Hadis Problemleri

Enbiya Yıldırım

Rağbet Yayınevi

 

 

 

Hadis Uydurma Faalİyetinin Ortaya Çıkışı 3

I- Hadis Uydurma Faaliyetinin Başlangıcına Dair Görüşler: 3

A- Hadis Uydurma Faaliyetinin Hz. Peygamber Zamanında Başladığı: 3

Değerlendirme: 3

1-Bureyde Hadisi: 3

Bureyde Hadisinin Tedkîki: 4

2-Abdullah B. Ez-Zubeyr Hadisi: 4

Abdullah B. Ez-Zubeyr Hadisinin Tedkîki: 4

3-  Abdullah B. Muhammed B. El-Hanefiyye Hadîsi: 4

4-Abdullah b. Amr Hadisi: 5

5- Hadîsin Mutlaka Bir Söylenme Sebebi Vardır 5

Düşüncesinin Metin Tenkidi Açısından Tahlili: 5

B- Hadis Uydurma Faaliyetinin Hz. Osman'ın Hilafetinin İkinci Döneminde Başladığı: 6

Değerlendirme: 6

1-Ebû Sevr el-Fehmî'nin Rivayeti: 6

2-Ebû Sevr el-Fehmî'den Gelen Diğer Tarik: 7

C- Hadis Uydurma Faaliyetinin H. 40'da Başladığı: 7

D- Hadis Uydurma Faaliyetinin H. 41 De Başladığı: 8

E- Hadis Uydurma Faaliyetinin Birinci Asrın Son Üçte Birlik Döneminde Başladığı: 8

Fellâte'nin Görüşünün Değerlendirilmesi: 11

Iı-Sonuç: 11

Sahabenin Güvenilirliği 13

I- Ashaba Yöneltilen Tenkidler: 13

Iı-Tenkidlerin Tahlili: 14

A-Birinci Tenkidin Tahlili: 14

1-Sahabenin Adaleti Ve Bu Görüşte Olanlar: 14

2- Sünnet Ve Kitaptan Sahabenin Âdil Olduklarına Dair Deliller: 14

Kur'ân-I Kerimde Sahâbe-İ Kiramın Övülmesi: 15

B-İkinci Tenkidin Tahlili 16

Tenkidin Cevabı: 16

1-Kur'ân'da El-Mu'minûn Sûresi De Var: 16

2-El-Munâfikûn Sûresi Münafıkları Yermektedir: 16

3- İslam Toplumunda Münafıkların Mevcudiyeti Sebebiyle, Sahabenin Tamamının Âdil Sayılmasına İtiraz Edilmesinin Cevabı: 17

4-Faraziyelerle Hüküm Yürütülmez: 18

5- Bazılarının Büyük Günah İşlemiş Olmaları Sebebiyle, Sahabenin Adaletine Yapılan İtirazın Cevabı: 20

6- Ahirette Havuza Gelineceği Ve Bazı İnsanların Havuzdan Uzaklaştırılacağına Dair Hadisi Delil Getirerek, Sahabenin Hepsinin Âdil Oluşuna İtiraz Edilmesi Ve Bu Hadisin Manasının İzahı: 21

7-Sözün Hülâsası: 22

C-Üçüncü Tenkidin Tahlili: 22

D-Dördüncü Tenkidin Tahlili: 23

1-Ashabı Bugünkü Toplumlarla Kıyas Etmemek Gerekir: 23

2-Sahâbenin Beşer Yönü İnkar Edilmemektedir: 24

3-Sahâbenin İhtiyatlı Davranmasına Misaller: 24

4-Sahâbenin Yanılması Ve Unutması: 24

Hadislerde Anlam Kayması (Manayla Rivayet Sorunu) 25

I-Tarif Ve Kapsam: 27

Iı -Manayla Rivayetin Sebepleri: 27

1-Hadisenin Birkaç Kez Tekrar Etmesi: 27

2- Manayla Rivayet Etmek: 28

3-Ravîlerin Ezberleme Kabiliyetlerinin Farklılığı: 28

4-Ravinin Hadisi İhtisar Etmesi: 29

5-Ravinin Hadisin Bir Kısmını İşitmesi: 30

6- Sorunun Yöneltildiği Kimselerin Çok Olmasından Dolayı Cevapların Da Çok Olması: 30

7-Ravinin Hata Etmesi: 30

8- Arapçanın Kendisinden Kaynaklanan Sebepler: 31

9-Yalan Söylemek: 31

Iıı-Ulemanın Manayla Rivayete Bakışı: 31

A-Manayla Rivayete Cevaz Verenler: 32

1- Hanefîler: 32

2- Mâlikîler: 33

3-Şâfiîler: 33

4-HanbelîIer: 34

5-Cevaz Veren Hadisçiler: 34

6-Süfiler: 36

B-Manayla Rivayete Cevaz Vermeyenler: 36

1-Hadisçilerden Ve Fıkihçılardan Cevaz Vermeyenler: 36

2-Filologıann Manayla Rivayeti Değerlendirişi: 37

C- Manayla Rivayete Cevaz Verenlerin Delilleri: 39

D- Manayla Rivayete Cevaz Vermeyenlerin Delilleri: 41

Cevaz Verenlerin Bu Delile Cevapları: 42

Cevaz Verenlerin Bu Delile Cevapları: 42

Cevaz Verenlerin Üçüncü Ve Dördüncü Delile Cevapları: 3

Cevaz Verenlerin Bu Delile Cevapları: 3

Iv-Değerlendirme: 3

V-Manayla Rivayete Misaller: 4

Sahîhayn Üzerinde İcmâ Meselesi 5

I- Sahîhayn Üzerindeki İcmânın Tahlili: 5

Iı-Sahîhayn Üzerinde İcmâ Olmadığına Misaller: 7

Sahih Hadis Bulunmayan Konular 11

(Îstisnalanyla Birlikte) 11

1-   Sahih Hadis Bulunmayan Konulara Dair Müstakil Çalışmalar: 11

Iı- Sahih Hadis Bulunmayan Konuların Toplandığı Ana Başlıklar: 12

A-İman, Amel: 13

B-Kur'ân: 13

C-Hz. Peygamber: 14

Ç-Melekler: 14

D-Ezan: 15

E-Abdest, Mesh: 15

F-Namaz: 15

G-Dua: 16

G-Mescid: 16

H-Hac-Umre: 17

I-Kurban: 18

İ-Zekat, Öşür, Haraç, İnfak Etmek: 18

J-Oruç: 19

K-Yemin, Vasiyet-Miras: 19

L-Kısas, Had: 19

M-Tasavvuf: 19

N-İlim: 22

O- Aile Hayatı: 22

Ö-Kadınlar: 23

Q-Köleler ve Cariyeler: 24

P-Giyim Kuşam: 24

R-İş Hayatı: 26

S-Sağlik, Taharet: 26

Ş-Irklar, Lisanlar: 28

T-İsimler, Şahıslar, Nesepler. Ekoller: 28

U-Şehîrler: 32

U-Yemek: 32

Ü-Sebzeler, Tahıllar, Bitkiler, Yiyecekler: 33

W-Hayvanlar: 33

X-Oyun-Eğlence: 34

Y-Gayr-i Ahlâkî Durumlar: 34

Z-Bazı Günler: 35

§-Taıih Veren Rivayetler: 37

&-Diğer Bazı Konular: 38

Hadislerin Tahlilinde Tarihten İstifade Edilmesi 40

I-  Tarih Yardımıyla Tenkit Edilen Rivayetlere Örnekler: 42

1-Fatıma Ne Zaman Doğdu?. 42

2-Mescide Kandil Takmak: 43

3-Rasûlullah İn Mushafa Bakması: 43

4-Yüzüncü Yıl Başındaki Meltem: 43

5-Hz. Ömer'in Babasını Öldürmesi: 43

6-El-Hasanul-Basri Ebû Hureyre'den Hadis Aldı Mı?. 43

7- Hz. Ali Ne Kadar İbadet Etti. 43

8-Hayber Belgesi: 44

9-Muâz'in Oğlu Ne Zaman Vefat Etti?. 45

10-Hz. Âişe Rasûlullah'la Ne Zaman Evlendi?. 45

11-İsrâ Ne Zaman Gerçekleşti?. 46

Iı-Şam Yolculuğu: 46

A-Rivayetîn Tahüü: 47

1-Rasûhıllah'ın Bu Seyahat Esnasında Kaç Yaşında Olduğu: 47

2-Bu Sırada Hz. Ebûbekr (13/634) Kaç Yaşında Olduğu: 48

3-Bilal Bu Esnada Doğmuş Muydu?. 48

B-Hadise Yöneltilen Tenkidler: 2

Iıı-Ummu Habıbe Hadisi: 4

3-Hadîsi Tevil Edenler: 5

4-Hadisin Senedi: 6

5 -Değerlendirme: 7

B- Hz. Peygamber'in Muâviye'yi Katip Yapması: 8

C-Hz.  Peygamberin Ebu Sufyan'ı Emir Olarak Ataması: 8

Rivayetin Tahlili 9

Metin Tenkidi Prensipleri Açısında Cessâse Hadisi 10

I-Cessâse Hadisi: 11

A-Hadisin Tarîkleri: 12

B-Hadisi Yorumlayanlar: 12

C-Hadisi Tenkit Edenler: 13

D-Metnin Tahlili 14

Metinler Arası Farklılıklar: 14

E-Metnin Tenkidi: 16

Iı-Değerlendirme: 20

Rasûlullah'a Sihir Yapılması 21

I-Sihir Hadisi: 21

A-Rivayetler Arası Farklılıklar: 21

1-Kuyuya Kim Gitti: 22

Değerlendirme: 22

2- Kuyudaki Muska Ne Yapıldı?. 22

Değerlendirme: 22

3-Çıkarılan Muska Ne Yapıldı?. 23

Değerlendirme: 23

4- Sihir Ne Kadar Sürdü?. 24

Değerlendirme: 24

B-Sihir Hadisini Kabul Etmeyenler: 24

C-Sihir Hadisini Kabul Edenler: 26

H-Degerlendırme: 29

 

 

 

 


Hadis Uydurma Faalİyetinin Ortaya Çıkışı

 

Herkesçe kabul edildiği gibi, tüm dinlerin, mezheplerin ve felsefî akımların öğretilerinin en katıksız ve berrak olduğu asır, o din, mezhep veya felsefî akımın ilk dönemidir. Berraklık ilk halifelerin, ashabın ve öğ­rencilerin döneminde de devam eder. Daha sonraki dönemlerde ise, ondan olmayan {bidat ve asılsız sözler, rivayetler gibi) bazı unsurlar ya­vaş yavaş katılmaya başlar. Çünkü sosyal realite olarak, farklı yolları tu­tan insanlar en öndekileri, sistemin kurucularını takip ettiklerini ispat et­mek için ona tutunma ihtiyacı hissederler. Günümüzde de durum böy­ledir. Çeşitli alanlarda faaliyet gösteren sosyal kurumlar, kendilerini sis­teme rabtetmek için, sistemin kurucularının sözlerinden dayanak arar­lar. Bulamadıklarında da ona söyletirler. Aynı durum İslam için de ge­çerlidir. Hz. Peygamber tarafından söylenmemiş pekçok söz, benzer gerekçelerle daha sonra onun adına uydurulmuştur.[1] eş-Şâtıbfnin (790/1388) ifadesiyle "sünnetten ayrıldıkları halde onun içinde ve ona bağlı olduklarını iddia eden herkesin, kendi yollarının vasıflarını delille­riyle beraber ispat etme zorluğu vardır. Çünkü delillerinin olmaması da­valarını yalanlayacaktır."[2]

Bu dayanak -Kur'ân yanında- elbetteki sünnet olacaktı. Kur'ân'da açık ifadelerle geçen ve kendilerini destekleyen bir delil bulma zorluğu ve ona eklemede bulunmanın imkansızlığı sebebiyle, daha kolay bir yol tutulmuş ve Hz. Peygamber'e istenilen herşey açıkça veya ta'rîzle söy-lettirilmiştir. M. Saîd Hatiboğlu'nun deyişiyle "Hz. Peygamber'in, İslâm camiasının en yüksek otoritesi oluşu, aynı zamanda onun, İslâm âlemi­nin en çok istismar edilen şahsiyeti hâline gelmesine müncer olmuştu."[3]

Ancak hadis uydurma işinin ne zaman başladığı tartışmalıdır. Bazı araştırmacılar bunu Hz. Peygamber zamanına, bir kısmı Hz. Osman'ın şehadetinden sonraya, diğer bir kısmı ise daha da ileri bir tarihe taşı­maktadırlar. Biz bu husustaki görüşleri zikredip tahlil ettikten sonra, var­dığımız neticeyi sunmaya çalışacağız.[4]

 

I- Hadis Uydurma Faaliyetinin Başlangıcına Dair Görüşler:

A- Hadis Uydurma Faaliyetinin Hz. Peygamber Zamanında Başladığı:

 

Bir kısım alimler hadis uydurma işinin ilk olarak Hz. Peygamber za­manında ortaya çıktığını söylemişlerdir. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla bunu ilk söyleyen İbn Hazm'dır (456/1064), İbn Hazm, değerlendirme­si aşağıda gelecek olan Bureyde rivayetini, hadis uydurmanın Hz. Pey­gamber döneminde başladığına delil olarak getirmektedir.[5]

Son dönemde de Ahmed Emîn (1374/1954) hadis uydurmanın başlangıcı hususunda, "uydurma işinin Hz. Peygamber zamanında or­taya çıktığı anlaşılmaktadır. Zann-ı galib, 'benim adıma bilerek yalan uy­duran cehennemdeki yerine hazırlansın' hadisinin, Hz. Peygamber adı­na söylenmiş bir yalan sebebiyle buyurulduğu yönündedir" demektedir.[6]

Sıddîqî de Bureyde hadisini delil getirir ve şöyle der: "Hadiste sahte­karlığın başladığı devri tayin etmek alaka çekici bir meseledir... Ben onun bizzat Peygamber (S.A.S)in hayatında neş'et etmiş olduğunu dü­şünüyorum. Düşmanları, onun mes'ul olmadığı sözlerini ve fiilleri uydu­rup ona isnad etmekten geri kalmadı. Böylece onu yanlış tanıtmakta maksatlan, halk efkârını onun aleyhine kıyam ettirmekti."[7]

Ebû Zehv ve el-Edlebî de aynı hadisi, Rasûlullah zamanında dahi ha­dis uydurmanın olduğuna delil getirirler.[8]

 

Değerlendirme:

 

Görüldüğü gibi, yukarıdaki görüşü savunanlar, "mert kezebe" hadi­sini kendilerine mesned almakta ve bunun -hadisin bazı tariklerinde de, geçtiği üzere- Rasûlullah zamanında uydurulan hadis sebebiyle söylen­diğini öne sürmektedirler. Bu görüşte olanlar, Hz. Peygamber'in böyle birşeyi sebepsiz yere demeyeceğini, yaşanan bir hadisenin ardından böyle buyurmuş olacağını düşünmektedirler. Bu yaklaşımı tahlil edebil­mek için, öncelikle "men kezebe" hadisinin söylenmesine sebep olarak zikredilen rivayeti ele almamız gerekmektedir. Bu rivayet -tesbit edebil­diğimiz kadarıyla- dört tarikle gelmektedir: [9]                                      

 

1-Bureyde Hadisi:

 

Ali b. el-Mushir, Salih b. Hayyân > İbn Bureyde tarikiyle hadisi Bu-! reyde'den (63/682) nakleder. Bureyde şöyle demiştir:                     

Medine'ye iki mil uzaklıkta Benû Leys kabilesine ait bir mahalle var­dı. Bir adam cahiliyye döneminde onlardan bir kız istemiş, onlar ise ver­memişlerdi. İşte bu zat, üzerinde güzel bir elbise İle tekrardan onlara geldi ve "bu elbiseyi bana Rasûlullah (a.s) giydirdi, mallarınız ve canları­nız hususunda hüküm vermemi (kadılık yapmamı) emretti" dedi. Daha sonra da sevdiği kadının evine gitti.

Bunun üzerine mahalleliler, Rasûlullah'a (a.s) haber salıp durumu sordurdular. Rasûlullah ise (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'ın (c.c) düşmanı yalan söylemiş!" Hz. Peygamber (a.s) hemen bir adam gönderdi ve ona şunu emretti: "Zannetmiyorum ama, sağ bulursan boynunu vur; ölü bu­lursan da cesedini yak."

Ravi diyor ki: Rasûlullah'ın (a.s) gönderdiği adam (yalancının yanına) geldiğinde, engerek yılanı tarafından sokulup ta ölmüş olduğunu gör­dü. Bunun üzerine cesedini ateşte yaktı. Rasûlullah'ın (a.s) 'kim bilerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın' hadisi­nin söylenme sebebi budur.[10]

 

Bureyde Hadisinin Tedkîki:

 

Bureyde hadisi çeşitli tariklerle rivayet edilmekle beraber tüm tarik­leri bir noktada birleşmektedir: Ali b. el-Mushir > Salih b. Hayyân > İbn Bureyde > babası Bureyde,.

Bu rivayet için "munkerdir, hiçbir şekilde sahih değildir" denilmiş­tir.[11] Çünkü senedinde Salih b. Hayyân el-Kureşî bulunmaktadır. Mü-nekkid hadisçilerin tamamı bu zatı zayıf kabul edip cerh etmişlerdir.[12] İbn Teymiyye (728/1328) her ne kadar "bu hadisin bir illetini bilmedi­ğini, İsnadının sahih olduğunu" söylese de[13], Salih b. Hayyân illet ola­rak yetmektedir. Nitekim ez-Zehebî de (748/1347) bu rivayet hususun­da şu değerlendirmeyi yapar: "Bu hadisin hiçbir[14] tariki sahih değildir." [15]

 

2-Abdullah B. Ez-Zubeyr Hadisi:

 

Yukarıdaki hadis benzer ifadelerle es-Serî b. Yezîd el-Horasânî > Ebû Ca'fer Muhammed b. Ali el-Fezârî > Dâvud b. ez-Zibrikân > Atâ b. es-Sâib > Abdullah b. ez-Zubeyr tarikiyle de rivayet edilmiştir. [16]

 

Abdullah B. Ez-Zubeyr Hadisinin Tedkîki:

 

es-Serî b. Yezîd el-Horasânî İle Ebû Ca'fer Muhammed b. Ali el-Fe­zârî hakkında bakabildiğimiz kaynaklarda malumat bulamadık. Dâvûd ez-Zibrikân'a (180 küsûr/796) gelince, münekkid muhaddislerin kahir ekseriyeti onu cerh etmiş, bir kısmı 'sika değil', bir kısmı' metrukü'1-ha-dîsdir', bir kısmı da 'kezzâbtır' demiştir.[17]

Atâ b. es-Sâib'e (136/753) gelince, ihtilat etmiş birisidir. İhtilâli da Davud'un kendisinden hadis aldığı zamana rastlar. Nitekim İbn Maîn (233/847) bu hususta şöyle söyler: "Şu'be (160/777) ve es-Sevrî (161/778) hariç Atâ'dan hadis işitenlerin tamamı, hadisleri karıştırma­ya başladığı dönemde ondan işitmiştir."[18] İbn Teymiyye'nin, bu rivayetin yukarıdaki tarîkin şâhid'i olduğunu söylemesinin de[19] bu sebeple pek kıymeti yoktur. Çünkü içinde bu derece zayıf kabul edilen, kezzâb oldu­ğu belirtilen birisinin rivayeti şâhid olarak alınamaz. [20]

 

3-  Abdullah B. Muhammed B. El-Hanefiyye Hadîsi:

 

Aynı hadis Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye'den (98/716) rivayet edilmekte ve sonu şu ifadelerle bitmektedir: "... Rasûlullah (a.s) kızdı ve ensârdan bir adamı gönderdi. Ona dedi ki: 'Git onu öldür, ce­sedini de ateşte yak.' O da geldi, baktı ki adam ölmüş ve defnedilmiş. Oradakilere emretti, kabir kazılıp cesedi çıkarıldı. Ardından cesedi ateş-te yaktı. Rasûlullah (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: "Kim bilerek benim adıma yalan uydurursa..."[21]

Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye hadisinin tedkîki:

Bu rivayetin senedinde Ebû Hamza Sabit b. Ebî Safiyye es-Sumâlî ei-Kûfî (148/765) bulunmaktadır. el-Heysemî (807/1404) bu zatın za­yıf, vâhi'l-hadîs [22]olduğunu ifade eder. [23]

 

4-Abdullah b. Amr Hadisi:

 

Abdullah b. Amr'dan gelen "bir adam Hz. Peygamber'in (a.s) güzel elbisesi gibi bir elbise giydi...." hadisi.[24]

Abdullah b. Amr hadisinin tedkîki:

Bunun senedinde de Atâ' b. es-Sâib el-Kûfî vardır. Bu zatla ilgili de­ğerlendirme yukarıda geçmişti.[25]

Buraya kadar zikredilen dört tarikin senedlerindeki bir kısım ravile-rin, hadis münekkidlerince tenkide tabi tutulduğu gözlenmektedir. Bun­ları rivayet edenler ya son derece zayıf ya da tanınmayan kimselerdir. Bu da sened açısından rivayete olan güveni sarsmaktadır. [26]

 

5- Hadîsin Mutlaka Bir Söylenme Sebebi Vardır             

Düşüncesinin Metin Tenkidi Açısından Tahlili:

 

Ahmed Emîn'in "Hz. Peygamber'in men kezebe hadisinin söylen­mesine sebep olan bir olay olmalıdır, zann-ı galip bu hadisin bir olaya mebni olarak söylendiğini göstermektedir" görüşü kabul edilecek olur­sa: Öncelikle belirtmek gerekir ki, "güvenilir eserlerde bu hadisin sebeb-i vurûduyla ilgili hiçbirşey geçmemektedir."[27] Dolayısıyla onlarca saha­be tarafından rivayet edilen hadisin vurûd sebebiyle ilgili olarak güveni­lir eserlerde bir şey gelmemiş olması, zayıf tariklerin metinlerinde geçen nedenlerle ilgili olarak zihinlerde şüphe uyandırmaktadır.

Ayrıca sahabeden herhangi birisinin, bilerek Rasûlullah adına yalan uydurduğu da tesbit edilememiştir. Bu sebeple, Ahmed Emîn gibi düşü­nenlerin görüşleri bir mesnede dayanmamakta, kendisinin de belirttiği gibi zandan öteye geçmemektedir.

Bunun yanında, yukarıdaki rivayet sahih olarak kabul edilse bile, hu­kuki açıdan sıkıntılar getirecektir. Çünkü rivayet, Hz. Peygamber'in suç­lanan insanı dinlemeden, itham edenlerle yüzleştirmeden, suçu ispatla­madan infazına hükmettiğini belirtmektedir. Oysa adamın suçsuz olma ihtimali vardır. Bu durumda, infaz gerçekleştikten sonra suçsuz olduğu anlaşılsa nasıl davranılacaktı? Keza, Rasûl adına da olsa, sevdiği kızı al­mak için yalan söyleyen bir müminin, katli gerekecek kadar büyük bir suç işlediği söylenemez. Belki, yalan ve iftiranın cezası olarak kendisine had cezası takdir edilseydi, bu daha münasip olurdu.

Ayrıca bu olay gerçekse, Hz. Peygamber ifk hadisesinde iftiracıları niçin cezalandırmadı sorusu akıllara gelecektir.[28]

Bu sorgulamalara, "Hz. Peygamber'in gönderdiği adam onun yanı­na vardığında zaten ölmüş olacaktı, burada bir mucize söz konusudur"diye karşılık verilecek olsa bile, bir devlet reisinin bu şekildeki uygulama­sının daha sonrakilere emsal teşkil etmeyeceğini kimse söyleyemez.[29]

Hadisin sebeb-i vurûduyla ilgili olarak elimizde sağlam bir delil olma­dığı için, Hz. Peygamber'in bu beyanını "sözlerinin olduğu gibi muha­fazası sadedinde, içine birşey karıştırılmasından sakındırmak babında söylemiştir" diye düşünmek, belki en mâkulü olacaktır. Abdullah b. Amr'ın şu rivayeti bunu teyid eder mahiyettedir:

"Hz. Peygamber birgün yanımıza geldi. Bizler sükût etmiş duruyor, Rasûlullah'ın sözlerini (birbirimize) aktarmıyorduk. Allah Rasûlü "sizleri hadisleri aktarmaktan alıkoyan nedir?" diye sorunca, bizler şöyle dedik: "Sizin 'kim benim adıma...' kavlinizi işittiğimizden, sözlerinize ilave ve eksiltmede bulunmaktan korkuyoruz." Rasûlullah bunun üzerine şöyle buyurdu: "Benden rivayet edin, bunda beis yoktur."[30]

Münafıkların, toplumu ifsad etmek için Hz, Peygamber zamanında hadis uydurmak isteyecekleri, bu çerçevede alda gelebilir. Ancak Rasû­lullah yaşarken böyle birşey vuku bulacak olsaydı, hayatta olması uydu­ranın tesbitini kolaylaştıracağından, buna tevessül edilmiş olabileceğini düşünemiyoruz. Ayrıca münafıkların sahabe tarafından bilinmekte oluş­ları, onlara karşı temkinli[31] yaklaşılmasını sağlamıştır. [32]

 

B- Hadis Uydurma Faaliyetinin Hz. Osman'ın Hilafetinin İkinci Döneminde Başladığı:

 

Ekrem Ziya el-Umerî, uydurma faaliyetlerinin Hz. Osman'ın hilafe­tinin ikinci döneminde, 29-35 (650-655) yılları arasında başladığını söylemektedir.[33] Çünkü bu dönemde büyük karışıklıklar meydana gel­miş, fitne alevlenmiş, insanlardan bir kısmı Hz. Osman'a karşı cephe almıştır.[34] el-Umeri, bununla beraber, Hz. Osman zamanında hadis rulduğuna dair nadir rivayetler bulduklarını söyler. Misal olarak ta şu ri­vayeti nakleder:

Ebûbekr b. Ubeyd el-Kureşî > meçhul bir zat > Kâmil b. Talha > İbn Lehîa > Yezîd b. Arnr el-Meâfirî vasıtasıyla sahabî Ebû Sevr ei-Feh-mî'den[35], o şunu anlatmıştır: Ebû Sevr anlatıyor: Hz. Osman'a gelmiş­tim. Bu arada İbn Udeys minbere çıktı ve şöyle dedi: Bakınız! Abdullah b. Mes'ûd (32/652) Rasûlullah'tan duyduğu şu hadisi bana aktardı: "Osman cariyenin efendisini aldatmasından daha çok sapıtmıştır."[36] Ben de Osman'a gidip onun dediğini aktardım. Osman ise şöyle dedi: "Vallahi İbn Udeys yalan söylemiş. Bunu ne İbn Mes'ûd'dan duymuştur, ne de İbn Mes'ûd Rasûlullah'tan işitmiştir."[37]

el-Umerî ardından şöyle söyler: "Muhtemelen İbn Udeys ilk hadis uydurandır. Bu hadise ise Osman'ın hilafeti zamanında olmuştur." [38]

 

Değerlendirme:                                                                            

 

el-Umerî'nin dediği gibi, bu hadisin lafzına bakıldığında, Hz. Osman'ı yermek için, onun zamanında uydurulmuş olduğu anlaşılmakta- j dır. Ancak, böyle düşünmeden önce rivayetin tedkiki gerekecektir:   [39]         

 

1-Ebû Sevr el-Fehmî'nin Rivayeti:

 

a)  el-Umerî'nin bahsettiği hadisi Kitâbu'l-Meuzûât\na alan İbnu'l-Cevzî (597/1201) "bunun mevzu olduğunda şüphe etmiyoruz. Ayrıca ravileri ta'n etmeye de gereksinim duymuyoruz. Şu kadar var ki, bu ri­vayet îbn Udeys'in bir iftirasıdır" demektedir.[40]

Burada hem İbnu'l-Cevzînin hem de el-Umerî'nin gözünden kaçan bir husus vardır: İbnu'l-Cevzfnin hadisin uyduruluşunu üzerine yıktığı İbn Udeys -aşağıda geleceği üzere- sahabeden Abdurrahman b. Udeys'tir. Bu zat Hz. Peygamberle beraber olup ondan hadis işiten, Rıdvan beyatında da hazır bulunan bir zattır. Mısır'ın fethinde bulun­muş, Hz. Osman'a karşı Mısır'dan gelen grubun Önünde yer almıştır. 36 (656) yılında da öldürülmüştür.[41]

Herhalde İbnu'I-Cevzî bu zatın sahâbî olduğunu tesbit edememiştir, îbn Udeys'le iigili ithamında delil göstermemesi bir tarafa, Hz. Osman'a karşı olan cephede yer almış olsa bile, ashabtan bazılarının mutlaka var olduğu bir mecliste, hem de minberde böylesi bir yalanı söylemesi im­kansız gözükmektedir. Ayrıca Rıdvan beyattnda bulunmuş ve Allah Te-âlâ'nın ayetiyie övülmüş [42] bir insanın, Hz. Peygamber adına yalan uy-durması İmkansız gözükmektedir.

b)  Bu rivayet sened yönüyle de sağlam değildir. Senedinde İbn Le­hîa bulunmaktadır. Rical alimlerinin ekseriyetinin cerh ettiği, kitapları yanmış birisidir.[43] Kitapları yanmış bir ravinin rivayetine güvenmek ise sağlıklı bir yol değildir. Ayrıca hadisin senedinde yer alan Ebûbekr b. Ubeyd el-Kureşî[44], hadisi Kâmil b. Talha'dan, kim vasıtasıyla aldığını açıklamadan, "bana Kâmil b. Talha'dan tahdîs edildi" demektedir. Ara-daki mübhem kişinin kimliğinin meçhuliyeti de rivayetin senedini iyice zayıflatmaktadır. Buna el-Kureşî'nin hadis rivayetinde oldukça gevşek oluşu da eklenince rivayetin güvenilecek tarafı kalmamaktadır. [45]

 

2-Ebû Sevr el-Fehmî'den Gelen Diğer Tarik:

 

Bu rivayet yine İbn Lehîa > Yezîd b. Amr tarikiyle Ebû Sevr'den, metni farklı olarak, şu şekilde  rivayet edilmektedir:

Ebû Sevr anlatıyor: "Hz. Osman'a geldim. Yanındayken birara dı­şarı çıktım, bir de baktım ki, Mısırlılar geri dönmüşler. Hemen Hz. Os­man'ın yanına varıp durumu haber verdim. Bana onları nasıl gördüğü­mü sordu. Ben de "yüzlerinde şer müşahede ettim" dedim. Başlarında İbn Udeys el-Belevî vardı. İbn Udeys Hz. Peygamber'in minberine çık­tı ve ardından onlara cuma namazını kıldırdı. Hutbesinde Hz. Osman'ı tahkir etti. Hz. Osman'ın yanına varıp dediklerini aktardım. O ise şöy­le dedi: "Vallahi İbn Udeys yalan söylüyor. {Sen bunu aktarmasaydın) kesinlikle demeyecektim ancak, ben İslam'da önde gelen dört kişinin dördüncüsüyüm. Rasûlullah bana kızını nikahladı, o vefat edince diğeri­ni nikahladı. Ben ne cahiliye döneminde, ne de müslümanken zina et­medim, hırsızlık yapmadım. Zina yapmadığım gibi, İslam olduktan son­ra böyle bir emelim de olmadı. Rasûlullah'a beyat ettikten sonra sağ eli­mi avret mahallime hiç sürmedim. Hz. Peygamber'den sonra Kur'ân'ı biraraya getirdim. Müslüman olduktan sonra, her cuma günü bir köle azad ediyorum. Bu cuma ise bunu yapamadım, önümüzdeki cuma iki­sini birden azad edeceğim..."[46]

a) Bu rivayette İbn Udeys'in nisbeti el-Belevî diye geçmektedir. Böy­lece, önceden zikri geçen sahâbî olduğu kesinlik kazanmaktadır. Ayrıca Hz. Osman'ın bu rivayetteki şekliyle kendisini savunmasından, İbn Udeys'in hadis aktarmak yerine, kendi görüşleri doğrultusunda, Hz. Os­man'ı iffeti yönüyle tahkir ettiği anlaşılmaktadır.

b)  Bu da diğeri gibi İbn Lehîa vasıtasıyla rivayet edilmektedir.

İbn Lehîa'nın mecruh olmasını bir tarafa bırakacak olursak, bu riva­yetten anlaşıldığına göre İbn Udeys Hz. Osman'ın aleyhine bir hadis serdetmemiş, sadece bazı kötü sözler söylemiştir. Çünkü böyle bir hadis zikretmiş olsaydı, Ebû Sevr onu Hz. Osman'a mutlaka aktarır, o da bu­na temas ederek reddederdi. Ayrıca Hz. Osman'ın kendi faziletlerini ve iffetini zikretmesi, İbn Udeys'in sadece ona hakaret ettiğini göstermek­te, bundan bile onun bir hadis zikretmediği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, İbn Udeys'in hadis zikretmediği, hadis diye zikredile­nin ise kendi sözü olduğu anlaşılabilir. Bu yorum, İbn Lehîa'nın kitapla- ;| nnın yandığı ve ihtilat etmiş birisi olduğu düşünüldüğünde makul olmakta rivayetler arası farklılıkların ondan kaynaklanabileceği ihtimali doğ­maktadır. Böyle olunca da buradaki rivayeti, Hz. Osman zamanında ha­dis uydurulmaya başlandığına delil getirmek uygun düşmemektedir.

İbn Udeys'in Hz. Osman hakkında böyle bir suçlamada bulunması­na gelince; siyasi karmaşa içerisinde, karşı cephede yer alması sebebiy­le ifadelerinin dozunu kaçırmış olması -doğru olmamakla birlikte- izah edilebilir durumdadır. Çünkü Hz. Osman'a lakab takma ve suçlamalar kargaşa döneminde yapılan bir işti. Nitekim kendisine Mısırlı bir zat kas­tedilerek "uzun sakallı ihtiyar (moruk)"[47] anlamında, Na'sel lakabının ta­kılması da bunu teyid etmektedir. [48]

 

C- Hadis Uydurma Faaliyetinin H. 40'da Başladığı:

 

Bazı alimler hadis uydurma faaliyetinin başlangıcı olarak h. 4O'ı (660) gösterirler. Örneğin, Accâc el-Hatîb fitnelerle ilgili genel bilgileri arz ettikten sonra, hadis uydurma faaliyetinin ilk asrın ilk yarısından bir müddet önce başladığını belirtirken[49], es-Sibâî sünnetin safiyetini koru­duğu dönemin nihayet bulduğu ve uydurma faaliyetlerin başladığı yılın h. 40 olduğuna işaret eder.[50]

el-A'zamî de uydurma faaliyetinin daha ziyade h. 40'h yıllarda baş­ladığını söyler.[51] Asrımız hadisçilerinin önde gelenlerinden olan Ebû Gudde de, hadis uydurma faaliyetinin başlangıcını 40 yılı olarak göste­rir ve uydurma faaliyetinin Hz. Osman'ın şehadetiyle ortaya çıkan fit­neden sonra zuhur ettiğini belirtir. O şöyle der: "Sünnet-i mutahhere te­miz ve arınmış olarak dört halife (ra) devrinin sonlarına kadar devam et­ti. Bu da hicretten sonra kırk yıl civarı eder."[52]

Ebû Şehbe de aynı kanaatta olup uydurma faaliyetinin 40 yılı civa­rında başladığını belirtir. Onun bu husustaki düşüncesi şöyledir: Çeşitli milletlere mensup insanlardan bir kısmı İslam'a girerken samimiyken, diğer bir kısmı da gerçek niyetlerini gizlemekteydiler. Bunların bir bölü­mü münafık, bir kısmı zındık olup çeşitli vesilelerle İslam ümmetini par­çalamaya gayret gösteriyorlardı. Bir kısmı da yahudi ve hristiyan olup hissettirmeden kendi davalarına hizmet ediyorlardı. İşte tüm bunlar, Hz. Osman'ın müsamahasını fırsat bularak İlk fitne tohumlarını serpmeye başladılar. Yahudi İbn Sebe bölge bölge dolaşıyor, insanları zehirliyordu. Yaptıklarını da Şiîlik, Hz. Ali sevgisi adına yapıyor, Hz. Ali'nin Hz. Ebû-bekr ve Hz. Ömer'den daha çok hilafete layık olduğunu sağda solda ya­yıyordu. İşte bu arada, "her peygamberin bir vasîsi vardır, benim vasîm de Ali'dir" hadisini uydurdu. Bununla da yetinmeyip Hz. Ali'nin ilah ol­duğunu iddia etti. Bu kötü faaliyetleri sebebiyle Hz. Osman onu kovdu. Hz. Ali de kovup kanının helal olduğunu belirtti. O ise, yaptıklarıyla ye­tinmeyip faaliyetlerine devam etti. İbn Sebe'nin bu propagandalarına bazı müslümanlar, özellikle de Mısırlılar inandılar. Ve nihayet bu sahte­kar, Hz. Osman'ın başını almaya kadar uzanan fitnenin oluşmasını ba­şardı. Hz. Ali hilafete geçtiğinde karşısında büyük bir ihtilaflar yığını bui-du. Daha İlk günden itibaren, Hz. Osman tarafını tutanlar ona düşman­lık beslediler. Bunların neticesinde kanlı savaşlar oldu. Bu arada, Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında tahkim olayına razı olmayan Haricîler zuhur etti. Bu sefer cephe Hz. Ali'ye açıldı. İnsanlar artık kesin hatlarla fırka­lara ayrılmış oldular: Hz. Ali'yi destekleyen Şiîler, Hz. Osman taraftar­ları, herkese düşmanlık eden Haricîler, Muâviye ve Umeyyeoğulları ta­raftan Mervânîier. İşte bu fırkalardan bir kısmı kendilerini desteklemek için hadislerden, tefsirden, siyerden ve diğer istifade edebilecekleri yer­lerden deliller aramaya başladılar. Tüm bu olaylar 40 yılı civarında ol­maktaydı. O günden sonra uydurma hareketi artarak devam etti.[53]

Görüldüğü gibi, h. 40 yılını başlangıç olarak verenlerin bir kısmı, ke­sin olarak bu tarihden itibaren başladığını söylerken, bir kısmı da Hz. Osman dönemindeki fitne devrinde çok az hadis uydurulduğunu ancak, İşin boyutunun h. 40'da arttığını ifade ederler. Bu görüşün değerlendir­mesi konunun sonunda yapılacaktır. [54]

 

D- Hadis Uydurma Faaliyetinin H. 41 De Başladığı:

 

Ebû Zehv'in, hadis uydurmanın Rasûlullah zamanında söz konusu olduğunu belirttiğine yukarıda temas etmiştik. Bunun yanında o, Hz. Osman zamanında İbn Sebe taraftarlarınca hadis uydurulduğunu ve bunların fitne ateşini yaktığını, halifenin katline kadar varan karışıklıkla­ra neden olduğunu belirtir. Daha sonra Hz. Ali'nin hilafeti ele aldığını, onunla Hz. Muâviye arasında olanların olduğunu, insanların Şiî, Haricî ve bunların dışında kalan cumhur şeklinde gruplara ayrıldıklarını belirtir. İşte bu noktada, Rasûlullah adına yalan uydurma hadisesinin net olarak ortaya çıktığını belirtirek alimlerin hicri 41 (661) yılını mevzu rivayetin başlangıcı olarak kabul ettiklerini söyler. Bunun ise hadis uydurmanın açıkça ortaya çıktığı tarih olduğunu belirtir.[55]

Bu görüşün değerlendirmesi de bir önceki gibi konunun sonunda ya­pılacaktır. [56]

 

E- Hadis Uydurma Faaliyetinin Birinci Asrın Son Üçte Birlik Döneminde Başladığı:

 

Hadis uydurmanın ne zaman başladığını genişçe işleyen Fellâte, bu­nun birinci asrın son üçte birlik diliminde (h. 66'dan sonra) başladığını ve delillerin, bu faaliyetin bu dönemde ortaya çıktığını gösterdiğini söy­ler.[57] Bundan önceki karışıklıkların ise yalan uydurma döneminin bir ne­vi "hazırlık safhası" olduğunu belirtir.[58] Bu karışıklıkları şöyle sıralar:

1- Ashabın tenkit edilmeye başlanması: Hz. Osman'ın çeşitli sebep­lerden dolayı tenkit edilmesi gibi. Seferde namazı mukîm gibi kılması, mushafi tek bir nüshada toplayıp diğerlerini yakması bunun sebeplerin­den bir kısmıdır. Aynı şekilde Hz. Ali de tahkîm meselesinde tenkit edil­miştir.

2- Bazılannm, halkı imamlara ve halifelere karşı kışkırtması: İbn Udeys'in Rasûlullah'ın minberinde insanları Hz. Osman'a karşı kışkırt­ması, Muhammed b. Ebîbekr es-Sıddîk'in de Hz. Osman'ın kanının he­lal olduğunu söyleyerek haikı galeyana getirmesi gibi. Sahabeden bazı­larının ve Rasûlullah'ın hanımlarının bir kısmının adıyla yazılan yalan mektuplar da böyledir: Rasûlullah'ın hanımlarının dilinden yazılan Hz. Osman'ı ta'n edici mektuplar ile Mervan'ın Hz. Osman'ın adına yazıp ta altına mührünü bastığı, Hz. Osman'a karşı çıkan bazı Haricilerin öl­dürülmesine dair mektup gibi.

3- Halifelerin (Hz. Osman ile Hz. Ali'nin) şehid edilmeleri.

4- Müslümanların kamplara ayrılması: Hz. Osman'ın şehadetinden sonra insanların temelde iki gruba ayrıldığını; bir kısmının Hz. Ali'nin hilafetini kabul ederken, diğerlerinin ise Hz. Osman'ın kanını talep ede­rek ona karşı çıktıklarını görmekteyiz. Cemel vakası ve Talha ile ez-Zu-beyr'in katledilmesinden sonra Şam hariç diğer yerler sükûnete kavuş­tu ancak insanlar iki gruba ayrıldı: Çoğunluğu teşkil eden Hz. Ali taraf­tarları ile Hz. Muaviye'yi destekleyen Şamlılar. Bu iki siyasi grup arasın­daki ihtilaf sonunda Sıffîn savaşı meydana geldi. Bu safhada da insan­ların Hz. Ali'ye karşı iki gruba ayrıldığını görmekteyiz:

a) Tahkim olayını kabul etmeyip, Hz. Ali'yi suçlayanlar. Bunların bir kısmı Hz. Ali'yi tekfir ettiler. Hz. Ali'nin şehadeti de zaten bu gruptan birisinin elinden oldu. Daha sonra bu grup ta kendi içinde kamplara ay­rıldı.

b) İkinci grup ise Hz. Ali ile beraber kalanlardır. Yalnız bunlar da çok geçmeden ihtilafa düşüp gruplara ayrıldılar. Bir kısmı onun, müminlerin halifesi olduğunu ve bu vasfının devam ettiğini kabul ederken, diğer bir grup ise halife olmaktan öte ilah olduğunu iddia ettiler. Zaman geçtikçe bu fırkalar kendi içlerinde çeşitli fraksiyonlara ayrıldılar. Her fırka ken­disinin hak üzere olduğunu iddia edip, zahiren veya istidlal yoluyla tevi­le baş vurarak, ayetlerle kendilerini haklı çıkarmaya başladılar.[59] Sıkış­tıkları noktalarda ise sünnete yönelip aynı metodları onda uygulamaya başladılar.

Bu karışıklıklar esnasında, çeşitli dinlerden İslam'a girenler de inanç­larını beraberlerinde getirmişler, İbn Sebe gibi zahirde müslüman olup İslam'ı ifsad etmeye çalışanlar boş durmamıştır. İbn Sebe Hz. Ali'nin ilah olduğu ve Hz. Peygamber'in geri döneceği gibi sapık görüşlerini oradan oraya dolaşarak yaymaya çalışmıştır.[60]

İşte tüm bu karışıklıklar sonunda, önde gelenleri olmak üzere saha­benin saygınlığı sarsılmış, toplum herkesin karşıdakine diş bilediği frak­siyonlara ayrılmıştır. Meydana gelen savaşlarda sahabenin pekçoğu ha­yatlarını kaybetmiştir. Tüm bunların ardından Hz. Muaviye'nin vefatıy­la Yezîd'e beyat fitnesi ortaya çıkmış, netice Hz. Hüseyin'in şehadetine, Ka'be'nin dahi mancınıkla topa tutulmasına varan üzücü hadiselere var­mıştır.[61]

5- Bu dönemde insanların, kabul ettikleri görüşlere revaç buldurmak için sahabe adını kullanarak yalanlar uydurduğunu görmekteyiz.[62] Bundan en çok nasibini alan da Hz. Ali olmuştur. Şu rivayetler bunu teyid etmektedir:

a) Tâvûs anlatıyor: "İbn Abbas'a (68/687) Hz. Ali'nin (ra) hükümle­rinin yazılı olduğu sahife getirildi. Bir zira'Iık (dirsekle parmak ucu ara­sı miktarlik) kısmı hariç gerisini hep yok etti. Sahife tomar şeklinde uzunca idi."[63]

b) İbn Ebî Muleyke anlatıyor: "İbn Abbas'a mektup yazıp, bazı hu­susları gizli tutarak bana (hadislerden müteşekkil) bir mektup yazmasını istedim. Benim hakkımda şöyle demiş: "Samimi bir çocuktur. Yazaca­ğım hadisleri seçiyorum ve bir kısmını ondan gizliyorum."

Yine İbn Ebî Muleyke diyor ki: "İbn Abbas Hz. Ali'nin mahkeme ka­rarlarının bulunduğu sahifeyi istetti. Ondaki bazı şeyleri yazmaya başla­dı. Arada birşeye takılıyor "vallahi o böyle karar vermemiştir" diye te­reddüdünü belirtiyor, "yok eğer vermişse de hata etmiştir" diyordu.[64]

c) Hz. Ali'den sonra onun adına bazı şeyleri uydurduklarında, arka-daşlanndan birisi üzüntüsünü şu ifadelerle beyan etmişti: "Allah belala­rını versin! Güzelim ilmi ifsad ettiler."[65]

Tüm bu gelişmeler, Hz. Peygamber adına yalan hadis uydurmayı ha­zırlayan sebeplerdi. Ben Rasûluliah'ın vefatından itibaren, ilk asrın son üçte birlik çeyreğine kadar geçen süre içerisinde, birinin hadis uydurma­ya cesaret ettiğine ve bunu Rasûlullah adına hadis uydurmaya başlangıç kabul edebileceğime dair sağlam bir rivayete rastlamadım.

Hadis uydurmanın başlangıcına delalet eden ilk olay olarak şunu tes-bit ettim: İbn Ebî Ubeyd el-Muhtâr es-Sekafî (67/687) hadisçilerden bi­risine "benim Rasûlullah'tan sonra halife olacağıma ve onun neslini kol­layacağıma dair bir hadis uydur. Bunun karşılığında sana onbin dirhem, bir elbise, bir deve, bir tane de köle vereceğim" der. Teklifte bulunduğu adam bunu kabul etmez ve şu cevabı verir: "Hz. Peygamber adına uy-duramam. Ama sahabeden dilediğini seç, onun adına birşey uydurayım. Ayrıca fiyatta da dilediğin kadar tenzilat yaparım." el-Muhtar, "fakat Hz. Peygamber'den olursa daha etkileyici olur" deyince, adam da "azab ta daha şiddetli olur" der ve hadis uydurmaya yanaşmaz.[66]

Diğer bir rivayet meseleyi daha açık olarak ortaya koymakta ve ken­disinden hadis uydurması istenen kimsenin İbnu'r-Reb'a el-Huzâî oldu­ğu geçmektedir.[67]

Fellâte, el-Muhtâr'ın insanları Rasûİullah adına hadis uydurmaya zorladığına dair başka haberler de zikreder. el-Muhtâr'ın bu tür şeylere, Kûfe'de ortaya çıkıp insanları Muhammed b. el-Hanefiyye'ye beyat et­meye, Hz. Hüseyin'in intikamını almaya, katillerinin peşine düşmeye, İbnu'z-Zubeyr'e ve Abdulmelik b. Mervan'a karşı koymaya çağırdığı za­man başladığını ve 67'de öldürülene kadar buna devam ettiğini söyler. Rivayetler her ne kadar insanların el-Muhtar'ın sıkıştırmasına boyun eğ­mediğini gösterse de uydurmayı düşünmesi sebebiyle bu düşüncesini uydurmanın başlangıcı olarak kabul edebiliriz, der.

Feliâte devam ederek şöyle söyler:-Bu sebeple ben, sahabenin bü­yük çoğunluğunun vefat ettiği, geriye küçüklerinin kaldığı, bunların da toplumda bir ağırlıklarının kalmadığı, zaten cemiyetten de kaçtıkları bir dönem olan "İlk asrın son üçte birlik dilimi, hadis uydurmalarının başla­dığı dönemdir" diyorum.

Fellâte düşüncesini bu şekilde sunduktan sonra, kendisine itiraz edi­lebileceğini ve fitnenin ardından hadis uydurmanın başladığını gösteren rivayetlerin zikredilebileceğini belirterek, itiraz noktalarını sıralar ve ar­dından da bunların neden kendi görüşünü nakzetmediğini belirtir:

1- İbn Şîrîn (110/728) şöyle söyler: "Önceleri isnad sormuyorlardı, ne zaman ki (Hz. Osman'ın katliyle neticelenen) fitne zuhur etti, 'bize ravilerinizin İsimlerini söyleyin' demeye başladılar. Böylece, ehl-i sünnet olanlara bakılıp hadisleri alınır, ehl-i bidat olanlara bakılıp hadisleri alın­maz oldu."[68]

Fellâte bunu şöyle değerlendirir: İbn Sîrin'İn bu sözü, fitneyle bera­ber hadis uydurmanın başladığını göstermemektedir. Bilakis, imamların hadislerin kabulünde ihtiyatlı ve çok sıkı davrandıklarını, bidat sahibi kimselerden hadis almaktan geri durduklarını ortaya koymaktadır. Bu­nu: a) ya ilk nesle muhalif bir yol tuttuklarından dolayı onları cezalandır­mak gayesiyle b) veya bidat ehli olmalarının onları zayıf kimselerden ha­dis almaya sevk edebileceği endişesini taşıdıklarından c) veyahutta ken­di bidatlerini destekleyen rivayetlerin yalan olmasından şüphe ettiklerin­den dolayı yapmışlardır. Görüldüğü gibi, bu rivayet hadis uydurmayı de­ğil, onların son derece teyakkuz halinde bulunduklarını göstermektedir.

2- Tâvûs'tan: Buşeyr el-Adevî (69/688) İbn Abbas'a gelip hadisler ri­vayet etmeye başlayınca, İbn Abbas ona, "şu hadisi bir daha tekrar et hele" dedi. O da tekrar etti. Sonra yine hadisler rivayet etti. İbn Abbas yine "şu hadisi bir daha tekrar et hele" dedi. O da tekrar etti. Bunun üzerine Buşeyr İbn Abbas'a dedi ki: 'Anlamadım! Tüm hadislerimi ka­bul ettiniz de bunu mu reddeddiniz? Yoksa tüm hadislerimi reddedip bu-j nu mu kabul ettiniz?' İbn Abbas da ona şu cevabı verdi: "Bizler Rasûlul-i lah'tan (a.s) hadisler rivayet ediyorduk. Çünkü o zamanlar Allah Rasûlü! (a.s) adına yalan söylenmezdi. İnsanlar ne zaman ki hırçın develerle uy­sal develere binmeye başladı[69], ondan gelen hadisleri terk ettik."[70]

Fellâte bunu şöyle değerlendirir: İbn Abbas'tan gelen bu rivayet, onun hayatının son demlerine hamledilir. Malum olduğu üzere o, ilk as­rın son üçte birük diliminin ilk yıllarında (68/687) vefat etmişti. Dolayı­sıyla bu rivayet bizim görüşümüze ters düşmemektedir.

Fellâte, bu değerlendirmesinin ardından, bu rivayetin İbn Abbas'tan üç tarikle geldiğini belirterek, diğer tarikleri de zikreder:

1- Tâvüs'tan: Buşeyr ona hadisler rivayet etmeye başlayınca, İbn Ab­bas "şu hadisi bir daha tekrar et" dedi. O da denileni yaptı. Bunun üze­rine Buşeyr îbn Abbas'a dedi ki: "Anlamadım! Tüm hadislerimi kabul ettiniz de, bunu mu reddettiniz? Yoksa tüm hadislerimi reddettip bunu mu kabul ettiniz?" İbn Abbas ona şu cevabı verdi: "Bizler Rasûİullah'tan hadisler rivayet ediyorduk. Çünkü o zamanlar Rasûİullah adına yalan söylenmezdi, insanlar ne zaman ki hırçın develerle uysal develere bin­meye başladı, ondan gelen hadisleri terk ettik."[71]

2- Tâvûs'tan: "Bizler önceleri hadisler ezberlerdik. Bu ezberleme Ra-sûlullah'ın kendisinden işitilerek yapılırdı. Fakat ne zaman ki hırçın de­velerle uysal develere binmeye başladınız, heyhat."[72]

3- Mucâhid'den: Buşeyr el-Adevî İbn Abbas'a gelip "Rasûİullah şöy­le buyurdu", "Rasûİullah şunu söyledi", Rasûİullah buyurdu ki" dedikçe,

İbn Abbas onu hiç nazar-ı itibara almadı. Bunun üzerine "ey İbn Abbas! Bakıyorum da hadislerimi dinlemiyorsun. Sana Rasûlullah'tan hadis ak­tarıyorum, sense oralı olmuyorsun bile!" dedi. İbn Abbas da "biz önce­leri bir adamın 'Rasûlullah şöyle buyurdu' dediğini duyduğumuzda, göz­lerimizi ona diker, kulaklarımızı kabartırdık. İnsanlar ne zaman ki hırçın develerle uysal develere binmeye başladı, sadece tanıdığımız kimseler­den hadis alır olduk" cevabını verdi."[73]

Fellâte bunları şöyle değerlendirir: Bu kıssaların hepsi aynı olayı an­latmaktadır. Rivayetler arasındaki farklılıklar hiç şüphesiz ki manayla ri­vayet sebebiyledir. Görüldüğü gibi, İbn Abbas Buşeyr'in rivayetlerini dinlemeyişinin sebebini, insanların hırçın develerle uysal develere bin­mesi olarak göstermektedir. Bu sözüyle kasdettiği, insanların çeşitli fır­kalara ayrılmalarıdır; yoksa bazılarının anladığı gibi, Rasûlullah adına yalan uydurulduğu bağlamında söylenmiş değildir. Böyle birşey olmuş olsaydı, Buşeyr'den tek bir hadis bile dinlemezdi. Çünkü onu yalancılık­la suçlamış olsaydı hiçbir hadisine kulak dahi kabartmazdı. Ancak gör­düğümüz gibi, hadislerine kulak vermiş, bir kısmını tekrar ettirmiş, bir kısmını da sükût edip dinlemiştir. Bu ise, onu tekzîb etmediğini göster­mektedir.

İlk rivayette geçen, Buşeyr'in hadislerinin reddedilme sebebi olarak Rasûlullah adına yalan uydurulması illetine gelince; bu, ravinin anladığı birşeydir. Hırçın develerle, uysal develere binmek sözünden böyle bir mana çıkarmıştır. Aynı hadisin sonunda gelen "ondan gelen hadisleri terk ettik" ifadesi görüşümüzü teyid etmekte, ravinin hadisi anladığı manayla rivayet ettiğini göstermektedir. Oysa bu, aynı rivayette geçen, İbn Abbas'ın Buşeyr'in rivayetlerinin bir kısmını almasına, bir kısmını da reddetmesine ters düşmektedir. Nitekim bu itirazı "sadece tanıdığımız kimselerden hadis alır olduk" sözü de teyid etmektedir. Bu durumda, İbn Abbas'ın muradı, insanlar fırkalara ayrılınca, sadece tanıdığımız kimselerden hadis aldık manasındadır. İbn Sîrîn'İn fitne çıktıktan sonra sadece ehl-i sünnetten olanlardan hadis aldıklarını söylemesi de aynı manadadır.[74] Veyahutta "Habru'Wmme" olan İbn Abbas bu sözüyle, kendi yanında maruf olan hadisleri aldığını demek istemiş te olabilir. Malum olduğu üzere o pekçok hadisi biliyordu. [75]

 

Fellâte'nin Görüşünün Değerlendirilmesi:

 

Fellâte'nin varmak istediği neticeye giderken başvurduğu zorlama aözden kaçmamaktadır. Gelen rivayetleri eğip bükerek, uzak yorumla­ra tabi tutarak, hadis uydurma faaliyetini geç bir dönemde başlatmak için çaba sarf etmektedir. İbn Sebe'nin Hz. Peygamber'in geri dönece­ğini, Hz. Ali'nin İlah olduğunu iddia edecek kadar ileri gittiğini söyleme­sine rağmen hadis uydurmadığını demek istemektedir. Bu derece bozuk ve batıl inançları uydurabilen, buna müsait zemin ayrıca taraftar bulabi­len bir insanın, hadis uydurmaya gelince geri durması, ashabtan vs. korkması düşünülemez. Eğer ashab bu derece toplum üzerinde hakim idiyse, İbn Sebe'nin batıl fikirlerinin halk nezdinde taraftar bulmasına mani olmaları gerekirdi. Oysa gelen fitne seli karşısında durmak kudret dahilinden çıkmıştı. Ayrıca bu zatın hadis uydurma faaliyetinde bulun­duğuna dair açık ve net deliller vardır. Aşağıda geleceği üzere, Hz. Ali'nin vasi olduğunu uydurması gibi.

Fellâte'nin bazı rivayetleri mecrasından kaydırdığım da görüyoruz. Örneğin, Hz. Ali adına bazı şeyler uydurulunca, arkadaşlarından birisi­nin "Allah belalarını versin! Hem de ne ilmi ifsad ettiler" sözünü, Hz. Ali'nin kendi sözlerinin çarpıtılmasına hasretmektedir. Halbuki burada ağırlıklı olarak kastedilen Hz. Ali'den gelen sözler yanında hadis rivayet­leridir de.[76] Çünkü Fellâte bu rivayeti Müslim'den aktardıktan sonra he­men peşinden gelen el-Muğîre'nin şu sözüne dikkat etseydi, burada ne­yin kastedildiğini daha iyi anlayabilirdi. el-Muğîre burada şöyle demek­tedir: "Hz. Ali'den hadis nakletme hususunda, Abdullah b. Mes'ûd'un arkadaşlarından başka doğru söyleyen yoktur."[77] Ayrıca en-Nevevî'nİn (676/1277) şerhindeki ifadeler de bu hususu teyid etmektedir: "Bu sö­züyle, Râfızîlerin ve Şiilerin Hz. Ali'yle ilgili bilgilere ve hadislere kattıkları, ona izafe ettikleri, yalan-uydurma rivayet ve sözlere işaret et­mektedir. Onlar, bunları hak olanlarla karıştırdılar, katıştırdıkları yalan­larla sahih olanlar birbirlerinden ayırt edilemez oldu."[78] Dolayısıyla bu rivayet, Hz. Ali'nin vefatından sonra Kûfe'de yalanın yayıldığını göster­mektedir.

Fellâte aynı şeyi İbn Sîrîn'İn (110/728) sözünde de yapar. Onun, fit­ne zuhur edince, ehl-i bidatin rivayetlerini almadıkları sözünü, ihtiyatlı davrandıkları manasına alır. Halbuki, onları bu ihtiyata sevk eden birşey hadis uydurma olmasaydı, ehl-İ bidatin rivayetlerinden sakınmazlardı.

Fellâte'nin el-Muhtâr'la ilgili naklettiği rivayet ise, hadis uydurma fa­aliyetinin boyutuna işaret etmekten öte, hadis uydurmanın başlangıcıy­la ilgili birşey ifade etmemektedir. Gerçekten de el-Muhtâr es-Seka-fî'nin dönemi (66/685-67/687 yıllan) hadis uydurmanın ağırlıklı oldu­ğu bir zaman dilimidir. Nitekim Hz. Ali'nin arkadaşlarından birinin "Al­lah belalarını versin! Hem de ne ilmi ifsad ettiler" sözü, Huzeyme b. Nasr el-Absî'nin beyanına göre, el-Muhtâr'm günlerinde söylenmiştir. İbrâhîm en-Nehaî (96/714) bu sözü nakletmeden önce kendisi de şöy­le demiştir: "el-Muhtâr1 m zamanında isnad sorulur oldu. Çünkü o gün­lerde Hz. Ali adına çok yalanlar uyduruluyordu."[79] İbn Receb de (795/1393), el-Cûzecânî'den naklen, ei-Muhtâr'ın kendisinin de Hz. Ali adına hadis uydurulmasını teşvik ettiğini nakleder.[80] Dolayısıyla, bu dönem, uydurmanın başladığı değil, yayıldığı bir dönemdir. Netice itiba­rıyla, el-Muhtâr'ın mevzu hadis uydurulmasına teşviki, bir takım Arap­ların, Şiîliği istismar ederek idareyi almak için gayret sarfettiklerini gös­termesi [81] açısından önemlidir. [82]

 

Iı-Sonuç:

 

Eldeki bilgilere baktığımızda, bazılarınca h. 40-41 yılları hadis uydur­ma faaliyetinin başlangıcı olarak kabul edilmesine rağmen, h. 34-35 ta­rihleri bizlere daha makul gelmektedir. Çünkü bu tarihler, fitnenin pat­lak verdiği yıllardır. Fitnenin hazırlık safhası diyebileceğimiz Hz. Os­man'ın hilafetinin ikinci döneminde, özellikle İbn Sebe'nin[83] hadis uydurma faaliyetlerinde bulunduğu söylenebilir ancak, onun hadis uydur­ma faaliyetini insanların Mısır'dan Medine'ye yürümesi dönemine yakın bir zamana hasretmek makul olacaktır. Zira bu zatın hadis uydurmaya daha baştan başladığı kabui edilecek olursa, fazla karışıklıkların olmadı­ğı Hz. Osman'ın hilafetinin ikinci diliminin (29-35 yılları) ilk yıllarında böyle bir şeye tevessül etmesi durumunda bunun ashaba intikal edece­ği, çeşitli bölgelere dağılmış sahâbîierin onu engelleyeceği aşikardır. Bu sebeple karışıklıkların arttığı son yıllar hadis uydurmaya daha münasip görünmektedir. Kaynaklar onun faaliyetlerini hızlandırmasını ve insan­ların etrafında toplanmasını Mısır'a gittiği dönem olarak gösterirler, çünkü daha önce dolaştığı bölgelerde başarılı olamamıştı. Mısır'a yerleş­mesi ise Hz. Osman'ın hilafetinin son yıllarına tekabül etmektedir. Mı­sır'daki insanları birden Hz. Osman'a karşı aya kandıramayacağı da dü­şünülürse, bunu son iki yıla tahsis etmek en uygunu gözükmektedir.

San'a'h bir yahudi olan Abdullah b. Sebe'nin bu dönemde hadis uy­durduğunu gösteren en güzel deli!, Hz. Ali'nin Rasûlullah tarafından va-sî ilan edildiğini iddia etmesidir. et-Taberî'nin (310/922) verdiği bilgiye göre, bu zat Hz. Osman zamanında zahiren müslüman olmuş, daha sonra İslam beldelerinde dolaşarak inananları ifsad etmeye gayret et­miştir. İlk önce Hicaz, Basra, Küfe, Şam bölgelerinde dolaşmış, Şam'daki fesadiarında başarılı olamayıp buradan kovulunca Mısır'a yer­leşmiştir. Burada, Hz. Peygamber'in dünyaya dönmeye Hz. İsa'dan da­ha layık olduğunu yaymıştır. İnsanlar ona inanmışlar ve yaydığı görüşle­ri sağda solda konuşmaya başlamışlardır. Bunun ardından, Hz. Ali'nin Rasûlullah tarafından vasî tayin edildiğini yaymıştır. Ardından da Hz. Osman'ın hilafeti gaspettiğini ortaya atmış ve halkı Hz. Osman'a ve va­lilerine karşı kışkırtmıştır.[84] Bu olayların olduğu tarih h. 34-35'tin Hz. Peygamber'in geri döneceği inancını ve Hz. Ali'nin Rasûlullah tarafından vasî ilan edildiği yalanını ortaya atan İbn Sebe'nin bu dönemde ha­dis uydurduğu anlaşılmaktadır.[85]

Kaynaklarda İbn Sebe'nin bu faaliyetlerine 35'den sonra, Hz. Ali döneminde de devam ettiği zikredilmektedir: Hz. Ali minberde iken el-Museyyeb b. Necbe, İbn Sebe'yi yaka paça halifenin huzuruna getirir. Hz. Ali ne yaptığını sorunca, "Allah ve Rasûlü adına yalan söylüyor" ce-j vabını verir.[86]

İbn Sîrîn'in yukarıda zikredilen "önceleri isnad sormuyorlardı, ne za­man ki (Hz. Osman'ın katliyle neticelenen) fitne zuhur etti, 'bize ravile-rinizin isimlerini söyleyin' demeye başladılar. Böylece ehl-i sünnet olan­lara bakılıp hadisleri alınır, ehl-i bidat olanlara bakılıp hadisleri alınmaz oldu" sözü, o dönemde hadis uydurma işinin ortaya çıktığını, uydurma faaliyetinde bulunulduğunu, bunun da insanları hadis alırken temkinli davranmaya mecbur ettiğini göstermektedir. Ayrıca yine yukarıda ge­çen, İbn Abbas'in, "insanlar ne zaman ki hırçın develerle uysal devele­re binmeye başladı, sadece tanıdığımız kimselerden hadis alır olduk" sö­zü de, aynı endişe ile söylenmiş bir serzeniştir.

İbn Sebe' yanında hadis uydurma faaliyetinin h. 40'a varmadan baş­ladığını gösteren başka deliller de vardır: Hz. Ali'nin Sıffîn savaşında (36/657) söylediği söz bunlardan birisidir: "Allah belalarını versin! Gü­zelim topluluğu karaladılar, Rasûlullah'ın o güzelim hadislerini ifsad et­tiler."[87] Ayrıca gerek Hz. Ali'yi ve gerekse Hz. Muâviye'yi desteklemek için uydurulan hadislerin en azından bir kısmının, Sıffîn savaşının ardın­dan ortaya çıkmış olabileceği de ihtimal dışı tutulmamalıdır.

Yine tâbiûnun büyüklerinden Rib'î b. Hirâş'ın (101/719), Hz. Ali'nin hutbesinde, Rasûlullah'ın kendisi adına yalan uydurulmasından men eden hadisi naklettiğini söylemesi, uydurma faaliyetinin o hengâ-meli dönemde var olduğunu göstermektedir.[88]

Sonuç olarak, uydurma faaliyetinin h. 34-35 yıllarında başladığını söyleyebiliriz. [89]

 

Sahabenin Güvenilirliği

 

Ashabın hadis rivayetinde tam güvenilir oluş olmadıkları, yalan söy­leyip söylemedikleri günümüzde tartışılan konulardan biridir. Bu bağ­lamda, özellikle Ebû Hureyre'ye ciddî tenkidler yöneltilmektedir. Aşağı­daki satırlarda hem yöneltilen tenkidler genel hatlarıyla sunulacak, hem de ashabın tamamının Rasûlullah adına hadis uydurmaktan beri ve ay­nı zamanda âdil kimseler oldukları ispat edilmeye çalışılacaktır.[90]

 

I- Ashaba Yöneltilen Tenkidler:

 

Tâhâ Hüseyin şöyle der: "Bizler ashabı, onlar kendilerini nasıl görü­yor idiyseler öyle görüyoruz. Onlar kendilerini beşer olarak görüyorlar­dı. Bu sebepledir ki, başkaları İçin söz konusu olabilecek hatalara ve gü­nahlara düşebiliyorlardı. Hatta birbirlerine en ağır iftiralan atmışlar, ka­firlik ve fasıkhkla bile itham etmişlerdir. Hatta Ammâr b. Yâsir'in Hz. Osman'ı tekfir ettiği, kanının helal olduğunu söylediği ve ona sakalı uzun Mısır'h bir zatın ismiyle Na'sei lakabını taktığı rivayet edilmiştir. Keza îbn Mes'ûd'un Kûfe'de olduğu günlerde Hz. Osman'ın kanını he­lal gördüğü mervîdir..."[91]

Ahmed Emîn de (1374/1954) şöyle der: "Görünen o ki, sahabe kendi dönemlerinde birbirlerini tenkit etmişler, bir kısmı diğerlerini da­ha üst konumda kabul etmiştir... Fakat durum ne olursa olsun, pekçok hadis, tenkidçisinin ve özellikle de müteahhirûn hadisçilerinin tamamı, sahabenin tümünü âdil kabul etmiş, onlardan hiçbirini yalancılık ve uyduruculukla itham etmemişlerdir. Tenkit ve cerh ettikleri insanlar bun­lardan sonraki kimselerdir."[92]

Ebu Reyye de (1390/1970) şöyle söyler: "Alimler ravilerin halleri­nin araştırılmasının elzem olduğunu söylemişlerdir fakat, sahabenin eşi­ğinde kalakalmışlar oradan öteye geçmemişlerdir. Çünkü onların tama­mını âdil kabul etmişler ve ashabı tenkit caiz olmaz, onları cerhe yöne-linmez demişlerdir. Sahabe hakkında söyledikleri sözlerden birisi de "onların defteri kapandı" ifadesidir. Esasen çok ilginçtir; sahabe birbir­lerini tenkit edip tekfir ederken, bunlar bu noktada duraksamaktadır­lar..."[93]

Ebû Reyye yukarıdaki sözüyle yetinmemekte ve ehl-i sünnetin tutu­mundan bahsederek şöyle demektedir:

"Sahabeden kabul ettikleri kimseler içinde, toplanan zekatlar husu­sunda Rasûlullah'a imalı itirazda bulunanlar, ona eziyet edenler, onun için '(o her söyleneni dinleyen) bir kulaktır' diyenler[94], Mescid-i Dırâr'ı yapanlar vardır... Keza içlerinde Tebuk gazvesine katılmayıp mazeret beyan edenler var ki, bunların sayısı seksen küsurdur. Hz. Peygamber'e savaşa katılmayıp mazeret beyan ederek yemin etmişler, Allah Rasûlü de onların zahirî mazeretlerini kabul etmiş ve haklarında şu ayet-i celîle inmiştir: "Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının kar­şılığı olarak varacakları yer cehennemdir."[95]... Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de el-Munâfikûn isimli sûreyi görmen sana yeter."[96]

Başka bir yerde de şöyle söyler: "Hazrec ve Evs kabilelerindeki mü­nafıkların isimlerini öğrenmek isteyen kimse Ensâbu 'İ-Eşrâf kitabının birinci cildine baksın.[97] Tam on sayfa, 274'den 283'e kadar bunların isimleriyle doludur."[98]

Şunu da sözlerine ilave eder: "Cumhur, sahabenin tamamını âdil ka­bul edip, diğer raviler için uyguladıkları cerh ve tadili bunlar hakkında uygulamayıp, hepsinin hata, yanılma ve unutmadan berî olduklarını söylemesine rağmen, sahabenin tamamını mutlak âdil olduğunu kabul etmeyen muhakkik alimler de vardır. Bunlar Allâme el-Mukbilî'nin ifade ettiği gibi, 'sahabenin çoğu âdildir ancak hepsi değildir' diyerek başka­ları için söz konusu olan hata, unutma ve yanılma hali hatta nefse uy­manın onlar için de söz konusu olduğunu ifade etmişlerdir. Onlar bu gö­rüşlerini, sahabenin de insan olduğunu, beşer tabiatı için söz konusu olabilecek durumların ashab İçin de geçerli olduğunu söyleyerek takvi­ye etmişlerdir. Hatta onların önderi, Allah Teâlâ'nın seçip "Allah pey­gamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir"[99] buyurduğu zat ta (as) şöy­le demektedir: "Ben bir beşerim. İsabet te ederim, hata da."[100] Bu mu­hakkik alimler, Hz. Peygamber zamanındaki münafık ve yalancıların ço­ğunun, Rasûlullah'ın Refîk-i A'lâ'ya çıkışından sonra dinlerinden dön­düklerini söyleyerek, görüşlerini kuvvetlendirmektedirler... "[101]

Ebû Reyye daha sonra bu sözlerine birkaç rivayet ekler. Bunlardan birisi de Müslim'in rivayetidir: "(Kıyamette) ashabımdan bir grup insan (havuzun başında) yanıma gelecekler. Onları tanıyacağım ama alınıp gö­türülecekler. Ben ise, bu durum karşısında, "onlar benim ashabım" di­yeceğim. Allah Teâlâ da şöyle buyuracaktır: Sen, onların senden sonra neler icat ettiklerini bilmiyorsun."[102]

Bu düşünceye sahip olanların görüşlerini ve delillerini aşağıdaki baş­lıklarda toplamamız mümkündür:

1- Sahâbenin tamamının âdil olduğuna inanmak cumhurun sözüdür; el-Mukbilî, Ahmed Emîn, Tâhâ Hüseyin ve Ebû Reyye gibi muhakkik­lerin sözü değildir.

2- Sahâbenin tamamının âdil olduğuna inanmak, Kur'ân-ı Kerîm'de varid olan ashabı yerici ayetlere ters düşmektedir. Çünkü sahabenin içinde münafıklar, yalancılar ve Rasûlullah'a (as) eziyet edenler vardı. Hatta Kur'ân'da el-Munafikûn adıyla bir sûre vardır.

3- Sahâbîler, kendilerini tenkit ve cerhten uzak görmüyorlardı. Nite­kim birbirlerini tekfir etmişler, yalanlamışlardır. Öyleyse onların kendile­riyle ilgili kabul etmediği bir şeyi, biz niye onlar hakkında kabul edelim?

4- Böyle bir inanç beşer tabiatıyla çatışmaktadır. Çünkü onlar da in­sandı. Başkaları için söz konusu olan, -insan tabiatından kaynaklananhata, unutma, nefse uyma ve benzeri durumlar ashab İçin de söz konu­su olabilir. Hem şunu da biliyoruz ki, Rasûlullah (as) bir beşerdi ve şöy­le buyurmuştu: "Ben bir beşerim. İsabet te ederim, hata da."Onların görüşlerinin ve delillerinin ne kadar kuvvetli olduğunu de­ğerlendirmek için bunları sırasıyla ele alalım: [103]

 

Iı-Tenkidlerin Tahlili:

A-Birinci Tenkidin Tahlili:

 

Sahabenin tamamının âdil kabul edilmesinin, muhakkik alim| görüşü olmadığı. [104]

 

1-Sahabenin Adaleti Ve Bu Görüşte Olanlar:

 

Hiç şüphe yok ki, sahabenin tamamının âdil olduğuna inanmak dört büyük imam Ebu Hanîfe, Mâlik, eş-Şâfiî ve İbn Hanbel ile el-Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, en-Nesâî, et-Tirmizî, İbn Maîn, İbnuİ-Medînî, Ebû Zur'a, Ebû Hatim, İbn Hibbân, İbn Teymiyye gibi hadisçilerin tamamı dahil olmak üzere cumhurun sözüdür. Kısacası, ehli sünnet ve'I-cemaat alimlerinin hepsi bu görüştedir. Ümmetin selef ve müteahhirûn alimle­rinin tamamı da bu kanaattedir. Eğer bu İnsanlar muhakkik değilse, o halde muhakkik alimler kimlerdir?

Evet, ümmet-i İslamiyyenin cumhuru; Mutezile'ye[105], Hâricîler'e[106], Râfızîler'e ve diğer fırkalar ile Mutezilî el-Mukbifî'ye, müsteşriklerin gö­rüşlerini aşırıp kendisine mal eden Tâhâ Hüseyin'e[107], Dr. Ali Hasan Ab-dulkâdir'e "uygun gördüğün müsteşriklerin söaterini yaymak için başvu­racağın en münasip yol, bu sözü açıkça onlara nisbet etmeden, kendi araştırmanmış gibi insanlara (Ezher alimlerine) sunmandir. Yalnız böyle yaparken, bu görüşüne ince bir elbise giydir ki, ona dokunmaları onla­rı endişelendirmesin. Nitekim Fecru'l-İsİâm ve Duha'l-İslâm''da ben böyle yaptım" diyerek yol gösteren Ahmed Emîn'e[108], keza sünnetin yüksek burcunu yıkmaya çalışan, sonra da acaip bir şekilde yaptığının sünnet savunması olduğunu iddia eden Ebû Reyye'ye de[109] muhalefet et­miştir. Her ne surette olursa olsun, cumhura muhalefet edenlerin sağ­lam bir delili yoktur. Onların şüphelerinin reddi aşağıda gelecektir. [110]

 

2- Sünnet Ve Kitaptan Sahabenin Âdil Olduklarına Dair Deliller:

 

Lügat kitaplannda, Kur'ân-ı Kerim ile sahabenin kullanımında âdil kelimesi, -burada ifade ettiği mana açısından- razı olunmuş (kabul edil­miş, hoşnut olunmuş) anlamına gelmektedir.[111] Razı olmak (hoşnud ol­mak) ise nisbî birşey olup, zaman ve mekanın değişmesiyle değişir.

Sahabenin tamamı ise Allah Subhânehu ve Teâlâ katında razı olun­muş insanlardır. [112]

 

Kur'ân-I Kerimde Sahâbe-İ Kiramın Övülmesi:

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

a) "Sizler, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden... hayir-İı|bir ümmetsiniz."[113]

b) "Böylece sizi insanlara şâhid ve örnek olmanız için tam ortada bu­lunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şâhid ve örnektir."[114]

c)  "Kendileri savaşta yara aldıktan sonra, Allah ve Peygamber'İn çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır."[115]

d) "Rahmetim herşeyi kaplamıştır; bunu Allah'a karşı gelmekten sa­kınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inananlara... yazacağız."[116]

e) "İyilik yapmakta önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olan­lardır. Naîm cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bun­lardır."[117]

f)  "Ey Peygamber! Allah'ın yardımı sana ve sana uyan müminlere yeter."[118]

g) "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yer­leştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onla­ra verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Kendi­leri zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, İşte onlar saadete erenlerdir."[119]

h) "İçinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimse­ler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler, berikiler da­ha üstün derecededirler. Allah hepsine cenneti vaad etmiştir. Allah, iş­lediklerinizden haberdardır."[120]

ı) "Ey Muhammedi Allah inananlardan, ağaç altında sana baş eğe­rek el verirlerken, and olsun ki hoşnud olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş, yakın bir zafer bahsetmiştir."[121]

i) "İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensar ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnud olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnudduriar."[122]

j) "And olsun ki Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalbleri kay­mak üzere iken Peygamber'e uyan muhacirlerle ensarın ve Peygam-ber'in tövbelerini kabul etti. Tövbelerini, onlara karşı şefkatli ve merha­metli olduğu için kabul etmiştir. Savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesi­ni de kabul etmiştir...."[123]

Son zikrettiğimiz ayetler Tebuk gazvesine işaret etmektedir. Bu gaz­ve Rasûlullah'ın en son gazvelerinden birisidir. Muhacir ve ensarın ta­mamı bu savaşa katılmış, Medine'de sadece acizler, vazifeli olanlar ve münafıklığı maruf kimseler ile tembellik yapanlar kalmıştır. Kur'ân-ı Ke­rîm tembelliklerinden geri kalanları zikretmektedir.

Durum ne şekilde olursa olsun, Medinelilerin kahir ekseriyeti bu gaz­veye iştirak etmiş, Allah Teâlâ ashabın tamamının tövbelerini kabul et­miş ve onlardan razı olmuştur. Aynı şekilde Bedir savaşına katılanlar ik: Rıdvan beyatinde bulunanlardan da razı olmuştur. Bu insanlar Allah ya­nında olduğu gibi, Rasûluilah nezdinde de razı olunmuş insanlar idiler Bu sebepledir ki, Allah Rasûiü şöyle buyurmuşlardır: "Ashabıma sövme yin. Nefsim kudretinde olan Allah'a and olsun ki, sizden biri Uhud da­ğı miktarınca altın tasadduk etse onların bir müd veya yarım müc miktarı İnfakının sevabına ulaşamaz."                                         

Bu bağlamda başka pekçok hadis vardır. Bundan dolayı el-Hatîb eİ-Bağdâdî (463/1071) şöyle demiştir:                                                

"Bu mana etrafındaki rivayetler çok fazladır. Ayrıca bunlar, aynı ko­nuyla ilgili Kur'ân'daki naslara da mutabıktır. Hepsi de sahabenin temiz, âdil ve nezih insanlar olduklarını ortaya koymaktadır. Ashabın iç du­rumlarına vakıf olan Allah Teâlâ onların âdil olduklarını belirttikten son­ra, artık hiçbir sahâbî âdil olduğunun ispat edilmesine muhtaç değildir. Onlann hepsi bu hal üzere âdildir. Fakat içlerinden biri günah işlemek gayesiyle bir iş işler ve bunun tevil imkanı olmazsa, bu durumda onıih adaletinin düştüğüne hükmedilir. Ancak, Allah onları böyle bir durum1-dan berî kılmış, bu tip birşeyden korumuştur. Âdil oldukları hususunda gerek Allah Teâlâ'dan ve gerekse Rasûlü'nden zikrettiğimiz bu naslar-dan birşey varid olmasaydı bile "içinde bulunmuş oldukları durum: Hic­retleri, cihadları, İslam'a yardımcı oluşları, canlarını ve mallarını Allah yolunda feda etmeleri, din uğrunda çocuklarım ve babalarını dahi öldür­mekten çekinmemden, din için birbirlerine karşılıklı nasihatta bulunup samimi olmaları yanında imanlarının ve yakînlerinin kuvvetli oluşu" âdil oduklarına hükmetmeye, nezîh insanlar olduklarına inanmaya yeterli olurdu. Hem ashab, kıyamete kadar onları âdil kabul edip temize çıkâf anların tamamından daha üstün insanlardır."[124]                         

Zaten vakıada da, peygamberlerime böyle bir minval üzere bulunan ye üzerlerine düşen vazifeleri hakkıyla yerine getiren sahâbe-i kiram  bir ümmet te bulunmamıştır. (Allah hepsinden razı olsun).             

Bundan dolayıdır ki, İbn Hibbân (354/965) onların hepsinin âdil o|| uKlarına ve cerh edilmeyeceklerine delil getirerek şöyle demektedir: ''

"Bir kimse 'sen niye sahabeden sonrakileri <#rh ediyorsun da onla­rı cerh etmeye yanaşmıyorsun? Çünkü sahâbîlerden sonraki muhaddis-lerde söz konusu olduğu gibi, Rasûlullah'ın ashabı için de unutma ve ha­ta söz konusu olabilir' derse, ona şöyle cevap verilir: Allah Teâlâ, Rasû­lullah'ın ashabını insanın güvenilirliğini yaralayan hususlardan tenzih et­miş, noksan yönlerden korumuş ve onları kendileriyle yol bulunan yıl­dızlar gibi yapmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

'Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu peygamber Muhammed ve inananlardır. Allah inananlann dostudur.'[125] Yine şöyle buyurmaktadır: 'Allah'ın peygamberini ve onunla beraber olan mümin­leri utandırmayacağı o gün...'[126] Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın kıyamet gü­nünde utandırmayacağını haber verdiği, hanîf İbrahim'in dinine tabi ol­duklarına şehadet ettiği kimseleri yalancılıkla cerh etmek caiz olmaz. Çünkü alemlerin rabbinin 'Allah'ın peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün...' buyurması, ardından Nebî (asv)'İn 'kim benim adıma bilerek yalan uydurursa cehennemdeki yeri­ne hazırlansın'[127] buyurması ve bu hadisleriyle Allah'ın kıyamet günün­de utandırmayacağını belirttiği kimseleri kastedip onların cehenneme gireceklerini murad etmesi muhaldir. Bilakis bu hadisteki hitap sahabe­den sonrakiler içindir. Vahyin inişine şahid olan ve Rasûlullah ile bera­ber bulunanları cerh etmek helal olmaz; zira onları lekeleyip konumunu sarsmak imana ters düşer. Ashâbdan birisine noksanlık izafe etmek fış­kın tâ kendisidir. Çünkü onlar, Rasûlullah Efendimizden sonra, nevasın­dan konuşmayan, konuştuğu kendisine indirilmiş vahiy olan[128] zatın (asv) hükmüyle, dönem olarak insanların en hayırlılarıdır.

Hem Allah Teâlâ'nın kendisini tebliğ etmeye memur kıldığı, dini emanet olarak bıraktığı ashabının cerh edilmemesi gerekir. Zira Hz. Peygamber, risaletle gelen hususları onlara emanet edip, hazır bulunan­ların bulunmayanlara ulaştırmasını istemiştir. Bu ise, onun nezdinde as­habın doğru kimseler, şahidliklerinin de hak olmasındandır. Durum böy­le olmamış olsaydı, kendisinde gördükleri durumları sonrakilere tebliğ etmelerini istemezdi. Onlara güvenmemesine rağmen tebliğ etmelerini tesevdi bu, risalete zarar veren bir durum olurdu. Bu yüzden, Rasûluİ-ı h'm âdil olduklarını belirttiği kimselere şeref olarak bu yeter. Sahabe­den sonrakiler ise böyle değildir. Çünkü sahâbî kendisinden sonraki kimseye müşahede ettiklerini tebliğ ettiğinde, aktarılan kimsenin müna­fık bidat ehli sapık biri olması ve insanlardan bazılannı sapıtmak için hadiste kısaltmaya gitmesi, ilavede bulunması ihtimali vardır. Bundandır ki biz böyleleriyle sahabeyi birbirinden ayırıyoruz. Çünkü Allah Teâlâ sahabeyi bidat ve dalalet gibi bir eksiklikten muhafaza buyurmuştur."[129]

Öyleyse, sahabenin tamamı Allah ve Rasûlullah katında razı olun­muş kullardır. Bu sebeple, hiç şüphe etmeden sahabenin tamamı için "âdildirler" ifadesini kullanmak mümkün olmaktadır. [130]                         

 

B-İkinci Tenkidin Tahlili

 

Sahabenin âdil olduğuna inanmak, münafıkların, yalancıların, ifk ha­disesine katılanlar gibi büyük günah İşleyenlerin mevcudiyetiyle çeliş­mektedir. Ayrıca başkaları da var ki, Rasûlullah onlarla ilgili olarak şöy­le buyurmuştur: "(Kıyamette) ashabımdan bir grup insan (havuzun ba­şında) benim yanıma gelecekler... (Bunu görünce, benden sonra başka yola sapan) uzak olsun, uzak olsun diyeceğim."[131] Ayrıca Kur'ân-ı Ke­rim'de el-Munâfikûn adıyla onları zemmeden bir sûre nazil olmuştur. [132]

 

Tenkidin Cevabı:

1-Kur'ân'da El-Mu'minûn Sûresi De Var:

 

el-Munâfikûn sûresi yanında, Kur'ân-ı Kerim'de el-Mu'minûn adıyla Oa bir sûre vardır. Ayrıca onları medheden pekçok ayet nazil olmuştur. [133]

 

2-El-Munâfikûn Sûresi Münafıkları Yermektedir:

 

el-Munafikûn sûresi ve diğer ayetler münafıkları zemmetmek için na-Z|l olmuştur. Yoksa sahabeyi zemmetmek için değil. Hem münafıkları sahabeden sayan kimdir ki? Sahabe ile ilgili kitap telif edip de münafık-5' 5U bitaplarında sahabe olarak zikreden kimmiş? el-Buhârî UO6/870), İbn Mende (395/1005), İbn Abdilber (463/1071), İbnu'l-«" (630/1233) veya İbn Hacer (852/1448) onları zikretmiş midir?

Ebû Reyye sahâbînin tarifini yapmış ve şöyle demiştir: "el-Buhârî, Nebî'yle beraber bulunan veya onu gören müslüman, sahâbîdir, demiş­tir."[134] Peki bu tarife münafıklar girer mi?

Bir kimse şöyle diyebilir: "Bu münafıklar zahiren kendilerini müslü­man gösteriyorlardı. Bu sebeple müslüman olarak kabul ediliyorlardı. Çünkü onlar Nebî ile beraber yaşamış, sahabenin arasına katılmış ve ni­faklarını gizlemişlerdi. Peygamber dışında onların durumunu bilen yok­tu." [135]

 

3- İslam Toplumunda Münafıkların Mevcudiyeti Sebebiyle, Sahabenin Tamamının Âdil Sayılmasına İtiraz Edilmesinin Cevabı:

 

Münafıklar Nebî nezdinde maruftu. Aynı şekilde sahabe nezdinde hem bi zâtihî, hem de vasıflarıyla bilinmekteydiler.[136]

Çünkü Kur'ân-ı Kerîm münafıkların hareketlerini, duruşlarını hatta kalplerindeki bozuk düşünceleri bile açıklamıştır. Zaten Ebû Reyye'nin kendisi de Kur'ân'da zikredilen münafıkların bazı alametlerini zikret­mektedir. O şöyle demektedir: "Şimdi sizlere sadece Tebuk gazvesinde-ki durumlarını, yaptıklarını, münafıklıklarının alametini (bazı ayetler ışı­ğında) sunacağım: ...Mümin olanlardan böyle bir şey sudur etmezken cihaddan geri kalmak için izin istemeleri...[137] Bir kısmının Rum kadın­larının güzelliğine kapılıp fitneye düşebileceği korkusuyla geri kalmak için Nebî'ye mazeret beyan etmeleri."[138]

Esasında bunlar ve Ebû Reyye'nin Kur'ân-ı Kerîm'den aktarmış ol­duğu münafıklara ait diğer sıfatlar, kendisine karşı sunulabilecek bir de­lildir. Çünkü böylesine kötü sıfatlarla muttasıf olanlar, bu temiz toplum­da bilinen insanlardı. Zira sahâbe-i kiram Tebuk gazvesinden kimlerin geri kaldığını, Rum kadınlarının güzelliği nedeniyle, nefsinin fitneye düş­mesini öne sürerek mazeret beyan edenleri ve diğerlerini biliyordu.

Vakıa, biz bu şahısları bi zâtihî tanımak imkanına sahip değiliz. Çün­kü şu an bizlerin önünde değiller. Ancak, sahabe onları gürüyor ve Kur'ân-ı Kerîm'in nuru ışığında onları bizzat tanıyorlardı. Tebuk gazve­sinden geri kalan üç kişiden birisi olan Ka'b b. Mâlik hadisi de bunu te­yid etmektedir. O şöyle demektedir: "Rasûlullah (orduyla beraber) ayrıl­dıktan sonra, insanların arasına çıkıp dolaştığımda, içlerinde, nifak damgası vurulmuşlar ile Allah Teâlâ'nın mazur gördüğü zayıf kimseler dışında kimseyi görmemek, beni çok mahzun ederdi."[139] Öyleyse, mü­nafıkların bilindiği şüphe edilmeyen hususlardandır. Zaten bunlar kendi­ne özgü ortamlarında ayrı yaşayan sayıca az ve dışlanmış kimseler idi­ler.

