ve
tahlilden vareste tutulmadıklannı bizlere göstermektedir. Dolayısıyla, olmayan
bir icmâ ile bu iki eseri dokunulmaz kılmak, hem târihî gerçeklere aykırı, hem
de insanların üretkenliğine, karşılaştıkları problemlere çözüm bulma
gayretlerine engel olmaktır. Çünkü değerlendirmek için daha çok malzemesi
bulunan bugünün insanına, içinde geçtiği kitabın azametini Öne sürerek, bir
takım rivayetleri kabul ettirmek mümkün olmamaktadır.[496] Bu
bahiste söylenecek en güzel kelâm, İbn Teymiyye'nİn yolumuzu açan şu iki
sözüdür belki de: "Kur'ân dışında hiçbir kitap hatadan kurtulamaz."[497]
"Sahih hadislerden bir kısmı hadisçilerin kabul edip tasdik ettikleri
hadislerdir. el-Buhâ-rî ile Müslim'in hadislerinin cumhuru (kahir ekseriyeti)
gibi.[498] Çünkü tüm hadisçiler her
iki kitabın hadislerinin cumhurunun sahih olduğuna kesin gözüyle
bakarlar."
[499]
Hadis alimleri çeşitli konularla ilgili hadisleri taramaları sonunda vardıkları genel kanaatları, gerek müstakil çalışmalannda ve gerekse eserlerine serpiştirdikleri açıklamalarla beyan etmişlerdir.[500] Bu açıklamalarda geçen, herhangi bir konudaki hadislerin tamamının sahih olmadığı veya mevzu olduğu yönündeki değerlendirmeler, ümmet özellikle de halk için hayırlı neticeler getirmiştir. Zira halk arasında yayılmış bir takım hadisler hakkında "bu konudaki hadislerin tamamı asılsızdır" şeklinde genel bir değerlendirme, her bir rivayetin mevzuluğunu tek tek anlatmaya göre daha kestirme, emniyetli ve zihinlerde yer edici olmaktaydı.
Bu şekildeki genellemelerin tarihi oldukça eskilere uzanmaktadır. Örneğin Ahmed b. Hanbel (241/855) bulunduğu dönemde genelleme yaparak megâzî, melâhim ve tefsîr kitaplarındaki rivayetlerin aslının olmadığını söyler.[501] Abdulazîz ed-Dihlevî'ye (1239/1823) geldiğimizde ise çerçeve biraz daha genişlemiştir. O, mevzu hadislerin gene! olarak toplandığı konuları şöyle sıralar: Menakıb, (şahısları, milletleri) yeren rivayetler, tefsir, sebeb-i nuzûlu beyan, tarih, îsrâîloğullannm halleri, önceki peygamberlerin kıssaları, şehirler, yiyecekler, içecekler, hayvanlar, tıb, rukye, büyü, dualar, nafilelerin sevapları.[502]
Hadisçilerin, metinler arasında mekik dokumaları, ulaşabildikleri bütün hadis külliyatını taramaları ve rivayetleri birbirleriyle karşılaştırmaları sonunda bazı konulardaki hadisleri genel değerlendirmeye tabi tutarak sahih olmadıklarını belirtmeleri onların bitmez tükenmez emeklerini göstermesi açısından takdire şayan gayretlerdir. [503]
1- el-Ebâtîl ve'l-Menâkîr ve's-Sthâh ve'l-Meşâhîr. Ebû Abdillah el-Huseyn b. İbrâhîm el-Cevrekânî (543/1148):
Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, genellemeye gidilerek hazırlanmış ilk müstakil eser budur. Müellif bu eserinde genel başlıklar kullanır. Mesela 'Kitâbu'l-Fiten' der, ardından da bu başlık altında alt başlıklar açar: 'Bâ-bu iftirâkt hâzihi'l-umme', 'bâbunfî hudûsi'l-ihtüâf gibi. Bu bablar-da ilk önce munker olarak tesbit ettiği hadis veya hadisleri verir, ardından onlara yönelik verdiği hükmün illetini açıklar. Peşinden de 'fî hilafı zâlike' deyip verdiği hükmün dışında kalan sahih hadisi zikreder. Dolayısıyla, mevzu veya munker kabul ettiği hadisin karşısına sahihini koymakta, hadisin mevzuluğunu veya munkerliğini sahih hadisle tesbit etmektedir. Ibnu'l-Cevzî başta olmak üzere es-Suyûtî gibi kendisinden sonra gelen hadisçiler çalışmalarında bu eserden çokça istifade etmişlerdir.[504] Ancak müellifin aralarını bulma imkanı olmasına rağmen, sahih hadislere muhalif diyerek, bazı hadislere munker ve mevzu gibi hükümler verdiği söylenmiş ve tenkit edilmiştir.[505] Eserde 741 sahih ve diğer türden rivayet yer almaktadır.
2- el-Muğnî ani'l-Hıfzi ve'İ-Kitâb (fi mâ Lem Yasihha Şey'un fî Hâze't-Bâb). Ebû Hafs Ömer b. Bedr el-Mevsılî el-Hanefî (622/1225):
Eser sahibinin kitabın başında bahsettiğine göre, mevzu hadislerle ilgili başka çalışmaları da bulunmaktadır ve ondan önce böyle çalışmalar yapan yoktur. Kitap 101 babtan meydana gelmektedir. İncelendiğinde müellifin bu bablarla ilgili olarak genelde şöyle bir metod takip ettiği görülür: a) Bab ismi verip altında rivayet zikretmeden, bu konuda sahih hadis yoktur demektedir, b) Bab ismi verip altında bir hadisçinin o konuyla ilgili sahih bir rivayet bulunmadığına dair sözünü nakletmektedir, c) Bazan bab başlığından sonra bir hadis zikretmekte, o ve benzeri hadislere dair hükmünü vermektedir, d) Bazan da bab isminden sonra bu konuda sahih hadis yoktur demekte, istisnaları varsa onları zikretmektedir.
es-Sehâvî bu kitaptaki pekçok hüküm üzerinde tenkidler olduğundan bahseder.[506] Bu ifadeye bakılacak olursa, genellemeye gitmesinin yer yer tenkit edildiği anlaşılmaktadır.[507]
Husâmuddin el-Kudsî Intikâdu'l-Muğnî ani'l-Hıfzi ve'l-Kitâb bi Kavİihim Lem Yesihha Şey'un mine'l-Ehâdîsi fî Hâze'l-Bâb adlı çalışması ile Muğnî'de geçen genel değerlendirmeleri tahlil etmiştir. Yazarın başında belirttiğine göre[508], bu çalışmayı hazırlarken İbn Himmât ed-Di-meşkî'nin et-Tenkît ve'i-İfâde adlı kitabından oldukça istifade etmiştir.[509]
Bunun yanında aynı eser üzerinde Ebû İshâk el-Huveynî el-Eserî'nin de Kitâbu Fasli'l-Hitâb bi Nakdi Kitabi'l-Muğnî ani'l-Hıfzi ue'l-Kitâb adlı bir çalışması bulunmaktadır. 1985 yılında Beyrut'ta basılmıştır. Bu çalışma bilahere Cunnetu'l-Murtâb bi Nakdi'l-Muğnî ani'l-Hıfzi ve'l-Kitâb adıyla, yine Beyrut'ta 1987 yılında, iki cild olarak basılmıştır. Bu çalışmasında genel değerlendirmeleri tahlil etmiş, geniş araştırmalarıyla yazan oldukça tenkit etmiş ve sahih hadis yoktur denilen mevzularda sağlam hadisler bulunduğunu göstermeye çalışmıştır.
3- Sifru's-Saâde'n\n son bölümü. el-Fîrûzâbâdî (826/1423):
Hz. Peygamber'in hayatına tahsis edilmiş olan eserin son kısmı, "şu konuda sahih hadis yoktur" gibi genellemelere ayrılmıştır. İbn Himmât ed-Dimeşkî (1175/1761) et-Tenkît ue'l-İfâde fî Tahrîci Ehâdîsi Hâü-meti Sifri's-Seâde adlı çalışması ile bu eserdeki genellemeleri değerlendirmeye tabi tutmuş ve müellifin sahih hadis yoktur dediği konularda sahih hadislerin bulunduğunu ortaya koymaya çalışmıştır.[510]
4- el-Menâru'l'Munîf fi's-Sahth ve'd-Daîf. İbnu'i-Kayyım el-Ceuziyye (751/1350):
Konumuzla ilgili en geniş çalışma budur. Kitapta küllî kaideler verilerek "bu babta sahih hadis yoktur" şeklinde 45 madde zikredilmiştir.
Daha sonraki dönemlerde de alfabetik olarak mevzu hadisleri sıralayan AIiyyu'l-Kârî'nin (1014/1605) el-Esrâru'i-Merfûa'sının, Muham-med b. Derviş el-Hût el-Beyrûtî'nin (1276/1859) Esne'l-Metâlib'inm, Muhammed b. Halîl el-Kâvukcî'nin (1305/1887) el-Lu'luu'l-Mersû' fî mâ Lâ Asle Leh ev bi Aslihî Meudû'unda görüleceği üzere bir takım eserlerin son kısımları, bu konuda sahih hadis yoktur denilen bölümlerle bitmektedir. Bunun yanında mevzu ve meşhur hadislere dair kitaplarda da yer yer bu tür genellemelere gidilmektedir. [511]
Biz burada, İbnu'l-Kayyım gibi zevatın vermiş olduğu listeyi ve diğer taradığımız eserlerde rastladığımız önemli tesbitleri göz önünde bulundurarak, hangi konulardaki hadislerin hepsinin mevzu olduğunu veya o konuda sahih hadis bulunmadığını ana başlıklarıyla sunacağız. Bu arada yer yer değerlendirmelerde bulunacak, hadisçilerin görüşlerini tahlile tabi tutacağız. Buna geçmeden önce çok önemli gördüğümüz bir hususa dikkat çekmek istiyoruz:
Bu bölümde geçecek olan "bu konuda sahih bir rivayet yoktur", "bu konudaki hadisler sahih değildir", "bu konuda sabit bir rivayet yoktur" gibi ifadelerin "bu konudaki rivayetler asılsızdır", "hepsi mevzudur" gibi değerlendirmelerden farklı anlaşılması gerekmektedir. Birinci gruptaki ifadelerle, ilgili konudaki hadislerin tamamının mevzu olduğu kastedilmemekte, zayıf rivayetlerin bulunabileceğine vurgu yapılmaktadır. İkinci grupta zikredilen ifadelerde ise, ilgili konudaki rivayetlerin aslının olmadığına dikkat çekilmektedir. Bu önemli farklılığın göz önünde bulundurulması gerekmektedir. [512]
1- İmanın artması ve eksilmesiyle, onun söz ve amel olduğuyla ilgili hadisler mevzudur.[513] Kelâmı münakaşaların yaşandığı dönemlerde bir grup, imanın artmasıyla ilgili, karşı taraftakiler de bunun tersi hadisler uydurmuşlardır.
Misal: "İman artar ve eksilir diyen Allah'ın dininden çıkar. Ben inşâ-ellah müslümanım diyenin İslam'dan nasibi yoktur."[514] "İman kalp ile tasdik, dille ikrar, azalarla amel etmektir."[515]
2- Cennete gidecek olanların, cennete götürecek amelleri yapmaya müyesser kılındıklarına dair[516] rivayetler mevzudur. [517]
3- Besmelenin her sûreden birer ayet olduğuna dair sahih bir rivayet ydktur.[518]
4- Hurûf-u mukattaa ile ilgili sahih bir hadis yoktur.[519]
5- Sûrelerin faziletlerine dair rivayetler: Tefsir kitaplannda zikredilen sûrelerin faziletine dair rivayetler mevzudur. es-Sa'lebî'nin, el-Vâhidî'nin her sûrenin başında, ez-Zemahşerî'nin de her sûrenin sonunda zikrettiği hadisler gibi.[520] İhlas sûresi, Fatiha, Âyete'1-Kursî, Bakara'nın son iki ayeti, Muavvizeteyn sûrelerine dair rivayetler ise sahihtir.[521]
Sûrelerin baş taraflarının faziletine dair hadisler de bu genelleme içine alınmış, bazıları Vakıa ve Kehf sûrelerini hariç tutmuşlardır.[522]
6- el-Bakara, ÂI-u İmrân, en-Nisâ, el-Mâide, el-Berâe gibi Medine'de nazil olduğu bilinen sûrelerdeki ayetlerin hicret öncesi nazil olduğunu gösteren rivayetler mevzudur. Keza el-En'âm, el-A'râf, Yûnus, Hûd, Yûsuf, el-Kehf, Tâ Hâ, Meryem, el-Kamer, el-İnsân gibi Mekkî olan sûrelerdeki bazı ayetlerin Medine döneminde nazil olduğunu gösteren rivayetler de mevzudur.[523]
Misal: ez-Zemahşerî (538/1143) el-Bakara süresindeki "inanmış olanlara rastladıkları zaman 'inandık' derler. Fakat şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman, 'biz, sizinle beraberiz, biz sadece onlarla alay ediyoruz' derler"[524] ayetinin sebeb-i nüzulüne dair olarak şunu nakleder: Abdullah b. Ubey birgün arkadaşlarıyla beraber yürürken karşılarından as-habdan bir grup gelir. Abdullah yanındakilere "bakın ben şimdi bu sefihleri nasıl uzaklaştırıyorum" der. İlk Önce Hz. Ebûbekr'in elini tutar ve "Siddîk, Benû Temîm'in önderi, Şeyhu'l-İslam, Rasûlullah'ın mağara arkadaşı, nefsini ve malını onun uğruna feda eden zat! Merhaba!" der. Ardından Hz. Ömer'in elini tutar ve benzer övgülerden sonra ona da merhaba der. Peşinden Hz. Ali'nin elini tutar ve "Hz. Peygamber'in amcasının oğluna, damadına, Rasûlullah hariç Benû Hâşim'in efendisine merhaba!" der. Yanlarından ayrılınca onları nasıl savdım diyerek arkadaşlarına övünür.[525]
İbn Hacer bu rivayeti hem nüzul hem de Hz. Ali'nin damadlığı vesilesiyle tenkide tabi tutar: "Bu altın silsile değil yalancılar silselesidir. Uydurma alametleri üzerinde açıktır. Çünkü el-Bakara sûresi hicretin başlarında nazil olmuş, Hz. Ali ise Hz. Fatıma ile ikinci yılda evlenmiştir."[526]
7- Kur'ân'ın kadîm olduğu, mahluk olmadığıyla ilgili hadisler mevzudur.[527] İbnu'l-Cevzî bu hususta şöyle der: "Bu konuda çok hadis varid olmuştur ancak içlerinde sabit olan birşey yoktur."[528]
Misal: "Kur'ân Allah kelamıdır, mahluk değildir. Bunun dışında birşey söyleyen küfre girer."[529] "Ümmetimden bir grup gelecek ve bunlar Kur'ân'in mahluk olduğunu söyleyecekler. Bunu diyen kimse Allah'ı inkar etmiş ve hanımı o an kendisinden boş olmuştur. Hem mümine bir kadının kafir birinin nikahında durması da olmaz."[530]
8-"Benden size gelen hadis Kur'ân'a muvafıksa onu alın değilse reddedin"[531] tarzındaki hadislerin hepsi batıldır. [532]
9- Hz. Peygamber'in Adnan'a kadar soyuyla ilgili rivayetler sahihtir ancak buradan ötesiyle ilgili itimad edilir sahih rivayet yoktur.[533]
10- Hz. Peygamber'in doğumuyla, dünyada meydana gelen harikuladelikleri anlatan rivayetler mevzudur. Kisrâ'nın sarayının çökmesi gibi.[534] Hz. Âmine'nin hamile olduktan sonra hiç gebelik sıkıntısı çekmediğini söylemesi de bu kapsamdadır.[535]
11- Hz. Peygamberin iki kürek kemiği arasında nübüvvet mührü olduğuna dair rivayetlerin bir kısmı zayıf bir kısmı da batıldır. Bu konuda sahih rivayet yoktur.
12- Hz. Peygamber'in veya müşahhas olarak birisinin kabrini ziyaret etmekle ilgili sahih hadis yoktur.[536]
Misal: "Haccettiği halde beni ziyaret etmeyen bana cefa etmiştir."[537]
13- Hz. Peygamber'in arşa çıktığında nalinlerini çıkardığına dair hadisler mevzudur. Miraçla ilgili sağlam rivayetlerin hiçbirisinde arşa çıkmak ve nalinle gitmek yoktur.[538]
Misal: "Yâ Muhammed! Nalinlerini çıkarma. Çünkü nalinierinle gelmenle arş şereflenir."[539]
Aynı şekilde Hz. Peygamber'in miraçta rabbini gördüğüne [540]dair riva- i yetler de böyledir. [541]
14- Cebrail'in nur denizine girmesiyle meleklerin yaratıldığına dair hadisler mevzudur. Abdulğanî b. Saîd bu hususta sahih hadis olmadığını söyler.[542] Misal: "Cibril'e her sabah emredilir ve nur denizine dalıp çıkar. Çıktıktan sonra silkelenir ve üzerinden yetmişbin katre dökülür. Allah Teâlâ her bir katreden bir melek yaratır. Sonra bunlara emredilir ve Beyt-i Ma'mûr'da namaz kılarlar.[543] Ardından Allah'ın muradı doğrultusunda kendilerine emir verilir ve kıyamete kadar devam edecek tesbiha-ta başlarlar." [544]
15- Hz. Peygamber'in Bilal'e fecir belirmeden ezan okumamasını emrettiğine dair rivayetlerin hepsi zayıftır.[545]
16- Müezzin ezan okurken şehadet kelimelerini söyleyince, şehadet parmaklarının içlerini veya baş parmakların tırnaklarını gözlere sürme hususunda Hz. Peygamber'den rivayet edilen merfu hadisin aslı yoktur. [546]Ancak seleften bazı alimlerin bunu yaptıkları nakledilmiştir. [547]
17- Akan her kandan dolayı abdest alınması gerektiği hususunda sahih hadis yoktur.[548] Şâfiîlerin aksine; Hanefîler, zikrettikleri rivayetlerin sahih olduğunu ve abdest alınması gerektiğini ortaya koyduğunu söylerler.[549]
18- Abdest alırken tertibi terk etmenin cevaziyetine dair sahih rivayet yoktur. Ali bin Ebî Tâlib ile İbn Mes'ûd'dan abdestte azaları soldan yıkamaya başlamanın cevaziyetine dair rivayetler gelmiştir ancak bunlar sabit değildir.[550]
19- Abdest esnasında boynu meshetmeye dair sahih hadis yoktur.[551]
20- Abdest azalarını yıkarken okunan dualara dair tüm hadisler asilsızdır.[552] Bu genellemeden besmele ile abdest sonunda okunan dualar hariç tutulmaktadır.[553]
21- Abdestten sonra kurulanmaya dair sahih hadis yoktur.[554] Ancak bu konuda et-Tirmizî'nin rivayet edip zayıf dediği iki hadis vardır.[555] en- Nevevî ise en sahih olanın kurulanmayı terk etmek olduğunu söylemiş tir.[556]
22- Kadmlara
dokunmanın abdesti bozmayacağına dair rivayetler, elBuhârî bu konuda sahih bir
rivayet bulunmadığını söyler.[557]
23- Sargılara meshetmekle ilgili olarak Hz. Peygamber'den sahih bir rivayet gelmemiştir.[558]
24- Nebizle abdest alınabileceğine dair hadislerin tamamı zayıftır.[559]
25- Ölüyü yıkayanın gusül, taşıyanın da abdest alması gerektiğine dair sahih hadis yoktur. Bu babda sahabeden [560]gelen sözler vardır. [561]
26- Hangi namazda neyin ne kadar okunacağı ile ilgili rivayetler:
Hangi namazda kaç ayet veya sûre okunacağı veyahutta teşbih getirileceği ile ilgili rivayetler asılsızdır.[562]
27- Tesbih namazı: Teşbih namazının varlığında ihtilaf vardır. Alimler bu hususta ikiye ayrılmışlardır. Bazıları ilgili hadisleri delil getirerek varlığını ispat etmeye çalışır.[563] el-Ukaylî ise bu konuda sahih hadis olmadığını belirtir.[564] İbn Teymiyye de "doğru olanın bu tür haberlerin aslının olmadığıdır" der.[565] Keza Ebû Hafs el-Mevsılî de bu hususta sahih hadis olmadığı kanaatindedir.[566]
28- Sarıkla kılınan namaz sanksız kılınan yirmibeş namaza denktir, sarıkla kılınan cuma namazı sarıksız yetmiş cuma namazına eşittir, sarıkla namaz kılmakta onbin sevap vardır gibi fazilet bildiren hadislerin tamamı mevzudur.[567]
Muasır el-Gazâlî bu hususta şöyle söyler: "et-Tirmizi ve Ebû Dâ-vûd'un rivayet ettiği sarıkla ilgili bazı hadisler okudum. Bunların hiçbir kıymeti yoktur. Şeyh Muhammed Hâmid el-Fakî'nin dediği gibi 'sarığın faziletiyle ilgili sahih hadis yoktur.' Çünkü sarık Arap giysisidir. İslamî bir elbise değildir.[568]İgaller de böyledir. Vakıa, sıcak iklimler başın Örtülmesini mecbur kılar. Beyaz ve geniş elbiseler makbuldür. Soğuk iklimlerde ise sıcak tutması İçin dar ve kapalı renklerin tercih edilmesi zorunludur..."[569]
29- Seferde namazı tamamlamanın günah olduğuna dair sabit bir hadis yoktur.[570]
30- Hz. Peygamber'İn -aşırı sıcak sebebiyle- secdeyi sarığının fazlalığı üzerine yaptığına dair sabit bir rivayet yoktur.[571]
31- İnsan secdeden sonra bir an veya teşehhüd miktarı oturduktan sonra -selam vermese bile- namazı tamam olmuştur, abdesti bozulsa bir-şey gerekmez şeklindeki hadisler zayıftır.[572]
32- İmamın kıraatinin, kendisine tabi olanın da kıraati olduğuna dair sahih hadis yoktur.[573] Hanefîler, Şâfiîlerin bu değerlendirmesini kabul etmezler ve delil olarak zikrettikleri rivayetlerin imamın ardında kıraat gerekmediğini ortaya koyduğunu söylerler.[574]
33- Uyuyanın ve konuşanın arkasında namaz kılmayın şeklindeki hadislerin hepsi zayıftır.[575]
34- Namaz vakitlerinin belirlenmesinde ihtilaf konusu olan şafağın tanımı, neye şafak dendiği hususunda Hz. [576]Peygamber'den gelen sahih bir rivayet yoktur. [577]
35- Duadan sonra elleri yüze sürmek hususundaki hadisler zayıftır. Abdullah b. el-Mubârek'in bu hususta sahih bir rivayet gelmediğini söylediği, dualarından sonra ellerini yüzüne sürmediği; bununla beraber, seleften bazılarının namaz dışında, duadan sonra ellerini yüzlerine sürdükleri nakledilmiştir. Namazda kunuttan sonra ellerin yüze sürüleceğine dair de sahih bir hadis yoktur. Sahabeden de bu yönde sağlam bir rivayet gelmemiştir. Ahmed b. Hanbel'in namazda böyle birşeye cevaz vermediği, namaz dışında yapmakta ise bir beis olmadığını söylediği rivayet edilmiştir.[578]
Misal: "Allah'tan avuçlarınızın içiyle isteyin, ellerinizin üstüyle değil. Duayı bitirdiğinizde avuçlarınızı yüzünüze sürün." [579]
36- Mescide komşu olanın, mescid dışında kılacağı namazın makbul olmayacağına dair sahih hadis yoktur.[580]
37- Mescidde cenaze namazı kılmaktan nehyeden sahih rivayet yoktur.[581]
38- Mescide asılacak lamba, kandil ve serilecek hasırın faziletine dair tüm hadisler mevzudur.[582]
39- Beytu'l Makdis'in faziletiyle ilgili üç hadis dışında sahih hadis yoktur.[583] Ebû Hafs el-Mevsılî bunların şunlar olduğunu söyler: Bineklerin sadece üç mescid için sefere hazırlanacağı[584], Mescid-i Aksa'nın Mescid-i Haram'dan sonra inşa edilen ikinci mabed olduğu[585], Beytu'l-Makdis'te kılınan namazın yediyüz namaza denk olduğu."[586]
40- Beytu'l-Makdis'teki kaya ile ilgili hadislerin tamamı mevzudur. Onda peygamberimizin ayak izinin bulunduğu asılsızdır. Uyduranların niyeti ziyaretçi sayısını artırmaktır.[587] Misal: "Kaya Allah'ın en aşağıdaki arşıdır."[588]
Bazılarınca, bu genelleme dışında tutulan bir hadis bulunmaktadır: "Acve (hurması) ve kaya cennettendir." Bu hadisi:
a) Abdurrahman b. Mehdî > el-Muşmeil b. İyâs el-Muzenî > Amr b. Suleym el-Muzenî > Râfi' b. Amr el-Muzenî tarikiyle Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce rivayet etmiştir.[589] el-Bûsırî Zevâid'de, isnadının sahih, ricalinin de sika olduğunu söyler.[590] el-Hâkİm de Ahmed b. Hanbel vasıtasıyla bunu rivayet etmiş, isnadının sahih olduğunu belirtmiştir. ez-Ze-hebî de hadisin el-Buhârî ve Müslim'in şartlarına uyduğunu söylemiştir.[591]
b) Keza bu hadisi, Yahya b. Saîd > el-Muşmeil b. İyâs el-Muzenî > Amr b. Suieym el-Muzenî > Râfi' b. Amr el-Muzenî tarikiyle Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir ancak, hadisin metni "acve ve ağaç cennettendir" şeklindedir.[592]
Bu iki rivayet karşılaştırıldığında, eİ-Muşmeü'in rivayetlerinde farklılık olduğu dikkatlerden kaçmaz. Rivayetlerden birisinde kaya geçerken diğerinde ağaç geçmektedir. Buradan da el-MuşmeiPin tereddüt ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü Abdussamed b. Abdilvâris > el-Muşmeil b. İyâs el-Muzenî > Amr b. Suieym el-Muzenî > Râfi' b. Amr el-Muzenî tarikiyle Ahmed b. Hanbel'in naklettiği diğer rivayette "acve ve kaya -veya-hutta şöyle dedi: acve ve ağaç- cennettedir. el-Muşmeil şüphe etmiştir" şeklinde geçmekte; Abdussamed de, el-Muşmeil'in tereddüt ettiğini belirtmektedir.[593] Bu tereddütten dolayı İbn Mdce'deki rivayette Abdur-rahman b. Mehdî, "kaya ifadesini ağzından bu şekilde ezberledim" demiştir.
es-Suyûtî her üç lafzı da {acve, kaya ve ağaç) el-Câmiu's Sağtr'de biraraya getirmiş, sahih olduğuna işaret etmiştir.[594] el-Munâvî ise hadisle ilgili birşey dememiştir.[595]
Hadisin yorumuna gelince, ağaçtan muradın asma veya Rıdvan be-yatındaki ağaç olduğu söylenmiştir.[596]
Görüldüğü gibi hadis sadece el-Muşmeil tarikiyle gelmekte, "acve" ifadesi tariklerde hep geçmekle birlikte "kaya" ile "ağaç" değişmektedir. Yukarıda görüşleri geçen zevatın belirttiği gibi hadis sahihse, "bunlar dünyadaki nesnelerdir, nasıl cennetten gelmiş olabilirler" diye bir soru akla gelirse, cevabı şöyle olabilir: Onlar da cennette bulunacaklardır. Eğer hadiste geçen ağacı Rıdvan beyatmdaki ağaç olarak alacak olursak, bu beyata katılanlar cennetle müjdelendiği için, burada bulunan ağaç ta bundan nasibini almış olabilir. Nitekim yukarıda Ahmed b. Hanbel'in bir tarikinde geçen "cennettedir" ifadesi bunu teyid eder mahiyettedir. Ancak kaya ile ilgili genel hüküm çerçevesinde meseleye bakıldığında, bu hadisin çeşitli varyantlarında geçen kaya ifadesi yine de şüpheler uyandırmakta, genellemeye yakın durmaktadır. [597]
41- Hz. Peygamber'in kudüm tavafından sonra Safa ile Merve arasında sa'yettiği rivayet edilmiştir ancak, ifâze tavafından sonra da sa'y ettiğine dair rivayetler sahih değildir.[598]
42- Rasulullah Mekke'nin fethinde Kabe'nin içine girip namaz kılmıştır.[599] Umretu'l-kadâ'da, diğer umrelerinde keza veda haccında Kabe'ye girdiği hususunda ise sahih bir rivayet yoktur.[600]
Bazıları Ebû Dâvûd ve et-Tirmizî'nin rivayet ettiği şu hadisi delil getirerek bu genellemeye katılmadıklarını ortaya koyarlar. Hz. Âişe'den: Hz. Peygamber neşeli bir şekilde Hz. Âişe'nin yanından çıkar ancak üzüntülü bir şekilde geri döner. Sonra da şöyle buyurur: "Kabe'ye girdim. Yaptığımı geri getirebüseydim bunu yapmaydım. Ümmetime meşakkat vermiş olmaktan korkuyorum.[601]
el-Beyhakî bu rivayeti, Hz. Peygamberin veda haccında Kabe'ye girdiğine delil olarak getiririr.[602] eş-Şevkânî de Hz. Aişe fetih sırasında Hz. Peygamberin yanında olmadığı İçin, bunun fetih dışında Kabe'ye girdiğinin delili olduğunu söyler.[603] İbnu'l-Kayyım ise burada hacdan bahsedilmediğini, hadisin metnini iyice düşünen kimsenin de anlatılanın fetih zamanında yaşanmış olduğunu anlayacağını söyler.[604] İbn Hacer ve ez-Zurkânî gibiler ise Hz. Peygamberin bu sözü fethin ardından Medine'ye döndükten sonra Hz. Âişe'ye söylemiş olmasına bir mani olmadığını belirtirler.[605] Bu farklı yaklaşımlar yanında hadisi rivayet eden İsmail b. Ab-dilmelik b. Refî' el-Kûfî[606] münekkidlerce zayıf biri olarak kabul edilmiştir.[607] Dolayısıyla zikri geçen genellemenin geçerli olduğunu söyleyebilirız. [608]
43- Kurbanın zilhiccenin sonuna kadar kesilebileceğine dair hadislerin hepsi zayıftır.[609]
44- Kurban keserken Hz. Peygamber'in adının anılarak salât getirilmesinden [610]nehyeden hadisler batıldır. [611]
45- Zekatını vermemek için sahtekarlık yapanın bu hali tesbit edildiğinde, hem zekatı hem de malının yarısının alınacağına dair sabit bir rivayet yoktur.[612]
46- Balın zekat miktarı hususunda sahih bir rivayet yoktur.[613]
47- Yemenlilerin vers bitkisinden ne kadar öşür verecekleri hususunda sabit bir rivayet yoktur.[614]
48- Hz, Ebûbekr'in Yemen'deki Hufâş ahalisine, Yemen safranının mahsulünün onda birini zekat olarak vermelerini emrettiğine dair sağlam bir rivayet yoktur.[615]
49- Harac arazisini alan müslümanın, haraç vermeyi devam ettirme-! sinden nehyeden sahih hadis yoktur.[616]
50- Dilencinin yalanı olmasaydı onu geri çevirenin iflah olmayacağı-1 na dair sahih hadis yoktur.[617]
51- İnsanların ihtiyaçlarını yerine getirmemekten (cimrilikten) me;ı eden hadisler. el-Ukaylî bu konuda sahih bir rivayet olmadığını söyler.[618]
52- Ramazanda orucu kasden yiyenin keffaret olarak ne yapacağı hususunda sabit bir hadis yoktur.[619] Başka bir ifadeyle, cima dışında orucu[620] bozmanın keffaretine dair sahih bir rivayet yoktur. [621]
53- Birşeye yemin eden kimsenin, yemininin tersini daha hayırlı görmesi durumunda, yeminini bozmasının yeminine keffaret olacağına dair hadislerin hepsi zayıftır. Sila-i rahimde bulunmayacağına yemin etmek gibi.[622]
54- Katilin vasiyet hakkı olmadığıyla ilgili hadisler batıldır. el-Beyhakî "katilin vasiyet hakkı yoktur" rivayetinin ardından batıl olduğunu ve bilinmesi için bunu rivayet ettiğini söyler.[623]
55- İnsanın hatayla öldürdüğü kimseye varis olabileceği, kasden öldürdüğüne ise olamayacağı şeklinde ayrım yapan hadisler sahih değildir.[624]
56- Mecûsînin mirası hususunda sahabeden gelen rivayetler sağlam [625]değildir. [626]
57- Kısasın sadece kılıçla yerine getirileceğine dair sahih hadis yoktur.[627]
58- Hadlerin şüpheyle düşürülmesine dair sahih merfu hadis yok-tur.[628]
59- Had cezasına çarptırılanın, kardeşine kin besleyenin, emanete hiyanet edenin şahitliğinin kabul edilmeyeceğine dair sahih hadis yoktur.[629]
60- Kaş ve saç çıkmayacak şekilde yaralamanın diyetine dair sahabeden gelen sabit bir rivayet yoktur.[630]
61- Hz. Peygamber'in, yaralının yarası iyileşmeden yaralayandan kısas almayı yasakladığına dair haberlerin [631]hepsi zayıftır. [632]
62- Salihler anıldığında rahmetin ineceğine dair Hz. Peygamber'den nakledilen hadisin aslı yoktur. Bu söz Sufyân b. Uyeyne'ye aittir.[633]
63- Rabıtayla ilgili bir hadis yoktur. Bu babta delil olarak zikredilen, Hz. Ebûbekr'in kazâ-i hacet anında bile Rasûlullah'ı düşündüğü rivayeti mevzudur.[634]
64- Hz. Peygamberin hafî zikri Sevr mağarasında Hz. Ebûbekr'e öğrettiğine dair rivayetin aslı yoktur.[635]
65- Hz. Peygamber'in vecde geldiğiyle İlgili rivayetlerin aslı yoktur.[636]
Bu konudaki rivayetlerden birisi şudur: es-Suhreverdî, Enes'e kadar uzanan kendi senediyle şunu rivayet eder. "Rasûlullah'ın yanındayken Cibril geldi ve "yâ Rasûlallah! Ümmetinin fakirleri zenginlerden yarım gün önce cennete girecekler, bu tam beşyüz yıldır." Rasûlullah buna sevindi ve şöyle buyurdu: "İçinizde şiir söyleyecek biri var mı?" Bir bede-vî "evet, ben varım yâ Rasûlallah" dedi. Hz. Peygamber ona "hadi söyle" buyurdu. O da şu şiiri okudu:
Heua yılanı ciğerimi soktu çok fena... Ne doktor bulunur ne de okuyan buna... Dermanım aşık olduğum sevgilimdir!... Çünkü hastalığım da odur, ilacım da!!
Şiir karşısında Rasûlullah ve ashabı vecde geldi. Vecdden Rasûlullah'ın ridası omuzundan düştü. Bu hali geçince herbiri kendi mekanına döndü. Muâviye b. Sufyân İse "yâ Rasûlallah! Oyununuz ne güzeldi" dedi. Hz. Peygamber ona şöyle buyurdu: "Böyle şey deme ya Muâviye! Sevgilinin zikrini İşittiğinde sarsılmayan kerîm değildir." Rasûlullah sonra ridasını orada bulunanlara dört yüz parçaya ayırıp taksim etti."[637] Başka rivayetlerde şiiri okuyanın Ebû Mahzûre olduğu, Rasûlullah'ın ridası düşünce Suffe ashabının hemen bunu aralarında pay ettikleri ve elbiselerine yama olarak kullandıkları geçer.[638]
Hadis hakkında "şayet sahih olmuş olsaydı" şeklinde çekincesini ortaya koyan müellif, hadisi metin olarak da tenkit eder: "Kalbim bunun sahih olmadığını söylüyor. Bu hadiste Rasûlullah'ın ashabıyla beraber toplanmasının zevkini bulamadım. Ayrıca bunda zikredilen malumat ashabın itiyad edindikleri hale uymamaktadır. Zaten kalp de bunu kabul etmekten kaçınıyor."[639]
İbn Teymiyye bununla ilgili olarak "meşhur olan bu rivayet, ilim ehlinin ittifakıyla yalandır, buna rağmen bazıları bunu rivayet etmiştir. Mevzu rivayetlerdendir" der.[640]
Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ebî Ömer el-Makdisî de şöyle söyler: "Bu hadise bakan mevzuluğunu hemen anlar. Çünkü lafızları rakîktir.
Kelimelerin kopuk kopuk olması yönüyle şiir Arap şiiri olmaktan uzaktır. Ayrıca eldeki malı zayi etmekten nehyeden sahih hadise ters düşmektedir. Keza kalpler de bu rivayeti benimsememektedir."[641]
ez-Zehebî buna hurafe derken[642], Aliyyu'1-Kârî de -Hz. Peygam ber'in bu şekilde vecde gelmesini yadırgadığından olsa gerek- "bu ha dis, yalan olduğuna kesinlikle hükmedilen rivayetlerdendir" demektedir[643]
Bu rivayette gizli Muâviye düşmanlığı dikkatlerimizi çekmektedir Dikkat edilirse bütün ashab vecde geliyor, Muâviye ise sanki düğün der nek seyrediyor gibi Hz. Peygamber'e "oyununuz ne güzel" diyor ve Hz Peygamber'den hafif yollu bir azar işitiyor.
66- Sûfîlerin giydikleri hırkayı Hz. Peygamber'e isnad ettikleri hadis lerin aslı yoktur.[644] Hafız İbn Dihye ve İbnu's-Salâh bunlara batıl derler. İbn Hacer de şöyle söyler: "Bu konuda Hz. Peygamber'den ne sahih ne de zayıf bir haber gelmemiştir. Bazılarının Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye hırka giydirdiği, onun bunu oğlu Hasan'a giydirdiği, Hasan'ın da Ha-san-ı Basrî'ye giydirdiğine dair rivayetin de aslı yoktur."[645]
67- Hizırın hayatta olduğuna dair haberlerin hepsi mevzudur, asılsız-j dır.[646] Bununla irtibatlı olarak İlyas'la her yıl buluştuklarına dair rivayetler de bu kabildendir.[647]
Misal: "Hızır ve İlyas her yıl buluşurlar. Birbirlerinin saçlarını tıraş ederler, şu sözleri söyleyip ayrılırlar: Bismillah! Allah'ın dilediği olur. Hayrın sahibi Allah'tır. Allah'ın dilediği olur. Kötülüğü ancak Allah engeller. Allah'ın dilediği olur. Her nimet Allah'tandır. Allah'ın dilediği olur. Güç ve kudret Allah'ın elindedir."[648]
Ibnu'l-Cevzî bu hususta şöyle söyler: "Hızır'ın dünyada ve hayatta olmadığına dair dört delil vardır: Kur'ân, sünnet, muhakkik alimlerin icmâsı ve akıl. Kur'ân'a gelince, delili Allah Teâlâ'nın şu ayetidir: "Biz senden önce hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Sen ölürsen onlar hayatta mı kalacaklar?"[649] Eğer Hızır yaşamış olsaydı (bu ayete muhalif olarak) ebedîleşmiş olacaktı..."[650]
İbnu'l-Cevzî'nin Kur'ân'ı hakem tayin ederek zikrettiği bu delil dışında başka deliller de zikredilmektedir:
a) Bir diğer ayette, Allah Teâlâ peygamberlerden ve ümmetlerinden Rasûlullah'a inanıp yardımcı olmaları yönünde misak aldığını beyan etmektedir: "Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı: "Bakın, size kitap ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?" demişti. "Kabul ettik" dediler. "O halde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım" dedi."[651]
Bu ayete göre Allah Teâlâ, diğer peygamberlerden ve ümmetlerinden Hz. Peygamber'e yardımcı olmak hususunda söz almıştır. Eğer Hızır, peygamber veya velî ise Rasûlullah zamanında onun yanında yer alıp yardımcı olması gerekirdi.
b) Hızır hayatta olmuş olsaydı Rasûlullah'a iman eder, yardımcı olur ve onunla beraber savaşırdı. Çünkü Hz. Peygamber, Hz. Musa hakkında şöyle buyurmuştu: "Hz. Musa hayatta olmuş olsaydı bana uymaktan başka yapacağı birşey yoktu."[652]
c) Hz. Peygamber Bedir gününde şöyle buyurmuştu: "Allahım! İslam .ehli olan bu topluluğu helak edecek olursan, sana artık yeryüzünde ibadet edilmez."[653] Hadiste mutlak ifade kullanılarak Allah'a ibadet edenlerin ashab olduğu, bunların ölmeleri durumunda yeryüzünde artık Allah'a ibadet edecek kimsenin kalmayacağı belirtilmektedir.
Ayetler ve hadîslerle delil getirerek Hızır'ın yaşamadığını söyleyenler yanında hayatta olduğunu ifade edenler de vardır. en-Nevevî, İbnu's Salâh, el-Kurtubî gibi hadîsçi ve tefsirciler yanında sûfilerin tamamı onun hayatta olduğu görüşündedirler. Hatta Îbnu's-Salâh ile en-Nevevî, üle-} manın cumhurunun bu görüşte olduğunu belirtirler.[654] Bazıları onun ha-i yat suyundan içtiğini, kıyamete kadar bakî kalacağını ve Hz. Peygam-j ber'le buluştuğu İçin de sahabi olduğunu dahi iddia ederler.[655]
Saîd Nursî ise Hızır'ın hayatta olduğunu, fakat onun hayat boyutu-ı nun farklı olduğunu belirterek hayatı beş tabakaya ayırır ve Hızır'ı ikin-j ci tabakaya koyar. Bu tabakalar şöyledir: a) Birinci tabaka-i hayat: Bi-| zim hayatımız ki, çok kayıdlarla mukayyeddir. b) İkinci tabaka-İ hayat:! Hızır ve İlyas'ın hayatlarıdır ki bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek-; çok yerde bulunabilirler. Bazan istedikleri zaman bizim gibi yerler, içer-j ler fakat bizim gibi mecbur değillerdir, c) Üçüncü tabaka-i hayat: Hz. İd-j ris ve Hz. İsa'nın hayattandır ki, beşeriyet levazımından tecerrüd ile,i melek hayatı gibi bir hayata girerek nurâni bir letafet kesbeder. d) Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'ân'la şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır, e) Beşinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayât-ı ruhanîleridir.[656]
Mevdûdî de benzer bir yaklaşım göstererek "onun bir melek veya beşer dışı bir yaratık olduğunu" söyler.[657]
Hayatta olduğunu veya yaşamadığını söyleyenlere rağmen kesin olan bir husus vardır: Hızır'ın hayatıyla ilgüi sahih bir hadîs yoktur. Bu durumda onun hangi boyutta yaşadığı veya yaşamadığının tesbiti gerekecektir.[658]
68- Ebda), aktab, eğvâs, nucebâ, evtâdla ilgili hadisler ile evliyanın sayısıyla ilgili olanların hiçbiri sahih değildir.[659] Misal: "Ebdal evliyadandır."[660]
İbn Teymİyye konuyla ilgili olarak şöyle söyler: "Gavs, kutub, evtâd, nucebâ ve diğerleri hususunda, Hz. Peygamber'den ve ashabından on-lann bu konuda birşey dediklerine dair maruf senedle gelen birşey yoktur. Ancak ebdal hususunda seleften bazıları konuşmuşlardır. Bu hususta Hz. Peygamber'den bir zayıf rivayet te gelmektedir." Sadece ebdal hususunda zayıf bir rivayetten bahseden İbn Teymiyye, başka bir yerde de zayıf dediği bu rivayeti değerlendirerek konuyu şu şekilde işler:
"Dörtler, yediler, onikiler, kırklar, yetmişler, üçyüzonüçler, kutub gibi evliya, ebdâl, nukebâ, nucebâ, evtâd, ektâbla ilgili olarak Hz. Peygamber'den gelen sahih bir rivayet yoktur. Selef bunlar içinde sadece "eb-dal"den bahsetmiştir. Bu konuda zikredilen rivayetlerden birisi de şudur: 'Ebdal kırk kişidir ve Şam'da bulunurlar.'[661] Bu rivayet Musned'de Hz. Ali'den nakledilmektedir. Ancak munkatıdır, sabit değildir."[662] İbn Teymiyye böyle dedikten sonra rivayeti metin yönüyle tahlile tabi tutar ve kabul etmemesini şuna bağlar: "Malum olduğu üzere Hz. Ali ve onunla beraber bulunan sahabiler, hem Hz. Muâviye'den hem de onunla beraber Şam'da bulunanlardan faziletlidir. Aynca insanların en faziletlileri, Hz. Ali'nin askerleri tarafında değil de Hz. Muâviye'nin askerleri tarafında bulunmaz."[663]
Görüldüğü gibi İbn Teymiyye meseleye aklî olarak ta yaklaşmakta, ebdaller Şam'da olacaklarına neden Hz. Ali'nin yanında değiller sorusunu sormaktadır. İbn Teymiyye başka bir yerde de bu tür hadisleri toptan bir değerlendirmeye tabi tutar ve yalan olduklarını belirtir: "İçinde ebdâİ, ektâb, eğvâs, velilerin sayısı ve benzeri hususlar geçen rivayetler hadis alimlerince malum olduğu üzere, yalandırlar."[664]
İbn Teymiyye gibi İbnu'l-Kayyım da genellemeye giderek "ebdâl, ek-tâb, eğvâs, nukebâ, nucebâ, evtâd hadislerinin hepsinin Rasûlullah adına uydurulmuş batıl rivayetler olduğunu belirtir. Bir tek İbn Teymiy-ye'nin zikrettiği rivayetin doğruluğa yakın olduğunu ancak onun da munkatı olduğunu belirtir.[665]
İbnu's-Salâh da evtâd, nucebâ, nukebâ hakkında ehli tarikin beyanlarının olduğunu, bu hususta sabit olan bir hadis bulunmadığını, ebdal hakkındaki en sağlam rivayetin ise Hz. Ali'nin kendisindenden nakledilen Şam'da ebdâlin bulunacağına dair rivayet[666] olduğunu söyler.[667]
Bu tür hadisleri reddeden alimler yanında ilgili rivayetlerin çokluğu sebebiyle bunlara mevzu denemeyeceğini, içlerinde sahihler bulunduğunu söyleyen İbn Hacer (852/1448) yanında, konuyla ilgili hadislerin zayıf olduğunu söyleyen es-Sehâvî[668], rivayetlerin birbirini desteklediğini belirten el-Aclûnî ilgili rivayetleri genel hatlarıyla kabul etmektedirler.[669] es-Suyûtî ise bunları kabul etmeyenleri bilgisizlikle suçlamaktadır.[670]
Konuyla ilgili hadisler en iyi ihtimalle zayıf olsa bile, sûfîlerin eserlerinde, yalan söylemeleri düşünülemeyen pekçok insandan evtâd ve eğ-vâsin ruhuna uygun sözler ve onlarla iîgili başlarından geçen hadiseler anlatılmaktadır. Bu sebeple meselenin onlarla ilgili cephesine dair söylenecek en güzel söz, İzmirli İsmail Hakkı'nın şu sözü olsa gerektir: "Yine tekrar ediyorum ki, sûfiyye ıstılahına asla birşey demiyorum. Maksadım, [671]bu babta bir takım ehâdîs vardır fakat hepsi zayıftır demekten iba rettir." [672]
69- Kendisine bir ilim sorulduğunda bunu gizleyen kimsenin ağzına kıyamette ateşten gem vurulacağıyla ilgili sahih hadis yoktur.[673]
70- Kırk hadis öğretmenin faziletiyle ilgili pekçok rivayet bulunmasına rağmen hepsi de zayıftır.[674]
71- İlim talep etmenin farziyeti. Ahmed b. Hanbel bu konuda sabit bir rivayet olmadığını söyler.[675]
72- Çocuk edinmeyi kötüleyen hadisler mevzudur.[676]
Misal: "Sizden birinin yüzaltmış yılından sonra enik eğitmesi çocuk terbiye etmesinden daha hayırlıdır."[677]
73- Cariye edinmekle ilgili sahih hadis yoktur.[678] Misal: "Cariye edinin çünkü onların rahimleri mübarektir."[679]
74- Bekarlığı metheden hadislerin tamamı batıldır.[680] Misal: "Allah bir kulunu sevdiği zaman onu kendisine ayırır, hanım ve çocuklarla meşgul etmez."[681]
Aliyyu'1-Kârî bu genellemeye itiraz eder ve Ebû Ya'lâ'nın Huzey-fe'den merfu olarak rivayet ettiği[682] şu hadisin bulunduğunu söyler: "İki-yüz yılında sizin hayırlınız çoluk çocuğu olmayandır." el-Kârî bunun ardından da es-Sehâvî'nin 'bu manada pekçok hadis vardır' sözünü nakleder.[683] Ancak bunu es-Sehâvî'den naklederken sözünün bir kısmını bilerek nakletmez ve İlim ahlakına riayet etmez. Esasında es-Sehâvî'nin sözü, almadığı kısmıyla beraber şöyledir: "Bu manada pekçok hadis vardır fakat hepsi de son derece zayıftır." es-Sehâvî daha sonra bu hadislerden misaller verir.[684]
el-Kârî'nin Ebû Ya'lâ'dan misal olarak getirdiği hadise gelince; bunun senedinde Revvâd b. el-Cerrâh el-Askalânî vardır ve hadisi Sufyâ-nu's-Sevrî'den rivayet etmiştir. el-Buhârî bu zatın ihtilat ettiğini ve hadisleri hakkıyla eda edemediğini söyler.[685] Ahmed b. Hanbel de onun sünnete bağlı bir insan olmakla beraber Sufyânu's-Sevrî'den munker hadisler rivayet ettiğini belirtir.[686] Yahya b. Maîn ise onun için sika derken, İbn Adiy rivayetlerinin çoğuna İnsanların mutâbaat etmediğine dikkat çeker.[687] Ebû Hatim de bu zatın hadislerinin birbirleriyle tenakuz içinde olduğunu, hafızasının ömrünün sonlarında değiştiğini, doğru bir insan olduğunu söyler.[688]
Görüldüğü gibi, bu zatın hadis yönüyle zayıf biri olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca şu yıl geldiğinde şu olacak şeklindeki mevzu hadisi rivayet eden de bu zattır.[689] Keza bu rivayet istikbale dair spesifik zaman belirten mevzu hadisler kapsamına da girmektedir. Aliyyu'l-Kârî'nin hadisin bu yönünü görememesi ilginçtir.
Kanaatimizce bu tür rivayetlerin hepsini aynı bakış açısıyla değerlendirmek ve mevzu kabul etmek gerekecektir. Çünkü bunlar, siyasi ve sosyal çalkantıların etkisiyle insanların dinden uzaklaşmalarını tehlike görüp, dine çekmek veya etrafında sadık bir cemaat oluşturmak isteyen insanlar tarafından uydurulmuş izlenimini vermektedir. Yukarıda geçen misalde 200 yılı geçmekte, bir başka rivayette de 180 geçmektedir: "Yüz seksen senesi olduğu zaman size gurbeti (memleketten uzaklaşmayı) ve dağların tepelerinde ibadete çekilmeyi helal kıldım."[690]Bu tür rivayetler hem verdiği tarih itibarıyla kendi içinde çelişki arz etmekte, hem de "tarih vermesi" yönüyle genel prensibe aykırı düşmektedirler.
Ayrıca bu rivayetler evlenmeyi teşvik eden sahih rivayetlere de[691] aykırılık arz etmektedir.[692]
Bekarlıktan nehyeden bir kısım rivayetler de aynı şekilde batıldır: "Şerlileriniz bekarlannizdır."[693]"Evli insanın iki rekatı, bekarın 82 rekatından [694]hayırlıdır." [695]
75- Rüyaların kadınlara anlatılmasından nehyeden hadisler mevzudur.[696] el-Ukaylî bu hususta Hz. Peygamber'den gelen sahih bir hadis bulunmadığını söyler.[697]
76 -Kadınlara yazı yazmanın öğretilmesini yasaklayan hadislerin tamamı batıl ve mevzudur.[698] Onlarla istişare edilmek zorunda kalınırsa, söylediklerinin tersinin yapılmasına dair hadisler de böyledir.
Misaller: "Kadınlarınızı (yollara nazır) odalarda oturtturmayın ve onlara yazı yazmayı öğretmeyin."[699]
"Kadınlarla istişare edin ancak onlara aykırı davranın[700]
"Sizden biri istişare etmeden İş yapmasın. İstişare edecek kimse bu-i lamazsa bir kadınla istişare etsin ancak sonra onun dediğinin tersini yapsın. Çünkü ona muhalif davranmakta bereket vardır."[701]
77- Hayzın en azının üç, en fazlasının on gün olduğuna dair hadislerin tamamı batıldır.[702]
İbnu'l-Kayyım'ın bu kadar kesin genelleme yapması bazılarınca doğru kabul edilmemiştir.[703]Aliyyu'l-Kârî bu hususta şöyle demektedir: "Oysa bu hadisin pekçok tariki vardır. ed-Dârekutnî[704] ve Kâmil'de İbn, Adiy[705] el-Ukaylî[706] ve İbnu'l-Cevzî[707] bunu rivayet etmişlerdir. Tüm ta-1 riklerin biraraya gelişi hadisi hasen seviyesine çıkarmaktadır. Bu sebeple mevzudur demek doğru olmamaktadır."[708] Aliyyu'l-Kârî Fethu Bâ-bi'i-İnâye bi Şerhi Kitabi'n-Nukâye'de işaret ettiği tarikleri zikreder ve şöyle der: "Bunlar pekçok tarikle Hz. Peygamber'den gelen ve zayıflığı hasene çıkaran hadislerdir. Ayrıca şer'î miktarlar akılla bilinemez. Bu sebeple mevkuf olan rivayetler de merfu hükmündedir."[709]
78- İstihâze kanı gören kadının her vakit gusül almasına dair hadisler zayıftır.[710]
79- Kaçak köleyi bulup getirene ödül verilmesiyle ilgili olarak Hz. Peygamber'den ve Hz. Ali'den gelen rivayetler sabit değildir.[711]
80- Kölenin birini yaralaması veya öldürmesi durumunda, âkılesinin j bir ödemede bulunmayacağı hususunda Hz. Peygamber'den hadis va-rid olmamıştır. Bu konuda ashabın ve sonraki alimlerin değerlendirmeleri vardır.[712]
81- Hantmımn cariyesiyle zina yapan insana uygulanacak cezayla ilgili rivayetlerin hiçbirisi sabit [713]değildir. [714]
82- Âsâ (baston) taşımayı teşvik eden sahih hadis yoktur.[715]
83- Akik taşlı yüzük takmaya dair hadisler.[716] el-Ukaylî bu hususta Hz. Peygamber'den sabit birşey bulunmadığını belirtir. el-Ukayiî bu sözü, Ya'kûb b. el-Velîd el-Medînî'den "akik taşlı yüzük takın, çünkü o mübarektir" hadisini naklettikten sonra söyler.[717] İbnu'l-Cevzî de aynı hadisle ilgili tarikleri sıraladıktan sonra hiçbirisinin sahih olmadığını söyler.[718] el-Aclûnî'nin değerlendirmesi de böyle olup[719], el-Elbânî de yaklaşık aynı lafızlara sahip olan dört hadisi mevzu saymıştır.[720]
Aliyyu'l-Kârî ise bu genellemeye karşı çıkar. Bu hadisin hepsi de son derece zayıf pekçok tariki olduğunu, hadisi ed-Deylemf nin birçok tarikle rivayet ettiğini[721], bunun ise bir aslının olduğunu gösterdiğini belirtir. Yine o, el-Mutarrizî'den naklen, İbrahim el-Harbî'nin hadisin sahih olduğunu söylediğini aktarır.[722] es-Sehâvî de hadisin tüm tariklerinin son derece zayıf olduğunu söyledikten sonra, en nihayet bu hususta birşe-yin sabit olduğunu söylemenin imkan dahilinde olduğunu belirtir.[723] Nitekim es-Suyûtî de ilgili hadislerden birisinin el-Hatîb[724] ve İbn Asâkir tarafından rivayet edildiğine işaret eder[725]ve el-Câmiu's Sağîr'de hadise zayıf der.[726] el-Munâvî de hadisin zayıf olduğunu söyler.[727]
Kanaatimizce, tüm rivayetler göz önünde bulundurulduğunda söylenecek söz "en iyi ihtimalle zayıf olduğu"dur.
84- Kına ve faziletiyle ilgili hadisler sahih değildir. Bu konuda bir cüz tutacak kadar hadis vardır. Hiçbirisi de sahih değildir. İbnu'l-Kayyım bu konuda en sağlam hadisin et-Tirmİzî'nİn naklettiği "dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Misvaklanmak, güzel koku sürünmek, kınalanmak ve evlenmek" hadisi olduğunu, ancak buradaki kelimenin el-hinnâ (kınalanmak) olup olmadığı hususunda ihtilaflar olduğunu söyler. Bazılarının bu kelimenin el-hayâ (haya) olduğunu söylediklerini ancak, aslında el-hitân (sünnet olmak) olması gerektiğini belirtir.[728] Dolayısıyla bu hadis de konuyla ilgili sahih ve somut bir örnek olamamaktadır.
Hadis üzerinde kısa bir etüd yapmak istediğimizde, gerçekten de onun bahsettiği kadar bir tashîfle karşı karşıya kaldığımızı anlıyoruz. Hadis et-Tirmizî'de şu lafızlarladır: "Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Haya (el-hayâ), güzel koku sürünmek, misvaklanmak ve evlenmek."[729] Görüldüğü gibi İbnu'l-Kayyım'm et-Tirmizî'ye atfettiği (ve peşinden bu lafzın el-hitân olmasına işaret ettiği) Ebû Eyyûb hadisi et-Tir-mizî'de el-hayâ şeklindedir.[730] Oysa İbnu'l-Kayyım bu kelimenin et-Tirmizî'de el-hmnâ (kınalanmak) şeklinde geçtiğini söylemektedir.
el-Munzirî ise Terğtb'te hadisi iki yerde rivayet eder ve et-Tirmizî'ye nisbet eder, Bunlardan birinde ifade el-hitân şeklindedir. Fakat muhakkikin ifadesine göre, bir nüshada burası el-hmnâ olarak geçmektedir.[731] Aynı hadis bir diğer yerde el-hinnâ diye kayıtlıdır.[732] Muhakkik burada, yazma nüshalardan birisinde farklılık olduğuna dair bir not düşmez. Bu iki durum değerlendirildiğinde ortaya çıkan netice şudur: İbare ikinci hadisin tüm nüshalarında el-hinnâ, birinci hadisin bir nüshasında -aynı şekilde- el-hinnâ diye geçmektedir. Bu durumda el-Munzirî' nin hadisi eî-hinnâ diye naklettiğini, el-Munzirî'nin istifade ettiği et-Tirmizî nüshasında da bunun el-hinnâ diye geçtiğini düşünebiliriz. Nitekim başka eserlerde de bu kelimeye el-hinnâ şeklinde rastlamaktayız.[733]
el-Hatîb et-Tebrîzî ise et-Tirmizî'ye atfen hadisi rivayet ederken el-hayâ kelimesinden sonra bunun e/-hitân (sünnet olmak) şeklinde rivayet edildiğine temas eder.[734] Nitekim bu İfade bazı kaynaklarda el-hitân şeklindedir.[735]
Rivayetler arası bu gezinti bizlere, et-Tirmİzî'nin nüshalarında her üç kelimenin (el-hayâ, el-hitân, el-hinnâ) geçtiğini göstermeye kâfî gelmektedir. Elbette burada, aynı sahabiden gelen hadisin yazımında bir tashîf söz konusudur. Hangi kelimenin gerçekte kullanılmış olabileceğini tes-bit etmek ve bizim şu anki konu başlığımızla ne kadar irtibatı olduğunu ortaya koymak durumundayız.
Meseleye metin yönüyle bakmak durumunda kaldığımızda burada el-hayâ kelimesi ile eHıitdn kelimesi mümkünlük arzetmektedir. el-Hin-nâ kelimesi ise diğer ikisinden kuvvet yönüyle düşüktür. Çünkü et-Tî-bî'nin naklettiği gibi, diğer iki ihtimal mümkündür ancak el-hinnâ rivayeti sahih değildir. Çünkü ellerin ve ayaklann kınalanması kadınlara benzemek söz konusu olduğu için erkeklere haramdır. Saçı kınalamak ise Hz. Peygamber'den önceki peygamberlerin yaptığı birşey değildi. Bu sebeple onlara isnad edilmesi uygun olmamaktadır.[736]
eî-Hayâ ile el-hitân kelimesine dönecek olursak, bu husustaki en güzel mülâhaza, sanırım Zeynuddîn el-Irâkî'nin değerlendirmesi olacaktır. O bu kelimenin el-hayâ veya el-hinnâ olarak da söylendiğini aktardıktan sonra şöyle demektedir: "Her ikisi de hatadır. Doğrusu el-hitân olmasıdır. Yazılırken el-hitân\n nun'u hamişe yazılmış ve düşmüş (tam kenara yazıldığı için silinmiş veya da sığdırmak için çok küçük yazıldığından önceki harfe karışmış), bu sebeple de lafzında ihtilaf edilmiştir.[737] Bundan dolayı elhitân olması diğer ikisinden daha önceliklidjr çünkü haya huydur=seciyedir. Kınalanmak ise peygamberlerin sünnetlerinden değildir. Hz. Peygamber ise bunları fıtrata (tüm peygamberle-rin uyguladığı sünnetlere) dair hasletler arasında zikretmemişim Sünnet olmak ise böyle değildir zira Hz. İbrahim bununla emrolunmuş, diğer peygamberler ve onların ümmetlerinde bu fiil devam etmiştir. Hz. İsa'y^ kadar durum böyle devam etmiş, o da sünnet olmuştur."[738]
Sonuç olarak, hadisin bu lafzını çözmüş olmakla birlikte, konumuzla bir bağlantısı olmadığını anlamış oluyoruz.
Bununla beraber, bazıları, "cennet ehlinin en güzel bitkisi kınadır" hadisinin bu genelleme dışında kaldığı ve sahih olduğunu söylemiştir.[739]
(Saçları) kına ve çivitle birlikte boyamaya dair hadis de bu genelleme dışında tutulmakta olup, sahihtir.[740]
85- Hz. Peygamber'in tırnaklarını hangi sırayı takip ederek ve hangi gün kestiğine dair sahih bir rivayet yoktur.[741]
86- Saçfarın ve tırnakların gömülmesine dair hadislerin hepsi[742] zayıf, [743]
87- Gerek ecîr-i müşterek olsun gerekse ecîr-i hâs[744] olsun, ücretli işçinin kasıt olmaksızın telef ettiği şey hususunda ne Hz. Peygamber'den ne de sahabeden sahih bir rivayet gelmemiştir.[745]
88- Boyacıhk, kuyumculuk, oymacılık gibi mubah meslekleri yeren hadisler mevzudur. Çünkü Hz. Allah ve Hz. Peygamber mubah meslekleri yermekten münezzehtirler.[746]
Misaller: "İnsanların en şerlileri hayvan satıcılarıdır."[747]
"İnsanların en yalancıları boyacılarla kuyumculardır."[748] İbnu'l-Kayyım'ın hadisi değerlendirişi çarpıcıdır: "Akıl bu hadisi yalanlamaktadır. Çünkü başka mesleklerde söylenen yalanlar bunlardakinden kat kat fazladır:[749] Allah'ın mahlukatının en yalancıları olan Râfızîler, kahinler, taşlarla fal bakanlar ve müneccimler gibi." [750]
89- Güneşte ısıtılmış suyun kullanmasını nehyeden sahih bir hadis yoktur.[751] el-Ukaylî bu konuda Hz. Ömer'in kendisinden bir rivayet geldiğini söyler.[752]
Misal: Hz. Âişe'den: Güneş altında su ısıtmıştım. Rasûlullah bana şöyle buyurdular: "Ey Humeyrâ! Böyle yapma! Çünkü bu alaca hastalığına (abraş) sebebiyet verir."[753]
90- Hz. Peygamber'in hacamatı emrettiği varid olmakla birlikte[754], belli zamanlarda hacamat olmaktan nehyeden, teşvik eden veyahutta hacamatla ilgili bir hususu beyan eden hadisler sahih değildir.
Misal: İbn Ömer rivayet ediyor: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Aç karnına hacamat olmak daha yararlıdır. Hacamatta şifa ve bereket vardır, aklı ve hafızayı kuvvetlendirir. Allah'ın bereketiyle perşembe günü hacamat olun. Çarşamba, cuma, cumartesi ve pazar günü hacamat olmaktan sakının. Pazartesi ve salı günleri de hacamat olunuz. Çünkü pazartesi, Allah'ın Eyyûb'u hastalıktan kurtardığı gündür. Hastalığı ona çarşamba günü vermişti. Cüzzam ve alaca (abraş) hastalığı sadece çarşamba günü ve gecelerinde ortaya çıkar."[755]
Bu hadisin senedlerinin zayıf olması bir tarafa, hacamat için belli günlerden sakındırması bir peygamber sözünden ziyade bir doktorun veya bir başkasının sözüne benzemektedir. Aynı konuyla ilgili eİ-Huseyn b. Ali'nin merfu olarak rivayet ettiği "cumada bir vakit vardır, o vakitte hacamat olan ölür"[756] hadisi ile İbn Ömer'in Rasûlullah'tan naklettiği "cumada bir vakit vardır, o vakitte hacamat olan iyileşmez bir hastalığa yakalanır"[757] hadisleri de böyledir.
Hamama girmekten nehyeden hadisler sahih değildir.[758]
İbn Hacer bu genellemeye karşı çıkar ve hamamın mutlak olarak banyo yapılan yere denildiğini söyler.[759] Kanaatimizce İbn Hacer bu tes-bitinde yanılmaktadır. Çünkü hadislerde başkasının yanında elbisesini çıkaran insanlara tehdit vardır. Bu da mutlak olarak banyo yapılan yerlerden ziyade beraber yıkanılan yerlerin kastedildiğini göstermektedir. Nitekim şu ve benzeri hadislerdeki açık ifadeler bunu doğrulamaktadır: "Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse peştemalsız hamama girmesin. Keza Allah'a ve ahiret gününe inanan hanımını hamama sokmasın."[760]
İbn Hacer'in yorumuna iştirak etmemekle birlikte bu genellemeye bizler ds katılamıyoruz. Hz. Peygamber'in hamama girmekten nehyeden hadislerinin, hamama girdiğine dair mevzu rivayetlerle birarada değerlendirilip, "hamamı görüp girmediyse hamama girmekten nasıl me-nedecek" anlayışıyla, topluca mevzu kabul edildiklerini düşünüyoruz. Hamamla ilgili rivayetleri dikkatlice tedkik ettiğimizde, Hz. Peygamber'in hamamı görmediği izlenimi elde edilmektedir ancak yine bu rivayetlerden, dışarıdan gelen insanların veyahutta ticaret için başka bölgelere gidenlerin gelip durumu sormasıyla hamamdan haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim şu rivayetler bu hususu teyid etmektedir: "Hamam denilen evden uzak durun." Ashab der ki: "Ancak hamam kirleri çıkartır." Bunun üzerine Rasûluliah "öyleyse (girerken) avret yerlerinizi örtün."[761] "Acem topraklan sizler tarafından fetholunacak. Oralarda hamam denilen binalar göreceksiniz. Hiç kimse hamamlara peştemal-siz girmesin. Hasta ve lohusa olanlar hariç kadınları oralardan men edin."[762]
Bu durumda yalın olarak hamama girmekten nehyeden rivayetlerle örtünerek girmeyi emreden hadisleri biraraya getirmek suretiyle bir çıkış yolu bulmak mümkün olabilir: O da avret yerlerinin Örtülerek hama] ma girilebileceğidir.[763]
92- Hamam suyuyla yıkanmanın cünupluğu gidermediğine dair riva-j yetler uydurmadır.
Misal: "İki su vardır ki bunlar cünupluğu gidermez: Deniz suyu ve haJ mam suyu."[764]
93- Su yakında olduğu halde, bevlden sonra eli toprakla temizlemek konusunda sahih hadis yoktur.
İbn Ebî Hatim, İbn Abbas'tan nakledilen şu hadisi babasının sahili değildir değerlendirmesiyle birlikte buna misal olarak verir: "Rasûlullan dışarı çıkıyor, bevlediyor ve ellerini toprakla temizliyordu. İbn Abbaö (bir defasında) Rasûlullah'a sordu: "Yâ Râsûlellah! Halbuki su size ya-f kın?" Rasûlülah şöyle cevap verdi: "Belki de [765]suya kavuşamayacağım, bilemiyorum." [766]
94- Arapların birbirlerinin dengi olduğuna dair rivayetler zayıftır.
Misal: "Araplar birbirlerinin dengidirler. Bir kabile diğer kabileye, bir şahıs diğer bir şahsa denktir. Mevâlîler de böyledir: Bir kabile diğer kabilenin, bir şahıs diğer şahsın dengidir. Oymacılarla hacamat yapanlar bu genellemenin dışındadır." el- Beyhakî bunun bütün tariklerinin zayıf olduğunu söyler.[767]
95- Habeşîleri, zencileri kötüleyen hadislerin tamamı mevzudur.[768] Misal: "Zenci doyduğu zaman zina, acıktığında hırsızlık eder."[769]
96- Türkleri, iğdiş edilmiş insanları ve köleleri yeren hadisler mevzu-| dur.[770]
Misaller: "Türkler size dokunmadığı müddetçe siz de onlara dokun-i mayın."[771] "Allah iğdiş edilmiş kişilerde hayır olacağını bilseydi, onların zürriyetinden Allah'a ibadet eden bir nesil çıkarırdı."[772] "Ahir zamanda en kötü mal kölelerdir."[773]
97- Araplar hariç Habeşî, İsrâîlî, Fârisî, Rûmî ve Kıptîler dışında diğer milletlerden sahabi yoktur. "Başka milletlerden sahabi bulunduğuna dair şimdilik kesin bir delil bulunmamaktadır."[774]
Malum olduğu üzere Türkler İslam'la Talaş (134/751) savaşıyla tanışmışlardır. Bu tarihten önce ferdi olarak bazı Türklerin müslüman olduğu zikredilmektedir ancak elimizdeki bilgilere göre Türklerden sahabi olan bir insan yoktur. ez-Zehebî, Behrâm b. Hamza el-Merğînânî'nin (516/1122) Musa b. Yakub b. Muhammed el-Hâmidî > Esed b. el-Amiş et-Turkî vasıtasıyla Hz. Peygamber'den "Allah ve melekler birinci saffa salât ederler" şeklinde bir hadis rivayet ettiğini söyler. Sonra da şunu ek-j ier: "Bu apaçık bir yalandır, zira sahabe içinde Türk asıllı birisi yoktur."[775]
98- Hz. Peygamber'in Farsça konuşmaktan nehyettiğine, Farsçanın cehennem ehlinin lisanı olduğuna dair [776]rivayetler mevzudur.[777] Misal: "Allah'ın en buğzettiği lisan Farscadır." [778]
99- îsmi Muhammed ve Ahmed olanların faziletiyle ilgili hadislerin aslı yoktur. Ebû Hatim er-Râzî bu hususta şöyle demektedir: "Bu konuda Rasûlullah'tan pekçok hadis gelmiştir ancak içlerinde sahih yoktur."[779]
Misal: "İsimlerin en hayırlısı Allah'a hamdedilen ve kulluğu gösteren isimlerdir."[780] "Kıyamet gününde götürülenlerden birinin adı Muhammed olursa, Hak Teâlâ ona: "Sen utanmadan günah işledin. Bugün ben sana azap etmeğe utanırım. Çünkü senin adın, benim habibim'in adıdır. Sana azap etmiyorum. Seni affettim, bağışladım!" der."[781] "İki kul rabbin huzurunda durdurulur. Allah ikisine de cennete girmelerini emreder. Onlar ise şöyle söylerler: Rabbimiz! Biz cenneti ne ile hak ettik ki? Bizleri mükafatlandıracağın bir amel yapmadık ki?" Allah Teâlâ da onlara şöyle buyurur: "Ey benim iki kulum! Cennete giriniz. Ben kendi kendime söz verdim: İsmi Ahmed ile Muhammed olanlar cehenneme girmeyecekler."[782] Bir diğer rivayet te şudur: "Doğan çocuğuna teber-rüken Muhammed ismini verenin hem çocuğu hem de kendisi cennettedir."[783]
Bu tür rivayetler insanların amelleriyle cennete girecekleri, isimleriyle girmeyecekleri, Allah'ın amellere baktığı genel prensibine de aykırıdır. Bununla beraber Abdullah ve Abdurrahman ismini öven sahih hadisler bulunmaktadır.[784]
100- îçinde Humeyrâ ismi veya "yâ Humeyrâ" hitabı geçen her hadis yalandır, uydurmadır.[785]
Misal: "Yâ Humeyrâ! Çamur yeme çünkü şunlara sebep olur."[786]
Bu genellemeye itiraz edilmekte ve içinde Humeyrâ ifadesi geçen üç tane sahih hadis bulunduğu belirtilmektedir.[787]
101- Hz. Ali'nin Hayber savaşında kale kapısını kaldırdığıyla ilgilijha dişler sahih değildir. İbn Hacer bütün tariklerinin zayıf olduğunu belirtir Bu sebeple bazı alimler bu rivayetleri toptan reddederler.[788] Misal: }iz Ali Hayber günü kalenin kapısını kaldırdı. Daha sonra kırk kişi aynı şe yi tecrübe etmek istediler ancak kaldıramadıiar."[789]
102- Hz. Muâviye'nin fazileti ve zemmiyle ilgili hadisler mevzudur[790] el-Buhârî'nin hocası İshâk b. Râhûye (238/852) Muâviye b. Sufyân'm faziletleriyle ilgili sahih hadis yoktur der.[791] el-Buhârî'nin Faziletu Asha-\ bi'n-Nebf'deki Muâviye ile ilgili bab başlığı da bu hususta merfû hadis! olmadığını teyid eder mahiyettedir. Nitekim babın ismi "bâbu zikri Mu-\ âuiye" şeklindedir. Bu bab altındaki İki rivayette İbn Abbas onun için "Rasûlullah'ın sahâbîsidir" ve "fakihtir" ifadelerini kullanmıştır.[792] İbn Hacer de, hocası İshâk b. Râhûye'nin sözüne uyarak el-Buhârî'nin bab başlığında menkabe veya fazilet kelimesini kullanmadığına işaret ederek şöyle demiştir: "Muâviye'nin faziletine dair pekçok hadis gelmiştir, ancak içlerinde senedi sağlam olan yoktur. İshak b. Rahûye, en-Nesâî ve başkaları bu şekilde söylemişlerdir."[793]
Bununla bağlantılı olarak Takî Emînî'nin belirttiği gibi, özel şahıslar zemmeden hadislerin tamamı uydurmadır.[794]
Misaller: "Muâviye'yi minberimde görürseniz onu öpün. Çünkü emin ve güvenilirdir."[795] "Muâviye'yi minberimde görürseniz taşlayıp Öl dürün."[796]
Aynı şekilde Umeyye oğullarını zemmeden hadislerin tamamı rriev zudur.[797]
Misal: Yûsuf b. Sa'd rivayet ediyor: el-Hasan b. Ali Muâviye'ye be-yat ettikten sonra bir adam kalkıp "müminlerin yüzünü kararttın" veya "ey müminlerin yüzünü kara çıkaran" diyerek sitem etti. ei-Hasan da ona şöyle söyledi: "Allah sana rahmet etsin, beni kınama! Çünkü Hz. Peygamber'e Umeyyeoğuliarının kendi minberinde oturacağı gösterildiğinde üzülmüştü. Bunun üzerine cennette bir ırmak kastedilerek ey Muhammedi "biz sana Kevser'i verdik"[798] ayeti nazil oldu. Daha sonra da "biz o (Kur'â)n'ı Kadir gecesinde indirdik." Ey Muhammedi "Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin? Kadir gecesi" Umeyye oğullarının idareyi ele alacakları "bin aydan hayırlıdır"[799] ayetleri nazil oldu. Hadisin ravisi olan el-Kâsım b. el-Fadl el-Huddânî şöyle diyor: Umeyye oğullarının iktidar yıllarını hesap ettik, bir de ne görelim, tam bin gün! Ne bir gün fazla, ne de birgün eksik."[800]
Umeyye oğullarını yermek için uydurulduğu belli olan bu hadis için İbn Kesîr, her halükarda munkerdir der ve Ebu'l-Haccâc el-Mizzî'nin böyle dediğini aktarır. İbn Kesîr metin yönüyle de hadisi irdeleyerek Umeyye oğullarının tam 1000 ay iktidarda kaldıklarına dair sözü doğru bulmaz. Şöyle söyler: "Bu söz doğru değildir. Çünkü Muâviye b. Suf* yân, el-Hasan b. Ali idareyi kendisine teslim ettiğinde tek başına iktidara geldi. Bu da 40 yılında gerçekleşmişti. Bu yıl Muâviye'ye beyat edilmiş ve buna 'Âmu'l-Cemaa' denilmiştir. Bunun ardından Umeyye oğullarının hakimiyeti Şâm ve diğer yerlerde devam etmiş ancak bir müddet boyunca Abdullah b. ez-Zubeyr'in Haremeyn, Ehvaz ve diğer bazı şehirlerdeki idaresi Umeyye oğullarının hakimiyetinden çıkmıştı. Bu takriben dokuz yıldır. Bununla beraber bu süre zarfında bir kısım şehirlerde hakimiyetleri olmasa bile genel idare onların ellerinde bulunmaya devam ediyordu. 132 yılında ise Abbas oğulları idareyi ellerinden aldılar. Aradaki sürenin toplamı 92 yıl etmektedir. Bu ise 1000 günden fazladır. Çünkü 1000 ay 83 yıl dört aydan ibarettir. Her halde el-Kâsım b. el-Fadl İbnu'z-Zubeyr'in günlerini bu hesaptan düştü. Bu durumda hesap olarak onun dediği doğruya yakın olmaktadır.
Bu hadisin mevzuluğunu gösteren alametlerden birisi de Benû Umeyye devletini yermesidir. Oysa onların yerilmesi murad edilmiş olk saydı rivayetin bu şekilde olmaması gerekirdi. Çünkü Kadir gecesinin onların iktidar dönemlerinden faziletli oluşu onlan zemmetmek manası taşımaz. Zira Kadir gecesi gerçekten şerefli bir gecedir ve bu sûre bu geceyi övmek için gelmiştir. Bu durumda bu kadar şerefli bir gecenin, zemmedilmiş olan Benû Umeyye döneminden üstün olduğu belirtilerek Övülmesi nasıl olur? Oysa rivayetten böyle birşey anlaşılmaktadır. Bu şairlerin şu sözlerine benzemektedir:
Kılıcın değerinin düştüğünü gözlerin görür, Ne zaman ki kılıç asadan keskindir denir...
Üstün birini nakıs birine üstün tutarsan, Eksik bir övgüde bulunmuş olursun inan...
Ayrıca ayette zikredilen bin aydan Benû Umeyye'nin hakimiyet günleri nasıl anlaşılır? Çünkü sûre Mekkîdir. Ayetin ne lafzı ne de manası buna delalet etmezken nasıl olur da Benû Umeyye devletinin 1000 ayına hamledilir? Hem minber hicretten bir süre sonra Medine'de yapılmıştır. Tüm bunlar hadisin mevzuluğunu ve munker oluşunu göstermektedir."[801]
103-Amr b. el-As'ı zemmeden tüm hadisler mevzudur.[802]
İbnu'l-Kayyım ile ona tabi olan Aliyyu'l-Kârî'nin uydurma dedikleri[803] şu rivayete gelince:
"Rasûlullah Muaviye ile Âmr b. el-As'a baktı ve şöyle buyurdu: Alla-hım! Bu ikisini fitnelerden kurtarma. İkisini de şiddetli azaba duçar kıl."
a) Hadis Ebû Ya'Iâ'nın MusnecTinde şu şekilde geçer: Ebû Berze anlatıyor: Nebî ile beraber bir seferdeydik. Şarkı söyleyen iki kişinin sesini işitti. Bunlardan birisi diğerine şöyle demekteydi:
Ensârînin kemikleri güneşte parıldıyor... Harp yüzünden defnedilmemiş duruyor...
Rasûiullah kimdir onlar diye sorduklarında, filan ile falancadır dediler. Bunun üzerine Rasûlullah "Allahım! Bu ikisini fitnelerden kurtarma.
İkisini de şiddetli azaba duçar kıl" buyurdu.[804] Görüldüğü gibi bu rivayette iki kişinin ismi mübhem olarak geçmektedir. Aynı durum Ahmed b. Hanbel'in Musned'inde[805] ve İbn Ebî Şeybe'nin Musannefinde[806] geçmekte, İbn Hacer de Ebû Ya'lâ ile İbn Ebî Şeybe'ye atıfta bulunarak hadisi her İkisinden ayrı ayrı mübhem ifadelerle rivayet etmektedir.[807]
Rivayetin üç senedinde şiiri söyleyenlerin mübhem geçmesi, zikri geçen sahabilere hamledilmelerini zorlaştırmaktadır. Ayrıca senedinde Yezîd b. Ebî Ziyâd el-Kûfî (136/753) bulunmaktadır. el-Buhârî bu zat hakkında hafızasının Ata b. es-Sâib'ten daha sağlam olduğunu söylemekle yetinmekle beraber[808] İbn Adiy, el-Ukaylî ve ez-Zehebî hadisçi-lerin onu zayıf kabul ettiklerine dair sözleri naklederler.[809] İbn Hibbân yaşlandıktan sora hıfzının zayıfladığını ve telkin kabul ettiğini, Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Maîn'in onu sağlam kabul etmediklerini aktarır.[810] el-Heysemî de çoğunluğun bu kimseyi zayıf kabul ettiklerini söyler.[811] İbn Hacer de Takrîbu't-Tehzîb'te benzer söyleri söyler.[812]Görüldüğü gibi Yezîd sebebiyle hadis zayıf olmaktadır.
b) Hadisin metninde iki kişi yerine Muaviye ile Amr b. el-Âs'ın isimlerinin geçtiği rivayete gelince; bu rivayet te aynı ravi vasıtasıyla nakledilmektedir. Îbnu'l-Cevzî bunun sahih olmadığını söyledikten sonra ravi-yi tenkit eder[813], ez-Zehebî de hadis garîb munkerdir der[814], el-Heysemî de et-Taberânî'nin bunu rivayet ettiğini fakat senedinde İsa b. Sevâ-de en-Nehâî adlı yalancınının bulunduğunu söyler.[815]
Dolayısıyla bu hadis gerek isimlerin zikredildiği ve gerekse zikredil-mediği rivayetler açısından zayıflık arz etmektedir. Ayrıca iki sahâbînin şehid olmuş sahabîyi tahkir edici şiir söylemeleri ve Rasûlullah tarafından bu derece kınanmaları mümkün gözükmemesi yönüyle de zayıflık arz etmektedir. Bununla beraber zikri geçen iki kişinin isimlerinin değiştirilmiş olduğu tesbit edildiğinde hadisi tamamen reddetmek için bir sebep kalmamaktadır. Nitekim es-Suyûtî ile İbn Arrâk'ın İbn Kâni'in Mu-cern inden yaptıkları nakilde bu muşkil ortadan kalkmaktadır. Çünkü bu rivayette iki kişinin adı Muaviye b. Râfi' ile Amr b. Rifâe b. et-Tâbût olarak geçmektedir. Böylece, diğer rivayetlerde bu jki kişinin aynı isimdeki sahabilerle karıştırılmış olabileceği ihtimali ortaya çıkmaktadır. es-Suyûtî'nin belirttiğine göre, bu iki kişi münafıklardan idi.[816]
Netice olarak, Hz. Peygamber'den Amr b. el-As'ı zemmeden bir rivayet gelmemiştir.
104-Ebû Mûsâ el-Eşarî'yi, el-Velîd'i, Yezîd'i, Mervân b. el-Hakem'i zemmeden[817], el-Mansûr'u, es-Seffâh'ı ve Harun er-Reşîd'i medh eden tüm rivayetler mevzudur.[818]
Misal: İbn Adiy, Ahmed b. el-Huseyn es-Sûfî > Muhammed b. Ali b. Halef el-Attâr tarikiyle Ebû Yahya Hakîm'den şöyle dediğini nakleder:
"Ammâr ile beraber oturuyordum. Ebû Mûsâ gelince ona "birbirimizden uzak duralım" dedi. O da "ben senin kardeşin değil miyim" diye karşılık verince, Ammâr, "bilmiyorum ancak Ley/etu7-Ham/e/c'te Rasûlullah'ın sana lanet ettiğini duydum" dedi. Ebû Mûsâ ise 'hayır, benim için istiğfar etti' deyince, Ammar "ben lanet ettiğini duydum, istiğfar ettiğini değil", dedi."[819] Bu rivayete göre, en sıkıntılı anlarda lanet etmeyen Allah Rasûlü'nün sahâbîsine lanet ettiğinden bahsedilmektedir. Bu da rivayetin asılsız olduğunu anlamaya yetmektedir.
105-Ebû Hanîfe ve eş-Şâfifyi gerek isimlerini zikrederek gerek îmâ ederek medh eden veya zemmeden hadislerin tamamı mevzudur.[820]
Misaller: "Ümmetimin içinde Muhammed b. İdris İsimli bir adam çıkacak. Bu adam ümmetime İbİİs'ten daha zararlıdır. Keza ümmetim içinde Ebu Hanife isimli biri çıkacak. Bu da ümmetimin kandilidir."[821] "Kureyşli bir alim yeryüzünü ilimle dolduracaktır."[822]
106-Murcie, Cehmiyye, Kaderiyye, Eşariyye, Râfızîler ve Haricîlerle ile ilgili sahih bir rivayet yoktur.[823] Bunlann mevzu olması kuvvetle muhtemeldir.[824] Fazlur Rahman hadisçilerin istikbale dair spesifik, belli gün ve tarih ve yere işaret eden hadisleri kabul etmediklerini ancak ke-lâmî ve siyasî grupların ve hiziplerin ortaya çıkacağına dair haberleri rahatlıkla kabul ettiklerini söyleyip, bunu tenkit eder ve "kehanet içeren haberlerin" kabul edilmeyeceğini belirtir.[825]
Misaller: "Kıyamet olduğunda bir münâdî şöyle bağırır: "Allah'ın hasımları ayağa kalksınlar. Böyle denilecek olanlar Kaderîlerdir."[826] "Ümmetim içinde yere geçirme, suretin tebdîli (mesh) ve kafalara taş yağdırma Kaderiyyenin başına gelecektir."[827] "Haricîler cehennemin köpekleridir."[828] "Ümmetimden iki grup vardır. Bunlar havza, yanıma gelemeyecekler: Kaderiyye ve Murcie."[829] "Kaderiyye bu ümmetin mecûsîleridir. Hastalandıklarında onları ziyaret etmeyin, vefat ettiklerinde cenazelerinde bulunmayın, karşılaştığınızda selam vermeyin."[830] "Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, Kaderiyye, sika olmayan kimseden rivayet."[831]
107-Abbas oğullarının cehenneme girmeyeceğine dair tüm hadisler mevzudur.[832] Hilafetin Abbas oğullarına geçeceğine, bu aileden kaç kişinin halife olacağına dair hadisler[833], Hz. Abbas'ın torunlarından Abdullah b. Ali [834]ile beraber yola çıkan Horasanlıları öven rivayetler de mevzudur. [835]
108-Bağdad'ın, Basra'nın, Kûfe'nin, Merv'in, Askalan'm, İskende-riyye'nin, Nasîbîn'in (Nusaybin), Antakya'nın, Horasan'ın ve Kaz-vin'in[836] medhedildiği veya yerildiği rivayetler mevzudur.[837]
109-FaIan şehir cennet şehirlerindendir, filanca şehir cehennem şe-hirlerindendir şeklindeki [838]rivayetler yalandır. [839]
110-Yemek esnasında konuşmakla ilgili, konuşmaktan meneden veya konuşulabileceğini beyan eden bir hadis yoktur.[840]
111-Yemekten
önce elleri yıkamaya dair sahih hadis yoktur.[841]
112-Eti bıçakla kesmekten nehyeden hadislerin aslı yoktur.[842]
Misal: "Eti bıçakla kesmeyin. Çünkü bu Acemlerin adetlerindendir. Dişleyip kopararak yiyin. Böyle yemek hem daha rahat, hem de hazmı daha kolaydır."[843]
Ahmed b. Hanbel şöyle söyler: "Bu sahih değildir çünkü Hz. Pey-gamber'in kendisi koyunun etinden bıçakla kesip alıyordu."[844] Gerçekten de sahih hadîslerde Rasûlullah'ın (a.s) et yerken bıçak kullandığı va-rid olmuştur: Amr b. Umeyye ed-Damrî Rasûlullah'ı koyunun kürek kemiğinden bıçakla kesip alırken görmüştür. Yine aynı rivayette, ezan okununca Rasûlullah elindeki bıçakla eti bırakmış, abdest almadan kalkıp namaza durmuştur.[845]
113-Çarşıda yemek yemeye dair hadislerin tamamı batıldır.[846] el-Ukaylî bu hususta Rasûlullah'tan sabit olan bir hadis gelmediğini söyler.[847] el-Ukaylî, sika değil dediği Ömer b. Mûsâ el-Vecîhî tarikiyle, Ebû Umâme'nin Rasûlullah'tan naklettiği 'çarşıda yemek yemek süflîliktir' hadisini verdikten sonra bu genellemeyi yapar. ez-Zehebî de hadis alimlerinden, bu zat hakkında 'hadisleri munkerdir, sika değildir, hem metin hem de sened uyduran kimsedir' dediklerini aktardıktan sonra ondan gelen hadisler arasında Ebû Umâme hadisini zikreder.[848] Ondan önce de İbnu'l-Cevzî hem Ebû Umâme hem de başkalarınca rivayet edilen Ebû Hureyre hadislerinin tariklerini zikreder. Daha sonra bunun Rasû-lullah'tan geldiği sahih olmayan bir hadis* olduğunu belirtir. Ardından da hadislerin tariklerindeki bazı raviler hakkında muhaddislerin cerh edici ifadelerini aktarır.[849]
Ancak hadisi zayıf kabul edenler de vardır. Aynı kimse vasıtasıyla Ebû Umâme hadisini et-Taberânî'nin rivayet ettiğini[850] söyleyen el-Heysemî, senedindeki Ömer b. Musa'nın zayıf biri olduğunu söyler.[851] Keza es-Sehâvî, Ebû Umâme hadisinin senedinin zayıf olduğunu ifade eder.[852] es-Suyûtî İse el-Câmiu's-Sağîr'de hadisi zayıf işareti koyarak rivayet etmekte[853], Led/f'de hadis hakkında söylenenleri aktarmakta ve sonunu şu sözle tamamlamaktadır: "el-lrâkî Jhyd'nın tahricinde zayıf olduğunu belirtmekle yetindi."[854] el-Munâvî de hadisin mevzuluğunu kabul etmez ve hadisin et-Taberânî tarafından Ebû Umâme'den, el-Hatîb tarafından da Ebû Hureyre'den rivayet edildiğini[855] söyleyip, mevzu değil de zayıf olduğunu belirtir.[856] ez-Zebîdî de hadisin Ebû Umâme yanında Ebû Hureyre'den de geldiğini, Ebû Hureyre hadisi hakkında söylenecek en güzel söz, senedindeki el-Heysem b. Sehl et-Tusterî sebebiyle zayıf olduğunu söylemektir, der.[857] Ebû Hureyre hadisini İbn Hacer de ei-Metâlibu'l-Aliye'de zikretmiş[858], Lisânu'l-Mîzâri'ında senedinin sağlam olmadığını söylemiştir.[859] Dolayısıyla, ilgili hadise zayıf demekle yetinmek uygun gözükmektedir.
114-Habersiz rastgelinen sofradan yemeyi nehyeden sahih yoktur. Bir yerde sofra kurulu olduğunu bilenin, çağrılmadan oraya git| meşini nehyeden hadisler ise sahihtir.[860]
115-Zorda kalan hariç, Bir bahçeye, sürüye veya başkasına ait başka bir şeye yolu düşen kimsenin, sahibinin izni [861]olmadan bahçeden yiyebileceğine veya sürüden süt sağıp içebileceğine dair sahih hadis yoktur. [862]
116-Mercimeğİ, pirinci, baklayı, patlıcanı, narı, kuru üzümü, hindibayı, pırasayı, karpuzu, havucu, peynir ve keşkeği Öven bir cüz tutacak miktardaki hadisler baştan aşağı yalandır.[863] el-Rrûzâbâdî mercimek, bakla, peynir, ceviz, patlıcan, nar ve kuru üzüm yemenin faziletiyle ilgili hadisleri, zındıkların İslam'ı kötülemek için uydurup muhaddislerin kitaplarına katıştırdıklarını söyler.[864] Hz. Peygamber'İn kabağı sevdiği bi-j linmekle birlikte, kabağı tavsiye ettiği hadisler de asılsızdır.
Misal: "Patlıcan ne niyetle yenirse ona şifadır."[865] "Mercimek yetmiş peygamberin diliyle övülmüştür."[866] "Kabak yeyin çünkü aklı geliştirir, dimağa kuvvet verir."[867]
117-Yenilmekte olan bir çeşit çamurun yenmesinden nehye dair hadisler sabit değildir.[868]
118-ÇiçekIerin faziletine dair tüm hadisler mevzudur.[869]
119-Gülün, Hz. Peygamber'İn veyahutta Burak'ın terinden yaratıldığına dair rivayetler mevzudur. en-Nevevî bu hususta sahih bir şey olmadığını ifade eder.[870]
Misal: "Beyaz gül miraç gecesinde benim terimden yaratıldı. Kırmızı gül de Cibril'in terinden, sarı gül de [871]Burak'ın terinden yaratıldı." [872]
120-HorozIa ilgili hadisler biri hariç tamamı uydurmadır.[873]
Misal: "Beyaz horozu olana şeytan ve sihir yaklaşamaz."[874]
İbnu'l-Kayyım'm tek sahih hadis dediği şudur: "Horoz sesini işittiğinizde Allah'ın fazlından isteyiniz çünkü o melek görmüştür."[875]
Horozla ilgili şu hadis te sahih olarak gözükmektedir: "Horoza sövmeyin çünkü o namaza uyandırmaktadır."[876] Burada Hz. Peygamber hem bir hayvana sövülmesinden nehyetmekte, hem de hayvanın bir vazife yaptığını göstermektedir. Zaten hadisin bir tarikinde bir adamın horoza lanet etmesinin ardından Allah Rasûlünün böyle buyurduğu geçmektedir. Bu aynı zamanda "ne diye hayvana küfrediyorsun, onun bile yaptığı bir iş var" şeklinde bir hatırlatma ve azarlama gibi gözükmektedir.
121-Güvercİnle ilgili tüm hadisler mevzudur.[877]
Misal: "Güvercine bakmak Hz. Peygamber'İn hoşuna giderdi."[878]
İbnu'l-Kayyım bu konudaki en merfu haberin, güvercin kovalayan birini gören Rasûlullah'in (boş işle uğraşmasını kınamak için) "şeytan şeytanı takip ediyor" buyurduğu hadis olduğunu söyler.[879]
122-Tavuk beslemekle ilgili sahih hadis yoktur.[880] Misal: "Tavuk ümmetimin fakirlerinin koyunudur."[881]
Bu babta zikredilen "Rasûlullah zenginlere koyun, fakirlere de tavuk beslemelerini emretti" hadisine gelince, sahih gözükmemektedir.[882]
Bu rivayet İbn Mâce'âe de geçmektedir[883] ancak cârihlerin hadisin isnadındaki iki kişiye yönelik oldukça ağır tenkidleri vardır. Dolayısıyla bu rivayet te genel hükmü bozmaz:
a) Ali b. Urve ed-Dimeşkî.[884]b) Osman b. Abdirrahman el-Vakkârsı.[885]
Bu tenkidlere rağmen, hadisin diğer iki rivayetini zikredip sahih olmadığını belirten es-Suyûtî, İbn Mâce'nin rivayetini vermekle yetinir ve hakikati Allah'a havale eder.[886] es-Sehâvî ise ondan önce bu hadisi zai-yıf kabul eder.[887]Aliyyu'l-Kârîde bir delil zikretmeksizin zahire göre buf nun mevzu değil zayıf olduğu anlaşılmaktadır, der.[888] Tüm bu görüşler ve ravileri hakkındaki değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda, hadisin en azından zayıf olduğu anlaşılmaktadır.
123-At etinin yenmeyeceğiyle ilgili sahih hadis[889] yoktur.[890]
124-Düğün gibi sevinçli anlarda hurma vb. şeylerin saçılmasına izin veren hadislerin hepsi zayıftır.[891]
125-Şarkıçının şarkısıyla ve onu dinleyenin kalbinde nifak oluşaca-ğıyla ilgili sahih bir rivayet yoktur.[892]
126-Satranç oynamaktan nehyeden sahih bir rivayet yoktur.[893] en-Nevevî bunların uydurma [894]olduğunu söyler. [895]
127-İçinde güzel yüzlülerin zikredildiği, onlara övgüde bulunulduğu, bakılmalarının, ihtiyaçların onlardan giderilmesinin emredildiği ve ateşin onlara temas etmeyeceğine dair tüm rivayetler uydurmadır, iftiradır.[896]
Misaller: "Güzel yüze bakmak ibadettir."[897]
İbnu'l-Kayyım bu genelleme yanında tek şu hadisin doğruya yek olduğunu, ancak senedinde Ömer b. Râşid'in bulunduğunu, bu zatjrak-kında İbn Hibbân'ın hadis uyduruyordu dediğini[898] ve nihayet hadisi İbnu'1-Cevzî'nin Meuzûdt'ında[899] zikrettiğini söyler: "Bana postacı gönderdiğiniz zaman yüzü ve ismi güzel birisini gönderin."[900]
el-Heysemî'nin Mecmeu'z-Zeuâid'âe[901] belirttiği gibi, el-Bezzâr Musnecf inde, et-Tâberânî Eusat'ta[902] bunu rivayet etmiştir.[903] el-Hey-semî hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "et-Taberânî'nin isnadında Ömer b. Râşid vardır, el-İclî sika[904], cumhur İmamlar ise zayıftır demişlerdir. Geri kalan ricali ise sikadır. el-Bezzâr'in tarikleri ise zayıftır."
Görüldüğü gibi, el-Heysemî her iki tariki için de zayıf nitelemesini yaparken, el-Munâvî el-Câmiu's-Sağîr şerhi Feyzu7-Kadfr'de İbnu'l-Cevzf nin bunu Meyzûâi'ında zikretmekle İyi etmediği gibi el-Heysemî'nin de sahihtir demekle iyi yapmadığını[905], en güzelini es-Suyûtî'nİn hasendir diyerek yaptığını, hadisin hasen olduğunu söylemiştir.[906]
el-Munâvî böyle diyor ancak es-Suyûtî yukarıdaki hadise zayıf işareti koymuştur. Aynı hadisi değişik varyantlanyla Leâlî'sine aldığında, kendisi bir hüküm vermeden sözü el-Hâkim'in Mustedrek'inden alıntıladığı "bir hadisin tarikleri çok olursa onun aslının olduğu ortaya çıkar" sözüyle bitirmiştir. Böylece el-Munâvfnin bahsini ettiği hasen hükmünü verir gibi olmuştur.[907]
Bu rivayet halk deyimiyle boyu postu yerinde, eli ayağı düzgün, pre-zentabl insanın karşısındakinde daha olumlu bir tesir bırakacağı, böyle-lerinin vermek İstedikleri mesajları daha rahat verecekleri ve etkileyecekleri, emniyet hasıl edecekleri, en azından güler yüzle karşılanacakları, bed görünüşlü olanların ise karştlarındakilere itici geleceğini gösterir gibidir. Sened yönüyle ise mevzudan ziyade zayıf gözükmektedir.[908]
128-Şehvet içeren ve insanları fesada sürükleyen rivayetler mevzudur.[909]
Misaller: "Kadınların şehveti erkeklerinkinden kat kat fazladır."[910] "Kadınlann akılları avret mahallerindedir."[911] "Cibrile cimada iktidarımın azlığından şikayet ettim. Bana keşkek yememi tavsiye etti." [912]
129-Aşurâ gününün fazileti: Aşura'da tutulacak oruç hariç, o günün, o günde sür melenmenin, yıkanmanın[913], sohbet etmenin, kınalanmanın, musâfaha etmenin, aileye bol nafaka sağlamanın, o gündeki belli bir namazın faziletleriyle ilgili hadisler mevzudur. Aşurâ günü oruç tutmanın dışında bu günle ilgili sahih bir hadis yoktur.[914]
Misal: "Âşurâ günü ismidle sürmelenen asla göz ağrısı çekmez."[915]
"Âşurâ günü ailesinin nafakasında bolluk sağlayana Allah senenin diğer günlerinde bolluk verir" hadisine gelince: İbnu'l-Cevzî, İbn Mes'ûd tarafından rivayet edilen bu hadisin senedindeki Heysam b. eş-Şeddâh hakkında el-Ukaylî'nin "meçhuldür. Hadisi mahfuz değildir"[916] demesi sebebiyle mevzu kabul eder.[917] İbnu'l-Kayyım da Ahmed b. Hanbel'in "bu hadis sahih değildir" sözüne istinaden, mevzudur der.[918] İbn Receb de senedi sahih değildir, der.[919]
es-Sehâvî ise hadisi et-Taberânî'nin, Şuabu'1-İmân ve Fedâilu'l-Ev-kâVta el-Beyhakî'nin[920], keza Ebu'ş-Şeyh'in İbn Mes'ûd'dan rivayet ettiklerini, bunun yanında et-Taberânî üe el-Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hud-rî'den[921], aynı şekilde el-Beyhakî'nin Şuabu'i-îmân'da Câbir ve Ebû Hureyre'den rivayet ettiklerini söyler.[922] Ardından el-Beyhakî'nin, tüm senedlerinin zayıf olduğunu ancak hepsi biraraya geldiği zaman bir kuvvet ifade ettiğini söylediğini aktarır.[923] Keza es-Sehâvî'nin aktardığına göre, (Ebu'1-Fadl) el-Irâkî Emd/f'de Ebû Hureyre hadisinin birkaç tariki olduğunu söylemiş, Hafız İbn Nâsıruddîn de bu tariklerden bazısını sahih saymış ve 'ben bu hadisin tariklerini bir cüzde topladım' demiştir. es-Sehâvî ardından sözüne şöyle devam eder: "Şeyhimiz (ibn Hacer) onun zikretmediği pekçok tarikini tesbit etmiş, İbnu'l-Cevzî'nin Meuzû-dt'ında, el-Ukaylî'nin İbn Mes'ûd hadisinin ravisi Heysam b. eş-Şeddâh hakkındaki 'mechûl biridir' sözüne tabi olmasını tenkit etmiş ve 'bilakis İbn Hibbân bu zatı hem Sifcdr'ta[924] hem de Dua/d'da[925] zikretmiştir."[926]
İbn Arrâk da, Ahmed b. Hanbel'in "bu hadis sahih değildir" sözünün batıldır manasına gelmeyeceğini, çünkü hadisin sahih olmamakla beraber İhticac etmeye elverişli, yani salih olabileceğini söyler.[927]
el-Leknevî ise, İbnu'l-Cevzî ve İbn Teymiyye ile bu ikisine tabi olanların bu rivayetlere mevzu dediklerini, muhakkiklerden pekçoğunun ise hasen, İhticac etmeye müsait hadisler olduklarını ispat ettiklerini, aynı zamanda bu hadislerde zikredilen hususun tecrübe edilmiş birşey olduğunu söyler ve kabul edilebilirliğine meyleder.[928]
Abdulfettâh Ebû Gudde de İbn Himmât ed-Dimeşkî'nin benzer sözlerini[929] nakleder, kendisi de aynı doğrultudaki görüşlerini serdeder.[930]
Kanaatimizce Ahmed b. Hanbel'in sözü hadisin sahih olmadığını ifade etmekte, mevzu olduğunu göstermemektedir. Ayrıca el-Ukaylî'den nakledilmeyen ancak aynı yerde söylemiş olduğu "bu mursel olarak rivayet edilmiştir" sözü[931], el-Beyhakî'nin rivayetleri yanında, el-lrâkî'nin, İbn Receb'in, el-Leknevî'nin değerlendirmesi keza metin yönünde hadiste bir problem gözükmemesi mevzu olmadığını gösteriyor gibidir.[932]
130-Recep ayının veya orucunun, onda birkaç gün oruç tutmanın, regâib gecesi gibi bazı gecelerinde kılınacak namazların faziletine dair hadisler hep mevzudur.[933]
Misal: "Recep Allah'ın, şaban benim, ramazan da ümmetimin ayıdır... Receb'in ilk cumasından gafil olmayın. Çünkü o meleklerin Regâib diye isimlendirdikleri bir gecedir..."[934]
İbnu'l-Kayyım bu konuda doğruya en yakın hadisin İbn Mâce'nin rivayet ettiği "Rasûlullah receb ayını oruçlu geçirmekten nehyetti" hadisi[935] olduğunu söyler.[936]et-Taberânî'nin de el-Mu'cemu'l-Kebîr'de[937]- rivayet ettiği bu hadisin her iki senedinde de Dâvûd b. Atâ el-Medenî bulunmaktadır. Ahmed b. Hanbel ile el-Buhârî bu zatın güvenilmez biri olduğunu söylemişler, diğer hadisçiler de cerh etmişlerdir.[938] el-Beyhakî ise bu zatın Hz. Peygamber'in uygulamasını nehye çevirip tahrif ettiğini söyler.[939] Değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda, bu hadisin en İyi ihtimalle oldukça zayıf olduğu anlaşılmaktadır.
131-Şaban ayının ortasındaki (Berat) gece(sinde) kılınacak namaza dair tüm rivayetler mevzudur.[940]
Misal: "Kim şaban ayının ortasındaki gecede, yüz rekatta bin kulhu-vellahu ehad okur... Allah müjdelemek için ona yüz melek gönderir."[941]
132-Haftanın bazı günleri veya geceleri kılınan namazlara dair hadisler mevzudur.[942]
Misal: "Her kim pazartesi gecesi altı rekat namaz kılıp, her rekatında bir kere Fatiha'yı, yirmi kere kul huve'llahu ehad'ı okur ve bunların peşinden on kere Allah'a istiğfar ederse, Allah kıyamette ona bin sıddî-kın, bin âbidin ve bin zahidin sevabını verir..."[943]
133-a) Şu tarihte şu olacak gibi tarih verilen hadisler.[944] el-Kannû-cî'nin belirttiği gibi, hicri tarih Hz. Ömer zamanında kullanılmaya başlandığından, bu tür rivayetlerin mevzu olduğu anlaşılmaktadır.[945] Ancak Hz. Peygamber'den gelen, gelecekle ilgili haberlerin bütününü böyle değerlendirmemek gerekir. Bunlar en azından Hz. Peygamber'in öngörüsü, ileri görüşlülüğü olarak kabul edilmelidir. Tam anlamıyla spesifik olan, belli bir güne, tarihe ya da yere işaret eden hadislere gelince, bunları mevzu kapsamında değerlendirmek gerekir.[946]
Konuyla ilgili pekçok rivayet vardır: Misaller: "130 yılında garipler şunlardır: Zalimin ezberindeki Kur'ân, okunmayan evdeki Kur'ân, kötü insanlar arasındaki salih kimse."[947] "Dünya zineti 125 yılında kaldırıl* lır."[948]
Konu dahilinde bulunan bir rivayet hakkında ise ihtilaflar söz konu sudur:
"Kıyametin büyük alametleri ikiyüz yılından sonradır."[949]
Rivayetle kastedilenin güneşin batıdan doğması, Ye'cûc Me'cûcL Deccal gibi büyük alametler olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim İbn Mâce ve Kenzu'İ-Ummâl sahibi el-Hindî[950] hadisi bu tür rivayetlerin geçtiği babta zikretmiştir. '
es-Sindî hadise çeşitli izahlar getirerek bundaki alametleri üç mans ya yorumlama İmkanı olduğundan bahseder:
a) Hadisteki kıyamet alametlerinden maksat, yalancılığın yaygınla* ması gibi küçük alametlerdir. Küçük alametler Rasûlullah'm vefatındaijı ikiyüz yıl sonra görülmeye başlanacağı anlamındadır.
b) Hadiste kastedilen büyük alametler olup, ikiyüz ile binikiyüz kai|J tedilmiş olup binikiyüz yılından sonra görülmeye başlanacağı manasırı-dadır.
c) (Rasûlullah'm kendisinin gönderilmesi nasıl kıyametin bir alameti ise), vefatından sonra ikiyü2 yılın geçmesi de kıyametin bir alametidir.[951]
Kanaatimizce birinci ihtimal uzak gözükmektedir çünkü yalancılık gibi şeyler Rasûlullah'm vefatından ikiyüz yıl sonra görülmeye başlamamış, Hz. Osman'ın katliyle sonuçlanan fitneyle beraber başta hadis uydurmalar olmak üzere yalancılık (rical kitaplarının cerh ettikleri raviler-den de anlaşıldığı üzere) yaygınlaşmıştır. es-Sindî'nin böyle bir gerçeği görmemeğe çalışması ilginçtir.
İkinci İhtimal de uzaktır çünkü, binikiyüz yılı geçmiş bizler bindört-yüzyirmi yılındayız ve hâlâ böyle bir alamet gözükmemiştir.
Üçüncü ihtimali de bir mesnede dayandırmak zordur.
el-Buhârî hadisle kastedileni büyük alametler olarak anlamış ve metin yönüyle tenkit ederek şöyle söylemiştir: "İkiyüz yıl geçtiği halde bu alametlerden hiçbiri zuhur etmedi!"[952] İbn Kesîr de hadisin sahih olmadığını ancak, sahih olsa bile bunun halku'l-Kur'ân meselesi yüzünden Ahmed b. Hanbel ve arkadaşlarının karşılaştığı sıkıntılara (mihne) ham-lonulacağını söyler.[953] Görüldüğü gibi İbn Kesîr de hadisin sıhhatini kabul etmemektedir.
Bu hadis için "alametler ikiyüz yılından sonra zuhur edecektir, illâ da ikiyüz yılıyla birlikte hemen başlayacak manasında değildir" şeklindeki bir İzah makul değildir. Çünkü hadiste ikiyüz yılı sınır olarak konmuş, bu yılla beraber alametlerin zuhur edeceği belirtilmiştir. Oysa bizler el-Bu-hârf den asırlarca sonrasında, hicri bindörtyüzyirmi yılında bulunmamıza rağmen hâlâ bu alametlerin ortaya çıkmaması, "ikiyüz yılından sonra çıkacağı kesin ama vakti belli değil" şeklindeki izahın yanlışlığını da ortaya koymaktadır. Görüldüğü gibi, hadisteki ikiyüz rakamı belli bir tarih olarak değil de ikiyüz yıl sonrası olarak kabul edilecek olsa bile sahih olmadığı anlaşılmaktadır. el-Ukaylî'nin dediği gibi, bu olsa olsa İbn Sîrîn'in kendi sözü olabilir. Çünkü bu rivayet onun sözü olarak ta nakledilmiştir.[954] Dolayısıyla hadisleştirilmiş bir söz olabilir.
Metne yönelik bu tesbitimiz yanında, senedindeki iki ravi, rivayetin kabul edilmesini engellemektedir:
a) Avn b. Umâre el-Abdî el-Kaysî (212/827): İbn Adiy zayıf olmakla beraber hadislerinin yazılabileceğini, bu hadisi onun dışında merfu olarak rivayet edenin olmadığını, el-Buhârî'nin onun hakkında: "hadislerinin bir kısmını kabul edersin, bir kısmını da reddedersin" dediğini aktarır.[955] Ebû Hatim de kendisiyle görüştüğünü fakat ondan hadis yazmaeliğim, munkeru'l-hadîs, daîfu'l-hadîs olduğunu söyler.[956] Ebû Zur'a "munkeru'l-hadîs"[957], İbn Maîn de "hiçbir şey değildir" der.[958]
b) Avn'ın hadisi kendisinden naklettiği Abdullah b. el-Musennâ el-Ensârî: el-Ukaylî bu şahıs hakkında "çoğu hadislerine mutâbeat edilmez" derken[959], Ebû Zur'a "sâlih", Ebû Hatim de "şeyh" demiştir.[960] Ebû Dâvûd "ben onun hadislerini rivayet etmem" derken, ibn Maîn de "sâlihu'l-hadîs", bir rivayette de "hiçbirşey değildir" demektedir.[961] en-Nesâî ise "kavî değildir" der.[962] et-Tirmizî de sika olduğunu söyler.[963] İbn Hibbân onu Kitâbu's-Sikât'mda zikreder ve "hata ettiği olur", der.[964] Görüldüğü gibi bu zat hakkında muhaddislerin kanaatleri farklıdır ancak çoğunluğun cerh ettiği birisidir.
Hadise gelince, ed-Dârekutnî "bu sahih bir rivayet değildir" derken[965], İbnu'l-Cevzî hadise "mevzu" der ve senedindeki Avn ve Avn'ın hadisi aldığı İbnu'l-Musennâ'nın zayıf olduğunu, İbn Mâce dışında hadisin başka bir senedinde bulunan bir ravinin de hadis uydurucu olduğunu belirtir[966], başka bir yerde de hadisin sahih olmadığını söyler.[967] es-Suyûtî ise İbnu'l-Cevzî'yi tenkit eder ve İbn Mâce ile el-Hâkim'in bu hadisi tahrîc ettiklerini söyler.[968] Oysa muhaddislerin çoğunluğunun Avn ile Abdullah b. el-Musennâ'yı cerh ettikleri yukarıda geçmişti.
133-b) Ay belirten rivayetler de bu konu kapsamında olup mevzu-durlar: "Ay muharrem'de tutulunca fiyatlar [969]artar, safer'de tutulunca şunlar olur" gibi. [970]
134-Fasıkın gıybetinin olmayacağıyla ilgili hadisler batıldır.[971]
135-Kulak çmlamasıyla ilgili tüm hadisler mevzudur.[972] Misal: "Sizden birinin kulağı çınladığında bana saiât getirsin ve şöyle desin: Beni ananı Allah da hayırla ansın."[973]
Ancak el-Heysemî Mecmeu'z-Zeuâid'inde, bunu üç Mucem'de et- Taberânî'nin[974], oldukça ihtisar ederek el-Bezzâr'ın rivayet ettiğini ve et-Taberânî'nin ei-Mu'cemu'1-Kebîr'deki senedinin hasen olduğunu 'söylemiştir.[975] es-Suyûtî ise ei-Câmiu's-Sağîr'de rivayet etmiş ve hadisin yanına zayıf işareti koymuştur.[976] Ancak Feyzu7-Kadfr'de el-Heysemî'nin sözünü nakleden el-Munâvî ona katılır ve şöyle der: "Bilakis ben de diyorum ki: Hadisin metni sahihtir. İbn Huzeyme bu hadisi yukarıda zikri geçen Ebû Râfi'den mezkur lafızla rivayet etmiştir. İbn Huzeyme ise eserine sahih hadisleri rivayet etmeyi prensip edinmiş birisidir, es-Suyûtî'ye gelince, ya bu eseri mütalaa etmedi ya da kitap yanında yoktu. Bu hadis sebebiyle İbnu'l-Cevzî'yi kınamışlardır."[977]
Kanaatimizce İbnu'l-Kayyım'ın genellemesi makuldür. İbn Huzeyme'nin sahih hadisleri almaya gayret etmesi yeterli bir savunma değildir. Bu rivayet halk arasındaki yaygın kanaati yansıtmaktadır. Ayrıca, birinin bir İnsanı anmasıyla diğerinin kulağının çınlaması arasında bağlantı kurmak makul gözükmemektedir.
136-Akılla ilgili tüm hadisler yalandır.[978]
Misal: "Herşeyin bir madeni vardır. Takvanın madeni akıllıların kalpleridir"[979] "Allah'ın ilk yarattığı şey akıldır."[980]
Ötedenberi müslümanlar hadis zaviyesinden akla nasıl bir yaklaşım sergilendiğini merak etmişlerdir. Ancak bu konudaki hadislerin gerek metinleri ve gerekse senedleri itibarıyla şüpheler taşıdığı ve bunlara farklı yaklaşımlar sergilendiği görülmektedir.[981] Madde başındaki kesin hükmü veren İbnu'l-Kayyım'ın ardından, Aliyyu'I-Kârî de akılla ilgili hadislere yalan değerlendirmesi yaparken[982] esasında onlar Ebu Ca'fer el-Ukaylî ve İbnu'l-Cevzî'ye[983] katılırlar. Çünkü el-Ukaylî "bu konuda sabit olan birşey yoktur" demişti.[984] Ancak Ebû Hatim b. Hibbân ve Ebu'l-Feth el-Ezdî gibi alimler İbnu'l-Kayyım gibi kestirip atmayıp akıl hususunda sahih hadis bulunmadığını söylerler.[985] Ondan çok önce de İbn Hibbân yumuşak ifadelerle Hz. Peygamber'den akılla ilgili sahih hadis gelmediğini söylemiştir.[986] el-Aciûnî de bunlara mevzu demez, zayıf kabul eder.[987]
Görülen o ki, konuyla İlgili rivayetlerin mevzu olanlarını bir tarafa bırakırsak diğer hadisler en azından zayıf olarak gözükmektedir. Bu sebeple çağımızın büyük hadisçilerinden Muhammed Nâsıruddîn el-Elbâ-nî'nin değerlendirmesi belki en güzelidir: "Aklın faziletiyle ilgili gelen hadislerin hiçbiri sahih değildir. Bunlar zayıfla mevzu arasında değişmektedir."[988]
137-Yıldizların
sıralanmasına dair rivayetlerin aslı yoktur.[989]
138-Felakete uğrayana taziyede bulunan kimseye, felaketzedenin sevabı kadar sevap verileceğine dair hadisler zayıftır.[990]
139-Miracın Mekke'de gerçekleştiği, Suffe'nin Medine'de olduğu, Ehl-i Suffe'nin Hz. Peygamber'ie savaşmamış sahabilerden meydana geldiği, muayyen insanlar olmadıkları, burasının dışarıdan gelen ailesi olmayan gariplerin kaldığı bir konaklama yeri olduğu gibi kesin olan hususlara aykırı rivayetler mevzudur.[991]
140-Hz. Peygamber zamanında zelzele olduğuna dair sahih rivayet yoktur. İlk zelzele Hz. Ömer zamanında olmuştur.[992]
141-İstimnâ (mastürbasyon) hususunda Hz. Peygamberden bir rivayet gelmemiştir. [993]
Hadisçiler rivayetlerin biraraya getirilmesine ve karşılaştırılmasına muâraza demektedirler.[994] Bu metod başlıca iki kısımda mütalaa edilebilir:
1-Aynı hadisin tariklerini toplamak: Tek raviden veya farklı raviler-den gelen, aynı olaya dair rivayetlerin birbirleriyle mukayesesi suretiyle rivayet netleştirilir ve hâdise bir bütün olarak ortaya çıkarılır. Raviler çeşitli sebeplerden dolayı hadisin bir kısmını anlatmamış olabileceklerinden, eksik kalmış yönler, parçalar biraraya getirilerek diğerlerinden tamamlanır. Farklı ravilerin rivayetleri biraraya getirildiğinde, birisinin önemsiz görüp atladığı ayrıntı diğerinden ikmâl edilir. Bu metodun diğer bir faydası da aynı olayı anlatan rivayetlerin bir kısmındaki aykırılıkları tesbit edebilmektir. Bu sayede ravilerin hata ederek farklı rivayet ettikleri bölümler, hadise sonradan katılmış kısımlar yakalanmakta, rivayetin bütünlüğüne uymayan yerler çıkartabilmektedir.
2-Hadisin diğer delillerle karşılaştırılması: Bu metod ile hadisin kendisi dışındaki delillerle çelişip çelişmediği, onlara uygunluk arz edip etmediği tesbit edilir. Buna bir anlamda, hadisin sağlamasını yapma çalışması da denilebilir. Bu arz sonunda hadisin bütününün veya içindeki bir bölümün sahih olup olmadığı tesbit edilmiş olur. Bu karşılaştırma sonunda her hangi bir problemin tesbit edilmemesi hadisin sıhhatini takviye eden bir netice doğurur. Bu arz başlıca şu şekillerde yapılır:
a) Kur'ân'a arz: Din adına vârid olan veya söylenen herşeyin kıy-met-i harbiyesinin takdir olunacağı ilk ve tartışmasız mutlak merci Kur'ân'dır. Allah kelamı olması ve mutevatir olarak elimize ulaşmış olması nedeniyle kesin bilgi arz eder. Bu yönüyle, kendisi gibi olmayan herşeyin doğruluğunun birinci şartı Kur'ân'a muvafakattir. Hadis açısır dan baktığımızda, Hz. Peygamber getirdiği kitapla çelişik bir İnsan ola mayacağından dolayı, onun hadisleri içinde Kitab'a aykırı bir şeyin o! maması gerekir. Çünkü böylesi bir durum, onu mesajına güvenilmez bi insan konumuna getirirdi. Halbuki Rasûlullah'ın hayatında böyle bir şe; söz konusu değildir. Dolayısıyla -tevil veya nesh söz konusu değilse- elimizdeki sünnet malzemesi içinde de Kur'ân'a aykırı bir şey olmaması gerekir. Böyle bir şey tesbit edildiğinde, bu, rivayetin sahih olmadığını gösterir.[995]
"Dünyanın ömrü yedibin senedir. Bizler yedinci binin içindeyiz" rivayetinin el-A'râf/7, 187; Lukmân/31, 34 ve eI-En'âm/6, 50 ayetlerine aykırı bulunarak reddedilmesi konumuzla ilgili örneklerdendir.[996]
b) Hadislere arz: Hz. Peygamber'in hadislerinde -tevil ve nesh imkanı yoksa- zıtlık söz konusu olmaz. Bu nedenle, ayetlerle aynı seviyede olmasa bile, hadisleri de kendi içlerinde birbirlerine karşı kıstas olarak kullanma zorunluluğu vardır. Bu karşılaştırma sonunda bir taraf, kendisini tercih ettirecek delillerle desteklendiği için alınmakta, diğerinin ise zayıflığına hükmedilmektedir. Mudrec, maklûb gibi, asıl haliyle rivayet edilmediği tesbit edilmiş hadisler için de böyle bir durum söz konusudur. Bu karşılaştırmalar sonunda hadislerin metinlerindeki değişiklikler tesbit edilmektedir.
Örneğin, "üç hastalığa yakalanan ziyaret edilmez: Göz ağrısı olan, diş ağrısı çeken, vücudunda çıbanlar çıkan"[997] hadisi sahih kabul edilmemektedir. Çünkü Hz. Peygamber'in göz hastalığına tutulan Zeyd b. Erkam'ı ziyaret ettiği[998], Uhud savaşında gözünden rahatsız olan Hz. Ali'yi yanına çağırttığı sahih rivayetlerde geçmektedir.[999]
c) Akla arz: Kur'ân kırkdokuz yerde akıl kelimesi ve müştakkâtını kullanarak akla verdiği önemi gösterir. Dolayısıyla, gelen rivayetin bedî-hî/küllî akıl diye tarif edilen yönlendirilmemiş akla ters olmaması gerekir. Zaten hadisçiler de bunu esas almışlar ve hadislerin akla aykırılığını zayıflık nedeni olarak görmüşlerdir.[1000] Ancak burada akıl derken, aklı aşan hususların hariç tutulması gerektiğini belirtmek gerekir. Örneğin mucizeler, gaybî haberler böyledir. Şer'î hususları bildiren hadisler de ; aklın değerlendirmesi dışında kalmaktadır. Meshin ayakların altına değil de üstüne yapılması gibi.
es-Suyûtî'nin "akla ters olan hadîslerden birisi" diyerek reddettiği "Nuh'un gemisi Kabe'yi yedi defa tavaf etti ve Makam'ın yanında iki re- '' kat namaz kıldı"[1001] rivayeti konumuza örnek olabilecek durumdadır.
d) Müspet ilimlere arz: Müspet ilimlerin kesin olarak tesbit etmiş ol- . duğu hususlara aykırılık arz eden hadislerin sahih olmadıkları anlaşılır. Tefsir kitaplarında yer alan (Kaf dağı vb.) kainatla ilgili pekçok hadis '. böyledir. Ancak Hz. Peygamber'in kendi dönemindeki tecrübeye daya- ; nan geleneksel tıbbın uygulamalarına bakarak yaptığı tavsiyelerini iyi -değerlendirmek gerekir. O gün İçin yapılabilecek en güzel şey bugün için öyle olmayabilir. Bu ise hadisin reddini gerektirmez. Örneğin, Hz. Peygamber yaralanmalarda, kanın feveran etmesi durumunda dağlamayı tavsiye etmektedir. Bugün İçin bu ilkel olmaktadır ancak o günün şartlarında daha iyi bir metod söz konusu değildi.
İbnu'I-Kayyım'ın "bu hezeyanlarla kitaplarını karalayanlara hayret doğrusu" dediği, "yeryüzü bir kayanın üzerindedir. Kaya da bir öküzün boynuzları üzerindedir. Öküz boynuzlarını hareket ettirince kaya da hareket eder, böylece yer de hareket eder. İşte zelzele budur" rivayeti konumuza örnek olabilecek durumdadır.[1002]
e) Hadisin üslûbu: Hadisler manayla rivayet edilmiş olsalar da, bir bütün olarak bakıldığında bunlardan Peygamber'in nasıl bir üslûbu olduğunu çıkarmak mümkündür. Dolayısıyla bir peygambere yakışmayacak ifadeler içeren, lafızları bozuk, manası basitlikler, alaya alınacak ifadeler içeren, aşırı mübalağa ihtiva eden, şehevî hususları galeyana getiren rivayetler Peygamber'in üslûbuna yakışmadığından sahih olmadıkları anlaşılır.
"Dört şey dört şeyden doymaz: Kadın zekerden, yer yağmurdan, göz bakmaktan, alim ilimden"[1003] hadisi konumuzun örneklerindendir. Bu rivayet bir peygambere yakışmayacak ifadeler İçermektedir.
f) Pekçok İnsanın rivayet etmesi gereken bir hususu bir kişihin nakletmesi: Bazı şeyler vardır ki, bunların pekçok kişi tarafından rjvayet edilmesi gerekir. Önemli olmasına rağmen ikna edici sayının altında kimse tarafından rivayet edilmesi rivayet hususunda kuşku uyandırır.
Hz. Ebûbekr tarafından rivayet edildiği söylenen ve ezanda Hz. Pey-gamber'in adı söylendiğinde müslümanlarm baş parmaklarını öptükleri rivayeti böyledir.[1004] Böylesi bir olay müteaddit defalar müslümanlarm önünde meydana gelmesi ve pekçok kişi tarafından rivayet edilmesi gerekirken sadece bir kişiden rivayet edilmesi kuşku uyandırmaktadır. Aynı durum, kucağında uyuyan Hz. Peygamber'i rahatsız etmek istemeyen Hz. Ali'nin ikindi namazını kılamaması ve Hz. Peygamber'in du-asıyla güneşin geri döndürülmesi rivayeti de böyledir. Böylesi dehşetengiz bir olayın sadece Esma bnt. Umeys'den rivayet edilmesi rivayet hakkında kuşku uyandırmaktadır.[1005] Rivayeti değerlendiren Ibnu'l-Cevzî şöyle söyler: "Bu hadisi uyduran insan bir şeyden gafil kalmış. Sadece işin fazilet tarafına bakmış. Oysa faydası olmayacağına dikkat edememiş. Çünkü güneş battıktan sonra ikindi namazını kılmak kaza etmektir. Güneşin geri gelmesi onu edaya çevirmez."[1006]
g) Mükellef herkesin bilmesi gereken birşeyi bir kişinin nakletmesi: Mükellef olan herkesin bilmesi gereken, bilmemenin mazur görülmeyeceği bir haberi bir kişinin rivayet etmesi haberin mevzuİugunun alametlerindendir. Çünkü kulların mükellef olduğu birşeyin Hz. Peygamber tarafından sadece bir sahabiye bildirilmesi veya sadece bir sa-habi tarafından nakledilmesi haberin sıhhati hususunda kuşku uyandırıcı bir durumdur.
Örneğin, ramazan dışında başka bir ayın daha oruç tutmakla farz kılındığına dair bir haber gelse, bu rivayet bu prensiple reddedilir.[1007] Aynı şekilde, Hz. Peygamber'in veda haccmdan dönerken, Gadîr Humm'da ashabının önünde Hz. Ali'yi kendisine vasi ve halife tayin ettiği rivayeti böyledir. Böylesi bir iddia, sahabenin tamamını, Hz. Peygamber'in herkesi mükellef tuttuğu buyruğunu gizlemekle suçlamaktadır.[1008]
h) temayla tesbit: Bir haberin kabul edilebilmesi için ümmetin icmâ-ına aykırı olmaması gerekir. Çünkü icmâ bir haberin ya mensûh ya da aslının olmadığını gösterir. İcmânm hilafına olan hadis eğer mensûh değilse mevzudur.
Az yukarıda geçen Hz. Ali'nin vasi tayin edildiği rivayeti böyledir. Çünkü Hz. Peygamber'in yerine vekil bırakmadığı icmâ edilen bir husustur. Keza Hz. Peygamber'in sabah ve akşam namazlarında kunut okuduğuna dair rivayet te böyledir. İbn Kuteybe (276/889) bununla ilgili olarak şöyle söyler: "Alimler sabah namazmdaki kunut hususunda farklı düşünmekle beraber akşam namazında okunmayacağı hususunda müttefiktirler."[1009]
ı) Mevzuat kitapları: Muhaddisler mevzu veya zayıf rivayetleri bira-raya getiren çalışmalar yapmışlardır. Baktığımız hadisin bu eserlerde bulunması durumunda sahih olmadığına dair bilgi edinme imkanına sahip
olmaktayız.
i) Eserlerde bulunmaması: Hadisler tamamen tasnif edilmiş durumdadır. Bu nedenle, elimize ulaşan veya bizlere aktarılan bir rivayet kitaplarda yoksa, mevzu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
j) Tevrat ve İncil'e arz etmek: Mevzu hadis kitaplarında yer yer 'bu İsrâîliyyâttandır', Tevrat'ta geçmektedir' gibi ifadelere rastlanır. Muhaddisler böylesi rivayetlerin bir kısmını karşılaştırma ile tesbit etmişlerdir ancak bu çalışmaların genişletilmesine ve ciddi karşılaştırmalara ihtiyaç vardır, örnek vermek gerekirse, Hristiyanlıkta bizdeki Fatiha'nın vazifesini görmekte olan, başladığı ilk sözlere atfen Latince "Pater Noster", Fransızcası ise "Nötre Pere" denilen dua İncil'de iki yerde geçmektedir: "Ey göklerde olan babamız! İsmin mukaddes olsun. Hükümranlığın gelsin; gökte olduğu gibi yerde de senin istediğin olsun. Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi sen de bizim suçlarımızı bağışla. Günahla sınanmamıza olanak bırakma. Bizleri kötü olandan kurtar. Çünkü hükümranlık, kudret ve izzet te ebediyyen senindir."[1010]
Bu cümleler benzer ifadelerle, biraz değişik şekilde Ebu'd-Derdâ'dan rivayet edilmektedir: "Sizden biri veya kardeşi bir rahatsızlık duyduğunda şunu okusun, iyileşir: Göklerde olan rabbimiz! İsmin mukaddes olsun. Hükümranlığın gökte ve yerdedir. Rahmetim gökte olduğu gibi yerde de kıl. Kusur ve hatalarımızı bağışla. Sen iyilerin rabbisin. Bu acıya rahmetinden rahmet, şifandan şifa ihsan et."[1011] Görüldüğü üzere, bu rivayetin İncil'den alınıp Hz. Peygamber'e nisbet edildiği aşikardır.[1012]
k) Ravi vasıtasıyla hadisin sahih olmadığını tesbit: Hadisçiler ravi-lerle ilgili bir takım bilgileri toplayarak rivayet ettikleri hadislerin sahih olmadığını tesbit etmişlerdir. Bu alanda kullandıkları kriterlerin bir kısmı
. şunlardır:
ka) Rauinin yalan uydurduğunu itiraf etmesi. Örnek: Yahya b. Maîn, el-Alâ b. Abdirrahman hakkında şöyle der: "Kanaatimce bu zatın en güzel hali, vefat anıdır. Vefat ederken kendisine "Allah'tan mağfiretini dilemez misin" diye hatırlatmada bulunulunca şöyle dedi: "Allah'ın beni mağfiret etmesini dilerim çünkü ben Ali b. Ebî Tâltb'in faziletiyle ilgili 70 hadis uydurdum."[1013]
kb) Rauinin yalancılıkla tanınması. Zayıf, metruk, mecruh ravilere dair eserler, böylelerinin durumlarının beyan edildiği bilgilerle doludur. Örnek: İsmâîl b. Ebân el-Ganevî: Yahya b. Maîn bu zatın yalancı olduğunu söyler.921
kc) Ravinin ömür olarak yetişemediği kimseden rivayet ettiğinin tesbit edilmesi. Örnek: Abdullah b. İshak el-Kirmânî: Ebû Ali Huseyn b. Ali en-Neysâbûrî anlatıyor: Kirmânî, Muhammed b. Ebî Ya'kûb'tan hadîs rivayet edince kendisine geldim ve kaç yılında doğduğunu sordum. [1014] deyince ona dedim ki: "Muhammed b. Ya'kûb el-Kirmânî sen doğmadan dokuz yıl önce vefat etti, bilesin."[1015]
kd) Mezhebinde mutaassıb olduğu bilinen ravinin me'zhebini destekleyici rivayette bulunması. Örnek: Ali b. Hâşİm b. el-Berîd (189/805). Bu zatın rivayetinde Hz. Peygamber Hz. Ali'ye şöyle buyurur: "Sen bana ilk iman edensin. Kıyamette de benimle ilk musafaha edecek olan sensin. Sen sıddîk-ı ekbersin. Sen hakla batılı birbirinden ayıran fârûksun. Sen ümmetin kraliçe ansısın, mal mülk ise kafirlerin kraliçe ansıdır."[1016]
Ebû Dâvûd (275/888) sika olmakla beraber Şîa taraftarlığı yaptığını[1017], İbn Hibbân da (354/965) onun aşırı derecede Şîa taraftarı olduğunu belirtir.[1018]
ke) Ravinin yaşadığı bir olayın, naklettiği rivayeti uydurduğuna neden olduğunun tesbit edilmesi. Örnek: Sa'd b. Tarif. Seyf b. Ömer et-Temîmî bu zatla ilgili olarak şunu anlatır: "Sa'd b. Tarifin yanmday-ken oğlu ağlayarak okuldan geldi. Babası ne olduğunu sordu. Hocam beni dövdü dedi. Bunu duyunca sinirlendi ve şöyle dedi: "Bugün onu rezil edeceğim: İkrime bana İbn Abbas'tan merfu olarak rivayet etti: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Çocuklarınızın hocaları en şerlilerinizdir. Onlar yetimlere karşı en az merhametli, fakirlere karşı en sert olanları-nızdır."[1019]
1) Tarihe arz: Hadis münekkidlerinin rivayetlerde zikredilen bilgilerin doğruluğunu tesbit etmek için en çok kullandıkları kıstaslardan ve en başarılı oldukları alanlardan birisi tarihe arzdır. Bu metod sayesinde bir takım hadislerin aslının olmadığı ortaya çıkarıldığı gibi, bir kısmındaki bazı bilgilerin tarihi gerçeklere muhalif olduğu tesbit edilmiştir. Tarihe arzda başvurulan metod, her ne kadar eldeki rivayetlerin birbirleriyle basit karşılaştırmasından ve mukarrer tarihi gerçeklere arzdan ibaret olsa da, pekçok rivayetteki tarihî yanlışın tesbit edilmesinde gösterilen başarı ve gözle görülen emekler takdire şayandır. Hadis münekkidleri -kendi zamanlarına göre- bu alanda yapılabilecek çalışmaların en İyi ürünlerini ortaya koymuşlar, tarihe arz alanında geliştirdikleri yöntemlerin bugünkü modern tarihle geliştirilmesini bizlere bırakmışlardır.
Biz burada muhaddislerin bu metodu kullanmak suretiyle reddettikleri bazı rivayetleri misal olarak sunmak istiyoruz: [1020]
Birkaç tarîkle gelen aynı mevzûdaki hadisin İbn Abbas varyantında şöyle geçmektedir: "Nebî (a.s) Hz. Fatıma'yı çok öperdi. Hz. Aişe sordu: "Yâ Nebiyyellâh! Fatıma'yı çok öpüyorsunuz. (Bunun hikmeti nedir?)" Nebî (a.s) şöyle cevap verdi: "Mi'râca çıkarıldığım gece cennete girdim. (Cebrâîl) bana cennetin tüm meyvelerinden ikram etti, yedim. Onlardan sulbümde bir su oluştu ve Hadîce Fatıma'ya hamile kaldı. İşte cennette yediğim bu meyveleri arzuladığımda, Fatıma'yı öpüyorum ve o meyvelerin kokusunu alıyorum."
Ibnu'l-Cevzfnin bu rivayeti değerlendirmesi takdire şayandır: "Bu hadis mevzudur. Alimi bırakın ilme yeni başlayan biri bile bunda şüphe etmez. Bunu nakleden, rivayet ve tarih bilgisi yönüyle cahillerin cahiliy-miş. Çünkü Patıma nübüvvet verilmeden beş yıl önce doğmuştur... İsrâ ise Hadîce'nin vefatından sonra, hicretten bir yıl önce olmuştur. Hem Rasûlullah Medine'ye hicret edince burada on yıl kaldı. Bu mevzu haberi rivayet edene göre, Nebi (a.s) vefat ettiğinde Fatıma on yaştan birkaç ay fazlaydı. Bu durumda Rasûlullah'tan (a.s) hadis rivayet eden Hasan ve Hüseyin ne olacak?.."[1021]
Görüldüğü gibi, İbnu'l-Cevzî bu rivayetin mevzuluğunu iki yerden yakalamaktadır: a) Hz. Fâtıma nübüvvetten önce doğmuştu. Bu sebeple Hz. Hadîce'nin miracdan sonra ona hamile kalması doğru değildir, b) Bu rivayete göre, Hz. Fatıma Rasûlullah vefat ettiğinde on-onbir yaşlarında olması gerekir. Oysa onun Hz. Ali'yle evli olduğu ve Rasûlullah zamanında Hasan ve Hüseyin adlı iki çocuğunun olduğu bilinen bir gerçektir. Bu iki durum rivayetin mevzuluğunu göstermeye yetmektedir. [1022]
"Mescide kandil takana yetmişbin melek istiğfar eder. Hasır serene ise şu kadar ecir vardır."[1023]
Bu rivayeti etnografyanın şümulüne girecek bilgiyle değerlendiren ez-Zehebî şöyle der: "Bu hadisin batıl olduğunu anlıyoruz çünkü Hz. Peygamber zamanında mescidde kandil yakılmadı. Hem Rasûlullah böyle birşey söylemiş olsaydı, ashab bu fazileti elde etmek için kosusurdu." [1024]
"Cibril'e gözümün ağrıdığından dert yandım. Bana mushafa bakmamı tavsiye etti." Ibnu'I-Cevzî bunu şöyle değerlendirir: "Hz. Peygam-ber'in zamanında mushaf mı vardı ki ona baksın."[1025]Aynı durum şu rivayette de söz konusudur: "Beş şey ibadettendir: Az yemek, mescidde oturmak, Kabe'ye[1026] bakmak, okumaksızin mushafa bakmak, alimin yüzüne bakmak." [1027]
Kıyameti haber veren "yüzüncü yılın başında Allah soğuk ve güzel bir meltem estirecek ve her müminin ruhunu alacaktır" mevzu rivayetini değerlendiren İbnu'l-Cevzî müminlerin varlığını delil getirerek rivayeti tekzib eder: [1028]"Bu hadis batıldır, müminlerin varlığı onu yalanlamaktadır." [1029]
Hz. Ömer'in babasını öldürdüğü şeklindeki rivayeti değerlendiren İbn Teymiyye bunu reddeder:[1030] "Bu iddia yalandır; zira Hz. Ömer'in babası bi'setten önce cahiiiyye döneminde ölmüştür." [1031]
Ahmed b. Abdillah el-Cuveybârî'nin huzurunda el-Hasan'ın Ebû Hureyre'den hadis işitip işitmediği hususunda ihtilaf edilir, O da senediyle birlikte Hz. Peygamber'den "el-Hasan Ebû Hureyre'den işitmiştir" diye bir hadis rivayet eder.[1032] Bunu değerlendiren İbn Arrâk "bu hadisin mevzu olduğu tarihle bilinmiştir" der.[1033] Çünkü el-Hasan Hz. Peygam-ber'in zamanında dünyada yoktu. Bunu Rasûlullah'm gayba dair haberleri içinde de değerlendirenleyiz zira bu zat hadis uyduran birisiydi.[1034]
Görüldüğü gibi, tbn Arrâk rivayetin mevzuluğunu iki yerinden tesbit etmektedir: a) el-Hasanu'1-Basrî Peygamber zamanında dünyada yoktu. Bu sebeple Hz. Peygamber'in onun için Ebû Hureyre'den hadis işitmiştir demesi muhaldir, b) Hz. Peygamber'in el-Hasan'ın adını zikretmesi geleceğe dair haberi olarak ta değerlendirilimez çünkü bu rivayeti aktaran zat hadis uyduran biridir. [1035]
el-Hâkim'in rivayetinde Hz. Ali diyor ki: "Bu ümmetten hiç bir kim-ibadet etmezden önce, Rasûlullah ile beraber yedi yıl Allah'a ibadetim."[1036]
İbnu'l-Cevzî hadisi sened yönüyle tenkit ettikten sonra metin yönüyle de tenkit eder ve şöyle der: "Bunu batıl kılan hususlardan bir tanesi de Hadîce'nin, Zeyd'in, Ebûbekr'in ilk müslümanlar oluşuna muhalif olmasıdır. Ayrıca Hz. Ömer nübüvvetin altıncı yılında, kırk kişiden sonra müslüman olmuştur. Bu durumda (Hz. Ali'ye nisbet edilen) bu söz nasıl doğru olur?"[1037]
ez-Zehebî de hadisin batıl olduğunu, çünkü Hz. Peygamber'e vahiy gelmeye başladığı andan itibaren ilk inananların Hz. Hadîce, Hz. Ebû-bekr, Bilal, Hz. Ali'den az bir müddet önce veya sonra İslam'ı kabul eden Zeyd [1038]olduğunu ve bunların Hz. Peygamberle beraber Allah'a ibadet ettiklerini söyler, bu yedi yıl da nereden çıktı diye sorar. [1039]
Hadisçilerle tarihçilerin zikrettiği ve "Hayber Belgesi" diye maruf olan haberde şöyle geçer: Yahudilerden bir kısmı Hayberlilerden cizyenin kaldırıldığına dair, Rasûlullah'ın fermanı olduğunu iddia ettikleri bir vesika çıkarırlar. Belgede şahit olarak bazı sahabilerin, fermanı yazan kişi olarak da Hz. Ali'nin ismi geçmektedir.
Kaynaklarda gördüğümüz kadarıyla bu belgenin sahte olduğunu ilk önce et-Taberî (310/922), daha sonra el-Hatîb (463/1071) ve en nihayet İbn Teymiyye (728/1328) delilleriyle birlikte ortaya koymuştur. Aynı belgenin hepsinin önüne gelme ihtimali olmakla birlikte, istinsah edilmiş bir nüshasının gelmesi de mümkündür. Çünkü İbn Kesîr, bu vesikanın et-Taberî ve İbn Teymiyye'ye getirildiğinden bahsederken kendişinin de bunu gördüğünü söylemektedir.[1040] Belgenin değerlendin si, tarihi açıdan tenkide güzel bir misal teşkil etmektedir:
a) Olayın et-Taberî'yle ilgili anlatılması:
İbn Kesîr hadisenin ilk önce Muhammed b. Cerîr'in başındanğini aktarır.[1041]
b) Olayın el-Hatîb'le ilgili anlatılması:
Yahudiler böyle bir belge çıkarınca, Halife Kâim bi Emrillah'tn veziri Ebu'l-Kâsım b. Mesleme belgeyi incelemesi için el-Hatîb el-Bağdâ-dfye verir. el-Hatîb'in buna bir göz atmasıyla, "bu belge yalandır" demesi bir olur. Vezir nereden anladığını sorunca şöyle cevap verir:
ba) Burada Muâviye b. Ebî Sufyân'm (60/680) şahid olarak ismi geçmektedir. Oysa Muâviye Mekke'nin fethinde müslüman olmuştur. Hayber'in fethi ise hicrî 7'dir. Muâviye bu vakitte müslüman değildi. Dolayısıyla söz konusu fetihte bulunmamıştır.
bb) Vesikada Sa'd b. Muâz'm (5/626) adı şahid olarak geçmektedir. Halbuki o daha önceleri Hendek savaşında, Benû Kurayza gününde ko-iundaki damardan vurularak şehid olmuştur.[1042] Hendek savaşı İse Mekke'nin fethinden İki yıl önce gerçekleşmiştir.
el-Hatîb'in verdiği bu cevaplar vezirin çok hoşuna gitmişti.[1043]
İbnu'İ-Kayyım ise el-Hatîb'ten nakille bu vesîkadaki yanlışlıkları şpy-lece sıralar:
ba) Vesikada Sa'd b. Muâz'ın şehadetinden bahsediliyor. Oysa Sa a daha önce' Hendek savaşında şehîd düşmüştür.
bb) İçinde 'bunu yazan Muâviye b. Ebî Sufyân' diye geçmektedir. Oysa Muâviye daha sonra Mekke'nin fethinde müslüman olmuştur.
be) O vakitler cizye ayeti nazil olmamıştı, sahabe de Araplar da cizyenin varlığından haberdar değildiler. Cizye ayeti Tebûk yılından sonra nazil oldu ve Rasûlullah bunu ilk olarak Necrân hristiyanları ile Yemen yahudilerine uyguladı. Medine yahudilerinden ise cizye alınmadı çünkü onlar bu ayetin nüzulünden önce Hz. Peygamber'Ie musâlaha etmişlerdi. Daha sonra (anlaşmayı bozdukian için) Hz. Peygamber onların bir kısmını Öldürdü, geri kalanlarını da Şam ve Hayber'e sürdü. Hayberliler de Hz. Peygamberle cizyenin farziyetinden önce anlaştılar. Cizye ayeti nazil olunca eski anlaşma üzerine devam ettiler. Cizye daha önce Hz. Peygamberle musâlaha etmemiş kimselere uygulandı.
bd) Vesîkada Rasûluilah'ın onlardan ağır iş ve ücretsiz çalışmayı kaldırdığı zikredilmektedir. Oysa Hz. Peygamber zamanında ağır iş yükleme, ücretsiz veya ucuza çalıştırma hadisesi yoktu.
be) Hz. Peygamber Hayberlilerle bir anlaşma yapmamış bilakis size dilediğimiz uygulamayı yaparız buyurmuştu. Kendilerine sürekli emân verilmiş zimmîlere konan cizyeyi böyle emânİarı olmayan Hayberliler-den nasıl kaldırmış olsun ki?
bf) Bu kadar önemli bir olay, çok kimsenin rivayet etmesi gereken hadiselerdendir. Öyleyse ashab, tâbiûn ve hadis imamları değil de neden sadece yahûdîler bunu biliyorlar ve rivayet ediyorlar.
bg) Hayberliler kendilerinden cizyenin kaldırılmasını gerektirecek hayırlı bir iş yapmadılar. Bilakis Allah'ın dinine ve Rasûlü'ne savaş açmış, onunla ve ashabıyla savaşmış, Allah Rasûlü'nü zehirlemeye çalışmışlardır.
bh) Nebî (SAV) kendisiyle savaşmayan ve düşmanlık yapmayan Nec-rânlılar, Yemenliler ve diğerlerinden bile cizye almışken; düşmanlık, küfür ve inadlarında aşın giden Hayberlilerden niçin almayacaktı? Bilakis cizyelerinin artırılmasını hak etmişlerdi.
bı) Şayet Nebî (SAV) onlardan cizyeyi kaldırmışsa, demek ki onlar hal olarak kafirlerin en iyilerindendiler. Oysa Rasûluilah'ın onları yurtlarından sürdüğünü görüyoruz.
bi) Eğer söyledikleri doğru olsaydı ashâb, tâbiûn ve fukahânın tamamı bunun hilafına icmâ etmezlerdi. Oysa hiçbiri Hayberlilere cizye gerekmez dememişlerdir. Bilakis Hayberfilerle diğerlerinin cizye açısından eşit olduklarını, bu vesikanın asılsız olduğunu söylemişlerdir.[1044]
c) Olayın İbn Teymiyye ile ilgili anlatılması:
Ayrıntıda biraz farklılıklar bulunan rivayete göre, 701/1301 yılında Hayber yahudileri Hz. Peygamber'in kendilerinden cizyeyi kaldırdığını iddia ettikleri bir vesika ile gelirler. Vesikanın altında bunu yazanın Mu-âviye, şahidin de Sa'd b. Muâz olduğu yazılıdır. Fukaha çeşitli yönlerden vesikanın uydurma birşey olduğunu anlar. İbn Teymiyye de (728/1328) vesikadaki yanlışlıkları ortaya koyar. Onlar da tekrardan cizye ödemeyi kabul ederler.
İbn Kesîr vesikanın uydurma oluşunun bir alameti olarak ta şunu ekler: "Vesikada 'yazan Alî b. Tâlib'[1045] ifadesi geçmektedir. Bu hatadır, böyle bir ifade müminlerin emiri Hz. Ali'den çıkmaz.[1046] Çünkü nahiv ilmi Ebu'l-Esved ed-Duelî vasıtasıyla ona dayanmaktadır." [1047]
Abdurrahman b. Ganm anlatıyor: "Oğlunu kaybettiğinde Muâz b. Cebel'i görmüştüm. Çok üzüntülüydü. Durumu Hz. Peygamber'e ulaşınca ona şu mektubu yazdı: 'Bismillâhirrahmanirrahîm. Allah'ın rasûlü Muhammed'den Muâz b. Cebel'e. Sana selam olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a sena ederim. Allah ecrini kat kat versin, sabırlar ihsan etsin. Hem bizleri hem de sizleri her halinde şükredenlerden eylesin. Bizler, ailelerimiz, mallarımız, çocuklarımız Allah'ın bizlere hediyeleri ve emanetleridir. Allah takdir ettiği ömür müddetince onlardan istifade ettirir. Mahdut zamanın dolmasından sonra emanetleri alır..."[1048]
Ebû Nuaym bu ve benzeri diğer rivayetlerde geçen tarihe aykırı hususa dikkat çeker ve gerçeği açıklar: "Bu rivayetlerin tamamı zayıftır, sabit değildir. Zira, Muâz'ın oğlunun vefatı Hz. Peygamber'in vefatından birkaç yıl sonra idi. Mektubu yazan aslında bir sahabi idi. Ravi yanılarak bunu Hz. Peygamber'e nisbet etmiştir." [1049]
Hz. Âişe'nin peygamberimizle evlenmesi hususunda Ebû Hurey-re'den şöyle bir hadis rivayet edilir: "Hz. Peygamber Mekke'den hicret edip saçı başı toprak içinde Medine'ye geldiğinde, yahudiler ona pekçok sorular sormaya başladılar. Hz. Peygamber de Allah'ın Iütfuyla bunlara hakkıyla cevaplar verdi. Hanımı Hadîce Mekke'de iken vefat etmişti. Hz. Peygamber Medine'ye gelince, burayı kendisine yurt edindi ve
evlenmek istedi. Medinelilere 'beni evlendirin' buyurdu. Cibril de ona 'cennetten bir karış genişliğinde, iki zira' uzunluğunda bir bez getirdi.
Bezde gözlerin görmediği güzellikte bir resim vardı. Cibril bezi açtı ve"ey Muhammed! Allah Teâlâ bu resimdekiyle evlenmeni emir buyuru-;: r yor" dedi. Hz. Peygamber ona "ey Cibril! Bu resimdeki gibi birini ne reden bulayım" diye çaresizliğini bildirdi. Cibril ona şöyle dedi: "Allah senin Ebûbekr es-Sıddîk'ın kızıyla evlenmeni emir buyuruyor." Bunun üzerine Hz. Peygamber Ebûbekr'in evine gitti ve kapısını çaldı. Sonra şöyle buyurdu: "Ey Ebûbekr! Allah benim seninle hısım olmamı emir buyurdu." Ebûbekr'in üç kızı vardı, onları Hz. Peygamber'e gösterdi.
Rasûlullah da şöyle buyurdu: "Allah benim şu kızla evlenmemi emir buyurdu." Gösterdiği kız Âişe idi ve onunla evlendi."
İbnu'I-Cevzî bu rivayetle ilgili olarak şöyle der: "Bunu uyduranın ilmine kadar da kıtmış! Çünkü Rasûlullah Hz. Âişe ile Mekke'de evlenmiştir. O vakitler ise Ebûbekr'in üç kızı yoktu. Esma ve Âişe dışında kızı yoktu. Ummu Kulsûm adlı kızı ise Hz. Ebûbekr'in vefatından sonra doğmuştur."[1050]
Ibnu'l-Cevzî bu rivayeti iki noktadan tenkit etmektedir: a) Rivayete bakılacak olursa, Hz. Peygamber Hz. Âişe'yle Medine'de evlenmiştir.
Oysa Mekke'deyken onunla evlendiği mukarrer bir bilgidir, b) Rivayette, Hz. Ebûbekr'in üç kızını Rasûlullah'a gösterdiği zikredilmektedir. Oysa Hz. Ebûbekr'in üçüncü kızı vefatından sonra dünyaya gelmiştir. [1051]
Şerik b. Abdillah b. Ebî Nemir, Enes b. Mâlik'ten isrâ hadisini şöyle aktarır: "Hz. Peygamber vahiy gelmeden önce Mescid-i HarânVda ' uyurken kendisine üç kişi gelmiş..."[1052]
Bu rivayete göre isrâ hadisesi Hz. Peygamber'e nübüvvet verilmeden önce gerçekleşmiştir. el-Hattâbî, İbn Hazm, Kâdî Iyâz, en-Nevevî, İbn Kesîr gibi alimler hadisteki bu kaydı kabul etmemişlerdir.[1053]
Hadisi rivayet eden Müslim de rivayetin ardından Serik'ten kaynaklanan hatalara dikkat çekerek şöyle demiştir: "Hadiste bazı takdim ve tehirler ile ziyade ve noksanlıklar söz konusudur." Müslim şârihi en-Nevevî de Şerik'in rivayetinde vehimler olduğunu, bunlardan birisinin de isrâyı nübüvvetten önce göstermesi olduğunu söyler. Alimlerin namazı^ \ isrâ gecesi farz kılındığında icmâ ettiklerini, bu durumda vahiy gelmeden önce namaz nasıl farz kıhnabilir diye de sorar.[1054]
Konumuzun başında arz ettiğimiz gibi, hadis münekkidleri bir takirİ rivayetlerde geçen ayrıntıların tarihi gerçeklerle çeliştiklerini tesbit etj-mişlerdir.[1055] Onların bu tesbitleri, bazı hadislerde, tarihi gerçeklerle çdL lisen bilgilerin bulunabileceğini göstermesi açısından önemlidir. Güvenir iir hadis kitaplarında bu türden hataların yer alması, musanniflerinin yoğun hadis etüdleri içerisinde rivayetleri muhteva açısından fazla tahlile tabi tutamamalarına bağlanabilir. Aynı konuda birbirlerine zıt hadislerin bulunmasının bir sebebi de budur. Senedlere karşı son derece titiz tavır sergilenirken, metinlerin diğer delillerle karşılaştırılmasına, özellikle de tarihi bilgilerle mukayese edilmesine yer verilmemiştir. Yer yer hadis kitaplarında bu türden bilgilere rastlanması, eser sahiplerinin bu konuya özel olarak eğildiklerinden değil, aynı konudaki hadisleri biraraya getirirken rastlanan farklı rivayet sebebiyledir. Burada hadis musanniflerini bir derece mazur görmemiz mümkündür. Çünkü her hadis üzerinde muhteva açısından tek tek uğraşmaları durumunda, tasnif atta bu derece başarılı olamayacakları aşikardır. Böyle bir uğraş, Özellikle teşrîyle ve kelamla ilgili rivayetlerde hadisleri çeşitli prensipler ışığında tahlil etmeyi gerektireceğinden, hadis kitapları asli hüviyetlerini kaybedebileceklerdi. Hadisçiler bu etüdlerini hadis kitaplarına almasalardı bile, bu uğraş zaman kaybetmelerine neden olacak, belki bir e/-Buhdrf deki hadis sayısı şimdikinden oldukça az olacaktı. Aynı durum diğer hadis kitapları için de söz konusudur. Bu sebeple onlar sened ağırlıklı olmak üzere koydukları prensiplere uyan hadisleri kitaplarına almışlar, sened yönüyle gösterdikleri çabayı metinler için de gösterememişlerdir. Bu alandaki gayretleri senede göre aşağı seviyede kalmıştır. Dolayısıyla, sened açısından yoğunlaştıkları hadisleri sahih gördüklerinde, metin açısından aynı titizlikle tahlil edemediklerinden, sahih kabul ederek eserlerine almışlardır. Bir anlamda bunların tahlillerini başkalarına bırakmışlardır.
Hadis tenkidçilerinin rivayetlerdeki bu tür hatalara vakıf olmaları ise rivayetleri ayrı ayrı tahlil etmelerinden, diğer delillerle karşılaştırmalarından, en önemlisi de diğer ilim dallarıyla da meşgul olmalarından kaynaklanmaktadır. İbnu'l-Cevzî ile ez-Zehebî'nin bu başarısı aynı zamanda tarihle de yoğun olarak meşgul olmalarındandır. Dolayısıyla, musanniflerin kitaplarına aldıkları bir kısım rivayetlerdeki tarihi hatalar münek-kidlerce büyük oranda tesbit edilmiştir, diyebiliriz.
Bununla beraber, tarih açısından hadis ilminin beklediği derli toplu ciddi çalışmalara ve geliştirilecek metodlara ihtiyaç vardır. Tarih yardımıyla hadis kitaplarında yer alan rivayetlerin -mümkün olduğunca- tarih sırasına göre sıralanmasına, tarihi gerçeklere aykırılık arz eden bilgilerin ayıklanmasına, Hz. Peygamber'in hayatında geçen bazı olayların tarihi süreç içinde bulunmaları gereken yere oturtulmalarına, bir kısım ayetlerin nüzul tarihleriyle ilgili problemlerin kaldırılmasına ihtiyaç vardır.
Aşağıda hadis kitaplarımızda yer alan bazı rivayetlerdeki hatalar, tarihin şahitliğiyle tesbit edilmeye çalışılacak, bilginlerin değerlendirmeleri sunulacaktır. Bu bir anlamda hadisleri tarihin şahitliğine sunmanın zaruretini gösterirken, diğer taraftan da musanniflerin hatadan beri olmadıklarını ortaya koyacaktır. [1056]
et-Tirmizî'nin Abdurrahman b. Gazvân > Yûnus b. Ebî İshâk > Ebû-bekr b. Ebî Mûsâ > Ebû Mûsâ ef-Eşarî tarikiyle naklettiği rivayette, Ebû Tâlib'in Kureyşlilerle birlikte Şam'a doğru çıktığı ticaret yolculuğunda, Hz. Peygamber'i de beraberinde götürdüğü geçer. Bu yolculuk esnasında bir rahiple karşılaşırlar... Rivayet şöyledir:
Ebû Tâlib Şam'a ticarete çıktı. Hz. Peygamber de Kureyş'in ileri gelenleri ve amcasıyla beraber çıktı. Rahibin oraya vardıklarında, konakladılar ve hayvanların palanlarını çözdüler. Bu esnada rahip yanlarına geldi. Daha Önceleri ona uğrarlardı ancak yanlarına gelmez, onlarla ilgilenmezdi. Hayvanların palanlarını sökerlerken rahip aralarında gezinmeye başladı, gelip Rasûlullah'ın elini tuttu ve şöyle dedi: "Bu alemlerin efendisidir. Bu alemlerin rabbinin rasûlüdür. Allah onu alemlere rahmet olarak gönderecektir." Kureyş'in bazı ileri gelenleri "nereden biliyorsun" diye sordular. O da şöyle dedi: "Sizler tepeden bu tarafa seğirttiğinizde bütün ağaç ve taşlar secdeye kapandı. Oysa onlar, sadece bir peygamber için secdeye kapanırlar. Ayrıca ben onu omuz kıkırdağının altında elma gibi duran peygamberlik mühründen de tanırım." Rahip daha sonra döndü ve onlara yemek hazırlayıp getirdi. Hz. Peygamber o an develerle ilgileniyordu. Rahip "onu da çağırın" dedi. Hz. Peygamber kendisini gölgelendiren bir bulutun altında geldi. Topluluğa yaklaştığında, onların kendisinden önce ağacın gölgesinde oturduklarını gördü. Hz. Peygamber oturunca, ağacın gölgesi onun üzerine yöneldi. Rahip "ağacın gölgesine bakın! Onun üzerine yöneldi" dedi. Rahip yanlarında durup, "Rumlar görürlerse tanırlar ve Öldürürler, bu sebeple Rum diyarına götürmeyin" diye ısrar edip durdu. Bu esnada Rum tarafından yedi kişinin geldiğini gördü. Onları karşıladı ve "niçin geldiniz" diye sordu. "Şu peygamber bu ayda çıkacak diye geldik. Her tarafa adam gönderildi. Onun haberi bize de getirildi ve senin bu yola gönderildik" dediler. Rahip "arkanızda sizden daha hayırlı (fazla bilgi sahibi) kimse var mı" diye sordu. Onlar "bize sadece, onun senin bu yolda olduğu haber verildi" dediler. Rahip onlara "Allah'ın yapmayı murad ettiği bir işi herhangi bir insanın engelleyebileceğini düşünebilir misiniz" diye sordu. Onlar "hayır" cevabını verdiler. Sonra ona beyat edip, birlikte bekleşti-ler. Rahip bilahere (Kureyşlilere dönerek) "Allah için söyleyin, bunun velisi hanginiz" diye sordu. Onlar "Ebû Tâlib'tir" dediler. Rahip ısrarla Hz. Peygamber'i göndermesini istedi, O da geri dönderdi. Ebûbekr de BilaPi onun yanına kattı. Rahip Hz. Peygamber'e azık olarak kurabiye, (katık olarak) zeytinyağı verdi."[1057]
Görüldüğü gibi bu rivayette Hz. Ebûbekr'in Bilal'ı Hz. Peygamber'in yanına katarak geri gönderdiği geçmektedir.
Ebu Nuaym'ın et-Tirmizî tarikiyle naklettiği bir varyantta Ebûbekr ismi geçmez. İbare şöyledir: "Rahip ısrarla Hz. Peygamber'i göndermesini istedi. O da Bilal'ı yanına katıp geri gönderdi. Rahip Hz. Peygamber'e azık olarak kek, (katık olarak) zeytinyağı verdi."[1058]
İbnu'i-Esîr'in Rezîn'den senedsiz naklettiği rivayette, Hz. Ali babası Ebû Tâlib'den şöyle dediğini nakleder: "Rahip ısrarla onu göndermemi istedi. Ben de birkaç kişiyle beraber onu gönderdim. Bilal de onların içindeydi. Rahip ona azık olarak kek, (katık olarak) zeytinyağı verdi."[1059] Bu rivayette de Ebûbekr ismi geçmez.
Biz burada, Hz. Ebûbekr ile Bilal'ın bu yolculukta bulunmalarını tarihi açıdan değerlendirmeye tabi tutacağız. Tahlilimizde et-Tirmizî rivayetinden hareket edeceğimiz için değerlendirmelerimiz de bu merkezde olacaktır. [1060]
Rivayeti sağlıklı değerlendirebilmek İçin, Rasûlullah'ın bu yolculukta kaç yaşında olduğunu tesbit etmemiz gerekmektedir:
Kaynaklar, Rasûlullah'ın bu yolculukta kaç yaşında olduğunda ihtilaf etmekle birlikte, ortak olan nokta Hz. Peygamber'in çocuk olduğudur. Değerlendirmelerin dört grupta toplandığını görüyoruz:
a) 9 yaşında idi.[1061]
b) 10 yaşında idi.[1062]
c) 12 yaşında idi.[1063]
d) 13 yaşında idi.[1064]
Kaynaklar Hz. Ebûbekr vefat ettiğinde altmışüç yaşında olduğunu söylerler. Hz. Peygamber de altmışüç yaşında vefat etmişti. Hz. Ebûbekr'in kendisinden sonra iki küsur yıl yaşadığı düşünülürse, Hz. Pey-gamber'den ikibuçuk yaş küçük olduğu anlaşılır.[1065] Bu durumda Hz. peygamber bu yolculukta kaç yaşında idiyse Hz. Ebûbekr ondan ikibuçuk yaş küçük idi demektir. İbn Kesîr dokuz veya on yaşında olduğunu söyler.[1066] Biz Rasûlullah'ın 13 yaşında olduğunu kabul etsek, Ebûbekr en iyi ihtimalle onbir yaşında İdi. [1067]
Kaynaklara baktığımızda Bilal'in vefat tarihi hususunda oldukça farklı tarihlerle karşılaşmaktayız:
a) Bilal kaç yılında vefat etti:
aa) 17 yılında.[1068]
ab) 18 yılında.[1069]
ac) 20 yılında.[1070]
ad) 21 yılında.[1071]
ae) 25 yılında.[1072]
b) Bilal kaç yaşında vefat etti:
ba) Altmış küsur yaşında.[1073]
bb) Altmışüç
yaşında.[1074]
be) Yetmiş
yaşında.[1075]
Bu haberler içinden onun 17 yılında, yetmiş yaşında vefat ettiği rivayetlerini kabul ettiğimizde ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: Hz. Ebû-bekr 13 yılında altmişüç yaşında vefat etmişti. Bilal 17 yılında yetmiş yaşında vefat ettiğine göre, Hz. Ebûbekr'den dört yaş büyüktü demektir. Bu durumda yolculuk sırasında Hz. Ebûbekr en iyi ihtimalle on yaşında ise, Bilal de ondört yaşında idi. Ancak Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî'nin beyanına göre Hz. Ebûbekr'in torunlarından Şuayb b. Talha, onun Hz. Ebûbekr'le aynı yıl doğduğunu söylemiştir.[1076] Keza bir diğer torunu Saîd b. Talha'dan da aynı şey nakledilmiştir.[1077] Bu durumda yine 17 yılında vefat ettiğini kabul etsek 67 yaşında vefat etmiş olmakta, yolculuğa katılmışsa, o da Hz. Ebûbekr gibi 10 yaşında İdi demektir.[1078]
Rivayeti inceleyenler yolculuk tarihinde Bilal'ın henüz dünyaya gelmemiş olduğunu söylerler. Biz bunu kabul etmeyip, hep müspet tarafından bakarak kendi söylediğimizi kabul etsek bile problem yine hallolma-maktadır. Çünkü Hz. Ebûbekr, Bilal'i tevhid inancı sebebiyle müşrikler-ce azaba uğradığı zaman satın almış ve azad etmişti. Bu seyahat esnasında yanlarında yoktu. Satın alma ise nübüvvetten sonraki hadisedir. Dolayısıyla Bilal'in bu yolculukta bulunması mümkün gözükmemektedir. [1079]
Hadisin tariklerinden yaptığımız nakiller, rivayette geçen bir takım bilgilerin (hatta rivayetin) kendisinin sıhhati hususunda istifhamların oluşmasına sebebiyet vermektedir. Nitekim öteden beri bir kısım hadis-çi ve tarihçiler, muhteva açısından bu rivayeti tenkide tabi tutmuşlardır. Rivayet üzerinde düşünüldüğünde, sahih kabul edebilmek için, ikna edici cevaplar bekleyen sorulardan birkaçı şunlardır:
1-Hz. Ebûbekr'in Bilal'i Hz. Peygamber'in yanına katmasının imkansızlığı: Rivayetlerde görüldüğü gibi, Hz. Ebûbekr bu yolculuk sırasında en iyi ihtimalle onbir yaşında idi. Bu durumda bir çocuğun efendilik yapıp kölesini göndermesi nasıl mümkün olur, hem de onu henüz satın almamışken.