Şimdi bu söz, Huzeyfe'den gelen rivayet ışığında değerlendirildiğin­de insana karışık gelebilir. (Malum olduğu üzere) Rasûlullah ona müna­fıkların isimlerini vermişti. Hz. Ömer de kendi isminin onlar arasında buîunup bulunmadığını Huzeyfe'ye sormuştu. Hz. Ömer Huzeyfe'yi ce­naze namazlarında takip ediyor, Huzeyfe ölen kişinin cenaze namazını kılınca Hz. Ömer de kılıyor, kılmadığı takdirde o da kılmıyordu.

Bu müşkülü kaldırmak için şöyle dememiz mümkündür: Bu, Hz. Ömer'in dininin kemâlâtına işaret eden çok büyük bir hassasiyettir[140] Çünkü onun imanı hakkında şüphe ettiğini söylememiz mümkün değil­dir. Zira o, kendisinin mümin olduğunu hakke'l-yakîn bilmekteydi. Ayrica sâdık-ı ma'sûm olan zatın diliyle cennetle müjdelenen on sahâbîden   | birisidir.[141]

Münakaşa açısından, bazı münafıkların belli olmadığını, bunları sa­dece Huzeyfe'nin bildiğini kabul etsek bile, böyle bir durumda dahi Kur'ân-ı Kerîm ve sünnet-i nebeviyye münafıkların vasıflarını bizlere açıklamaktadır. Hadis rivayetiyle bilinen sahâbîler üzerine bu sıfatları tatbik ettiğimizde (onların bu sıfatlara ne kadar uzak olduklarına) kolay­ca hüküm verebiliriz. Çünkü sahabeyi anlatan kitaplarda geçen bu mak­sada yönelik bilgiler yeterlidir. Buradan bizlere aşikar olmaktadır ki; Ebû Reyye'nin "Hazrec ve Evs kabilelerindeki münafıkların isimlerini Öğren­mek İsteyen kimse Ensâbu'l-Eşrâf kitabının birinci cildine baksın. Tam on sayfa, 274'den 283'e kadar bunların İsimleriyle doludur"[142] sözün­den anlaşılanın hilafına, münafıklar çok değildiler.

a) Vakıada, onun bu sözü sadece bir saptırmadır. Çünkü sözüne ba­kılırsa, 500'den aşağı İnsan İsmi geçmediği sanılır. Zira matbu bir kita­bın on sayfası takriben 250 satır ihtiva etmektedir. Her satırda iki isim geçse bu durumda  zikri geçen zevatın sayısı 500 civarında olur. Oysa el-Belâzurî'nin (279/893) zikrettiği münafık sayısı 40 civarındadır. Me­dine'de kırk, elli veya yüz tane[143] münafık olduğunda, bunlann sahabe­nin gölgesi altında gizlenmesi mümkün olabilir miydi? Hele de sahabe nezdinde münafıkların sıfatları bilindikten sonra.

b) İkinci olarak: Münafıkların bu sıfatlarını binlerce ve yüzlerce hadis rivayet etmiş olan en çok rivayet eden sahâbîlere tatbik edelim.[144] Bun­lar şu kimselerdir:

Ebû Hureyre, 5374 hadis rivayet etmiştir. İbn Ömer, 2630 hadis rivayet etmiştir.

Enes b. Mâlik, 2286 hadis rivayet etmiştir. l1^   r.

A işe, 2210 hadis rivayet etmiştir.

İbn Abbas, 1660 hadis rivayet etmiştir.

Câbir b. Abdillah, 1540 hadis rivayet etmiştir.

Ebu Saîd el~Hudrî, 1170 hadis rivayet etmiştir.

İbn Mes'ûd, 848 hadis rivayet etmiştir.

Abdullah b. Amr, 700 hadis rivayet etmiştir.

Ömer b. el-Hattâb, 535 hadis rivayet etmiştir.

Ali b. Ebi Tâtib, 536 hadis rivayet etmiştir.

Ummu Seleme, 378 hadis rivayet etmiştir. . Ebû Mûsâ el-Eş'arî, 360 hadis rivayet etmiştir. !   el-Berâ b. Âzib, 305 hadis rivayet etmiştir. ';,.   Ebû Zer el-Ğifârî, 281 hadis rivayet etmiştir.[145]

Bu sahâbîlerin hayat hikayeleri, yaşamlarının anlatıldığı kitaplarda; mufassal olarak bulunmaktadır. Dileyen bunlara göz atıp münafıkların sıfatlarını onlar üzerine tatbik etsin ancak, bu sıfatların o insanlara ke-j sinlikle uymadığını görecektir. Çünkü bu ravilerin büyük ekseriyeti mu-hacirîndendir. Nifak ise Medineli ve diğer Araplardan az bir toplulukta söz konusu olmuştur. Yukarıda zikredilenler ise Rasûlullah'tan sonra* dinlerinden irtidat edip onun yolundan sapmamışlardır ki "senden son­ra onların neler icad ettiklerini bilmiyorsun" hadisi delil getirilsin.[146]

Bu açıklamalardan sonra; bu delille sahabenin içinde münafıklar var diye ashabı ta'n etmeye atılanlar, Allah Teâlâ'nın kitabında onların na­sıl bir hayat sürmüş olduklarını niçin okumamaktadırlar? Zira kitap ke­sinlikle batıl birşey zikretmez. Biz sahabeyi öven, onlan medheden, Al­lah'ın onlardan razı olduğunu beyan eden sarih ve açık Kur'ânî ayetle­ri daha önce zikretmiştik. [147]

 

4-Faraziyelerle Hüküm Yürütülmez:

 

İlave ediyor ve diyoruz ki: Hiç şüphe yok ki, Rasûlullah hayattayken, özellikle de Medine devrinde, münafıklardan bir grup mevcut idi. Şimdi münafıktan diğerlerinden ayırt etmenin mümkün olmadığını farz ede­lim. Durum böyle olsa bile; münafıklara dünyada, -gerek lehlerine ve gerekse aleyhlerine olsun- müminlere uygulanan hükümler uygulan­maktadır:

Münafıkların yahudilerden ve hristiyanlardan kötü oldukları ve ce­hennemin en alt tabakasında olacakları şüphe götürmeyen hususlar­dandır. Bununla beraber, yahudilerc, hristiyanlara ve müşriklere haram kılındığı gibi onlara müsiüman hanımların verilmesi haram kılınmamış­tır. Keza Nebî "müsiüman kafirs mirasçı olmaz"[148] buyurmasına rağ­men, bunların müsiüman çocukları münafık babalarına mirasçı olurlar. İşte burada şu ortaya çıkmaktadır: Bu kimseler, hüküm açısından dün­yada müsiüman olarak kabul edilmektedir. Burada iki noktayı daha ila­ve etmek istiyoruz:

a) Kanunlar yapılırken, nizamlar düzenlenirken, sıfıra yakın derece­deki sorunlara bakılmaz. Eğer bir toplumda polis ve zabıta teşkilatı bu­lunmamasına rağmen, az suç işleniyor, nüfusu beş milyon olan bir top­lumda hırsızlık senede bir kere meydana geliyorsa, böyle bir durumda sırf hırsızlığı önlemek için binlerce polisi görevlendirmeye gerek yoktur.

Keza, yüzölçümü milyonlarca metrekare olan fakat üzerinde az bir insan topluluğunun yaşadığı ve sınırlı sayıda arabanın bu kadar geniş alan üzerinde bulunduğu bir üikede, otoların geçiş trafiğini aydınlatma ve levha işaretleriyle düzenlemek akıl zayıflıgmdandır.

Fabrikaları bulunmayan, toprakları geniş bir ülkeye birisi fabrika kur­mayı düşünse, bizim bu insandan Amerikan nizamnamesindeki şartlara uymasını isteyip fiyatı çok yüksek, havayı kirletmeyecek özel makinala-rı kurmasını istememiz de, aynı şekilde akıl zafiyetindendir. Bildiğimiz gibi, böyle bir şartı koşmak ilerlemiş sanayi toplumları için zaruri ve ha­yati gerekliliktir. Çünkü fabrikalar havayı kirletmeleri ile tüm beşer ha­yatını tehdit etmektedirler.

Peki bunun manası şu mudur: Amerika'da bulunan fabrika havayı kirletir ama, aynı fabrika Afrika kıtasında bulunduğu zaman havayı kir­letmez. Bu sorunun cevabı, hayırdır. Havanın kirlenmesi her iki bölge­de de aynıdır ancak, bir yerde hayatı tehdit ederken diğer tarafta etkisi görülmez. Bu yüzden böylesine sert uygulamalara gidilmez, çünkü bu, meseleyi çözmekten ziyade sorun çıkarır.

Buna göre, müminler topluluğu olan sahabenin içinde münafıklar var olsa bile bunların sayısı diğerlerine oranla çok az idi. Çünkü mümin olan sahâbîlerin sayısı onbinlerce hatta yüzbinlerce hatta daha da fazla idi. Bu sebeple, kaideleri koyarken münafıkların bulunuşunu göz önün­de bulundurmayı, rivayetlerin naklinde tüm sahabenin adaletinde şüphe uyandırmayı ve onları ta'n etmeyi gerektiren bir sebep yoktur.

Aynı gerekçe bazı özel hatalar ve sürçmeler için de söylenebilir. Çünkü bu tür olaylar az olup yüzde bir seviyesine bile varmamaktadır. Böyle cüz'î hadiseler hesaba bile katılmaz. Nitekim selef "az, yok hük­mündedir" demiştir. Zira, ashabın takva ve salah üzere bulunduğu, ko­nuşmalarının doğru olduğu konusunda galebe-İ zan hasıl olmuştur. Ve burada bize gerekli olan, bu meseleye yaşanan hayat gözlüğüyle bak­maktır.

b) İslam, hayalde vehimler dünyasında yaşayan felsefî, aklî bir din değildir. Bilakis, hayatla tam içice, yaşanan amelî bir dindir. Bundan do­layı da, sadece akidede tam yakîn ister: Tevhid, risalet, ahirete iman ve diğer inanca taalluk eden hususlar gibi. Akideye taalluk eden hususlar­da durum böyleyken, hayatın diğer veçhelerinde zann-ı galip yeterli olur. Esasında, işlevini zann-ı galible yürüten sadece İslam değildir, bila­kis dünyanın tamamı bu kaide üzerinde durmaktadır. Çünkü bizler her-şeyde yakîni ve yakînle hareket etmeyi istersek, güven duygumuzu hat­ta hayatın tadını bile kaybederiz.

Bunu izah için meseleyi açalım: Çocuklar babalarına nisbet edilmek­tedir. İnsanlar da hanımlarından doğan evlatlarını çocukları kabul et­mektedirler. Fakat bizler bu meseleye sadece akıl zaviyesinden baktığı­mız zaman, falancanın filancanın babası olduğuna veya da filancanın fa­lancanın oğlu olduğuna dair hangi aklî delile sahibiz acaba?

Eşlerden bazılarının hıyaneti mümkün değil midir? Zaten bunların mevcudiyeti bazan müşahede edilmektedir de.

Hemşirenin doğumevinde birinin çocuğunu diğerine vererek hata etmesi mümkün değil midir? Zira bu da nadiren olmaktadır.

Şimdi, az olan bu hadiseler sebebiyle, insanlar babaları, anneleri ve çocukları hakkında şüphe ederler mi? Biz sadece aklî ihtimali, az olan durumu bu meselelerde uygulamaya kalktığımız zaman, hayatın tadı hiç kalır mı?

Kişinin önüne konulan yemeğin temizliği hususunda şüphe etmesi mümkün değil midir? İçinde zehir bulunması ihtimali yok mudur? Çün­kü bizler gazetelerde zehirlenme ve zehirle ölüm olaylarını .okumaktayız. Bu sebepten dolayı, her yiyecek ve içeceğin zehirli olduğunda şüphe et­memiz münasip olmaz mı? Zira yakînî olarak bunlarda zehir bulunma­dığına dair bir bilgimiz yoktur. Böyle bir durumda bunlardan son dere­ce uzak durmamız gerekir. Peki yemek içmekten kaçındığımızda birkaç gün sonra bizim akıbetimiz nice olur?

Tüccar, yıllara dayanan tecrübesi ışığında müşterisiyle alışverişte bu­lunur ve yazmadan, şahitler bulunmaksızın ona borçla mal verir. Çünkü onun nazarında müşterisi doğru ve emin bir kişidir. Müşterisinin böyle biri olduğunu, onlarca yıldır onunla yaptığı alışverişler göstermektedir. Fakat buna rağmen, mesela onlarca yıl dürüst alışveriş yaptıktan sonra aklen müşterinin yalan söylemesi mümkündür. Peki bu aklî -bilakis çok az söz konusu olan- ihtimal sebebiyle, biz insanların tamamı hakkında şüphe edip onlarla sadece kaydederek ve şahitlere dayalı olarak mı alış­verişte bulunuruz? Biz bunu, -alimler bir tarafa- akıllı insanların dahi uy­gun göreceği birşey olacağına İnanmıyoruz.

Buradan ortaya çıkmaktadır ki, bizler menfi veya müspet, zann-ı ga­libin oluşmasının ışığı altında muamele yapıp tasarrufta bulunuyoruz. Oysa zann-ı galibin oluşturduğu bilginin hilafına bir durum olması aklen ihtimal dahilindedir.

Sadık ve sağlam olan ravinin, herhangi bir hadisin rivayetinde hata ettiği bizim nezdimizde kati olarak sabit olduğunda, -tüm sika ravilerin rivayetleri bir tarafa- bu durum, onun diğer tüm rivayetleri hakkında şüphe etmeyi gerektirmez. Çünkü bizlerin bu rivayetlerin tamamını at­mamız hayatın kanunlarına terstir. Eğer biz, 'bazı raviler ile rivayetleri hakkında şüphe söz konusu olduğundan, aynı şüphe diğer tüm raviler ve rivayetleri için de söz konusu. Bu yüzden rivayetlere güvenemeyiz' dersek, hiç şüphe yok ki bu aklî bir ihtimaldir, sadece aklî bir neticedir ama bir sebep veya bağla hakikat dünyasına İnmemektedir.

Buna göre, Nebî'nin kasdettiğini anlamakta veya rivayeti doğru ola­rak ezberleyip korumakta hata etmesinin mümkün oluşuna dayanarak, herhangi bir sahâbî bir hadisi tek başına rivayet ettiğinde, bu bir karışık­lığa, -ta'n etmek bir tarafa- onun hakkında şüphe etmeye sebebiyet ver­mez.

Hadis bu menfi zaviyeden değerlendirilmez, bilakis bizler asıl olan durumu göz önüne alırız. O da, rivayetin doğru olduğudur. Eğer her­hangi bir hadisde hata ortaya çıkarsa, bu hadis terk edilir ancak, bu ri­vayet sebebiyle aynı sahâbînin ta'n edilmesine müsamaha göstermeyiz.

Daha önce açıklamıştık; sahabede bulunan durum, terbiye, dini ko­ruma ve hassasiyet hali, bundan daha önemlisi Latif ve Habîr olan be­şerin yaratıcısı Allah Teâlâ'nm onların âdil olduklarım belirtmesi, keza hem sözlü hem de amelî olarak Nebî'nin onları âdil göstermesi, asha­bı diğer ravilerden daha yüksek bir konuma koymaktadır. Bu sebeple, diğer raviler onlara kıyas edilmez. Bilakis, diğer raviler yani sahabe dışındakiler araştırmaya ve tedkîke muhtaçtırlar. Âdil oldukları sabit olup, zabtları ispat edildiği takdirde rivayetleri kabul edilir. Zira rivayetin ka­bulünde ölçü, âdil olmak ve zabtın sağlam olmasıdır. Aslî beraat olan müsiümanlık ve fasıklıktan uzaklık yeterli değildir; nakledenin ayrıca âdil ve zabit olması gerekir.[149]

İbn Hacer (852/1448) şöyle der: "Âdil, zabtı tam ravilerin birbirle­rinden rivayet ettikleri, senedi muttasıl olan, muallel ve şaz olmayan ahad haberler sahîh li zâtihîdir."[150] "Zabt düşük olursa bu hasen li zâti-hîdir."[151]

Buna göre, bu iki şartın mutlaka ravilerde bulunması gerekir. Allah'a hamd olsun ki, bunlar sahabede vardır. Sahabeden sonrakilerden veya onlar dışındaki ravilerden, rivayetinin kabul edilmesi murad edilen her kişide,[152] bu iki şartın mevcudiyetinin İspatı gerekir. [153]

 

5- Bazılarının Büyük Günah İşlemiş Olmaları Sebebiyle, Sahabenin Adaletine Yapılan İtirazın Cevabı:                   

 

Birisi şöyle demişti: "Sen nasıl olur da sahabenin âdil olduğunu id­dia edersin. Onların İçinde müminlerin annesi Hz. Âişe'ye (ra) İftira eden var. İftira eden ise dört şahid getirmezse Kur'ân nassıyla fasıktır. Öyleyse sahabeden iftira edenler fasıktır, adaletleri kalkar. Buna göre sahabenin tamamının âdil olduğunu söylemek mümkün olmamaktadır."

Bu kimsenin sözünü reddetmek için deriz ki:

Allah Teâlâ iftira edenlerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"Namuslu kadınlara zina İsnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahid getiremeyenlere seksener celde vurun ve artık onların şahitligini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkârdırlar. An­cak bundan sonra tövbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Allah çok bağış­layıcı ve merhametlidir."[154]

Allah Teâlâ bu ayette, söylediği şeyin doğru olduğuna delil getireme­yene üç hükmü gerekli kılmıştır:

a)  80 celde vurulması

b) Şahitliğinin ebedi olarak reddi

c)  Fasık olduğu, Allah katında ve insanlar nezdinde âdil olmadığı

Allah Teâlâ bu hükümlerden sonra şöyle buyurmaktadır: "Anca'k bundan sonra tövbe edip ıslah olanlar müstesnadır."

Alimler, bu istisna hususunda ihtilaf etmişlerdir: İstisna sadece son cümleye mi dönmektedir? (Tövbe kişinin sadece fasıklığını mı kaldır­makta, tövbe etse bile şehadeti ebedi olarak kabul edilmemeye devam etmekte midir?) Yoksa ikinci ve üçüncü cümleye mi dönmektedir? (Töv­be ile şahitliği kabul edilip fasıklığı kalkar mı?)

Celde vurulmasına gelince; kişi tövbe de etse, ithamında ısrar da et­se, bu olup bitmiş, geçmiş bir olaydır. Bu sebeple, ihtilafsız olarak, cel-denin sonrası için bir hükmü yoktur. İmam Malik (179/795), eş-Şâfiî (204/819) ile Ahmed b. Hanbel (241/855), tövbe ettiğinde kişinin şa­hitliğinin kabul edileceğini ve fasıklık hükmünün kalkacağını benimse­mişlerdir. Saîd ibnu'l-Museyyeb (93/712) ve seleften bir grup ta böyle söylemişlerdir.

İmam Ebû Hanîfe (150/767) ise şöyle demiştir: "İstisna sadece son cümleye dönmektedir. Tövbe ile kişinin {aşıklığı kalkar ve ebedi olarak şahidliğinin kabul edilmemesi bakî kalır." Şureyh, İbrahim en-Nehaî, İbn Cubeyr, Mekhûl, Abdurrahman b. Zeyd b. Câbir bu görüştedirler.

eş-Şa'bî ve ed-Dahhâk da şöyle demişlerdir: "Tövbe etse dahi, bu kimsenin şahitliği kabul edilmez. Ancak iftira ettiğini itiraf ederse, bu durumda şahitliği kabul edilir. Yine de en iyisini Allah bilir."[155]

Öyleyse, ümmetin fakihlerinin çoğu, iftira edenin tövbe etmesinden sonra şahitliğinin kabul edileceğinde ittifak etmişlerdir. Muhaddislerin uygulamaları da, iftira edenin şahitliğinin tövbe ettikten sonra kabul edi­leceğini göstermektedir. Çünkü onlar Hassan b. Sâbit'in[156], Hamne bnt. Cahş'ın[157] rivayetlerini kabul etmişler ve bunları kitaplarına almış­lardır.

Bundan daha da önemlisi, Efendimiz Ömer'in uygulaması bu görü­şün doğruluğuna işaret etmektedir. Çünkü kendisi Hassan b. Sâbit'in mescidde şiir okumasına itiraz edince, Hassan ona şöyle demişti: "Mes-cidde sizden daha hayırlısı varken de ben şiir okuyordum."[158] Bunun üzerine Hz. Ömer susmuştu.

Düşünce ufku dar birinin "bunların tövbe ettiklerini nereden tesbit ediyorsun" diye soruvermesi mümkündür.

Bu kimsenin sorusuna cevap sadedinde deriz ki: Bu iftira hadisesine katılmış olanlardan herhangi birisi tövbe etmemişse İslam dairesinden çıkmıştır. Çünkü Sıddîk kızı Sıddîka Âişe'nin bu iftiradan beri olduğu, Alîm ve Habîr olan Allah katından gelmiştir. Kim bunun hilafını teveh-hüm ederse, Kur'ân-ı Kerim hakkında şüphe etmiş olur. Sahabede böy­le bir durumun bulunması ise mümkün değildir. [159]

 

6- Ahirette Havuza Gelineceği Ve Bazı İnsanların Havuzdan Uzaklaştırılacağına Dair Hadisi Delil Getirerek, Sahabenin Hepsinin Âdil Oluşuna İtiraz Edilmesi Ve Bu Hadisin Ma­nasının İzahı:

 

a) "... İbn Abbas'tan (ra): Rasûlullah (a.s) "sizler (kabirlerden) yalın ayak, vücudunuz çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunacaksımz" buyur­duktan sonra şu ayet-i celileyi okudu: '(Mahlukatı) ilk yaratmaya başla­dığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- tekrar var edeceğiz.'[160] (Rasûlullah sözüne şöyle devam etti:) Kıyamet gününde ilk giydirilecek kişi İbrahim'dir. Daha sonra ashabımdan bir grup sağa sola alınıp götü­rülecekler. Ben bu durum karşısında 'onlar benim ashabım' diyeceğim. Bana 'senin ayrılışından itibaren bunlar gerisin geri dönüp mürted ol­muşlardır' denilecektir. Bunun üzerine ben de salih kul İsa b. Meryem'in dediği gibi diyeceğim: 'Aralarında bulunduğum müddet, üzerlerine göz­cü idim. Ne zaman ki beni içlerinden aldın, üzerlerine gözetleyici yalnız sen kaldın. Zaten sen herşeye şahidsin.'[161]

Muhammed b. Yusuf el~Firebri der ki: Ebu Abdillah vasıtasıyla Ka-bîsa'nın şöyle dediği aktarılmıştır: Burada kastedilenler Ebubekr (ra) dö­neminde irtidad edenlerdir. Ebubekr (ra) bunlarla savaşmıştır."[162]

b)  "...Enes b. Malik'ten: Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: "(Kı­yamette) ashabımdan bir grup insan (havuzun başında) benim yanıma gelecekler. Onları tanıyacağım ama alınıp götürülecekler. Ben bu durum karşısında 'onlar benim ashabım' diyeceğim. Allah Teâlâ da şöyle buyu­racaktır: 'Senden sonra onların neler icad ettiklerini bilmiyorsun."[163]

c)  "...Ebu Hureyre'den... Rasûlulİah (a.s) şöyle buyurdular: "Dikkat edin. Bazı insanlar havuzumun başından, yolunu kaybetmiş develerin kovulduğu gibi kovulacaklar. Ben onlara 'hey! Buraya gelin' diye bağı­racağım ancak, bana şöyle söylenecek: 'Onlar senden sonra (dinlerin­de) değişiklik yaptılar.' (Bunu duyunca, "benden sonra başka yola sa­pan) uzak olsun, ırak olsun diyeceğim."[164]

d)  "...Ebu Hureyre'den... Rasûlulİah şöyle buyurdular: "Kıyamet gü­nü ashabımdan bir grup bana gelirler ancak havuzdan uzaklaştırılırlar. Bunun üzerine ben, 'ya rabbi! Onlar benim ashabım' derim. Allah ta şöyle buyurur: 'Onların senden sonra neler icad ettiklerini bilmiyorsun, onlar gerisin geri irtidad ederek döndüler."[165]

Hiç şüphe yok ki, hadis mutevatirdir ancak bazı insanların havuzdan uzaklaştırılmasıyla kastedilenler Rasûluilah'ın vefatından sonra İs­lam'dan irtidad edenlerdir. Nitekim durumun böyle olduğu, rivayetlerin birkaçında açıkça ifade edilmiştir. Biz bunların bir kısmını burada nak­lettik. Yukarıda el-Firebrî'den naklettiğimiz gibi ümmetin alimlerinin anladığı da budur.[166]

Usûl alimleri sahâbînin tarifini yapmışlardır. Hiçbir tanesi İslam'dan irtidad edenleri sahabeden saymamıştır. Mesela İbn Hacer sahâbî tari­finde şöyle demiştir: "En sahih olan görüşe göre sahâbî: Nebî ile mü­min olarak karşılaşan ve araya irtidad dönemi girse bile mümin olarak vefat eden kimsedir." İbn Hacer buna delil olarak el-Eş'as b. Kays'ın ir-tidadmı ve Hz. Ebubekr döneminde tekrardan İslam'a dönüşünü zikret­miştir. Hz. Ebubekr onun İslam'a dönüşünü kabul etmiş ve kız kardeşiy­le evlendirmişti.[167]

Öyleyse, buradaki mezkur acıklı haber, Rasûluilah'ın zamanında müslüman olup, ona sahâbî olmakla şereflenen ve mürted olarak ölen­ler içindir.[168] Buna göre, müslüman olarak ölenlerin adaletine ta'n et­mek, onların dinleri, adaleti, sahâbîlikleri hususunda şüphe uyandırmak caiz olmaz. İnsan, ucuz-kıymetli herşeyini dinleri uğrunda feda eden sa­habenin müslümanlığı hususunda şüpheye düşerse, kendisinin müsiü-manlığma nasıl sağlam itikad edecek?

İşin bu tarafı böyle. Başka bir açıdan bakıldığında, bir insanın müs-lümanhğına hükmetmek zahire göredir. Nitekim Rasûlulİah da sakındır­masına ve acıklı durumu haber vermesine rağmen, onları 'ashabımdan bir grup', 'ashabımdan bir topluluk', 'ashabımdan bir grup insan' diye vasıflandırıp, ashabım diye isimlendirmekte, zahire göre hüküm ver­mektedir. Rasûlulİah zahire göre hüküm verdiğine, hükmünü batma gö­re bina etmediğine göre, hadisçilerin sahabenin tamamını âdil kabul et­meleri ne diye tenkit edilmektedir? Halbuki onlar bu hususta Rasûlui­lah'ın uygulamasını esas almaktadırlar. [169]

 

7-Sözün Hülâsası:

 

Kur'ân-ı Kerîm'de el-Munafikûn adıyla bir sûre ve münafıklarla İlgili başka ayetlerin bulunması sebebiyle, cumhurun sahabenin tamamını âdil kabul etmesi tenkit edilemez. Çünkü aynı Kur'ân'da sahabenin ta­mamını medh eden pekçok ayet te vardır. Bu yüzden münafıkların gü­nahları sebebiyle sahâbîler muaheze edilemez. Allah onların hepsinden razı olsun. [170]

 

C-Üçüncü Tenkidin Tahlili:

 

Sahabe birbirini tekfir ediyor veya yalanlıyor muydu?

Ashabın birbirlerini tekfir ettiklerine dair bir tek sahih rivayet yoktur. Ancak bazısı, aralarında husumet olduğunda nifak kelimesini kullanmış ve 'sen münafıksın' demiştir. Ama bu kelimeyi kızgınlığın neden olduğu galeyanla söylemişlerdir, yoksa töhmet kasdıyla muhataba yöneltilmiş bir ifade değildir.

Hem bu ferdi bir hadisedir. Aynı hadisenin, çok kez meydana geldi­ğine delil olarak kullanılıp umuma teşmil edilmesi hiçbir şekilde doğru olmaz.

Dediğimiz gibi, sahabe birbirlerini yalanlamıyordu. Bu ifadenin için­de bulunduğu rivayetlerin çoğu sabit değildir. Nitekim Enes b. Mâlik el-Ensârî de (93/717) şöyle demişti: "Birbirimize yalan söylemiyor-duk."[171]

Evet, müminlerin annesi Hz. Âişe Ebu'd-Derdâ'yı yalanlamıştı. Ebu'd-Derdâ "sabah vaktine giren kimse için artık vitir yoktur" diye soh­bet ettiğinde, Hz. Âişe, "Ebu'd-Derdâ yalan söyledi. Nebî sabahlıyor ve vitri de kılıyordu" demişti.[172] Buradaki yalan hata manasındadır. Eğer buradaki yalan ifadesini ilk akla gelen anlamında alırsak, bu durumda mana doğru olmamaktadır. Çünkü, burada Ebu'd-Derdâ'yı yalanlayacak bir yön yoktur. Zira bu, onun kendi şahsi görüşü veya fetvası idi. Gö­rüşler ve fetvalar ise, yalanlanmaz ancak hatalı kabul edilir.[173]

Bu durumda şöyle dememiz mümkün olmaktadır: Sahabe birbirleri­ni yalanlamıyordu.

Sahabeden bir kısmı hata edip şarap içmiş veya büyük günah işle­miş hatta sahabeden iki grup arasında savaş dahi olmuştur.[174] Buna rağ­men, aralarındaki problemlerde dahi hadis uydurdukları sabit- olmamış­tır. Nitekim Ali b. Ebî Tâlib (40/660) şöyle diyordu:

"Sizlere Rasûlullah'tan bir hadis aktardığımda, ona yalan isnad et­mektense gökten yere çakılmayı tercih ederim. Başka bir kimsenin sö­zünü aktardığımda ise (bunu yapabilirim), çünkü ben bir savaşçıyım. Sa­vaş ise hileden ibarettir..."[175]

Hz. Ali'nin karşısında bir ordu görüyoruz. Fakat o, bu zamanda bile Nebî'ye yalan isnad etmiyor, sadece hadisi tevil ediyor (ve karşısındaki-leri düşman olarak değerlendiriyor. Nitekim aynı durum şu rivayette de görülmektedir).

"... Tâvûs'dan, o Ebubekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan, o da babasından; şöyle demiştir: Ammâr b. Yâsir öldürülünce, Amr b. Hazm, Amr b. el-Âs'ın (42/662) yanına girdi ve şöyle dedi: 'Ammâr öl­dürüldü. Oysa Rasûlullah bu hususta şöyle buyurmuştu: Onu asi bir top­luluk öldürecek.' Amr b. el-Âs korkup titreyerek ayağa fırladı ve Muâvi-ye'nin (60/680) huzuruna girdi. Muâviye ona 'neyin var?' diye sorun­ca, 'Ammâr öldürüldü' dedi. Muaviye de: 'öldürülmüşse ne olmuş yani' deyince, Amr şöyle dedi: 'Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu işitmiştim: Onu asi bir topluluk öldürecek.' Bunun üzerine Muâviye ona şunu söy­ledi: 'Bevl ettiğin yerde kaydın.[176] Onu biz mi öldürdük. Ali ve arkadaş­ları öldürdüler. Getirip mızraklarımızın -veya kılıçlarımızın- önüne attı­lar."[177]

Burada Muâviye'nin (ra) yalan söylemediğini keza yalanlamadığını ancak hadisi tevil ettiğini görmekteyiz. Bundan dolayıdır ki, sahabenin hepsi, müslümanların hem alimleri hem de avamı olmak üzere tümü nezdinde âdildir. Bu sebepledir ki, kendilerinin medhedildiği hadisleri bazı sahâbîler rivayet ettiğinde, insanlar rivayetlerini kabul etmişler­dir.[178]

Bazı doğru yoldan sapmış fırkaların sahabeyi, özellikle de el-Velîd b. Ukbe'yi, Abdullah b. Ebî Serh'i, Muaviye b. Ebî Sufyân'ı ve başkalarını ta'n ettiklerini görmekteyiz. Çok ilginçtir, bu kimselerce rivayet edilen ve içlerinde kendilerinin medh edildiği sahih ve sabit hadisler bulamıyo­ruz. Eğer bu kimseler yalancı olsaydı, hadisler uydururlar, hadisçiler de kendilerinden bunları rivayet ederdi. Çünkü onların nazarında bu kim­seler sahabedendir ve âdildirler.[179] Bu kimselerce içlerinde kendilerinin övüldüğü sahih ve sabit rivayet bulunmaması, onların sâdık olduklarının bir başka delilidir. [180]

 

D-Dördüncü Tenkidin Tahlili:

 

Sahabenin adaleti ve bunun beşer tabiatına aykırı olduğu iddiası. [181]

 

1-Ashabı Bugünkü Toplumlarla Kıyas Etmemek Gerekir:

 

Sahabenin tamamının âdil sayılmasının beşer tabiatına aykırı olduğu ve bu sebeple bu yaklaşımın kabul edilmesinin mümkün olmadığı iddi­asının yaşanan hayatta dayandığı bir mesned yoktur. Bilakis, bu iddia beşer tabiatına terstir. Çünkü bu görüşü iddia edenler, terbiyenin insan nefsindeki tesirini tamamen bilmez görünmektedirler. Ayrıca, dini mü­dafaa hassasiyetinin etkisini ve bunun nefsin güzelleşmesindeki nüfuzu­nu görmezlikten gelmektedirler. Oysa, beşer tabiatı donuk, kalıpları bel­li ve hiçbir tarafa meyi etmez birşey değildir ki. Bilakis biz insan tabiatı­nı şöyle görüyoruz: Sağlam bir imanın etkisine girip, tevhid akidesini ru­huna sindirdiğinde yücelir ve meleklere yaklaşır, tüm rezilliklerden va­reste olur. İnsan nefsi alçaklaşır ve kirlenirse, bu sefer, aralarında fazla mesafe yokmuşçasına şeytana yakın olur. Bununla ilgili bazı misaller zikretmemiz mümkündür:

Şehvet duygusu insanın tabiatında vardır. Allah Teâlâ'nın Hz. Adem'den peygamberimiz Hz. Muhammed'e (a.s) kadar koymuş oldu­ğu şeriat, evlenme yani iki karşı cinsi bir araya getirmedir. Bazan bu ev-lililiğin sonu boşanma olur. Hristiyanlık eşin hıyaneti dışında boşanma­ya müsade etmezken, İslam dini boşanmaya izin vermiştir. Buna rağ­men 1930 yılında İngiltere'deki boşanma oranı binde onbirdir. Bu ra­kam 1960 yılında binde yetmişe çıkmıştır. Aynı dönemde bu rakam Amerika'da binde üçyüzotuzlara ulaşmaktadır.[182] Fransa'da ise şimdiki miktar binde ikiyüze varmıştır. Şimdi bizler, bu ülkelerdeki beşer tabiatının meylini öğrenmek iste diğimizde, birbirlerinden ayrılan eşlerin boşanma oranını tüm beşer ta­biatı için ölçü almamız uygun olur mu? Kanımızca bu açık bir hata olur. Öyleyse "beşer (insan) tabiatı" ifadesi elastikî bir ifadedir. Bu sebeple, bir ülkedeki toplum şartlarını diğer bir ülkeye, bir zamandan başka bir zamana, böyle basit şekilde kıyas etmek uygun olmaz.[183]

Buradan ortaya çıkmaktadır ki; sahabeyi başkalarına kıyas etmek ve­ya bunun tersini yapmak doğru olmaz. Çünkü Allah Subhânehu ve Te-âlâ onları temize çıkarmış ve Peygamber'ine ashab olarak seçmiştir ki, vefatından sonra emaneti alıp yerine getirsinler diye. [184]

 

2-Sahâbenin Beşer Yönü İnkar Edilmemektedir:

 

Burada geriye başka bir problem kaldı. O da, yanılma ve unutmanın beşer tabiatının özelliklerinden olması. Bizler sahabenin tamamını âdil kabul ettiğimizde onları beşer mertebesinden yukarı çıkarmış, onlardan yanılma ve unutmayı kaldırmış oluruz.

Bunu reddetmek için şöyle deriz:

a) Sahabe beşerdir, onlar da diğer insanlar gibi yanılma ve unutma­ya maruzdurlar. Adil kabul edilmeleri, yanılma ve unutmalarının imkân dahilinde olduğunu kabul etmemek anlamına gelmez.[185]

b) Onlar Nebî ile beraber yaşadılar, olaylara şahid oldular, kendi göz­leriyle gördüler. Gördükleri hafızalarına yerleşti. Daha sonra gördükleri­ni amelî olarak tatbikata döktüler ve sünnet-i nebeviyyenin doğru bir su­reti (bir nevî kopyası) oldular. Bu meziyet, başkalarında böylesine toplu­ca birarada bulunmamıştır. Buna rağmen onlar, Rasûlullah hayatteyken de vefat ettikten sonra da biraraya geldiklerinde, Rasûlullah'm meclisin­de geçen hususları birbirleriyle müzâkere ediyorlardı.[186] Bazıları ise, Kur'ân virdini okur gibi kendi kendine tekrarlayıp aklında tutardı.[187] Bu­na şunu da ilave edebilirsin: Onlar hadis rivayetinde ihtiyatlı davranıyor­lar, bir hadisin sıhhati hususunda şüphe ettiklerinde rivayetten kaçını­yorlardı. Aynı zamanda birbirlerini hadislerde ziyade ve noksanlıkta bu­lunmaktan sakındırıyorlardı. [188]

 

3-Sahâbenin İhtiyatlı Davranmasına Misaller:

 

a)  Suheyb şöyle diyordu: "Gelin, size gazvelerimizden bahsedeyim. Ama size 'gelin,  Rasûlullah şöyle buyurmuştur' demem."[189]

b)  Mucâhid şöyle demiştir: "İbn Ömer ile Medine'ye kadar arkadaş­lık ettim. Bana Rasûluilah'tan sadece şu hadisi aktardı: Bizler Nebî'nin yanında idik..."[190]

c)  Abdullah b. ez-Zubeyr babasına, "falan ve filanın Rasûluilah'tan hadis rivayet ettiği gibi senden rivayet duymuyorum" deyince, babası ona şu cevabı verdi: "Ben Rasûluilah'tan hiç ayrılmadım fakat, onun şöyle dediğini işittim: 'Kim benim adıma yalan uydurursa cehennemde­ki yerine hazırlansın."[191]

d) İbn Ebî Leylâ anlatıyor: "Zeyd b. Erkam'a geldiğimizde, 'bize Ra­sûluilah'tan rivayet et' diyorduk. O ise şunu söylüyordu: Bizler yaşlan­dık ve unuttuk. Rasûluilah'tan hadis rivayet etmek ağır bir iştir."[192]

e)  Enes diyor ki: "Nebi'nin şöyle buyurmuş olması, beni sizlere çok hadis rivayet etmekten alıkoyuyor: Kim kasten benim adıma yalan uy­durursa cehennemdeki yerine hazırlansın."[193]

f)  Semure şöyle demiştir: "Benim Rasûluilah'tan işitmiş olduğum pekçok hadisi sizlere anlatmamı, daha çok bilenlerin burada bulunması engelliyor. Ondan işittiklerimi ezberlerken delikanlılık dönemlerimdey-dim."[194]

g)  Şurahbîl b. es-Simt, Ka'b'a   "ya Ka'b b. Murre! Bize Rasûlui­lah'tan hadis rivayet et, ama dikkatli ol" demiştir.[195]

h) İmran b. Husayn hataya düşmemek için çok hadis rivayet etmek­ten kaçınıyordu.[196]

ı) Esîd b. Ebî Esîd annesinden nakleder: "Ebu Katâde'ye şöyle de­dim: 'İnsanların rivayet ettikleri gibi, niçin sen de Rasûluilah'tan hadis rivayet etmiyorsun?' Ebu Katâde dedi ki: "Rasûlullah'ın şöyle buyurdu­ğunu işittim:[197] Kim benim adıma yalan uydurursa yan tarafı için cehen­nemde yaslanacak bir yer arasın..." [198]

 

4-Sahâbenin Yanılması Ve Unutması:

 

Sahabenin yanılma ve unutma taraflarına gelince; münekkidler, sa­habeyi tüm şeylerden selîm kılmamışlardır. Bilakis hata veya yanılmayı tesbît ettiklerinde buna dikkat çekmişlerdir.[199] Nitekim Hz. Âişe, saha­beden bir grubun rivayetlerinde yanıldıklarını ifade etmiştir:

a) Hz. Âişe, îbn Ömer'in, Nebî'nin umre yaptığı tarihler konusunda yanıldığını söylemiştir.[200]

en-Nevevî (676/1277) bu hususta şöyle demiştir: "İbn Ömer'in, Hz. Aişe'nin inkarı karşısında sükût etmesi, kendisinin meseleyi karıştırdığı­nı veya unuttuğunu ya da şüphe ettiğini göstermektedir[201]

îbn Hacer de (852/1448) bununla delil getirerek şunu der: "Bura­da, masum olmadığından dolayı sahâbî için yanılma ve unutmanın ola­bileceğine delil vardır."[202]

b)  Saîd ibnu'l-Museyyeb, İbn Ömer'in "Nebi Meymûne ile ihramda iken evlenmiştir" sözünde yanıldığını söylemiştir.[203]

c)  ed~Dârekutnî Râfi' b. Amr el-Muzenî'nin şu sözünde yanıldığını belirtmiştir: "Rasûlullah'ı Mina'da bir katırın üzerinde hutbe irad eder­ken gördüm." Tüm insanlar Nebî'nin   hutbesini dişi veya erkek deve üzerinde irad ettiğini rivayet etmişlerdir. ed-Dârekutnî sonra şöyle der: "Şimdi sahâbî bu sebeple zayıf mı kabul edilecek?"[204]

Buradan açıkça ortaya çıkmaktadır ki; sahabenin adaletine inanmak beşer tabiatına aykırılık arz etmez. Çünkü Nebî'nin (a.s) terbiyesi onlar üzerinde etkili olmuş, onlar bu terbiye ile hadisleri rivayet ederken ta­mamen ihtiyata sarılmışlardır. Sahabenin tamamını âdil kabul edenler, -tesbit edildiği takdirde- sahabenin hatalarını açıklamışlar ve pekçok se­bepten dolayı, bu durumun onların adaleti üzerinde etkili olmayacağını kabul etmişlerdir.

d)  Keza Müslim hayz bahsinde İsmail, Ebû Reyhâne, Sefîne tarikiy­le rivayet eder...: "Rasûlullah bir sâ' ile gusleder, bir müd ile abdest alır­dı."[205]

Ebû Reyhâne diyor ki: "Sefîne yaşlanmıştı, onun hadisine güvene-miyordum."[206]

 

Hadislerde Anlam Kayması (Manayla Rivayet Sorunu)

 

Cerrahın hastayı masaya yatırıp üzerinde gerekli tedkikleri yapması gibi, bir insanın sözünü en güzel şekilde tahlil etmenin yolu, ağzından dökülmüş ifadeleri olduğu gibi incelemekten geçer. Sözler aynı şekilde gelmediği zaman, yapılacak yorumlar ve tahlillerin en azından bir kısmı yerini bulmayacak, böyle olunca da konuşanın aklına gelmemiş ihtimal­ler üzerinde münakaşalar ve açıklamalar yapılacaktır. Çoğu zaman ke­lâm sahibi, esas muradını izah imkanı bulamayacağı için de, sözü yo­rumların içerisinde kaybolup gidecektir.[207]

Bunu hem ferdî hem de toplumsal hayatımızda, özellikle de siyasî sahada tesbît etme imkanına sahibiz. Söylenen sözler kayda alınmadığı zaman, 'ben şunu demiştim', 'muradım şuydu gibi' savunmalarla insan­lar kendilerini kurtarmaya, beri taraftakiler de 'şunu demiştin' diyerek sıkıştırmaya çalışırlar. Kendi aramızdaki konuşmalarda da aynı şeyi ya­kından müşahede edebiliriz. Bir ortamda söylenen söz, oradakilerce başkalarına aktarıldığında, söz çoğu zaman mecrasından çıkar, hatta ba-zan bambaşka birşey olur çıkar. Birisine büyük bir sevgiyle bağlanan in- _ sanların ifadelerinde sözü genişletme ve tefsir ederek ilavede bulunma çok görülür. Bu durum, dikkatsizlik yanında, dinleyenlerin o anki zihin­sel durumları, kültür seviyeleri ile de bağlantılıdır.

Aynı durum, Hz. Peygamber'in ashabı ve sonraki raviler için de söz konusu olabilir mi? Hadisleri kendilerinden sonrakilere aktarmak amacıyla Rasûlullah'ı dinlememiş olan sahâbîler duydukları hadisle­ri olduğu gibi bizlere nakledebildiler mi? Cüz çalışmalarına karşın, ciddi tasnifatın ikinci asra doğru yapılmaya başlandığı göz önüne alındığında, aradaki süre zarfında Hz. Peygamber'in hadisleri dillerden dillere akta­rılmak suretiyle ne derece safiyetini ve aslî durumunu muhafaza edebil­di? Abartma olduğu belli olan hafızalarının son derece kuvvetli oluşu, hadisleri Rasûl'den öğrendikleri gibi nakletmek hususunda onları ne de­rece başarılı kılabildi veyahutta ashab beşerî ölçülerde olunabilecek ka­dar başarılı olduysa, kendilerinden sonrakiler için de aynı şeyi söylemek mümkün mü? Özellikle Arap olmayanlar ile rivayet için yeterli düzeye sahip olmayan raviler, hadisleri olduğu gibi aktarmada ne kadar başarı­lı olabildiler? Soruyu bir başka açıdan soracak olursak: Hassasiyet gös­terilerek dikkatli olunmasına rağmen, beşer vasıflan herşeyi olduğu gibi ezberlemelerine imkan vermiş midir, değişiklik mutlaka söz konusu ol­mamış mıdır?

Bu ve benzeri sualler, Hz. Peygamber'in hadislerinin lafzen rivayet edilmemesinin ne tür problemler getirdiğine dair önümüze çıkan soru­lardan birkaçıdır.

Bu sorulara cevap ararken, ashabın endişelerimizi uzaklaştırmada oldukça başarılı olduğunu söylemek durumundayız. Çünkü hadisleri ilk kaynağından almaları, hangi münasebetle söylendiğine şâhid olmaları, etraflarında kendilerini her an düzeltecek, onlar gibi birinci ağızdan işit­miş bir topluluğun varlığı ashab için bir avantaj idi. Ayrıca Hz. Peygam­ber'in, hadislerinin kendisini dinleyenler tarafından o anda bulunma­yanlara aktarılmasını İstemesi[208], bunu yaparken olduğu gibi aktarılma­sının üzerinde basa basa durması[209], emaneti hakkıyla bir sonraki kuşa­ğa aktaranlara duada bulunması[210], kendisi adına yalandan şiddetle sa­kındırması[211] ve bu sakındırma sebebiyle "lafızları değiştirip te bu hü­küm altına girer miyim"[212] korkusunun taşınması, sahabenin bu konu­da hassasiyet göstermesini sağlayan en büyük âmillerdi.

Ashab duydukları hadisleri naklederek, duaya mazhar olmak ve di­nin buyruklarını kendilerinden sonrakilere ulaştırmak istiyordu ancak, olduğu gibi nakletmemek te bir nevi Hz. Peygamber'in ağzından çıkan ifadelere sadık kalmamak olduğundan (bu da bir anlamda yalan sayıla­bileceğinden), onların bir kısmının hadis rivayeti hususunda oldukça temkinli davrandıklarını, azaptan korkup rivayetten kaçındıklarını gör­mekteyiz. Nitekim diğerleri gibi, Hz. Peygamberle beraber bulunan Talha'ya. Hz. Peygamber'den niçin az hadis rivayet ettiği sorulduğun­da, şu cevabı vermişti: "Onlar gibi ben de Hz. Peygamberle birlikte oturdum. Onlar gibi Rasûlullah'ı ben de dinledim. Fakat ben onun, 'kim benim adıma...' buyurduğunu işitmiş biriyim."[213]

Az hadis rivayet etmiş olan İmrân b. Husayn'ın şu sözü, ashabın bir kısmının bu korkuyu taşıyarak rivayetten geri durduklarını göstermekte­dir: "Vallahi! İstesem Rasûlullah'tan iki gün peşpeşe hadis rivayet ede­bilirim. Fakat beni bundan alıkoyan sebep şudur: Rasûlullah'ın ashabın­dan bazıları benim işittiğim gibi hadisleri işittiler, benim şahid olduğum gibi olaylara şahid oldular. Hadis rivayet ediyorlar ama aslında bunlar onların aktardığı gibi değildir..."[214]

Ashabın bir kısmı bu korkuyu taşıyarak hadis rivayetinden geri duru­yordu ancak, geri kalanlar ümmeti aydınlatma sorumluluğunu kendile­rinde görerek hadisleri aktarıyorlardı. Çünkü Rasûl hayatta değildi ve karşılaşılan meselelerde nasıl davrandığını ve ne buyurduğunu aktarmak mesuliyeti ashaba düşmekteydi. Bunu onlardan başka yapacak kimse de yoktu.

Ancak ne kadar dikkatli olurlarsa olsunlar, onlar da bizim gibi birer insan idiler. Bugün elimizde bulunan hadisleri bizlere aktaranlar sahâbî-ler idi. Hadisler onlardan sonraki kuşaklara geçtiğinde ise, beş ağızdan rivayet edilen hadis on ağızdan nakledilir hale gelmiş ve bu halkalar ge­nişledikçe tabii olarak farklılıklar hatta zıtlıklar meydana gelmiştir. Öyle olmuştur ki, muhaddislerin bir hadisin elli altmış tarikini toplama­sınla övündüğümüz durum, levhayı ters çevirdiğimizde birbiriyle aykırılıklar arz eden elli altmış rivayetle karşı karşıya bırakmıştır bizleri. Bunun böyle olmasının en büyük sebebi, hiç şüphesiz ki hadis­lerin ibadetlerde Kur'ân gibi kıraat edilmemesi[215], ravilerin büyük kısmı­nın Arap olmaması, kalabalık bir bölümünün de hadisleri hakkıyla eda edecek kabiliyette olmamalarıydı.

Endişe verici gerçeği gören gerek fukaha ve gerekse muhaddisler, bu tür rivayetler karşısında nasıl bir tutum belirleyeceklerini tesbit etmeye çalışmışlar, bazıları böyle rivayetler kabul edilmez derken, çoğunluk ken­di usûllerine göre aynı lafızlarla rivayet edilmemiş hadisleri kabulde bir takım kriterler koymak durumunda kalmışlardır. Filologlar ise, manayla rivayet edilmeleri sebebiyle hadislerle istişhad etmemişlerdir.

Şu bir gerçektir ki, bugün bizlerin elinde, Hz. Peygamber'in ağ­zından çıktığı haliyle muhafaza edilmiş bir tek hadis bulmak olduk­ça zordur. Birkaç kelimelik rivayetlere varıncaya kadar durum budur. 'Men kezebe' hadisi ile 'inneme'l-a'mâl' hadisi bunun örnekleridir. Bir­birleriyle farklılık arz eden ve aynı hususu anlatan hadislerden bir tane­si Hz. Peygamber'e ait olabilir. Ancak tüm raviler hadisi aynı lafızla ri­vayet etmediklerinden ve hangisinin aslî durumu muhafaza ettiğini ke­sin olarak bilemediğimizden, böyle demek durumundayız. [216]

 

I-Tarif Ve Kapsam:

 

"Hadis metninin, salahiyetli şahıslar tarafından, mânâsı bozulma­mak şartıyla, Resûlullah'ın (a.s) kullanmış olduğu lafızlardan başka lafız­larla ifade edilerek rivayet edilmesi"[217] manayla rivayet (muhteva riva­yeti) olarak tarif edilmektedir.

Fiilî hadislerin farklı şekillerde nakledilmesi manayla rivayetin dışın­da kalmaktadır. Ravilerin bu tür rivayetlerde farklı ifadeler kullanmaları tabiîdir. Çünkü ashabtan herkes, görmüş olduğu durumu kendince an­lattığı için, her ravinin İfadesi farklılık arz edecektir. Nitekim haccın ve namazın anlatıldığı hadislerde lafızların oldukça farklı olmasının sebebi budur. Bu yüzden manayla rivayet meselesi değerlendirilirken bu tür ha­dislerin buna dahil edilmemesi daha münasip düşer. Ancak olay anlatı­lırken Hz. Peygamber'in beyanlarına yer veriliyorsa, onlar da manayia rivayet içine girmektedir.[218]

Bunun yanında, cahil kimsenin manayla rivayetinin caiz olmadığı konusunda ihtilaf yoktur. Çünkü böyle birinin lafzı tersine çevirmiş ol­masından emin olunmaz, zaten genel durumları da budur.[219]

Keza manayla rivayet meselesi, hadislerin kitaplarda toplanmasın­dan öncesine ait bir durumdur. Hadisler kitaplarda toplandıktan sonra böyle birşey fiilen ortadan kalkmış olup,[220] bunları değiştirmenin caiz ol­madığında ittifak vardır. [221]

 

Iı -Manayla Rivayetin Sebepleri:

 

Lafzî hadislerin manayla rivayet edilmesi, bazan aynı mevzunun Hz. Peygamber tarafından çeşitli defalar dile getirmesinden kaynaklanabil­diği gibi, ravinin manayla rivayet etmesinden veya ravinin şahsından da kaynaklanabilmektedir. Bu hususlar ana başlıklarıyla şu şekilde sıralana­bilir: [222]

 

1-Hadisenin Birkaç Kez Tekrar Etmesi:

 

Hz. Peygamber'in altmışüç yıllık ömründe her kelamı, her nasihati, her hükmü sadece birkez söylediği, benzer olaylarla karşılaşmadığı dü­şünülemez. O, günlük hayatını yaşarken, çarşıda pazarda karşılaştığı yanlışlıklara müdahele ederken, âdâb babında bazı hususları tavsiye ederken, miras, kati, iftira vb. konularda hüküm verirken sarfettiği ifa­deler birbirlerine çok yakın olabileceği gibi birbirinin aynı da olabilmiş­tir, insanın, günlük hayatını yaşarken kullandığı kelimelerin sınırlı oluşu ve bazı şeylerin hergün tekerrür ettiği de hesap edilirse bu durum daha iyi anlaşılır.

Bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Hz. Peygamber'in çeşitli ve­silelerle farklı ifadeler kullanmış olması mümkündür. Böyle bir durumla karşılaşılınca hepsini aynı olaymış gibi düşünmek yanlış olabilir. Nitekim Jbn Hazm (456/1064) mana bir olduktan sonra rivayetler arası farklılı­ğın önemli olmadığını söyler ve bunu şu sebebe bağlar: "Hz. Peygam­ber in bir hadisi birkaç defa buyurduğu sabit olmuştur. Her insan kendi duyduğunu rivayet etmiştir. Bu da rivayetler hakkında şüphe uyandı­racak bir husus değildir."[223] Misal:

a) Ebû Zer'den: Bir gece dışarı çıktığımda, baktım ki Rasûlullah ken­di başına, yanında kimse bulunmaksızın yürüyor... Ben de bir müddet onunla beraber yürüdüm... Dedim ki: "Yâ Nebiyyallah!  Allah beni se­nin yoluna kurban etsin! el-Harre (Medine'de siyah taşlı yer) tarafında kiminle konuştunuz? Oysa sana cevap veren kimseyi görmedim." Ra-sülullah şöyle buyurdu: "O Cibril'di. el-Harre tarafında bana geldi ve şöyle dedi: 'Ümmetini müjdele: Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölen kimse cennete girecektir..."[224]

b)  Ebû Hureyre'den: Bir yolculukta Hz. Peygamber ile birlikte idik. Bir müddet sonra yolcuların azıkları tükendi. Hatta Rasûlullah devele­rin bir kısmını boğazlamayı düşündü. Bunun üzerine Hz. Ömer, "yâ Ra-sûlallah! Yolcuların kalan azıklarım toplasanız da onlar üzerine Allah'a niyazda bulunsanız" dedi. ...Rasûlullah şöyle cevap verdi: "Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve ben Allah'ın rasûlüyüm. Bir kul, bu ikisinde hiçbir şüphe taşımaksızın Allah'a kavuşursa, cennete gi­recektir."[225]

c)  Ebû Hureyre'den: Bir cemaatla beraber Rasûlullah'm etrafında oturuyorduk. Ebübekr ve Ömer de bizimle beraberdi. Birara Rasûlullah ; aramızdan kalktı fakat dönmesi gecikti... Ayakkabılarını bana vererek j "yâ Ebâ Hureyre!" buyurdu. "Bu bir çift ayakkabımı götür ve bahçenin i arkasında Allah'tan başka ilah yoktur diye gönülden inanan kime rast-; larsan, onu cennetle müjdele...[226]                                            :

d) İtbân b. Mâlik'ten: Gözümde rahatsızlık olunca Rasûlullah'a haber ,' saldım ve "bana kadar gelip evimde namaz kılmanızı ve kıldığınız yeri  namazgah edinmek istediğimi" söyledim... (Rasûlullah) şöyle buyurdu:

"Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın rasûlü olduğuma şe­hadet eden hiçbir kimse yoktur ki cehenneme girsin veya onu tatT sın."[227]

e)  Cabir'den: Bir adam Rasûlullah'a gelerek "yâ Rasûlallah! Cennet ve cehennemi gerektiren iki şey nedir?" diye sordu. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölen kimse cennete girecek­tir. Allah'a birşeyi şirk koşarak ölen kimse ise cehenneme girecektir,"[228]

f) Enes b. Mâlik'ten: Muaz binekte ardında iken... Rasûlullah şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun rasû­lü olduğuna kalbinin samimiyetiyle inanan herkese, Allah cehennemi haram kılmıştır."[229]

Bu rivayetlerde görüldüğü gibi, Hz. Peygamber çeşitli ortamlarda benzer lafızlarla aynı hususu beyan etmektedir. Bu aynı zamanda hadi­sin sebeb-i vurûdunu tesbit etmenin önemini, hem de benzer ifadelerin farklı ortamlarda söylenmiş olacağını göstermektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus daha vardır: Değişik ortamlarda ifade edilmiş farklı lafızlar birbirleriyle karşılaştırılarak manayla rivayet olarak yorumlanamaz. Ancak bu, herbir rivayetin manayla rivayet edilmiş ol­duğu gerçeğini de değiştirmez. Nitekim, bu hadislerin herbirinin tarikle­ri biraraya getirilip ayrı ayrı incelendiğinde, tesbitimizin isabetli olduğu görülecektir. [230]

 

2- Manayla Rivayet Etmek:

 

Sahabenin mefhumu ifade ettikten sonra manayla rivayeti makul karşıladıklarını, sonraki ravilerin de bu tutumu devam ettirdiklerini gör­mekteyiz. Bu, cevaz vermenin ötesinde bir zaruret ve kaçınılması müm­kün olmayan bir durum idi. Nitekim, aynı olayla ilgili hadislerde pekçok lafız farklılıklarına rastlamaktayız. Amellerin niyete göre olduğunu gös­teren rivayet bunun en güzel misallerinden birisidir. Bu hadisi Hz. Pey-gamber'den sadece Hz. Ömer, ondan sadece Alkame b. Vakkâs el-Ley-sî, ondan sadece Muhammed b. İbrahim et-Temîmî, ondan da sadece Yahya b. Saîd rivayet etmiş, Yahya'dan sonra hadisin ravileri çoğalmış­tır. Hadis belli bir noktaya kadar tek senedle gelmesine rağmen lafızla­rında farklılıkların olması dikkat çekicidir:

"Ameller ancak niyetlere göredir."[231] "Ameller ancak niyete göredir."[232] "Ameller niyete göredir."[233]

"Amel niyete göredir."[234]

Bu rivayetin sadece Hz. Ömer'den ve ondan sonra da belli bir nok­taya kadar birer ravi tarafından rivayet ediliyor olması, hadisin manay­la rivayet edildiğini göstermektedir. Çünkü, Hz. Ömer'in bu dört ifade­yi de ayrı ayrı işittiği ve kendisinden sonraki raviye dört ayrı şekilde ak­tardığını düşünmek mümkün gözükmemektedir. Ayrıca, en fazla dört kelimelik bir hadis dahi tek lafızla rivayet edilmemişse, diğerlerinin du­rumunun daha da ileri düzeyde değişiklikler arz edeceği aşikardır. [235]

 

3-Ravîlerin Ezberleme Kabiliyetlerinin Farklılığı:

 

İnsanların hafızaları bir değildir. Birinin ezberleme kabiliyeti kuvvetli olabilirken, bir başkasınınki zayıf olabilmektedir. Bugün dahi aynı duru­mu insanlarda tecrübe etmek imkanına sahibiz. Bir kalabalığa söylenen sözlerin bir bölümü veya tamamı bazılarınca unutulurken, bir kısmı ak­lında daha fazlasını tutabilmektedir.

Hz. Ömer sahabenin bir kısmının işittiklerini unuttuğunu, diğer bir kısmının muhafaza ettiğini şu sözleriyle ifade etmektedir: "Hz. Peygam­ber, içimizde ayağa kalktı ve yaratılışın başlamasından cennet ehlinin cennetteki yerlerine, cehennem ehlinin de cehennemdeki yerlerine gi­dişine kadar olacakları anlattı. Ezberleyip aklında tutan tuttu, unutan da unuttu."[236]

Aynı şeyleri söyleyen Huzeyfe b. el-Yemân'ın şu sözü de bunu teyid etmektedir: "Tanıdığı insanı görmeyip te daha sonra gördüğünde tanı­yan insan gibi, unutmuş olduğum bazı şeyleri gördüğümde (hatırlayıp) tanıyorum."[237]

Şu hadis konumuzla ilgili misal olabilir:

Hz. Ömer anlatıyor: ...Birgün Hz. Peygamber'in yanında oturuyor-ken bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı birisi çıkageldi... ve şöyle dedi: "Yâ Muhammedi Bana İslam'ı anlat." Rasûlullah (ona) şöyle buyurdu: "İslam Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın rasûlü oiduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, ramazan oru­cunu tutman, gitmeye gücün yeterse Beyt'i haccetmendir." Adam, "doğru söyledin" dedi. Hem sorup hem de tasdik etmesine şaşırdık. Sonra "bana imanı anlat" dedi. Rasûlullah ona şöyle buyurdu: "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Kadere: haynna ve şerrine iman etmendir." (Adam yine) "doğru söyle­din" dedi.[238]

Bu hadisin diğer tariklerine baktığımızda ziyadeler ve noksanlıklar taşıdıklarını görürüz. Bunlardan bir kaçı şunlardır:

a)  Hz. Ömer anlatıyor: ... Şöyle dedi: "Ya Muhammedi İslam ne­dir?" Rasûlullah (ona) şöyle buyurdu: "İslam Allah'tan başka ilah olma­dığına, Muhammed'in Allah'ın rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, haccetmen, umre yapman, cünup iken yıkan­man, abdesti   tamamlaman ve ramazan orucunu tutmandır." (Adam) "bunu yaptığımda ben müslüman mıyım" diye sordu. Rasûlullah "evet" buyurdu.  (Bu sefer) "yâ Muhammed! İman nedir" diye sordu. Rasûlul­lah şöyle buyurdu: "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inanmandır. Cennete, cehenneme, mizana inanmandır. Ölümden son­ra dirilmeye iman etmendir.  Kadere: hayrına ve şerrine inanman­dır..."[239]

b)  Hz. Ömer anlatıyor: ... "İman nedir" diye sordu. Rasûlullah şöy­le buyurdu: "Allah'a, meleklerine, cennete, cehenneme, ölümden son­ra dirilmeye, kaderin hepsine inanmandır..."[240]

c) Abdullah b. Ömer anlatıyor: ...Şöyle dedi: "İslam nedir?" Rasûlul­lah (ona) şöyle buyurdu: "Namaz kılmak, zekat vermek, Beyt'i haccet­mek, ramazan ayını oruç tutmak, cünup iken yıkanmaktır..."[241]

d) Abdullah b. el-Abbâs anlatıyor: ".[242]..Cennete, cehenneme, hesaba, mizana iman etmendir..." [243]

 

4-Ravinin Hadisi İhtisar Etmesi:

 

Sahabi her hangi bir durum sebebiyle, bir zaman hadisin bir kısmı­nı rivayet ederken, başka bir zaman diğer bir bölümünü veya tamamını rivayet edebilmekteydi. Aynı durum daha sonraki ravilerde de söz konusu olabilmekteydi. Ancak hadisi bu haliyle işiten ravi, tamamının bu kadar olduğunu zannedebilmekteydi. Ebû Hureyre'den gelen Zu'l-Ye-deyn hadislerinin tariklerinde bu durum açıkça görülür.

a)  "Hz. Peygamber öğleni iki rekat kıldı. Kendisine iki rekat kıldığı söylenince, iki rekat daha kıldı, daha sonra selam verip İki secde yap-ti."[244]

b)  "Rasûlullah iki rekatta namazdan ayrıldı. Zu'i-Yedeyn kendisine "namaz kısaldı mı yoksa unuttunuz mu yâ Rasûlallah?" diye sordu. Ra­sûlullah ta "Zu'l-Yedeyn doğru mu söylüyor?" buyurdu. İnsanlar "evet" deyince, Rasûlullah kalktı ve diğer iki rekatı kıldı. Sonra selam verdi, tekbir getirip diğer secdeleri gibi veya daha uzunca secde etti, sonra ba­şını secdeden kaldırdı."[245]

c)  Hz. Peygamber akşamleyin kılınan namazlardan birisini iki rekat olarak kıldı. -Muhammed diyor ki: Ağırlıklı olarak ikindi olduğunu zan­nediyorum.- Ardından selam verdi. Daha sonra mescidin önünde bulu­nan kütüğe doğru yürüdü ve kızgın bir şekilde elini üzerine koydu. Ce­maat İçinde Ebûbekr ve Ömer de vardı. (Kızgınlığı sebebiyle) Hz. Pey-gamber'le konuşmaktan korktular. Cemaatın acelecileri "namaz kısaldı mı" diye (söylene)rek dışarı çıktılar. Rasûlullah'ın Zu'l-Yedeyn diye hitap ettiği bîr adam "unuttunuz mu, yoksa kısaldı mı?" diye sordu. Rasûlul­lah ise "ne unuttum, ne de namaz kısaldı" buyurdu. O ise "bilakis unut­tunuz" dedi. (Bunun üzerine) Hz. Peygamber iki rekat (daha) kıldı. Son­ra selam verdi, tekbir getirip diğer secdeleri gibi veya daha uzunca sec­de etti, ardından başını secdeden kaldırıp tekbir getirdi. Peşinden başı­nı secdeye koyup tekbir getirdi ve diğer secdeleri gibi veya daha uzun­ca secde etti. Ardından başını secdeden kaldırdı ve tekbir getirdi."[246]

Bu hadisteki farklılıklar Ebû Hureyre'nin hadisi farklı zamanlarda belli oranlarda anlatmış olabileceği ihtimalini uyandırmaktadır.[247] Bu, da­ha sonraki ravilerin hadisi ihtisar etmelerinden de kaynaklanabilir. [248]

 

5-Ravinin Hadisin Bir Kısmını İşitmesi:

 

Sahabenin bir kısmı, bazan Rasûlullah konuşmaya başladıktan son-m huzura giriyor veya anlatırken yanından ayrılmak durumunda kalıyorAı. Bazıları ise, hadisi başından sonuna kadar dinliyordu. Herkes kendi dinleyebildiği kadarını aktardığında ise, ortaya farklı rivayetler çıkmak­taydı- (Aynı durum sonraki raviler için de söz konusudur). Cibril hadisi buna misal olabilir.

a) Hz. Ömer anlatıyor: "...Birgün Hz. Peygamberin yanında oturu-yorken bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı birisi çıkageldi... Sonra o zat (Cibril) gitti. Ben bir müddet öyle bekleyip durdum. (Bazı rivayetlerde üç gün sonra Rasûlullah ile karşılaştığı geçer.) Rasûlullah bana "ey Ömer! Soru soranın kim olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedim. Rasûlullah "o Cibril idi. Dininizi öğretmek için size geldi."[249]

b) Ebû Hureyre anlatıyor: "...Daha sonra o zat (Cibril) gitti. Hz. Pey­gamber "onu geri döndürün" buyurdu fakat hiçbirşey göremediler. Ra­sûlullah şöyle buyurdu: "Bu Cibril idi. İnsanlara dinlerini öğretmek İçin geldi."[250]

Bu iki rivayet gözününde bulundurulduğunda Hz. Peygamber'in ge­lenin Cibril olduğunu söylediği iki vakit arasında zaman farkı olduğu gö­rülür.' Birisinde Hz. Peygamber'in hemen Cibril olduğunu söylediği, di­ğerinde ise üç gün sonra söylediği görülür. Eğer Hz. Ömer'in üç gün sonra Rasûlullah ile karşılaştığı rivayetini (ve bu arada gelenin Cibril ol­duğuna dair böylesine mühim bir haberi duymadığını) kabul edecek olursak, Hz. Ömer'in olayın akabinde herhangi bir sebeple hemen ay­rıldığını, bir arkadaşıyla Medine'nin dışından nöbetleşe gidip geldiği İçin de Hz. Peygamber ile ancak üç gün sonra karşılaşabildiğim düşünebili­riz. Ebû Hureyre ise Rasûluliah'in yanından ayrılmadığı için, olayı takip eden zamana da şahit olmuştur denebilir. [251]

 

6- Sorunun Yöneltildiği Kimselerin Çok Olmasından Dolayı Cevapların Da Çok Olması:

 

Rasûlullah, çoğu zaman anlatacağı husus insanların zihinlerine yer­leşsin diye bir soru sorar, cevabı aldıktan sonra anlatmak istediği husu­su beyan ederdi. Bunun en güzel misallerinden birisi veda hacemda ya­şanmıştır. Rivayetlere bakıldığı zaman, Rasûlullah'ın sorduğu soruya verilen cevapların farklı olduğu görülür. Bunu, o an binlerce İnsandan olu­şan büyük kalabalık içinde bulunanların, kendi çevrelerindekilerin ver­dikleri cevabı işittiklerine yorabiliriz. Rasûlullah'ın bir kez yaşanmış olan veda haccında sormuş olduğu "bugün hangi gündür?", "bu şehir hangi şehirdir?", "bu ay hangi aydır?" sorularına almış olduğu cevabın rivayet­lerde şu şekilde farklılık arz ettiğini görüyoruz:

Rasûlullah "bu hangi gündür?" buyurdu. Onlar "mukaddes bir gündür" dediler. "Bu hangi şehirdir?" buyurdu. Onlar "mukaddes bir şe­hirdir" dediler. "Bu hangi aydır?" buyurdu. "Mukaddes bir aydır" dedi­ler.[252]

Rasûiullah "bu hangi gündür biliyor musunuz?" buyurdu. Bizler i "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedik.[253]

Rasûlullah "bu gününüz hangi gündür?" buyurdu. Bizler sükût et­tik, zannettik onu başka bir isimle isimlendirecek. Rasûlullah "kurban değil midir?" buyurdu. Bizler "evet" dedik. Rasûlullah "bu ayınız hangi aydır?" buyurdu. Bizler sükût ettik, zannettik onu başka bir isimle isim­lendirecek..[254]

Rasûlullah "bu hangi gündür?" buyurdu.[255] "Kurban günüdür" dedi­ler. [256]                                                                                            

 

7-Ravinin Hata Etmesi:

 

Rivayetler arası farklılığın en büyük sebebi, hiç şüphesiz ki ravilerin hatalarıdır. Her insan için söz konusu olduğu gibi, raviler de zaman za­man rivayetlerinde yanılmışlar, bir hadisi başka bir hadise idrac, tashîf (tahrif) etmişler, zaman zaman da hadisi yanlış anlamışlardır. Bu gibi du­rumlar, bu kimselerin rivayetlerini kendilerinden daha sika ravilerin riva-yetleriyle karşılaştırılmasına anlaşılmaktadır.

Şu'be'nin (160/777) rivayet ettiği hadiste, Abdullah b. Mes'ûd (32/652) Rasûluİlah'a hangi amelin Allah'a daha sevimli geldiğini so­rar. Rasûlullah "vaktinde kılınan namaz" buyurur.[257] Şu'be'den hadisi rivayet edenler bu şekilde rivayet etmiştir. Ancak Ali b. Hafs yine Şu'be'-: den "ilk vaktinde kılınan namaz" şeklinde şâz olarak rivayet etmiştir.[258] İbn Hacer (852/1448) Şu'be'den rivayet edenlerin ittifakla bunu "vak­tinde kılman namaz" şeklinde rivayet ettiklerini belirtip "ilk vaktinde kı­lınan namaz" diye rivayet eden,[259] ikisini sanki aynı manada sanmıştır, der. [260]

 

8- Arapçanın Kendisinden Kaynaklanan Sebepler:

 

Tashîf (tahrif) ilminin kapsamında değerlendirilebilecek olan yazılanı yanlış okumak sebebiyle, hadislerin bir kısmının olduğu gibi aktarılma­sında zorluklar çekilmiş, farkına varılmadan değişiklikler yapılmıştır, el-Batalyevsî'nin (521/1127) dediği gibi, dilin kendisinden kaynaklanan durumlar da manayla rivayete sebebiyet vermiştir. Zira harekelemenin yapıl mamasından dolayı kelimeler çeşitli şekillerde okunabilmektedir. Bazan bir harekeyi değiştirmek hadisin manasını tamamen değiştirebi­lir ve yeni manasıyla hadis İslam'ın ruhuna uygun ise, ravi diğer ihtima­li düşünemeyerek, okuduğu (hatta anladığı) gibi rivayet edebilir. Bu da hadisin asliyetini kaybetmesine sebebiyet verir. el-Batalyevsî buna güzel bir örnek verir:

"Lâ yükte/ Kureşiyyun sabran ba'de hâze'l-yevm." Buradaki yuk-tel kelimesi cezm ile okunduğunda "bundan sonra hiçbir Kureyşli sabır yoluyla (ölünceye kadar hapiste tutulmakla) öldürülmesin" manasına gelmekte, merfu olarak okunduğunda ise anlam "öldürülmeyecektir" ol­maktadır.[261]

Bununla bağlantılı olarak, kelimelerin bazan birbirine zıt İki anlamı ihtiva etmesi de manayla rivayetin problemlerinden birisidir. Ravi hadis­te geçen kelimeyi iki manasından birisine hamleder ve daha sonra lafzı değiştirerek rivayet ederse, bunu tesbit etmek oldukça zorlaşır. Şu hadis bu tür hatalara düşülebilecek bir misaldir: "Bıyıkları kısaltın, sakallan uzatın."[262] Hadiste geçen e'fû kelimesi hem uzatın hem de [263]kısaltın ma­nasına gelmektedir. [264]

 

9-Yalan Söylemek:

 

Rivayetler arasında farklılık arzettiren nadir sebeplerden birisi de, ra-vinin hadise birşeyi kendisinden kalmasıdır. Hz. Peygamber bir hadisle­rinde "kazanana hediye verilen müsabaka sadece develerle, oklarla ve atlarla yapılır"[265] buyurmaktadır. Halife el-Mehdî'nin güvercinlerle oy­nadığını gören Ğıyâs b. İbrâhîm en-Nehaî ona hemen bir ilavede bulu­nur ve hadisi şu hale getirir: [266]"Kazanana hediye verilen müsabaka sade­ce develerle, oklarla, atlarla ve kuşlarla yapılır." [267]

 

Iıı-Ulemanın Manayla Rivayete Bakışı:[268]

 

Manayla nakledilen rivayetlere karşı nasıl bir yaklaşım sergileneceği hususunda alimlerin görüşleri farklı olmuştur. Büyük çoğunluk bazı şart­larla kabul ederken, kabul etmeyenler de vardır. eş-Şevkânî (1250/1834) İrşâdu'i-Fuhûi'ünde pekçok konuda yaptığı gibi manay­la rivayet konusundaki görüşleri de sınıflandırmıştır. Bunlar sekiz grup altında toplanmaktadır:

1- Lafızların manalarını bilen kimse için manayla rivayet caizdir. Bil- jj meyen için caiz değildir.

Manayla rivayete cevaz verenler de bazı şartlar öne sürerler:        

a)  Kuûd yerine culûs veya tersini getirmek gibi, müteradif kelimeyi zikretmek şartıyla manayla rivayete cevaz verenler.

b)  Kapalılık ve açıklıkta eşit olan bir kelimenin getirilmesini şart ko­şanlar. Âm yerine hâs, mutlak yerine mukayyedi getirmemek veya ter­si gibi.

c) İbadetlerde söylenen lafızların aynen nakledilmesini şart koşanlar. İstiftah tekbiri, teşehhüd duası gibi.[269]

d) Nakledilen hadisin muteşâbih cinsinden olmamasını şart koşanlar.  Allah Teâlâ'nm sıfatlarıyla ilgili hadisler gibi.

e) Hadis cevâmiu'l-kelimden olmamalı diyenler.

f)  Hadisin uzun hadislerden olmasını, kısa hadislerden olmamasını şart koşanlar.[270]

2- Manayla rivayeti kesinlikle kabul etmeyenler.

3- Tevil imkanı olmayan hadislerin manayla rivayetine cevaz verip, tevil imkanı bulunanlara cevaz vermeyenler.

4- Ravinin hadisi ezberleyip ezberlememesi arasında fark gözetenler. Bunlar, ravi hadisi ezberlemişse başka lafızlarla rivayet etmesine cevaz vermeyip, ezberlememişse manayla rivayetine cevaz verirler.

5- Emir ve nehiy ifade edenlerle diğer haberler arasında ayırım ya­pıp, emir ifade edenlerin manayla rivayetine cevaz verip, nehiy ifade edenlere cevaz vermeyenler.[271]

6- Muhkemle diğerleri arasında ayırım yapanlar. Muhkem olanların manayla rivayetine cevaz verip muhkem olmayanlarına cevaz verme­yenler.

7- Hadisin manası, içindeki bir cümlede ise ve bu cümle aynı lafızlar­la aktarılmadığında, bakan kimse hadisi anlayamayacaksa, bu kısmın aynen nakledilmesi şartıyla manayla rivayete cevaz verenler.[272]

8- İhticac ve fetva için zikredilenle rivayet gayesiyle zikredilenler ara­sında fark görenler. Bunlar ihticac ve fetva için hadisin manayla zikre­dilmesine cevaz verirken manayla rivayet edilmesine ise cevaz verme­mişlerdir. [273]

 

A-Manayla Rivayete Cevaz Verenler:

 

Sahabeden Hz. Âişe (57/677), İbn Abbâs (68/687), Hz. Ali (40/660), İbn Mes'ûd (32/652), Enes b. Mâlik (93/712), Ebu'd-Derdâ (35civarı/655) ve Ebû Hureyre'nin (59/679) manayla rivayete cevaz verdikleri nakledilmektedir.[274] Bu bağlamda yine sahabeden Vasile b. el-Eska'ın (83/702) "sizlere hadisi manayla rivayet ettiğimizde bu sizin için yeterli olur" dediği[275], Ebû Saîd el-Hudrî'nin de (74/693) "bizler Hz. Peygamber'in yanında oturuyor, bazan on kişi oluyor hadis dinli­yorduk. Bizden iki kişi bile aynı lafızla aktarmıyordu ancak, manalar bir­di" dediği rivayet edilmektedir.[276]

Ancak bu rivayetler hakkında tereddütler söz konusudur. Nitekim İbn Receb, Hz, Âişe, Ebû Saîd el-Hudrî ve İbn Abbâs'tan nakledilen ma­nayla rivayete cevaz verdiklerine dair haberlerin senedlerinde [277]problem olduğunu söylemektedir. [278]

 

1- Hanefîler:

 

Hanefî usûl kitaplarına göz attığımızda, onların manayla rivayete ca­iz dediklerini görmekteyiz. Örneğin el-Pezdevî (482/1089) bunlardan birisidir.[279]

Onlar manayla rivayete cevaz vermekle birlikte ravide aradıkları bir şart vardır: Ravinin fıkha vukufu ve içtihada ehliyetli biri olarak bilinme­si (Şeriatta fıkıh bilgisinin olması).[280] Bu nitelikte olmayan ravinin riva­yet ettiği hadis, kıyasa ve şen esaslara aykırı ise onunla amel edilmez. O konuda kıyasa ve İslam hukukunun genel prensiplerine göre hüküm verilir.[281]Hanefîlerin burada gözettikleri husus, bu vasıfta olmayan ravi­nin kullandığı ifadenin Rasûlullah'ın muradını karşılamamış olması en­dişesidir.

Ancak görülen o ki, Hanefîler fıkıh bilgisini muhkem haberlerd z ara­mamaktadırlar. Nitekim el-Pezdevî ve es-Serahsî (490/1097), îtangi haberde ne vasıf aranacağını şu şekilde Özetlemektedir:              

Haber muhkem, zahir, muşkil, müşterek, mücmel, muteşâbih veya cevâmiu'i-kelim'den olabilir.

a)  Muhkeme gelince; bunların manası kapalı değildir ve kullanıldığı mana dışında başka manaya ihtimali olmaz. Kelimelerin kullanım yerle­rinde ifade ettikleri manalan ve işaret ettikleri yönleri bilen kimse için manayla rivayet caizdir. Çünkü lafız muhkem mufesser olduğunda, ilim ehlinin lisanın kullanımında hataya düşmeyeceğinden emin olunur ve bu durumda manayla rivayet etmek ruhsat olur. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm hakkında bile yedi harf üzere indirildiğinden bahseden Rasûlullah, naz­mı muciz olmasına rağmen onda dahi bir nevi ruhsat olduğuna işaret et­miştir.

b)  Zahire gelince; bunlar gözüken manası dışında başka manaya da muhtemeldirler. Kelimelerin kullanım alanlarındaki manalarını bilmenin yanında, Şeriatın fıkıh bilgisine sahip kimse için bunların manayla riva­yeti caizdir. Bu birikime sahip olmayan bir kimsenin, hususiyet veya mecaz gibi ihtimali bulunan lafzı, ihtimali olmayan bir manaya hamlet­mesinden emin olunmaz. Oysa ihtimal olan yön, hadiste kastedilen mu-rad olabilir. Belki de manayla rivayet ederek, ifadeyi umuma çevirip fı­kıh ve şeriat yönünden lafzın manasını bozacaktır.

c)  Müşküle müştereke gelince; bunların manayla nakli kesinlikle ca­iz olmaz. Çünkü bu tür ifadelerdeki murad ancak tevil ile anlaşılır. Bun­larla tevil yoluyla amel edilir. Tevile gelince kıyas gibi bir nevi re'yclir. Bir kimsenin tevili ise başkasına delil olmaz.

d)  Mücmele gelince; bunun manayla nakli düşünülemez, zira mana­sı ancak başka bir delille ve açıklamayla anlaşılır. Muteşâbih te böyledir, Önü kapalıdır ve bizden bunun manasının peşine düşmememiz istenmiş­tir. Bu durumda manayla nakli nasıl düşünülebilir?

e)  Cevâmiu'l-kelim olan ifadelere gelince, bazı Hanefî alimler zahir için zikredilen şartla beraber bunların manayla rivayetine cevaz vermiş­lerdir. Ancak el-Pezdevî ve es-Serahsî (490/1097) cevâmiu'l-kelim'in Rasûlullah'a ait bir hususiyet olduğunu, bu sebeple manayla rivayetinin doğru olmayacağını belirtirler. Bunlar birçok manayı ihtiva etmiş oldu­ğundan, manayla nakleden kimsenin hatasından emin olunmayacağını, herkesin kendi kapasitesine göre bunlardan birşey [282]anlayacağını söyler­ler. [283]

 

2- Mâlikîler:

 

Hadisçiler ve diğer fakihier gibi, Mâlik'in de (179/795) hadislerin la-fızlanyla rivayetine son derece önem verdiğini görmekteyiz. Nitekim o, "Rasûlullah'ın hadisini işittiğin gibi aktar, başkasının sözünü manayla ri­vayet etmende ise bir beis yoktur" demekteydi.[284] Yine o, "Rasûlullah'ın hadisine gelince, aynı lafızlarla nakledilmesini seviyorum" diyor[285], ha­dislerde geçen te, ye ve benzeri harflerin bile aynen korunması husu­sunda çok hassas davranıyordu.[286]

Mâlik'in lafızlar üzerindeki bu hassasiyeti, bazılarınca manayla riva­yete cevaz vermediği şeklinde algılanmış ve bu şekilde nakiller yapılmış­tır.[287] Bunu değerlendiren Mâliki usûlcüsü el-Bâcî (474/1081); İmam Mâlik'ten hadisin mutlaka aynı lafızla rivayet edilmesinin nakledildiğini ancak, bununla hadis bilgisi yeterli olmayan kimseyi kasdettiğini zanne­diyorum diye söyler. Çünkü ei-Muuatta'da lafızları farklılıklar arz eden aynı hadisleri bulmaktayız; bu da manayla rivayetin caiz olduğuna dela­let eder, diye de ekler.[288]

Iyâz da (544/1149) Mâlik'ten rivayet edilen, lafızlara sadık kalına­rak rivayet edilmesi yönündeki katılığının, lafızlara sadık kalınarak riva­yet etmenin müstehab oluşu olarak yorumlandığım aktarır. Yine o Mâ­lik'ten; ravi ilim ehli, lafızların kullanım yerlerini bilen, ne manada ne­rede kullanıldıklarına vâkıf ve de bu hususta yeterli malumata sahip bir kimse olması durumunda, manayla rivayetine cevaz verdiğinin nakledil­diğini de söyler.[289]

el-Kurtubî de (671/1272) Mâlik'ten manayla rivayete cevaz verdiği­nin nakledildiğini, fakat bunun mutlak cevaz olmadığını belirtir.[290]

Görülen o ki, Mâlik hakkını verebilecek kimsenin manayla rivayeti­ne cevaz vermekteydi. Nitekim daha sonraki Mâliki usûfcüleri de bunu benimsemişlerdir.[291] Örneğin el-Bâcî, ravi alim ve hafız (hadis bilgisi ye^ terli) ise ve hadisteki muradı kesin bilgiyle anlayıp hadiste geçen lafza, mutabık bir ifade zikretmişse,[292] manayla rivayeti caiz olur, diye söyler. [293]

 

3-Şâfiîler:

 

eş-Şâfiî (204/819) manayla rivayet hususunda şöyle söyler: "Ravi, rivayet ettiğini manasını anlayarak rivayet etmeli, hadisin manasına ha­lel getirici lafızları bilmeli ve işittiği gibi aynı lafızlarla rivayet edebilmeli, manayla rivayet etmemelidir. Çünkü ravi manaları değiştiren durumları bilmeyen biriyse, manayla rivayet ettiğinde bilmeden belki de helali ha­ram yapabilir."[294]

O bu sözleriyle, manayla rivayete cevaz verdiğini göstermekte an­cak, bunu yapacak kimsenin lafızların manalarını ve kullanımını bilen bi­ri olması şartını öne sürmektedir. Başka bir yerde ise görüşünü daha net bir şekilde dile getirmektedir: "Allah Teâlâ hafızanın hata edeceğini bil­diğinden, kullarına olan merhametiyle, kıraatini kolaylaştırmak için Kur'ân'ı yedi harf üzere indirmiştir. Bu durumda lafız değişse de mana yönüyle bir değişme olmamaktadır. Kur'ân'da böyle olduğuna göre, Al­lah'ın kitabı dışındakilerde -manaya zarar gelmedikçe- lafzın değişmesi­nin cevaziyeti öncelikle evladır."[295] eş-Şâfiî bu prensibi getirmesi yanın­da kendisi de manayla rivayette bulunmuştur. ez-Zerkeşî (794/1392) Muhtasaru'l'Muzem den nakille eş-Şâfiî'nin koyunların zekatıyla ilgili bir hadisi manayla rivayet ettiğini aktarır.[296]

Onun ortaya koyduğu bu görüş kendisinden sonraki Şafiî usûlcüler-ce benimsenmiştir.[297] örneğin el-Gazâlî (505/1111) bu hususta şöyle der: "Hitabın kullanılış yerlerini ve lafızlardaki incelikleri bilmeyen kim­senin manayla rivayet etmesi caiz değildir... özetle söylemek gerekirse, istinbat ve anlama yönüyle farklılık arz etmeyecek ifadeleri manayla ri-. vayet etmesi gerekir. Bunu da herhangi bir istidlal yoluyla anladığı vef^ bakan kimselerin ihtilaf edecekleri hadislerde değil de, kesin olarak [298]an­ladıklarında yapmalıdır." [299]

 

4-HanbelîIer:

 

Ahmed b. Hanbel (241/855) diğer mezhep imamlarıyla ortak hare­ket ederek işin ehli olan kimsenin manayla rivayetine cevaz vermekte­dir. O şöyle demektedir: "Hadis hafızları öteden beri manayla hadis ri­vayet etmektedirler. Arap dilini bilen, kelimelerin manalarına vukûfiyeti olan, manayı bozan-bozmayan hususlara hâkim kimse için manayla ri­vayet caizdir."[300]

Yukarıdaki bilgileri hülasa edecek olursak; dört mezhebin, ravi ehil olduğu takdirde manayla rivayet edebileceğine cevaz verdiklerini söyle­memiz mümkündür. [301]

 

5-Cevaz Veren Hadisçiler:

 

İbnu's-Salâh (643/1245) ve el-Irâkî'nin (806/1403) dediği gibi, ha-disçilerin çoğunluğu manayla rivayete cevaz vermişlerdir.[302] Nitekim mutekaddimûn hadisçilerden eş-Şa'bî'nin (103/721) manayla rivayete cevaz verdiği[303], el-Hasanu'1-Basri'nin de (110/728) manaya isabetin yeteceğini söylediği, Vekî'in de (196/811) manayla rivayet genişliği ol­masaydı insanlar helak olurdu dediği[304] nakledilmektedir.[305] el-Hasanu'l-Basrî başka bir sözünde insan tabiatını değerlendirerek hadisi aynıyla ri­vayet etmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini belirtir.[306] Sufyânu's-Sevrî de (161/778) bu hususta şöyle demektedir: "Hadisi işittiğim gibi size aktarıyorum dersem bana İnanmayın, çünkü manayla rivayet edi-yorumdur."[307]

et-Tirmizî(279/892), el-Hatîb (463/1071), en-Nevevî (676/1277), Îbnu'l-Mulakkin (804/1401), el-Irâkî (806/1403), İbn Hacer (852/1448), es-Sehâvî (902/1496), es-Suyûtî (911/1505) manayla ri­vayete cevaz veren hadisçilerden bazılarıdır.[308] el-Buhârî de (256/870) uygulamalarıyla manayla rivayete cevaz vermektedir. İbn Hacer bir ha­disi değerlendirirken şöyle der: "Yahutta el-Buhârî bunu hıfzından yaz­mış, lafzı gözetmemiştir. Bilindiği gibi onun görüşünce bu caizdir. Mus-iim ise böyle değildir,'çünkü o lafza çok dikkat eder."[309] Bu sözlerden Müslim'in manayla rivayete cevaz vermediği anlaşılmaz. Burada Müs­lim'in lafızlar üzerinde el-Buhârî'den daha titiz durduğuna değinilmekte­dir. es-Sehâvf nin belirttiği gibi, Müslim es-Sahfh'inde ravilerin ihtilaf et­tikleri, bir kısmı manayı değiştirmeyen, bir kısmı ise manayı değiştirme­sine rağmen bu ilim dalında yetişmiş insanların fark edeceği farklılıklar olan lafızlar hatta harfler üzerinde bile son derece durmuştur. Ebû Dâ-vûd ve onlardan çok önce de İbn Hanbel aynı şekilde davranmıştır.[310]

Bunlara rağmen Müslim ve diğer hadis erbabı, eserlerine aldıkları aynı hususu anlatan farklı rivayetler sebebiyle, manayla rivayete cevaz verdiklerini fiili olarak göstermişlerdir.

Manayla rivayete cevaz veren muhaddisler yaklaşık aynı minval üze­re yürümüşler ve manayla rivayet edecek olan insanın ehil olmasını şart koşmuşlardır.

Bu genel şartlar yanında, bir muhaddis olarak İbn Hibbân'ın (354/965) ravinin fakih olmasını şart koşması bize oldukça çarpıcı gel­miştir. Ona göre sika ve hafız ravi fakîh değilse, hafızasından naklettiği hadisle ihticac edilmez. "Çünkü, görmüş olduğum hafızların çoğu hadis­lerin tariklerini ve senedlerini ezberlemekle beraber metinlerini ezbere   bilmemektedirler. Onlarla müzâkere için biraraya gelip oturduğumuzda, hadislerin metinlerinden hadise işaret eden birkaç kelime bildiklerini .gördüm. Oysa sika hafız kimse, fakih olmayıp hadisi hafızasından naklettiğinde, metni ters çevirip manayı değiştirebilir, öyle olur ki haber geldiği manadan uzaklaşabilir. Bilmeden hadiste olmayan birşeyi ona katabilir. Bu sebeple, bu vasıfta olmayan kimsenin haberi benim nezdimde delil olmaz" diyen İbn Hibbân, ravinin kitaptan rivayet etmesi veya nakiettiği metin sika ravilerin rivayetlerine uygun olması durumunda mak- ibuldur, der.[311] Görüldüğü gibi, hafızasından nakledecek olan ravinin fakih olmasını, çünkü bu vasfı olmadığı takdirde -hadisçilerin çoğu gibi-1hadisi aslî manasından bilmeden uzaklaştırabileceğinden korkmaktadır.

İbn Receb (795/1393) ise fakihlik şartını uygun görmez. Böyle bir işart koşmanın el-A'meş gibi muhaddislerin çoğunluğunun hadislerini  kabul etmemek manasına geleceğini, hadis metinlerini sağlıklı şekiide) rivayet edemediği tesbit edilmiş bir kimsenin, tek başına rivayet ettiği  hadislerde duraksanmasmın ise gayet makul olacağını belirtir.[312]           

Manayla rivayete cevaz veren el-Hatîb de ilim ehli bir grubun, hadis- ;'j te geçen kelimenin manası kapalı ve birkaç manaya muhtemel ise, mu- -\ haddisin lafzı aynı şekilde rivayet etmesi gerektiğini, ancak manası açık. ve malum ise manayla rivayet ederek onun yerine geçecek bir kelime- < yi koymasının caiz olduğunu söylediklerini aktarır. Bu durumda, ravinin 1 kâme yerine nehada, kale yerine tekelleme, celese yerine kaade...

kullanmasının caiz olduğunu, kendisinin de bu görüşü tercih ettiğini söy­ler ve bir şart daha ekler: Hz. Peygamber'in hadisini işiten kimsenin, işittiği lafzın Arapçada hangi manada kullanıldığını ve Rasûlullah'ın bu. kelamı dilde hangi manada kullanmış olduğunu tesbit etmesi gerekir.

 Bunu tesbit ettiğinde manayla rivayeti caiz olur. "Hz. Peygamber, şu: ,   manalara gelen bu lafız içinden şunu kasdetmiştir" diye düşünüp nakletmesi durumunda istidlalinde hata yapabilir, bu sebeple hadisi lafzıyla rivayet etmesi gerekir. Böyle yapsın ki, başkaları da hadis üzerinde düşünsünler.[313]

el-Hatîb'in zikrettiği hususlar manayla rivayete cevaz verenlerin ka­bul ettikleri genel prensipler olmuştur. Örneğin İbnu's-Salâh; "ravi, se­mâ ettiği hadîsleri lafızlarına bağlı kalarak değil de manayla rivayet et­mek istediğinde, lafızları, bunların manalarını, bu manaları bozan hususları bilmeyen, lafızları değiştirdiğinde mananın ne kadar değiştiğini fark etmeyen bir kimse ise; ihtilafsız olarak bu kimsenin manayla riva­yeti caiz olmaz" der, "Fakat bunları bilip tanıyan bir kimse ise, bu, sele­fin, hadîsçilerin, fakîhler ve usûlcülerin ihtilaf ettikleri hususlardan olup çoğunluk buna cevaz vermişlerdir... Kişi bahsettiğimiz hususları bilen ve kendisine ulaşan lafzı hakkıyla yerine getirdiğine kesin eminse, bu du­rumda en sahîh olan, manayla rivayetin tüm kişilerin sözlerinin naklin­de caiz olmasıdır. Çünkü sahabenin ve ilk selefin durumu buna şahittir. Onlar, çok defa farklı lafızlarla aynı manayı kastederek bir olayı nakle­diyorlardı. Bunun sebebi de, aradıklarının mana olması, lafızlar olma­masıydı."[314]

es-Sehâvî manayla rivayete cevaz veren hadisçilerin görüşünü şöyle özetler: Haberin merfu olup olmaması; muhtevası bilgi sahibi olmayı veya amel etmeyi gerektirip gerektirmemesi; sahabeden, tabiînden ve­ya başkasından gelmesi; ravinin lafzını ezberlemesi veya ezberlememe­si; fetva vermek, münazarada zikretmek veya rivayet etmek için naklet­mesi; hadisin mürâdif lafzını zikretmesi veya zikretmemesi (fark etmez): (Tüm bu durumlarda), zikrettiği lafız hadisin manasının dışında bir ma­na ifade etmiyorsa; hadisin manası kapalı veya açık olsun fark etmez, zann-ı galibi Şâriin muradının bu lafızla korunduğu, sınırını aşmadan, İstiâreye kaçmadan manasını muhafaza ettiği yönünde ise ve de ravi ken­disine ulaşan lafzı tam olarak eda ettiğine inanıyorsa, manayla rivayeti caiz olur.[315]

Manayla rivayete cevaz verenlerin görüşleri incelendiğinde genel olarak şu üç şartı aradıkları görülür:                                                     

a)  Manayı ifade etme yönünde tercemenin aslından eksik olmamaJ sı.                                                                                                         

b) Ziyade ve noksanlık taşımaması. [316]                                                

c) Manayla rivayet edilen lafzın açıklık ve kapalılıkta aslına müsavi olması. [317]

 

6-Süfiler:

 

Tasavvufun temel kitaplarından Kûtu'l-Kutûb müellifi Ebû Tâlib el-Mekkî (386/996) eserinde zikrettiği hadislerin büyük çoğunluğunu ma­na ile rivayet ettiğini, lafızları birinci planda tutmadığını söyler. Kelime­lerin kullanıldığı yerleri, farklı kullanımlarda ifade ettikleri ayn manaları bildikten, anlamını tahrif etmedikten, iki lafız arasında manayı kaydir-madıktan sonra, lafızları araştırmanın gerekli olmadığını söyler. el-Mek-kî manayla rivayete cevaz verenleri naklettikten sonra görüşünü şu şe­kilde teyid eder:

"Sahabe Hz. Peygamber'den rivayet ettikleri hadislerde ihtilaf etmiş­lerdir. Kimi hadisi tam rivayet etmiş, kimi özetlemiş, bazısı manayla ri­vayet etmiş, bazısı da mana değişmiyorsa bunu normal karşılayıp iki la­fız arasında değişiklikte bulunmuştur. Onların muradı yalan değildi, hep­sinin gayesi doğruluk idi." Müellif Yahya b. Saîd el- Kattan'ın (198/813) sözünü de kendisine delil getirir: "Elimizde Allah'ın Kitab'ın-dan daha yüce birşey yoktur. Onda dahi yedi harf üzere okumaya ruh­sat verilmişken, mursel ve maktu' olarak sizlere naklettiğimiz hadislerde beni sıkıştırmayın."[318]

el-Mekkî'nin bu düşünceleri sûfîlerin genel görüşünü yansıtmaktadır. Ancak onların manayla rivayetin şartlarını ne derece göz önünde bulun­durdukları tartışılır. [319]

 

B-Manayla Rivayete Cevaz Vermeyenler:

 

Sahabe-i kiramdan Ömer b. el-Hattâb, Ebû Hureyre, Abdullah b. Amr, Zeyd b. Erkam ve benzeri sahabilerin hadislerin olduğu gibi akta­rılmasına son derece riayet edip bunu tavsiye ettikleri rivayet edilmek­tedir.[320] Usûlcüler nedense onların bu nokta üzerinde durmalarını ma­nayla rivayete cevaz vermediklerine hamletmişlerdir. Bu herkesin arzu­ladığı birşeydir ancak bundan onların manayla rivayete cevaz vermedik­leri sonucunu çıkarmak zordur.

es-Serahsî bazı hadiscilerin mutlak suretle lafızla rivayet lazım geldi­ğini söylediklerini aktarırken[321], el-Cuveynî (478/1085) ve el-Kuşeyrî'nin (465/1072) muhaddislerin büyük çoğunluğunun[322], el-Gazâlî'nin (505/1111) ise bütününün manayla rivayete cevaz vermediklerini söy­lemesi gerçekçi değildir.[323] Çünkü zikretmiş olduğumuz üzere muhaddis­lerin çoğunluğu manayla rivayete cevaz verdikleri gibi rivayetleriyle de bunu ortaya koymuşlardır. Ayrıca hadiscilerin kendileri de, manayla ri­vayete cevaz vermeyenlerin verenlere göre az olduklarını ifade etmişler­dir.[324] Bu şekildeki genel değerlendirmelerin, yöresel olmak yanında yüzeysel araştırmaya dayanan beyanlar olması keza İslam alimlerin­de çokça görülen "genellemeye gitme itiyatı"ndan kaynaklanması İhtimal dahilindedir. [325]

 

1-Hadisçilerden Ve Fıkihçılardan Cevaz Vermeyenler:

 

Hadisçilerden cevaz vermeyenler İçinde İbn Şîrîn (110/728) zikre­dilmektedir.[326] Ancak araştırmalarımız sırasında ondan farklı rivayetlerin geldiğini görmüş olmamız, cevaz verip vermediği hususunda kuşkulan­mamıza neden olmuştur. Çünkü o, "hadisi on kişiden dinliyordum. Ha­disin manası bir, lafzı farklı idi"[327] demiş, kendisine en-Nehaî, eş-Şa'bî gibi zevatın manayla rivayet ettikleri aktarıldığında da şunu söylemişti: "İşittikleri gibi (aynen) rivayet etmiş olsalardı, bu daha güzel olurdu."[328]

Hanefîlerden el-Cessâs Ebûbekr er-Râzî de (370/981) manayla riva­yeti kabul etmez ve Abdullah b. Ömer'in de bu düşüncede olduğunu söyler.[329] el-Kâsım b. Muhammed (107/725), Recâ b. Hayve (112/730) gibi alimler de manayla rivayete cevaz vermemişlerdir.[330]

Manayla rivayete farklı bir sahada izin veren İbn Hazm (456/1064), bir fetva sorulduğunda veya münazara ettiğinde insanın "Rasûlullah şöyle hüküm vermiştir", "şunu mubah kılmıştır", "şundan nehyetmiştir" şeklinde hadisi manayla aktarmasının caiz olduğunu söyler. Aynı duru­mun ayetler için de söz konusu olduğunu, insanın ayetin gerektirdiği hususu ve hükmü lafzıyla değil de, muhtevasıyla haber vermesinin caiz olduğunu belirtir. Hadisin Rasûlullah'a isnad edilerek rivayet edilmesi durumunda ise, aynı lafızlara sadık kalınmasını şart koşar. Bu hususta şöyle söyler: "Hadis rivayet eden veya sözü Hz. Peygamber'e nisbet eden ve bununla kendisine Hz. Peygamber'den ulaşan hadisi tebliğ et­meyi murad eden kimsenin, hadisi işittiği gibi lafızlarına dikkat ederek nakletmesi, manaları aynı olsa da bir harfin yerine başka bir harfi koy­maması, bir harfi öne alıp başka bir harfi arkaya bırakmaması gerekir. Tersini yapması da caiz olmaz. Aynı durum bir ayeti tilavet etmek, öğ­renmek veya öğretmek için de söz konusudur, aralarında fark yok­tur."[331]

Kâdî Iyâz da (544/1149) manayla rivayete cevaz vermeyenlerden­dir. O, Mâlik'in "Rasûlullah'ın hadisine gelince, aynı lafızlarla nakledil­mesini seviyorum" ifadesinin, lafızlara sadık kalınarak rivayet etmenin müstehab oluşu şeklinde yorumlandığını, bu hususta kimsenin ona mu­halefet etmediğini söyler ve peşinden de ekler: "Evlâ olan takat mikta-nnca hadisi aynı lafızlarla rivayet etmektir." Iyâz, insanların görüşlerinin ve anlayışlarının farklı olduğunu, her bilgilinin üstünde daha çok bilenin bulunacağını, nitekim "nice bilgi sahibi kimseler vardır ki bilgiyi kendi­sinden daha fakih (anlayışlı) birine aktarmış olurlar" hadisinin bunu gös­terdiğini, hadisi olduğu gibi naklederse hatadan korunmuş olacağını, kendisine hadis ulaşan herkesin onda ictihad edeceğini, rivayetin son­rakilere asliyetiyle ulaşacağını ve lafızla rivayetin ravi için en güzel, mu-haddis için en sağlam yol olduğunu söyler.

Iyâz, sahabenin aynı hadisi farklı lafızlarla rivayet etmelerinin de de­lil olmayacağını belirtir. Çünkü onların bu lafızların etrafındaki karinele­ri ve hadislerin söylenmesine neden olan olayları bildiklerini, (vakıayı yaşadıkları için) hadislerin manalarını hakikaten anladıklarını ve bu an­ladıklarını kendi ibareleriyle aktardıklarını söyler ve ekler: "Onların yap­tığı, dinledikleri ibarelerin manalarını muhafaza etmekten, aktardıkları lafızlar ise tercemeden ibarettir,"[332]

Hadislerin manalarına vâkıf alimlerin, o da istişhad, müzâkere ve de­lil getirme kabilinden manayla rivayetine İbn Hazm gibi cevaz veren Kâ­dî Iyâz, bu durumlarda dahi mümkün olduğu kadar hadisi lafzıyla riva­yet etmenin evlâ olduğunu, rivayet ederken ve hadisi aktarırken ise [333]hay li hayli gerekli olduğunu söyler. [334]

 

2-Filologıann Manayla Rivayeti Değerlendirişi:

 

Hadislerin ibadetlerde Kur'ân gibi kıraat edilmemesi manayla rivaye­ti doğuran sebeplerden birisi olduğuna daha önce değinmiştik. Bu du­rum, "Arap dili alimlerinin dil kaidelerini tesbit ederken hadisi bir delil olarak kullanmamalannda bir etken olmuştur."[335] Çünkü ravinin manay­la rivayet ettiği hadis "Hz. Peygamber'in ağzından çıkan ifadeler mi" şüphesini getirdiği için, "nitekim Hz. Peygamber bu hususta şöyle bu­yurmuşlardı" diyerek bir hadisi delil olarak getirmek zorlaşmıştır.[336] Di­lin kaidelerini koymak durumunda olan İsa b. Ömer (149/766), Sîbe-veyh (180/796), Halil b. Ahmed (170/786) gibi nahivcilerin Arapların en fasih konuşanına ait olup olmadığı belli olmayan sözleri delil olarak kullanmamaları elbette makuldü.[337] Bu baskın durum yanında ilk nahiv­cilerin hadislerle istişhad etmemeleri üç temel sebebe bağlanmaktadır:

a) Hadisler Rasûlullah'tan işitildiği gibi nakledilmemiş, çoğu mana ile nakledilmiştir. Nitekim aynı şeyin anlatıldığı hadislerdeki lafız farklılıkla­rı bunu açıkça ortaya koyar. Bu durumda lafızların Peygamber Efendi­mize ait olduğu kabul edilemez. Dolayısıyla hadisleri, şâhid ve delil ka­bul etmek dil hatalarına sebep olabilir. el-Batalyevsî bu hususa dikkat çe­kerek, muhaddislerin çoğunun hadislerin Hz. Peygamber'in ağzından çıktığı gibi nakledilmesine ehemmiyet vermediklerini, hadiste kastedilen manayı başka lafızlarla ifade ettiklerini belirtir.[338] Ebu'l-Hasan İbnu'd-Dâi' de (680/1281) bu hususu tekid ederek şöyle der: "Manayla riva­yete cevaz vermenin, Sîbeveyh gibi imamların Arap dili kaidelerini tesbitte hadislerle istişhad etmemelerinin sebebi olduğunu düşünüyorum. Onlar prensipleri koyarken Kur'ân'a ve sarih nakillere dayanmışlardır. Alimler manayla rivayete cevaz vermemiş olsalardı, fasih lügati Arapla­rın en fasih konuşanı olan Hz. Peygamber'in sözleriyle tesbit etmek el­bette daha güzel olacaktı."[339]

b) Rivayet esnasında birçok lahn yapıldığı için hadislerle istişhad et­memişlerdir. Zira raviler içinde Arap olmayanların sayısı çoktu. Bunlar, Arapçayı nahiv ilmine uygun olarak bilmedikleri için, farkına varmadan hadislerde lahn ve tashîf yapmışlardır.[340] el-Batalyevsî'nin deyişiyle "ha­dis ravilerinin pekçoğu Arapçayı bilmeyen kimselerdir. Merfuyu, man-subu, mecruru birbirinden ayırd edemezler."[341]

es-Suyûtî jfctirdh'da, hadislerin çoğunun manayla rivayet edilmesin­deki probleme temas ederek durumu itiraf eder: "Hadislerden Hz. Pey­gamber'in dediği şekilde sabit olduğu belli olanlarla istişhad edilir. Bu tür hadisler ise gerçekten nadirdir. Az sayıdaki bazı kısa hadislerde bu du­rum söz konusudur. Çünkü hadislerin çoğunluğu manayla rivayet edil­mişlerdir. Hadisler tedvin edilmeden önce, Arap olmayanlar ile (aslen Arap olmayıp ta) Araplar içinde yetişip büyüyenler birbirlerine hadis alıp vermişler, kendi kullandıkları ibarelerle rivayet etmişlerdir. Böyle olunca da ilavelerde, noksanlıklarda, takdim-tehirlerde bulunmuşlar, la­fızları başkalarıyla değiştirmişlerdir. Bu sebepledir ki aynı kıssayla ilgili rivayet edilen hadisteki lafızların farklı şekillerde geldiğini görürsün."[342]

es-Suyûtî'nin, hadislerin tedvinden önce Arap olmayanların birbirle­rine rivayetiyle nakledildiğini ve ibarelerin değiştiğini söylemesi Önemli, önemli olduğu kadar es-Suyûtî gibi biri tarafından itiraf edilmiş olmas: manidardır.[343]

c) el-Batalyevsî'den naklettiğimiz gibi filologlar, Arapça harflerin bir^j birine benzemesini manayla rivayetin sebepleri arasında zikretmişlerdir]

Nahiv kitaplarına bakıldığı zaman, Kur'ân'la istişhad edilirken yukaj rıdaki endişelerden dolayı hadislerden istifade edilemediği görülür. Yerj yer ahlaka aykırı da olsa, başka delil bulamadıklarından dolayı cahili şh irlerden delil getirildiği halde hadislerden getirilmez. Ashabtan şair olan-î ların şiirleriyle de yeterince istişhad edilmediği görülür. Halil Günenç'iri tesbitiyle "bu insanlar cahiliye döneminde çok güzel şiirler söylemeleri-j ne rağmen, İslam'a girince önlerine yeni bir saha açılmış, yol ham ol-j duğundan aynı selâkette şiirler söylemekte zorlanmışlardır. Aynı durum ilk dönemlerde yazılan eserlerde de görülür. eş-Şâfiî'nin er-i?isd/e'sinde-| ki ibarelerin sertliği aynı zorluktan kaynaklanmaktadır. Ancak daha son-j raki dönemlerde, Örneğin bir en-Nevevî'nin bir eserini açtığınızda iba-j renin su gibi aktığını görürsünüz."[344]

Filologların tenkidlerine misaller:

a) Ebûbekr İbnu'l-Enbârî {328/940} şiir vb. sebepler nedeniyle mec bur olmadıkça, kâde'nin haberinde 'en' gelmeyeceğini, bu sebeple nej Kur'ân'da ne de fasih kelamda böyle birşeyin bulunmadığını belirterek! şöyle der: Kâde'l-fakru en yekûne kufran (fakirlik neredeyse küfre gö-| türecekti)[345] hadisi eğer sahihse bu rivayetteki "en " kelimesi ravinin ila-j vesidir, yoksa Rasûlullah'ın değil. Çünkü Hz. Peygamber Arap dilini eni fasih konuşan kimseydi."[346]

b)  İbrahim Mustafa Kitabu'n-Nahu adlı kitabında, inne min eşed di'n-nâsi azâben yevme'l-kıyâmeü el-musavvirûn (kıyamet günü emşiddetli azaba düçâr olacaklardan bir kısmı da resim yapanlardır)[347] ha­disinde ravinin lahn yaptığını söyler.[348]

c) Kemâ tekûnû yuvellâ aleykum (nasıl olursanız öyle idare olunur­sunuz).[349] Bu rivayette tekûnû kelimesi kemâ İle mec2ftm olarak gelmiş­tir. [350]Oysa kemâ câzimeden değildir. [351]

 

C- Manayla Rivayete Cevaz Verenlerin Delilleri:

 

Manayla rivayete cevaz verenler, sahabeden ve tabiînden buna ce­vaz verenleri ve onların sözlerini, İbn Meş'ûd gibi sahabiierin rivayetle­rinin ardından ev kemâ kâl ve benzeri ifadeler kullanmalarını, ashabın buna ses çıkarmamasını onların manayla rivayete cevaz verdiklerinin ic-mâına delil olarak gösterirler.[352] Sahâbe-i kiramın "emeranâ Rasûîulh-hi bi keza", "nehânâ an keza" ifadelerinin de bunu desteklediğini[353], ashabın aynı olayı farklı lafızlarla rivayet ettiklerini[354], onlann rivayet et­tiği hadislerin kahir ekseriyetinde mana aynı olmakla beraber lafızların farklı olduğunu[355], sahabenin Rasûlullah'tan duydukları hadisleri hemen o mecliste yazmadıklarını ve tekrar etmediklerini bilakis uzun bir süre veya yıllar sonra yeri geldiğinde rivayet ettiklerini, böyle bir durumda ise lafızların aynen muhafazasının imkansızlığını ve ibarelerin unutulacağı­nı[356] bir ravinin aynı hadisi değişik zamanlarda farklı lafızlarla rivayet ettiğinin bir vakıa olduğunu[357] kendilerine delil getirmek yanında başk< mesnedler de zikretmişlerdir. Bunların bir kısmı şunlardır:            

1-Allah Teâlâ Kur'ân'da Musa aleyhisselam ve düşmanı Firavn'dan bahsederken, aynı manada farklı lafızlar kullanmış, keza diğer peygam­ber kıssalarını da değişik lafızlarla tekrarlayıp anlatmıştır. Bunun yanın­da, onların kendi kavimlerine farklı lisanlarda söylediklerini Allah Teâlâ bizlere mana ile nakletmektedir. Bunlarda takdîm, tehir, ziyade, noksan­lık yönünden asıllarıyla aynilik olmadığı aşikardır.[358]

Hz. Musa'nın ayetlerde geçen sözünün farklılığı bunun delillerinden birisidir: Şu ayetlerde görüldüğü gibi: "Siz durun, ben bir ateş gördüm, belki size ondan bir kor (bi kabesin) getiririm"[359] "Ben bir ateş gör­düm, (gidip) size ondan bir haber getireyim, yahut size bir ateş koru (bi şehâbi kabesin) getireyim de ısınasınız"[360] "Siz durun, ben bir ateş gör-dürcii belki size ondan bir haber getiririm, yahut bir ateş koru (cezuetin mine'n-nâr) (getiririm) de ısınırsınız."[361]

2-RasûluIIah'tan şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Haramı helal, he­lali haram yapmayıp manaya isabet ettiğiniz takdirde bunda bir beis yoktur."[362] İbn Hacer, hadisin senedinde bulunan el-Velîd b. Seleme[363] sebebiyle İbnu'I-Cevzî'nin Mevzûât'mda bu rivayetin mevzuluğuna hük­metmesini kabul etmez ve hadisin başka tariklerle de rivayet edildiğini belirtir.[364]

İbn Receb ise manayla rivayet hakkında hadisler bulunduğunu, bun­lardan hiçbirisinin sahih olmadığını söyler.[365] es-Sehâvî de hadisin muztarib olup sahih olmadığını belirtir fakat, el-Cevrekânî'nîn ve İbnu'1-Cev-zî'nin hadise mevzu demelerinin tedkik edilmesi gerektiğini de ekler.[366]

Usûl kitaplarında ayrıca şu hadis zikredilir: "Sizden biri manaya İsa­bet ederse hadisi rivayet etsin."[367]

Kanaatimizce bu tür rivayetler karşı taraftakileri sükût ettirmek için uydurulmuştur ve sadece senede bağlı kalarak hüküm vermenin kötü örneklerindendir. Eğer Hz. Peygamber'in bu hadisleri varid olmuş ol­saydı, başta sahabeden manayla rivayete cevaz vermedikleri zikredilen­ler olmak üzere, Kâdî Iyâz, İbn Hazm ve diğerleri ne diye İtiraz ediyor­lardı diye sorulması icap eder.

Bu tür rivayetler yanında Abdullah b. Amr'ın nakletmiş olduğu bir hadis bulunmaktadır: "Hz. Peygamber birgün yanımıza geldi. Bizler sü­kût etmiş duruyorduk, Rasûlullah'ın sözlerini (birbirimize) aktarmıyor-duk. Allah Rasûlü "sizleri hadisleri aktarmaktan alıkoyan nedir?" diye sorunca bizler şöyle dedik: "Sizin 'kim benim adıma bilerek yalan uydu-rursa cehennemdeki yerine hazırlansın' kavlinizi işittiğimizden, sözleri­nizde ilavede ve eksiltmede bulunmaktan korkuyoruz." Rasûlullah bu­nun üzerine şöyle buyurdu: "Benden rivayet edin, bunda beis yok­tur."[368] Bu rivayet te üsttekilerin ve altta gelen hadisin cümlesinden de­ğilse, ashabın hadis rivayetinde tereddütlü davranması karşısında, Hz. Peygamber'in beşer olarak yapılabilecek hataları makul karşılayarak on­ları rahatlatması, manayla rivayet açısından delil olabilecek özelliktedir.

Bu hadisle eş zamanlı olduğu vehmini uyandıran bir hadis daha var­dır fakat ifadelerinde oldukça farklılıklar bulunmaktadır.

Muhammed bin el-Fadl bin Atiyye > el-Ahves bin Hakîm > Mekhûl > Ebû Umâme tarikiyle gelen rivayet şöyledir:

Rasûlullah şöyle buyurdu: "Kim benim adıma bilerek yalan uydurur-sa cehennemin iki gözü arasında oturacağı yere hazırlansın." Bu söz Hz. Peygamber'in ashabına çok ağır geldi. "Yâ Rasûlallah! Bizler sizden hadis naklediyoruz ancak ilavede ve eksiltmede bulunuyoruz" dediler. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ben bunu kasdetmedim. Benim adıma ya­lan uyduran ile İslam'ın eksiğini arzulayanı kasdettim." Ashab sordu: "Yâ Rasûlallah! Cehennemin iki gözü buyurdunuz. Cehennemin de gö­zü var mı?" Rasûlullah şöyle buyurdu: "Evet. Sizler Allah Teâlâ'nın şu kavlini işitmediniz mi?: "Cehennem onları uzaktan görünce onun öfke­sini ve şiddetli sesini işitirler."[369] Cehennem onları gözleriyle görecek­tir.[370]

el-Hâkim bu hadisin batıl olduğunu, senedinde bulunan Muhammed b. el-Fadl b. Atiyye'nin yalancılığında ittifak edildiğini, Salih b. Ceze-re'nin de onun hakkında "hadis uyduruyordu" dediğini aktarır.[371]

Bunun yanında hadisin senedindeki el-Ahves b. Hakîm hakkında da alimler farklı sözler söylemişler, genelde cerh etmişlerdir.[372]

Bu hadis el-Hatîb, İbnu'l-Cevzî ve es-Sehâvî'nin beyanına göre Mus-necf inde Ahmed b. Menî tarafından, Hâlid b, Dureyk eş-Şâmî el-Aska-lânî tarikiyle, ismi verilmeksizin sahabeden birisinden de rivayet edilmiş­tir.[373] Rivayet şöyledir:

Rasûlullah şöyle buyurdu: "Kim benim adıma demediğim birşeyi söylerse, cehennemin iki gözü arasında oturacağı yere hazırlansın." So­ruldu: "Ya Rasûlallah! Cehennemin de iki gözü mü var?" Rasûlullah şöyle buyurdu: Sizler Allah Teâlâ'nın şu kavlini işitmediniz mi?: "Cehen­nem onları uzaktan görünce onun öfkesini ve şiddetli sesini işitirler."[374] Oradakiler soru sormayı bırakınca Rasûlullah bunu iyi görmeyip, "ne­den sormuyorsunuz" diye sordu. Onlar da "ya Rasûlallah! Sizlerin az önce şöyle buyurduğunuzu işittik: "Kim benim demediğimi benim adı­ma uydurursa cehennemin iki gözü arasında oturacağı yere hazırlan­sın." Bizler ise hadisi İşittiğimiz gibi ezberleyemiyoruz. Bir kelimeyi ge­ri, bir kelimeyi ileri alıyoruz, bir kelime ilave edip, bir kelime çıkarıyo­ruz." Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ben bunu kasdetmedim. Benim adıma yalan uyduran ile benim ayıbımı ve İslam'ın eksiğini) -veya benim eksikliğimi ve İslam'ın ayıbım- arzulayanı kasdettim."        ':

es-Sehâvî bunun senedinin öncekine göre daha sağlam olduğunu söyler. O böyle söyler ancak, el-Cevrekânî hadisin bu tarikinin de batıl olduğunu belirtir. Çünkü der, hadisin senedindeki Hâlid b. Dureyk hiç­bir sahâbîden birşey işitmemiştir, keza hadisin senedinde bulunan Ah-med b. Abdillah b. Muhammed de zayıftır.[375] Hâlid b. Dureyk'İn isim vermeksizin bir sahabiden rivayet etmesi ve kendisinin de hiç bir saha-biden hadis almamış olması, hadisin munkatı olduğunu göstermektedir, çünkü aradaki zat belli değildir.

Hadise mevzu diyen el-Elbânî oldukça çarpıcı bir metin tenkidi ya­par: "Hadisin sonunda, İslam'ı kötülemek ve Hz. Peygamber'i tahkir et­mek niyetiyle olmadıktan sonra, adına hadis uydurmakta beis olmadığı­nı hissetttiren bir durum vardır. Sanki bu hadis, terğîb-terhîb ve fezâüi a'mâlle ilgili Hz. Peygamber adına yalan uydurmayı caiz gören Kerrâ-miye'nin uydurması gibidir..."[376]

Gerek raviler ve gerekse metin yönüyle bu değerlendirme göz Önün­de bulundurulduğunda, fıkıh usûlcülerinin kullandığı bu hadisin sıhhati­nin sağlam olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, bu maddede zik­redilen hadisler içinde sadece Abdullah b. Amr'dan gelen rivayet delil olabilme özelliği arz ediyor demektir.

3- Arap olmayanlara Şeriatın kendi lisanlanyla anlatılmasında icmâ vardır. Bu caiz olunca, Arapça bir kelimenin müradifinin başka bir keli­meyle değiştirilmesi öncelikle caizdir. Nitekim Hz. Peygamber'in elçile­ri gittikleri yerlerdeki insanların lisanlarını biliyorlarsa, Rasûlullah'ın emirlerini onların lisanıyla bizzat kendileri tebliğ etmişlerdir. Zaten Arap olmayanları dine tebliğ etmek için böyle bir yolu tutmak elzemdi.[377]

4- Hz. Peygamber'in müteaddit defalar aynı manayı farklı ifadelerle beyan ettiği olmuştur.[378]

5- LafızIar iki kısma ayrılır: îcâz özelliği olanlar. Kur'ân lafızları böy­ledir. Aynen nakledilmesi gerekir, zira, îcâz yönü olduğu gibi aktarılma­sıyla kâimdir. îcâz yönü olmayanlar da iki kısma ayrılır: a) İbadet edilen­ler. Bunların aynı şekilde kıraati ve rivayetleri gerekir. Teşehhüd lafızla­rı gibi. b) İbadet edilme yönü olmayanlar. Bunlar mananın tamamıyla muhafaza edildiğine inanıldığında değiştirilebilir, bu caizdir. Çünkü lafız­larında ibadet edilme yönü olmayıp arzulanan manadır. Bunların nazım­la ilgisi yoktur.[379]

6- el-Hakîm et-Tirmizî (320/932) alimlere gerekli olan, kendilerine ulaşan hadisleri tebliğ edip aktarmaktı, der. Eğer kendilerine gelen ha­disleri takdim ve tehirde bulunmadan, noksanlaştırmadan ve ziyadeleş-tirmeden olduğu gibi aktarmak gerekseydi, bunları sayfalara yazarlardı. Nitekim RasûluIIah da kendisine nazil olan vahiyleri Allah'ın muhafaza edeceğine dair garantisi olmasına rağmen[380] katibi çağırtıp yazdırıyor­du. Ayetler bu şekilde yazılmak suretiyle korunmuş oldu. Eğer hadisler için de aynı durum olsaydı Rasûlullah'ın ashabı hadisleri yazardı. Yaz­masına izin verilen Abdullah b. Amr'ın dışındakiler hadisleri Rasûlul-lah'tan ezberlemek suretiyle alıyorlar, rivayetlerinde de yine ezberden nakledip takdim tehirde bulunuyorlar, mana değtşmese de aktarırken kullandıkları lafızlar değişiyordu. Bu durum yadırganmıyor, onlar da bunda bir beis görmüyorlardı.[381]

İbn Fâris de (395/1005) böyle birşey gerekli olsaydı Hz. Peygam­ber ayetleri nasıl aynen muhafaza etmelerini emrediyor idiyse, hadisler hususunda da aynı emri verirdi. Bunu emretmediğine göre, bu hususta biraz daha rahatlık olduğu anlaşılmaktadır, der.[382]

7- Manayla rivayet caiz olmayıp, Kur'ân gibi lafzen rivayeti mecbur olsaydı, Rasûlullah'ın oturuş, kalkış, yürüyüş vb. tüm yönlerini aynı la­fızlarla rivayet etmek mümkün olmazdı diyen [383]Emin Ahsen İslâhî, bu du­rumda "üsve-i hasene bizlere ulaşmazdı" demektedir. Başka bir deyişle bunun, ümmetin Rasûlullah'ın hadislerinin yüzde doksanbeşinden mah­rum kalacağı manasına geldiğini belirtir. [384]

 

D- Manayla Rivayete Cevaz Vermeyenlerin Delilleri:

 

Hadislerin manayla rivayetine cevaz vermeyenler kendilerine mes-ned teşkil edecek bazı delilleri zikretmişlerdir. Bunların bir kısmı şunlar­dır:

1- el-Berâ b. Âzib naklediyor: "Hz. Peygamber bana şöyle buyurdu: "Döşeğine geldiğinde namaz için aldığın abdest gibi abdest al, sonra sağ tarafına yat. Ardından da şöyle söyle: "Allahım! Yüzümü (nefsimi) sana teslim ettim. İşimi sana havale ettim. (Rahmetini) arzulayarak (aza­bından) korkarak sırtımı sana dayadım. Senden kaçılıp sığınılacak olan yine sensin. Allahım! İndirmiş olduğun kitabına, göndermiş olduğun peygamberine iman ettim." (Bunları dediğin) gece ölürsen fıtrat üzere ölürsün. Geceleyin söylediğin son sözler bunlar olsun." el-Berâ diyor ki: Bunları Hz. Peygamber'e tekrar ettim. Allahım! İndirmiş olduğun kita­bına, göndermiş olduğun nebî'ne iman ettim kısmına gelince, (nebî'ne yerine) rasûlüne dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Öyle değil. (Şöyle de): Göndermiş olduğun nebî'ne iman ettim."[385]

İbn Hazm manayı bozmamasına ve Rasûlullah'ın hem nebî hem de rasûl olmasına rağmen, değişikliğe müsade etmemesini delil getirerek, nasıl ki Kur'ân ayetlerini kıraat amacıyla manayla okumak caiz değilse 've mâ yentıfcu'[386] ayetiyle belirtildiği gibi vahiy olan ve ayetlerle ara­sında bu yönüyle fark bulunmayan hadislerin de değiştirilmesinin kesin­likle [387]caiz olmadığını söyler. [388]

 

Cevaz Verenlerin Bu Delile Cevapları:

 

Hz. Peygamber'in "ve rasûlikelîezî erselte" ifadesini "ve nebiyyi-keiîezî erselte" şeklinde düzeltmesi, nebî ifadesinin daha çok medhedi-ci olmasındandır. Malum olduğu üzere, hem nebinin hem de rasûlün kullanıldığı yerler vardır. Rasûl ifadesi, hem nebî hem de kendisine ki­tap verilenler için kullanılır. Oysa nebî ismi sadece nübüvvet verilenler için kullanılır. Nebîlerden olan rasûller ise, asıl olan nübüvvet yanında ri-salete de sahip olduklarından faziletli kılınmışlardır.[389] Dolayısıyla "ve nebiyyike" deyince en medhedici ifadeyi getirmiş, daha sonra da bunu risâletle kayıtlandırarak "ellezî erselte" buyurmuştur. Ayrıca nübüvvet­le risaleti birarada zikretmek için "msûlike" ifadesini "nebiyyike" olarak düzeltmiştir.

Cevap verenler Arapça açısından da meseleye yaklaşarak şöyle der­ler: Arap dilinde de, aynı şeyi ifade etmek istedikten sonra "hazâ rasû­lu fulâniUezî erseleh" (bu falancanın gönderdiği elçidir) veya hazâ ka] tîlu Zeydimllezî katefeh" (bu Zeyd'in öldürdüğü kimsedir) denmez. Buj nun yerine aynı şey tekrara kaçmadan "rasûlu futan" ve "katîlu fulan \ demek suretiyle, gönderilen kimse veya katil tekrardan zikredilmez. Böylece aynı şey tekrarlanmamış olur. Ancak aynı şey kastediîmedikten sonra şöyle demek daha güzel olur: Hazâ rasûlu Abdillahitlezî ersele-hu ilâ Amr (bu Abdullah'ın Amr'a gönderdiği elçidir); hazâ katîlu Zey-dinillezî katelehu bi'l-ems (bu Zeyd'in dün öldürdüğü kimsedir) veya hazâ katîlu Zeydinillezî katelehu fî vâkiati keza (bu Zeyd'in filanca olayda öldürdüğü kimsedir). Burada da aynı durum söz konusu olduğun­dan Hz. Peygamber müdahele etmiştir.[390]

Ayrıca manayla rivayette kullanılan lafzın yerine konulduğuyla aynı manada olması gerekir. Oysa nebî ile rasûlün aynı manada olmadığı ka­bul edilmiş bir husus olup, bu hadis manayla rivayetin caiz olmadığına delil getirilemez.[391]

Cevaz verenler şunu da söylerler: "Aynı duada bahsedilen kimsenin tek kişi, keza burada geçen hem nebî hem de rasûl aynı manada olma­sına rağmen Hz. Peygamber'in el-Berâ'yı ikaz ederek düzeltmesi ma­nayla rivayetin caiz olmadığını gösteriyor. Rasûlullah'ın hangi sıfatla zik-redildiyse onun korunmasını istediği anlaşılmaktadır" denecek olursa: Bu görüşe göre hem nebînin hem de rasûlün aynı manada olduğu ke-sinse, bu durumda yerlerini değiştirmek zarar vermez. Bu söz zann-ı ga-Üp te olsa, yine de zanna göre söylendiğinden delil olmaz. Bu hususta söylenecek en güzel söz şudur: Hz. Peygamber'in kendi söylediği gibi ezberlemesini istemesi, zikir lafızlarının tevkîfî ve kendine has Özellikleri, sırlan olmasından olabilir. Bu da bu tür hadisleri diğerlerine kıyas et­memeyi, geldiği lafzın korunmasını gerektirir.[392]

Tüm bunların yanında, Hz. Peygamber huzurunda öğretmiş olduğu bir duanın aynen ezberlenmesini elbette isteyecekti. Çünkü ona birşeyi ezberletmektedir. Buna rağmen delil olarak getirdikleri hadisteki dua bi­le hadisin varyantlarında farklılıklar arz etmektedir.[393]

2-"Bizden bir hadis ezberleyip bunu işittiği gibi başkasına aktaranın Allah yüzünü ağartsın. Nice bilgi sahibi vardır ki, fakih değildir (taşıdığı bilginin künhünü tam olarak bilemez). Keza nice bilgi sahibi kimseler vardır ki, bilgiyi kendisinden daha fakih (anlayışlı) birine aktarmış olur­lar."[394]

Manayla rivayete cevaz vermeyenler bu hadisle ilgili olarak şöyle söylerler: İşittiği gibi nakledenden murad işitilen lafzın aynı şekilde nak-ledilmesidir. Allahu alem, idraki daha yüksek birisine nakledilmesinden murad, nakleden kimsenin tesbit edemediği bir hususu nakledilenin ha­disin lafzında tesbit etmesidir. Ayrıca hadisten, mana ile nakledenin bu övgüye layık[395] olmadığı anlaşılmaktadır. [396]

 

Cevaz Verenlerin Bu Delile Cevapları:

 

Bir İnsanın kelamını aktaran kimse, lafızlar farklı olsa da işittiği gibi tam olarak aktardığını söyler. Nitekim şahidler ile tercümanlar böyledir-ler. Onlann işittikleri gibi aktardıkları kabul edilir, oysa şahidin aktardığı ifade şahidlik yaptığı kimsenin lafzıyla aynı değildir. Keza tercümanın kullandığı dil de tercümanlığını yaptığı kimsenin diliyle aynı değildir.[397] Ayrıca hadisi aktarmak sadece onu kendi lahzlanyla rivayet etmek de­ğildir, mefhumunda değişiklik yapmadıktan sonra manayla rivayet te bunun içine girer. Çünkü anladığı şekilde hadisi rivayet etmektedir.[398]

el-Hatîb hadisin esasında manayla rivayeti kabul etmeyenlere karşı bir delil olduğunu söyler. Çünkü Rasûlullah şunu demiş gibidir, der: Hadis kendisine aktarılan kimse işitenden belleme ve idrak yönüyle daha iyi olur, işiten de idraki az ve manaları bilmeyen biri olursa, bu durum-, da hadisi aynı lafızlanyla aktarması gerekir ki, fakih olan alim ondan is-tinbat etsin. Eğer hadisi aktaranla aktarılan aynı seviyede İse, o zaman bu hadiste onların kasdettiği hususa işaret eden bir yön yoktur. el-Hatîb bu hadisin kendisinin bile lafızlarının farklı olduğunu ifade ettikten son­ra tariklerini farklı lafızlanyla müstakil bir eserde biraraya getirdiğini söyler.[399]

Manayla rivayet hususunda işte delil budur diyen el-Gazâlî de (505/1111) hadiste illetin zikredildiğini, bunun da insanların anlayışla­rının farklı oluşu olduğunu ancak anlama hususunda ihtilaf etmedikleri müteradif kelimelerin bunun dışında olduğunu söyler. Bu hadisin dahi farklı lafızlarla rivayet edilmesinin manayla rivayetin cevaziyetini göster­diğini, her ne kadar ayrı ayrı zamanlarda Rasûlullah tarafından buyurul-duğu mümkün ise de[400] ağır basan görüşün tek bir hadis olduğu yönün­de oluştuğunu söyler.[401]

el-Kurtubî de (671/1272) işittiği gibi nakletmekten muradın hadisin hükmü olduğunu, lafzı olmadığını, lafzın göz önünde bulundurulmaya­cağını, hadisle bunun kastedildiğini belirtir.[402]

Muhammed b. Nizâmuddîn el-Ensârî de benzer bir yaklaşımla bu ha­dise güzel bir bakış açısı getirir: "Nice bilgi sahibi kimseler vardır ki fa­kih değildir" ifadesinde şu mana da vardır: Böyle olan kimseler manay­la rivayet durumunda karıştırmaya sebebiyet verebilir. Ancak bu bir ih­timal olsa da, ihtimalle birşey gerekmez. Ayrıca bu hadiste gözetilen ga­ye, nedb'dir.[403]

Muhammed Ebu'n-Nûr Zuheyr buna şu ilaveyi yapar: "Hiçbir ziya­de ve noksanlıkta bulunmaksızın Rasûlullah'ın lafzının ihtiva ettiği ma­nayı iyice belleyip tam olarak nakleden kimse işittiği gibi nakletmiş olur. Çünkü hadise ne ziyadede bulunmuştur, ne de eksiltmede. Ayrıca ha­diste manayla rivayetin yasaklığına bir işaret te yoktur.[404] 3- Tecrübelerimiz gösteriyor ki, sonraki bir alim önceki alimlerin tesbit edemediği bir hususu ayet veya hadisten istinbat etmektedir. Zaten işiten kimse zeki bir fakih te olsa, duyduğu anda hadisin içindeki tüm hususları sezip tespit etmesi icap etmez. Eğer biz manayla rivayete ce­vaz verecek olursak, ravi arada fark olmadığını zannetse bile, manayla rivayet etmesiyle muhtemelen büyük değişiklik meydana gelir ve bu değişiklik devam ede ede ilk haliyle son hali arasında bir münasebet kal­maz.[405]

4-Ravinin Rasûlullah'tan İşittiği lafzı değiştirmesi caiz olsaydı, ikinci ravinin birinci raviden işittiği hadisi değiştirmesi de caiz olurdu. Hatta bu öncelikli olarak olurdu. Çünkü ravinin sözünü değiştirmek Hz. Peygamber'in kavlini değiştirmeye göre evleviyetle caizdir. Sonraki tabakalarda da bu durum böyle devam edip gider. Bu ise nihayetinde Rasûlullah'ın sözünün değişmesine sebebiyet verir. Çünkü insan kendi görüşüne göre davrandığında az da olsa bir değişiklik yapar.[406] En son kimsede ise değişiklik fahiş bir hal alır. [407]

 

 

 


Cevaz Verenlerin Üçüncü Ve Dördüncü Delile Cevapları:

 

Sahabenin kendisi aynı olayı farklı lafızlarla  rivayet etmişlerdir. Bu manayla rivayetin cevaziyetini göstermektedir. Ayrıca mana ifade edil­diği zaman, bunun yeterli olacağı onlardan nakledilmiştir. Bunun yanın­da, tercümenin aslına mutabakatı şart koşulmuştur. Zaten manayla rivayette ziyade ve noksanlık bir yönden dahi olsa, bu caiz görülmez. Âdil  ve fakih olan bir ravide İse böyle birşey söz konusu olmaz. Çünkü bir yönden dahi olsa Hz. Peygamber'İn hadisini değiştirmek onun adına yalan uydurmadır. Bu ise büyük günahlardandır. Fakih ve âdil bir ravi bundan uzaktır. Zaten bizler de kelimelerin manalarını, sözün kullanılacağı yerleri bilen insanların manayla rivayetine cevaz veriyoruz. Kişi böyle olduktan sonra fesahattaki lafız farklılıkları zarar vermez. Bu sebepledir ki, hadis talibinin keza Kur'ân ilimleriyle İştigal etmek isteyenin )'    Allahn ve tahriften kurtulmak için önce dilbilgisini öğrenmesi gerekmektedir. Hammâd b. Seleme'nin (167/783) dediği gibi, "hadis taleb edip te nahiv bilmeyen kimse, arpasız yem torbası boynunda duran merkep :   gibidir."[408]

5-Hz. Peygamber'İn buyurdukları bizlerin aynı şekilde tabi olup iba-! det ettiğimiz ifadelerdir. Kuran'daki gibi başka ifadelerle değiştirilmesi caiz olmaz. Ezan, teşehhüd ve tekbir gibi. Bu gibi şeylerde hem lafız hem de mana kastedilmiştir. Demek ki murad hem lafız hem de mana­dır. [409]Bu da lafzın korunmasını gerektirmektedir. [410]

 

Cevaz Verenlerin Bu Delile Cevapları:

 

Kur'ân ayetleri îcâz yönü olan ifadelerdir. Değiştirilmesi bu yönüne halel getirir. Hadislerde ise böyle bir durum yoktur. Bunların nakledil-mesindeki murad mananın nakledilmesidir. Ezan, teşehhüd ve tekbir ifadelerine gelince, bunlardaki gaye ibadettir. Bu sebeple bunlarla yapı­lacak ibadet manalanyla yerine gelmez, lafızlarının muhafazası gerekir. Diğer haberlerde ise böyle bir durum yoktur. Ayrıca ibadet kasdı bulu­nan ezan, tekbir gibi ifadeleri diğer hadislere katmaya ve aynı şekilde değerlendirmeye imkan veren açık bir yön yoktur, çünkü bu açıdan ara­larında bir bağlantı yoktur.[411]

Ayrıca şu da var ki, hadislerin hem lafzını hem de manasını rivayet etmek gerekseydi, ezan ve teşehhüdde olduğu gibi bunların bizlere ke­sin bilgiyle ulaşıp, özrü kaldıracak şekilde nakledilmesi gerekirdi. Hadis­lerde böyle bir durum olmaması bu delillerinin batıl olduğunu göster­mektedir. Hem ezan, teşehhüd gibi hadislerle Arapça dışında ibadet edilmez, diğer emir ve nehiyler ise böyle değildir. Bizler, bunları Arap­ça olarak ulaştırmak daha makbul ve evlâ olmasına rağmen, Arap ol­mayanlara kendi lisanlarınca ulaştırmakla emrolunduk.[412]

 

Iv-Değerlendirme:

 

Buraya kadar manayla rivayete cevaz verenlerin ve vermeyenlerin delillerini ana hatlarıyla ele almış olduk. Zikredilen deliller ve dayanak­lar açısından bakıldığında manayla rivayetin bir zaruret olduğu ortaya çıkmaktadır. Hadislerini Kur'ân gibi yazdırmayan Hz. Peygamber'İn tu­tumunun da bunu doğurduğu söylenebilir. Dolayısıyla, el-Kurtubî'nin de-yijyle, "manayla rivayete cevaz veren görüş inşâellah sahîh olan görüş­tür."[413] Çünkü Kur'ân'ın sünnet yorumuna muhtaç insanlara, gönüllerin arzuladığı öyle olmakla birlikte, binlerce hadisi ezberleyip olduğu gibi aktarmak mecburiyeti getirmek, sünnetin bir tarafa bırakılmasını söyle­mekle aynı manadadır. Zira böyle bir zaruret beşer fıtratını inkar demek­tir. İfade edilirken yazılmayan şeyin olduğu gibi muhafazasının müm­kün olmayacağı aşikardır. Bu, muhali istemek gibi birşeydir.

Bununla beraber, manayla rivayete cevaz verip vermemenin pra­tikte bir faydası olmadığını düşünüyoruz. Vakıa onları buna mahkum ettiği için, ümmetin büyük çoğunluğu manayla rivayete cevaz vermeye mecbur kalmışlardır. Cevaz verseler de vermeseler de, rivayetler zaten manayla rivayet edilmekteydi. İnsan olmak bunu gerektiriyordu. Böyle bir zaruret ve vakıa karşısında yapacakları tek şey kalmıştı: Bu tür riva­yetleri kabulde bir takım şartlar koşmak. Ancak bu şartları koymaya başladıkları zaman ile Hz. Peygamber'in vefatı arasında geçen uzun sü­re zarfında hadisler alacakları şekli almıştı. es-Suyûtî'nin belirttiği gibi, özellikle Arap olmayan ravilerin bunda katkısı büyüktü. Gerçi ravilerin tamamı Arap ve kültür seviyeleri ileri seviyede olsaydı bile, en azından bir asırlık bir süreçte hadislerin lafızlarını, kuşaklar boyu olduğu gibi na­sıl koruyabilecekleri şüphelidir. Bu sebeple, gerek hadisçilere ve gerek­se fakihlere düşen, artık bu ibareler içinden Hz. Peygamber'in buyurdu­ğuna en yakın olanı tesbit etmeye çalışmaktı. Bu da birinci derecede ra­vilerin durumlarının incelenmesi ile mümkün olabilmekteydi. Hangi ra-vinin duyduğu lafzı aslına en uygun bir şekilde nakledebileceğini tesbit etmek ve özellikle teşrîyle ilgili meselelerde bunlara dayanmak.

Vazifeleri "hadisleri aslî durumuna göre en iyi şekilde tesbit edip fa-kinlerin ve kelamcıların önüne koymak" olan hadisçilerin, bu husustaki büyük gayretlerini, gerek sened gerekse metin açısından getirdiklerini inkar etmek mümkün değildir. Ancak onların bu gayretlerinin ne dere­ce başarılı olduğunu tesbit etmek zordur. Aşağıda gelecek olan misaller­de görüldüğü üzere, hadis kitaplarında hep aynı şekilde rivayet edilmiş bir tek hadis neredeyse bulamazken, filologlar dil kurallarını koyarken hadislere dayanmazken, şer'î hayatımızı tanzim etme durumunda olan başta ftkıhçılar ve kelamcıların ne tür bir zorlukla karşı karşıya kaldıkla­rı ortadadır. En sade örnek olarak, nikah anında kullanılacak lafzı tesbitı ederken, aynı olayı anlatan hadislerdeki farklı ifadelerin fukahayı maruzj bıraktığı zorluk bariz bir şekilde görülmektedir. Bu gerçekle karşı karşı-j ya kalınca, manayla rivayete cevaz vermeyenleri ve şöyle diyen Cerâc-i pûri'yi anlamakta zorlanmıyoruz: "Hadisler mana ile rivayet edildikle­rinde çok farklı bir konuma ulaştı. Sadece Peygamber Efendimize ma­nevi bir nisbet kaldı. Gerçekten de ravilerin ifadelerinin, Peygamber Efendimizin söylemiş olduğu gayeye ne kadar yakın olduğunu tesbit zordur. Çünkü bazan sadece bir lafzın değişmesiyle kelamın manası de­ğişir. Hem şu açıktır ki, böyle bir durumda hadislerin lafızlarından özel bir amaç için istidlal etmenin önemi yoktur, çünkü asıl lafzın ne olduğu belli değildir."[414]

Manayla rivayet açısından kısmî de olsa taşıdığımız bir endişe daha vardır: Hadisler kitaplarda toplanana kadar ravilerin bir takım hadisleri manayla rivayet etmek suretiyle aslî durumlarından uzaklaştırmış olma­ları, sonraları konulan manayla rivayet şartlarının gerçekte bir anlam ifade etmemesi. Çünkü bizler, Cumhuriyet dönemini yaşamış insanların çocuklarına anlattıkları şeyleri torunlarından dinlerken, 70-80 yıllık sü­re zarfında nesillerin çok zıt şeyler anlattıklarına şahid oluyoruz. Tarihî süreçte bir değişim kendisini tabii olarak gösteriyor. Hadislerde de bu durumun yaşanmış olması normaldir. Nitekim İbn Receb, bu hususta tesbit edilmiş bazı misaller verir. Bunlardan birisi de şudur: Bazıları "imam kıraat ettiğinde siz susun" hadisini anladığı şekilde nakletmiş ve şöyle demiştir: "İmam veladdâllin'i kıraat ettiğinde siz susun." Böyle nakleden kimse hadisi imamın kıraate başlamasına değil de kıraati bitir­mesine hamletmiştir.[415]

Bu konuyu Selman Başaran'ın, manayla rivayetteki aşırı müsamaha­nın sebep olduğu zararların bir kısmına dair tesbitiyle bitirelim: a) Hz. Peygamber'in lafızlarını aynen okuma ve okutma zevkinden mahrumi­yet, b) Mana rivayeti hadis uyduranların işini kolaylaştırmıştır, c) Lafız değişiklikleri anlayış farkına sebep olmuş, alimler arasındaki ihtilafların büyük bir kısmı hadislerdeki lafız farkından kaynaklanmıştır.[416]

Mevcut kaynaklar içindeki hadislerden en münasip ifadelerin tesbit edilmesine, gerekirse rivayetler arası harmanlama yapılarak bir nevi id-raclara gidilmesine ve manayla rivayetin sebebiyet verdiği "anlam kay­masının boyutlarının tesbitine ihtiyaç vardır. [417]

 

V-Manayla Rivayete Misaller:

 

1-İnsan her zaman aynı olmaz hadisi:

Huzurundaki haliyle yanından ayrıldıktan sonraki hali aynı olmadan Hanzala el-Useyyidî'yi teskin eden Rasûlullah'ın buyurduğu sözlerinjjtarikler arasında farklılıklar arz etmesi, manayla rivayetin en güzel misal-lerindendir:

a) Müslim: Hanzala'dan:

"Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim yanımda bulunduğunuz hal üzere ve zikretmeye devam etseniz, melekler döşek­lerinizde ve yollarınızda sizlerle musâfaha ederlerdi. Lakin ey Hanzala! (İnsan) bazı zaman Öyle olur, bazı zaman da böyle." Rasûlullah bu son kısmı üç kez tekrarladı.[418]

b)  Müslim: Hanzala'dan:

"Ey Hanzala! (İnsan) bazı zaman öyle olur, bazı zaman da böyle. Siz­lerin kalbi zikir anındaki hal üzere devam etse, melekler sizinle musafa-ha ederler hatta yollarınızda sizlere selam verirlerdi."[419]

c)  et-Tirmizî: Hanzala'dan:

"Benim yanımdan kalktığınız hal üzere devam etseniz melekler otur­duğunuz yerlerde, yollarınızda ve döşeklerinizde sizlerle musâfaha eder­lerdi. Lakin ey Hanzala! (İnsan) bazı zaman öyle olur, bazı zaman böy­le olur, bazı zaman da başka olur."[420]

d) et-Tirmizî: Hanzala'dan:

"(Her zaman) benim yanımda olduğunuz gibi olsanız melekler kanat­larıyla sizleri gölgelendirirdi."[421]

e) İbn Mâce: Hanzaİa'dan:

"Ey Hanzala! (Her zaman) benim yanımdaki gibi olsanız, meiekler döşekİerînizde veya yollarınızda sizlerle musâfaha ederlerdi. Ey Hanza­la! (İnsan) bazı zaman öyle olur, bazı zaman da böyle."[422]

2- Camide bevfeden kimseye müdahele hadisi:

Mescid-i Nebevi'de bevleden insana ashabın müdahelesi ve Rasûlul-lah'ın bunlara engel olması farklı lafızlarla rivayet edilmektedir:

a) el-Buhârî: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:

"Ona engel olmayın." Daha sonra bir kova su istedi ve bevlin üzeri­ne döküldü.[423]

b) el-Buhârî: Ebû Hureyre'den: Rasûlullah şöyle buyurdu: "Bırakın onu ve bevlinin üzerine su dolu bir kova--veya su dolu bü­yük bir kova- dökün..."[424]

c) Müslim: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:

"Bırakın onu ve ona engel olmayın." Enes diyor ki: (Adam beyimi) bitirince bir kova su istedi ve bevlin üzerine döktü."[425]

d) Müslim: Enes'ten:

İnsanlar ona bağırdılar. Rasûlullah (ise) şöyle buyurdu: "Bırjakıh onu." (Adam bevlini) bitirince Rasûlullah bir dolu kova su {getirilmelim) emretti ve bevlinin üzerine döküldü.[426]

e) Müslim: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ona engel olmayın. Bırakın onu."[427]

f)  Ebû Dâvud: Ebû Hureyre'den:

...Aradan fazla bir zaman geçmeden mescidin içinde bir kenara dev­letti. İnsanlar ona doğru koştular fakat Rasûlullah onları men etti ve şöy­le buyurdu: "Sizler kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz. Bevlin üzerine su dolu büyük bir kova -veya şöyle bu­yurdu: Su dolu bir kova- dökün."[428]                                              

g) et-Tirmizî: Ebû Hureyre'den:

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bevlİn üzerine su dolu büyük bir ko­va veya bir kova su dökün." Daha sonra şöyle buyurdu: "Sizler kolay­laştırıcı olarak gonderildiniz, zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz."[429]

h) en-Nesâî: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:

"Bırakın onu, ona engel olmayın." (Adam bevlini) bitirince bir kova I su istedi ve bevlin üzerine döktü.[430]                                                      

ı) en-Nesâî: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:                               

"Onu terk edin." {Onlar da) onu terk ettiler. O da bevletti. (Rasûlul­lah) daha sonra bir kova (su) emretti ve bevlin üzerine döküldü."[431]

i) en-Nesâî: Ebû Hureyre'den: Rasûlullah şöyle buyurdu:

"Bırakın onu ve bevlinin üzerine bir kova su dökün. Sizler kolaylaş­tırıcı olarak gonderildiniz, zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz."[432]

j) İbn Mâce: Enes'ten: Rasûlullah şöyle buyurdu:

"Ona engel olmayın." Sonra bir kova su istedi ve bevlin üzerine dök­tü."[433]

k) İbn Mâce: Vasile b. el-Eska'dan: Rasûlullah şöyle buyurdu:

"Bırakın onu." Sonra su dolu büyük bir kova istedi ve bevlin üzeri­ne döktü."[434]

1) Ebû Dâvûd: Abdullah b. Ma'kil'den mursel olarak: Rasûlullah şöy­le buyurdu:[435]

"Bevlettiği toprağı alıp atın. Yerine de su dökün." [436]

 

Sahîhayn Üzerinde İcmâ Meselesi

I- Sahîhayn Üzerindeki İcmânın Tahlili:

 

es-Sahîhayn 'da -temriz sîgası ile rivayet edilenler, muallaklar ile bab başlıklarında zikredilenler vb. hariç- muttasıl hadislerin tamamının, üm­metin icmâsıyla sahih kabul edildikleri şeklinde öteden beri yaygın bir kanaat vardır.[437] Hadisçiler arasında da genelde kabul gören yaklaşım, es-Sahî/ıayn'daki bu tür hadislerin sahih oldukları yönündedir. İbnu's-Salâh (643/1245), en-Nevevî (676/1277) ve es-SuyÛtî (911/1505) gi­bi usûl yazarları bunu ifade ederler.[438]

en-Nevevî bu konuda kendisine sorulan "e/-Bu/ıârf ve Müslim'de, meşhur musnedlerde, Ebû Davud'un, et-Tirmizî'nin, en-Nesâî'nin su-nenlerinde veya bunların bir kısmında sahih olmayan veya batıl hadis­ler var mıdır?" sorusuna şöyle cevap vermiştir: Ue\-Buhârî ile Müs­lim'deki hadisler sahihtir. Diğer mezkur sunenlere ve musnedlerin ço­ğunluğuna gelince; bunlarda sahih, hasen, zayıf, munker ve batıl hadis­ler vardır."[439]

Keza Halîl b. Keykeldî el-Alâî (761/1360), el-Buhârî ve Müslim'in kitaplarında muttasıl olarak rivayet ettikleri hadisler üzerinde imamların icmâ ettiklerini, bu sebeple onlardaki hadislere tenkit için bakıİamay; cağını kesin bir dille söylemiştir.[440]

Bu yaklaşımı hadisçilerin dışındaki alimlerde de görmek mümkün ol­maktadır. Örneğin rivayetlerin değerlendirilmesinde temel ölçüler koy­muş bulunan tarihçi İbn Haldun da (808/1406) benzer şeyleri meh-di'yle ilgili hadisleri değerlendirirken söylemektedir: "et-Tirmizî, Ebû Dâvûd, el-Bezzâr, İbn Mâce, el-Hâkim, et-Taberânî, Ebû Ya'Iâ el-Mevsı-lî gibi bazı imamlar mehdi hadislerini rivayet etmişlerdir. Bunlar bu ha­disleri Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Talha, îbn Mes'ûd, Ebû Hureyre, Enes, Ebû Saîd el-Hudrî, Ummu Habîbe, Ummu Seleme, Sevbân, Kur-re b. İyâs, Ali el-Hilâlî, Abdullah b. ei-Hâris b. Cez' gibi sahabeden ba­zılarına isnad etmişlerdir. Zikredeceğimiz üzere bu isnadların bir kısmın­da rivayetleri munker kimseler bulunmaktadır. Ayrıca ehl-i hadis nezdin-de malum olduğu üzere cerh, ta'dîle takdim edilir. Bu durumda, bizler bu isnadlardaki bazı zevat hakkında gaflet, sûu'1-hıfz, da'f, itikadının yanlışlığı gibi bir cerhe rastlarsak bu, hadisin sıhhatini etkiler ve onu za­yıflatır. Fakat şöyle birşey söyleme: 'Böyle bir durum es-Sahihayn'ın ri­cali için de söz konusu olabilir.' Çünkü ümmet arasında Öteden beri on­ları kabul edip, içlerindeki hadislerle amel etme yönünde icmâ variddir. İcmâ ise en büyük hâmî ve muhafazadır. es-Sahîhayn dışındakiler ise böyle değillerdir."[441]

Daha sonraki dönemlere geldiğimizde, Şâh Velîyullah ed-Dihlevî (1176/1762) aynı kanaati dile getirerek, muhaddislerin es-Sahî-hayn 'da bulunan muttasıl merfu tüm rivayetlerin kesinfikle sahih olduk­larında icmâ ettiklerini, bunu kabul etmeyenleri ise müminlerin yolunu tutmayan bidatçiier olarak gördüklerini belirtir.[442]

Şia'yı ve öteden beri tenkidçi yaklaşanları hariç tutarsak, İslam dün­yasındaki genel kanı hâlâ böyledir.[443] Örneğin, Mustafa Sabri el-Buhârî, Müslim ve el-Muvatta gibi kitaplarda bulunan hadisler hakkında bir müslümanın aklına "bunlarda sahih olmayan bir hadis bulunabilir mi" sorusunun gelmesini garipser.[444]

Bu genel kanaatin ne zaman oluştuğunu tesbit etmek için geçmişe gittiğimizde icmâdan ilk bahseden kişi olarak en-Nesâî (303/915) ile karşılaşıyoruz. M. Said Hatiboğlu'nun deyişiyle, ona nisbet edilen ifade şöyledir: "Ümmet bu iki kitabın sahih olduğu ve onlardaki hadisjerle amel etmenin vacib olduğu üzerinde icmâ etmişlerdir."[445]               

en-Nesâî'nin icmâdan bahsetmesi oldukça erken bir tarihdir. Bü se-bepîe rivayetin ihtiyatla karşılanması gerekir. Ancak bir sonraki asra gel­diğimizde, icmâyı asıl olarak gündeme getirenlerin, Ebû İshâk el-İsferâ-înî (418/1027), Ebû Nasr el-Vâilî es-Siczî (444/1052), el-Cuveynî (478/1085), Ebû Abdillah el-Humeydî (488/1095) gibi beşinci asır alimlerinin olduğunu görüyoruz.[446]

Örneğin es-Siczî şöyle demektedir: "Fukaha ve diğer ilim ehli şuna icmâ etmişlerdir: Bir kimse 'el-Buhârî'de geçen ve Rasûlullah'tan riva­yet edilmiş olan hadislerin tamamı sahih olarak gelmiştir ve Rasûlullah onu mutlaka söylemiştir. Böyle değilse karım boş olsun' dese, yemini bozulmaz, eşi hanımı olmaya devam eder."[447]

Son derece ciddî söylenmiş bu söz karşısında, burada icmâyla kaste­dilmiş olanın ne manaya gelebileceğini irdelemek gerekmektedir. Eğer ümmetin tamamı kastedil iyorsa durumun bu şekilde olmadığı açıktır. Çünkü tüm müminler, bu iki kitaptaki hadisleri mutlak sahihtir diye ka­bul etmemektedir. Bununla kastedilen ulemanın icmâsıysa, uygulama yine böyle değildir. Çünkü mezheplere baktığımızda, pekçok ictihadla-nn ve uygulamaların es-Sahîhayn (ve diğer hadis kitaplarındaki) hadislere aykın olduğu görülür. Bu da, gerek ümmetin tamamının ve gerek se ulemanın hepsinin böyle bir icmâsı olmadığını göstermeye yeterli ol­maktadır.

Kanaatimizce, bu icmâ anlayışının oluşmasındaki etken şu olmuştur: es-Sahîhayn müelliflerinin, hadisleri seçerken ne kadar titiz davrandık-1 lan kaynaklarda belirtilmektedir.[448] Bu iki eserin tasnifinin ardından üm­met, Kur'ân'dan sonra hadis kitapları içinde en güvenilir eserler olarak bunları kabul etmiştir. Dolayısıyla, bu iki eser müslümanlar arasında bü­yük saygınlık ve itibar kazanmıştır. Zaman içinde bu telakki icmâ diye yorumlanmaya kadar götürülmüştür. Bu anlayışın kitaplara girmesinden: sonra da, artık icmâdan bahsedilir olduğunu ve tenkidlerde bu iki kita-i bin hariç tutulduğunu görüyoruz. Örneğin az aşağıda, "bir hadisin sene­di sika ravilerden meydana gelebilir ancak metni mevzu olabilir" diyen ve hariç tuttuğu kitaplardaki bir takım hadisleri tenkit eden Îbnu'l-Cevzî (597/1201) dahi şöyle demektedir: "el-Muvatta', Ahmed b. Hanbel'in el-Musnedi, es-Sahîhayn, Ebû Davud'un es-Sunen'i ve benzeri tedvin edilmiş kitapların dışında bir hadis görürsen ona bak. Eğer sahih, hasen rivayetlerden bir benzeri varsa onu al. Eğer şüphe eder ve temel pren-j j siplere aykırı olduğunu görürsen senedinin ricalini araştır. Bunların du­rumları için ed-Duafâ ve'i-Metrûkîn adlı kitabımıza bakabilirsin. Böyle-j ce ravi hakkındaki cerh yönünü öğrenirsin."[449]                                   

Halbuki böyle bir icmânın varlığından bahsetmek mümkün değildir.  Çünkü el-İsferâînî gibi zatlar eğer kendilerinden önce böyle bir icmânın j oluştuğundan bahsediyorlarsa, Ahmed b. Hanbel ve bazı müctehidler| "her kim İcmânın varlığından bahsederse o yalancıdır" diyerek icmâyıı reddetmişlerdir.[450] Eğer el-İsferâînî ve el-Vâilî yaşadıkları dönemde böy-| Ie bir İcmânın oluşmuş olduğunu iddia ediyorlarsa, kendilerinden sonra­ki bazı alimlerin buna uymamaları bu iddiayı ortadan kaldırır. Çünkü on­larla aynı dönemi paylaşmış İbn Hazm (456/1064) es-Sa/ıfhayn'daki birkaç hadisi tenkit etmiştir.[451] Aynı şekilde aşağıda geleceği üzere, da­ha sonraları es-Subkî (771/1369), ez-Zehebî (774/1372) gibi alimler de bunlardaki bir kısım hadisleri tenkit etmişler ve var olduğu söylenen icmâyı fiilen ortadan kaldırmışlardır. Bunu misallendirmek meseleyi da­ha netleştirecektir. [452]          

 

Iı-Sahîhayn Üzerinde İcmâ Olmadığına Misaller:

 

1- Ebû Ca'fer Mahmûd b. Amr el-Ukaylî[453] anlatıyor: "el-Buhârî es-Sahîh adlı kitabını telif edince bunu Ahmed b. Hanbel (241/855), Yah­ya b. Maîn (233/847), Ali b. el-Medînî (234/848) ve başkalarına sun­du. Onlar kitabı güzel gördüler ve dört hadis hariç gerisinin sahih oldu­ğunu belirttiler..."[454]

2- MusIim'in Ebû Hureyre'den naklettiği, türbe hadisi diye meşhur rivayette şöyle geçer: "Allah toprağı cumartesi günü yarattı. Toprakta dağları pazar, ağaçları pazartesi, sevilmeyen şeyleri salı, nuru çarşamba günü yaratmış, hayvanları toprak üzerinde perşembe günü yaymış, Hz. Adem'i cuma günü ikindiden sonra, mahlukatın sonunda, cuma saatle­rinin nihayetinde, ikindi ile gece arasında yaratmıştır."[455] Bu rivayet Kur'ân'a muhalif bulunarak tenkit edilmiştir. Çünkü ayette "rabbiniz o Allah'tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı..."[456] Rivayeti tenkit eden­lerin başında el-Buhârî (256/870) gelmektedir. Bunun esasında Ka'bu'l-Ahbâr'ın sözü olduğunu, merfu olarak rivayetinin hata olduğunu belirtmektedir.[457] Yahya b. Maîn de (233/847) böyle söylemekte­dir.[458] el-Beyhakî de (458/1066) rivayetin tenkit edildiğine dikkat çeke­rek "bazı hadisçiler bu hadisin mahfuz olmadığını, çünkü tefsircilerle ta­rihçilerin kabul ettikleri hususlara aykırılık taşıdığını iddia etmişlerdir" demektedir.[459]

3-et-Tahâvî (321/933) Müslim'in de rivayet ettiği[460] Kays b. Sa'd > Amr b. Dînâr > İbn Abbas tarikiyle gelen 'Rasûlullah bir yemin ve bir şahidle hüküm verdi' hadisi hakkında şöyle der: "İbn Abbas'ın hadisine gelince munkerdir. Çünkü Kays b. Sa'd'm Amr b. Dinar'dan birşey ri­vayet ettiğini bilmiyoruz. Onunla böyle bir konuda nasıl İhticac ediyor­lar ki?"[461]

4-es-Sahıhayn hadisi olan sihir rivayetini[462] kabul etmeyen el-Ces-sâs (370/981) bu tür rivayetleri nakledenlerin kıssacılar ve cahil hadis­çiler, bu haberleri uyduranların da kafirler olduğunu söyler. Onların, bu rivayetleri boş işlerle uğraşan ahmaklarla alay etmek ve peygamberlerin mucizelerini inkara sevk etmek için uydurduklarını belirtir.[463]

5-"İbrahim (as) kıyamet günü babası Azer'le yüzü kapkara ve toz toprak içinde olduğu halde karşılaşınca, "ya rabbi! İnsanlar ba's olunur­ken beni rüsvay etmeyeceğini vaad etmiştin. Oysa Allah'ın rahmetin­den çok uzakta olan babamın bu halinden daha kötü rusvaylık mı olur" şeklindeki el-Buhârî hadisini ef-İsmâîlî (371/982) tenkit eder: "Bu ha­disin sıhhatına şu yönüyle zarar veren bir durum vardır: İbrahim (as) Al­lah'ın vaadinden dönmeyeceğini bilir. Rabbi kendisini kıyamet günü rüs­vay etmeyeceğini vaad ettiğini[464] haber vermesine ve de vaadinden dönmeyeceğini kendisine bildirmiş olmasına rağmen[465], nasıl oluyor da babasının başına geleni kendisi için utanç vesilesi sayıyor?"[466]

6-Yukanda temas edildiği üzere, İbn Hazm (456/1064) çalgı ve eğ­lencenin haramhğı, haram şeylerde şifa olmadığı, Hz. Aişe'nin veda> haccı yılında hacdan önce umre yaptığı gibi es-Sahîhayn'da geçen bir-| kaç hadisi tenkit etmiştir.[467]

7-Muslim'in rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçer: "Kıyamet günü ba­zı müslümanlar dağlar kadar günahlarla gelecekler ancak Allah onların bu günahlarını affedecek ve -benim zannıma göre- yahudilerle hristiyan-lann üzerine yükleyecek."[468] Müslim hadisin ardından 'benim zannıma göre' ifadesinin hangi raviden geldiğinin bilinmediğini aktarır. Rivayeti değerlendiren el-Beyhakî (458/1066), 'Müslim kitabında onunla istiş-had etse bile' diyerek hadisi ravisi Ebû Talha er-Râsibî açısından tenkit ettikten sonra, hadisin "hiçbir günahkar başkasının günah yükünü yük­lenmez"[469] ayetine muhalif olduğunu söyler ve tevili için uğraşmanın anlamı olmadığını ifade eder.[470]

8- Tevbe suresi 80. ayette şöyle buyurulmaktadır: "Onlar için is­ter af dile ister dileme, onlar için 70 defa da af dilesen Allah onları asla affetmeyecektir." el-Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiği hadise göre, münafıkların lideri Abdullah b. Ubeyy öldüğünde oğlu gelerek Rasûlullah'tan babasının cenaze namazını kıldırmasını istemiş, o da bunu kabul etmiştir. Cenaze namazına duracağı zaman Hz. Ömer yakasından tutarak "yâ Rasûlellah! Allah sizi bundan men ettiği hal­de nasıl namazını kılarsınız" demiş, Hz. Peygamber de ona şu ce­vabı vermiştir: "Allah beni muhayyer bırakmış ve 'onlar için ister af dile, ister dileme' demiştir. Ayrıca 'onlar için 70 defa da af dilesen Allah onları asla affetmeyecektir' buyurmuştur. Ben de 70'den faz­la af dileyeceğim." Hz. Peygamber namazını kılar ve Allah Teâlâ da şu ayeti indirir: "Onlardan ölen bir kimsenin üzerine asla namaz kılma. Kabrinin başına da dikilme."[471] Rivayeti değerlendiren el-Gazâlî'ye göre (ö. 505/1111) ayette geçen 70 rakamı belli bir sayı değil çokluk ifade etmektedir. Ayette anlatılmak istenen onların ke­sinlikle bağışlanmayacağıdır. el-Gazâlî sözünü şöyle noktalar: "Bu haberin sahih olmadığı açıktır. Zira Rasûlullah sözün anlamlarını en iyi bilendi."[472]

9- el-Buhârî'nin Hz. Âişe'den naklettiği rivayette, Hz. Peygamber'in vefatından sonra eli en uzun olan eşinin kendisine ilk önce katılacağını buyurduğu, onların da kollannı ölçtükleri ve kolu en uzun olanın Şevde olduğunu gördükleri ancak daha sonra bundan en çok tasadduk edenin kastedildiğini anladıkları, çok infak eden Sevde'nin de Hz. Peygam­ber'in ardından ilk vefat eden eş olduğu geçmektedir.[473] Hz. Peygam­ber'in ardından ilk vefat eden eşin Zeyneb bnt. Cahş olduğu tarihçiler-ce kabul edilen bir gerçektir.[474] Rivayette geçen isim yanlışlığını tenkit eden İbnu'l-Cevzî (597/1201) şöyle der: "Bu hadiste ravilerden birinin hatası söz konusudur. el-Buhârî'ye hayret doğrusu, buna nasıl oldu da dikkat çekmedi! Keza el-Buhârî'ye ta'lik yazanlar da buna dikkat çek­mediler. el-Hattâbî de bunun yanlışlığını anlayamamış, çünkü hadisi açıklamış ve 'Sevde'nin Hz. Peygamber'e kavuşması nübüvvetin ala-metlerindendir' demiştir. Bunların hepsi hatadır. Bu hanım aslında Zey-neb'tir."[475] en-Nevevî de (676/1277) el-Buhârfnin farklı isim zikret­mesini "bu icmâyla batıl olan bir hatadır" diye niteler.[476]

10- es-Sahî/ıayn hakkında icmâdan bahseden İbnu's-Salâh (643/1245), bir taraftan da şunları der: "Müslim es-Sahîh 'indeki zayıf ve sahih şartlarını taşımayan orta derecedeki raviİerden rivayeti sebebiy­le tenkit edilmiştir."[477] "es-Sahîhayn'da tenkit edilen ve güvenilir hadis-çiler tarafından eleştirilen hadisler, zikrettiğimiz ölçünün (kesin sahih ol­manın) dışındadır. Çünkü bunlar icmâyla kabul edilmemişlerdir."[478]

11- îbnu'l-Humâm (681/1282) şöyle demektedir: "el-Buhârî ile: Müslim'in veya onlardan birinin, herhangi bir ravinin, kendilerinin be7 lirledikleri şartlara haiz olduğuna hükmetmelerinin, gerçeği kesinlikle yansıttığı söylenemez. Zira onların verdikleri hükmün gerçeklere terâ düşmesi mümkündür. Nitekim, Müslim kitabında pekçok raviden hadis nakleder ancak bunlar cerh gailelerinden kurtulmuş değillerdir. Keza e/i Buhdn'de de cerh edilmiş bir grup ravi bulunmaktadır."[479]

12- el-Buhârî'nin rivayet etmiş olduğu bir kudsî hadiste şöyle geçeri "Kim benim bir velime düşmanlık ederse ona harb ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeyden daha sevimli birşeyle bana yaklaşmazi Kulum nafiierle bana yaklaşmayı sürdürür. Nihayet onu severim. Onü sevdiğimde ise işiten kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse veririm, bana sığınırsa onu korurum. Yaptığırrt işler içinde, -ölümü istemeyen, benim de kendisini üzmek istemediğimf müminin ruhunu almak dışında başka birşeyde böylesine tereddüt etj-mem."[480]

ez-Zehebî bu rivayetin senedinde bulunan Hâlid b. Mahled el-Kata;-vânî'nin zayıf biri olduğuna dair görüşleri naklettikten sonra şöyle söyi-ler: "Bu hadis gerçekten garîbdir. eî-Câmiu's-Sahîhin heybeti olmasayf-di hadisçiler bunu Hâlid b. Mahled'in munker rivayetleri arasında saya­caklardı. Çünkü hadisin lafzı garîbdir." ez-Zehebî daha sonra senedinii) de garîb yolla geldiğini belirtir.[481]

ez-Zehebî (748/1339) Müslim'in de Ummu Habîbe hadisinde hatş ettiğini söyler.[482]                                                                             

13- İbn Teymiyye (728/1328) "sahih diye söylenen hadislerden bir kısmı bazı hadis alimlerinin sahihtir dediği, başkalarının ise sahihliği hu­susunda onlara muhalefet ettiği hadislerdir. Nitekim muhalefet edenler bu hadisler için "zayıftır, sahih değildir" derler. Müslim'in es-Sahîh'inde rivayet ettiği, Müslim gibi veya ondan daha aşağı seviyede veyahutta da­ha üst seviyedeki diğer ilim ehlinin, sıhhati hususunda tenkidlerde bu­lunduğu hadisler gibi. Bu tür hadislerin doğruluğuna sadece delille hür küm getirilir..." der.[483] Başka bir yerde de ismet sıfatı olduğu için Kur'ari dışında hiçbir kitabın hatadan kurtulamayacağını söyler ve buna e/-Buf hârî ile Müslim'den hatalı kabul ettiği misaller verir.[484]                

14- es-Subkî (771/1369) "İmâmu'd-Dunyâ" dediği el-Buhârfninj pekçok hadisini "vehim vardır" diyerek tenkit eder.[485]                         

15- es-Sa/ıîhayn'ın rivayet ettiği bir hadiste insanın ana rahminde1 yaratılışı anlatılırken meleğin 120 günden sonra gelip çocuğun ruhunıl üflediği geçer.[486] Bunu kendi zamanındaki tıb bilgilerine aykırı bulan eli Kirmânî (786/1384) şöyle der: "Tıb ceninin otuz ilâ kırk gün arasın-da şekillendiğini söylemektedir. Hadisten anlaşıldığına göre yaratıl­ması dört aydan sonra olmaktadır."[487]

16- el-Irâkî (806/1403) es-Sahîhayn'daki pekçok hadis hakkında tenkidler yapıldığını, kendisinin bunlan bir cüzde cevapladığını söyler.[488]

17- îbnu'l-Vezîr el-Yemânî (840/1436) bazı imamların ve hafızların eŞ-Sahîhayn'âa zayıf kabul ettikleri hadisleri sıralar.[489] '  

18- Kâsım b. Kutluboğa (879/1474) şöyle der: "Bir hadisin kuvveti ricaline göredir yoksa şu veya bu kitabta bulunuşuna göre değil."[490]

19- Elinizdeki eserin altıncı bölümünde görüleceği üzere, Müslim'in rivayet ettiği Hz. Peygamber'in Şam yolculuğu rivayeti oldukça tenkide tabi tutulmuştur.

20- el-Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri hadiste Abdullah b. Mes'ûd ve Ebu'd-Derdâ'nın "açılıp aydınlattığı zaman gündüze and ol­sun. Erkeğe ve dişiyi yaratana and olsun"[491] ayetlerini "açılıp aydınlat­tığı zaman gündüze and olsun. Erkeğe ve dişiye and olsun" şeklinde okudukları geçmektedir.[492] Ebûbekr el-Enbârî (328/940) icmâya aykın olduğunu söyleyerek bu rivayetleri merdûd sayar.[493]

Bir nebze sunulan bu alıntılardan anlaşılacağı üzere, ümmet ne dör­düncü asırda ve öncesinde, ne de daha sonraları, bu iki eserdeki mut­tasıl hadislerin tamamını bi'1-İttifak sahih kabul etmemişlerdir.[494] Fuka-hâ kendi mezheplerinin prensiplerine ve delil olarak aldıkları hadislere muhalif gördükleri bir takım es-Sahîhayn hadislerini tenkide tabi tutmuşlardır.[495] Keza, tarihi bilgiler gibi bir takım prensipler ışığında bazı rivayetleri tahlil edenlerin de sahih kabul etmedikleri hadisler olmuştur. Tüm bunlar, Kur'ân'dan sonra en güvenilir kitaplar olma özelliğine sa­hip bu iki eserin, tenkit ve tahlilden vareste tutulmadıklannı bizlere gös­termektedir. Dolayısıyla, olmayan bir icmâ ile bu iki eseri dokunulmaz kılmak, hem târihî gerçeklere aykırı, hem de insanların üretkenliğine, karşılaştıkları problemlere çözüm bulma gayretlerine engel olmaktır. Çünkü değerlendirmek için daha çok malzemesi bulunan bugünün in­sanına, içinde geçtiği kitabın azametini Öne sürerek, bir takım rivayet­leri kabul ettirmek mümkün olmamaktadır.[496] Bu bahiste söylenecek en güzel kelâm, İbn Teymiyye'nİn yolumuzu açan şu iki sözüdür belki de: "Kur'ân dışında hiçbir kitap hatadan kurtulamaz."[497] "Sahih hadisler­den bir kısmı hadisçilerin kabul edip tasdik ettikleri hadislerdir. el-Buhâ-rî ile Müslim'in hadislerinin cumhuru (kahir ekseriyeti) gibi.[498] Çünkü tüm hadisçiler her iki kitabın hadislerinin cumhurunun sahih olduğuna kesin gözüyle bakarlar." [499]

 

Sahih Hadis Bulunmayan Konular

(Îstisnalanyla Birlikte)

 

Hadis alimleri çeşitli konularla ilgili hadisleri taramaları sonunda var­dıkları genel kanaatları, gerek müstakil çalışmalannda ve gerekse eserle­rine serpiştirdikleri açıklamalarla beyan etmişlerdir.[500] Bu açıklamalarda geçen, herhangi bir konudaki hadislerin tamamının sahih olmadığı veya mevzu olduğu yönündeki değerlendirmeler, ümmet özellikle de halk için hayırlı neticeler getirmiştir. Zira halk arasında yayılmış bir takım hadisler hakkında "bu konudaki hadislerin tamamı asılsızdır" şeklinde genel bir değerlendirme, her bir rivayetin mevzuluğunu tek tek anlatmaya göre daha kestirme, emniyetli ve zihinlerde yer edici olmaktaydı.

Bu şekildeki genellemelerin tarihi oldukça eskilere uzanmaktadır. Örneğin Ahmed b. Hanbel (241/855) bulunduğu dönemde genelleme yaparak megâzî, melâhim ve tefsîr kitaplarındaki rivayetlerin aslının ol­madığını söyler.[501] Abdulazîz ed-Dihlevî'ye (1239/1823) geldiğimizde ise çerçeve biraz daha genişlemiştir. O, mevzu hadislerin gene! olarak toplandığı konuları şöyle sıralar: Menakıb, (şahısları, milletleri) yeren ri­vayetler, tefsir, sebeb-i nuzûlu beyan, tarih, îsrâîloğullannm halleri, ön­ceki peygamberlerin kıssaları, şehirler, yiyecekler, içecekler, hayvanlar, tıb, rukye, büyü, dualar, nafilelerin sevapları.[502]

Hadisçilerin, metinler arasında mekik dokumaları, ulaşabildikleri bü­tün hadis külliyatını taramaları ve rivayetleri birbirleriyle karşılaştırmala­rı sonunda bazı konulardaki hadisleri genel değerlendirmeye tabi tuta­rak sahih olmadıklarını belirtmeleri onların bitmez tükenmez emekleri­ni göstermesi açısından takdire şayan gayretlerdir. [503]

 

1-   Sahih Hadis Bulunmayan Konulara Dair Müstakil Çalışmalar:

 

1- el-Ebâtîl ve'l-Menâkîr ve's-Sthâh ve'l-Meşâhîr. Ebû Abdillah el-Huseyn b. İbrâhîm el-Cevrekânî (543/1148):

Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, genellemeye gidilerek hazırlanmış ilk müstakil eser budur. Müellif bu eserinde genel başlıklar kullanır. Mesela 'Kitâbu'l-Fiten' der, ardından da bu başlık altında alt başlıklar açar: 'Bâ-bu iftirâkt hâzihi'l-umme', 'bâbunfî hudûsi'l-ihtüâf gibi. Bu bablar-da ilk önce munker olarak tesbit ettiği hadis veya hadisleri verir, ardın­dan onlara yönelik verdiği hükmün illetini açıklar. Peşinden de 'fî hila­fı zâlike' deyip verdiği hükmün dışında kalan sahih hadisi zikreder. Do­layısıyla, mevzu veya munker kabul ettiği hadisin karşısına sahihini koy­makta, hadisin mevzuluğunu veya munkerliğini sahih hadisle tesbit et­mektedir. Ibnu'l-Cevzî başta olmak üzere es-Suyûtî gibi kendisinden sonra gelen hadisçiler çalışmalarında bu eserden çokça istifade etmiş­lerdir.[504] Ancak müellifin aralarını bulma imkanı olmasına rağmen, sa­hih hadislere muhalif diyerek, bazı hadislere munker ve mevzu gibi hü­kümler verdiği söylenmiş ve tenkit edilmiştir.[505] Eserde 741 sahih ve di­ğer türden rivayet yer almaktadır.