Rivayeti değerlendiren İbn Seyyidi'n-Nâs (734/1347) şöyle söyler: "Bu hadisin metninde nekaret vardır, o da Hz. Ebûbekr'in Hz. Peygamber ile birlikte Bilal'i göndermesidir. Bu nasıl olacak ki, Ebûbekr o vakitler on yaşına varmamıştı çünkü Rasûlullah Ebûbekr'den iki yaştan daha fazla büyüktür. Aynca Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî ve başkalarının söylediğine göre, Rasûluliah bu yolculuk sırasında dokuz yaşında, diğer başkalarına göre de oniki yaşındaydı. Bunun yanında Bilâl, Hz. Ebûbekr'in eline, bundan otuz yıldan daha fazla bir süreden sonra geçti. Kendisi Benû Cumah elinde idi. Allah için İslam uğrunda eziyetlere uğrayınca Ebûbekr ona acıdı. Kurtarmak için satın aldı. Bu rivayet meşhurdur."[1080]
Hadise aynı zaviyeden yaklaşan ez-Zehebî'nin ifadeleri ise daha ağırdır. O, rivayetin sıhhati hususunda ciddi endişeler taşımaktadır. Bu tereddüdünü verdiği başlıkla dile getirir: "Eğer sahihse Hz. Peygamber'in. amcasıyla yolculuğu." Rivayetin sonunda ise munker bir hadis olduğu-j nu dile getirir: "Bu hadis gerçekten munker bir hadistir. Rasûlullah'tanj ikibuçuk yaş küçük olan on yaşındaki Ebûbekr'in burada ne işi var? Ke-; za bu vakitte BüaPin burada ne işi var? Çünkü Ebûbekr onu nübüvvet-! ten sonra satın almıştı. Hem o vakitler Bilal henüz doğmamıştı ki! Ay-j rica, Rasûlullah'in başında gölgesi var idiyse, ağacın onu gölgelendir-j mek için üzerine uzanması nasıl düşünülebilir? Çünkü böyle bir durum-j da, bulutun gölgesi Rasûlullah'm altında konakladığı ağacın gölgesini' yok eder.[1081] Ayrıca Hz. Peygamber'in Ebû Tâlib'i rahibin sözleriyle bîr-; likte andığını hiç görmedik. Kureyşliler de, beraberindeki yolcular da; bundan bahsetmemiştir. Oysa böyle şeyleri anlatmaya merakları ve ar-] zuları çoktu. Böyle birşey olmuş olsaydı bu olay aralarında son derece! şöhret bulurdu. Ayrıca Hz. Peygamber'in içinde nübüvvete hazır bir] duygu kalır ve Hira mağarasında ilk vahiy geldiğinde hayrete düşmez,] Hadîce'ye koşarak aklından endişe etmez, kendini atmak için dağlarınj tepelerine çıkmazdı. Aynı şekilde, bu durum Ebû Tâlib'i korkutmuş ve; onu geri göndermesinde etkili olmuş ise, Hz. Peygamber daha sonra nasıl oluyor da rahat bir şekilde Hadîce adına ticaret yolculuğuna çıkmıştır. Hadiste çeşitli fırka mensuplarının sözlerine benzer munker lafızlar da vardır."[1082]
İbn Kesîr de (774/1372) Hz. Ebûbekr ile Bilal'ın bu seyahatta bulunmalarının garip olduğunu söyler.[1083]
İbn Hacer de (852/1448) bu ibarenin başka bir hadisten katıştırıl-mış/idrac edilmiş olabileceğini, bu durumun ravilerden birinin hatasından kaynaklanmış olma ihtimalini söyleyerek üzerinde durduğumuz hususa dikkat çeker.[1084]
el-Mubârekfûrî de benzer yaklaşımı sergiler: "Bu hadiste Hz. Ebûbekr ve Bilal'in zikredilmesi mahfuz değildir, alimlerimiz bunu vehm saymışlardır. Durum gerçekten de böyledir. Çünkü Hz. Peygamber'in o vakitler yaşı 12 İdi. Ebûbekr ise ondan iki yaş küçüktür. Bilal ise muhtemelen o vakit dünyada yoktu."[1085]
Bazı rivayetler ise Hz. Ebûbekr ile Bilal'i zikretmezler. Bu noktada tarihi gerçeklerle Örtüşürler:
a) el-Bezzâr'm Musnecf inde amcasının beraberinde Bilal'i gönderdiği zikredilmez, bir kişiyi gönderdi ifadesi geçer.[1086]
b) Siyer ve tabakat kitaplarındaki bazı rivayetlerde, Ebû Tâlib'in Ra-sûlullah'ı kendisinin geri getirdiği zikredilir.[1087]
c) İbn Âiz bu rivayeti Megdzî'sinde zikretmiş, Ebûbekr Bilal'i yanına katıp geri gönderdi diye başlayan kısımdan İtibaren sonuna kadar olan kısmı nakletmemiştir.[1088]
2-Rahibin kafiledekilere anlatmasına göre, Hz. Peygamber kafileyle beraber tepeyi aştığında bütün taşlar ve ağaçlar secdeye kapanmışlardır. Keza hadiste Rasûlullah'ın kendisini gölgelendiren bir bulutun altında yürüdüğü, ağacın altına oturduğunda ağacın gölgesinin insanların üzerinden Rasûlullah'ın üzerine kaydığı zikredilmektedir. Ayrıca rahip Hz. Peygamber'in son rasûl olduğunu anlamış[1089] ve Hz. Peygamber'in sırtındaki nübüvvet mühründen bahsetmiştir. Rahip Hz. Peygamberle ilgili konuşurken, çıkacak son peygamberin yolda bulunduğunu tesbit eden yedi Rum da oraya gelmişlerdir. Tüm bu bilgiler Hz. Peygamber'in son peygamber olacağını ayan beyan ortaya koymaktadır.
Burada, Rasûlullah'ın peygamberliğine dair bu kadar olağanüstü durumlar meydana geliyor da[1090] yolculuğa katılanlardan hayatta kalanlar ve Ebu Talib neden davet sırasında İslam'ı kabul etmemiştir diye bir soru akla gelmektedir. Hem Rasûlullah dini tebliğe başladığı zaman bu kadar sıkıntı ile niçin karşılaşmıştır? Bu kadar harika halleri görülen bir insana niçin hemen itaat etmemişlerdir? Ayrıca bu muhteşem olayları görenlerin en azından Mekke'ye dönünce bütün ahaliye olanları anlatmaları ve Rasûlullah tebliğe başlayınca zaten kabule hazır olan büyük bir kitlenin birden İslam'ı kabul etmesi gerekmez miydi? Rivayeti değerlendiren muasır el-Gazâlî şöyle söyler: "Bahîra kıssası sahih olsun veya batıl olsun, kesin olan birşey vardır ki, bu kıssa geriye bir iz bırakmamıştır. Hz. Muhammed de rahibin kelamına bakarak peygamberliği bekleyip hazırlığa başlamamıştır. Yolculuğa katılanlar da aralarında bu olayı müzakere etmemişler ve etraflarına yaymamıjardır. Olmadığını tercih ettirircesine olay, olmamış gibi kapandı gitti."[1091]
3-Bu kadar harikulade halleri yaşayan Hz. Peygamber Hira'da ilk vahye muhatab olduğunda neden şok oldu? Önceden bazı halleri yaşamış birisi olarak neden şaşırdı?
4-Rahip Hz. Peygamber'e zarar verilmesinden, tanınmasından korkarak geri çevrilmesini sağlamıştı. Oysa Hz. Peygamber daha sonra Hadîce adına ticaret kervanları düzenleyip, bizzat başlarında bulundu. Bu İkisi nasıl bağdaştırılır?[1092]
5-RasûIullah'ı çocuk yaşta bir papazla irtibatlandirmak, İslam'ı lekeleyip, Rasûluilah'm küçüklüğünden itibaren hristiyanlardan bilgi aldığını ima etmek isteyenlerin bir uydurması olabilir mi?
6-Hadisin senedi: Tesbit edebildiğimiz kadarıyla bu hadis sadece Ab-durrahman b. Gazvân > Yûnus b. Ebî İshâk > Ebûbekr b. Ebî Mûsâ > Ebû Mûsâ el-Eşarî tarikiyle senedle gelmektedir ve tek ravisi Ebû Mû-sâ'dır.[1093] Hadisin metnini verirken değindiğimiz îbnu'I-Esîr'in Rezîn'den naklettiği, Hz. Ali vasıtasıyla Ebu Tâlib'ten gelen rivayete gelince, bunun senedi yoktur. Çünkü İbnu'I-Esîr hadisleri eserinde toplarken se-nedlerini zikretmemiştir.[1094] Böylece elimizde tek bir sened kalmaktadır. Bu durumda onu incelemek durumundayız:
Hadisi rivayet eden et-Tirmizî rivayetin ardından bunun hasen garib olduğunu ve sadece bu tarikle geldiğini bildiklerini söyler. el-Hâkim de sahih olduğunu, es-Sahfhayn'ın rivayet etmeyip te şartlarına uyan bir hadis olduğunu belirtir.[1095] tbnu'1-Esîr el-Cezerî de isnadının sahih oiduğunu ve ricalinin es-Sahîhan veya ikisinden birinin ricali olduğunu belirtir.[1096] İbn Hacer de senedinin kavi (sağlam) olduğunu söyler[1097] ve hadisi et-Tirmizî dışında başkalarının da (aynı senedle) rivayet ettiğini belirtir.[1098] es-Suyûtî de hadisin sıhhatini ortaya koyan şahid rivayetleri olduğunu söyler ve bunlardan birkaçını zikreder.[1099] Biz hadisin ravilerine bakacak olursak:
a) Abdurrahman b. Ğazvân (207/822): el-Beyhakfnin beyanıyla, hadisin muttasıl olarak kendisinden rivayet edildiği tek insan, Ebû Nûh Abdurrahman b. Gazvân'dır.[1100]
Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, rical alimlerinin bir kısmı onun için sika derken, bir kısmı da salih olduğunu, kendisinden rivayette bir beis bulunmadığını söylerler.[1101] Onu Si/cdt'ına alan İbn Hibbân hata ettiğini ve el-Leys vasıtasıyla rivayet ettiği "köleleri dövmeye" dair bir hadis[1102] sebebiyle kalbin kendisinden şüpheye düştüğünü söyler.[1103] ez-Zehebî de sika olduğunu, el-Buhârî ve en-Nesâî'nin hadisiyle ihticac ettiğini ve insanların ondan rivayet ettiklerini[1104], hadisleri ezberlediğini ancak mun-ker rivayetleri bulunduğunu belirtir.[1105]
b) Yunus b. Ebî İshâk el-Kûfî (152/770): Muhaddisler bu zatın az da olsa hata yaptığına işaret etmek için sadûk olduğunu söylemişlerdir. Nitekim İbn Hacer sadûk olduğunu, az da olsa hata ettiğini belirtir.[1106] Keza biraz gafil olduğunu, hadisinin muztarib olduğunu vs. söyleyenler de vardır.[1107]
c) Ebûbekr b. Ebî Mûsâ el-Eş'arî el-Kûfî: İbn Sa'd onun az hadis rivayet ettiğini, zayıf kabul edildiğini söyler.[1108] İbn Hibbân ise Kitâbu's SikÛt'mda zikretmiş[1109], el-İclî de sikadır demiştir. ez-Zehebî de İbn Sa'd dışında onu zayıf kabul eden birisini bilmediğini, sadûk olduğunu belirtir [1110]
Bu üç zat hakkındaki değerlendirmeler her üçünün de hata ve vehme düşmüş insanlar olduklarını göstermektedir.
d) Ebû Mûsâ: Bu rivayeti aktaran Ebû Musa'nın aktardığına şahid olması mümkün değildir. Bu hususa temas eden İbn Kesîr, hadisteki gariplikler arasında, hadisin sahabe mursellerinden olmasını zikreder. Çünkü Ebû Mûsâ el-Eşarî hicrî yedide, Hayber'in fethi yılında Rasûlul-lah'ın huzuruna gelmiştir.[1111] İbn Kesîr, her halükârda hadisin mursel olduğunu belirtir. Daha sonra da şu şekilde izah getirir: Muhtemelen Ebû Mûsâ bunu, Hz. Peygamber'den veya sahabenin büyüklerinden veya-hutta meşhur olduğu için istifâze yoluyla almış olabilir, der.[1112]
Sahabenin murselleri kabul edildiği için, bu noktadan hadise itiraz edilmeyeceği söylenebilir ancak, diğer sorularla birlikte bu da bir istifham konusudur.
7-Siyer kitaplarında Ebû Tâlib'in bu yolculuktan dönüşte söylediği iki sayfa tutan bir şiir vardır ki, bunun nasıl zabtedildiğini anlamak mümkün değildir.[1113]
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: et-Tirmizî'nin bu rivayeti metin açısından tarihle çelişen bilgiler içermektedir. Hz. Ebûbekr'in Bilal'ı Hz. Peygamber'in yanına katıp göndermesi mümkün gözükmemektedir. Ayrıca rivayette, bulutun Hz. Peygamber'e gölge ettiği, ağaçların onu gölgelendirdiği, sırtındaki nübüvvet mührünün rahipçe bilindiği, Bizanslıların Hz. Peygamber'in yolda olduğunu tesbit ettikleri gibi, adeta Ra-sûlullah'ın nübüvvetini haber veren olağanüstülükler zikredilmektedir. Ancak bu harika hallerin ne Mekkelileri ne de bu yolculukta bulunanları Hz. Peygamber'in nübüvvetine hazırlamadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Rasûlullah nübüvvetini ilan ettiğinde de hiç kimse bu olağanüstü şeyleri anarak 'sen zaten şöyle halleri olmuş birisin' diyerek iman etmemiştir. Hz. Peygamber'in, bu kadar harika halleri yaşayan biri olarak vahye ilk muhatap olduğunda şok olması ise bunların gerçek olmadığını ortaya koymaktadır. et-Tirmizî'deki bu rivayete göre, peygamber olarak geleceği bilinen Hz. Peygamber'in bilahere Hz. Hadîce adına Şam taraflarına ticarete gitmesi de rivayetle çelişmektedir. Peygamber'in rahiple irtibatlandınlması ise onun bu kültürden beslendiği iddialarına te-yid eder mahiyettedir. Tüm bunlar hadisin mevzu olduğunu göstermektedir. [1114]
Müslim'in Abbas b. Abdilazîm el-Anberî, Ahmed b. Ca'fer el-Ma'kı-rî > Nadr b. Muhammed el-Yemânî > İkrime > Ebû Zumeyl tarikiyle naklettiği rivayette İbn Abbâs şöyle der: Müslümanlar Ebû Sufyân'a bakmjyor ve onunla oturmuyorlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber'e dedi ki: "Ya Nebiyyellah! Üç isteğim var. Bunları yerine getirir misin?" Hz. Peygamber "peki" buyurdu. Ebû Sufyân da şöyle dedi: "Yanımda Arabın en iyisi ve en güzeli Ummu Habîbe bnt. Ebî Sufyân (44/664) var. Onu sana vereyim." Hz. Peygamber "olur" buyurdu. Ebû Sufyân "bir de Muâviye var. Onu yanınızda katip yapar mısınız?" dedi. Hz. Peygamber de "olur" buyurdu. "Beni de emir yap ki, önceden müslüman-larla savaştığım gibi kafirlerle savaşayım." Hz. Peygamber buna da "peki" buyurdu. Bu hadisi İbn Abbâs'tan rivayet eden Ebû Zumeyl (Simâk b. el-Velîd el-Hanefî) diyor ki: "Eğer bunu Rasûlullah'tan istememiş olsaydı, ona bunu vermezdi. Zira kendisinden birşey istenildiğinde mutlaka "evet" cevabını verirdi."[1115]
Rivayete bakıldığında Ebû Sufyân'ın Hz. Peygamber'den üç istekte bulunduğu ve hepsine müspet cevap aldığı zikredilmektedir. Bu üç isteğin yerine getirilmesinin tarihî bilgiler ışığında tahlili gerekecektir. Ancak daha başta, en-Nevevî'nin beyanıyla bunun işkâli meşhur hadislerden olduğunu belirtmekte fayda vardır.[1116]
İbnu'l-Cevzî de (597/1201) bu hadisde raviierden birisinin vehmi söz konusudur, der. Bunun kesin olduğunu, ithamın İkrime b. Ammâr üzerinde toplandığını söyler ve rivayetin tarihi malumatlarla çeliştiğini ifade eder.[1117]
ez-Zehebî de (748/1347) Ebû Sufyân'm kızını Hz. Peygamber'le evlendirmek istemesinin sahih olmadığını ancak hadisin Müslim'de yer aldığını belirtir ve rivayete munkerdir, der.[1118]
Muhammed b. Ali b. Tolon (953/1546) aynı kanaatleri özetleyerek, bu rivayetin tüm siyer ve tarihçilerin, "Rasûlullah onunla bu tarihten çok Önce evlenmiştir" şeklindeki ortak görüşlerine muhalif olduğunu söyler. Hz. Peygamber'in onunla nerede evlendiği hususunda ihtilaf olduğunu ancak cumhurun Habeşistan'da evlendiğinde ittifak ettiklerini söyler.[1119]
b) Bu genel kanaat yanında, Ummu Habîbe'nin Hz. Peygamber'le daha önce evlendiğini gösteren başka deliller de vardır: Mekke'nin fethinden önce Hz. Peygamber'le aralarındaki anlaşmayı tazelemek arzusuyla Medine'ye gelen Ebû Sufyân kızı Ummu Habîbe'nin evine uğrar. Rasûlullah'ın yastığına oturmak ister ancak kızı müşrik olduğu gerekçesiyle babasını oraya oturtmaz. Aynı şekilde Ebû Sufyân Hz. Peygamber'le savaşmaya devam ettiği sıralar, Rasûlullah'ın kızıyla evlendiği haberi kendisine verildiğinde, [1120]"o burnu yere sürçülmeyecek bir kahramandır" dediği rivayet edilmektedir. [1121]
Bazı alimler Hz. Peygamber'in Ummu Habîbe ile daha önce evlendiğini göz önünde bulundurarak bu rivayeti tevil etme yoluna gitmişlerdir. Getirilen tevilleri üç başlıkta toplamak mümkündür:
a) Onore edilmek için nikah akdini tazelemek istendiği:
İbnu's-Salâh Ebû Süfyân'ın toplumun önderi ve soylu biri olması hasebiyle, kızının rızası dışında evlenmesinin mahcubiyetinden kurtulmak için böyle bir teklifte bulunmuş olabilir, der.[1122] en-Nevevî bunu destekler mahiyette "Rasûlullah'ın 'olur' demekle muradının "gerçek bir nikah akdi kıyarak değil de senin arzun yerine gelmesi için böyle birşey olabilir" demeyi murad etmiş olabileceğini söyler.[1123]
İbn Hacer de (852/1448) Rasûlullah'ın Ummu Habîbe ile zifafının, babasının müslümanltğından önce olduğunda şüphe olmadığını söyler. Fakat raviierden birinin vehmi ihtimaline yanaşmaz ve bazı alimlerin nikah akdini yenilemeyi kasdetmiş olduğunu söylediklerini aktarır.[1124]
b) Nikah tazeletme ihtimali:
İbnu's-Salâh başka bir ihtimal daha zikreder: Ebû Sufyân, babanın müslüman olmasının kızının nikahını tazelemesi gerektirdiğini düşünmüş olabilir. Zira rızası olmadan kızı evlendiği için nikah akdinin sahih olmadığını sanmış olabilir.[1125]
c) Ravi'nin Ummu Habîbe'nin ismini karıştırmış olabileceği:
Bazı alimler hadisin sahih olduğunu fakat ravisinin isimde hata ettiğini söylerler ve buna delil olarak da şu hadisi getirirler:
Ummu Habîbe anlatıyor: Kendisi Rasûlullah'a şöyle söyler: "Yâ Ra-sûiallah! Ebû Süfyân'ın kızı olan kardeşimi de nikahlar mısın?" Rasûlullah "sen gerçekten bunu istiyor musun?" diye sorar. O "evet, hem senin bir tanen değilim ki! Bu sebeple, bana hayırda ortak olacak olanın kızkardeşim olmasını isterim" deyince, Rasûlullah "ancak bana helal olmaz" buyurdu.[1126]
Hadisi delil olarak getirenler, iki kız kardeşi aynı nikah altında bulundurmanın haram oluşunu Ummu Habîbe bile bilmezken Ebû Sufyân'ın bilmemesinin gayet doğal olduğunu ve bu sebeple İkinci kızını teklif etmiş olabileceğini, ravinin ise bu ismi Ummu Habîbe ile karıştırmış olma ihtimalini öne sürerler. Hatta bu kızın künyesinin de Ummu Habîbe olduğunu ifade ederler.[1127]
İbnu'l-Kayyım (751/1350) ikinci rivayetle birlikte yapılan yoruma kapıyı biraz aralar gibi olur ve şöyle der: "Şayet hadiste geçen "Rasûlullah istediklerini ona verdi" ifadesi olmasaydı itiraz edenlerin bu cevabı güzel olacaktı. Bu durumda şöyle söylenebilir: "Bu ifade ravinin bir hatası olabilir. Çünkü Rasûlullah istediklerinin bir kısmını vermiş, ravi ise hepsini verdi demiş olabilir. Veya da, hadisi dinleyen kişi verilmesi caiz olan isteklerini verdiğini anlar diyerek mutlak ifade kullanmış ve istediklerini verdi demiş olabilir."[1128]
Muhammed b. İbrahim el-Vezîr ei-Yemânîde (840/1436) Hz. Pey-gamber'e verilmesi düşünülen kızın ismi hususunda hataya düşüldüğünü, bunun aslında Ummu Habîbe'nin kız kardeşi Azze olduğunu[1129], es-Sahîhayn'da geçtiği gibi Ummu Habîbe'nin bizzat kendisinin kızkarde-şini Rasûlullah'a istediğini,[1130] Hz. Peygamber'in de iki kız kardeşi aynı nikâh altında toplamanın haram olduğunu söylediğini belirtir. [1131]
Yukarıda bir kısım alimlerden aktardığımız nakillerde, gerek İbn Hazm'ın ve gerekse İbnu'l-Cevzf nin hadisin ravisi İkrime b. Ammâr'ı cerh ettiklerini gördük. Ancak bu görüşe katılmayanlar da vardır. Örneğin İbnu's-Salâh, İbn Hazm'ı çok cesur olmakla ve büyük alimlere hemen yüklenmekle suçlar. Hiç kimsenin onu mevzu hadis uyduruculu-ğuyla suçlamadığını, bilakis Vekî1 (197/812), Yahya b. Maîn (233/847) gibilerinin tevsîk ettiklerini ve duasının müstecab olanlardan olduğunu belirtir.[1132] Bu iki zıt görüş karşısında hadisi Ebû Zumeyl'den rivayet eden İkrime'nin durumunu incelemek gerekecektir:
Ebû Ammâr, İkrime b. Ammâr el-İclî el-Yemânî (159/776):
a) Sika diyenler: Yahya b. Maîn, el-İclî, ed-Dârekutnî onun sika olduğunu söyler.[1133] Alî b. el-Medînî'nin "İkrime b. Ammâr, arkadaşlarımız nezdinde sika ve sebt birisidir" dediği nakledilmektedir.[1134] Muhammed b. Abdillah b. Ammâr el-Mevsılî de onun hakkında sadece hayır işittiğini söyler.[1135]
b) Sadûk diyenler: Bazı hadisçiler bir kısım rivayetlerinde hata ettiğini söyleyerek sadûk olduğunu ifade ederler. Örneğin Ebû Hatim sadûk olduğunu, onun hakkında bir beis olmadığını fakat bazan hadislerinde yanıldığını ve tedlis yaptığını söyler.[1136] el-Buhârî, güvenilirliği hususunda Tdnh'inde sükût ederken[1137], İbn Adiy onun "İkrime'nin Yahya b. Ebî Kesîr'den naklettiği hadisler muztaribtir" dediğini nakleder.[1138]en-Nesâî de el-Buhârî gibi Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayetleri hariç diğerlerinde beis olmadığını söyler.[1139] İbn Hirâş da sadûk olduğunu ancak hadislerinde nekaret olduğunu belirtir.[1140] ez-Zehebî de onun için "hafız, imam, delil olacak rivayetleri nakledenlerden ve güvenilir ravilerden"[1141]demesi yanında, "sadûktur, meşhurdur" der.[1142] İbn Hacer de sadûk ol-.' makla beraber rivayetlerinde hata ettiğini söylemektedir.[1143]
c) Cerh edenler: Ahmed b. Hanbel bu zatın Yahya b. Ebî Kesîr'den naklettiği hadislerin zayıf olduğunu, İyâs b. Seleme'den rivayetlerinin ise sağlam olduğunu belirtir ve bir anlamda sadece bu rivayetlerinin sağlam olduğunu ima eder.[1144] Bu telmîh başka bir yerde şu sözüyle açıkça kendisini gösterir: "İyâs b. Seleme dışmdakilerden rivayeti muztarib-tir."[1145] Ahmed b. Hanbel bir yerde de "hadisleri zayıftır" der.[1146] Dolayısıyla Ahmed b. Hanbel'in bu zatı cerh ettiği, sadece tek bir raviden rivayetlerini muteber saydığı anlaşılmaktadır.
İbn Adiy ondan gelen hadislere güvenme hususunda şart koyar ve şöyle der: "Kendisinden bir sika rivayet ettiği takdirde hadisi mustakîmdir."[1147]
İshâk b. Ahmed b. Halef el-Buhârî de şöyle demektedir: "İkrime b. Ammâr sikadır. Sufyânu's-Sevrî kendisinden hadis rivayet etmiş ve faziletli biri olduğunu söylemiştir. Fakat rivayetlerinde çok hata ediyordu ve bazı[1148] insanlardan başkasının kendisine muvafakat etmediği hadisler rivayet ediyordu." [1149]
a) Hadisin ravisi İkrime: Muhaddislerin büyük çoğunluğunun onun sadûk olduğunu, bazı rivayetlerinde hata yaptığını söyledikleri, bir kısım alimin de onu cerh ettiği görülmektedir. Bu durumda ravinin hata edebilen, zaman zaman karıştıran biri olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu, hadisi tenkit edenlere tenkide başlamaları için bir haklılık kazandırmaktadır.[1150]
b) Hz. Peygamber'in Ummu Habîbe ile Ebû Sufyân'm teklifinden önce Habeşistan'da iken evlendiğinde ihtilaf yoktur. Bu kesin ve tevatür derecesinde bir bilgidir.[1151] Hadisi yorumlayanlar da bu gerçeği kabul etmekte, Müslim'in rivayetini ise tevil etmektedirler. Ancak bu tevillerin ne derece başanlı olduğunu anlamak için ayrı ayrı tedkikleri gerekir:
ba) Ebû Sufyân'ın onore edilmek için tekrardan kızını nikahlattırmak istemesi, muhaddislerin ayrıntılarda farklılık arz eden hadislerin arasını bulmak için başvurdukları "mükerrerteşttrme metodu "nun bir yansımasıdır ve dayanağı yoktur.
Mekke'nin reisi olan birinin evli bir insana, "benim kızımla önceden evlenmiştiniz ancak, bu evliliği olmamış kabul edelim de kızımı sana tekrardan ben vereyim" demesi makul gelmemektedir. Çünkü böyle birşey onun konumunu yükseltmek yerine alçaltmaya, kendisine gülünmesine bile sebep olabilir. Hele de devlet başkanı ve muzaffer bir komutan olan Hz. Peygamber'den böyle birşeyi istemek asla uygun olamaz. Nitekim İbn Seyyidi'n-Nâs nikahı yenilemek istemiş olabileceği yorumunun ayakta duramayan, yalpalayan bir cevap olduğunu belirtir.[1152]
Ebû Sufyân'ın onore edilmek için nikah tazelemek istemiş olabileceği ihtimalini değerlendiren İbnu'l-Kayyım bu ihtimali bir başka zaviyeden kabul etmez: "Hadiste Hz. Peygamber'in onun isteğini kabul edip bu yönde vaadde bulunduğu geçmektedir. Hz. Peygamber vaadinde sâdıktır. Ancak hiç kimse onun Ummu Habîbe ile nikahını tazelediğini rivayet etmemiştir. Şayet böyle birşey olmuş olsaydı, birer kişinin birbirlerinden nakliyle de olsa böyle birşey nakledilirdi. Hiç kimse bunu nakletmediğine göre, nikah tazeleme işi gerçekleşmemiştir."[1153]
bb) Ebû Sufyân'ın, İslam'la şereflenmenin kızının nikahını tazelettir-meyi gerektirdiğini düşünmüş olabileceği yorumu, üstteki mükerrerleş-tirme gayretinin bir başka tezahürüdür. Bu mazereti herhangi bir makul sebebe bağlayarak izah etmek zordur. Çünkü kendi rızası olmadan evlendiği için nikahı tazelemek gerekir düşüncesi aklına gelmişse, Hz. Peygamber'in bunu mutlaka kendisine hatırlatacağını ve "kızını kendi rızanla sen ver" diyeceğini düşünmesi gerekirdi.
be) Ravinin Ummu Habîbe ismini kızkardeşininkiyle karıştırdığı ihtimali makul değildir. Çünkü bu rivayette Hz. Peygamber'in Ebû Sufyân'ın kızıyla evlenme teklifini kabul ettiği geçmektedir. Eğer bu teklif edilen kızkardeşi olmuş olsaydı, bu dinen haramdır demesi gerekirdi. Nitekim Ummu Habîbe'nin kız kardeşini teklif etmesine karşılık bu cevabı vermişti.
Netice itibarıyla, yanıldığı söylenen îkrime b. Ammâr'ın burada hatta ettiği barizdir ve "bu açık bir vehimdir."[1154] Bazılarına göre ise, "bu hadis mevzudur ve Müslim'deki üç [1155]mevzu rivayetten birisidir." [1156]
Kaynaklarımız onu Hz. Peygamber'in katipleri arasında zikretmektedir.[1157] Dolayısıyla hadisin bu kısmı tarihî gerçeklerle uyuşmaktadır. [1158]
Ebû Sufyân'ın (31/651) Hz. Peygamber tarafından bir savaş için emîr (komutan) tayin edilip edilmediği tartışılan hususlardan birisidir. Bazıları tarihen bunun sabit olmadığını söyleyerek, hadiste geçen bu bölümü de tenkit ederler.
İbn İshâk Rasûlullah'ın onu komutan olarak Menât putunu yıkmaya gönderdiğini ve bu putu yıktığını söyler.[1159] Bununla beraber, İbn Sa'd, Hz. Peygamber Mekke'yi fethettiği zaman bu putu yıkmak için Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî komutasında bir seriyyeyi gönderdiğini söyler.[1160] Yâkût el-Hamevî ise Mekke'nin fethi yılında Rasûlullah'ın Hz. Ali'yi gönderip bunu yıktırdığını ifade eder.[1161] İbnu'I-Kayyım da, "Hz. Peygamber'in Ebû Sufyân'ı emir tayin ettiği bilinmemektedir" demektedir.[1162] İbn Ebi'I-Vefâ el-Kureşî de Ebû Sufyân'ın emirliği hususunda hafızların bir bilgiye sahip olmadıklarını, bununla beraber bu hususta tatminkar cevaplar veremediklerini ve taassupkâr gayretlerle yorumlara giriştiklerini söyler.[1163]
Görüldüğü gibi, bu husus netlik kazanmamakta, kesin birşey söyle-nememektedir. Genel eğilimin onun emir olarak atanmadığı yönünde olması işkâle sebebiyet vermektedir.[1164]
Burada bir çıkış yolu aramak için, Hz. Peygamber onu belki savaşmak için komutan yapmamıştır ancak vali yapmıştır diyebiliriz.[1165] Çünkü valinin gereğinde düşmanla savaşması söz konusu olabilir, Rasûlullah bu isteğini daha büyüğüyle, vali yaparak karşılamıştır dediğimizde, İbn Teymiyye'nin Rasûiullah'ın Ebû Sufyân'ı Necrân'a vali tayin ettiğini ve vefat ettiği sırada burada vali olduğunu söylemesiyle karşılaşıyoruz.[1166]
Ancak bu da ihtilaflıdır. el-Vâkıdî şunu söyler: "Arkadaşlarımız Hz. Peygamber'in vefatı anında onun Necran valisi olduğunu kabul etmezler ve şöyle derler: "Ebû Sufyân, Hz. Peygamber vefat ettiğinde Mekke'de idi. O sırada Necrân valisi Amr b. Hazm idi."[1167] İbn Hacer de Ebû Sufyân'ın vali olarak atandığıyla ilgili haberin sabit olmadığını söyler.[1168]
Dolayısıyla bu hususta da bir netlik elde edemiyoruz.
et-Tirmizf nin rivayet etmiş olduğu hadiste Enes şöyle der: Hz. Peygamber Umretu'l-Kadâ'da[1169] Mekke'ye girdi. Abdullah b. Revâha Önünde şiir söylemekteydi:
Ey kafirler savulun onun yolundan!.. Getirdiği hükümle vurabiliriz sizi!! Öyle ki koparır kelleyi boyundan, Ayırır sevgiliyi çok sevdiği candan!..
Hz. Ömer ona "ey îbn Revâha! Hz. Peygamber'in önünde ve Allah'ın hareminde şiir mi söylüyorsun?" deyince, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bırak onu ya Ömer! Çünkü onun şiiri kafirlere oktan daha çok tesir etmektedir."[1170]
et-Tirmizî rivayetin ardından, bu tarikiyle hadisin "hasen sahîh ga-rîb"[1171] olduğunu söyler. Başka bir hadiste de önünde Ka'b b. Mâlik olduğu halde[1172] Mekke'ye girdiğinin geçtiğini, bazı hadisçiler nezdinde bu rivayetin daha sahih olduğunu çünkü Abdullah b. Revâha'nın Mute günü şehid edildiğini[1173] Umretu'I-Kadâ'nın ise daha sonra olduğunu söylediklerini aktarır. [1174]
Bu rivayete bakılırsa Abdullah b. Revâha Umretu'l-Kadâ'da Mek ke'ye girmiştir. Ayrıca et-Tirmizî değerlendirmesinde, bu umrenin Mu te'den sonra olduğunun söylendiğini aktarmaktadır.
l-Umretu'l-Kadâ'nın yılı:
Eserlerimiz umrenin tarihini Zi'lka'de/629 Mart olarak vermektjfe[1175]
2-Mute savaşının tarihi:
Mute savaşı 8 Cemâziyelewel/629 Ağustos-Eylül tarihlerinde yadilmıştır.[1176]
3-Abdullah bir Revâha'nın vefat tarihi:
Kaynaklar Abdullah b. Revâha için Mekke'nin fethi ve daha sonraki önemli hadiselerde bulunmadığını çünkü Mute günü şehid düştüğünü belirtirler.[1177]
Bu durumda et-Tirmizî1 nin naklettiği Umretu'I-Kadâ'nın Mute'den sonra olduğu sözü tarihi gerçeklerle çelişmektedir. ez-Zehebî'nin ifadesiyle "Umretu'I-Kadâ'nın Mute'den sonra olması mümkün değil, bilakis Mute ondan altı ay sonra gerçekleşmiştir.'[1178]
İbn Hacer de bu sözler sebebiyle et-Tirmizî'ye oldukça yüklenir. Bunun büyük bir hata olduğunu belirtir. Çünkü der, Umretu'i-Kadâ'da Hamza'nın kızı hususunda Cafer, kardeşi Ali ve Zeyd b. Harise birbirleriyle münakaşa etmişlerdir.[1179] Cafer ise Zeyd ve İbn Revâha ile beraber aynı savaşta şehid edilmişlerdir. (Bu durumda Umretu'1-Kadâ nasıl olur da Mute vakasından sonra olur?) Hem böylesi birşey et-Tirmizî'ye nasıl kapalı kalabilir?[1180]
et-Tirmizî'nin bazı nüshalarında hem hadiste hern de et-Tirmizî'nin değerlendirmesinde Umretu'1-Kadâ yerine Mekke'nin fethi ifadesinin geçtiği belirtilmektedir.[1181] Bu durumda et-Tirmizî'nin naklettiği itiraz makul olmakta ve bu sefer de naklettiği hadisteki bilginin yanlışlığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü Mekke'nin fethi de Mute savaşı gibi 8/629 yılında meydana gelmiştir ancak bu savaş fetihten dört ay önce gerçekleşmiştir. Bu sebeple İbn Revâha'nın burada bulunması mümkün değildir. Nitekim hadisi, Mekke'nin fethi ifadesini görmüş olarak değerlendiren İbnu'l-Kayyım bunun imkan dahilinde olmadığını, Mute ile Mekke'nin fethi arasında dört ay olduğunu söyler.[1182]
Netice olarak, her iki durumda da İbn Revâha'nın zikredilmesi yerinde değildir. [1183]Bu yüzden olsa gerek, Ebû Zur'a, Ahmed b. Hanbel'in batıl diyerek bu rivayeti şiddetli bir şekilde reddettiğini söyler. [1184]
Modern tarih ilminin, tarihi vesikaları değerlendirirken İstifade ettiği ilim dallan arasında tarihe konu olan hareketlerin geçtiği mekanları tav-sîf eden coğrafya ilmi ile coğrafi mevkilerin tarihlerini inceleyen jeohis-tori (tarihî coğrafya) vardır.[1185] Coğrafya ilmi vasıtasıyla, anlatılan olayın geçtiği mahal, o günkü teknik imkanlar vasıtasıyla olayın orada yaşana-bilmesinin ne derece mümkün olduğu, arazi yapısı, nehirler, iklim vb. açılardan incelenip değerlendirilir ve rivayette sahih olmayan unsurlar varsa tesbit edilip ayıklanır. Jeohistori de coğrafyaya ayrıntılı bilgiler vererek yardımcı olur.
Bugün, tarihin istifade ettiği ilimlerden hadis alanında da yararlanma, bu tür bilgileri kullanma imkanına sahibiz. Çünkü hem tarihin hem de hadisin incelediği "vesika ve onun muhtevasının mevsûkiyeti" olduğundan, teferruatta ayrıntılar olsa bile, temel prensipler açısından benzerlikler iki ilmi birbirine son derece yaklaştırmaktadır. Bu ihtiyaç bugün için tarihin hadise ihtiyacından ziyade, hadisin tarihe ihtiyacı şeklindedir. Zira hadislerde uygulanan metin tenkidi prensipleri, bugün kullanılan modern metodlar karşısında ferdî ve dar kapsamlı gayretler olmaktan öteye geçmemektedir. Diğer alanlarda olduğu gibi sosyal bilimlerdeki donukluk, hadis ilminde de İslam tarihinde de yeni tekniklerin geliştirilmesini engellemiştir. Bugün dahi bu ihtiyacın bütün İslam dünyasında hissedildiğini söylemek zordur. Belki yer yer bunlara yabancı dahi kalınmaktadır. Böyle bir tavır sergilenmesinde, İslam dünyasındaki zihinsel durgunluk ile özellikle es-Sahîhayn başta olmak üzere hadis kitapları etrafında oluşturulan koruma çemberi[1186] yanında, selefin son sözü söylemiş olduğunu kabul etme düşüncesi de yatmaktadır. Bunları besleyen ise, hadisler elden gidiyor korkusudur.[1187] Aşağıda gelecek olan Cessâ-se hadisini savunanların İzahları bu korkuyu gösteren örneklerdendir.
Halbuki müminlerin dinleri namına savunamayacakları birşeyleri olmamalıdır. Sıkıntı çekilen bir husus varsa, bunun üzerinde öncelikle onların durması gerekir. Teslimiyetçi yaklaşımla bakmak yerine, bu dinin gerçek güzelliğinin ortaya çıkmasına nasıl katkıda bulunabilirim anlayışıyla yaklaşmak ve "anlayarak inanma" yolunu tercih etmek icap eder. Sorunları görmezlikten gelmek hiçbir zaman çözüm olmamıştır. Bu yapıldığı içindir ki, bu yolu deneyenlerin vardıkları neticeler diğerlerini ürkütmekte, hamasî duygularla berikileri suçlamaktadırlar. Yeni birşey söyleyenler skolastik düşünce atmosferi içerisinde "hâlif tu'raf suçlamasına muhatap olmaktadırlar. Oysa bugün geliştirilen metodları kullanmak, "yeni her metod bizimdir" anlayışına sahip olmak yanında, iki sebepden dolayı elzemdir:
a) Metin tenkidi hakkıyla yerine getirilmemi,, yapılan çalışmalar dar alanda ve bazı kimselerin gayretleriyle sınırlı kalmıştır. Çünkü sened sağlam olduktan sonra metni ne yapıp edip i'mâl edip, ihmâlden kurtarmak düşünülmüştür. Hadis şerhlerine bakıldığında bu durum çok açık biçimde görülür. Hadisleri İzah etmek için pekçok tevil birden zikredilmekte, o dönemlerdeki kainat bilgilerine dahi muvafık düşmeyen hadisler mecaza ve benzeri sanatlara hamledilmekte, rabbi neredeyse insan suretinde tecsîm eden nakiller de benzer yolla izah edilmeye çalışılmakta, aynı hadiseyi anlatan rivayetler aralarındaki ufak tefek farklılıklar sebebiyle değişik olaylar olarak kabul edilmekte, her bir rivayet ayrı olaylar olarak müstakilleştirilmektedir.[1188]
b) Bugünkü ilimlerin bizlere sağladığı verilerle hadisleri daha sağlıklı değerlendirme imkanına sahibiz. Aşağıda ele alacağımız Cessâse hadisinde görüleceği üzere, hadisenin anlatıldığı mahalli haritayı öne alarak inceleme imkanı olmadan, olayın yaşandığı muhiti göz önünde canlandırmak mümkün değildir. Böyie olunca da, -sened de sağlam olduğu için- tasdik etmekten başka çare kalmamaktaydı. Ancak bugün coğrafya bilgileriyle hadisenin geçtiğinin söylendiği alanı incelediğimizde, bazı şeylerin muhal olduğunu rahatça tesbit edebiliyoruz.
Her iki sebepten kaynaklanan boşluklar sebebiyle, sosyal bilimlerden istifade etmek suretiyle, hadis metinlerinin yeniden tedkik edilmesine gereksinim vardır. Bu amaçla sosyoloji, sosyal psikoloji, etnografya, folklor, filoloji, demografi, ve astronomiye varıncaya kadar bir dizi ilimlerden yararlanarak hadislerin söylendiği sosyal şartlar, halkın kainat tasavvuru, hadisenin geçtiği çevre, baskın kültür vb. hususlar göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bir anlamda sebeb-i vurûd ilminin gerçek anlamda yerini bulması demek olduğu gibi, hadislerin sıhhatinin de yeni zaviyelerden tedkik edilmesi demektir. Aşağıdaki gelen Müslim hadisi üzerindeki çalışma bunun küçük bir örneğidir: [1189]
Müslim 'in rivayetinde, Fâtıma bnt. Kays anlatıyor:
"...İddetim bitince Rasûlullah'ın münâdîsinin "haydin toplayan namaza" diye seslenen sesini işittim ve namaz için mescide çıktım. Rasû-lullah ile beraber namaz' kıldım. Erkeklerin arkasındaki kadınlar safın-daydım. Hz. Peygamber namazını bitirince gülerek minbere oturdu ve şöyle buyurdu: "Herkes namaz kıldığı yerde kalsın." Sonra sordu: "Sizi buraya niçin topladığımı biliyor musunuz?" Ashab: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dediler. Ardından şöyle buyurdu:"Vallahi sizi birşeye teşvik veya birşeyden korkutmak için toplamadım. Sizleri şu sebeple topladım: Temîm ed-Dârî[1190] hristiyandı. Geldi, bey'at edip müslüman oldu. Bana bir hadise anlattı. Anlattığı şey benim sizlere Mesih Deccâl'le ilgili anlattığıma muvafık düşmektedir. Bana şunu anlattı: Kendisi (Ye-men'in iki kabilesi olan[1191] Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişiyle beraber[1192] bir gemiye binmiş.[1193] Denizde bir ay dalgalarla boğuşmuş-iar. Daha sonra güneşin battığı yerde bir adaya varmışlar. Sandallara binerek adaya çıkmışlar. Onları kıllarının çokluğundan Önünü arkasını ayırt edemedikleri bir hayvan karşılamış. Ona "vah sana! Sen de kimsin?" demişler. O da "ben Cessâse'yim" demiş. Ona "Cessâse nedir?" diye sormuşlar. O da "ey topluluk! Manastırdaki şu adama gidin. Çünkü o sizin haberlerinizi çok merak ediyor" demiş. Temîm devamla dedi ki: (Bir hayvan konuşarak) bize bir adam İsmi verince, yaratığın şeytan olmasından korkarak yanından hemen ayrılıp manastıra girdik. Bir de baktık ki içeride şimdiye dek görmediğimiz büyüklükte ve sımsıkı bağlanmış bir insan. Elleri boynuna, dizleri de topuklarına demirle bağlanmış. Ona "vah sana! Sen de kimsin?" dedik. O da "siz benim haberimi almışsınızdır, esas siz bana kim olduğunuzu söyleyin" dedi. Onlar da şöyle dediler: "Biz Araplardan bir grup insanız. Bir gemiye bindik. Denizde kuvvetli dalgaya tutulduk. Dalgalar bir ay bizimle oynadı. Sonra da senin bu adana yanaştık ve geminin kayıklanna binerek adaya çıktık. Karşımıza her tarafı kılla kaplı, kıllarının çokluğundan önü arkası ayırd edilemeyen bir hayvan çıktı. Ona 'vah sana! Sen de kimsin?' dedik. O da 'ben Cessâse'yim' dedi. Ona 'Cessâse nedir?' diye sorduk. O da 'manastırdaki şu adama gidin. Çünkü o sizin haberlerinizi çok merak ediyor' dedi. Biz de hızlıca sana geldik. Çünkü ondan korktuk, şeytan olmadığından emin olamadık." {Bunun üzerine adam) "bana (Şam bölgesinde, Ürdün'e yakın bir köy olan) Beysan[1194] hurmalığından hat ber verin" deyince, "neyinden haber almak istiyorsun" diye sorduk] "Hurmasını soruyorum. Ürün veriyor mu?" dedi. Biz de "evet" cevabi verdik. O ise "ürün vermemesi yakındır. (Peki) Taberiye gölünden[1195] haber verin" dedi. "Neyinden haber almak istiyorsun" dedik. "İçinde su var mı?" diye sordu. Biz de "suyu çoktur" dedik. O ise "suyunun çekil4 mesi yakındır. (Peki bir de Şam bölgesinde bir köy olan) Zugar[1196] pınat nndan bana haber verin" dedi. "Neyinden haber almak istiyorsun" diye sorduk. "Pınarda su var mı? Sahipleri pınarın suyuyla ekin yetiştiriyorlar mı?" diye sordu, "Evet. Pınarın suyu çoktur. Sahipleri pınarın suyundan ekin yetiştiriyorlar" dedik. "Bana ümmîlerin peygamberinden haber verin. O ne yaptı?" dedi. Onlar da "Mekke'den Medine'ye hicret etti" dediler. "Araplar onunla harbettiler mi" diye sordu. "Evet" cevabını verdik. "Peki onlara ne yaptı" diye sordu. Biz de, etraftaki Arap kabilelerine galip geldiğini ve onların peygambere itaat ettiklerini haber verdik. O da "bu dediğiniz oldu mu" diye sordu. Biz "evet" cevabını verince şöyle dedi: "Ona itaat etmiş olmaları daha hayırlıdır. (Şimdi ben) size kendimden haber vereyim. Ben mesihim. Çıkış iznimin verilmesi yakındır. Çıkıp yeryüzünün her yerine kırk gecede ineceğim. Mekke ile| Taybe hariç. Çünkü buralara girmem bana haram kılındı. Her ne zaman bunlardan birisine girmek istesem, elinde çekili kılıç bir melek karJ sıma çıkacak ve beni girmekten alıkoyacaktır. O yere giden her yol üze-! rinde muhafız melekler vardır." ;
(Bu rivayeti nakleden) Fâtıma diyor ki: Rasûlullah asasıyla minbere! vurarak "İşte Taybe burasıdır! İşte Taybe burasıdır! İşte Taybe burası-' dır!" buyurdu. Bu sözüyle Medine'yi kastediyordu. (Rasûluliah sözüne devamla sordu:) Ben sizlere bunu söylemiş miydim?" İnsanlar da "evet" cevabını verdiler. (Rasûlullah da) "Temîm'in sözü hoşuma gitti çünkü benim sizlere ondan (DeccâTden) anlatadurduğuma ve Medine ile Mekke hakkında (bu ikisine giremeyeceğine dair) söylediklerime uymaktadır.! Dikkat ediniz! Deccâl Şam denizindedir yahut Yemen denizindedir. Ha-: yır, doğu tarafından çıkacaktır. Evet, doğu tarafından çıkacaktır. Evet,; doğu tarafından çıkacaktır" buyurdu ve eliyle doğu tarafını işaret etti.;[1197] (Bunu rivayet eden Fâtıma) şöyle dedi: "Ben bunu Rasûlullah'dan belle-! dim." [1198]
Bu rivayet sadece Fâtıma'dan gelmemektedir. İbn Hacer'in belirtti-; ğine göre garîb değildir: Ebû Hureyre, Âişe[1199] ve Câbir tarafından da; rivayet edilmektedir. Ahmed b. Hanbel hadisi uzun haliyle Ebû Hurey-re'den[1200] Ebû Dâvûd muhtasar olarak[1201], İbn Mâce eş-Şa'bî vasıtasıyla Fâtıma'dan bunun ardından yine eş-Şa'bfden[1202], Ebû Ya'lâ başka bir tarikle yine Ebû Hureyre'den rivayet etmiştir.[1203]
Hadisin pekçok hadis kitabında Fâtıma, Âişe, Ebû Hureyre ve Câbir tarafından naklediliyor olması sened yönüyle eleştirilecek yönünün olmadığını göstermektedir. [1204]
Günümüzde hadisi izah etmek, herhangi bir problem ihtiva etmediğini göstermek için çeşitli izahlar yapılmaktadır. Yaklaşımların genelde aynt olması sebebiyle getirilen yorumlan sahiplerine izafe ederek ver-. mek yerinde olacaktır:
1-Ebû Şehbe:
a) Coğrafya alimleri dünyanın her tarafını henüz keşfetmediler. Karalarda hâlâ insan ayağı değmedik yerler, Afrika gibi kıtalarda bilinmeyen bölgeler, birçok dağlarda tesbit edilememiş mağaralar mevcuttur. Denizlerdeki bilinmeyen yerler ise hayli hayli daha fazladır. Dünyanın dörtte üçünün deniz olduğu göz önüne alınırsa, Temîm'in gittiği adanın tesbit edilememiş olması makuldür. Bu adayı tesbit etsek bile, Allah'ın Temîm'e gösterdiği Deccâf'i bize de göstermesi gerekmez. Temîm onu gördükten sonra Allah'ın, takdir ettiği süreye kadar gözden kaybolması caizdir,
b) Hayvanın konuşmasında şaşılacak birşey yoktur. Çünkü papağanlar bugün insanların dediklerini tekrarlamaktadır. Beşeriyet bugün cansız şeyleri konuşturma safhasına gelmişken, Allah'ın hayvanları konuşturması hayli hayli makuldür.[1205]
2-el-Muallimî:
el-Muallimî, ayetlerde ve hadislerde geçtiği gibi, meleklerin bir hikmete binaen insan suretine girebildiklerini, Allah'ın yine bir hikmete binaen şeytanlara da bu yönde izin verebileceğini ve karşılarına çıktıkları insanlara bu şekilde görünebileceklerini söyler. Cessâse'nin şeytan olduğunu, bazılarının Deccâl'in de şeytan olduğunu söylediğini, bu durumda bir işkalin kalmadığını belirtir. Temîm'le arkadaşları Deccâl'i ve onun Cessâse'sini görmüşler, onlarla konuşmuşlar, daha sonra ise aslî suretlerine dönerek görünmez olmuşlardır. Eğer Deccal insan ise, bu durumda gördükleri şeytan suretinde Deccâl'dir. Çünkü Hz. Peygamber bir hadislerinde bu gece yaşayanlardan hiçbiri yüz sene sonra yeryüzünde kalmayacak, buyurmuştu.[1206]
3-Muhammed es-Seyyid Huseyn ez-Zehebî:
ez-Zehebî, ilahi mesajla desteklenen Hz. Peygamber'in, Temîm'in anlattığı yalan olsa onu tasdik etmeyeceğini, ashabını toplamayacağını, hadiste acaip hususlar nakledilse de kabul ve tasdike aykırı bir şey İçermediğini, akla ve dine ters bir durum arz etmediğini belirtir. Hadisin pekçok tarikle pekçok İmam tarafından rivayet edilmesinin kuvvetini ortaya koyduğunu söyler ve ayette de hayvanın insanlarla konuşması zikredilmektedir der: "O söz tepelerine indiğinde, yerden onlar için bir dâbbe/hayvan çıkarırız da onlara, insanların bizim ayetlerimize gereğince inanmadıklarını söyler."[1207]
4-Fethuİlah Gülen:
Fethullah Gülen'in hadise getirdiği yorumun boyutu farklıdır: "Hris-tiyanken müslüman olan Temîmü'd-Dârî'nin bilmediği bir adada gördüğü son derece kıllı bir yaratığı "Cessâse" ve mağarada kendisini Deccal olarak takdim eden bir insan azmanını anlatan hadîs-i şerifi "Temîmü'd-Dârî Hristiyandi; bunu Hristiyanhktan getirmiştir" veya "böyle birşey mümkün değildir" diye hemen inkar yoluna mı gitmek gerek? Bu hadîsi, en azından, bazılarının trans halinde gördükleri bazı şeyler kabilinden anlayamaz mı? Öyle anlayalım değil.[1208] Kaldı ki, Temîmü'd-Dârî'nİn bu hadiseyi, hangi mekân buudunda gördüğünü de bilmiyoruz." [1209]
Hadisi tenkit eden muasırların sayısı oldukça fazladır. Ancak biz bun-lann bir kısmını zikretmek suretiyle meramı ifade etmiş olacağımızı düşünüyoruz.
1-Reşîd Rıza:
Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, bu rivayet hakkında 4lk tenkidi getiren Reşîd Rtza'dır (1354/1935). Nitekim bu hususa temas eden Ebû Şeh-be, Reşîd Rıza'dan önce bu rivayet hakkında şüphe uyandıran olmadığını söyler.[1210]
2-Ahmed Emîn:
Ahmed Emîn (1374/1954) Temîm'in anlattığı Cessâse hadisinin, hristiyan kitaplarından aklında kalan bir kıssa olduğunu söyler.[1211]
3-Ebû Reyye:
Ebû Reyye (1390/1970), mesihiyyâtı İslam'a ilk sokan kimse olarak Temîm'i gösterir. Onun Cessâse, Deccâl, Şeytan, ölüm meleği, cennet-cehennem kıssalarını anlatıp durduğunu ve yeryüzünün bunlarla dolduğunu; bu icraatıyla Ka'bu'l-Ahbâr ile Vehb b. Munebbih gibi davrandığını söyler. Ebû Reyye onun İslam'a katıştırdığı hristiyan kültürüne örnek olarak da Cessâse hadisini verir.[1212]
4-Mevdûdî:
Mevdûdî (1399/1979), Deccâl ve etrafında dönüp duran, bağlı olduğu vb. hikayelerin Şeriatta hiçbir önemi olmayan efsaneler olduğunu söylemektedir. [1213]
5-Muhammet! el-Gazâlî:
Muasır el-Gazâlî (1416/1996) bu kıssayı dinleyen talebelerinden birisi ile arasında geçen diyalogu anlatır, ardından da hadisi kabul etmez: Talebe kendisine bu adaya bir gezi tertip etmeleri teklifinde bulunur. Adayı Temîm'den sonra gören olmadı mı diye sorar. el-Gazâlî sual karşısında susmayı tercih eder ve maharetle konuyu başka mecraya kaydırır. Yaşadığı bu olayı anlattıktan şunu söyler: Rum, Arap, Türk, Haçlı donanmaları hem Akdeniz'i hem de Kızıldeniz'i on asırdan fazladır dolaşmışlardır ancak, hiçbiri böyle bir ada görmemiştir. Ayrıca asrımızda kara ve denizlerdeki her karış yer biliniyor. Uydular vasıtasıyla okyanusların derinlikleri dahi bilinmekte. Öyleyse bu ada nerededir?"[1214]
6-Muhammed b. Abdilkerim el-Cezâirî:
el-Cezâirî bu rivayeti Deccâl, Mehdi, dünyanın ne zaman sona ere ceği, İsa'nın nüzûlu gibi hadislerle beraber [1215]hristiyanhktan İslam'a geç miş hurafeler olarak değerlendirir. [1216]
Yukarıda zikredilen düşüncelerin ne derece sağlıklı olduğunu değer lendirmeye geçmeden Önce, "bir hadisi en iyi anlamanın yolu bütün tat-riklerini toplamaktan geçer" düşüncesiyle, manayla rivayetin getirdiği problemlerin en mücessem örneklerinden olan bu rivayetin metnindeki ayrıntıları zikretmek gerekecektir: [1217]
Ufak tefek olanlarını saymasak bile hadisin tarikleri arasında oldukça büyük farklılıklar vardır: Kahir ekseriyeti eş-Şa'bî vasıtasıyla Fâtı-ma'dan gelen bir tek hadiste bu derece farklılık olması ilginç, ilginç olduğu kadar elimizdeki hadis metinlerinin Hz. Peygamber'in ifadelerine ne derece yakın olduğunu göstermesi açısından düşündürücüdür. Burada metnin uzunluğunun etkisini görmezlikten gelmemek te icap eder. Biz burada, konu başında zikrettiğimiz rivayete göre farklılık arz eden yönleri aktarmaya çalışacağız:
1-Rasûlullah'm bunu anlattığı vakit:
a) Bazı rivayetlerde, hadisin ravisi Fatıma, mescidde oturuyorken Rasûlullah'in minbere çıktığını söyler.[1218]Musîim'deki rivayette ise Ra-sûlullah'ın insanları mescide çağırdığı geçmektedir.
b) Bazı rivayetlerde Rasûlullah'ın bu konuşmayı öğlenin şiddetli sıcağında yaptığı geçmektedir.[1219]
c) Bir kısmında öğle vakti şiddetli sıcak zamanında gelip namaz kıldığı ve sonra bu konuşmayı yaptığı geçmektedir.[1220]
d) Bir kısmında öğle namazından sonra yaptığı zikredilmektedir.[1221]
e) Bir kısmında ise yatsıdan sonra yaptığı geçmektedir.[1222]
f) Bir kısmında yatsıdan sonra Rasûlullah'ın oturduğu, insanların uykuya daldığı, ondan sonra minbere çıkıp bunu anlattığı geçmektedir.[1223]
2-Olayı Yaşayanların Farklılığı:
a) Bazısında Temîm'in Filistin'li bir grupla beraber gemiye bindiğinden bahsedilmektedir.[1224]
b) Bazı rivayetlerde Temîm'in, bunu amcaoğlunun başından. geçen olay olarak anlattığı geçmektedir.[1225]
c) Bir kısım rivayetlerde Temîm'in bir adamdan bu hadiseyi aktardığı geçmektedir.[1226]
d) Bazısında Temîm'in olayı amcaoğullanndan naklettiği geçmektedir.[1227]
e) Bazısında Temîm'in amcaoğlu ve arkadaşlarından bunu aktardığı geçmektedir.[1228]
f) Bazısında Temîm'in kendi kavminden bir grup insandan naklettiği geçmektedir.[1229]
g) Bazısında Temîm'in Filistinli bir grubun başından geçen bir hadise olarak anlattığı geçmektedir.[1230]
h) Bazısında kimin anlattığından bahsedilmeksizin, Temîm'in bazı amcaoğullannın gemiye bindiklerinden bahsedilmektedir.[1231]
ı) Bazısında denizde yolculuk yapan bir grubun, yiyecekleri bitince önlerine çıkan bir adaya çıktıklarından bahsedilmektedir.[1232]
i) Bazısında Temîm, Lahm ve Cüzâm'dan bir grubun gemiye bindiklerini aktarmaktadır.[1233]
Tüm bu rivayetlerde olayı yaşayanlar olarak geçenler neticede Şam'ın Filistin bölgesinde yaşayan insanlardır ancak kimlikleri farklılık arz etmektedir.
3-Bazı rivayetlerde dalgalara tutulduklarında şarka mı garba mı gittiklerini bilmedikleri geçer.[1234]
4-Bazı rivayetlerde sandallara binerek değil de bir kısmının parçalanan geminin tahtalarına tutunarak sahile çıktıklarından bahsedilmektedir.[1235]
5-Cessâse ile ilgili bilgilerin farklılığı:
a) İsmi: Bazı rivayetlerde, kendilerini karşılayanın ismini Dessâse olarak söylediği geçmektedir.[1236] Bazısında ise adını "Cessâse ve Dessâse" diye vermektedir.[1237]
b) İnsan mı hayvan mı olduğu: Adaya çıkanların ilk olarak ne tür bir yaratıkla karşılaştıkları oldukça farklı anlatılmaktadır:
ba) Hayvan idi: Zikrettiğimiz üzere Müslim'de bunun hayvan olduğu geçmektedir.[1238] Bazı rivayetlerde ise ayrıntıya girerek dişi mi erkek mi olduğunu anlayamadıkları bir hayvandan bahsedilmektedir.[1239]
bb) Kadın İdi: Bazı rivayetlerde karşılaştıkları ilk yaratığın kadın olduğu geçmektedir.[1240] Ancak kadının vasfı da farklılık arz etmektedir. Bir kısmında müennes ism-i tafdil sigasıyla ed-dehmâ (simsiyah kadın) diye geçerken[1241], bazısında pejmürde simsiyah kadın ifadesi vardır.[1242] Bir kısmında yaşlılıktan çökmüş, öne doğru mu yoksa geri geri mi geldiği belli olmayan yaşlı bir kadın diye anlatılmaktadır.[1243]
be) Cinsiyetini anlayamadıkları bir insan idi: Bazısında kadın mı erkek mi olduğunu anlayamadıkları bîr İnsanın karşılarına çıktığından bahsedilmektedir.[1244]
bd) Birşey idi: Bazısında kıllarının her tarafını kapladığı birşey (yara-tık=mahluk) diye bahsedilmektedir.[1245]
6-DeccâI ile İlgili bilgilerin farklılığı:
a) Müslim'de değinilmezken, bir kısmında çok Önemli bir vasıf olan tek gözünün kör olduğu geçmekte[1246], bir kısmında hangisinin kör olduğu belirtilerek sağ göz denilmektedir.[1247] Bazısında ise adamın âmâ; olduğundan bahsedilmektedir.[1248]
b) Bazı rivayetlerde Deccâl'in bulunduğu yer manastır değil de saray olarak geçmektedir.[1249]
c) Müslim'deki rivayette Deccâl'in sımsıkı bağlanmış olduğundan bahsedilmektedir. Ancak bu durum bazı rivayetlerde değişik anlatılır:
ca) Bazısında sarayda zincirlerle bağlı bulunan Deccâl'in yanına gir-j diklerinde yerle gök arasında zıpladığından bahsedilmektedir.[1250]
cb) Bazısında cevaplan aldıktan sonra derin soluk alıp dağa sıçrayıp! çıktığı sonra da gerisin geri düştüğünden bahsedilir.[1251]
cc) Bazısında son derece hızlı zıpladığından ve neredeyse bağındari kurtulacağını zannettik ibaresi geçmektedir.[1252]
ce) Bazısında sadece derin soluk aldığından, göğüs geçirdiğinden bahsedilmektedir.[1253]
cf) Bazısında bir direğe bağlı olduğundan bahsedilmekte, zıplamadan söz edilmemektedir.[1254]
7) Deccâi'in sorduğu şeyler farklılık arz etmektedir:
a) Bazısında diğerlerinde olmayan birşeyi, Farslılarla. Rumların arasını sormaktadır.[1255]
b) Bazı rivayetlerde Beysan hurmalığını değil "Amman[1256] ile Bey-san arasındaki hurmalığı"[1257], bazısında "Ürdün ile Filistin arasındaki Beysan hurmalığını"[1258], bazısında ise "Erîhya veyahutta Erîha"[1259] hurmalığını[1260], bazısında da Ürdün ile Filistin arasındaki hurmalığı sorduğu geçmektedir.[1261]
8-Deccâl'in bulunduğu yer, rivayetler arası farklılık arz etmektedir:
a) Bazı rivayetlerde Rasûlullah'ın Deccâi'in yerinin doğu İle batı arasında, doğuya daha yakın yerde olduğunu söylediği geçmektedir.[1262]
b) Bazı rivayetlerde Deccâi'in Fars denizinde olduğunu, daha sonra ise Rum denizinde olduğunu söylediği geçmektedir.[1263]
c) Bazı rivayetlerde Yemen denizi yerine Irak denizi geçmektedir.[1264]
d) Bazı rivayetlerde Rasûlullah'ın Deccâi'in Şam denizinde olduğunu söyledikten sonra bir müddet bayıldığı geçmektedir.[1265] Bazı rivayetlerde ise iki kere bayıldığı geçmektedir.[1266]
9-Bazı rivayetlerde Deccal önderliğinde yetmiş bin kişinin, üzerlerinde yeşil şal olduğu halde (İsfehan'dan) yürüyeceği zikredilmektedir.[1267] Bazı rivayetlerde Deccâi'in çıkacağı yer nokta olarak ta belirtilir ve İsfe-han'ın Restekbâz köyü denir.[1268]
10-Bazı rivayetlerde Deccâi'in bir elinde sudan, diğer elinde de ateşten birer nehir bulunacağı, bunu kim görür ve kendisine "su nehrine gir" denirse ona girmemesi çünkü bunun hakikatte ateş nehri olduğu, "ateş nehrine gir" denenin ise buna girmesi çünkü bunun aslında su nehri olduğu belirtilmektedir.[1269]
11-Bazı rivayetlerde Deccâi'in giremeyeceği yer sadece Medine olarak gösterilmektedir.[1270]
12-Bazı rivayetlerde Fâtıma, Rasûlullah'ın Taybe ile Mekke ve Mer dine'yi kasdettiğini söylemektedir.[1271]
Görüldüğü gibi, hadisin varyantlarında başta hadiseyi yaşayanın kimliği olmak üzere, ayrıntıları son derece farklılık arz etmektedir. Rivayetler karşısında olayı şöyle özetlemek gerekecektir: Birileri deniz yolculuğuna çıkmış, bir aylık yolculuktan sonra bir adaya varmış, ilk önce karşılarına bir yaratık, daha sonra da Deccâl çıkmış. Ancak, her halükârda nakleden Temîm'dir ve deniz yolculuğu sonunda iki varlıkla karşılaşılması söz konusudur. [1272]
Bütün rivayetleri tek tek ele almak yerine, gereğinde onlara müracaat etmek suretiyle Müslim hadisini esas aldığımızda, muhtevasında zikredilen bazı hususların tedkîk edilmesi gerekmektedir.
1-Olayı anlatan Temîm:
Temîm ed-Dârî daha önceleri hristiyan rahip idi. İslam'a hicri 9 yılında girdi. Kaynakların verdiği bilgiye göre bundan sonraki hayatı da ibadetle geçti. Ancak kendisi kıssacılardan birisiydi.[1273] Muhtemelen insanlara latîf ve ibadete döndürücü şeyler anlatıyordu. Hristiyanlıkta da Deccâl inancı vardır.[1274] Temîm'in eski hristiyan olmasını onun kıssacı-iık tarafıyla biraraya getirdiğimizde bunun anlattığı hikayelerden birisi olma ihtimali vardır.
a) Bunu Hz. Peygamber'e anlatmasını şu şekilde izah edebiliriz: Anlattığı hadise kendi başından geçen bir olay değildir. Rivayetlerin bir kısmında da görüleceği üzere hadise amcaoğullannın veya başkalarının başından geçmiş olarak da nakledilmektedir. Bu durumda hikayeyi duyan Temîm'in buna İnandığı, hristiyanhktaki Deccâl anlayışına muvafık görerek bağdaştırdığı {çünkü rivayetlerin bir kısmında Deccâl manastırdadır), müslüman olunca İslam'da da mesih, Deccâl inançlarının olduğunu görünce Hz. Peygamber'e aktardığı düşünülebilir. Zaten Hz. Peygamber ondan bunu aktarırken Temîm'in hristiyanken müslüman olup be-yat ettiğini ve bu hadiseyi anlattığını belirtmektedir.
Bir sahabinin hem de yeni müslüman olmuşken, inancının en sıcak anını yaşarken, daha ilk başta İslam'a yalanla girmesini düşünmek uzak ihtimaldir. Bu sebeple anlatılanı başkalanndan duyduğu bir nakil olarak düşünmek durumundayız. O dönem İnsanının bu tip asılsız nakillere inanmalannı yadırgamamak gerekir. Çünkü mitolojiler, kabul gördükleri ortamı bulduklarından dolayı ortaya çıkmışlardır.
Hz. Peygamber'in böyle bir hikayeyi tasdik etmesine gelince: Temîm bunu ikinci elden Hz. Peygamber'e aktarmıştır diye kabul edecek olursak, bu durumda böyle bir habere Hz. Peygamber'in inanması doğru olur mu, ismet sıfatını zedeler mi, haberi doğru kılar mı soruları akıllara gelmektedir.
Hz. Peygamber'in kendisine aktarılan yalan haberi tasdik edip aktarmasının ismet sıfatına zarar vermeyeceği, böyle bir haberi tasdik etmesinin o haberin doğruluğunu göstermeyeceği düşünülebilir. Çünkü ismet sıfatı tebliğ hususunda tüm şaibelerden, Hak'dan aldığını tam nakletme-mekten berî olmak ve nübüvvetten sonra bilerek günah işlemekten vareste olmak diye icmâ edilmiş bir meziyyettir. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in bu haberi nakletmesinin onun ismet sıfatına zarar vermeyeceği kabul edilebilir. Nitekim aynı Peygamber, huzurunda İbnu's-Sayyâd'ın Deccâl olduğuna yemin eden Hz. Ömer'e sesini çıkarmamıştır.[1275] Aynı şekilde Tebuk gazvesinde ve başka yerlerde olduğu gibi münafıkların kendisine haber verdiği iftiralara inanmaktaydı[1276], ta kî Allah Teâlâ kendisine haber verene kadar. Aynı şekilde içtiği bal sebebiyle kendisinden meğâfîr kokusu geldiğini söyleyen hanımlarına kanmıştır. Daha sonra Allah Teâlâ et-Tahrîm sûresinde gerçeğin böyle olmadığını haber vermiştir.[1277] İfk hadisesinde de, Hz. Âişe'nin masumiyeti ininceye dek içi daralmıştır.[1278] Tebuk savaşından geri kalmak isteyen münafıkların özürlerini kabul etmesini Allah Teâlâ'mn kınaması ve bu kınamayı dayandırdığı nokta da bu gerçeği ortaya koymaktadır: "Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalan söyleyenleri bilmezden Önce niçin onlara izin verdin?"[1279]
Bu durumda RasûluIIah bilerek yalan söylemekten masumdur, başkasının aktardığına inanarak nakletmekten masum değildir diyebiliriz. Nitekim hurmaları aşılama meselesinde de şöyle buyurmuştu: "Ben bir zanda bulundum. Zan sebebiyle beni kınamayın. Fakat sizlere Allah'tan birşey aktardığım zaman onu alın, çünkü ben Allah adına yalan konuşmam."[1280] "Ben bir beşerim. Sizlere dininizle ilgili bir husus emrettiğim zaman onu alın. Kendi görüşümle birşey söylersem ben de beşerim."[1281]
Bütün bu misallerde, Hz. Peygamber'in kusur ve yanılgısı mutlaka Rab veya ashabı tarafından düzeltilmekteydi. Çünkü Hz. Peygamber'in başkasının dilinden aktarmış da olsa, geriye düzeltilecek hatalar bırakması onun pekçok uygulamasını ve ifadelerini tartışılır hale getireceğinden bunu ihtimal dışı tutuyoruz. Böyle bir ihtimal, uygulamalarının bir kısmını başkalarının direktifiyle yapmıştır, bağlayıcılığı yoktur gibi bir anlayışa yol açar. Cessase hadisinde ise, kıssanın anlatılmasından sonra, anlatılanın aslının olmadığının beyan edildiğinden, bu yönde ilâhî bir işaret geldiğinden bahsedilmemektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber yalanı aktardığıyla kalmaktadır. Bu yüzden de, Temîm bunu başkalarından duyarak Hz. Peygamber'e aktarmıştır şeklindeki gayretlerimiz dayanaksız kalmaktadır. Bu ise rivayetin güvenilirliğini zedelemektedir.
b) Mesih, Deccâl, Mehdi anlayışlarının İslam'a sonradan katıldığı kabul edilecek olursa, bu inancın İslam'a katıldığı dönemler Hz. Osman'ın katlinden sonraki süreç olması muhtemeldir. (35/655). Çünkü bu dönemde halife katledilmiş, fitne alevlenmiş, insanlar kamplara ayrılmış, adeta "bu işi sadece o çözer" diye inanılan bir kurtarıcıdan medet umulur olmuştur. Temîm'in Hz. Ali'nin hilafeti zamanında h. 40'da vefat ettiği, Hz. Osman'ın katlinden sonra küserek Medine'yi terk edip Şam'a gittiği[1282] düşünülecek olursa, onun ve diğer muhtedî hristiyanlarm bu inancın İslam'a katılmasında katkısı olduğu düşünülebilir. Anlattıkları daha sonra Hz. Peygamber'e mal edilmiştir diyebiliriz. Zaten İsrâliyâtı İslam'a en çok katan iki zattan biri olarak o gösterilir.[1283] Bu ihtimal, rivayetin Hz. Peygamberle bağlantısı olmadığını göstermektedir.
2-Muhtevanın tenkidi:
a) Deccâl'in yakında çıkacak olması: Deccâl yakında çıkacağım haber vermektedir. Hicri onbeşinci asırda bulunmamıza rağmen böyle birşey vuku bulmamıştır. Ayet ve hadislerde kıyametin yakınlığından bahsedilmektedir, bu da aynı çerçevede düşünülmelidir denecek olursai Deccâl'in ifadelerinde neredeyse çıktı çıkacak anlamı vardır ve bunla] tevil edilmeyecek kadar açıktır.
b) Hadiste Şam Araplarından olan Temîm ve arkadaşlarının denize açıldıkları anlatılmaktadır. Denize açılan Temîm'in kendisi olmasa bilej coğrafi olarak buna uygun olan tek yer Akdeniz'dir. Çünkü Şam bölge4 sinin açıldığı tek deniz Akdeniz'dir. Ayrıca hadiste güneşin battığı yerde bir adaya çıktıklarından bahsedilmektedir. Bu ise istikameti batı yapmaktadır. Oysa Rasûlullah Temîm'in kıssasını anlatmasının ardından, nereden çıkacağı hususunda kendisi de tereddütler geçirmiş, en son olarak doğudan çıkacağını belirtmiştir. Halbuki "Temîm'in anlattıkları benim söylediklerime uyuyor" buyuran Hz. Peygamber'in, Temîm'in kıssasını tasdik ederek anlatması, ardından kıssaya muhalif bir yön belirtmesi tenakuz olarak gözükmektedir.
Hz. Peygamber'in "Deccâl Şam denizindedir yahut Yemen denizim dedir. Hayır, doğu tarafından çıkacaktır. Evet, doğu tarafından çıkacak^ tır. Evet, doğu tarafından çıkacaktır" şeklinde kuşkulu ifadeler kullanması "Deccâl'in kim olduğu hususunda kendisine vahiy gelmemesi, sadece Deccâl'in sıfatlarının vahyedildiği" anlamına gelebilir.[1284] Bu sebeple Rasûlullah'ın tereddüt geçirmiş olması makul gözükebilir ancak Temîm'i tasdik ettikten sonra farklı şeyler söylemesi çelişkidir. Tüm bunların yanında hadis, Deccâl'in nereden çıkacağını beyan eden diğer rivayetler^ le çelişmektedir.[1285]
c) Hadisteki ada: Zikri geçen ada büyük bir problemdir. Temîm'in anlattıklarından ve Rasûlullah'ın Şam Denizi'nde (Akdeniz'dedir demesinden, adanın ya Akdeniz'de veyahutta Rasûiullah'ın tereddüt edip Yemen denizinde {Kızıldeniz)dir demesinden bunun Kızıldeniz'İn Yemen kıyılarında olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki bugün teknik imkanlar ile buraların su derinlikleri ve muhtevaları tamamen tesbit edilmiş, asırlardır denizcilerin yol güzergahları olan bölgede bugüne kadar ne böyle bir ada, ne de böyle bir adadaki manastırda bağlı acaip bir yaratık müşahede edilmiştir. Bugün dahi Kızıldeniz, açılan Süveyş Kanah'indan sonra önemli bir deniz yoludur. (Bu bölgede adalar olmakla beraber) böyle bir adanın varlığından hiç bahsedilmemektedir.
et-Taberânî'deki bir rivayette, Temîm'in Yemen'in Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişiyle birlikte gemiyle yolculuk yaptıkları ve bir ay dalgalarla boğuştuktan sonra, güneşin battığı yerde bir adaya vardıkları zikredilmektedir. Rivayetin sonunda, Rasûlullah Deccâl'in Şam denizinden değil de Şam tarafından çıkacağını, sonra Yemen'den, ardından da Irak tarafından çıkacağını haber vermektedir.[1286]
et-Taberânî de dahil olmak üzere, Şam denizinden bahseden diğer rivayetlerde tashîf olduğunu, esasında Rasûlullah'ın Şam yönünden bahsettiğini kabul ettiğimizde, yolculuğun yapıldığı denizin Akdeniz olma ihtimali zayıflamaktadır. Temîm'in yolculuk yaptığı kimselerin Yemenli olması hasebiyle geriye sadece Yemen denizi yani Kızıfdeniz ihtimali kalmaktadır. Durum böyle olsa bile, böylesine bir ada bu bölgede bulunmadığından, rivayetin sıhhati bu açıdan da teyid edilememektedir. Ayrıca Kızıldeniz, bir ay dalgalarla boğuşulup daha sonra güneşin battığı yerde bir adaya çıkılacak genişliğe sahip değildir. Çünkü en geniş yep ri, Eritre'de Massaua enleminde 320 km.dir.[1287] Geriye bunların sürü»-lendikten sonra Aden körfezine oradan da Hint Okyanusu'na veya Um|-man Denİzi'ne kayıp gittikleri ve burada bir adaya düştükleri ihtimali kalır ki bu da uzaktır.[1288] Çünkü Deccâl'i dini motiflerin dönüp dolaştığı bölgeden uzaklaştırmaktadır.
d) Müslim'de geçen Deccâl'in kendisine tabi olacak yetmiş bin İsfe-hanlı yahudiyle beraber çıkacağı[1289] rivayetiyle yine Müslim'in rivayet ettiği Cessase hadisinin aralarını bulmak mümkün değildir. Çünkü Temîm'in anlattığı kıssada geçen varlığın bağlarının çözüldüğü, bunun ardından İsfehan'a veyahutta doğuda başka bir yere gittiği yorumu tatminkar değildir. Hemen zuhur etmesi ve İsfahan'a veya başka bir yere gitmemesi gerekirdi. Zira, hadiste geçtiğine göre, Deccâl yakında çıkacağını ve hadisteki "fe esîru" kelimesindeki fâ-i takibiyyeden anlaşıldığı üzere, hemen ardından kırk gecede Mekke ve Medine hariç her yere ineceğini söylemektedir. Bu ifadeler, zincirlerinin yakında çözüleceğini ve hemen harekete geçeceğini göstermektedir. Böyle birşey ise, onun zikrettiği (Taberiye gölünün suyunun çekilmesinin yakın olduğu gibi) alametlerin zuhuruna yakın bir zamanda gerçekleşecektir.[1290] Bu durumda, hemen zuhur etmek yerine, İsfehan'a gitmesi ve 1400 küsur yıldır orada durmasının izah edilecek yönü yoktur. Ayrıca Temîm bu hadiseyi müslüman olmasından önce yaşanmış bir olay olarak anlatmaktadır. Hâlâ çıkmaması hadisteki ifadelere ters düşmektedir.[1291] Ayrıca bugün İran kenti olan İsfehan'da yetmişbin yahudiyi bulmak mümkün değildir.
e) Hadiste bu adadan nasıl kurtulduklarının geçmemesi merak-ı muciptir.