2-  el-Muğnî ani'l-Hıfzi ve'İ-Kitâb (fi mâ Lem  Yasihha Şey'un fî Hâze't-Bâb). Ebû Hafs Ömer b. Bedr el-Mevsılî el-Hanefî (622/1225):

Eser sahibinin kitabın başında bahsettiğine göre, mevzu hadislerle il­gili başka çalışmaları da bulunmaktadır ve ondan önce böyle çalışmalar yapan yoktur. Kitap 101 babtan meydana gelmektedir. İncelendiğinde müellifin bu bablarla ilgili olarak genelde şöyle bir metod takip ettiği gö­rülür: a) Bab ismi verip altında rivayet zikretmeden, bu konuda sahih hadis yoktur demektedir, b) Bab ismi verip altında bir hadisçinin o ko­nuyla ilgili sahih bir rivayet bulunmadığına dair sözünü nakletmektedir, c) Bazan bab başlığından sonra bir hadis zikretmekte, o ve benzeri ha­dislere dair hükmünü vermektedir, d) Bazan da bab isminden sonra bu konuda sahih hadis yoktur demekte, istisnaları varsa onları zikretmek­tedir.

es-Sehâvî bu kitaptaki pekçok hüküm üzerinde tenkidler olduğundan bahseder.[506] Bu ifadeye bakılacak olursa, genellemeye gitmesinin yer yer tenkit edildiği anlaşılmaktadır.[507]

Husâmuddin el-Kudsî Intikâdu'l-Muğnî ani'l-Hıfzi ve'l-Kitâb bi Kavİihim Lem Yesihha Şey'un mine'l-Ehâdîsi fî Hâze'l-Bâb adlı çalış­ması ile Muğnî'de geçen genel değerlendirmeleri tahlil etmiştir. Yazarın başında belirttiğine göre[508], bu çalışmayı hazırlarken İbn Himmât ed-Di-meşkî'nin et-Tenkît ve'i-İfâde adlı kitabından oldukça istifade etmiştir.[509]

Bunun yanında aynı eser üzerinde Ebû İshâk el-Huveynî el-Eserî'nin de Kitâbu Fasli'l-Hitâb bi Nakdi Kitabi'l-Muğnî ani'l-Hıfzi ue'l-Kitâb adlı bir çalışması bulunmaktadır. 1985 yılında Beyrut'ta basılmıştır. Bu çalışma bilahere Cunnetu'l-Murtâb bi Nakdi'l-Muğnî ani'l-Hıfzi ve'l-Kitâb adıyla, yine Beyrut'ta 1987 yılında, iki cild olarak basılmıştır. Bu çalışmasında genel değerlendirmeleri tahlil etmiş, geniş araştırmalarıyla yazan oldukça tenkit etmiş ve sahih hadis yoktur denilen mevzularda sağlam hadisler bulunduğunu göstermeye çalışmıştır.

3- Sifru's-Saâde'n\n son bölümü. el-Fîrûzâbâdî (826/1423):

Hz. Peygamber'in hayatına tahsis edilmiş olan eserin son kısmı, "şu konuda sahih hadis yoktur" gibi genellemelere ayrılmıştır. İbn Himmât ed-Dimeşkî (1175/1761) et-Tenkît ue'l-İfâde fî Tahrîci Ehâdîsi Hâü-meti Sifri's-Seâde adlı çalışması ile bu eserdeki genellemeleri değerlen­dirmeye tabi tutmuş ve müellifin sahih hadis yoktur dediği konularda sa­hih hadislerin bulunduğunu ortaya koymaya çalışmıştır.[510]

4- el-Menâru'l'Munîf fi's-Sahth ve'd-Daîf. İbnu'i-Kayyım  el-Ceuziyye (751/1350):

Konumuzla ilgili en geniş çalışma budur. Kitapta küllî kaideler veri­lerek "bu babta sahih hadis yoktur" şeklinde 45 madde zikredilmiştir.

Daha sonraki dönemlerde de alfabetik olarak mevzu hadisleri sırala­yan AIiyyu'l-Kârî'nin (1014/1605) el-Esrâru'i-Merfûa'sının, Muham-med b. Derviş el-Hût el-Beyrûtî'nin (1276/1859) Esne'l-Metâlib'inm, Muhammed b. Halîl el-Kâvukcî'nin (1305/1887) el-Lu'luu'l-Mersû' fî mâ Lâ Asle Leh ev bi Aslihî Meudû'unda görüleceği üzere bir takım eserlerin son kısımları, bu konuda sahih hadis yoktur denilen bölümler­le bitmektedir. Bunun yanında mevzu ve meşhur hadislere dair kitaplar­da da yer yer bu tür genellemelere gidilmektedir. [511]

 

Iı- Sahih Hadis Bulunmayan Konuların Toplandığı Ana Başlıklar:

 

Biz burada, İbnu'l-Kayyım gibi zevatın vermiş olduğu listeyi ve diğer taradığımız eserlerde rastladığımız önemli tesbitleri göz önünde bulun­durarak, hangi konulardaki hadislerin hepsinin mevzu olduğunu veya o konuda sahih hadis bulunmadığını ana başlıklarıyla sunacağız. Bu arada yer yer değerlendirmelerde bulunacak, hadisçilerin görüşlerini tahlile tabi tutacağız. Buna geçmeden önce çok önemli gördüğümüz bir hususa dikkat çekmek istiyoruz:

Bu bölümde geçecek olan "bu konuda sahih bir rivayet yoktur", "bu konudaki hadisler sahih değildir", "bu konuda sabit bir rivayet yoktur" gibi ifadelerin "bu konudaki rivayetler asılsızdır", "hepsi mevzudur" gibi değerlendirmelerden farklı anlaşılması gerekmekte­dir. Birinci gruptaki ifadelerle, ilgili konudaki hadislerin tamamının mevzu olduğu kastedilmemekte, zayıf rivayetlerin bulunabileceğine vurgu yapılmaktadır. İkinci grupta zikredilen ifadelerde ise, ilgili ko­nudaki rivayetlerin aslının olmadığına dikkat çekilmektedir. Bu önemli farklılığın göz önünde bulundurulması gerekmektedir. [512]

 

A-İman, Amel:

 

1- İmanın artması ve eksilmesiyle, onun söz ve amel olduğuyla ilgili hadisler mevzudur.[513] Kelâmı münakaşaların yaşandığı dönemlerde bir grup, imanın artmasıyla ilgili, karşı taraftakiler de bunun tersi hadisler uydurmuşlardır.

Misal: "İman artar ve eksilir diyen Allah'ın dininden çıkar. Ben inşâ-ellah müslümanım diyenin İslam'dan nasibi yoktur."[514] "İman kalp ile tasdik, dille ikrar, azalarla amel etmektir."[515]

2- Cennete gidecek olanların, cennete götürecek amelleri yapmaya müyesser kılındıklarına dair[516] rivayetler mevzudur. [517]

 

B-Kur'ân:

 

3- Besmelenin her sûreden birer ayet olduğuna dair sahih bir rivayet ydktur.[518]

4- Hurûf-u mukattaa ile ilgili sahih bir hadis yoktur.[519]

5- Sûrelerin faziletlerine dair rivayetler: Tefsir kitaplannda zikredilen sûrelerin faziletine dair rivayetler mevzudur. es-Sa'lebî'nin, el-Vâhidî'nin her sûrenin başında, ez-Zemahşerî'nin de her sûrenin sonunda zikretti­ği hadisler gibi.[520] İhlas sûresi, Fatiha, Âyete'1-Kursî, Bakara'nın son iki ayeti, Muavvizeteyn sûrelerine dair rivayetler ise sahihtir.[521]

Sûrelerin baş taraflarının faziletine dair hadisler de bu genelleme içi­ne alınmış, bazıları Vakıa ve Kehf sûrelerini hariç tutmuşlardır.[522]

6- el-Bakara, ÂI-u İmrân, en-Nisâ, el-Mâide, el-Berâe gibi Medine'de nazil olduğu bilinen sûrelerdeki ayetlerin hicret öncesi nazil olduğunu gösteren rivayetler mevzudur. Keza el-En'âm, el-A'râf, Yûnus, Hûd, Yûsuf, el-Kehf, Tâ Hâ, Meryem, el-Kamer, el-İnsân gibi Mekkî olan sû­relerdeki bazı ayetlerin Medine döneminde nazil olduğunu gösteren ri­vayetler de mevzudur.[523]

Misal: ez-Zemahşerî (538/1143) el-Bakara süresindeki "inanmış olanlara rastladıkları zaman 'inandık' derler. Fakat şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman, 'biz, sizinle beraberiz, biz sadece onlarla alay ediyo­ruz' derler"[524] ayetinin sebeb-i nüzulüne dair olarak şunu nakleder: Ab­dullah b. Ubey birgün arkadaşlarıyla beraber yürürken karşılarından as-habdan bir grup gelir. Abdullah yanındakilere "bakın ben şimdi bu se­fihleri nasıl uzaklaştırıyorum" der. İlk Önce Hz. Ebûbekr'in elini tutar ve "Siddîk, Benû Temîm'in önderi, Şeyhu'l-İslam, Rasûlullah'ın mağara ar­kadaşı, nefsini ve malını onun uğruna feda eden zat! Merhaba!" der. Ar­dından Hz. Ömer'in elini tutar ve benzer övgülerden sonra ona da merhaba der. Peşinden Hz. Ali'nin elini tutar ve "Hz. Peygamber'in amcasının oğluna, damadına, Rasûlullah hariç Benû Hâşim'in efendisi­ne merhaba!" der. Yanlarından ayrılınca onları nasıl savdım diyerek ar­kadaşlarına övünür.[525]

İbn Hacer bu rivayeti hem nüzul hem de Hz. Ali'nin damadlığı vesi­lesiyle tenkide tabi tutar: "Bu altın silsile değil yalancılar silselesidir. Uy­durma alametleri üzerinde açıktır. Çünkü el-Bakara sûresi hicretin baş­larında nazil olmuş, Hz. Ali ise Hz. Fatıma ile ikinci yılda evlenmiştir."[526]

7- Kur'ân'ın kadîm olduğu, mahluk olmadığıyla ilgili hadisler mevzu­dur.[527] İbnu'l-Cevzî bu hususta şöyle der: "Bu konuda çok hadis varid olmuştur ancak içlerinde sabit olan birşey yoktur."[528]

Misal: "Kur'ân Allah kelamıdır, mahluk değildir. Bunun dışında bir­şey söyleyen küfre girer."[529] "Ümmetimden bir grup gelecek ve bunlar Kur'ân'in mahluk olduğunu söyleyecekler. Bunu diyen kimse Allah'ı in­kar etmiş ve hanımı o an kendisinden boş olmuştur. Hem mümine bir kadının kafir birinin nikahında durması da olmaz."[530]

8-"Benden size gelen hadis Kur'ân'a muvafıksa onu alın değilse red­dedin"[531] tarzındaki hadislerin hepsi batıldır. [532]

 

C-Hz. Peygamber:

 

9- Hz. Peygamber'in Adnan'a kadar soyuyla ilgili rivayetler sahihtir ancak buradan ötesiyle ilgili itimad edilir sahih rivayet yoktur.[533]

10- Hz. Peygamber'in doğumuyla, dünyada meydana gelen hariku­ladelikleri anlatan rivayetler mevzudur. Kisrâ'nın sarayının çökmesi gi­bi.[534] Hz. Âmine'nin hamile olduktan sonra hiç gebelik sıkıntısı çekme­diğini söylemesi de bu kapsamdadır.[535]

11- Hz. Peygamberin iki kürek kemiği arasında nübüvvet mührü ol­duğuna dair rivayetlerin bir kısmı zayıf bir kısmı da batıldır. Bu konuda sahih rivayet yoktur.

12- Hz. Peygamber'in veya müşahhas olarak birisinin kabrini ziyaret etmekle ilgili sahih hadis yoktur.[536]

Misal: "Haccettiği halde beni ziyaret etmeyen bana cefa etmiştir."[537]

13- Hz. Peygamber'in arşa çıktığında nalinlerini çıkardığına dair ha­disler mevzudur. Miraçla ilgili sağlam rivayetlerin hiçbirisinde arşa çık­mak ve nalinle gitmek yoktur.[538]

Misal: "Yâ Muhammed! Nalinlerini çıkarma. Çünkü nalinierinle gel­menle arş şereflenir."[539]

Aynı şekilde Hz. Peygamber'in miraçta rabbini gördüğüne [540]dair riva- i yetler de böyledir. [541]

 

Ç-Melekler:

 

14- Cebrail'in nur denizine girmesiyle meleklerin yaratıldığına dair hadisler mevzudur. Abdulğanî b. Saîd bu hususta sahih hadis olmadığı­nı söyler.[542] Misal: "Cibril'e her sabah emredilir ve nur denizine dalıp çı­kar. Çıktıktan sonra silkelenir ve üzerinden yetmişbin katre dökülür. Allah Teâlâ her bir katreden bir melek yaratır. Sonra bunlara emredilir ve Beyt-i Ma'mûr'da namaz kılarlar.[543] Ardından Allah'ın muradı doğrultu­sunda kendilerine emir verilir ve kıyamete kadar devam edecek tesbiha-ta başlarlar." [544]

 

D-Ezan:

 

15- Hz. Peygamber'in Bilal'e fecir belirmeden ezan okumamasını emrettiğine dair rivayetlerin hepsi zayıftır.[545]

16- Müezzin ezan okurken şehadet kelimelerini söyleyince, şehadet parmaklarının içlerini veya baş parmakların tırnaklarını gözlere sürme hususunda Hz. Peygamber'den rivayet edilen merfu hadisin aslı yoktur. [546]Ancak seleften bazı alimlerin bunu yaptıkları nakledilmiştir. [547]

 

E-Abdest, Mesh:

 

17- Akan her kandan dolayı abdest alınması gerektiği hususunda sa­hih hadis yoktur.[548] Şâfiîlerin aksine; Hanefîler, zikrettikleri rivayetlerin sahih olduğunu ve abdest alınması gerektiğini ortaya koyduğunu söyler­ler.[549]

18- Abdest alırken tertibi terk etmenin cevaziyetine dair sahih riva­yet yoktur. Ali bin Ebî Tâlib ile İbn Mes'ûd'dan abdestte azaları soldan yıkamaya başlamanın cevaziyetine dair rivayetler gelmiştir ancak bunlar sabit değildir.[550]

19- Abdest esnasında boynu meshetmeye dair sahih hadis yoktur.[551]

20- Abdest azalarını yıkarken okunan dualara dair tüm hadisler asilsızdır.[552] Bu genellemeden besmele ile abdest sonunda okunan dualar   hariç tutulmaktadır.[553]

21- Abdestten sonra kurulanmaya dair sahih hadis yoktur.[554] Ancak bu konuda et-Tirmizî'nin rivayet edip zayıf dediği iki hadis vardır.[555] en- Nevevî ise en sahih olanın kurulanmayı terk etmek olduğunu söylemiş  tir.[556]

22- Kadmlara dokunmanın abdesti bozmayacağına dair rivayetler, elBuhârî bu konuda sahih bir rivayet bulunmadığını söyler.[557]      

23- Sargılara meshetmekle ilgili olarak Hz. Peygamber'den sahih bir rivayet gelmemiştir.[558]

24- Nebizle abdest alınabileceğine dair hadislerin tamamı zayıftır.[559]

25- Ölüyü yıkayanın gusül, taşıyanın da abdest alması gerektiğine dair sahih hadis yoktur. Bu babda sahabeden [560]gelen sözler vardır. [561]

 

F-Namaz:

 

26- Hangi namazda neyin ne kadar okunacağı ile ilgili rivayetler:

Hangi namazda kaç ayet veya sûre okunacağı veyahutta teşbih getirileceği ile ilgili rivayetler asılsızdır.[562]

27- Tesbih namazı: Teşbih namazının varlığında ihtilaf vardır. Alim­ler bu hususta ikiye ayrılmışlardır. Bazıları ilgili hadisleri delil getirerek varlığını ispat etmeye çalışır.[563] el-Ukaylî ise bu konuda sahih hadis ol­madığını belirtir.[564] İbn Teymiyye de "doğru olanın bu tür haberlerin as­lının olmadığıdır" der.[565] Keza Ebû Hafs el-Mevsılî de bu hususta sahih hadis olmadığı kanaatindedir.[566]

28- Sarıkla kılınan namaz sanksız kılınan yirmibeş namaza denktir, sarıkla kılınan cuma namazı sarıksız yetmiş cuma namazına eşittir, sa­rıkla namaz kılmakta onbin sevap vardır gibi fazilet bildiren hadislerin tamamı mevzudur.[567]

Muasır el-Gazâlî bu hususta şöyle söyler: "et-Tirmizi ve Ebû Dâ-vûd'un rivayet ettiği sarıkla ilgili bazı hadisler okudum. Bunların hiçbir kıymeti yoktur. Şeyh Muhammed Hâmid el-Fakî'nin dediği gibi 'sarığın faziletiyle ilgili sahih hadis yoktur.' Çünkü sarık Arap giysisidir. İslamî bir elbise değildir.[568]İgaller de böyledir. Vakıa, sıcak iklimler başın Örtülme­sini mecbur kılar. Beyaz ve geniş elbiseler makbuldür. Soğuk iklimlerde ise sıcak tutması İçin dar ve kapalı renklerin tercih edilmesi zorunlu­dur..."[569]

29- Seferde namazı tamamlamanın günah olduğuna dair sabit bir ha­dis yoktur.[570]

30- Hz. Peygamber'İn -aşırı sıcak sebebiyle- secdeyi sarığının fazlalı­ğı üzerine yaptığına dair sabit bir rivayet yoktur.[571]

31- İnsan secdeden sonra bir an veya teşehhüd miktarı oturduktan sonra -selam vermese bile- namazı tamam olmuştur, abdesti bozulsa bir-şey gerekmez şeklindeki hadisler zayıftır.[572]

32- İmamın kıraatinin, kendisine tabi olanın da kıraati olduğuna da­ir sahih hadis yoktur.[573] Hanefîler, Şâfiîlerin bu değerlendirmesini kabul etmezler ve delil olarak zikrettikleri rivayetlerin imamın ardında kıraat gerekmediğini ortaya koyduğunu söylerler.[574]

33- Uyuyanın ve konuşanın arkasında namaz kılmayın şeklindeki ha­dislerin hepsi zayıftır.[575]

34- Namaz vakitlerinin belirlenmesinde ihtilaf konusu olan şafağın tanımı, neye şafak dendiği hususunda Hz. [576]Peygamber'den gelen sahih bir rivayet yoktur. [577]

 

G-Dua:

 

35- Duadan sonra elleri yüze sürmek hususundaki hadisler zayıftır. Abdullah b. el-Mubârek'in bu hususta sahih bir rivayet gelmediğini söy­lediği, dualarından sonra ellerini yüzüne sürmediği; bununla beraber, seleften bazılarının namaz dışında, duadan sonra ellerini yüzlerine sür­dükleri nakledilmiştir. Namazda kunuttan sonra ellerin yüze sürüleceği­ne dair de sahih bir hadis yoktur. Sahabeden de bu yönde sağlam bir ri­vayet gelmemiştir. Ahmed b. Hanbel'in namazda böyle birşeye cevaz vermediği, namaz dışında yapmakta ise bir beis olmadığını söylediği ri­vayet edilmiştir.[578]

Misal: "Allah'tan avuçlarınızın içiyle isteyin, ellerinizin üstüyle değil. Duayı bitirdiğinizde avuçlarınızı yüzünüze sürün." [579]

 

G-Mescid:

 

36- Mescide komşu olanın, mescid dışında kılacağı namazın makbul olmayacağına dair sahih hadis yoktur.[580]

37- Mescidde cenaze namazı kılmaktan nehyeden sahih rivayet yok­tur.[581]

38- Mescide asılacak lamba, kandil ve serilecek hasırın faziletine da­ir tüm hadisler mevzudur.[582]

39- Beytu'l Makdis'in faziletiyle ilgili üç hadis dışında sahih hadis yoktur.[583] Ebû Hafs el-Mevsılî bunların şunlar olduğunu söyler: Binekle­rin sadece üç mescid için sefere hazırlanacağı[584], Mescid-i Aksa'nın Mescid-i Haram'dan sonra inşa edilen ikinci mabed olduğu[585], Beytu'l-Makdis'te kılınan namazın yediyüz namaza denk olduğu."[586]

40- Beytu'l-Makdis'teki kaya ile ilgili hadislerin tamamı mevzudur. Onda peygamberimizin ayak izinin bulunduğu asılsızdır. Uyduranların niyeti ziyaretçi sayısını artırmaktır.[587] Misal: "Kaya Allah'ın en aşağıda­ki arşıdır."[588]

Bazılarınca, bu genelleme dışında tutulan bir hadis bulunmaktadır: "Acve (hurması) ve kaya cennettendir." Bu hadisi:

a) Abdurrahman b. Mehdî > el-Muşmeil b. İyâs el-Muzenî > Amr b. Suleym el-Muzenî > Râfi' b. Amr el-Muzenî tarikiyle Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce rivayet etmiştir.[589] el-Bûsırî Zevâid'de, isnadının sahih, ri­calinin de sika olduğunu söyler.[590] el-Hâkİm de Ahmed b. Hanbel vası­tasıyla bunu rivayet etmiş, isnadının sahih olduğunu belirtmiştir. ez-Ze-hebî de hadisin el-Buhârî ve Müslim'in şartlarına uyduğunu söylemiş­tir.[591]

b) Keza bu hadisi, Yahya b. Saîd > el-Muşmeil b. İyâs el-Muzenî > Amr b. Suieym el-Muzenî > Râfi' b. Amr el-Muzenî tarikiyle Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir ancak, hadisin metni "acve ve ağaç cennetten­dir" şeklindedir.[592]

Bu iki rivayet karşılaştırıldığında, eİ-Muşmeü'in rivayetlerinde farklı­lık olduğu dikkatlerden kaçmaz. Rivayetlerden birisinde kaya geçerken diğerinde ağaç geçmektedir. Buradan da el-MuşmeiPin tereddüt ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü Abdussamed b. Abdilvâris > el-Muşmeil b. İyâs el-Muzenî > Amr b. Suieym el-Muzenî > Râfi' b. Amr el-Muzenî tarikiy­le Ahmed b. Hanbel'in naklettiği diğer rivayette "acve ve kaya -veya-hutta şöyle dedi: acve ve ağaç- cennettedir. el-Muşmeil şüphe etmiştir" şeklinde geçmekte; Abdussamed de, el-Muşmeil'in tereddüt ettiğini be­lirtmektedir.[593] Bu tereddütten dolayı İbn Mdce'deki rivayette Abdur-rahman b. Mehdî, "kaya ifadesini ağzından bu şekilde ezberledim" de­miştir.

es-Suyûtî her üç lafzı da {acve, kaya ve ağaç) el-Câmiu's Sağtr'de biraraya getirmiş, sahih olduğuna işaret etmiştir.[594] el-Munâvî ise hadis­le ilgili birşey dememiştir.[595]

Hadisin yorumuna gelince, ağaçtan muradın asma veya Rıdvan be-yatındaki ağaç olduğu söylenmiştir.[596]

Görüldüğü gibi hadis sadece el-Muşmeil tarikiyle gelmekte, "acve" ifadesi tariklerde hep geçmekle birlikte "kaya" ile "ağaç" değişmektedir. Yukarıda görüşleri geçen zevatın belirttiği gibi hadis sahihse, "bunlar dünyadaki nesnelerdir, nasıl cennetten gelmiş olabilirler" diye bir soru akla gelirse, cevabı şöyle olabilir: Onlar da cennette bulunacaklardır. Eğer hadiste geçen ağacı Rıdvan beyatmdaki ağaç olarak alacak olur­sak, bu beyata katılanlar cennetle müjdelendiği için, burada bulunan ağaç ta bundan nasibini almış olabilir. Nitekim yukarıda Ahmed b. Han­bel'in bir tarikinde geçen "cennettedir" ifadesi bunu teyid eder mahiyet­tedir. Ancak kaya ile ilgili genel hüküm çerçevesinde meseleye bakıldı­ğında, bu hadisin çeşitli varyantlarında geçen kaya ifadesi yine de şüp­heler uyandırmakta, genellemeye yakın durmaktadır. [597]

 

H-Hac-Umre:

 

41- Hz. Peygamber'in kudüm tavafından sonra Safa ile Merve ara­sında sa'yettiği rivayet edilmiştir ancak, ifâze tavafından sonra da sa'y ettiğine dair rivayetler sahih değildir.[598]

42- Rasulullah Mekke'nin fethinde Kabe'nin içine girip namaz kıl­mıştır.[599] Umretu'l-kadâ'da, diğer umrelerinde keza veda haccında Ka­be'ye girdiği hususunda ise sahih bir rivayet yoktur.[600]

Bazıları Ebû Dâvûd ve et-Tirmizî'nin rivayet ettiği şu hadisi delil ge­tirerek bu genellemeye katılmadıklarını ortaya koyarlar. Hz. Âişe'den: Hz. Peygamber neşeli bir şekilde Hz. Âişe'nin yanından çıkar ancak üzüntülü bir şekilde geri döner. Sonra da şöyle buyurur: "Kabe'ye gir­dim. Yaptığımı geri getirebüseydim bunu yapmaydım. Ümmetime me­şakkat vermiş olmaktan korkuyorum.[601]

el-Beyhakî bu rivayeti, Hz. Peygamberin veda haccında Kabe'ye gir­diğine delil olarak getiririr.[602] eş-Şevkânî de Hz. Aişe fetih sırasında Hz. Peygamberin yanında olmadığı İçin, bunun fetih dışında Kabe'ye girdi­ğinin delili olduğunu söyler.[603] İbnu'l-Kayyım ise burada hacdan bahse­dilmediğini, hadisin metnini iyice düşünen kimsenin de anlatılanın fetih zamanında yaşanmış olduğunu anlayacağını söyler.[604] İbn Hacer ve ez-Zurkânî gibiler ise Hz. Peygamberin bu sözü fethin ardından Medine'ye döndükten sonra Hz. Âişe'ye söylemiş olmasına bir mani olmadığını be­lirtirler.[605] Bu farklı yaklaşımlar yanında hadisi rivayet eden İsmail b. Ab-dilmelik b. Refî' el-Kûfî[606] münekkidlerce zayıf biri olarak kabul edilmiştir.[607] Dolayısıyla zikri geçen genellemenin geçerli olduğunu söyleyebilirız. [608]

 

I-Kurban:

 

43- Kurbanın zilhiccenin sonuna kadar kesilebileceğine dair hadisle­rin hepsi zayıftır.[609]

44- Kurban keserken Hz. Peygamber'in adının anılarak salât getiril­mesinden [610]nehyeden hadisler batıldır. [611]

 

İ-Zekat, Öşür, Haraç, İnfak Etmek:

 

45- Zekatını vermemek için sahtekarlık yapanın bu hali tesbit edildi­ğinde, hem zekatı hem de malının yarısının alınacağına dair sabit bir ri­vayet yoktur.[612]

46- Balın zekat miktarı hususunda sahih bir rivayet yoktur.[613]

47- Yemenlilerin vers bitkisinden ne kadar öşür verecekleri hususun­da sabit bir rivayet yoktur.[614]

48- Hz, Ebûbekr'in Yemen'deki Hufâş ahalisine, Yemen safranının mahsulünün onda birini zekat olarak vermelerini emrettiğine dair sağ­lam bir rivayet yoktur.[615]

49- Harac arazisini alan müslümanın, haraç vermeyi devam ettirme-! sinden nehyeden sahih hadis yoktur.[616]

50- Dilencinin yalanı olmasaydı onu geri çevirenin iflah olmayacağı-1 na dair sahih hadis yoktur.[617]

51- İnsanların ihtiyaçlarını yerine getirmemekten (cimrilikten) me;ı eden hadisler. el-Ukaylî bu konuda sahih bir rivayet olmadığını söyler.[618]

 

J-Oruç:

 

52- Ramazanda orucu kasden yiyenin keffaret olarak ne yapacağı hususunda sabit bir hadis yoktur.[619] Başka bir ifadeyle, cima dışında orucu[620] bozmanın keffaretine dair sahih bir rivayet yoktur. [621]

 

K-Yemin, Vasiyet-Miras:

 

53- Birşeye yemin eden kimsenin, yemininin tersini daha hayırlı gör­mesi durumunda, yeminini bozmasının yeminine keffaret olacağına da­ir hadislerin hepsi zayıftır. Sila-i rahimde bulunmayacağına yemin et­mek gibi.[622]

54- Katilin vasiyet hakkı olmadığıyla ilgili hadisler batıldır. el-Beyha­kî "katilin vasiyet hakkı yoktur" rivayetinin ardından batıl olduğunu ve bilinmesi için bunu rivayet ettiğini söyler.[623]

55- İnsanın hatayla öldürdüğü kimseye varis olabileceği, kasden öl­dürdüğüne ise olamayacağı şeklinde ayrım yapan hadisler sahih değil­dir.[624]

56- Mecûsînin mirası hususunda sahabeden gelen rivayetler sağlam [625]değildir. [626]

 

L-Kısas, Had:

 

57- Kısasın sadece kılıçla yerine getirileceğine dair sahih hadis yok­tur.[627]

58- Hadlerin şüpheyle düşürülmesine dair sahih merfu hadis yok-tur.[628]

59- Had cezasına çarptırılanın, kardeşine kin besleyenin, emanete hiyanet edenin şahitliğinin kabul edilmeyeceğine dair sahih hadis yok­tur.[629]

60- Kaş ve saç çıkmayacak şekilde yaralamanın diyetine dair sahabe­den gelen sabit bir rivayet yoktur.[630]

61- Hz. Peygamber'in, yaralının yarası iyileşmeden yaralayandan kı­sas almayı yasakladığına dair haberlerin [631]hepsi zayıftır. [632]

 

M-Tasavvuf:

 

62- Salihler anıldığında rahmetin ineceğine dair Hz. Peygamber'den nakledilen hadisin aslı yoktur. Bu söz Sufyân b. Uyeyne'ye aittir.[633]

63- Rabıtayla ilgili bir hadis yoktur. Bu babta delil olarak zikredilen, Hz. Ebûbekr'in kazâ-i hacet anında bile Rasûlullah'ı düşündüğü rivayeti mevzudur.[634]

64- Hz. Peygamberin hafî zikri Sevr mağarasında Hz. Ebûbekr'e öğ­rettiğine dair rivayetin aslı yoktur.[635]

65- Hz. Peygamber'in vecde geldiğiyle İlgili rivayetlerin aslı yoktur.[636]

Bu konudaki rivayetlerden birisi şudur: es-Suhreverdî, Enes'e kadar uzanan kendi senediyle şunu rivayet eder. "Rasûlullah'ın yanındayken Cibril geldi ve "yâ Rasûlallah! Ümmetinin fakirleri zenginlerden yarım gün önce cennete girecekler, bu tam beşyüz yıldır." Rasûlullah buna se­vindi ve şöyle buyurdu: "İçinizde şiir söyleyecek biri var mı?" Bir bede-vî "evet, ben varım yâ Rasûlallah" dedi. Hz. Peygamber ona "hadi söy­le" buyurdu. O da şu şiiri okudu:

Heua yılanı ciğerimi soktu çok fena... Ne doktor bulunur ne de okuyan buna... Dermanım aşık olduğum sevgilimdir!... Çünkü  hastalığım da odur, ilacım da!!

Şiir karşısında Rasûlullah ve ashabı vecde geldi. Vecdden Rasûlul­lah'ın ridası omuzundan düştü. Bu hali geçince herbiri kendi mekanına döndü. Muâviye b. Sufyân İse "yâ Rasûlallah! Oyununuz ne güzeldi" de­di. Hz. Peygamber ona şöyle buyurdu: "Böyle şey deme ya Muâviye! Sevgilinin zikrini İşittiğinde sarsılmayan kerîm değildir." Rasûlullah son­ra ridasını orada bulunanlara dört yüz parçaya ayırıp taksim etti."[637] Başka rivayetlerde şiiri okuyanın Ebû Mahzûre olduğu, Rasûlullah'ın ri­dası düşünce Suffe ashabının hemen bunu aralarında pay ettikleri ve el­biselerine yama olarak kullandıkları geçer.[638]

Hadis hakkında "şayet sahih olmuş olsaydı" şeklinde çekincesini or­taya koyan müellif, hadisi metin olarak da tenkit eder: "Kalbim bunun sahih olmadığını söylüyor. Bu hadiste Rasûlullah'ın ashabıyla beraber toplanmasının zevkini bulamadım. Ayrıca bunda zikredilen malumat as­habın itiyad edindikleri hale uymamaktadır. Zaten kalp de bunu kabul etmekten kaçınıyor."[639]

İbn Teymiyye bununla ilgili olarak "meşhur olan bu rivayet, ilim eh­linin ittifakıyla yalandır, buna rağmen bazıları bunu rivayet etmiştir. Mevzu rivayetlerdendir" der.[640]

Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ebî Ömer el-Makdisî de şöyle söyler: "Bu hadise bakan mevzuluğunu hemen anlar. Çünkü lafızları rakîktir.

Kelimelerin kopuk kopuk olması yönüyle şiir Arap şiiri olmaktan uzak­tır. Ayrıca eldeki malı zayi etmekten nehyeden sahih hadise ters düş­mektedir. Keza kalpler de bu rivayeti benimsememektedir."[641]

ez-Zehebî buna hurafe derken[642], Aliyyu'1-Kârî de -Hz. Peygam ber'in bu şekilde vecde gelmesini yadırgadığından olsa gerek- "bu ha dis, yalan olduğuna kesinlikle hükmedilen rivayetlerdendir" demektedir[643]

Bu rivayette gizli Muâviye düşmanlığı dikkatlerimizi çekmektedir Dikkat edilirse bütün ashab vecde geliyor, Muâviye ise sanki düğün der nek seyrediyor gibi Hz. Peygamber'e "oyununuz ne güzel" diyor ve Hz Peygamber'den hafif yollu bir azar işitiyor.

66- Sûfîlerin giydikleri hırkayı Hz. Peygamber'e isnad ettikleri hadis lerin aslı yoktur.[644] Hafız İbn Dihye ve İbnu's-Salâh bunlara batıl derler. İbn Hacer de şöyle söyler: "Bu konuda Hz. Peygamber'den ne sahih ne de zayıf bir haber gelmemiştir. Bazılarının Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye hırka giydirdiği, onun bunu oğlu Hasan'a giydirdiği, Hasan'ın da Ha-san-ı Basrî'ye giydirdiğine dair rivayetin de aslı yoktur."[645]

67- Hizırın hayatta olduğuna dair haberlerin hepsi mevzudur, asılsız-j dır.[646] Bununla irtibatlı olarak İlyas'la her yıl buluştuklarına dair rivayet­ler de bu kabildendir.[647]

Misal: "Hızır ve İlyas her yıl buluşurlar. Birbirlerinin saçlarını tıraş ederler, şu sözleri söyleyip ayrılırlar: Bismillah! Allah'ın dilediği olur. Hayrın sahibi Allah'tır. Allah'ın dilediği olur. Kötülüğü ancak Allah en­geller. Allah'ın dilediği olur. Her nimet Allah'tandır. Allah'ın dilediği olur. Güç ve kudret Allah'ın elindedir."[648]

Ibnu'l-Cevzî bu hususta şöyle söyler: "Hızır'ın dünyada ve hayatta ol­madığına dair dört delil vardır: Kur'ân, sünnet, muhakkik alimlerin icmâsı ve akıl. Kur'ân'a gelince, delili Allah Teâlâ'nın şu ayetidir: "Biz senden önce hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Sen ölürsen onlar hayat­ta mı kalacaklar?"[649] Eğer Hızır yaşamış olsaydı (bu ayete muhalif ola­rak) ebedîleşmiş olacaktı..."[650]

İbnu'l-Cevzî'nin Kur'ân'ı hakem tayin ederek zikrettiği bu delil dışın­da başka deliller de zikredilmektedir:

a) Bir diğer ayette, Allah Teâlâ peygamberlerden ve ümmetlerinden Rasûlullah'a inanıp yardımcı olmaları yönünde misak aldığını beyan et­mektedir: "Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı: "Bakın, size kitap ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve mutlaka yardım ede­ceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize al­dınız mı?" demişti. "Kabul ettik" dediler. "O halde şahit olun, ben de si­zinle beraber şahit olanlardanım" dedi."[651]

Bu ayete göre Allah Teâlâ, diğer peygamberlerden ve ümmetlerin­den Hz. Peygamber'e yardımcı olmak hususunda söz almıştır. Eğer Hı­zır, peygamber veya velî ise Rasûlullah zamanında onun yanında yer alıp yardımcı olması gerekirdi.

b) Hızır hayatta olmuş olsaydı Rasûlullah'a iman eder, yardımcı olur ve onunla beraber savaşırdı. Çünkü Hz. Peygamber, Hz. Musa hakkın­da şöyle buyurmuştu: "Hz. Musa hayatta olmuş olsaydı bana uymaktan başka yapacağı birşey yoktu."[652]

c) Hz. Peygamber Bedir gününde şöyle buyurmuştu: "Allahım! İslam .ehli olan bu topluluğu helak edecek olursan, sana artık yeryüzünde iba­det edilmez."[653] Hadiste mutlak ifade kullanılarak Allah'a ibadet eden­lerin ashab olduğu, bunların ölmeleri durumunda yeryüzünde artık Al­lah'a ibadet edecek kimsenin kalmayacağı belirtilmektedir.

Ayetler ve hadîslerle delil getirerek Hızır'ın yaşamadığını söyleyenler yanında hayatta olduğunu ifade edenler de vardır. en-Nevevî, İbnu's Sa­lâh, el-Kurtubî gibi hadîsçi ve tefsirciler yanında sûfilerin tamamı onun hayatta olduğu görüşündedirler. Hatta Îbnu's-Salâh ile en-Nevevî, üle-} manın cumhurunun bu görüşte olduğunu belirtirler.[654] Bazıları onun ha-i yat suyundan içtiğini, kıyamete kadar bakî kalacağını ve Hz. Peygam-j ber'le buluştuğu İçin de sahabi olduğunu dahi iddia ederler.[655]

Saîd Nursî ise Hızır'ın hayatta olduğunu, fakat onun hayat boyutu-ı nun farklı olduğunu belirterek hayatı beş tabakaya ayırır ve Hızır'ı ikin-j ci tabakaya koyar. Bu tabakalar şöyledir: a) Birinci tabaka-i hayat: Bi-| zim hayatımız ki, çok kayıdlarla mukayyeddir. b) İkinci tabaka-İ hayat:! Hızır ve İlyas'ın hayatlarıdır ki bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek-; çok yerde bulunabilirler. Bazan istedikleri zaman bizim gibi yerler, içer-j ler fakat bizim gibi mecbur değillerdir, c) Üçüncü tabaka-i hayat: Hz. İd-j ris ve Hz. İsa'nın hayattandır ki, beşeriyet levazımından tecerrüd ile,i melek hayatı gibi bir hayata girerek nurâni bir letafet kesbeder. d) Dör­düncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'ân'la şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır, e) Beşinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayât-ı ruhanîleridir.[656]

Mevdûdî de benzer bir yaklaşım göstererek "onun bir melek veya beşer dışı bir yaratık olduğunu" söyler.[657]

Hayatta olduğunu veya yaşamadığını söyleyenlere rağmen kesin olan bir husus vardır: Hızır'ın hayatıyla ilgüi sahih bir hadîs yoktur. Bu durumda onun hangi boyutta yaşadığı veya yaşamadığının tesbiti gere­kecektir.[658]

68- Ebda), aktab, eğvâs, nucebâ, evtâdla ilgili hadisler ile evliyanın sayısıyla ilgili olanların hiçbiri sahih değildir.[659] Misal: "Ebdal evliyadan­dır."[660]

İbn Teymİyye konuyla ilgili olarak şöyle söyler: "Gavs, kutub, evtâd, nucebâ ve diğerleri hususunda, Hz. Peygamber'den ve ashabından on-lann bu konuda birşey dediklerine dair maruf senedle gelen birşey yok­tur. Ancak ebdal hususunda seleften bazıları konuşmuşlardır. Bu husus­ta Hz. Peygamber'den bir zayıf rivayet te gelmektedir." Sadece ebdal hususunda zayıf bir rivayetten bahseden İbn Teymiyye, başka bir yerde de zayıf dediği bu rivayeti değerlendirerek konuyu şu şekilde işler:

"Dörtler, yediler, onikiler, kırklar, yetmişler, üçyüzonüçler, kutub gibi evliya, ebdâl, nukebâ, nucebâ, evtâd, ektâbla ilgili olarak Hz. Peygam­ber'den gelen sahih bir rivayet yoktur. Selef bunlar içinde sadece "eb-dal"den bahsetmiştir. Bu konuda zikredilen rivayetlerden birisi de şudur: 'Ebdal kırk kişidir ve Şam'da bulunurlar.'[661] Bu rivayet Musned'de Hz. Ali'den nakledilmektedir. Ancak munkatıdır, sabit değildir."[662] İbn Tey­miyye böyle dedikten sonra rivayeti metin yönüyle tahlile tabi tutar ve kabul etmemesini şuna bağlar: "Malum olduğu üzere Hz. Ali ve onunla beraber bulunan sahabiler, hem Hz. Muâviye'den hem de onunla bera­ber Şam'da bulunanlardan faziletlidir. Aynca insanların en faziletlileri, Hz. Ali'nin askerleri tarafında değil de Hz. Muâviye'nin askerleri tara­fında bulunmaz."[663]

Görüldüğü gibi İbn Teymiyye meseleye aklî olarak ta yaklaşmakta, ebdaller Şam'da olacaklarına neden Hz. Ali'nin yanında değiller soru­sunu sormaktadır. İbn Teymiyye başka bir yerde de bu tür hadisleri top­tan bir değerlendirmeye tabi tutar ve yalan olduklarını belirtir: "İçinde ebdâİ, ektâb, eğvâs, velilerin sayısı ve benzeri hususlar geçen rivayetler hadis alimlerince malum olduğu üzere, yalandırlar."[664]

İbn Teymiyye gibi İbnu'l-Kayyım da genellemeye giderek "ebdâl, ek-tâb, eğvâs, nukebâ, nucebâ, evtâd hadislerinin hepsinin Rasûlullah adı­na uydurulmuş batıl rivayetler olduğunu belirtir. Bir tek İbn Teymiy-ye'nin zikrettiği rivayetin doğruluğa yakın olduğunu ancak onun da munkatı olduğunu belirtir.[665]

İbnu's-Salâh da evtâd, nucebâ, nukebâ hakkında ehli tarikin beyan­larının olduğunu, bu hususta sabit olan bir hadis bulunmadığını, ebdal hakkındaki en sağlam rivayetin ise Hz. Ali'nin kendisindenden nakledi­len Şam'da ebdâlin bulunacağına dair rivayet[666] olduğunu söyler.[667]

Bu tür hadisleri reddeden alimler yanında ilgili rivayetlerin çokluğu sebebiyle bunlara mevzu denemeyeceğini, içlerinde sahihler bulunduğu­nu söyleyen İbn Hacer (852/1448) yanında, konuyla ilgili hadislerin za­yıf olduğunu söyleyen es-Sehâvî[668], rivayetlerin birbirini desteklediğini belirten el-Aclûnî ilgili rivayetleri genel hatlarıyla kabul etmektedirler.[669] es-Suyûtî ise bunları kabul etmeyenleri bilgisizlikle suçlamaktadır.[670]

Konuyla ilgili hadisler en iyi ihtimalle zayıf olsa bile, sûfîlerin eserle­rinde, yalan söylemeleri düşünülemeyen pekçok insandan evtâd ve eğ-vâsin ruhuna uygun sözler ve onlarla iîgili başlarından geçen hadiseler anlatılmaktadır. Bu sebeple meselenin onlarla ilgili cephesine dair söy­lenecek en güzel söz, İzmirli İsmail Hakkı'nın şu sözü olsa gerektir: "Yi­ne tekrar ediyorum ki, sûfiyye ıstılahına asla birşey demiyorum. Maksa­dım, [671]bu babta bir takım ehâdîs vardır fakat hepsi zayıftır demekten iba rettir." [672]

 

N-İlim:

 

69- Kendisine bir ilim sorulduğunda bunu gizleyen kimsenin ağzına kıyamette ateşten gem vurulacağıyla ilgili sahih hadis yoktur.[673]

70- Kırk hadis öğretmenin faziletiyle ilgili pekçok rivayet bulunması­na rağmen hepsi de zayıftır.[674]                                                       

71- İlim talep etmenin farziyeti. Ahmed b. Hanbel bu konuda sabit bir rivayet olmadığını söyler.[675]

 

O- Aile Hayatı:

 

72- Çocuk edinmeyi kötüleyen hadisler mevzudur.[676]

Misal: "Sizden birinin yüzaltmış yılından sonra enik eğitmesi çocuk terbiye etmesinden daha hayırlıdır."[677]

73- Cariye edinmekle ilgili sahih hadis yoktur.[678] Misal: "Cariye edi­nin çünkü onların rahimleri mübarektir."[679]

74- Bekarlığı metheden hadislerin tamamı batıldır.[680] Misal: "Allah bir kulunu sevdiği zaman onu kendisine ayırır, hanım ve çocuklarla meş­gul etmez."[681]

Aliyyu'1-Kârî bu genellemeye itiraz eder ve Ebû Ya'lâ'nın Huzey-fe'den merfu olarak rivayet ettiği[682] şu hadisin bulunduğunu söyler: "İki-yüz yılında sizin hayırlınız çoluk çocuğu olmayandır." el-Kârî bunun ar­dından da es-Sehâvî'nin 'bu manada pekçok hadis vardır' sözünü nak­leder.[683] Ancak bunu es-Sehâvî'den naklederken sözünün bir kısmını bi­lerek nakletmez ve İlim ahlakına riayet etmez. Esasında es-Sehâvî'nin sözü, almadığı kısmıyla beraber şöyledir: "Bu manada pekçok hadis vardır fakat hepsi de son derece zayıftır." es-Sehâvî daha sonra bu ha­dislerden misaller verir.[684]

el-Kârî'nin Ebû Ya'lâ'dan misal olarak getirdiği hadise gelince; bu­nun senedinde Revvâd b. el-Cerrâh el-Askalânî vardır ve hadisi Sufyâ-nu's-Sevrî'den rivayet etmiştir. el-Buhârî bu zatın ihtilat ettiğini ve ha­disleri hakkıyla eda edemediğini söyler.[685] Ahmed b. Hanbel de onun sünnete bağlı bir insan olmakla beraber Sufyânu's-Sevrî'den munker hadisler rivayet ettiğini belirtir.[686] Yahya b. Maîn ise onun için sika der­ken, İbn Adiy rivayetlerinin çoğuna İnsanların mutâbaat etmediğine dik­kat çeker.[687] Ebû Hatim de bu zatın hadislerinin birbirleriyle tenakuz içinde olduğunu, hafızasının ömrünün sonlarında değiştiğini, doğru bir insan olduğunu söyler.[688]

Görüldüğü gibi, bu zatın hadis yönüyle zayıf biri olduğu anlaşılmak­tadır. Ayrıca şu yıl geldiğinde şu olacak şeklindeki mevzu hadisi rivayet eden de bu zattır.[689] Keza bu rivayet istikbale dair spesifik zaman belir­ten mevzu hadisler kapsamına da girmektedir. Aliyyu'l-Kârî'nin hadisin bu yönünü görememesi ilginçtir.

Kanaatimizce bu tür rivayetlerin hepsini aynı bakış açısıyla değerlen­dirmek ve mevzu kabul etmek gerekecektir. Çünkü bunlar, siyasi ve sos­yal çalkantıların etkisiyle insanların dinden uzaklaşmalarını tehlike gö­rüp, dine çekmek veya etrafında sadık bir cemaat oluşturmak isteyen insanlar tarafından uydurulmuş izlenimini vermektedir. Yukarıda geçen misalde 200 yılı geçmekte, bir başka rivayette de 180 geçmektedir: "Yüz seksen senesi olduğu zaman size gurbeti (memleketten uzaklaşma­yı) ve dağların tepelerinde ibadete çekilmeyi helal kıldım."[690]Bu tür ri­vayetler hem verdiği tarih itibarıyla kendi içinde çelişki arz etmekte, hem de "tarih vermesi" yönüyle genel prensibe aykırı düşmektedirler.

Ayrıca bu rivayetler evlenmeyi teşvik eden sahih rivayetlere de[691] aykı­rılık arz etmektedir.[692]

Bekarlıktan nehyeden bir kısım rivayetler de aynı şekilde batıldır: "Şerlileriniz bekarlannizdır."[693]"Evli insanın iki rekatı, bekarın 82 reka­tından [694]hayırlıdır." [695]

 

Ö-Kadınlar:

 

75- Rüyaların kadınlara anlatılmasından nehyeden hadisler mevzu­dur.[696] el-Ukaylî bu hususta Hz. Peygamber'den gelen sahih bir hadis bulunmadığını söyler.[697]

76 -Kadınlara yazı yazmanın öğretilmesini yasaklayan hadislerin ta­mamı batıl ve mevzudur.[698] Onlarla istişare edilmek zorunda kalınırsa, söylediklerinin tersinin yapılmasına dair hadisler de böyledir.

Misaller: "Kadınlarınızı (yollara nazır) odalarda oturtturmayın ve on­lara yazı yazmayı öğretmeyin."[699]

"Kadınlarla istişare edin ancak onlara aykırı davranın[700]

"Sizden biri istişare etmeden İş yapmasın. İstişare edecek kimse bu-i lamazsa bir kadınla istişare etsin ancak sonra onun dediğinin tersini yapsın. Çünkü ona muhalif davranmakta bereket vardır."[701]

77- Hayzın en azının üç, en fazlasının on gün olduğuna dair hadisle­rin tamamı batıldır.[702]

İbnu'l-Kayyım'ın bu kadar kesin genelleme yapması bazılarınca doğ­ru kabul edilmemiştir.[703]Aliyyu'l-Kârî bu hususta şöyle demektedir: "Oysa bu hadisin pekçok tariki vardır. ed-Dârekutnî[704] ve Kâmil'de İbn, Adiy[705] el-Ukaylî[706] ve İbnu'l-Cevzî[707] bunu rivayet etmişlerdir. Tüm ta-1 riklerin biraraya gelişi hadisi hasen seviyesine çıkarmaktadır. Bu sebep­le mevzudur demek doğru olmamaktadır."[708] Aliyyu'l-Kârî Fethu Bâ-bi'i-İnâye bi Şerhi Kitabi'n-Nukâye'de işaret ettiği tarikleri zikreder ve şöyle der: "Bunlar pekçok tarikle Hz. Peygamber'den gelen ve zayıflığı hasene çıkaran hadislerdir. Ayrıca şer'î miktarlar akılla bilinemez. Bu sebeple mevkuf olan rivayetler de merfu hükmündedir."[709]

78- İstihâze kanı gören kadının her vakit gusül almasına dair hadis­ler zayıftır.[710]

 

Q-Köleler ve Cariyeler:

 

79- Kaçak köleyi bulup getirene ödül verilmesiyle ilgili olarak Hz. Peygamber'den ve Hz. Ali'den gelen rivayetler sabit değildir.[711]

80- Kölenin birini yaralaması veya öldürmesi durumunda, âkılesinin j bir ödemede bulunmayacağı hususunda Hz. Peygamber'den hadis va-rid olmamıştır. Bu konuda ashabın ve sonraki alimlerin değerlendirme­leri vardır.[712]

81- Hantmımn cariyesiyle zina yapan insana uygulanacak cezayla il­gili rivayetlerin hiçbirisi sabit [713]değildir. [714]

 

P-Giyim Kuşam:

 

82- Âsâ (baston) taşımayı teşvik eden sahih hadis yoktur.[715]

83- Akik taşlı yüzük takmaya dair hadisler.[716] el-Ukaylî bu hususta Hz. Peygamber'den sabit birşey bulunmadığını belirtir. el-Ukayiî bu sö­zü, Ya'kûb b. el-Velîd el-Medînî'den "akik taşlı yüzük takın, çünkü o mübarektir" hadisini naklettikten sonra söyler.[717] İbnu'l-Cevzî de aynı hadisle ilgili tarikleri sıraladıktan sonra hiçbirisinin sahih olmadığını söyler.[718] el-Aclûnî'nin değerlendirmesi de böyle olup[719], el-Elbânî de yaklaşık aynı lafızlara sahip olan dört hadisi mevzu saymıştır.[720]

Aliyyu'l-Kârî ise bu genellemeye karşı çıkar. Bu hadisin hepsi de son derece zayıf pekçok tariki olduğunu, hadisi ed-Deylemf nin birçok tarik­le rivayet ettiğini[721], bunun ise bir aslının olduğunu gösterdiğini belirtir. Yine o, el-Mutarrizî'den naklen, İbrahim el-Harbî'nin hadisin sahih ol­duğunu söylediğini aktarır.[722] es-Sehâvî de hadisin tüm tariklerinin son derece zayıf olduğunu söyledikten sonra, en nihayet bu hususta birşe-yin sabit olduğunu söylemenin imkan dahilinde olduğunu belirtir.[723] Nitekim es-Suyûtî de ilgili hadislerden birisinin el-Hatîb[724] ve İbn Asâkir ta­rafından rivayet edildiğine işaret eder[725]ve el-Câmiu's Sağîr'de hadise zayıf der.[726] el-Munâvî de hadisin zayıf olduğunu söyler.[727]

Kanaatimizce, tüm rivayetler göz önünde bulundurulduğunda söyle­necek söz "en iyi ihtimalle zayıf olduğu"dur.

84- Kına ve faziletiyle ilgili hadisler sahih değildir. Bu konuda bir cüz tutacak kadar hadis vardır. Hiçbirisi de sahih değildir. İbnu'l-Kayyım bu konuda en sağlam hadisin et-Tirmİzî'nİn naklettiği "dört şey peygam­berlerin sünnetlerindendir: Misvaklanmak, güzel koku sürünmek, kına­lanmak ve evlenmek" hadisi olduğunu, ancak buradaki kelimenin el-hinnâ (kınalanmak) olup olmadığı hususunda ihtilaflar olduğunu söyler. Bazılarının bu kelimenin el-hayâ (haya) olduğunu söylediklerini ancak, aslında el-hitân (sünnet olmak) olması gerektiğini belirtir.[728] Dolayısıyla bu hadis de konuyla ilgili sahih ve somut bir örnek olamamaktadır.

Hadis üzerinde kısa bir etüd yapmak istediğimizde, gerçekten de onun bahsettiği kadar bir tashîfle karşı karşıya kaldığımızı anlıyoruz. Ha­dis et-Tirmizî'de şu lafızlarladır: "Dört şey peygamberlerin sünnetlerin­dendir: Haya (el-hayâ), güzel koku sürünmek, misvaklanmak ve evlen­mek."[729] Görüldüğü gibi İbnu'l-Kayyım'm et-Tirmizî'ye atfettiği (ve pe­şinden bu lafzın el-hitân olmasına işaret ettiği) Ebû Eyyûb hadisi et-Tir-mizî'de el-hayâ şeklindedir.[730] Oysa İbnu'l-Kayyım bu kelimenin et-Tir­mizî'de el-hmnâ (kınalanmak) şeklinde geçtiğini söylemektedir.

el-Munzirî ise Terğtb'te hadisi iki yerde rivayet eder ve et-Tirmizî'ye nisbet eder, Bunlardan birinde ifade el-hitân şeklindedir. Fakat muhak­kikin ifadesine göre, bir nüshada burası el-hmnâ olarak geçmektedir.[731] Aynı hadis bir diğer yerde el-hinnâ diye kayıtlıdır.[732] Muhakkik burada, yazma nüshalardan birisinde farklılık olduğuna dair bir not düşmez. Bu iki durum değerlendirildiğinde ortaya çıkan netice şudur: İbare ikinci ha­disin tüm nüshalarında el-hinnâ, birinci hadisin bir nüshasında -aynı şe­kilde- el-hinnâ diye geçmektedir. Bu durumda el-Munzirî' nin hadisi eî-hinnâ diye naklettiğini, el-Munzirî'nin istifade ettiği et-Tirmizî nüsha­sında da bunun el-hinnâ diye geçtiğini düşünebiliriz. Nitekim başka eserlerde de bu kelimeye el-hinnâ şeklinde rastlamaktayız.[733]

el-Hatîb et-Tebrîzî ise et-Tirmizî'ye atfen hadisi rivayet ederken el-hayâ kelimesinden sonra bunun e/-hitân (sünnet olmak) şeklinde riva­yet edildiğine temas eder.[734] Nitekim bu İfade bazı kaynaklarda el-hitân şeklindedir.[735]

Rivayetler arası bu gezinti bizlere, et-Tirmİzî'nin nüshalarında her üç kelimenin (el-hayâ, el-hitân, el-hinnâ) geçtiğini göstermeye kâfî gelmek­tedir. Elbette burada, aynı sahabiden gelen hadisin yazımında bir tashîf söz konusudur. Hangi kelimenin gerçekte kullanılmış olabileceğini tes-bit etmek ve bizim şu anki konu başlığımızla ne kadar irtibatı olduğunu ortaya koymak durumundayız.

Meseleye metin yönüyle bakmak durumunda kaldığımızda burada el-hayâ kelimesi ile eHıitdn kelimesi mümkünlük arzetmektedir. el-Hin-nâ kelimesi ise diğer ikisinden kuvvet yönüyle düşüktür. Çünkü et-Tî-bî'nin naklettiği gibi, diğer iki ihtimal mümkündür ancak el-hinnâ riva­yeti sahih değildir. Çünkü ellerin ve ayaklann kınalanması kadınlara benzemek söz konusu olduğu için erkeklere haramdır. Saçı kınalamak ise Hz. Peygamber'den önceki peygamberlerin yaptığı birşey değildi. Bu sebeple onlara isnad edilmesi uygun olmamaktadır.[736]

eî-Hayâ ile el-hitân kelimesine dönecek olursak, bu husustaki en gü­zel mülâhaza, sanırım Zeynuddîn el-Irâkî'nin değerlendirmesi olacaktır. O bu kelimenin el-hayâ veya el-hinnâ olarak da söylendiğini aktardık­tan sonra şöyle demektedir: "Her ikisi de hatadır. Doğrusu el-hitân ol­masıdır. Yazılırken el-hitân\n nun'u hamişe yazılmış ve düşmüş (tam kenara yazıldığı için silinmiş veya da sığdırmak için çok küçük yazıldı­ğından önceki harfe karışmış), bu sebeple de lafzında ihtilaf edilmiştir.[737] Bundan dolayı elhitân olması diğer ikisinden daha önceliklidjr çünkü haya huydur=seciyedir. Kınalanmak ise peygamberlerin sünnet­lerinden değildir. Hz. Peygamber ise bunları fıtrata (tüm peygamberle-rin uyguladığı sünnetlere) dair hasletler arasında zikretmemişim Sünnet olmak ise böyle değildir zira Hz. İbrahim bununla emrolunmuş, diğer peygamberler ve onların ümmetlerinde bu fiil devam etmiştir. Hz. İsa'y^ kadar durum böyle devam etmiş, o da sünnet olmuştur."[738]

Sonuç olarak, hadisin bu lafzını çözmüş olmakla birlikte, konumuz­la bir bağlantısı olmadığını anlamış oluyoruz.

Bununla beraber, bazıları, "cennet ehlinin en güzel bitkisi kınadır" hadisinin bu genelleme dışında kaldığı ve sahih olduğunu söylemiştir.[739]

(Saçları) kına ve çivitle birlikte boyamaya dair hadis de bu genelleme dışında tutulmakta olup, sahihtir.[740]                                                 

85- Hz. Peygamber'in tırnaklarını hangi sırayı takip ederek ve hangi gün kestiğine dair sahih bir rivayet yoktur.[741]

86- Saçfarın ve tırnakların gömülmesine dair hadislerin hepsi[742] zayıf, [743]

 

R-İş Hayatı:

 

87- Gerek ecîr-i müşterek olsun gerekse ecîr-i hâs[744] olsun, ücretli iş­çinin kasıt olmaksızın telef ettiği şey hususunda ne Hz. Peygamber'den ne de sahabeden sahih bir rivayet gelmemiştir.[745]

88- Boyacıhk, kuyumculuk, oymacılık gibi mubah meslekleri yeren hadisler mevzudur. Çünkü Hz. Allah ve Hz. Peygamber mubah meslek­leri yermekten münezzehtirler.[746]

Misaller: "İnsanların en şerlileri hayvan satıcılarıdır."[747]

"İnsanların  en  yalancıları   boyacılarla   kuyumculardır."[748] İbnu'l-Kayyım'ın hadisi değerlendirişi çarpıcıdır: "Akıl bu hadisi yalanlamakta­dır. Çünkü başka mesleklerde söylenen yalanlar bunlardakinden kat kat fazladır:[749] Allah'ın mahlukatının en yalancıları olan Râfızîler, kahinler, taş­larla fal bakanlar ve müneccimler gibi." [750]

 

S-Sağlik, Taharet:

 

89- Güneşte ısıtılmış suyun kullanmasını nehyeden sahih bir hadis yoktur.[751] el-Ukaylî bu konuda Hz. Ömer'in kendisinden bir rivayet gel­diğini söyler.[752]

Misal: Hz. Âişe'den: Güneş altında su ısıtmıştım. Rasûlullah bana şöyle buyurdular: "Ey Humeyrâ! Böyle yapma! Çünkü bu alaca hastalı­ğına (abraş) sebebiyet verir."[753]

90- Hz. Peygamber'in hacamatı emrettiği varid olmakla birlikte[754], belli zamanlarda hacamat olmaktan nehyeden, teşvik eden veyahutta hacamatla ilgili bir hususu beyan eden hadisler sahih değildir.

Misal: İbn Ömer rivayet ediyor: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Aç karnına hacamat olmak daha yararlıdır. Hacamatta şifa ve bereket vardır, aklı ve hafızayı kuvvetlendirir. Allah'ın bereketiyle perşembe gü­nü hacamat olun. Çarşamba, cuma, cumartesi ve pazar günü hacamat olmaktan sakının. Pazartesi ve salı günleri de hacamat olunuz. Çünkü pazartesi, Allah'ın Eyyûb'u hastalıktan kurtardığı gündür. Hastalığı ona çarşamba günü vermişti. Cüzzam ve alaca (abraş) hastalığı sadece çar­şamba günü ve gecelerinde ortaya çıkar."[755]

Bu hadisin senedlerinin zayıf olması bir tarafa, hacamat için belli günlerden sakındırması bir peygamber sözünden ziyade bir doktorun veya bir başkasının sözüne benzemektedir. Aynı konuyla ilgili eİ-Huseyn b. Ali'nin merfu olarak rivayet ettiği "cumada bir vakit vardır, o vakitte hacamat olan ölür"[756] hadisi ile İbn Ömer'in Rasûlullah'tan naklettiği "cumada bir vakit vardır, o vakitte hacamat olan iyileşmez bir hastalığa yakalanır"[757] hadisleri de böyledir.

Hamama girmekten nehyeden hadisler sahih değildir.[758]

İbn Hacer bu genellemeye karşı çıkar ve hamamın mutlak olarak banyo yapılan yere denildiğini söyler.[759] Kanaatimizce İbn Hacer bu tes-bitinde yanılmaktadır. Çünkü hadislerde başkasının yanında elbisesini çıkaran insanlara tehdit vardır. Bu da mutlak olarak banyo yapılan yer­lerden ziyade beraber yıkanılan yerlerin kastedildiğini göstermektedir. Nitekim şu ve benzeri hadislerdeki açık ifadeler bunu doğrulamaktadır: "Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse peştemalsız hamama girmesin. Keza Allah'a ve ahiret gününe inanan hanımını hamama sokmasın."[760]

İbn Hacer'in yorumuna iştirak etmemekle birlikte bu genellemeye bizler ds katılamıyoruz. Hz. Peygamber'in hamama girmekten nehye­den hadislerinin, hamama girdiğine dair mevzu rivayetlerle birarada de­ğerlendirilip, "hamamı görüp girmediyse hamama girmekten nasıl me-nedecek" anlayışıyla, topluca mevzu kabul edildiklerini düşünüyoruz. Hamamla ilgili rivayetleri dikkatlice tedkik ettiğimizde, Hz. Peygam­ber'in hamamı görmediği izlenimi elde edilmektedir ancak yine bu riva­yetlerden, dışarıdan gelen insanların veyahutta ticaret için başka bölge­lere gidenlerin gelip durumu sormasıyla hamamdan haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim şu rivayetler bu hususu teyid etmektedir: "Ha­mam denilen evden uzak durun." Ashab der ki: "Ancak hamam kirle­ri çıkartır." Bunun üzerine Rasûluliah "öyleyse (girerken) avret yerlerini­zi örtün."[761] "Acem topraklan sizler tarafından fetholunacak. Oralarda hamam denilen binalar göreceksiniz. Hiç kimse hamamlara peştemal-siz girmesin. Hasta ve lohusa olanlar hariç kadınları oralardan men edin."[762]

Bu durumda yalın olarak hamama girmekten nehyeden rivayetlerle örtünerek girmeyi emreden hadisleri biraraya getirmek suretiyle bir çıkış yolu bulmak mümkün olabilir: O da avret yerlerinin Örtülerek hama] ma girilebileceğidir.[763]

92- Hamam suyuyla yıkanmanın cünupluğu gidermediğine dair riva-j yetler uydurmadır.

Misal: "İki su vardır ki bunlar cünupluğu gidermez: Deniz suyu ve haJ mam suyu."[764]                                                                                

93- Su yakında olduğu halde, bevlden sonra eli toprakla temizlemek konusunda sahih hadis yoktur.                                                             

İbn Ebî Hatim, İbn Abbas'tan nakledilen şu hadisi babasının sahili değildir değerlendirmesiyle birlikte buna misal olarak verir: "Rasûlullan dışarı çıkıyor, bevlediyor ve ellerini toprakla temizliyordu. İbn Abbaö (bir defasında) Rasûlullah'a sordu: "Yâ Râsûlellah! Halbuki su size ya-f kın?" Rasûlülah şöyle cevap verdi: "Belki de [765]suya kavuşamayacağım, bilemiyorum." [766]

 

Ş-Irklar, Lisanlar:

 

94- Arapların birbirlerinin dengi olduğuna dair rivayetler zayıftır.

Misal: "Araplar birbirlerinin dengidirler. Bir kabile diğer kabileye, bir şahıs diğer bir şahsa denktir. Mevâlîler de böyledir: Bir kabile diğer ka­bilenin, bir şahıs diğer şahsın dengidir. Oymacılarla hacamat yapanlar bu genellemenin dışındadır." el- Beyhakî bunun bütün tariklerinin zayıf olduğunu söyler.[767]                                                                           

95- Habeşîleri, zencileri kötüleyen hadislerin tamamı mevzudur.[768] Misal: "Zenci doyduğu zaman zina, acıktığında hırsızlık eder."[769]

96- Türkleri, iğdiş edilmiş insanları ve köleleri yeren hadisler mevzu-| dur.[770]

Misaller: "Türkler size dokunmadığı müddetçe siz de onlara dokun-i mayın."[771] "Allah iğdiş edilmiş kişilerde hayır olacağını bilseydi, onların zürriyetinden Allah'a ibadet eden bir nesil çıkarırdı."[772] "Ahir zamanda en kötü mal kölelerdir."[773]

97- Araplar hariç Habeşî, İsrâîlî, Fârisî, Rûmî ve Kıptîler dışında di­ğer milletlerden sahabi yoktur. "Başka milletlerden sahabi bulunduğuna dair şimdilik kesin bir delil bulunmamaktadır."[774]

Malum olduğu üzere Türkler İslam'la Talaş (134/751) savaşıyla ta­nışmışlardır. Bu tarihten önce ferdi olarak bazı Türklerin müslüman ol­duğu zikredilmektedir ancak elimizdeki bilgilere göre Türklerden sahabi olan bir insan yoktur. ez-Zehebî, Behrâm b. Hamza el-Merğînânî'nin (516/1122) Musa b. Yakub b. Muhammed el-Hâmidî > Esed b. el-Amiş et-Turkî vasıtasıyla Hz. Peygamber'den "Allah ve melekler birinci saffa salât ederler" şeklinde bir hadis rivayet ettiğini söyler. Sonra da şunu ek-j ier: "Bu apaçık bir yalandır, zira sahabe içinde Türk asıllı birisi yok­tur."[775]

98- Hz. Peygamber'in Farsça konuşmaktan nehyettiğine, Farsçanın cehennem ehlinin lisanı olduğuna dair [776]rivayetler mevzudur.[777] Misal: "Allah'ın en buğzettiği lisan Farscadır." [778]

 

T-İsimler, Şahıslar, Nesepler. Ekoller:

 

99- îsmi Muhammed ve Ahmed olanların faziletiyle ilgili hadislerin aslı yoktur. Ebû Hatim er-Râzî bu hususta şöyle demektedir: "Bu konu­da Rasûlullah'tan pekçok hadis gelmiştir ancak içlerinde sahih yok­tur."[779]

Misal: "İsimlerin en hayırlısı Allah'a hamdedilen ve kulluğu gösteren isimlerdir."[780] "Kıyamet gününde götürülenlerden birinin adı Muham­med olursa, Hak Teâlâ ona: "Sen utanmadan günah işledin. Bugün ben sana azap etmeğe utanırım. Çünkü senin adın, benim habibim'in adı­dır. Sana azap etmiyorum. Seni affettim, bağışladım!" der."[781] "İki kul rabbin huzurunda durdurulur. Allah ikisine de cennete girmelerini em­reder. Onlar ise şöyle söylerler: Rabbimiz! Biz cenneti ne ile hak ettik ki? Bizleri mükafatlandıracağın bir amel yapmadık ki?" Allah Teâlâ da onlara şöyle buyurur: "Ey benim iki kulum! Cennete giriniz. Ben kendi kendime söz verdim: İsmi Ahmed ile Muhammed olanlar cehenneme girmeyecekler."[782] Bir diğer rivayet te şudur: "Doğan çocuğuna teber-rüken Muhammed ismini verenin hem çocuğu hem de kendisi cennet­tedir."[783]

Bu tür rivayetler insanların amelleriyle cennete girecekleri, isimleriy­le girmeyecekleri, Allah'ın amellere baktığı genel prensibine de aykırı­dır. Bununla beraber Abdullah ve Abdurrahman ismini öven sahih ha­disler bulunmaktadır.[784]

100- îçinde Humeyrâ ismi veya "yâ Humeyrâ" hitabı geçen her ha­dis yalandır, uydurmadır.[785]

Misal: "Yâ Humeyrâ! Çamur yeme çünkü şunlara sebep olur."[786]

Bu genellemeye itiraz edilmekte ve içinde Humeyrâ ifadesi geçen üç tane sahih hadis bulunduğu belirtilmektedir.[787]

101- Hz. Ali'nin Hayber savaşında kale kapısını kaldırdığıyla ilgilijha dişler sahih değildir. İbn Hacer bütün tariklerinin zayıf olduğunu belirtir Bu sebeple bazı alimler bu rivayetleri toptan reddederler.[788] Misal: }iz Ali Hayber günü kalenin kapısını kaldırdı. Daha sonra kırk kişi aynı şe yi tecrübe etmek istediler ancak kaldıramadıiar."[789]

102- Hz. Muâviye'nin fazileti ve zemmiyle ilgili hadisler mevzudur[790] el-Buhârî'nin hocası İshâk b. Râhûye (238/852) Muâviye b. Sufyân'm faziletleriyle ilgili sahih hadis yoktur der.[791] el-Buhârî'nin Faziletu Asha-\ bi'n-Nebf'deki Muâviye ile ilgili bab başlığı da bu hususta merfû hadis! olmadığını teyid eder mahiyettedir. Nitekim babın ismi "bâbu zikri Mu-\ âuiye" şeklindedir. Bu bab altındaki İki rivayette İbn Abbas onun için "Rasûlullah'ın sahâbîsidir" ve "fakihtir" ifadelerini kullanmıştır.[792] İbn Hacer de, hocası İshâk b. Râhûye'nin sözüne uyarak el-Buhârî'nin bab başlığında menkabe veya fazilet kelimesini kullanmadığına işaret ederek şöyle demiştir: "Muâviye'nin faziletine dair pekçok hadis gelmiştir, an­cak içlerinde senedi sağlam olan yoktur. İshak b. Rahûye, en-Nesâî ve başkaları bu şekilde söylemişlerdir."[793]

Bununla bağlantılı olarak Takî Emînî'nin belirttiği gibi, özel şahıslar zemmeden hadislerin tamamı uydurmadır.[794]

Misaller: "Muâviye'yi minberimde görürseniz onu öpün. Çünkü emin ve güvenilirdir."[795] "Muâviye'yi minberimde görürseniz taşlayıp Öl dürün."[796]                                                                                        

Aynı şekilde Umeyye oğullarını zemmeden hadislerin tamamı rriev zudur.[797]                                                                                         

Misal: Yûsuf b. Sa'd rivayet ediyor: el-Hasan b. Ali Muâviye'ye be-yat ettikten sonra bir adam kalkıp "müminlerin yüzünü kararttın" veya "ey müminlerin yüzünü kara çıkaran" diyerek sitem etti. ei-Hasan da ona şöyle söyledi: "Allah sana rahmet etsin, beni kınama! Çünkü Hz. Peygamber'e Umeyyeoğuliarının kendi minberinde oturacağı gösterildi­ğinde üzülmüştü. Bunun üzerine cennette bir ırmak kastedilerek ey Mu­hammedi "biz sana Kevser'i verdik"[798] ayeti nazil oldu. Daha sonra da "biz o (Kur'â)n'ı Kadir gecesinde indirdik." Ey Muhammedi "Kadir ge­cesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin? Kadir gecesi" Umeyye oğullarının idareyi ele alacakları "bin aydan hayırlıdır"[799] ayetleri nazil oldu. Hadisin ravisi olan el-Kâsım b. el-Fadl el-Huddânî şöyle diyor: Umeyye oğullarının iktidar yıllarını hesap ettik, bir de ne görelim, tam bin gün! Ne bir gün fazla, ne de birgün eksik."[800]

Umeyye oğullarını yermek için uydurulduğu belli olan bu hadis için İbn Kesîr, her halükarda munkerdir der ve Ebu'l-Haccâc el-Mizzî'nin böyle dediğini aktarır. İbn Kesîr metin yönüyle de hadisi irdeleyerek Umeyye oğullarının tam 1000 ay iktidarda kaldıklarına dair sözü doğru bulmaz. Şöyle söyler: "Bu söz doğru değildir. Çünkü Muâviye b. Suf* yân, el-Hasan b. Ali idareyi kendisine teslim ettiğinde tek başına iktida­ra geldi. Bu da 40 yılında gerçekleşmişti. Bu yıl Muâviye'ye beyat edil­miş ve buna 'Âmu'l-Cemaa' denilmiştir. Bunun ardından Umeyye oğul­larının hakimiyeti Şâm ve diğer yerlerde devam etmiş ancak bir müddet boyunca Abdullah b. ez-Zubeyr'in Haremeyn, Ehvaz ve diğer bazı şe­hirlerdeki idaresi Umeyye oğullarının hakimiyetinden çıkmıştı. Bu takri­ben dokuz yıldır. Bununla beraber bu süre zarfında bir kısım şehirlerde hakimiyetleri olmasa bile genel idare onların ellerinde bulunmaya de­vam ediyordu. 132 yılında ise Abbas oğulları idareyi ellerinden aldılar. Aradaki sürenin toplamı 92 yıl etmektedir. Bu ise 1000 günden fazla­dır. Çünkü 1000 ay 83 yıl dört aydan ibarettir. Her halde el-Kâsım b. el-Fadl İbnu'z-Zubeyr'in günlerini bu hesaptan düştü. Bu durumda he­sap olarak onun dediği doğruya yakın olmaktadır.

Bu hadisin mevzuluğunu gösteren alametlerden birisi de Benû Umeyye devletini yermesidir. Oysa onların yerilmesi murad edilmiş olk saydı rivayetin bu şekilde olmaması gerekirdi. Çünkü Kadir gecesinin onların iktidar dönemlerinden faziletli oluşu onlan zemmetmek manası taşımaz. Zira Kadir gecesi gerçekten şerefli bir gecedir ve bu sûre bu ge­ceyi övmek için gelmiştir. Bu durumda bu kadar şerefli bir gecenin, zemmedilmiş olan Benû Umeyye döneminden üstün olduğu belirtilerek Övülmesi nasıl olur? Oysa rivayetten böyle birşey anlaşılmaktadır. Bu şa­irlerin şu sözlerine benzemektedir:

Kılıcın değerinin düştüğünü gözlerin görür, Ne zaman ki kılıç asadan keskindir denir...

Üstün birini nakıs birine üstün tutarsan, Eksik bir övgüde bulunmuş olursun inan...

Ayrıca ayette zikredilen bin aydan Benû Umeyye'nin hakimiyet gün­leri nasıl anlaşılır? Çünkü sûre Mekkîdir. Ayetin ne lafzı ne de manası buna delalet etmezken nasıl olur da Benû Umeyye devletinin 1000 ayı­na hamledilir? Hem minber hicretten bir süre sonra Medine'de yapıl­mıştır. Tüm bunlar hadisin mevzuluğunu ve munker oluşunu göstermek­tedir."[801]

103-Amr b. el-As'ı zemmeden tüm hadisler mevzudur.[802]

İbnu'l-Kayyım ile ona tabi olan Aliyyu'l-Kârî'nin uydurma dedikle­ri[803] şu rivayete gelince:

"Rasûlullah Muaviye ile Âmr b. el-As'a baktı ve şöyle buyurdu: Alla-hım! Bu ikisini fitnelerden kurtarma. İkisini de şiddetli azaba duçar kıl."

a) Hadis Ebû Ya'Iâ'nın MusnecTinde şu şekilde geçer: Ebû Berze an­latıyor: Nebî ile beraber bir seferdeydik. Şarkı söyleyen iki kişinin sesi­ni işitti. Bunlardan birisi diğerine şöyle demekteydi:

Ensârînin kemikleri güneşte parıldıyor... Harp yüzünden defnedilmemiş duruyor...

Rasûiullah kimdir onlar diye sorduklarında, filan ile falancadır dedi­ler. Bunun üzerine Rasûlullah "Allahım! Bu ikisini fitnelerden kurtarma.

İkisini de şiddetli azaba duçar kıl" buyurdu.[804] Görüldüğü gibi bu rivayet­te iki kişinin ismi mübhem olarak geçmektedir. Aynı durum Ahmed b. Hanbel'in Musned'inde[805] ve İbn Ebî Şeybe'nin Musannefinde[806] geç­mekte, İbn Hacer de Ebû Ya'lâ ile İbn Ebî Şeybe'ye atıfta bulunarak ha­disi her İkisinden ayrı ayrı mübhem ifadelerle rivayet etmektedir.[807]

Rivayetin üç senedinde şiiri söyleyenlerin mübhem geçmesi, zikri geçen sahabilere hamledilmelerini zorlaştırmaktadır. Ayrıca senedinde Yezîd b. Ebî Ziyâd el-Kûfî (136/753) bulunmaktadır. el-Buhârî bu zat hakkında hafızasının Ata b. es-Sâib'ten daha sağlam olduğunu söyle­mekle yetinmekle beraber[808] İbn Adiy, el-Ukaylî ve ez-Zehebî hadisçi-lerin onu zayıf kabul ettiklerine dair sözleri naklederler.[809] İbn Hibbân yaşlandıktan sora hıfzının zayıfladığını ve telkin kabul ettiğini, Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Maîn'in onu sağlam kabul etmediklerini aktarır.[810] el-Heysemî de çoğunluğun bu kimseyi zayıf kabul ettiklerini söyler.[811] İbn Hacer de Takrîbu't-Tehzîb'te benzer söyleri söyler.[812]Görüldüğü gibi Yezîd sebebiyle hadis zayıf olmaktadır.

b) Hadisin metninde iki kişi yerine Muaviye ile Amr b. el-Âs'ın isim­lerinin geçtiği rivayete gelince; bu rivayet te aynı ravi vasıtasıyla nakle­dilmektedir. Îbnu'l-Cevzî bunun sahih olmadığını söyledikten sonra ravi-yi tenkit eder[813], ez-Zehebî de hadis garîb munkerdir der[814], el-Heyse­mî de et-Taberânî'nin bunu rivayet ettiğini fakat senedinde İsa b. Sevâ-de en-Nehâî adlı yalancınının bulunduğunu söyler.[815]

Dolayısıyla bu hadis gerek isimlerin zikredildiği ve gerekse zikredil-mediği rivayetler açısından zayıflık arz etmektedir. Ayrıca iki sahâbînin şehid olmuş sahabîyi tahkir edici şiir söylemeleri ve Rasûlullah tarafın­dan bu derece kınanmaları mümkün gözükmemesi yönüyle de zayıflık arz etmektedir. Bununla beraber zikri geçen iki kişinin isimlerinin değiş­tirilmiş olduğu tesbit edildiğinde hadisi tamamen reddetmek için bir se­bep kalmamaktadır. Nitekim es-Suyûtî ile İbn Arrâk'ın İbn Kâni'in Mu-cern inden yaptıkları nakilde bu muşkil ortadan kalkmaktadır. Çünkü bu rivayette iki kişinin adı Muaviye b. Râfi' ile Amr b. Rifâe b. et-Tâbût ola­rak geçmektedir. Böylece, diğer rivayetlerde bu jki kişinin aynı isimde­ki sahabilerle karıştırılmış olabileceği ihtimali ortaya çıkmaktadır. es-Su­yûtî'nin belirttiğine göre, bu iki kişi münafıklardan idi.[816]

Netice olarak, Hz. Peygamber'den Amr b. el-As'ı zemmeden bir ri­vayet gelmemiştir.

104-Ebû Mûsâ el-Eşarî'yi, el-Velîd'i, Yezîd'i, Mervân b. el-Hakem'i zemmeden[817], el-Mansûr'u, es-Seffâh'ı ve Harun er-Reşîd'i medh eden tüm rivayetler mevzudur.[818]

Misal: İbn Adiy, Ahmed b. el-Huseyn es-Sûfî > Muhammed b. Ali b. Halef el-Attâr tarikiyle Ebû Yahya Hakîm'den şöyle dediğini nakleder:

"Ammâr ile beraber oturuyordum. Ebû Mûsâ gelince ona "birbiri­mizden uzak duralım" dedi. O da "ben senin kardeşin değil miyim" di­ye karşılık verince, Ammâr, "bilmiyorum ancak Ley/etu7-Ham/e/c'te Rasûlullah'ın sana lanet ettiğini duydum" dedi. Ebû Mûsâ ise 'hayır, be­nim için istiğfar etti' deyince, Ammar "ben lanet ettiğini duydum, istiğ­far ettiğini değil", dedi."[819] Bu rivayete göre, en sıkıntılı anlarda lanet etmeyen Allah Rasûlü'nün sahâbîsine lanet ettiğinden bahsedilmekte­dir. Bu da rivayetin asılsız olduğunu anlamaya yetmektedir.

105-Ebû Hanîfe ve eş-Şâfifyi gerek isimlerini zikrederek gerek îmâ ederek medh eden veya zemmeden hadislerin tamamı mevzudur.[820]

Misaller: "Ümmetimin içinde Muhammed b. İdris İsimli bir adam çı­kacak. Bu adam ümmetime İbİİs'ten daha zararlıdır. Keza ümmetim içinde Ebu Hanife isimli biri çıkacak. Bu da ümmetimin kandilidir."[821] "Kureyşli bir alim yeryüzünü ilimle dolduracaktır."[822]

106-Murcie, Cehmiyye, Kaderiyye, Eşariyye, Râfızîler ve Haricîler­le ile ilgili sahih bir rivayet yoktur.[823] Bunlann mevzu olması kuvvetle muhtemeldir.[824] Fazlur Rahman hadisçilerin istikbale dair spesifik, belli gün ve tarih ve yere işaret eden hadisleri kabul etmediklerini ancak ke-lâmî ve siyasî grupların ve hiziplerin ortaya çıkacağına dair haberleri ra­hatlıkla kabul ettiklerini söyleyip, bunu tenkit eder ve "kehanet içeren haberlerin" kabul edilmeyeceğini belirtir.[825]

Misaller: "Kıyamet olduğunda bir münâdî şöyle bağırır: "Allah'ın ha­sımları ayağa kalksınlar. Böyle denilecek olanlar Kaderîlerdir."[826] "Üm­metim içinde yere geçirme, suretin tebdîli (mesh) ve kafalara taş yağdır­ma Kaderiyyenin başına gelecektir."[827] "Haricîler cehennemin köpekle­ridir."[828] "Ümmetimden iki grup vardır. Bunlar havza, yanıma geleme­yecekler: Kaderiyye ve Murcie."[829] "Kaderiyye bu ümmetin mecûsîleridir. Hastalandıklarında onları ziyaret etmeyin, vefat ettiklerinde cenaze­lerinde bulunmayın, karşılaştığınızda selam vermeyin."[830] "Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, Kaderiyye, sika olmayan kimseden riva­yet."[831]

107-Abbas oğullarının cehenneme girmeyeceğine dair tüm hadisler mevzudur.[832] Hilafetin Abbas oğullarına geçeceğine, bu aileden kaç ki­şinin halife olacağına dair hadisler[833], Hz. Abbas'ın torunlarından Ab­dullah b. Ali [834]ile beraber yola çıkan Horasanlıları öven rivayetler de mev­zudur. [835]

 

U-Şehîrler:

 

108-Bağdad'ın, Basra'nın, Kûfe'nin, Merv'in, Askalan'm, İskende-riyye'nin, Nasîbîn'in (Nusaybin), Antakya'nın, Horasan'ın ve Kaz-vin'in[836] medhedildiği veya yerildiği rivayetler mevzudur.[837]

109-FaIan şehir cennet şehirlerindendir, filanca şehir cehennem şe-hirlerindendir şeklindeki [838]rivayetler yalandır. [839]

 

U-Yemek:

 

110-Yemek esnasında konuşmakla ilgili, konuşmaktan meneden ve­ya konuşulabileceğini beyan eden bir hadis yoktur.[840]

111-Yemekten önce elleri yıkamaya dair sahih hadis yoktur.[841]

112-Eti bıçakla kesmekten nehyeden hadislerin aslı yoktur.[842]

Misal: "Eti bıçakla kesmeyin. Çünkü bu Acemlerin adetlerindendir. Dişleyip kopararak yiyin. Böyle yemek hem daha rahat, hem de hazmı daha kolaydır."[843]

Ahmed b. Hanbel şöyle söyler: "Bu sahih değildir çünkü Hz. Pey-gamber'in kendisi koyunun etinden bıçakla kesip alıyordu."[844] Gerçek­ten de sahih hadîslerde Rasûlullah'ın (a.s) et yerken bıçak kullandığı va-rid olmuştur: Amr b. Umeyye ed-Damrî Rasûlullah'ı koyunun kürek ke­miğinden bıçakla kesip alırken görmüştür. Yine aynı rivayette, ezan okununca Rasûlullah elindeki bıçakla eti bırakmış, abdest almadan kal­kıp namaza durmuştur.[845]

113-Çarşıda yemek yemeye dair hadislerin tamamı batıldır.[846] el-Ukaylî bu hususta Rasûlullah'tan sabit olan bir hadis gelmediğini söy­ler.[847] el-Ukaylî, sika değil dediği Ömer b. Mûsâ el-Vecîhî tarikiyle, Ebû Umâme'nin Rasûlullah'tan naklettiği 'çarşıda yemek yemek süflîliktir' hadisini verdikten sonra bu genellemeyi yapar. ez-Zehebî de hadis alim­lerinden, bu zat hakkında 'hadisleri munkerdir, sika değildir, hem metin hem de sened uyduran kimsedir' dediklerini aktardıktan sonra ondan gelen hadisler arasında Ebû Umâme hadisini zikreder.[848] Ondan önce de İbnu'l-Cevzî hem Ebû Umâme hem de başkalarınca rivayet edilen Ebû Hureyre hadislerinin tariklerini zikreder. Daha sonra bunun Rasû-lullah'tan geldiği sahih olmayan bir hadis* olduğunu belirtir. Ardından da hadislerin tariklerindeki bazı raviler hakkında muhaddislerin cerh edici ifadelerini aktarır.[849]

Ancak hadisi zayıf kabul edenler de vardır. Aynı kimse vasıtasıyla Ebû Umâme hadisini et-Taberânî'nin rivayet ettiğini[850] söyleyen el-Heysemî, senedindeki Ömer b. Musa'nın zayıf biri olduğunu söyler.[851] Keza es-Sehâvî, Ebû Umâme hadisinin senedinin zayıf olduğunu ifade eder.[852] es-Suyûtî İse el-Câmiu's-Sağîr'de hadisi zayıf işareti koyarak ri­vayet etmekte[853], Led/f'de hadis hakkında söylenenleri aktarmakta ve sonunu şu sözle tamamlamaktadır: "el-lrâkî Jhyd'nın tahricinde zayıf ol­duğunu belirtmekle yetindi."[854] el-Munâvî de hadisin mevzuluğunu ka­bul etmez ve hadisin et-Taberânî tarafından Ebû Umâme'den, el-Hatîb tarafından da Ebû Hureyre'den rivayet edildiğini[855] söyleyip, mevzu de­ğil de zayıf olduğunu belirtir.[856] ez-Zebîdî de hadisin Ebû Umâme yanın­da Ebû Hureyre'den de geldiğini, Ebû Hureyre hadisi hakkında söyle­necek en güzel söz, senedindeki el-Heysem b. Sehl et-Tusterî sebebiy­le zayıf olduğunu söylemektir, der.[857] Ebû Hureyre hadisini İbn Hacer de ei-Metâlibu'l-Aliye'de zikretmiş[858], Lisânu'l-Mîzâri'ında senedinin sağlam olmadığını söylemiştir.[859] Dolayısıyla, ilgili hadise zayıf demekle yetinmek uygun gözükmektedir.

114-Habersiz rastgelinen sofradan yemeyi nehyeden sahih yoktur. Bir yerde sofra kurulu olduğunu bilenin, çağrılmadan oraya git| meşini nehyeden hadisler ise sahihtir.[860]

115-Zorda kalan hariç, Bir bahçeye, sürüye veya başkasına ait baş­ka bir şeye yolu düşen kimsenin, sahibinin izni [861]olmadan bahçeden yiye­bileceğine veya sürüden süt sağıp içebileceğine dair sahih hadis yok­tur. [862]

 

Ü-Sebzeler, Tahıllar, Bitkiler, Yiyecekler:

 

116-Mercimeğİ, pirinci, baklayı, patlıcanı, narı, kuru üzümü, hindi­bayı, pırasayı, karpuzu, havucu, peynir ve keşkeği Öven bir cüz tutacak miktardaki hadisler baştan aşağı yalandır.[863] el-Rrûzâbâdî mercimek, bakla, peynir, ceviz, patlıcan, nar ve kuru üzüm yemenin faziletiyle ilgi­li hadisleri, zındıkların İslam'ı kötülemek için uydurup muhaddislerin ki­taplarına katıştırdıklarını söyler.[864] Hz. Peygamber'İn kabağı sevdiği bi-j linmekle birlikte, kabağı tavsiye ettiği hadisler de asılsızdır.                   

Misal: "Patlıcan ne niyetle yenirse ona şifadır."[865] "Mercimek yetmiş peygamberin diliyle övülmüştür."[866] "Kabak yeyin çünkü aklı geliştirir, dimağa kuvvet verir."[867]

117-Yenilmekte olan bir çeşit çamurun yenmesinden nehye dair ha­disler sabit değildir.[868]

118-ÇiçekIerin faziletine dair tüm hadisler mevzudur.[869]

119-Gülün, Hz. Peygamber'İn veyahutta Burak'ın terinden yaratıl­dığına dair rivayetler mevzudur. en-Nevevî bu hususta sahih bir şey ol­madığını ifade eder.[870]

Misal: "Beyaz gül miraç gecesinde benim terimden yaratıldı. Kırmı­zı gül de Cibril'in terinden, sarı gül de [871]Burak'ın terinden yaratıldı." [872]

 

W-Hayvanlar:

 

120-HorozIa ilgili hadisler biri hariç tamamı uydurmadır.[873]

Misal: "Beyaz horozu olana şeytan ve sihir yaklaşamaz."[874]

İbnu'l-Kayyım'm tek sahih hadis dediği şudur: "Horoz sesini işittiği­nizde Allah'ın fazlından isteyiniz çünkü o melek görmüştür."[875]

Horozla ilgili şu hadis te sahih olarak gözükmektedir: "Horoza söv­meyin çünkü o namaza uyandırmaktadır."[876] Burada Hz. Peygamber hem bir hayvana sövülmesinden nehyetmekte, hem de hayvanın bir va­zife yaptığını göstermektedir. Zaten hadisin bir tarikinde bir adamın ho­roza lanet etmesinin ardından Allah Rasûlünün böyle buyurduğu geç­mektedir. Bu aynı zamanda "ne diye hayvana küfrediyorsun, onun bile yaptığı bir iş var" şeklinde bir hatırlatma ve azarlama gibi gözükmekte­dir.

121-Güvercİnle ilgili tüm hadisler mevzudur.[877]

Misal: "Güvercine bakmak Hz. Peygamber'İn hoşuna giderdi."[878]

İbnu'l-Kayyım bu konudaki en merfu haberin, güvercin kovalayan birini gören Rasûlullah'in (boş işle uğraşmasını kınamak için) "şeytan şeytanı takip ediyor" buyurduğu hadis olduğunu söyler.[879]

122-Tavuk beslemekle ilgili sahih hadis yoktur.[880] Misal: "Tavuk ümmetimin fakirlerinin koyunudur."[881]

Bu babta zikredilen "Rasûlullah zenginlere koyun, fakirlere de tavuk beslemelerini emretti" hadisine gelince, sahih gözükmemektedir.[882]

Bu rivayet İbn Mâce'âe de geçmektedir[883] ancak cârihlerin hadisin isnadındaki iki kişiye yönelik oldukça ağır tenkidleri vardır. Dolayısıyla bu rivayet te genel hükmü bozmaz:

a) Ali b. Urve ed-Dimeşkî.[884]b) Osman b. Abdirrahman el-Vakkârsı.[885]

Bu tenkidlere rağmen, hadisin diğer iki rivayetini zikredip sahih ol­madığını belirten es-Suyûtî, İbn Mâce'nin rivayetini vermekle yetinir ve hakikati Allah'a havale eder.[886] es-Sehâvî ise ondan önce bu hadisi zai-yıf kabul eder.[887]Aliyyu'l-Kârîde bir delil zikretmeksizin zahire göre buf nun mevzu değil zayıf olduğu anlaşılmaktadır, der.[888] Tüm bu görüşler ve ravileri hakkındaki değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğun­da, hadisin en azından zayıf olduğu anlaşılmaktadır.

123-At etinin yenmeyeceğiyle ilgili sahih hadis[889] yoktur.[890]

 

X-Oyun-Eğlence:

 

124-Düğün gibi sevinçli anlarda hurma vb. şeylerin saçılmasına izin veren hadislerin hepsi zayıftır.[891]

125-Şarkıçının şarkısıyla ve onu dinleyenin kalbinde nifak oluşaca-ğıyla ilgili sahih bir rivayet yoktur.[892]

126-Satranç oynamaktan nehyeden sahih bir rivayet yoktur.[893] en-Nevevî bunların uydurma [894]olduğunu söyler. [895]

 

Y-Gayr-i Ahlâkî Durumlar:

 

127-İçinde güzel yüzlülerin zikredildiği, onlara övgüde bulunulduğu, bakılmalarının, ihtiyaçların onlardan giderilmesinin emredildiği ve ate­şin onlara temas etmeyeceğine dair tüm rivayetler uydurmadır, iftira­dır.[896]

Misaller: "Güzel yüze bakmak ibadettir."[897]

İbnu'l-Kayyım bu genelleme yanında tek şu hadisin doğruya yek olduğunu, ancak senedinde Ömer b. Râşid'in bulunduğunu, bu zatjrak-kında İbn Hibbân'ın hadis uyduruyordu dediğini[898] ve nihayet hadisi İbnu'1-Cevzî'nin Meuzûdt'ında[899] zikrettiğini söyler: "Bana postacı gön­derdiğiniz zaman yüzü ve ismi güzel birisini gönderin."[900]

el-Heysemî'nin Mecmeu'z-Zeuâid'âe[901] belirttiği gibi, el-Bezzâr Musnecf inde, et-Tâberânî Eusat'ta[902] bunu rivayet etmiştir.[903] el-Hey-semî hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "et-Taberânî'nin isnadında Ömer b. Râşid vardır, el-İclî sika[904], cumhur İmamlar ise zayıftır demiş­lerdir. Geri kalan ricali ise sikadır. el-Bezzâr'in tarikleri ise zayıftır."

Görüldüğü gibi, el-Heysemî her iki tariki için de zayıf nitelemesini yaparken, el-Munâvî el-Câmiu's-Sağîr şerhi Feyzu7-Kadfr'de İbnu'l-Cevzf nin bunu Meyzûâi'ında zikretmekle İyi etmediği gibi el-Heyse­mî'nin de sahihtir demekle iyi yapmadığını[905], en güzelini es-Suyûtî'nİn hasendir diyerek yaptığını, hadisin hasen olduğunu söylemiştir.[906]

el-Munâvî böyle diyor ancak es-Suyûtî yukarıdaki hadise zayıf işare­ti koymuştur. Aynı hadisi değişik varyantlanyla Leâlî'sine aldığında, kendisi bir hüküm vermeden sözü el-Hâkim'in Mustedrek'inden alıntı­ladığı "bir hadisin tarikleri çok olursa onun aslının olduğu ortaya çıkar" sözüyle bitirmiştir. Böylece el-Munâvfnin bahsini ettiği hasen hükmünü verir gibi olmuştur.[907]

Bu rivayet halk deyimiyle boyu postu yerinde, eli ayağı düzgün, pre-zentabl insanın karşısındakinde daha olumlu bir tesir bırakacağı, böyle-lerinin vermek İstedikleri mesajları daha rahat verecekleri ve etkileye­cekleri, emniyet hasıl edecekleri, en azından güler yüzle karşılanacakla­rı, bed görünüşlü olanların ise karştlarındakilere itici geleceğini gösterir gibidir. Sened yönüyle ise mevzudan ziyade zayıf gözükmektedir.[908]

128-Şehvet içeren ve insanları fesada sürükleyen rivayetler mevzu­dur.[909]

Misaller: "Kadınların şehveti erkeklerinkinden kat kat fazladır."[910] "Kadınlann akılları avret mahallerindedir."[911] "Cibrile cimada iktidarı­mın azlığından şikayet ettim. Bana keşkek yememi tavsiye etti." [912]

 

Z-Bazı Günler:

 

129-Aşurâ gününün fazileti: Aşura'da tutulacak oruç hariç, o günün, o günde sür melenmenin, yıkanmanın[913], sohbet etmenin, kınalanmanın, musâfaha etmenin, aileye bol nafaka sağlamanın, o gündeki belli bir na­mazın faziletleriyle ilgili hadisler mevzudur. Aşurâ günü oruç tutmanın dışında bu günle ilgili sahih bir hadis yoktur.[914]

Misal: "Âşurâ günü ismidle sürmelenen asla göz ağrısı çekmez."[915]

"Âşurâ günü ailesinin nafakasında bolluk sağlayana Allah senenin diğer günlerinde bolluk verir" hadisine gelince: İbnu'l-Cevzî, İbn Mes'ûd tarafından rivayet edilen bu hadisin senedindeki Heysam b. eş-Şeddâh hakkında el-Ukaylî'nin "meçhuldür. Hadisi mahfuz değildir"[916] demesi sebebiyle mevzu kabul eder.[917] İbnu'l-Kayyım da Ahmed b. Hanbel'in "bu hadis sahih değildir" sözüne istinaden, mevzudur der.[918] İbn Receb de senedi sahih değildir, der.[919]

es-Sehâvî ise hadisi et-Taberânî'nin, Şuabu'1-İmân ve Fedâilu'l-Ev-kâVta el-Beyhakî'nin[920], keza Ebu'ş-Şeyh'in İbn Mes'ûd'dan rivayet ettiklerini, bunun yanında et-Taberânî üe el-Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hud-rî'den[921], aynı şekilde el-Beyhakî'nin Şuabu'i-îmân'da Câbir ve Ebû Hureyre'den rivayet ettiklerini söyler.[922] Ardından el-Beyhakî'nin, tüm senedlerinin zayıf olduğunu ancak hepsi biraraya geldiği zaman bir kuv­vet ifade ettiğini söylediğini aktarır.[923] Keza es-Sehâvî'nin aktardığına göre, (Ebu'1-Fadl) el-Irâkî Emd/f'de Ebû Hureyre hadisinin birkaç tariki olduğunu söylemiş, Hafız İbn Nâsıruddîn de bu tariklerden bazısını sa­hih saymış ve 'ben bu hadisin tariklerini bir cüzde topladım' demiştir. es-Sehâvî ardından sözüne şöyle devam eder: "Şeyhimiz (ibn Hacer) onun zikretmediği pekçok tarikini tesbit etmiş, İbnu'l-Cevzî'nin Meuzû-dt'ında, el-Ukaylî'nin İbn Mes'ûd hadisinin ravisi Heysam b. eş-Şeddâh hakkındaki 'mechûl biridir' sözüne tabi olmasını tenkit etmiş ve 'bilakis İbn Hibbân bu zatı hem Sifcdr'ta[924] hem de Dua/d'da[925] zikretmiştir."[926]

İbn Arrâk da, Ahmed b. Hanbel'in "bu hadis sahih değildir" sözü­nün batıldır manasına gelmeyeceğini, çünkü hadisin sahih olmamakla beraber İhticac etmeye elverişli, yani salih olabileceğini söyler.[927]

el-Leknevî ise, İbnu'l-Cevzî ve İbn Teymiyye ile bu ikisine tabi olan­ların bu rivayetlere mevzu dediklerini, muhakkiklerden pekçoğunun ise hasen, İhticac etmeye müsait hadisler olduklarını ispat ettiklerini, aynı zamanda bu hadislerde zikredilen hususun tecrübe edilmiş birşey oldu­ğunu söyler ve kabul edilebilirliğine meyleder.[928]

Abdulfettâh Ebû Gudde de İbn Himmât ed-Dimeşkî'nin benzer söz­lerini[929] nakleder, kendisi de aynı doğrultudaki görüşlerini serdeder.[930]

Kanaatimizce Ahmed b. Hanbel'in sözü hadisin sahih olmadığını ifa­de etmekte, mevzu olduğunu göstermemektedir. Ayrıca el-Ukaylî'den nakledilmeyen ancak aynı yerde söylemiş olduğu "bu mursel olarak ri­vayet edilmiştir" sözü[931], el-Beyhakî'nin rivayetleri yanında, el-lrâkî'nin, İbn Receb'in, el-Leknevî'nin değerlendirmesi keza metin yönünde ha­diste bir problem gözükmemesi mevzu olmadığını gösteriyor gibidir.[932]

130-Recep ayının veya orucunun, onda birkaç gün oruç tutmanın, regâib gecesi gibi bazı gecelerinde kılınacak namazların faziletine dair hadisler hep mevzudur.[933]

Misal: "Recep Allah'ın, şaban benim, ramazan da ümmetimin ayı­dır... Receb'in ilk cumasından gafil olmayın. Çünkü o meleklerin Regâ­ib diye isimlendirdikleri bir gecedir..."[934]

İbnu'l-Kayyım bu konuda doğruya en yakın hadisin İbn Mâce'nin ri­vayet ettiği "Rasûlullah receb ayını oruçlu geçirmekten nehyetti" hadi­si[935] olduğunu söyler.[936]et-Taberânî'nin de el-Mu'cemu'l-Kebîr'de[937]- ri­vayet ettiği bu hadisin her iki senedinde de Dâvûd b. Atâ el-Medenî bu­lunmaktadır. Ahmed b. Hanbel ile el-Buhârî bu zatın güvenilmez biri ol­duğunu söylemişler, diğer hadisçiler de cerh etmişlerdir.[938] el-Beyhakî ise bu zatın Hz. Peygamber'in uygulamasını nehye çevirip tahrif ettiği­ni söyler.[939] Değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda, bu hadi­sin en İyi ihtimalle oldukça zayıf olduğu anlaşılmaktadır.

131-Şaban ayının ortasındaki (Berat) gece(sinde) kılınacak namaza dair tüm rivayetler mevzudur.[940]

Misal: "Kim şaban ayının ortasındaki gecede, yüz rekatta bin kulhu-vellahu ehad okur... Allah müjdelemek için ona yüz melek gönderir."[941]

132-Haftanın bazı günleri veya geceleri kılınan namazlara dair ha­disler mevzudur.[942]

Misal: "Her kim pazartesi gecesi altı rekat namaz kılıp, her rekatın­da bir kere Fatiha'yı, yirmi kere kul huve'llahu ehad'ı okur ve bunların peşinden on kere Allah'a istiğfar ederse, Allah kıyamette ona bin sıddî-kın, bin âbidin ve bin zahidin sevabını verir..."[943]

 

§-Taıih Veren Rivayetler:

 

133-a) Şu tarihte şu olacak gibi tarih verilen hadisler.[944] el-Kannû-cî'nin belirttiği gibi, hicri tarih Hz. Ömer zamanında kullanılmaya baş­landığından, bu tür rivayetlerin mevzu olduğu anlaşılmaktadır.[945] Ancak Hz. Peygamber'den gelen, gelecekle ilgili haberlerin bütününü böyle değerlendirmemek gerekir. Bunlar en azından Hz. Peygamber'in öngö­rüsü, ileri görüşlülüğü olarak kabul edilmelidir. Tam anlamıyla spesifik olan, belli bir güne, tarihe ya da yere işaret eden hadislere gelince, bun­ları mevzu kapsamında değerlendirmek gerekir.[946]

Konuyla ilgili pekçok rivayet vardır: Misaller: "130 yılında garipler şunlardır: Zalimin ezberindeki Kur'ân, okunmayan evdeki Kur'ân, kötü insanlar arasındaki salih kimse."[947] "Dünya zineti 125 yılında kaldırıl* lır."[948]

Konu dahilinde bulunan bir rivayet hakkında ise ihtilaflar söz konu sudur:

"Kıyametin büyük alametleri ikiyüz yılından sonradır."[949]

Rivayetle kastedilenin güneşin batıdan doğması, Ye'cûc Me'cûcL Deccal gibi büyük alametler olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim İbn Mâce ve Kenzu'İ-Ummâl sahibi el-Hindî[950] hadisi bu tür rivayetlerin geçtiği babta zikretmiştir.                                                                                 '

es-Sindî hadise çeşitli izahlar getirerek bundaki alametleri üç mans ya yorumlama İmkanı olduğundan bahseder:

a)  Hadisteki kıyamet alametlerinden maksat, yalancılığın yaygınla* ması gibi küçük alametlerdir. Küçük alametler Rasûlullah'm vefatındaijı ikiyüz yıl sonra görülmeye başlanacağı anlamındadır.

b)  Hadiste kastedilen büyük alametler olup, ikiyüz ile binikiyüz kai|J tedilmiş olup binikiyüz yılından sonra görülmeye başlanacağı manasırı-dadır.

c)  (Rasûlullah'm kendisinin gönderilmesi nasıl kıyametin bir alameti ise), vefatından sonra ikiyü2 yılın geçmesi de kıyametin bir alametidir.[951]

Kanaatimizce birinci ihtimal uzak gözükmektedir çünkü yalancılık gi­bi şeyler Rasûlullah'm vefatından ikiyüz yıl sonra görülmeye başlama­mış, Hz. Osman'ın katliyle sonuçlanan fitneyle beraber başta hadis uy­durmalar olmak üzere yalancılık (rical kitaplarının cerh ettikleri raviler-den de anlaşıldığı üzere) yaygınlaşmıştır. es-Sindî'nin böyle bir gerçeği görmemeğe çalışması ilginçtir.

İkinci İhtimal de uzaktır çünkü, binikiyüz yılı geçmiş bizler bindört-yüzyirmi yılındayız ve hâlâ böyle bir alamet gözükmemiştir.

Üçüncü ihtimali de bir mesnede dayandırmak zordur.

el-Buhârî hadisle kastedileni büyük alametler olarak anlamış ve me­tin yönüyle tenkit ederek şöyle söylemiştir: "İkiyüz yıl geçtiği halde bu alametlerden hiçbiri zuhur etmedi!"[952] İbn Kesîr de hadisin sahih olma­dığını ancak, sahih olsa bile bunun halku'l-Kur'ân meselesi yüzünden Ahmed b. Hanbel ve arkadaşlarının karşılaştığı sıkıntılara (mihne) ham-lonulacağını söyler.[953] Görüldüğü gibi İbn Kesîr de hadisin sıhhatini ka­bul etmemektedir.

Bu hadis için "alametler ikiyüz yılından sonra zuhur edecektir, illâ da ikiyüz yılıyla birlikte hemen başlayacak manasında değildir" şeklindeki bir İzah makul değildir. Çünkü hadiste ikiyüz yılı sınır olarak konmuş, bu yılla beraber alametlerin zuhur edeceği belirtilmiştir. Oysa bizler el-Bu-hârf den asırlarca sonrasında, hicri bindörtyüzyirmi yılında bulunmamı­za rağmen hâlâ bu alametlerin ortaya çıkmaması, "ikiyüz yılından son­ra çıkacağı kesin ama vakti belli değil" şeklindeki izahın yanlışlığını da ortaya koymaktadır. Görüldüğü gibi, hadisteki ikiyüz rakamı belli bir ta­rih olarak değil de ikiyüz yıl sonrası olarak kabul edilecek olsa bile sa­hih olmadığı anlaşılmaktadır. el-Ukaylî'nin dediği gibi, bu olsa olsa İbn Sîrîn'in kendi sözü olabilir. Çünkü bu rivayet onun sözü olarak ta nak­ledilmiştir.[954] Dolayısıyla hadisleştirilmiş bir söz olabilir.

Metne yönelik bu tesbitimiz yanında, senedindeki iki ravi, rivayetin kabul edilmesini engellemektedir:

a) Avn b. Umâre el-Abdî el-Kaysî (212/827): İbn Adiy zayıf olmak­la beraber hadislerinin yazılabileceğini, bu hadisi onun dışında merfu olarak rivayet edenin olmadığını, el-Buhârî'nin onun hakkında: "hadis­lerinin bir kısmını kabul edersin, bir kısmını da reddedersin" dediğini ak­tarır.[955] Ebû Hatim de kendisiyle görüştüğünü fakat ondan hadis yazmaeliğim, munkeru'l-hadîs, daîfu'l-hadîs olduğunu söyler.[956] Ebû Zur'a "munkeru'l-hadîs"[957], İbn Maîn de "hiçbir şey değildir" der.[958]

b) Avn'ın hadisi kendisinden naklettiği Abdullah b. el-Musennâ el-Ensârî: el-Ukaylî bu şahıs hakkında "çoğu hadislerine mutâbeat edil­mez" derken[959], Ebû Zur'a "sâlih", Ebû Hatim de "şeyh" demiştir.[960] Ebû Dâvûd "ben onun hadislerini rivayet etmem" derken, ibn Maîn de "sâlihu'l-hadîs", bir rivayette de "hiçbirşey değildir" demektedir.[961] en-Nesâî ise "kavî değildir" der.[962] et-Tirmizî de sika olduğunu söyler.[963] İbn Hibbân onu Kitâbu's-Sikât'mda zikreder ve "hata ettiği olur", der.[964] Görüldüğü gibi bu zat hakkında muhaddislerin kanaatleri farklı­dır ancak çoğunluğun cerh ettiği birisidir.

Hadise gelince, ed-Dârekutnî "bu sahih bir rivayet değildir" der­ken[965], İbnu'l-Cevzî hadise "mevzu" der ve senedindeki Avn ve Avn'ın hadisi aldığı İbnu'l-Musennâ'nın zayıf olduğunu, İbn Mâce dışında hadi­sin başka bir senedinde bulunan bir ravinin de hadis uydurucu olduğu­nu belirtir[966], başka bir yerde de hadisin sahih olmadığını söyler.[967] es-Suyûtî ise İbnu'l-Cevzî'yi tenkit eder ve İbn Mâce ile el-Hâkim'in bu ha­disi tahrîc ettiklerini söyler.[968] Oysa muhaddislerin çoğunluğunun Avn ile Abdullah b. el-Musennâ'yı cerh ettikleri yukarıda geçmişti.

133-b) Ay belirten rivayetler de bu konu kapsamında olup mevzu-durlar: "Ay muharrem'de tutulunca fiyatlar [969]artar, safer'de tutulunca şun­lar olur" gibi. [970]

 

&-Diğer Bazı Konular:

 

134-Fasıkın gıybetinin olmayacağıyla ilgili hadisler batıldır.[971]

135-Kulak çmlamasıyla ilgili tüm hadisler mevzudur.[972] Misal: "Sizden birinin kulağı çınladığında bana saiât getirsin ve şöyle desin: Beni ananı Allah da hayırla ansın."[973]

Ancak el-Heysemî Mecmeu'z-Zeuâid'inde, bunu üç Mucem'de et- Taberânî'nin[974], oldukça ihtisar ederek el-Bezzâr'ın rivayet ettiğini ve et-Taberânî'nin ei-Mu'cemu'1-Kebîr'deki senedinin hasen olduğunu 'söylemiştir.[975] es-Suyûtî ise ei-Câmiu's-Sağîr'de rivayet etmiş ve hadisin yanına zayıf işareti koymuştur.[976] Ancak Feyzu7-Kadfr'de el-Heysemî'nin sözünü nakleden el-Munâvî ona katılır ve şöyle der: "Bilakis ben de diyorum ki: Hadisin metni sahihtir. İbn Huzeyme bu hadisi yukarıda   zikri geçen Ebû Râfi'den mezkur lafızla rivayet etmiştir. İbn Huzeyme ise eserine sahih hadisleri rivayet etmeyi prensip edinmiş birisidir, es-Suyûtî'ye gelince, ya bu eseri mütalaa etmedi ya da kitap yanında yoktu. Bu hadis sebebiyle İbnu'l-Cevzî'yi kınamışlardır."[977]

Kanaatimizce İbnu'l-Kayyım'ın genellemesi makuldür. İbn Huzeyme'nin sahih hadisleri almaya gayret etmesi yeterli bir savunma değildir. Bu rivayet halk arasındaki yaygın kanaati yansıtmaktadır. Ayrıca, bi­rinin bir İnsanı anmasıyla diğerinin kulağının çınlaması arasında bağlan­tı kurmak makul gözükmemektedir.

136-Akılla ilgili tüm hadisler yalandır.[978]

Misal: "Herşeyin bir madeni vardır. Takvanın madeni akıllıların kalpleridir"[979] "Allah'ın ilk yarattığı şey akıldır."[980]

Ötedenberi müslümanlar hadis zaviyesinden akla nasıl bir yaklaşım sergilendiğini merak etmişlerdir. Ancak bu konudaki hadislerin gerek metinleri ve gerekse senedleri itibarıyla şüpheler taşıdığı ve bunlara farklı yaklaşımlar sergilendiği görülmektedir.[981] Madde başındaki kesin hükmü veren İbnu'l-Kayyım'ın ardından, Aliyyu'I-Kârî de akılla ilgili ha­dislere yalan değerlendirmesi yaparken[982] esasında onlar Ebu Ca'fer el-Ukaylî ve İbnu'l-Cevzî'ye[983] katılırlar. Çünkü el-Ukaylî "bu konuda sabit olan birşey yoktur" demişti.[984] Ancak Ebû Hatim b. Hibbân ve Ebu'l-Feth el-Ezdî gibi alimler İbnu'l-Kayyım gibi kestirip atmayıp akıl husu­sunda sahih hadis bulunmadığını söylerler.[985] Ondan çok önce de İbn Hibbân yumuşak ifadelerle Hz. Peygamber'den akılla ilgili sahih hadis gelmediğini söylemiştir.[986] el-Aciûnî de bunlara mevzu demez, zayıf ka­bul eder.[987]

Görülen o ki, konuyla İlgili rivayetlerin mevzu olanlarını bir tarafa bı­rakırsak diğer hadisler en azından zayıf olarak gözükmektedir. Bu se­beple çağımızın büyük hadisçilerinden Muhammed Nâsıruddîn el-Elbâ-nî'nin değerlendirmesi belki en güzelidir: "Aklın faziletiyle ilgili gelen hadislerin hiçbiri sahih değildir. Bunlar zayıfla mevzu arasında değiş­mektedir."[988]

137-Yıldizların sıralanmasına dair rivayetlerin aslı yoktur.[989]

138-Felakete uğrayana taziyede bulunan kimseye, felaketzedenin sevabı kadar sevap verileceğine dair hadisler zayıftır.[990]

139-Miracın Mekke'de gerçekleştiği, Suffe'nin Medine'de olduğu, Ehl-i Suffe'nin Hz. Peygamber'ie savaşmamış sahabilerden meydana geldiği, muayyen insanlar olmadıkları, burasının dışarıdan gelen ailesi olmayan gariplerin kaldığı bir konaklama yeri olduğu gibi kesin olan hu­suslara aykırı rivayetler mevzudur.[991]

140-Hz. Peygamber zamanında zelzele olduğuna dair sahih rivayet yoktur. İlk zelzele Hz. Ömer zamanında olmuştur.[992]

141-İstimnâ (mastürbasyon) hususunda Hz. Peygamberden bir riva­yet gelmemiştir. [993]

 

Hadislerin Tahlilinde Tarihten İstifade Edilmesi

 

Hadisçiler rivayetlerin biraraya getirilmesine ve karşılaştırılmasına muâraza demektedirler.[994] Bu metod başlıca iki kısımda mütalaa edile­bilir:

1-Aynı hadisin tariklerini toplamak: Tek raviden veya farklı raviler-den gelen, aynı olaya dair rivayetlerin birbirleriyle mukayesesi suretiyle rivayet netleştirilir ve hâdise bir bütün olarak ortaya çıkarılır. Raviler çe­şitli sebeplerden dolayı hadisin bir kısmını anlatmamış olabileceklerin­den, eksik kalmış yönler, parçalar biraraya getirilerek diğerlerinden ta­mamlanır. Farklı ravilerin rivayetleri biraraya getirildiğinde, birisinin önemsiz görüp atladığı ayrıntı diğerinden ikmâl edilir. Bu metodun di­ğer bir faydası da aynı olayı anlatan rivayetlerin bir kısmındaki aykırılık­ları tesbit edebilmektir. Bu sayede ravilerin hata ederek farklı rivayet et­tikleri bölümler, hadise sonradan katılmış kısımlar yakalanmakta, riva­yetin bütünlüğüne uymayan yerler çıkartabilmektedir.

2-Hadisin diğer delillerle karşılaştırılması: Bu metod ile hadisin ken­disi dışındaki delillerle çelişip çelişmediği, onlara uygunluk arz edip et­mediği tesbit edilir. Buna bir anlamda, hadisin sağlamasını yapma ça­lışması da denilebilir. Bu arz sonunda hadisin bütününün veya içindeki bir bölümün sahih olup olmadığı tesbit edilmiş olur. Bu karşılaştırma so­nunda her hangi bir problemin tesbit edilmemesi hadisin sıhhatini tak­viye eden bir netice doğurur. Bu arz başlıca şu şekillerde yapılır:

a) Kur'ân'a arz: Din adına vârid olan veya söylenen herşeyin kıy-met-i harbiyesinin takdir olunacağı ilk ve tartışmasız mutlak merci Kur'ân'dır. Allah kelamı olması ve mutevatir olarak elimize ulaşmış ol­ması nedeniyle kesin bilgi arz eder. Bu yönüyle, kendisi gibi olmayan herşeyin doğruluğunun birinci şartı Kur'ân'a muvafakattir. Hadis açısır dan baktığımızda, Hz. Peygamber getirdiği kitapla çelişik bir İnsan ola mayacağından dolayı, onun hadisleri içinde Kitab'a aykırı bir şeyin o! maması gerekir. Çünkü böylesi bir durum, onu mesajına güvenilmez bi insan konumuna getirirdi. Halbuki Rasûlullah'ın hayatında böyle bir şe; söz konusu değildir. Dolayısıyla -tevil veya nesh söz konusu değilse- eli­mizdeki sünnet malzemesi içinde de Kur'ân'a aykırı bir şey olmaması gerekir. Böyle bir şey tesbit edildiğinde, bu, rivayetin sahih olmadığını gösterir.[995]

"Dünyanın ömrü yedibin senedir. Bizler yedinci binin içindeyiz" ri­vayetinin el-A'râf/7, 187; Lukmân/31, 34 ve eI-En'âm/6, 50 ayetle­rine aykırı bulunarak reddedilmesi konumuzla ilgili örneklerdendir.[996]

b) Hadislere arz: Hz. Peygamber'in hadislerinde -tevil ve nesh im­kanı yoksa- zıtlık söz konusu olmaz. Bu nedenle, ayetlerle aynı seviye­de olmasa bile, hadisleri de kendi içlerinde birbirlerine karşı kıstas ola­rak kullanma zorunluluğu vardır. Bu karşılaştırma sonunda bir taraf, kendisini tercih ettirecek delillerle desteklendiği için alınmakta, diğeri­nin ise zayıflığına hükmedilmektedir. Mudrec, maklûb gibi, asıl haliyle ri­vayet edilmediği tesbit edilmiş hadisler için de böyle bir durum söz ko­nusudur. Bu karşılaştırmalar sonunda hadislerin metinlerindeki değişik­likler tesbit edilmektedir.

Örneğin, "üç hastalığa yakalanan ziyaret edilmez: Göz ağrısı olan, diş ağrısı çeken, vücudunda çıbanlar çıkan"[997] hadisi sahih kabul edil­memektedir. Çünkü Hz. Peygamber'in göz hastalığına tutulan Zeyd b. Erkam'ı ziyaret ettiği[998], Uhud savaşında gözünden rahatsız olan Hz. Ali'yi yanına çağırttığı sahih rivayetlerde geçmektedir.[999]

c) Akla arz: Kur'ân kırkdokuz yerde akıl kelimesi ve müştakkâtını kullanarak akla verdiği önemi gösterir. Dolayısıyla, gelen rivayetin bedî-hî/küllî akıl diye tarif edilen yönlendirilmemiş akla ters olmaması gere­kir. Zaten hadisçiler de bunu esas almışlar ve hadislerin akla aykırılığını zayıflık nedeni olarak görmüşlerdir.[1000] Ancak burada akıl derken, aklı aşan hususların hariç tutulması gerektiğini belirtmek gerekir. Örneğin mucizeler, gaybî haberler böyledir. Şer'î hususları bildiren hadisler de ; aklın değerlendirmesi dışında kalmaktadır. Meshin ayakların altına değil de üstüne yapılması gibi.

es-Suyûtî'nin "akla ters olan hadîslerden birisi" diyerek reddettiği "Nuh'un gemisi Kabe'yi yedi defa tavaf etti ve Makam'ın yanında iki re- '' kat namaz kıldı"[1001] rivayeti konumuza örnek olabilecek durumdadır.

d) Müspet ilimlere arz: Müspet ilimlerin kesin olarak tesbit etmiş ol- . duğu hususlara aykırılık arz eden hadislerin sahih olmadıkları anlaşılır. Tefsir kitaplarında yer alan (Kaf dağı vb.) kainatla ilgili pekçok hadis '. böyledir. Ancak Hz. Peygamber'in kendi dönemindeki tecrübeye daya- ; nan geleneksel tıbbın uygulamalarına bakarak yaptığı tavsiyelerini iyi -değerlendirmek gerekir. O gün İçin yapılabilecek en güzel şey bugün için öyle olmayabilir. Bu ise hadisin reddini gerektirmez. Örneğin, Hz. Peygamber yaralanmalarda, kanın feveran etmesi durumunda dağlama­yı tavsiye etmektedir. Bugün İçin bu ilkel olmaktadır ancak o günün şartlarında daha iyi bir metod söz konusu değildi.

İbnu'I-Kayyım'ın "bu hezeyanlarla kitaplarını karalayanlara hayret doğrusu" dediği, "yeryüzü bir kayanın üzerindedir. Kaya da bir öküzün boynuzları üzerindedir. Öküz boynuzlarını hareket ettirince kaya da ha­reket eder, böylece yer de hareket eder. İşte zelzele budur" rivayeti ko­numuza örnek olabilecek durumdadır.[1002]

e)  Hadisin üslûbu: Hadisler manayla rivayet edilmiş olsalar da, bir bütün olarak bakıldığında bunlardan Peygamber'in nasıl bir üslûbu oldu­ğunu çıkarmak mümkündür. Dolayısıyla bir peygambere yakışmayacak ifadeler içeren, lafızları bozuk, manası basitlikler, alaya alınacak ifadeler içeren, aşırı mübalağa ihtiva eden, şehevî hususları galeyana getiren ri­vayetler Peygamber'in üslûbuna yakışmadığından sahih olmadıkları an­laşılır.

"Dört şey dört şeyden doymaz: Kadın zekerden, yer yağmurdan, göz bakmaktan, alim ilimden"[1003] hadisi konumuzun örneklerindendir. Bu rivayet bir peygambere yakışmayacak ifadeler İçermektedir.

f)  Pekçok İnsanın rivayet etmesi gereken bir hususu bir kişihin nakletmesi: Bazı şeyler vardır ki, bunların pekçok kişi tarafından rjvayet edilmesi gerekir. Önemli olmasına rağmen ikna edici sayının altın­da kimse tarafından rivayet edilmesi rivayet hususunda kuşku uyandırır.

Hz. Ebûbekr tarafından rivayet edildiği söylenen ve ezanda Hz. Pey-gamber'in adı söylendiğinde müslümanlarm baş parmaklarını öptükleri rivayeti böyledir.[1004] Böylesi bir olay müteaddit defalar müslümanlarm önünde meydana gelmesi ve pekçok kişi tarafından rivayet edilmesi ge­rekirken sadece bir kişiden rivayet edilmesi kuşku uyandırmaktadır. Ay­nı durum, kucağında uyuyan Hz. Peygamber'i rahatsız etmek isteme­yen Hz. Ali'nin ikindi namazını kılamaması ve Hz. Peygamber'in du-asıyla güneşin geri döndürülmesi rivayeti de böyledir. Böylesi dehşeten­giz bir olayın sadece Esma bnt. Umeys'den rivayet edilmesi rivayet hak­kında kuşku uyandırmaktadır.[1005] Rivayeti değerlendiren Ibnu'l-Cevzî şöyle söyler: "Bu hadisi uyduran insan bir şeyden gafil kalmış. Sadece işin fazilet tarafına bakmış. Oysa faydası olmayacağına dikkat edeme­miş. Çünkü güneş battıktan sonra ikindi namazını kılmak kaza etmek­tir. Güneşin geri gelmesi onu edaya çevirmez."[1006]

g) Mükellef herkesin bilmesi gereken birşeyi bir kişinin naklet­mesi: Mükellef olan herkesin bilmesi gereken, bilmemenin mazur gö­rülmeyeceği bir haberi bir kişinin rivayet etmesi haberin mevzuİugunun alametlerindendir. Çünkü kulların mükellef olduğu birşeyin Hz. Pey­gamber tarafından sadece bir sahabiye bildirilmesi veya sadece bir sa-habi tarafından nakledilmesi haberin sıhhati hususunda kuşku uyandırı­cı bir durumdur.

Örneğin, ramazan dışında başka bir ayın daha oruç tutmakla farz kı­lındığına dair bir haber gelse, bu rivayet bu prensiple reddedilir.[1007] Ay­nı şekilde, Hz. Peygamber'in veda haccmdan dönerken, Gadîr Humm'da ashabının önünde Hz. Ali'yi kendisine vasi ve halife tayin et­tiği rivayeti böyledir. Böylesi bir iddia, sahabenin tamamını, Hz. Pey­gamber'in herkesi mükellef tuttuğu buyruğunu gizlemekle suçlamakta­dır.[1008]

h) temayla tesbit: Bir haberin kabul edilebilmesi için ümmetin icmâ-ına aykırı olmaması gerekir. Çünkü icmâ bir haberin ya mensûh ya da aslının olmadığını gösterir. İcmânm hilafına olan hadis eğer mensûh de­ğilse mevzudur.

Az yukarıda geçen Hz. Ali'nin vasi tayin edildiği rivayeti böyledir. Çünkü Hz. Peygamber'in yerine vekil bırakmadığı icmâ edilen bir hu­sustur. Keza Hz. Peygamber'in sabah ve akşam namazlarında kunut okuduğuna dair rivayet te böyledir. İbn Kuteybe (276/889) bununla il­gili olarak şöyle söyler: "Alimler sabah namazmdaki kunut hususunda farklı düşünmekle beraber akşam namazında okunmayacağı hususunda müttefiktirler."[1009]

ı) Mevzuat kitapları: Muhaddisler mevzu veya zayıf rivayetleri bira-raya getiren çalışmalar yapmışlardır. Baktığımız hadisin bu eserlerde bu­lunması durumunda sahih olmadığına dair bilgi edinme imkanına sahip

olmaktayız.

i) Eserlerde bulunmaması: Hadisler tamamen tasnif edilmiş durum­dadır. Bu nedenle, elimize ulaşan veya bizlere aktarılan bir rivayet kitap­larda yoksa, mevzu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

j) Tevrat ve İncil'e arz etmek: Mevzu hadis kitaplarında yer yer 'bu İsrâîliyyâttandır', Tevrat'ta geçmektedir' gibi ifadelere rastlanır. Muhad­disler böylesi rivayetlerin bir kısmını karşılaştırma ile tesbit etmişlerdir ancak bu çalışmaların genişletilmesine ve ciddi karşılaştırmalara ihtiyaç vardır, örnek vermek gerekirse, Hristiyanlıkta bizdeki Fatiha'nın vazife­sini görmekte olan, başladığı ilk sözlere atfen Latince "Pater Noster", Fransızcası ise "Nötre Pere" denilen dua İncil'de iki yerde geçmektedir: "Ey göklerde olan babamız! İsmin mukaddes olsun. Hükümranlığın gel­sin; gökte olduğu gibi yerde de senin istediğin olsun. Bize karşı suç iş­leyenleri bağışladığımız gibi sen de bizim suçlarımızı bağışla. Günahla sı­nanmamıza olanak bırakma. Bizleri kötü olandan kurtar. Çünkü hü­kümranlık, kudret ve izzet te ebediyyen senindir."[1010]

Bu cümleler benzer ifadelerle, biraz değişik şekilde Ebu'd-Derdâ'dan rivayet edilmektedir: "Sizden biri veya kardeşi bir rahatsızlık duyduğun­da şunu okusun, iyileşir: Göklerde olan rabbimiz! İsmin mukaddes ol­sun. Hükümranlığın gökte ve yerdedir. Rahmetim gökte olduğu gibi yer­de de kıl. Kusur ve hatalarımızı bağışla. Sen iyilerin rabbisin. Bu acıya rahmetinden rahmet, şifandan şifa ihsan et."[1011] Görüldüğü üzere, bu ri­vayetin İncil'den alınıp Hz. Peygamber'e nisbet edildiği aşikardır.[1012]

k) Ravi vasıtasıyla hadisin sahih olmadığını tesbit: Hadisçiler ravi-lerle ilgili bir takım bilgileri toplayarak rivayet ettikleri hadislerin sahih olmadığını tesbit etmişlerdir. Bu alanda kullandıkları kriterlerin bir kısmı

.  şunlardır:

ka) Rauinin yalan uydurduğunu itiraf etmesi. Örnek: Yahya b. Maîn, el-Alâ b. Abdirrahman hakkında şöyle der: "Kanaatimce bu zatın en güzel hali, vefat anıdır. Vefat ederken kendisine "Allah'tan mağfire­tini dilemez misin" diye hatırlatmada bulunulunca şöyle dedi: "Allah'ın beni mağfiret etmesini dilerim çünkü ben Ali b. Ebî Tâltb'in faziletiyle il­gili 70 hadis uydurdum."[1013]

kb) Rauinin yalancılıkla tanınması. Zayıf, metruk, mecruh ravilere dair eserler, böylelerinin durumlarının beyan edildiği bilgilerle doludur. Örnek: İsmâîl b. Ebân el-Ganevî: Yahya b. Maîn bu zatın yalancı oldu­ğunu söyler.921

kc) Ravinin ömür olarak yetişemediği kimseden rivayet ettiğinin tesbit edilmesi. Örnek: Abdullah b. İshak el-Kirmânî: Ebû Ali Huseyn b. Ali en-Neysâbûrî anlatıyor: Kirmânî, Muhammed b. Ebî Ya'kûb'tan hadîs rivayet edince kendisine geldim ve kaç yılında doğduğunu sor­dum. [1014] deyince ona dedim ki: "Muhammed b. Ya'kûb el-Kirmânî sen doğmadan dokuz yıl önce vefat etti, bilesin."[1015]

kd) Mezhebinde mutaassıb olduğu bilinen ravinin me'zhebini des­tekleyici rivayette bulunması. Örnek: Ali b. Hâşİm b. el-Berîd (189/805). Bu zatın rivayetinde Hz. Peygamber Hz. Ali'ye şöyle buyu­rur: "Sen bana ilk iman edensin. Kıyamette de benimle ilk musafaha edecek olan sensin. Sen sıddîk-ı ekbersin. Sen hakla batılı birbirinden ayıran fârûksun. Sen ümmetin kraliçe ansısın, mal mülk ise kafirlerin kraliçe ansıdır."[1016]

Ebû Dâvûd (275/888) sika olmakla beraber Şîa taraftarlığı yaptığı­nı[1017], İbn Hibbân da (354/965) onun aşırı derecede Şîa taraftarı oldu­ğunu belirtir.[1018]

ke) Ravinin yaşadığı bir olayın, naklettiği rivayeti uydurduğuna neden olduğunun tesbit edilmesi. Örnek: Sa'd b. Tarif. Seyf b. Ömer et-Temîmî bu zatla ilgili olarak şunu anlatır: "Sa'd b. Tarifin yanmday-ken oğlu ağlayarak okuldan geldi. Babası ne olduğunu sordu. Hocam beni dövdü dedi. Bunu duyunca sinirlendi ve şöyle dedi: "Bugün onu re­zil edeceğim: İkrime bana İbn Abbas'tan merfu olarak rivayet etti: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Çocuklarınızın hocaları en şerlilerinizdir. Onlar yetimlere karşı en az merhametli, fakirlere karşı en sert olanları-nızdır."[1019]

1) Tarihe arz: Hadis münekkidlerinin rivayetlerde zikredilen bilgilerin doğruluğunu tesbit etmek için en çok kullandıkları kıstaslardan ve en ba­şarılı oldukları alanlardan birisi tarihe arzdır. Bu metod sayesinde bir ta­kım hadislerin aslının olmadığı ortaya çıkarıldığı gibi, bir kısmındaki ba­zı bilgilerin tarihi gerçeklere muhalif olduğu tesbit edilmiştir. Tarihe arz­da başvurulan metod, her ne kadar eldeki rivayetlerin birbirleriyle basit karşılaştırmasından ve mukarrer tarihi gerçeklere arzdan ibaret olsa da, pekçok rivayetteki tarihî yanlışın tesbit edilmesinde gösterilen başarı ve gözle görülen emekler takdire şayandır. Hadis münekkidleri -kendi za­manlarına göre- bu alanda yapılabilecek çalışmaların en İyi ürünlerini ortaya koymuşlar, tarihe arz alanında geliştirdikleri yöntemlerin bugün­kü modern tarihle geliştirilmesini bizlere bırakmışlardır.

Biz burada muhaddislerin bu metodu kullanmak suretiyle reddettik­leri bazı rivayetleri misal olarak sunmak istiyoruz: [1020]

 

I-  Tarih Yardımıyla Tenkit Edilen Rivayetlere Örnekler:

1-Fatıma Ne Zaman Doğdu?

 

Birkaç tarîkle gelen aynı mevzûdaki hadisin İbn Abbas varyantında şöyle geçmektedir: "Nebî (a.s) Hz. Fatıma'yı çok öperdi. Hz. Aişe sor­du: "Yâ Nebiyyellâh! Fatıma'yı çok öpüyorsunuz. (Bunun hikmeti ne­dir?)" Nebî (a.s) şöyle cevap verdi: "Mi'râca çıkarıldığım gece cennete girdim. (Cebrâîl) bana cennetin tüm meyvelerinden ikram etti, yedim. Onlardan sulbümde bir su oluştu ve Hadîce Fatıma'ya hamile kaldı. İş­te cennette yediğim bu meyveleri arzuladığımda, Fatıma'yı öpüyorum ve o meyvelerin kokusunu alıyorum."

Ibnu'l-Cevzfnin bu rivayeti değerlendirmesi takdire şayandır: "Bu hadis mevzudur. Alimi bırakın ilme yeni başlayan biri bile bunda şüphe etmez. Bunu nakleden, rivayet ve tarih bilgisi yönüyle cahillerin cahiliy-miş. Çünkü Patıma nübüvvet verilmeden beş yıl önce doğmuştur... İsrâ ise Hadîce'nin vefatından sonra, hicretten bir yıl önce olmuştur. Hem Rasûlullah Medine'ye hicret edince burada on yıl kaldı. Bu mevzu ha­beri rivayet edene göre, Nebi (a.s) vefat ettiğinde Fatıma on yaştan bir­kaç ay fazlaydı. Bu durumda Rasûlullah'tan (a.s) hadis rivayet eden Ha­san ve Hüseyin ne olacak?.."[1021]

Görüldüğü gibi, İbnu'l-Cevzî bu rivayetin mevzuluğunu iki yerden ya­kalamaktadır: a) Hz. Fâtıma nübüvvetten önce doğmuştu. Bu sebeple Hz. Hadîce'nin miracdan sonra ona hamile kalması doğru değildir, b) Bu rivayete göre, Hz. Fatıma Rasûlullah vefat ettiğinde on-onbir yaşla­rında olması gerekir. Oysa onun Hz. Ali'yle evli olduğu ve Rasûlullah za­manında Hasan ve Hüseyin adlı iki çocuğunun olduğu bilinen bir ger­çektir. Bu iki durum rivayetin mevzuluğunu göstermeye yetmektedir. [1022]

 

2-Mescide Kandil Takmak:

 

"Mescide kandil takana yetmişbin melek istiğfar eder. Hasır serene ise şu kadar ecir vardır."[1023]

Bu rivayeti etnografyanın şümulüne girecek bilgiyle değerlendiren ez-Zehebî şöyle der: "Bu hadisin batıl olduğunu anlıyoruz çünkü Hz. Peygamber zamanında mescidde kandil yakılmadı. Hem Rasûlullah böyle birşey söylemiş olsaydı, ashab bu fazileti elde etmek için kosusurdu." [1024]

 

3-Rasûlullah İn Mushafa Bakması:

 

"Cibril'e gözümün ağrıdığından dert yandım. Bana mushafa bakma­mı tavsiye etti." Ibnu'I-Cevzî bunu şöyle değerlendirir: "Hz. Peygam-ber'in zamanında mushaf mı vardı ki ona baksın."[1025]Aynı durum şu ri­vayette de söz konusudur: "Beş şey ibadettendir: Az yemek, mescidde oturmak, Kabe'ye[1026] bakmak, okumaksızin mushafa bakmak, alimin yüzü­ne bakmak." [1027]

 

4-Yüzüncü Yıl Başındaki Meltem:

 

Kıyameti haber veren "yüzüncü yılın başında Allah soğuk ve güzel bir meltem estirecek ve her müminin ruhunu alacaktır" mevzu rivayeti­ni değerlendiren İbnu'l-Cevzî müminlerin varlığını delil getirerek rivaye­ti tekzib eder: [1028]"Bu hadis batıldır, müminlerin varlığı onu yalanlamakta­dır." [1029]

 

5-Hz. Ömer'in Babasını Öldürmesi:

 

Hz. Ömer'in babasını öldürdüğü şeklindeki rivayeti değerlendiren İbn Teymiyye bunu reddeder:[1030] "Bu iddia yalandır; zira Hz. Ömer'in ba­bası bi'setten önce cahiiiyye döneminde ölmüştür." [1031]

 

6-El-Hasanul-Basri Ebû Hureyre'den Hadis Aldı Mı?

 

Ahmed b. Abdillah el-Cuveybârî'nin huzurunda el-Hasan'ın Ebû Hu­reyre'den hadis işitip işitmediği hususunda ihtilaf edilir, O da senediyle birlikte Hz. Peygamber'den "el-Hasan Ebû Hureyre'den işitmiştir" diye bir hadis rivayet eder.[1032] Bunu değerlendiren İbn Arrâk "bu hadisin mevzu olduğu tarihle bilinmiştir" der.[1033] Çünkü el-Hasan Hz. Peygam-ber'in zamanında dünyada yoktu. Bunu Rasûlullah'm gayba dair haber­leri içinde de değerlendirenleyiz zira bu zat hadis uyduran birisiydi.[1034]

Görüldüğü gibi, tbn Arrâk rivayetin mevzuluğunu iki yerinden tesbit etmektedir: a) el-Hasanu'1-Basrî Peygamber zamanında dünyada yoktu. Bu sebeple Hz. Peygamber'in onun için Ebû Hureyre'den hadis işitmiş­tir demesi muhaldir, b) Hz. Peygamber'in el-Hasan'ın adını zikretmesi geleceğe dair haberi olarak ta değerlendirilimez çünkü bu rivayeti akta­ran zat hadis uyduran biridir. [1035]

 

7- Hz. Ali Ne Kadar İbadet Etti.

 

el-Hâkim'in rivayetinde Hz. Ali diyor ki: "Bu ümmetten hiç bir kim-ibadet etmezden önce, Rasûlullah ile beraber yedi yıl Allah'a ibadetim."[1036]

İbnu'l-Cevzî hadisi sened yönüyle tenkit ettikten sonra metin yönüy­le de tenkit eder ve şöyle der: "Bunu batıl kılan hususlardan bir tanesi de Hadîce'nin, Zeyd'in, Ebûbekr'in ilk müslümanlar oluşuna muhalif ol­masıdır. Ayrıca Hz. Ömer nübüvvetin altıncı yılında, kırk kişiden sonra müslüman olmuştur. Bu durumda (Hz. Ali'ye nisbet edilen) bu söz nasıl doğru olur?"[1037]

ez-Zehebî de hadisin batıl olduğunu, çünkü Hz. Peygamber'e vahiy gelmeye başladığı andan itibaren ilk inananların Hz. Hadîce, Hz. Ebû-bekr, Bilal, Hz. Ali'den az bir müddet önce veya sonra İslam'ı kabul eden Zeyd [1038]olduğunu ve bunların Hz. Peygamberle beraber Allah'a iba­det ettiklerini söyler, bu yedi yıl da nereden çıktı diye sorar. [1039]

 

8-Hayber Belgesi:

 

Hadisçilerle tarihçilerin zikrettiği ve "Hayber Belgesi" diye maruf olan haberde şöyle geçer: Yahudilerden bir kısmı Hayberlilerden cizye­nin kaldırıldığına dair, Rasûlullah'ın fermanı olduğunu iddia ettikleri bir vesika çıkarırlar. Belgede şahit olarak bazı sahabilerin, fermanı yazan kişi olarak da Hz. Ali'nin ismi geçmektedir.

Kaynaklarda gördüğümüz kadarıyla bu belgenin sahte olduğunu ilk önce et-Taberî (310/922), daha sonra el-Hatîb (463/1071) ve en ni­hayet İbn Teymiyye (728/1328) delilleriyle birlikte ortaya koymuştur. Aynı belgenin hepsinin önüne gelme ihtimali olmakla birlikte, istinsah edilmiş bir nüshasının gelmesi de mümkündür. Çünkü İbn Kesîr, bu ve­sikanın et-Taberî ve İbn Teymiyye'ye getirildiğinden bahsederken kendişinin de bunu gördüğünü söylemektedir.[1040] Belgenin değerlendin si, tarihi açıdan tenkide güzel bir misal teşkil etmektedir:

a) Olayın et-Taberî'yle ilgili anlatılması:

İbn Kesîr hadisenin ilk önce Muhammed b. Cerîr'in başındanğini aktarır.[1041]

b) Olayın el-Hatîb'le ilgili anlatılması:

Yahudiler böyle bir belge çıkarınca, Halife Kâim bi Emrillah'tn vezi­ri Ebu'l-Kâsım b. Mesleme belgeyi incelemesi için el-Hatîb el-Bağdâ-dfye verir. el-Hatîb'in buna bir göz atmasıyla, "bu belge yalandır" de­mesi bir olur. Vezir nereden anladığını sorunca şöyle cevap verir:

ba)  Burada Muâviye b. Ebî Sufyân'm (60/680) şahid olarak ismi geçmektedir. Oysa Muâviye Mekke'nin fethinde müslüman olmuştur. Hayber'in fethi ise hicrî 7'dir. Muâviye bu vakitte müslüman değildi. Dolayısıyla söz konusu fetihte bulunmamıştır.

bb) Vesikada Sa'd b. Muâz'm (5/626) adı şahid olarak geçmektedir. Halbuki o daha önceleri Hendek savaşında, Benû Kurayza gününde ko-iundaki damardan vurularak şehid olmuştur.[1042] Hendek savaşı İse Mek­ke'nin fethinden İki yıl önce gerçekleşmiştir.

el-Hatîb'in verdiği bu cevaplar vezirin çok hoşuna gitmişti.[1043]

İbnu'İ-Kayyım ise el-Hatîb'ten nakille bu vesîkadaki yanlışlıkları şpy-lece sıralar:

ba)  Vesikada Sa'd b. Muâz'ın şehadetinden bahsediliyor. Oysa Sa a daha önce' Hendek savaşında şehîd düşmüştür.

bb)  İçinde 'bunu yazan Muâviye b. Ebî Sufyân' diye geçmektedir. Oysa Muâviye daha sonra Mekke'nin fethinde müslüman olmuştur.

be) O vakitler cizye ayeti nazil olmamıştı, sahabe de Araplar da ciz­yenin varlığından haberdar değildiler. Cizye ayeti Tebûk yılından sonra nazil oldu ve Rasûlullah bunu ilk olarak Necrân hristiyanları ile Yemen yahudilerine uyguladı. Medine yahudilerinden ise cizye alınmadı çünkü onlar bu ayetin nüzulünden önce Hz. Peygamber'Ie musâlaha etmişler­di. Daha sonra (anlaşmayı bozdukian için) Hz. Peygamber onların bir kısmını Öldürdü, geri kalanlarını da Şam ve Hayber'e sürdü. Hayberliler de Hz. Peygamberle cizyenin farziyetinden önce anlaştılar. Cizye ayeti nazil olunca eski anlaşma üzerine devam ettiler. Cizye daha önce Hz. Peygamberle musâlaha etmemiş kimselere uygulandı.

bd) Vesîkada Rasûluilah'ın onlardan ağır iş ve ücretsiz çalışmayı kal­dırdığı zikredilmektedir. Oysa Hz. Peygamber zamanında ağır iş yükle­me, ücretsiz veya ucuza çalıştırma hadisesi yoktu.

be)  Hz. Peygamber Hayberlilerle bir anlaşma yapmamış bilakis size dilediğimiz uygulamayı yaparız buyurmuştu. Kendilerine  sürekli emân verilmiş zimmîlere konan cizyeyi böyle emânİarı olmayan Hayberliler-den nasıl kaldırmış olsun ki?

bf)  Bu kadar önemli bir olay, çok kimsenin rivayet etmesi gereken hadiselerdendir. Öyleyse ashab, tâbiûn ve hadis imamları değil de ne­den sadece yahûdîler bunu biliyorlar ve rivayet ediyorlar.

bg)  Hayberliler kendilerinden cizyenin kaldırılmasını gerektirecek hayırlı bir iş yapmadılar. Bilakis Allah'ın dinine ve Rasûlü'ne savaş aç­mış, onunla ve ashabıyla savaşmış, Allah Rasûlü'nü zehirlemeye çalış­mışlardır.

bh) Nebî (SAV) kendisiyle savaşmayan ve düşmanlık yapmayan Nec-rânlılar, Yemenliler ve diğerlerinden bile cizye almışken; düşmanlık, kü­für ve inadlarında aşın giden Hayberlilerden niçin almayacaktı? Bilakis cizyelerinin artırılmasını hak etmişlerdi.

bı) Şayet Nebî (SAV) onlardan cizyeyi kaldırmışsa, demek ki onlar hal olarak kafirlerin en iyilerindendiler. Oysa Rasûluilah'ın onları yurtla­rından sürdüğünü görüyoruz.

bi) Eğer söyledikleri doğru olsaydı ashâb, tâbiûn ve fukahânın tama­mı bunun hilafına icmâ etmezlerdi. Oysa hiçbiri Hayberlilere cizye ge­rekmez dememişlerdir. Bilakis Hayberfilerle diğerlerinin cizye açısından eşit olduklarını, bu vesikanın asılsız olduğunu söylemişlerdir.[1044]

c) Olayın İbn Teymiyye ile ilgili anlatılması:

Ayrıntıda biraz farklılıklar bulunan rivayete göre, 701/1301 yılında Hayber yahudileri Hz. Peygamber'in kendilerinden cizyeyi kaldırdığını iddia ettikleri bir vesika ile gelirler. Vesikanın altında bunu yazanın Mu-âviye, şahidin de Sa'd b. Muâz olduğu yazılıdır. Fukaha çeşitli yönlerden vesikanın uydurma birşey olduğunu anlar. İbn Teymiyye de (728/1328) vesikadaki yanlışlıkları ortaya koyar. Onlar da tekrardan cizye ödemeyi kabul ederler.

İbn Kesîr vesikanın uydurma oluşunun bir alameti olarak ta şunu ek­ler: "Vesikada 'yazan Alî b. Tâlib'[1045] ifadesi geçmektedir. Bu hatadır, böyle bir ifade müminlerin emiri Hz. Ali'den çıkmaz.[1046] Çünkü nahiv ilmi Ebu'l-Esved ed-Duelî vasıtasıyla ona dayanmaktadır." [1047]

 

9-Muâz'in Oğlu Ne Zaman Vefat Etti?                                  

 

Abdurrahman b. Ganm anlatıyor: "Oğlunu kaybettiğinde Muâz b. Cebel'i görmüştüm. Çok üzüntülüydü. Durumu Hz. Peygamber'e ula­şınca ona şu mektubu yazdı: 'Bismillâhirrahmanirrahîm. Allah'ın rasûlü Muhammed'den Muâz b. Cebel'e. Sana selam olsun. Kendisinden baş­ka ilah olmayan Allah'a sena ederim. Allah ecrini kat kat versin, sabır­lar ihsan etsin. Hem bizleri hem de sizleri her halinde şükredenlerden eylesin. Bizler, ailelerimiz, mallarımız, çocuklarımız Allah'ın bizlere he­diyeleri ve emanetleridir. Allah takdir ettiği ömür müddetince onlardan istifade ettirir. Mahdut zamanın dolmasından sonra emanetleri alır..."[1048]

Ebû Nuaym bu ve benzeri diğer rivayetlerde geçen tarihe aykırı hu­susa dikkat çeker ve gerçeği açıklar: "Bu rivayetlerin tamamı zayıftır, sa­bit değildir. Zira, Muâz'ın oğlunun vefatı Hz. Peygamber'in vefatından birkaç yıl sonra idi. Mektubu yazan aslında bir sahabi idi. Ravi yanılarak bunu Hz. Peygamber'e nisbet etmiştir." [1049]

 

10-Hz. Âişe Rasûlullah'la Ne Zaman Evlendi?

 

Hz. Âişe'nin peygamberimizle evlenmesi hususunda Ebû Hurey-re'den şöyle bir hadis rivayet edilir: "Hz. Peygamber Mekke'den hicret edip saçı başı toprak içinde Medine'ye geldiğinde, yahudiler ona pekçok sorular sormaya başladılar. Hz. Peygamber de Allah'ın Iütfuyla bunlara hakkıyla cevaplar verdi. Hanımı Hadîce Mekke'de iken vefat etmişti. Hz. Peygamber Medine'ye gelince, burayı kendisine yurt edindi ve

evlenmek istedi. Medinelilere 'beni evlendirin' buyurdu. Cibril de ona 'cennetten bir karış genişliğinde, iki zira' uzunluğunda bir bez getirdi.

Bezde gözlerin görmediği güzellikte bir resim vardı. Cibril bezi açtı ve"ey Muhammed! Allah Teâlâ bu resimdekiyle evlenmeni emir buyuru-;: r yor" dedi. Hz. Peygamber ona "ey Cibril! Bu resimdeki gibi birini ne reden bulayım" diye çaresizliğini bildirdi. Cibril ona şöyle dedi: "Allah senin Ebûbekr es-Sıddîk'ın kızıyla evlenmeni emir buyuruyor." Bunun üzerine Hz. Peygamber Ebûbekr'in evine gitti ve kapısını çaldı. Sonra şöyle buyurdu: "Ey Ebûbekr! Allah benim seninle hısım olmamı emir buyurdu." Ebûbekr'in üç kızı vardı, onları Hz. Peygamber'e gösterdi.

Rasûlullah da şöyle buyurdu: "Allah benim şu kızla evlenmemi emir buyurdu." Gösterdiği kız Âişe idi ve onunla evlendi."

İbnu'I-Cevzî bu rivayetle ilgili olarak şöyle der: "Bunu uyduranın ilmine kadar da kıtmış! Çünkü Rasûlullah Hz. Âişe ile Mekke'de evlenmiştir. O vakitler ise   Ebûbekr'in üç kızı yoktu. Esma ve Âişe dışında kızı yoktu. Ummu Kulsûm adlı kızı ise Hz. Ebûbekr'in vefatından sonra doğmuştur."[1050]

Ibnu'l-Cevzî bu rivayeti iki noktadan tenkit etmektedir: a) Rivayete bakılacak olursa, Hz. Peygamber Hz. Âişe'yle Medine'de evlenmiştir.

Oysa Mekke'deyken onunla evlendiği mukarrer bir bilgidir, b) Rivayette, Hz. Ebûbekr'in üç kızını Rasûlullah'a gösterdiği zikredilmektedir. Oysa Hz. Ebûbekr'in üçüncü kızı vefatından sonra dünyaya gelmiştir. [1051]

 

11-İsrâ Ne Zaman Gerçekleşti?

 

Şerik b. Abdillah b. Ebî Nemir, Enes b. Mâlik'ten isrâ hadisini şöyle aktarır:  "Hz. Peygamber vahiy gelmeden önce Mescid-i HarânVda '  uyurken kendisine üç kişi gelmiş..."[1052]

Bu rivayete göre isrâ hadisesi Hz. Peygamber'e nübüvvet verilmeden önce gerçekleşmiştir. el-Hattâbî, İbn Hazm, Kâdî Iyâz, en-Nevevî, İbn Kesîr gibi alimler hadisteki bu kaydı kabul etmemişlerdir.[1053]

Hadisi rivayet eden Müslim de rivayetin ardından Serik'ten kaynak­lanan hatalara dikkat çekerek şöyle demiştir: "Hadiste bazı takdim ve tehirler ile ziyade ve noksanlıklar söz konusudur." Müslim şârihi en-Ne­vevî de Şerik'in rivayetinde vehimler olduğunu, bunlardan birisinin de isrâyı nübüvvetten önce göstermesi olduğunu söyler. Alimlerin namazı^ \ isrâ gecesi farz kılındığında icmâ ettiklerini, bu durumda vahiy gelmeden önce namaz nasıl farz kıhnabilir diye de sorar.[1054]

Konumuzun başında arz ettiğimiz gibi, hadis münekkidleri bir takirİ rivayetlerde geçen ayrıntıların tarihi gerçeklerle çeliştiklerini tesbit etj-mişlerdir.[1055] Onların bu tesbitleri, bazı hadislerde, tarihi gerçeklerle çdL lisen bilgilerin bulunabileceğini göstermesi açısından önemlidir. Güvenir iir hadis kitaplarında bu türden hataların yer alması, musanniflerinin yo­ğun hadis etüdleri içerisinde rivayetleri muhteva açısından fazla tahlile tabi tutamamalarına bağlanabilir. Aynı konuda birbirlerine zıt hadislerin bulunmasının bir sebebi de budur. Senedlere karşı son derece titiz tavır sergilenirken, metinlerin diğer delillerle karşılaştırılmasına, özellikle de tarihi bilgilerle mukayese edilmesine yer verilmemiştir. Yer yer hadis ki­taplarında bu türden bilgilere rastlanması, eser sahiplerinin bu konuya özel olarak eğildiklerinden değil, aynı konudaki hadisleri biraraya geti­rirken rastlanan farklı rivayet sebebiyledir. Burada hadis musanniflerini bir derece mazur görmemiz mümkündür. Çünkü her hadis üzerinde muhteva açısından tek tek uğraşmaları durumunda, tasnif atta bu dere­ce başarılı olamayacakları aşikardır. Böyle bir uğraş, Özellikle teşrîyle ve kelamla ilgili rivayetlerde hadisleri çeşitli prensipler ışığında tahlil etme­yi gerektireceğinden, hadis kitapları asli hüviyetlerini kaybedebilecekler­di. Hadisçiler bu etüdlerini hadis kitaplarına almasalardı bile, bu uğraş zaman kaybetmelerine neden olacak, belki bir e/-Buhdrf deki hadis sa­yısı şimdikinden oldukça az olacaktı. Aynı durum diğer hadis kitapları için de söz konusudur. Bu sebeple onlar sened ağırlıklı olmak üzere koy­dukları prensiplere uyan hadisleri kitaplarına almışlar, sened yönüyle gösterdikleri çabayı metinler için de gösterememişlerdir. Bu alandaki gayretleri senede göre aşağı seviyede kalmıştır. Dolayısıyla, sened açı­sından yoğunlaştıkları hadisleri sahih gördüklerinde, metin açısından aynı titizlikle tahlil edemediklerinden, sahih kabul ederek eserlerine al­mışlardır. Bir anlamda bunların tahlillerini başkalarına bırakmışlardır.

Hadis tenkidçilerinin rivayetlerdeki bu tür hatalara vakıf olmaları ise rivayetleri ayrı ayrı tahlil etmelerinden, diğer delillerle karşılaştırmaların­dan, en önemlisi de diğer ilim dallarıyla da meşgul olmalarından kay­naklanmaktadır. İbnu'l-Cevzî ile ez-Zehebî'nin bu başarısı aynı zamanda tarihle de yoğun olarak meşgul olmalarındandır. Dolayısıyla, musannif­lerin kitaplarına aldıkları bir kısım rivayetlerdeki tarihi hatalar münek-kidlerce büyük oranda tesbit edilmiştir, diyebiliriz.

Bununla beraber, tarih açısından hadis ilminin beklediği derli toplu ciddi çalışmalara ve geliştirilecek metodlara ihtiyaç vardır. Tarih yardı­mıyla hadis kitaplarında yer alan rivayetlerin -mümkün olduğunca- tarih sırasına göre sıralanmasına, tarihi gerçeklere aykırılık arz eden bilgile­rin ayıklanmasına, Hz. Peygamber'in hayatında geçen bazı olayların ta­rihi süreç içinde bulunmaları gereken yere oturtulmalarına, bir kısım ayetlerin nüzul tarihleriyle ilgili problemlerin kaldırılmasına ihtiyaç var­dır.

Aşağıda hadis kitaplarımızda yer alan bazı rivayetlerdeki hatalar, ta­rihin şahitliğiyle tesbit edilmeye çalışılacak, bilginlerin değerlendirmele­ri sunulacaktır. Bu bir anlamda hadisleri tarihin şahitliğine sunmanın za­ruretini gösterirken, diğer taraftan da musanniflerin hatadan beri olma­dıklarını ortaya koyacaktır. [1056]

 

Iı-Şam Yolculuğu:

 

et-Tirmizî'nin Abdurrahman b. Gazvân > Yûnus b. Ebî İshâk > Ebû-bekr b. Ebî Mûsâ > Ebû Mûsâ ef-Eşarî tarikiyle naklettiği rivayette, Ebû Tâlib'in Kureyşlilerle birlikte Şam'a doğru çıktığı ticaret yolculuğunda, Hz. Peygamber'i de beraberinde götürdüğü geçer. Bu yolculuk esnasın­da bir rahiple karşılaşırlar... Rivayet şöyledir:

Ebû Tâlib Şam'a ticarete çıktı. Hz. Peygamber de Kureyş'in ileri ge­lenleri ve amcasıyla beraber çıktı. Rahibin oraya vardıklarında, konak­ladılar ve hayvanların palanlarını çözdüler. Bu esnada rahip yanlarına geldi. Daha Önceleri ona uğrarlardı ancak yanlarına gelmez, onlarla il­gilenmezdi. Hayvanların palanlarını sökerlerken rahip aralarında gezin­meye başladı, gelip Rasûlullah'ın elini tuttu ve şöyle dedi: "Bu alemle­rin efendisidir. Bu alemlerin rabbinin rasûlüdür. Allah onu alemlere rah­met olarak gönderecektir." Kureyş'in bazı ileri gelenleri "nereden bili­yorsun" diye sordular. O da şöyle dedi: "Sizler tepeden bu tarafa seğirt­tiğinizde bütün ağaç ve taşlar secdeye kapandı. Oysa onlar, sadece bir peygamber için secdeye kapanırlar. Ayrıca ben onu omuz kıkırdağının altında elma gibi duran peygamberlik mühründen de tanırım." Rahip daha sonra döndü ve onlara yemek hazırlayıp getirdi. Hz. Peygamber o an develerle ilgileniyordu. Rahip "onu da çağırın" dedi. Hz. Peygam­ber kendisini gölgelendiren bir bulutun altında geldi. Topluluğa yaklaş­tığında, onların kendisinden önce ağacın gölgesinde oturduklarını gör­dü. Hz. Peygamber oturunca, ağacın gölgesi onun üzerine yöneldi. Ra­hip "ağacın gölgesine bakın! Onun üzerine yöneldi" dedi. Rahip yanla­rında durup, "Rumlar görürlerse tanırlar ve Öldürürler, bu sebeple Rum diyarına götürmeyin" diye ısrar edip durdu. Bu esnada Rum tarafından yedi kişinin geldiğini gördü. Onları karşıladı ve "niçin geldiniz" diye sor­du. "Şu peygamber bu ayda çıkacak diye geldik. Her tarafa adam gön­derildi. Onun haberi bize de getirildi ve senin bu yola gönderildik" de­diler. Rahip "arkanızda sizden daha hayırlı (fazla bilgi sahibi) kimse var mı" diye sordu. Onlar "bize sadece, onun senin bu yolda olduğu haber verildi" dediler. Rahip onlara "Allah'ın yapmayı murad ettiği bir işi her­hangi bir insanın engelleyebileceğini düşünebilir misiniz" diye sordu. Onlar "hayır" cevabını verdiler. Sonra ona beyat edip, birlikte bekleşti-ler. Rahip bilahere (Kureyşlilere dönerek) "Allah için söyleyin, bunun velisi hanginiz" diye sordu. Onlar "Ebû Tâlib'tir" dediler. Rahip ısrarla Hz. Peygamber'i göndermesini istedi, O da geri dönderdi. Ebûbekr de BilaPi onun yanına kattı. Rahip Hz. Peygamber'e azık olarak kurabiye, (katık olarak) zeytinyağı verdi."[1057]

Görüldüğü gibi bu rivayette Hz. Ebûbekr'in Bilal'ı Hz. Peygamber'in yanına katarak geri gönderdiği geçmektedir.

Ebu Nuaym'ın et-Tirmizî tarikiyle naklettiği bir varyantta Ebûbekr is­mi geçmez. İbare şöyledir: "Rahip ısrarla Hz. Peygamber'i gönderme­sini istedi. O da Bilal'ı yanına katıp geri gönderdi. Rahip Hz. Peygam­ber'e azık olarak kek, (katık olarak) zeytinyağı verdi."[1058]

İbnu'i-Esîr'in Rezîn'den senedsiz naklettiği rivayette, Hz. Ali babası Ebû Tâlib'den şöyle dediğini nakleder: "Rahip ısrarla onu göndermemi istedi. Ben de birkaç kişiyle beraber onu gönderdim. Bilal de onların içindeydi. Rahip ona azık olarak kek, (katık olarak) zeytinyağı verdi."[1059] Bu rivayette de Ebûbekr ismi geçmez.

Biz burada, Hz. Ebûbekr ile Bilal'ın bu yolculukta bulunmalarını ta­rihi açıdan değerlendirmeye tabi tutacağız. Tahlilimizde et-Tirmizî riva­yetinden hareket edeceğimiz için değerlendirmelerimiz de bu merkezde olacaktır. [1060]

 

A-Rivayetîn Tahüü:

1-Rasûhıllah'ın Bu Seyahat Esnasında Kaç Yaşında Olduğu:

 

Rivayeti sağlıklı değerlendirebilmek İçin, Rasûlullah'ın bu yolculukta kaç yaşında olduğunu tesbit etmemiz gerekmektedir:

Kaynaklar, Rasûlullah'ın bu yolculukta kaç yaşında olduğunda ihtilaf etmekle birlikte, ortak olan nokta Hz. Peygamber'in çocuk olduğudur. Değerlendirmelerin dört grupta toplandığını görüyoruz:

a)  9 yaşında idi.[1061]

b)  10 yaşında idi.[1062]

c)  12 yaşında idi.[1063]

d)  13 yaşında idi.[1064]

 

2-Bu Sırada Hz. Ebûbekr (13/634) Kaç Yaşında Olduğu:

 

Kaynaklar Hz. Ebûbekr vefat ettiğinde altmışüç yaşında olduğunu söylerler. Hz. Peygamber de altmışüç yaşında vefat etmişti. Hz. Ebû­bekr'in kendisinden sonra iki küsur yıl yaşadığı düşünülürse, Hz. Pey-gamber'den ikibuçuk yaş küçük olduğu anlaşılır.[1065] Bu durumda Hz. peygamber bu yolculukta kaç yaşında idiyse Hz. Ebûbekr ondan ikibu­çuk yaş küçük idi demektir. İbn Kesîr dokuz veya on yaşında olduğunu söyler.[1066] Biz Rasûlullah'ın 13 yaşında olduğunu kabul etsek, Ebûbekr en iyi ihtimalle onbir yaşında İdi. [1067]

 

3-Bilal Bu Esnada Doğmuş Muydu?

 

Kaynaklara baktığımızda Bilal'in vefat tarihi hususunda oldukça fark­lı tarihlerle karşılaşmaktayız:

a) Bilal kaç yılında vefat etti:

aa)  17 yılında.[1068]

ab)  18 yılında.[1069]

ac)  20 yılında.[1070]

ad)  21 yılında.[1071]

ae) 25 yılında.[1072]

b)  Bilal kaç yaşında vefat etti:

ba) Altmış küsur yaşında.[1073]

bb) Altmışüç yaşında.[1074]

be) Yetmiş yaşında.[1075]

Bu haberler içinden onun 17 yılında, yetmiş yaşında vefat ettiği ri­vayetlerini kabul ettiğimizde ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: Hz. Ebû-bekr 13 yılında altmişüç yaşında vefat etmişti. Bilal 17 yılında yetmiş yaşında vefat ettiğine göre, Hz. Ebûbekr'den dört yaş büyüktü demek­tir. Bu durumda yolculuk sırasında Hz. Ebûbekr en iyi ihtimalle on ya­şında ise, Bilal de ondört yaşında idi. Ancak Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî'nin beyanına göre Hz. Ebûbekr'in torunlarından Şuayb b. Talha, onun Hz. Ebûbekr'le aynı yıl doğduğunu söylemiştir.[1076] Keza bir diğer torunu Saîd b. Talha'dan da aynı şey nakledilmiştir.[1077] Bu durumda yi­ne 17 yılında vefat ettiğini kabul etsek 67 yaşında vefat etmiş olmakta, yolculuğa katılmışsa, o da Hz. Ebûbekr gibi 10 yaşında İdi demektir.[1078]

Rivayeti inceleyenler yolculuk tarihinde Bilal'ın henüz dünyaya gel­memiş olduğunu söylerler. Biz bunu kabul etmeyip, hep müspet tarafın­dan bakarak kendi söylediğimizi kabul etsek bile problem yine hallolma-maktadır. Çünkü Hz. Ebûbekr, Bilal'i tevhid inancı sebebiyle müşrikler-ce azaba uğradığı zaman satın almış ve azad etmişti. Bu seyahat esna­sında yanlarında yoktu. Satın alma ise nübüvvetten sonraki hadisedir. Dolayısıyla Bilal'in bu yolculukta bulunması mümkün gözükmemekte­dir. [1079]

 


B-Hadise Yöneltilen Tenkidler:

 

Hadisin tariklerinden yaptığımız nakiller, rivayette geçen bir takım bilgilerin (hatta rivayetin) kendisinin sıhhati hususunda istifhamların oluşmasına sebebiyet vermektedir. Nitekim öteden beri bir kısım hadis-çi ve tarihçiler, muhteva açısından bu rivayeti tenkide tabi tutmuşlardır. Rivayet üzerinde düşünüldüğünde, sahih kabul edebilmek için, ikna edi­ci cevaplar bekleyen sorulardan birkaçı şunlardır:

1-Hz. Ebûbekr'in Bilal'i Hz. Peygamber'in yanına katmasının im­kansızlığı: Rivayetlerde görüldüğü gibi, Hz. Ebûbekr bu yolculuk sırasın­da en iyi ihtimalle onbir yaşında idi. Bu durumda bir çocuğun efendilik yapıp kölesini göndermesi nasıl mümkün olur, hem de onu henüz satın almamışken.

Rivayeti değerlendiren İbn Seyyidi'n-Nâs (734/1347) şöyle söyler: "Bu hadisin metninde nekaret vardır, o da Hz. Ebûbekr'in Hz. Peygam­ber ile birlikte Bilal'i göndermesidir. Bu nasıl olacak ki, Ebûbekr o va­kitler on yaşına varmamıştı çünkü Rasûlullah Ebûbekr'den iki yaştan da­ha fazla büyüktür. Aynca Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî ve başkalarının söylediğine göre, Rasûluliah bu yolculuk sırasında dokuz yaşında, diğer başkalarına göre de oniki yaşındaydı. Bunun yanında Bi­lâl, Hz. Ebûbekr'in eline, bundan otuz yıldan daha fazla bir süreden son­ra geçti. Kendisi Benû Cumah elinde idi. Allah için İslam uğrunda ezi­yetlere uğrayınca Ebûbekr ona acıdı. Kurtarmak için satın aldı. Bu ri­vayet meşhurdur."[1080]

Hadise aynı zaviyeden yaklaşan ez-Zehebî'nin ifadeleri ise daha ağır­dır. O, rivayetin sıhhati hususunda ciddi endişeler taşımaktadır. Bu te­reddüdünü verdiği başlıkla dile getirir: "Eğer sahihse Hz. Peygamber'in. amcasıyla yolculuğu." Rivayetin sonunda ise munker bir hadis olduğu-j nu dile getirir: "Bu hadis gerçekten munker bir hadistir. Rasûlullah'tanj ikibuçuk yaş küçük olan on yaşındaki Ebûbekr'in burada ne işi var? Ke-; za bu vakitte BüaPin burada ne işi var? Çünkü Ebûbekr onu nübüvvet-! ten sonra satın almıştı. Hem o vakitler Bilal henüz doğmamıştı ki! Ay-j rica, Rasûlullah'in başında gölgesi var idiyse, ağacın onu gölgelendir-j mek için üzerine uzanması nasıl düşünülebilir? Çünkü böyle bir durum-j da, bulutun gölgesi Rasûlullah'm altında konakladığı ağacın gölgesini' yok eder.[1081] Ayrıca Hz. Peygamber'in Ebû Tâlib'i rahibin sözleriyle bîr-; likte andığını hiç görmedik. Kureyşliler de, beraberindeki yolcular da; bundan bahsetmemiştir. Oysa böyle şeyleri anlatmaya merakları ve ar-] zuları çoktu. Böyle birşey olmuş olsaydı bu olay aralarında son derece! şöhret bulurdu. Ayrıca Hz. Peygamber'in içinde nübüvvete hazır bir] duygu kalır ve Hira mağarasında ilk vahiy geldiğinde hayrete düşmez,] Hadîce'ye koşarak aklından endişe etmez, kendini atmak için dağlarınj tepelerine çıkmazdı. Aynı şekilde, bu durum Ebû Tâlib'i korkutmuş ve; onu geri göndermesinde etkili olmuş ise, Hz. Peygamber daha sonra nasıl oluyor da rahat bir şekilde Hadîce adına ticaret yolculuğuna çık­mıştır. Hadiste çeşitli fırka mensuplarının sözlerine benzer munker lafız­lar da vardır."[1082]

İbn Kesîr de (774/1372) Hz. Ebûbekr ile Bilal'ın bu seyahatta bu­lunmalarının garip olduğunu söyler.[1083]

İbn Hacer de (852/1448) bu ibarenin başka bir hadisten katıştırıl-mış/idrac edilmiş olabileceğini, bu durumun ravilerden birinin hatasın­dan kaynaklanmış olma ihtimalini söyleyerek üzerinde durduğumuz hu­susa dikkat çeker.[1084]

el-Mubârekfûrî de benzer yaklaşımı sergiler: "Bu hadiste Hz. Ebû­bekr ve Bilal'in zikredilmesi mahfuz değildir, alimlerimiz bunu vehm say­mışlardır. Durum gerçekten de böyledir. Çünkü Hz. Peygamber'in o va­kitler yaşı 12 İdi. Ebûbekr ise ondan iki yaş küçüktür. Bilal ise muhte­melen o vakit dünyada yoktu."[1085]

Bazı rivayetler ise Hz. Ebûbekr ile Bilal'i zikretmezler. Bu noktada tarihi gerçeklerle Örtüşürler:

a) el-Bezzâr'm Musnecf inde amcasının beraberinde Bilal'i gönderdi­ği zikredilmez, bir kişiyi gönderdi ifadesi geçer.[1086]

b) Siyer ve tabakat kitaplarındaki bazı rivayetlerde, Ebû Tâlib'in Ra-sûlullah'ı kendisinin geri getirdiği zikredilir.[1087]

c) İbn Âiz bu rivayeti Megdzî'sinde zikretmiş, Ebûbekr Bilal'i yanına katıp geri gönderdi diye başlayan kısımdan İtibaren sonuna kadar olan kısmı nakletmemiştir.[1088]

2-Rahibin kafiledekilere anlatmasına göre, Hz. Peygamber kafileyle beraber tepeyi aştığında bütün taşlar ve ağaçlar secdeye kapanmışlar­dır. Keza hadiste Rasûlullah'ın kendisini gölgelendiren bir bulutun altın­da yürüdüğü, ağacın altına oturduğunda ağacın gölgesinin insanların üzerinden Rasûlullah'ın üzerine kaydığı zikredilmektedir. Ayrıca rahip Hz. Peygamber'in son rasûl olduğunu anlamış[1089] ve Hz. Peygamber'in sırtındaki nübüvvet mühründen bahsetmiştir. Rahip Hz. Peygamberle ilgili konuşurken, çıkacak son peygamberin yolda bulunduğunu tesbit eden yedi Rum da oraya gelmişlerdir. Tüm bu bilgiler Hz. Peygamber'in son peygamber olacağını ayan beyan ortaya koymaktadır.

Burada, Rasûlullah'ın peygamberliğine dair bu kadar olağanüstü du­rumlar meydana geliyor da[1090] yolculuğa katılanlardan hayatta kalanlar ve Ebu Talib neden davet sırasında İslam'ı kabul etmemiştir diye bir so­ru akla gelmektedir. Hem Rasûlullah dini tebliğe başladığı zaman bu ka­dar sıkıntı ile niçin karşılaşmıştır? Bu kadar harika halleri görülen bir in­sana niçin hemen itaat etmemişlerdir? Ayrıca bu muhteşem olayları gö­renlerin en azından Mekke'ye dönünce bütün ahaliye olanları anlatma­ları ve Rasûlullah tebliğe başlayınca zaten kabule hazır olan büyük bir kitlenin birden İslam'ı kabul etmesi gerekmez miydi? Rivayeti değerlen­diren muasır el-Gazâlî şöyle söyler: "Bahîra kıssası sahih olsun veya ba­tıl olsun, kesin olan birşey vardır ki, bu kıssa geriye bir iz bırakmamıştır. Hz. Muhammed de rahibin kelamına bakarak peygamberliği bekle­yip hazırlığa başlamamıştır. Yolculuğa katılanlar da aralarında bu olayı müzakere etmemişler ve etraflarına yaymamıjardır. Olmadığını tercih ettirircesine olay, olmamış gibi kapandı gitti."[1091]

3-Bu kadar harikulade halleri yaşayan Hz. Peygamber Hira'da ilk vahye muhatab olduğunda neden şok oldu? Önceden bazı halleri yaşa­mış birisi olarak neden şaşırdı?

4-Rahip Hz. Peygamber'e zarar verilmesinden, tanınmasından kor­karak geri çevrilmesini sağlamıştı. Oysa Hz. Peygamber daha sonra Hadîce adına ticaret kervanları düzenleyip, bizzat başlarında bulundu. Bu İkisi nasıl bağdaştırılır?[1092]

5-RasûIullah'ı çocuk yaşta bir papazla irtibatlandirmak, İslam'ı leke­leyip, Rasûluilah'm küçüklüğünden itibaren hristiyanlardan bilgi aldığını ima etmek isteyenlerin bir uydurması olabilir mi?

6-Hadisin senedi: Tesbit edebildiğimiz kadarıyla bu hadis sadece Ab-durrahman b. Gazvân > Yûnus b. Ebî İshâk > Ebûbekr b. Ebî Mûsâ > Ebû Mûsâ el-Eşarî tarikiyle senedle gelmektedir ve tek ravisi Ebû Mû-sâ'dır.[1093] Hadisin metnini verirken değindiğimiz îbnu'I-Esîr'in Rezîn'den naklettiği, Hz. Ali vasıtasıyla Ebu Tâlib'ten gelen rivayete gelince, bu­nun senedi yoktur. Çünkü İbnu'I-Esîr hadisleri eserinde toplarken se-nedlerini zikretmemiştir.[1094] Böylece elimizde tek bir sened kalmaktadır. Bu durumda onu incelemek durumundayız:

Hadisi rivayet eden et-Tirmizî rivayetin ardından bunun hasen garib olduğunu ve sadece bu tarikle geldiğini bildiklerini söyler. el-Hâkim de sahih olduğunu, es-Sahfhayn'ın rivayet etmeyip te şartlarına uyan bir hadis olduğunu belirtir.[1095] tbnu'1-Esîr el-Cezerî de isnadının sahih oiduğunu ve ricalinin es-Sahîhan veya ikisinden birinin ricali olduğunu be­lirtir.[1096] İbn Hacer de senedinin kavi (sağlam) olduğunu söyler[1097] ve ha­disi et-Tirmizî dışında başkalarının da (aynı senedle) rivayet ettiğini be­lirtir.[1098] es-Suyûtî de hadisin sıhhatini ortaya koyan şahid rivayetleri ol­duğunu söyler ve bunlardan birkaçını zikreder.[1099] Biz hadisin ravilerine bakacak olursak:

a)  Abdurrahman b. Ğazvân (207/822): el-Beyhakfnin beyanıyla, hadisin muttasıl olarak kendisinden rivayet edildiği tek insan, Ebû Nûh Abdurrahman b. Gazvân'dır.[1100]

Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, rical alimlerinin bir kısmı onun için si­ka derken, bir kısmı da salih olduğunu, kendisinden rivayette bir beis bulunmadığını söylerler.[1101] Onu Si/cdt'ına alan İbn Hibbân hata ettiğini ve el-Leys vasıtasıyla rivayet ettiği "köleleri dövmeye" dair bir hadis[1102] sebebiyle kalbin kendisinden şüpheye düştüğünü söyler.[1103] ez-Zehebî de sika olduğunu, el-Buhârî ve en-Nesâî'nin hadisiyle ihticac ettiğini ve in­sanların ondan rivayet ettiklerini[1104], hadisleri ezberlediğini ancak mun-ker rivayetleri bulunduğunu belirtir.[1105]

b) Yunus b. Ebî İshâk el-Kûfî (152/770): Muhaddisler bu zatın az da olsa hata yaptığına işaret etmek için sadûk olduğunu söylemişlerdir. Ni­tekim İbn Hacer sadûk olduğunu, az da olsa hata ettiğini belirtir.[1106] Ke­za biraz gafil olduğunu, hadisinin muztarib olduğunu vs. söyleyenler de vardır.[1107]

c)  Ebûbekr b. Ebî Mûsâ el-Eş'arî el-Kûfî: İbn Sa'd onun az hadis ri­vayet ettiğini, zayıf kabul edildiğini söyler.[1108] İbn Hibbân ise Kitâbu's SikÛt'mda zikretmiş[1109], el-İclî de sikadır demiştir. ez-Zehebî de İbn Sa'd dışında onu zayıf kabul eden birisini bilmediğini, sadûk olduğunu belir­tir [1110]

Bu üç zat hakkındaki değerlendirmeler her üçünün de hata ve veh­me düşmüş insanlar olduklarını göstermektedir.

d) Ebû Mûsâ: Bu rivayeti aktaran Ebû Musa'nın aktardığına şahid ol­ması mümkün değildir. Bu hususa temas eden İbn Kesîr, hadisteki ga­riplikler arasında, hadisin sahabe mursellerinden olmasını zikreder. Çünkü Ebû Mûsâ el-Eşarî hicrî yedide, Hayber'in fethi yılında Rasûlul-lah'ın huzuruna gelmiştir.[1111] İbn Kesîr, her halükârda hadisin mursel ol­duğunu belirtir. Daha sonra da şu şekilde izah getirir: Muhtemelen Ebû Mûsâ bunu, Hz. Peygamber'den veya sahabenin büyüklerinden veya-hutta meşhur olduğu için istifâze yoluyla almış olabilir, der.[1112]

Sahabenin murselleri kabul edildiği için, bu noktadan hadise itiraz edilmeyeceği söylenebilir ancak, diğer sorularla birlikte bu da bir istif­ham konusudur.