3-Böylesİne önemli bir hadisi el-Buhârî'nin rivayet etmemiş olması düşündürücüdür. Rasûlullah zamanında hem İbnu's-Sayyâd'ın hem :de Cessâse kıssasındaki zatın Deccâl olarak gözükmesi iki Deccâl varmış izlenimini uyandırdığından (ve bunların arasını bulmanın zorluğundan) olacak, el-Buhârî Cessâse hadisini almamıştır. İbn Hacer (852/1448) bu hususta şöyle demektedir: "Bu meseledeki durum çok karışık olduğundan el-Buhârî (Deccâl'in kim olduğunda) tercihte bulunmuş sadece Câbir'in Hz. Ömer'den naklettiği İbnu's-Sayyâd hadisini[1292] rivayet etmiş, Fâtıma bnt. Kays'ın Temîm kıssasını rivayet etmemiştir."[1293]
İbn Hacer ise iki tane Deccâl olmasının arasını (konumuzun başında zikrettiğimiz müstaküleştirme/mükerrerleştirme gayretiyle) her bî Deccâl'i ayrı konumlara oturtmakta bulur ve şöyle söyler: "Temîm'i| hadisinde geçenle İbnu's-Sayyâd'ın Deccâl olduğuna dair hadisin arasf nı bulmanın en uygun yolu şudur: Temîm'in gözleriyle gördüğü bağlı ye ratık gerçek Deccâl'dir. İbnu,'s-Sayyâd ise İsfehan'a gidene kadarki stj re zarfında Deccâl suretinde ortaya çıkmış bir şeytandır. İsfehan'a git tikten sonra Allah'ın çıkmasını takdir ettiği süreye kadar (Temîm'in zil-rettiği) diğer Deccâl'Ie beraber İsfehan'da saklanacaktır."[1294]
Aliyyu'I-Kâri'nin yaklaşımı ise daha ilginçtir. İbnu's-Sayyâd hadisiyle Temîm hadisinin çelişmediğini söyler: Deccâl'in farklı bedenleri olabileceğini, zahiren his aleminde bulunduğunu, durumlara göre şekil değiştirdiğini; batınî açıdan ise misal alemindeki zincir ve halatlarla bağlı olduğunu belirtir.[1295]
4-Mus/j'm'in ravisi Fatıma, Hz. Peygamber'in kendisine nafaka ve sükna yönünde hüküm vermediğini söylediği halde Hz. Ömer'in doğru belleyip bellemediğinden şüphe ettiği kadındır: Bu hanım Ebû Amr b. Hafs tarafından üç talakla boşandığında Rasûlullah'ın kendisi için ne ev ne de nafaka yönünde hüküm verdiğini söyleyince, Hz. Ömer bunu kabul etmemiş ve şöyle demiştir: "Ezberledi mi unuttu mu belli olmayan bir kadın sebebiyle Allah'ın kitabını ve peygamberimizin sünnetini terk etmeyiz. Ona mesken de vardır, nafaka da. Nitekim Allah {c.c) şöyle buyurmaktadır: "Apaçık bir hayasızlık yapmaları müstesna, onları (boşandıkları) evlerinden çıkarmayın, (iddetleri bitinceye kadar) kendileri de çıkmasınfar."[1296] Fatıma'nın duyduklarını kanştırabilen biri olduğu ihtimalinden söz edebilir ve tesbit edemediğimiz bir yanılgıdan dolayı onun duyduğu bu kıssayı Hz. Peygamber'le irtibatlandırdığıni düşünebiliriz. Veyahutta daha sonra Fatıma'nın adı kullanılarak bu kıssanın Hz. Peygamber'le irtibatlandırıldığı ihtimalinden bahsedebiliriz.
5-Fâtıma'nın söylediğine göre, kendisi erkeklerin safının arkasında bulunarak Rasûluliah'ı dinlemiş. Bunun manası camide oldukça erkek toplandığıdır. Zaten RasûluIİah'ın herkesi camiye çağırtması önemli bir kalabalığın camiye toplandığını göstermektedir. Rasûlülah bu derece önem vermesine rağmen böylesi bir haberin ahad seviyesinde kalması, hadis hakkında tereddüt doğuran hususlardan birisidir. [1297]
Rivayette anlatılanın uzunluğundan da kaynaklanan sebeplerden dolayı, tarikler arasında oldukça farklılıklar vardır. Hadisenin kimin başından geçtiğini kesin olarak söylemek mümkün değildir. Aynca Hz. Pey-gamber'in uydurma olduğu belli olan bir hikayeyi kendisine delil olarak kullanması, İnsanların beyinlerine Deccâl'le ilgili asılsız bilgileri yerleştirmesi nübüvvetle bağdaşmamaktadır. Çünkü Hz. Peygamber'ip böyle bir yönlendirmesi itikadın bir parçası haline gelecek, Deccâl zi^ri geçen taraflardan beklenecek, çıktı çıkacak anlayışına sarınılacak demektir. Bu inanış ise insanların dünyadan kopuşlarına, Deccâl'le Mehdi'yi beklemeye koyulmalarına sebebiyet verecekti! Temîm'in anlattığı, başka bir buudda yaşanan bir olay olsa da, Hz. Peygamber'in gerek rüya kabilinden gerekse başka türden olsun, insanların bu tür şeylerini benimseyip nakletmesi makul gözükmemektedir. Ayrıca muhtevası onu başka bir boyuta .taşımayacak kadar açıktır. Gemiye binilmekte, bir aylık yolculuktan sonra bir adaya çıkılmakta, İki ilginç varlıkla karşılaşılmaktadır.
Muhteva olarak ta bunun kabul edilebilir yönü yoktur. Hadisenin anlatıldığı "coğrafi bölgenin rivayeti tekzibi, böyle bir adanın mevcut olmaması, çıkması çok yakın olan Deccâl'in hâlâ görünmemesi sıhhatini olumsuz etkileyen faktörlerdir. Dolayısıyla bizler bu rivayetin en iyi ihtimalle Temim'in hristiyanken dinlediği bir hikaye olduğunu, [1298]Hz. Osmanm sehadetinden sonra ortamın kanşüğ, ve bi^rtancm,n beklendiği atmosferde bunu anlattığım, bilahere bunun Rasulullah ile ırtıbat ihtimaller çokluğuna rağmen tatminkar olmasa da, gerçek olan bir hususTardîr O da bu rivayetin Rasulullah ile irtibat, olmayan Isrâ.h bir habRLa^UçdoUk'k.ymetli bir menkıbe"[1299]'olarak kabul edilerek, bu bölümün başında bahsetmiş olduğumuz korku sebebiyle böylesi hadislere enkidçi yaklaşanlar, akh devreye sokanlar, müsteşnktenn tafcpç.sı olarak suçlansa bfle»», sadece bu rivayet dahi Müslim dolayıs.yla es-Sa-hîhayn üzerindeki sıhhat icmâını kaldırır mahiyettedir. [1300]
Sihir (büyü) öteden beri insanların merak saldıkları, bir kısmının üzerinde çalıştığı bir alandır. Kur'ân dahi sihri bir vakıa olarak kabul eder ve iki meleğin insanlara sihri öğretmek için yeryüzüne indirildiklerinden bahseder.[1301] Tartışmalı olan ise, sihrin bir illüzyondan mı ibaret olduğu yoksa insanlar üzerinde tesirinin söz konusu olup olmadığıdır. Cumhur tesiri olduğunu kabul etmiş, Mu'tezile ve bazı ehl-i sünnet alimleri kabul etmemişlerdir.[1302]
Bu bağlamda, Hz. Peygamber'e sihir yapılıp yapılmadığı da aynı tartışma içerisinde yerini almaktadır. Mutezile alimleri başta olmak üzere bir kısım alimler ilgili hadisi kabul etmeyip Kur'ân'a muhalif bulurlar. Bir kısım alimler ise -rivayetler arasında farklılıklar olsa bile- genel muhtevası itibarıyla bunu kabul ederler. Bizler burada sihrin hakikatini tartışmayacağız. Cumhurun kabul ettiği gibi, sihrin hakikatinin olduğunu varsayarak[1303], Hz. Peygamber'e böyle birşeyin yapılabilmesinin kabul edilebilirliğini ele alacağız. Bu amaçla ilk olarak hadisin bir tarikini zikredip ardından rivayetler arasındaki temel farklılıklara temas edeceğiz ve değerlendirmelerde bulunacağız. Bunun peşinden de Hz. Peygamber'e sihir yapılmasını kabul etmeyenler ile edenlerin delillerini' sıraladıktan sonra kanaatimizi sunacağız. [1304]
Hz. Âişg rivayet ediyor: "Hz. Peygamber'e sihir yapıldı. Birşeyi yapmadığı halde yapıyorum zannediyordu. Nihayet birgün yammdayken, Allah Teâlâ'ya epeyce dua etti. Sonra şöyle buyurdu: "Fark ettin mi ey Âişe! Niyaz ettiğim hususta Allah Teâlâ bana cevap verdi." Ben "nedir o cevap yâ Rasûlallah" dedim. Şöyle buyurdu: "Bana iki kişi geldi[1305], birisi başımın yanında, diğeri de ayak ucumda oturdu. Sonra biri diğerine dedi ki: "Bu zatın rahatsızlığı nedir?" Öteki "sinirlenmiş" dedi. "Kim sihir yapmış" diye sordu. Diğeri "Benû Zurayk'Ii yahudi Lebîd b. el-A'sam yapmış" dedi. Öteki "neye yapmış" diye sordu. O da "tarağa, taranırken dökülmüş saç döküntüsüne ve erkek hurma kapçığı içine" dedi. "Nerededir o" diye sordu. Diğeri "Zû Ervân kuyusundadır" dedi.
Ravi diyor ki: Bunun üzerine Rasûlullah ashabından birkaç kişiyle beraber bu kuyuya gitti. Kuyunun üzerinde bir hurma ağacı bulunduğunu gördü. Sonra döndü ve Hz. Aişe'ye şöyle dedi: "Vallahi! Suyu kınalanmış su gibi, (üzerindeki ağacın) hurmaları da şeytanların başları gibi idi." (Hz. Âişe diyor ki): "Yâ Rasûlallah! Onu çıkardın mı" diye sordum. "Hayır! Allah bana afiyet ihsan etmiş ve şifa vermiştir. Ondan (çıkarılmasından ve böylece meselenin aralarında yayılmasından, bunu konuşup durmalarından ve öğrenmek istemeleri sebebiyle[1306] İnsanlara bir şer bulaştırmaktan korktum."[1307] Rasûlullah emir verdi ve kuyu kapatıldı. [1308]
Bir hadisi hakkıyla değerlendirebilmek, anlatılanı netleştirebilmek için tariklerini toplamak gerekir. Çünkü çoğu kez problemin çözümü ayrıntılarda yatmaktadır. Bu düşüncelerle elimizdeki hadise baktığımızda, sihrin yapıldığı hususunda muvafakat sağlanmakla beraber hadisenin teferruatında -manayla rivayetin tabiî neticelerinden olarak- oldukça farklılıklar olduğunu görüyoruz. Bariz farklılıklar şunlardır: [1309]
a) Rivayetlerin bir kısmında kuyuya bizzat Rasûlullah'ın (ashabıyla birlikte) gittiği geçmektedir. Misal: Yukarıya almış olduğumuz varyantta şöyle geçmektedir: "Bunun üzerine Rasûlullah ashabından birkaç kişiyle beraber bu kuyuya gitti."[1310]
b) Hz. Ali'yi gönderdiğine dair rivayetler: Misal: "Cibril Rasûlullah'a geldi ve şöyle dedi: "Yahudilerden filanca sana sihir yaptı ve seni büyülemek için düğümler attı." Bunun üzerine Rasûlullah onu aldırmak için Hz. Ali'yi gönderdi."[1311]
c) Kimi gönderdiğini belirtmeden sadece başkalarını gönderdiğinden bahseden rivayetler: Misal: "Sonra Allah ona yahudilerin yaptığı şeyi bildirdi. O da kuyuya adam gönderdi ve içinde sihir yapılmış[1312] bulunan düğümler çıkarıldı." [1313]
Müracaat edebildiğimiz kaynaklarda, Hz. Peygamber'in başkasını gönderdiğinin geçtiği hadislerde, kendisi gitmediği için kuyunun suyu ve diğer hususlarıyla ilgili tasvirlerin yapılmadığını görüyoruz. Özellikle ei-Buhârî ve Müslim'in de içinde bulunduğu zevatın Rasûlullah'ın bi zâtihi gittiğini aktarması ve ilave bilgi ihtiva etmesi, bizzat onun dilinden kuyunun tasvirini aktarması bu rivayetlere tercih ağırlığı kazandırmaktadır.
îbn Hacer (852/1448) kuyuya kimin gittiğiyle ilgili olarak -şarihler-ce çözüm anahtarı olarak yapışılan mükerrerleştirme yoluna müracaatla- şöyle demektedir: "Bazı rivayetler kuyuya gidenlerin hepsinin veya bir kısmının adını zikretmemiştir. Çeşitli adlar veren rivayetler kuyuya gidenlerin isimlerini açıklamaktadır diye düşünülebilir. Keza Rasûlullah'ın ilk önce onları gönderip ardından da kendisinin giderek bizzat kuyuya geldiği şeklinde yorumlanabilir."[1314] Bu izah bizlere makul gelmemektedir. Çünkü mesele onun dediği gibi olmuş olsa, başkasını gönderdiğinin geçtiği rivayetlerde muskanın o insanlarca alındığı geçmekte, kendisinin gittiğinin anlatıldığı bir kısım rivayetlerde ise emredip huzurunda çıkarttırdığı geçmektedir. Bu durumda kuyuda iki muska olduğunu, her gidişte ayrı bir muskanın çıkarıldığını söylemek zorunda kalırız. Bu ise uygun olmaz. [1315]
Kuyuya kimin gittiğinde farklılıklar olması yanında, muskanın ne yapıldığında da aynı durum söz konusudur:
a) Muskanın kuyudan çıkarıldığını zikreden rivayetler: Misal: "Hz. Peygamber kuyuya geldi ve onu çıkardı."[1316] "Hz. Peygamber emretti ve muska çıkarıldı."[1317]
b) Muskanın kuyudan çıkarılmadığını zikreden rivayetler: Misal:[1318] "Hz. Âişe sordu: "Muskayı çıkardınız mı?" Rasûlullah da "hayır" dedi." [1319]
Görüldüğü gibi, rivayetlerin bir kısmında muskanın çıkarıldığı geçerken, diğer bir kısmında ise çıkarılmadığı belirtilmektedir. Bu durumda, bir önceki maddede başvurduğumuz yolu tutarak ilave bilgi getiren rivayeti takdim etmek durumundayız. Bu tercihimizi destekleyen unsur da bulunmaktadır: Hadis Sufyân b. Uyeyne'den iki tarikle gelmektedir. Tariklerden birisinde Hz. Âişe Rasûlullah'a "e felâ", diğerinde de "fe hel-lâ" demekte, cümleyi tamamlamamaktadır. Sufyân ise buna açıklama sadedinde "teneşşerte" ifadesini eklemektedir.[1320] Böylece Hz. Âişe'nin sözü "ilaç veya rukyeyle o sihri açtın mı, giderdin mi"[1321] anlamına gelmekte, Rasûlullah da devamında hayır cevabını vermektedir. Bu durumda direk olarak çıkarttığını açıklayan rivayetler ile İbn Hacer'İn dediği gibi daha sika olan Sufyân b. Uyeyne'nin "teneşşerte" ifadesi, bu rivayetleri muskanın çıkarılmadığını belirtenlere tercih ettirmektedir. Çünkü bu ifadenin söylenmesi muskanın alınmış olmasını gerektirmektedir. Bazı tariklerinde Hz. Aişe'nin, "o muskayı yaksaydınız" demesi de çıkarıldığı yönünde destek vermektedir.
Ayrıca şu da söylenebilir: Sihir hadisi değerlendirildiğinde, meleklerin Rasûlullah'a gelip sihrin kuyuda bulunduğunu haber verdikleri görülür. Bunun sebebi ise gidilip sihrin oradan çıkarılmasıdır, yoksa sadece kuyunun tasvirinin yapılması değil. Nitekim rivayetlerin bir kısmında muska için bizzat Rasûlullah'ın ashabiyla beraber gittiği veya başkalarını gönderdiği geçmektedir. Buraya kadar gidildikten sonra sihrin oradan çıkarılması makul gözükmektedir. [1322]
Rivayetlerde çıkarılan muskanın ne yapıldığını takip ettiğimizde farklılıklara rastlamaktayız.
a) Sadece muskanın getirildiği ve Rasûlullah'ın bağdan kurtulmuş gibi kalktığı: Rivayetlerin bir kısmında muskanın getirildiği ve Rasûlullah'ın bağdan kurtulmuş gibi kalktığı zikredilir. Ancak muskanın ne yapıldığına temas edilmez. Misal: "Rasûluîlah adamlar gönderdi, gidip muskayı çıkardılar. Muska Rasûlullah'a getirildi. Rasûlullah sanki bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı."[1323]
b) Rasûlullah'ın muskayı açmadığı ve Allah Teâlâ'nın kendisine şifa verdiğini söylemesi: Hadisin e/Bu harf'deki tüm tariklerine ve Müslim'e baktığımızda, hiçbirisinde Rasûlullah'ın sihirden kurtulmak için rukye yaptığı veya Muavvizeteyn sûrelerini okuduğu geçmez. Rasûlullah'ın bu rivayetlerde söylediği şudur: "Hayır! Bana gelince Allah bana afiyet ihsan etmiş ve şifa vermiştir."[1324]
c) Rasûlullah'ın muskadaki düğümleri çözdüğü ve bağdan kurtulmuş gibi kalktığı: Misal: "Rasûlullah muskayı aldırmak için Hz. Ali'yi gönderdi. O da onu çıkarıp getirdi. Rasûlullah ondaki düğümleri çözmeye başladı. Her düğümü çözüşte bir hafiflik hissetti. Düğümleri çözdükten sonra Rasûlullah bağdan kurtulmuş gibi rahatlayıp kalktı."[1325]
d) Rasûlullah'ın Felak ve Nas sûrelerini ayet ayet okuyarak muskadaki düğümleri çözdüğü: Ulaşabildiğimiz kaynaklar itibarıyla Rasûlullah'ın Felak ve Nâs sûrelerini okuyarak düğümleri çözdüğünü hadis kitaplarında bulamadık. İbnu'l-Cevzî'nin (597/1201) belirttiği gibi, bu rivayet tefsir kitaplarında nakledilmiştir.[1326] Misal: "Hz. Ali ile Ammâr kuyuya geldiler. Kuyunun suyu sanki kınayla boyanmış gibiydi. Suyunu boşalttılar. Ardından taşı kaldırıp altından bir hurma kapçığı çıkardılar. Bir de baktılar ki üzerinde onbir tane düğüm var. Bu arada kul eûzu bi rab-bi'I-felak İle kul eûzu bi rabbi'n-nâs sûreleri nazil oldu. Rasûlullah bunları okumaya başladı. Her bir ayet okuyuşunda bir düğüm çözüldü. Nihayet düğümlerin hepsi çözüldü ve Allah'ın[1327] Peygamber'i hanımlarına, yemek içmeye yöneldi." [1328]
Muska çıkarıldıktan sonra onun açılmasının ve düğümlerin çözülmesinin daha makul olacağını düşünüyoruz. Çünkü burada sadece büyüyü çözmek değil, müminleri büyü hakkında bilgilendirmek te söz konusudur. Zira Hz. Peygamber bir takım kişilerin bu yolla bazı kötülükleri yapabileceklerini böylece göstermiş, keza yapılan iş sonuna kadar izlettirilerek insanlar bilgilendirilmiş olabilir.
Yapılan büyü gösterildiği gibi, sihir karşısında uygulanacak tedavi metodu da Öğretilmiştir: Bu amaçla büyü-sihir karşısında hem kendisinin bundan kurtulması, hem de müminlerin takip edeceği yola bir örnek olması kabilinden Rasûlullah'ın Muavvizeteyn'i[1329] rukye olarak okumuş olması bu bağlamda [1330]muhtemeldir. [1331]
Sihir hadisinin tariklerine baktığımızda ne kadar sürdüğünün çok farklı geçtiğini görürüz.
a} Birkaç gün sürdü: Bir rivayette şöyle geçer: "Yahudilerden bir adam Rasûlullah'a büyü yaptı. Bu sebeple birkaç gün rahatsızlandı."[1332]
b) Kırk gece sürdü: el-İsmâlî'nin (371/981) belirttiğine göre, Ebû Damre'nin rivayetinde böyle geçmektedir.[1333]
c) Altı ay sürdü: Ahmed b. Hanbel'İn bir rivayetinde şöyle geçer: "Rasûlullah altı ay müddetle hanımlarıyla beraber olmadığı halde olduğunu sanıyordu."[1334]
d) Bir yıl sürdü: Abdurrezzâk'ın bir rivayetinde bu halin bir yıl devam ettiği zikredilir.[1335] İfade şöyledir: "Rasûlullah Hz. Âişe'ye bir yıl yaklaşamadı." [1336]
Görüldüğü gibi, sihrin müddeti oldukça farklı zikredilmektedir. Kanaatimizce bu işin birkaç gün sürdüğünü belirten rivayetler daha makuldür. Çünkü bir peygamber için tersi bir durumu düşünmek makul olmaz. Zaten sürenin zikredilmediği diğer rivayetlerdeki ifadelerden de fazla uzun süreli olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü rivayetlerin kahir ekseriyetinde Rasûlullah'a sihir yapıldığı ve yapmadığı halde bazı şeyleri yaptığını zannettiği anlatılmakta ve birgün dua ettikten sonra meleklerin kendisine gelişinden söz edilmektedir. Bu ifadeler hadisenin az bir süre sürdüğünü göstermektedir.
İbn Hacer'in, tüm rivayetleri cem etmek için çoğu kez baş vurulan yola girerek, sihrin başlangıç dönemini altı ay, hastalığın iyice yerleşmesini kırk gün olarak takdir etmesi bizlere pek makul gelmemektedir.[1337] Çünkü hadislerde bu iki devre [1338]yönünde bir kayıt yoktur. [1339]
Mutezile sihri, sihirle ilgili hadisleri kabul etmez. Sihrin hakikati olmadığını, bir hayalden ibaret olduğunu, bu sebeple Rasûlullah üzerinde etkisi olmadığını iddia ederler. Örneğin Şeyhu'l-Mu'tezile Ebûbekr el-Esam (201/816), Kur'ân naslarına muhalif gördüğü için sihir hadisini kabul etmez. Ebû Hanîfe'nin de (150/767) Mutezile gibi düşündüğü rivayet edilir.[1340] İbn Hazm (456/1064), Şâfiîierden Ebû İshak el-Esterâ-bâdî, Hanefîlerden el-Cessâs diye maruf Ebûbekr er-Râzî de (370/981) sihir hadisini kabul etmez. Kafirlerin uydurması olan bu haberleri nakledenlerin kıssacılar ve cahil hadisciler olduğunu söyler. Onların bunları boş işlerle uğraşan ahmaklarla alay etmek ve peygamberlerin mucizelerini inkara sevk etmek için uydurduklarını belirtir.[1341] Hadisi kabul etmeyenlerden bir kısmı ise bunun yahudilerce uydurulduğunu söylerler.[1342]
Biz burada sihrin hakikatini kabul etmeyenler yanında kabul edip sihrin Rasûlullah üzerinde etkisi olmayacağını savunanların görüşlerini başlıklar halinde topluca vereceğiz:
1-Ayetler:
a) Rasûlullah korunmuştur: Ayet-i kerimelerde açık olarak Rasûlul-. Iah'ın muhafaza edildiği beyan edilmektedir. "Allah seni insanlardan korur."[1343]"O alay edenlere karşı biz sana yeteriz."[1344] Ayetler dururken böyîe birşeyi kabul etmek, ayetleri tekzîb etmek demektir. Bu olmayacağına göre, ayetlere münâfî olan hadisin reddi gerekir.
b) Sihri kabul etmek müşrikleri tasdik etmek demektir: Eğer Rasûlullah'a sihir yapıldığı kabul edilecek olursa bu, sihrin onun aklı üzerinde etkili olduğu, ruhunda hakimiyet sağladığı manasına gelir. Bu ise müşriklerin şu sözünü tasdik etmek manasına gelir: "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz."[1345] Başkaları için sihir mümkün olsa da, onun için olamaz, çünkü Allah onu korumuştur.
Asrımız başında sihir hadisini tenkide tabi tutan Muhammed Abduh (1323/1905) bu iki şık doğrultusunda hadisi tenkit ederken, nübüvvetin ne olduğunu ve onun neler gerektirdiğini bilmeyen mukallidlerin sihir hadisini kabul etmelerinden Allah'a sığınır. Sonra Kur'ân'ın sihri Ra-. sûi'den nefyetmesiyle ilgili olarak şöyle söyler: Müşriklerin bu iftirayla ne kasdettikleri zahirdir. Çünkü onlar şeytan Muhammed'e hulul etmiştir diyorlardı. Şeytanın hulul etmesi ise, onlarca sihir olarak görülüyor ve sihrin bir çeşidi olarak kabul ediliyordu. Bu tür sihir ise Lebîd'in yaptığı söylenen sihrin neticesinin aynısıydı. Çünkü bu mukallidlerin iddialarına göre, Lebîd Peygamber'in aklım ve düşünme yeteneğini karıştırmıştı. İtikad edilmesi gereken ise, Kur'ân'ın kesin olduğudur. Çünkü o tevatür yoluyla masum olan bir zat (a.s) kanalıyla bize kadar gelmiştir. İnanılması gereken de, Kur'ân'ın isbat ettiğinin tasdîk edilmesi, nefyettiğinin kabul edilmemesidir. Kur'ân ise Rasûlullah'ın sihirden uzak olduğunu beyan etmiş, onun sihirli olduğu sözünü de Rasûlullah'ın düşmanları olan müşriklere nisbet etmiş, onları bu batıl iddiaları yüzünden kınamıştır. Öyleyse Rasûlullah asla sihre kapılmamıştır... Eğer onların iddia ettikleri gibi, Rasûlullah'ın aklı karışmış olsaydı, bu durumda tebliğ etmediği bir şeyi tebliğ ettiğini, kendisine inzal olunmamış bir hususu inzal olunmuş sanması caiz olurdu."[1346]
Rivayeti kabul etmeyen Muhammed Ammâre de şöyle demektedir: "Hiç kimse ahad bir haberi kendi görüşüne ve aklına ters düştüğü İçin reddetmemiştir. Reddedenler, subûtu kat'î bir Kur'ân ayetine ya da peygamber açıklamasına ters düştüğü için karşı çıkmışlardır. Ben, sihir ve Garânîk gibi hadisleri reddederken, tıpkı Muhammed Abduh gibi Kur'ân'da (müşriklere atfedilen) "siz ancak sihir yapılmış birine tabi oluyorsunuz" ayetine dayanıyorum."[1347]
2-Kur'ân-ı Kerîm mutevatirdir ve Rasûlullah'tan sihri nefyetmektedir. Hadis sahih olsa bile mutevatir değildir ve akîde için delil olmaz, zannî bir delille amel edilmez. Ayrıca bu rivayet yakînî delil Kur'ân'a ve akla ters düşmektedir.[1348]
3-Câbir (80/699), Atâ' (114/732) ve el-Hasanu'1-Basrî'nin (110/728) sözüne göre, Muavvizeteyn sûresi Mekkîdir ve tercih edilen görüş de budur. Bu durumda Medine'de geçen bir olayı Mekke'de nazil olmuş bir sûreyle irtibatlandırmak yanlıştır. Bu durum hadisle ihticacı zayıf kılmaktadır.
Rivayeti kabul etmeyen muasır Muhammed el-Gazâlî bu hususta şöyle der: "el-Buhârî dahi rivayet etse, bu doğru değildir. el-Buhârî'nin rivayetine göre, Lebid b. A'sam, Hz. Peygamber'e sihir yapmış ve bunun üzerine Muavvizeteyn sûreleri nazil olmuştur. Şimdi soruyorum, elimizdeki mushaf Muavvizeteyn'in Mekke'de nazil olduğunu söylüyor. Sihir hadisesi ise Medine'de vuku bulmuştur. Kime inanalım; el-Buhârî'ye mi, mushafa mı?.. Peki uyuduğu halde kalbi sürekli Allah ile beraber olan bir Peygamber, nasıl olur da bir yahudinin sihirinden etkilenir? Bu aklın kabul edeceği bir söz değildir."[1349]
4-Bu rivayet Rasûlullah'ın tüm fiilleri ve sözlerinin sünnet ve Şeriat olduğu itikadiyla uyuşmamaktadır. Eğer hadisi sahih kabul edenlerin iddia ettikleri gibi sahih olsa, Rasûlullah'ın aklı karışmış olacağından, bu durumda, tebliğ etmediği birşeyi tebliğ etmiş sanması, nazil olmamış bir ayeti nazil olmuş vehmine kapılması gibi bir durum ortaya çıkar ki, bu kabul edilemez. Çünkü böyle bir durumda kendisine melek geldiğini düşünebilir, getirdiklerinin ne kadarının sihir döneminde söylendiği, ne kadarının diğer zamanda aktarıldığı tesbit edilemez. Bu ise dinin getirdiklerinde şüpheyi doğurur. Bu kabul edildiğinde, sihir zamanındaki konuşmaları, yaşamı bizleri bağlar mı? Bu bizleri dinimiz hakkında şüpheye götürmez mi?
Bu noktadan hadisi tenkit eden Halil Günenç başta es-Sahîhayn olmak üzere hadis kitaplarında geçen, yapmadığı şeyi yapıyormuş gibi gelmesi durumunu kabul etmez ve şöyle der: "Müfessirlerin ifade ettikleri üzere Rasûlullah (a.s)'e büyü yapılmış ve bunun sonucunda da rahatsız olmuşlardı. Ancak olayda bazı abartmaların da olduğu muhakkaktır. Çünkü Resûlullah'in nakledildiği gibi aklî dengesi hiç bir zaman bozulmamış, yapmadığı şeyi yapmış, ya da söylemediği bir şeyi söylemiş gibi bazı hayallere de kapılmamıştır. Bütün bunlar birer yalan ve iftiradır. Eğer iddia edildiği gibi bir durum söz konusu olsaydı Resûlullah (a.s)'in söz ve fiillerine itibar edilmezdi. Kaldı ki bu durum vahiy ile vahiy olmayan şeylerin birbirine karışmasına yol açacağı için müslüman-lar için hüccet teşkil etmeleri mümkün olmazdı. Oysa böyle bir durum yoktur ve tamamıyla uydurmadır."[1350]
5-Allah Teâlâ kafir olan bir yahudiye peygamberlerin sonuncusuna görünmeyen bir zarar verme kudretini vermiş ve bu kimse verdiği zararı kaldırmak kudretine de sahip ise, bu durumda zarar verme veya bu hali giderme kudretinin Allah'ın zatında toplanmış olmasının ayrıcalığı kalmaz. Çünkü küçük büyük her iş üzerinde tek kudretin kendisinde olduğunu beyan eden Allah Teâlâ hazretleri, tarak ve benzeri basit şeyler vasıtasıyla böyle büyük işleri yapma kudretini insaniara vermez. Bu kabul edilecek olsa, sihirbazların istedikleri kimseye yarar, istediklerine de zarar verebileceklerini düşünmek şirk değil midir? Bu kudret olarak sadece Allah'ın elinde değil midir?
6-Bîr daha bal şerbeti içmeyeceğine veya Mâriye'ye yaklaşmayacağına yemin eden Allah Rasûlü durumu aktardığı hanımından (Haf-sa'dan) bunu gizlemesini istemiş, o ise başka bir hanımına (Âişe'ye) haber vermişti. Allah Teâlâ da onun bunu aktardığını kendisine haber vermiş ve Rasûlullah ibret olması için bir ay süreyle hanımlarına yaklaşmayacağına yemin etmişti, {ilâ).[1351] Allah Teâlâ, hanımlarını cezalandırma yetkisini bir nevî kendisine vermişti. Peki bütün hayatı kafirlerle mücadeleyle geçen aynı insana muska yapıldığını Allah Teâlâ niye ona baştan haber vermedi, onu bir müddet kafirlerin eline bıraktı? Hanımının yaptığında olduğu gibi, olanı ona niye bildirip yapanı cezalandırma imkanı sağlamadı da günlerce bu sıkıntıyı çekmek zorunda kaldı? Durum niye kendisine bildirilmedi de bu işi yapanı diğerlerine ibret olsun diye baştan cezalandırmadı? Fitne çıkmasından çekindi denecek olursa, onun tüm hayatı kafirler ve yahudilerle fitneler içinde yoğruldu. Daha önce başından fitne hadisesi ve bunu takip eden olaylar geçmişti. Rasûlullah bunları gizlememişti. Peki hangi hadise daha önemliydi? Rasûlul-lah'ın hanımı Âişe validemiz adına dedikodu çıkarmak mı, yoksa dinin tebliğcisi olan kimseye sihir yapıp risaletinde hataya düşmesini isteyen kimsenin sihri mi?[1352]
7-BÖyIe bir sihir niçin diğer peygamberler için söz konusu olmadı. Oysa onların da peygamberimizinki gibi düşmanları vardı? [1353]
Sihir hadisini kabul edenler getirdikleri bir takım delillerle karşı taraftakilere cevap vermektedir. Bunlar genel başlıklarıyla şunlardır:
1- Hadis sağlamdır:
Sihirle ilgili hadisler yakînî delil olan Kur'ân'la ters düşmektedir ve ahad haber olması hasebiyle inanmayı gerektirmez, denemez. Çünkü bu, naslar arasında hakîkî tearuz olduğunda söz konusu olur. Burada ise böyle bir durum yoktur. Ayrıca hadisin tarikleri arasında ayrıntı farklılıkları olsa da "rivayetlerin hepsi böyle bir olayın meydana geldiğinde birleşiyor."1230 Hadisenin olması yönüyle rivayetler birbirlerini desteklemekte ve hadis inkarı kabil olmayacak bir rivayet haline getirmektedir. Nitekim başta es-Sahîhayn olmak üzere pekçok yerde bu hadis rivayet edilmiştir. Böyle bir hakikat hadisin reddini gerektirmez, çünkü zann-ı galip ifade etmektedir.[1354]
İbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350) bu hususta şöyle der: "Bu hadis hadisçiler nezdinde sabit ve makbul bir hadistir. Sıhhati hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Fakat kelamcılardan pekçoğu inkar etmiş ve uydurmadır demişlerdir. Ancak onların bu sözleri ilim ehli nezdinde mer-duddur. el-Buhâri ve Müslim hadisin sahih olduğunda ittifak etmişlerdir. Hadisçilerden hiç bir kimse hadisin sıhhati hakkında tek bir kelam etmemiştir. Bu hadis, tefsir, sünen, hadis ve tarih alimleri nezdinde meşhurdur. Bu kimseler ise Rasûlullah'm hallerini kelamcılardan daha iyi bilirler... Rasûlullah'ın yakalandığı sihir bir hastalık idi ve vücuduna isabet etmişti. Zaten Allah Teâlâ ona bu hastalıktan şifa da vermişti. Bu sebeple bunda bir noksanlık veya ayıp yoktur. Çünkü hastalık peygamberler için caizdir."[1355]
Mevdûdî (1399/1979) bu noktada "muhaddisler tarafından bu kadar çeşitli ve müteaddit senedlerle nakledilmiştir ki, olay mutevatir seviyesine ulaşmıştır" der.[1356]
2-Ayetler:
a) Sihrin Rasûlullah üzerindeki etkisini kabul edenler, Allah'ın onu koruyacağına dair ayeti Rasûlullah'm masumiyeti, ismet sıfatı, peygamberliğinin korunmuş olması, ilahi vahyin insanlara ulaştırılmasında bir pürüz olmayacağı gibi hususlara teşmil ederler.
b) Sihri kabul etmek müşriklerin dediğini tasdik etmek değildir: Müşriklerin Hz. Peygamber için büyülüdür demelerinden murad, Rasûlul-lah'ın belli bir zaman diliminde büyülenip daha sonra da iyileştiği değildir. Bilakis onların muradı, Rasûlullah'ın aklının sihirle zail olduğu ve böylece babalarının dinini terk ettiği iddiasıydı. Onlar bu iddiaları Kur'ân'ı hafife almak, Rasûlullah'a gelenin vahiy olmadığını ve onun bir deli olduğunu, hayaline gelen şeyleri söylediğini ortalığa yaymak niyetiyle söylemişlerdir. Allah onların bu gayeyle bunları söylediklerini beyan etmek için ilgili ayetleri nazil eylemiştir. Bu sebeple, el-İsra/17, 47 ile el-Furkân/25, 8 ayetlerinin muradı farklıdır.[1357]
3-Sihrin boyutu:
Sihir hadisini kabul edenler Rasûlullah'ın beşer yönünü öne çıkararak, bedenen hastalıklara maruz kalmış, zehirlenmiş, akreb tarafından sokulmuş, devesi kendisini yere atmış ve ayağı burkulup cildi soyulmuş[1358], dişini kaybetmiş[1359] vefat ettiği hastalığında bayılmış bir insa-nını[1360]sihre de maruz kalabileceğini söylerler.[1361]
Büyünün Hz. Peygamber üzerinde etkili olabileceğini belirten el-Be-gavî (516/1122) bu hususta şöyle der: "Sihir peygamberlerin bedenlerinde etkili olur. Onlar da insandırlar. Diğer insanlarda olduğu gibi, rahatsız olup hasta olabilirler. Onların vücudlarında görülecek tesiri öldürme, zehirlenme ya da beşerî hastalıkların etkilerinden fazla olmaz.[1362] Nitekim Zekeriyya (as) ve oğlu (Yahya) [1363]öldürüldü, peygamberimiz de Hayber'de zehirlendi. Din hususuna gelince, Allah göndermiş olduğu dinde onları masum kılmış, kollamıştır.[1364] Çünkü Allah Teâlâ'dır dini koruyan, vahyinin fesada ve değişikliğe uğramadan ulaşmasını temin eden."[1365]
Sihir hadisini kabul edenler sihrin Hz. Peygamber'in nübüvvet yönünü içine alacak boyutta olmadığını belirtirler. Bu hususa temas eden el-Begavî'nin muasırı İmam el-Mâzerî (536/1141) sihirli olduğu zaman süresince Cibrîl'i görmediği halde görmüş gibi olabileceği veya vahiy gelmediği halde gelmiş gibi zannedebileceği iddiasıyla ilgili olarak şöyle demektedir: "Bidat ehli kimseler bu hadisi reddetmişler ve 'peygamberlik makamını çiğneyip şüphe uyandırdığını iddia etmişler; buna götüren herşeyin batıl olduğunu, böyle birşeye güvenmek Peygamber'in Şeriat olarak getirdiği hususlara güvenmemeyi doğurur çünkü Cebrail'i görmediği halde gördüğü, birşey vahyedilmediği halde kendisine birşey vahyedildiği hayaline kapılır' demişlerdir. Tüm bu düşünceler merdud-dur çünkü Hz. Peygamber'in Allah'tan aldıklannı aktarmada doğru ve bu tebliğinde masum olduğu hususunda deliller vardır. Mucizeler de onun doğru olduğunu tasdik etmektedir. Delilin ortaya koyduğu bir hususun hilafına cevaz vermek batıldır. Hz. Peygamber'in o sebeple gönderilmediği, risaletle ilgisi olmayan bazı dünyevî hususlara gelince, Hz. Peygamber de diğer insanlar gibi bunlara maruz kalabilir, hastalık gibi.
Bu sebeple dînî işlerde masum olmasına rağmen, -hakikatte Öyle olmamasına rağmen- dünyevî bazı şeyleri yapıyormuş gibi sanması uzak bir durum değildir."[1366]
Sihrin boyutunu tesbit etmeye çalışan ve yine el-Begavî'nin muasırı olan Kâdî Iyâz (544/1149) Rasûlullah'a yapılan sihrin sınırlarını şöyle belirliyor: "Sihir bir hastalıktır. Hz. Peygamber'in yakalanması caiz olan diğer hastalıklar gibi bir hastalık olup, peygamberliğine zarar vermez. Hz. Peygamber'in yapmadığı halde bazı şeyleri yapıyor gibi sanmasına gelince, bu onun tebliğine, aktardığı Şeriata ve doğruluğuna zarar verecek bir durum değildir. Zira onun masum olduğuna dair delil ve icmâ vardır.[1367]Ayrıca Hz. Peygamber'in sihir etkisiyle duçar olduğu hadiseler dünyasıyla ilgili işler olup, o bu işler için gönderilmemiştir, dünya işleri sebebiyle faziletli kılınmamıştır. O da diğer insanlar gibi beşeri hastalıklara yakalanabilir. Bu durumda, bir dünya işini olmadığı halde olmuş gibi sanması normaldir. Zaten daha sonra İşin hakikati ona ayan olur... Sihir Peygamber'in dışını, azalarını etkilemiştir, kalbini, itikadını, aklını değil. Sihir görmesinde etkili olmuş, hanımlarıyla beraber olmasına, yemesine tesir etmiş, vücudunun direncini zayıflatmış ve hasta etmiştir."[1368]
İbn Hacer de (852/1448) sihrin boyutunun zannedildiği kadar geniş olmadığına temasla, bazı rivayetlerde Rasûlullah'a hanımlarıyla beraber oluyormuş gibi geldiğine, hakikatta ise böyle birşey olmadığının geçtiğine[1369] değinerek, bunun sihrin boyutunu gösterdiğini söyler. el-Mâze-rî'nin beyanıyla uykuda bile çok yaşanan böylesi bir halin uyanıkken olmasının uzak olmayacağını ekler.[1370]
Mevdûdî de sihrin etki alanını dar tutarak, Peygamber eğer şehid olabiliyor veya yaralanabiliyorsa aynı Peygamber'in büyüden etkilenmesinde şaşılacak birşey olmadığını, Hz. Peygamber'e bir-iki gün için dalgınlık, unutkanlık gibi bir halin geldiğine değinir. O dalgınlık da her çeşit konuda değil, bazı konularda çok basit olarak görülmüştür, der.[1371]
Sihir hadisini kabul edenler, Felak sûresinin başta Peygamber Efendimiz olmak üzere inananları, düğümlere üfleyenlere karşı uyarmasının da sihrin vuku bulduğuna delil olduğunu söylerler. Hiçbir haberde Hz. Peygamber'in bu döneminde daha önceden haber vermiş olduğu birşe-yîn hilafına birşey söylediğinin rivayet edilmediğini delil getirip[1372] boyutunun çok dar kapsamlı olduğuna dikkat çekerler: Rivayetlere bakıldığında Rasûlullah'taki bu durumun başkalarınca fark edilmediği görülmektedir. Demek ki, bu şahsıyla kalmış bir durum idi. Ayrıca bu dönem zarfında bir ayeti unuttuğu, yanlış okuduğu, olmayan birşeyi ayet diye söylediği, namaz kılmadığı halde kılmış zannettiği gibi bir durum nakle-dilmemiştir. "Eğer böyle bir şey olsaydı, bütün Arabistan'da herkesin haberi olur ve sihrin Rasûlullah'ı yendiği çabucak yayılırdı."[1373]
4-Felak sûrenin Medenî olduğunu söyleyenler de vardır:
Tefsir sahiplerinin Felak sûresinin başındaki açıklamalarına bakıldığında, bunun ihtilaflı olduğu, bir rivayette İbn Abbas (68/687), Katâde (117/735) gibiler, keza İbnu'l-Cevzî (597/1201), Fahruddîn er-Râzî (606/1209), İbn Kesîr (774/1372) ve el-Alûsî (1270/1853) gibi mü-fessirler yanında el-Beydâvî haşiyeleri eş-Şihâb, es-Sâvî ve el-Cemei vb. nin Medenî dedikleri görülür.
Mevdûdı'nin sebeb-i nüzulle ilgili yaklaşımı zikre değerdir: "İhlas sûresinin girişinde de açıkladığımız gibi, bir sûre veya ayetin filan yerde, filan olay üzerine nazil olduğu söylenmişse bunun anlamı, o sûre veya ayetin o anda ilk defa nazil olduğu değildir. Bazen daha önce nazil olmuş bir sûre veya ayetin, bir olay nedeniyle Rasûlullah'a tekrar okuması bildirildiği için muhataplara cevap olarak okunduğundan bu ayet veya sûrenin o anda yeni nazil oldukları zannedilir. Bize göre Muavvize-teyn için de aynı şey geçerlidir. Sûrelerin muhtevası açıkça Mekke döneminin başlangıcında nazil olduklarını göstermektedir. O zamanlar Rasûlullah'a muhalefet şiddetlenmişti. Çok sonra Medine'de yahudilerin, münafıkların ve müşriklerin muhalefeti şiddetlendiğinde Rasûlullah'a aynı sûreler işaret edilmiş ve Ukbe'nİn rivayet ettiği gibi bu sûreleri okuması telkin edilmiştir.
Rasûlullah'a sihir yapılıp hasta edildiği için, bir ara içinde sıkıntı şiddetlendi. O zaman Cebrail (a.s) Allah'ın emriyle gelerek Felak ve Nas sûrelerini okumasını tavsiye etti. Onun için bize göre bu sûrelerin Mek-kî olduğunu söyleyenlerin sözü daha doğrudur. Bu sûrelerin sadece sihir hakkında nazil olduğunu düşünmeye, Felak sûresinde sadece bir tek ayetin sihirle ilgili olması, diğer ayetlerin ise sihirle ilgili olmaması engeldir. [1374]Ayrıca Nas sûresinin bütününün de sihirle bir ilgisi yoktur." [1375]
Her iki tarafın düşüncelerini ana hatlanyla sunduktan sonra bunlardan şu neticeler elde edilmi.tir:
1-Sihir hadisini ulaşabildiğimiz hadis kaynaklarını tarayarak biraraya getirmeye çalıştığımızda hadis birkaç sahabiden rivayet edilmekte ve se-ned İtibarıyla -Mevdûdî'nin deyişiyle mutevatir olmasa bile- meşhurdur.
2-Hadisin sıhhatini sened ve metin açısından tenkit eden hadisçi tesbit edilememiştir.
3-Sihir hadisinin Hz. Peygamber'İn nübüvveti üzerinde şüphe uyandırmadığı kanaatindeyiz. Çünkü bir beşer olarak Rasûlullah nasıl yaralanmış, hayvanından düşmüş, dişini kaybetmişse, bedeni olarak bunlarla karşılaşmışsa, sihre maruz kalması da makul gelmektedir. Zira karşılaşılan hadise nübüvvetle bağlantılı bir olay değil Rasûlullah'ın bir beşer olarak maruz kaldığı bir hadisedir. Dolayısıyla maruz kaldığı bu şeyin bir mümin veya kafir tarafından yapılmış olması arasında fark yoktur. Çünkü o da bir beşerdir ve ayette geçen "neffâsât" ifadesi bu gerçeği ifade etmektedir.
4-Sihrin boyutu sınırlı olmuştur. Rasûlullah'ın hanımlarına yaklaşmadığı haide yaklaştığını zannetmesi, görmede problem çekmesi, bedeninin takatten düşmesi söz konusu olmuştur. Rivayetlerin muhtevasından anlaşıldığı kadarıyla bunun kısa süreli olması görüşümüzü teyid etmektedir. Çünkü bu dönem zarfında Rasûlullah'ın ibadetleriyle ilgili olağandışı bir durumun olduğu, namazlarını kılmadığı, namazlarında hatalar ettiği veya da Rasûlullah'ın Şeriata muhalif bir harekette bulunduğu veya bir söz söylediği, aklında bir zayıflama olduğu nakledilmemiştir.
5-Allah Teâlâ'nın neden Rasûlullah'ı bu sıkıntıları birkaç gün çekmesine izin verdiği ve durumu hemen kendisine bildirmediği meselesine gelince: İfk hadisesinde de Allah Teâlâ hakikati hemen inzal eylememiş, bir aylık sıkıntılı bir dönem yaşanmış, Hz. Âişe babasının evine geçmişti. Çekilen bu sıkıntılardan sonra alemlerin rabbi hakikati inzal eylemişti. Keza kendisine gelen vahiylerde bir müddet kesilme olmuş, müşriklerin alaylarına muhatap olmuştu. Allah Teâlâ hemen bu durumunu gider memişti.
Bunun yanısıra ifk hadisesinde olduğu gibi, toplum nazarında Rasû-} lullah aleyhine dolaşan bir iftira, onun durumunu sarsıcı bir mesele olmadığından, Allah Teâlâ'nın hemencecik müdahele etmesini gerektiren bir durum yoktu, çünkü hadise mevziî idi.
6-Bu sihir niçin diğer peygamberlerin başına gelmedi sualine gelini ce, Kur'ân-ı Kerîm diğer peygamberlerin başlarına gelen herşeyi bizlej re haber vermemektedir. Ayrıca Rasûlullah'ın böyle birşeyle karşılaşma olması, diğer peygamberlerin de aynı sıkıntıya düşmelerini icap ettirmez. Her dönemin toplum yapısına göre peygamberler bazı özel sıkmj-tılarla karşılaşmaktaydılar.
7-Muawizeteyn'in Mekkî olmalarına gelince, bizler için de makul gemlen budur. Çünkü ayetlerdeki ifadeler, Mekke'de en şiddetli zulümlerin yapıldığı dönemlerde Rasûlullah'a bir çıkış yolu göstermektedir. Ayrıca sihirle ilgili sadece "neffâsât" ifadesinin bulunması surelere Medenîdir dememize yetmemektedir. Bunun yanında, sûreye Medenî diyen alimlerin ekseriyetinin hadise bakarak bu yönde tercihte bulunduklarını görmekteyiz. Ancak Mevdûdî'nin deyişiyle, sûrelerin Mekkî olup Rasûlullah sihirle karşılaşınca, bunları okuması hatırlatılmış olabilir. Ancak kesin olan bir durum var ki, o da Elmalılı'nın dediğidir; "Şu kadar var ki bu rivayetlerde bu hikaye Muavvizeteyn'in nüzul sebebi olduğu açık değildir."[1376]
8-Rasûlullah'ın sihirbazı ve sihri tesbit ettikten sonra meselenin üzerine gitmemesi ve yapanı ibret için cezalandırmamasına gelince: Rasûlullah maslahata binaen böyle davranmış olabilir. Nitekim hadislerdeki ifadesinden bu meselenin insanlar arasında yayılıp fitneye vesile olmamasını arzuladığı anlaşılmaktadır. Bir takım rivayetlerde bu işi yapanı sorguladığı geçse de, cezalandırmamış olması ortada somut bir delil bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Hele de bunu yapan bir yahudi ise, Allah Teâlâ'nın inzal edeceği açıklama İslam'a inanmayan bir insanı cezalandırmada ne derece makul görülebilirdi? Çünkü cezalandırmak isteyeceği insan, elde somut bir delil bulunmadığından inkar edecek ve kendisine birşey yapılamayacaktı. Ayrıca bu işi yapanın bir zimmî olduğu düşünülecek olursa, elde açık bir delil olmadan cezalandırmaya gitmek oldukça sıkıntılı neticeler doğurabilirdi. Zira kaynakların belirttiğine göre, bu hadise hicretin yedinci yılında meydana gelmiştir. Daha yeni İslam'a giren insanlar kabile taassubu ile huzursuzluğa sebebiyet verebilirlerdi, çünkü Lebîd'in kabilesi olan Benû Zurayk Hazrec kabilesinin bir koluydu. Bu sebeple ümmetin birliğini korumak için siyaseten ve diğer maslahat şartlan çerçevesinde Rasûlullah cezalandırmamış olabilir.
Netice olarak şunu diyebiliriz: Hadis sahih olarak gözükmektedir. Rasûlullah'in karşılaştığı şeyin, birkaç gün süren dalgınlıktan ibaret olduğu anlaşılmaktadır.
Allah Teâlâ'nın inzal edeceği açıklama İslam'a inanmayan bir insanı cezalandırmada ne derece makul görülebilirdi? Çünkü cezalandırmak isteyeceği insan, elde somut bir delil bulunmadığından inkar edecek ve kendisine birşey yapılamayacaktı. Ayrıca bu işi yapanın bir zimmî olduğu düşünülecek olursa, elde açık bir delil olmadan cezalandırmaya gitmek oldukça sıkıntılı neticeler doğurabilirdi. Zira kaynakların belirttiğine göre, bu hadise hicretin yedinci yılında meydana gelmiştir. Daha yeni İslam'a giren insanlar kabile taassubu ile huzursuzluğa sebebiyet verebilirlerdi, çünkü Lebîd'in kabilesi olan Benû Zurayk Hazrec kabilesinin bir koluydu. Bu sebeple ümmetin birliğini korumak için siyaseten ve diğer maslahat şartları çerçevesinde Rasûlullah cezalandırmamış olabilir.
Netice olarak şunu diyebiliriz: Hadis sahih olarak gözükmektedir. Rasûlullah'ın karşılaştığı şeyin, birkaç gün süren dalgınlıktan ibaret olduğu anlaşılmaktadır. [1377]
[1] Bkz. en-Nedvî, Tahkik, s. 26-7.
[2] eş-Şâtıbî,
ilisâm, 1/220.
[3] Hatiboğlu, Siyâsi İçtimâi Hadiseler, s. IV.
[4] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
13-14.
[5] Bkz. İbn Hazm, /fıfcâm, 11/211.
[6] Emîn,Fecru7-/sJâm,s.2tO-1.
[7] Sıddîqî tahminlere dayanarak sözüne şöyle devam eder:
'Münafıklar, çok miktarda hadis uydurup onları Peygamber (S.A.S) e isnâd etmiş
olmalıdırlar. Hz. Ebû Bekrin hilâfeti zamanında, ridde baş kaldırınca, bazı
mürtedlerm maksatlarına uyan hadîsler uydurmuş olmaları ihtimal dışı değildir.
Ebû Bekr ve Ömer b. Hattâb'ın, kendilerine rivayet edilen hadisleri kabulde
son derece sert olmaları, bu yalancılık dolayısıyle olabilir. Hz. Osman'ın
hilafeti zamanında hadîs uydurma işi daha umûmî bir hal aldı." Hadîs Edebiyatı,
s. 119-20.
[8] Ebû Zehv, Hadîs, s. 4E0-1; el-Edlebî, Menbec, s. 40-1.
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 14.
[9] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
15.
[10] İbn Adiy, Kâmil, M54, rakam: 2; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat
I/55-6; ei-Tahâvî, MusfcH ifl64-5, rakam: 378-9; İbn Hamza, Beyân, H/229-30.
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 15.
[11] Ebû Gudde, Mevzu Hadisler, s. 37.
[12] Bk2. İbn Adiy, a.g.e., IV/53-5, rakam: 2; ei-Ukaylî,
Duatâ, 11/200-1, rakam: 725; İbn Hacer, Tetızib, IV/386-7, rakam: 2949;
el-Mizzî, Tebzibu'l-Kemâl, XII!/33-5, rakam: 2802.
[13] İbn Teymiyye, es-Sârimu'l-Mestûl, s. 176-7.
[14] ez-Zehebî, Mizan, II/292-3, rakam; 3783. 16Bkz.
İbnu'l-Cevzî, a.g.e, I/56.
[15] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
15-16.
[16] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
16.
[17] Bkz. İbn Hacer, a.g.e., IH/185-6, rakam: 1865;
el-Mizzî, a.g.e., Vlll/392-6, rakam: 1759; ez-Zehebî, a.g.e., I1/7-8, rakam:
2606.
[18] Bkz. İbn Hacer, a.g.e., VH/203-6, rakam: 4754, rakam:
1865; el-Mizzî, a.g.e., XX/86-94, rakam: 3334; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâkl,
1/145.
İbnu'l-CevzTnin mevzu
hadis uydurmanın kötülüğünü anlatırken, sahih olmayan yukarıdaki iki rivayeti
delil olarak getirmesi ve İlletlerine değinmemesi, Alryyu'l-Kârînin de
seneddeki illetleri görmeden ona tabi olması son derece ilginçtir. Bkz.
el-Karî, Esrar, s. 49, rakam: 27; s. 63, rakam: 79, es-Suyûtînin de
"tesâhûl göstererek" Bureyde hadisini tenkide tabi tutmadan delil
olarak alması da aynıdır. Bkz. Tahzîni'l-Havâs, s. 98-9, rakam: 51.
(İbnu'İ-Cevzî Bureyde
hadîsini insanları yakmanın önceden caiz olduğuna delil olarak ta zikreder.
Bkz. ItMnı Ehli'r-Rusûh fil-Fıkhi vet-Tah-dfe,a.H6).
[19] Bkz. İbn Teymiyye, a.g.e., s. 177-8.
[20] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet
Yayınevi:16-17.
[21] el-Heysemî, a.g.e., 1/145; el-Kârt, a.g.e., s. 50-1,
rakam: 28; es-Suyûtî, a.g.e., s. 99-100, rakam: 52.
[22] Bkz. el-Heysemî, a.g.e., 1/145. Keza bkz. İbn Adiy,
a.g.a, İP/93, rakam: 3, rakam: 2; ei-Ukayfi, a.g.e,, 1/172, rakam: 214; İbn
Hacer, a.g.e., II/7-8, rakam: 872; el-Mizzî, a.g.e., IV/357-9, rakam: 819.
[23] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
17.
[24] et-Taberânî, Evsat, tll/59, rakam: 2112; el-Heysemî,
a.g.e., 1/145; el-Kârî, a.g.e., s. 48-9, rakam: 26.
[25] M. Yaşar Kandemirln değerlendirmesinden bu rivayeti
sağlam kabul ettiği anlaşılmaktadır. Hadisi şöyle yorumlar: "Hz.
Peygamberin söylemediği bir sözü, yapmadığı bir işi ve tasvîb etmediği bir
hareket tarzını ona nisbet etmek, Peygamber aleyhinde yapılmış bir iftira
olduğuna göre, yukarıda anlatılan hadise de bu karakteri taşımakta ve böylece
vaz' (uydurma) kelimesinin şümulüne girmekledir... Şurasını da belirtmek
gerekir ki, Hz. Peygamber devrinde bu münferit hâdise dışında böyle bir vak'aya
tesadüf edemiyoruz. Bunun en büyük âmili de muhakkak ki, Hz. Peygamber'in bu
kabil isnatları bizzat tekzip edeceği düşüncesidir." Mevzu Hadisler, s.
25. Mevdûdî de bu rivayeti sahih kabul ederek, adamın ölü bulunup Rasûlün
emr-i mucibince yakıldığını, Rasûluliah'ın bundan sonra defalarca adına yalan
uydurulmasından sakındırdığını söyleyip şöyle der: "Bu titizlik ve sıkı
kontrolden dolayıdır ki, 30-40 yıla kadar yalan hadis uyduruimasıyla ilgili
her hangi bir olay meydana gelmedi." Mevdûdî, Sünnetin Anayasal Niteliği,
s. 275.
[26] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
17-18.
[27] es-Sibâî, Sunne, s. 238. GoMziher ise, "bu badis
80 civarında sahabiden rivayet edilse de, hadis uyduranları frenlemek, her
türlü uydurmanın önünü almak için ortaya atılmıştır", der. Bkz. Müslim
Studies, 11/127.
[28] Hz. Peygamberin canlı insanların yakılmasını
yasaklamıştır. Bu çerçeve içine ölüler de dahil edilebilir. Bkz. et-Buhâ-û,
el-Cihâd (56), bâbun lâyuazzebu bi azâbilâh (149), rakam: 3016-7.
[29] Aynı durum Enes'len gelen benzer bir rivayette de söz
konusudur: "Bir adam Rasûlullah'ın (SAV) ümm-ü veled cari-yesiyle itham
edildi. Sunun özerine Rasûiullah (SAV) Hz. Ali'ye "git te, boynunu
vur" dedi. Hz. Ali boynunu vurmak için yanma geldiğinde, adam bir kuyunun
içinde suda serinlemekteydi. Hz. Ali "çık dışarı" deyip elini uzadı
ve adamı dışarı çıkardı. Bir de baktı ki, adamtn lenâsüi aleti kesik. Bunu
görünce öldürmekten vazgeçti. Rasülullah'a (SAV) gelerek "yâ Rasûlellâh!
Adamın tenasül aleti kesikti" dedi. Mustim, et-Tevbe (49), bâbu berâeii
haremi'n-Nebiyy... (11), rakam: 59. Rivayetin değerîendirmesi için bkz.
el-Gazâlî, Sunne, s. 38-9.
[30] İbn Ebî Hâlim, Kitâbu'l-C&h, 11/7. Bu noktada şu
soru da yönelebilir: "Bu olay doğruysa, men fcezeöe hadisini rivayet eden
sahabilerin en azından çoğunluğu, hadîsin söylenme sebebidir diye bunu niçin
rivayet etmediler?"
[31] Tüm bunların yanında "vahyin onların sırlarını
ifşa edişini de" unutmamak gerekir. Bkz. et-Tevbe/9,65; Ebû Zehv, Hadis,
s. 480; Koçyİğif, Hadis Tarihi, s. 105.
[32] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
18-19.
[33] Hz. Osman'ın halifelik yıllan on iki yıHık bir sûreyi
kapsamakta olduğuna göre (23-35/644-655), bu durumda ikinci altı yıllık dönemi yani
29-35 (650-655) yılları arasını mevzu hadis uydurulmaya başlandığı dönem olarak
göstermektedir.
[34] Karışıklıklara sebep olan olaylar genel başlıklarıyla
şöyledir: a) Mushafların yakılması ve resmi nüshanın teşkili meselesi: Gayr-İ
resmî mushaflar 32 yılında yakılmıştır- b) Bazı arazilerin devletleştirilmesi,
c) Devlet adamlarının tayinine yöneltilen tenkidler. d) Ashaba davranışı, e)
Önceden olmayan yeni uygulamalar ihdas etmesi, f) Erîs kuyusuna Hz. Peygamberin
yüzüğünü düşürmesi, Mina'da mukîm namazı kılması... Geniş bilgi için bkz.
Hizmetli, İslam Tarihi, s. 211-5.
[35] Bkz. İbnu'l-Esîr, Usdul-Ğâbe, V/45, rakam: 5745; ibn
Hacer, İsâbe, VII/60-1, rakam: 9660.
[36] ibare Leâ/ftte böyledir, f/318. İbnul-Cevzrde ise iki
yazma nüsha farkı beraberce verilen metin şu şekildedir: "Osman
cariyesinin işlediği fiil yüzünden aldığı lekeden [cariyenin haram i jne eşik
olmasından, fiiline müsade etmesinden] daha da sapılmıştır." i/335.
el-Beyhakî İbn Udeys'in
şöyle dediğini nakleder: "Hz. Peygamberden şunu işittim; Osman, valizinin
anahtarını çölde kaybetmiş İnsandan daha çok sapılmıştır." el-Beyhakî, İbn
Lehîa vasıtasıyla İbn Udeys'ten, ileride bir lakım insanların dinden
çıkacaklarına ve Lübnan dağında öldürüleceklerine dair hadisi naklettikten
sonra, naklettiği şeyin başına geldiğini İbn Lehîa tarikiyle rivayet eder.
Böylece, Hz. Peygamberin verdiği haberin gerçekleştiğini göstermek ister. Daha
sonra, fitne başı olduğundan ondan rivayetin caiz olmadığını nakleder. Peşinden
de senedsiz olarak hutbede naklettiği yukarıdaki hadisi zikreder.
el-Beyhakî böyle
yapmakla, esasında çelişkili bir tavır sergilemiş olmaktadır. Çünkü ilk önce
onun vasıtasıyla Hz. Peygamberden ileride olacak birşeyi nakleder ve bunun
gerçekleştiğini söyleyerek Hz. Peygamberin mucizesi olarak takdim eder.
Ardından da onun rivayetlerine güvenilmeyeceğine, fitnenin başı olduğundan
ondan rivayetin caiz olmadığına dair Muhammed bin Yahya ez-Zuhlfnin sözü ile
naklettiği bu rivayet karşısında Hz. Osman'ın onu yalancılıkla suçfamasını
aktarır. Bkz. Delâilu'n-Nubıme, VI/395.
[37] el-Umerî, Bubûs fî TârM's-Smnetfl-Muşeneie, s. 4-5'den
Fellâte, Vad', i/183.
[38] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
19-20.
[39] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
20.
[40] 1/335. ez-Zehebî de "hadisin senedindeki ibn
Lehîa'nın zayıf olmak yanında aşırı Şîa taraftarı olduğunu veyahutta bu hadisi
İbn Udeys'in uydurduğunu belirtir." Bkz. Tertîbu'l-Mevzöât, s. 96, rakam:
263. es-Suyûtî de aynı şeyi tekrarla-maktadır. Bkz. Leâlî, 1/318. Keza bkz. İbn
Arrâk, Tenzîhu'ş-Şeria, I/349-50, rakam: 24.
[41] Bkz. ibn Abdilber, İstîâb, N/840, rakam: 1437;
İbnu'l-Esîr, a.g.e, ili/270, rakam: 3352; ibn Hacer, İsâbe IV/334-5 rakam:
5167.
Zeyd bin Ebî Habib'ten
şöyle bir rivayet nakledilir: "Mtıâviye bin Ebî Sufyân, Mısırlıların
Medine'ye) geldiği vakitler İbn Udeys'i yakalayıp Baalbek'te ikamet ettirdi.
Ancak o bu şehirden kaçtı. Sufyân bin Mucîb peşine düştü. Kureyşli bir okçu
yetişip onu yakaladı. Oku üzerine doğrultunca "Allah için kanımı akıtma.
Çünkü ben ağaç altında Hz. Peygambere beyat edenlerdenim" dedi. O da
"dağlarda -veya Celîl'de- ağaçlar pekçok" deyip onu öldürdü.
el-Beyhakî, Delâil, VI/394; ibn Hacer, İsâbe, İV/334.
[42] Bkz. et-Feth/48,18.
[43] Bu hususta bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 66, rakam: 52;
ei-Makdisî, Tezkire, s. 212, rakam: 795; Fellâte, Vad, 1/(91-8.
[44] Yani İbn Ebi'd-Dunyâ (281/894).
[45] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
21.
[46] İbn Kesîr, Btfâye. VII/189.
[47] Bkz. Goldziher, Müslim Studies, 11/119; Yıldız, Tarih,
Iİ/217.
[48] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
22-23.
[49] Accâc, Sunne, s. 189.
[50] es-Sibâî, Sunne, s. 75.
[51] el-A'zamî, Dirâsât, H/436.
[52] Bkz. Ebû Gudde, Mevzu Hadisler, s, 44,55.
[53] Bkz. Ebû Şehbe, İsrâiliyyât, s. 20-1.
[54] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
23-34.
[55] Bkz. Ebü Zehv, Hadîs, s. 480.
[56] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
24-25.
[57] Hadis uydurma faaliyetinin ne zaman başladığı
hususunda en geniş etüd olarak Fellâte'nin çalışmasını bulduğumuz için ona
geniş yer vermekte fayda mülahaza ediyoruz.
[58] Hz. Osman zamanında karışıklıklara neden olan ofaylar
30 numaralı dipnotla geçmişti.
[59] Bkz. Koçyİğit, Mevzu Hadislerin Zuhuru, s. 62.
[60] Bkz. Algöİ, İsim Tarihi, 111/193
[61] Bkz.AtguUs.e.,111/101-4.
[62] Geniş bilgi için bkz. Koçyiğit, Hadis Tarihî, s.
104-112,135-142.
[63] Müslim, et-Mukaddime, bâbu'n-nehyi ani'r-rivâye...
(4), s. 14.
[64] Müslim, el-Mukaddime, aynı bab, s. 13.
[65] fai el-Mukaddime, aynı bab, s. 14.
[66] ei'Hatîb' G*nf, 1/197, rakam: 145; İbnu'f-Cevzî,
Mevzuat, 1/39; es-Suyötî, LeâlJ, 1/468-9.
[67] Bkz. e!-Buhârî, Sağir, s. 75.
[68] Müslim, el-Mukaddime, bâbu beyâni enne'l-isnâde mine'd-dîn...
(5}, s. 15; İbn Ebî Hatim, Kitâbu'i-Cerh, H/28; er-Râ-mehurmuzî, Muhaddis, s.
209, rakam: 95; ef-Hatıb, KHİye, s. 150.
[69] Yanı ne zaman ki iyi-kötü, yanlış-doğru demeden, her
önüne gelen herşeyi uluorta rivayet etmeye başladı... Ayrıca bkz. Ibnu'l-Esir,
Nihâye, 111/29.
[70] Müslim, el-Mukaddime, bâbu'n-nehyi ani'r-rivâye
ani'd-duafâ... (4), s. 12-3; el-Hâkim, Medhal, s. 161. el-Alâî, İbn Abbas in
reddetmesinin esas sebebini Buşeyrtn hadisleri mursel olarak rivayet etmesi,
aradaki raviyi zikretmemiş olması olarak gösterir. Çünkü zikretmediği kimsenin
sika olmama ihtimali vardır. Bkz. Câmiu'l-Tatısîl, s. 69.
[71] ' Mushm, el-Mukaddime, bâbu'n-nehyi ani'r-rivâye
ani'd-duafâ.-. (4), s. 12-3. Hasan Hanefî, İbn Abbas'ın hırçın
develerle uysal
develer sözünü naklettikten sonra hadis uydurma faaliyetiyle İlgili değişik bir
tarih ortaya atar: "Peygamberin ağzından yalan hadis söyleme (kizb) ve
hadis uydurma (vazt) işi çok erken vakitte başlamış, hafta Sahabe'nin de
nayatta oluşu göz önüne alınırsa, daha Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in
halifelikleri zamanında başlamıştır.' islâm! ilimlere Giriş, s. 43.
[72] Muşum, ei-Mukaddime, aynı bab, s. 13.
[73] Müslim, ef-Mukaddime, aynı bab, s. 12.
[74] Bkz. Fellâte, Va<f, s. 182-217.
[75] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
25-30.
[76] tl'1^ Sadece onm sözIeri olsa Ma- ânların "ir
kısmının Hz. Peygambere, hadisle bağlantılı hususlar olacağı aşıkardır.
[77] Ww/(m,el-Mukaddime,aynıbab,s.14
[78] en-Nevevî, Şerh, I/83.
[79] Bkz. îbn Receb, Şerh, 1/355.
[80] İbn Receb, a.g.e, 1/356.
[81] Bkz- Emhazûn,
Tahkik, 1/58 vd.
[82] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
31-32.
[83] Abduilah b. Sebe' ile ilgili geniş bilgi için bkz.
Fığlalı, Abdullah b. Sebe, TDV İslam Ansiklopedisi, l/l 33-4.
Bazıları Abdullah b.
Sebe'nin yaşamış olduğunu kabul etmez. Bunlardan biri olan günümüz Şiî
alimlerden Murtazâ el-Askerî bu zatı İnceler ve şöyte bir neticeye varır;
es-Sebeî nisbeti cahiliye döneminden itibaren Sebe' b. Yeşcub'a izafeyle
söylenmekteydi. Bu nisbetle zikredilenlerden birisi de Haricîlerin ilk reisi
olan Abdullah b. Vehb es-SebâîĞr. Adnan ve Kahtân kabilelerinin iki kolu
arasında, Medine ile Kûfe'de fitne meydana gelince, Adnânîler Benû Umeyye
devrinden itibaren, karşılanndakilere cedlerine nisbetle Sebeİyye diyorlardı.
Fakat ikinci hicri asrın başlarında Seyf b. Ömer et-Temîmî adlı birisi
e\-Futûbu'l-Kebîr ve'r-Ridde ile el-Cemel ve Meşini Âişe ve Ali adli iki eser
yazdı. Zındıklığından ve Adnânîlere olan taraftarlığından dolayı Sebeİyye
masallarını uydurdu. Bir kabileye nisbet için söylenen Sebeiyye ifadesini
kullanıldığı manadan çıkarıp, Abdullah b. Sebe'nin ihdas ettiği mezhebe
bağlılığı ifade etmek için kullandı. Abdullah b. Sebe' adı ise, Seyf in ya
tasbîl ederek Abdullah b. es-Sebât yi Abdullah b. Sebe'ye çevirmesidir. Ya da
hayalinden uydurduğu bir İsimdir. Durum ne olursa olsun, ne Hz. Osman ne de Hz.
Ali zamanında Abdullah b. Sebe' olarak Abdullah b. Vehb es-Sebâfden başkası
olabilecek bir kimse yoktur. İlk önce ei-Taberî daha sonra da başkaları onun bu
uydurmalarına tabi olmuşlardır. Bkz. Abdullah ibn Sebe' ve Esâîîru Uhrâ, l-ll;
Ehâdîsu Ummi'i-Muıminin Âişe, 1/262-7. Keza bkz. Ebû Reyye, Edvâ, s. 150-2.
Ancak onun böyle bir neticeye varmasında İbn Sebe'nin Şiîliği besleyen
rivayetler uydurduğunun söylenmesinin etkili olup olmadığının göz önünde
bulundurulması gerekir. Bunun yanında, Şiî olmamakla birlikte İbn Sebe'yi
hayali bir şahıs olarak görenler de vardır.
[84] et-Taberî, Târitıu't-Taberi, İV/340; Ibnu'l Esîr,
Kâmil, 111/154-5; eş-Şehristânî, Mitel, 1/177.
d^ük't
et"Taberînin lbn Sebe' ''e ''S'1' rivayetlerini aktardıktan sonra,
et-Taberfnin sözlerini yorumlayarak, onun ken-ı nkırlennı yaydığını, hadis
uydurmadığını belirtir. Sahabenin tamamı onun yalanlarını tarassut ederken, onu
bir sınırda tutarken, böyle birşeye tevessül edemeyeceğini belirtir. (Bkz.
Vad\ 1/201). Halbuki alıntı yaptığı et-Taberîdeki metnin bir yerinde aynen şu
ifade geçmektedir: "Rasûlullah'ın vasiyetini geçerli kılmayandan daha
zalim kim olabilir." nun bu ifadesi, Hz. Osman zamanında hadis uydurduğunu
göstermektedir. Sahabenin ona engel olacağı görüşü ise izce makul değildir.
Çünkü Hz. Peygamberin ric'atini, Hz. Ali'nin vasî olduğunu insanlara inandıran
ve onları etrafın-a coplayan birisinin, hadis uydurma noktasında sükût edeceğini
düşünmek safdillik olur. Nitekim İbn Teymiyye de İbn XXN/3R7 HZ' Peygamberin
kendinden s°nra Hz. Ali'nin halife olacağını söylediğini aktarır. Bkz. Mecmuu
Fetâvâ,
[85] Zaten eş-Şa'bî de (103/721) onunla ilgili olarak
"ilk hadis uyduran Abdullah b. Sebe'cfir" demiştir. İbn Manzür,
Muhta-sar, Xfl/221.
[86] ez-Zehebî, Tezkiretul-Huffaz, 1/12.
[87] Bkz. İbn Maruûr, Muhtasar, X1l/2l9-222, rakam: 119.
Aynı sözü nakleden İbn Hacer, tarih kitaplarında haberferi bulunmakla beraber,
herhangi bir rivayeti bulunmamasına elhamdülillah der, rivayetlerine itibar
edilmemesine şükreder. Bkz. Tehzib, 111/289-90, rakam: 1225..
[88] MusljB, el-Mukaddime, bâbu vucûbi'r-rivâye
ani's-sikât... (1), s. 9
[89] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
32-34.
[90] Bu bölüm Muhammed Mustafa el-A'zamrnîn
Menhecu'n-Nakdindel-Muhaddisîn adlı eserinin 103-126. sayfaları arasının
tercümesidir. Müellifin önceki sayfalara atıfla bulunduğu ifadeler tercümeden
çıkarılmış, ulaşabildiğimiz kaynak tarafımızdan tekrar ele alınmış, yer yer
dipnotlara ilaveler yapılmış ve bunlar (EY) rumuzuyla belirtilmiştir. (Bu bö-um
Sahabenin Tamamı Güvenilir İnsanlardır başlığıyla Sivas C. Ü. İlahiyat
Fakültesi dergisinin birinci sayısında {ş.•332) yaslanmıştır. Makale yeniden
gözden geçirilip genişletilmiştir).
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 35.
[91] Ebû Reyye, Edvâ, s. 334.
[92] Emîn, FectVI-İslam, s. 216-7.
[93] Ebû Reyye, a.g.e., s. 315.
[94] Bkz.et-Tevbe/9,61.
[95] et-Tevbe/9,95.
[96] Ebû Reyye, a.g.e., s. 326.
[97] el-Belâzurî, Ensâbu'i-Eşrâf, I/274-83.
[98] Ebû Reyye, a.g.e., s. 332.
[99] el-En'âm/6,124.
[100] et-Tirmizİ, es-Salât (2), bâbu mâ câe fîvasfi's-salât (110),
rakam: 302.
[101] Ebû Reyye, a.g.e., s. 326-7.
[102] Ebû Reyye, a.g.e., s. 327. Hadis için bkz. Müslim,
e!-Fedâi! (43), bâbu isbâti havzi nebiyyinâ.. (9), rakam: 40.
[103] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet
Yayınevi:35-38.
[104] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
38.
[105] Bkz. en-Nevbahtî, Fîraku'ş-Şîa, s. 13.
[106] Bkz. en-Nevbahtî, a.g.e., s. 14.
[107] Tafsilat için bkz. er-Râfiî, Tahte Râyeti'l-Kur'ân.
[108] Bkz. es-Sİbâ?, Sunna, s. 238.
[109] Eâvâ'a bkz.
[110] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
38-39.
[111] Bu makalenin bulunduğu kitabın 23. sayfası ve devamına
bkz. Adaletin tarifinde oldukça farklı yaklaşımlar söz konusudur. Tariflerin
farklılığına rağmen, gene! çizginin, insanın bidatlere düşmeden, İsîâmi çizgi
üzerinde bulunması ve mürüvvetini zedeleyecek hususlardan uzak durması olduğu
görülür. Örneğin İbrahim en-Nehaî (96/714) 'âdil kimdir?" sorusuna
"şüpheli bir durumu ortaya çıkmamış insandır" [Abdurrezzâk, VIII/319,
rakam: 1536!) derken, İbnu'!-Mubâ-rek te (181/797} âdil'in kim olduğu sorusuna
"kendisinde şu beş özellik bulunan kimse âdildir: Cemaata geten, içki içmeyen,
dini yaşantısında bir fesadiık bulunmayan, yalan söylemeyen ve aklı yerinde
olan" cevabını verir. (Hamâde, Menhec, s. 154).
Adaletle aranan,
insanın güvenirlik açısından ne kadar itimad telkin ettiğidir. Zira güvenilir
birisi olması, naklettiği metinlere ne derece güvenilebileceğini tesbite
yaramaktadır. Bu sebeple ravinin kişiliği son derece önem arz etmektey-* (E.Y).
[112] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
39.
[113] Âl-u İmrân/3,110.
[114] el-8akara/2,143.
[115] Âl-u İmrân/3.172.
[116] "el-A'râf/7,156.
[117] el-Vâkıa/56,10-2.
[118] el-Enfâi/8,64.
[119] e!-Haşr/59, 9.
[120] e!-Hatfîd/57,10.
[121] e!-Feth/48,18.
[122] et-Tevbe/9,100.
[123] et-Tevbe/9,117.
[124] eı"Hattb, KHâye, s. 66-7.
[125] Âl-u İmrân/3, 63.
[126] et-Tahrîm/66, 8.
[127] el-Buhâri, el-İlm (3), bâbu ismi men kezebe afe'n-Nebî
(38), rakam: 107.
[128] el-Azamînin burada "o hevâve hevesinden
konuşmamaktadır. 0 ancak vahyedilen bir vahiydir" (en-Necm/53,3-4) ayetine
telmihte bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu ayetin Hz. Peygamberin sözleriyle
ilgisi olmadığı aşikârdır. Ayet Kur'ân-ı Kerîm'den bahsetmektedir. Bu hususta
geniş bilgi için bkz. Kırbaşoğtu, Metodoloji, s. 237-45, 283-(E.Y).
[129] 'ta Hibbân,
Mecrûhîn, U34.
[130] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet
Yayınevi:39-43.
[131] M"sfîm, el-Fedâil (43), bâbu isbâii havzi
Nebiyyinâ... (9), rakam: 26, 29.
[132] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
43.
[133] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
43.
[134] Ebû Reyye, EM s. 314: el-Buhâri, Fedâilu Ashâbi'n-Nebî
(62). bâbu fedâili ashâbi'n-Nebî (1), bab başlığından naklen.
[135] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
43-44.
[136] Şu rivayet bu hususu teyid eder mahiyettedir: Câbir
bin Abdillah'tan: Rasûlullah bir seferden geldi. Medine yakınına geldiğinde
neredeyse atlıyı gömecek şiddette bir rüzgar esti. -Câbir diyor ki- Rasûlullah
bunun üzerine "bu rüzgar bir münafık öldüğü için gönderilmiştir"
buyurdu. Medine'ye geldiğinde bir de gördü ki, münafıkların büyüklerinden biri
ölmüş. Müslim, Sifatul Munâfikîn, rakam: 5; el-Beyhakî, Delâil, İV/61. (E.Y}.
[137] Bkz. ei-Tevbe/9,44.
[138] Bkz. et-Tevbe/9,49. Ebû Reyye, a.g.e., s.
329-332.
[139] et-Buhâri, el-Meğâzî (64), bâbu hadîsi Ka'b'ibni
Mâlik... (79), rakam: 4418.
[140] Hz. Ömer'in bu
durumunun reddedilmesi yeni değildir. Yakub b. Sufyân el-Pesevî (277/890) Zeyd
b. Vehb el-Cuhe-nFden (96/714) naklettiği bu rivayet hususunda şöyle der:
"Bu muhal birşeydir. Rivayetin yalan olmasından korkarım. Böyle birşey
nasıl olsun, bir kere Hz. Ömer Allah Teala'nın razı olduğu kullardandı. Bedir'e
katılmıştı. Peygamber Efendimiz onun hakkında 'benden sonra peygamber olsaydı
Ömer olurdu' [et-Tırmizi, el-Menâkıb (50), bâbun fî menâkıbi Umer (18), rakam:
3686; et-Taberânî, Kebîr, XVII/180, rakam: 475; XVIIfl10, rakam: 857; el-Hâkim,
Mustedrek, III/85, rakam: 4495], 'önceki ümmetlerde ilham sahipleri bulunurdu.
Benim ümmetimde de böyle biri varsa, Ömer o kimsedir1 [el-Buhârî, Fedâilu
Ashâbi'n-Nebî (62), bâbu menâkıbi Umer (6); Müslim, Fedâilu's-Sahâbe (44),
bâbun min fedâili Umer (2), rakam; 23] buyurmuştu. Hz. Ömer'le ilgili bunun
gibi sayılamayacak kadar rivayet vardır. Böyle olmasına rağmen Huzeyfe'ye
"ben de münafıklardanım' demesi nasıl caiz olur?" [el-Pesevî,
Ma'rile, 11/769], ibn Hazm da (456/1064) onun gibi düşürtmektedir. {Bkz. İbn
Hazm, Muhatta, XI1/156-7, rakam: 2203]. ez-Zehebî (74671374) "biz böyle vesveselere
kapıyı açarsak, fâsid vesveseler sebebiyle sabit olan pek çok hadisi inkar etme
durumunda kalırız" diyerek itirazları reddeder. [ez-Zehebî, Mizan, 11/107,
rakam: 3031]. İbn Hacer de (852/1448) onunla beraber hareket eder ve şöyle der:
"Bu gereksiz bir zorlamadır. Böyle düşüncelerle sika kimseler zayıf kabul
edilmez ve sahih hadisler reddedilmez. Hz. Ömer bu sözü korkunun kendisini
kaplamasından ve ayağının kaymasından emin olmadığından dolayı söylemiştir. Bu
sebeple böyle tSSıd vesveseler yüzünden sika kimseler zayıf kabul
edilmez." [İbn Hacer, Hedyu's-Sâri, s. 569]. Abdulfettâh Ebû Gudde ibn
Hacerln bu tenkidinin hem el-Pesevfye hem de İbn Hazm'a yönelik olduğunu
söyler. [Bkz. et-Tehânevî, Kavâid, s. 251, 6 nolu dipnot].
Bu rivayeti ibn Hacer'in
belirttiği şekilde, Hz. Ömer'in imanının şiddetinden kaynaklanan bir hassasiyet
olarak değerlendirip, Hz. Peygamberin vefatından sonraki galeyanına benzer bir
durumu burada da izhar ettiğini düşünmek mümkündür. Hadise bu açıdan
bakıldığında makul sayılabilecek bir izaha kavuşmaktadır. 8u durumda
tercihimizi hadisi kabul edenlerden tarafa kullanabiliriz. (E.Y)
[141] Bkz. Müslim, el-İmân (1), bâbu beyâni'l-vesvese...