7-Siyer kitaplarında Ebû Tâlib'in bu yolculuktan dönüşte söylediği iki sayfa tutan bir şiir vardır ki, bunun nasıl zabtedildiğini anlamak müm­kün değildir.[1113]

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: et-Tirmizî'nin bu rivayeti metin açısından tarihle çelişen bilgiler içermektedir. Hz. Ebûbekr'in Bilal'ı Hz. Peygamber'in yanına katıp göndermesi mümkün gözükmemektedir. Ayrıca rivayette, bulutun Hz. Peygamber'e gölge ettiği, ağaçların onu gölgelendirdiği, sırtındaki nübüvvet mührünün rahipçe bilindiği, Bizans­lıların Hz. Peygamber'in yolda olduğunu tesbit ettikleri gibi, adeta Ra-sûlullah'ın nübüvvetini haber veren olağanüstülükler zikredilmektedir. Ancak bu harika hallerin ne Mekkelileri ne de bu yolculukta bulunanla­rı Hz. Peygamber'in nübüvvetine hazırlamadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Rasûlullah nübüvvetini ilan ettiğinde de hiç kimse bu olağanüstü şeyle­ri anarak 'sen zaten şöyle halleri olmuş birisin' diyerek iman etmemiş­tir. Hz. Peygamber'in, bu kadar harika halleri yaşayan biri olarak vah­ye ilk muhatap olduğunda şok olması ise bunların gerçek olmadığını ortaya koymaktadır. et-Tirmizî'deki bu rivayete göre, peygamber olarak geleceği bilinen Hz. Peygamber'in bilahere Hz. Hadîce adına Şam ta­raflarına ticarete gitmesi de rivayetle çelişmektedir. Peygamber'in ra­hiple irtibatlandınlması ise onun bu kültürden beslendiği iddialarına te-yid eder mahiyettedir. Tüm bunlar hadisin mevzu olduğunu göstermek­tedir. [1114]

 

 

Iıı-Ummu Habıbe Hadisi:

 

Müslim'in Abbas b. Abdilazîm el-Anberî, Ahmed b. Ca'fer el-Ma'kı-rî > Nadr b. Muhammed el-Yemânî > İkrime > Ebû Zumeyl tarikiyle naklettiği rivayette İbn Abbâs şöyle der: Müslümanlar Ebû Sufyân'a bakmjyor ve onunla oturmuyorlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber'e dedi ki: "Ya Nebiyyellah! Üç isteğim var. Bunları yerine getirir misin?" Hz. Peygamber "peki" buyurdu. Ebû Sufyân da şöyle dedi: "Yanımda Arabın en iyisi ve en güzeli Ummu Habîbe bnt. Ebî Sufyân (44/664) var. Onu sana vereyim." Hz. Peygamber "olur" buyurdu. Ebû Sufyân "bir de Muâviye var. Onu yanınızda katip yapar mısınız?" dedi. Hz. Pey­gamber de "olur" buyurdu. "Beni de emir yap ki, önceden müslüman-larla savaştığım gibi kafirlerle savaşayım." Hz. Peygamber buna da "pe­ki" buyurdu. Bu hadisi İbn Abbâs'tan rivayet eden Ebû Zumeyl (Simâk b. el-Velîd el-Hanefî) diyor ki: "Eğer bunu Rasûlullah'tan istememiş ol­saydı, ona bunu vermezdi. Zira kendisinden birşey istenildiğinde mutla­ka "evet" cevabını verirdi."[1115]

Rivayete bakıldığında Ebû Sufyân'ın Hz. Peygamber'den üç istekte bulunduğu ve hepsine müspet cevap aldığı zikredilmektedir. Bu üç iste­ğin yerine getirilmesinin tarihî bilgiler ışığında tahlili gerekecektir. An­cak daha başta, en-Nevevî'nin beyanıyla bunun işkâli meşhur hadisler­den olduğunu belirtmekte fayda vardır.[1116]

İbnu'l-Cevzî de (597/1201) bu hadisde raviierden birisinin vehmi söz konusudur, der. Bunun kesin olduğunu, ithamın İkrime b. Ammâr üzerinde toplandığını söyler ve rivayetin tarihi malumatlarla çeliştiğini ifade eder.[1117]

ez-Zehebî de (748/1347) Ebû Sufyân'm kızını Hz. Peygamber'le ev­lendirmek istemesinin sahih olmadığını ancak hadisin Müslim'de yer al­dığını belirtir ve rivayete munkerdir, der.[1118]

Muhammed b. Ali b. Tolon (953/1546) aynı kanaatleri özetleyerek, bu rivayetin tüm siyer ve tarihçilerin, "Rasûlullah onunla bu tarihten çok Önce evlenmiştir" şeklindeki ortak görüşlerine muhalif olduğunu söyler. Hz. Peygamber'in onunla nerede evlendiği hususunda ihtilaf olduğunu ancak cumhurun Habeşistan'da evlendiğinde ittifak ettiklerini söyler.[1119]

b) Bu genel kanaat yanında, Ummu Habîbe'nin Hz. Peygamber'le daha önce evlendiğini gösteren başka deliller de vardır: Mekke'nin fet­hinden önce Hz. Peygamber'le aralarındaki anlaşmayı tazelemek arzu­suyla Medine'ye gelen Ebû Sufyân kızı Ummu Habîbe'nin evine uğrar. Rasûlullah'ın yastığına oturmak ister ancak kızı müşrik olduğu gerekçe­siyle babasını oraya oturtmaz. Aynı şekilde Ebû Sufyân Hz. Peygam­ber'le savaşmaya devam ettiği sıralar, Rasûlullah'ın kızıyla evlendiği haberi kendisine verildiğinde, [1120]"o burnu yere sürçülmeyecek bir kahraman­dır" dediği rivayet edilmektedir. [1121]

 

3-Hadîsi Tevil Edenler:

 

Bazı alimler Hz. Peygamber'in Ummu Habîbe ile daha önce evlen­diğini göz önünde bulundurarak bu rivayeti tevil etme yoluna gitmişler­dir. Getirilen tevilleri üç başlıkta toplamak mümkündür:

a)  Onore edilmek için nikah akdini tazelemek istendiği:

İbnu's-Salâh Ebû Süfyân'ın toplumun önderi ve soylu biri olması ha­sebiyle, kızının rızası dışında evlenmesinin mahcubiyetinden kurtulmak için böyle bir teklifte bulunmuş olabilir, der.[1122] en-Nevevî bunu destek­ler mahiyette "Rasûlullah'ın 'olur' demekle muradının "gerçek bir nikah akdi kıyarak değil de senin arzun yerine gelmesi için böyle birşey olabi­lir" demeyi murad etmiş olabileceğini söyler.[1123]

İbn Hacer de (852/1448) Rasûlullah'ın Ummu Habîbe ile zifafının, babasının müslümanltğından önce olduğunda şüphe olmadığını söyler. Fakat raviierden birinin vehmi ihtimaline yanaşmaz ve bazı alimlerin ni­kah akdini yenilemeyi kasdetmiş olduğunu söylediklerini aktarır.[1124]

b)  Nikah tazeletme ihtimali:

İbnu's-Salâh başka bir ihtimal daha zikreder: Ebû Sufyân, babanın müslüman olmasının kızının nikahını tazelemesi gerektirdiğini düşün­müş olabilir. Zira rızası olmadan kızı evlendiği için nikah akdinin sahih olmadığını sanmış olabilir.[1125]

c) Ravi'nin Ummu Habîbe'nin ismini karıştırmış olabileceği:

Bazı alimler hadisin sahih olduğunu fakat ravisinin isimde hata etti­ğini söylerler ve buna delil olarak da şu hadisi getirirler:

Ummu Habîbe anlatıyor: Kendisi Rasûlullah'a şöyle söyler: "Yâ Ra-sûiallah! Ebû Süfyân'ın kızı olan kardeşimi de nikahlar mısın?" Rasûlul­lah "sen gerçekten bunu istiyor musun?" diye sorar. O "evet, hem senin bir tanen değilim ki! Bu sebeple, bana hayırda ortak olacak olanın kızkardeşim olmasını isterim" deyince, Rasûlullah "ancak bana helal ol­maz" buyurdu.[1126]

Hadisi delil olarak getirenler, iki kız kardeşi aynı nikah altında bulun­durmanın haram oluşunu Ummu Habîbe bile bilmezken Ebû Sufyân'ın bilmemesinin gayet doğal olduğunu ve bu sebeple İkinci kızını teklif et­miş olabileceğini, ravinin ise bu ismi Ummu Habîbe ile karıştırmış olma ihtimalini öne sürerler. Hatta bu kızın künyesinin de Ummu Habîbe ol­duğunu ifade ederler.[1127]

İbnu'l-Kayyım (751/1350) ikinci rivayetle birlikte yapılan yoruma kapıyı biraz aralar gibi olur ve şöyle der: "Şayet hadiste geçen "Rasû­lullah istediklerini ona verdi" ifadesi olmasaydı itiraz edenlerin bu ceva­bı güzel olacaktı. Bu durumda şöyle söylenebilir: "Bu ifade ravinin bir hatası olabilir. Çünkü Rasûlullah istediklerinin bir kısmını vermiş, ravi ise hepsini verdi demiş olabilir. Veya da, hadisi dinleyen kişi verilmesi caiz olan isteklerini verdiğini anlar diyerek mutlak ifade kullanmış ve is­tediklerini verdi demiş olabilir."[1128]

Muhammed b. İbrahim el-Vezîr ei-Yemânîde (840/1436) Hz. Pey-gamber'e verilmesi düşünülen kızın ismi hususunda hataya düşüldüğü­nü, bunun aslında Ummu Habîbe'nin kız kardeşi Azze olduğunu[1129], es-Sahîhayn'da geçtiği gibi Ummu Habîbe'nin bizzat kendisinin kızkarde-şini Rasûlullah'a istediğini,[1130] Hz. Peygamber'in de iki kız kardeşi aynı ni­kâh altında toplamanın haram olduğunu söylediğini belirtir. [1131]

 

4-Hadisin Senedi:                                                                      

 

Yukarıda bir kısım alimlerden aktardığımız nakillerde, gerek İbn Hazm'ın ve gerekse İbnu'l-Cevzf nin hadisin ravisi İkrime b. Ammâr'ı cerh ettiklerini gördük. Ancak bu görüşe katılmayanlar da vardır. Örne­ğin İbnu's-Salâh, İbn Hazm'ı çok cesur olmakla ve büyük alimlere he­men yüklenmekle suçlar. Hiç kimsenin onu mevzu hadis uyduruculu-ğuyla suçlamadığını, bilakis Vekî1 (197/812), Yahya b. Maîn (233/847) gibilerinin tevsîk ettiklerini ve duasının müstecab olanlardan olduğunu belirtir.[1132] Bu iki zıt görüş karşısında hadisi Ebû Zumeyl'den rivayet eden İkrime'nin durumunu incelemek gerekecektir:

Ebû Ammâr, İkrime b. Ammâr el-İclî el-Yemânî (159/776):

a) Sika diyenler: Yahya b. Maîn, el-İclî, ed-Dârekutnî onun sika oldu­ğunu söyler.[1133] Alî b. el-Medînî'nin "İkrime b. Ammâr, arkadaşlarımız nezdinde sika ve sebt birisidir" dediği nakledilmektedir.[1134] Muhammed b. Abdillah b. Ammâr el-Mevsılî de onun hakkında sadece hayır işittiği­ni söyler.[1135]

b) Sadûk diyenler: Bazı hadisçiler bir kısım rivayetlerinde hata ettiği­ni söyleyerek sadûk olduğunu ifade ederler. Örneğin Ebû Hatim sadûk olduğunu, onun hakkında bir beis olmadığını fakat bazan hadislerinde yanıldığını ve tedlis yaptığını söyler.[1136] el-Buhârî, güvenilirliği hususun­da Tdnh'inde sükût ederken[1137], İbn Adiy onun "İkrime'nin Yahya b. Ebî Kesîr'den naklettiği hadisler muztaribtir" dediğini nakleder.[1138]en-Nesâî de el-Buhârî gibi Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayetleri hariç diğerle­rinde beis olmadığını söyler.[1139] İbn Hirâş da sadûk olduğunu ancak ha­dislerinde nekaret olduğunu belirtir.[1140] ez-Zehebî de onun için "hafız, imam, delil olacak rivayetleri nakledenlerden ve güvenilir ravilerden"[1141]demesi yanında, "sadûktur, meşhurdur" der.[1142] İbn Hacer de sadûk ol-.' makla beraber rivayetlerinde hata ettiğini söylemektedir.[1143]

c) Cerh edenler: Ahmed b. Hanbel bu zatın Yahya b. Ebî Kesîr'den naklettiği hadislerin zayıf olduğunu, İyâs b. Seleme'den rivayetlerinin ise sağlam olduğunu belirtir ve bir anlamda sadece bu rivayetlerinin sağ­lam olduğunu ima eder.[1144] Bu telmîh başka bir yerde şu sözüyle açık­ça kendisini gösterir: "İyâs b. Seleme dışmdakilerden rivayeti muztarib-tir."[1145] Ahmed b. Hanbel bir yerde de "hadisleri zayıftır" der.[1146] Dola­yısıyla Ahmed b. Hanbel'in bu zatı cerh ettiği, sadece tek bir raviden ri­vayetlerini muteber saydığı anlaşılmaktadır.

İbn Adiy ondan gelen hadislere güvenme hususunda şart koyar ve şöyle der: "Kendisinden bir sika rivayet ettiği takdirde hadisi mustakîmdir."[1147]

İshâk b. Ahmed b. Halef el-Buhârî de şöyle demektedir: "İkrime b. Ammâr sikadır. Sufyânu's-Sevrî kendisinden hadis rivayet etmiş ve fazi­letli biri olduğunu söylemiştir. Fakat rivayetlerinde çok hata ediyordu ve bazı[1148] insanlardan başkasının kendisine muvafakat etmediği hadisler riva­yet ediyordu." [1149]                                                  

 

5 -Değerlendirme:

 

a) Hadisin ravisi İkrime: Muhaddislerin büyük çoğunluğunun onun sadûk olduğunu, bazı rivayetlerinde hata yaptığını söyledikleri, bir kısım alimin de onu cerh ettiği görülmektedir. Bu durumda ravinin hata ede­bilen, zaman zaman karıştıran biri olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu, hadisi tenkit edenlere tenkide başlamaları için bir haklılık kazandırmakta­dır.[1150]

b) Hz. Peygamber'in Ummu Habîbe ile Ebû Sufyân'm teklifinden önce Habeşistan'da iken evlendiğinde ihtilaf yoktur. Bu kesin ve teva­tür derecesinde bir bilgidir.[1151] Hadisi yorumlayanlar da bu gerçeği ka­bul etmekte, Müslim'in rivayetini ise tevil etmektedirler. Ancak bu tevil­lerin ne derece başanlı olduğunu anlamak için ayrı ayrı tedkikleri gere­kir:

ba) Ebû Sufyân'ın onore edilmek için tekrardan kızını nikahlattırmak istemesi, muhaddislerin ayrıntılarda farklılık arz eden hadislerin arasını bulmak için başvurdukları "mükerrerteşttrme metodu "nun bir yansı­masıdır ve dayanağı yoktur.

Mekke'nin reisi olan birinin evli bir insana, "benim kızımla önceden evlenmiştiniz ancak, bu evliliği olmamış kabul edelim de kızımı sana tek­rardan ben vereyim" demesi makul gelmemektedir. Çünkü böyle birşey onun konumunu yükseltmek yerine alçaltmaya, kendisine gülünmesine bile sebep olabilir. Hele de devlet başkanı ve muzaffer bir komutan olan Hz. Peygamber'den böyle birşeyi istemek asla uygun olamaz. Nitekim İbn Seyyidi'n-Nâs nikahı yenilemek istemiş olabileceği yorumunun ayakta duramayan, yalpalayan bir cevap olduğunu belirtir.[1152]

Ebû Sufyân'ın onore edilmek için nikah tazelemek istemiş olabilece­ği ihtimalini değerlendiren İbnu'l-Kayyım bu ihtimali bir başka zaviye­den kabul etmez: "Hadiste Hz. Peygamber'in onun isteğini kabul edip bu yönde vaadde bulunduğu geçmektedir. Hz. Peygamber vaadinde sâ­dıktır. Ancak hiç kimse onun Ummu Habîbe ile nikahını tazelediğini ri­vayet etmemiştir. Şayet böyle birşey olmuş olsaydı, birer kişinin birbir­lerinden nakliyle de olsa böyle birşey nakledilirdi. Hiç kimse bunu nak­letmediğine göre, nikah tazeleme işi gerçekleşmemiştir."[1153]

bb) Ebû Sufyân'ın, İslam'la şereflenmenin kızının nikahını tazelettir-meyi gerektirdiğini düşünmüş olabileceği yorumu, üstteki mükerrerleş-tirme gayretinin bir başka tezahürüdür. Bu mazereti herhangi bir ma­kul sebebe bağlayarak izah etmek zordur. Çünkü kendi rızası olmadan evlendiği için nikahı tazelemek gerekir düşüncesi aklına gelmişse, Hz. Peygamber'in bunu mutlaka kendisine hatırlatacağını ve "kızını kendi rı­zanla sen ver" diyeceğini düşünmesi gerekirdi.

be) Ravinin Ummu Habîbe ismini kızkardeşininkiyle karıştırdığı ihti­mali makul değildir. Çünkü bu rivayette Hz. Peygamber'in Ebû Suf­yân'ın kızıyla evlenme teklifini kabul ettiği geçmektedir. Eğer bu teklif edilen kızkardeşi olmuş olsaydı, bu dinen haramdır demesi gerekirdi. Nitekim Ummu Habîbe'nin kız kardeşini teklif etmesine karşılık bu ce­vabı vermişti.

Netice itibarıyla, yanıldığı söylenen îkrime b. Ammâr'ın burada hat­ta ettiği barizdir ve "bu açık bir vehimdir."[1154] Bazılarına göre ise, "bu hadis mevzudur ve Müslim'deki üç [1155]mevzu rivayetten birisidir." [1156]

 

B- Hz. Peygamber'in Muâviye'yi Katip Yapması:

 

Kaynaklarımız onu Hz. Peygamber'in katipleri arasında zikretmek­tedir.[1157] Dolayısıyla hadisin bu kısmı tarihî gerçeklerle uyuşmaktadır. [1158]

 

C-Hz.  Peygamberin Ebu Sufyan'ı Emir Olarak Ataması:

 

Ebû Sufyân'ın (31/651) Hz. Peygamber tarafından bir savaş için emîr (komutan) tayin edilip edilmediği tartışılan hususlardan birisidir. Bazıları tarihen bunun sabit olmadığını söyleyerek, hadiste geçen bu bö­lümü de tenkit ederler.

İbn İshâk Rasûlullah'ın onu komutan olarak Menât putunu yıkmaya gönderdiğini ve bu putu yıktığını söyler.[1159] Bununla beraber, İbn Sa'd, Hz. Peygamber Mekke'yi fethettiği zaman bu putu yıkmak için Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî komutasında bir seriyyeyi gönderdiğini söyler.[1160] Yâkût el-Hamevî ise Mekke'nin fethi yılında Rasûlullah'ın Hz. Ali'yi gönderip bunu yıktırdığını ifade eder.[1161] İbnu'I-Kayyım da, "Hz. Peygamber'in Ebû Sufyân'ı emir tayin ettiği bilinmemektedir" demektedir.[1162] İbn Ebi'I-Vefâ el-Kureşî de Ebû Sufyân'ın emirliği hususunda hafızların bir bilgiye sahip olmadıklarını, bununla beraber bu hususta tatminkar ce­vaplar veremediklerini ve taassupkâr gayretlerle yorumlara giriştiklerini söyler.[1163]

Görüldüğü gibi, bu husus netlik kazanmamakta, kesin birşey söyle-nememektedir. Genel eğilimin onun emir olarak atanmadığı yönünde olması işkâle sebebiyet vermektedir.[1164]

Burada bir çıkış yolu aramak için, Hz. Peygamber onu belki savaş­mak için komutan yapmamıştır ancak vali yapmıştır diyebiliriz.[1165] Çün­kü valinin gereğinde düşmanla savaşması söz konusu olabilir, Rasûlullah bu isteğini daha büyüğüyle, vali yaparak karşılamıştır dediğimizde, İbn Teymiyye'nin Rasûiullah'ın Ebû Sufyân'ı Necrân'a vali tayin ettiğini ve vefat ettiği sırada burada vali olduğunu söylemesiyle karşılaşıyoruz.[1166]

Ancak bu da ihtilaflıdır. el-Vâkıdî şunu söyler: "Arkadaşlarımız Hz. Peygamber'in vefatı anında onun Necran valisi olduğunu kabul etmez­ler ve şöyle derler: "Ebû Sufyân, Hz. Peygamber vefat ettiğinde Mek­ke'de idi. O sırada Necrân valisi Amr b. Hazm idi."[1167] İbn Hacer de Ebû Sufyân'ın vali olarak atandığıyla ilgili haberin sabit olmadığını söy­ler.[1168]                                                                                             

Dolayısıyla bu hususta da bir netlik elde edemiyoruz.

et-Tirmizf nin rivayet etmiş olduğu hadiste Enes şöyle der: Hz. Pey­gamber Umretu'l-Kadâ'da[1169] Mekke'ye girdi. Abdullah b. Revâha Önünde şiir söylemekteydi:

Ey kafirler savulun onun yolundan!.. Getirdiği hükümle vurabiliriz sizi!! Öyle ki koparır kelleyi boyundan, Ayırır sevgiliyi çok sevdiği candan!..

Hz. Ömer ona "ey îbn Revâha! Hz. Peygamber'in önünde ve Al­lah'ın hareminde şiir mi söylüyorsun?" deyince, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bırak onu ya Ömer! Çünkü onun şiiri kafirlere oktan daha çok tesir etmektedir."[1170]

et-Tirmizî rivayetin ardından, bu tarikiyle hadisin "hasen sahîh ga-rîb"[1171] olduğunu söyler. Başka bir hadiste de önünde Ka'b b. Mâlik ol­duğu halde[1172] Mekke'ye girdiğinin geçtiğini, bazı hadisçiler nezdinde bu rivayetin daha sahih olduğunu çünkü Abdullah b. Revâha'nın Mute günü şehid edildiğini[1173] Umretu'I-Kadâ'nın ise daha sonra olduğunu söylediklerini aktarır. [1174]

 

Rivayetin Tahlili

 

Bu rivayete bakılırsa Abdullah b. Revâha Umretu'l-Kadâ'da Mek ke'ye girmiştir. Ayrıca et-Tirmizî değerlendirmesinde, bu umrenin Mu te'den sonra olduğunun söylendiğini aktarmaktadır.

l-Umretu'l-Kadâ'nın yılı:

Eserlerimiz umrenin tarihini  Zi'lka'de/629 Mart olarak vermektjfe[1175]

2-Mute savaşının tarihi:

Mute savaşı 8 Cemâziyelewel/629 Ağustos-Eylül tarihlerinde yadilmıştır.[1176]

3-Abdullah bir Revâha'nın vefat tarihi:

Kaynaklar Abdullah b. Revâha için Mekke'nin fethi ve daha sonra­ki önemli hadiselerde bulunmadığını çünkü Mute günü şehid düştüğü­nü belirtirler.[1177]                                                                            

Bu durumda et-Tirmizî1 nin naklettiği Umretu'I-Kadâ'nın Mute'den sonra olduğu sözü tarihi gerçeklerle çelişmektedir. ez-Zehebî'nin ifade­siyle "Umretu'I-Kadâ'nın Mute'den sonra olması mümkün değil, bilakis Mute ondan altı ay sonra gerçekleşmiştir.'[1178]                                 

İbn Hacer de bu sözler sebebiyle et-Tirmizî'ye oldukça yüklenir. Bu­nun büyük bir hata olduğunu belirtir. Çünkü der, Umretu'i-Kadâ'da Hamza'nın kızı hususunda Cafer, kardeşi Ali ve Zeyd b. Harise birbir­leriyle münakaşa etmişlerdir.[1179] Cafer ise Zeyd ve İbn Revâha ile bera­ber aynı savaşta şehid edilmişlerdir. (Bu durumda Umretu'1-Kadâ nasıl olur da Mute vakasından sonra olur?) Hem böylesi birşey et-Tirmizî'ye nasıl kapalı kalabilir?[1180]

et-Tirmizî'nin bazı nüshalarında hem hadiste hern de et-Tirmizî'nin değerlendirmesinde Umretu'1-Kadâ yerine Mekke'nin fethi ifadesinin geçtiği belirtilmektedir.[1181] Bu durumda et-Tirmizî'nin naklettiği itiraz makul olmakta ve bu sefer de naklettiği hadisteki bilginin yanlışlığı orta­ya çıkmaktadır. Çünkü Mekke'nin fethi de Mute savaşı gibi 8/629 yı­lında meydana gelmiştir ancak bu savaş fetihten dört ay önce gerçek­leşmiştir. Bu sebeple İbn Revâha'nın burada bulunması mümkün değil­dir. Nitekim hadisi, Mekke'nin fethi ifadesini görmüş olarak değerlendi­ren İbnu'l-Kayyım bunun imkan dahilinde olmadığını, Mute ile Mek­ke'nin fethi arasında dört ay olduğunu söyler.[1182]

Netice olarak, her iki durumda da İbn Revâha'nın zikredilmesi yerin­de değildir. [1183]Bu yüzden olsa gerek, Ebû Zur'a, Ahmed b. Hanbel'in ba­tıl diyerek bu rivayeti şiddetli bir şekilde reddettiğini söyler. [1184]

 

Metin Tenkidi Prensipleri Açısında Cessâse Hadisi

 

Modern tarih ilminin, tarihi vesikaları değerlendirirken İstifade ettiği ilim dallan arasında tarihe konu olan hareketlerin geçtiği mekanları tav-sîf eden coğrafya ilmi ile coğrafi mevkilerin tarihlerini inceleyen jeohis-tori (tarihî coğrafya) vardır.[1185] Coğrafya ilmi vasıtasıyla, anlatılan olayın geçtiği mahal, o günkü teknik imkanlar vasıtasıyla olayın orada yaşana-bilmesinin ne derece mümkün olduğu, arazi yapısı, nehirler, iklim vb. açılardan incelenip değerlendirilir ve rivayette sahih olmayan unsurlar varsa tesbit edilip ayıklanır. Jeohistori de coğrafyaya ayrıntılı bilgiler ve­rerek yardımcı olur.

Bugün, tarihin istifade ettiği ilimlerden hadis alanında da yararlan­ma, bu tür bilgileri kullanma imkanına sahibiz. Çünkü hem tarihin hem de hadisin incelediği "vesika ve onun muhtevasının mevsûkiyeti" oldu­ğundan, teferruatta ayrıntılar olsa bile, temel prensipler açısından ben­zerlikler iki ilmi birbirine son derece yaklaştırmaktadır. Bu ihtiyaç bugün için tarihin hadise ihtiyacından ziyade, hadisin tarihe ihtiyacı şeklinde­dir. Zira hadislerde uygulanan metin tenkidi prensipleri, bugün kullanı­lan modern metodlar karşısında ferdî ve dar kapsamlı gayretler olmak­tan öteye geçmemektedir. Diğer alanlarda olduğu gibi sosyal bilimlerde­ki donukluk, hadis ilminde de İslam tarihinde de yeni tekniklerin gelişti­rilmesini engellemiştir. Bugün dahi bu ihtiyacın bütün İslam dünyasında hissedildiğini söylemek zordur. Belki yer yer bunlara yabancı dahi kalın­maktadır. Böyle bir tavır sergilenmesinde, İslam dünyasındaki zihinsel durgunluk ile özellikle es-Sahîhayn başta olmak üzere hadis kitapları et­rafında oluşturulan koruma çemberi[1186] yanında, selefin son sözü söy­lemiş olduğunu kabul etme düşüncesi de yatmaktadır. Bunları besleyen ise, hadisler elden gidiyor korkusudur.[1187] Aşağıda gelecek olan Cessâ-se hadisini savunanların İzahları bu korkuyu gösteren örneklerdendir.

Halbuki müminlerin dinleri namına savunamayacakları birşeyleri ol­mamalıdır. Sıkıntı çekilen bir husus varsa, bunun üzerinde öncelikle on­ların durması gerekir. Teslimiyetçi yaklaşımla bakmak yerine, bu dinin gerçek güzelliğinin ortaya çıkmasına nasıl katkıda bulunabilirim anlayı­şıyla yaklaşmak ve "anlayarak inanma" yolunu tercih etmek icap eder. Sorunları görmezlikten gelmek hiçbir zaman çözüm olmamıştır. Bu ya­pıldığı içindir ki, bu yolu deneyenlerin vardıkları neticeler diğerlerini ür­kütmekte, hamasî duygularla berikileri suçlamaktadırlar. Yeni birşey söyleyenler skolastik düşünce atmosferi içerisinde "hâlif tu'raf suçla­masına muhatap olmaktadırlar. Oysa bugün geliştirilen metodları kul­lanmak, "yeni her metod bizimdir" anlayışına sahip olmak yanında, iki sebepden dolayı elzemdir:

a)  Metin tenkidi hakkıyla yerine getirilmemi,, yapılan çalışmalar dar alanda ve bazı kimselerin gayretleriyle sınırlı kalmıştır. Çünkü sened sağlam olduktan sonra metni ne yapıp edip i'mâl edip, ihmâlden kur­tarmak düşünülmüştür. Hadis şerhlerine bakıldığında bu durum çok açık biçimde görülür. Hadisleri İzah etmek için pekçok tevil birden zikredil­mekte, o dönemlerdeki kainat bilgilerine dahi muvafık düşmeyen hadis­ler mecaza ve benzeri sanatlara hamledilmekte, rabbi neredeyse insan suretinde tecsîm eden nakiller de benzer yolla izah edilmeye çalışılmak­ta, aynı hadiseyi anlatan rivayetler aralarındaki ufak tefek farklılıklar se­bebiyle değişik olaylar olarak kabul edilmekte, her bir rivayet ayrı olay­lar olarak müstakilleştirilmektedir.[1188]

b)  Bugünkü ilimlerin bizlere sağladığı verilerle hadisleri daha sağlıklı değerlendirme imkanına sahibiz. Aşağıda ele alacağımız Cessâse hadi­sinde görüleceği üzere, hadisenin anlatıldığı mahalli haritayı öne alarak inceleme imkanı olmadan, olayın yaşandığı muhiti göz önünde canlan­dırmak mümkün değildir. Böyie olunca da, -sened de sağlam olduğu için- tasdik etmekten başka çare kalmamaktaydı. Ancak bugün coğraf­ya bilgileriyle hadisenin geçtiğinin söylendiği alanı incelediğimizde, ba­zı şeylerin muhal olduğunu rahatça tesbit edebiliyoruz.

Her iki sebepten kaynaklanan boşluklar sebebiyle, sosyal bilimler­den istifade etmek suretiyle, hadis metinlerinin yeniden tedkik edilme­sine gereksinim vardır. Bu amaçla sosyoloji, sosyal psikoloji, etnograf­ya, folklor, filoloji, demografi, ve astronomiye varıncaya kadar bir dizi ilimlerden yararlanarak hadislerin söylendiği sosyal şartlar, halkın kainat tasavvuru, hadisenin geçtiği çevre, baskın kültür vb. hususlar göz önün­de bulundurulmalıdır. Bu bir anlamda sebeb-i vurûd ilminin gerçek an­lamda yerini bulması demek olduğu gibi, hadislerin sıhhatinin de yeni zaviyelerden tedkik edilmesi demektir. Aşağıdaki gelen Müslim hadisi üzerindeki çalışma bunun küçük bir örneğidir: [1189]

 

I-Cessâse Hadisi:

 

Müslim 'in rivayetinde, Fâtıma bnt. Kays anlatıyor:

"...İddetim bitince Rasûlullah'ın münâdîsinin "haydin toplayan na­maza" diye seslenen sesini işittim ve namaz için mescide çıktım. Rasû-lullah ile beraber namaz' kıldım. Erkeklerin arkasındaki kadınlar safın-daydım. Hz. Peygamber namazını bitirince gülerek minbere oturdu ve şöyle buyurdu: "Herkes namaz kıldığı yerde kalsın." Sonra sordu: "Sizi buraya niçin topladığımı biliyor musunuz?" Ashab: "Allah ve Rasûlü da­ha iyi bilir" dediler. Ardından şöyle buyurdu:"Vallahi sizi birşeye teşvik veya birşeyden korkutmak için toplamadım. Sizleri şu sebeple topla­dım: Temîm ed-Dârî[1190] hristiyandı. Geldi, bey'at edip müslüman oldu. Bana bir hadise anlattı. Anlattığı şey benim sizlere Mesih Deccâl'le ilgi­li anlattığıma muvafık düşmektedir. Bana şunu anlattı: Kendisi (Ye-men'in iki kabilesi olan[1191] Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişiyle beraber[1192] bir gemiye binmiş.[1193] Denizde bir ay dalgalarla boğuşmuş-iar. Daha sonra güneşin battığı yerde bir adaya varmışlar. Sandallara bi­nerek adaya çıkmışlar. Onları kıllarının çokluğundan Önünü arkasını ayırt edemedikleri bir hayvan karşılamış. Ona "vah sana! Sen de kim­sin?" demişler. O da "ben Cessâse'yim" demiş. Ona "Cessâse nedir?" diye sormuşlar. O da "ey topluluk! Manastırdaki şu adama gidin. Çünkü o sizin haberlerinizi çok merak ediyor" demiş. Temîm devamla dedi ki: (Bir hayvan konuşarak) bize bir adam İsmi verince, yaratığın şeytan olmasından korkarak yanından hemen ayrılıp manastıra girdik. Bir de baktık ki içeride şimdiye dek görmediğimiz büyüklükte ve sımsıkı bağ­lanmış bir insan. Elleri boynuna, dizleri de topuklarına demirle bağlan­mış. Ona "vah sana! Sen de kimsin?" dedik. O da "siz benim haberi­mi almışsınızdır, esas siz bana kim olduğunuzu söyleyin" dedi. Onlar da şöyle dediler: "Biz Araplardan bir grup insanız. Bir gemiye bindik. De­nizde kuvvetli dalgaya tutulduk. Dalgalar bir ay bizimle oynadı. Sonra da senin bu adana yanaştık ve geminin kayıklanna binerek adaya çık­tık. Karşımıza her tarafı kılla kaplı, kıllarının çokluğundan önü arkası ayırd edilemeyen bir hayvan çıktı. Ona 'vah sana! Sen de kimsin?' de­dik. O da 'ben Cessâse'yim' dedi. Ona 'Cessâse nedir?' diye sorduk. O da 'manastırdaki şu adama gidin. Çünkü o sizin haberlerinizi çok me­rak ediyor' dedi. Biz de hızlıca sana geldik. Çünkü ondan korktuk, şey­tan olmadığından emin olamadık." {Bunun üzerine adam) "bana (Şam bölgesinde, Ürdün'e yakın bir köy olan) Beysan[1194] hurmalığından hat ber verin" deyince, "neyinden haber almak istiyorsun" diye sorduk] "Hurmasını soruyorum. Ürün veriyor mu?" dedi. Biz de "evet" cevabi verdik. O ise "ürün vermemesi yakındır. (Peki) Taberiye gölünden[1195] haber verin" dedi. "Neyinden haber almak istiyorsun" dedik. "İçinde su var mı?" diye sordu. Biz de "suyu çoktur" dedik. O ise "suyunun çekil4 mesi yakındır. (Peki bir de Şam bölgesinde bir köy olan) Zugar[1196] pınat nndan bana haber verin" dedi. "Neyinden haber almak istiyorsun" di­ye sorduk. "Pınarda su var mı? Sahipleri pınarın suyuyla ekin yetiştiri­yorlar mı?" diye sordu, "Evet. Pınarın suyu çoktur. Sahipleri pınarın su­yundan ekin yetiştiriyorlar" dedik. "Bana ümmîlerin peygamberinden haber verin. O ne yaptı?" dedi. Onlar da "Mekke'den Medine'ye hic­ret etti" dediler. "Araplar onunla harbettiler mi" diye sordu. "Evet" ce­vabını verdik. "Peki onlara ne yaptı" diye sordu. Biz de, etraftaki Arap kabilelerine galip geldiğini ve onların peygambere itaat ettiklerini haber verdik. O da "bu dediğiniz oldu mu" diye sordu. Biz "evet" cevabını ve­rince şöyle dedi: "Ona itaat etmiş olmaları daha hayırlıdır. (Şimdi ben) size kendimden haber vereyim. Ben mesihim. Çıkış iznimin verilmesi yakındır. Çıkıp yeryüzünün her yerine kırk gecede ineceğim. Mekke ile| Taybe hariç. Çünkü buralara girmem bana haram kılındı. Her ne za­man bunlardan birisine girmek istesem, elinde çekili kılıç bir melek karJ sıma çıkacak ve beni girmekten alıkoyacaktır. O yere giden her yol üze-! rinde muhafız melekler vardır."                                                             ;

(Bu rivayeti nakleden) Fâtıma diyor ki: Rasûlullah asasıyla minbere! vurarak "İşte Taybe burasıdır! İşte Taybe burasıdır! İşte Taybe burası-' dır!" buyurdu. Bu sözüyle Medine'yi kastediyordu. (Rasûluliah sözüne devamla sordu:) Ben sizlere bunu söylemiş miydim?" İnsanlar da "evet" cevabını verdiler. (Rasûlullah da) "Temîm'in sözü hoşuma gitti çünkü be­nim sizlere ondan (DeccâTden) anlatadurduğuma ve Medine ile Mekke hakkında (bu ikisine giremeyeceğine dair) söylediklerime uymaktadır.! Dikkat ediniz! Deccâl Şam denizindedir yahut Yemen denizindedir. Ha-: yır, doğu tarafından çıkacaktır. Evet, doğu tarafından çıkacaktır. Evet,; doğu tarafından çıkacaktır" buyurdu ve eliyle doğu tarafını işaret etti.;[1197] (Bunu rivayet eden Fâtıma) şöyle dedi: "Ben bunu Rasûlullah'dan belle-! dim." [1198]                                                                   

 

A-Hadisin Tarîkleri:

 

Bu rivayet sadece Fâtıma'dan gelmemektedir. İbn Hacer'in belirtti-; ğine göre garîb değildir: Ebû Hureyre, Âişe[1199] ve Câbir tarafından da; rivayet edilmektedir. Ahmed b. Hanbel hadisi uzun haliyle Ebû Hurey-re'den[1200] Ebû Dâvûd muhtasar olarak[1201], İbn Mâce eş-Şa'bî vasıtasıyla Fâtıma'dan bunun ardından yine eş-Şa'bfden[1202], Ebû Ya'lâ başka bir tarikle yine Ebû Hureyre'den rivayet etmiştir.[1203]

Hadisin pekçok hadis kitabında Fâtıma, Âişe, Ebû Hureyre ve Câbir tarafından naklediliyor olması sened yönüyle eleştirilecek yönünün ol­madığını göstermektedir. [1204]

 

B-Hadisi Yorumlayanlar:

 

Günümüzde hadisi izah etmek, herhangi bir problem ihtiva etmedi­ğini göstermek için çeşitli izahlar yapılmaktadır. Yaklaşımların genelde aynt olması sebebiyle getirilen yorumlan sahiplerine izafe ederek ver-.  mek yerinde olacaktır:

1-Ebû Şehbe:

a) Coğrafya alimleri dünyanın her tarafını henüz keşfetmediler. Ka­ralarda hâlâ insan ayağı değmedik yerler, Afrika gibi kıtalarda bilinme­yen bölgeler, birçok dağlarda tesbit edilememiş mağaralar mevcuttur. Denizlerdeki bilinmeyen yerler ise hayli hayli daha fazladır. Dünyanın dörtte üçünün deniz olduğu göz önüne alınırsa, Temîm'in gittiği adanın tesbit edilememiş olması makuldür. Bu adayı tesbit etsek bile, Allah'ın Temîm'e gösterdiği Deccâf'i bize de göstermesi gerekmez. Temîm onu gördükten sonra Allah'ın, takdir ettiği süreye kadar gözden kaybolması caizdir,

b) Hayvanın konuşmasında şaşılacak birşey yoktur. Çünkü papağan­lar bugün insanların dediklerini tekrarlamaktadır. Beşeriyet bugün can­sız şeyleri konuşturma safhasına gelmişken, Allah'ın hayvanları konuş­turması hayli hayli makuldür.[1205]

2-el-Muallimî:

el-Muallimî, ayetlerde ve hadislerde geçtiği gibi, meleklerin bir hik­mete binaen insan suretine girebildiklerini, Allah'ın yine bir hikmete bi­naen şeytanlara da bu yönde izin verebileceğini ve karşılarına çıktıkları insanlara bu şekilde görünebileceklerini söyler. Cessâse'nin şeytan oldu­ğunu, bazılarının Deccâl'in de şeytan olduğunu söylediğini, bu durumda bir işkalin kalmadığını belirtir. Temîm'le arkadaşları Deccâl'i ve onun Cessâse'sini görmüşler, onlarla konuşmuşlar, daha sonra ise aslî suret­lerine dönerek görünmez olmuşlardır. Eğer Deccal insan ise, bu durum­da gördükleri şeytan suretinde Deccâl'dir. Çünkü Hz. Peygamber bir hadislerinde bu gece yaşayanlardan hiçbiri yüz sene sonra yeryüzünde kalmayacak, buyurmuştu.[1206]

3-Muhammed es-Seyyid Huseyn ez-Zehebî:

ez-Zehebî, ilahi mesajla desteklenen Hz. Peygamber'in, Temîm'in anlattığı yalan olsa onu tasdik etmeyeceğini, ashabını toplamayacağını, hadiste acaip hususlar nakledilse de kabul ve tasdike aykırı bir şey İçer­mediğini, akla ve dine ters bir durum arz etmediğini belirtir. Hadisin pekçok tarikle pekçok İmam tarafından rivayet edilmesinin kuvvetini or­taya koyduğunu söyler ve ayette de hayvanın insanlarla konuşması zik­redilmektedir der: "O söz tepelerine indiğinde, yerden onlar için bir dâbbe/hayvan çıkarırız da onlara, insanların bizim ayetlerimize gereğin­ce inanmadıklarını söyler."[1207]

4-Fethuİlah Gülen:

Fethullah Gülen'in hadise getirdiği yorumun boyutu farklıdır: "Hris-tiyanken müslüman olan Temîmü'd-Dârî'nin bilmediği bir adada gördü­ğü son derece kıllı bir yaratığı "Cessâse" ve mağarada kendisini Deccal olarak takdim eden bir insan azmanını anlatan hadîs-i şerifi "Temîmü'd-Dârî Hristiyandi; bunu Hristiyanhktan getirmiştir" veya "böyle birşey mümkün değildir" diye hemen inkar yoluna mı gitmek gerek? Bu hadî­si, en azından, bazılarının trans halinde gördükleri bazı şeyler kabilinden anlayamaz mı? Öyle anlayalım değil.[1208] Kaldı ki, Temîmü'd-Dârî'nİn bu hadiseyi, hangi mekân buudunda gördüğünü de bilmiyoruz." [1209]

 

C-Hadisi Tenkit Edenler:

 

Hadisi tenkit eden muasırların sayısı oldukça fazladır. Ancak biz bun-lann bir kısmını zikretmek suretiyle meramı ifade etmiş olacağımızı dü­şünüyoruz.

1-Reşîd Rıza:

Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, bu rivayet hakkında 4lk tenkidi getiren Reşîd Rtza'dır (1354/1935). Nitekim bu hususa temas eden Ebû Şeh-be, Reşîd Rıza'dan önce bu rivayet hakkında şüphe uyandıran olmadı­ğını söyler.[1210]

2-Ahmed Emîn:

Ahmed Emîn (1374/1954) Temîm'in anlattığı Cessâse hadisinin, hristiyan kitaplarından aklında kalan bir kıssa olduğunu söyler.[1211]

3-Ebû Reyye:

Ebû Reyye (1390/1970), mesihiyyâtı İslam'a ilk sokan kimse olarak Temîm'i gösterir. Onun Cessâse, Deccâl, Şeytan, ölüm meleği, cennet-cehennem kıssalarını anlatıp durduğunu ve yeryüzünün bunlarla dolduğunu; bu icraatıyla Ka'bu'l-Ahbâr ile Vehb b. Munebbih gibi davrandığı­nı söyler. Ebû Reyye onun İslam'a katıştırdığı hristiyan kültürüne örnek olarak da Cessâse hadisini verir.[1212]

4-Mevdûdî:

Mevdûdî (1399/1979), Deccâl ve etrafında dönüp duran, bağlı ol­duğu vb. hikayelerin Şeriatta hiçbir önemi olmayan efsaneler olduğunu söylemektedir. [1213]

5-Muhammet! el-Gazâlî:

Muasır el-Gazâlî (1416/1996) bu kıssayı dinleyen talebelerinden bi­risi ile arasında geçen diyalogu anlatır, ardından da hadisi kabul etmez: Talebe kendisine bu adaya bir gezi tertip etmeleri teklifinde bulunur. Adayı Temîm'den sonra gören olmadı mı diye sorar. el-Gazâlî sual kar­şısında susmayı tercih eder ve maharetle konuyu başka mecraya kaydı­rır. Yaşadığı bu olayı anlattıktan şunu söyler: Rum, Arap, Türk, Haçlı donanmaları hem Akdeniz'i hem de Kızıldeniz'i on asırdan fazladır do­laşmışlardır ancak, hiçbiri böyle bir ada görmemiştir. Ayrıca asrımızda kara ve denizlerdeki her karış yer biliniyor. Uydular vasıtasıyla okyanus­ların derinlikleri dahi bilinmekte. Öyleyse bu ada nerededir?"[1214]

6-Muhammed b. Abdilkerim el-Cezâirî:

el-Cezâirî bu rivayeti Deccâl, Mehdi, dünyanın ne zaman sona ere ceği, İsa'nın nüzûlu gibi hadislerle beraber [1215]hristiyanhktan İslam'a geç miş hurafeler olarak değerlendirir. [1216]

 

D-Metnin Tahlili

 

Yukarıda zikredilen düşüncelerin ne derece sağlıklı olduğunu değer lendirmeye geçmeden Önce, "bir hadisi en iyi anlamanın yolu bütün tat-riklerini toplamaktan geçer" düşüncesiyle, manayla rivayetin getirdiği problemlerin en mücessem örneklerinden olan bu rivayetin metnindeki ayrıntıları zikretmek gerekecektir: [1217]

 

Metinler Arası Farklılıklar:

 

Ufak tefek olanlarını saymasak bile hadisin tarikleri arasında olduk­ça büyük farklılıklar vardır: Kahir ekseriyeti eş-Şa'bî vasıtasıyla Fâtı-ma'dan gelen bir tek hadiste bu derece farklılık olması ilginç, ilginç ol­duğu kadar elimizdeki hadis metinlerinin Hz. Peygamber'in ifadelerine ne derece yakın olduğunu göstermesi açısından düşündürücüdür. Bura­da metnin uzunluğunun etkisini görmezlikten gelmemek te icap eder. Biz burada, konu başında zikrettiğimiz rivayete göre farklılık arz eden yönleri aktarmaya çalışacağız:

1-Rasûlullah'm bunu anlattığı vakit:

a) Bazı rivayetlerde, hadisin ravisi Fatıma, mescidde oturuyorken Rasûlullah'in minbere çıktığını söyler.[1218]Musîim'deki rivayette ise Ra-sûlullah'ın insanları mescide çağırdığı geçmektedir.

b)  Bazı rivayetlerde Rasûlullah'ın bu konuşmayı öğlenin şiddetli sıca­ğında yaptığı geçmektedir.[1219]

c) Bir kısmında öğle vakti şiddetli sıcak zamanında gelip namaz kıl­dığı ve sonra bu konuşmayı yaptığı geçmektedir.[1220]

d)  Bir kısmında öğle namazından sonra yaptığı zikredilmektedir.[1221]

e) Bir kısmında ise yatsıdan sonra yaptığı geçmektedir.[1222]

f) Bir kısmında yatsıdan sonra Rasûlullah'ın oturduğu, insanların uy­kuya daldığı, ondan sonra minbere çıkıp bunu anlattığı geçmektedir.[1223]

2-Olayı Yaşayanların Farklılığı:

a) Bazısında Temîm'in Filistin'li bir grupla beraber gemiye bindiğin­den bahsedilmektedir.[1224]

b)  Bazı rivayetlerde Temîm'in, bunu amcaoğlunun başından. geçen olay olarak anlattığı geçmektedir.[1225]

c) Bir kısım rivayetlerde Temîm'in bir adamdan bu hadiseyi aktardı­ğı geçmektedir.[1226]

d)  Bazısında Temîm'in olayı amcaoğullanndan naklettiği geçmekte­dir.[1227]

e)  Bazısında Temîm'in amcaoğlu ve arkadaşlarından bunu aktardığı geçmektedir.[1228]

f) Bazısında Temîm'in kendi kavminden bir grup insandan naklettiği geçmektedir.[1229]

g) Bazısında Temîm'in Filistinli bir grubun başından geçen bir hadi­se olarak anlattığı geçmektedir.[1230]

h) Bazısında kimin anlattığından bahsedilmeksizin, Temîm'in bazı amcaoğullannın gemiye bindiklerinden bahsedilmektedir.[1231]

ı) Bazısında denizde yolculuk yapan bir grubun, yiyecekleri bitince önlerine çıkan bir adaya çıktıklarından bahsedilmektedir.[1232]

i) Bazısında Temîm, Lahm ve Cüzâm'dan bir grubun gemiye bindik­lerini aktarmaktadır.[1233]

Tüm bu rivayetlerde olayı yaşayanlar olarak geçenler neticede Şam'ın Filistin bölgesinde yaşayan insanlardır ancak kimlikleri farklılık arz etmektedir.

3-Bazı rivayetlerde dalgalara tutulduklarında şarka mı garba mı git­tiklerini bilmedikleri geçer.[1234]

4-Bazı rivayetlerde sandallara binerek değil de bir kısmının parçala­nan geminin tahtalarına tutunarak sahile çıktıklarından bahsedilmekte­dir.[1235]

5-Cessâse ile ilgili bilgilerin farklılığı:

a)  İsmi: Bazı rivayetlerde, kendilerini karşılayanın ismini Dessâse olarak söylediği geçmektedir.[1236] Bazısında ise adını "Cessâse ve Dessâ­se" diye vermektedir.[1237]

b) İnsan mı hayvan mı olduğu: Adaya çıkanların ilk olarak ne tür bir yaratıkla karşılaştıkları oldukça farklı anlatılmaktadır:

ba)  Hayvan idi: Zikrettiğimiz üzere Müslim'de bunun hayvan oldu­ğu geçmektedir.[1238] Bazı rivayetlerde ise ayrıntıya girerek dişi mi erkek mi olduğunu anlayamadıkları bir hayvandan bahsedilmektedir.[1239]

bb) Kadın İdi: Bazı rivayetlerde karşılaştıkları ilk yaratığın kadın oldu­ğu geçmektedir.[1240] Ancak kadının vasfı da farklılık arz etmektedir. Bir kısmında müennes ism-i tafdil sigasıyla ed-dehmâ (simsiyah kadın) diye geçerken[1241], bazısında pejmürde simsiyah kadın ifadesi vardır.[1242] Bir kısmında yaşlılıktan çökmüş, öne doğru mu yoksa geri geri mi geldiği belli olmayan yaşlı bir kadın diye anlatılmaktadır.[1243]

be) Cinsiyetini anlayamadıkları bir insan idi: Bazısında kadın mı er­kek mi olduğunu anlayamadıkları bîr İnsanın karşılarına çıktığından bah­sedilmektedir.[1244]

bd) Birşey idi: Bazısında kıllarının her tarafını kapladığı birşey (yara-tık=mahluk) diye bahsedilmektedir.[1245]

6-DeccâI ile İlgili bilgilerin farklılığı:

a) Müslim'de değinilmezken, bir kısmında çok Önemli bir vasıf olan tek gözünün kör olduğu geçmekte[1246], bir kısmında hangisinin kör ol­duğu belirtilerek sağ göz denilmektedir.[1247] Bazısında ise adamın âmâ; olduğundan bahsedilmektedir.[1248]

b) Bazı rivayetlerde Deccâl'in bulunduğu yer manastır değil de saray olarak geçmektedir.[1249]

c)  Müslim'deki rivayette Deccâl'in sımsıkı bağlanmış olduğundan bahsedilmektedir. Ancak bu durum bazı rivayetlerde değişik anlatılır:

ca) Bazısında sarayda zincirlerle bağlı bulunan Deccâl'in yanına gir-j diklerinde yerle gök arasında zıpladığından bahsedilmektedir.[1250]

cb)  Bazısında cevaplan aldıktan sonra derin soluk alıp dağa sıçrayıp! çıktığı sonra da gerisin geri düştüğünden bahsedilir.[1251]

cc) Bazısında son derece hızlı zıpladığından ve neredeyse bağındari kurtulacağını zannettik ibaresi geçmektedir.[1252]

ce)  Bazısında sadece derin soluk aldığından, göğüs geçirdiğinden bahsedilmektedir.[1253]

cf) Bazısında bir direğe bağlı olduğundan bahsedilmekte, zıplamadan söz edilmemektedir.[1254]

7) Deccâi'in sorduğu şeyler farklılık arz etmektedir:

a)  Bazısında diğerlerinde olmayan birşeyi, Farslılarla. Rumların arası­nı sormaktadır.[1255]

b)  Bazı rivayetlerde Beysan hurmalığını değil "Amman[1256] ile Bey-san arasındaki hurmalığı"[1257], bazısında "Ürdün ile Filistin arasındaki Beysan hurmalığını"[1258], bazısında ise "Erîhya veyahutta Erîha"[1259] hur­malığını[1260], bazısında da Ürdün ile Filistin arasındaki hurmalığı sordu­ğu geçmektedir.[1261]

8-Deccâl'in bulunduğu yer, rivayetler arası farklılık arz etmektedir:

a)  Bazı rivayetlerde Rasûlullah'ın Deccâi'in yerinin doğu İle batı ara­sında, doğuya daha yakın yerde olduğunu söylediği geçmektedir.[1262]

b)  Bazı rivayetlerde Deccâi'in Fars denizinde olduğunu, daha sonra ise Rum denizinde olduğunu söylediği geçmektedir.[1263]

c) Bazı rivayetlerde Yemen denizi yerine Irak denizi geçmektedir.[1264]

d) Bazı rivayetlerde Rasûlullah'ın Deccâi'in Şam denizinde olduğunu söyledikten sonra bir müddet bayıldığı geçmektedir.[1265] Bazı rivayetler­de ise iki kere bayıldığı geçmektedir.[1266]

9-Bazı rivayetlerde Deccal önderliğinde yetmiş bin kişinin, üzerlerin­de yeşil şal olduğu halde (İsfehan'dan) yürüyeceği zikredilmektedir.[1267] Bazı rivayetlerde Deccâi'in çıkacağı yer nokta olarak ta belirtilir ve İsfe-han'ın Restekbâz köyü denir.[1268]

10-Bazı rivayetlerde Deccâi'in bir elinde sudan, diğer elinde de ateş­ten birer nehir bulunacağı, bunu kim görür ve kendisine "su nehrine gir" denirse ona girmemesi çünkü bunun hakikatte ateş nehri olduğu, "ateş nehrine gir" denenin ise buna girmesi çünkü bunun aslında su nehri olduğu belirtilmektedir.[1269]

11-Bazı rivayetlerde Deccâi'in giremeyeceği yer sadece Medine ola­rak gösterilmektedir.[1270]

12-Bazı rivayetlerde Fâtıma, Rasûlullah'ın Taybe ile Mekke ve Mer dine'yi kasdettiğini söylemektedir.[1271]

Görüldüğü gibi, hadisin varyantlarında başta hadiseyi yaşayanın kimliği olmak üzere, ayrıntıları son derece farklılık arz etmektedir. Riva­yetler karşısında olayı şöyle özetlemek gerekecektir: Birileri deniz yol­culuğuna çıkmış, bir aylık yolculuktan sonra bir adaya varmış, ilk önce karşılarına bir yaratık, daha sonra da Deccâl çıkmış. Ancak, her halü­kârda nakleden Temîm'dir ve deniz yolculuğu sonunda iki varlıkla kar­şılaşılması söz konusudur. [1272]

 

E-Metnin Tenkidi:

 

Bütün rivayetleri tek tek ele almak yerine, gereğinde onlara müra­caat etmek suretiyle Müslim hadisini esas aldığımızda, muhtevasında zikredilen bazı hususların tedkîk edilmesi gerekmektedir.

1-Olayı anlatan Temîm:

Temîm ed-Dârî daha önceleri hristiyan rahip idi. İslam'a hicri 9 yı­lında girdi. Kaynakların verdiği bilgiye göre bundan sonraki hayatı da ibadetle geçti. Ancak kendisi kıssacılardan birisiydi.[1273] Muhtemelen in­sanlara latîf ve ibadete döndürücü şeyler anlatıyordu. Hristiyanlıkta da Deccâl inancı vardır.[1274] Temîm'in eski hristiyan olmasını onun kıssacı-iık tarafıyla biraraya getirdiğimizde bunun anlattığı hikayelerden birisi olma ihtimali vardır.

a) Bunu Hz. Peygamber'e anlatmasını şu şekilde izah edebiliriz: An­lattığı hadise kendi başından geçen bir olay değildir. Rivayetlerin bir kıs­mında da görüleceği üzere hadise amcaoğullannın veya başkalarının ba­şından geçmiş olarak da nakledilmektedir. Bu durumda hikayeyi duyan Temîm'in buna İnandığı, hristiyanhktaki Deccâl anlayışına muvafık gö­rerek bağdaştırdığı {çünkü rivayetlerin bir kısmında Deccâl manastırda­dır), müslüman olunca İslam'da da mesih, Deccâl inançlarının olduğunu görünce Hz. Peygamber'e aktardığı düşünülebilir. Zaten Hz. Peygam­ber ondan bunu aktarırken Temîm'in hristiyanken müslüman olup be-yat ettiğini ve bu hadiseyi anlattığını belirtmektedir.

Bir sahabinin hem de yeni müslüman olmuşken, inancının en sıcak anını yaşarken, daha ilk başta İslam'a yalanla girmesini düşünmek uzak ihtimaldir. Bu sebeple anlatılanı başkalanndan duyduğu bir nakil olarak düşünmek durumundayız. O dönem İnsanının bu tip asılsız nakillere inanmalannı yadırgamamak gerekir. Çünkü mitolojiler, kabul gördük­leri ortamı bulduklarından dolayı ortaya çıkmışlardır.                

Hz. Peygamber'in böyle bir hikayeyi tasdik etmesine gelince: Te­mîm bunu ikinci elden Hz. Peygamber'e aktarmıştır diye kabul edecek olursak, bu durumda böyle bir habere Hz. Peygamber'in inanması doğ­ru olur mu, ismet sıfatını zedeler mi, haberi doğru kılar mı soruları akıl­lara gelmektedir.

Hz. Peygamber'in kendisine aktarılan yalan haberi tasdik edip aktar­masının ismet sıfatına zarar vermeyeceği, böyle bir haberi tasdik etme­sinin o haberin doğruluğunu göstermeyeceği düşünülebilir. Çünkü ismet sıfatı tebliğ hususunda tüm şaibelerden, Hak'dan aldığını tam nakletme-mekten berî olmak ve nübüvvetten sonra bilerek günah işlemekten va­reste olmak diye icmâ edilmiş bir meziyyettir. Dolayısıyla Hz. Peygam­ber'in bu haberi nakletmesinin onun ismet sıfatına zarar vermeyeceği kabul edilebilir. Nitekim aynı Peygamber, huzurunda İbnu's-Sayyâd'ın Deccâl olduğuna yemin eden Hz. Ömer'e sesini çıkarmamıştır.[1275] Ay­nı şekilde Tebuk gazvesinde ve başka yerlerde olduğu gibi münafıkların kendisine haber verdiği iftiralara inanmaktaydı[1276], ta kî Allah Teâlâ kendisine haber verene kadar. Aynı şekilde içtiği bal sebebiyle kendi­sinden meğâfîr kokusu geldiğini söyleyen hanımlarına kanmıştır. Daha sonra Allah Teâlâ et-Tahrîm sûresinde gerçeğin böyle olmadığını haber vermiştir.[1277] İfk hadisesinde de, Hz. Âişe'nin masumiyeti ininceye dek içi daralmıştır.[1278] Tebuk savaşından geri kalmak isteyen münafıkların özürlerini kabul etmesini Allah Teâlâ'mn kınaması ve bu kınamayı da­yandırdığı nokta da bu gerçeği ortaya koymaktadır: "Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalan söyleyenleri bilmezden Ön­ce niçin onlara izin verdin?"[1279]

Bu durumda RasûluIIah bilerek yalan söylemekten masumdur, baş­kasının aktardığına inanarak nakletmekten masum değildir diyebiliriz. Nitekim hurmaları aşılama meselesinde de şöyle buyurmuştu: "Ben bir zanda bulundum. Zan sebebiyle beni kınamayın. Fakat sizlere Allah'tan birşey aktardığım zaman onu alın, çünkü ben Allah adına yalan konuş­mam."[1280] "Ben bir beşerim. Sizlere dininizle ilgili bir husus emrettiğim zaman onu alın. Kendi görüşümle birşey söylersem ben de beşe­rim."[1281]

Bütün bu misallerde, Hz. Peygamber'in kusur ve yanılgısı mutlaka Rab veya ashabı tarafından düzeltilmekteydi. Çünkü Hz. Peygamber'in başkasının dilinden aktarmış da olsa, geriye düzeltilecek hatalar bırak­ması onun pekçok uygulamasını ve ifadelerini tartışılır hale getireceğin­den bunu ihtimal dışı tutuyoruz. Böyle bir ihtimal, uygulamalarının bir kısmını başkalarının direktifiyle yapmıştır, bağlayıcılığı yoktur gibi bir an­layışa yol açar. Cessase hadisinde ise, kıssanın anlatılmasından sonra, anlatılanın aslının olmadığının beyan edildiğinden, bu yönde ilâhî bir işaret geldiğinden bahsedilmemektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber ya­lanı aktardığıyla kalmaktadır. Bu yüzden de, Temîm bunu başkalarından duyarak Hz. Peygamber'e aktarmıştır şeklindeki gayretlerimiz dayanak­sız kalmaktadır. Bu ise rivayetin güvenilirliğini zedelemektedir.

b) Mesih, Deccâl, Mehdi anlayışlarının İslam'a sonradan katıldığı ka­bul edilecek olursa, bu inancın İslam'a katıldığı dönemler Hz. Osman'ın katlinden sonraki süreç olması muhtemeldir. (35/655). Çünkü bu dö­nemde halife katledilmiş, fitne alevlenmiş, insanlar kamplara ayrılmış, adeta "bu işi sadece o çözer" diye inanılan bir kurtarıcıdan medet umu­lur olmuştur. Temîm'in Hz. Ali'nin hilafeti zamanında h. 40'da vefat et­tiği, Hz. Osman'ın katlinden sonra küserek Medine'yi terk edip Şam'a gittiği[1282] düşünülecek olursa, onun ve diğer muhtedî hristiyanlarm bu inancın İslam'a katılmasında katkısı olduğu düşünülebilir. Anlattıkları da­ha sonra Hz. Peygamber'e mal edilmiştir diyebiliriz. Zaten İsrâliyâtı İs­lam'a en çok katan iki zattan biri olarak o gösterilir.[1283] Bu ihtimal, ri­vayetin Hz. Peygamberle bağlantısı olmadığını göstermektedir.

2-Muhtevanın tenkidi:

a) Deccâl'in yakında çıkacak olması: Deccâl yakında çıkacağım ha­ber vermektedir. Hicri onbeşinci asırda bulunmamıza rağmen böyle bir­şey vuku bulmamıştır. Ayet ve hadislerde kıyametin yakınlığından bahsedilmektedir, bu da aynı çerçevede düşünülmelidir denecek olursai Deccâl'in ifadelerinde neredeyse çıktı çıkacak anlamı vardır ve bunla] tevil edilmeyecek kadar açıktır.

b) Hadiste Şam Araplarından olan Temîm ve arkadaşlarının denize açıldıkları anlatılmaktadır. Denize açılan Temîm'in kendisi olmasa bilej coğrafi olarak buna uygun olan tek yer Akdeniz'dir. Çünkü Şam bölge4 sinin açıldığı tek deniz Akdeniz'dir. Ayrıca hadiste güneşin battığı yerde bir adaya çıktıklarından bahsedilmektedir. Bu ise istikameti batı yap­maktadır. Oysa Rasûlullah Temîm'in kıssasını anlatmasının ardından, nereden çıkacağı hususunda kendisi de tereddütler geçirmiş, en son olarak doğudan çıkacağını belirtmiştir. Halbuki "Temîm'in anlattıkları benim söylediklerime uyuyor" buyuran Hz. Peygamber'in, Temîm'in kıssasını tasdik ederek anlatması, ardından kıssaya muhalif bir yön be­lirtmesi tenakuz olarak gözükmektedir.                                                

Hz. Peygamber'in "Deccâl Şam denizindedir yahut Yemen denizim dedir. Hayır, doğu tarafından çıkacaktır. Evet, doğu tarafından çıkacak^ tır. Evet, doğu tarafından çıkacaktır" şeklinde kuşkulu ifadeler kullanma­sı "Deccâl'in kim olduğu hususunda kendisine vahiy gelmemesi, sadece Deccâl'in sıfatlarının vahyedildiği" anlamına gelebilir.[1284] Bu sebeple Rasûlullah'ın tereddüt geçirmiş olması makul gözükebilir ancak Temîm'i tasdik ettikten sonra farklı şeyler söylemesi çelişkidir. Tüm bunların ya­nında hadis, Deccâl'in nereden çıkacağını beyan eden diğer rivayetler^ le çelişmektedir.[1285]

c) Hadisteki ada: Zikri geçen ada büyük bir problemdir. Temîm'in anlattıklarından ve Rasûlullah'ın Şam Denizi'nde (Akdeniz'dedir deme­sinden, adanın ya Akdeniz'de veyahutta Rasûiullah'ın tereddüt edip Ye­men denizinde {Kızıldeniz)dir demesinden bunun Kızıldeniz'İn Yemen kıyılarında olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki bugün teknik imkanlar ile buraların su derinlikleri ve muhtevaları tamamen tesbit edilmiş, asırlar­dır denizcilerin yol güzergahları olan bölgede bugüne kadar ne böyle bir ada, ne de böyle bir adadaki manastırda bağlı acaip bir yaratık müşahe­de edilmiştir. Bugün dahi Kızıldeniz, açılan Süveyş Kanah'indan sonra önemli bir deniz yoludur. (Bu bölgede adalar olmakla beraber) böyle bir adanın varlığından hiç bahsedilmemektedir.

et-Taberânî'deki bir rivayette, Temîm'in Yemen'in Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişiyle birlikte gemiyle yolculuk yaptıkları ve bir ay dalgalarla boğuştuktan sonra, güneşin battığı yerde bir adaya vardıkları zikredilmektedir. Rivayetin sonunda, Rasûlullah Deccâl'in Şam denizin­den değil de Şam tarafından çıkacağını, sonra Yemen'den, ardından da Irak tarafından çıkacağını haber vermektedir.[1286]

et-Taberânî de dahil olmak üzere, Şam denizinden bahseden diğer rivayetlerde tashîf olduğunu, esasında Rasûlullah'ın Şam yönünden bahsettiğini kabul ettiğimizde, yolculuğun yapıldığı denizin Akdeniz ol­ma ihtimali zayıflamaktadır. Temîm'in yolculuk yaptığı kimselerin Ye­menli olması hasebiyle geriye sadece Yemen denizi yani Kızıfdeniz ihti­mali kalmaktadır. Durum böyle olsa bile, böylesine bir ada bu bölgede bulunmadığından, rivayetin sıhhati bu açıdan da teyid edilememektedir. Ayrıca Kızıldeniz, bir ay dalgalarla boğuşulup daha sonra güneşin battığı yerde bir adaya çıkılacak genişliğe sahip değildir. Çünkü en geniş yep ri, Eritre'de Massaua enleminde 320 km.dir.[1287] Geriye bunların sürü»-lendikten sonra Aden körfezine oradan da Hint Okyanusu'na veya Um|-man Denİzi'ne kayıp gittikleri ve burada bir adaya düştükleri ihtimali ka­lır ki bu da uzaktır.[1288] Çünkü Deccâl'i dini motiflerin dönüp dolaştığı bölgeden uzaklaştırmaktadır.

d) Müslim'de geçen Deccâl'in kendisine tabi olacak yetmiş bin İsfe-hanlı yahudiyle beraber çıkacağı[1289] rivayetiyle yine Müslim'in rivayet ettiği Cessase hadisinin aralarını bulmak mümkün değildir. Çünkü Te­mîm'in anlattığı kıssada geçen varlığın bağlarının çözüldüğü, bunun ar­dından İsfehan'a veyahutta doğuda başka bir yere gittiği yorumu tat­minkar değildir. Hemen zuhur etmesi ve İsfahan'a veya başka bir yere gitmemesi gerekirdi. Zira, hadiste geçtiğine göre, Deccâl yakında çıka­cağını ve hadisteki "fe esîru" kelimesindeki fâ-i takibiyyeden anlaşıldığı üzere, hemen ardından kırk gecede Mekke ve Medine hariç her yere ineceğini söylemektedir. Bu ifadeler, zincirlerinin yakında çözüleceğini ve hemen harekete geçeceğini göstermektedir. Böyle birşey ise, onun zikrettiği (Taberiye gölünün suyunun çekilmesinin yakın olduğu gibi) ala­metlerin zuhuruna yakın bir zamanda gerçekleşecektir.[1290] Bu durumda, hemen zuhur etmek yerine, İsfehan'a gitmesi ve 1400 küsur yıldır ora­da durmasının izah edilecek yönü yoktur. Ayrıca Temîm bu hadiseyi müslüman olmasından önce yaşanmış bir olay olarak anlatmaktadır. Hâlâ çıkmaması hadisteki ifadelere ters düşmektedir.[1291] Ayrıca bugün İran kenti olan İsfehan'da yetmişbin yahudiyi bulmak mümkün değildir.

e) Hadiste bu adadan nasıl kurtulduklarının geçmemesi merak-ı mu­ciptir.

3-Böylesİne önemli bir hadisi el-Buhârî'nin rivayet etmemiş olması düşündürücüdür. Rasûlullah zamanında hem İbnu's-Sayyâd'ın hem :de Cessâse kıssasındaki zatın Deccâl olarak gözükmesi iki Deccâl varmış izlenimini uyandırdığından (ve bunların arasını bulmanın zorluğundan) olacak, el-Buhârî Cessâse hadisini almamıştır. İbn Hacer (852/1448) bu hususta şöyle demektedir: "Bu meseledeki durum çok karışık oldu­ğundan el-Buhârî (Deccâl'in kim olduğunda) tercihte bulunmuş sadece Câbir'in Hz. Ömer'den naklettiği İbnu's-Sayyâd hadisini[1292] rivayet et­miş, Fâtıma bnt. Kays'ın Temîm kıssasını rivayet etmemiştir."[1293]

İbn Hacer ise iki tane Deccâl olmasının arasını (konumuzun başında zikrettiğimiz müstaküleştirme/mükerrerleştirme  gayretiyle)  her bî Deccâl'i ayrı konumlara oturtmakta bulur ve şöyle söyler: "Temîm'i| hadisinde geçenle İbnu's-Sayyâd'ın Deccâl olduğuna dair hadisin arasf nı bulmanın en uygun yolu şudur: Temîm'in gözleriyle gördüğü bağlı ye ratık gerçek Deccâl'dir. İbnu,'s-Sayyâd ise İsfehan'a gidene kadarki stj re zarfında Deccâl suretinde ortaya çıkmış bir şeytandır. İsfehan'a git tikten sonra Allah'ın çıkmasını takdir ettiği süreye kadar (Temîm'in zil-rettiği) diğer Deccâl'Ie beraber İsfehan'da saklanacaktır."[1294]

Aliyyu'I-Kâri'nin yaklaşımı ise daha ilginçtir. İbnu's-Sayyâd hadisiyle Temîm hadisinin çelişmediğini söyler: Deccâl'in farklı bedenleri olabile­ceğini, zahiren his aleminde bulunduğunu, durumlara göre şekil değiş­tirdiğini; batınî açıdan ise misal alemindeki zincir ve halatlarla bağlı ol­duğunu belirtir.[1295]

4-Mus/j'm'in ravisi Fatıma, Hz. Peygamber'in kendisine nafaka ve sükna yönünde hüküm vermediğini söylediği halde Hz. Ömer'in doğru belleyip bellemediğinden şüphe ettiği kadındır: Bu hanım Ebû Amr b. Hafs tarafından üç talakla boşandığında Rasûlullah'ın kendisi için ne ev ne de nafaka yönünde hüküm verdiğini söyleyince, Hz. Ömer bunu ka­bul etmemiş ve şöyle demiştir: "Ezberledi mi unuttu mu belli olmayan bir kadın sebebiyle Allah'ın kitabını ve peygamberimizin sünnetini terk etmeyiz. Ona mesken de vardır, nafaka da. Nitekim Allah {c.c) şöyle bu­yurmaktadır: "Apaçık bir hayasızlık yapmaları müstesna, onları (boşan­dıkları) evlerinden çıkarmayın, (iddetleri bitinceye kadar) kendileri de çıkmasınfar."[1296] Fatıma'nın duyduklarını kanştırabilen biri olduğu ihti­malinden söz edebilir ve tesbit edemediğimiz bir yanılgıdan dolayı onun duyduğu bu kıssayı Hz. Peygamber'le irtibatlandırdığıni düşünebiliriz. Veyahutta daha sonra Fatıma'nın adı kullanılarak bu kıssanın Hz. Pey­gamber'le irtibatlandırıldığı ihtimalinden bahsedebiliriz.

5-Fâtıma'nın söylediğine göre, kendisi erkeklerin safının arkasında bulunarak Rasûluliah'ı dinlemiş. Bunun manası camide oldukça erkek toplandığıdır. Zaten RasûluIİah'ın herkesi camiye çağırtması önemli bir kalabalığın camiye toplandığını göstermektedir. Rasûlülah bu derece önem vermesine rağmen böylesi bir haberin ahad seviyesinde kalması, hadis hakkında tereddüt doğuran hususlardan birisidir. [1297]

 

Iı-Değerlendirme:

 

Rivayette anlatılanın uzunluğundan da kaynaklanan sebeplerden do­layı, tarikler arasında oldukça farklılıklar vardır. Hadisenin kimin başın­dan geçtiğini kesin olarak söylemek mümkün değildir. Aynca Hz. Pey-gamber'in uydurma olduğu belli olan bir hikayeyi kendisine delil olarak kullanması, İnsanların beyinlerine Deccâl'le ilgili asılsız bilgileri yerleştir­mesi nübüvvetle bağdaşmamaktadır. Çünkü Hz. Peygamber'ip böyle bir yönlendirmesi itikadın bir parçası haline gelecek, Deccâl zi^ri geçen ta­raflardan beklenecek, çıktı çıkacak anlayışına sarınılacak demektir. Bu inanış ise insanların dünyadan kopuşlarına, Deccâl'le Mehdi'yi bekle­meye koyulmalarına sebebiyet verecekti! Temîm'in anlattığı, başka bir buudda yaşanan bir olay olsa da, Hz. Peygamber'in gerek rüya kabilin­den gerekse başka türden olsun, insanların bu tür şeylerini benimseyip nakletmesi makul gözükmemektedir. Ayrıca muhtevası onu başka bir boyuta .taşımayacak kadar açıktır. Gemiye binilmekte, bir aylık yolculuk­tan sonra bir adaya çıkılmakta, İki ilginç varlıkla karşılaşılmaktadır.

Muhteva olarak ta bunun kabul edilebilir yönü yoktur. Hadisenin an­latıldığı "coğrafi bölgenin rivayeti tekzibi, böyle bir adanın mevcut olma­ması, çıkması çok yakın olan Deccâl'in hâlâ görünmemesi sıhhatini olumsuz etkileyen faktörlerdir. Dolayısıyla bizler bu rivayetin en iyi ihti­malle Temim'in hristiyanken dinlediği bir hikaye olduğunu, [1298]Hz. Osmanm sehadetinden sonra ortamın kanşüğ, ve bi^rtancm,n beklen­diği atmosferde bunu anlattığım, bilahere bunun Rasulullah ile ırtıbat ihtimaller çokluğuna rağmen tatminkar olmasa da, gerçek olan bir hususTardîr O da bu rivayetin Rasulullah ile irtibat, olmayan Isrâ.h bir habRLa^UçdoUk'k.ymetli bir menkıbe"[1299]'olarak kabul edilerek, bu bö­lümün başında bahsetmiş olduğumuz korku sebebiyle böylesi hadislere enkidçi yaklaşanlar, akh devreye sokanlar, müsteşnktenn tafcpç.sı ola­rak suçlansa bfle»», sadece bu rivayet dahi Müslim dolayıs.yla es-Sa-hîhayn üzerindeki sıhhat icmâını kaldırır mahiyettedir. [1300]

 

Rasûlullah'a Sihir Yapılması

 

Sihir (büyü) öteden beri insanların merak saldıkları, bir kısmının üze­rinde çalıştığı bir alandır. Kur'ân dahi sihri bir vakıa olarak kabul eder ve iki meleğin insanlara sihri öğretmek için yeryüzüne indirildiklerinden bahseder.[1301] Tartışmalı olan ise, sihrin bir illüzyondan mı ibaret olduğu yoksa insanlar üzerinde tesirinin söz konusu olup olmadığıdır. Cumhur tesiri olduğunu kabul etmiş, Mu'tezile ve bazı ehl-i sünnet alimleri kabul etmemişlerdir.[1302]

Bu bağlamda, Hz. Peygamber'e sihir yapılıp yapılmadığı da aynı tar­tışma içerisinde yerini almaktadır. Mutezile alimleri başta olmak üzere bir kısım alimler ilgili hadisi kabul etmeyip Kur'ân'a muhalif bulurlar. Bir kısım alimler ise -rivayetler arasında farklılıklar olsa bile- genel muhte­vası itibarıyla bunu kabul ederler. Bizler burada sihrin hakikatini tartış­mayacağız. Cumhurun kabul ettiği gibi, sihrin hakikatinin olduğunu var­sayarak[1303], Hz. Peygamber'e böyle birşeyin yapılabilmesinin kabul edi­lebilirliğini ele alacağız. Bu amaçla ilk olarak hadisin bir tarikini zikredip ardından rivayetler arasındaki temel farklılıklara temas edeceğiz ve de­ğerlendirmelerde bulunacağız. Bunun peşinden de Hz. Peygamber'e si­hir yapılmasını kabul etmeyenler ile edenlerin delillerini' sıraladıktan sonra kanaatimizi sunacağız. [1304]

 

I-Sihir Hadisi:

 

Hz. Âişg rivayet ediyor: "Hz. Peygamber'e sihir yapıldı. Birşeyi yap­madığı halde yapıyorum zannediyordu. Nihayet birgün yammdayken, Allah Teâlâ'ya epeyce dua etti. Sonra şöyle buyurdu: "Fark ettin mi ey Âişe! Niyaz ettiğim hususta Allah Teâlâ bana cevap verdi." Ben "ne­dir o cevap yâ Rasûlallah" dedim. Şöyle buyurdu: "Bana iki kişi gel­di[1305], birisi başımın yanında, diğeri de ayak ucumda oturdu. Sonra bi­ri diğerine dedi ki: "Bu zatın rahatsızlığı nedir?" Öteki "sinirlenmiş" de­di. "Kim sihir yapmış" diye sordu. Diğeri "Benû Zurayk'Ii yahudi Lebîd b. el-A'sam yapmış" dedi. Öteki "neye yapmış" diye sordu. O da "tara­ğa, taranırken dökülmüş saç döküntüsüne ve erkek hurma kapçığı içi­ne" dedi. "Nerededir o" diye sordu. Diğeri "Zû Ervân kuyusundadır" dedi.

Ravi diyor ki: Bunun üzerine Rasûlullah ashabından birkaç kişiyle beraber bu kuyuya gitti. Kuyunun üzerinde bir hurma ağacı bulunduğu­nu gördü. Sonra döndü ve Hz. Aişe'ye şöyle dedi: "Vallahi! Suyu kına­lanmış su gibi, (üzerindeki ağacın) hurmaları da şeytanların başları gibi idi." (Hz. Âişe diyor ki): "Yâ Rasûlallah! Onu çıkardın mı" diye sordum. "Hayır! Allah bana afiyet ihsan etmiş ve şifa vermiştir. Ondan (çıkarıl­masından ve böylece meselenin aralarında yayılmasından, bunu konu­şup durmalarından ve öğrenmek istemeleri sebebiyle[1306] İnsanlara bir şer bulaştırmaktan korktum."[1307] Rasûlullah emir verdi ve kuyu kapatıl­dı. [1308]

 

A-Rivayetler Arası Farklılıklar:

 

Bir hadisi hakkıyla değerlendirebilmek, anlatılanı netleştirebilmek için tariklerini toplamak gerekir. Çünkü çoğu kez problemin çözümü ay­rıntılarda yatmaktadır. Bu düşüncelerle elimizdeki hadise baktığımızda, sihrin yapıldığı hususunda muvafakat sağlanmakla beraber hadisenin te­ferruatında -manayla rivayetin tabiî neticelerinden olarak- oldukça fark­lılıklar olduğunu görüyoruz. Bariz farklılıklar şunlardır: [1309]

 

1-Kuyuya Kim Gitti:

 

a)  Rivayetlerin bir kısmında kuyuya bizzat Rasûlullah'ın (ashabıyla birlikte) gittiği geçmektedir. Misal: Yukarıya almış olduğumuz varyantta şöyle geçmektedir: "Bunun üzerine Rasûlullah ashabından birkaç kişiyle beraber bu kuyuya gitti."[1310]

b)  Hz. Ali'yi gönderdiğine dair rivayetler: Misal: "Cibril Rasûlullah'a geldi ve şöyle dedi: "Yahudilerden filanca sana sihir yaptı ve seni büyü­lemek için düğümler attı." Bunun üzerine Rasûlullah onu aldırmak için Hz. Ali'yi gönderdi."[1311]

c) Kimi gönderdiğini belirtmeden sadece başkalarını gönderdiğinden bahseden rivayetler: Misal: "Sonra Allah ona yahudilerin yaptığı şeyi bildirdi. O da kuyuya adam gönderdi ve içinde sihir yapılmış[1312] bulunan düğümler çıkarıldı." [1313]

 

 

Değerlendirme:

 

Müracaat edebildiğimiz kaynaklarda, Hz. Peygamber'in başkasını gönderdiğinin geçtiği hadislerde, kendisi gitmediği için kuyunun suyu ve diğer hususlarıyla ilgili tasvirlerin yapılmadığını görüyoruz. Özellikle ei-Buhârî ve Müslim'in de içinde bulunduğu zevatın Rasûlullah'ın bi zâtihi gittiğini aktarması ve ilave bilgi ihtiva etmesi, bizzat onun dilinden ku­yunun tasvirini aktarması bu rivayetlere tercih ağırlığı kazandırmaktadır.

îbn Hacer (852/1448) kuyuya kimin gittiğiyle ilgili olarak -şarihler-ce çözüm anahtarı olarak yapışılan mükerrerleştirme yoluna müracaat­la- şöyle demektedir: "Bazı rivayetler kuyuya gidenlerin hepsinin veya bir kısmının adını zikretmemiştir. Çeşitli adlar veren rivayetler kuyuya gidenlerin isimlerini açıklamaktadır diye düşünülebilir. Keza Rasûlullah'ın ilk önce onları gönderip ardından da kendisinin giderek bizzat ku­yuya geldiği şeklinde yorumlanabilir."[1314] Bu izah bizlere makul gelme­mektedir. Çünkü mesele onun dediği gibi olmuş olsa, başkasını gönder­diğinin geçtiği rivayetlerde muskanın o insanlarca alındığı geçmekte, kendisinin gittiğinin anlatıldığı bir kısım rivayetlerde ise emredip huzu­runda çıkarttırdığı geçmektedir. Bu durumda kuyuda iki muska olduğu­nu, her gidişte ayrı bir muskanın çıkarıldığını söylemek zorunda kalırız. Bu ise uygun olmaz. [1315]

 

2- Kuyudaki Muska Ne Yapıldı?

 

Kuyuya kimin gittiğinde farklılıklar olması yanında, muskanın ne ya­pıldığında da aynı durum söz konusudur:

a)  Muskanın kuyudan çıkarıldığını zikreden rivayetler: Misal: "Hz. Peygamber kuyuya geldi ve onu çıkardı."[1316] "Hz. Peygamber emretti ve muska çıkarıldı."[1317]

b) Muskanın kuyudan çıkarılmadığını zikreden rivayetler: Misal:[1318] "Hz. Âişe sordu: "Muskayı çıkardınız mı?" Rasûlullah da "hayır" dedi." [1319]

 

Değerlendirme:

 

Görüldüğü gibi, rivayetlerin bir kısmında muskanın çıkarıldığı geçer­ken, diğer bir kısmında ise çıkarılmadığı belirtilmektedir. Bu durumda, bir önceki maddede başvurduğumuz yolu tutarak ilave bilgi getiren riva­yeti takdim etmek durumundayız. Bu tercihimizi destekleyen unsur da bulunmaktadır: Hadis Sufyân b. Uyeyne'den iki tarikle gelmektedir. Ta­riklerden birisinde Hz. Âişe Rasûlullah'a "e felâ", diğerinde de "fe hel-lâ" demekte, cümleyi tamamlamamaktadır. Sufyân ise buna açıklama sadedinde "teneşşerte" ifadesini eklemektedir.[1320] Böylece Hz. Âişe'nin sözü "ilaç veya rukyeyle o sihri açtın mı, giderdin mi"[1321] anlamına gel­mekte, Rasûlullah da devamında hayır cevabını vermektedir. Bu durum­da direk olarak çıkarttığını açıklayan rivayetler ile İbn Hacer'İn dediği gi­bi daha sika olan Sufyân b. Uyeyne'nin "teneşşerte" ifadesi, bu rivayet­leri muskanın çıkarılmadığını belirtenlere tercih ettirmektedir. Çünkü bu ifadenin söylenmesi muskanın alınmış olmasını gerektirmektedir. Bazı tariklerinde Hz. Aişe'nin, "o muskayı yaksaydınız" demesi de çıkarıldı­ğı yönünde destek vermektedir.

Ayrıca şu da söylenebilir: Sihir hadisi değerlendirildiğinde, melekle­rin Rasûlullah'a gelip sihrin kuyuda bulunduğunu haber verdikleri görü­lür. Bunun sebebi ise gidilip sihrin oradan çıkarılmasıdır, yoksa sadece kuyunun tasvirinin yapılması değil. Nitekim rivayetlerin bir kısmında muska için bizzat Rasûlullah'ın ashabiyla beraber gittiği veya başkaları­nı gönderdiği geçmektedir. Buraya kadar gidildikten sonra sihrin ora­dan çıkarılması makul gözükmektedir. [1322]

 

3-Çıkarılan Muska Ne Yapıldı?

 

Rivayetlerde çıkarılan muskanın ne yapıldığını takip ettiğimizde fark­lılıklara rastlamaktayız.                                                                        

a) Sadece muskanın getirildiği ve Rasûlullah'ın bağdan kurtulmuş gi­bi kalktığı: Rivayetlerin bir kısmında muskanın getirildiği ve Rasûlul­lah'ın bağdan kurtulmuş gibi kalktığı zikredilir. Ancak muskanın ne ya­pıldığına temas edilmez. Misal: "Rasûluîlah adamlar gönderdi, gidip muskayı çıkardılar. Muska Rasûlullah'a getirildi. Rasûlullah sanki bağlar­dan kurtulmuş gibi rahatladı."[1323]

b)  Rasûlullah'ın muskayı açmadığı ve Allah Teâlâ'nın kendisine şifa verdiğini söylemesi: Hadisin e/Bu harf'deki tüm tariklerine ve Müslim'e baktığımızda, hiçbirisinde Rasûlullah'ın sihirden kurtulmak için rukye yaptığı veya Muavvizeteyn sûrelerini okuduğu geçmez. Rasûlullah'ın bu rivayetlerde söylediği şudur: "Hayır! Bana gelince Allah bana afiyet ih­san etmiş ve şifa vermiştir."[1324]

c)  Rasûlullah'ın muskadaki düğümleri çözdüğü ve bağdan kurtulmuş gibi kalktığı: Misal: "Rasûlullah muskayı aldırmak için Hz. Ali'yi gönder­di. O da onu çıkarıp getirdi. Rasûlullah ondaki düğümleri çözmeye baş­ladı. Her düğümü çözüşte bir hafiflik hissetti. Düğümleri çözdükten son­ra Rasûlullah bağdan kurtulmuş gibi rahatlayıp kalktı."[1325]

d)  Rasûlullah'ın Felak ve Nas sûrelerini ayet ayet okuyarak muska­daki düğümleri çözdüğü: Ulaşabildiğimiz kaynaklar itibarıyla Rasûlul­lah'ın Felak ve Nâs sûrelerini okuyarak düğümleri çözdüğünü hadis ki­taplarında bulamadık. İbnu'l-Cevzî'nin (597/1201) belirttiği gibi, bu ri­vayet tefsir kitaplarında nakledilmiştir.[1326] Misal: "Hz. Ali ile Ammâr ku­yuya geldiler. Kuyunun suyu sanki kınayla boyanmış gibiydi. Suyunu bo­şalttılar. Ardından taşı kaldırıp altından bir hurma kapçığı çıkardılar. Bir de baktılar ki üzerinde onbir tane düğüm var. Bu arada kul eûzu bi rab-bi'I-felak İle kul eûzu bi rabbi'n-nâs sûreleri nazil oldu. Rasûlullah bunla­rı okumaya başladı. Her bir ayet okuyuşunda bir düğüm çözüldü. Niha­yet düğümlerin hepsi çözüldü ve Allah'ın[1327] Peygamber'i hanımlarına, ye­mek içmeye yöneldi." [1328]

 

Değerlendirme:

 

Muska çıkarıldıktan sonra onun açılmasının ve düğümlerin çözülme­sinin daha makul olacağını düşünüyoruz. Çünkü burada sadece büyüyü çözmek değil, müminleri büyü hakkında bilgilendirmek te söz konusu­dur. Zira Hz. Peygamber bir takım kişilerin bu yolla bazı kötülükleri yapabileceklerini böylece göstermiş, keza yapılan iş sonuna kadar izletti­rilerek insanlar bilgilendirilmiş olabilir.

Yapılan büyü gösterildiği gibi, sihir karşısında uygulanacak tedavi metodu da Öğretilmiştir: Bu amaçla büyü-sihir karşısında hem kendisi­nin bundan kurtulması, hem de müminlerin takip edeceği yola bir ör­nek olması kabilinden Rasûlullah'ın Muavvizeteyn'i[1329] rukye olarak okumuş olması bu bağlamda [1330]muhtemeldir. [1331]

 

4- Sihir Ne Kadar Sürdü?

 

Sihir hadisinin tariklerine baktığımızda ne kadar sürdüğünün çok farklı geçtiğini görürüz.

a} Birkaç gün sürdü: Bir rivayette şöyle geçer: "Yahudilerden bir adam Rasûlullah'a büyü yaptı. Bu sebeple birkaç gün rahatsızlandı."[1332]

b)  Kırk gece sürdü: el-İsmâlî'nin (371/981) belirttiğine göre, Ebû Damre'nin rivayetinde böyle geçmektedir.[1333]

c)  Altı ay sürdü: Ahmed b. Hanbel'İn bir rivayetinde şöyle geçer: "Rasûlullah altı ay müddetle hanımlarıyla beraber olmadığı halde oldu­ğunu sanıyordu."[1334]

d) Bir yıl sürdü: Abdurrezzâk'ın bir rivayetinde bu halin bir yıl devam ettiği zikredilir.[1335] İfade şöyledir: "Rasûlullah Hz. Âişe'ye bir yıl yaklaşama­dı." [1336]

 

Değerlendirme:

 

Görüldüğü gibi, sihrin müddeti oldukça farklı zikredilmektedir. Kana­atimizce bu işin birkaç gün sürdüğünü belirten rivayetler daha makuldür. Çünkü bir peygamber için tersi bir durumu düşünmek makul olmaz. Za­ten sürenin zikredilmediği diğer rivayetlerdeki ifadelerden de fazla uzun süreli olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü rivayetlerin kahir ekseriyetinde Rasûlullah'a sihir yapıldığı ve yapmadığı halde bazı şeyleri yaptığını zan­nettiği anlatılmakta ve birgün dua ettikten sonra meleklerin kendisine gelişinden söz edilmektedir. Bu ifadeler hadisenin az bir süre sürdüğü­nü göstermektedir.

İbn Hacer'in, tüm rivayetleri cem etmek için çoğu kez baş vurulan yola girerek, sihrin başlangıç dönemini altı ay, hastalığın iyice yerleşme­sini kırk gün olarak takdir etmesi bizlere pek makul gelmemektedir.[1337] Çünkü hadislerde bu iki devre [1338]yönünde bir kayıt yoktur. [1339]

 

B-Sihir Hadisini Kabul Etmeyenler:

 

Mutezile sihri, sihirle ilgili hadisleri kabul etmez. Sihrin hakikati ol­madığını, bir hayalden ibaret olduğunu, bu sebeple Rasûlullah üzerinde etkisi olmadığını iddia ederler. Örneğin Şeyhu'l-Mu'tezile Ebûbekr el-Esam (201/816), Kur'ân naslarına muhalif gördüğü için sihir hadisini kabul etmez. Ebû Hanîfe'nin de (150/767) Mutezile gibi düşündüğü ri­vayet edilir.[1340] İbn Hazm (456/1064), Şâfiîierden Ebû İshak el-Esterâ-bâdî, Hanefîlerden el-Cessâs diye maruf Ebûbekr er-Râzî de (370/981) sihir hadisini kabul etmez. Kafirlerin uydurması olan bu haberleri nak­ledenlerin kıssacılar ve cahil hadisciler olduğunu söyler. Onların bunları boş işlerle uğraşan ahmaklarla alay etmek ve peygamberlerin mucizele­rini inkara sevk etmek için uydurduklarını belirtir.[1341] Hadisi kabul etme­yenlerden bir kısmı ise bunun yahudilerce uydurulduğunu söylerler.[1342]

Biz burada sihrin hakikatini kabul etmeyenler yanında kabul edip sihrin Rasûlullah üzerinde etkisi olmayacağını savunanların görüşlerini başlıklar halinde topluca vereceğiz:

1-Ayetler:

a) Rasûlullah korunmuştur: Ayet-i kerimelerde açık olarak Rasûlul-. Iah'ın muhafaza edildiği beyan edilmektedir. "Allah seni insanlardan ko­rur."[1343]"O alay edenlere karşı biz sana yeteriz."[1344] Ayetler dururken böyîe birşeyi kabul etmek, ayetleri tekzîb etmek demektir. Bu olmaya­cağına göre, ayetlere münâfî olan hadisin reddi gerekir.

b) Sihri kabul etmek müşrikleri tasdik etmek demektir: Eğer Rasûlul­lah'a sihir yapıldığı kabul edilecek olursa bu, sihrin onun aklı üzerinde etkili olduğu, ruhunda hakimiyet sağladığı manasına gelir. Bu ise müş­riklerin şu sözünü tasdik etmek manasına gelir: "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz."[1345] Başkaları için sihir mümkün ol­sa da, onun için olamaz, çünkü Allah onu korumuştur.

Asrımız başında sihir hadisini tenkide tabi tutan Muhammed Abduh (1323/1905) bu iki şık doğrultusunda hadisi tenkit ederken, nübüvve­tin ne olduğunu ve onun neler gerektirdiğini bilmeyen mukallidlerin si­hir hadisini kabul etmelerinden Allah'a sığınır. Sonra Kur'ân'ın sihri Ra-. sûi'den nefyetmesiyle ilgili olarak şöyle söyler: Müşriklerin bu iftirayla ne kasdettikleri zahirdir. Çünkü onlar şeytan Muhammed'e hulul etmiş­tir diyorlardı. Şeytanın hulul etmesi ise, onlarca sihir olarak görülüyor ve sihrin bir çeşidi olarak kabul ediliyordu. Bu tür sihir ise Lebîd'in yaptığı söylenen sihrin neticesinin aynısıydı. Çünkü bu mukallidlerin iddi­alarına göre, Lebîd Peygamber'in aklım ve düşünme yeteneğini karıştır­mıştı. İtikad edilmesi gereken ise, Kur'ân'ın kesin olduğudur. Çünkü o tevatür yoluyla masum olan bir zat (a.s) kanalıyla bize kadar gelmiştir. İnanılması gereken de, Kur'ân'ın isbat ettiğinin tasdîk edilmesi, nefyet­tiğinin kabul edilmemesidir. Kur'ân ise Rasûlullah'ın sihirden uzak oldu­ğunu beyan etmiş, onun sihirli olduğu sözünü de Rasûlullah'ın düşman­ları olan müşriklere nisbet etmiş, onları bu batıl iddiaları yüzünden kına­mıştır. Öyleyse Rasûlullah asla sihre kapılmamıştır... Eğer onların iddia ettikleri gibi, Rasûlullah'ın aklı karışmış olsaydı, bu durumda tebliğ et­mediği bir şeyi tebliğ ettiğini, kendisine inzal olunmamış bir hususu in­zal olunmuş sanması caiz olurdu."[1346]

Rivayeti kabul etmeyen Muhammed Ammâre de şöyle demektedir: "Hiç kimse ahad bir haberi kendi görüşüne ve aklına ters düştüğü İçin reddetmemiştir. Reddedenler, subûtu kat'î bir Kur'ân ayetine ya da pey­gamber açıklamasına ters düştüğü için karşı çıkmışlardır. Ben, sihir ve Garânîk gibi hadisleri reddederken, tıpkı Muhammed Abduh gibi Kur'ân'da (müşriklere atfedilen) "siz ancak sihir yapılmış birine tabi olu­yorsunuz" ayetine dayanıyorum."[1347]

2-Kur'ân-ı Kerîm mutevatirdir ve Rasûlullah'tan sihri nefyetmekte­dir. Hadis sahih olsa bile mutevatir değildir ve akîde için delil olmaz, zannî bir delille amel edilmez. Ayrıca bu rivayet yakînî delil Kur'ân'a ve akla ters düşmektedir.[1348]

3-Câbir (80/699), Atâ' (114/732) ve el-Hasanu'1-Basrî'nin (110/728) sözüne göre, Muavvizeteyn sûresi Mekkîdir ve tercih edilen görüş de budur. Bu durumda Medine'de geçen bir olayı Mekke'de nazil olmuş bir sûreyle irtibatlandırmak yanlıştır. Bu durum hadisle ihticacı za­yıf kılmaktadır.

Rivayeti kabul etmeyen muasır Muhammed el-Gazâlî bu hususta şöyle der: "el-Buhârî dahi rivayet etse, bu doğru değildir. el-Buhârî'nin rivayetine göre, Lebid b. A'sam, Hz. Peygamber'e sihir yapmış ve bu­nun üzerine Muavvizeteyn sûreleri nazil olmuştur. Şimdi soruyorum, eli­mizdeki mushaf Muavvizeteyn'in Mekke'de nazil olduğunu söylüyor. Si­hir hadisesi ise Medine'de vuku bulmuştur. Kime inanalım; el-Buhârî'ye mi, mushafa mı?.. Peki uyuduğu halde kalbi sürekli Allah ile beraber olan bir Peygamber, nasıl olur da bir yahudinin sihirinden etkilenir? Bu aklın kabul edeceği bir söz değildir."[1349]

4-Bu rivayet Rasûlullah'ın tüm fiilleri ve sözlerinin sünnet ve Şeriat olduğu itikadiyla uyuşmamaktadır. Eğer hadisi sahih kabul edenlerin id­dia ettikleri gibi sahih olsa, Rasûlullah'ın aklı karışmış olacağından, bu durumda, tebliğ etmediği birşeyi tebliğ etmiş sanması, nazil olmamış bir ayeti nazil olmuş vehmine kapılması gibi bir durum ortaya çıkar ki, bu kabul edilemez. Çünkü böyle bir durumda kendisine melek geldiğini dü­şünebilir, getirdiklerinin ne kadarının sihir döneminde söylendiği, ne ka­darının diğer zamanda aktarıldığı tesbit edilemez. Bu ise dinin getirdik­lerinde şüpheyi doğurur. Bu kabul edildiğinde, sihir zamanındaki konuş­maları, yaşamı bizleri bağlar mı? Bu bizleri dinimiz hakkında şüpheye götürmez mi?

Bu noktadan hadisi tenkit eden Halil Günenç başta es-Sahîhayn ol­mak üzere hadis kitaplarında geçen, yapmadığı şeyi yapıyormuş gibi gelmesi durumunu kabul etmez ve şöyle der: "Müfessirlerin ifade ettik­leri üzere Rasûlullah (a.s)'e büyü yapılmış ve bunun sonucunda da ra­hatsız olmuşlardı. Ancak olayda bazı abartmaların da olduğu muhakkak­tır. Çünkü Resûlullah'in nakledildiği gibi aklî dengesi hiç bir zaman bo­zulmamış, yapmadığı şeyi yapmış, ya da söylemediği bir şeyi söylemiş gibi bazı hayallere de kapılmamıştır. Bütün bunlar birer yalan ve iftira­dır. Eğer iddia edildiği gibi bir durum söz konusu olsaydı Resûlullah (a.s)'in söz ve fiillerine itibar edilmezdi. Kaldı ki bu durum vahiy ile va­hiy olmayan şeylerin birbirine karışmasına yol açacağı için müslüman-lar için hüccet teşkil etmeleri mümkün olmazdı. Oysa böyle bir durum yoktur ve tamamıyla uydurmadır."[1350]

5-Allah Teâlâ kafir olan bir yahudiye peygamberlerin sonuncusuna görünmeyen bir zarar verme kudretini vermiş ve bu kimse verdiği zara­rı kaldırmak kudretine de sahip ise, bu durumda zarar verme veya bu hali giderme kudretinin Allah'ın zatında toplanmış olmasının ayrıcalığı kalmaz. Çünkü küçük büyük her iş üzerinde tek kudretin kendisinde ol­duğunu beyan eden Allah Teâlâ hazretleri, tarak ve benzeri basit şeyler vasıtasıyla böyle büyük işleri yapma kudretini insaniara vermez. Bu ka­bul edilecek olsa, sihirbazların istedikleri kimseye yarar, istediklerine de zarar verebileceklerini düşünmek şirk değil midir? Bu kudret olarak sa­dece Allah'ın elinde değil midir?

6-Bîr daha bal şerbeti içmeyeceğine veya Mâriye'ye yaklaşmayaca­ğına yemin eden Allah Rasûlü durumu aktardığı hanımından (Haf-sa'dan) bunu gizlemesini istemiş, o ise başka bir hanımına (Âişe'ye) ha­ber vermişti. Allah Teâlâ da onun bunu aktardığını kendisine haber ver­miş ve Rasûlullah ibret olması için bir ay süreyle hanımlarına yaklaşma­yacağına yemin etmişti, {ilâ).[1351] Allah Teâlâ, hanımlarını cezalandırma yetkisini bir nevî kendisine vermişti. Peki bütün hayatı kafirlerle müca­deleyle geçen aynı insana muska yapıldığını Allah Teâlâ niye ona baş­tan haber vermedi, onu bir müddet kafirlerin eline bıraktı? Hanımının yaptığında olduğu gibi, olanı ona niye bildirip yapanı cezalandırma im­kanı sağlamadı da günlerce bu sıkıntıyı çekmek zorunda kaldı? Durum niye kendisine bildirilmedi de bu işi yapanı diğerlerine ibret olsun diye baştan cezalandırmadı? Fitne çıkmasından çekindi denecek olursa, onun tüm hayatı kafirler ve yahudilerle fitneler içinde yoğruldu. Daha önce başından fitne hadisesi ve bunu takip eden olaylar geçmişti. Rasû­lullah bunları gizlememişti. Peki hangi hadise daha önemliydi? Rasûlul-lah'ın hanımı Âişe validemiz adına dedikodu çıkarmak mı, yoksa dinin tebliğcisi olan kimseye sihir yapıp risaletinde hataya düşmesini isteyen kimsenin sihri mi?[1352]

7-BÖyIe bir sihir niçin diğer peygamberler için söz konusu olmadı. Oysa onların da peygamberimizinki gibi düşmanları vardı? [1353]

 

C-Sihir Hadisini Kabul Edenler:

 

Sihir hadisini kabul edenler getirdikleri bir takım delillerle karşı taraf­takilere cevap vermektedir. Bunlar genel başlıklarıyla şunlardır:

1- Hadis sağlamdır:

Sihirle ilgili hadisler yakînî delil olan Kur'ân'la ters düşmektedir ve ahad haber olması hasebiyle inanmayı gerektirmez, denemez. Çünkü bu, naslar arasında hakîkî tearuz olduğunda söz konusu olur. Burada ise böyle bir durum yoktur. Ayrıca hadisin tarikleri arasında ayrıntı farklılık­ları olsa da "rivayetlerin hepsi böyle bir olayın meydana geldiğinde bir­leşiyor."1230 Hadisenin olması yönüyle rivayetler birbirlerini destekle­mekte ve hadis inkarı kabil olmayacak bir rivayet haline getirmektedir. Nitekim başta es-Sahîhayn olmak üzere pekçok yerde bu hadis rivayet edilmiştir. Böyle bir hakikat hadisin reddini gerektirmez, çünkü zann-ı galip ifade etmektedir.[1354]

İbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350) bu hususta şöyle der: "Bu ha­dis hadisçiler nezdinde sabit ve makbul bir hadistir. Sıhhati hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Fakat kelamcılardan pekçoğu inkar etmiş ve uy­durmadır demişlerdir. Ancak onların bu sözleri ilim ehli nezdinde mer-duddur. el-Buhâri ve Müslim hadisin sahih olduğunda ittifak etmişlerdir. Hadisçilerden hiç bir kimse hadisin sıhhati hakkında tek bir kelam et­memiştir. Bu hadis, tefsir, sünen, hadis ve tarih alimleri nezdinde meş­hurdur. Bu kimseler ise Rasûlullah'm hallerini kelamcılardan daha iyi bi­lirler... Rasûlullah'ın yakalandığı sihir bir hastalık idi ve vücuduna isabet etmişti. Zaten Allah Teâlâ ona bu hastalıktan şifa da vermişti. Bu sebep­le bunda bir noksanlık veya ayıp yoktur. Çünkü hastalık peygamberler için caizdir."[1355]

Mevdûdî (1399/1979) bu noktada "muhaddisler tarafından bu ka­dar çeşitli ve müteaddit senedlerle nakledilmiştir ki, olay mutevatir sevi­yesine ulaşmıştır" der.[1356]

2-Ayetler:

a) Sihrin Rasûlullah üzerindeki etkisini kabul edenler, Allah'ın onu koruyacağına dair ayeti Rasûlullah'm masumiyeti, ismet sıfatı, peygamberliğinin korunmuş olması, ilahi vahyin insanlara ulaştırılmasında bir pürüz olmayacağı gibi hususlara teşmil ederler.

b) Sihri kabul etmek müşriklerin dediğini tasdik etmek değildir: Müş­riklerin Hz. Peygamber için büyülüdür demelerinden murad, Rasûlul-lah'ın belli bir zaman diliminde büyülenip daha sonra da iyileştiği değil­dir. Bilakis onların muradı, Rasûlullah'ın aklının sihirle zail olduğu ve böylece babalarının dinini terk ettiği iddiasıydı. Onlar bu iddiaları Kur'ân'ı hafife almak, Rasûlullah'a gelenin vahiy olmadığını ve onun bir deli olduğunu, hayaline gelen şeyleri söylediğini ortalığa yaymak niye­tiyle söylemişlerdir. Allah onların bu gayeyle bunları söylediklerini beyan etmek için ilgili ayetleri nazil eylemiştir. Bu sebeple, el-İsra/17, 47 ile el-Furkân/25, 8 ayetlerinin muradı farklıdır.[1357]

3-Sihrin boyutu:

Sihir hadisini kabul edenler Rasûlullah'ın beşer yönünü öne çıkara­rak, bedenen hastalıklara maruz kalmış, zehirlenmiş, akreb tarafından sokulmuş, devesi kendisini yere atmış ve ayağı burkulup cildi soyul­muş[1358], dişini kaybetmiş[1359] vefat ettiği hastalığında bayılmış bir insa-nını[1360]sihre de maruz kalabileceğini söylerler.[1361]

Büyünün Hz. Peygamber üzerinde etkili olabileceğini belirten el-Be-gavî (516/1122) bu hususta şöyle der: "Sihir peygamberlerin bedenle­rinde etkili olur. Onlar da insandırlar. Diğer insanlarda olduğu gibi, ra­hatsız olup hasta olabilirler. Onların vücudlarında görülecek tesiri öldür­me, zehirlenme ya da beşerî hastalıkların etkilerinden fazla olmaz.[1362] Nitekim Zekeriyya (as) ve oğlu (Yahya) [1363]öldürüldü, peygamberimiz de Hayber'de zehirlendi. Din hususuna gelince, Allah göndermiş olduğu dinde onları masum kılmış, kollamıştır.[1364] Çünkü Allah Teâlâ'dır dini koruyan, vahyinin fesada ve değişikliğe uğramadan ulaşmasını temin eden."[1365]

Sihir hadisini kabul edenler sihrin Hz. Peygamber'in nübüvvet yönü­nü içine alacak boyutta olmadığını belirtirler. Bu hususa temas eden el-Begavî'nin muasırı İmam el-Mâzerî (536/1141) sihirli olduğu zaman süresince Cibrîl'i görmediği halde görmüş gibi olabileceği veya vahiy gelmediği halde gelmiş gibi zannedebileceği iddiasıyla ilgili olarak şöy­le demektedir: "Bidat ehli kimseler bu hadisi reddetmişler ve 'peygam­berlik makamını çiğneyip şüphe uyandırdığını iddia etmişler; buna gö­türen herşeyin batıl olduğunu, böyle birşeye güvenmek Peygamber'in Şeriat olarak getirdiği hususlara güvenmemeyi doğurur çünkü Cebrail'i görmediği halde gördüğü, birşey vahyedilmediği halde kendisine birşey vahyedildiği hayaline kapılır' demişlerdir. Tüm bu düşünceler merdud-dur çünkü Hz. Peygamber'in Allah'tan aldıklannı aktarmada doğru ve bu tebliğinde masum olduğu hususunda deliller vardır. Mucizeler de onun doğru olduğunu tasdik etmektedir. Delilin ortaya koyduğu bir hu­susun hilafına cevaz vermek batıldır. Hz. Peygamber'in o sebeple gön­derilmediği, risaletle ilgisi olmayan bazı dünyevî hususlara gelince, Hz. Peygamber de diğer insanlar gibi bunlara maruz kalabilir, hastalık gibi.

Bu sebeple dînî işlerde masum olmasına rağmen, -hakikatte Öyle olma­masına rağmen- dünyevî bazı şeyleri yapıyormuş gibi sanması uzak bir durum değildir."[1366]

Sihrin boyutunu tesbit etmeye çalışan ve yine el-Begavî'nin muasırı olan Kâdî Iyâz (544/1149) Rasûlullah'a yapılan sihrin sınırlarını şöyle belirliyor: "Sihir bir hastalıktır. Hz. Peygamber'in yakalanması caiz olan diğer hastalıklar gibi bir hastalık olup, peygamberliğine zarar vermez. Hz. Peygamber'in yapmadığı halde bazı şeyleri yapıyor gibi sanmasına gelince, bu onun tebliğine, aktardığı Şeriata ve doğruluğuna zarar vere­cek bir durum değildir. Zira onun masum olduğuna dair delil ve icmâ vardır.[1367]Ayrıca Hz. Peygamber'in sihir etkisiyle duçar olduğu hadise­ler dünyasıyla ilgili işler olup, o bu işler için gönderilmemiştir, dünya iş­leri sebebiyle faziletli kılınmamıştır. O da diğer insanlar gibi beşeri has­talıklara yakalanabilir. Bu durumda, bir dünya işini olmadığı halde olmuş gibi sanması normaldir. Zaten daha sonra İşin hakikati ona ayan olur... Sihir Peygamber'in dışını, azalarını etkilemiştir, kalbini, itikadını, aklını değil. Sihir görmesinde etkili olmuş, hanımlarıyla beraber olmasına, ye­mesine tesir etmiş, vücudunun direncini zayıflatmış ve hasta etmiş­tir."[1368]

İbn Hacer de (852/1448) sihrin boyutunun zannedildiği kadar geniş olmadığına temasla, bazı rivayetlerde Rasûlullah'a hanımlarıyla beraber oluyormuş gibi geldiğine, hakikatta ise böyle birşey olmadığının geçtiği­ne[1369] değinerek, bunun sihrin boyutunu gösterdiğini söyler. el-Mâze-rî'nin beyanıyla uykuda bile çok yaşanan böylesi bir halin uyanıkken ol­masının uzak olmayacağını ekler.[1370]

Mevdûdî de sihrin etki alanını dar tutarak, Peygamber eğer şehid olabiliyor veya yaralanabiliyorsa aynı Peygamber'in büyüden etkilenme­sinde şaşılacak birşey olmadığını, Hz. Peygamber'e bir-iki gün için dal­gınlık, unutkanlık gibi bir halin geldiğine değinir. O dalgınlık da her çe­şit konuda değil, bazı konularda çok basit olarak görülmüştür, der.[1371]

Sihir hadisini kabul edenler, Felak sûresinin başta Peygamber Efen­dimiz olmak üzere inananları, düğümlere üfleyenlere karşı uyarmasının da sihrin vuku bulduğuna delil olduğunu söylerler. Hiçbir haberde Hz. Peygamber'in bu döneminde daha önceden haber vermiş olduğu birşe-yîn hilafına birşey söylediğinin rivayet edilmediğini delil getirip[1372] boyu­tunun çok dar kapsamlı olduğuna dikkat çekerler: Rivayetlere bakıldı­ğında Rasûlullah'taki bu durumun başkalarınca fark edilmediği görül­mektedir. Demek ki, bu şahsıyla kalmış bir durum idi. Ayrıca bu dönem zarfında bir ayeti unuttuğu, yanlış okuduğu, olmayan birşeyi ayet diye söylediği, namaz kılmadığı halde kılmış zannettiği gibi bir durum nakle-dilmemiştir. "Eğer böyle bir şey olsaydı, bütün Arabistan'da herkesin haberi olur ve sihrin Rasûlullah'ı yendiği çabucak yayılırdı."[1373]

4-Felak sûrenin Medenî olduğunu söyleyenler de vardır:

Tefsir sahiplerinin Felak sûresinin başındaki açıklamalarına bakıldı­ğında, bunun ihtilaflı olduğu, bir rivayette İbn Abbas (68/687), Katâde (117/735) gibiler, keza İbnu'l-Cevzî (597/1201), Fahruddîn er-Râzî (606/1209), İbn Kesîr (774/1372) ve el-Alûsî (1270/1853) gibi mü-fessirler yanında el-Beydâvî haşiyeleri eş-Şihâb, es-Sâvî ve el-Cemei vb. nin Medenî dedikleri görülür.

Mevdûdı'nin sebeb-i nüzulle ilgili yaklaşımı zikre değerdir: "İhlas sû­resinin girişinde de açıkladığımız gibi, bir sûre veya ayetin filan yerde, filan olay üzerine nazil olduğu söylenmişse bunun anlamı, o sûre veya ayetin o anda ilk defa nazil olduğu değildir. Bazen daha önce nazil ol­muş bir sûre veya ayetin, bir olay nedeniyle Rasûlullah'a tekrar okuma­sı bildirildiği için muhataplara cevap olarak okunduğundan bu ayet ve­ya sûrenin o anda yeni nazil oldukları zannedilir. Bize göre Muavvize-teyn için de aynı şey geçerlidir. Sûrelerin muhtevası açıkça Mekke dö­neminin başlangıcında nazil olduklarını göstermektedir. O zamanlar Ra­sûlullah'a muhalefet şiddetlenmişti. Çok sonra Medine'de yahudilerin, münafıkların ve müşriklerin muhalefeti şiddetlendiğinde Rasûlullah'a ay­nı sûreler işaret edilmiş ve Ukbe'nİn rivayet ettiği gibi bu sûreleri oku­ması telkin edilmiştir.

Rasûlullah'a sihir yapılıp hasta edildiği için, bir ara içinde sıkıntı şid­detlendi. O zaman Cebrail (a.s) Allah'ın emriyle gelerek Felak ve Nas sûrelerini okumasını tavsiye etti. Onun için bize göre bu sûrelerin Mek-kî olduğunu söyleyenlerin sözü daha doğrudur. Bu sûrelerin sadece si­hir hakkında nazil olduğunu düşünmeye, Felak sûresinde sadece bir tek ayetin sihirle ilgili olması, diğer ayetlerin ise sihirle ilgili olmaması en­geldir. [1374]Ayrıca Nas sûresinin bütününün de sihirle bir ilgisi yoktur." [1375]

 

H-Degerlendırme:

 

Her iki tarafın düşüncelerini ana hatlanyla sunduktan sonra bunlar­dan şu neticeler elde edilmi.tir:

1-Sihir hadisini ulaşabildiğimiz hadis kaynaklarını tarayarak biraraya getirmeye çalıştığımızda hadis birkaç sahabiden rivayet edilmekte ve se-ned İtibarıyla -Mevdûdî'nin deyişiyle mutevatir olmasa bile- meşhurdur.

2-Hadisin sıhhatini sened ve metin açısından tenkit eden hadisçi tesbit edilememiştir.

3-Sihir hadisinin Hz. Peygamber'İn nübüvveti üzerinde şüphe uyan­dırmadığı kanaatindeyiz. Çünkü bir beşer olarak Rasûlullah nasıl yara­lanmış, hayvanından düşmüş, dişini kaybetmişse, bedeni olarak bunlar­la karşılaşmışsa, sihre maruz kalması da makul gelmektedir. Zira karşı­laşılan hadise nübüvvetle bağlantılı bir olay değil Rasûlullah'ın bir beşer olarak maruz kaldığı bir hadisedir. Dolayısıyla maruz kaldığı bu şeyin bir mümin veya kafir tarafından yapılmış olması arasında fark yoktur. Çün­kü o da bir beşerdir ve ayette geçen "neffâsât" ifadesi bu gerçeği ifade etmektedir.

4-Sihrin boyutu sınırlı olmuştur. Rasûlullah'ın hanımlarına yaklaşma­dığı haide yaklaştığını zannetmesi, görmede problem çekmesi, bedeni­nin takatten düşmesi söz konusu olmuştur. Rivayetlerin muhtevasından anlaşıldığı kadarıyla bunun kısa süreli olması görüşümüzü teyid etmek­tedir. Çünkü bu dönem zarfında Rasûlullah'ın ibadetleriyle ilgili olağan­dışı bir durumun olduğu, namazlarını kılmadığı, namazlarında hatalar ettiği veya da Rasûlullah'ın Şeriata muhalif bir harekette bulunduğu ve­ya bir söz söylediği, aklında bir zayıflama olduğu nakledilmemiştir.

5-Allah Teâlâ'nın neden Rasûlullah'ı bu sıkıntıları birkaç gün çekme­sine izin verdiği ve durumu hemen kendisine bildirmediği meselesine gelince: İfk hadisesinde de Allah Teâlâ hakikati hemen inzal eylememiş, bir aylık sıkıntılı bir dönem yaşanmış, Hz. Âişe babasının evine geçmiş­ti. Çekilen bu sıkıntılardan sonra alemlerin rabbi hakikati inzal eylemiş­ti. Keza kendisine gelen vahiylerde bir müddet kesilme olmuş, müşrik­lerin alaylarına muhatap olmuştu. Allah Teâlâ hemen bu durumunu gi­der memişti.                                                                                           

Bunun yanısıra ifk hadisesinde olduğu gibi, toplum nazarında Rasû-} lullah aleyhine dolaşan bir iftira, onun durumunu sarsıcı bir mesele ol­madığından, Allah Teâlâ'nın hemencecik müdahele etmesini gerektiren bir durum yoktu, çünkü hadise mevziî idi.

6-Bu sihir niçin diğer peygamberlerin başına gelmedi sualine gelini ce, Kur'ân-ı Kerîm diğer peygamberlerin başlarına gelen herşeyi bizlej re haber vermemektedir. Ayrıca Rasûlullah'ın böyle birşeyle karşılaşma olması, diğer peygamberlerin de aynı sıkıntıya düşmelerini icap ettir­mez. Her dönemin toplum yapısına göre peygamberler bazı özel sıkmj-tılarla karşılaşmaktaydılar.

7-Muawizeteyn'in Mekkî olmalarına gelince, bizler için de makul gem­len budur. Çünkü ayetlerdeki ifadeler, Mekke'de en şiddetli zulümlerin yapıldığı dönemlerde Rasûlullah'a bir çıkış yolu göstermektedir. Ayrıca sihirle ilgili sadece "neffâsât" ifadesinin bulunması surelere Medenîdir dememize yetmemektedir. Bunun yanında, sûreye Medenî diyen alim­lerin ekseriyetinin hadise bakarak bu yönde tercihte bulunduklarını gör­mekteyiz. Ancak Mevdûdî'nin deyişiyle, sûrelerin Mekkî olup Rasûlullah sihirle karşılaşınca, bunları okuması hatırlatılmış olabilir. Ancak kesin olan bir durum var ki, o da Elmalılı'nın dediğidir; "Şu kadar var ki bu ri­vayetlerde bu hikaye Muavvizeteyn'in nüzul sebebi olduğu açık değil­dir."[1376]                                                                                          

8-Rasûlullah'ın sihirbazı ve sihri tesbit ettikten sonra meselenin üze­rine gitmemesi ve yapanı ibret için cezalandırmamasına gelince: Rasû­lullah maslahata binaen böyle davranmış olabilir. Nitekim hadislerdeki ifadesinden bu meselenin insanlar arasında yayılıp fitneye vesile olma­masını arzuladığı anlaşılmaktadır. Bir takım rivayetlerde bu işi yapanı sorguladığı geçse de, cezalandırmamış olması ortada somut bir delil bu­lunmamasından kaynaklanmaktadır. Hele de bunu yapan bir yahudi ise, Allah Teâlâ'nın inzal edeceği açıklama İslam'a inanmayan bir insanı ce­zalandırmada ne derece makul görülebilirdi? Çünkü cezalandırmak iste­yeceği insan, elde somut bir delil bulunmadığından inkar edecek ve ken­disine birşey yapılamayacaktı. Ayrıca bu işi yapanın bir zimmî olduğu düşünülecek olursa, elde açık bir delil olmadan cezalandırmaya gitmek oldukça sıkıntılı neticeler doğurabilirdi. Zira kaynakların belirttiğine gö­re, bu hadise hicretin yedinci yılında meydana gelmiştir. Daha yeni İs­lam'a giren insanlar kabile taassubu ile huzursuzluğa sebebiyet verebilir­lerdi, çünkü Lebîd'in kabilesi olan Benû Zurayk Hazrec kabilesinin bir koluydu. Bu sebeple ümmetin birliğini korumak için siyaseten ve diğer maslahat şartlan çerçevesinde Rasûlullah cezalandırmamış olabilir.

Netice olarak şunu diyebiliriz: Hadis sahih olarak gözükmektedir. Rasûlullah'in karşılaştığı şeyin, birkaç gün süren dalgınlıktan ibaret ol­duğu anlaşılmaktadır.

Allah Teâlâ'nın inzal edeceği açıklama İslam'a inanmayan bir insanı ce­zalandırmada ne derece makul görülebilirdi? Çünkü cezalandırmak iste­yeceği insan, elde somut bir delil bulunmadığından inkar edecek ve ken­disine birşey yapılamayacaktı. Ayrıca bu işi yapanın bir zimmî olduğu düşünülecek olursa, elde açık bir delil olmadan cezalandırmaya gitmek oldukça sıkıntılı neticeler doğurabilirdi. Zira kaynakların belirttiğine gö­re, bu hadise hicretin yedinci yılında meydana gelmiştir. Daha yeni İs­lam'a giren insanlar kabile taassubu ile huzursuzluğa sebebiyet verebilir­lerdi, çünkü Lebîd'in kabilesi olan Benû Zurayk Hazrec kabilesinin bir koluydu. Bu sebeple ümmetin birliğini korumak için siyaseten ve diğer maslahat şartları çerçevesinde Rasûlullah cezalandırmamış olabilir.

Netice olarak şunu diyebiliriz: Hadis sahih olarak gözükmektedir. Rasûlullah'ın karşılaştığı şeyin, birkaç gün süren dalgınlıktan ibaret ol­duğu anlaşılmaktadır. [1377]

 

 



[1] Bkz. en-Nedvî, Tahkik, s. 26-7.

[2]  eş-Şâtıbî, ilisâm, 1/220.

[3] Hatiboğlu, Siyâsi İçtimâi Hadiseler, s. IV.

[4] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 13-14.

[5] Bkz. İbn Hazm, /fıfcâm, 11/211.

[6] Emîn,Fecru7-/sJâm,s.2tO-1.

[7] Sıddîqî tahminlere dayanarak sözüne şöyle devam eder: 'Münafıklar, çok miktarda hadis uydurup onları Peygamber (S.A.S) e isnâd etmiş olmalıdırlar. Hz. Ebû Bekrin hilâfeti zamanında, ridde baş kaldırınca, bazı mürtedlerm maksat­larına uyan hadîsler uydurmuş olmaları ihtimal dışı değildir. Ebû Bekr ve Ömer b. Hattâb'ın, kendilerine rivayet edi­len hadisleri kabulde son derece sert olmaları, bu yalancılık dolayısıyle olabilir. Hz. Osman'ın hilafeti zamanında ha­dîs uydurma işi daha umûmî bir hal aldı." Hadîs Edebiyatı, s. 119-20.

[8] Ebû Zehv, Hadîs, s. 4E0-1; el-Edlebî, Menbec, s. 40-1.

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 14.

[9] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 15.

[10] İbn Adiy, Kâmil, M54, rakam: 2; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat I/55-6; ei-Tahâvî, MusfcH ifl64-5, rakam: 378-9; İbn Hamza, Beyân, H/229-30.

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 15.

[11] Ebû Gudde, Mevzu Hadisler, s. 37.

[12] Bk2. İbn Adiy, a.g.e., IV/53-5, rakam: 2; ei-Ukaylî, Duatâ, 11/200-1, rakam: 725; İbn Hacer, Tetızib, IV/386-7, rakam: 2949; el-Mizzî, Tebzibu'l-Kemâl, XII!/33-5, rakam: 2802.

[13] İbn Teymiyye, es-Sârimu'l-Mestûl, s. 176-7.

[14] ez-Zehebî, Mizan, II/292-3, rakam; 3783. 16Bkz. İbnu'l-Cevzî, a.g.e, I/56.

[15] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 15-16.

[16] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 16.

[17] Bkz. İbn Hacer, a.g.e., IH/185-6, rakam: 1865; el-Mizzî, a.g.e., Vlll/392-6, rakam: 1759; ez-Zehebî, a.g.e., I1/7-8, ra­kam: 2606.

[18] Bkz. İbn Hacer, a.g.e., VH/203-6, rakam: 4754, rakam: 1865; el-Mizzî, a.g.e., XX/86-94, rakam: 3334; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâkl, 1/145.

İbnu'l-CevzTnin mevzu hadis uydurmanın kötülüğünü anlatırken, sahih olmayan yukarıdaki iki rivayeti delil olarak ge­tirmesi ve İlletlerine değinmemesi, Alryyu'l-Kârînin de seneddeki illetleri görmeden ona tabi olması son derece ilginç­tir. Bkz. el-Karî, Esrar, s. 49, rakam: 27; s. 63, rakam: 79, es-Suyûtînin de "tesâhûl göstererek" Bureyde hadisini ten­kide tabi tutmadan delil olarak alması da aynıdır. Bkz. Tahzîni'l-Havâs, s. 98-9, rakam: 51.

(İbnu'İ-Cevzî Bureyde ha­dîsini insanları yakmanın önceden caiz olduğuna delil olarak ta zikreder. Bkz. ItMnı Ehli'r-Rusûh fil-Fıkhi vet-Tah-dfe,a.H6).

[19] Bkz. İbn Teymiyye, a.g.e., s. 177-8.

[20] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:16-17.

[21] el-Heysemî, a.g.e., 1/145; el-Kârt, a.g.e., s. 50-1, rakam: 28; es-Suyûtî, a.g.e., s. 99-100, rakam: 52.

[22] Bkz. el-Heysemî, a.g.e., 1/145. Keza bkz. İbn Adiy, a.g.a, İP/93, rakam: 3, rakam: 2; ei-Ukayfi, a.g.e,, 1/172, rakam: 214; İbn Hacer, a.g.e., II/7-8, rakam: 872; el-Mizzî, a.g.e., IV/357-9, rakam: 819.

[23] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 17.

[24] et-Taberânî, Evsat, tll/59, rakam: 2112; el-Heysemî, a.g.e., 1/145; el-Kârî, a.g.e., s. 48-9, rakam: 26.

[25] M. Yaşar Kandemirln değerlendirmesinden bu rivayeti sağlam kabul ettiği anlaşılmaktadır. Hadisi şöyle yorumlar: "Hz. Peygamberin söylemediği bir sözü, yapmadığı bir işi ve tasvîb etmediği bir hareket tarzını ona nisbet etmek, Pey­gamber aleyhinde yapılmış bir iftira olduğuna göre, yukarıda anlatılan hadise de bu karakteri taşımakta ve böylece vaz' (uydurma) kelimesinin şümulüne girmekledir... Şurasını da belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber devrinde bu münferit hâdise dışında böyle bir vak'aya tesadüf edemiyoruz. Bunun en büyük âmili de muhakkak ki, Hz. Peygam­ber'in bu kabil isnatları bizzat tekzip edeceği düşüncesidir." Mevzu Hadisler, s. 25. Mevdûdî de bu rivayeti sahih ka­bul ederek, adamın ölü bulunup Rasûlün emr-i mucibince yakıldığını, Rasûluliah'ın bundan sonra defalarca adına ya­lan uydurulmasından sakındırdığını söyleyip şöyle der: "Bu titizlik ve sıkı kontrolden dolayıdır ki, 30-40 yıla kadar ya­lan hadis uyduruimasıyla ilgili her hangi bir olay meydana gelmedi." Mevdûdî, Sünnetin Anayasal Niteliği, s. 275.

[26] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 17-18.

[27] es-Sibâî, Sunne, s. 238. GoMziher ise, "bu badis 80 civarında sahabiden rivayet edilse de, hadis uyduranları frenle­mek, her türlü uydurmanın önünü almak için ortaya atılmıştır", der. Bkz. Müslim Studies, 11/127.

[28] Hz. Peygamberin canlı insanların yakılmasını yasaklamıştır. Bu çerçeve içine ölüler de dahil edilebilir. Bkz. et-Buhâ-û, el-Cihâd (56), bâbun lâyuazzebu bi azâbilâh (149), rakam: 3016-7.                                                            

[29] Aynı durum Enes'len gelen benzer bir rivayette de söz konusudur: "Bir adam Rasûlullah'ın (SAV) ümm-ü veled cari-yesiyle itham edildi. Sunun özerine Rasûiullah (SAV) Hz. Ali'ye "git te, boynunu vur" dedi. Hz. Ali boynunu vurmak için yanma geldiğinde, adam bir kuyunun içinde suda serinlemekteydi. Hz. Ali "çık dışarı" deyip elini uzadı ve adamı dı­şarı çıkardı. Bir de baktı ki, adamtn lenâsüi aleti kesik. Bunu görünce öldürmekten vazgeçti. Rasülullah'a (SAV) ge­lerek "yâ Rasûlellâh! Adamın tenasül aleti kesikti" dedi. Mustim, et-Tevbe (49), bâbu berâeii haremi'n-Nebiyy... (11), rakam: 59. Rivayetin değerîendirmesi için bkz. el-Gazâlî, Sunne, s. 38-9.

[30] İbn Ebî Hâlim, Kitâbu'l-C&h, 11/7. Bu noktada şu soru da yönelebilir: "Bu olay doğruysa, men fcezeöe hadisini riva­yet eden sahabilerin en azından çoğunluğu, hadîsin söylenme sebebidir diye bunu niçin rivayet etmediler?"

[31] Tüm bunların yanında "vahyin onların sırlarını ifşa edişini de" unutmamak gerekir. Bkz. et-Tevbe/9,65; Ebû Zehv, Ha­dis, s. 480; Koçyİğif, Hadis Tarihi, s. 105.

[32] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 18-19.

[33] Hz. Osman'ın halifelik yıllan on iki yıHık bir sûreyi kapsamakta olduğuna göre (23-35/644-655), bu durumda ikinci altı yıllık dönemi yani 29-35 (650-655) yılları arasını mevzu hadis uydurulmaya başlandığı dönem olarak göstermektedir.

[34] Karışıklıklara sebep olan olaylar genel başlıklarıyla şöyledir: a) Mushafların yakılması ve resmi nüshanın teşkili me­selesi: Gayr-İ resmî mushaflar 32 yılında yakılmıştır- b) Bazı arazilerin devletleştirilmesi, c) Devlet adamlarının tayini­ne yöneltilen tenkidler. d) Ashaba davranışı, e) Önceden olmayan yeni uygulamalar ihdas etmesi, f) Erîs kuyusuna Hz. Peygamberin yüzüğünü düşürmesi, Mina'da mukîm namazı kılması... Geniş bilgi için bkz. Hizmetli, İslam Tarihi, s. 211-5.

[35] Bkz. İbnu'l-Esîr, Usdul-Ğâbe, V/45, rakam: 5745; ibn Hacer, İsâbe, VII/60-1, rakam: 9660.

[36] ibare Leâ/ftte böyledir, f/318. İbnul-Cevzrde ise iki yazma nüsha farkı beraberce verilen metin şu şekildedir: "Osman cariyesinin işlediği fiil yüzünden aldığı lekeden [cariyenin haram i jne eşik olmasından, fiiline müsade etmesinden] da­ha da sapılmıştır." i/335.

el-Beyhakî İbn Udeys'in şöyle dediğini nakleder: "Hz. Peygamberden şunu işittim; Osman, valizinin anahtarını çölde kaybetmiş İnsandan daha çok sapılmıştır." el-Beyhakî, İbn Lehîa vasıtasıyla İbn Udeys'ten, ileride bir lakım insanla­rın dinden çıkacaklarına ve Lübnan dağında öldürüleceklerine dair hadisi naklettikten sonra, naklettiği şeyin başına geldiğini İbn Lehîa tarikiyle rivayet eder. Böylece, Hz. Peygamberin verdiği haberin gerçekleştiğini göstermek ister. Daha sonra, fitne başı olduğundan ondan rivayetin caiz olmadığını nakleder. Peşinden de senedsiz olarak hutbede naklettiği yukarıdaki hadisi zikreder.

el-Beyhakî böyle yapmakla, esasında çelişkili bir tavır sergilemiş olmaktadır. Çünkü ilk önce onun vasıtasıyla Hz. Peygamberden ileride olacak birşeyi nakleder ve bunun gerçekleştiğini söyleyerek Hz. Peygamberin mucizesi olarak takdim eder. Ardından da onun rivayetlerine güvenilmeyeceğine, fitnenin başı olduğundan ondan rivayetin caiz olma­dığına dair Muhammed bin Yahya ez-Zuhlfnin sözü ile naklettiği bu rivayet karşısında Hz. Osman'ın onu yalancılık­la suçfamasını aktarır. Bkz. Delâilu'n-Nubıme, VI/395.

[37] el-Umerî, Bubûs fî TârM's-Smnetfl-Muşeneie, s. 4-5'den Fellâte, Vad', i/183.                                   

[38] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 19-20.

[39] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 20.

[40] 1/335. ez-Zehebî de "hadisin senedindeki ibn Lehîa'nın zayıf olmak yanında aşırı Şîa taraftarı olduğunu veyahutta bu hadisi İbn Udeys'in uydurduğunu belirtir." Bkz. Tertîbu'l-Mevzöât, s. 96, rakam: 263. es-Suyûtî de aynı şeyi tekrarla-maktadır. Bkz. Leâlî, 1/318. Keza bkz. İbn Arrâk, Tenzîhu'ş-Şeria, I/349-50, rakam: 24.

[41] Bkz. ibn Abdilber, İstîâb, N/840, rakam: 1437; İbnu'l-Esîr, a.g.e, ili/270, rakam: 3352; ibn Hacer, İsâbe IV/334-5 ra­kam: 5167.

Zeyd bin Ebî Habib'ten şöyle bir rivayet nakledilir: "Mtıâviye bin Ebî Sufyân, Mısırlıların Medine'ye) geldiği vakitler İbn Udeys'i yakalayıp Baalbek'te ikamet ettirdi. Ancak o bu şehirden kaçtı. Sufyân bin Mucîb peşine düştü. Kureyşli bir okçu yetişip onu yakaladı. Oku üzerine doğrultunca "Allah için kanımı akıtma. Çünkü ben ağaç altında Hz. Pey­gambere beyat edenlerdenim" dedi. O da "dağlarda -veya Celîl'de- ağaçlar pekçok" deyip onu öldürdü. el-Beyhakî, Delâil, VI/394; ibn Hacer, İsâbe, İV/334.

[42] Bkz. et-Feth/48,18.                                                                                                                                  

[43] Bu hususta bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 66, rakam: 52; ei-Makdisî, Tezkire, s. 212, rakam: 795; Fellâte, Vad, 1/(91-8.

[44] Yani İbn Ebi'd-Dunyâ (281/894).

[45] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 21.

[46] İbn Kesîr, Btfâye. VII/189.

[47] Bkz. Goldziher, Müslim Studies, 11/119; Yıldız, Tarih, Iİ/217.

[48] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 22-23.

[49] Accâc, Sunne, s. 189.                                                                                                                                    

[50] es-Sibâî, Sunne, s. 75.

[51] el-A'zamî, Dirâsât, H/436.

[52] Bkz. Ebû Gudde, Mevzu Hadisler, s, 44,55.

[53] Bkz. Ebû Şehbe, İsrâiliyyât, s. 20-1.

[54] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 23-34.

[55] Bkz. Ebü Zehv, Hadîs, s. 480.

[56] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 24-25.

[57] Hadis uydurma faaliyetinin ne zaman başladığı hususunda en geniş etüd olarak Fellâte'nin çalışmasını bulduğumuz için ona geniş yer vermekte fayda mülahaza ediyoruz.

[58] Hz. Osman zamanında karışıklıklara neden olan ofaylar 30 numaralı dipnotla geçmişti.

[59] Bkz. Koçyİğit, Mevzu Hadislerin Zuhuru, s. 62.

[60] Bkz. Algöİ, İsim Tarihi, 111/193

[61] Bkz.AtguUs.e.,111/101-4.                                                                                                                   

[62] Geniş bilgi için bkz. Koçyiğit, Hadis Tarihî, s. 104-112,135-142.

[63] Müslim, et-Mukaddime, bâbu'n-nehyi ani'r-rivâye... (4), s. 14.

[64] Müslim, el-Mukaddime, aynı bab, s. 13.

[65] fai el-Mukaddime, aynı bab, s. 14.

[66] ei'Hatîb' G*nf, 1/197, rakam: 145; İbnu'f-Cevzî, Mevzuat, 1/39; es-Suyötî, LeâlJ, 1/468-9.

[67] Bkz. e!-Buhârî, Sağir, s. 75.

[68] Müslim, el-Mukaddime, bâbu beyâni enne'l-isnâde mine'd-dîn... (5}, s. 15; İbn Ebî Hatim, Kitâbu'i-Cerh, H/28; er-Râ-mehurmuzî, Muhaddis, s. 209, rakam: 95; ef-Hatıb, KHİye, s. 150.

[69] Yanı ne zaman ki iyi-kötü, yanlış-doğru demeden, her önüne gelen herşeyi uluorta rivayet etmeye başladı... Ayrıca bkz. Ibnu'l-Esir, Nihâye, 111/29.

[70] Müslim, el-Mukaddime, bâbu'n-nehyi ani'r-rivâye ani'd-duafâ... (4), s. 12-3; el-Hâkim, Medhal, s. 161. el-Alâî, İbn Ab­bas in reddetmesinin esas sebebini Buşeyrtn hadisleri mursel olarak rivayet etmesi, aradaki raviyi zikretmemiş olma­sı olarak gösterir. Çünkü zikretmediği kimsenin sika olmama ihtimali vardır. Bkz. Câmiu'l-Tatısîl, s. 69.

[71] ' Mushm, el-Mukaddime, bâbu'n-nehyi ani'r-rivâye ani'd-duafâ.-. (4), s. 12-3. Hasan Hanefî, İbn Abbas'ın hırçın

deve­lerle uysal develer sözünü naklettikten sonra hadis uydurma faaliyetiyle İlgili değişik bir tarih ortaya atar: "Peygambe­rin ağzından yalan hadis söyleme (kizb) ve hadis uydurma (vazt) işi çok erken vakitte başlamış, hafta Sahabe'nin de nayatta oluşu göz önüne alınırsa, daha Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in halifelikleri zamanında başlamıştır.' islâm! ilim­lere Giriş, s. 43.

[72] Muşum, ei-Mukaddime, aynı bab, s. 13.             

[73] Müslim, ef-Mukaddime, aynı bab, s. 12.

[74] Bkz. Fellâte, Va<f, s. 182-217.

[75] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 25-30.

[76] tl'1^ Sadece onm sözIeri olsa Ma- ânların "ir kısmının Hz. Peygambere, hadisle bağlantılı hususlar olacağı aşıkardır.

[77] Ww/(m,el-Mukaddime,aynıbab,s.14

[78] en-Nevevî, Şerh, I/83.

[79] Bkz. îbn Receb, Şerh, 1/355.

[80] İbn Receb, a.g.e, 1/356.

[81]  Bkz- Emhazûn, Tahkik, 1/58 vd.

[82] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 31-32.

[83] Abduilah b. Sebe' ile ilgili geniş bilgi için bkz. Fığlalı, Abdullah b. Sebe, TDV İslam Ansiklopedisi, l/l 33-4.

Bazıları Abdullah b. Sebe'nin yaşamış olduğunu kabul etmez. Bunlardan biri olan günümüz Şiî alimlerden Murtazâ el-Askerî bu zatı İnceler ve şöyte bir neticeye varır; es-Sebeî nisbeti cahiliye döneminden itibaren Sebe' b. Yeşcub'a izafeyle söylenmekteydi. Bu nisbetle zikredilenlerden birisi de Haricîlerin ilk reisi olan Abdullah b. Vehb es-SebâîĞr. Adnan ve Kahtân kabilelerinin iki kolu arasında, Medine ile Kûfe'de fitne meydana gelince, Adnânîler Benû Umeyye devrinden itibaren, karşılanndakilere cedlerine nisbetle Sebeİyye diyorlardı. Fakat ikinci hicri asrın başlarında Seyf b. Ömer et-Temîmî adlı birisi e\-Futûbu'l-Kebîr ve'r-Ridde ile el-Cemel ve Meşini Âişe ve Ali adli iki eser yazdı. Zındık­lığından ve Adnânîlere olan taraftarlığından dolayı Sebeİyye masallarını uydurdu. Bir kabileye nisbet için söylenen Sebeiyye ifadesini kullanıldığı manadan çıkarıp, Abdullah b. Sebe'nin ihdas ettiği mezhebe bağlılığı ifade etmek için kullandı. Abdullah b. Sebe' adı ise, Seyf in ya tasbîl ederek Abdullah b. es-Sebât yi Abdullah b. Sebe'ye çevirmesidir. Ya da hayalinden uydurduğu bir İsimdir. Durum ne olursa olsun, ne Hz. Osman ne de Hz. Ali zamanında Abdullah b. Sebe' olarak Abdullah b. Vehb es-Sebâfden başkası olabilecek bir kimse yoktur. İlk önce ei-Taberî daha sonra da başkaları onun bu uydurmalarına tabi olmuşlardır. Bkz. Abdullah ibn Sebe' ve Esâîîru Uhrâ, l-ll; Ehâdîsu Ummi'i-Muıminin Âişe, 1/262-7. Keza bkz. Ebû Reyye, Edvâ, s. 150-2. Ancak onun böyle bir neticeye varmasında İbn Sebe'nin Şiîliği besleyen rivayetler uydurduğunun söylenmesinin et­kili olup olmadığının göz önünde bulundurulması gerekir. Bunun yanında, Şiî olmamakla birlikte İbn Sebe'yi hayali bir şahıs olarak görenler de vardır.

[84] et-Taberî, Târitıu't-Taberi, İV/340; Ibnu'l Esîr, Kâmil, 111/154-5; eş-Şehristânî, Mitel, 1/177.

d^ük't et"Taberînin lbn Sebe' ''e ''S'1' rivayetlerini aktardıktan sonra, et-Taberfnin sözlerini yorumlayarak, onun ken-ı nkırlennı yaydığını, hadis uydurmadığını belirtir. Sahabenin tamamı onun yalanlarını tarassut ederken, onu bir sı­nırda tutarken, böyle birşeye tevessül edemeyeceğini belirtir. (Bkz. Vad\ 1/201). Halbuki alıntı yaptığı et-Taberîdeki metnin bir yerinde aynen şu ifade geçmektedir: "Rasûlullah'ın vasiyetini geçerli kılmayandan daha zalim kim olabilir." nun bu ifadesi, Hz. Osman zamanında hadis uydurduğunu göstermektedir. Sahabenin ona engel olacağı görüşü ise izce makul değildir. Çünkü Hz. Peygamberin ric'atini, Hz. Ali'nin vasî olduğunu insanlara inandıran ve onları etrafın-a coplayan birisinin, hadis uydurma noktasında sükût edeceğini düşünmek safdillik olur. Nitekim İbn Teymiyye de İbn XXN/3R7 HZ' Peygamberin kendinden s°nra Hz. Ali'nin halife olacağını söylediğini aktarır. Bkz. Mecmuu Fetâvâ,

[85] Zaten eş-Şa'bî de (103/721) onunla ilgili olarak "ilk hadis uyduran Abdullah b. Sebe'cfir" demiştir. İbn Manzür, Muhta-sar, Xfl/221.

[86] ez-Zehebî, Tezkiretul-Huffaz, 1/12.

[87] Bkz. İbn Maruûr, Muhtasar, X1l/2l9-222, rakam: 119. Aynı sözü nakleden İbn Hacer, tarih kitaplarında haberferi bu­lunmakla beraber, herhangi bir rivayeti bulunmamasına elhamdülillah der, rivayetlerine itibar edilmemesine şükreder. Bkz. Tehzib, 111/289-90, rakam: 1225..

[88] MusljB, el-Mukaddime, bâbu vucûbi'r-rivâye ani's-sikât... (1), s. 9

[89] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 32-34.

[90] Bu bölüm Muhammed Mustafa el-A'zamrnîn Menhecu'n-Nakdindel-Muhaddisîn adlı eserinin 103-126. sayfaları ara­sının tercümesidir. Müellifin önceki sayfalara atıfla bulunduğu ifadeler tercümeden çıkarılmış, ulaşabildiğimiz kaynak tarafımızdan tekrar ele alınmış, yer yer dipnotlara ilaveler yapılmış ve bunlar (EY) rumuzuyla belirtilmiştir. (Bu bö-um Sahabenin Tamamı Güvenilir İnsanlardır başlığıyla Sivas C. Ü. İlahiyat Fakültesi dergisinin birinci sayısında {ş.•332) yaslanmıştır. Makale yeniden gözden geçirilip genişletilmiştir).

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 35.

[91] Ebû Reyye, Edvâ, s. 334.

[92] Emîn, FectVI-İslam, s. 216-7.

[93] Ebû Reyye, a.g.e., s. 315.

[94] Bkz.et-Tevbe/9,61.

[95] et-Tevbe/9,95.

[96] Ebû Reyye, a.g.e., s. 326.

[97] el-Belâzurî, Ensâbu'i-Eşrâf, I/274-83.

[98] Ebû Reyye, a.g.e., s. 332.

[99] el-En'âm/6,124.                                                                                                                                                

[100] et-Tirmizİ, es-Salât (2), bâbu mâ câe fîvasfi's-salât (110), rakam: 302.

[101] Ebû Reyye, a.g.e., s. 326-7.                                                                                                                           

[102] Ebû Reyye, a.g.e., s. 327. Hadis için bkz. Müslim, e!-Fedâi! (43), bâbu isbâti havzi nebiyyinâ.. (9), rakam: 40.

[103] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:35-38.

[104] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 38.

[105] Bkz. en-Nevbahtî, Fîraku'ş-Şîa, s. 13.

[106] Bkz. en-Nevbahtî, a.g.e., s. 14.

[107] Tafsilat için bkz. er-Râfiî, Tahte Râyeti'l-Kur'ân.

[108] Bkz. es-Sİbâ?, Sunna, s. 238.

[109] Eâvâ'a bkz.

[110] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 38-39.

[111] Bu makalenin bulunduğu kitabın 23. sayfası ve devamına bkz. Adaletin tarifinde oldukça farklı yaklaşımlar söz konu­sudur. Tariflerin farklılığına rağmen, gene! çizginin, insanın bidatlere düşmeden, İsîâmi çizgi üzerinde bulunması ve mürüvvetini zedeleyecek hususlardan uzak durması olduğu görülür. Örneğin İbrahim en-Nehaî (96/714) 'âdil kimdir?" sorusuna "şüpheli bir durumu ortaya çıkmamış insandır" [Abdurrezzâk, VIII/319, rakam: 1536!) derken, İbnu'!-Mubâ-rek te (181/797} âdil'in kim olduğu sorusuna "kendisinde şu beş özellik bulunan kimse âdildir: Cemaata geten, içki iç­meyen, dini yaşantısında bir fesadiık bulunmayan, yalan söylemeyen ve aklı yerinde olan" cevabını verir. (Hamâde, Menhec, s. 154).

Adaletle aranan, insanın güvenirlik açısından ne kadar itimad telkin ettiğidir. Zira güvenilir birisi olması, naklettiği me­tinlere ne derece güvenilebileceğini tesbite yaramaktadır. Bu sebeple ravinin kişiliği son derece önem arz etmektey-* (E.Y).

[112] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 39.

[113] Âl-u İmrân/3,110.

[114] el-8akara/2,143.

[115] Âl-u İmrân/3.172.

[116] "el-A'râf/7,156.                

[117] el-Vâkıa/56,10-2.

[118] el-Enfâi/8,64.

[119] e!-Haşr/59, 9.

[120] e!-Hatfîd/57,10.

[121] e!-Feth/48,18.

[122] et-Tevbe/9,100.

[123] et-Tevbe/9,117.

[124] eı"Hattb, KHâye, s. 66-7.

[125] Âl-u İmrân/3, 63.

[126] et-Tahrîm/66, 8.

[127] el-Buhâri, el-İlm (3), bâbu ismi men kezebe afe'n-Nebî (38), rakam: 107.

[128] el-Azamînin burada "o hevâve hevesinden konuşmamaktadır. 0 ancak vahyedilen bir vahiydir" (en-Necm/53,3-4) ayetine telmihte bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu ayetin Hz. Peygamberin sözleriyle ilgisi olmadığı aşikârdır. Ayet Kur'ân-ı Kerîm'den bahsetmektedir. Bu hususta geniş bilgi için bkz. Kırbaşoğtu, Metodoloji, s. 237-45, 283-(E.Y).

[129]  'ta Hibbân, Mecrûhîn, U34.

[130] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:39-43.

[131] M"sfîm, el-Fedâil (43), bâbu isbâii havzi Nebiyyinâ... (9), rakam: 26, 29.

[132] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 43.

[133] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 43.

[134] Ebû Reyye, EM s. 314: el-Buhâri, Fedâilu Ashâbi'n-Nebî (62). bâbu fedâili ashâbi'n-Nebî (1), bab başlığından naklen.

[135] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 43-44.

[136] Şu rivayet bu hususu teyid eder mahiyettedir: Câbir bin Abdillah'tan: Rasûlullah bir seferden geldi. Medine yakını­na geldiğinde neredeyse atlıyı gömecek şiddette bir rüzgar esti. -Câbir diyor ki- Rasûlullah bunun üzerine "bu rüz­gar bir münafık öldüğü için gönderilmiştir" buyurdu. Medine'ye geldiğinde bir de gördü ki, münafıkların büyüklerin­den biri ölmüş. Müslim, Sifatul Munâfikîn, rakam: 5; el-Beyhakî, Delâil, İV/61. (E.Y}.

[137] Bkz. ei-Tevbe/9,44.

[138] Bkz. et-Tevbe/9,49. Ebû Reyye, a.g.e., s. 329-332.          

[139] et-Buhâri, el-Meğâzî (64), bâbu hadîsi Ka'b'ibni Mâlik... (79), rakam: 4418.

[140]  Hz. Ömer'in bu durumunun reddedilmesi yeni değildir. Yakub b. Sufyân el-Pesevî (277/890) Zeyd b. Vehb el-Cuhe-nFden (96/714) naklettiği bu rivayet hususunda şöyle der: "Bu muhal birşeydir. Rivayetin yalan olmasından korka­rım. Böyle birşey nasıl olsun, bir kere Hz. Ömer Allah Teala'nın razı olduğu kullardandı. Bedir'e katılmıştı. Peygam­ber Efendimiz onun hakkında 'benden sonra peygamber olsaydı Ömer olurdu' [et-Tırmizi, el-Menâkıb (50), bâbun fî menâkıbi Umer (18), rakam: 3686; et-Taberânî, Kebîr, XVII/180, rakam: 475; XVIIfl10, rakam: 857; el-Hâkim, Mustedrek, III/85, rakam: 4495], 'önceki ümmetlerde ilham sahipleri bulunurdu. Benim ümmetimde de böyle biri var­sa, Ömer o kimsedir1 [el-Buhârî, Fedâilu Ashâbi'n-Nebî (62), bâbu menâkıbi Umer (6); Müslim, Fedâilu's-Sahâbe (44), bâbun min fedâili Umer (2), rakam; 23] buyurmuştu. Hz. Ömer'le ilgili bunun gibi sayılamayacak kadar rivayet vardır. Böyle olmasına rağmen Huzeyfe'ye "ben de münafıklardanım' demesi nasıl caiz olur?" [el-Pesevî, Ma'rile, 11/769], ibn Hazm da (456/1064) onun gibi düşürtmektedir. {Bkz. İbn Hazm, Muhatta, XI1/156-7, rakam: 2203]. ez-Zehebî (74671374) "biz böyle vesveselere kapıyı açarsak, fâsid vesveseler sebebiyle sabit olan pek çok hadisi inkar etme durumunda kalırız" diyerek itirazları reddeder. [ez-Zehebî, Mizan, 11/107, rakam: 3031]. İbn Hacer de (852/1448) onunla beraber hareket eder ve şöyle der: "Bu gereksiz bir zorlamadır. Böyle düşüncelerle sika kimse­ler zayıf kabul edilmez ve sahih hadisler reddedilmez. Hz. Ömer bu sözü korkunun kendisini kaplamasından ve aya­ğının kaymasından emin olmadığından dolayı söylemiştir. Bu sebeple böyle tSSıd vesveseler yüzünden sika kimse­ler zayıf kabul edilmez." [İbn Hacer, Hedyu's-Sâri, s. 569]. Abdulfettâh Ebû Gudde ibn Hacerln bu tenkidinin hem el-Pesevfye hem de İbn Hazm'a yönelik olduğunu söyler. [Bkz. et-Tehânevî, Kavâid, s. 251, 6 nolu dipnot].

Bu rivayeti ibn Hacer'in belirttiği şekilde, Hz. Ömer'in imanının şiddetinden kaynaklanan bir hassasiyet olarak de­ğerlendirip, Hz. Peygamberin vefatından sonraki galeyanına benzer bir durumu burada da izhar ettiğini düşünmek mümkündür. Hadise bu açıdan bakıldığında makul sayılabilecek bir izaha kavuşmaktadır. 8u durumda tercihimizi hadisi kabul edenlerden tarafa kullanabiliriz. (E.Y)

[141] Bkz. Müslim, el-İmân (1), bâbu beyâni'l-vesvese... (60), rakam: 209. Burada Ebû Hureyre'nin şu rivayeti geçer: "As­habından bazı kimseler Nebi'ye gelip sordular: İçimizden öyle şeyler geçiyor ki, bunları söylemek bile bize çok ağır geliyor.' Bunun üzerine Rasûlullah 'böyle birşeyi gerçekten hissediyor musunuz' diye sorar. Onlar da 'evet' deyince 'işte bu lam anlamıyla imanın kendisidir1 buyurur."

[Müslim başka bir yerde huzurundaki haliyle yanından ayrıldıktan sonraki hali aynı olmayan ve imanının galebesiy-le huzursuz olan Hanzala el-UseyyidTyı teskin ederken Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakleder: "Nefsim kudre­tinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim yanımda bulunduğunuz ha! Ozeie ve zikretmeye devam

etseniz, melek­ler döşeklerinizde ve yollarınızda sizlerle musafaha ederlerdi. Lakin ey Hanzala! (İnsan) bazı zaman öyle olur, ba­zı zaman da böyle." Rasûlullah bu son kısmı üç kez tekrarladı. Müslim, et-Tevbe (49), bâbu fadli devâmi'z-zikr {3}, rakam: 12. (E.Y)l

[142]  Ebü Reyye, EoVâ, s. 332.

[143] Murîaza el-Askerînin Hamsûne ve Mie Sahibi Mubtelakaü\\ bir çalışması vardır. Bağdad-1389. (£.Y).

[144] Sahabeden hadis rivayet eden herkesi, bu sıfatlara ne derece uyduklarını Öğrenmek için incelemek mümkündür. (Onları bundan tenzih ederiz). Fakat konuyu uzatmamak için çok rivayet eden sahabîlerte yetindim.

[145] Bkz. İbn Hazm, Esmâu's-SabSbe vemâ li Külli Vahidin minhum minel-Aded, s. 31-4, rakam: 1-15: Bu rakamlar ha­dislerin sayısını ifade etmemekte bilakis tariklerini ve senederini ifade etmektedir. Gerçekte rivayet ettikleri hadis­lerin sayısı bu rakamlardan çok azdır.

[146] Bu bölümde, "Kur'ân-ı Kerîm'de sahabe-i kiramın övülmesi' kısmı.

[147] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 44-47.

[148] el-Buhâri, el-Hac (25), bâbu tevrîsi dûri Mekke... (44), rakam: 1588.                                                                

[149] Ahad hadisler tevatür derecesinde olmadıkları için kesinlik (ilim) arz etmezler. Bu sebeple de zan ifade ederler. (Bkz. Ebû Zehra, Usûlu't-Fıkh, s. 100). Zan ffade eden deliller ise itikadda delil teşkil etmediğinden, -istifade etmekle bir­likte- imânî konular buniar üzerine bina edilmez. "Dünyalık bir iş olmasına rağmen Kur'ân alışverişte iki mûslüma-nın şahid getiriimesini isterken, dini hükümlerde iki şahid biîe gerekli değil midir, niçin ravi sayısı bir tabakada bir si­kaya düşen hadisler kabul ediliyor?" şeklinde (Cerâcpûrî, Hemâre, s. 97) bir itiraz gelse de, dünyadaki hemen he­men herşeyin haber-i vâhidle yürümesi sebebiyle, cumhur amelî konularda haber-i vâhidîerle amei edileceğini ka­bul etmiştir. (E.Y).

[150] ibn Hacer, Şerhu'n-Nuhbe, s. 54.

[151] İbn Hacer, a.g.e,, s. 62.

[152] Nitekim hadisçiler güvenilir ravinin tarifini bu iki hususu göz önünde bulundurarak yapmaktadırlar. Örneğin İbn Ke-sîr (774/1372) şöyle demekledir: "Müslüman, akıllı, baliğ, fıska ve mürüvvete zarar veren hususlardan uzak, uya­nık, gafil değii, ezberinden naklediyorsa ezberlemiş, manayla rivayet ediyorsa manasını bellemiş olmalıdır. Bu şart­lardan birisini kaybederse rivayeti reddedilir." Şâfcir, Si/s, s. 70. (EY).

[153] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 47-51.

[154] en-Nur/24,4-5.

[155]  İbn Kesîr. Tefsir, V/55-6.

[156] "Hassan b. Sâbii b. el-Munzir b. Haram el-Ensârî... Rasûlullah'ın şairi... et-Buhari, Müslim, Ebû Davud, en-Nesâi, İbn Mâce hadisini rivayet etmişlerdir.1 İbn Hacer, Takrîb, s. 157, rakam: 1197.

[157] "Hamne bnt. Cahş el-Esediyye, Zeyneb'in kız kardeşi. Mus'ab b. Umeyfin nikahındaydı... el-Edsbu'i-Mufredöe el-Buhârî, Ebû Dâvud, et-Tirmizî ve İbn Mâce hadisini rivayet etmişlerdir: ibn Hacer, a.g.e., s. 745, rakam: 6567.             

[158] Müslim. Fedâîlus Sahabe (44), bâbu fedâili Hassan b. Sabit {34}, rakam: 151.

[159] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 51-53.

[160] el-Enbiya/21,104.                                                                                                                                                            

[161] el-Mâide/5,117.

[162] el-Buhari, Ehâdisu'l-Enbiyâ (60), bâbu kavli'llâhi ve'zkurü fi'l-kitâb... {48), rakam: 3447.

[163] el-Buhari, er-Rikâk (81), bâbun fi'l-havz (53). rakam: 6576.

[164] Müslim, et-Tahâre (2), bâbu istihbâbi itâleti'l-ğurre... (12), rakam: 39.

[165] el-Buhari, er-Rikâk (81), bâbun fi'l-havz (53), rakam: 6586.

[166] Hadiste geçen "ashabım" ifadesiyle Hz. Peygamberin vefalından sonra irlidat edenlerin kastedildiğini söylemek biz­lere makul gelmemekledir. Çünkü rivayette irtidattan bahsedilmemektedir. Ayrıca irtidad eden bir insanın "ashab" kavramı içine girmeyeceği aşikardır. Dojayısıyla Hz. Peygamber bu hadislerinde, kendisiyle beraber bulunan ve mü­min olarak hayatlarını devam ettiren kimseleri kasdetmektedir. Onların cehenneme atılmalarını ise bir takım yanlış­larına bağlamaktadır. (E.Y).

[167] 8kz. İbn Hacer, Şerhu'n-Nuhte, s. 109.

[168] el-A'zamînin bu iddiasını deliliendirmesi gerekirdi. Örnek veremeyince, hadise getirdiği yorum da boşlukta kalmak­tadır. (E.Y).

[169] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 53-55.

[170] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 55.

[171] e!-Pesevî, Ma'rife, H/633-4; e!-Hatîh, Kifâye, s. 425. Benzer bir rivayette Kaîâde Enes'in şöyle dediğini nakleder; "Bir zat bir hadis işittiğinde ona "sen bunu bi zâtihî Rasûlullah'tan işittin mi?" diye sorulurdu. 0 da, "evet, işittim' veya-hutta "yalan söyiemeyen biri bana nakletti" derdi. Vallahi bizler yalan konuşmuyorduk, yalanın ne olduğunu da bil­miyorduk." es-Suyûtî, Sünnet, s. 85. Keza Imrân b. Husayn (52/682) beşer olarak hadis rivayetinde yanılmaları söz konusu olduğunu ancak, Hz. Peygamber'e bilerek yalan isnad etme gibi bir kasıtlarının kesinlikle olmadığını söyler. Bkz. İbn Kuteybe, reV/7, s. 48-9. el-Berâ b. Âzib te aynı hususta şöyle demektedir: "Hepimiz bizzat hadisleri Rasû-luüah'tan işitemiyorduk. Tarlalarımız, meşguliyetlerimiz vardı.

Fakat insanlar da yafan konuşmuyordu. Rasûlullah'tan hadisi duyan duymayana aktarıyordu." el-Pesevî, Ma'rife, H/634; er-Râmehurmuzî, Muhaddis, s. 235, rakam: 133; el-Hatîb, Kifâye, s. 424; es-Suyûtî, a.g.e., s. 85. (E.Y).

[172] ez-Zerkeşî, İcâbe, s. 148, rakam: 19.

[173] Yine Hz. Âişe'nin (57/677) "RasûlullatVın ashabının en ktzdığı huy, yalan konuşmaktı" dediği nakledilir. Dolayısıyla burada gerçek manadaki yalanı kasdetmediği anlaşılmaktadır. Ahmedb. Hanbel, VI/152, rakam; 25238; ibn Adiy Kâmil, Vl/290, rakam: 154. (E.Y).

[174] Doğrusu bu sayılanlar normal raviler için "adalet" sıfatını ortadan kaldırıcı hususlardır. Sahabeyi farklı katogoride değerlendirerek aynı kıstasları onlara uygulamamak makul gözükmemektedir. (E.Y).

[175] el-Buhârİ, İstitâbetu'l-Murteddîn (88), bâbu katli'l-Havâric... (8), rakam: 6930; Ahmedb. Hanbel, 1/81; et-Taberî, Teh-zibu'l-Asâr, MusneduAli b. Ebî Tâlib, İV/119, rakam; 188.

[176]   "Bize karşı zikrettiğin bu hadis aleyhimize delil olmaz" demek istiyor. (E.Y).

[177] Ahmedb. Hanbel, İV/199; el-Belâzurî, Ensâbul-Eşrâf, 1/168.

[178] Sahabenin birbirlerini yalanlaması hususunda bir makale yazmış olan Bünyamin Erul makalesini şu son tesbitle bi­tirir:

'Birkaç rivayette görülen tekzîb ise, yalan ve yalanlama anlamındadır. Sıhhatleri tartışılan rivayetleri de sahih say­mamız halinde, bu birkaç haber, istisna olmaktan öteye geçmez. Narir üzerine de hüküm bina edilemeyeceğine gö­re, bu birkaç habere dayanarak, sahabenin yalan rivayetlerde bulunduklarını, yalan uydurduklarını ve birbirlerini tek­zîb edip durduklarını söylememiz doğru bir sonuç olmayacaktır..." Sahabe Döneminde Tekzîb ve Tekzibin Mahiye­ti, Ankara Û. ilahiyat Fakültesi Dergisi, XXXIX/489. (E.Y).

[179] Zaten hadisçiier Hz. Muâviye'nin fazileti ve zemmiyle ilgili hadisler mevzudur demişlerdir. Elinizdeki eserin beşinci bölümü olan '"Sahih Hadis Bulunmayan Konularda 102. maddeye bakınız. (E.Y).

[180] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 55-58.

[181] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 58.

[182] HWfîflC7"(londQn), 1st. June, 1971.                                                                                        

[183] Ibn Teymiyye sahabenin durumunu şöyle özetlemektedir: "Nebînin ashabı dini en çok bilen ve Rasûlullah'a en çok itaat eden insanlar idi. Sonrakilerde ortaya çıkan bidatler onlar zamanında yoktu. Rasûlullah'a bilerek yalan isnad eden bir sahâbî bilinmemektedir. Her ne kadar içlerinde günahkârlar bulunsa da, Nebilerine bilerek yalan isnad et­mek Allah'ın onları koruyup muhafaza ettiği hususlardandır." er-Redd ale'l-Ehnâi, s. 103'den nakleden Ebû Gudde, Mevzu Hadisler, s, 35. (E.Y).

[184] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 58-59.

[185] Su bolümün sonundaki misale bakınız.

[186] Enes b. Mâlik anlatıyor: "Bizler Hz. Peygamberin yanında bulunuyor ve kendisinden hadîs işitiyorduk. Yanından kalktıktan sonra bunları aramızda müzâkere ediyorduk ki ezberleyelim." el-Hatîb, Câmi\ I/363-4. Bir rivayette de Ebû Mûsâ el-Eş'arî ile Hz. Ömer'in sabaha kadar müzâkere ettikleri geçer. Bkz. el-Hatîb, Kitâbu'l-Fakih veWute-tekkib, H/128; el-A'zamî, Dirâsâl, H/332. Hz. Ali'nin tavsiyesi de bu hususu teyid etmektedir: "Birbirinizi ziyaret edin ve hadis müzâkeresini çokça yapın. Böyle yapmazsanız hadisler kaybolur gider." el-Hâkim, Ma'rife, s. 60.141. Ge-™Ş bilgi için bkz. el-A'zamî, Dirâsât, H/332. (E.Y).                                                                                            

[187]  Bu hususla fazla bilgi için bkz. el-A'zamî, a.g.e., H/329-32.

[188] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 59-60.

[189]  el-Belâzurî, Ensâbu'l Eşraf, 1/183.

[190] el-Buhâri, el-ilm (3), bâbu'l-fehmi fi'i-ilm (14), rakam: 72.

[191] ei-Bunâri, el-ilm (3), bâbu ismi men kezebe ale'n-Nebî (38), rakam: 107.

[192] İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbu't-tevakkî fi'l-hadisi an Rasûfillah (3), rakam: 25.

[193] et-Buhar'ı, ei-İlm (3), bâbu ismi men kezebe ale'n-Nebî (38), rakam: 108.                                                               

[194] Ahmedb. Hanbe/, V/19.                                                                                                                                         

[195]fan Mâce, İkâmetu's-Salât (5), bâbu mâ câe fi'ü öuâi ir. ıstiskâ (154), rakam: 1269.                                              

[196] Ahmed b. Hanbel, İV/433.

[197] eş-Şâfii, er-Risâle, s. 397, rakam: 1093.

[198] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 60-61.

[199] Sahabilerin beşer olarak diğer insanlardan farklı olmadıklarına dair pekçok örnekler sunan Hayri Kırbaşoğlu, saha­benin hadis rivayeti karşısındaki durumu için şunları söylemektedir; "Biz sahabenin... kasten, din düşmanlığı yapa­rak Hz. Peygamber adına hadis uydurabileceklerini söylemek istemiyoruz. Ancak bir takım uydurma veya yanlış hadislerin ortaya çıkması için sahabenin illa kasıtlı olarak bu işi yapması zorunlu değildir. Bilakis çok çeşitli sebep­lerle -kasıt olmaksızın- bir sahebe'nin adı, uydurma veya hatalı rivayetlere pekala karışabilir. Mesela fazla dikkatli olmayanların maruz kalabilecekleri tehlikelerin başında "terkin" ve "tedris" gelmektedir. "Beyin yıkama, şartlandırma" şeklinde çevirebileceğimiz "telkin', özellikle Hristiyanlık ve Yahudilik'ten gelip müslüman olan bazı sahabilerin, bu dinden gelen kültürel birikimlerini sahabe arasında bol bol anfatması veya tabiîn nesline mensup bazı mühtedilerin bazı sahabileri adeta israiliyya! bilgileri ile bombardımana tâbi tutması sonucunda, birtakım sözler hadis imişçesine rivayet edilebilir." Metodoloji, s. 90. (E.Y).

[200] el-Buhârî ile Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste, Urve b. ez-Zubeyr, Abdullah b. Ömer'e Rasûlullah'ın kaç kez umre yaptığını sorar. O da dört kez yaptığını, bunlardan birisinin de receb ayında olduğunu söyler. Bunun üzerine Urve odasında bulunan Hz. Âişe'ye seslenerek Abdullah b. Ömer'in sözünü aktarınca, Hz. Âişe oradan cevap verir: "Al­lah Ebû Abdirrahman'ı (ibn Ömer'i) affetsin. Kendisi Rasûlullah'ın tüm umrelerinde beraberinde idi ancak, Allah Ra-sûlü receb ayında hiç umre yapmamıştır." el-Buhârfde şu ilave vardır: Bu sözleri işiten ibn Ömer ne hayır ne de evet dedi, sükût etli. e!-Buhârİ, el-Umra (26), bâbun kem i'temera'n-Nebî (sav) (3), rakam: 1776; Müslim, el-Hac (15), bâbu beyâni adedi umeri'n-Nebî (sav) ve zemânihinne (35), rakam; 219-20; ez-Zerkeşî, İcâbe, s. 104-5; es-Suyûtî, Aynu'l-İsâbe, s. 56-7. Görüldüğü gibi, Hz. Âişe, Rasûluilah'ın recep ayında umre yapmadığını söyleyerek İbn Ömer'in yanlış hatırladığı bilgiyi tashîh etmiştir. (EY).

[201] Bkz. en-Nevevî, Şerh, VIİI/235.

[202] İbn Hacer, Fethul-Bârî, 111/602.

[203] İbn Abbas, Hz. Peygamberin Meymûne ile ihramlı iken evlendiğini söyler. 8kz. Müslim, erc-Mkâh (16), bâbu talırîmi nikâhi'l-muhrim ve keraheti hitbetih (5), rakam: 46; et-Tırmizİ, el-Hac (7), bâbu mâ câe fi'r-ruhsati fî zâlike (24), ra­kam: 842-4. Evlilik dönemlerinde Rasûluilalı ile Meymûne arasındaki elçi olan Ebû Râfi1 ise ihramdan çıklıktan son­ra evlenip zifafa girdiğini belirtir. Bkz. et-Tırmizî, el-Hac (7), bâbu mâ câe fî kerâhiyyeti tezvicTI-muhrim (23), rakam: 641. Olayı yaşayan kişi olduğu için, eş-Şâliî, Meymûne'nin evlendiği zamanla İlgili Ebû Râfi' rivayetini tercih eder. Bkz. eş-Şâfiî, e/-Um, V/190-1.

Başka bir rivayette ise evliliğin, sahibi olan Meymûne RasûMlah'ın kendisiyle ihramdan çıktıktan sonra evlendiğini ve yine ihramdan sonra zifafa girdiğini söyler. Bkz. Müslim, en-Nikâtt (!6}, bâbu tahrîmi nikâhi'l-muhrim ve kerahe­ti fıitbetih (5), rakam: 48; et-Tmizî, el-Hac (7), bâbu mâ câe fî kerâhiyyeti tezvîd'l-muhrim (23), rakam: 841. ibn Hazm, olayı içinde yaşama açısından İbn Abbas'in rivayeti ile düğün sahibi Meymûne'nin rivayetini karşılaştırır ve Meymûne'ninkini tercih eder. Bkz. İbn Hazm, Muhallâ, V/215. Hanefüerin düşüncesi için bkz. en-Nevevî, Sert, 2 IX/!94.(E.Y}.                                               

[204] İbn Receb, Şerh, vr. 34-b.                                        

[205] Sâ': Değişik miktarlarda kabul edilmekle beraber 2.120 litre ile 2.650 litre arası bir ölçek. Bkz. Davudoğfu, .Şeıh     :,} il/529-530. (E.Y).                                                                                                                                                                  

[206]Müslim,el-Hayz(3),bâbu'l-kadri'l-mustehab...(10),rakam:53.                                                                                   ei-A'zâmrnin bu makalesini değerlendirme sadedinde şunları söyleebiliriz: Sahabenin hem adatel hem dezabtaç-      sından cerh ve ta'dite tabi tutulmasında bizce bir mahzur yoktur. Çünkü, değerlendirme dışı bırakmak dinin temelprensipleriyle çelişmektedir, islarmn emir ve yasaklarına muhatap olma açısından inananlar arasında bir fark olma­dığına göre. -sıfatı ne olursa olsun- hadis ravilerini cerh ve ta'dîle tutma noktasında da fark olmaması gerekir. Di­nin naslarım bizlere ulaştıran ilk nesle olan güveni koruma üzerine kurulu endişe kalktığında, korkulanın olmayaca­ğını, onların Rasûlullah adına yalan uydurmaktan vareste olduklarının daha iyi anlaşılacağını düşünmekteyiz. Bu­nun tersi bir durum ortaya çıkacak olur ve sahabîlik özelliklerini taşımayan insanlar tesbit edilecek olursa da, ger­çeklerle karşılaşmak herkesi mutlu etmelidir. (E.Y).

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 61-62.

[207] Bu bölüm Hadiste Metin Tente*1 adlı doktora tezimizin (Bursa-1996) içinde Manayla Rivayet (s. 262-273) adıyla yer afmıştfr. Son derece genişletilen bu bolüm daha sonra Sivas C. Ü. İlahiyat Fakültesi dergisinin birinci sayısında (s.' 279-314) yayınlanmıştır. Makale yeniden gözden geçirilip genişletilmiştir.

[208] Bkz. el-Buhâri, el-İtm (3), bâbu kavli'n-Nebî rubbe mubellağ... {9), rakam: 67.

[209] Bkz. ed-Dârimî, e!-Mukaddime, bâbu'l-iktidâi bi'İ-ulemâ (24), rakam: 230.

[210] Bkz. Ebû Dâvûd, el-İ!m (19), bâbu fadli neşri'l-ilm (10), rakam; 3660.

[211] Bkz. el-Buhâri, el-İlm (3), bâbu ismi men kezebe ale'n-Nebî (38), rakam: 109.

[212] Bkz. et'Buhâri, e\-M (3), bâbu ismi men kezebe ale'n-Nebî (38), rakam: 108.

[213] el-Yemânî, Avâsım, i/449.

[214] Bkz. ibn Kuteybe, Te'vîl, s. 48-9.

[215] ef-Te/%âf gibi bazı hadislerin ibadetlerde dua niyetiyle okunması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü böylesi hadis e-rin sayısı genel hadis mecmuası içinde küçük bir yekûn tutar. Ayrıca bunlar dahi aynı lafızlarla rivayet edilmem ş-lerdir.

[216] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 63-66.

[217] Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 130.

[218] Fiilî hadisler kapsam dışı tutulabilir ancak, böyle bir hadis kendisine aktarılan tabiîn ile sonrakilerin muhtevayı ay­nen belleyip, değişiklikte bulunmamaları gerekir. Dolayısıyla, sahâbînin Rasûlullah'ın bir durumunu anlattığı fiilî ha­dis esasında bir anlamda kavilleşmektedir, Çünkü aktarırken kullandığı lafızlar vardır. Fakat daha sonra onun (özef-likfe teşrîyle İlgili) anlattıklarında meydana gelebilecek muhteva değişiklikleri, hadisin istikametini değiştirebilir. Böy­le olunca, böylesi bir değişiklik te manayla rivayetin içine girmektedir.

[219] el-Hatib, Kifâye, s. 333; İbnu'l-Mulakkin, Mutoı/', Ü372; el-Bâcî, ihkâm, s. 355; e!-Esnevi, Nihâye, 111/21 î; en-Neve-"> lr?sd, s. 156; lyâz, İlmâ', s. 174; es-Sehâvî, Fetfıu'l-Muğls, 111/137; es-Suyûtî, Tedrib, 11/151. Konuyla ilgili bir mi­sal için bkz. es-Sehâvî, a.g.e., ill/137-8.

[220] Bkz. İbnu's-Salâh, Uiömu'l-Hadîs, s. 214; en-Nevevî, İrşâd, s. 156; İbnul-Mulakkİn. Mukni', 1/374; es-Sehâvî, a.g.e., "I/H7; es-Suyû!î, a.g.e., il/156; Başaran, Hadislerin Lafız ve Mana Olarak Rivayeti Meselesi, s. 59-60.

[221] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 66-67.

[222] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 67.

[223] ibnHazm, tem, t/130.

[224] el-Bubâri, er-Rikâk (81), bâbu'l-muksirîn humu'l-mukiilûn (13), rakam; 6443.

[225] Müslim, el-imân (1), bâbu'd-defil alâ enne men mâte ale't-tevhîd... (10), rakam: 44.

[226] Müslim, el-İmân (1). adı geçen bab (10), rakam: 52.

[227] Müslim, ei-lmân (1), adı geçen bab (10), rakam: 54.

[228] Müslim, el-imân (1), adı geçen bab (10), rakam: 151.

[229] el-Buhâri, el-ilm (3), bâbu men hassa bi'l-ilm kavmen... (49), rakam: 128.

[230] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:67-69.

[231]  et-Buhâri, Bed'ul-Vahy (1), bâbun keyfe kâne bed'u'l-vahy... (1), rakam: 1.

[232] M"slım, el-İmâre (33), bâbu kavlihî inneme'l-a'mâl... (45), rakam: 155.

[233] e'-Burwî, Menâkıbu'l-Ensâr (63), bâbu hicreti'n-Nebl... (45), rakam: 3898.

[234] el-Buhârî(&7), bâbu men hâcere ev amile bayren... (5), rakam: 5070. Hadisin geniş değerlendirmesi için bkz. Özaf-şar, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 107-Î18.

[235] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 69-70.

[236] el-Bunârî, Bed'u'l-Halk (59), bâbu mâ câe fî kavlihî Teâlâ ve huve'llezî... (1), rakam: 3193.

[237] Ahmed b. Hanbel, V/385, rakam: 23334.

[238] Muşum, el-İmân (1), bâbu beyâni'l-îmâni ve'l-isiam... {1), rakam; 1.

[239] İbn Belbân, İnşân, 1/397-9, rakam: 173.

[240] Ahmedb. Hanbel, f/27, rakam: 184.

[241] Ahmed b. Hanbel, 1/52, rakam: 374. Abdullah önceki İki rivayette olayı babasından naklederken bu hadiste kendisi orada hazır bulunmuş gibi anlatmaktadır.

[242] Ahmedb. Hanbel, 1/319.                                                           

[243] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 70-71.

[244] el-Buhân, e' Ezan (10), bâbun hel ye'huzu'i-imâm... (69), rakam; 715.

[245] el-Bunârî. el Ezan (10), adı geçen bab, rakam: 714.

[246] v Puhâri es-Sefıv (22), bâbu men yukebbiru fî secdeteyi's-sehv (5), rakam: 1229.

[247] Bunun yanında, e! Buhârtde görüldüğü gibi, hadis musannifleri kendi metodfarma güre hadisleri (akff edip çeşitli bdû.jfa dağıtabil m ektedir.                                                                                                              

[248] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 71-72.

[249] Müslim, el-imân (i), bâbu beyâni'l-îmâni ve'l-İslam... (1), rakam: 1. Rasûlullah ile üç gün sonra karşılaştığına dair rivayetler için bkz. Ebû Dâvûd, es-Sunne (34), bâbun fi'l-kader (17), rakam: 4695; et-Tmizf, el-lmân (41), bâbu mâ câe fî vasfı Cibril... (4), rakam; 2610; ibn Mâce, el-Mukaddime, bâbu'l-îmân (9), rakam: 63.