(60), rakam: 209. Burada Ebû Hureyre'nin şu rivayeti geçer: "Ashabından
bazı kimseler Nebi'ye gelip sordular: İçimizden öyle şeyler geçiyor ki, bunları
söylemek bile bize çok ağır geliyor.' Bunun üzerine Rasûlullah 'böyle birşeyi
gerçekten hissediyor musunuz' diye sorar. Onlar da 'evet' deyince 'işte bu lam
anlamıyla imanın kendisidir1 buyurur."
[Müslim başka bir yerde
huzurundaki haliyle yanından ayrıldıktan sonraki hali aynı olmayan ve imanının
galebesiy-le huzursuz olan Hanzala el-UseyyidTyı teskin ederken Rasûlullah'ın
şöyle buyurduğunu nakleder: "Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim
ki, benim yanımda bulunduğunuz ha! Ozeie ve zikretmeye devam
etseniz, melekler
döşeklerinizde ve yollarınızda sizlerle musafaha ederlerdi. Lakin ey Hanzala!
(İnsan) bazı zaman öyle olur, bazı zaman da böyle." Rasûlullah bu son
kısmı üç kez tekrarladı. Müslim, et-Tevbe (49), bâbu fadli devâmi'z-zikr {3},
rakam: 12. (E.Y)l
[142] Ebü Reyye,
EoVâ, s. 332.
[143] Murîaza el-Askerînin Hamsûne ve Mie Sahibi
Mubtelakaü\\ bir çalışması vardır. Bağdad-1389. (£.Y).
[144] Sahabeden hadis rivayet eden herkesi, bu sıfatlara ne
derece uyduklarını Öğrenmek için incelemek mümkündür. (Onları bundan tenzih
ederiz). Fakat konuyu uzatmamak için çok rivayet eden sahabîlerte yetindim.
[145] Bkz. İbn Hazm, Esmâu's-SabSbe vemâ li Külli Vahidin
minhum minel-Aded, s. 31-4, rakam: 1-15: Bu rakamlar hadislerin sayısını ifade
etmemekte bilakis tariklerini ve senederini ifade etmektedir. Gerçekte rivayet
ettikleri hadislerin sayısı bu rakamlardan çok azdır.
[146] Bu bölümde, "Kur'ân-ı Kerîm'de sahabe-i kiramın
övülmesi' kısmı.
[147] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
44-47.
[148] el-Buhâri, el-Hac (25), bâbu tevrîsi dûri Mekke...
(44), rakam: 1588.
[149] Ahad hadisler tevatür derecesinde olmadıkları için
kesinlik (ilim) arz etmezler. Bu sebeple de zan ifade ederler. (Bkz. Ebû Zehra,
Usûlu't-Fıkh, s. 100). Zan ffade eden deliller ise itikadda delil teşkil
etmediğinden, -istifade etmekle birlikte- imânî konular buniar üzerine bina
edilmez. "Dünyalık bir iş olmasına rağmen Kur'ân alışverişte iki
mûslüma-nın şahid getiriimesini isterken, dini hükümlerde iki şahid biîe
gerekli değil midir, niçin ravi sayısı bir tabakada bir sikaya düşen hadisler
kabul ediliyor?" şeklinde (Cerâcpûrî, Hemâre, s. 97) bir itiraz gelse de,
dünyadaki hemen hemen herşeyin haber-i vâhidle yürümesi sebebiyle, cumhur
amelî konularda haber-i vâhidîerle amei edileceğini kabul etmiştir. (E.Y).
[150] ibn Hacer, Şerhu'n-Nuhbe, s. 54.
[151] İbn Hacer, a.g.e,, s. 62.
[152] Nitekim hadisçiler güvenilir ravinin tarifini bu iki hususu
göz önünde bulundurarak yapmaktadırlar. Örneğin İbn Ke-sîr (774/1372) şöyle
demekledir: "Müslüman, akıllı, baliğ, fıska ve mürüvvete zarar veren
hususlardan uzak, uyanık, gafil değii, ezberinden naklediyorsa ezberlemiş,
manayla rivayet ediyorsa manasını bellemiş olmalıdır. Bu şartlardan birisini
kaybederse rivayeti reddedilir." Şâfcir, Si/s, s. 70. (EY).
[153] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
47-51.
[154] en-Nur/24,4-5.
[155] İbn Kesîr.
Tefsir, V/55-6.
[156] "Hassan b. Sâbii b. el-Munzir b. Haram
el-Ensârî... Rasûlullah'ın şairi... et-Buhari, Müslim, Ebû Davud, en-Nesâi, İbn
Mâce hadisini rivayet etmişlerdir.1 İbn Hacer, Takrîb, s. 157, rakam: 1197.
[157] "Hamne bnt. Cahş el-Esediyye, Zeyneb'in kız
kardeşi. Mus'ab b. Umeyfin nikahındaydı... el-Edsbu'i-Mufredöe el-Buhârî, Ebû
Dâvud, et-Tirmizî ve İbn Mâce hadisini rivayet etmişlerdir: ibn Hacer, a.g.e.,
s. 745, rakam: 6567.
[158] Müslim. Fedâîlus Sahabe (44), bâbu fedâili Hassan b.
Sabit {34}, rakam: 151.
[159] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
51-53.
[160] el-Enbiya/21,104.
[161] el-Mâide/5,117.
[162] el-Buhari, Ehâdisu'l-Enbiyâ (60), bâbu kavli'llâhi
ve'zkurü fi'l-kitâb... {48), rakam: 3447.
[163] el-Buhari, er-Rikâk (81), bâbun fi'l-havz (53). rakam:
6576.
[164] Müslim, et-Tahâre (2), bâbu istihbâbi
itâleti'l-ğurre... (12), rakam: 39.
[165] el-Buhari, er-Rikâk (81), bâbun fi'l-havz (53), rakam:
6586.
[166] Hadiste geçen "ashabım" ifadesiyle Hz.
Peygamberin vefalından sonra irlidat edenlerin kastedildiğini söylemek bizlere
makul gelmemekledir. Çünkü rivayette irtidattan bahsedilmemektedir. Ayrıca
irtidad eden bir insanın "ashab" kavramı içine girmeyeceği aşikardır.
Dojayısıyla Hz. Peygamber bu hadislerinde, kendisiyle beraber bulunan ve mümin
olarak hayatlarını devam ettiren kimseleri kasdetmektedir. Onların cehenneme
atılmalarını ise bir takım yanlışlarına bağlamaktadır. (E.Y).
[167] 8kz. İbn Hacer, Şerhu'n-Nuhte, s. 109.
[168] el-A'zamînin bu iddiasını deliliendirmesi gerekirdi.
Örnek veremeyince, hadise getirdiği yorum da boşlukta kalmaktadır. (E.Y).
[169] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
53-55.
[170] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
55.
[171] e!-Pesevî, Ma'rife, H/633-4; e!-Hatîh, Kifâye, s. 425.
Benzer bir rivayette Kaîâde Enes'in şöyle dediğini nakleder; "Bir zat bir
hadis işittiğinde ona "sen bunu bi zâtihî Rasûlullah'tan işittin mi?"
diye sorulurdu. 0 da, "evet, işittim' veya-hutta "yalan söyiemeyen
biri bana nakletti" derdi. Vallahi bizler yalan konuşmuyorduk, yalanın ne
olduğunu da bilmiyorduk." es-Suyûtî, Sünnet, s. 85. Keza Imrân b. Husayn
(52/682) beşer olarak hadis rivayetinde yanılmaları söz konusu olduğunu ancak, Hz.
Peygamber'e bilerek yalan isnad etme gibi bir kasıtlarının kesinlikle
olmadığını söyler. Bkz. İbn Kuteybe, reV/7, s. 48-9. el-Berâ b. Âzib te aynı
hususta şöyle demektedir: "Hepimiz bizzat hadisleri Rasû-luüah'tan
işitemiyorduk. Tarlalarımız, meşguliyetlerimiz vardı.
Fakat insanlar da yafan
konuşmuyordu. Rasûlullah'tan hadisi duyan duymayana aktarıyordu."
el-Pesevî, Ma'rife, H/634; er-Râmehurmuzî, Muhaddis, s. 235, rakam: 133;
el-Hatîb, Kifâye, s. 424; es-Suyûtî, a.g.e., s. 85. (E.Y).
[172] ez-Zerkeşî, İcâbe, s. 148, rakam: 19.
[173] Yine Hz. Âişe'nin (57/677) "RasûlullatVın
ashabının en ktzdığı huy, yalan konuşmaktı" dediği nakledilir. Dolayısıyla
burada gerçek manadaki yalanı kasdetmediği anlaşılmaktadır. Ahmedb. Hanbel,
VI/152, rakam; 25238; ibn Adiy Kâmil, Vl/290, rakam: 154. (E.Y).
[174] Doğrusu bu sayılanlar normal raviler için
"adalet" sıfatını ortadan kaldırıcı hususlardır. Sahabeyi farklı
katogoride değerlendirerek aynı kıstasları onlara uygulamamak makul
gözükmemektedir. (E.Y).
[175] el-Buhârİ, İstitâbetu'l-Murteddîn (88), bâbu
katli'l-Havâric... (8), rakam: 6930; Ahmedb. Hanbel, 1/81; et-Taberî,
Teh-zibu'l-Asâr, MusneduAli b. Ebî Tâlib, İV/119, rakam; 188.
[176] "Bize
karşı zikrettiğin bu hadis aleyhimize delil olmaz" demek istiyor. (E.Y).
[177] Ahmedb. Hanbel, İV/199; el-Belâzurî, Ensâbul-Eşrâf,
1/168.
[178] Sahabenin birbirlerini yalanlaması hususunda bir
makale yazmış olan Bünyamin Erul makalesini şu son tesbitle bitirir:
'Birkaç rivayette görülen
tekzîb ise, yalan ve yalanlama anlamındadır. Sıhhatleri tartışılan rivayetleri
de sahih saymamız halinde, bu birkaç haber, istisna olmaktan öteye geçmez.
Narir üzerine de hüküm bina edilemeyeceğine göre, bu birkaç habere dayanarak,
sahabenin yalan rivayetlerde bulunduklarını, yalan uydurduklarını ve
birbirlerini tekzîb edip durduklarını söylememiz doğru bir sonuç
olmayacaktır..." Sahabe Döneminde Tekzîb ve Tekzibin Mahiyeti, Ankara Û.
ilahiyat Fakültesi Dergisi, XXXIX/489. (E.Y).
[179] Zaten hadisçiier Hz. Muâviye'nin fazileti ve zemmiyle
ilgili hadisler mevzudur demişlerdir. Elinizdeki eserin beşinci bölümü olan
'"Sahih Hadis Bulunmayan Konularda 102. maddeye bakınız. (E.Y).
[180] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
55-58.
[181] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
58.
[182] HWfîflC7"(londQn), 1st. June, 1971.
[183] Ibn Teymiyye sahabenin durumunu şöyle özetlemektedir:
"Nebînin ashabı dini en çok bilen ve Rasûlullah'a en çok itaat eden
insanlar idi. Sonrakilerde ortaya çıkan bidatler onlar zamanında yoktu.
Rasûlullah'a bilerek yalan isnad eden bir sahâbî bilinmemektedir. Her ne kadar
içlerinde günahkârlar bulunsa da, Nebilerine bilerek yalan isnad etmek
Allah'ın onları koruyup muhafaza ettiği hususlardandır." er-Redd
ale'l-Ehnâi, s. 103'den nakleden Ebû Gudde, Mevzu Hadisler, s, 35. (E.Y).
[184] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
58-59.
[185] Su bolümün sonundaki misale bakınız.
[186] Enes b. Mâlik anlatıyor: "Bizler Hz. Peygamberin
yanında bulunuyor ve kendisinden hadîs işitiyorduk. Yanından kalktıktan sonra
bunları aramızda müzâkere ediyorduk ki ezberleyelim." el-Hatîb, Câmi\
I/363-4. Bir rivayette de Ebû Mûsâ el-Eş'arî ile Hz. Ömer'in sabaha kadar
müzâkere ettikleri geçer. Bkz. el-Hatîb, Kitâbu'l-Fakih veWute-tekkib, H/128;
el-A'zamî, Dirâsâl, H/332. Hz. Ali'nin tavsiyesi de bu hususu teyid etmektedir:
"Birbirinizi ziyaret edin ve hadis müzâkeresini çokça yapın. Böyle
yapmazsanız hadisler kaybolur gider." el-Hâkim, Ma'rife, s. 60.141. Ge-™Ş
bilgi için bkz. el-A'zamî, Dirâsât, H/332. (E.Y).
[187] Bu hususla
fazla bilgi için bkz. el-A'zamî, a.g.e., H/329-32.
[188] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
59-60.
[189] el-Belâzurî,
Ensâbu'l Eşraf, 1/183.
[190] el-Buhâri, el-ilm (3), bâbu'l-fehmi fi'i-ilm (14),
rakam: 72.
[191] ei-Bunâri, el-ilm (3), bâbu ismi men kezebe ale'n-Nebî
(38), rakam: 107.
[192] İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbu't-tevakkî fi'l-hadisi an
Rasûfillah (3), rakam: 25.
[193] et-Buhar'ı, ei-İlm (3), bâbu ismi men kezebe
ale'n-Nebî (38), rakam: 108.
[194] Ahmedb. Hanbe/, V/19.
[195]fan Mâce, İkâmetu's-Salât (5), bâbu mâ câe fi'ü öuâi
ir. ıstiskâ (154), rakam: 1269.
[196] Ahmed b. Hanbel, İV/433.
[197] eş-Şâfii, er-Risâle, s. 397, rakam: 1093.
[198] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
60-61.
[199] Sahabilerin beşer olarak diğer insanlardan farklı
olmadıklarına dair pekçok örnekler sunan Hayri Kırbaşoğlu, sahabenin hadis rivayeti
karşısındaki durumu için şunları söylemektedir; "Biz sahabenin... kasten,
din düşmanlığı yaparak Hz. Peygamber adına hadis uydurabileceklerini söylemek
istemiyoruz. Ancak bir takım uydurma veya yanlış hadislerin ortaya çıkması için
sahabenin illa kasıtlı olarak bu işi yapması zorunlu değildir. Bilakis çok
çeşitli sebeplerle -kasıt olmaksızın- bir sahebe'nin adı, uydurma veya hatalı
rivayetlere pekala karışabilir. Mesela fazla dikkatli olmayanların maruz
kalabilecekleri tehlikelerin başında "terkin" ve "tedris"
gelmektedir. "Beyin yıkama, şartlandırma" şeklinde çevirebileceğimiz
"telkin', özellikle Hristiyanlık ve Yahudilik'ten gelip müslüman olan bazı
sahabilerin, bu dinden gelen kültürel birikimlerini sahabe arasında bol bol
anfatması veya tabiîn nesline mensup bazı mühtedilerin bazı sahabileri adeta
israiliyya! bilgileri ile bombardımana tâbi tutması sonucunda, birtakım sözler
hadis imişçesine rivayet edilebilir." Metodoloji, s. 90. (E.Y).
[200] el-Buhârî ile Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste,
Urve b. ez-Zubeyr, Abdullah b. Ömer'e Rasûlullah'ın kaç kez umre yaptığını
sorar. O da dört kez yaptığını, bunlardan birisinin de receb ayında olduğunu
söyler. Bunun üzerine Urve odasında bulunan Hz. Âişe'ye seslenerek Abdullah b.
Ömer'in sözünü aktarınca, Hz. Âişe oradan cevap verir: "Allah Ebû
Abdirrahman'ı (ibn Ömer'i) affetsin. Kendisi Rasûlullah'ın tüm umrelerinde
beraberinde idi ancak, Allah Ra-sûlü receb ayında hiç umre yapmamıştır."
el-Buhârfde şu ilave vardır: Bu sözleri işiten ibn Ömer ne hayır ne de evet
dedi, sükût etli. e!-Buhârİ, el-Umra (26), bâbun kem i'temera'n-Nebî (sav) (3),
rakam: 1776; Müslim, el-Hac (15), bâbu beyâni adedi umeri'n-Nebî (sav) ve
zemânihinne (35), rakam; 219-20; ez-Zerkeşî, İcâbe, s. 104-5; es-Suyûtî,
Aynu'l-İsâbe, s. 56-7. Görüldüğü gibi, Hz. Âişe, Rasûluilah'ın recep ayında
umre yapmadığını söyleyerek İbn Ömer'in yanlış hatırladığı bilgiyi tashîh
etmiştir. (EY).
[201] Bkz. en-Nevevî, Şerh, VIİI/235.
[202] İbn Hacer, Fethul-Bârî, 111/602.
[203] İbn Abbas, Hz. Peygamberin Meymûne ile ihramlı iken
evlendiğini söyler. 8kz. Müslim, erc-Mkâh (16), bâbu talırîmi nikâhi'l-muhrim
ve keraheti hitbetih (5), rakam: 46; et-Tırmizİ, el-Hac (7), bâbu mâ câe
fi'r-ruhsati fî zâlike (24), rakam: 842-4. Evlilik dönemlerinde Rasûluilalı
ile Meymûne arasındaki elçi olan Ebû Râfi1 ise ihramdan çıklıktan sonra
evlenip zifafa girdiğini belirtir. Bkz. et-Tırmizî, el-Hac (7), bâbu mâ câe fî
kerâhiyyeti tezvicTI-muhrim (23), rakam: 641. Olayı yaşayan kişi olduğu için,
eş-Şâliî, Meymûne'nin evlendiği zamanla İlgili Ebû Râfi' rivayetini tercih
eder. Bkz. eş-Şâfiî, e/-Um, V/190-1.
Başka bir rivayette ise evliliğin, sahibi olan Meymûne RasûMlah'ın
kendisiyle ihramdan çıktıktan sonra evlendiğini ve yine ihramdan sonra zifafa girdiğini
söyler. Bkz. Müslim, en-Nikâtt (!6}, bâbu tahrîmi nikâhi'l-muhrim ve keraheti
fıitbetih (5), rakam: 48; et-Tmizî, el-Hac (7), bâbu mâ câe fî kerâhiyyeti
tezvîd'l-muhrim (23), rakam: 841. ibn Hazm, olayı içinde yaşama açısından İbn
Abbas'in rivayeti ile düğün sahibi Meymûne'nin rivayetini karşılaştırır ve
Meymûne'ninkini tercih eder. Bkz. İbn Hazm, Muhallâ, V/215. Hanefüerin
düşüncesi için bkz. en-Nevevî, Sert, 2 IX/!94.(E.Y}.
[204] İbn Receb, Şerh, vr. 34-b.
[205] Sâ': Değişik miktarlarda kabul edilmekle beraber 2.120
litre ile 2.650 litre arası bir ölçek. Bkz. Davudoğfu, .Şeıh :,} il/529-530. (E.Y).
[206]Müslim,el-Hayz(3),bâbu'l-kadri'l-mustehab...(10),rakam:53.
ei-A'zâmrnin bu makalesini değerlendirme sadedinde şunları
söyleebiliriz: Sahabenin hem adatel hem dezabtaç- sından cerh ve ta'dite tabi tutulmasında
bizce bir mahzur yoktur. Çünkü, değerlendirme dışı bırakmak dinin temelprensipleriyle
çelişmektedir, islarmn emir ve yasaklarına muhatap olma açısından inananlar
arasında bir fark olmadığına göre. -sıfatı ne olursa olsun- hadis ravilerini
cerh ve ta'dîle tutma noktasında da fark olmaması gerekir. Dinin naslarım
bizlere ulaştıran ilk nesle olan güveni koruma üzerine kurulu endişe
kalktığında, korkulanın olmayacağını, onların Rasûlullah adına yalan
uydurmaktan vareste olduklarının daha iyi anlaşılacağını düşünmekteyiz. Bunun
tersi bir durum ortaya çıkacak olur ve sahabîlik özelliklerini taşımayan
insanlar tesbit edilecek olursa da, gerçeklerle karşılaşmak herkesi mutlu
etmelidir. (E.Y).
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 61-62.
[207] Bu bölüm Hadiste Metin Tente*1 adlı doktora tezimizin
(Bursa-1996) içinde Manayla Rivayet (s. 262-273) adıyla yer afmıştfr. Son
derece genişletilen bu bolüm daha sonra Sivas C. Ü. İlahiyat Fakültesi
dergisinin birinci sayısında (s.' 279-314) yayınlanmıştır. Makale yeniden
gözden geçirilip genişletilmiştir.
[208] Bkz. el-Buhâri, el-İtm (3), bâbu kavli'n-Nebî rubbe
mubellağ... {9), rakam: 67.
[209] Bkz. ed-Dârimî, e!-Mukaddime, bâbu'l-iktidâi
bi'İ-ulemâ (24), rakam: 230.
[210] Bkz. Ebû Dâvûd, el-İ!m (19), bâbu fadli neşri'l-ilm
(10), rakam; 3660.
[211] Bkz. el-Buhâri, el-İlm (3), bâbu ismi men kezebe
ale'n-Nebî (38), rakam: 109.
[212] Bkz. et'Buhâri, e\-M (3), bâbu ismi men kezebe
ale'n-Nebî (38), rakam: 108.
[213] el-Yemânî, Avâsım, i/449.
[214] Bkz. ibn Kuteybe, Te'vîl, s. 48-9.
[215] ef-Te/%âf gibi bazı hadislerin ibadetlerde dua
niyetiyle okunması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü böylesi hadis e-rin sayısı
genel hadis mecmuası içinde küçük bir yekûn tutar. Ayrıca bunlar dahi aynı
lafızlarla rivayet edilmem ş-lerdir.
[216] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
63-66.
[217] Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 130.
[218] Fiilî hadisler kapsam dışı tutulabilir ancak, böyle
bir hadis kendisine aktarılan tabiîn ile sonrakilerin muhtevayı aynen
belleyip, değişiklikte bulunmamaları gerekir. Dolayısıyla, sahâbînin
Rasûlullah'ın bir durumunu anlattığı fiilî hadis esasında bir anlamda
kavilleşmektedir, Çünkü aktarırken kullandığı lafızlar vardır. Fakat daha sonra
onun (özef-likfe teşrîyle İlgili) anlattıklarında meydana gelebilecek muhteva
değişiklikleri, hadisin istikametini değiştirebilir. Böyle olunca, böylesi bir
değişiklik te manayla rivayetin içine girmektedir.
[219] el-Hatib, Kifâye, s. 333; İbnu'l-Mulakkin, Mutoı/',
Ü372; el-Bâcî, ihkâm, s. 355; e!-Esnevi, Nihâye, 111/21 î; en-Neve-">
lr?sd, s. 156; lyâz, İlmâ', s. 174; es-Sehâvî, Fetfıu'l-Muğls, 111/137;
es-Suyûtî, Tedrib, 11/151. Konuyla ilgili bir misal için bkz. es-Sehâvî,
a.g.e., ill/137-8.
[220] Bkz. İbnu's-Salâh, Uiömu'l-Hadîs, s. 214; en-Nevevî,
İrşâd, s. 156; İbnul-Mulakkİn. Mukni', 1/374; es-Sehâvî, a.g.e., "I/H7;
es-Suyû!î, a.g.e., il/156; Başaran, Hadislerin Lafız ve Mana Olarak Rivayeti
Meselesi, s. 59-60.
[221] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
66-67.
[222] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
67.
[223] ibnHazm, tem, t/130.
[224] el-Bubâri, er-Rikâk (81), bâbu'l-muksirîn
humu'l-mukiilûn (13), rakam; 6443.
[225] Müslim, el-imân (1), bâbu'd-defil alâ enne men mâte
ale't-tevhîd... (10), rakam: 44.
[226] Müslim, el-İmân (1). adı geçen bab (10), rakam: 52.
[227] Müslim, ei-lmân (1), adı geçen bab (10), rakam: 54.
[228] Müslim, el-imân (1), adı geçen bab (10), rakam: 151.
[229] el-Buhâri, el-ilm (3), bâbu men hassa bi'l-ilm
kavmen... (49), rakam: 128.
[230] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet
Yayınevi:67-69.
[231] et-Buhâri,
Bed'ul-Vahy (1), bâbun keyfe kâne bed'u'l-vahy... (1), rakam: 1.
[232] M"slım, el-İmâre (33), bâbu kavlihî inneme'l-a'mâl...
(45), rakam: 155.
[233] e'-Burwî, Menâkıbu'l-Ensâr (63), bâbu
hicreti'n-Nebl... (45), rakam: 3898.
[234] el-Buhârî(&7), bâbu men hâcere ev amile bayren...
(5), rakam: 5070. Hadisin geniş değerlendirmesi için bkz. Özaf-şar, Hadisi
Yeniden Düşünmek, s. 107-Î18.
[235] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
69-70.
[236] el-Bunârî, Bed'u'l-Halk (59), bâbu mâ câe fî kavlihî
Teâlâ ve huve'llezî... (1), rakam: 3193.
[237] Ahmed b. Hanbel, V/385, rakam: 23334.
[238] Muşum, el-İmân (1), bâbu beyâni'l-îmâni ve'l-isiam...
{1), rakam; 1.
[239] İbn Belbân, İnşân, 1/397-9, rakam: 173.
[240] Ahmedb. Hanbel, f/27, rakam: 184.
[241] Ahmed b. Hanbel, 1/52, rakam: 374. Abdullah önceki İki
rivayette olayı babasından naklederken bu hadiste kendisi orada hazır bulunmuş
gibi anlatmaktadır.
[242] Ahmedb. Hanbel, 1/319.
[243] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
70-71.
[244] el-Buhân, e' Ezan (10), bâbun hel ye'huzu'i-imâm...
(69), rakam; 715.
[245] el-Bunârî. el Ezan (10), adı geçen bab, rakam: 714.
[246] v Puhâri es-Sefıv (22), bâbu men yukebbiru fî
secdeteyi's-sehv (5), rakam: 1229.
[247] Bunun yanında, e! Buhârtde görüldüğü gibi, hadis
musannifleri kendi metodfarma güre hadisleri (akff edip çeşitli bdû.jfa
dağıtabil m ektedir.
[248] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
71-72.
[249] Müslim, el-imân (i), bâbu beyâni'l-îmâni ve'l-İslam...
(1), rakam: 1. Rasûlullah ile üç gün sonra karşılaştığına dair rivayetler için
bkz. Ebû Dâvûd, es-Sunne (34), bâbun fi'l-kader (17), rakam: 4695; et-Tmizf,
el-lmân (41), bâbu mâ câe fî vasfı Cibril... (4), rakam; 2610; ibn Mâce,
el-Mukaddime, bâbu'l-îmân (9), rakam: 63.
[250] el-Buhâri,
ei-İmân (2), bâbu suâli Cibrîle'n-Nebî ani'l-îmân... (37), rakam: 50.
[251] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
72-73.
[252] ehBuhâri, e!-Hac (25), bâbul-hutbeti eyyâme Minâ
(132), rakam: 1739.
[253] el-Buhâri, el-Hac (25), bâbu'i-hutbeti eyyâme Minâ
(132), rakam: 1741.
[254] Ahmedb. Hanbet, V/37, rakam: 20409; V/40, rakam:
20441.
[255] İbn Mâce, e!-Menâsik (25), bâbu'l-hıübe yevme'n-nahr
(76), rakam: 3058. Konuyla ilgiii başka misal bulmak zordur. Ayrıca bu rivayet misal
olarak her yönüyle tatmin edici değildir. Çünkü Rasûlullah'ın sorulan da
farklılıklar arz etmektedir.
[256] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
73-74.
[257] Bkz. el-Buhâri, Mevâkîtu's-Salât (9), bâbu
fadli's-salâti li vaktihâ (5), rakam: 527.
[258] Bkz. ed-Dârekutnî, 1/246, rakam: 4; el-Hâkim,
Mustedrek, î/188-9, rakam: 676.
[259] Bkz. İbn Hacer,
Fethu'I-Bân, il/191, rakam: 527.
[260] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
74-75.
[261] Bkz. el-Batalyevsî, Tenbîh, s. 185. Hadis için bkz.
Müslim, el-Cİhâd (32), bâbun lâ yuktelu Kureşiyyun sabren ba'del-feth (33),
rakam: 88. Başka örnekler için bkz. Başaran ve Sönmez, Hadis Usûlü ve Tarihi,
s. 144-6.
[262] Ahmedb. Hanbel, il/229, rakam: 7135.
[263] Bkz, el-Batalyevsî, a.g.e., s. Î76-7.
[264] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
75.
[265] Ebû Dâvûd, eî-Cihâd (9), bâbun fi's-sebak (67), rakam:
2574.
[266] Bkz. ef-Hatîb, Târîhu Bağdâd, X!l/324, rakam: rakam:
6767, Bukonuda geniş bilgi için bkz. ei-Cezâirî, Tevcih, s. 339 vd.; el-Kudât,
Esbâb, s. 5-31; Hasan, Nakd, 1/318-25.
[267] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
76.
[268] Öncelikle şunu belirtmekte fayda görüyoruz: Hangi
bilim date olursa olsun, herkesin isteği, Rasûtün sözlerinin ağzından çıktığı gibi
bizlere ulaşmasıdır. Ancak bunun mümkün alamadığı, beşeri beşer olarak kabul
edişimiz kadar açık ve seçiktir. Manayla rivayet hususunda ihtilaf etmelerim
rağmen, bütün alimlerin birinci derecede arzuladıkları, hadislerin
lafızlarının aynen muhafaza edilmesiydi. Bo sjeple manayla rivayete cevaz
verenler dahi "evlâ ve güzel olan hadisi kendi lafzıyla ve tam olarak
rivayet etmek*, çünkü en emniyetlisi budur diyorlardı. ef-Hatîb, Kifâye, s.
200; ez-Zebîdî, Bulğa, s. 195; İbn Hacer, Şer/ıupn-Me,s.95; el-Esnevî, Nihâye,
111/21J; Zuheyr, Usû-/ı/l-Fıkh, 111/1G8; ei-Buhârî, Abdulazîz, Keştu'l-Esrâr,
111/111; es-Ser-ivî. Fetiıu'l-Muğîs, 111/147.
[269] eş-Şevkânî bu şartın gerekli olduğunu, bunda icmâ
olduğunun jjytendiğini aktarır.
[270] eş-Şevkânî bunu makul karşılamaz. Birinci madde ve
muhtevası ile ilgili olarak bkz. ez-Zerkeşî, et-Bahru'l-Muhiti: IV/356-7.
[271] Bkz. es-Sehâvî, Fethul-Muğis, 111/139.
[272] eş-Şevkânî, İrşâdu'l-Fuhûi, I/234-9. Zikredilen
görüşlerin bir kısmı farklı olmakla beraber bkz. es-Sehâvî, a.g.e., 111/138-43;
İbn Hacer, Şerhu'n-Nuhbe, s. 94-5; ez-Zerkeşî, a.g.e., IV/356-61; el-Cezâirî,
Tevcih, s. 306-8; Yatkın, Hadislerin Mana ile Rivayeti ve Neticeleri, s.
17-21. Ali b. İsmail el-Ebyârînin (618/5221) üçlü taksimatı için de bkz.
ez-Zerkeşî, a.g.e., İV/357.
[273] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
76-77.
[274] Bkz. el-Hatîb. Kiiâye, s. 240; İbnu's-Salâh,
UIûrm'l-Hadis, s. 214; ef-lrâkî, Feihu'l-Muğîs, s. 262; en-Nevevî, İrşâd, s.
156; İbnu'l-Mulakkin, Mukni\ I/375; es-Sehâvî, FethuT-Muğîs, 111/146;
es-Suyûtî, Tedrib, U/157; el-Hakîm ei-Tir-mizî, Nevadır, lî/356; el-Kâsımi,
Kavâid, s. 229. Bu tür rivayetlerin en azından bir kısminin ihtiyatla
karşılanması gerekiyor. Çünkü burada Ebû Hureyre'nırt manayla rivayete cevaz
verdiği geçerken, cevaz vermeyenlerde geleceği üzere, cevaz vermediği de
geçmektedir.
[275] Bkz. el-Buhârî, Kebir, VI/514, rakam: 3161; ed-Dârimî,
el-Mukaddime, bâbu men rahhasa fı'l-hadîs izâ esâbe'i-ma'nâ (31), rakam: 315;
et-Tirmizî, el-İlel (51), V/701; İbn Receb, Şerh, 1/425; er-Râmehurmuzî,
Mubaddis, s. 533, rakam: 685 (size manayla rivayet edildiğinde şeklinde);
eMHâkim, Muste&ek, 111/569, rakam: 6421; İbn Abdilber, Cami; 1/341, rakam:
458; eİ-Hatîb, Kifâye, s. 239-40; el-Kurtubî, Câmi\ 1/412; ez-Zehebî, Nubelâ,
M/385, rakam: 57; es-Sehâvî, Fethu'l-Muğis, IİI/144; es-Suyûtî, Tedrib, 11/153;
[276] el-Hatîb, Kifâye, s. 240. Ebû Saîd el-Hudrîye
"hadisleri bizden çok daha güzel rivayet ediyorsunuz" denince de
şöyle der: 'Mana bir olduktan sonra bir beis yoktur." Bkz. İbn Abdilber,
Cami', I/345, rakam: 466.
[277] Bkz. İbn Receb, Şerh, I/429.
[278] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
77-78.
[279] el-Pezdevî bunun deiiilerini de zikreder. Bkz.
el-Buhârî, Keşfu'l-Esrâi, 111/112-21.
[280] Bkz. el-Ensârî, Fevâtih, 11/166.
[281] Bkz. Şa'bân, Usûl, s. 77; Bedrân, Usûl, s. 97.
[282] Bkz. el-Pezdevî, (Abdulaziz el-Buhârfnin
Keştu'l-Esrâtı içinde), 111/116-22 (el-BuhârTnin buradaki açıklamaları d£
oldukça doyurucudur); es-Serahsî, Usûl, I/356-7. Keza bkz, e!-Ensârî, Fevâtih,
11/167. Şafiî alimi eİ-Esnevî'nin ben zer açıklamaları için de bkz. Nihâye,
lli/212-3.
[283] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
78-80.
[284] el-Hatİb, Kitâye, s. 233.
[285] Iyâz, İlmâ\ s. 178,180; İbn Receb, Şerfj, I/429.
[286] Bkz. ei-Kurtubî, Câmi\ 1/412; Iyâz, fona', s. 179;
es-Suyûtî, Tedrib, 11/155.
[287] Bkz. İvaz, İlmâ; s. 178; ibn Receb, Şerh, I/429.
es-Suyûtî de el-Beyiıakrnin Medbalüe böyle naklettiğini söyler. Bta Tedrib,
li/155. Şafiî usûlcüsû ez-Zerkeşî de böyle bir nakilde bulunur. Bkz.
el-Bahm'l-Muhlt, İV/358.
[288] el-Bâcî./Möm, s. 314-5.
[289] Bkz. Iyâz, İlmâ', s. 178-9. lyâz'ın Mâlik'in sözünü
değerlendirmesi aşağıda gelecektir.
[290] Bkz. el-Kurtubî, Camı', 1/412; es-Sehâvî,
Feihul-Muğîs, 111/140.
[291] Yahya b. Bukeyrln "bazan Mâlik'ten hadis
dinlerdim, sabahki ile akşamki arasında lafız farklılığı olurdu" sözü de
onun manayla rivayete cevaz verdiğine bir delildir. Bkz. ef-Hatîb, Kitâye, s.
245.
[292] el-Bâcî, Mâm, s. 314.-5
[293] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
80-81.
[294] eş-Şâfiî, er-R/sâ/e, s. 370-1, rakam: 1001. eş-Şîrâzi
ezbere bilse bife kitabtnclan rivayet etmesi daha ihfiyatlı olduğu için, evlâ
olanın bu ofduğunu, bununla beraber kitabından değil de hafızasından
rivayetininin de caiz olduğunu belirtir Bkz. eş-Şîrâzİ, a.g.e., N/649.
[295] eş-Şâfiî, er-Risâle, s. 274, rakam: 753; es-Suyûtî,
Tedrib, 11/152; es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, İli/143. es-Sehâvî ondan önce Yahya
b. Saîd el-Kattân'ın aynı şeyi söylediğini belirtir.
[296] ez-Zerkeşî, et-Bahru'i-Muhit, İV/356.
[297] Bkz. es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, 111/139.
[298] ei-Gazâlİ, Mustasfâ, 1/168. el-Gazâtî aynı sayfada
şunu da söyler: "Muhtemel île muhtemel olmayan, zahir ile daha zahir, âm
ile daha âm arasındaki farkı bilen alimin hadisi anladığında manayla rivayet
etmesine eş-Şâfiî, Mâlik, Ebû Hanîfe ve fakihlerin çoğunluğu cevaz
vermişlerdir." Keza bkz. el-Amidî, Mâm, İt/331; e!-Beydâvî, (e!-Esnevrnin
Nİ-hâye'si içinde), İli/211.
[299] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
81-82.
[300] Ibn Receb, Şerh, I/427.
[301] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
82.
[302] İbnu's Salâh, Ulümul-Hadis, s. 214; el-Ensârî, Fetlui'l-Bâkî,
11/168. el-Pezdevi de aynı şeyi söyler. Bkz. el-Buhârî, Keşfu'l-Esrâr, 111/111.
[303] eş-Şa'bî yanında Amr b. pînâr, Uucahid, ikrime,
İbrahim en-Neharin de manayla rivayete cevaz verdiği zikredilmektedir. Bkz.
et-Tîrmizi, el-İlel (51}, V/701; er-Râmehurmuzî, Muhaddis, s. 533-4;
es-Serahsî, Usûl, I/355; el-Mekkî, Kûtu'l-Kulûb, 1/176; e!-Cezerî, Mi'râc,
H/66; el-Esnevî, Nîhâye, tlî/215; el-Ensârî, Fevâlih, 11/166; el-Kurtubî, Cami;
1/412; Ibn Abdilber, Câmi\ 1/347, rakam: 470; es-Sehâvî, Fethu'l-Muğîs,
111/138; el-Kâsımî, Kavâid, s. 229.
[304] et-Tırmizl, el-İlel (51), V/702; el-Esnevî, Nibâye,
II1/2I5; İbn Receb, Şerh, I/426; es-Sehâvr, a.g.e., 111/143; es-Suyû-tî,
Tedrİb, il/154. Benzer şeyi el-Hasanul-Basrî de demiştir. Bkz. Fevâtih, 11/168;
el-Kurtubî, Câtri1,1/412.
[305] et'Tırmin, el-İlel (51), V/702; er-Râmehurmuzî,
Muhaddis, s. 533; el-Hatîb, Kifâye, s. 243; el-Kurtubî, a.g.e., 1/412; ibn
Receb, Şerfı, I/426. Benzer bir sözü İbn Şiiıâb ez-Zuhrî de söyler. Bkz.
es-Sehâvî, Fethul-Mugis, 1II/144; es-Suyûtî, açj.e., lî/154.
[306] Bkz. e!-Hatİb, Kifâye, s. 243-4.
[307] et-Tirmizî, el-İlel (51), V/702; ibn Receb, Şerh,
I/426; el-Hatto, a.g.e., s. 245; el-Kurtubî, Cami', 1/412.
[308] Bkz. et-Tırmizi, el-İtel (51), V/701; el-Hatîb,
a.g.e., s. 233; en-Nevevî, irşâd, s. 156; İbnu'l-Mulakkin, Mukni', 1/372-4; İbn
Receb, Şerh, 1/425, 427; es-Sehâvî, Fethu'l-Muğis, IIİ/138,143; el-Irâkî,
Fethu'l-Muğis, s. 261; İbn Hacer, Şerhu'n-Nuhbe, s. 95; Fethul-Bân, XII/393;
es-Suyûtî, Tedrfo, 11/151-2.
[309] İbn Hacer,
Fe(/?up/-Sâr/,VIII/169.
[310] Bkz. es-Sehâvî, a.g.e-, İN/141. es-Sehâvî burada İbn
Hanbel ile Ebû DâvücTdan birer misal vermektedir.
[311] Bkz. ibn Hibbân, Mecrvhin, 1/93.
[312] Bkz. ibn Receb, Serti, 1/431.
[313] Bkz. el-Hatîb, Kifâye, s. 233-4.
[314] İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadis, s. 213-4.
[315] Bkz. es-Sehâvî, Fethul-Muğts, İli/138. es-Suyûtî ise
manayla rivayet edilecek hadisin cevâmiu'l-kelirTKten olmaması şartını da
koşar. Bkz. es-Suyûtî, Tedıib, 11/156.
[316] Skz. er-Râzî, Mahsûl, İV/467; el-Cezerî, Mi'râc,
II/S6-7; Zuheyr, Usûkıf-Fıkh, 111/168.
[317] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
82-85.
[318] Bkz. el-Mekkî, Kûtul-Kutûb, 1/176-7
[319] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
86.
[320] Bkz. er-Râmehurmuzİ, Muhâddis, s. 538.
[321] es-Serahsî, Usûl, 1/355. Keza bkz. er-Râzî, Mahsûl,
İV/466; el-Cezerî, JMr'râc, 11/66; el-Pezdevî, (Abdulazîz el-Bu-hârî'nin
Keşfıı'I-Esrâfı içinde), 111/111.
[322] Bkz. eş-Şevkânî, İrşâdu'l-Futıûl, 1/236. Keza bkz.
ez-Zerkeşî, el-Bahni'l-Muhit, İV/358.
[323] el-Gazâlî, Mentıûl, s. 279. İmâmu'I-Haremeyn
el-Cuveynî ile el-Kuşeyri de hadiscilerin kahir ekseriyetinin bu görüşte
olduğunu söylerler. Bkz. ez-Zerkeşî. ag.e., İV/359; eş-Şevkânî, s.g.e., 1/236.
[324] Bkz. el-Hatîb. Kifâye, s. 232; es-Sehâvî, FeMMuğis,
lil/140; es-Suyûtt, Tedıîb. H/151.
[325] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
86-87.
[326] er-Râmehurmuzî, Mubaddis, s. 533; es-Serahsî, a.g.e.,
I/355; el-Cezerî, Mi'râc, II/66; ei-Amidî, Ihkâm, H/331; d-Beydâvî,
(el-Esnevînin Nihây&sı içinde), 111/211.
[327] ei-Tirmizl, el-İlel (5!}, V/701; el-Haiîb, a.g.e., s.
242; İbn Receb, Şerh, 1/425; es-Sehâvî, Felhul-Muğis, 111/138; İbn Abdilber,
Cami', 1/344, rakam: 464.
[328] el-Hatîb, a.g.e., s. 242.
[329] Bkz. el-Ensârî, Fevâtih, lf/167; ez-Zerkeşî, a.g.e.,
İV/358; el-Esnevî, Nihâye, 111/211; es-Suyûtî, Tedrfo, 11/151; el-Amidî, Mâm,
H/331; Zuheyr, Usûlul-Fıhb, 111/168.
[330] er-Râmehurmuzî, a.g.e., s. 535; el-Hatîb, a.g.e., s.
243; el-Kurîubî, Câmi\ 1/412; et-Tırmizi el-İ!el {51), V/701; İbn Receb, Şerh,
I/425,429; İbn Abdilber, Cami', I/347, rakam: 470; es-Suyütî, Tedrîb, U/154.
[331] Bkz. İbn Hazm, İhkâm, 11/213; es-Setıâvî,
Fethul-Muğîs, 111/143.
[332] Ancak onun dediği her zaman için geçerli değildir.
Çünkü ashabtan gelen rivayetler İçinde oidukça büyük yekûn tutan bir kısım
olayı yaşayanlarca aktarmış değildir, sahabe murselteridir. Ayrıca delil ofarak
getirdiği hadis dahi farklı lafızlarla rivayet ediimişlfr. Bunun yanında
sahabenin manayla rivayet ettiklerine daif nakilleri göz önünde bulundurmak ve
rivayetlerinden sonra "ev nehvehû" ve benzeri ifadeler
kullandıklarını unutmamak gerekir.
[333] Bkz. Iyâz,
İlmâ', s. 180; es-Suyûtî, Tedrîb, İt/156.
[334] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
87-89.
[335] Hanefî, İslimi İlimlere Giriş, s. 40.
[336] Bu endişe yanında, dilde kelimelerin mûradifi
olabileceğini kabul etmeyen bazı filologlar manayla rivayete cevaz vermezler.
Sa'leb bunlardan birisidir. Bkz. el-Esnevî, Nİhâye, İli/211; ez-Zerkeşî,
el-BahruWuh% İV/358.
[337] Bkz. es-Suyûtî, İktirâfı, s. 23.
Ebû Hayyân'ın
belirttiğine göre, İbn Mâlik dil kaidelerini koyarken hadislerden oldukça istifade
etmiştir. Ancak ne rnutekacfdimündan ne de muteebhirûndan aynı şeyi yapan
olmamış, ayrıca onun bu yaptığt kınanmıştır. Ebû Hay-yân bunun sebebini
diğerleri gibi şöyle açıklamaktadır: "Alimlerin bunu terk etmesinin
sebebi, bu lafız Hz. Peygambere aittir diye güvenmemelerindendi. Şayet
güvenmiş olsalardı, Kufan gibi hadislerle de kültf kaidelerin konuima-. sında delil getirilirdi." Bkz.
es-Suyütî, Ukûdu'z-Zeberced, 1/69-70.
[338] Bkz. el-Batalyevsî, Tenbih, s. 175-
[339] es-Suyûtî, İktirâtı, s. 26; Ukûdu'z-Zeberced, 1/69-70;
el-Bağdâdî, Abduikâdir, Hizânetul Edeb, 1/5; eİ-Cezâirî, Tev-c/f), s. 314.
[340] Bkz. es-Suyûtî, İktirâh, s. 24-5; Ukûdu'z-Zeberced,
1/70; el-Bağdâdî, Abduikâdir, a.g,e., 1/4-5; ei-Cezâirî, Tevcih, s. 313; Tural,
Arap Dilinde Şiir ve Hadisle İstişhad Mes'etesi, s. 71-3; Bolelli, Nahivde
Hadisle İstişhad Meselesi, s. 167; Bayraklar, Bdebîve İlmi Açıdan Hadis, s.
76-8.
[341] el-Balalyevsî, a.g.e., s. Î84.
[342] es-Suyûtî, İktirâh, s. 23; Keza bkz. el-Bağdadi,
Hizâneiul-Edeb, 1/5; el-Cezâirî, a.g.e., s. 313. es-Suyûtî aynı sıkıntıyı
başka bir yerde de dile getirir: "Pekçok hadisi raviler manayla rivayeS
etmişler, hadislere ziyadede, noksanlıkta bulunmuşlar, hata (lahn) etmişlerdir.
Fasih olanı fasih olmayanla değiştirmişlerdir. Sundan dolayıdır ki, bir tek
hadisin farklı lafızlarla rivayet edildiğini görürsün. Bunların bir kısmı
iraba ve fasih lugata uymakla, bir kısmı da uymamakladır."
Ukûdu'z-Zeberced, I/69.
es-Suyûtîden çok
önceleri, el-Hattâbî (388/998) kendi döneminden öncesini anlatırken şöyle
demektedir. "Üç asrın geçmesiyle birlikte, hadis alimleri göçüp, daha
sonraki dönem gelince, hadisler Arap olmayanların eiine geçti. Ra-vileri
çoğaldı ancak hakkıyla eda edenleri azaldı, lahn yaygınlaştı ve bozuk şiveler
hadislere duruluğunu kaybettirdi." el-Hattâbî, Garîbu'l-Hadis, I/47. Aynı
şekiide ez-Zehebî de son derece önemli bir tesbitte bulunmuş ve mutekad-dimün
hadisçilerden sonrakilerin hadisleri topladıkları eserlere pek itibar
edilmeyeceğine dikkat çekerek "bize gelene kadar senedier uzamış,
güvenilir ibareler kaybolmuştur" demiştir. Bu ve benzeri sebepîerden
dolayı, el-Bâ-kim'in MustedreK'mde sahih olmayan hadislerin bulunduğunu da
sözlerine eklemiştir. Bkz. Mûkıza, s. 46.
[343] Arap olmayanların hadisleri nakilde getirdikleri
zorluklar fıkıh sahasında da kendisini gösterir. Filologların bu tesbi-j tini
daha iyi anlamak için Türk asıllı el-Uerğinântnin H/tfâye'sine bakmak yeterli
olacaktır. Muğlak ifadeler, bir Ara-! bin elinden çıkmadığını gösteren devrik
cümleler, fail ve meful ile zamirlerin aid olduğu yerleri tesbit etmenin zorluğu
filologlara hak verecek ölçüdedir.
[344] Halil Günenç'in bizlere şifahi olarak aktardığı bu
tesbit genel kabul gören bir yaklaşımdır. Örneğin Meşhur b. Hasan! Âl Selmân
el-Beyhakînin HilâüyyâUn tanıtırken şöyle der: "eİ-Beyhakî anlattığı fıkhî
meseleleri sade bir dille anlat mistir. Her okuyan bunları anlar. İbareleri
önceki kitaplardaki zor ibarelerden uzaktır." Bkz. el-Beyhakî, Hilâfıyyât,
i/15-6.
[345] Bkz. eî-Tebrîzî, Mişkâtu'l-Mesâbîb, 111/82, rakam:
5050.
[346] İbnu'l-Enbârî, Kitâbu'l-İnsâi, s. 65'den nakleden Ebû
Reyye, Edvâ, s. 348; ei-Cezâirî, Muhammed, Kazzâfî, s. 63. Aynı durum
el-Hatîb'in rivayet ettiği kâde'l-halîmu en yekûne nebiyyen (haîîm selîm kişi
neredeyse peygamber ola-! çaktı) rivayetinde de söz konusudur. Bkz. el-Haüb,
Târihu Bağdâd, V7311, rakam: 2823.
[347] Bkz. et-Buhâri, el-Edeb {78}, bâbu mâ yecüzu
mine'l-gadab (75), rakam: 6109; Müslim, el-übâs (37), bâbu fahrîmi tasvîri
sûreti'l-hayvân... (26}, rakam: 98.
[348] Bkz. Ebû Reyye, Edvâ, s. 348. Çünkü inne'nin ismi olan
el-musawirûrîun el-musavvirîn olması gerekmekledir.
[349] Bkz. ed-Deylemi, IH/352, rakam: 4953; el-Beyhakî,
Şuab, VI/23, rakam: 7391.
[350] 8kz. el-Cezâirî, Muhammed, Ka&âft, s. 64.
[351] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
89-92.
[352] lyâz, İimâ1, s. 177; er-Râzî, Mahsûl, İV/469;
el-Pezdevî, (eî-Buhârrnin Keşfu't-Esrâf\ içinde), IIİ/114; İbn Abdilber, Câmi\
I/343, rakam: 462; el-Ensârî, Fevâtih, lf/166; et-Amkfî, İhkâm, li/332.
Abdullah b. Mes'ûd yarımda Ebu'd-Der-dâ ve Enes b. Mâlik'ten nakledilen benzer
sözler için bkz. ed-Dârimî, ef-Mukaddime, bâbu men hâbe'î-futyâ
merıâ-fete's-sekt (28), rakam: 268-271; İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbu'Mevekkî
fi'l-hadîs an Rasûlillah (3), rakam: 23-4; İbn Adiy, Kâmil, 1/18;
er-Râmehurmuzî, Muhaddis, s. 549-50, rakam: 733-6; el-Halib, Kİfâye, s. 241;
İbn Receb, Şerh, 1/429; es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, 111/148; İbnAbdilber, a.g.e.,
1/342-3, rakam: 460-1; es-Suyûtî, Tedrib, H/157.
[353] Bkz. el-Pezdevî, ei-Buhârînin Keşfu'l-Esrâf\ içinde,
İÜ/113-4.
[354] Bkz. el-Kurtubî, Cami', 1/412; es-Sehâvî, a.g.e.T
ül/146. Zurâre b. Evfâ bu hususla şöyle demektedir; "Sahabeden pek çak
kimseyle karşılaştım. Bana hadisleri farklı lafızlarla aktardılarsa da manada
birleştiler." İbn Receb, Şerh, 1/428; el-Kurtubî, a.g.e., 1/412.
[355] eş-Şevkânî, İrşâdul-Fuhûl, 1/237. er-Râzî sahabenin
bazan aynı mecliste aynı olayı farklı lafızlarla rivayet ettiklerini söyler.
Bkz. Mahsûl, İV/467.
[356] Bkz. er-Râzî, a,g.e., İV/469; d-Beydâvi, (ef-Esnevfnin
Nihâye'si içinde), 111/214. Muhammed b. Yûsuf el-Cezerî buna itiraz eder ve
sahabenin diğer insanlarla mukayese etfilemeyecek bir zekaya sahip ocuklarını
ve aynen muhafaza etliklerini söyler. (Bkz. Mi'râc, 11/67-8). Onun bu itirazı
insan fıtratına ters düşmektedir. Sahabenin hadisleri aynen muhafaza
hususundaki hassasiyetleri bilinmekle beraber, her hadfei aynı lafızlarla
rivayet ettikleri İddiasinı ma-kui sınırlar içerisinde koyabilecek bir yer
bulamıyoruz.
[357] Bkz. el-Ensârî, Feratfı, ü/168.
[358] el-Hatîb, Kİfâye, s. 236; el-Gazâlî, Mustasfâ, i/169;
es-Sehâvî, Fetbul-Muğîs, 111/144; İbn Receb, Şerh, 1/428. el-Ha-sanu'l-Basrfnin
ve Hammâd b. Seleme'nin böyle dediği nakledilir.
[359] Tâhâ/20,10.
[360] en-Neml/27,7.
[361] el-Kasas/28,29.
[362] er-Râzî, Mahsûl, İV/468; e!-Esnevî, Nihâye, tll/214; el-Ensârî,
Fevâtih, 11/168. Hadisi bir kısmı hadis usûlcüsü ve kri-tikçisi olan şu
kimselerin eserlerinde tesbit edebildik: et-Taberânî, Keb/r, VII/100, rakam:
6491; eî-Hakîm et-Tirmizî, Nevidir, ü/356; el-Hatîb, Kİfâye, s. 234;
İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, lü/163, rakam: 2989; İbnul-Muiakkin, Mukni; 1/373;
el-lrâkî, Fethu'l-Muğîs, s. 261; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 1/154; es-Suyûtî,
Tedrib, 11/152; el-Hİndî, Ken-zuWmmâl, X/230, rakam: 29215; X/290, rakam:
29469.
[363] Bu zat hakkında bkz. ibn Hibbân, Mecrûbîn, İN/80;
ez-Zehebî, Mİzân, İV/339, rakam: 9372.
[364] Bkz. İbn Hacer, İsâbe, IH/166-7. (es-Sehâvînin de
Fetbu'l-Muğîs, lll/545'de aynı şekilde atıfta bulunduğu açıklamayı Mevzuatta
bulamadık).
[365] Bkz. İbn Receb, Şerh, 1/429.
[366] Bkz. es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, IH/145.
[367] ei-Amİdî, Ihkâm, 11/331; el-Esnevî, Nihâye, 111/214-5.
Hadisin tahrîci için bkz. el-Hatîb. Kifâye, s. 234.
[368] Tahrîci için bkz. İbn Ebî Hatim, Csrfı, II/7. Bu
rivayel daha önce, kitabımızın birinci bölümünün 'Hadis Uydurma Faaliyetinin
Hz. Peyamber Zamanında Başladığı1 kısmının sonunda geçmişti.
[369]
el-Furkân/25,12.
[370] et-Taberânî, Kebir, Vlll/131-2, rakam: 7599;
el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, i/147-8; es-Sehâvî, Fethu't-Muğîs, lfl/145;
es-Suyûtî, Tahzîr, s. 95, rakam: 44; el-Kârî, Esrar, s. 54, rakam: 45.
[371] Bkz. el-Cevrekânî, Ebâtil, 1/92-4, rakam: 87;
es-Sehâvî, a.g.e., 111/145.
Hadisin senedindeki
Muhammed b. el-Fadl hakkındaki tenkidler için bta. el-8uhârî, Târih, I/208,
rakam: 655; Ahmed b. Hanbel, Kitâbu'l-İlel, İl/549, rakam: 3601; III/396-7,
rakam: 5744; en-Nesâi, Duafâ, s. 220, rakam: 569; İbn Hibbân, Mecrûhin,
1/175-6; İbn Ebî Hatim, Cerh, VIII/56-7; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/95 (burada
Ahmed b. Hanbel'den "hadis uydurmak niyetinde olan birisinin bunu
uydurduğunu" söylediğini de aktarır); ez-Zehebî, Muğni, 11/624, rakam:
5903; Mîzân, İV/6-7, rakam: 8056; el-Hazrecî, Hulâsa, s. 356; İbn Hacer,
Tehzib, IX/401, rakam: 6515; Tak-rib, s. 502, rakam; 6225.
[372] Bkz. e!-Buhârî, Târih, H/58, rakam: 1680; İbn Hibbân,
Mecruh;/), 1/175-6; İbn Ebî Hâöm, Cerh, 11/327; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid,
1/148; İbn Adiy, Kâmil, î/414, rakam: 228; en-Nesâî, Duafâ, s. 57, rakam: 64;
ez-Zehebî, Muğ-nî, 1/64, rakam: 499; Mizan, 1/167, rakam: 675; ibn Hacer,
Tehzib, 1/192, rakam: 317; Takrib, s. 96, rakam: 290; el-Hazrecî, Hulâsa, s.
24.
[373] el-Hatîb. Kifâye, s. 234-5; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat,
1/91-2; es-Sehâvî, Fethu'l-Mugis, III/14S-6; el-Kârî, Esrar, s. 64, rakam: 83.
[374] el-Furkân/25,12.
[375] Bkz. el-Cevrekânî, Ebâtil, 1/94-6, rakam: 88.
[376] el-Elbânî, Daüe, 11/422, rakam: 994.
[377] el-Hatîb, a.g.e., s. 236; el-Gazâlî, a.g.e., 1/168-9;
ibn Hacer, Şertıu'n-Nuhbe, s. 94. Fahruddîn er-Râzî de, Arap olmayanlar için
kendi lisanlarınca hadisi tercüme etmek nasıl caiz ise, ifadenin yine Arapça
başka bir ibare ite değiştirilmesinin hayli hayli caiz olduğunu söyler. (Bkz.
Mahsûl, İV/467. Keza bkz. el-Hatîb, a.g.e., s. 235; el-Amîdî, İh-kâm, 11/331-2;
el-Kurtubî, Câmi\ i/413; es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, 111/145). Hem el-Beydâvî hem
de sarihi el-Esnevî bu gerekçeye itiraz ederler, çünkü, başka bir dile tercüme
etmeye zaruret dolayısıyla, başka dili konuşanlar Arapçayı bilmediklerinden,
anlasınlar diye cevaz verilmiştir, derler. Tercümede zaruret varken manayla
rivayette böyle bir zaruret yoktur. Zaten Farsçaya veya başka bir dile
çevirmeye fetva vermek için cevaz verilmiştir yoksa hadisin başka dile çevrilen
ibaresinden ictihad ve istinbat etmek için değil. Dolayısıyla manayla rivayet
için getirilen bu istidlal pek sağlam olmamaktadır, demişlerdir. Bkz.
et-Esnevî, NMye, IH/213-4; eİ-Ensârî, Fevâlih, (1/168; Zuheyr, Usûlul-Rkh,
111/169.
[378] Bkz. el-Amidî, İhkâm, H/332.
[379] Bkz. el-Gazâlî, Menhûl, s. 280; el-Bâcî,
İhkâmu'l-Fusûl, s. 315-6; er-Râzî, Mahsûl, IV/4S7-8; es-Serahsî, Usûl, 1/356.
[380] el-Kıyâme/75,17.
[381] Bkz. el-Hakîm et-Tirmizî, Nevidir, 11/355-6.
[382] Bkz. el-Kâstmî, Kavâid, s. 232.
[383] Bkz. İslâhî, Tedebbûr, s. 100-2.
[384] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
92-98.
[385] et-Buhârl, el-Vudû (4), bâbu fadfi men bâte ale'l-vudû
(75); Müslim, ez-Zikr {48), bâbu mâ yekûlu inde'n-nevm ve ehzi'l-medca' (17),
rakam: 56; el-Hatîb, KHâye, s. 236; el-Cevrekânî, Ebâtît, 1/98-9, rakam: 93;
lyâz, âmâ', s. 174-6; ef-Kurtubî, Cami; 1/413; es-Sehâvî, Fethul-Muğis,
111/141.
[386] en-Necm/53,3-4.
[387] İbn Hazm, İhkâm, 11/213-5.
[388] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
98.
[389] Bkz. el-Hatîb. Kilâye, s. 237.
[390] Bkz. el-Hatîb, a.g.e., s. 237; el-Kurtubî, a.g.e.,
1/413.
[391] Bkz. İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, Xll/393.
[392] Bkz. Ibn Hacer, a.g.e., XII/393; es-Sehâvi,
Fethu'l-Muğls, III/Î46.
[393] Emin Ahsen İsiâhî Hz. Peygamberin bu titizliğine
değişik bir yorum getirir: Eski kavimler rasûllerin dediklerini yapmadıklarından
helak olmuşlardır. Nebiler için böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü nebi
rasûi gibi değildir. Oysa bir kavim rasülü kabul etmediğinde mutlaka azap
gelmekteydi. Bkz. Islâhı, Tedebbür.s. 106-111.
[394] eş-Şâfiî, er-Risâle, s. 401, rakam: 1102.
[395] Bkz. er-Râ2î, Mahsûl, İV/469; Zuheyr, Usülu'l-Fıkh,
111/169.
[396] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
98-100.
[397] Bkz. er-Râzî, a.g.e., İV/470.
[398] Bkz. el-Kâsımî, Kavâid, s. 233.
[399] Bkz. el-Hatîb, Kitâye, s. 237.
[400] el-Gazâlî, Muslasfâ, 1/169. Keza bkz. es-Sehâvî,
Fethul-Muğîs, lil/146; el-Bâcî, İhkâm, s. 316; el-Beydâvî, fei-Es-nevrnin
Nihâye'si içinde), ili/214; el-Kurtubî, Cami', I/41; el-Amidî, İhkâm, il/333;
el-Ensârî, Fevâtib, il/169.
[401] Gerçekten bu hadis farklı zamanlarda değişik
lafızlarla Rasûlullah tarafından söylenmiştir diye kabul edilse bile, bu dahi
manayla rivayetin cevaziyetine işaret sayılabilir. Çünkü Rasûlutlah'ın kendisi
aynı şeyi değişik lafızlarla ifade etmiş demektir.
[402] Bkz. el-Kurtubî, Câmi\ 1/41.
[403] Bkz. el-Ensârî, Fevâtih, H/169.
[404] Bkz. Zuheyr, Usûtu'l-Fıkh, İH/170.
[405] Bkz. er-Râzî, Mahsûl, İV/470; ef-Beydâvî,
(el-EsnevTnin Nihâyds içinde), lil/215; el-Ensârî, Fevâtih, İt/169; el-Amitfî,
ibkâm, 11/332; Zuheyr, Usûlu'l-Fıktı, 111/169.
[406] er-Râzî, a.g.e., İV/470; el-Beydavî, (ei-Esnevrnin
NMye'si İçinde), IH/215.
[407] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
100-102.
[408] Bkz. ei-Cezerî, Mfrâc, II/68; el-Amidî, ihkâm, II/333;
el-Esnevî, a.g.e., 111/215; el-Ensârî, Fevâtffi, 11/169. Hammâd b. Seleme'nin
sözü için ayrıca bkz. İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadîs, s. 218.
[409] Bkz. el-Hatîb, Kiiâye, s. 236; el-Bâcî, ihkâm, s. 316;
el-Amidî, a.g.e., H/333.
[410] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
102-103.
[411] Bkz. el-Halîb, a.g.e., 3. 236; es-Sehâvî,
Fethul-Muğis, İÜ/Î46; el-Âmidî, a.g.e., 11/333.
[412] Bkz. el-Bâcî, Mâm, s. 316.
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 103.
[413] el-Kurtubî, Câm/-, 1/412.
[414] Cerâcpûrî, Hemâre, s. 96-7.
[415] Diğer misallerle beraber bkz. İbn Receb, Şerh,
1/427-8; Tural, Arap Dilinde Şiir ve Hadisle İsüşhad Mes'elesi, s. 71.
[416] Başaran, Hadislerde Mana Rivayetinin Sonuçları, s. 74.
[417] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
103-105.
[418] Müslim, et-Tevbe (49), bâbu (adli devâmi'z-zikr (3).
Bkz. e!-E!bânî, Sahîha, IV/592-3, rakam: 1946. '
[419] Müslim, et-Tevbe (49), bâbu fadli devâmi'z-zikr (3),
rakam: 12.
[420] et-Tırmİzî, Sıfatu'l-Kıyâme (38), bab: 59, rakam:
2514. Muhakkik istifade elliği bazı nüshalarda son kısımda geten
"sâaten" ifadesinin iki kez geçtiğini belirtir. Nitekim
el-Mubârekfürînin Tuhfetu'l-Ahvezîsinde de durum böytedir. Bkz. VİI/184.
[421] et-Tırmizi, Sıfatu'l-Kıyâme (38), bab: 20, rakam:
2452; Ahmedb. Hanbel, İV/346, rakam: 19067; et-Tayâüsi, s. 191, no: 1345.
Ayrıca bkz. İbn Kesîr, Bidâye, V/297; ei-Elbânî, a.g.e., IV7624-5, rakam: 1976.
[422] İbn Mâce, ez-Zuhd (37), bâbu'l-mudâveme ale'l-amel
(28), rakam: 4239. ibn Kesîr de hadîsi Ahmedb. Hanbel, Müslim, et-Tİrmİzive
İbn Mâce'ye nisbet ederek şu şekilde verir: "Benim yanımda bulunduğunuz
gibi olmaya devam etseniz, melekler oturduğunuz yerferde, yollarınızda ve
döşeklerinizde sizlerle musâfaha ederlerdi. Lakin [insan) bazı zaman öyle
olur, bazı zaman böyle olur." (a.g.e., V/297).
Hadisenin başından
geçtiği Hanzala'dan farklı lafızlarla rivaye! edilen hadis, Enes b. Mâlik
kanalıyla ashabdan birinin başından geçen bir olay olarak yine değişik
lafızlarla nakledilmektedir. Bkz. Ahmedb. Hanbel, 111/175, rakam: 12796; Ebû
Yala, V/378, rakam: 280, VI/58-9, rakam: 549; İbn Belban, ihsan, 1155-6, rakam:
344; eî-Begavî, Şerhu's-Sunne, 1/167, rakam: 90; et-Heysemî, Mecmeu'z-Zevald,
X/308; el-Hindî, KenzuWmmât, IV/246,; rakam: 10370; el-Elbâni, a.g.e., İV/606,
rakam: 1965.
Ebû Hureyre'den rivayet
edilen, kendisiyle Hz. Peygamber arasında geçen Hanzala'mnkine benzer bir hadİŞ
içirVde bkz. İbnu'l-Mubârek, Kitâbuz-Zuhd, s. 380, rakam: 1075; el-Humeydi,
H/486, rakam: 1150; et-Tayâlisi, s. 337, fa-kam: 2583; Ahmed b. Hanbel, 11/304-5.
[423] e!-Buhâri, el-Edeb (78), bâbu'r-riiki fi'l-emri küllin
(35), rakam: 6025.
[424] el-Buhâri, el-Edeb (78), bâbu kavli'n-Nebiyyi
yessirû... (80), takam: 6128.
[425] Müslim, et-Tahâre (2), bâbu vucûbi ğasli'l-bevi...
(30), rakam: 98.
[426] Müslim, et-Tahâre (2), adı geçen bab (30), rakam: 99.
[427] Müslim, et-Tahâre (2), adı geçen bab (30), rakam: 100.
[428] Ebû Dâvûd, et-Tahâre (1), bâbu'i-ardi yusîbuhal-bevl
(138), rakam: 380.
[429] et-Tırmizî, et-Tahâre (1), bâbu mâ câe fi'l-bevli
yusîbu'l-erd (112), rakam: 147,
[430] en-Nesâî, et-Tahâre (1), (erku't-levkîli fi'l-mâ'
(45), rakam: 53.
[431] en-Nesâî, et-Tahâre ()), adı geçen bab (45), rakam:
55.
[432] en-Nesâi, et-Tahâre (1), adı geçen bab (45), rakam;
56.
[433] İbn Mâce, et-Tahâre (1), bâbu'l-erdi yusîbuha'l-bevlu
keyfe Suğsel (78), rakam: 528.
[434] İbn Mâce, et-Tahâre (1), bâbu'l-erdi yusîbuha'l-bevfu
keyfe tuğse! (78), rakam: 530.
[435] Ebû Dâvüd, et-Tahâre (1), bâbu'l-ardi yusîbuha'l-bevl
(138), rakam: 380; el-Beyfıakî, JMa'rife, III/394, rakam: 5055.
[436] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
105-108.
[437] Bu bölüm Hadiste Metin Tenkidi aüh doktora tezimizin
(Bursa-1996) içinde es-Sahihân Özerinde tema Var mıdır?' (s. 34-39) adıyla yer
almıştır. Oldukça genişletilen bu bölüm daha sonra Sivas C. Ü. İlahiyat Fakültesi
dergisinin ikinci sayısında (s. 365-369) yayınlanmıştır. Makale yeniden gözden
geçirilip genişletilmiştir.
[438] Bkz. İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadis, s. 24; en-Nevevî,
İrşâd, s. 62; es-Suyûtî, Tedrib, 1/144. Diğerleri için bkz. ez-Zâ-hirfî,
Ehâdîsu's-Sahihayn, s. 10-20,32. Genefde kabul gören Kanı es-Sahihayn
hadislerinin sahih olduğu yönünde olmakla birlikte, bunların mutlak (kesin)
sahih mi oldukları veya zan mı ifade ettikleri hususu ihtilaflıdır. Bu husus M.
Said Hatiboğlu'nun makalesinde görülebilir. Bkz. Eleştiriler, s. 4.
[439] İbnu'l-Attâr, Fetâvâ, s. 246-7. Ancak onun gibi
düşünmeyip Kütüb-İ Hamse'deki hadisler hususunda icmâ olduğunu iddia edenler
bile vardır. Örneğin "İmâm, Aflâme, Muhaddis, Hafız, Muftî,
Şeytıu'l-İslâm, Şerefu'l-Muammerîrt" sıfatlarıyla anılan (Bkz. ez-Zehebî,
Nubelâ, XXI/5) Ebü Tâhir es-Silefî (576/1180) maşrik ve mağrib alimlerinin bu
kitap-lardaki hadislerin sahihliği hususunda icma ettiklerini söyler. Bkz.
el-lrâkî, Fethu'l-Muğ!s, s. 45. Bu da icmâ vardır denilen hususlara ne kadar
ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini göstermektedir.
[440] el-Alâî, en-Nakdu's-Sahih, s. 27.
[441] ibn Haldun, Mukaddime, 11/788-9. îbn Haldun başka bir
yerde de, daha önceden sahih olarak kabul edilmemiş hadisleri sahih kılmanın
artık mümkün olmadığını söyler. Bkz. a.g.e., 111/1043.
[442] Bkz. ed-Dihlevî, Huccetu'ltâhi'l-Bâliğa, 1/356-7;
el-Kâsimî, Kavâktu't-Tahdîs, s. 249. Bu genel kanaat için bkz. el-Kannûcî,
Avnu't-Bâri, 1/16-8; et-Tivuycerî, Red, I/32-4,138-9.
[443] Ancak yaklaşık bir asırdır bu kanıyı paylaşmayanlar
oldukça çoğalmıştır. Örneğin Ehlu'l-Kufân'dan olan Çırağ Ali el-Hindî
(1313/1895) el-Buhârînin es-Sahihhm pekçok mevzu hadîsi ihtiva etmekte olduğunu
fakat mûslümanla-rın onu Allah'ın kitabından sonra en sahih kitap kabui
ettiklerini, bunun sebebinin de "itikadlanndaki aşırılık ve a'mâ-yı taklid
etme alışkanlıkları" olduğunu söyler. Bkz. Abdullatîf,
es-Sunnetu'n-Nebeviyye, s. 104. Keza iyi bir hadîs yorumcusu olan Mevdudi
(1399/1979) şöyle diyor: "Hiç kimse, hadîsle ilgili bize ulaşan herhangi
bir kolleksiyona kesinlikle sahihtir, diyemez. Meselâ, Sahîh-i Bubârtnin
Allah'ın kitabından sonra en sahih kitap olduğu söylenmektedir. Hadîs
konusunda bu abartmayı yapanların hiçbiri Buhar!de nakledilen altı veya yedi
bin hadîsin tamamına sa-, hin diyemez." Daudi, Hadis Çalışmaları, s. 267.
[444] Bkz. Sabrî, el-Kavtu'1-Fasl, s. 69-70. M. Yaşar
Kandemir de bu hususta şöyle demektedir: "Bu eserlerin ihtiva ettiği
hadislerin sağlamlığı hususunda hem muhaddisler hem de diğer İslam alimleri
İcmâ" etmişlerdir." es-Sahîhayrie Yöneltilen Tenkidlerin Değeri, s.
335. Kandemir, s. 338'de de İslam ümmetinin, bu iki eserdeki hadislerle amel etmenin
vacip olduğu hususunda ittifak ettiklerini belirtir. Benzer yaklaşımlar için
bkz. e!-Huseynî, Kullu mâ fi'l-Bubâ-ri Sahih, s. 13; el-Alâî, en-Nakdu's-Sahîh,
s. 27 (Eseri hazırlayan Mahmûd Saîd Memdûh'un 1 nolu dipnolu); Ba-dıllı,
Kaynaklar, s. 185,191, 197, 338; Gülen, Sonsuz Nur, 11/350. Müsteşrik çocukları
suçlaması için de bkz. el-Behnesâvî, Metnu'l-Hadis, s. 698..
[445] Hatiboglu, Eleştiriler, s. 4.
[446] el-Beyhakînin (458/1066) kitaplarında rivayet etmiş
olduğu hadislerin el-Bubârive Müslim'de geçtiğini belirtmeye özel önem vermesi
ve onları teyid için zikretmesi, beşinci asırda bu iki kitabın oldukça büyük
bir saygınlık kazandığını göstermektedir. Örnek için bkz. Kubrâ, VIIİ/130;
Ma'rife, VI/16; Deiâilu'n-Nubuvve, VI/365; Kitâbu'l-Kadâ vel-Kader.vt. 12-b
[447] İbnu's-Salâh, Ulûmul-Hadis, s. 26. el-Cuveynî
el-Buhâri yanına Muslinti de katar ve yeminin içine "sıhhatine hükmettikleri"
kaydını koyar. Bkz. İbnu's-Salâh, Siyâne, s. 86; en-Nevevî, Şerh, t/19;
ez-Zâhidî, Ehâdisu's-Sahîhayn, s. 10.
[448] Geniş bilgi için bkz. Çakan, Hadîs Edebiyatı, s.
47-60. el-Buhârînin kitabının adının el-Câmlu'l-Musnedu's-Sahİhul-Muhtasar min
Umun Rasölillah (a.s) ve Sunenihî ve Eyyâmih olması keza Müslim'in "sahih
kabul etliğim her hadisi bu kitabıma almadım; alimlerin sıhhatinde ittifak
ettikleri hadisleri aldım" (Müslim, es-Salât (4), bâbu't-teşehhudi
ti's-sa!ât {J6), rakam: 63) demesi bunu teyid eder mahiyettedir.
[449] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/99.
[450] Bkz. el-Cessâs, ei-lcmâ', s. 42 (muhakkikin etüdü);
İbn Teymiyye, Mecmuu Fefârâ, XIX/271; İbnul-Kayyım, İlâm, 11/247.
[451] Bu hususta bkz. en-Nevevî, Şerh, XVf/63;
İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 1/110; e!-lrâki, Takyîd, s. 29; Başaran, fon Hazm'm
KûtOb-iSİtte'ye Bakışı, s. 9-17.
[452] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
109-113.
[453] Bu zatın ismi çalışmamızda istifade ettiğimiz
Hedyu's-Sâri nüshasında "Ebû Ca'fer Mahmûd b. Amr el-Ukayir olarak
geçmektedir, (s. 7). Ulaşabildiğimiz diğer iki Hedyu's-Sâri nüshasında da bu
şeklidedir: Dâru'l-Ma'rife, Beyrut-Tsz, s. 7; Kâhire-1988, s. 9. Ancak biz
tabakat kitaplarında bu adda birini bulamadık. Bunun yerine
Kitâbu'd-Dualâil-Kebîr sahibi Ebû Ca'fer Muhammed b. Amr el-Ukayltyi (322/934)
tesbrt edebildik. Bkz. ez-Zehebî, Nubelâ, XV/236, rakam: 93; İber, H/17;
Tezkiretu'l-Huffâz, ili/833-4, rakam: 814; es-Safedî. Vâfî, İV/291, rakam:
1820.
[454] İbn Hacer, Hedyu's-Sâii, s. 7. Şu rivayetin bunlardan biri
otması muhtemeldir: Ebû Hureyre'den gelen rivayette şöyle geçer: Hz. Peygamber
"ümmetimi Kureyş'in şu kabilesi helak edecek" buyurdu. Ashab
"bize ne emir buyurursunuz yâ Rasûlellah" diye sordular. Hz.
Peygamber de "keşke insanlar onlardan uzak kalsalar" buyurdu.
Rivayeti aktaran Abdullah babası Ahmed b. Hanbel'in vefat ettiği hastalığında
bununla ilgili olarak şöyle söylediğini aktarır: "Bu hadisin üstünü çiz.
Çünkü Hz. Peygamberden gelen hadislere -yani 'dinleyiniz, İtaa! ediniz ve
sabrediniz' kavline-aykırtdır." Musned, 11/301. Hadis es-Sahİhayriüa
şuralarda geçmektedir: el-Bubâri, el-Menâkıb (61), bâbu alâmâ-ti'n-Nubuweli
fi'l-islâm (25), rakam: 3604; Müslim, el-Fiten (52), bâbun lâ tekûmu's-saâtu
hattâ... {18), rakam: 74.
[455] Müslim, Sıfâtu'l-Munâfikîn (50), bâbu
iblidâi'l-halk... (1), rakam: 27.
es-Suyûtî ise senedini
vermeksizin İbn Merdûye'nin eserinden nakille, Rasûkıllah'ın Ebû Hureyre'nin
elini tutarak şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Ey Ebû Hureyre! Ailah gökleri, yeryüzünü ve ikisinin
arasındakiler! altı günde yarattı. Sonra arşın üzerine istiva etti. Toprağı
cumartesi, dağları pazar, ağaçlan pazartesi günü, Adem afeyhisselâmı salı günü,
nuru çarşamba günü, hayvanları perşembe günü, Adem'i ise cuma gündüzün son
vakitlerinde yaratmıştır." ed-Dumı'i-Mensür, llf/473. Fakat buradaki
rivayette Adem aleyhisselamın hem salı hem de cuma günü yaratıldığı
geçmektedir. Bu hem baskıdan hem de rivayetin kendisinden kaynaklanabilir.
[456] el-A'râf/7,54.
[457] Bkz. eJ-Buhârî, Kebir, 1/413-4, rakam: 1317.
el-Buhârînin zayıftır dediği başka bir Müslim rivayeti için bkz. el-Beyhakî,
Şuab, i/342, rakam: 378; İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, Xll!/213.
[458] İbn Teymiyye ete (728/1328) el-BuhârTnin haklı
olduğunu Müslim'den daha iyi hadîs bilgisi olan Yahya b. Maîn (233/847),
e!-Buhâri vb. alimlerin farklı düşündöKlerini ve bunun Hz. Peygamberin sözü
olmadığını söylediklerini aktarır. Bkz. İbn Teymiyye, Mecmuu Felâvâ, 1/256-7;
XVIt/235-7; XVIII/î8-9, 73; Tevessül, s. 86. İbnu'l-Kayyım da (751/1350) aynı
kanaattedir. Bkz. Menâr, s. 85, rakam: 153.
[459] el-Beyfıaki, el-Esmâ ve's-Sılât, H/251. Daha sonra İbn
Kesîr de hadisin Kur'ân'a muhalefet edişine dikkat çekmiştir. Bkz. Tekir,
11/229-30 (hzr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar'aşlî, Beyrut-1987).
[460] Müslim, el-Ekdiye (30), bâbu'l-kadâi bi'l-yemîni
ve'ş-şâhid (2), rakam: 3.
[461] et-Tahâvî, Şemu Meânİ'l-Asâr, İV/145.
[462] Bu hadis elinizdeki eserin son bölümünde ele
alınmaktadır.
[463] el-Cessâs, Ahkâmu't-Kur'ân, 1/59-60. Rivayete
yöneltilen diğer tenkfcSer İçm elinizdeki eserin son bölümüne bakınız.
[464] "Kabirlerden dfriltitecekleri gün, beni
utandırma." eş-Şuarâ/26,87.
[465] et-Tevbe/9,114.
[466] Bkz. İbn Hacer, FethuWiri, IX/44B-9; Ebû Reyye, Edvâ,
s. 339.
[467] 379 nolu dipnota bakınız.
[468] Müslim, et-Tevbe (49), bâbu kabûli tevbeti'l-kâtil...
(8), rakam: 51.
[469] en-Necm/53, 38.
[470] Bkz. el-Beyhakî, Şuab, I/342-3; İbn Hacer, FeMl-Bârİ,
XIII/2i2-3.
[471] Ayet: et-Tevbe/9T 84. Rivayet için bkz. el-Buhâri,
el-Tefsîr (65), SûfetU Berâe (9), bâbun isteğtîr lehum... 02), rakam: 4670;
Müslim, Srtatu'l-Munâfikîn (50), rakam: 3.
[472] el-Gazâlî, Mustastâ, 11/196; İslamoğlu, ÜçMuhmmed, s.
171.
[473] el-Buhârî, ez-Zekât (24), bâbu fadli
sadakati'ş-şahihi's-sahîh {11J, rakam: 1420.
[474] Nitekim Mus/iro'deki rivayette hanımın adı Zeyneb
olarak geçmekledir. Bkz. Fedâilu's-Sahâbe (44), bâbun min fe-dâili Zeyneb...
(17), rakam: 101. Hz. Peygamberin ardından ilk vefat eden eşinin Şevde bnt.
Zem'a değil de Zeyneb bnt. Cahş olduğuyla ilgili olarak bkz. ibn Sa'd,
Tabakât, VIIİ/55; İbn Abdilber, İstiâb, İV/1850; ez-Zehebî,
Nube-1411/212-3,266-7.
[475] İbn Hacer, Fethul-Bârî, İV/36. İbnu'l-Cevzfnin diğer
tenkidleri için bkz. İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, 1/1! 0; es-Suvû-tî,
en-Nuketu'l-Bedîât, s. 90; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/118-9 (Nureddin
Boyacılar'ın tahkik etliği nüshadaki etüdü).
[476] en-Nevevî, Şerh, XVI/9. Konumuzun başında en-NevevTnin
es-Sabîhayrtda batıl veya sahih olmayan hadis bulunmadığını söylediğini
aktarmıştık. Burada, en azından hadisin içindeki bir yerin batıl olabileceğini
kabul ettiğini görmüş olduk. en-Nevevî'nin benzer şekilde tenkid ettiği bir
el-Buhârî hadisi, kitabımızın altıncı bölümünde 'Tarih Yardımıyla Tenkid
Edilen Rivayetlere Örnekler7 başlığı altında 11. maddede geçmektedir.
[477] es-Suyûtî, Tedrib, 1/120.
[478] İbnu's-Salâh, Siyâne, s. 87.
[479] İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadir, I/288. Hayri Kırbaşoğlu
onun bu tavrını şöyle yorumlar "İbnu'l-Humâm'ın bu Bd meşhur hadis
kaynağı karşısındaki tavrı ise, onların değerini takdir edememekten veya küçümsemekten
değil, bu eserleri adetâ kutsaltaştırarak, ilmî esaslar çerçevesinde
eleştirilmesine dahi karşı çıkan ve bu suretle de (arkında olmadan onları
adetâ Kur"ân gibi beşer üstü bir kitap seviyesine çıkaran bir zihniyeti
eleştirmesindendir." Kırbaşoğlu, Ke-mâluddin İbnu'i-Humâm'm Hadisçiliği,
s. 4.
[480] el-Bufıârî, er-Rikâk (81), bâbu't-tevâdu' (38), rakam:
6502.
[481] Bkz. ez-Zehebî, Mizan, 1/640-1, rakam: 2463; İbn
Hacer, Fethu'l-Bârî, Xill/143. Görüldüğü gibi ez-Zehebî, hadisi el-Buhârl
rivayet etmiş olmasaydı hadisçiler bunu kabul etmezdi, demek isByor. Bu
sözleriyle, hadisi kendisinin de kabul etmediğini vurgulamış oluyor.
ez-Zehebrnin bu
tenkidinin yersiz kabul edildiğine dair nakilde bulunulmakta ancak tenkide
medar olan rivayetin ! son cümlesi zikredilmemektedir. Buna bakılınca
ez-Zehebrnin sanki sadece zikredilen kısmı tenkid ettiği izlenimi i
uyanmakîadif. Kanaatimizce ez-Zehebî esasında son cümleyi problem olarak
görmektedir. Çünkü burada, Allah'ın ! kulun canım almakta tereddüt ettiğinden,
rabbin sevgili kulunun da O'na kavuşmanın kapısı olan ölümü istemediğinden
bahsedilmektedir. Zaten problem olarak orası görüldüğü için, tasavvuf
kitapfarında özei bir yeri olan bu hadisin son cümlesine izahlar getirilmeye
çalışılmıştır. Örneğin el-Beyhakî Kitâbu'z-Zuhdi'l-Kebttlntie (s. 269), habiste
geçen "ölümü isiemeyen, benim de kendisini üzmek istemediğim"
kısmının izahıyla ilgili oiarak el-Cuneyd el-Bağ-dâdî'den şunu nakleder:
"Hz. Allah burada müminin ölümle yüzyüze gelmesini, onun zorluğunu ve
sıkıntısını hissetmesini kasdetmektedir. Yoksa onun ölmesini istemiyorum
anlamı kastedilmemektedir. Çünkü ölüm mümini Allah'ın rahme! ve mağfiretine
getirmektedir." (el-Beyhakî s. 270-1'de de hadisin üst kısmının yorumunu
Ebû Osman el-HÎ-rfden nakleder). Bu alıntılar aynı müellifin el-Esmâ
re's-Srfâfında da görülebilir. 11/448. Dolayısıyla, hadisin tamamını vermemek
eksik anlamalara sebebiyet verecek durumdadır. Keza el-Keşmîrînin (Feyzu'l-Bâıi
alâ Sahihi'l-Buhârî, İV/428) ez-Zehebî için söylediği "mantık iimi okumamış"
ifadesi de -hadisin tamamı verilmediği dolayısıyla ez-Zehebtnin neresini
İenkid ettiği anlaşılmayacağı için- ez-Zehebî hakkında "mantıksızın
biri" şeklinde yanlış kanaatların oluşmasına sebebiyet verebilecek
durumdadır. Tüm bunların yanında, ez-Zehe-bfye yöneltilen ağır tenkidlere yer
vermekle yetinilerek sükût edilmesi, ez-Zehebrnın el-BuhârTyi tenkid etmesinin
makul karşılanmadığını gösterir gibidir. Geniş bilgi için bkz. Aydınlı, Doğuş
Devrinde Tasavvuf ve Hadis, s. 66-7,225 nolu dipnol.
[482] Bkz. ez-Zehebî, Nubetâ, 11/222, rakam: 23.
[483] ibn Teymiyye burada Musliniöen misâller verir ancak
el-Butıârtye nazaran sadece Müslim'in rivayet ettiğini söylediği hadislerden
birisini Müslim değil el-Buhârî rivayet etmiş, diğerini el-Buhârite rivayet
etmiştir. Bkz. İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâvâ, XVIfl/17-8.
[484] Bkz. İbn Teymiyye, a.g.e., XVIII/72-3; Tevessül, s.
86.
[485] es-Subkî, Makat, »115-120, 425.
[486] el-Buhân, e!-Kader (82}, bâb 1, rakam: 6594;
Bedu'l-Halk (59), bâbu zikrîl-melâike (6}, rakam: 3208; Ehâdîsu'I-En-biyâ (60),
bâbu halki Âdem ve zurriyyetih (60), rakam: 3332; et-Tevhîd (97), bâbu kavfihî
Teâlâ ve lekad sebekat... (28), rakam: 7454; Müslim, el-Kader (46), bâbu
keyfiyyeti'l-halk... (1}, rakam: 1.
[487] Bkz. el-Kirmânî, Serfî, XXIII/72-3.
[488] Bkz. el-lrâkî, Takyîd, s. 29; Fethu'l-Muğîs, s. 25-6.
[489] Bkz. e!-Yemânî, Avâsım, III/9O-4.
[490] el-Kâsımî, Kavâidu't-Tahdis, s. 84.
[491] el-Leyi/92,2-3.
[492] Bkz. et-Buhârî, et-Tefsîr (65), Sûretu ve'Meyl (92),
bâbu ve mâ haleka'z-zekera ve'l-unsâ (2), rakam: 4944; Müslim, Salâtul-Musâfirîn
(6), bâbu mâyetaaliaku bi'İ-kırâât (50), rakam: 284.
[493] Bkz. el-Kurtubî, Cami', XX/81. Aktardıklarımıza benzer
misaller için Hatiboğlu'nun zikri geçen £/estfriteradiı maka-ı leşine ve M. Yaşar Kandemirln Sahihayn'e
Yöneltilen Tenkidierin Değeri adlı tebliğine gönderdiği müzakereye bakılabilir,
s. 377-382. Sadece el-Buhârînin es-Sahîh'i üzerindeki icmâ meselesi için de
Kâmil Çakın'tn Buhâri'nin ; Otoritesini Kazanma Süreç/ adlı geniş makalesine
bakılabilir, islâmî Araştırmalar Dergisi, Sünnet özel sayısı, Cilt; i X, sayı; 2, yit: 1997, s.100-109.
' es-Sanifıayn
hadisleri hakkında gerçekte icmâ olmadığına ve ulemanın bu iki eserdeki
hadisleri tenkid ettiklerine j dair misaller için bkz. 1- ed-Dârekutnî,
et-Tetebbu', diğer eseriyle birlikte el-İIzâmât vel-Tetebbu' adıyla
basılmıştır. 1 Hzr. Ebû Abdirrahman Mukbi! b. Hâdî el-Vâdiî, Beynıt-1985
(İlletleri var diyerek, es-Sahîhayrida tenkid ettiği 218 hadise dairdir). 2-
el-Yemânî, Muhammed b. et-Vezîr, el-Avâsım ve'l-Kavâsım fi'z-Zebbi an Sünneti Ebfl-Kastm,
hzr. Şuayb el-Arnavut, IH/90-4, Beyrut-1992.3- İbn Hacer, Hedyu's-Sârİ
Mukaddimetu
Fethi'l-Bârî, hzr. Abdulazîz b. Ab-dillah b. Bâz, s. 502 vd., Beyrut-1993. 4-
el-Eserî, Ali Hasan, Dirâsâtun İlmiyye fi Sahihi Müslim, s. 27-43,171 -5,
Riyad-1992.5- Sezgin, M. Fuad, Buhâri'nin Kaynaklan Hakkında Araştırmalar, s.
195-9, İstanbul-1956.6- Ebûbekr, es-Seyyid Salih, el-Edvâu'i-Kur'âniyye
tiİktisâhi'i'Ehâdisi'l-İsrâiliyye ve Tathîri'l-Buhârİ minhâ, s. 71 vd.,
Ysz.-Tsz. 7- Dayhan, Ahmet Tahir, Buhârîye Yöneltilen Bazı Tenkitler, yüksek
lisans tezi, İzmir-1995.8-Polat, Safahattın, Hadis Araştırmaları, s. 91-108,
İstanbul-Tsz.
[494] İzmirli İsmail Hakkt'mn lesbiti gerçeği
vurgulamaktadır: "Sahihayn ehâdîsinin intikad olduğunu talebe-i hadîs bile
bilir... Sahihayn'Ğa olan bütün etıâdtsin sıhhatinde icmâ yoktur. Nerede kaldı
ki tehvîn edenler mubtedî olsun." Mus-lasvite Sözleri mi Tasavvufun
Zaferim mi, s. 84.
[495] M. Yaşar Kandemir, fukahanın es-Sa/j/Tıayrfdakİ bir
kısım hadislerle amel etmemesini "bazı hadislerle amel etmeyen fakihlerin
o hadisin sıhhatini reddelmeyip başkalarını onlara tercih ettikleri bilinen bir
gerçektir" diye yorumlamaktadır. Sahînayn'e Yöneltilen Tenkidlerin Değen,
s. 367. Bu bakış açısıyla bakıldığı takdirde, fıfchî yönü bulunan ve mezheplerce
amef edilmeyen yüzlerce es-Sahîhayn hadisinin fukaha tarafından esasında sahih
kabul edildikleri fakat sıhhat dışında kalan tercih nedenleriyle alınmadıkları
için amel edilmedikleri anlamı ortaya çıkar. Hakikat ise böyle değildir. Sadece
İki örnek verecek olursak: liHanefîîer ayetlere ve sahih gördükleri hadise
aykırı buldukları için el-Buhârîm de rivayet ettiği "mümin kalır
karşılığında öldürülmez" hadisiyle amel etmemişlerdir. Hadis için bkz.
el-Buhâri, ed-Diyât (87), bâbu'l-âkile (24), rakam: 6903. Hanefîîerin
değerlendirmeleri için bkz. es-Serahsî, Ktiâbu'l-Mebsût, XXVI/132-5;
İbnu'l-Humâm, Fethul-Kadir, X/217-9; el-Aynî, el-Binâye ft ŞerhiWidâye,
»1/104-5. 2;Mâli-kîler en-Nisâ/4,23 ayetiyie amel ederek MusSnf'm de rivayet
ettiği emzirmenin miktarını belirten rivayetlerle şeriatın esaslarına aykırıdır
diyerek amel etmezler. Hadis için bkz. Müslim, er-Radâ' (17), bâbun
fi'l-massali ve'l-massatân (5), rakam: 17-23. Mâlikîlerin değerlendirmesi için
bkz. eş-Şâtıbî, Muvafakat, III/İ2.
[496] Yapılan çalışmaları ehl-i sünnete saldırı olarak
değerlendiren M. Şevket Eygi'nin yaklaşımı ilginçtir: "Yarım yamalak
bilgili birtakım İlâhiyatçılar, oryantalistlerin kitaplarından okuyarak
"Buharîde mevzu hadis bulunduğunu" iddia edecek kadar
müsteşrikleşmişierdir." Millî Gazete, Safıife köşesi, 19-11-1995.
[497] İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâvâ, XV!ll/72.
[498] İbn Teymiyye, a.g.e., XVill/17; Tevessül, s. 86-7. İbn
Teymiyye bu sözünün ardından, bir kısım sahih hadislerin bazı alimleree sahih,
bazılarınca da sahih kabul edilmediğini söyleyerek es-Sahîhayrf&n misaller
verir.
[499] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
113-120.
[500] 8u bölüm Hadiste Metin Tenkidi adı doktora tezimizin
(Bursa-1996) içinde Sahih Hadis Bulunmayan Konular (s. 397-402) adıyla yer
almıştır. Çalışmamızın birinci baskısında son derece genişletilen bu bölüme
ikinci baskıda 58 madde daha eklenmiştir.
[501] el-HatîbT Cami; 11/231, rakam: 1536.
[502] Bkz. ed-Dihlevî, Abdulazîz, el-Ucâtetu'n-Nâfia, s.
30-1.
[503] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 121.
[504] Bu husustaki bir değerlendirme için bkz. el-Cevrekânî,
Ebâtil mukaddimesi, s. 36-8 {ei-Ferîvârmn etüdü}.
[505] Bkz. ez-Zehebî, Tezkire, İV/1308, rakam: 1085; İbn
Hacer, Usânu'l-Mİzân, fl/27f, rakam; 1120; es-Sehâvî, Fethu'l-Muğis, İ/299; İbn
Arrâk, Tenzihu'ş-Şerîa, l/$.
[506] es-Sehâvî, a.g.e., 1/299.
[507] Bir takım hadisleri kabul etmemesi sebebiyle tenkid
edilmiştir, örneğin 'kulleteyn' hadisi için "es-Sahîbayrtda zıddı vardtr
ve bu konuda Kz. Peygamberden gelen sahih bir hadis yoktur" der. [Muğnl,
s. 27}. 'Kulleteyn' hadisinin savunması için bkz. ibn Himmât, Tenkit, s. 65-6.
Ebû Hanîfe'nin de kulleteyn hadisini bu miktarda akan su olarak anladığı
zikredilmektedir. Bkz. el-Mekkî, Menâkıbu EbiHanîfe, s. 107.
[508] s. 3.
[509] Bu çalışmanın değerlendirmesi hususunda bkz. Fellâle,
Vad', NI/509-12; el-Bezere, İbn Himmât ed-Dimeşkrnin ef-Tenkll ve'l-İfâde'sme
yazdığı mukaddime, s. 6; Ebû Gudde, el-Lsknevînin £cw'te'sine dipnotu, s. 171
-2,3 nolu dipnot.
[510] Sahih hadis yoktur diye belirten eserler üzerine
yapılan tenkid çalışmalarında bir eksiklik göze çarpmaktadır: Bu çalışmaları
yapanlar, hadis kitaplarında sağlam senedlerle gelen hadisleri delil
göstererek, tenkid etlikleri kitapların yanıldıklarını söylemektedirler. Oysa
belli konularda sahih hadis yoktur diyenler, onların gördüğü hadisleri zaten
mü-tâiaa etmişlerdi. Doğrusu, onları bu rivayetleri sahih kabul etmemeye
götüren anlayışın bu yazarlarca (ark edilmediğini görüyoruz. Dolayısıyla
bunlann lenkidteri senedlere bağımlı kalan çalışmalar olmaktan öteye geçmemektedir.
Bu sebeple es-Satıihayn başta olmak üzere çeşitli kitaplardaki bir ukım
hadisleri lenkid eden bu insanların metin tenkidinin en güzel örneklerini
verdiğini, sonrakilerin ise onların sevmesine varamadığını düşünüyoruz. Örneğin
imanın artıp eksilmesiyle ilgili rivayetler ite Murcie ve Kaderiyye'yi
yere>- rivayetler muhaliflerin birbirlerine karşı uydurdukları hadisler
olarak değerlendirilirken, İbn Himmât bu rivayetlerin geçtiği yerleri verir ve
sahih olduklarını söylemek suretiyle ei-Fîrûzâbâdîyi tenkid eder. (Bkz.
ed-Dimeşkî, Tenkit, s. 14-9; el-Kudsî, Intikâdu'l-Muğnî, s. 12-3; el-Huveynî,
Cunnetu'l-Murtâb, 1/29-52}. Keza İbn Himmâl Allah'ın aklı yaratıp ona gel, git
demesiyle ilgili hadis için murseldir, senedi ceyyiddir derken (ibn Himmât,
a.g.e., s. 26), "Farsça konuşanın hilekarlığı artar, murûeli azalır"
rivayeti için mevzu değildir, zayıftır der. {a.g.e., s. 158). Aynı şekilde
oymacılarla istişare edilmemesine dair sahih hadis bulunmayışına itiraz eder
ve şu rivayetin bulunduğunu söyler: "Oymacılarla ve muallimlerle istişare
etmeyin. Çünkü Allah onların akıllarını almış, kazançlarından bereketi
kaldırmıştır." (İbn Himmât, a.g.e., s. 196). 8u da yapılan tenkidleri
ihtiyatlı karşılamak gerektiğini göstermektedir. Bununla beraber Husâmuddîn
el-Kudsrnin İnkâdu'l-Muğnfde hadisleri daha tutarlı değerlendirdiği görülür.
Mücteba Uğur'un da
el-Muğnîve Sifru's-Seâde'mn son bölümünü tanıtıp değerlendiren bir makalesi
bulunmaktadır. Bkz. Sahih Dışında Kalan Zqjıi ve Uydurma Rivayetlere Dair İki
Eser, Diyanet İlmi Dergi, Cilt: 32, sayı; 4, s. 3-24.
[511] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
122-124.
[512] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
124-125.
[513] İbnu'i-Kayyım,
a.g.e., s. 119, rakam: 266-7; el-Kârî, a.g.e., s. 456, rakam: 29; el-Fîrûzâbâdî,
Sifru'sSeâde, s. 279; el-Mevsıiî, Muğni, s. 16; el-Edlebî, Menhec, s. 346.
[514] ibnArrâk, Tenzîfıu'ş-Şeria, 1/150, rakam: 8.
[515] İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbul-îmân (9), rakam: 65.
es-Suyûtrnin bu tür bazı hadisleri sahih gösterme gayretleri gözden
kaçmamaktadır. Bunda da senedlere takılıp kalmasının önemi vardır. Bkz.
en-Nvketu'l-Bedîât, s. 34-6, rakam: 6-7. Konuyla ilgili benzeri rivayetler
için bkz. ei-Lâlekâî, Şerhu Usûl, İV/911 vd.
[516] Bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 65, rakam: 48.
[517] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
125.
[518] Bkz.et-Mevsılî, Muğni, s. 29.
[519] Şerafeddin, M., Gazali'nin Te'vil Hakkında Basılmamış
Bir Eseri, s. 49. Ancak rivayet tefsirlerinde, özellikle Kalem sûresinin başına
bakılırsa, hayre! verici pekçok rivayetle karşılaşmak mümkün olacaktır.
[520] Bkz. İbn Teymiyye, Minhâc, İV/116-7; es-Sağânî,
Mevzuat, s. 26-7, rakam: 7. Bu tür rivayetler hususunda tefsir kitaplarında
yeterli hassasiyetin gözetitmediğini görmekteyiz. Bu eserlerin isrâîlî
haberlerle doldurulmuş olması yanında, sûrelerin faziletlerine dair bir takım
rivayetleri özellikle sûrelerin sonlarında görmemiz mümkündür.
Saîd-i Nursî'nin
sürelerin faziletlerine dair rivayetleri kabul etmeyenleri "insafsız eht-i
ilhâd" (!) olarak nitelendirmesi ise oldukça ağırdır. Bkz. Sözler, s. 346.
Kanaatimizce onun böyle bir düşünceye varmasında, bulunduğu muhit iti-
barıyla hadis
kalmaklarından yeterli derecede istifade edememiş ve eserlerine aldığı
hadislerin sıhhatlerini tedklfc edememiş olmasının büyük etkisi vardır. Bu nedenlerden
ötürü, eserlerinde zikretmiş olduğu hadislerin tedkîk ecGI-mesi gerektiğini
düşünüyoruz. Onun şu sözleri önümüzü açmaktadır: "Hiçbir müfsid, 'ben
müfsidim' demez, daima sûret-i haktan görünür, yahut baülı hak görür. Evet,
kimse demez 'ayranım ekşidir' Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira, çok
silik söz, iicarelte geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-û
zan edip tamamını kabul etmeyiniz; beikt ben de müfsidim veya bilmediğim halde
ifsad ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.
İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın
çıktı ise yanını da saklayınız, bakır çıklı ise, çok gıybeti üstüne ve bedduayı
arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz." Münazarat, s. 48-9.
Tefsirterdeki mevzu
hadislerin genel bir değerlendirmesi için bkz. el-Leknevî, Ecvbe, s. 103 vd.,
132-9; Ebû Şehbe, İsrâitiyyât, s. 307-M.
[521] Bkz. ibn Teymjyye, a.g.e., İV/117; el-Mevsılî, Muğni,
s. 22-3. Sûrelerin faziletlerine dair bir kısım rivayetleri biramda görmek kan
bkz. et-Tırmizi, Fedâilu'l-Kur"ân (42), rakam: 2875-2903; el-Beyhakî,
Azâbuıl-Kabr, s. 106-8; el-Eıj-sârî, Hizb, s. 73-8.
[522] Bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 206, rakam: 263. Muhakkik
Atâ'nrn dipnotuna da bkz.
[523] Bkz. fbn Teymiyye, M/nnicu's-Sun/ıe, İV/118.
[524] el-Bakara/2,14.
[525] Bkz. ez-Zemahşerî, Keşşaf, 1/184. Bunu böylesi
rivayetlerin menbaı durumundaki el-VâhiaTnin eserinden almış old-bifir. Bkz.
Esbâb-/ Nüzût, s. 25-6. Ebû Muhammed ez-Zeylaî (762/1361) ise rivayeti verir ve
tertkidde bulunmaz. Bki Tahncul-Ehâdis, 1/48-9, rakam: 28.
[526] İbn Hacer'İn Tahricu Ehâdîsi'l-Keşşâfmdan nakleden Ebû
Şehbe, et-isrâiHyyât, s. 312. Bu rivayet ileride gelecek ofan, "Hadisleri
Tahlilde Tarihten istifade Edilmesi' konumuza da güzel örnek teşkil etmektedir.
[527] el-Mevsıli, Muğni, s. 20.
[528] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat,
1/109. Keza bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 304-5, rakam: 767.
[529] ed-Deylemi, IH/280, rakam: 4704.
[530] el-Esnevî, Nihâye, M/96.
[531] Bkz. eş-Şâfiî, er-Ri$âle, 224-5; el-Beyhakî, Ma'rife,
1/119; Detâil, 1/27; es-Suyûtî, Sünnet s. 85 vd.
[532] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
125-127.
[533] el-Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, 1/180.
[534] Bkz. ez-Zehebî, Tâfflnı'I-İslâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye
cildi, 1/38.
[535] Emînî, M/'yâY, s. 207. Müellif burada meseleye metin
yönüyle güzel bir yaklaşım sergiler. Ana hatlarıyla şöyle söyler: Hz.
Peygamberin anne kamından doğumuna kadar ki süreçte ilgili rivayetler,
özellikle tarih ve siyer kitaplarında çok geçer ancak bunlar güvenilir hadis
kitaplarında bulunmaz. Maîum oiduğü üzere, tarih ve siyer kitaplarında metin
tenkidi usûllerine dikkat edilmemiştir. Hz. Peygamberin doğumu sırasında
yanında (sonradan İslam'la şereflenmiş) herhangi bir "sahâbiyye"nin
bulunduğu sahih olarak bizlere gelmediğinden bu rivayetler kabul edilmez.
Geriye iki ihtimal kalmaktadır: Rasûlullah'ın dünyayı şereflendirmesiyle ilgili
rivayetler ya halk arasında yaygın olarak dolaşmıştır ya da Hz. Peygamberin
kendisi söylemiştir. Birinci ihtimal için şunu söyleriz: Doğumu sırasında
harikulade bir durum söz konusu olsaydı bu herkes arasında yayılır, Rasûlullah
nübüvvetini ilan ettiğinde kendisine itirazlar söz konusu olmazdı. İkinci
ihtimali, yani Rasûlullah'm doğumunda yaşanan harikulade halleri kendisinin
anlattığı ka-
bul edilecek olursa, bu
durumda bunların güvenilir kaynaklarda niçin bulunmadığı sorusu akla gelir. Bu
da böyle rivayetlerin ne derece sahih olduğunu göstermektedir. Eğer aksi
olsaydı Hz. Peygamberin herşeyini aktaran hadiseler, nübüvveti destekleyen bir
unsur olan bu hadiseleri mutlaka rivayet ederlerdi. Bkz. a,g.e., s. 208-9.
Ancak bu tür rivayetler ilmî gayeyle hazırlanmış eserlerde dahi bolca
bulunmaktadır. Örneğin Tevrat ve İncil'deki tahrifat ve tenakuzluklan anlatarak
İslam düşmanlarını susturmayı amaçlayan Doktor Abdulazîm el-Mut'inî e\-kiâm fi
Muvâceheti'l-İstişrâki'l-Alemiatih çalışmasında, bu tür rivayetleri fazlaca
zikretmek suretiyle inanmayanlara karşı Hz. Peygamberin ne kadar faziletli
olduğunu anlatmaya çalışır, s. 485 vd. Kahire-1992.
[536] fbn Teymiyye, Mecmuu Feiâvâ, 1/234; iktizâ, s. 400-1
(Jbn Teymiyye bu rivayetlerin tamamının mewu olduğunu söyler); en-Nevevî,
Khâbu'l-Mecmö', VIII/252; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 413, rakam: 1125; es-Suyûtî,
Leâtî, II/Î29-30; ei-Kârî, Esrar, s. 331, rakam: 489; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ,
il/250-1, rakam: 2489.
el-Kârî ise tersini
nakleder. Bkz. Şerfıu'ş-Şifâ, II/I49.
[537] İbn Adiy, Kâmil, VII/14, rakam: 3; ibn Hibbân,
Mecrûhîn, IH/73; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/217; ez-Zehebî, Mizan, İV/265,
rakam: 9095; es-Sağânî, Mevzuat, s. 43; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 116, rakam: 326;
el-Aclûnî, Keşful-Hafâ, li/244-5, rakam: 2460.
"Vefatımdan sonra
haccedip te kabrimi ziyaret eden, beni hayattayken ziyaret etmiş gibidir
rivayeti de böyledir. Mevzuluğuyla ilgili olarak bkz. el-Elbânî, Daîfe,
I/Î20-4, rakam: 47.
[538] Bkz. Emînî, Mi'yâr, s. 210.
[539] el-Leknevî, el-Asârul-Merfûa, s. 37.
[540] Bkz. ibn Teymiyye, Mİnhâc, İV/116.
[541] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
127-128.
[542] Bkz.el-Mevsıiî, Muğnî,s. 20.
[543] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/147.
[544] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
128-129.
[545] el-Beyhakî, Ma'rife, 11/215. Hanefîler ise Bilal'in
fecir belirmeden ezan okuduğuna dair rivayetleri tevil ederler.
Delil olarak
kullandıkları rivayetler ışığında, Bilal'ın uyuyanları uyandırmak için ezan
okuduğunu, gözlerinde bozukluk olduğu için fecir girdi zannederek ezan
okuduğunu veya ibnu Ummi Mektûm'un ezanıyla onun arasında çok kısa bir zaman
dilimi olduğunu velhasıl onun okuduğu ezanın vakit ezanı olmadığını söyleyerek
Bilal'in fecirden önce ezan okuduğuna dair rivayetleri tevil ederler. Bkz.
et-Tahâvî, Şerhu Meâni'i-Âsâr, 1/137-142.
[546] el-Âmirî, el-Ceddu'1-Hasls, s. 209, rakam: 450,
[547] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet
Yayınevi:129.
[548] el-Beyhakî, Suğrâ, 1/32, rakam; 45. el-Beyhakî burada
şöyle der: "Bir yerinden kan çıkan insan İhtiyaten abdest alabilir."
[549] Bkz. eş-Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, i/221-5.
[550] el-Beyhakî, Suğrâ, I/54, rakam: 113.
[551] Bkz. ibn Teymiyye, el-Fetâva'l-Kubrâ, 1/418, rakam:
71; en-Nevevî, Ravzalu't-Tâlibîn, 1/172; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 120, rakam:
269; Zâdu'l-Meâd, 1/195; el-Mevsılî, Muğnî, s. 28; el-Leknevî, Ecvibe, s. 45-6
(Ebû Gudde'nin 4 no-lu dipnotu). Ancak Hanefîler bu genellemenin dışında kalan
sahih hadisler olduğunu söylemektedir. Bkz. el-Kârî, Esrar, s. 305, rakam:
434; s. 457-8, rakam: 30; eş-Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, 1/192-4; et-Tehânevî,
İ'lâu's-Sunen, t/66-9.
[552] Bkz. en-Nevevî, Ravzatut-Tâlİbîn, 1/173; İbnu'l-Kayyım,
a.g.e., s.120, rakam: 270; ZSdul-Meâd, 1/195; el-a.g.e., s. 456, rakam: 30.
Abdest azalarıyla ilgili dualara dair hadislerin senedlerinde, hadis
uydurdukları tesbit miş insanlar vardır. Hem hadisler hem de değerlendirmeleri
için bkz. el-Kndî, Kefizu'l-Ummât, IX/465-9, ra
26989-26994.
Hanefilerden el-Aynî
ise, İbnu's-Salâh gibi hadisçiierin bu hususta sahih bir rivayet olmadığını
söylediğini aktardı tan sonra, herbirinin senedinde problemli bir şahıs bulunan
zayrf tariklerle bu hadisin rivayet edildiğini söyler. B el-Binâye, 1/191. Keza
bkz. ez-2ebîdi, İlbâhı's-Sâde, 11/561.
[553] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.a, s. 122, rakam: 273.
[554] İbnu'f-Kayyım, a.g.e., s. 119, rakam: 268;
Zâdu'l-Meâd, 1/197; el-Kârî, a.g.e., s. 457, rakam: 30.
[555] et'Tımizî, et-Tahâre (i), bâbu mâ câe fi'l-temendui
ba'de'i-vudû (40), rakam: 53-4. el-Beyhakî de bu hadislerden ikincisin; rivayet
etmiş ve senedi havi değildir demiştir. 1/236, rakam: 1120: Burada Ahmed b.
Hanbel'inbu hadisi yazdığı geçer ancak biz bunu Mt/snerfde bulamadık. Konunun
tedkiki için bkz. el-Aynî, Binâye, 1/192; el-Mubârek-lûrî, Tunfetu'l-Ahvezi,
1/143-7. Ebû Gudde, Abdulhay el-Leknevînin bu konuyla ilgili rivayetleri
topladığı el-Ketâmu'l-CeHlfîmS Yetealiaku bi'l-Mindİl adlı matbu bir cüzünün
olduğunu söyler. Menâr, s. 119,1 no!u dipnot.
[556] Bkz. en-Nevevî, Ravzaiu't-Tâlibîn, 1/173.
[557] Bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 29.
[558] el-Beyhakî, t/228; Ma'rife, 11/41.
[559] el-BeyhaM,
Ma'rite, 1/236-9.
[560] el-Beyhakî, 1/301-4; Ma'rife, H/137.
[561] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
129-130.
[562] Bkz. İbn Teymiyye, Mirıhâç İV/116.
[563] Konuyla iigifi hadisler İçin bkz. Ebû Dâvûö, es-Salât
{2}, bâbu safâti't-tesbtrt (303), rakam: î297-9;et-Tırmizi, rakam: 482; İbn
Mâce, İkâmetu's-Salât (5), bâbu mâ câe fî salâti't-tesbih (190), rakam: 1386.
Teşbih namazının varlığını kabul edenlerle ilgili olarak bkz. İbn Hacer, Nuket,
11/848,850, rakam: (22; es-Suyûtî, en-Nuketu'l-Bedİât, s. 77-82; Leâli,
H/37-45; İbn Himmât, Tenkit, s. 97-100; ef-Kudsî, İntikâdul-Muğnî, s. 30-t;
el-Leknevi, Zafru'l-Emânt, s. 198-9,421.
[564] Bkz. İbnu'l-Cevzî, a.g.e., 11/146.
[565] Bkz. ibn Teymiyye, a.g.e., İV/116. eS-Leknevî,
Îbnu'l-Cevzi ve İbn Teymiyye'nin teşbih namazıyla ilgili rivayetleri mevzu
kabul etliklerini, onları taklid edenlerin de aynı yolu tuttuklarını belirtir.
el-Leknevî bir gerçeğe parmak basarak, bu insanların İbn Teymiyye'nin
beyanlarını gökten inm.j vahiy gibi kabul ettiklerini, karşılarına ne kadar
kuvvetli deliller getirilse getirilsin ikna olmadıklarını belirtir ve teşbih
hadisinin varlığını ispat etmeye girişir. Bkz. el-Asku'l-Merfûa, s. I23vd.
[566] Bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 33.
[567] el-Kârî, Masnû; s. 118-9, rakam: 177.
[568] Hz. Ali'nin "sarık Arapların taçlarıdır"
sözü buna delil olabilecek durumdadır. Bkz. İbnu'l-Esîr, Câmİu'l-Usûl, V631,
rakam: 8235. Bununla beraber bu rivayet dahi mevzu rivayet olarak Hz.
Peygamberin hadisi olarak nakîedilmekte-dir. 3kz. el-Beyhakî, Şuab, V/175-6;
İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/45.
[569] el-Gazâlî, Sunne, s. 105.
[570] Bkz. el-Ukaylî, Duatâ, 111/162, rakam: 1153;
İbnu'f-Cevzî, İlel, I/443, rakam: 756; el-Mevsılî, Muğni, s. 31.
[571] ehBeytıakl, 11/106.
[572] el-Beyhakî, MaTite, 111/99-103.
[573] el-Beyhakî,
a.g.e., lli/79-80.
[574] Bkz. et-Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr, 1/215-220.
[575] el-Beyhakî, a.g.e., 111/198.
[576] el-Beyhakî, a.g.e., 11/205.
[577] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
130-132.
[578] Hem hadis hem de genelleme için bkz. Ebû Dâvûd,
Sucûdu'l-Kufân (3), bâbu'd-duâ (23), rakam: 1485,1492; fon Mâce, ed-Duâ (34),
bâbu refi'l-yedeyn fi'd-duâ (13), rakam: 3866; el-Beyhakî, 11/212;
Küâbu-d-Deavâti'l-Kebîr, s. 138; es-Subkî, Tabakât, V/84-5 (el-Beyhakînin Ebû
Muhammed el-Cuveynrye yazdığf mektuptan).
[579] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
132.
[580] 8kz. el-Mevstlî, Muğnî, s. 30; İbn Hacer, Telhis,
II/32, rakam: 12; el-Elbânî, Daîfe, I/332-6, rakam: 183; el-Huveynî,
Cunnetuıl-Murt*b, il/271.
[581] Bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 32.
[582] Bkz. es-Sağânî, Mevzuat, s. 39, rakam: 41.
[583] el-Mevsılî, a.g.e., s. 25.
[584] Bkz. el-Buhkİ, Fadiu's-Salât fi Mescidi Mekke
ve'l-Medîne (20), bâbu fadî's-salât fî Mescidi Mekke... (1), rakart 1189.
[585] el-Buhâri, Ehâdîsu'l-Enbiyâ (60), bâb 10, rakam: 3366.
[586] ei-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, İV/7; el-Munzirî, Terğîb,
IS/216, rakam: 10. Bu kaynaklarda beşyüz namaza denk o duğu geçmektedir.
[587] İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 87, rakam: 156; el-Kârî,
Esrar, s. 435, rakam: 16.
[588] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 86, rakam: 154; el-Kârî,
a.g.e., s. 435, rakam: 16. Tabiînden Urve b. ez-Zubeyr bunu şöyle
değerlendirir: "Subhânellah! Hem Allah Teâlâ "O'nun kürsüsü semaları
ve yeri kaplamıştır (el-Bakara/2,255) buyuruyor, hem de kaya en aşağıdaki
kürsüsü oluyor!" Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 86, rakam: 154; el-Kârî,
Esrar, s. 435, rakam: 16.
[589] Ahmedb. Hanbel, V/31, rakam: 20291; V/65, rakam:
20601; İbn Mâce, et-Tıb (31), bâbu'l-kem'e vel-acve (8), ra-. kam: 3456.
[590] el-Bûsırî, Zevâid, s. 450, rakam: 1145.
[591] 8kz. el-Hâkim, Mustedrek, 111/120, rakam: 7134-5.
[592] Ahmedb. Hanbel,
111/426, rakam: 15466; V/30, rakam: 20287.
[593] Bkz. Ahmet b. Hanbel, V/31, rakam: 20290.
[594] Bkz. es-Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, İl/188, rakam: 5679.
[595] Bkz. el-Munâvî, Feyzu'i-Kadîr, İV/3767, rakam: 5679.
[596] Bkz. İbnul Esir, Nihâye, 11/446; el-Munâvî, a.g.e.,
İV/376, rakam: 5679.
[597] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet
Yayınevi:132-134.
[598] el-Beyhakî,
MaWe, Vli/260.
[599] Bkz. Bkz. el-Buhâri, el-Citıâd (56), bâbu'r-ridfi
ale'i-himâr (127), rakam: 2988; el-Megâîî (64), bâbu duhûli'n-Nebî min a'tâ
Mekke (50), rakam: 4289; bâbu hacceti'!-vedâr (78}, rakam: 4400.
[600] Bkz. el-Kurtubî, Muffı/m, llî/429,432; en-Nevevî,
Şerh, IX/84, 88; Jbnul-Kayyım. Zâdul-Meâd, İl/297; el-lrâkî, Khâ-bu
Tarhft-Tesrib, V/531,136; ibn Hacer, Fethu'I-Bâri, İV/268; ez-Zurkânî,
Şerhu'z-Zurkânî, 11/472.
[601] Ebû Dâvûd, el-Menâsik (5), bâbun fi duhûli'l-Ka'be
(93), rakam: 2029; et-Tmiıi, el-Hac {7}, bâbu mâ câe fî duhü-li'l-Ka'be (45),
rakam: 873.
[602] Bkz. e/-BeyhaW, V/159.
[603] 8kz. eş-Şevkânî, Neytul-Evtâr, V/102; Canan, Hadis
Külliyatı, V/509.
[604] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Zâdul-Meâd, li/237-8.
[605] Bkz. İbn Hacer, Felhu'l-Bâri, İV/265; ez-Zurkânî, a.g.e.,
II/472. el-Mubârekfürî ve es-Sehârenfün" gibiler İse bunu son derece uzak
bir ihtimal olarak görürler. Bkz. e!-Mubârekfûrî, Tuhfetul-Ahvezi 111/611;
es-Sehârenfûrî, Bezlu'l-Mechûd, IX/374. el-Kandehlevî de İbnu'l-Kayyım ile İbn
Hacetin yaklaşımına hayret ettiğini, Hz. Peygamberin Mekke'nin fethi, ardından
Tat! ve diğer yerlerin fethini gerçekleştirdikten sonra Medine'ye kadar
üzüntülü gittiğinin söylenemeyeceğini belirtir. Bkz. el-Kandehlevî,
Evcezu'l-MesâSk, VII/345.
[606] Bkz. et-Buhârî, Kebir, I/367; ibn Hibbân, Mecrûhîn,
1/121 -2; el-Ukaylî, Dualâ, I/85; İbnu'l-Cevzî, Duafâ, 1/117; ez-Ze-hebî,
Mİzân, I/237-8. ef-Kandehlevî ise et-Tirmizî, el-Hâkim, İbn Huzeyme rivayetin
sahih olduğunu söyledikten, Ebû Dâvûd sükût ettikten, ez-Zehebî ve İbnu'l-Arabî
gibi alimler şahinliğini onayladıktan sonra raviyle ilgili değerlendirmenin
önemi olmadığını söyler. Bkz. el-Kandehlevî, a.g.e., VIİ/345.
[607] et-Tirmizrnİrı senedinde bulunan Muhammed b. Yahya b.
Ebi Ömer el-Adenî de Ebû Hatim iarafmdan gafil olmak-; la suçJanmıştır. 8kz.
İbn Ebî Hatim, Kitâbul-Cerh, VIII/124-5; el-Mubârekfûrî, Tuhfetu'l-Ahvezî,
111/611.
[608] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
135-136.
[609] ef-Beyhakî,MaWfe.,XİV/65.
[610] el-Beyhakî, Suğrâ, 11/221-2, rakam: 1807.
[611] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
136.
[612] el-Beyhakî, Ma'rife, VI/57.
[613] el-Beyhakî, İV/126; Ma'rife, VI/122. el-Beyhakî,
eş-Şâfiî ve ei-Buhârfden durumun böyle olduğuna dair nakillerde bulunur.
[614] el-Beyhakî, İV/126.
[615] el-Beyhakî, Ma'rife, VI/119.
[616] el-Beyhakî, a.g.e.,XI!l/338.
[617] Bkz. el-Ukaylî, a.g.e., NI/59, rakam: 1031;
İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/155-6; fbnu'I-Kayyım, a.g.e., s. 125, rakam: 281; \
es-Semhûdî, Gummâz, s. 178, rakam: 215; el-Kâri, a.p.e., s. 460, rakam: 32.
et-Kârî bu manada bir hadisin et-Ta-berânî tarafından rivayet edildiğini
söyler. (Esrar, s. 283, rakam: 378). Zikrettiği hadis şudur: "Miskinler
yalan söylemiş olmasalardı, onları geri çeviren iflah olmazdî."
(et-Taberânî, Kebir, VIII/246-7, rakam: 79G7). et-Heysemî {el- 'J Mecmeu'z-Zevâid,
111/102) ve es-Sehâvî {Mekâsid, s. 344, rakam: 892) hadisin senedinin zayıf
olduğunu söyler. Dolayısıyla bu genellemeye zarar veren bir durum değüdir.
Keza bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/156; es-Suyûtî, Leâii, II/75.
[618] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 126, rakam: 283;
el-Kârî, age, s. 460-1, rakam: 32.
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 136-137.
[619] el-Beyhakî, İV/229.
[620] el-Beyhakî, Ma'rife, VI/268.
[621] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
137.
[622] el-Beyhakî, »33-4.
[623] el-Beyhakl VI/282; Suğrâ, 11/372, rakam; 2330.
[624] el-Beyhakî, Ma'rife, Xll/198. el-Beyhakî, vârisi
bulunmayana dayının varis olacağına dair Hz. Peygamberden gelen hadisler
hakkında Yahya b. Maîn'in "bu hususta sağlam bir hadis yoktur"
dediğini aktarması yanında, iigifi merfu hadisleri naklederek bîri hariç
diğerlerinin zayıf olduklarını söyler. Daha sonra da 'şayet sabitse' diyerek
geneline İbn Maîn (keza diğer Şâfiiler) gibi yaklaştığını gösterir, sonra da
bunları tevile, kendi delilleriyle telif etmeye koyulur. Ancak biz onun bu
genellemesini yukarıya taşımayı uygun görmedik. Zira zikrettiği hadisler Ebû
Dâvûd, et-firmizî, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbef, en-Nesâî, İbn Hibbân ve
ed-Dârekutnî gibi pekçok zevat tarafından rivayet edilmektedir. Kaldı ki, -onun
yaptığı gibi- bunların arasın; Şâfiîlerinkilerle bulmak mümkündür. Bilgi için
bkz. el-Beyhakî, VI/214-5; Ma'rife, t»158-165; et-Tahâvî, Muşkİl, İV/395 vd.;
es-Semhûdî, Gummâz, s. 101, rakam: 97; Zuhaylî, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi,
X/349.
[625] el-Beyhaki, VI/260.
[626] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
137.
[627] el-Beyhakî, VIII/S2-3; Suğrâ, İli/222, rakam; 2991.
[628] Bkz.
ei-Beyhaki, V1II/238-9; Halel, es-Sınâatul-Hadîsiyye ti's-Suneni'l-Kubrâ, s.
209.
[629] el-Beyhaki, X/155; AfeVffe, XIV/266.
[630] el-Beyhakî, a.o\&,Xli/l38-9,
[631] el-Beyhakî, a,g.e., X)l/85.
[632] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
138.
[633] el-Âmirî, et-Ceddu'l-Hasis, s, 149, rakam: 299.
[634] Bu (s. 16) ve benzeri asılsız rivayetler, alakasız ayel
ve hadisleri konuyla irtibatiandırmalar, şirk kokan yorumlar ile insanın eşiyle
birlikteyken bile şeyhini düşünmesi gibi kabul edilemez yorumlar, Kur'an ve
Sünnet Işığında Rabıta ve Tevessül (Istanbul-1994) adlı kitapta görülebilir.
(Misal için bkz. s. 17,50-1,56). Hazırlayanları arasında adımın da bulunduğu
kitabın bu bölümlerinin sorumluluğunun şahsıma ait olmadığını, jlmiliklen uzak
olan bu kitaba yaptığım katkılardan dolayı pişmanlık duyduğumu belirtmek
isterim.
Rabıta konusunun hadis
literatürü açısından değerlendirilmesi İçin bkz. Yıldırım, Tasavvufun Temel
Öğretilen.,., s. 259-268.
[635] Konunun güzel bir tedkîki İçin bkz. fslamoğlu, Üç
Muhammed, s. 17-9.
[636] İbn Teymiyye, MecmOatu'r-Resâmi-Muninyye, 111/169.
[637] es-Suhreverdî, Avâritv'l-Meârif, V/193-4.
[638] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 333, rakam: 856; Suyuö,
el-Hâvî lil-Fetâvâ, il/97; el-Kârî, Esrar, s. 274-5, rakam: 359.
[639] es-Suhreverdî, Avârihıl-Meârif, V/Î93-4.
[640] İbn Teymiyye, a.g.e., 111/169; Minhâc, İV/116;
Ehidîsu'l-Kussâs, s. 61, rakam: 13.
[641] ibn Aırâk, Tenzîhu'ş-Şeria, il/233, rakam: 72.
[642] Bkz. ez-Zehebî. Mizan, 111/164, rakam: 5982.
[643] el-Kârî, Esrar, s. 274-5, rakam: 359. el-Elbânî de
aynı kanaattedir. Datfe, İt/34, rakam: 558.
[644] Misal: ""Yün eibise giyin, imanın lezzetini kalbinizde
hissedersiniz." el-Beyhakî, Şuab, V/151, rakam: 6150.
[645] es-Semhûdî, Gummâz.s. 174, rakam: 208; el-Âmirî,
el-Ceddu'l-Hasis, s. 92, rakam: 143.
[646] İbnıTI-Cevzî, Mevzuat, 1/195; el-MevsıIÎ, Muğni, s.
21; Îbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 67, rakam: 123; eş-Şeybânî, Temyiz, s. 9;
el-Kâvukcî, el-Lu'luu'l-Mersû', s. 32, rakam: 13-4; s. 87-8, rakam: 220; Ebû
Gudde, Mevzu Hadisler, s. 143.
[647] 8kz. el-Emîr et-Kebîr, en-Nuhbetu'l-Behiyye, s. 28,
rakam: 8.
[648] İbn Adiy, Kâmil, N/323, rakam: 93; İbnu'l-Cevzî,
Mevzuat, 1/195-6; Îbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 67, rakam: 125; ez-Zehebî, Mizan,
I/490, rakam: 1845; ibn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, 1/234, rakam: 16. Benzer bir
rivayet İçin bkz. ed-Dey-femî, H/320, rakam: 2822.
[649] el-Enbiyâ/21,34.
[650] İbnu'l-Cevzrnin diğer delilleri açıklaması devam
etmektedir. Bkz. Ibnu'l-Kayyım, Menâr, s. 69-76, rakam: 129-134.
İbnu'l-Cevzrnin bu istidlali Mevzuat inin ilgili böfümünde (1/193-9)
bulunmamaktadır. Ebû Gudde'nin belirttiği gibi, Hızır'la ilgili müstakil bir
cüzünde geçmiş olabilir. Bkz. Menâr tahkiki, s. 69,1 nolu dipnot.
[651] Âf-uİmrân/3,81.
[652] Ahmedb. Hanbei, IH/387, rakam: 15158.
[653] Müslim, el-Cihâtf ve's-Siyer (32), bâbu't-imdâdi
bi'l-melâike... (18), rakam: 58.
[654] Bkz. en-Nevevî, Şerh, XV1135-6; el-Kurtubî. Câmi\
XI/41-4; ef-AIûsî, Rûhul-Meâni, XVfl27.
[655] Bkz. es-Sâvî, Hâşiyetu's-Sâvi alâ Tefsiri'I-Cetâleyn,
İV/39; el-Munzirî, Terğib, 1/604-5 (muhakkik Umâre'nin dipnotu).
[656] Nursi, Mektubat, s. 5-7.
[657] Bkz. Mevdûdî, Meseleler ve Çözümleri, V/Î9-23.
[658] Sahih hadisler ve diğer deliller ışığında Hızır'la
ilgüi hadislerin ve yaşayıp yaşamadığının tahlili için bkz. fbn Kesîr, Tefsir,
1/325-37; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. S7-76; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, Vl/309-312;
el-Herevî. el-Hazer fi emtf-Hadir, Müslim, Mustafa, Mebâhis
fi't-Tefsiril-Mevdüi, s. 294-5; Yusuf, et-Hadırbeyne'l-Vâki'vel-Tetivil.
Hızır'ın fıa-yatla olmadığıyla ilgili olarak İbn Hacefin muştaki! bir çalışması
vardır: ez-Zehru'n-Nadir fi HâlFI-Hadir, hzr. Sala-huddîn Makbüi Ahmed, Yeni
Delhi-1988.
[659] 8kz. İbnul-Cevzî, Mevzuat, M/152; el-Hûf,
Esne'l-Metâlib, s. 58B.
[660] el-Kârî, Esrar, s. 101, rakam: 6. Saîd Nursî de
aktab-ı erbaanın Abdulkâdir el-Geyiânî, Ahmed er-Rufâî, Ahmed el-Betfevî iie
İbrahim ed-Desûkî olduğunu söyler. Bkz. Mektubat, s. 87; Badıllı, Kaynaklar, s.
407, S97.
[661] Rivayet tam metniyle şöyledir: Şuraytı b. Ubeyd
ef-Hımsfden, şöyle demiştir: Hz. Ali Irak'tayken yanında Şamlıların bahsi
açıldı. Ona "müminlerin emiri! Onlara fanet et!" denilince şu cevabı
verdi: "Hayır. Ben Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Ebdal
kırk kişidir ve Şam'da bulunurlar. İçlerinden birisi vefat eniğinde AJfah
yerine bir başka-smı koyar. Yağmura onlar vasıtasıyla kavuşulur, düşmanlara
onlar vasıtasıyla galip gelinir, onlar vesilesiyle Şamlılardan azap uzak
tutulur." Ahmed b. Hanöer1, 1/112, rakam: 896.
[662] Bu rivayet İbn Teymiyye'nin bahsettiği gibi
munkatıdır. Çünkü Şurayh Hz. Ali'ye yetişmemiştir. Bkz. Şâkir, Ahmed Muhammed,
Musneö, 11/171,896 numaralı dipnot. Ayrıca Ahmed b. Hanbel bu rivayeti
nakletmesine rağmen kendisi de şöyle demektedir: "Eğer hadisçiler ebdal
değilse, o zaman kimdir onlar?" e!-Hatib, Şeref, s. 50, rakam: 101;
es-Sehâvî, Mekâsid, s. (0, rakam: 8; el-Heytemî, el-Fetâva'l-Hadîsiyye, s. 324.
es-Suyûtî ise rivayeti
hasen kabul ederken {Leâli, 11/332) İbn Arrâk ta senedi sağlamdır der.
{Tenzihu'ş-Şeria, lf/307). el-Elbânî ise senedindeki iki illetten dolayı
hadisin munker olduğunu söyler ve bu iki alimin tesbiünin yerinde olmadığını
ispat eder. Peşinden de konuyla ilgili olarak, zayıftır dediği iki rivayet daha
nakleder. Bkz. Daile, 11/339-41.
[663] İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâvâ, Xl/167.
[664] İbnTeymiyyeTMmftâc,IV/îî5.
[665] Bkz. Jbnu'j-Kayyım, Menâr, s. 136, rakam: 307-8.
[666] Abdullah b. Sah/ân naklediyor: Sıffîn günü biri ayağa
kakıp "Ailahım! Şamlılara lanet ef deyince, Hz. Ali ona şöyle dedi:
"Geniş bir topluluk olan Şamlılara böyle sövme. Çünkü Şamlıların içinde
ebdal var, Şamlıların içinde ebdal var, Şamlıların içinde ebdal var."
Abdurrezzâk, XI/249, rakam: 20455.
[667] Bkz. İbnu's-Salâh, Fetâvâ, s. 53, rakam: 34; Mevdudi,
Meseleler ve Çözümleri, V/244-6.
[668] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 8-11, rakam: 8. Muhammed
Nâsinıddîn el-Eibânî ise tedkîk ettiği bu hadislerden bir kısmına mevzu, bir
kısmına da son derece zayıftır, der. Bkz. Daife, HI/666-670.
[669] el-Aclûnî, Keşful-Hafâ, I/25-8, rakam: 35. Benzer
yaklaşımlar için bkz. es-Suyûtî, el-Hâvi li'l-Fetâvâ, H/455-72;
el-Câmiu's-Sağir, 1/470-1, rakam: 3032-7; Leâti, H/332; İbn Arrâk,
Tenzthu'ş-Şeria, il/307; el-Kettânî, Nazm'l-MıM-nâsir.s. 231-2, rakam: 279.
[670] Bkz. es-Suyûtî, el-Hâvî lil-Felâvâ, 11/455.
[671] İzmirli, Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun
Zaferlerimi?, s. 77.
[672] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
138-144.
[673] Bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 220, rakam; 300.
[674] el-Beyhakî, Şuab, 11/271, rakam: 1727; es-Semhûdî,
a.g.e., s. 203, rakam: 258.
[675] Bkz. İbnu'l-Cevzî, /tef, I/75. rakam: 50-74
(İbnu'l-Cevzî de aynı kanaattedir); el-Mevsılî, Muğni, s. 22. Sununla beraber
farklı düşünenler de vardır. Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 275-7, rakam: 660; İbn
Arrâk, Tenzİhıı'ş-Şeria, I/258, rakam: 28.
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 144-145.
[676] İbnu'l-Kayyim, ag.e., s. 109, rakam: 206; el-Kârî,
a.g.e., s. 449, rakam: 25.
[677] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., il/279; İbnu'l-Kayyım, a.g.e.,
s. 106, rakam: 207; el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam: 25. es-Sehâvî'nin
{Mekâsid, s. 204, rakam: 452) ed-Deylemî rivayet etmiştir diyerek, senediyle
beraber zikrettiği benzer muhtevalı bir hadisin tenkidi için de bakınız. Ebû
Gudde, Menâr dipnotu, s. 109,1 noîu dipnot.
[678] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 127, rakam: 285; el-Kârî,
a.g.e., s. 461, rakam: 32.
[679] el-Ukaylî, Duafâ, I/275, rakam: 339 (el-Ukaylî batıl
olduğunu söyler); İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/259-60; ez-Zehebî, Mizan, 1/562,
rakam: 2Î32; İbn Hacer, Lisânu'l-Mîzân, 11/325, rakam: 1327; es-Suyûiî, Leâti,
11/162-3; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 119-20.
[680] İbnu'i-Kayyım, a.g.e., s. 127, rakam: 286; el-Mevsılî,
Muğnî, s. 39; Emînî, Miyar, s, 218.
[681] ibn Himmâd, Tenkit, s. 124. Benzer bir misal için bkz.
ed-Deylemi, 1/405, rakam: 1333; Sakr, el-Ehâdisu'l-Mevklûa, s. 22, rakam:
17.
[682] Ebû Ya'lâ'nın Musnerfinde hadisi bulamadık. Bkz.
el-Mekkî, Kûtu'l-Kulûb, II/239; İbn Hacer, el-Metâlibul-ÂBye, İV/274, rakam:
4426.
[683] el-Kârî, a.g.e., s. 461, rakam: 33.
[684] Bkz. İbnu'l-Cevzî, İ!el, i: ^5-G. ;Kam: 1051-3; es-Sehâvî, Mekâski, s.
203-4, rakam: 452. Ayrıca bkz. el-Aclûnî, Keşful-Hafâ, 1386-7, rakan,; 1235.
[685] Bkz. el-Bubârî, Târih, 111/336, rakam: 1139.
[686] el-Ukayii, Duafâ, li/68-9, rakam: 513.
[687] Bkz. İbn Adiy, Kâmil, IH/177-9, rakam: 34.
[688] İbn Ebî Hatim, Kitâbul-Ceriı, M/524, rakam: 2368.
[689] Tenkidler hususunda geniş bilgi için bkz. ez-Zehebî,
Mİzân, 11/55-6, rakam: 2795. es-Sehâvî bu rivayeti kabul etmemekle birlikte
yine de açık bir kapı bırakma eğilimindedir: 'Sahih ise, bu hadis fitneler vuku
bulduğunda uzlete çe-kiiip yalnız yaşamanın cevaziyetine hamledilir."
Mekâski, s. 203, rakam: 452.
[690] İbnul-Esİr, Câmiul-Usûl, XI/783, rakam: 9485.
[691] Bkz. ed-Dârimî, en-Nikâh (11), bâbu'n-nehyi
ani't-tebettuf (3), rakam: 2169.
[692] Ancak bekarlığı tavsiye eden bu tip mevzu rivayetlerin
bir takım yorumlar için delil olarak getirildiğini de
görmekteyiz. Örneğin
Eşref Ati Tanevî şöyle söyler; "Bazı büyükler, evlenmeyi İç ve dış
fitnelerdeki maslahattan dolayı terem etmediler ve uzlet yolunu seçtiler.
Hadiste böyle bir durumda buna izin verildiği açıktır. Hadiste ytl
belirtilmesinin maslahatı o zamanın çok fitneli olacağına işaret vardır."
Hadislerle Tasavvuf, s. 251.
[693] el-Makdisî, Tezkire, s. 160, rakam: 489.
[694] el-Munâvî, Feyzu'l-Kadîr, İV/36, rakam: 4474. İbn
Hacerln şöyle dediği nakledilir: "Sunu rivayet etmenin anlamı yok."
Bkz. es-Suyûtî, Leâlî, 11/160.
Bu tip rivayetler
yanında evliliği teşvik eden, bekarlıktan nehyeden sahih hadisler de vardır.
Bkz. el-Buhârî, en-Nikâh (67), bâbu mâ yukrehu mine't-tebettul ve'l-hisâ (6),
rakam: 5073-4.
[695] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
145-147.
[696] İbnu'i-Kayyım, a,g.e., s. 132, rakam: 298.
[697] et-Ukayfî bu sözü Abdulmelik b. Mihrân vasıtasıyla Hz.
Âişe'den gelen "Rasûlullah kadınlara rüya anlatmamızdan nenyetti"
hadisinin ardından, "bunun aslı yoktur dedikten sonra söylemiştir. Duafâ,
111/35, rakam: 989. Keza bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/70; es-Suyûtî, Leâlî,
11/279.
[698] el-Azîmâbadî,
Şemsulhak, Ukûdul-Cumân fi Cevazı Ta'Smi'l-tCıtâbeti li'n-Nisvâıidan
nakleden eş-Şâvîş, İbnu'l-Cevzî'nin Zâduî-Mesifme tahkiki, Vl/4,2 nolu dipnot.
[699] Bunu değerlendiren el-Kurtubî ilginç bir yorum
getirir: Hz. Peygamber burada erkekleri bundan sakındırmaktadır. Zira kadınlar
(yollara nazır) odalara çıkarılırsa erkekleri gözlerler. Bu İse onları koruyup
gözetmek değildir. Çünkü (yollara nazır) odalara çıktıklarında fitne ve bela
meydana gelir. Hem kadınlar erkekten yaratılmıştır, bu sebeple iştiyakları
erkekten tarafadır. Erkekte ise şehvet yaratılmış, kadın onun sükûnet bulacağı
varlık kılınmıştır. Bu sebeple, her biri diğerine karşı emin değildir. Onların
yazmayı öğrenmesi -bu mana düşünüldüğünde- daha büyük bir fitneyi doğurur."
el-Kuftubî, Cami', İV/29.
[700] Bkz. el-Kâtî, Esrar, s. 225-6, rakam: 240; eş-Şevkânî,
Fevâid, s. 126-7, rakam: 359; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 248-9, rakam: 585;
eş-Şeybânî, Temyiz, s. 92; el-Aclûnî, Keşfut-Hafâ, 11/3-4, rakam: 1529;
el-Munâvî, Feyzu'l-Kadîr, İV/263, rakam: 5247; el-Kardâvî, Keyfe Neteâmel, s.
94.
[701] ed-Deylemîy/256, rakam: 7805. Mevzuiuğuyia ilgili
olarak bir üst dipnot kaynaklarına baktnız. Bu rivayetlerde kadınlarla
istişare edilmesi durumunda, söylediklerinin tersinin yapılması, hayrın bunda
olduğu vurgulanmaktadır. Oysa ayet-i kerîmede sûî emen çocuk hakkında
anne-babamn aralarında İstişare ederek çocuğu sütten kesebilecek-leri belirtilmektedir:
"...Eğer (anne-baba), aralarında danışıp anlaşarak (çocuğu memeden) kesmek
islerlerse, ken-dilerine bir sorumluluk yoktur." (el-Bakara/2,233). Bunun
yanında bu rivayetler Hz. Peygamberden vârid olan uygu-lamalara aykırıdır. Ummu
Seleme Hudeybİye anlaşmasında Hz. Peygambere kurbanını ashabının önünde
Kesme-sini söylemiş, Rasûlullah da böyle yapmış ve ashabı kendisine tabi
olmuştur. Bkz. el-Elbânî, DStfe, 1/619-20, rakam: 430.
[702] İbnu'l-Kayyım,
a.g.e., s. 122, rakam: 275.
[703] Ondan çok önce el-Beyhakî bu hadislerin zayıf olduğunu
söyler. Bkz. Ma'rüe, 11/170-1.
[704] ed-Dârekutni, 1/219 rakam: 61: ed-Dârekutnî seneddeki
iki raviden birinin mechuî, diğerinin de zayıf olduğunu söy-fer.
[705] İbn Adiy, Kâmil, 11/177, rakam: 38; H/302, rakam: 77;
ili/248, rakam: î.
[706] el-Ukaylfnin bu hadisi rivayet ettiğini tesbit
edemedik. Bilakis bunu rivayet eden iki ravi hakkında lenkidde bulunmuştur
Bunlardan Cefed b. Eyyûb el-BasrTnin hayız rivayeti hakkında ibn Uyeyne'nin
"hadisin aslı yoktur" dediğini aktarmıştır. 1/204, rakam: 252. Diğer
ravi Ebû Saîd el-Hasen b. Dînâr et-Temîmfnin İse bu rivayetine değinmeden
hakkındaki tenkidferi aktarmıştır. 1/222-3, rakam: 271. el-Hatib el-Bağdâdînin
Târihti Bağdâdöa. (IX/20, rakam: 4613) hadis uydurucusu deyip hayızla ilgili hadisini
naklettiği yalancı Süleyman b. Amr en-Nehafnin de bu rivayetine lemas
etmemiştir. 11/134-5, rakam: 620.
[707] İbnu'l-Cevzî, İlel, 1/382-4, rakam: 639-43: Burada,
bir kısım ravisinin uydurucu, bir kısmının da zayıf kimseler ofdu-ğu rivayetleri
zikretmiştir. Yine onun, "bu konuda sahih rivayet yoktur" dediği de
nakledilmiştir. Bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 145, rakam: (58.
[708] el-Kârî, a.g.e., 459, rakam: 31.
[709] Bkz. el-Kârî, Fethu Bâbi'l-inâye, s. 202-4. el-Heysemî
{Mecmeu'z-Zevâid, 1/280} ve ez-Zeylaî [Nasbu'r-Râye, 1/191-2) zayıf olduklarını
belirttikleri raviierin konuyla ilgili rivayetlerinin birkaçını derlerler. Bu
zayi) hadisler için bkz. et-Ta-berânî, Kebir, VIH/129, rakam: 7586; el-Heysemî,
Kitâbu Mecmei'l-Bahreyn, f/391-2, rakam: 502-3.
[710] el-Beyhakî, Ma'rife, 11/163.
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 147-148.
[711] el-Beyhakî, Suğrâ, H/347, rakam: 2267; Ma'rife,
IX/S8-9.
[712] el-Beyhaki, VIIİ/104-5; Suğrâ, 113/248-9. rakam:
3078-3080.
[713] el-Beykaki, VİII/239-240; Suğrâ, 111/300, rakam:
3236-9.
[714] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
149.
[715] Bkz. el-Elbânî, Daife, 11/20, rakam: 536.
[716] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g,e., s. 132, rakam: 297;
el-Mevsılî, Muğrit, s. 42.
[717] Bkz. el-Ukaylt, Duafâ, İV/449,2076.
[718] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat IH/56-9.
[719] Bkz. el-Acfûnî, Keşful-Hafâ, i/299-300, rakam: 958.
[720] Bkz. el-Elbânî, Daîfe, 1/396-400, rakam: 226-30.
[721] ed-Deylemî, il/85-6, rakam: 2140-2.
[722] Bkz. el-Kârî, Esrar, s. 171, rakam: 133.
[723] Bkz. es-Sehâvî, MekâsM, s. İ53-5, rakam:311
[724] Bte. el-Hatîb, Târinu Bağdâd, Xl/251, rakam: 6000.
[725] Skz. es-Suyûtî, Leâlİ, lf/272.
[726] Bkz. es-Suyûtî, el-Câmiu's-Sağir, I/502, rakam: 32634.
[727] el-Munâvî, FeyzuVKatfır, IH/235, rakam: 3263-4. Ayrıca
bkz. eş-Şevkânî, Fevâid, 178-9, rakam: 557-8; İbn Arrâk, Tenzîhu'ş-Şeria,
11/270, rakam: 11-2; H/275, rakam: 3i.
[728] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 131, rakam: 295; el-Kârî,
a.g.e., s. 464, rakam: 35.
[729] et-Tırmizî, en-Nikâh, (9), bâbu mâ câe fi
fadli'l-lezvîc (1), rakam: 1090. et-Tirmizî hadisin tıasen garib olduğunu belirtir.
[730] et-Tirmizî bu şekilde nakletmekte yalnız değildir.
Bkz. Ahmedb. Hanbel, V/421, rakam: 23572; et-Taberânî, Kebir, İV/148, rakam:
4085; ei-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, VI/655, rakam: 17236; XV/686, rakam: 4355.
[731] el-Munzirî, Terğîb, 1/166, rakam: 5.
[732] el-Munzirî, a.g.e., IH/40, rakam: 3.
[733] Bkz. İbn EbİŞeybe, 1/197, rakam: 21; İbn Kesîr,
Tefsir, İV/289.
[734] et-Tebrîzî, Mişkât, I/145, rakam: 382.
[735] Bkz. es-Suyûtî, ed-Dumı'l-Mensûr, İV/659.
[736] Bkz. et-Tîbî, Şertıul-Tibi, H/57, rakam: 332; el-Kârî,
Mirkât, 11/95, rakam: 382; el-Mubârekfûrî, Tuhfetu't-
Ahvezi, . İV/167.
[737] Nitekim bu hadisi tereddütlü olarak kitabına alan
İbnu'l-Kayyım, yukarıda bir nebze değindiğimiz gibi, hadisi aklar. dıklan sonra
şöyle def: "Hocamız Ebul-Haccâc el-Mizzfnin şöyle dediğini işittim:
"el-Hinnâ ifadesi bazı ravilerin h$~ tasıdır. Doğrusu bu kelime
el-hitân'dır. el-Mefıâmilî de hocası et-Ttrmizrden hadisi bu şekilde rivayet
etmiştir. Anla-sılan o ki, kelime satırın sonuna rast geldi ve nun harfi düştü.
Bu sefer bazıları onu e!-hinnâ, bazıları da el-hayâ dj-ye rivayet ettiler.
Esasında bu el-hitân'dır." İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 131, rakam: 295.
el-Kârî ise
İbnu'l-Kayyım'ın bu değerlendirmesine itiraz eder. Rivayette ölçü, ravilerin
onu nasıl rivayet ettiğidir yo^-sa kitaplarda yazılı olan değildir, der. Bkz.
Esrar, s. 465, rakam: 35.
İbnu'l-Kayyım ve
el-lrâkrnin, hatanın yazıdaki karışıklıktan Kaynaklanmıştır izahına bizim de
katılmamız mümkon değil çünkü hadisi sadece et-Tirmizî rivayet etmemekledir.
Ancak yukarıdaki değerlendirmelerde geçtiği üzere, e|. hinnâ kelimesi de uygun
düşmemektedir. Tüm bunların yanında, fıtrata dair diğer hadislerde ef-hitân'ın
geçmesi kelimenin bu olduğunu teyid etmektedir. Bkz. Müslim, et-Tahâre (2),
bâbu hisâlil-fitra (16), rakam: 49-50.
[738] el-Munâvî, Feyzu'l-Kadir, 1/466, rakam: 919.
[739] Hadis ve hakkındaki düşünceler için bkz. İbn Adiy,
Kâmil, VIIO3, rakam: 17; el-Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdfy V/56, rakam: 2420;
el-Heysemî, Memeu'z-Zeva"td, V/157; es-Suyûtî, LeM, Ü/269; el-Kârî,
a.g.e., s. 465, rakam: 3s; el-Elbânî, Safıîha, 111/407-8, rakam: 1420.
[740] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., S. 132, rakam: 295. ilgili
hadisler için bkz. el-Buttarî, el-Libâs (77), bâbu mâyuzkeru fi'ş-şeyti (66),
rakam: 5894-8; Ebû DâvOd, et-Tereccul (27), bâbu mâ câe fi'l-hıdâb (18), rakam:
4205; en-Nesâî, ez-Zine (16), el-hıdâb bi'l-hinnâ ve'l-ketem (16), rakam:
5096-7; İbn Mâce, el-Libâs (32), bâbu'l-hıdâb bil-hinnâ (32), rakam; 3622;
et-Tmizt, el-Libâs (25), bâbu mâca li'l-hıdâb (20), rakam: 1753; Ahmedb.
Hanbel, V/147, rakam: 213ûrji Ayrıca bkz. ibnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd,
İV/366.
[741] Bkz. es-Sehâvî, el-Fetâva'l-Hadisiyye, s. 105-7,
rakam: 24; el-Emîr el-Kebîr, en-Nuhbetu'l-Behiyye, s. 92, rakarn; 230;
es-Semhûdî, Gummâz, s. 163, rakam: 186; el-Âmirî, el-Ceddul-Hasîs, s. 159,
rakam: 326; s. 234, rakam: 53^
[742] el-Beyhakî, I/33; Hilâfİyyât, 1/250; Şuabul-İmâfl,
V/232.
[743] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
149-152.
[744] Ecîr-i müşterek: Herkese iş yapan kişi. Boyacı, ütücü,
demirci gibi. Ecîr-i hâs: Bir kişinin yanında ücretli çalışan kimse.
[745] ei-Beyhakî, Ma'rife, VIII/338. Hanefiferden İmam
Muhammed ile İmam Yûsuf ise Hz. Ömer ile Hz. Ali'nin ecîr-i müştereke tazminat
ödetmesi rivayetini delil göstererek ecîr-i müşterekin kasdı olmasa bile -genel
bir yangın olması, sel basması, düşmanın el koyması veya zarar vermesi gibi
durumlar hariç- zarar durumunda tazminatta bulunacağını söylerler. Bkz.
İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadîr, VIÜ/62.
[746] Bkz. el-Kâvukcî, et-Lüfaul-Mersû; s. 71, rakam: 167.
[747] İbn Adiy, Kâmil, VI/302, rakam: 170. Benzer misaller
için bkz. ez-Zehebî, Tertibu'l-Mevzûât, s. 55, rakam: 122-3.
[748] el-Katib, Târihu Bağdâd, XIV/216, rakam: 7505;
es-Suyûtî, Tahziru'l-Havâs, s. 219, rakam: 141.
el-Hatîb hadisin tevili
babında burada boyacılıkla hadise kendinden birşey kalanların, kuyumcularla da
aslı olmayan hadisler düzenleyenlerin kastedildiğinin söylendiğini aktarır
ancak, bu tevil makul ölçüler dışında katan bir zorlama olarak gözükmektedir.
Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm'ın benzer tevili için bkz. el-Beyhaki, X/249
(el-Beyhakî, hadiste boyacılık ve kuyum işini yapanların kastedildiğini söylerek
tevil etmez).
[749] İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 52, rakam: 60.
[750] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
153.
[751] Bkz. ei-Mevsılî, Muğni, s. 27.
[752] el-Ukaylî, Duafâ, H/176, rakam: 696.
[753] el-Beyhaki, i/6-7; Ma'rite, 1/235; Suğrâ, 1/87, rakam:
199; İbn Teymiyye, Mİnhâc, İV/115; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, II/79;
et-TahkikUEhâdîsi'I-Hilâf, 1/57-61; es-Subkî, Tabakât, V/82.
[754] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, M/213-5; il/874-9;
el-Fîrûzâbâdî, Sifnı'sSeâde, s. 285; el-Mevsılî, Muğnî, s. 45; el-Huveynl,
Cunnetu'I-Murtâb, İl/517.
[755] İbn Mâce, et-Tıb (31), bâbun fî eyyi'l-eyyâm yetilerim
(22), rakam: 3487-8. el-Bûsırî her iki hadisin de sened yönüyle zayıf olduğunu
belirtir. Bkz. Zevâid, s. 454-5. el-Elbâni ise hadise zayıf demekle beraber iki
ayrı rivayetinin daha olduğunu belirtir, senedlerinde zayıf raviler bulunan
mulâbi hadisleri de göz Önünde bulundurur ve tüm rivayetler bi-raraya
getirildiğinde hasen olduğu kanaatine varır. 8kz. Sahıha, II/404-7, rakam: 766.
Hadisin tarikleri ve
zayıflık yönlerinin tartışması için bfa. İbn Adiy, Kâmil, U/308, rakam; 78;
el-Ukaylî, Duaia, 1/150, rakam: 187 (Burada, hacamat için bir gün seçmekle
ilgili hadis bulunmadığım söyler); İbn Ebî Hâlim, iiel, 11/320, ra-: kam: 2477;
ibn Hibbân, Mecfûhîn, 11/99-100, 111/20-1; ei-Nâkim, Mustedrek, İV/211, rakam:
7481, İV/409, rakam: 8255; el-Hatîb, Târihti Bağdâd, X/38-9, rakam: 5160;
İbnu'l-Cewî, İlet, II/875-6, rakam: 1464, Mevzuat, İM/214-5 (Burada Abdurrahman
b. Mehdînin şöyle söylediğini aktarır: Hz. Peygamberden hacamat olmayı emreden
hadisler dışında (böyie detay bilgiler veren) birşey sabit değildir);
ez-Zehebî, Mîzân, ÜI/53-4, rakam: 5564; el-Munzirî, Ter-1 ğîb, IV/315-6, rakam:
12; et-Tebrîzî, Mişkât, 11/512, rakam; 4573; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 184, rakam:
368; es-Su-yûtî, Leâtî, 11/410-2; el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, »10, rakam: 28110;
ei-Aclûnî, Keşfu't-Hafâ, I/347-8, rakam: 1106. Benzer misaller için bkz. Ebû
Dâvûd, et-Tıb (22), bâbun meta tustehabbu'l-hicâme (5), rakam: 3861;
el-Beyhakî, Ma'rife, XIV/117; el-Hâşimi, Ebû Zur'a, H/568,757-8.
[756] Ebû Yala,
Xll/150, rakam: 8; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, M/213; el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, »13,
rakam: 28130; X/18, rakam; 28160; İbn Hacer, el-Metâlibu'l-Âliye, İt/360,
rakam: 2478. Bu hadisin senedinde yer alan Yahya b. el-Alâ er-Râzî el-Becelî
(dolayısıyla rivayeti) hakkındaki cerhler için bkz. el-Buhârî, Târih, VIII/297,
rakam: 3069; İbn Adiy, Kâmil, Vll/198-200, rakam: 51; İbn Hibbân, Mecrûhİn,
111/115-6; el-Beyhakî, IX/341, rakam: 19541; ez-Zehebî, Mizan, İV/397-8, rakam:
9591; ibn Hacer, Tehzib, XI/261-2, rakam: 7940; es-Suyûti, Leâlİ, İt/411;
el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, V792.
[757] 91-
[758] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/80-1; el-Mevstlî,
Muğnİ, s. 29.
[759] Bkz. İbn Hacer, el-Kavlu'l-Musedded, s. 70-1;
el-Huveynî, Cunnetu'l-Mutâb, 11/252.
[760] et-Tirmizî, el-Edeb (44), bâbu mâ câe fî
duhûli'İ-hammâm (43), rakam: 2801; en-Nesâî, el-Gusl (4), bâbu'r ruhsatı fî
duhûli'İ-hammâm (2), rakam: 399.
[761] el-Beyhaki, VII/309, rakam: 14805; el-Heysemî,
Mecmeu'z-Zevâid, I/277.
[762] Ebû Dâvûd, el-Hammâm (25), bâb: 1, rakam: 4011; İbn
Mâce, el-Edeb (33), bâbu duhûli'İ-hammâm (38), rakam: 3748.
Hz. Peygamberin
gençliğinde çıktığı ticaret seferlerinde hamamları gördüğü kabul edilirse, bu
rivayetler, bilgisi var da nehyediyor seklinde de anlaşılabilir. Bu durumda,
hamamlara girilirken avretlerin örtülmesine dikkat edilmemesi nedeniyle Hz.
Peygamberin bu işe pek sıcak bakmadığı düşünülebilir. Ayrıca bizler, ez-Zehebî
gibi birisinin hamama girmekten nebyeden hadislere yer vermesini, bu
rivayetlere güvenme hususunda bir dayanak kabul ediyoruz. Bkz.
et-Tıbbu'n-Nebevİ, s. 46-7.
[763] Bu arada şunu hatırlatmak yerinde olacaktır: Hamamla
ilgili sahih hadis yoktur diyen İbnu'l-Cevzî Kîtâbu Ahkâmi'n- i NisSüa
kadınların hamama girmesine dair bir bab açmış ve pekçok hadisi -muhtemelen,
ahlakî boyutları olduğu ; için- burada zikretmiştir. Bkz. Khâbu Ahkâmi'n-Nisâ,
s. 45-8. İbnu'I-Cevzfnin bir hadisi bir kitabında mevzu sayar-; ken başka bir
kitabında deiil olarak zikretmesinin nedenleri hususunda bkz. İbnu'l-Cevzî,
Mevzuat, 1/132-4 (Nured-drn Boyacıların tahkik etliği nüshadaki etüdü).
Hamamla ilgili
hadisleri birarada görmek için bkz. el-Beyhakî, Şuab, Vİ/155-I64.
[764] el-Cevrekânî, Ebâtil, 1/344-5, rakam: 329.
[765] Bkz. İbn Ebî Hatim, ilel, 1/43, rakam: 94.
[766] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
153-156.
[767] e!-8eyhakî, VII/134-5; Sugrâ, 111/31, rakam:
2411.
[768] ibrm'f-Kayyım, a.g.e., s. 101, rakam: 184; el- Kârî,
a.g.e., s. 442, rakam: 20.
[769] İbn Adiy, Kâmil, V/265, rakam: 442; İbnu'l-Cevzî,
Mevzuat, II/233; İbnu'l-Kayyrm, a.g.e., S. 101, rakam: 185; İbn Ar-râk,
Tenzihu'ş-Şeria, 11/31, rakam: 16; el-Kârî, a.g.e., s. 442, rakam: 20;
el-Adûnî, Keştu'l-Hafâ, 1/226, rakam: 693; 1/442, rakam: 1435.
[770] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 101, rakam: 189; el-Kârî,
a.g.e., s. 443, rakam: 21; eş-Şevkânî, a.g.e., s. 437, rakam: 1418.
[771] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., H/233; el-Kârî, ag.a, s. 444,
rakam: 2i.
[772] İbnu'l-Cevzî,-a.g.e., H/233; İbnu'l-Kayyım, ag.e, s.
101, rakam: 190; ibnArrâk, ag.a, 11/29, rakam: 4; el-Aclûnî, a.g.e., !l/158,
rakam: 2103; el-Kârî, ag.a, s. 285-6, rakam: 380; s. 443, rakam: 21; es-Suyîıtî,
Leâlî, I/445; eş-Şev-kânî, a.g.e., s. 437, rakam; 1418; eş-Şeybânî, Temyiz, s.
135. Rivayet ed-DeylemîAe geçmektedir. Bkz. IH/399, rakam: 5102.
[773] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., 11/333; il/233; İbnu'l-Kayyım,
ag.e., s. 101, rakam: 191;ef-Kârî, Esrar, s. 443, rakam: 21; es-Suyûtî, a.g.e.,
11/140; İbn Arrâk, ag.e., 11/182, rakam: 21. Keza bkz. el-Munâvî,
Feyzu'l-Kadir, İV/159, rakam: 4875.
[774] Efendioğlu, Arap Olmayan Sahabiler, s. 76.
[775] ez-Zehebî devamında şöyle der: "Bu rivayetteki
stkıntt ya Musa'dan ya da Behrâm'dan kaynaklanmaktadır." Mizan, İV/227,
rakam; 8944. Keza bkz. Tecridu Esmâi's-Sahâbe, 1/14, rakam: 101. İbn Hacer
bunun (Rasûlullah zamanında yaşamadığı halde ondan hadis rivayet eden) Ratan
el-Hindî ve Mektebe b. Melkân el-Huvârizmînin uydurmaları kabilinden olduğunu
söyler. İsâbe, 1/231. rakam: 521.
[776] ez-Zehebî, Muhtasaru't-Ebâtit ve'l-Mevzûât, s. 31-2,
rakam: 2-
[777] el-Cevrekânî, Ebâtil, 11/260, rakam: 660;
İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/71; ei-Makdisî, Tezkire, s. 83, rakam: 1;
el-Mev-sılî, Muğrii, s. 43.
[778] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
156-157.
[779] el-Mevsıiî, Muğni,$.2t.
[780] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 39, rakam: 65; el-Aclûnî,
Keşful-Hafâ, f/51, rakam: 118.
[781] Bican, Envâtu'l-Aşikîn, s. 626.
[782] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, t/157; Ibnu'l-Kayyım, Menâr, s.
61, rakam: 93.
[783] İbou'l-Cevzî, Mevzuat, 1/157; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s.
6), fakam: 94; el-Kâri, Esrar, s. 415; es-Suyûtî, Leâlİ, 1/106 (es-Suyütf nin
hadise 'bu konudaki en sağlam hadistir1 deyip ardından da hasen hükmü vermesi,
el-Acfûnînin de bunu nakletmesi garibür. 8kz. Keşful-Hafâ, il/284, rakam:
2644); el-Elbanî, DaHe, 1/207-8, rakam: 171.
[784] Bkz. Ebö DâvOd, el-Edeb (35}, bâbun fî tağyîri'î-esmâ (69),
rakam: 4949; et-Vmizî, el-Edeb (44), bâbu mâ câe mâ yustehabbu mine'l-esmâ
(64), rakam: 2833-4.
[785] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 60, rakam: 89; el Kâfi,
Esrar, s. 373, rakam: 608.
[786] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., M/33; İbnu'l-Kayytm, a.g.e., s.
61, rakam: 90; İbn Arrâk, Tenzittu'ş-Şeria, Iİ/257-8, rakam: 86.
[787] Bkz. el-Hâkim, Mustedrek, 111/119, rakam: 4610;
ez-Zerkeşî, İcâbe, s. 58-9; Ebû Gudde, Menâr dipnotu, s. 60,2 no-lu dipnot.
[788] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 193, rakam: 418;
es-Semhûdi, Gummâz, s. 100, rakam: 95; el-Kârî, Esrar, s. 197, ra kam: 180;
el-Adûnî, Keşfu'l-Hafâ, s. 365-6, rakam: 1168.
[789] el-Beyhakî, DeHilu'n-Nubuvve, İV/212.
[790] İbnul-Kayyim, a.g.e., s. 116-7, rakam: 248,251;
el-Kârî, a.g.e., s. 455, rakam: 29; el-firûzâbâdî, Sifru's-Seâde, sj 281;
el-Mevsılî, Muğni, s. 26.
[791] İbnii'l-Cevzî, a.g.e., II/24; (bnu'l-Kayyım, ag.e., s.
116, rakam: 248; el-Kârî, a.g.e., s. 455, rakam: 29.
[792] el-Buhâri, Fedâilu-Ashâbi'n-Nebî (62), bâbu zikri
Muâviye... (28), rakam: 3764-5-
[793] İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, VII/476. Muâviye'nin medhi ve
îemmiyle ilgili bazı mevzu hadister için bkz. İbnuT-Çevzî
[794] Bkz. Emtnî, Mi'yâr, s. 258.
[795] İbnu'i-Cevzî, Mevzuat, 11/27; es-Suyûtî, Leâtî, 1/426.
[796] el-Cevrekânî, Ebâlîl, I/200-4, rakam: 188-190;
İbnu1-Cewî, Mevzuat, İt/25; es-Suyûlî, Leâlî, 1/425; e!-Makdisî, Tez fere, s.
92, rakam: 61.
[797] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 117, rakam: 254; el-Kârî,
a.g.e., s. 455, rakam: 29.
[798] el-Kevser/108,1
[799] el-Kadr/97,1-3.
[800] et-Tırmiz't, Tefsîru'l-Kurân {48), bâbun ve min
sûreti'l-Kadr (85), rakam: 3350 (hadise garîb der); el-Taberî, Camilimi Beyân,
XXX/260; el-Hâkim, Mustedrek, ÜI/170-1, takam: 4796 (isnadı sahihtir der);
es-Suyûtî, ed-Dwru1-Men$&,\ VIII/569. İbnu'l-Arabî ise rivayet hakkında
sükût eder. Bkz. Arızetu'l-Ahvezi, VI/402-3, rakam: 3361.
[801] İbn Kesir, Tefsir, VIII/463; el-Mubârekfûrî,
Tuhfeiu'l-Atıvezt, IX/197-8; Ebû Şehbe, İsriîliyyât, s. 329-30.
[802] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 117, rakam: 253; el-Kârî,
a.g.e., s. 455, rakam: 29.
[803] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 118, rakam: 264;
el-Kârî, a.g.e., s. 456, rakam: 29.
[804] Ebû Ya'lâ, XIII/429-32, rakam: 17-8; et-Taberânî,
Evsal, Vlfl/38, rakam: 7076.
[805] Ahmedb. Hanbel, İV/421, rakam: 19725.
[806] İbn EblŞeybe, VIII/695, rakam: 67.
[807] Bkz. İbn Hacer, el-Metâtibu'l-Âliye, İV/İ 56-7, rakam:
4225.
[808] el-Buhârî, Târih, Vltl/334, rakam: 3220.
[809] İbn Adiy, Kâmil, VII/275-6, rakam: 115; el-Ukaylî, Duafâ,
M379-81, rakam: 1993; ez-Zehebî, Mzân, IV/423-4, rakam: 9695.
[810] İbn Hibbân, Mecrûh'm, 111/99-101.
[811] el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VIII/121.
[812] İbn Hacer, Takrib, s. 601, rakam: 7717.
[813] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, H/28.
[814] ez-Zehebî, a.g.e., İV/424, rakam: 9695.
[815] Bkz. el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VIII/121.
[816] Bkz. es-Suyûtî, LeâS, 1/427, ibn Arrâk,
Tenzihu'ş-Şerîa, 11/16-7, rakam: 35.
[817] fonu'l-Kayyim,
Menâr, s. 117, rakam: 262-3; el-Kârî, Esrar, s. 455, rakam: 29.
[818] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 117, rakam: 255; el-Kârî,
a.g.e., s. 455-6, rakam: 29.
[819] İbn Adiy, Kâmil, H/362, rakam 121. İbn Adiy bunu
rivayet ellikten sonra şöyle der: "Bu hadis bu tarikle rivayet edilmektedir.
Bunu Şeyh Muhammed b. Ali b. Halef (el-Atiâr) rivayet etmektedir. Muhammed b.
Ali'nin böyle acaip rivayetleri vardır. Munkeru'l-hadistir ve benim kanaatimce
hadisteki bela da ondan kaynaklanmaktadır." İbnu'l-Cevzî (Dua/â, İli/86,
rakam: 3130) ve ez-Zehebî [Muğnî, H/616, rakam: 5835) bu zatı Dua/â'larına
alarak, ibn Adty'in onun hakkındaki sözünü kısaca naklederler. eİ-Hatîb ise
Muhammed b. Mansûr'un bu zatı tevsik ettiğini söyler. {Târihti Bağdâd, IH/57,
rakam: 1002). Bununla beraber İbnu'l-Cevzî {a.g.e., 11/29) ile es-Suyûtî
(Leâtf, 1/428) hadisin mevzu olduğunu belirtirler; doğru olan da budur.
[820] el-Mevsılî, Muğnî, s. 26; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s.
116, rakam: 249-50; el-Kârî, Esrar, s. 455, rakam: 29.
[821] el-Hâkim, Medhal, s. 163-4; el-Cevrekânî, Ebâlil,
I/283, rakam: 266; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, H/48; İbn Arrâk, Tenzi-hu'ş-Şeria,
li/30, rakam: 9; e!-Aclûnî, Keşfu't-Hafâ, I/33, rakam: 53; el-Hût,
Esne'l-Metâlib, s. 37, rakam: 31; el-Kâ-vuteî, el-Lu'luu'l-Mersü', s. 30,
rakam: 7.
Hatîboğlu'nun
değerlendirmesi çarpıcıdır: "Adam Ebû Hanîfe'ye kızıyor, sövüyor. Bu
sövgüsünü "An Rasûlillah..."diye naklediyor. Ama Ebû Hanîfe'yi canı
ciğeri gibi seven birisi de gene aynı hadislerle gene hadis metoduyla onu
göklere çıkarıyor." Bkz. Sofuoğlu, Hadislerin An/aşılmasındaki Güçlükler
ve Bazı Problemler, s. 105 (M. Saîd Halİ-boğiu'nun müzâkeresi).
[822] et-Tayâlisi, s. 39-40, rakam: 309; el-Hatîb, Târihu
Bağdâd, U/60, rakam: 454; Ebû Nuaym, Hilyetu'l-Evliyâ, VI/295; '}î IX/65; ei-Beyhakî, Ma'rife, î/206, rakam:
413; ibn Kesir, Menâkıb, s. 131; el-Hût, Esne'l-Metâlib, s. 37, rakam: 31;
eş-Şevkânt, Fevâid, s. 362, rakam: 1229; el-Kârî, Esrar, s. 244, rakam: 235;
el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, lf/53-4, rakam: 1701.
[823] Bkz. el-Mevsıiî, Muğni, s. 16. e!-Beytıakî, Hz.
Peygamberin Râf ızîlerin ve Kaderlerin çıkacağını haber verdiği riva-,* yelleri "eğer sahihseler, Hz.
Peygamberin haber vermiş olduğu bu husus çıkmıştır" der. Daha sonra
zikrettiği hadisler ila zikretmediklerinin zayıf olduklarını söyler. Böylece
bunlann sahih olmadıklarını genel bir değerlendirmeyle değerlendirmiş olur.
Bkz. Delâil, VI/547-8.
[824] Senedleri itibarıyla, bu tür hadislerin mevzu
olmadığını söyleyenler de vardır Bkz. el-Alâî, en-Nakdu's-Sahih, s. 3î-9,
rakam: 1-2.
[825] Fazfur Rahman, Metodoloji, s. 59-61, 73-4.
[826] et-Taberânî, Evsaf, VII/263, rakam: 6506; el-Heysemf,
Mecmeu'z-Zevâid, VIİ/206.
[827] et-Tırmizi, e!-Kader (33), bâb: 16, rakam: 2152.
[828] İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbun fî zikri'l-Havâric (12),
rakam: 173; el-Bûsırî, Zevâid, s. 52, rakam: 43; Ahmed b. Hanbel, İV/355,
rakam: 19152; e!-Taberânî, Kebir, VIII/270, rakam; 8042. Daha pekçok rivayette
Haricîlerin imanlarının hançerelerinden aşağı geçmeyeceği, okun yaydan çıktığı
gibi dinden çıkacakları, bulundukları yerde katledilmeleri, onları Öldürene
kıyamette ecir verileceği geçmektedir. Bkz. et-Buhâri, İstiîâbetu'İ-Murteddîn
(88), bâbu kat-li'l-Havâric ve'l-Mulhidîn... (6), rakam: 6930-2; Müslim,
ez-Zekât (12), bâbu zikri'l-Havâric ve sıfâtihim (47), rakam: 142-3;
el-Lâlekâî, Şerh, VII/1303 vd.
[829] et-Taberî, Tehzibu'l-Asâr, II/656-7, rakam: 973.
[830] Ebû Dâvûd, es-Sunne (34), bâbun fi'l-kader (17),
rakam; 4691; İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbun fil-kader (10), rakam: 92;
el-Beyhakî, X/203, rakam: 20869; Kitâbu'l-Kadâ ve'l-Kader, vr. 13-b, 14-4;
Nursi, Mektubat, s. 97. ei-Beyhakî konuyla ilgili pekçok rivayet yanında şu
acaip rivayeti de nakleder: "Kader (meselesin)den sakının çünkü bu
Hristiyanlığtn bir parçasıdır." Kitâbu'l-Kadâ ve'l-Kader, vr. 16-b.
[831] et-Taberânî, Kebir, XI/74, rakam: 11142; İbn Hacer,
el-Metâtibu'l-Âiiye, İN/78, rakam: 2927; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 1/141. Kaderiyye
ilgili benzer misaller için bkz. el-Lâlekâî, Şerh, İV/590 vd.; el-Beyhaki,
el-Hkâd, s. 191-2.
[832] İbmj'i-Kayyım, Menâr, s. 1İ7, rakam: 257; el-Kârî,
Esrar, s. 455, rakam: 29. Geniş bilgi İçin bkz. Cihan, Uyduma Hadislerin
Doğuşu, s. 156-170.
[833] İbnu'l-Kayyim, a.g,e., s. 117, rakam: 258; el-Kârî,
a.g.e., s. 455-6, rakam: 29.
[834] İbnu'i-Kayyım, a.g.e., s. 117, rakam: 259; el-Kârî,
a.g.e., s. 456, rakam: 29.
[835] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
158-165.
[836] Sıddîqî şöyle söyler: İbn Mâce tarafından kendi
memleketi ûazvîn'in faziletleri hakkında rivayet edilen hadisler, ha-dîsçiler
tarafından uydurma ilân edilmiştir." Bkz. Hadis Edebiyatı Tarihi, s. 174.
[837] İbnu'i-Attâr, Fetâvâ, s. 263, rakam: 30; İbnu'i-Kayyım,
a.g.e., s. 117, rakam: 256; el-Kârî, a.ğ.e., s. 455, rakam: 29; el-Mevsılî,
Muğni, s. 25; el-Hût, Esne'l-Metâlib, s. 589.
Şam bölgesiyle ilgili
hadislerin yekûnu hususunda ihtilaf atmakla birlikte pekçok hadis uydurulduğu
kesindir. Bunlardan birkaçı şunlardır: "Fitneler olduğu zaman,
müslümanların sığınağı, Şam bölgesinin en hayırlı şehirlerinden Di-meşk
şehrinin yanındaki el-Gûta bölgesidir." Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun
fi'i-ma'kil mine'f-melâhim (6), h. no: 4298; es-Sunne (34), bâbun fi'l-hulefâ (9),
rakam: 4640. "Şam bölgesi sîzlere müyesser olacak. O bölgede ikamet etmek
için bir yeri tercih etmekte serbest bırakıldığınızda Dimeşk adlı şehri seçin.
Çünkü bu şehrin el-Ğûta adlı bölgesi müslümanların fitneferden sığınaklar! ve
barınağıdır." Ahmedb. Hanbel, İV/160. "Kıyamet günü Allah Şam'ın Hıms
şehrinden yetmişbin kişiyi diriltecek. Onlara ne hesab vardır, ne de
azap." es-Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, Iİ/446, rakam: 7540. "Şam'da
otur. Orası Allah'ın hayırlı toprağıdır. Rabbin hayırlı kulları orayı seçer.
Orayı arzulamazsa-nız Yemen'de oturun. Göllerinden suvarın. Allah Teala Şam'a
ve orada oturanlara vekil olduğunu bana bildirdi." Ebû Dâvûd, el-Cihâd
(9), bâbun fî sukne'ş-Şâm (3), rakam: 2483. Bu rivayetlerin değerlendirmesi
hususunda bkz. Guil-•■: laume, TTie Trad/ft'ons o/tefam, s. 48-9.
Şehirlerin
faziletleriyle ilgili oiarak uydurulan hadisler hususunda geniş bilgi için bkz.
Kaya, Hamit, Şehirlerin Fazileti ile İlgili Hadisler.
[838] Ibnu'l-Kayyım,
Menâr., s. 117, rakam: 260; el-Kârî, a.g.e., s. 456, rakam: 29.
[839] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
165-166.
[840] et-Âmirî, el-CedduWasî$, s. 174, rakam: 360.
[841] el-Beyhakî, VIİ/276; A/âb, s. 163, rakam: 486.
[842] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, İl/303; İbn Himmât,
Tenkit, s. 136-7; el-Mevsılî, Muğnî, s. 40.
[843] Ebû Dâvöd, el-Etime (21), bâbun fîekli'l-laîım (21),
rakam: 3778 (hadise kavi değildir, der); el-Beyhaki, VII/280, rakam: 14626-7;
Şuaö, V/91, rakam: 5898 (Ebû Ma'şer*in kavı olmadığını söyler); en-Nesâî,
es-Sıyâm (22), zikıu'l-ihtilâf alâ Muhammed b. EbîYa'kûb... (43), rakam: 2242
(bunu Ebû Ma'şefin munker hadisleri arasında zikreder); İbn Hacer,
Fethu'l-Bâri, X/686; et-Tebrîzî, Mıskal, İl/450, rakam: 4215.
[844] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, II/303; İbn Arrâk,
Tenzihu'ş-Şeria, II6248, rakam; 56; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 159, rakam: 498.
Muasır el-Gazâli de buna "batıldır", der. Bta. Sürme, s. 103.
[845] el-Buhârî, el-Vudû (4), bâbu men lem yetevedda' min
lahmi'ş-şâti ve's-sevîk (51), rakam: 208; el-Etime (70), bâbu kati'l-lahmi
bi's-sikkîn (20), rakam: 5408; Müslim, el-Hayz (3), bâbu neshi'l-vudû mimmâ
messeti'n-nâr (24), rakam: 92; et-Tırmizî, el-Etime (26), bâbu mâ câe
ani'n-Nebî mine'r-ruhsati fî kafi'l-fahmi bi's-sikkîn (33), rakam: 1836;
el-Beyhaki, VII/280, rakam: 14628; Şuab, V/91-2, rakam: 5899.
[846] İbmj'i-Cevzî, Mevzuat, III/36-8; İbnu'l-Kayyım,
a.g.e., s. 130, rakam: 291; el-Kârî, a.g.e., s. 463, rakam: 33; el-Mevsılî,
Muğnî, s. 40.
[847] el-Ukaylî, DuaiS, 111/191.
[848] Bkz. ez-Zehebî, Mizan, 111/224-5, rakam: 6222.
[849] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, HI/36-8.
[850] et-Taberânî, Kebir, VIIİ/249, rakam: 7977.
[851] Bkz. el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, V/24-5.
[852] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 80, rakam: 160.
[853] Bkz. es-Suyûtî, el-Câmiu's-Sağir, I/475, rakam: 3073.
[854] es-Suyûtî, Leâlî, H/256.
[855] Bkz. el-Hatîb, Târihu Bağdâd, 111/163, rakam: 1205;
VJI/283, rakam: 3782; »125, rakam: 5254.
[856] Bkz. e\-Munâvi Feyzul-Kadîr, 111/18),rakam:3073.
[857] Bkz. ez-Zebîdî, İthâfu's-Sâde, V/670-1.
[858] Bkz. ibn Hacer, el-Metâlibul-Âliye, 11/327, rakam:
2387.
[859] Bkz. ibn Hacer,
üsâmıl-Mîzan, 111/446, rakam: 1735.
[860] Bkz. el-Beyhakî, VII/68.
[861] Bkz. «t-Beyfutf, DÜ358-61.
[862] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
166-168.
[863] Bkz. el-Mevsı!î, Muğnî, s. 40; İbnu'i-Attâr, Fetâvâ,
s. 258, rakam: 19; İbnul-Kayyım, Menâr, s. 128, rakam: 288; es-Sağânî, Mevzuat,
s. 66-7, rakam: 111-6, s. 70-1, rakam: 120-6; es-Sehâvî, el-Fetâva'l-Hadîsiyye,
s. 237-42, rakam: 52; el-Kâri, Esrar, s. 463, rakam; 33; el-Emîr el-Kebir,
en-Nuhbetu'l-Behiyye, s. 44, rakam: 73; el-Elbânî, Daîfe, 1/73-4, rakam: 20;
el-Âmirî, el-Ceddu'l-Hasîs, s. 143, rakam: 278; s. 157, rakam: 322; s. 185,
rakam: 397; s. 248, rakam: 583.
[864] Bkz. el-Fîrûzâbâdî, Sifrus-Seâde, s. 283. Keşkekle
ilgili olarak bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 40; ei-Elbânî, Daİfe, il/133-4, rakam:
690.
[865] İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 51; ez-Zetıebî, Mizan, f/134;
es-Sağânî, Mevzuat, s. 70; es-Sefıâvî, Mekâsid, s. 141; es: Suyûtî, Leâü,
N/224; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 157; eş-Şeybânî, Temyîz, s. 152; el-Hût,
Esne'l-Metâiib, s. 158; el-Kârî, £srar, s. 159, 406; el-Aclûnl, Keşful-Hafâ,
I/278.
[866] el-Beyhakî, Şuab, V/102. el-Beyhakî burada
İbnu'l-Mubârek'ten 'mercimeğin hiçbir peygamber tarafından övülme-digini1
söylediğini nakleder.
[867] el-Beyhakî, Şuab, V/102.
[868] el-Beyhakî, Ma'rife, XIV/Î39. Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat,
lil/35-4; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 80, rakam: 159; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 170,
rakam: 526; es-Suyûtî, Leâiî, HI/247-53; el-Kâri, Esrar, s. 130, rakam: 58;
el-Eserî, Temyîz, s. 31.
[869] İbnu'l-Kayyim, Menâr, s. 130, rakam: 293; el-Kârî,
a.g.e., s. 464, rakam: 34.
[870] Bk2. İbnu'i-Attâr, Fetâvâ, s. 260; es-Semhûdî, Gummâz,
s. 70, rakam: 56.
[871] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, IH/62; es-Suyûtî, Leâii,
II/276; el-Kârî, Esrar, s. 151-2, rakam: 103; el-Aclünî, Kesfu'l-Hafâ, H/336,
rakam: 2897; İbn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, 11/270, rakam: 17.
[872] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
168-169.
[873] el-Mevsılî, a.g.e., s. 41; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s.
56, rakam: 79, s. 130, rakam: 294. Son derece İlginç tasvirli Horoz rivayetleri
için bkz. Ebu'ş-Şeyh, KHâbu'l-Azame, s. 186-8, rakam: 29-39; s. 457-9, rakam:
79-89.
[874] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 55, rakam: 77. Bir diğer
misal için bkz. et-Taberânî, Kebîr, Vlll/68, rakam: 7391.
[875] e!-Bufıârî, Bedu'l-Halk (59), bâbu hayri mâli'I-muslim
ğanem.. (15), rakam: 3303; Müslim, ez-2kr (48), bâbu istıhbâ-bi'd-duâ inde
siyahi'd-dîk (20), rakam; 82.
[876] Abdurrezzâk, XI/262-3, rakam: 20498; Ahmedb. Hanbel,
İV/115, rakam: 17031; W193-4, rakam: 21737; EbûDâ-vûd, el-Edeb (35), bâbu mâ
câe fi'd-dîk ve'l-behâim (115), rakam: 5101.
[877] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 106, rakam: 194; el-Kârî,
a.g.e., s. 446, rakam: 23.
[878] İbnu'I-Cevzî, 8.g.e., IH/9; İbnu'i-Kayyım, a.g.e., s. 106,
rakam: 195; el-Kârî, a.g.e., s. 446, rakam: 23. '
[879] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 107, rakam; 202;
el-Kârî, a.g.e., s. 448, rakam: 23. Hadîs için bkz.el-Buhârî,
e/-Ecte-bu'l-Mufred, bâbu îebfıi'l-hamâm (628), s. 441, rakam: 1300; Ebû Dâvûd,
el-Edeb (35), bâbun fi'l-la'bi bi'l-haftıâm (65), rakam: 4940.
[880] Ibnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 108, rakam: 203; el-Kârî,
a.g.e., s. 449, rakam: 24.
[881] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., H/235, IH/8; İbnu'l-Kayyım.
a.g.e., s. 108, rakam: 204; İbn Hacer, Lisânu'l-Mîzân, VI/195, rakam: 696;
el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam: 224; el-Adûnî, a.g.e., I/400, rakam: 1286;
e!-Kâvukçî, et-Lu'luu'l-Mersû', s. 80, rakam: 195.
[882] Bkz. İbnu'i-Cevzî, a.g.e., H/3034; es-Suyûtî, a.g.e.,
II/227; ibn Arrâk, a.g.e., H/249, rakam: 59; el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam:
24; el-Kâvukçî, a.g.e., s. 80, rakam:196.
[883] İbn Mâce, et-Ticâre (12), bâbu ittihâzi'l-mâşiye (69),
rakam: 2307.
[884] Bkz. İbn Htbbân, Mecrûhîn, 11/107-9; İbn Ebî Hâlim,
Kitâbu'i-Cerb, VI/198, rakam: 1090; ez-Zehebî, Mizan, 111/145, rakam: 5891; İbn
Hacer, Tehzib, VII/365, rakam: 589.
[885] Bkz. ibn Hibbân, a.g.e., II/98-9; el-Cûzecânî,
Ahvâlu'r-Ricât, s. 127, rakam: 211; İbn Ebî Hatim, a.g.e., VI/157, rakam; 865;
ei-Hatîb, Tân'hu Bağdâd, XI/279-80, rakam: 6051; ez-Zehebî, a.g.e., İH/43,
rakam: 5531; İbn Hacer, a,g.e., VII/133, rakam: 279; Takrib, s. 385, rakam:
4493.
[886] es-Suyûtî,
Leâlî, H/227.
[887] es-Sehâvî, Mekâsid.s. 175, rakam: 371.
[888] el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam: 24.
[889] Bkz. EbûDâvûd,el-Elime(21), bâbun fîekli luhûmi'l-hayl
(25), rakam: 3790; İbnMâce,ez-Zebâih (27), bâbu luhûmi'l-biğâl (14), rakam:
3198.
[890] Bkz. en-Nevevî, Şerh, XIII/96; el-Kurlubî, Muinim, V/229;
el-Ubbî, Şerh, VII/29; ibn Hacer, Fethul-Bâri, XI/82-6. Bazılarının at eti
yemenin nesholduçjuna dair yaklaşımlarına verilen cevaplar İbn Haeer'den
okunabilir.
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 169-170.
[891]
e/-Bey/iatf,VII/287-8.
[892] İbnu'l-Attâr, Fetâvâ, s. 258.
[893] el-Mevsılî, Muğnî, s. 44. Bkz. İbnu'l-Cevzî, /tef,
il/782-3, rakam: 1304-5; el-Kâvukcî, el-Lu'luu'l-Mersû', kam: 622.
[894] Bkz. es-Semhûtfi, Gummâz, s. 209, rakam: 270.
[895] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 171.
[896] el-Ukaylî, Duafa, 11/139, rakam: 628; 11/321, rakam:
909; el-Mevsılî, Muğnî, s. 35; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s 63, takanı: 104; s.
125, rakam: 282.
[897] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 62, rakam: 99. Mevlana Taki
Emînî güzel yüze bakmak lûtîlik şüphesini uyandırmafdarJır. Bu ise peygambere
nisbet edilemez, der. Bkz. tJli'yâr, s. 195.
Esrar sahibi el-Kârî de
"güzel yüze bakmak ibadettir" mevzu hadisini zikredip İbnu'l-Kayyım
vasıtasıyla İbn Teymiy-ye'den mevzu olduğunu aktardıktan sonra, güzel yüze
bakmayı tavsiye eden ve içinde İbadet ifadesi geçmeyen, bunun yerine gözün
görme kuvvetini artıracağından bahseden zayıf rivayetleri delil getirerek bu
rivayetin zayıf olduğunu söyler. {Esrar, s. 355-6, rakam: 561; s. 416, rakam:
7}. Ancak Ebû Nuaym'ın Hiiyetu'i-Evliyâ'smdan (İH/201 -2) delil getirdiği
"güzel kadına ve yeşile bakmak gözü kuvvetlendirir hadisini mevzu olarak
değil de zayıf olarak kabul etmesi ise çok ilginçtir. Çünkü hadis açıkça
yabancı bir kadına bakmayı teşvik etmektedir. Ayrıca şu eser sahiplerinin
belirttiği gibi bu rivayet olsa olsa mevzudur, başka birşey değil. Bkz.
es-Sağânî, Mevzuat, s. 48, rakam: 65; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 11/317, rakam:
2810; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 200, rakam: 657; ez-Zehebî, Mizan, 111/627, rakam:
7863; el-Elbânî, Daife, 1/165, rakam: 133.
Bu manada ilginç bir
rivayet daha vardır: "Yüzü en güzel olan insanlara imam olur."
ez-Zehebî, Tertibu'l-Mevzûât s. 155, rakam: 474. Benzer manalı bir rivayette de şöyle geçer:
'Yeşilliğe bakmak, gözün pasını açar;
güze!
kadına bakmak ise gözü cilalandırır." el-Kuzâî, Şihâbü'i-Arıbâr, s. 78,
rakam: 206.
[898] Bkz. ibn Hibbân, Mecrûhîn, II/83-4.
[899] Bkz. Ibnu'l-Cevzî, Mevzuat, i/160.
[900] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 63, rakam: 105.
[901] ei-Heysemî, Mecmeuz-Zevâid, Vlli/47.
[902] et-Taberânî, Evsaf, VIII/385, rakam: 7743.
[903] Keza es-Suyûtî de el-Câmiu's-Sağifde rivayet etmiştir:
1/81, rakam: 511.
[904] el-İclî, Ma'rifetu's-Sikât, il/166, rakam: 1340.
[905] Oysa el-Heysemî sahih demek bir yana hadise zayıf
demektedir.
[906] Bkz. el-Munâvî, Feyzu'l-Kadir, 1/312, rakam: 511.
[907] es-Suyûtî, Leâlî, 1/112-3. Keza bkz. Emînî, Mi'yâr, s.
195-7.
[908] Durum ne olursa olsun, güzel yüzlülerle ilgili
hadisler hususundaki tartışmanın bitmeyeceği gözükmektedir. Ebû Gudde
"hepsi de zayıf tarikli olan" güzel yüzlülerle ilgili hadisler vardır
derken (bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 80-1, rakam: 161; s. 446, rakam: 1250;
es-Suyûtî, Leâii, 1/112-120; 11/76-81; el-Adûnî, Keşfııl-Hafl 1/176-7, rakam:
527; eş-Şeybânî, Temyiz, s. 183; Ebû Gudde, Menâr dipnotu, s. 125,2 nolu
dipnot), el-Elbânî ise bu kapsama dahil hadislerin de bulunduğu beş hadise
mevzudur demiştir. Bkz. Daife, 1/163-6, rakam: 130-4. ed-Oumeynî de postacı ile
ilgili yaptığımız tevil için "bu teviller her ne kadar uzaK olsa da
hadisin nekâretini hafifletmekte, diğerleri ise uzak bile olsa tevil
ihtimaline sahip değillerdir" demektedir. Mekâyis, s. 196-8.
[909] Emînî, Mi'yâr, s. 225.
[910] el-Fettenî, Tezkiretu'l-Mevzûât,s. 130;eş-Şevkânî,
Fevâid, s. 132, rakam:386;es-Sehâvî, Mekâsid,s.255, rakam: 605; el-Aclûnî,
Keşfu'l-Hafâ, 11/15, rakam: 1570; eş-Şeybânî, Temyiz, s. 94-5.
[911] es-Sehâvî, Mekâsid, s. 285, rakam: 699; el-Kârî,
Esrar, s. 246, rakam: 296; el-Aclûnî, a.g.e., il/62-3; eş-Şeybânî, Temyiz, s.
107.
[912] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
171-173.
[913] el-Gazâlî,
ihya, II648; 111/151; el-Fetteni, Tezkiretu'l-Mevzûât, s. 145; el-Kârî, a.g.e.,
s. 131, rakam: 59.
[914] Bkz. ibn îeymiyye, Mnhâcu's-Sunne, İV/116; İktizâ; s.
173,300; ei-UevsıIÎ, Muğnî, s. 33, 36; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 111, rakam:
223; el-Kârî, Esrar, s. 452, rakam: 27; es-Sehâvî, et-Fetâva'l-Hadisiyye, s.
178, rakam; 41; e(-Hût, Esnel-Metâtib, s. 586-7; el-Elbânî, Daife, 11/89,
rakam: 624.
[915] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat H/203; İbn Arrâk,
Tenzihu'ş-Şeria, 11/157, rakam: 33; el-Leknevî, el-Asâru'l-Merfûa, s. 97. Hadis
için bkz. el-Beyhakî, Ştıab, III/367, rakam: 3797.
[916] el-Ukaylî, Duafâ, IH/252, rakam: 1253.
[917] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., N/203.
[918] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 111-2
[919] Bkz. el-Hût, Esne'l-Mefflib, s. 476, rakam: 1522.
[920] et-Taberânî, Kebîr, X/77, rakam:10007; el-Beyhakî,
Şuab, IH/365, rakam: 3792; Kitâbu Fedâilil-Evkât, s. 455-6, rakam: 246.
[921] et-Taberânî, Evsaf, X/140-1, rakam: 9298; el-Beyhakî,
Şuab, HI/365-6, rakam: 3793-4.
[922] el-Beyhakî, a.g.e., M/365, rakam: 379î; M/366, rakam:
3795.
[923] el-Beyhakî, a.g.e., IIİ/366, rakam: 3795.
[924] Eserin b maddesinde bu zatın ismini bulamadık.
[925] ibn Hibbân, Mecrûhîn, IH/97.
[926] es-Sehâvî, Mekâsid, s. 431, rakam: 1Î93.
[927] Bkz. ibn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, 11/158, rakam; 33.
[928] el-Leknevî, el-Asânj'l-Meriûa, s. 97.
[929] Bkz. ibn Himmât, Tenkit, s. 111.
[930] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 112-3.1 nofu dipnot.
[931] el-Ukaylî, Duafâ, İli/252, rakam: 1253
[932] Geniş bilgi için bkz. es-Suyüti, en-Nuketu'l-Bedîât,
s. 198-200; Leâii, 11/111-3. Konuyla ilgili rivayetleri görmek için bkz.
el-Beyhakî, KHâbu FedâiM-Evkât, s. 452-4.
[933] Bkz. ibn Teymiyye, Minhâc, İV/116; İktizâ] s. 293,301;
et-Fetâval-Kubrâ, 11/261-2, rakam: 221; el-Mevsılî, Muğnt, s. 33, 36;
İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 96, rakam: 170; el-Fîrûzâbâdî, Sifnı's-Seâde, s. 282;
es-SemhM, Gummâz, s. 232, rakam: 325. Ebû Gudde'nin Menâr dipnotunda (s. 96, 4
nolu dipnot) belirttiğine göre, İbn Hacer recep ayındaki namaz, oruç ve diğer
ibadetlerin faziletlerine dair mevzu hadisleri Tebyinu'l-Aceb bimâ Verede fi
Fadli Receb adlı eserinde toplamış ve bu eser 1351 yılında Kahİre'de 35 sayfa
olarak basılmıştır. Bizlerin bu esere ulaşması mümkün olmadı.
el-Leknevî de namazlara
dair mevzu rivayetleri el-Asâru'l-Merfûa fil-Ahbâri'l-Mevzûa adlı güzel
çalışmasında biraraya getirmiştir.
[934] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/124-5; İlel, N/555,
rakam:913; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 95, rakam: 168; ibn Arrâk,
Tenzi-hu'ş-Şeria, İl/90, rakam: 50; el-Aclûnî, Keşfu'i-Hafâ, I/423-4, rakam:
1358; es-Suyûtî, Leâlî, II/55-6; eş-Şevkânî, Fe-vâid, s. 61, rakam: 146;
el-Leknevî, a.g.e., s. 62-77.
es-Suyûtî,
el-Câmiu's-Sağîfüe hadise zayıf der. (|l/9, rakam: 4411). el-Munâvîise Hafız
ef-lrâktnin Şeriıu't-Tİrmi-z/sinden nakille hadisin çok zayıf olduğunu, bunun
yanında ed-Deyiemtnin {11/401-2, rakam: 3093-5) hadisi üç tarikle rivayet
ettiğini söyler. {Bkz. Feyzu'i-Kadİr, İV/18, rakam: 4411). Hadisi Abdulkâdir
el-Geylânî de Gunye'de zikreder. (1/175). Bununla beraber, el-Leknevrnin
dediği gibi, bu hadis muhaddislerin ittifakıyla mevzudur. Bkz. el-Leknevî,
a.g.e., s. 63.
[935] İbn Mâce, es-Sıyâm (7), bâbu sıyâmi eşhuri'l-haram
{43), rakam: 1743.
[936] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 97, rakam: 173.
[937] et-Taberânî, Kebir, X/287.
[938] Bkz. ibn Adiy, Kâmil, III/85-7, rakam: 6;
İbnu'l-Cevzî, Duafâ, I/265-6, rakam: 1158; ez-Zehebî, Mizan, 11/12, rakam:
2631.
[939] Bkz. el-Beyhakî, Kıiâbu Fedâiti'l-Evkât, s. 107. el-Beyhakî
rivayet hususunda şöyle der: Dâvûd bin Atâ kavî değildir. Oysa yine İbn
Abbas'tan Hz. Peygamberin böyle yaptığı rivayet edilmiştir. Dâvûd Hz.
Peygamberin uygulamasını nehye çevirip tahrif etmiştir. Bununla beraber,
rivayeti sahihse bu tenzîhe hamledilir. Nitekim eş-Şâfiî de bu babla şöyle
demiştir: 'Bir kimsenin ramazan dışında bir ayı oruçlu geçirmesini hoş görmem.'
eş-Şâfiî bu sözüne Hz. Âi-şe'den gelen şu hadisi mesned almıştır: 'Rasûlullah o
derece oruç tutardı ki, arttk orucu bırakmaz derdik. Bazan de öyle orucu terk
ederdi ki, arlık oruç tutmaz derdik. Ben Rasûlullah'm ramazan dışında bir ayın
tamamını oruçlu geçirdiğini görmedim. Şaban ayı kadar hiçbir ayda oruç
tuttuğunu da görmedim.' eş-Şâfiî haftanın bir gününü de sürekli oruçlu tutmayı
kerih görmüş ve bir cahilin görüp te farz sanmasından çekindiğinden dolayı
böyle söylediğini belirtmiş, sonra da şöyle demiştir: 'Böyle bir oruç tutarsa
(zikri geçen ihtimal de yoksa), bu iyidir.' el-Beyhakî bu nakilleri yaptıktan
sonra şöyle söyler: Dolayısıyla eş-Şâfiî keraheti cafıilin şeriatın aslından
sanması tehlikesi sebebiyle söylemiştir. Böylece (yukarıdaki rivayet sahihse}
kerahetin sebeüi anlaşılmış olmakladır. Bkz. s. 90,106-9.
[940] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 98, rakam: 174.
[941] İbnu'î-Kayyım, Menâr, s. 99, rakam: 175; es-Suyûtî,
Leâlİ, II/58-9; İbn Arrâk, Tenzîhu's-Şeria, II/92, rakam: 52; eş-Şevkânî,
Fevâid, s. 63, rakam: 148; el-Leknevî, el-Asâru'l-Merfûa, s. 82-3. Konuyla
ilgili rivayetleri görmek için bkz. el-Beyhakî, KHâbu Fedâiti'l-Evkât, s.
118-134.
[942] İbn Teymiyye, Minhâc, İV/116; İbnu'l-Kayyım, a.ge., s.
95, rakam: 166.
[943] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/117; İbnu'l-Kayyım, a.g.e.,
s. 4, rakam: 48; ei-Kârî, Esrar, s. 404; İbn Anâk, a.g.e., II/84, rakam: 29.
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 173-176.
[944] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 63, rakam: 106,110, rakam:
210;el-Kâvukcî, et-Luluu'l-Mersû', s. 233; el-Fîrûzâbâdî, Sif-ru's-Seâde, s.
286.
[945] Bta. el-Kannûcî, el-tzâa E mâ Kâne ve mâ Yekûnu beyne
YedeyfsSâa, s. 97.
[946] Bkz. Fazlur Rahman, Metodoloji s. 59.
[947] İbnu'l-Kayyım, Menâr,s. 110. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat,
111/194.
[948] İbn Adiy, Duafâ, H/48, rakam: 41; V/308, rakam: 490;
Ebû Ya'lâ, 11/160-1, rakam: 851; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/193; ei-Heysemî,
Mecmeu'z-Zevâid VII/257; İbn Hacer, ei-Metâlibu'l-Âliye, İV/341, rakam: 4549;
es-Suyütî, Leâiİ, H/390 (hadisin sağlam bir tariki daha olduğunu söyler); ibn
Arrâk, Tenzinu'ş-Şeria, H/348, rakam: 11 .
[949] ibn Mâce, el-FSen (36), bâbu'l-âyât (28), rakam: 4057;
el-Hâkim, Mustedrek, İV/428, rakam: 8319 (hadisin es-Sa-hîhayrim şartlarına
göre sahih olduğunu fakat tahrîc etmediklerini söyler ancak ez-Zehebî Telhfööe
'zannedersem mevzudur, der); İbn Kesîr, Bidâye, VI/257; es-Suyûtî,
ed-Dunv'i-Mensör, III/395; el-Bûsırî, Zevâidu ibn Mâce, s. 523-4, rakam: 1360.
[950] Bkz. el-Hindî, Kenzu'İ-Ummâl, XIV/2i1, rakam: 38432.
[951] Bkz. es-Sindî, Şerh, H/502.
[952] Bkz. ez-Zehebî, Mîzân, 111/308, rakam: 6534; ibn
Hacer, Tehzîb, VIII/173, rakam: 5442.
[953] Bkz.
es-Sincfi, a.g.e., H/502.
[954] Bkz. ei-Ukaylî,
Dualâ, fll/328-9, rakam: 1348.
[955] ibn Adiy, Kâmil, V/383, rakam: 579. [el-Buhârî
rârifi'inde bu zatın İsmini verip ne kendisi ne dB rivayeti
hakkında birşey
söylemez. VII/18, rakam: 81 j.
[956] Bkz. ibn Ebî Hatim, Kitâbu'l-Cerh, VI/388, rakam:
2160. [Tehzitfte bu söz el-Hâkim'in sözü olarak geçmektedir. Bu mümkün değildir
çünkü el-Hâkim'in vefatı 405'dir. Ayrıca el-Hâkim bu zatın hadisini MustedreKMe
rivayet etmektedir. Bunun el-Hâkim değil de el-Hakîm et-Timizi (280/893)
olduğunu kabul etsek bile iki ismin yazılışı (zabtı) farklıdır. Dolayısıyla
isim Tebzîtffe yanlış yazılmıştır].
[957] el-Mizzî, Tehzibu'l-Kemâl, XXII/461-3, rakam: 4554.
[958] Bkz. ez-Zehebî, Muğni, U/495, rakam: 4777. Bu zat
hakkında ayrıca bkz. İbn Hibbân, Mectûhin, 11/197; İbnu'l-Cevzî, Duafâ,
lil/237, rakam: 2629; ez-Zehebî, Kâşif, 11/102, rakam: 4318.
[959] ei-Ukaylî,
Duafâ, N/304, rakam: 882.
[960] Bkz. İbn Ebî Hatim, KÜâbu'l-Cerh, V/177, rakam: 630.
[961] Bkz. ez-Zehebî, Muğni, I/352, rakam: 3320; Mîzân,
li/499-500, rakam: 4590; Kâşif, I/592, rakam: 2942.
[962] Bkz. İbn Hacer, Tehzib, V7387-8, rakam: 3689.
[963] et-Tırmizi, el-llm (42), bâbu mâ câe fi'l-ehzi
bi's-sunne... (16), rakam: 2678.
[964] Bkz. el-Mizzî, Tehzibu'l-Kemâl, XVI/257, rakam: 3521
{Kitâbu'sSikâtta Abdullah maddesinde bu zatı bulamadık).
[965] ed-Dârekutnî, İlel, Vİ164-5, rakam: 1046.
[966] İbnu'l-Cevzî, Mevztfâf, İH/197-8.
[967] Bkz. İbnu'l-Cevzî, İlel, fl/854-5, rakam: 1429.
[968] es-Suyûtî, Leâli, H/394.
[969] el-Hût, Esne't-Metâlib, s. 565-6.
[970] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
176-179.
[971] e!-Mevsılî, Muğni, s. 43; es-Sehâvî, Mekâsid, s.
354-5, rakam: 921. el-Kârî hadisin zayıf olduğunu söyler. Bkz. Esrar, s.
290-1, rakam: 390; s. 367, rakam: 594; s. 467.
[972] İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 65, rakam: 119.
[973] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, İII/76.
[974] Bkz. et-Taberânî, Evsat, X/104, rakam: 9218.
[975] el-Heysemî, Memeu'z-Zevâid, X/?38.
[976] es-Suyûtî, ei-Câmiu's-Sağir, 1/114, rakam: 745.
[977] el-Munâvî, Feyzu'1-Kadir, f/399, rakam: 745-
[el-Munâvfnin atıfta bulunduğu hadîsi İbn Huzeyme'nin eksik olan matbu nüshasında
bulamadık].
[978] İbnul-Kayyım, Menâr, s. 66, rakam: 120; el-Fîrûzâbâdt,
Sifm's-Seâde, s. 279; el-Mevsılî, Muğnî, s. 21.
[979] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/171 -2; İbnu'f-Kayyım, Menâr,
s. 66; el-Heysemî, Mecmu'z-Zevâid, X/268; Yardım, Mesne-vi Hadisleri, s. 126.
Başka misâller için bkz. Câmî, Nakdu'n-Nusûs, s. 50; el-Kâvukcî,
el-Luhu'l-Mersû', s. 170, rakam: 514; el-Hakîm et-Tirmizî, NevâdinıWsût,
H/389; Bîcân, Envâm'l-Aşikİn, s. 22-3; Saklan, Ebû Bekir Muhattı-med
el-Kelâbâzi ve Maâni'l-Ahbâr, s. 205. Akılla ilgili hadisleri birarada görmek
için de bkz. İbn Ebi'd-Dunyâ. ei-Ak-lu ve Fadluh, hzr. Mustafa Abdulkâdir Atâ,
Beyrut-1993.
[980] Bkz. Ebû Nuaym, Hİtye, VII/318; el-Gazâlî, İhya, 1/89;
İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâva, XVItl/336-8; XXXV/153; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 118,
rakam: 233.
[981] Bkz. el-Kettânî, Cedelu'l-Akl, s. 470-1.
[982] Bkz. el-Kâri, Esrar, s. 421, rakam: 10.
[983] Bkz. İbnu'i-Cevzî, Mevzuat, f/177.
[984] Bkz. el-Ukaylî, Duatâ, 111/175, rakam: 1169.
[985] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 67, rakam: 122.
[986] Bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 21.
[987] Bkz. Keşful-Haiâ, 1/236-7.
[988] el-Elbârtî, Daiie, 1/53. Akılla ilgili hadislerin
değerlendirmesi hususunda bkz. eş-Şerkâvî, es-Sûfiyyetu ve'l-Akl, s. 8i
102;eİ-Huveynî, Cunnetu'1-MüHâb, 1/59-76.
[989] ei-Alûsfden nakleden Ebû Şehbe, İsrailiyyât, s. 291.
[990] e!-Beyhakî,Şuaû,VII/14.
[991] Bkz. İbn Teymiyye, Minhâcu's-Sunne, İV/116,118. İbn
Teymiyye Aranîtere ceza olarak yapılanları da kesin bilgi oU • rak
değerlendirir.
[992] Bkz. IbnAbdiiber, Temhid, MI/318.
[993] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
180-182.
[994] Bkz. eİ-A'zamî, Menhec, s. 49.
[995] Hz. Peygamberin Kur'ân'a muhalefet etmeyeceğini
söylerken, bu sâzden, onun Kur'ân dışında hüküm getirmeyeceği anlamını
çıkarmamak gerekir. Çünkü Hz. Peygamber teşrîde ikinci kaynaktır. Bununla
beraber, onun koyduğu hükümler herhangi bir açıdan Kur'ân'a ayktrılık
taşımazlar.
[996] 9kz. İbnu'l-Kayyjm, Menâr, 80-4.
[997] et-Taberânî, Evsat, 1/133, rakam: 152.
[998] Bkz. el-Buhârî, el-Edebu'l-Mufred, s. 163, rakam: 532;
ei-Taberânî, Kefe/r, V/190, rakam: 50S2.
[999] Bkz. et-Tımzî, el-Menâkıb (50), bâb (21), rakam: 3724.
[1000] Bkz. el-Hatib, Kifâye, s. 469.
[1001] es-Suyûtî, Tedrib, 1/353.
[1002] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 78, rakam: 138.
[1003] İbn Hİbbân, Mecrûhİn, 1/245; Ibnu'l-Kayyım, Menâr, s.
99-100, rakam: 178.
[1004] 8kz. S\düiq\, Hadis Edebiyatı, s. 172.
[1005] Bkz. et-Tafıâvî, Muşkil, 111/92, rakam: 1067;
et-Taberânî, Evsat, V/32-3, rakam: 405!.
[1006] İbnu'l-Cevzi, Mevzuat, I/357.
[1007] Bkz. ibnTeymiyye, Minhâc, İV/118,
[1008] Bkz. İbnu'f-Kayyim, Menâr, s. 57, rakam: 82.
[1009] İbn Kuteybe, TeV/7, s. 166-7, rakam: 80.
[1010] İnal, Malta, bah:6, ayet: 9-13; Luka, bab: 11, ayet:
2-4.
[1011] öjû Dâvûd, et-Tıb (22), bâbun keyfe'r-raky (19),
rakam; 3892; İbn Atfıy, Kam//, 111/197, rakam: 13; el-Hâkİrri, Mus-tedrek,\IZH,
rakam: 1272.
[1012] Bkz. Okiç, Tefsir ve Hadis Usûlünün Ban Meseleleri, s.
232-4
[1013] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/339.
[1014] Bkz. ez-Zehebî, Mizan, 1/211, rakam: B24.
[1015] ei-Hâkim, Medhal,s. 167.
[1016] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat I/344; es-Suyûfî, Leâli, 1/324.
[1017] Bkz. ez-Zehebî, Mîzân, 111/160, rakam: 5960.
[1018] Bkz. İbn Hibbân, Mecrûhîn, If/UO.
[1019] Bkz. es-Suyûti, Tedrîb, 1/352.
[1020] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
183-189.
[1021] İbnu'l-Cevzr, Mevzuat, 1/451-3; ibn Arrâk,
Tenzihu'ş-Şeria, 11/67, rakam; 6.
[1022] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
189-190.
[1023] ez-Zehebî, Mizan, N/351, rakam: 4047.
[1024] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
190.
[1025] Bkz. EbûSehbe,
Difâ\s.A2.
[1026] ed-Deytemî, H/309, rakam: 2791; es-Suyûlî,
el-Câmiu's-Sağîr, 1/614, rakam: 3971.
[1027] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
190.
[1028] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/193; İbnu'l-Kayyım, Menâr,
s. 110, rakam: 214; el-Kârî, Esrar, s. 451, rakam: 26. es-Su-: yutî ise
-hadisin manası açık olmasına rağmen- senedi her zaman önde tutan yaklaşımı
sebebiyle, diğer varyantlarının sağlam olduğunu (bkz. ei-Hâkim, Musiedrek,
İV/457, h. no: 8411, hadisi el-Fiten ve'l-Melâhim'de zikreder,
b ez-Zehebî de sahihtir
der), ayrıca hadiste kastedilenin kıyamete yakın yüzyıl olduğunu, İbnu'l-Cevzrnin
ise bunu ilk i yüzüncü yıl zannettiğini ve bu meltemin eseceğinin sahih
rivayetlerde yer aldığını söyler. (Bkz. Leâlî, II/390; en-Nu-ketü'l-Bediâi, s.
257, rakam: 270}. İbn Arrâk da aynı şeyleri söyler. {Tenzîhu's-Şeria, II/348,
rakam: 10). es-Şevkâ-! nî ise bir tercihle bulunmaz, her iki görüşü de
nakleder. {Fevâid, s. 438, rakam: 1423). Onun böyle bir izah getirmesi, açık
olan hadisi başka yönlere çekmesi zorlamadır.
[1029] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
191.
[1030] er-Resâi!u'l-Kut)râ, ll/340'dan nakleden Kandemir,
Mevzu Hadisler, s. 186,122 nofu dipnot.
[1031] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
191.
[1032] ez-Zehebî, Mizan, I/İ08, rakam: 421; İbn Hacer, Nuket,
H/842.
[1033] İbn Arrâk, Tenzîhu'ş-Şeria, I/6.
[1034] Onunla ilgili olarak bkz. ibn Hibbân, Mecrûntn, 1/142.
el-Hasan'ın Ebû Hureyre'rJen naklettiği rivayederin mursel olduğu hususunda
bkz. ez-Zehebî, Nubelâ, İV/566, rakam: 223.
[1035] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
191.
[1036] el-Hâkim, Mustedrek, 111/112, rakam: 4585.
[1037] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, I/342. Keza bfcz. es-Suyûîî,
Leâlİ, 1/321-2
[1038] Bkz. ez-Zehebî, Telhîsu'l-Mustedrek {Mustedrek
hamişinde), IH/112. ez-Zehebî sözü buraya kadar İyi getirir ancak ardından
tevil etmeye çalışır ve Hz. Ali'nin esasında "ben Allah'a yedi yaşında
iken ibadet ettim" dediğini ancak ra-vininin duyduğunu tam
ezberieyemediğini söyler. Halbuki kendisinin de belirttiği gibi, hadisin
railerinden oian Habbe b. Cuveyn ğulâi-i Şia'dandır. Aynı şekilde Şuayb b.
Safvân ile el-Ecleh de haklarında konuşulan kimselerdir. Yine ez-Zertebrnirt
kendisi Habbe'nin Bedir'e katılmış seksen sahabinin Hz. Ali'yle beraber Sıfffn
savaşına katıldığım rivayet eden kimse olduğunu ve bu rivayetin muhal olduğunu
belirtmektedir. Bkz. a.g.e., 111/112; Mîzân, 1/450, rakam: 1688. Muğnîûe ise
bu rakamı oluz olarak verir. Bkz. 1/146, rakam: 1282.
[1039] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
192.
[1040] İbn Kesîr, Bidâye, XIV/30. Belgeniı farklı kimseler
zamanında gündeme getirilmesi, yahudilerin cizyeden kurtulma çabaları olarak
görülebilir. Bununla beraber aynı olayın mükerrerieştirilmiş olması da ihtimal
dahilindedir. Her^âlu-kârda konumuzla ilgili güzel bir misaldir.
[1041] Bkz. İbn Kesîr, ag.a, XII/108-9.
[1042] Vefalıyla ilgili olarak bkz. İbn Hacer, İsâbe, IH/84.
[1043] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Muntazam, XVI/129; el-Hamevî,
Mu'cemuWdebâ, I/3B6; es-Subkî, Tabakât, İV/35; ibn Ke|£ Bi-dâye, XII/ÎO8-9;
es-Sehâvî, İlân, s. 25; el-Kârî, Esrar, s. 446, rakam: 22.
[1044] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. J02-5, rakam: 193;
e!-Kârî, Esrar, s. 444-6, rakam: 15; Emînî, Mi'yâr, s. 330-1. İbnu'l-Kayyım
Ahkâmu Ert/fz-Zîmme'de de bu vesikanın mevzuluguna delalet eden on yön
zikretmiştir. Burada birkaç madde Menârtfakinden farklıdır, bu durumda uydurma
olduğuna İşaret eden yönler ondan fazla olmaktadır. Bkz.Ahkâmu Ehü'z-Zimme,
1/7-9.
[1045] ATî b.Ebî Tâlib olmalıydı.
[1046] İbn Kesîr, a.g.e., XIV/20. Konumuzla ilgili başka bir
misal için, kitabımızın "Hangi Konulardaki Hadisler Sabin Değildir" bölümünde
"Kür'ân" başirğı altında zikredilen aftıncı maddeye yani el-Bakara
sûresinin H. ayetiyie ilgili rivayete bkz.
[1047] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
192-195.
[1048] Ebû Nuaym, Hilye, 1/243-4; Keskin, Ebö Nuaym, s. 151.
[1049] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
195.
[1050] İbnu'I-Cevzî, Mevzuat, H/8. İbn Hacer Ummu Kulsûm'un
babasının vefatından sonra dünyaya geldiğini, Habîbe bnt.
Hâdice'den doğduğunu ve
ablası Hz. Âişe'den hadis rivayet ettiğini söyler. Bkz. İsâbe, VIII/296. Ondan
Önce de ib- nu'f-Esîr, bu kızın Hz. Ebûbekr'in vefalından sonra doğduğunu
söyler. Bkz. Usdu'l-Ğâbç, VI/363.
[1051] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
195-196.
[1052] el-Buhârî, et-Tevhîd (97), bâbu mâ câe fî kavlihî azze
ve celle "ve kelleme Mûsâ teklîmâ" (37), rakam: 7517; Mus-lim,
el-îmân (1), bâbu'i-isrâ bi Rasûlillah (74), rakam: 262.
[1053] Bkz. Iyâz, Şilâ, 1/180; İbn Kesîr, Tefsir, V/6; İbn
Hacer, Fethu'l-BârS, Xv7451, rakam: 7517; es-Suyûtî, el-İsrâ ve'l-M/'râs. 18,
60.
[1054] Bkz. en-Nevevî, Şerh, 11/209-10.
[1055] Örnek için bte. Davudoğlu, Şerh, IX/127.
[1056] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
196-198.
[1057] et-Tirmizi, ei-Menâkıb (50), bâbu mâ câe fî bed'i
nubuvveti'n-Nebî (3), rakam: 3620. Bu hadis aynı tarikle şu eserlerde de geçer:
el-Harâitî, HevMul-Cmân, s. 194-6; et-Taberî, Târihu't-Taberi, H/277-8;
el-Hâkİm, Mustedrek,11/615-6; el-Hatîb, Tâıîhu Bağdâd, X/252-3; Ebu Nuaym,
Ma'ritetu's-Sahâbe, 111/188-9; el-Beyhakî, Delâil, I1/24-5; el-Esbehânî,
Delâiiu'n-Nubuvve, 1/381-3; İbn Manzûr, Muhtasar, li/6-7; es-Suheylî,
er-Ravdul-Umt, 11/224-5; ibn Kesîr, Bidâye, 11/264-5; es-Suyûtî, Hasâis,
1/83-4.
el-Mes'ûdî bu
yolculukta Ebûbekr ite Bilal'ın bulunduğunu, rahibin Rasûlullah'm durumunu bu
İkisine anlattığım söyler. Bkz. el-Mesûdî, Murûcu'z-Zeheb, 1/75.
[1058] Ebû Nuaym, Delâil, 1/172. Ebu Nuaym başka bir tarikle
Şam yolculuğunu İbn Abbâs'tan rivayet eder. Bu rivayetinde, Hz. Peygamberin Hz.
Ebûbekr iie berabet yolculuğa çıktığını, bu sırada Rasülullah'ın yirmi,
Ebûbekr'in onsekiz yaşında olduğunu nakleder. Bahîra ile bir konaklama vesilesi
İle tanışırlar. Hz. Peygamberin gelecek peygamber ol duğunu anlar. Bu durum
karşısında Hz. Ebûbekr'in kalbine daha o zamandan yairîn gelir, diye nakleder.
Ebu Nu-aym Ma'rifetu's-Sahâbe, 111/188. es-Suyûtf de zayıf bir senedle Ibn
Mende'nin bunu rivayet ettiğini söyler ve hadisi nakleder. Bkz. Hasâis, I/86.
Ancak bu rivayet diğer rivayetler karşısında tenakuzlarla doludur. İbn Hacer,
bu rivayet sahih ise başka bir sefer gerçekleşmiştir der (isâbe, 1/354) ve her
zaman olduğu gibi tekerrür yoluna baş vurur. Bizce bu ikinci rivayet
asılsızdır. Çünkü ikinci' bir defa yine aynı rahibe uğramaları ve rahibin önceki
görüşmeyi' unutmuşçasına, Hz. Peygamberi ilk defa görmüş gibi karşılaması muhal
gelmektedir.
[1059] İbnu'l-Esîr, Câmiu'I-Usûl, XI/260, rakam: 8836.
[1060] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
198-200.
[1061] Bkz.
el-Mespûa7, Murûcu'z-Zeheb, [1/293; ibn Seyyidi'n-Nâs, Uyünul-Eser, 1/105.
[1062] Bkz. Ebû Nuaym, Detâil, 1/168.
[1063] Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, 1/121; el-Mes'ûdî,
Murûcu'z-Zeheb, I/75; ez-Zerkeşî, İcâbe, s. 49; İbn Kesîr, Bidâye, H/265;
Ş\h\\, Asr-ı Saadet, 1/131, Arcün.MuhammedRasûlullah, 1/167.
[1064] Bkz. el-Mes'ûoî, a.g.e., H/293.
Enbiya Yıldırım, Hadis
Problemleri, Rağbet Yayınevi: 200.
[1065] Bkz. İbn Hacer, Takrib, s. 313, rakam: 3467; el-Mizzî,
Tehzibul-Kemâl, XV/2B4-5, rakam: 3418.
[1066] İbn Kesîr, Bidâye, II/265. İbn Hacer de Rasûlullah'ın
ondan büyük olduğunu söyler. Bkz. isâbe, İV/169.
[1067] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
201.
[1068] Bkz. İbnu'l-Esîr, Usdul-Ğâbe, 1/245; el-Heysemî,
Mecmeuz-Zevâid, IX/300; İbn Hacer, Takrib, s. 129; Tehzib, 1/503; el-Mizzî,
Tehzibul-Kemâl, İV/290, rakam: 782.
[1069] Bkz. İbnu'l Esîr, Usdul-Ğâbe, 1/245; İbn Kesîr,
Bidâye, Vli/105; ez-Zehebî, Târibul-İslâm, Hulefa-i Raşİdin aidi, s. 205; İbn
Hacer, Tebzîb, 1/503; el-Mizzî, Tehzîbu'l-Kemâl, İV/290, rakam: 782.
[1070] Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, 111/238; İbn Hibbân,
KHâbu's-Sikât, lil/28; İbnu'l-Esîr, a.g.e., 1/245; İbn Abdilber, istîâb, t /9; İbn Kesîr, Bidâye, VII/105; ez-Zehebî,
Târihu'l-İstâm, Hulefa-i Raşidin cildi, s. 205; İber, 1/1 S; Nubelâ, 1/347,
£jP, rakam: 76; İbnu'i-İmâd, Şezerât, 1/171; el-Mizzî, a.g.e., İV/290, rakam;
782; el-Hazrecî, Hulâsa, s. 53.
[1071] Bkz. İbn Abdilber, İslİâb, 1/179; ez-Zehebî, Nubelâ,
I/359-360, rakam; 76.
[1072] İbn Hacer, Tehzib, I/502-3.
[1073] Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, MI/238; İbn Hibbân,
Kitâbus-Sikât, IH/28; İbnu'l Esîr, Usdul-Ğâbe, 1/245; İbn Kesîr, a.g.e.,
VIÎ/105; ez-Zehebî, Nubelâ, f/347, rakam: 76; İbn Hacer, Takrib, s. 129;
Tehzib, 1/503; el-Hazrecî, a.g.e., s. 53.
[1074] Bkz. İbn Abdilber, istîâb, 1/179; İbnu'l-İmâd,
Şezerât, 1/171.
[1075] Bkz. İbn Abdilber, ag.e, 1/179; el-Mizzî,
Tehzîbu'l-Kemâl, İV/290, rakam: 782.
[1076] İbn Sa'd, Tabakât, 111/238; Ibn Abdilber, a.g.e.,
1/179; el-Mizzi, Tehzibu'l-Kemâl, İV/290. İbn Hacer, Tetefo 1/503; el-Heysemî,
Mecmeu'z-Zevâid, IX/300.
[1077] 8la. İbn
Manzûr, Muhtasar, V/267. Şuayb ile Saîd'in ayrı kişiler mi yoksa teshil sonucu
Şuayb'ın Saîd veya Saîrfîn Şuayb şeklinde mi yazılmış olduğunu tesbtt edemedik.
[1078] Bkz.
e:-Zerkeşî, İcâbe, s. 48-9; ez-Zehebî, Târihu'l-islâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye
cildi, s. 57; Mizan, 11/581, rakam: 4934; Nubetâ, 1/352, rakam: 76;
İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 1/76-7; İbn Hacer, İsâbe, 1/326-7; el-Mizzî,
Tetoİbu'l-Kemâl, IV/289-290, rakam: 782; Şİbli, Asr-ı Saadet, 1/133.
[1079] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
201-202.
[1080] ibn Seyyidt'n-Nâs, Uyûnu'l-Eser, 1/107.
[1081] Olay bütün boyutuyla harikuladelikler silsilesi olarak
kabul edildiğinde, bunun makul olacağını düşünüyoruz. Bu bakış açısıyla 'ağaç
göfge yapınca bulutun gölgesinin hükmü kalır mı' sorusuna şöyle cevap
verilebilir: Rasûlullah ağacın altında oturunca, bulut onu takip ettiği için
bu sefer ağacı gölgelendirmeye devam etmiş, ağaç ta dallarını gölgelendirmek,
sanki üzerine bir şemsiye gibi olmak kabilinden, (bu da ayrıca bir irhas olarak),
Rasûlullah'ın üzerine eğilmiş olabilir. Nitekim İbn İshâk'ın rivayetinde şöyle
geçmektedir: "Bir bulut insanların içinde onu gölgelendiriyordu. Sonra
yöneldiler ve Bahîra'ya yakın bir ağacın gölgesi altında konakladılar. Bahîra
buluta bakınca onun ağacı gölgelendirdiğini gördü. Ağacın dalları da
Rasûlullah'm üzerine doğru sarktı ve onun altında gölgelendi..." İbn
İshâk, Sİretu ibn İshâk, s. 54. Ayrıca et-Tırmizfde ve diğerlerinde geçtiği
gibi, ağaca doğru giderken de bulut gölgesine de-j vam etmiş, oturduktan sonra
ondan önce gidenleri gölgelendiren ağaç Rasûlullah'a doğru dallarıyla
yönelmiştir. Dch layısıyla hadisenin bu yönüne, ağacın Rasûlullah üzerine
yönelmesi açısından bakmak uygun olacaktır.
[1082] ez-Zehebî,
Târihu'i-İslâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye cildi, s. 57. ez-Zehebî başka bir yerde
de rivayetin ihtimali oîma-dfğını (Nubelâ, IX/519, rakam: 201), bir yerde de
batıl olduğunu belirtir. Bkz. Mİzân, N/58), rakam: 4934. Tethisu'l-MustedreKte
de (II/616) "mevzu olduğunu zannediyorum, bir kısmı ise batıldır"
der,
es-Suheylfnin
er-Ravdu'l-Unutunu tahkik eden Abdurrahman el-Vekil de rivayetin uydurma
olduğuna çeşitli yönlerden defüler getirir, daha sonra hadisin varyantları
arasındaki tenakuzluklara değinir. Bu arada şöyle söyler: "Böyle bir olay
olmuş olsaydı, haberi mutevatir olur, Mekke ile civar köylerinde yaydırdı.
Ayrıca kendisine geceleyin gelen ilk vahye dair Rasûlullah'ta bir ön bilgi
olurdu. Fakat böyle birşey yoktur. Rasûlullah Kur'ân'ın da lekid ettiği gibi
(eş-Şûrâ/42, 52) vahiyden önce imanı dahi bilmiyordu." II/226. Keza bkz.
Şiblî, Asr-ı Saadet, I/Î33.
[1083] İbn Kesîr, Bidâye, II/265. İbn Kesîr bir çıkış yolu
arar: "Belki şöyie denebilir: Bu sefer Rasûlullah'ın yaşı büyükken
yapılmıştı da tarihi burada zikredilenden sonra idi, ya da, Rasûlullah'ın bu
yolculuk sırasında yaşının 12 olduğu şeklindeki söz sağlıklı değildir."
Görüldüğü gibi, ibn Kesîr yolculuğun tarihini Rasûlullah'ın yaş itibarıyla daha
büyük olduğu bir döneme taşımaya çalışmaktadır. Ancak bu gayretini
dayandırabileceği bir mesned yoktur. Çünkü rivayetler ortadadır.
[1084] Bkz. ibn Hacer, İsâbe, 1/353.
[1085] el-Mubârekfûrî, Tuhfetu'i-Ahvezî, X/66. Muhammed
Arcûn, Bilal'ın bu yolculukta bulunuşunu izah etmek için oldukça kurgulu bir
senaryo düzenler: "Bilal'in, bu yolculukta bulunma İhtimali daha tercihe
şayan ve münasip durumdur. Çünkü ufaklığından itibaren köle ise, küçüklüğüne
rağmen efendilerine hizmet etmek için bu yolculuğa çıkmış olmasına mani nedir?
Veyahutta akrabalarından bazıları veya başkalarıyla ücretle tutulmuş olarak bu
yolculuğa katılmış olabilir. Rahip Nz. Peygamberin durumunu haber verip,
düşmanlarının ona düşündükleri desiselerden korkarak amcası Ebû Tâlib'e
birlikte ülkesine dönmelerini tavsiye edince, Ebûbekr Bilal'den ona yol arkadaşı
olmasını rtca etmiş, Bilal'ın efendisi de Ebû Tafib'i memnun etmek için Hz.
Peygamberin yanında Bilal'ı yol arkadaşı olarak göndermeye razı olmuştur. Zaten
Bilal'ın durumu bu arkadaşlığa müsait idi. Bilal de bunu kabul etmiş ve Hz. Muhammed
ile arkadaşlığa isteyerek razı gelmiştir. Bu o anki tabii bir durumdur. Hz.
Ebûbekrln büyük olmasına veya . Bilal'ı salın almış olmasına veyahutta
ravilerin hata yaptığının düşünülmesine gerek yoktur." Arcûn, Muhammed
Ra-sıîM/a/i, 1/169,
[1086] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 1/77; el-Mubârekfûrî,
a.g.e., X/66.
[1087] Bkz. ibn İshâk, Sîretu İbn İstifa s. 55; ibn Sa'd,
Tabakât, 1/120-1; Ebû Nuaym, Delâil, 1/170; İbn Hişâm, es-Siretu'n-Nebeviyye,
1/182-3 (İbn İshâK'tan naklen); el-Beyhakî, Delâil, II/26-9 (İbn ishâk'tan
naklen); İbnu'l-Cevzî, Sıfatu's-Safve, I/70; İbn Kesîr, es-Sİretu'n-Nebeviyye,
I/245 (İbn İshâk'tan naklen}; İbn Seyyidi'n-Nâs, Uyûnu'l-Eser, l/t 07 (İbn
ishâk'tan naklen); ibn Manzûr, Muhtasar Târihu Dimeşk I/7-9 {İbn İshâk'tan
naklen); İbn Kesîr, Bidâye, II/263-4 (İbn İshâk'tan naklen}.
[1088] ez-Zehebî, Târihu'l-İslâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye
cildi, s. 57.
[1089] Bahira'nın Rasûlullah ile ilgili hususları, babasının
vefat etmiş olabileceğini vb. bilgileri hrisByanların ellerindeki mukaddes
kitaptan öğrenmiş olabileceği belirtilmektedir. Bkz. el-Gazâlî, Fıkhu's-Sîre,
s. 65.
[1090] Mesela bir rivayette şöyle geçer: Bahîra Rasülullah'ı
yemeğe çağırınca bulut üzerindeki takibini sürdürdü, ağaç ta yerinden sökülüp
gelmeye başladı. Bkz. Ebû Nuaym, De/âtf, 1/169.
[1091] el-Gazâİî, Fıkhu's-Sîre, s. 66. Eserin muhakkiki
Muhammed NÜsıruddîn el-Elbânî ise dipnotta sahih olduğunu söy-fer.
[1092] Hz. Peygamberin Hz. Hadîce adına Şam'a ticarete
gitmesiyle ilgili olarak İbn Ishâk'ın rivayet ettiği bir hadis vardır. Bu
rivayette anlatılanlar çocukluğundaki yolculuğuna oldukça benzemekte ve papaz
bu rivayette de ortaya çıkmaktadır: "...Hz. Peygamber Hadîce'nin malının
başında, Hadîce'nin kölesi Meysere ile birlikte yola koyuldu. Şam'a geldi.
Rasûlullah burada bir rahibin manastırının yakınında bir ağacın altında
konakladı. Ueysere'yi gören rahip "ağacın altında konaklayan su adam
kim" diye sordu. Meysere "Kureyşli biridir. Harem ehlindendir"
cevabını verdi. Rahip "bu ağacın altına bir peygamberden başkası asla
oturmadf dedi... Anlattıklarına göre, Meysere, yolculuk sırasında hava iyice
ısınıp sıcaklık artınca iki meleğin Hz. Peygamberi güneşten koruyup
gölgelendirdiğini görüyordu...-" İbn İshâk, Siretu İbn İshâk, s. 59.
[1093] Bkz. Ebû Nuaym, Delâil, 1/170-2, rakam: 109.
[1094] Bkz. İbnu'l-Esîr, Câmiul-Usûl, 1/48.
[1095] el-Hâkim, Mustedrek, H/616.
[1096] Bkz. el-Mubârektûrî, TuhfeJu'l-Ahvazİ, XA36.
[1097] Bkz. İbn Hacer, Fethul-Bâri, VIII/716; el-Esbehânî,
Delâil, I/385.
[1098] İbn Hacer, teâbe, 1/353. Nitekim ez-Zehebî hadisin
aynı tarikle Ebû Saîd b. el-Arâbfnin Mu'ce/rfinde rivayet edildiğini belirtir.
Mizan, il/581. el-HarâitPnin {Hevâtifu'l-Cinân, s. 194-6) aynı senedli rivayeti
de İbn Kesifin Bidayetinde yer almaktadır, lt/264-5.
[1099] Bkz. es-Suyûtî, Hasâis, I/84-6.
[1100] Bkz. ei-Beyhakl, Delâil, İt/26.
[1101]
Değerlendirmelere misal için bkz. Ahmed b. Hanbef, Kıtâbu'l-İlel,
(1/115; el-Hatîb, Târibu Bağdâd, »253-4; İbn Ke-sîr, es-Sİretu'n-Nebevİyye,
1/247; ibn Hacer, Tehzib, Vl/247-9; el-Mizzî, Tehztbu'l-Kemâl, XVIlJ335-8.
[1102] Bkz. İbn Hacer, Tehzib, VI/249, rakam: 4117.
[1103] Bkz. İbn Hibbân, KHâbüS-Sikât, Vfll/375.
[1104] Bkz. ez-Zehebî,
Târihu'l-İslâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye cildi, s. 56-7.
[1105] Bkz. ez-Zehebî, Muğnî, fl/384; Mizan, 11/581.
[1106] İbn Hacer, Takrîb, s. 613; Tehzîb, XI/433-4, rakam:
8224.
[1107] Bkz. el-Mizzî, Tehzfou'l-Kemâl, XXXIW88-93, rakam:
7170. İbn Hibbân ise Kitâbu'sSikâtmtia zikretmiştir: VIIA35O-1.
[1108] Bkz. İbn Sa'd, Tabakâf, V/592.
[1109] İbn Hibbân,
Kitâbu's-Sikât, V/592.
[1110] ez-Zehebî, Mîzân, IVM99, rakam: 10012. Ayrıca bkz. İbn
Ebî Hatim, KHâbul-Cerh, IW340, rakam: 1512; ibn Ha-cer, Tehzib, XII/40-1,
rakam: 8318.
[1111] Keza bkz. ibn Hacer, /saire, İV/212.
[1112] Bkz. İbn Kesfr, Bidâye, 11/265.
[1113] ibn İshâk, Sîretu İbn İshâk, s. 55-7; es-Suhaylî,
er-Ra</duWnuf, 1I/227-B; es-Suyûti, Hasâis, I/85 (bir bölümü).
[1114] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
202-209.
[1115] Müslim, Fedâilu's-Sahâbe (44), babun min fedâili Ebî
Sufyân (40), rakam: 168. ibn Manzûr, Muhtasar, XI/62-361'de de kıssacı, zahid
ve zaytl bir zat oîan Yezîd b. Ebân er-Rekâşrden isnadsız olarak
nakletmekledir).
[1116] en-Nevevî, Şerh, XVI/63.
[1117] Bkz.
İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 1/110. İbnu'l-Cevzî burada şöyle söyler: "Bu
rivayetle bazı raviierin vehmi söz konusudur. Bunda ne şüphe, ne de tereddüt
vardır. Bu rivayet sebebiyle İkrime b. Ammâft itham etmişlerdir. Çünkü
tarihçiler Ummu Habîbe'nin Abdullah b. Cahş'ın nikahında bulunduğu, ondan
çocuğu olduğu, beraberce müslüman olarak Habeşistan'a hicref ettikleri,
kocasının burada hristiyanlığı seçtiği, Ummu Habİbe'nin dini özere sebat ettiği,
Hz. Peygamberin Necaşi'ye haber gönderip onu istettiği, Necaşi'nîn (gıyabında)
onu Rasûlülah'la evlendirdiği,
Hz. Peygamber adına
mehir verdiği, bunların hicri 7'de gerçekleştiği, Ebû Sufyân'm barış zamanı
kızının yanına geldiği, onun ise Hz. Peygamberin döşeğini babası oturmasın diye
topladığında ihtilal yoktur. Aynı şekilde Ebü Suf-yân ite Muavİye'nin Mekke'nin
fethinde müslüman olduklarında da ihtilaf yoktur."
[1118] ez-Zehebî,
Mizan, lil/93; Nubelâ, İl/222; VII/137.
[1119] İbn Toİon, Murşidu'l-Muhtâr, s. 270. Bununla beraber
hicretten sonra Medine'ye döndüğünde evlendiğini söyleyen-5er de vardır fakat
bu görüş kabul edilmemiştir. 8kz. İbnu'l-Esîr, Usdul-Ğâbe, VS/116.
Ebû Reyye de Ummu
Habîbe'nin Habeşistan'da evlenmesi ile babasının Mekke'nin fethinde müslüman
duşuna dikkat çeker. Bkz. Edvâ, s. 199. Oldukça muhafazakar olan Ebü Şehbe de
hadisteki bu durumu kabul eder ve şöyle der: "Yorumlar zorlamadır ve
hadisteki bu hal vehm ve hatadan kaynaklanmaktadır, uydurmadan değil."
Difâ', s. 186. Rivayetteki bu durumu değerlendiren Aynur Uraler ise bir
taraftan "Ebû Süfyân'ın Hz. Peygamber'e kızı Ümmü Ha-bîbe'ye evlenme
teklifi ile ilgili rivayet bazt kaynaklarda işaret edildiği gibi târihî açtdan
mümkün görülmemektedir1 deyip, bunu tasdik eder gibi gözükürken, az aşağıda
"Müslim'in rivâyetindeki Hz. Peygamber'e teklif edilen kızın Ümmü Habîbe
olduğu kaydının ya Müslim'in veya raviierden birinin vehmi olduğu düşüncesi hem
belirsiz hem de tatmin edici olmaktan oldukça uzaktır" demektedir.
Görüldüğü gibi, yazar bir laraflan rivayetteki problemi kabul etmekte, diğer
tarafta ise bu hatanın ya Müslim'den ya da raviierin birinden kaynaklanmış
olabileceğine yanaşma-maktadır. Eğer rivayette bir problem varsa ve bu ne
Müslim'den ne de raviierden birisinden kaynaklanmıyorsa, o zaman Muslirriöeid
rivayette problem yok demektir. Yazarda görülen bu çelişkide Müslim'i ille de
hatalardan uzak tutma düşüncesinin etkili olduğu sezilmektedir. Bkz. Uraler,
ümmü Habîbe, s. 50-1,117 nolu dipnot.
[1120] Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, Vlll/99-100; el-Ubbt, İkmâl,
VIII/427-8; ibn Tolon, Murşidul-Mubtâr, s. 271; ez-Zurkânî, Şerh, 111/291.
[1121] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
209.
[1122] Bkz- en-Nevevî, Şerh, XVI/63-4; İbn Kesir, Bidâye,
İV/146; Molla Hâttr, Mekânetu's-Sahihayn, s. 398.
[1123] en-Nevevî, a.g.e., XVI/64.
[1124] Bkz. İbn Hacer, İsâbe, Vll/853.
[1125] Bkz. en-Nevevî, a.g.e., XVl/63-4; ibn Kesir, Bidâye,
İV/146; ez-Zurkânî, Şerh, 111/291; Molla Hatır, a.g.e.. s. 398. İbnu'l-Kayyım
bunu ve önceki tevili reddeder. Bkz. Zâtiu't-Meâd, 1/110-2.
[1126] el-Buhân, en-Nikâfi (67), bâbun ve ummehâtukumu'Hâtî
erda'nekum (20), rakam: 5101; MusSm, er-Radâ' (17), irâ-bu tahrîmi'r-rebîbe ve
uhti'l-mer'e (4), rakam: 15-6.
[1127] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Zâduwl-Meâd, 1/111-2.
[1128] İbnu'l-Kayymı, a.g.e., 1/112. ibn Kesîr de aynı
kanaattedir. Bkz. Bidâye, İV/147. Ancak İbnu'l-Kayyım başka bir eserinde
ravinin Ummu Habîbe adını yanlışlıkla zikretmiş olma ihtimalini kabul etme: ve
şöyle der: "Bu ihtimal reddedilir çünkü Hr. Peygamber ona
"evet" cevabını vermiş ve Ebû Sufyân'ın isteğini kabul etmiştir. Hz.
Peygamberden istenen Ummu Habîbe'nin kardeşiyle evlenmesi olsaydı Ummu
Habîbe'ye dediği gibi, o bana helal olmaz derdi. Hadiste Hz. Peygamberin onun
bu isteğine evet cevabı verdiği zikredilmemiş olsaydı bu tevil hadisin en güzel
tevillerinden birisi olacaktı." İbnu'l-Kayyım, Cilâu'l-Efhâm, s. 128.
İbnu'l-Kayyım bu hadise getirilen çeşitli yorumlan tek tek ele alıp hepsini
reddettikten sonra da şöyle söyler: "Sözün özü, bu yorumlar ve benzerleri
batıl, tatminkar olmayan ve fasid tevillerdir. Düşünen kimse için bir bilgi
ifade etmemektedirler. Bilakis tedkîk edici gözle bakan insan, ilim ışığında
bunların batıl olduğunu anlar... Doğrusu bu hadis mahfuz
değildir ve içinde
karıştırma söz konusudur." a.g.e., s. 134.
[1129] ez-Zehebî de ravinin şaşırarak Azze diyeceği yerde
Ummu Habîbe dediğinin söylendiğini (kîl) aktarır. Bkz. ez-Ze-hebî, Nubelâ,
11/222, rakam: 23.
[1130] Bkz.
es-San'ânî, Tevdîhu'l-Efkâr, 1/129; Dumeynî, Mekâyis, s. 259; Molla Hatır,
Mekânetu's-Sahîhayn, s. 400 vd
[1131] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
213-214.
[1132] Bkz. en-Nevevi, Şerh, XVI/63-4; ibn Kesîr, Bidâye,
İV/146.
[1133] Bkz. el-İclî, Ma'nfetuS-Sikât, 11/144-5, rakam: 1271;
İbn Adiy, Kâmil, V/272-3; el-Hatîb, Târihu Bağdâd, Xil/261; İb-nu'-Cevtf,
Duafâ, lf/185; ez-Zehebî, Nubelâ, Vil/135; el-Mizzî, Tehzibu'l-Kemâi, XX/263.
[1134] el-Mizzî, Tehzibul-Kemâl, XX/260; ez-Zehebî, Mİzân,
111/91; Nubelâ, VII/135; İbn Hacer, Tehzîb, Vll/262. Ancak Yahya'dan gelen
hadislerinin munker olduğunu söylediği de nakledilir. 8u sebeple düşüncesini
tam tesbtt mümkün olmamıştır. Bkz. el-Hatîb, Tâıihu Bağdâd, XII/260; İbn Hacer,
Tehzİb, VII/262; el-Mizzî, a.g.e., XX/260.
[1135] Bkz. el-Hatîb,
Târihu Bağdâd, X1I/261.
[1136] Bkz. İbn Ebî Hatim, Kitâbul-Cerh, Vll/11.
[1137] Bkz. el-Buhârî, Kebir, VII/50.
[1138] Bkz. İbn Adiy, Kamı), V/272; İbn Hacer, Tebzib,
VII/262.
[1139] Bkz. el-Mizzî, Tehzibul-KmSI, XX/261; ez-ZehBbî,
Nubelâ, VII/136.
[1140] Bkz. el-Hatîb, Târitıu Bağdâd, X\mt
[1141] ez-Zehebî, Nuoeiâ,VII/134.
[1142] ez-Zehebî, Muğnî, H/438.
[1143] Bkz. İbn Hacer, Takrib, s. 396, Kendisinden rivayet
edenler: el-Buhârî "Sufyânu's-Sevrî ondan rivayet etmiştir, Şu'be ve
Ebu'l-Velîd de ondan hadis dinlemiştir" der. (Bkz. İbn Adiy, Kâmil,
V/272). Ebû Hatim de Sufyânu's-Sevrî, Şu'be, Ömer b. Yûnus ve başkalarının
kendisinden rivayet ettiğini söyler. (Bkz. İbn Ebî Hâlim, Küâbu'l-Cerh,
VII/10). el-Mizzî (TehzMI-Kemâl, XX/257-8) ve ez-Zehebî (Nubelâ, VII/135) ve
İbn Hacer [Tehzib, VII/261) kendisinden rivayet eden diğer pekçok kimsenin
isimlerini verir. eî-Hâkim de Müslim'in isiişhad için ondan çok hadis rivayet
ettiğini söyfer. (Bkz. ez-Zehebî, Mizan, 111/91). ez-Zehebî ise bu hususta
şöyle der: "el-Buhârî onunla istişhad etmiş ancak hüccet olarak
kullanmamıştır. Müslim de onunla az delil getirmiş istişhad için ondan çok
hadis rivayet etmi.tir." (Nubelâ, VII/137). Tüm bunlar sadûk olduğunu
takviye eden delillerdir.
[1144] Bkz. Ahmed b. Hanbel, İlel, İl/494, İN/117; el-Ukaylî,
Duafâ, 111/378.
[1145] Bkz. Ahmed b. Hanbel, a.g.e., I/380; İbn Ebî Hâlim,
KHâbul-Cerh, VII/50; el-Mizzî, Tebzibu'l-KemâJ, XX/25S-9; ez-Zehebî, Nubelâ,
VII/Î36; İbn Hacer, Tetızib, VII/261.
[1146] İbnu'l-Cevzî, Duafâ, I//Î85.
[1147] Bkz. İbn Adiy, Kâmil, V/277.
[1148] ez-Zehebî, a.g.e., VII/137.
[1149] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
215-216.
[1150] Bu hadis et-Taberânî tarafından Ali b. Saîd er-Râzî
> Ömer b. Huleyf b. İshâk b. Mirsâl el-Has'amî > İsmail b. Mir-sâl >
Ebû Zumeyl el-Hanefî > ibn İshâk tarikiyle de rivayet edilmektedir. Bu
durumda İsmail b. Mirsâl de İkrime gibi hadisi Ebû Zumeyl'den rivayet
etmektedir. Dolayısryla İkrime bunun rivayetinde teferrüd etmemiş olmaktadır.
Ancak bu mutâbeatın birşey ifade etmeyeceği söylenmiştir. Çünkü hadisin
ravileri meçhuldürler, hadis rivayetiyle tanınmamaktadırlar ve kendileriyle
ihticac edilen kimseler değillerdir. Dolayısıyla bu mutâbeat sadece hadisin zayıflığını
artırır, onu kuvvetlendirmez. Bkz. İbnu'l-Kayyım, Cilâu'l-Efhâm, s. 131.
[1151] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 128.
[1152] Bkz. İbn Seyyidi'n-Nâs, Uyûnu'l-Eser, I E/400. Müellif
başka yerlerde de, tarihi bilgiler ışığında bazı rivayetleri tahlile tabi
tutmaktadır. Bkz. a.g.e., Iİ/381. Bununla beraber kendisinin de sahih hadislere
muhalif değerlendirmeleri vardır. Bkz. a.g.e., II/35Ö.
[1153] İbnu'l-Kayyım, Citâul-Efhâm, s. 127.
[1154] et-Tehânevî, Kavâid, s. 287. Keza bkz. ez-Zurkânî,
Şerfı, MI/292.
[1155] fbnu'l-Cevzî, Def, s. 52, muhakkik es-Sekkâf in etüdü.
[1156] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
216-218.
[1157] Bkz. ibn Hazm, Cevâmî, s. 22; İbn Abdiiber, İstiâb,
IH/1416, rakam: 2435; ez-Zehebî, Nubelâ, MI/123, rakam: 25. Hz. Peygamberin onu
daha önceden katip yaptığı söyleniyorsa da (et-Tehânevî, Kavâid, s. 287) bu
muvafık düşmemektedir çünkü babasıyla beraber İslam'ı kabul etmiştir. Bkz. İbn
Abdilber, a.g.e, 111/1416.
[1158] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
218.
[1159] İbn Hacar, İsâbe, İV/413.
[1160] İbn Sa'd, Tabakât, 11/1467.
[1161] el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldân, V/237.
[1162] İbnu'l-Kayyım,
Zâdu'l-Meâd, i/110.
[1163] Bkz. et-Tehânevî, Kavâid, s. 288.
[1164] Bkz. Fr. Buhİ. İslam Ansiklopedisi, Menât maddesi,
Vll/703.
[1165] Nitekim Yemen'e vali olarak gönderilen Muaz b. Cebel
için hadiste "Muaz bizlere muallim ve emîr olarak geldi* ifadesi
geçmektedir. Bkz. e/-8u/ıârf, eî-Ferâiz (85), bâbu mirâsi'l-benât (6), rakam:
6733.
[1166] Bkz. İfcm Teymiyye, Minhâc, 11/145,222-3; İV/92,179.
Keza bkz. İbn Abdilber, İstfâb, li/714; İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâ-be, 11(392.
İbnu'l-Kayyım da Hz. Peygamberin onu Necrân'a vali atadığım söyler. Bkz.
Zâdu7-Afeâd, 1/125.
[1167] İbn Abdilber, Istîâb, H/714; İbn Hacer, İsâbe, İV/413;
İbnu'l Esîr, Usdul-Ğâbe, H/392.
[1168] İbn Hacer,
a.g.e., İV/413.
[1169] Kaza umresi: Hz. Peygamberin engellendikten sonraki
yıl yaptığı umre. Bunun önceki yılın kazası olup olmadığı hususundaki
tartışmalar için bkz. İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 11/91 vd.
[1170] et-Tırmizî, el-Edeb (44), bâbu mâ câe fî inşâdi'ş-şi'r
(70), rakam: 2847; Abd b. Humeyd, Muntehab, s. 375, rakam: 1257; en-Nesâî,
el-Menâsik (24), İnşâdu'ş-şi'r fi'l-harem... (109), rakam: 2873; istikbâlul-hac
(121), rakam; 2893; fen Huzeyme, İV/199, rakam: 2680; Ebû Ya'lâ, VI/160-1,
rakam: 6440; VI/267-8, rakam: 3571; VI/273-4, rakam: 3579; el-Beyhakî, X/228,
rakam: 21037; Delâilu-n-Nubuwe, IV/322-3; ei-Begavi, Tefsiru'l-Begavi, VI/137;
Şerhus-Sunne, XII/374-5; İbnu'l-Esir, Câmiul-Usût, V/170, rakam: 3228;
ef-Kurtubî, Tefsir, X![I/151; İbn Belbân, İhsan, X/379-80; ez-Zehebî, Nubelâ,
I/235; İbn Kesîr, Bİdâye, İV/231; es-Siretu'n-NebeviyyĞ, MI/428; el-Heysemî,
Mevâ-ridu'z-Zam'ân, VI/337-8, rakam: 2021; Mecmeu'z-Zevâid, VIII/130; İbn
Uanzûr, Muhtasar, XII/l54-5.
Şu rivayetlerde ise
Umretu'i-Kadâ kısmı geçmeksizin Mekke'ye girdiğinden ve İbn Revâha'nın
devesinin yularından tutup şiirini okuduğundan bahsedilmekledir; Ebû Ya'lâ,
Vf/121, rakam: 3394; el-Beyhakî, X/228, rakam: 21036, 21038; Delâilu'n-Nubuvve,
IV/322-3; Ebû Nuaym, Hiiyetu't-Evgyâ, VI/292; ibn Belbân, İhsan, XIİI/104,
rakam; 5768; ei-Heysemî, Mevâridu'z-Zam'ân, VI/336, rakam: 2020.
İbn Asâkir'deki bir
rivayette, Hz. Peygamberin Kabe'yi tavaf ettiği ve Abdullah b. Revâha'nın
devesinin yularından tutup bu şiiri okuduğu geçmektedir. Bkz. ibn Manzür,
Muhtasar, Xll/155.
[1171] Yani, hadis tek bir isnadia rivayet edilmektedir ve ya
hasendir ya da sahîh. Bkz. ibnu's-SaJâh, Ulûmu'l-Hadîs, s. 40 (Nûruddîn Itr'ın
dipnotu).
[1172] Bkz. ez-Zehebî, Nubetâ, 1/235; İbn Manzür, Muhtasar,
Xll/155.
[1173] Bkz. JbnSa'd, Taöartâf 111/613.
[1174] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
218-220.
[1175] Bk2. ibn Sapd, a.g.e., H/120; İbnu'l-Esîr, Kâm/7,
H/227; Algül, /sılam Tam, I/464.
[1176] Sk2. ibn Sapd, a.g.e., 11/128; İbnu'l-Esîr, a.g.e.,
11/234; el-Halebî, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Mİ/66; Atgüt, ag.e., 1/^73.
[1177] Bkz. İbnu'l-Esîr, Usdul-Ğâbe, İli/131, rakam: 2941;
el-Mizzî, Tehzibu Tehzibi't-Kemâl, XIV/506. rakam: 3368.!
[1178] ez-Zehebî, Nubelâ, 1/236.
[1179] Bta. el-Buhâri, el-Megâzî (64), btbu-umretil kadâ
(44), rakam: 4251.
[1180] Felhul-BârTnin her üç nüshasında da: Vlll/287-8
(Dâru'l-Fİkr baskısı); VM73 (Dâru'r-Reyyân ii't-Turâs baskısı), Vll/502
(Dâru'l-Ma'rite baskısı), et-Tlrmİzînİn Umretu'l-Kadâ'nın Mule'den sonra
(ba'de) şeklindeki sözü önce (kable) diye geçmektedir. Bu baskı halasından veya
başka sebeplerden kaynaklanmaktadır. Çünkü buradaki ifade önce olmuş olsaydı
ibn Hacef in tenkidinin aniamı kalmazdı. Zira Mute gerçeklen de
Umretu'l-Kadâ'dan sonradır. Ancak aynı İbn Hacer İsâbe, IV/86'da Ebü Ya'lâ'dan
aktardığı, Umrel'l-Kadâ'da İbn Revâba'nın şiir söylediğine dair hadisi senedi
basendir deyip tenkide tabi tutmaz.
[1181] Bkz. İbn Hacer, FethuT-Bâri, VIII/288; İbn Manzûr,
Muhtasar, Xlf/1S5.
[1182] Burada şiiri okuyanın İbn Revana değil okunan şiirin
onun şiiri olduğunu söyleyerek çözüm geürmeye çalışmıştır. Bkz. İbnu'l-Kayyım,
ZâduWeâd, fll/385-6.
[1183] Bkz. Ebû Zur'a, Târihu EbİZur'a ed-Dimeşki, I/455,
rakam: 1152; ez-Zehebî, Nubelâ, 1/236, rakam: 37.
[1184] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
221-222.
[1185] Bkz. Kafesoğlu, DersNotian, s. H.
[1186] Nitekim (kitabımızın dördüncü bölümünde geçtiği üzere),
en-Nevevî kendisine sorulan "el-Buhâri ve Muslinftie, meşhur musned
eserlerde, Ebû Davud'un, el-Tirmizrnin, en-Nesâfnin Sunen'ferinde veya bunların
bir kısmında sahih olmayan veya batıl hadisler var mıdır" sorusuna şöyle
cevap vermişti: *el-Buhâri ile Mus/ırrfdeki hadisler sahihtir. Diğer mezkur
sunen'lere ve musned'lerin çoğunluğuna gelince; bunlarda sahih, hasen, zayıf,
munker ve batıl hadisler bulunur." İbnu'l-Attâr, Fetâvâ, s. 246-7.
[1187] Hadis müdafaası sadedinde yazdan kitaplara
bakıldığında, müelliflerin lenkid edilen hadislere zayıf demeye bile
yanaşmadıklar:, bütün gayretlerini tenkidlerin doğru olmadığını ispata
harcadıkları görülür. Ebû Şehbe'nin Dİ1S\ bunun en iyi örneklerindendir.
[1188] Sırf ibn
Hacefin FetftuV-Bârfsinde bununla ilgili elliden fazla örnek tesbit etmiş
bulunuyoruz. Bunları ayrı bir çalışmada değerlendirmek düşüncesindeyiz.
[1189] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
223-225.
[1190] Temîm b. Evs b. Hârice e!-Lahmî et-Filistînî (40/660).
[1191] et-Taberânî, Kebir, II/54-5, rakam: 1270. Bu iki
kabile daha sonra Şam bölgesine yerleşmişlerdir. Bkz. es-Semânî, Ensâb,
el-Lahmî maddesi, V/132. Bu iki kabile için bkz. İbnu'l-Esîr, Lubâb, I/265;
111/130; ez-Zehebî, Nubelâ, IS/442, rakam: 86.
[1192] Ebû Reyye'nin Etfvâ'sını Muhammedi Sünnetin
Aydınlatılması adıyla tercüme eden Muharrem Tan pekçok yerinde yaptığı gibi,
burada da ibareyi katletmiş, tercümeyi şöyle yapmıştır: "0, iğrenç ve
cüzzamlı otuz kişiyle bir deniz gemisine binmiş..." s. 202.
[1193] Bazı rivayetlerde binenler farklı olarak geçse de, Şam
denizinde bir gemiye binilöiğinden bahsedilir. Bkz. İbn Be-lebân, İhsan,
XV/196, rakam: 6788; el-Begavî, ŞerhuS-Sunne, XV/G5, rakam: 4268.
[1194] Beysan: Filistin'in en eski şehirlerinden. Bugünkü
İsrail'de Gor Çukuru'nun güneyinde bulunan, denizden 150 metre aşağıda bir
şehir. Bkz. ei-Muncid fi'l-A'İâm, Beysan maddesi, s. 161; Şurrâb, Temîm, s.
193.
[1195] Taberiye (Genesaret) diğer adıyla Celile denizi:
Filistin'de (İsrail) göl. Gor Çukuru'nun en derin bölümünde, deniz yüzeyinin
212 m. aşağısında bir göl. Bkz. Büyük Larousse, Taberiye maddesi, XXİ/11125;
Şurrâb, a.g.e., s. 194-5.
[1196] Zugar: Kıyılarında İsrail ve Ürdün'ün uzandığı Ölü
Deniz (Lui Gölû)'nün güneydoğusunde, şimdilerde güney Ürdün'de kalıntıları
kalmış bir şehir. Bkz. el-Hamevî, Mu'cemu'i-Butdân, UI/161-2, Zugar maddesi;
Şurrâb, a.g.e., 195.
[1197] Fâtıma bnt. Kays'tan rivayet edenler: Müslim,
el-Fiten. (52), bâbu kıssati'l-cessâse (24), rakam: 113-22 {MustirritiB
Temîm'den gelen başka rivayet yoktur}; Ahmed b. Hanbel, VI/413-4, rakam: 27400;
VI/417-8. rakam: 27418, 27419; İbn Mâce, el-Fiten (36), bâbu fitneti'd-deccal
(33), rakam: 4074; el-Timizt, el-Rlen (34), bâb 66, rakam: 2253; Ebû Dâvûd,
e!-Melâhim (31), bâbun fî haberi'l-cessâse (15), rakam: 4325-7; et-Tayâtisi, s.
228-9, rakam: 1646; İbn EbİŞeybe, VSI/658-9, rakam: 66; 674-5, rakam: 182;
el-Humeydî, 1/177, rakam: 364; et-Taberânî, Kebir, II/54-6, rakam: 1270;
XXIV/371-2, rakam: 922-3; 385-404, rakam: 956-80; el-Enâdisul-Tıvâl, s. 121-3,
rakam: 47; el-Acurrî, Kttâbu'ş-Şerîa, s. 309-fO, rakam: 834-5; İbn Mende,
Kitâbu'l-İmân, II/950-7, rakam: 1057-60; el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/65-8,
rakam: 4268-9; el-Tebrtzî, Mİşkât, 111/179-81, rakam: 5482; İbn Belbân, İhsan,
XV/193-9,, rakam: 6787-9; ibn Manzûr, Muhtasar, V/307-8, rakam: 163;
İbnu'l-Esîr,
Câmiu'l-Usûl, »332-40,
rakam: 7838; el-Hamevî, Mu'cemu7-3utöâ/j, zugar maddesi, IİI/16I-2.
[1198] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
225-227.
[1199] Bkz. Ahmed b. Hanbel, VI/418, rakam: 27418;
ei-Humeydi, 1/178, rakam: 364; et-Taberânî, Kebîr. XXIV/393, rakam: 960;395,
rakam:96!; İbn EbiŞeybe, VIİ/675, rakam: 182.
[1200] Ahmedb. Hanbel, VI/418, rakam: 27418; el-Humeydî de
bunu rivayet etmektedir. Bkz. 1/178, rakam: 364. Keza bkz. et-Taberânî, Kebîr,
XXIV/393, rakam: 960; XXIV/395, rakam: 96Î.
[1201] Ebû Dâvûd, el-Meİâhim (31), bâbun fî haberi'l-Cessâse
(15), rakam: 4328. Cabİfden gelen bu rivayetin Temîm'le bir bağlantısı
olmamasına, hadiseyi direk olarak Hz. Peygamberin anlaîmasına rağmen Cessâse
hadisesini orta-' ya koyması, hadisin sadece Fâtıma'dan geîen garîb bir rivayet
olmadığını tesbit yönüyle önemlidir. Kanaatimizce Reşîd Rıza tersini söylese de
(Teftir, IX/493} Ebû Dâvûrfdaki rivayetin Ebû Seleme'den rivayeti zayıf olan
el-Veiîd b. Abdillah b. Cumey'den gelmesi (ki bu raviyi tevsik edenler de
vardır. Bkz. el-Munzirî, Muhtasar, VI/181, rakam: 4161} hadiseyi ortaya
koymakta, diğer rivayeti desteklemekte, bü sebeple de ravinin zayıflığı pek
ûnem arz etmemektedir. Ebû Dâvûddaki rivayet şöyledir: el-Velîd b. Abdillah b.
Cumey', Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan, o da Câbir'den: "Rasûiullah birgûn
minberde şöyie buyurdu: Bir grup insan denizde yolculuk ediyorlarken yiyecekleri
tükendi. Önlerine bir ada çıkınca ekmek bulmak gayesiyle adaya çıktılar.
Önlerine Cessâse çıktı. (e!-Velîd diyor ki:) Ebû Seleme'ye Cessâse nedir diye
sordum. Câbir şöyie dedi: 'Vücudunun ve başının saçlarını sürüyüp çeken bir
kadındır." Kadın şöyie dedi: "(Deccal) şu saraydadır." Câbir
böylece hadisi sonuna kadar zikretti (ve şöyle dedi: DeccalJ Beysân hurmalığı
ile Zugar suyunu sordu. Câbir dedi ki: Bu Mesih'tir. (Hadisi rivayet eden)
el-Vefîd diyor ki: {Bu hadisi bana rivayet eden Ebû Seleme'nin oğlu Ömer) İbnu
Ebî Seleme bana şöyle dedi: Su hadisle ilgili olarak benim de hafızamda birşey
var: "Cabir bu kişinin İbn Sayyâd olduğunu söyledi. Ben "fakat o
öidü' dedim. Û ise 'ölse bile odur1 dedi. Ben 'fakat o müslDman oldu' dedim. O
yine 'müslüman olsa bile odur" dedi. Ben yine 'fakat o Medine'ye de
girmişti. (Çünkü Deccal giremeyecek.)' O yine 'Medine'ye girse bile odur'
dedi." Keza bkz. İbnu'l-Esîr, Câmiu'l-Usût, X/340-1, rakam: 7839. Hadis
farklı ifadelerle yine Câbir'den Ebû Ya'fâ'nın Musnedmde rivayet edilmektedir.
Bkz. İV/119, rakam: 400; İV/129, rakam: 414; İV/142, rakam: 436.
[1202] Reşîd Rıza'nın bu hadisi Fâtıma'dan sadece Amir b.
Şerâhîl eş-Şa'brnin (104/722) rivayet ettiği lesbiti doğru değildir. (Tefsir,
1*492). Çünkü Yahya b. Ya'mer el-Advânî (90'dan önce/709) (İbn Belbân, İhsan,
XV/i93-4, rakam: 6787) ve Ebû Seleme de [Ebû Dâvûd, rakam: 4325; et-Taberânî,
Kebîr, XXIV/371-2, rakam: 922-3) ondan rivayet etmişlerdir.
[1203] Bkz. ibn Hacer, Fethul-Bârî, XV/269-70. Elimizdeki İbn
Mâcdde bahsettiği rivayetten sonra eş-Şa'brden rivayet gelmemektedir. Ebö
Ya'ISda da hadisi bulamadık.
[1204] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
227-228.
[1205] Bkz. Ebû Şehbe, D//!', s. 83-5.
[1206] Bkz. el-Muallimî, el-Envâru'i-Kâşife, s. 135-6.
[1207] en-Neml/27, 82. Bkz. ez-Zehebî, ferâ%âf, s.91-4.
[1208] Gülen, Sonsuz Nur, 11/365-6.
[1209] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
228-230.
[1210] Ebû Şehbe, Reşîd Rıia'nın gayesinin kıssayı yalanlamak
ve Temîm'i tekzTb olmadığını, onun bütün çabasının Ra-sûlullah'ın kıssa
karşısında sükûl etmesinin kıssanın doğruluğuna delalet etmediğini ve böyle
şeylerin tahrîrin altına girmeyeceğini, dinin bir emrini ihlal etmeyen ve
üzerine serî bir hüküm lerettöb etmeyen yalancının haberini tasdik etmenin
peygamberler için caiz olan bir durum olduğunu isbata çalışmak olduğunu söyler.
(Bkz. Ebü Şehbe, Diiâ', s. 83}. O böyle söyler ancak, Reşîd Rıza'nın
lenkidlerine bakıldığında onun tüm gayesinin bu olmadığı, tenkidlerinden bir
tanesinin sadece bu olduğu, nihayetinde hadise mevzu dediği görülür. Bkz.
Tefsir, IX/397.
[1211] Bkz. Emîn, Fecnj'l-lslâm, s. 159. Aynı sayfada
"zikrettiklerine göre Cessâse hadisi..." deyip devam eder ve rivayeti
bir kitaba dayandırmaz. Böyle bir tavırla da itimad etmediğini göstermiş olur.
Bkz. 1 nolu dipnot. Keza bkz. Du-ha'l-İslâm, 11/97.
[1212] Bkz. Ebû Reyye, Edvâ, s. 154-8.
[1213] Uevdudi, Meseleler ve Çözümlen, 1/36-40,111/127-131.
[1214] Bkz. el-Gazâlî, Sünnet, s. 203-4.
[1215] el-Cezâirî, Kazzâfi, s. 86.
[1216] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
230-231.
[1217] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
231-232.
[1218] Bkz. et-Taberânî,
Kebir, XXIV/396, rakam: 963; İbn Manzûr, Muhtasar, V/307, rakam: 163.
[1219] Bkz.
el-Humeydî, 1/177, rakam: 364.
[1220] Bkz. İbn EbiŞeybe, VII/674, rakam: 182.
[1221] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhîm (31), bâbun fî
haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4327; et-Taberânî, Kebîr, 11/54, rakam: 1270;
XXIW387, rakam: 957; XXIV/392, rakam: 960; XXM394, rakam: 961; İbn EbîŞeybe,
VII/658, rakam: 66.
[1222] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhİm (31), bâbun fî
haberil-Cessâse (15), rakam: 4325; et-Taberânî, Kebir, XXIV/371, rakam: 922.
[1223] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XXIW372, rakam: 923.
[1224] ibn Manzör, Mu/ıtasa/-, V/307, rakam; 163.
[1225] ibnMâce, el-Fiten (36), bâbu fitneti'd-deccâl... (33),
rakam: 4074.
[1226] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun fî
haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4325; et-Taberânî, KfeMr, XXM371, rakam: 922-3.
[1227] Bkz. et-Taberânî, Kebîr, XXİV/385, rakam: 956;
XXIW392, rakam: 960; 393, rakam: 961; XXIV/396, rakam: 963; XXIW398, rakam:
965; XXIV/400, rakam: 968; XX!W401, rakam: 970; el-Humeydi, 1/177, rakam: 364;
Ahmedb. Hanbel, Vf/417, rakam: 27418; İbn EbiŞeybe, VII/658, rakam: 66.
[1228] Bkz. İbn Belbân, İhsan, XV/196, rakam: 678S.
[1229] Bkz. et-Taberânî, Kebîr, XXIW395, rakam; 962;
XXIV/401, rakam: 969.
[1230] Bkz.
et-Tırmizî, el-Fiten (34), bâb 66, rakam: 2253; et-Taberânî, a.g.e., XXIW397,
rakam: 964; Ahmedb. Hanbel, VI/413, rakam: 27400; İbn Belbân, İhsan, XV/198,
rakam: 6789.
[1231] Müslim, el-Fiten (52), bâbu kıssatİ'l-Cessâse (24),
rakam: 120; el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/67, rakam: 4269.
[1232] Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun fî haberi'l-Cessâse (15),
rakam: 4328; Ebû Yala, İV/119, rakam: 400; İV/142, rakam: 436.
[1233] Bkz. el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/65, rakam: 4268.
[1234] Bkz. et-Taberânî, Kebir, XXIV/396, rakam: 963.
[1235] Bkz. el-Taberâjıî, a.g.e., XXIV/395, rakam: 962.
[1236] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XX(V/398, rakam: 966.
[1237] Bkz. el-Taberânî, a.g.e., XXIV/40î, rakam: 969.
[1238] Mesele bir rivayette, hayvan olduğu, kendisine
"ey hayvan sen kimsin" denildiği ve onun da beliğ ve düzgün bir lisanla
konuştuğu zikredilmektedir. Bkz. et-Taberânî, Kebir, II/55, rakam: 1270;
XXIV/3B7, rakam: 957.
[1239] Bkz. Ahmedb.
Hanbel, Vl/413, rakam: 27400; et-Taberânî, a.g.e., XXIV/397, rakam: 964; İbn
Belbân, İhsan, XV/198, rakam: 6789. Bunu dişi mi erkek mi olduklarını
anlayamadıkları bir yaratık manasında da anlayabiliriz.
[1240] Bkz. Ebû Dâvûd, e!-Meiâhim (3i), bâbun fî
haberi'l-Cessâse {15), rakam: 4335, 4328; et-Taberânî, Kebîr, XXIV/372, rakam:
922-3; Ebû Yala, İV/119, rakam: 400; İV/129, rakam: 414; İV/142, rakam: 436.
[1241] Bkz. İbn Belbân, İhsan, XV/196, rakam: 6788;
et-Taberânî, Kebir, XXIV/391, rakam: 953;el-Begavî, Şerhu's-Sun-ne, XV/65,
rakam: 4268.
[1242] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XXIV7395, rakam: 962.
[1243] İbn Belbân,
İhsan, XW1934, rakam: 6788.
[1244] Bkz. Ahmedb. Hanbel, VI/417, rakam: 27418.; et-Taberânî,
Kebir, XXIV/385, rakam:956; XXIW392, rakam; 960; XXIV/394, rakam: 96);
İbnEbİŞeybe, VII/674, rakam: 182; ibn Manzûr, Muhtasar, V/307, rakam: 163.
[1245] Bkz. İbn Ebi Şeybe, VIİ/658, rakam: 66. Aliyyul-Kârî
{1014/1605} bu bölümün başında zikrettiğimiz her bir rivaye ti müstakilleştirme
çabasının bir örneğini sergiler. Cessâsenin rivayetlerin bir kısmında kadın,
bir kısmında hayvarj olarak geçmesini ilginç bir şekilde telif etmeye kalkar,
a) Muhtemelen Deccâi'in iki tane Cessâse'si olduğunu bun' lardan birisinin
hayvan, diğerinin kadın olduğunu belirtir.
b) Şunun da ihtimal
dahilinde olduğunu belirtir: Cessâse aslında bir şeytan idi. Bir defasında
kadın, bir defasın^
da hayvan suretinde
gözükmüş olabilir. Çünkü şeytan İstediği şekle girebilir. .
c) Aliyyul-Kârî bit
ihtimalden daha bahseder: (Rivayetlerin bir kısmında} kadının hayvan oiarak
nitelendirilmesi me^ . caz yoluyia
olabilir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Allah katında
hayvanların en kötüsü (inne şerre'd-de-vâb...), düşünmeyen sağırlar ve
dilsizlerdir." (el-Enfâl/8, 22). Bu hususa delil getirmek için şu ayet
daha açıklın "Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı (ve mâ min dâbbetîn...}
yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın." (Hûd/11,6). Bu ayetteki dâbbe
kelimesi Önceki ayetin hilafına, rızık verilen tüm mahlukâtt kapsamaktadır.
Çünkü birinci ayetteki de-vâb'tan anlaşılan hayvanlardır. Bu durumda birinci
ayettekiier şu ayetteki manaya dahil olmaktadır: "Hayır, onlar hayvanlar
gibidir (in hum İllâ ke'1-en'âm...), halta onlar, yolca daha sapıktır."
[ei-Furkan/25, 44). Bkz. el-Kârî, Mir-kât, IX/413, rakam: 5484. {Bu görüşleri
et-TiNden (743/1342) esinlenerek yazmıştır. Bkz. Şerhu't-Tİbi, X/125, rakam:
5483).
[1246] Bkz. el-Humeydi, 1/177, rakam: 364; et-Taberânî,
Kebir, XXİV/391, rakam: 959; XXİV/398, rakam: 966; İbn Belbân, İhsan, XV/196,
takam: 6788; el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/66, rakam: 4268.
[1247] Bkz. et-Taberânî, Kebir, II/55, rakam: 1270; XXIV/387,
rakam: 957.
[1248] Bkz. Ahmedb. Hanbel, Vl/413, rakam: 27400.
[1249] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun fî
haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4328; et-Taberânî, Kebir, XXIV/372, kam: 922-3;
XXlV/395, rakam: 962; Ebû Yala, İV/119, rakam: 400; İV/130, rakam: 414; İV/142,
rakam: 436.
[1250] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun fî
haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4325; et-Taberânî, Kebir, XXIV/372, r* kam: 922.
[1251] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XXIV/386, rakam: 956.
[1252] Ahmedb. Hanbel, Vi/413, rakam: 27400; İbn Belbân,
İhsan, XV/199, rakam: 6789.
[1253] Bkz. Abmedb. Hanbet, VI/417, rakam: 27418;et-Taberânî,
Kebir, XXM394, rakam: 961; İbn EbîŞeybe, VII/675, rakam: 182.
[1254] Bkz. İbn Belbân, İhsan, XV/196, rakam: 6788;
el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/65-7, rakam: 4268.
[1255] İbn Manzûr, Muhtasar, V/307, rakam: 163.
[1256] Ürdün'ün başkenti. Musnedu Ebî Ya'lâ muhakkiki Huseyn
Seİîm Esed bu kelimeyi Uman diye harekelemiştir. (İV/130, rakam: 414). Eğer
kelimenin zabtı önün belirttiği gibiyse bu durumda burası bugün güneybatıda
Yemen, batıda Suud-i Arabistan, kuzeybatıda Birleşik Arap Emirlikleri'nin
komşusu olan Umman Sultanlığı'ntn bulunduğu mahaldir. Kanaatimizce burasının
Amman olduğudur çünkü diğer bölgelere yakınlığı bunu daha münasip kılmaktadır.
[1257] Bkz. Ahmedb. Hanbel, VI/417, rakam: 27418; et-Humeydi,
1/178, rakam: 364; et-Taberânî, Kebir, XXIV/386, rakam: 956; XXIV/394, rakam:
961; İbn Mâce, el-Fiten {36}, bâbu fitneli'd-deccâi (36), rakam: 4074; İbn
EbiŞeybe, VII/675, rakam: 182.
[1258] Bkz. et-Tirmizi, ei-Fiten (34), bâb 66, rakam: 2253.
[1259] Erîha (Jericho): Bugün İsrail'in işgaii altında
bulunan Batı Şeria'da, Lul gölünün kuzeyinde, deniz yüzeyinin 250 metre altında
bir kent. Bkz. Büyük Larousse, Eriha maddesi. VIII/3769.
[1260] EM Yala, İV/142, rakam: 436.
[1261] İbn Manzûr,
Muhtasar, V/307, rakam: 163.
[1262] Bkz. et-Taberânî, Kebir, XXIV/396, rakam: 963.
[1263] Ebû Ya'lâ, İV/120, rakam: 400; İV/130, rakam: 414.
[1264] Bkz. et-Taberânî, ag.e., XXIV/388, rakam: 957;
XXIV/393, rakam: 960.
[1265] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XXIW388, rakam: 957.
[1266] e!-Taberânî, a.g.e., II/56, rakam: 1270.
[1267] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., Iİ/56, rakam; 1270;
XXIV/388, rakam: 957.
[1268] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., İt/56, rakam: 1270;XXIV/3S8,
rakam: 957.
[1269] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., Iİ/56, rakam: 1270;
XXIV/388, rakam: 957.
[1270] Bkz. fon EbİŞeybe, VII/659, rakam: 66; Ahmedb. Hanbel,
VI/417, rakam: 27418; el-Humeydî, i/178, rakam: 364; et-Taberânî, a.g.e., XXIW393,
rakam: 960; XXiV/394, rakam: 961; XXIV/396, rakam: 962; XXIV/399, rakam: 966;
XXIV/400, rakam: 967; İbn Mâce, el-Fiten {36), bâbu fitneti'd-deccâi (36),
rakam: 4074; et-Tırmai, el-Fiten (34), bâb 66, rakam: 2253; İbn Ebi Şeybe,
VII/675, rakam: 182; İbn Manzûr, Muhtasar, V/308, rakam
[1271] et-Tayâlisi, s.
229, rakam: 1646.
[1272] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
232-237.
[1273] Bkz.
İbnul-Esîr, Usdul-Ğâbe, 1/256, rakam: 515; ez-Zehebi, Nubetâ, 11/447, rakam:
66; fbn Hacer, İsâbe, 1/368, rakam: 838; Rıza, Tefsir, IX/491 -2; Emin,
Fecru'l-İsiâm, s. 158-9- Kaynaklar onu ilk kıssacı olarak zikrederler ve Hz.
Ömer'den kıssa anlatma izni aldığını belirtirler Nitekim ona nisbet edilen
böyle bir kıssa Târîhu DimeşKlB geçmektedir. Buradaki rivayet dört sayfadan
fazla sürmektedir. Rivayette Azrail'in bir velînin ruhunu beşyüz melekle almağa
gelişi, meleklerin yanlarında reyhan getirmeleri, ruhunu alırken altına ipek
sermeleri üe başlayan hadis, bir Allah düşmanının canmın alınmasının tasviri
ile devam eder. Bkz. İbn Manzûr, Muhtasar, V/308-12.
Temim ed-Dârî İle
ilgili olarak Dede Korkut'unkine benzer acaip şeylerin anlatıldığı masal
kitapları maalesef (özellikle ilmî kontrolün olmadığı bazı tasavvuf
çevrelerinde) basılmakta ve asılsa rivayetler bilgi diye ümmete sunulmaktadır.
İşte böylesi bir kitap Abdullah b, Abbastan geldiği söylenen 110 sayfalık bir
masalı ihtiva etmektedir. Bu rivayete göre Hz. Ömer zamanında bir kadın birkaç
kez gelerek kocasının beş yıldır kayıp olduğunu, geçimi için sala sata herşeyi
bitirdiğini artık satacak birşeyi kalmadığmı bu sebeple evlenmek istediğini
söyler. Hz. Ömer iki sene sabretmesini söyler ve bir sonraki yrt onu Cemîl b.
Selîm ile evlendirir. Faka! evlendikleri gece abdest için dışarı çıkan kadının
karşısına bütün vücudu çıplak, başındaki saçları sarkmış, tırnakları yırtıcı
hayvanlar gibi uzamış acaip bir mahluk çıkar. Gelen varlık korkudan titreyen
kadına kendisinin ilk kocası Temîm otduğunu belirtir. Konuşmaları içerinden
duyan yeni kocası dışarı çıkar ve onunla münakaşaya tutuşur. Kadın ise kendisi
yüzünden münakaşaya tutuşmamalarını, bu gece her ikisiyle de birlikte
olmayacağını, herkesin ayrı yatacağım ve sabah olunca problemi çözmesi için
Hz. Ömer'e gideceklerini belirtir. Hz. Ömer'e gittiklerinde ona "sen bir
cinsin nasıl olur da bir kadının kocası olursun" der. O da kendisinin
Temim olduğunu söyler. Hz. Ömer bunca zaman nerede olduğunu sorar. O da bu
süre zarfında yer allında cinlerle beraber olduğunu, bir gece yerin
varıldığını, oradan domuz burnuna benzer burnu oian bir ifrit çıktığını,
kendisini kaptığı gibi yerin altına götürdüğünü ve üç yıl hizmetinde çalıştırdığını....
Bkz. Bozan, M. Seyfettin, Sahabe-i Kiram Temim-i Dari, Ankara-1995
(Adıyaman-Menzi! Yayınevi).
[1274] Bkz.
Sarıtoprak, Deccâl, s. 33-48.
[1275] Bkz. ei-Buhâri, el-İ'tisâm (96), bâbu men
reâterke'n-nekîr... (23), rakam: 7355; Müslim, el-Fiten (52), bâbu zikri ib-ni
Sayyâd (19). rakam 94.
[1276] "Aranîler (el-Buhân, ez-Zekat (24), bâbu
isti'mâli ibiii's-sadaka... (68), rakam: 1501) ile Bi'ri Maûne {et-Buhâri,
el-Cihâd (56), bâbu'l-avni bi'l-meded (184), rakam: 3064) olayını
düzenleyenlerin sözlerine inandığı gibi." Rıza, Me-celietu'l-Menâr,
XIX/İI, 99; Ebû Reyye, Edvâ, s. 157.
[1277]
et-Tahrîm/66,3.
[1278] en-Nûr/24,11 vd.
[1279] et-Tevbe/9,43.
[1280] Müslim, el-Fedâil (42), bâbu vucûbi imtîsâli mâ kâlehû
seran... (38), rakam: 139.
[1281] Müslim, el-Fedâil
(42), aynı bab, rakam: 140. Bkz. Rıza, Tefsir, IX/495-6; Mecelletu'l-Menâr,
X!X/11,99-100.
[1282] İbnAbdilber, /stfâb, 1/193, rakam: 235.
[1283] Bkz. ez-Zehebi, Muhammed, İsrâiliyyât, s. 75. Diğeri
de Abdullah b. Selam.
[1284] en-Nevevî, Şerh, XVIII/46; et-Tîbî, Şerhul-Tİbî,
X/132, rakam: 5494.
Rasûlullah'm Deccal'in
yeriyle ilgili terüddütlü ifadeler zikretmesine değişik yorumlar getirilmiş,
çıkış aranmıştır. et-Tîbî şöyle demiştir; "Hz. Peygamber onlara Temîm'in
sözünü anlatınca Deccâl'in bulunduğu yeri nokta tesbitiyle söylemek İstemedi.
Yerinin net olarak bitinmeyip karışık olmasını münasip görünce, Şam denizinde
veya Yemen denizinde butunduğuna dair tereddütvârî ifadeler kullandı. Araplar
da o dönem sadece bu iki denizde yolculuk yapıyorlardı. (Bu nedenle Hz.
Peygamber yerini belli etmek istemedi)." Şertıu't'Tİbİ, X/123, rakam:
5482. Aliyyu'l-Kârî de şöyle bir yorum getirildiğini aktarır; "Hz.
Peygamber, Deccâl'in bulunduğu yer konusunda şüpheliydi. Zannına göre bu üç
mevkiden birisindeydi. Şam denizi ile Yemen denizini zikredince vahiy yoluyla
veya zann-ı galib ile bunun şark îarafından çıkacağına yakîni geldi ve ilk iki
zikrettiğini bıraktı, üçüncüsünü (şark tarafını) söyledi."
Mirkâtu'i-Melâllh, IX/410, rakam: 5482.
[1285] Bu husustaki rivayetler için bkz. Sarıtoprak, Deccal,
s. 73-4.
Reşîd Rıza (s.g.e.,
IX/494-5) ve hangi nüshada böyle geçtiğini tesbü edip demlendirmeden ona aynen
tabi olan Zeki Sarıtoprak {a.g.e., s. 95) Rasûlullah'ın Temîm'in
anlattıklarının tamamına katılmadığını söylemektedirler. Bunu da Musforîdeki
1e innehu e'cebenî mjn hadîsi Temîm ennehu vâfeka'ilezî kuntu uhaddisukum bjhî
anhu ve ani'l-Medîneti ve Mekke" ifadesine dayandırmaktadırlar. Bu durumda
mana şöyle olmaktadır: Temîm'in sözünün bir kısmı hoşuma gitli çünkü benim
sizlere onunla JDeccâlle) ilgili anlatadurduğuma ve Medine ile Mekke hakkında
(bu ikisine giremeyeceğine dair) söylediklerime uymaktadır."
a) Bizler elimizdeki
Müslim nüshasına, en-Nevevî şerhine ve hadisi Müslim'den alan
Mişkâtu'l-Mesâbîtte baktığımızda ibarenin yukarıda altı çizili yerleri içinde
bulundurmaksızın biraz farklı olduğunu müşahede ettik. Şöyle ki:
"Fe İnnehu
e'cebenî hadîsu Temîm ennehu vâfeka'llezî kuntu uhaddisukum anhu ve
ani'l-Medîneti ve Mekke." Bu durumda mana değişmektedir: Temîm'in sözü
hoşuma gitti çünkü benim sizlere ondan {Deccâî'den} anlatadurdu* ğumave Medine
ile Mekke hakkında (bu İkisine giremeyeceğine dair) söylediklerime
uymaktadır." b} İbare (başka bir nüshada) Reşid Rıza'nın dediği gibi geçse
bile, bundan Rasûlullah'ın Temîm kıssasından sadece Medine ve Mekke ile ifgili
kısmı kabul ettiği manası çıkmaz. Zira neresini tasdik edip etmediğini anlamak
zordur. Çünkü "ondan anlatadurduğuma ve Medine İle Mekke hakkında
söylediklerime uymakladır" sözünden hangi kısmı kabul ettiği hangisini kabul
etmediğini tesbit etmek İmkansızdır.
c) Ayrıca şu da var ki,
Temîm'in kıssasını kabul etmeyecek olsaydı, el-HumeydTnin (keza Ahmed b.
Hanbef, VI/417, rakam: 27418; İbn EbİŞeybe, VII/65B, rakam: 66; VII/674, rakam:
182) rivayet ettiği gibi, kaylûleyi bırakıp, inanmadığı halde bu kadar uzun ve
teferruatlı bir olayı aktarmak için tüm insanları biraraya toplayıp
anlatmasının hikmeti kalmazdı. Hem diğer rivayetlerde de Temîm'in
anlattıklarının bir kısmını kabul ettiğine dair bir işaret yoktur. Dolayısıyla
Reşîd Rıza'nın baktığı nüsha diğer rivayetler yanında şaz gibi durmakladır.
Hadisin metni onun dediği gibi olsa bile, hadislerin manayla rivayet edildiği
bilinirken, lafızlardan hüküm çıkarmanın ne derece sağlıklı olduğu tartışılır.
[1286] 8u rivayette deniz ifadesi geçmeksizin Innehu fî
Bahri'ş-Şâm" ifadesi yerine "innehu fi nahvi'ş-Şâm",
"Bahru'l-Ye-men" ifadesi yerine "huve fi'l-Yemen" dediği
daha sonra da "huve fî nahvi'l-lrâk" dediği geçmektedir, Bkz.
et-Tabe-fânî, Kebîr, 11/54-6, rakam: 1270.
[1287] Bkz. Meydan Larousse, Kızıldeniz maddesi, XI/275.
[1288] Ebû Reyye böyle bir adanın mevcudiyetini (dolayısıyla
Temîm'i) oldukça alaylı bir uslûbla ele alır: "Herhalde coğrafya alimleri
bu adanın denizde nerede olduğunu tesbit etmek için araştırıyohardır! Bulduktan
sonra bize haber verecekler, biz de Efendimiz Temîm ed-Dâjî radıyellahu anh'ın
haber verdiği acaip şeyleri göreceğiz." Ebû Reyye, Edvâ, s. 156,2 nolu
dipnot.
[1289] Bkz. Müslim, el-Fiten (52), bâbun fî bakiyyetin min
ehâdîsi'd-deccâl (25), rakam: 124.
[1290] Nitekim bazı rivayetlerde Zugar suyuyla sulanan ekinin
yakında kuruyacağını ve bu bağlardan kurtulacağını söylemekledir. Bkz.
el-Humeydî, t'178, rakam: 364.
[1291] Bkz. Rıza, Tekir, IX/494-5. Reşîd Rıza hadiste gecen
Şam deniziyle Şam bölgesinin güney hizasında kalan denizi, ki bu Kızıl
Deniz'dir, Yemen deniziyle Yemen'in önündeki Kızıl Denizi, dolayısıyla
Rasûluilah'm bu ifadeleriyle aslında bir tek denizi kasdetmiş olduğu
yorumlarını da (bkz. et-Tîbî, Şertou't-Tibî, X/123-4T rakam: 5482) haklı olarak
akı! dışı bulur.
[1292] el-Buhâri, el-i'tisâm (96), bâbu men reâ
terîte'n-nekîr mine'n-Nebî... (23), rakam: 7355.
[1293] İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, XV/269.
[1294] İbn Hacer, a.g.e., XV/269. İbn Hacer Deccâl'in
İsfehan'dan çıkma meselesini, et-Taberânfye atfettiği yine Fatıma bnt. Kays'tan
gelen "Deccal Isfehan'dan çıkacaktır hadisine dayandırmaktadır. Bkz.
et-Taberânî, Evsat, V/436-9, rakam: 4856.
[1295] Bkz. eî-Kârî, Mirkâtu'l-Mefâtlh, IX/422. Mevzuat
sahibi Aliyyu'l-Kârînin bu tür yorumlara girmesi anlaşılır değildir, i Cessâse
ve İbnu's-Sayyâd hadisi sebebiyle hadis sarihleri zor durumda kalmışlar,
aralarını telif etmeye çalışmışlar, bazıları Fatıma hadisi sebebiyle
İbnu's-Sayyâd'ın küçük Oeccâtolduğunu söylemiştir. Bkz. ei-Azîmâbâdî, Av-\
nu'l-Ma'bûd, XI/477, rakam: 4306. Bu bakış açısını netleştirmek için
İbnu's-Sayyâd'ın nasıl görüldüğüne dair bir iki misal daha sunalım: a)
en-Nevevî İbnu's-Sayyâd'ın deccallerden biri olduğunu kabul eder ve şöyle der:
"Onun kıssası karışık, durumu karmaşıktır. Meşhur Mesîh Deccâl midir
değil midir? Belli olan bir şey var ki, o da deccalfer- s dert biri
olduğudur." Bkz. en-Nevevî, Şerh, XVI!l/46. b) el-Kastallânî Hz.
Peygamberin "kıyametten önce yalancı deccaller çıkacak" [Ahmed b.
Hanbel, et-Musned, 11/118; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, Vfl/232. Hadisin diğer
tariklerinde bu deccallerin peygamberlik iddiasında bulunacakları geçmektedir.
Bkz. Müslim, el-Fiten (52), bâbun lâ tekûmus-sâatu hattâ yemurra... (18),
rakam: 84; Ebö Dâvûd, el-Melâhim (36), bâbun fî haberi İbni's-Sâid (16), ra- j
kam: 4333; İbn Mâce, el-Fiten (36}, bâbu mâ yekûnu mine'Miten (9), rakam: 3952]
hadisine binaen deccallerden i Temîm'in gördüğü deccâl ile İbnu's-Sayyâd'ın bu
kapsamdaki deccalierden olduğunu söyler. Kıyamete yakın çıka- ! cak büyük
deccalin ise -el-BeyhakFnin de kabul ettiği gibi- başka biri olacağını söyler.
Bkz. el-Kastallânî, İrşâdu's- j Sâri, XV/36O-i. c) el-Keşmîrî: "İbn Sayyâd'ın
büyük deccâl olmasa da küçük decca! ofmasına ne mani var?" el- ' Keşmîrî,
Feyzu'l-Bârî, IV/511-2.
İbnu's-Sayyâd'la ilgili
rivayetlere baktığımızda çok karmaşık ve çelişik bilgilerle karşı karşıya
olduğumuzu görürüz. Sazı rivayetlerde onun deccâl olduğu geçmektedir:
a) Abdullah b.
Munkedir'den gelen rivayette o şöyle demektedir: Câbir b. Abdillah'ın
İbnu's-Sayyâd deccaldir diye yemin ettiğini görünce sordum: "Allah adına
yemin mi ediyorsun?" Şöyle cevap verdi: "Ömer'in Hz. Peygamberin
yanında böyle olduğuna dair yemin ettiğini gördüm. Hz. Peygamber buna itiraz
etmedi." el-Buhârî, el-İ'tisam (96), bâbu men reâ terke'n-nekîr... (23),
rakam: 7355; Müslim, el-Fiten (52), bâbu zikri İbni Şayyâd (19), rakam 94; Ebû
Dâvûd, el-Melâhim (36), bâbun fî haberi İbni's-Sâid (16), rakam: 4331. b)
Abdullah b. Ömer diyor ki: "...İbnu's-Say-yâd'a bir kere daha rastladım.
Gözü şişmişti. 'Gözün ne zaman böyle oldu' diye sordum. "Bilmiyorum"
dedi. "Gözün başında olmasına rağmen bilmiyorsun öyle mi" diye
sordum. "Allah dilerse gözü şu senin asanda bile yaratabilir"
cevabını verdi. Ardından da şimdiye dek işittiğim en kötü eşek anırması gibi
anırdı. Bazı arkadaşlarımın söylediğine göre elimdeki asa kırılana kadar ona
vurmuşum. Vallahi ben bunun farkında olmadım. Ravi diyor ki: ibn Ömer
Ummu'l-mu'minînînin yanına gelerek olan biteni anlattı. O (Hafsa) da dedi ki;
"Ne istiyorsun ondan? Bilmiyor musun Rasûlüllah 'onu İnsanlara ilk
gönderecek şey kızgınlığı olacak' buyurdu. Müslim, el-Fiten (52), bâbu zikri
İbni Sayyâd (19}, rakam: 99. c) Abdullah b. Ömer yeminle İbnu's-Sayyâd'ın
deccâl olduğunu söyler. Bkz. Ebû Dâvud, el-Melâhim (36), bâbun fi haberi
İbni's-Sâid (16), rakam: 4330. d) Câbir b. Abdillah da İbnu's-Sayyâd öldükten
sonra, ölmüş olmasına, müslüman olmuş olmasına ve Medine'ye girmiş olmasına
rağmen onun deccâl olduğunu söyler. Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhim (36), bâbun fi
haberi'l-Cessâse (15}, rakam: 4328.
İbnu's-Sayyâd'! deccâl
gibi gösteren rivayetlere karşın başka rivayetlerden anladığımız kadarıyla
İbnu's-Sayyâd Hz. Peygamber zamanında buluğa yaklaşmış bir çocuktu. Ancak
harikulade bir takım şeyler gösterebiliyordu. Hz. Peygamberi ise peygamber
olarak kabul ediyordu. Hz. Peygamberin bir latam harika halleri nedeniyle ondan
şüphelenmekteydi. Nitekim İbn Battal ve el-Beyhaki gibiler Hz. Peygamberin
Ömer'in yemini karşısında sükût etmesini Hz. Peygamberin onayı değil bu
hususta tereddütte olması olarak yorumlamışlar ve Hz. Peygambere bilahere
deccalin o olmadığı yönünde Allah'tan bir vahiy geldiğini bu sebeple Temîm kıssasında
olduğu gibi deccalin başka varlık olduğunu söylediğini belirtmişlerdir. Bkz.
İbn Hacer, Fethul-Bâri, XW267; el-Kastaflânî, İrşâdu's-Sâri, XV/36Û. Onları
destekleyen başka rivayetler de vardır. Nitekim bir rivayette Hz. Ömer'in onun
boynunu vurmak istediği, Hz. Peygamberin de "eğer bu o (deccâl) ise sen
ona musallat edilmeyeceksin. Eğer deccâl değilse onu öldürmenin sana bir
faydası yok" dediği geçmektedir. Bkz. el-Bûhârî, el-Cenâız (23), bâbun izâ
esleme's-sabî... (79), rakam: 1354. İbnu's-Sayyâd'ın kendisi de deccâl oluşunu
reddeder. Çocuğu olduğunu, Mekke ve Medine'ye girdiğini, deccalin ise böyle
olmayacağını söyler. Bkz. Müslim, el-Fiten (52), bâbu zikri ibni Sayyâd (19),
rakam 91. ibn Cerîr et-Taberîde onu sahabe arasında zikretmiştir. Bkz.
el-Kurtubî, Mufhim, VII/269-70. İki grupta bir kısmını zikrettiğimiz
rivayetlere bakılacak olduğunda ilk gruptaki rivayetlerde onun deccâl olduğu
vurgulanmakta, ölmüş olmasına rağmen öyle olduğu söylenmektedir. İkinci
gruptaki rivayetlerde ise İbnu's-Sayyâd'tn deccâl olduğuna kesin vurgu
yapılmamakta, bilakis kendisi durumunu anlatarak deccâl olamayacağını söylemekle,
İbn Cerîr de onu sahabe arasında zikretmektedir.
Deccafle İlgili
hadislerin verdiği genel tabloya bakıldığında deccalin sıradışı bir yaratık
olacağı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamberin şehrinde yaşamış ve hayatını bir
müslüman gibi devam ettirdiği zikredilen bir insanın Temîm'in bahsettiği
deccai gibi kabul edilmesi ve deccâl suretinde bir şeytan olarak betimlenmesi
son derece ilginçtir. Hz. Peygamberin bir takım olağanüstü halleri nedeniyle
kendisinden şüphelendiği bir insanın deccâl kabul edilmesi ve ortalığın
deccallarla doldurulması, deccâl rivayetlerinin anlattığı herbir rivayeti kabul
etmekten kaynaklanmaktadır.
[1296] et-Talâk/65,1. Rivayet için bta. İbn Mansûr, 1/321,
no: 1359; Müslim, el-Talâk (18), bâbu'l-mutallakâti selâsen tâ nefakale lehâ
(6), rakam: 46; Ebû Dâvûd, et-Talâk (7), bâbu men enkera ala Fâtrma (40),
rakam: 2291. Diğer bir rivayette, Hz. Ömer Fâtıma'nın hafızasına güvenmediğini
şu keskin ifadeyle dile getirir: "Falıma bnt. Kays'ın Ra-sûluüah'tan bana
anlattığı hadis sebebiyle bir şeyden dönmem." ed-Dârekutnf, İV/23, rakam:
66.
[1297] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
237-246.
[1298] el-Mizzî, Tehzibu'l-Kemâl, İV/327, rakam: 800.
[1299] Bkz. Şurrâb, Temim, s.189.
[1300] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
246-247.
[1301] el-Sakara/2,102-3.
[1302] Abdurrahman b. Hasan ÂVş-Şeyh (1285/1868) cumhurun
görüşünü şu cümleyle özetler "Sihrin hakikati olmasaydı Allah Teâlâ
bundan sakınmayı emretmezdi." Kurre, s. 127; Fethu'l-Mecd, s. 280.
Meselenin kelâmî boyutu
olan "sihrin hakikati var mıdır yok mudur* meselesi için bkz. es-Sâbûnî,
Revâiu'l-Beyân, 1/77-83; el-Harîri, Sihr, s. 125-141; ed-'Dumeynî, Sihr, s.
2S-8; Hamevİ, Sihr, s. 106-110; Edhem, Sihr, 47-56.
[1303] Günümüzde bu işte İlgilenen güvenilir insanların
verdikleri bilgilere göre, tinleri kullanmak suretiyle büyü insanlar üzerinde
etkili olabilmektedir. Yine ayetler, bir kısım dualar ve önler istihdam
edilerek başkalarının yaptığı büyüler çözülebilmektedir. Biz meselenin bu
boyutunu eie almayacağız.
[1304] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
249.
[1305] Bazf rivayetlerde bu ikisinin Mîkâil ve Cebrail olduğu
geçer. Bkz. İbn SaU Tabakât, 11/196-7; el-Kastallânî, İrşâdu's-Sâri, V/291;
ef-Alûsî, Rûhul-Meâni, XV/362; el-Kannûcî, Avnul-Bâri, IV/54-5.
[1306] en-Nevevî, Şerh, XIV/178; [bn Hacer, Fethul-Bâri,
XI/395.
[1307] el-Buhân, et-Tıb (76), bâbu's-sihr (50}, rakam: 5766;
bâbu's-sihr... (47), rakam: 5763; bâbun hel yustahrecu's-sihr (49), rakam:
5765; Bedul-Halk (59), bâbu sıfatı İblise ve cunûrih (11), rakam: 3268; el-Edeb
(78), bâbu kavliliâhi Teâlâ İnne'llahe ye'muru bi'l-adl... (56), rakam: 6063;
Müslim, es-Selâm (39), bâbu's-sihr (17), rakam: 43-4. Sihirle ilgili
rivayetleri birarada görmek için bkz. ed-Dumeynî, Sihr, s. 68-97; Yıldırım,
Sihir, s. 38-60.
[1308] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
250.
[1309] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
250.
[1310] Bkz. el-Buhâri, et-Tıb (76), bâbu's-sihr (47), rakam:
5763; bâbun hel yustahrecu's-sihr (49), rakam: 5765; bâbu's-sihr (50), rakam:
5766; e&Deavât (80), bâbu tekrîri'd-duâ (57), rakam: 6391; Müslim, es-Selâm
(39), bâbu's-sihr (17), rakam: 43-4; el-Humeydi, 1/125-7, rakam: 259; Ahmedb.
Hanbel, Vl/63; İbn Mâce, et-Tıb (31), bâbu's-sihr (45), rakam: 3545; İbn Ebi
Şeybe, V/435, rakam: 3; İbn Sa'd, Tabakât, 11/196-7; el-Beyhakî,
Delâİlu'n-Nubuvve, Vl/247; VII/92-4; el-Hindî, KenzuWmmât, VI/742-3, rakam:
17651.
[1311] ibn Eb!Şeybe, V/435, rakam: 2; Ahmedb. Hanbel, İV/367;
et-Taberânî, Kebir, V/180, rakam: 5016.
Tefsir kitaplarındaki
rivayetlere bakıldığında -ki bu kaynakîar aşağıda gelecek- Hz. Ali'yle beraber
ez-Zubeyr ve Ammğr b. Yâsİfi gönderdiği geçmektedir. (Keza bkz. ez-Zebîtfî,
Ittıâtu's-Sâde, I/343). Bazılarında Hz. Ali ile Am-mâr"ı gönderdiği
geçmektedir. Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, İt/198. Bazı rivayetlerde ise Ammâr b.
Yâsirl bir grupla gönderdiği geçmektedir. Bkz. el-Beyhakî, Delâitu'n-Nubuvve,
Vi/248. Hz. Peygamberin Cubeyr b. İyâs ez-Zurakryi gönderdiği dahi geçmektedir.
Bkz. İbn Sa'd, a.g.e., 11/197.
[1312] Abdurrezzâk, Xl/14, rakam: 19764; en-Nesâî, et-Tahrîm
(37), seheratu ehli'l-kitâb (20), rakam: 4091; et-Taberânî, Kebîr, V/179,
rakam: 5011; İbn Sa'd, Tabakât, 11/199.
[1313] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
251.
[1314] ibn Hacer, Felhul-Bâri, XI/394.
[1315] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
251-252.
[1316] Zikri geçen şu hadisler: el-Buhâri, 5765, 6063; İbn
EblŞeybe, 2; en-Nesâi, 4091; Ahmed b. Hanbel, İV/367; el-| Beyhakî,
Delâilu'n-Nubuvve, VII/92-4; el-Humeydî, rakam: 259; İbn Sa'd, Tabakât,
11/196-9; el-Taberânî, Kebir,. 5011-3,5016.
[1317] el-Buhâri, zikri geçen 6063 nolu hadis.
[1318] Zikri geçen şu hadisler: el-Buhâri, 3268; 5763; 5766;
6391; el-Beytıakî, Delâilu'n-Nubuvve, VI/247.
Ayrıca bazı
rivayetlerde "onu çıkardın mı" sorusu yerine 'onu yaktın mı"
İfadesi geçmekte, Rasûlullah da hayır cevabını vermektedir. Bkz. Zikri geçen
şu hadisler: İbn Ebi Şeybe, 3; Ahmed b. Hanbel, VI/63; el-Buhâri, 6391; Müslim,
43; İbn Mâce, 3545.
[1319] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
252.
[1320] Zikri geçen el-Buhârfdeki 5765 ve 6063 nolu hadisler.
[1321] 8u kelime neşr kelimesinden muskanın içindekini açtın mı manasına da
gelir. (Bkz. ibn Hacer, Fethu'l-Bâri, X!/400; XII/102; ei-Aynî, Umdetul-Kân,
XVIII/Î77; el-Kirmânî, Şerh, XXt/39, 41). Mana böyle olsa bile, hu dahi
muskanın çıkarıldığını gösterir.
[1322] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
252-253.
[1323] en-Nesâî, zikri geçen 4091 nolu hadis.
[1324] el-Buhâri, 5766 numaralı hadis ile diğer zikredilen
hadisler.
[1325] Zikri geçen şu hadisler: İbn EbiŞeybe, 2; Ahmedb.
Hanbel, İV/367; el-Taberânî, 5011-3,5016. el-Hâkim sadece muskayı çözdüğünü
zikreder, Rasûlullah'ın bağdan kurtulmuş gibi kalktığını anmaz. Mustedrek, IV/360-1,
rakam: 8014.
[1326] İbnu'l-Cevzî, Zâdul-Mesİr, IX/270.
[1327] İbn Sa'd, Tabakât, il/198-9; el-Beyhakî,
Deiâitu'n-Nubuvve, VII/92-4. Hadisi tefsir kitaplarında görmek için bkz.
eş-Şevkânî, FeM-Kadir, V/616; İbn Kestr, Tefsir, VIII/557-8 (İbn Kesîr bu rivayeti
müfessir es-SaWden nakleder ve onun bunu senedstz olarak İbn Abbas'tan rivayet
etliğini, hadiste gatâbef olduğunu, ilgili hadislerin bir kısmında ağır
derecede nekâret bulunduğunu, bir kısmının şahid rivayetler olduğunu söyler);
el-Begavî, Tefsir, IV/546-7; es-Semerkandî, Tefsir, IH/526-7; el-Vâfıidi,
Esbâb-ıNûzûl, s. 566-8; Vesit, İV/572; el-Beydâvî, Tefsir, H/632; Ebû Hayyân,
Tefsir, VHİ/530; İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, IX/270-i; el-Kurtubî, Câmi\
XX/253-4; Ebu's-Suûd, Tefsir, V/915; el-Alûsî, Röhu'l-Meâni, XW362; el-Mâverdî,
Nuket, VI/376; es-Suyûtî, ed-DurruWensör, VIIİ/687-8; es-Su-yûtî, Tefsir, s.
826; Lubab, s. 830; Bursevî, Tefsir, X/542-3; es-Sâbûnî, Safvetu't-Tefâsİr,
lil/624; ez-Zuhaylî, Tefsir, XXX/47î-2 (ez-Zuhaylînin es-Sahibayn'da geçiyor
deyip Muavvizeteyn sûrelerinin indiğini söylemesi zühuldür. Çünkü bu iki
kitabta bu kısım olmadığı gibi bu iki sûrenin sebeb-İ nüzulünün sihir hadisesi
olduğuna İşaret te yoktur). Keza bkz. İbnu'l-Arabİ, Abkâmu'l-Kur'ân, İV/1996;
es-Suyûtî, Hasâis, il/99-100. (et-Taberî bu kısmı zikretmez. Bk2. CâmiuWeyân,
I/459-60. İlginçtir, Felak sûresinin tefsirinde de bu rivayete hiç değinmez.
Bkz. XW349-54). Bu rivayetlere temas babında bkz. ibn Hacer, Fethu'l-Bârî,
XI/394 (Burada Abd b. Humeyd'in Muavvizeteyn hadisini rivayet ettiğine temas
eder).
[1328] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
253-254.
[1329] Ancak bu iki sûrenin sihir döneminde nazii olduğuna
dair elde somut bir delil yoktur. Bu bölümün sonundaki değerlendirmenin
yedinci maddesinde geleceği gibi bu iki sûre Mekkrdir.
[1330] Turan Dursun, hadiste belirtildiğine göre, Peygamber
büyünün etkisinden Tann'nın verdiği şifa üe kurtulduğunun anlatıldığını
söyledikten sonra şöyle bir soru sorar; "Peygamber Falak Sûresi'ndeki
uyarıya kulak asmamış mı acaba? Yani "büyünün, başına bir kötülük
getirmesinden Tanrı'ya sığınmamış mı? Yoksa Tann'ya sığfnmış da, 'büyünün
etkisi" karşısında, onun Tann'ya sığınmasının etkisi birşeye yaramamış mıT
Din Bu, i/518. Dursun'un tenkidi yukarıdaki izahta cevabını bulmaktadır. Ancak,
yaşananın bütün detayıyla ve aynı minvalde anlatıtmamsı sebebiyle bir takım
zorluklarının aşılması hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.
[1331] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
254-255.
[1332] Zikri geçen hadisler: İbn EbiŞeybe, 2; Ahmedb. Hanbel,
İV/367; en-Nesâi, 4091; et-Taoerânî, 5016.
[1333] Bkz. İbn Hacer, Fethu'l-Bân, XI/390.
[1334] Ahmedb. Hanbel, V\m.
[1335] Abdurrezzâk,Xl/14,rakam: 19764. Ebû Dâvûd hadisi
rivayet eden Yahya b. Ya'merİn (90'dan önce/709) Hz. Âişe'den hadîs
işitmediğini söylemiştir
(bkz. ez-Zehebi,
Nubelâ, İV/442, rakam: 170), bu sebeple rivayete mursel denmiştir. Ancak
ez-Zehebî bunu kabul etmez ve onun başka sahabilerden rivayetine temas eder.
Bkz. Tezkiretu'l-Huffâz, I/75.
Bunun yanında bunun
senedinde geçen Atâ' b. Ebî Müslim el-Horâsânî (135/752) bulunmaktadır. Sadûk
olması-: na rağmen çok yanılan,
mursel rivayet eden mudellis birisidir. Bkz. ez-Zehebî, Nubela, VI/140-3,
rakam: 52; İbn Hacer, Takrib, s. 392, rakam: 4600.
[1336] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
255.
[1337] Bkz. İbn Hacer, Fethul-Bâri, XI/390. Hadisi
değerlendiren Mevdûdî {Tefhİmu'l-Kur'ân, Vllfl21) ve ed-Dumeynî de {Sihr, s.
86-7) benzer bir yoîa başvurur.
[1338] Rivayetlerde RasOlullah'ın muskayı yazanı görüp
görmediğinde de oldukça farklılıklar vardır. Konuyu geniş tutmamak ve önem
olarak diğer hususlar kadar öncelik arz etmediği için bu mevzu buraya alınmadı.
Silgi için bkz. İbn Hacer, Fethul-Bâri, M/395.
[1339] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
256.
[1340] Bkz. eş-Şevkânî, Fettnı'i-Kadir, t/131.
[1341] el-Cessâs, Ahkamu'i-Kur'ân, I/59-60. MevJüt Güngör
Cessâs'ı bu görüşünden dolayı lenkid eder: "Cassâs, sihir mevzuunda Ehli
Sünnete açıkça ters düşmüş ve konuyla ilgili hadisleri ihtilatsızca red yoluna
gitmiştir. Buna rağmen onun bu görüşünde Mutezile Fırkasının tesirinde değil
de aynı görüşü müdafaa eden İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'nin tesirinde kaldığını
söyleyebiliriz. Çünkü Cassâs mezhep imamına son derece bağlı olup, onu her
halükârda savunmaktadır.' Cassâs ve Ahkâmu'l-Kur'ân'ı, s. 29.
[1342] Bkz. et-Taberî, Câmi\ I/460; ez-Zemahşerî, Keşşaf,
11/103 (ayrıca Ahmed el-İskenderfnin Keşşâfm zeylinde bulunan Kitâbul-İnsâfmm
bu sayfadaki açıklamalarına bkz); İV/301; er-Râzî, Tefsir, İÜ/193; XXXII/179;
el-Kurtubî, Cami; 11/46; Bursevî, Tefsir, X/543; eş-Şihâb, Haşiye, Vlll/416;
el-Cemel, el-Futubâtu'l-ltâhiyye, İV/607; Macdonald, Sihİr, islam
Ansiklopedisi, X/603; Hamevî, Sihr, s. 106.
Hem önceki hem de
sonraki mealinde Felak ve Nas sûrelerinin Mekke'de veya Medine'de nazil olduğu
hakkında ihtilaf vardır diyen ancak Gerçek Din Bu adlı çalışmasında (1/174)
"çünkü sûre Medine'de değil, Mekke'de inmiştir... Fakat sûrenin Mekki
olduğu rivayeti daha doğrudur" diyen Süleyman Ateş, sihirle ilgili tüm
rivayetleri topluca şöyle değerlendirir: "Aslında yalnız Sa'lebTnin bu
senedsiz rivayeti değil, bu konudaki senedli rivayetler de birbirini tutmaz,
çelişkilerle doludur. Bu rivayetlerin hiçbiri sürenin iniş sebebi olamaz...
Ayrıca bu rivayetler çelişkilerle doludur... 8u rivayetlerin, büyü ve nazarın
etkisini desteklemek ve insanları bunlardan korkutmak amacıyla ortaya
atıldığında şüphe yoktur. Verilmek istenen Semel düşünce şudur: Büyü ve nazar
Peygambere bile tesir etmiştir. Onun için bunlardan sakınmak lazımdır."
Süleyman Ateş hadi» reddetmek için kullanılan delilleri serdettikten sonra
şöyle der: "...Peyğamber'e büyü yapıldığı hakkındaki bu rivayetlerin hepsi
zalimlerin anlatımıdır. Bunu çıkarıp uydurduktan sened zinciriyle Peygamberin
güzîde bir sahâbîsine dayandıranlar, müslüman görünseler de, gerçekte
Peygamber düşmanı yalancılardır. Bir müslüman, Kur'ân'a tamamen ters olan,
Peygamberin korunmuşluğunu dinamitleyen bu yalanlara nasıl inanır?" Gerçek
Din Bu, 1/176.
Ali Osman Ateşin
ifadeleri biraz daha yumuşaktır: "Bir yahudinin yaptığı sihrin, Hz.
Peygamberde bir delide gözlenebilecek bir tesirin meydana getirebileceğini
doğrusu insanın gönlü kabui etmiyor." Cinler-Büyö, s. 272.
[1343] el-Mâide/5, 67.
[1344] el-Hicr/15,95.
[1345] et-İsra/17, 47;
el-Furfıân/35,8.
[1346] Bkz. Abduh, Tekini Cüzi Amme, 182. Reşid Rıza da
(1354/1935) şöyle der: el-Buhârtfeti bazı hadislerin metinleri illetten uzak
değildir. Bu illetler hadisçiierin sıraladıkları mevzu hadislerin bazı
alametlerine uymaktadır. Rasû-lullah'a sihir yapıldığı hadisi gibi. Bkz.
Meceiletu'1-Menar, XXIX/1,104.
[1347] el-Muslimûn, Sünnet Üzerine Bir Kitap ve Bir Açık
Oturum, trc. Mehmet Görmez, s. 307-8.
[1348] Seyyid Kutub konuyla ilgili olarak şöyle demektedir:
"Bir kısmı sahih fakat mütevaSr olmayan bazı rivayetlerde, Lebîd b.
el-A'sam adlı bir yahudinin Hz. Peygambere Medine'de sihir yaptığı geçmektedir.
Söylendiğine göre birkaç gün, bazı rivayetlerde ise birkaç ay sürmüştür. Öyle
ki Hz. Peygamber aileleriyle birlikte olmadığı halde onlarla beraber oldum
sanıyormuş. Keza yapmadığı bir işi yaptım sanıyormuş. Felak ve Nas sureleri Hz.
Peygambere ruk-ye için nazif olmuşlar. Rüyasında haber verildiği üzere sihri
getirtince bu iki sureyi onun üzerine okumuş, düğümler çözülmüş ve bu sıkıntı
başından gitmiş.
Bu tür rivayetler Hz.
Peygamberin iiil ve tebfiğlerirtdeki ismet sıfatına aykırıdır. Hz. Peygamberin
her sözünün ve fiilinin sünnet olduğu inancıyla bağdaşmaz. Çünkü Hz.
Peygamberin her sözü ve Bili birer sünnet ve şeriattır. Ayrıca bu Hz.
Peygamberin büyülendiği şeklindeki müşriklerin iftiralarını reddeden Kur'an'a
da aykırı düşmektedir. Bu nedenle bizler bu rivayetleri kabul etmiyoruz. Akaid
konusunda âhâd haberler delil olmaz, bu konuda yegâne merci' Kufân'dır.
İlİkadla ilgili konularda hadisleri almanın şartı ise tevatürdür. Zikri geçen
rivayetler ise mutevatir de-ğiidir. Tüm bunların yanında bu iki surenin
Mekke'de nazil olduğuna dair rivayetler tercihe daha şayandır ve bunlar
diğerlerini zayıf kılmakladır" Kutub, Fİ ZılâH'l-Kur'ân, VI/4008.
[1349] el-Muslimûn, a.g.e., s. 292
[1350] Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, 1/48.
[1351] Bkz. el-Tatırîm/66 sûresi ilk ayetler.
[1352] 8u yöndeki görüşler için bkz. et-Tabert, Cami', i/460;
el-Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, 1/80; et-Taftazânî, Şerhu'l-Me-kâsıd, V/79;
Bursevî, Tefsir, X/543; Ebû Reyye, Edvâ, s. 350-1 (Burada MuhammedAbduh'tan
nakiller vardır); Hi-câzî. Tefen; 111/921-2; el-Merâği, Tefsir, »268;
el-Kâsımî, Tefen; XVII/6308-9; Mevdûdî, Tefhİmu'l-Kur'ân, VII/319; Yıldırım,
Tefsir, XIİI/7088; Ebûbekr, İktisâh, s. 220-3 (8u zatın hadisle ilgili son sözü
şöyledir: Bizim inanmamız gereken hakikat şudur: Bu hadis batıldır, Rasûlullah
adına iftiradır, uydurmadır, asılsızdır).
[1353] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
256-260.
[1354] el-Harîrî sihir hadisesinin akideyle ilgili bir husus
olmadığım, ahkamı ilgilendirdiğini, ahkam bahislerinde de ahad haberlerin delil
olarak alınabifeceğini söyler. Bkz. Sihr, s. 163.
[1355] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Bediiul-Fevâkl, 11/248-250.
[1356] Bkz. Mevdüdî, Tefhİmu'l-Kufân, VII/320; el-Harîrî,
Sihr, s. 163.
[1357] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., 11/252; Bursevî, Tefsir,
X/543; Ebû Şehbe, Difâ\ s. 225; el-Kasîmî, Muştalat s. 51.
[1358] et-Taberânî, Evsat, IX/35, rakam: 8073; el-Hatîb,
Târîhu Bağdâd, VI/211, rakam: 3266; es-Suhrevertfi, Avârilu'l-Meârif, V/157;
ei-Gazâlî, İhya, I/209; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, V/96-7; el-Hindî,
Kenzu'l-Ummâl, VII/212-3. Anan düştüğü ve namazlarını bir müddet olurarak
kıldığı şeklinde: eş-Şâfiî, ihtiiâfu'LHadis, s. 67; el-Buhâri, el-Ezan (10),
bâbun yehvî bi't-tekbîr... (128), rakam: 805; Müslim, es-Salât (4), bâbu
i'timâmi'l-me'mûm bi'l-imâm (19), rakam; 77-81; ibn Huzeyme, Sahih, 111/53;
en-Nesâi, el-lmâme (10), el-i'timâmu bi'l-imâm (16), rakam: 793; ei-Beyhakî,
II/303; Ma'rile, İV/136, rakam: 5678
[1359] Bkz. Müslim, el-Cihâd (32), bâbu gazveti Uhud (37);
el-Beyhakî, Şuab, ll/l 64, rakam: 1447; Ma'rife, ill/119, rakam: 3942;
en-Nesâi, el-İmâme (10), ei-i'timâm bi'l-imâm (40), rakam: 831; ed-Dârekutnt,
1/422; Ebu'ş-Şeyh, Tabakât, 111/550; İbnTeymİyye, Minhâcus-Sunne, 11/226.
[1360] Bkz. İbnul-Kayyım, Bedaiul-Fevâid, 11/250.
[1361] Bkz. el-Kasîmî, Muşkilât, s. 52.
[1362] İbnul-Kayyım da "flasûfuJlah'tn sihirîenmesi ile
zehirlenmesi arasında fark yoktur der. Zâdu'l-Meâd, İV/124.
[1363] İbn KuteybeHz. Peygamberin beşer yönünü öne çıkarır:
"Yahudiler daha önce Zekeriyya b. Azân'ı bir ağacın içerisinde testereyle
parçalayarak kesmişlerdi. Bu hadise olmuşken, yahudi olan Lebîd b. el-A'sam'ın
Rasûlullah'a sihir yapmış olması inkar edilemez... Yahudiler ondan sonra oğlu
Yahya'yı da fahişe bir kadının hilesine kanıp, onun sözüyle
öldürmüşlerdi." İbn Kuteybe daha sonra Rasûlullah'ın zehirlenmesinin
vefatına sebebiyet verdiğini, sihrin ise etki itibarıyla daha hafif birşey
olduğunu, diğerleri olduğuna göre bunun da olabileceğini söyler. Peşinden de
Cebrail'in kendisine yatağa girdiğinde Ayete'l-Kursîyi okumasını ve böylece
şeytanın ona musallat olamayacağını belirttiği hadisi aktarır. Şeytanın
peygamberlere musallat olabileceğine dair olarak da Hz. Eyyûb'un "şeytan,
beni yorgunluk ve musibete uğrattı" (Sâd/38,41} ayetini zikreder. Bkz.
le'vil, s. 120-5, rakam: 39. Son dönem hadis yorumcularından ve
müfessirlerinden olan Mevdûdî, sihrin Yn. Peygamber üzerinde etkili olabileceğine
şu yorumuyla katılır: "Büyünün gerçekliğini (mahiyetini) öğrenmek
istiyorsanız Kur"ân-ı Kerîm'deki Hz. Musa kıssasını okuyunuz. Sihirbazlar
sopaları ve ipleri yılan haline getirmişti, aslında onlar olmamıştı, fakat orada
bulunan kalaba! ık o sopaları ve ipleri yılan şekline dönüşmüş olarak görür
olmuşlardı. Hatta peygamber olmasına rağmen Hz. Musa (as) bile o kadar
büyülenmişti ki onları o da yılan şeklinde görmüştü. Kur'ân-ı Kerîm'de anlatıldığı
gibi: "Büyücüler (ellerindeki ipleri ve sopaları) yere atınca insanların gözlerini
büyülediler (bağladılar) da onları dehşete düşürdüler." (eİ-A'râf/7,116).
"Bir de ne götsün ki, onların ipleri ve sopaları onların büyülerinden dolayı
kendisine doğru koşuyor gibi zannetti de Musa içinde bir korku hissetti."
(Tâhâ720,66-7). Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki; sihir (büyü) eşyanın
mahiyetini (varlık biçimini) değiştirmiyor ancak bir çeşit ruhi (psikolojik)
tesir meydana getirerek insanın duygularını (algılarını} etkiliyor. Hatta
bundan sihrin bütün insanlara etki yapmakla kalmadığı, peygamberlere bile etki
yaptığı da anlaşılıyor. 8u sihir yolu i!e hiçbir sihirbaz hiçbir peygamberi
mağlup ede-meşe de, onun davasını geçersiz yapamasa da, o peygamberi etkisi
altına alarak onu peygamberliğine yakışmayan bir iş yapmaya yöneltemese de büyünün
peygambere de geçici bir etkisi olabileceğini Kur'ân-ı Kerîm'den öğrenmiş
oluyoruz. Hadis-i şeriflerde büyünün Peygamber Efendimize yaptığı etkiden
bahseden rivayetlerden hiçbiri akla, tecrübeye ve müşahedeye aykırı değildir.
Ve ne de Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiği yukarıda benim anlattığım gerçeklere
aykırıdır." Mevdüdî, Meseleler ve Çözümleri, 11/47-8. Ayrıca bkz.
el-Kasîmî, Muşkilât, s. 56.
[1364] el-Muhelleb b. Ahmed de (435/1043) şu tesbiti yapar:
Nasıl ki namazda şeytan kendisine musallat olmak istemiş ve Allah onu bundan
muhafaza eylemişse, aynı şekilde, tebliğle ilgüi hususlarda da Allah onu
muhafaza eylemiştir. Bkz. ibn Hacer, Fethu'l-Bân, Xl/391.
[1365] el-Begavî, Şerhu's-Surme, Xl!/188. Keza bkz.
İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, lX/302.
[1366] el-Mâzerî, Mu'lim, MI/93, rakam: 1022.Ayrıcabkz. ibn
Hacer, Fe//?u'/-&5rî.XI/39O;el-Aynî, Umdetu1~Kâri,XXW420; ei-Kastalfânî,
Îrşâdu's-Sâri, VIII/403;el-Alû5Î, Rûhu'l-Meânt, XW362-3.
[1367] e!-Hâzin (741/İ340) bu noktada şunu der: "Bidat
ehli kimselerden bazısı muttefekun aleyh oian Hz. Âişe hadisini inkar ettiler.
Bu hadisin nübüvvet makamını zedelediğini ve bu hususta şüphe uyandırdığını,
böyfe birşeye cevaz vermenin Şeriata itimadda şüphe uyandıracağını iddia
ettiler. 8u reddedilmiştir; İddia batıldır. Çünkü kat! ve nakli deliller Hz.
Peygamberin sadık olduğunu, tebliğle ilgili hususlarda ismet sahibi olduğunu
ortaya koymuştur. Zaten mucizeler de bunun şahididir. Delilin İspat ettiğinin
hilafına birşeye cevaz vermek batıldır." el-Hâzin, Tefsir, VI/S07.
[1368] lyâz, Şifâ, 11/181-2. Ayrıca bkz. en-Nevevî, Şerh,
XIV/Î75; el-Kirmânî, Şerh, Xlli/197; el-Alüsî, Rûhu'l-Meânî, XV/362-3; Bursevî,
Tefsir, X/543-4; eş-Şihâb, Hâşiyetu'ş-Şihâb, VIII/416; es-Sâvî,
Hâşiyetu'S-Sâvî, VI/513; Miras, Tecrtd, VIII/234 5; Edhem, Sİhr, s. 362-3
[1369] Bkz. e!-Buhâri, zikri geçen 5765 nolu hadis.
[1370] el-Mâzerî, Mu'iim, İli/93, rakam; 1022; İbn Hacer,
Fethu'l-Bârf, 5(1/390. el-Hâzin de aynı şeyi söyler. Bkz. Tefsir, VI/607.
Muhyiddîn es-Sâîî de aynı hususa parmak basar: "Bize öğretmek için namazda
unutması nasıl caiz ise, sihirden de etkilenmesi öylece caizdir. Ancak sadece
cinsel yönden etkilenmiştir. Rivayete göre hanımlarına yaklaşmadığı halde
yaklaştığını zannetmiştir. Akıl ve risale! yönü kesinlikle bundan
etkilenmemiştir." et-Muslimûn, a.Q.e.. s. 292. a.g.e., s. 292.
[1371] Mevdûdî,
Meseleterve Çözümleri, Iİ/47-8.
[1372] Bkz. İbn Hacer, Fethu'i-Bâri, Xt/391.
[1373] Mevdûdî, Telbîmu'l-Kur'ân, VİI/321. Sihir konusunda her
İki tarata deiifleri için bkz. Cevheri, Tefsir, XXV/288; Ya-zır, Hak Dini,
5C/133-4; Hamevî, Sİhr, s. 106-17; ed-Dumeynî, Sihr, s. 98-109; ei-Harîrî,
Sihr, s. 123-68.
[1374] Mevdûdî, Tefhimu'l-Kur'an, VII/314.
[1375] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
261-266.
[1376] Bhz. Elmalılı, Hak Dini, 3V132.
[1377] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:
266-268.