[250]  el-Buhâri, ei-İmân (2), bâbu suâli Cibrîle'n-Nebî ani'l-îmân... (37), rakam: 50.

[251] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 72-73.

[252] ehBuhâri, e!-Hac (25), bâbul-hutbeti eyyâme Minâ (132), rakam: 1739.

[253] el-Buhâri, el-Hac (25), bâbu'i-hutbeti eyyâme Minâ (132), rakam: 1741.

[254] Ahmedb. Hanbet, V/37, rakam: 20409; V/40, rakam: 20441.

[255] İbn Mâce, e!-Menâsik (25), bâbu'l-hıübe yevme'n-nahr (76), rakam: 3058. Konuyla ilgiii başka misal bulmak zordur. Ayrıca bu rivayet misal olarak her yönüyle tatmin edici değildir. Çünkü Rasûlullah'ın sorulan da farklılıklar arz et­mektedir.

[256] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 73-74.

[257] Bkz. el-Buhâri, Mevâkîtu's-Salât (9), bâbu fadli's-salâti li vaktihâ (5), rakam: 527.

[258] Bkz. ed-Dârekutnî, 1/246, rakam: 4; el-Hâkim, Mustedrek, î/188-9, rakam: 676.

[259]  Bkz. İbn Hacer, Fethu'I-Bân, il/191, rakam: 527.

[260] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 74-75.

[261] Bkz. el-Batalyevsî, Tenbîh, s. 185. Hadis için bkz. Müslim, el-Cİhâd (32), bâbun lâ yuktelu Kureşiyyun sabren ba'del-feth (33), rakam: 88. Başka örnekler için bkz. Başaran ve Sönmez, Hadis Usûlü ve Tarihi, s. 144-6.

[262] Ahmedb. Hanbel, il/229, rakam: 7135.

[263] Bkz, el-Batalyevsî, a.g.e., s. Î76-7.

[264] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 75.

[265] Ebû Dâvûd, eî-Cihâd (9), bâbun fi's-sebak (67), rakam: 2574.

[266] Bkz. ef-Hatîb, Târîhu Bağdâd, X!l/324, rakam: rakam: 6767, Bukonuda geniş bilgi için bkz. ei-Cezâirî, Tevcih, s. 339 vd.; el-Kudât, Esbâb, s. 5-31; Hasan, Nakd, 1/318-25.

[267] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 76.

[268] Öncelikle şunu belirtmekte fayda görüyoruz: Hangi bilim date olursa olsun, herkesin isteği, Rasûtün sözlerinin ağzından çıktığı gibi bizlere ulaşmasıdır. Ancak bunun mümkün alamadığı, beşeri beşer olarak kabul edişimiz ka­dar açık ve seçiktir. Manayla rivayet hususunda ihtilaf etmelerim rağmen, bütün alimlerin birinci derecede arzula­dıkları, hadislerin lafızlarının aynen muhafaza edilmesiydi. Bo sjeple manayla rivayete cevaz verenler dahi "evlâ ve güzel olan hadisi kendi lafzıyla ve tam olarak rivayet etmek*, çünkü en emniyetlisi budur diyorlardı. ef-Hatîb, Kifâye, s. 200; ez-Zebîdî, Bulğa, s. 195; İbn Hacer, Şer/ıupn-Me,s.95; el-Esnevî, Nihâye, 111/21J; Zuheyr, Usû-/ı/l-Fıkh, 111/1G8; ei-Buhârî, Abdulazîz, Keştu'l-Esrâr, 111/111; es-Ser-ivî. Fetiıu'l-Muğîs, 111/147.

[269] eş-Şevkânî bu şartın gerekli olduğunu, bunda icmâ olduğunun jjytendiğini aktarır.                                 

[270] eş-Şevkânî bunu makul karşılamaz. Birinci madde ve muhtevası ile ilgili olarak bkz. ez-Zerkeşî, et-Bahru'l-Muhiti: IV/356-7.                                                                                                                                                              

[271] Bkz. es-Sehâvî, Fethul-Muğis, 111/139.

[272] eş-Şevkânî, İrşâdu'l-Fuhûi, I/234-9. Zikredilen görüşlerin bir kısmı farklı olmakla beraber bkz. es-Sehâvî, a.g.e., 111/138-43; İbn Hacer, Şerhu'n-Nuhbe, s. 94-5; ez-Zerkeşî, a.g.e., IV/356-61; el-Cezâirî, Tevcih, s. 306-8; Yatkın, Ha­dislerin Mana ile Rivayeti ve Neticeleri, s. 17-21. Ali b. İsmail el-Ebyârînin (618/5221) üçlü taksimatı için de bkz. ez-Zerkeşî, a.g.e., İV/357.

[273] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 76-77.

[274] Bkz. el-Hatîb. Kiiâye, s. 240; İbnu's-Salâh, UIûrm'l-Hadis, s. 214; ef-lrâkî, Feihu'l-Muğîs, s. 262; en-Nevevî, İrşâd, s. 156; İbnu'l-Mulakkin, Mukni\ I/375; es-Sehâvî, FethuT-Muğîs, 111/146; es-Suyûtî, Tedrib, U/157; el-Hakîm ei-Tir-mizî, Nevadır, lî/356; el-Kâsımi, Kavâid, s. 229. Bu tür rivayetlerin en azından bir kısminin ihtiyatla karşılanması ge­rekiyor. Çünkü burada Ebû Hureyre'nırt manayla rivayete cevaz verdiği geçerken, cevaz vermeyenlerde geleceği üzere, cevaz vermediği de geçmektedir.

[275] Bkz. el-Buhârî, Kebir, VI/514, rakam: 3161; ed-Dârimî, el-Mukaddime, bâbu men rahhasa fı'l-hadîs izâ esâbe'i-ma'nâ (31), rakam: 315; et-Tirmizî, el-İlel (51), V/701; İbn Receb, Şerh, 1/425; er-Râmehurmuzî, Mubaddis, s. 533, rakam: 685 (size manayla rivayet edildiğinde şeklinde); eMHâkim, Muste&ek, 111/569, rakam: 6421; İbn Abdilber, Ca­mi; 1/341, rakam: 458; eİ-Hatîb, Kifâye, s. 239-40; el-Kurtubî, Câmi\ 1/412; ez-Zehebî, Nubelâ, M/385, rakam: 57; es-Sehâvî, Fethu'l-Muğis, IİI/144; es-Suyûtî, Tedrib, 11/153;

[276] el-Hatîb, Kifâye, s. 240. Ebû Saîd el-Hudrîye "hadisleri bizden çok daha güzel rivayet ediyorsunuz" denince de şöyle der: 'Mana bir olduktan sonra bir beis yoktur." Bkz. İbn Abdilber, Cami', I/345, rakam: 466.

[277] Bkz. İbn Receb, Şerh, I/429.

[278] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 77-78.

[279] el-Pezdevî bunun deiiilerini de zikreder. Bkz. el-Buhârî, Keşfu'l-Esrâi, 111/112-21.

[280] Bkz. el-Ensârî, Fevâtih, 11/166.

[281] Bkz. Şa'bân, Usûl, s. 77; Bedrân, Usûl, s. 97.

[282] Bkz. el-Pezdevî, (Abdulaziz el-Buhârfnin Keştu'l-Esrâtı içinde), 111/116-22 (el-BuhârTnin buradaki açıklamaları d£ oldukça doyurucudur); es-Serahsî, Usûl, I/356-7. Keza bkz, e!-Ensârî, Fevâtih, 11/167. Şafiî alimi eİ-Esnevî'nin ben zer açıklamaları için de bkz. Nihâye, lli/212-3.

[283] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 78-80.

[284] el-Hatİb, Kitâye, s. 233.

[285] Iyâz, İlmâ\ s. 178,180; İbn Receb, Şerfj, I/429.

[286] Bkz. ei-Kurtubî, Câmi\ 1/412; Iyâz, fona', s. 179; es-Suyûtî, Tedrib, 11/155.

[287] Bkz. İvaz, İlmâ; s. 178; ibn Receb, Şerh, I/429. es-Suyûtî de el-Beyiıakrnin Medbalüe böyle naklettiğini söyler. Bta Tedrib, li/155. Şafiî usûlcüsû ez-Zerkeşî de böyle bir nakilde bulunur. Bkz. el-Bahm'l-Muhlt, İV/358.

[288] el-Bâcî./Möm, s. 314-5.

[289] Bkz. Iyâz, İlmâ', s. 178-9. lyâz'ın Mâlik'in sözünü değerlendirmesi aşağıda gelecektir.

[290] Bkz. el-Kurtubî, Camı', 1/412; es-Sehâvî, Feihul-Muğîs, 111/140.

[291] Yahya b. Bukeyrln "bazan Mâlik'ten hadis dinlerdim, sabahki ile akşamki arasında lafız farklılığı olurdu" sözü de onun manayla rivayete cevaz verdiğine bir delildir. Bkz. ef-Hatîb, Kitâye, s. 245.

[292] el-Bâcî, Mâm, s. 314.-5

[293] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 80-81.

[294] eş-Şâfiî, er-R/sâ/e, s. 370-1, rakam: 1001. eş-Şîrâzi ezbere bilse bife kitabtnclan rivayet etmesi daha ihfiyatlı oldu­ğu için, evlâ olanın bu ofduğunu, bununla beraber kitabından değil de hafızasından rivayetininin de caiz olduğunu belirtir Bkz. eş-Şîrâzİ, a.g.e., N/649.

[295] eş-Şâfiî, er-Risâle, s. 274, rakam: 753; es-Suyûtî, Tedrib, 11/152; es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, İli/143. es-Sehâvî on­dan önce Yahya b. Saîd el-Kattân'ın aynı şeyi söylediğini belirtir.

[296] ez-Zerkeşî, et-Bahru'i-Muhit, İV/356.

[297] Bkz. es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, 111/139.

[298] ei-Gazâlİ, Mustasfâ, 1/168. el-Gazâtî aynı sayfada şunu da söyler: "Muhtemel île muhtemel olmayan, zahir ile daha zahir, âm ile daha âm arasındaki farkı bilen alimin hadisi anladığında manayla rivayet etmesine eş-Şâfiî, Mâlik, Ebû Hanîfe ve fakihlerin çoğunluğu cevaz vermişlerdir." Keza bkz. el-Amidî, Mâm, İt/331; e!-Beydâvî, (e!-Esnevrnin Nİ-hâye'si içinde), İli/211.

[299] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 81-82.

[300] Ibn Receb, Şerh, I/427.

[301] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 82.

[302] İbnu's Salâh, Ulümul-Hadis, s. 214; el-Ensârî, Fetlui'l-Bâkî, 11/168. el-Pezdevi de aynı şeyi söyler. Bkz. el-Buhârî, Keşfu'l-Esrâr, 111/111.

[303] eş-Şa'bî yanında Amr b. pînâr, Uucahid, ikrime, İbrahim en-Neharin de manayla rivayete cevaz verdiği zikredilmek­tedir. Bkz. et-Tîrmizi, el-İlel (51}, V/701; er-Râmehurmuzî, Muhaddis, s. 533-4; es-Serahsî, Usûl, I/355; el-Mekkî, Kûtu'l-Kulûb, 1/176; e!-Cezerî, Mi'râc, H/66; el-Esnevî, Nîhâye, tlî/215; el-Ensârî, Fevâlih, 11/166; el-Kurtubî, Cami; 1/412; Ibn Abdilber, Câmi\ 1/347, rakam: 470; es-Sehâvî, Fethu'l-Muğîs, 111/138; el-Kâsımî, Kavâid, s. 229.

[304] et-Tırmizl, el-İlel (51), V/702; el-Esnevî, Nibâye, II1/2I5; İbn Receb, Şerh, I/426; es-Sehâvr, a.g.e., 111/143; es-Suyû-tî, Tedrİb, il/154. Benzer şeyi el-Hasanul-Basrî de demiştir. Bkz. Fevâtih, 11/168; el-Kurtubî, Câtri1,1/412.

[305] et'Tırmin, el-İlel (51), V/702; er-Râmehurmuzî, Muhaddis, s. 533; el-Hatîb, Kifâye, s. 243; el-Kurtubî, a.g.e., 1/412; ibn Receb, Şerfı, I/426. Benzer bir sözü İbn Şiiıâb ez-Zuhrî de söyler. Bkz. es-Sehâvî, Fethul-Mugis, 1II/144; es-Suyûtî, açj.e., lî/154.

[306] Bkz. e!-Hatİb, Kifâye, s. 243-4.

[307] et-Tirmizî, el-İlel (51), V/702; ibn Receb, Şerh, I/426; el-Hatto, a.g.e., s. 245; el-Kurtubî, Cami', 1/412.

[308] Bkz. et-Tırmizi, el-İtel (51), V/701; el-Hatîb, a.g.e., s. 233; en-Nevevî, irşâd, s. 156; İbnu'l-Mulakkin, Mukni', 1/372-4; İbn Receb, Şerh, 1/425, 427; es-Sehâvî, Fethu'l-Muğis, IIİ/138,143; el-Irâkî, Fethu'l-Muğis, s. 261; İbn Hacer, Şerhu'n-Nuhbe, s. 95; Fethul-Bân, XII/393; es-Suyûtî, Tedrfo, 11/151-2.

[309]  İbn Hacer, Fe(/?up/-Sâr/,VIII/169.

[310] Bkz. es-Sehâvî, a.g.e-, İN/141. es-Sehâvî burada İbn Hanbel ile Ebû DâvücTdan birer misal vermektedir.

[311] Bkz. ibn Hibbân, Mecrvhin, 1/93.

[312] Bkz. ibn Receb, Serti, 1/431.

[313] Bkz. el-Hatîb, Kifâye, s. 233-4.

[314] İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadis, s. 213-4.

[315] Bkz. es-Sehâvî, Fethul-Muğts, İli/138. es-Suyûtî ise manayla rivayet edilecek hadisin cevâmiu'l-kelirTKten olmaması şartını da koşar. Bkz. es-Suyûtî, Tedıib, 11/156.

[316] Skz. er-Râzî, Mahsûl, İV/467; el-Cezerî, Mi'râc, II/S6-7; Zuheyr, Usûkıf-Fıkh, 111/168.

[317] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 82-85.

[318] Bkz. el-Mekkî, Kûtul-Kutûb, 1/176-7 

[319] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 86.

[320] Bkz. er-Râmehurmuzİ, Muhâddis, s. 538.

[321] es-Serahsî, Usûl, 1/355. Keza bkz. er-Râzî, Mahsûl, İV/466; el-Cezerî, JMr'râc, 11/66; el-Pezdevî, (Abdulazîz el-Bu-hârî'nin Keşfıı'I-Esrâfı içinde), 111/111.

[322] Bkz. eş-Şevkânî, İrşâdu'l-Futıûl, 1/236. Keza bkz. ez-Zerkeşî, el-Bahni'l-Muhit, İV/358.

[323] el-Gazâlî, Mentıûl, s. 279. İmâmu'I-Haremeyn el-Cuveynî ile el-Kuşeyri de hadiscilerin kahir ekseriyetinin bu görüş­te olduğunu söylerler. Bkz. ez-Zerkeşî. ag.e., İV/359; eş-Şevkânî, s.g.e., 1/236.

[324] Bkz. el-Hatîb. Kifâye, s. 232; es-Sehâvî, FeMMuğis, lil/140; es-Suyûtt, Tedıîb. H/151.

[325] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 86-87.

[326] er-Râmehurmuzî, Mubaddis, s. 533; es-Serahsî, a.g.e., I/355; el-Cezerî, Mi'râc, II/66; ei-Amidî, Ihkâm, H/331; d-Beydâvî, (el-Esnevînin Nihây&sı içinde), 111/211.

[327] ei-Tirmizl, el-İlel (5!}, V/701; el-Haiîb, a.g.e., s. 242; İbn Receb, Şerh, 1/425; es-Sehâvî, Felhul-Muğis, 111/138; İbn Abdilber, Cami', 1/344, rakam: 464.

[328] el-Hatîb, a.g.e., s. 242.

[329] Bkz. el-Ensârî, Fevâtih, lf/167; ez-Zerkeşî, a.g.e., İV/358; el-Esnevî, Nihâye, 111/211; es-Suyûtî, Tedrfo, 11/151; el-Amidî, Mâm, H/331; Zuheyr, Usûlul-Fıhb, 111/168.

[330] er-Râmehurmuzî, a.g.e., s. 535; el-Hatîb, a.g.e., s. 243; el-Kurîubî, Câmi\ 1/412; et-Tırmizi el-İ!el {51), V/701; İbn Receb, Şerh, I/425,429; İbn Abdilber, Cami', I/347, rakam: 470; es-Suyütî, Tedrîb, U/154.

[331] Bkz. İbn Hazm, İhkâm, 11/213; es-Setıâvî, Fethul-Muğîs, 111/143.

[332] Ancak onun dediği her zaman için geçerli değildir. Çünkü ashabtan gelen rivayetler İçinde oidukça büyük yekûn tu­tan bir kısım olayı yaşayanlarca aktarmış değildir, sahabe murselteridir. Ayrıca delil ofarak getirdiği hadis dahi fark­lı lafızlarla rivayet ediimişlfr. Bunun yanında sahabenin manayla rivayet ettiklerine daif nakilleri göz önünde bulun­durmak ve rivayetlerinden sonra "ev nehvehû" ve benzeri ifadeler kullandıklarını unutmamak gerekir.

[333]  Bkz. Iyâz, İlmâ', s. 180; es-Suyûtî, Tedrîb, İt/156.                                                                                               

[334] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 87-89.

[335] Hanefî, İslimi İlimlere Giriş, s. 40.                                                                                                                      

[336] Bu endişe yanında, dilde kelimelerin mûradifi olabileceğini kabul etmeyen bazı filologlar manayla rivayete cevaz vermezler. Sa'leb bunlardan birisidir. Bkz. el-Esnevî, Nİhâye, İli/211; ez-Zerkeşî, el-BahruWuh% İV/358.

[337] Bkz. es-Suyûtî, İktirâfı, s. 23.

Ebû Hayyân'ın belirttiğine göre, İbn Mâlik dil kaidelerini koyarken hadislerden oldukça istifade etmiştir. Ancak ne rnutekacfdimündan ne de muteebhirûndan aynı şeyi yapan olmamış, ayrıca onun bu yaptığt kınanmıştır. Ebû Hay-yân bunun sebebini diğerleri gibi şöyle açıklamaktadır: "Alimlerin bunu terk etmesinin sebebi, bu lafız Hz. Peygam­bere aittir diye güvenmemelerindendi. Şayet güvenmiş olsalardı, Kufan gibi hadislerle de kültf kaidelerin konuima-.     sında delil getirilirdi." Bkz. es-Suyütî, Ukûdu'z-Zeberced, 1/69-70.

[338] Bkz. el-Batalyevsî, Tenbih, s. 175-

[339] es-Suyûtî, İktirâtı, s. 26; Ukûdu'z-Zeberced, 1/69-70; el-Bağdâdî, Abduikâdir, Hizânetul Edeb, 1/5; eİ-Cezâirî, Tev-c/f), s. 314.

[340] Bkz. es-Suyûtî, İktirâh, s. 24-5; Ukûdu'z-Zeberced, 1/70; el-Bağdâdî, Abduikâdir, a.g,e., 1/4-5; ei-Cezâirî, Tevcih, s. 313; Tural, Arap Dilinde Şiir ve Hadisle İstişhad Mes'etesi, s. 71-3; Bolelli, Nahivde Hadisle İstişhad Meselesi, s. 167; Bayraklar, Bdebîve İlmi Açıdan Hadis, s. 76-8.

[341] el-Balalyevsî, a.g.e., s. Î84.

[342] es-Suyûtî, İktirâh, s. 23; Keza bkz. el-Bağdadi, Hizâneiul-Edeb, 1/5; el-Cezâirî, a.g.e., s. 313. es-Suyûtî aynı sıkın­tıyı başka bir yerde de dile getirir: "Pekçok hadisi raviler manayla rivayeS etmişler, hadislere ziyadede, noksanlıkta bulunmuşlar, hata (lahn) etmişlerdir. Fasih olanı fasih olmayanla değiştirmişlerdir. Sundan dolayıdır ki, bir tek hadi­sin farklı lafızlarla rivayet edildiğini görürsün. Bunların bir kısmı iraba ve fasih lugata uymakla, bir kısmı da uyma­makladır." Ukûdu'z-Zeberced, I/69.

es-Suyûtîden çok önceleri, el-Hattâbî (388/998) kendi döneminden öncesini anlatırken şöyle demektedir. "Üç asrın geçmesiyle birlikte, hadis alimleri göçüp, daha sonraki dönem gelince, hadisler Arap olmayanların eiine geçti. Ra-vileri çoğaldı ancak hakkıyla eda edenleri azaldı, lahn yaygınlaştı ve bozuk şiveler hadislere duruluğunu kaybettir­di." el-Hattâbî, Garîbu'l-Hadis, I/47. Aynı şekiide ez-Zehebî de son derece önemli bir tesbitte bulunmuş ve mutekad-dimün hadisçilerden sonrakilerin hadisleri topladıkları eserlere pek itibar edilmeyeceğine dikkat çekerek "bize ge­lene kadar senedier uzamış, güvenilir ibareler kaybolmuştur" demiştir. Bu ve benzeri sebepîerden dolayı, el-Bâ-kim'in MustedreK'mde sahih olmayan hadislerin bulunduğunu da sözlerine eklemiştir. Bkz. Mûkıza, s. 46.

[343] Arap olmayanların hadisleri nakilde getirdikleri zorluklar fıkıh sahasında da kendisini gösterir. Filologların bu tesbi-j tini daha iyi anlamak için Türk asıllı el-Uerğinântnin H/tfâye'sine bakmak yeterli olacaktır. Muğlak ifadeler, bir Ara-! bin elinden çıkmadığını gösteren devrik cümleler, fail ve meful ile zamirlerin aid olduğu yerleri tesbit etmenin zorlu­ğu filologlara hak verecek ölçüdedir.

[344] Halil Günenç'in bizlere şifahi olarak aktardığı bu tesbit genel kabul gören bir yaklaşımdır. Örneğin Meşhur b. Hasan! Âl Selmân el-Beyhakînin HilâüyyâUn tanıtırken şöyle der: "eİ-Beyhakî anlattığı fıkhî meseleleri sade bir dille anlat mistir. Her okuyan bunları anlar. İbareleri önceki kitaplardaki zor ibarelerden uzaktır." Bkz. el-Beyhakî, Hilâfıyyât, i/15-6.

[345] Bkz. eî-Tebrîzî, Mişkâtu'l-Mesâbîb, 111/82, rakam: 5050.

[346] İbnu'l-Enbârî, Kitâbu'l-İnsâi, s. 65'den nakleden Ebû Reyye, Edvâ, s. 348; ei-Cezâirî, Muhammed, Kazzâfî, s. 63. Aynı durum el-Hatîb'in rivayet ettiği kâde'l-halîmu en yekûne nebiyyen (haîîm selîm kişi neredeyse peygamber ola-! çaktı) rivayetinde de söz konusudur. Bkz. el-Haüb, Târihu Bağdâd, V7311, rakam: 2823.

[347] Bkz. et-Buhâri, el-Edeb {78}, bâbu mâ yecüzu mine'l-gadab (75), rakam: 6109; Müslim, el-übâs (37), bâbu fahrîmi tasvîri sûreti'l-hayvân... (26}, rakam: 98.

[348] Bkz. Ebû Reyye, Edvâ, s. 348. Çünkü inne'nin ismi olan el-musawirûrîun el-musavvirîn olması gerekmekledir.

[349] Bkz. ed-Deylemi, IH/352, rakam: 4953; el-Beyhakî, Şuab, VI/23, rakam: 7391.

[350] 8kz. el-Cezâirî, Muhammed, Ka&âft, s. 64.

[351] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 89-92.

[352] lyâz, İimâ1, s. 177; er-Râzî, Mahsûl, İV/469; el-Pezdevî, (eî-Buhârrnin Keşfu't-Esrâf\ içinde), IIİ/114; İbn Abdilber, Câmi\ I/343, rakam: 462; el-Ensârî, Fevâtih, lf/166; et-Amkfî, İhkâm, li/332. Abdullah b. Mes'ûd yarımda Ebu'd-Der-dâ ve Enes b. Mâlik'ten nakledilen benzer sözler için bkz. ed-Dârimî, ef-Mukaddime, bâbu men hâbe'î-futyâ merıâ-fete's-sekt (28), rakam: 268-271; İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbu'Mevekkî fi'l-hadîs an Rasûlillah (3), rakam: 23-4; İbn Adiy, Kâmil, 1/18; er-Râmehurmuzî, Muhaddis, s. 549-50, rakam: 733-6; el-Halib, Kİfâye, s. 241; İbn Receb, Şerh, 1/429; es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, 111/148; İbnAbdilber, a.g.e., 1/342-3, rakam: 460-1; es-Suyûtî, Tedrib, H/157.

[353] Bkz. el-Pezdevî, ei-Buhârînin Keşfu'l-Esrâf\ içinde, İÜ/113-4.

[354] Bkz. el-Kurtubî, Cami', 1/412; es-Sehâvî, a.g.e.T ül/146. Zurâre b. Evfâ bu hususla şöyle demektedir; "Sahabeden pek çak kimseyle karşılaştım. Bana hadisleri farklı lafızlarla aktardılarsa da manada birleştiler." İbn Receb, Şerh, 1/428; el-Kurtubî, a.g.e., 1/412.

[355] eş-Şevkânî, İrşâdul-Fuhûl, 1/237. er-Râzî sahabenin bazan aynı mecliste aynı olayı farklı lafızlarla rivayet ettikleri­ni söyler. Bkz. Mahsûl, İV/467.

[356] Bkz. er-Râzî, a,g.e., İV/469; d-Beydâvi, (ef-Esnevfnin Nihâye'si içinde), 111/214. Muhammed b. Yûsuf el-Cezerî bu­na itiraz eder ve sahabenin diğer insanlarla mukayese etfilemeyecek bir zekaya sahip ocuklarını ve aynen muha­faza etliklerini söyler. (Bkz. Mi'râc, 11/67-8). Onun bu itirazı insan fıtratına ters düşmektedir. Sahabenin hadisleri ay­nen muhafaza hususundaki hassasiyetleri bilinmekle beraber, her hadfei aynı lafızlarla rivayet ettikleri İddiasinı ma-kui sınırlar içerisinde koyabilecek bir yer bulamıyoruz.

[357] Bkz. el-Ensârî, Feratfı, ü/168.

[358] el-Hatîb, Kİfâye, s. 236; el-Gazâlî, Mustasfâ, i/169; es-Sehâvî, Fetbul-Muğîs, 111/144; İbn Receb, Şerh, 1/428. el-Ha-sanu'l-Basrfnin ve Hammâd b. Seleme'nin böyle dediği nakledilir.

[359]  Tâhâ/20,10.

[360] en-Neml/27,7.

[361] el-Kasas/28,29.

[362] er-Râzî, Mahsûl, İV/468; e!-Esnevî, Nihâye, tll/214; el-Ensârî, Fevâtih, 11/168. Hadisi bir kısmı hadis usûlcüsü ve kri-tikçisi olan şu kimselerin eserlerinde tesbit edebildik: et-Taberânî, Keb/r, VII/100, rakam: 6491; eî-Hakîm et-Tirmizî, Nevidir, ü/356; el-Hatîb, Kİfâye, s. 234; İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, lü/163, rakam: 2989; İbnul-Muiakkin, Mukni; 1/373; el-lrâkî, Fethu'l-Muğîs, s. 261; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 1/154; es-Suyûtî, Tedrib, 11/152; el-Hİndî, Ken-zuWmmâl, X/230, rakam: 29215; X/290, rakam: 29469.

[363] Bu zat hakkında bkz. ibn Hibbân, Mecrûbîn, İN/80; ez-Zehebî, Mİzân, İV/339, rakam: 9372.

[364] Bkz. İbn Hacer, İsâbe, IH/166-7. (es-Sehâvînin de Fetbu'l-Muğîs, lll/545'de aynı şekilde atıfta bulunduğu açıklama­yı Mevzuatta bulamadık).

[365] Bkz. İbn Receb, Şerh, 1/429.                                                                                                                       

[366] Bkz. es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, IH/145.

[367] ei-Amİdî, Ihkâm, 11/331; el-Esnevî, Nihâye, 111/214-5. Hadisin tahrîci için bkz. el-Hatîb. Kifâye, s. 234.

[368] Tahrîci için bkz. İbn Ebî Hatim, Csrfı, II/7. Bu rivayel daha önce, kitabımızın birinci bölümünün 'Hadis Uydurma Fa­aliyetinin Hz. Peyamber Zamanında Başladığı1 kısmının sonunda geçmişti.

[369]  el-Furkân/25,12.

[370] et-Taberânî, Kebir, Vlll/131-2, rakam: 7599; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, i/147-8; es-Sehâvî, Fethu't-Muğîs, lfl/145; es-Suyûtî, Tahzîr, s. 95, rakam: 44; el-Kârî, Esrar, s. 54, rakam: 45.

[371] Bkz. el-Cevrekânî, Ebâtil, 1/92-4, rakam: 87; es-Sehâvî, a.g.e., 111/145.

Hadisin senedindeki Muhammed b. el-Fadl hakkındaki tenkidler için bta. el-8uhârî, Târih, I/208, rakam: 655; Ah­med b. Hanbel, Kitâbu'l-İlel, İl/549, rakam: 3601; III/396-7, rakam: 5744; en-Nesâi, Duafâ, s. 220, rakam: 569; İbn Hibbân, Mecrûhin, 1/175-6; İbn Ebî Hatim, Cerh, VIII/56-7; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/95 (burada Ahmed b. Hanbel'den "hadis uydurmak niyetinde olan birisinin bunu uydurduğunu" söylediğini de aktarır); ez-Zehebî, Muğni, 11/624, ra­kam: 5903; Mîzân, İV/6-7, rakam: 8056; el-Hazrecî, Hulâsa, s. 356; İbn Hacer, Tehzib, IX/401, rakam: 6515; Tak-rib, s. 502, rakam; 6225.

[372] Bkz. e!-Buhârî, Târih, H/58, rakam: 1680; İbn Hibbân, Mecruh;/), 1/175-6; İbn Ebî Hâöm, Cerh, 11/327; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 1/148; İbn Adiy, Kâmil, î/414, rakam: 228; en-Nesâî, Duafâ, s. 57, rakam: 64; ez-Zehebî, Muğ-nî, 1/64, rakam: 499; Mizan, 1/167, rakam: 675; ibn Hacer, Tehzib, 1/192, rakam: 317; Takrib, s. 96, rakam: 290; el-Hazrecî, Hulâsa, s. 24.

[373] el-Hatîb. Kifâye, s. 234-5; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/91-2; es-Sehâvî, Fethu'l-Mugis, III/14S-6; el-Kârî, Esrar, s. 64, rakam: 83.

[374] el-Furkân/25,12.

[375] Bkz. el-Cevrekânî, Ebâtil, 1/94-6, rakam: 88.

[376] el-Elbânî, Daüe, 11/422, rakam: 994.

[377] el-Hatîb, a.g.e., s. 236; el-Gazâlî, a.g.e., 1/168-9; ibn Hacer, Şertıu'n-Nuhbe, s. 94. Fahruddîn er-Râzî de, Arap ol­mayanlar için kendi lisanlarınca hadisi tercüme etmek nasıl caiz ise, ifadenin yine Arapça başka bir ibare ite değiş­tirilmesinin hayli hayli caiz olduğunu söyler. (Bkz. Mahsûl, İV/467. Keza bkz. el-Hatîb, a.g.e., s. 235; el-Amîdî, İh-kâm, 11/331-2; el-Kurtubî, Câmi\ i/413; es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, 111/145). Hem el-Beydâvî hem de sarihi el-Esnevî bu gerekçeye itiraz ederler, çünkü, başka bir dile tercüme etmeye zaruret dolayısıyla, başka dili konuşanlar Arapçayı bilmediklerinden, anlasınlar diye cevaz verilmiştir, derler. Tercümede zaruret varken manayla rivayette böyle bir zaruret yoktur. Zaten Farsçaya veya başka bir dile çevirmeye fetva vermek için cevaz verilmiştir yoksa hadisin başka dile çevrilen ibaresinden ictihad ve istinbat etmek için değil. Dolayısıyla manayla rivayet için getirilen bu istidlal pek sağlam olmamaktadır, demişlerdir. Bkz. et-Esnevî, NMye, IH/213-4; eİ-Ensârî, Fevâlih, (1/168; Zuheyr, Usûlul-Rkh, 111/169.

[378] Bkz. el-Amidî, İhkâm, H/332.

[379] Bkz. el-Gazâlî, Menhûl, s. 280; el-Bâcî, İhkâmu'l-Fusûl, s. 315-6; er-Râzî, Mahsûl, IV/4S7-8; es-Serahsî, Usûl, 1/356.

[380] el-Kıyâme/75,17.

[381] Bkz. el-Hakîm et-Tirmizî, Nevidir, 11/355-6.

[382] Bkz. el-Kâstmî, Kavâid, s. 232.

[383] Bkz. İslâhî, Tedebbûr, s. 100-2.

[384] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 92-98.

[385] et-Buhârl, el-Vudû (4), bâbu fadfi men bâte ale'l-vudû (75); Müslim, ez-Zikr {48), bâbu mâ yekûlu inde'n-nevm ve ehzi'l-medca' (17), rakam: 56; el-Hatîb, KHâye, s. 236; el-Cevrekânî, Ebâtît, 1/98-9, rakam: 93; lyâz, âmâ', s. 174-6; ef-Kurtubî, Cami; 1/413; es-Sehâvî, Fethul-Muğis, 111/141.

[386] en-Necm/53,3-4.

[387] İbn Hazm, İhkâm, 11/213-5.

[388] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 98.

[389] Bkz. el-Hatîb. Kilâye, s. 237.

[390] Bkz. el-Hatîb, a.g.e., s. 237; el-Kurtubî, a.g.e., 1/413.

[391] Bkz. İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, Xll/393.

[392] Bkz. Ibn Hacer, a.g.e., XII/393; es-Sehâvi, Fethu'l-Muğls, III/Î46.

[393] Emin Ahsen İsiâhî Hz. Peygamberin bu titizliğine değişik bir yorum getirir: Eski kavimler rasûllerin dediklerini yap­madıklarından helak olmuşlardır. Nebiler için böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü nebi rasûi gibi değildir. Oysa bir kavim rasülü kabul etmediğinde mutlaka azap gelmekteydi. Bkz. Islâhı, Tedebbür.s. 106-111.

[394] eş-Şâfiî, er-Risâle, s. 401, rakam: 1102.

[395] Bkz. er-Râ2î, Mahsûl, İV/469; Zuheyr, Usülu'l-Fıkh, 111/169.

[396] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 98-100.

[397] Bkz. er-Râzî, a.g.e., İV/470.

[398] Bkz. el-Kâsımî, Kavâid, s. 233.

[399] Bkz. el-Hatîb, Kitâye, s. 237.

[400] el-Gazâlî, Muslasfâ, 1/169. Keza bkz. es-Sehâvî, Fethul-Muğîs, lil/146; el-Bâcî, İhkâm, s. 316; el-Beydâvî, fei-Es-nevrnin Nihâye'si içinde), ili/214; el-Kurtubî, Cami', I/41; el-Amidî, İhkâm, il/333; el-Ensârî, Fevâtib, il/169.

[401] Gerçekten bu hadis farklı zamanlarda değişik lafızlarla Rasûlullah tarafından söylenmiştir diye kabul edilse bile, bu dahi manayla rivayetin cevaziyetine işaret sayılabilir. Çünkü Rasûlutlah'ın kendisi aynı şeyi değişik lafızlarla ifade etmiş demektir.

[402] Bkz. el-Kurtubî, Câmi\ 1/41.

[403] Bkz. el-Ensârî, Fevâtih, H/169.

[404] Bkz. Zuheyr, Usûtu'l-Fıkh, İH/170.

[405] Bkz. er-Râzî, Mahsûl, İV/470; ef-Beydâvî, (el-EsnevTnin Nihâyds içinde), lil/215; el-Ensârî, Fevâtih, İt/169; el-Amitfî, ibkâm, 11/332; Zuheyr, Usûlu'l-Fıktı, 111/169.

[406] er-Râzî, a.g.e., İV/470; el-Beydavî, (ei-Esnevrnin NMye'si İçinde), IH/215.

[407] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 100-102.

[408] Bkz. ei-Cezerî, Mfrâc, II/68; el-Amidî, ihkâm, II/333; el-Esnevî, a.g.e., 111/215; el-Ensârî, Fevâtffi, 11/169. Hammâd b. Seleme'nin sözü için ayrıca bkz. İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadîs, s. 218.

[409] Bkz. el-Hatîb, Kiiâye, s. 236; el-Bâcî, ihkâm, s. 316; el-Amidî, a.g.e., H/333.

[410] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 102-103.

[411] Bkz. el-Halîb, a.g.e., 3. 236; es-Sehâvî, Fethul-Muğis, İÜ/Î46; el-Âmidî, a.g.e., 11/333.

[412] Bkz. el-Bâcî, Mâm, s. 316.

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 103.

[413] el-Kurtubî, Câm/-, 1/412.

[414] Cerâcpûrî, Hemâre, s. 96-7.                                                                                                                                     

[415] Diğer misallerle beraber bkz. İbn Receb, Şerh, 1/427-8; Tural, Arap Dilinde Şiir ve Hadisle İsüşhad Mes'elesi, s. 71.

[416] Başaran, Hadislerde Mana Rivayetinin Sonuçları, s. 74.

[417] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 103-105.

[418] Müslim, et-Tevbe (49), bâbu (adli devâmi'z-zikr (3). Bkz. e!-E!bânî, Sahîha, IV/592-3, rakam: 1946. '

[419] Müslim, et-Tevbe (49), bâbu fadli devâmi'z-zikr (3), rakam: 12.

[420] et-Tırmİzî, Sıfatu'l-Kıyâme (38), bab: 59, rakam: 2514. Muhakkik istifade elliği bazı nüshalarda son kısımda geten "sâaten" ifadesinin iki kez geçtiğini belirtir. Nitekim el-Mubârekfürînin Tuhfetu'l-Ahvezîsinde de durum böytedir. Bkz. VİI/184.

[421] et-Tırmizi, Sıfatu'l-Kıyâme (38), bab: 20, rakam: 2452; Ahmedb. Hanbel, İV/346, rakam: 19067; et-Tayâüsi, s. 191, no: 1345. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, Bidâye, V/297; ei-Elbânî, a.g.e., IV7624-5, rakam: 1976.

[422] İbn Mâce, ez-Zuhd (37), bâbu'l-mudâveme ale'l-amel (28), rakam: 4239. ibn Kesîr de hadîsi Ahmedb. Hanbel, Müs­lim, et-Tİrmİzive İbn Mâce'ye nisbet ederek şu şekilde verir: "Benim yanımda bulunduğunuz gibi olmaya devam et­seniz, melekler oturduğunuz yerferde, yollarınızda ve döşeklerinizde sizlerle musâfaha ederlerdi. Lakin [insan) ba­zı zaman öyle olur, bazı zaman böyle olur." (a.g.e., V/297).

Hadisenin başından geçtiği Hanzala'dan farklı lafızlarla rivaye! edilen hadis, Enes b. Mâlik kanalıyla ashabdan birinin başından geçen bir olay olarak yine değişik lafızlarla nakledilmektedir. Bkz. Ahmedb. Hanbel, 111/175, rakam: 12796; Ebû Yala, V/378, rakam: 280, VI/58-9, rakam: 549; İbn Belban, ihsan, 1155-6, rakam: 344; eî-Begavî, Şerhu's-Sunne, 1/167, rakam: 90; et-Heysemî, Mecmeu'z-Zevald, X/308; el-Hindî, KenzuWmmât, IV/246,; rakam: 10370; el-Elbâni, a.g.e., İV/606, rakam: 1965.                                                                                               

Ebû Hureyre'den rivayet edilen, kendisiyle Hz. Peygamber arasında geçen Hanzala'mnkine benzer bir hadİŞ içirVde bkz. İbnu'l-Mubârek, Kitâbuz-Zuhd, s. 380, rakam: 1075; el-Humeydi, H/486, rakam: 1150; et-Tayâlisi, s. 337, fa-kam: 2583; Ahmed b. Hanbel, 11/304-5.

[423] e!-Buhâri, el-Edeb (78), bâbu'r-riiki fi'l-emri küllin (35), rakam: 6025.

[424] el-Buhâri, el-Edeb (78), bâbu kavli'n-Nebiyyi yessirû... (80), takam: 6128.

[425] Müslim, et-Tahâre (2), bâbu vucûbi ğasli'l-bevi... (30), rakam: 98.

[426] Müslim, et-Tahâre (2), adı geçen bab (30), rakam: 99.

[427] Müslim, et-Tahâre (2), adı geçen bab (30), rakam: 100.

[428] Ebû Dâvûd, et-Tahâre (1), bâbu'i-ardi yusîbuhal-bevl (138), rakam: 380.

[429] et-Tırmizî, et-Tahâre (1), bâbu mâ câe fi'l-bevli yusîbu'l-erd (112), rakam: 147,

[430] en-Nesâî, et-Tahâre (1), (erku't-levkîli fi'l-mâ' (45), rakam: 53.

[431] en-Nesâî, et-Tahâre ()), adı geçen bab (45), rakam: 55.

[432] en-Nesâi, et-Tahâre (1), adı geçen bab (45), rakam; 56.

[433] İbn Mâce, et-Tahâre (1), bâbu'l-erdi yusîbuha'l-bevlu keyfe Suğsel (78), rakam: 528.

[434] İbn Mâce, et-Tahâre (1), bâbu'l-erdi yusîbuha'l-bevfu keyfe tuğse! (78), rakam: 530.

[435] Ebû Dâvüd, et-Tahâre (1), bâbu'l-ardi yusîbuha'l-bevl (138), rakam: 380; el-Beyfıakî, JMa'rife, III/394, rakam: 5055.

[436] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 105-108.

[437] Bu bölüm Hadiste Metin Tenkidi aüh doktora tezimizin (Bursa-1996) içinde es-Sahihân Özerinde tema Var mıdır?' (s. 34-39) adıyla yer almıştır. Oldukça genişletilen bu bölüm daha sonra Sivas C. Ü. İlahiyat Fakültesi dergisinin ikin­ci sayısında (s. 365-369) yayınlanmıştır. Makale yeniden gözden geçirilip genişletilmiştir.

[438] Bkz. İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadis, s. 24; en-Nevevî, İrşâd, s. 62; es-Suyûtî, Tedrib, 1/144. Diğerleri için bkz. ez-Zâ-hirfî, Ehâdîsu's-Sahihayn, s. 10-20,32. Genefde kabul gören Kanı es-Sahihayn hadislerinin sahih olduğu yönünde olmakla birlikte, bunların mutlak (kesin) sahih mi oldukları veya zan mı ifade ettikleri hususu ihtilaflıdır. Bu husus M. Said Hatiboğlu'nun makalesinde görülebilir. Bkz. Eleştiriler, s. 4.

[439] İbnu'l-Attâr, Fetâvâ, s. 246-7. Ancak onun gibi düşünmeyip Kütüb-İ Hamse'deki hadisler hususunda icmâ olduğunu iddia edenler bile vardır. Örneğin "İmâm, Aflâme, Muhaddis, Hafız, Muftî, Şeytıu'l-İslâm, Şerefu'l-Muammerîrt" sıfat­larıyla anılan (Bkz. ez-Zehebî, Nubelâ, XXI/5) Ebü Tâhir es-Silefî (576/1180) maşrik ve mağrib alimlerinin bu kitap-lardaki hadislerin sahihliği hususunda icma ettiklerini söyler. Bkz. el-lrâkî, Fethu'l-Muğ!s, s. 45. Bu da icmâ vardır denilen hususlara ne kadar ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini göstermektedir.

[440] el-Alâî, en-Nakdu's-Sahih, s. 27.

[441] ibn Haldun, Mukaddime, 11/788-9. îbn Haldun başka bir yerde de, daha önceden sahih olarak kabul edilmemiş ha­disleri sahih kılmanın artık mümkün olmadığını söyler. Bkz. a.g.e., 111/1043.

[442] Bkz. ed-Dihlevî, Huccetu'ltâhi'l-Bâliğa, 1/356-7; el-Kâsimî, Kavâktu't-Tahdîs, s. 249. Bu genel kanaat için bkz. el-Kannûcî, Avnu't-Bâri, 1/16-8; et-Tivuycerî, Red, I/32-4,138-9.

[443] Ancak yaklaşık bir asırdır bu kanıyı paylaşmayanlar oldukça çoğalmıştır. Örneğin Ehlu'l-Kufân'dan olan Çırağ Ali el-Hindî (1313/1895) el-Buhârînin es-Sahihhm pekçok mevzu hadîsi ihtiva etmekte olduğunu fakat mûslümanla-rın onu Allah'ın kitabından sonra en sahih kitap kabui ettiklerini, bunun sebebinin de "itikadlanndaki aşırılık ve a'mâ-yı taklid etme alışkanlıkları" olduğunu söyler. Bkz. Abdullatîf, es-Sunnetu'n-Nebeviyye, s. 104. Keza iyi bir hadîs yo­rumcusu olan Mevdudi (1399/1979) şöyle diyor: "Hiç kimse, hadîsle ilgili bize ulaşan herhangi bir kolleksiyona ke­sinlikle sahihtir, diyemez. Meselâ, Sahîh-i Bubârtnin Allah'ın kitabından sonra en sahih kitap olduğu söylenmekte­dir. Hadîs konusunda bu abartmayı yapanların hiçbiri Buhar!de nakledilen altı veya yedi bin hadîsin tamamına sa-, hin diyemez." Daudi, Hadis Çalışmaları, s. 267.

[444] Bkz. Sabrî, el-Kavtu'1-Fasl, s. 69-70. M. Yaşar Kandemir de bu hususta şöyle demektedir: "Bu eserlerin ihtiva ettiği hadislerin sağlamlığı hususunda hem muhaddisler hem de diğer İslam alimleri İcmâ" etmişlerdir." es-Sahîhayrie Yöneltilen Tenkidlerin Değeri, s. 335. Kandemir, s. 338'de de İslam ümmetinin, bu iki eserdeki hadislerle amel et­menin vacip olduğu hususunda ittifak ettiklerini belirtir. Benzer yaklaşımlar için bkz. e!-Huseynî, Kullu mâ fi'l-Bubâ-ri Sahih, s. 13; el-Alâî, en-Nakdu's-Sahîh, s. 27 (Eseri hazırlayan Mahmûd Saîd Memdûh'un 1 nolu dipnolu); Ba-dıllı, Kaynaklar, s. 185,191, 197, 338; Gülen, Sonsuz Nur, 11/350. Müsteşrik çocukları suçlaması için de bkz. el-Behnesâvî, Metnu'l-Hadis, s. 698..

[445] Hatiboglu, Eleştiriler, s. 4.

[446] el-Beyhakînin (458/1066) kitaplarında rivayet etmiş olduğu hadislerin el-Bubârive Müslim'de geçtiğini belirtmeye özel önem vermesi ve onları teyid için zikretmesi, beşinci asırda bu iki kitabın oldukça büyük bir saygınlık kazandı­ğını göstermektedir. Örnek için bkz. Kubrâ, VIIİ/130; Ma'rife, VI/16; Deiâilu'n-Nubuvve, VI/365; Kitâbu'l-Kadâ vel-Kader.vt. 12-b

[447] İbnu's-Salâh, Ulûmul-Hadis, s. 26. el-Cuveynî el-Buhâri yanına Muslinti de katar ve yeminin içine "sıhhatine hükmet­tikleri" kaydını koyar. Bkz. İbnu's-Salâh, Siyâne, s. 86; en-Nevevî, Şerh, t/19; ez-Zâhidî, Ehâdisu's-Sahîhayn, s. 10.

[448] Geniş bilgi için bkz. Çakan, Hadîs Edebiyatı, s. 47-60. el-Buhârînin kitabının adının el-Câmlu'l-Musnedu's-Sahİhul-Muhtasar min Umun Rasölillah (a.s) ve Sunenihî ve Eyyâmih olması keza Müslim'in "sahih kabul etliğim her hadi­si bu kitabıma almadım; alimlerin sıhhatinde ittifak ettikleri hadisleri aldım" (Müslim, es-Salât (4), bâbu't-teşehhudi ti's-sa!ât {J6), rakam: 63) demesi bunu teyid eder mahiyettedir.

[449] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/99.

[450] Bkz. el-Cessâs, ei-lcmâ', s. 42 (muhakkikin etüdü); İbn Teymiyye, Mecmuu Fefârâ, XIX/271; İbnul-Kayyım, İlâm, 11/247.

[451] Bu hususta bkz. en-Nevevî, Şerh, XVf/63; İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 1/110; e!-lrâki, Takyîd, s. 29; Başaran, fon Hazm'm KûtOb-iSİtte'ye Bakışı, s. 9-17.

[452] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 109-113.

[453] Bu zatın ismi çalışmamızda istifade ettiğimiz Hedyu's-Sâri nüshasında "Ebû Ca'fer Mahmûd b. Amr el-Ukayir ola­rak geçmektedir, (s. 7). Ulaşabildiğimiz diğer iki Hedyu's-Sâri nüshasında da bu şeklidedir: Dâru'l-Ma'rife, Beyrut-Tsz, s. 7; Kâhire-1988, s. 9. Ancak biz tabakat kitaplarında bu adda birini bulamadık. Bunun yerine Kitâbu'd-Dualâil-Kebîr sahibi Ebû Ca'fer Muhammed b. Amr el-Ukayltyi (322/934) tesbrt edebildik. Bkz. ez-Zehebî, Nubelâ, XV/236, rakam: 93; İber, H/17; Tezkiretu'l-Huffâz, ili/833-4, rakam: 814; es-Safedî. Vâfî, İV/291, rakam: 1820.

[454] İbn Hacer, Hedyu's-Sâii, s. 7. Şu rivayetin bunlardan biri otması muhtemeldir: Ebû Hureyre'den gelen rivayette şöy­le geçer: Hz. Peygamber "ümmetimi Kureyş'in şu kabilesi helak edecek" buyurdu. Ashab "bize ne emir buyurursu­nuz yâ Rasûlellah" diye sordular. Hz. Peygamber de "keşke insanlar onlardan uzak kalsalar" buyurdu. Rivayeti ak­taran Abdullah babası Ahmed b. Hanbel'in vefat ettiği hastalığında bununla ilgili olarak şöyle söylediğini aktarır: "Bu hadisin üstünü çiz. Çünkü Hz. Peygamberden gelen hadislere -yani 'dinleyiniz, İtaa! ediniz ve sabrediniz' kavline-aykırtdır." Musned, 11/301. Hadis es-Sahİhayriüa şuralarda geçmektedir: el-Bubâri, el-Menâkıb (61), bâbu alâmâ-ti'n-Nubuweli fi'l-islâm (25), rakam: 3604; Müslim, el-Fiten (52), bâbun lâ tekûmu's-saâtu hattâ... {18), rakam: 74.

[455] Müslim, Sıfâtu'l-Munâfikîn (50), bâbu iblidâi'l-halk... (1), rakam: 27.

es-Suyûtî ise senedini vermeksizin İbn Merdûye'nin eserinden nakille, Rasûkıllah'ın Ebû Hureyre'nin elini tutarak şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Ey Ebû Hureyre! Ailah gökleri, yeryüzünü ve ikisinin arasındakiler! altı günde yarattı. Sonra arşın üzerine istiva et­ti. Toprağı cumartesi, dağları pazar, ağaçlan pazartesi günü, Adem afeyhisselâmı salı günü, nuru çarşamba günü, hayvanları perşembe günü, Adem'i ise cuma gündüzün son vakitlerinde yaratmıştır." ed-Dumı'i-Mensür, llf/473. Fa­kat buradaki rivayette Adem aleyhisselamın hem salı hem de cuma günü yaratıldığı geçmektedir. Bu hem baskıdan hem de rivayetin kendisinden kaynaklanabilir.                                                                                                  

[456] el-A'râf/7,54.                                                                                                                                                   

[457] Bkz. eJ-Buhârî, Kebir, 1/413-4, rakam: 1317. el-Buhârînin zayıftır dediği başka bir Müslim rivayeti için bkz. el-Bey­hakî, Şuab, i/342, rakam: 378; İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, Xll!/213.

[458] İbn Teymiyye ete (728/1328) el-BuhârTnin haklı olduğunu Müslim'den daha iyi hadîs bilgisi olan Yahya b. Maîn (233/847), e!-Buhâri vb. alimlerin farklı düşündöKlerini ve bunun Hz. Peygamberin sözü olmadığını söylediklerini ak­tarır. Bkz. İbn Teymiyye, Mecmuu Felâvâ, 1/256-7; XVIt/235-7; XVIII/î8-9, 73; Tevessül, s. 86. İbnu'l-Kayyım da (751/1350) aynı kanaattedir. Bkz. Menâr, s. 85, rakam: 153.

[459] el-Beyfıaki, el-Esmâ ve's-Sılât, H/251. Daha sonra İbn Kesîr de hadisin Kur'ân'a muhalefet edişine dikkat çekmiş­tir. Bkz. Tekir, 11/229-30 (hzr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar'aşlî, Beyrut-1987).

[460] Müslim, el-Ekdiye (30), bâbu'l-kadâi bi'l-yemîni ve'ş-şâhid (2), rakam: 3.

[461] et-Tahâvî, Şemu Meânİ'l-Asâr, İV/145.

[462] Bu hadis elinizdeki eserin son bölümünde ele alınmaktadır.

[463] el-Cessâs, Ahkâmu't-Kur'ân, 1/59-60. Rivayete yöneltilen diğer tenkfcSer İçm elinizdeki eserin son bölümüne bakı­nız.

[464] "Kabirlerden dfriltitecekleri gün, beni utandırma." eş-Şuarâ/26,87.

[465] et-Tevbe/9,114.

[466] Bkz. İbn Hacer, FethuWiri, IX/44B-9; Ebû Reyye, Edvâ, s. 339.

[467] 379 nolu dipnota bakınız.

[468] Müslim, et-Tevbe (49), bâbu kabûli tevbeti'l-kâtil... (8), rakam: 51.

[469] en-Necm/53, 38.

[470] Bkz. el-Beyhakî, Şuab, I/342-3; İbn Hacer, FeMl-Bârİ, XIII/2i2-3.

[471] Ayet: et-Tevbe/9T 84. Rivayet için bkz. el-Buhâri, el-Tefsîr (65), SûfetU Berâe (9), bâbun isteğtîr lehum... 02), ra­kam: 4670; Müslim, Srtatu'l-Munâfikîn (50), rakam: 3.

[472] el-Gazâlî, Mustastâ, 11/196; İslamoğlu, ÜçMuhmmed, s. 171.

[473] el-Buhârî, ez-Zekât (24), bâbu fadli sadakati'ş-şahihi's-sahîh {11J, rakam: 1420.

[474] Nitekim Mus/iro'deki rivayette hanımın adı Zeyneb olarak geçmekledir. Bkz. Fedâilu's-Sahâbe (44), bâbun min fe-dâili Zeyneb... (17), rakam: 101. Hz. Peygamberin ardından ilk vefat eden eşinin Şevde bnt. Zem'a değil de Zey­neb bnt. Cahş olduğuyla ilgili olarak bkz. ibn Sa'd, Tabakât, VIIİ/55; İbn Abdilber, İstiâb, İV/1850; ez-Zehebî, Nube-1411/212-3,266-7.

[475] İbn Hacer, Fethul-Bârî, İV/36. İbnu'l-Cevzfnin diğer tenkidleri için bkz. İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, 1/1! 0; es-Suvû-tî, en-Nuketu'l-Bedîât, s. 90; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/118-9 (Nureddin Boyacılar'ın tahkik etliği nüshadaki etüdü).

[476] en-Nevevî, Şerh, XVI/9. Konumuzun başında en-NevevTnin es-Sabîhayrtda batıl veya sahih olmayan hadis bulun­madığını söylediğini aktarmıştık. Burada, en azından hadisin içindeki bir yerin batıl olabileceğini kabul ettiğini gör­müş olduk. en-Nevevî'nin benzer şekilde tenkid ettiği bir el-Buhârî hadisi, kitabımızın altıncı bölümünde 'Tarih Yar­dımıyla Tenkid Edilen Rivayetlere Örnekler7 başlığı altında 11. maddede geçmektedir.

[477] es-Suyûtî, Tedrib, 1/120.

[478] İbnu's-Salâh, Siyâne, s. 87.                                                                                                 

[479] İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadir, I/288. Hayri Kırbaşoğlu onun bu tavrını şöyle yorumlar "İbnu'l-Humâm'ın bu Bd meş­hur hadis kaynağı karşısındaki tavrı ise, onların değerini takdir edememekten veya küçümsemekten değil, bu eser­leri adetâ kutsaltaştırarak, ilmî esaslar çerçevesinde eleştirilmesine dahi karşı çıkan ve bu suretle de (arkında olma­dan onları adetâ Kur"ân gibi beşer üstü bir kitap seviyesine çıkaran bir zihniyeti eleştirmesindendir." Kırbaşoğlu, Ke-mâluddin İbnu'i-Humâm'm Hadisçiliği, s. 4.

[480] el-Bufıârî, er-Rikâk (81), bâbu't-tevâdu' (38), rakam: 6502.

[481] Bkz. ez-Zehebî, Mizan, 1/640-1, rakam: 2463; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, Xill/143. Görüldüğü gibi ez-Zehebî, hadisi el-Buhârl rivayet etmiş olmasaydı hadisçiler bunu kabul etmezdi, demek isByor. Bu sözleriyle, hadisi kendisinin de kabul etmediğini vurgulamış oluyor.

ez-Zehebrnin bu tenkidinin yersiz kabul edildiğine dair nakilde bulunulmakta ancak tenkide medar olan rivayetin ! son cümlesi zikredilmemektedir. Buna bakılınca ez-Zehebrnin sanki sadece zikredilen kısmı tenkid ettiği izlenimi i uyanmakîadif. Kanaatimizce ez-Zehebî esasında son cümleyi problem olarak görmektedir. Çünkü burada, Allah'ın ! kulun canım almakta tereddüt ettiğinden, rabbin sevgili kulunun da O'na kavuşmanın kapısı olan ölümü istemedi­ğinden bahsedilmektedir. Zaten problem olarak orası görüldüğü için, tasavvuf kitapfarında özei bir yeri olan bu ha­disin son cümlesine izahlar getirilmeye çalışılmıştır. Örneğin el-Beyhakî Kitâbu'z-Zuhdi'l-Kebttlntie (s. 269), habis­te geçen "ölümü isiemeyen, benim de kendisini üzmek istemediğim" kısmının izahıyla ilgili oiarak el-Cuneyd el-Bağ-dâdî'den şunu nakleder: "Hz. Allah burada müminin ölümle yüzyüze gelmesini, onun zorluğunu ve sıkıntısını hisset­mesini kasdetmektedir. Yoksa onun ölmesini istemiyorum anlamı kastedilmemektedir. Çünkü ölüm mümini Allah'ın rahme! ve mağfiretine getirmektedir." (el-Beyhakî s. 270-1'de de hadisin üst kısmının yorumunu Ebû Osman el-HÎ-rfden nakleder). Bu alıntılar aynı müellifin el-Esmâ re's-Srfâfında da görülebilir. 11/448. Dolayısıyla, hadisin tamamını vermemek eksik anlamalara sebebiyet verecek durumdadır. Keza el-Keşmîrînin (Feyzu'l-Bâıi alâ Sahihi'l-Buhârî, İV/428) ez-Zehebî için söylediği "mantık iimi okumamış" ifadesi de -hadisin tama­mı verilmediği dolayısıyla ez-Zehebtnin neresini İenkid ettiği anlaşılmayacağı için- ez-Zehebî hakkında "mantıksı­zın biri" şeklinde yanlış kanaatların oluşmasına sebebiyet verebilecek durumdadır. Tüm bunların yanında, ez-Zehe-bfye yöneltilen ağır tenkidlere yer vermekle yetinilerek sükût edilmesi, ez-Zehebrnın el-BuhârTyi tenkid etmesinin makul karşılanmadığını gösterir gibidir. Geniş bilgi için bkz. Aydınlı, Doğuş Devrinde Tasavvuf ve Hadis, s. 66-7,225 nolu dipnol.

 

[482] Bkz. ez-Zehebî, Nubetâ, 11/222, rakam: 23.

[483] ibn Teymiyye burada Musliniöen misâller verir ancak el-Butıârtye nazaran sadece Müslim'in rivayet ettiğini söyle­diği hadislerden birisini Müslim değil el-Buhârî rivayet etmiş, diğerini el-Buhârite rivayet etmiştir. Bkz. İbn Teymiy­ye, Mecmuu Fetâvâ, XVIfl/17-8.

[484] Bkz. İbn Teymiyye, a.g.e., XVIII/72-3; Tevessül, s. 86.

[485] es-Subkî, Makat, »115-120, 425.

[486] el-Buhân, e!-Kader (82}, bâb 1, rakam: 6594; Bedu'l-Halk (59), bâbu zikrîl-melâike (6}, rakam: 3208; Ehâdîsu'I-En-biyâ (60), bâbu halki Âdem ve zurriyyetih (60), rakam: 3332; et-Tevhîd (97), bâbu kavfihî Teâlâ ve lekad sebekat... (28), rakam: 7454; Müslim, el-Kader (46), bâbu keyfiyyeti'l-halk... (1}, rakam: 1.

[487] Bkz. el-Kirmânî, Serfî, XXIII/72-3.

[488] Bkz. el-lrâkî, Takyîd, s. 29; Fethu'l-Muğîs, s. 25-6.

[489] Bkz. e!-Yemânî, Avâsım, III/9O-4.

[490] el-Kâsımî, Kavâidu't-Tahdis, s. 84.

[491] el-Leyi/92,2-3.

[492] Bkz. et-Buhârî, et-Tefsîr (65), Sûretu ve'Meyl (92), bâbu ve mâ haleka'z-zekera ve'l-unsâ (2), rakam: 4944; Müslim, Salâtul-Musâfirîn (6), bâbu mâyetaaliaku bi'İ-kırâât (50), rakam: 284.

[493] Bkz. el-Kurtubî, Cami', XX/81. Aktardıklarımıza benzer misaller için Hatiboğlu'nun zikri geçen £/estfriteradiı maka-ı    leşine ve M. Yaşar Kandemirln Sahihayn'e Yöneltilen Tenkidierin Değeri adlı tebliğine gönderdiği müzakereye bakılabilir, s. 377-382. Sadece el-Buhârînin es-Sahîh'i üzerindeki icmâ meselesi için de Kâmil Çakın'tn Buhâri'nin ; Otoritesini Kazanma Süreç/ adlı geniş makalesine bakılabilir, islâmî Araştırmalar Dergisi, Sünnet özel sayısı, Cilt; i    X, sayı; 2, yit: 1997, s.100-109.

' es-Sanifıayn hadisleri hakkında gerçekte icmâ olmadığına ve ulemanın bu iki eserdeki hadisleri tenkid ettiklerine j dair misaller için bkz. 1- ed-Dârekutnî, et-Tetebbu', diğer eseriyle birlikte el-İIzâmât vel-Tetebbu' adıyla basılmıştır. 1 Hzr. Ebû Abdirrahman Mukbi! b. Hâdî el-Vâdiî, Beynıt-1985 (İlletleri var diyerek, es-Sahîhayrida tenkid ettiği 218 hadise dairdir). 2- el-Yemânî, Muhammed b. et-Vezîr, el-Avâsım ve'l-Kavâsım fi'z-Zebbi an Sünneti Ebfl-Kastm, hzr. Şuayb el-Arnavut, IH/90-4, Beyrut-1992.3- İbn Hacer, Hedyu's-Sârİ

Mukaddimetu Fethi'l-Bârî, hzr. Abdulazîz b. Ab-dillah b. Bâz, s. 502 vd., Beyrut-1993. 4- el-Eserî, Ali Hasan, Dirâsâtun İlmiyye fi Sahihi Müslim, s. 27-43,171 -5, Riyad-1992.5- Sezgin, M. Fuad, Buhâri'nin Kaynaklan Hakkında Araştırmalar, s. 195-9, İstanbul-1956.6- Ebûbekr, es-Seyyid Salih, el-Edvâu'i-Kur'âniyye tiİktisâhi'i'Ehâdisi'l-İsrâiliyye ve Tathîri'l-Buhârİ minhâ, s. 71 vd., Ysz.-Tsz. 7- Dayhan, Ahmet Tahir, Buhârîye Yöneltilen Bazı Tenkitler, yüksek lisans tezi, İzmir-1995.8-Polat, Safahattın, Ha­dis Araştırmaları, s. 91-108, İstanbul-Tsz.

[494] İzmirli İsmail Hakkt'mn lesbiti gerçeği vurgulamaktadır: "Sahihayn ehâdîsinin intikad olduğunu talebe-i hadîs bile bi­lir... Sahihayn'Ğa olan bütün etıâdtsin sıhhatinde icmâ yoktur. Nerede kaldı ki tehvîn edenler mubtedî olsun." Mus-lasvite Sözleri mi Tasavvufun Zaferim mi, s. 84.

[495] M. Yaşar Kandemir, fukahanın es-Sa/j/Tıayrfdakİ bir kısım hadislerle amel etmemesini "bazı hadislerle amel etme­yen fakihlerin o hadisin sıhhatini reddelmeyip başkalarını onlara tercih ettikleri bilinen bir gerçektir" diye yorumla­maktadır. Sahînayn'e Yöneltilen Tenkidlerin Değen, s. 367. Bu bakış açısıyla bakıldığı takdirde, fıfchî yönü bulunan ve mezheplerce amef edilmeyen yüzlerce es-Sahîhayn hadisinin fukaha tarafından esasında sahih kabul edildikle­ri fakat sıhhat dışında kalan tercih nedenleriyle alınmadıkları için amel edilmedikleri anlamı ortaya çıkar. Hakikat ise böyle değildir. Sadece İki örnek verecek olursak: liHanefîîer ayetlere ve sahih gördükleri hadise aykırı buldukları için el-Buhârîm de rivayet ettiği "mümin kalır karşılığında öldürülmez" hadisiyle amel etmemişlerdir. Hadis için bkz. el-Buhâri, ed-Diyât (87), bâbu'l-âkile (24), rakam: 6903. Hanefîîerin değerlendirmeleri için bkz. es-Serahsî, Ktiâbu'l-Mebsût, XXVI/132-5; İbnu'l-Humâm, Fethul-Kadir, X/217-9; el-Aynî, el-Binâye ft ŞerhiWidâye, »1/104-5. 2;Mâli-kîler en-Nisâ/4,23 ayetiyie amel ederek MusSnf'm de rivayet ettiği emzirmenin miktarını belirten rivayetlerle şeriatın esaslarına aykırıdır diyerek amel etmezler. Hadis için bkz. Müslim, er-Radâ' (17), bâbun fi'l-massali ve'l-massatân (5), rakam: 17-23. Mâlikîlerin değerlendirmesi için bkz. eş-Şâtıbî, Muvafakat, III/İ2.

[496] Yapılan çalışmaları ehl-i sünnete saldırı olarak değerlendiren M. Şevket Eygi'nin yaklaşımı ilginçtir: "Yarım yamalak bilgili birtakım İlâhiyatçılar, oryantalistlerin kitaplarından okuyarak "Buharîde mevzu hadis bulunduğunu" iddia ede­cek kadar müsteşrikleşmişierdir." Millî Gazete, Safıife köşesi, 19-11-1995.

[497] İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâvâ, XV!ll/72.

[498] İbn Teymiyye, a.g.e., XVill/17; Tevessül, s. 86-7. İbn Teymiyye bu sözünün ardından, bir kısım sahih hadislerin ba­zı alimleree sahih, bazılarınca da sahih kabul edilmediğini söyleyerek es-Sahîhayrf&n misaller verir.

[499] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 113-120.

[500] 8u bölüm Hadiste Metin Tenkidi adı doktora tezimizin (Bursa-1996) içinde Sahih Hadis Bulunmayan Konular (s. 397-402) adıyla yer almıştır. Çalışmamızın birinci baskısında son derece genişletilen bu bölüme ikinci baskıda 58 madde daha eklenmiştir.

[501] el-HatîbT Cami; 11/231, rakam: 1536.

[502] Bkz. ed-Dihlevî, Abdulazîz, el-Ucâtetu'n-Nâfia, s. 30-1.

[503] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 121.

[504] Bu husustaki bir değerlendirme için bkz. el-Cevrekânî, Ebâtil mukaddimesi, s. 36-8 {ei-Ferîvârmn etüdü}.

[505] Bkz. ez-Zehebî, Tezkire, İV/1308, rakam: 1085; İbn Hacer, Usânu'l-Mİzân, fl/27f, rakam; 1120; es-Sehâvî, Fethu'l-Muğis, İ/299; İbn Arrâk, Tenzihu'ş-Şerîa, l/$.

[506] es-Sehâvî, a.g.e., 1/299.

[507] Bir takım hadisleri kabul etmemesi sebebiyle tenkid edilmiştir, örneğin 'kulleteyn' hadisi için "es-Sahîbayrtda zıddı vardtr ve bu konuda Kz. Peygamberden gelen sahih bir hadis yoktur" der. [Muğnl, s. 27}. 'Kulleteyn' hadisinin sa­vunması için bkz. ibn Himmât, Tenkit, s. 65-6. Ebû Hanîfe'nin de kulleteyn hadisini bu miktarda akan su olarak an­ladığı zikredilmektedir. Bkz. el-Mekkî, Menâkıbu EbiHanîfe, s. 107.

[508] s. 3.

[509] Bu çalışmanın değerlendirmesi hususunda bkz. Fellâle, Vad', NI/509-12; el-Bezere, İbn Himmât ed-Dimeşkrnin ef-Tenkll ve'l-İfâde'sme yazdığı mukaddime, s. 6; Ebû Gudde, el-Lsknevînin £cw'te'sine dipnotu, s. 171 -2,3 nolu dip­not.

[510] Sahih hadis yoktur diye belirten eserler üzerine yapılan tenkid çalışmalarında bir eksiklik göze çarpmaktadır: Bu ça­lışmaları yapanlar, hadis kitaplarında sağlam senedlerle gelen hadisleri delil göstererek, tenkid etlikleri kitapların ya­nıldıklarını söylemektedirler. Oysa belli konularda sahih hadis yoktur diyenler, onların gördüğü hadisleri zaten mü-tâiaa etmişlerdi. Doğrusu, onları bu rivayetleri sahih kabul etmemeye götüren anlayışın bu yazarlarca (ark edilme­diğini görüyoruz. Dolayısıyla bunlann lenkidteri senedlere bağımlı kalan çalışmalar olmaktan öteye geçmemektedir. Bu sebeple es-Satıihayn başta olmak üzere çeşitli kitaplardaki bir ukım hadisleri lenkid eden bu insanların metin tenkidinin en güzel örneklerini verdiğini, sonrakilerin ise onların sevmesine varamadığını düşünüyoruz. Örneğin ima­nın artıp eksilmesiyle ilgili rivayetler ite Murcie ve Kaderiyye'yi yere>- rivayetler muhaliflerin birbirlerine karşı uydurdukları hadisler olarak değerlendirilirken, İbn Himmât bu rivayetlerin geçtiği yerleri verir ve sahih olduklarını söyle­mek suretiyle ei-Fîrûzâbâdîyi tenkid eder. (Bkz. ed-Dimeşkî, Tenkit, s. 14-9; el-Kudsî, Intikâdu'l-Muğnî, s. 12-3; el-Huveynî, Cunnetu'l-Murtâb, 1/29-52}. Keza İbn Himmâl Allah'ın aklı yaratıp ona gel, git demesiyle ilgili hadis için murseldir, senedi ceyyiddir derken (ibn Himmât, a.g.e., s. 26), "Farsça konuşanın hilekarlığı artar, murûeli azalır" ri­vayeti için mevzu değildir, zayıftır der. {a.g.e., s. 158). Aynı şekilde oymacılarla istişare edilmemesine dair sahih ha­dis bulunmayışına itiraz eder ve şu rivayetin bulunduğunu söyler: "Oymacılarla ve muallimlerle istişare etmeyin. Çünkü Allah onların akıllarını almış, kazançlarından bereketi kaldırmıştır." (İbn Himmât, a.g.e., s. 196). 8u da yapı­lan tenkidleri ihtiyatlı karşılamak gerektiğini göstermektedir. Bununla beraber Husâmuddîn el-Kudsrnin İnkâdu'l-Muğnfde hadisleri daha tutarlı değerlendirdiği görülür.

Mücteba Uğur'un da el-Muğnîve Sifru's-Seâde'mn son bölümünü tanıtıp değerlendiren bir makalesi bulunmaktadır. Bkz. Sahih Dışında Kalan Zqjıi ve Uydurma Rivayetlere Dair İki Eser, Diyanet İlmi Dergi, Cilt: 32, sayı; 4, s. 3-24.

[511] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 122-124.

[512] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 124-125.

[513]  İbnu'i-Kayyım, a.g.e., s. 119, rakam: 266-7; el-Kârî, a.g.e., s. 456, rakam: 29; el-Fîrûzâbâdî, Sifru'sSeâde, s. 279; el-Mevsıiî, Muğni, s. 16; el-Edlebî, Menhec, s. 346.

[514] ibnArrâk, Tenzîfıu'ş-Şeria, 1/150, rakam: 8.

[515] İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbul-îmân (9), rakam: 65. es-Suyûtrnin bu tür bazı hadisleri sahih gösterme gayretleri gözden kaçmamaktadır. Bunda da senedlere takılıp kalmasının önemi vardır. Bkz. en-Nvketu'l-Bedîât, s. 34-6, ra­kam: 6-7. Konuyla ilgili benzeri rivayetler için bkz. ei-Lâlekâî, Şerhu Usûl, İV/911 vd.

[516] Bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 65, rakam: 48.

[517] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 125.

[518] Bkz.et-Mevsılî, Muğni, s. 29.

[519] Şerafeddin, M., Gazali'nin Te'vil Hakkında Basılmamış Bir Eseri, s. 49. Ancak rivayet tefsirlerinde, özellikle Kalem sûresinin başına bakılırsa, hayre! verici pekçok rivayetle karşılaşmak mümkün olacaktır.

[520] Bkz. İbn Teymiyye, Minhâc, İV/116-7; es-Sağânî, Mevzuat, s. 26-7, rakam: 7. Bu tür rivayetler hususunda tefsir ki­taplarında yeterli hassasiyetin gözetitmediğini görmekteyiz. Bu eserlerin isrâîlî haberlerle doldurulmuş olması ya­nında, sûrelerin faziletlerine dair bir takım rivayetleri özellikle sûrelerin sonlarında görmemiz mümkündür.

Saîd-i Nursî'nin sürelerin faziletlerine dair rivayetleri kabul etmeyenleri "insafsız eht-i ilhâd" (!) olarak nitelendirmesi ise oldukça ağırdır. Bkz. Sözler, s. 346. Kanaatimizce onun böyle bir düşünceye varmasında, bulunduğu muhit iti-

barıyla hadis kalmaklarından yeterli derecede istifade edememiş ve eserlerine aldığı hadislerin sıhhatlerini tedklfc edememiş olmasının büyük etkisi vardır. Bu nedenlerden ötürü, eserlerinde zikretmiş olduğu hadislerin tedkîk ecGI-mesi gerektiğini düşünüyoruz. Onun şu sözleri önümüzü açmaktadır: "Hiçbir müfsid, 'ben müfsidim' demez, daima sûret-i haktan görünür, yahut baülı hak görür. Evet, kimse demez 'ayranım ekşidir' Fakat siz mihenge vurmadan al­mayınız. Zira, çok silik söz, iicarelte geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-û zan edip tamamı­nı kabul etmeyiniz; beikt ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kal­be girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise yanını da saklayınız, bakır çıklı ise, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz." Münazarat, s. 48-9.

Tefsirterdeki mevzu hadislerin genel bir değerlendirmesi için bkz. el-Leknevî, Ecvbe, s. 103 vd., 132-9; Ebû Şehbe, İsrâitiyyât, s. 307-M.                                                                                                                                            

[521] Bkz. ibn Teymjyye, a.g.e., İV/117; el-Mevsılî, Muğni, s. 22-3. Sûrelerin faziletlerine dair bir kısım rivayetleri biram­da görmek kan bkz. et-Tırmizi, Fedâilu'l-Kur"ân (42), rakam: 2875-2903; el-Beyhakî, Azâbuıl-Kabr, s. 106-8; el-Eıj-sârî, Hizb, s. 73-8.

[522] Bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 206, rakam: 263. Muhakkik Atâ'nrn dipnotuna da bkz.                                          

[523] Bkz. fbn Teymiyye, M/nnicu's-Sun/ıe, İV/118.                                                                                                       

[524] el-Bakara/2,14.                                                                                                                                                   

[525] Bkz. ez-Zemahşerî, Keşşaf, 1/184. Bunu böylesi rivayetlerin menbaı durumundaki el-VâhiaTnin eserinden almış old-bifir. Bkz. Esbâb-/ Nüzût, s. 25-6. Ebû Muhammed ez-Zeylaî (762/1361) ise rivayeti verir ve tertkidde bulunmaz. Bki Tahncul-Ehâdis, 1/48-9, rakam: 28.            

[526] İbn Hacer'İn Tahricu Ehâdîsi'l-Keşşâfmdan nakleden Ebû Şehbe, et-isrâiHyyât, s. 312. Bu rivayet ileride gelecek ofan, "Hadisleri Tahlilde Tarihten istifade Edilmesi' konumuza da güzel örnek teşkil etmektedir.

[527] el-Mevsıli, Muğni, s. 20.

[528]  İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/109. Keza bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 304-5, rakam: 767.

[529] ed-Deylemi, IH/280, rakam: 4704.

[530] el-Esnevî, Nihâye, M/96.

[531] Bkz. eş-Şâfiî, er-Ri$âle, 224-5; el-Beyhakî, Ma'rife, 1/119; Detâil, 1/27; es-Suyûtî, Sünnet s. 85 vd.

[532] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 125-127.

[533] el-Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, 1/180.

[534] Bkz. ez-Zehebî, Tâfflnı'I-İslâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye cildi, 1/38.

[535] Emînî, M/'yâY, s. 207. Müellif burada meseleye metin yönüyle güzel bir yaklaşım sergiler. Ana hatlarıyla şöyle söy­ler: Hz. Peygamberin anne kamından doğumuna kadar ki süreçte ilgili rivayetler, özellikle tarih ve siyer kitaplarında çok geçer ancak bunlar güvenilir hadis kitaplarında bulunmaz. Maîum oiduğü üzere, tarih ve siyer kitaplarında me­tin tenkidi usûllerine dikkat edilmemiştir. Hz. Peygamberin doğumu sırasında yanında (sonradan İslam'la şereflen­miş) herhangi bir "sahâbiyye"nin bulunduğu sahih olarak bizlere gelmediğinden bu rivayetler kabul edilmez. Geriye iki ihtimal kalmaktadır: Rasûlullah'ın dünyayı şereflendirmesiyle ilgili rivayetler ya halk arasında yaygın olarak do­laşmıştır ya da Hz. Peygamberin kendisi söylemiştir. Birinci ihtimal için şunu söyleriz: Doğumu sırasında harikula­de bir durum söz konusu olsaydı bu herkes arasında yayılır, Rasûlullah nübüvvetini ilan ettiğinde kendisine itirazlar söz konusu olmazdı. İkinci ihtimali, yani Rasûlullah'm doğumunda yaşanan harikulade halleri kendisinin anlattığı ka-

bul edilecek olursa, bu durumda bunların güvenilir kaynaklarda niçin bulunmadığı sorusu akla gelir. Bu da böyle ri­vayetlerin ne derece sahih olduğunu göstermektedir. Eğer aksi olsaydı Hz. Peygamberin herşeyini aktaran hadise­ler, nübüvveti destekleyen bir unsur olan bu hadiseleri mutlaka rivayet ederlerdi. Bkz. a,g.e., s. 208-9. Ancak bu tür rivayetler ilmî gayeyle hazırlanmış eserlerde dahi bolca bulunmaktadır. Örneğin Tevrat ve İncil'deki tahrifat ve tenakuzluklan anlatarak İslam düşmanlarını susturmayı amaçlayan Doktor Abdulazîm el-Mut'inî e\-kiâm fi Muvâceheti'l-İstişrâki'l-Alemiatih çalışmasında, bu tür rivayetleri fazlaca zikretmek suretiyle inanmayanlara karşı Hz. Peygamberin ne kadar faziletli olduğunu anlatmaya çalışır, s. 485 vd. Kahire-1992.

[536] fbn Teymiyye, Mecmuu Feiâvâ, 1/234; iktizâ, s. 400-1 (Jbn Teymiyye bu rivayetlerin tamamının mewu olduğunu söy­ler); en-Nevevî, Khâbu'l-Mecmö', VIII/252; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 413, rakam: 1125; es-Suyûtî, Leâtî, II/Î29-30; ei-Kârî, Esrar, s. 331, rakam: 489; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, il/250-1, rakam: 2489.

el-Kârî ise tersini nakleder. Bkz. Şerfıu'ş-Şifâ, II/I49.

[537] İbn Adiy, Kâmil, VII/14, rakam: 3; ibn Hibbân, Mecrûhîn, IH/73; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/217; ez-Zehebî, Mizan, İV/265, rakam: 9095; es-Sağânî, Mevzuat, s. 43; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 116, rakam: 326; el-Aclûnî, Keşful-Hafâ, li/244-5, rakam: 2460.

"Vefatımdan sonra haccedip te kabrimi ziyaret eden, beni hayattayken ziyaret etmiş gibidir rivayeti de böyledir. Mevzuluğuyla ilgili olarak bkz. el-Elbânî, Daîfe, I/Î20-4, rakam: 47.

[538] Bkz. Emînî, Mi'yâr, s. 210.

[539] el-Leknevî, el-Asârul-Merfûa, s. 37.

[540] Bkz. ibn Teymiyye, Mİnhâc, İV/116.                                                                  

[541] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 127-128.

[542] Bkz.el-Mevsıiî, Muğnî,s. 20.                                                     

[543] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/147.

[544] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 128-129.

[545] el-Beyhakî, Ma'rife, 11/215. Hanefîler ise Bilal'in fecir belirmeden ezan okuduğuna dair rivayetleri tevil ederler.

Delil olarak kullandıkları rivayetler ışığında, Bilal'ın uyuyanları uyandırmak için ezan okuduğunu, gözlerinde bozukluk ol­duğu için fecir girdi zannederek ezan okuduğunu veya ibnu Ummi Mektûm'un ezanıyla onun arasında çok kısa bir zaman dilimi olduğunu velhasıl onun okuduğu ezanın vakit ezanı olmadığını söyleyerek Bilal'in fecirden önce ezan okuduğuna dair rivayetleri tevil ederler. Bkz. et-Tahâvî, Şerhu Meâni'i-Âsâr, 1/137-142.

[546] el-Âmirî, el-Ceddu'1-Hasls, s. 209, rakam: 450,

[547] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:129.

[548] el-Beyhakî, Suğrâ, 1/32, rakam; 45. el-Beyhakî burada şöyle der: "Bir yerinden kan çıkan insan İhtiyaten abdest ala­bilir."

[549] Bkz. eş-Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, i/221-5.

[550] el-Beyhakî, Suğrâ, I/54, rakam: 113.

[551] Bkz. ibn Teymiyye, el-Fetâva'l-Kubrâ, 1/418, rakam: 71; en-Nevevî, Ravzalu't-Tâlibîn, 1/172; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 120, rakam: 269; Zâdu'l-Meâd, 1/195; el-Mevsılî, Muğnî, s. 28; el-Leknevî, Ecvibe, s. 45-6 (Ebû Gudde'nin 4 no-lu dipnotu). Ancak Hanefîler bu genellemenin dışında kalan sahih hadisler olduğunu söylemektedir. Bkz. el-Kârî, Es­rar, s. 305, rakam: 434; s. 457-8, rakam: 30; eş-Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, 1/192-4; et-Tehânevî, İ'lâu's-Sunen, t/66-9.

[552] Bkz. en-Nevevî, Ravzatut-Tâlİbîn, 1/173; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s.120, rakam: 270; ZSdul-Meâd, 1/195; el-a.g.e., s. 456, rakam: 30. Abdest azalarıyla ilgili dualara dair hadislerin senedlerinde, hadis uydurdukları tesbit miş insanlar vardır. Hem hadisler hem de değerlendirmeleri için bkz. el-Kndî, Kefizu'l-Ummât, IX/465-9, ra

26989-26994.

Hanefilerden el-Aynî ise, İbnu's-Salâh gibi hadisçiierin bu hususta sahih bir rivayet olmadığını söylediğini aktardı tan sonra, herbirinin senedinde problemli bir şahıs bulunan zayrf tariklerle bu hadisin rivayet edildiğini söyler. B el-Binâye, 1/191. Keza bkz. ez-2ebîdi, İlbâhı's-Sâde, 11/561.

[553] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.a, s. 122, rakam: 273.

[554] İbnu'f-Kayyım, a.g.e., s. 119, rakam: 268; Zâdu'l-Meâd, 1/197; el-Kârî, a.g.e., s. 457, rakam: 30.

[555] et'Tımizî, et-Tahâre (i), bâbu mâ câe fi'l-temendui ba'de'i-vudû (40), rakam: 53-4. el-Beyhakî de bu hadislerden ikincisin; rivayet etmiş ve senedi havi değildir demiştir. 1/236, rakam: 1120: Burada Ahmed b. Hanbel'inbu hadisi yazdığı geçer ancak biz bunu Mt/snerfde bulamadık. Konunun tedkiki için bkz. el-Aynî, Binâye, 1/192; el-Mubârek-lûrî, Tunfetu'l-Ahvezi, 1/143-7. Ebû Gudde, Abdulhay el-Leknevînin bu konuyla ilgili rivayetleri topladığı el-Ketâmu'l-CeHlfîmS Yetealiaku bi'l-Mindİl adlı matbu bir cüzünün olduğunu söyler. Menâr, s. 119,1 no!u dipnot.

[556] Bkz. en-Nevevî, Ravzaiu't-Tâlibîn, 1/173.

[557] Bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 29.

[558] el-Beyhakî, t/228; Ma'rife, 11/41.

[559]  el-BeyhaM, Ma'rite, 1/236-9.

[560] el-Beyhakî, 1/301-4; Ma'rife, H/137.

[561] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 129-130.

[562] Bkz. İbn Teymiyye, Mirıhâç İV/116.

[563] Konuyla iigifi hadisler İçin bkz. Ebû Dâvûö, es-Salât {2}, bâbu safâti't-tesbtrt (303), rakam: î297-9;et-Tırmizi, rakam: 482; İbn Mâce, İkâmetu's-Salât (5), bâbu mâ câe fî salâti't-tesbih (190), rakam: 1386. Teşbih namazının varlığını kabul edenlerle ilgili olarak bkz. İbn Hacer, Nuket, 11/848,850, rakam: (22; es-Suyûtî, en-Nuketu'l-Bedİât, s. 77-82; Leâli, H/37-45; İbn Himmât, Tenkit, s. 97-100; ef-Kudsî, İntikâdul-Muğnî, s. 30-t; el-Leknevi, Zafru'l-Emânt, s. 198-9,421.

[564] Bkz. İbnu'l-Cevzî, a.g.e., 11/146.

[565] Bkz. ibn Teymiyye, a.g.e., İV/116. eS-Leknevî, Îbnu'l-Cevzi ve İbn Teymiyye'nin teşbih namazıyla ilgili rivayetleri mevzu kabul etliklerini, onları taklid edenlerin de aynı yolu tuttuklarını belirtir. el-Leknevî bir gerçeğe parmak basa­rak, bu insanların İbn Teymiyye'nin beyanlarını gökten inm.j vahiy gibi kabul ettiklerini, karşılarına ne kadar kuvvet­li deliller getirilse getirilsin ikna olmadıklarını belirtir ve teşbih hadisinin varlığını ispat etmeye girişir. Bkz. el-Asku'l-Merfûa, s. I23vd.

[566] Bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 33.

[567] el-Kârî, Masnû; s. 118-9, rakam: 177.

[568] Hz. Ali'nin "sarık Arapların taçlarıdır" sözü buna delil olabilecek durumdadır. Bkz. İbnu'l-Esîr, Câmİu'l-Usûl, V631, rakam: 8235. Bununla beraber bu rivayet dahi mevzu rivayet olarak Hz. Peygamberin hadisi olarak nakîedilmekte-dir. 3kz. el-Beyhakî, Şuab, V/175-6; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/45.

[569] el-Gazâlî, Sunne, s. 105.

[570] Bkz. el-Ukaylî, Duatâ, 111/162, rakam: 1153; İbnu'f-Cevzî, İlel, I/443, rakam: 756; el-Mevsılî, Muğni, s. 31.

[571] ehBeytıakl, 11/106.

[572] el-Beyhakî, MaTite, 111/99-103.

[573]  el-Beyhakî, a.g.e., lli/79-80.

[574] Bkz. et-Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr, 1/215-220.

[575] el-Beyhakî, a.g.e., 111/198.

[576] el-Beyhakî, a.g.e., 11/205.

[577] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 130-132.

[578] Hem hadis hem de genelleme için bkz. Ebû Dâvûd, Sucûdu'l-Kufân (3), bâbu'd-duâ (23), rakam: 1485,1492; fon Mâce, ed-Duâ (34), bâbu refi'l-yedeyn fi'd-duâ (13), rakam: 3866; el-Beyhakî, 11/212; Küâbu-d-Deavâti'l-Kebîr, s. 138; es-Subkî, Tabakât, V/84-5 (el-Beyhakînin Ebû Muhammed el-Cuveynrye yazdığf mektuptan).

[579] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 132.

[580] 8kz. el-Mevstlî, Muğnî, s. 30; İbn Hacer, Telhis, II/32, rakam: 12; el-Elbânî, Daîfe, I/332-6, rakam: 183; el-Huveynî, Cunnetuıl-Murt*b, il/271.

[581] Bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 32.

[582] Bkz. es-Sağânî, Mevzuat, s. 39, rakam: 41.

[583] el-Mevsılî, a.g.e., s. 25.

[584] Bkz. el-Buhkİ, Fadiu's-Salât fi Mescidi Mekke ve'l-Medîne (20), bâbu fadî's-salât fî Mescidi Mekke... (1), rakart 1189.

[585] el-Buhâri, Ehâdîsu'l-Enbiyâ (60), bâb 10, rakam: 3366.

[586] ei-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, İV/7; el-Munzirî, Terğîb, IS/216, rakam: 10. Bu kaynaklarda beşyüz namaza denk o  duğu geçmektedir.

[587] İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 87, rakam: 156; el-Kârî, Esrar, s. 435, rakam: 16.

[588] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 86, rakam: 154; el-Kârî, a.g.e., s. 435, rakam: 16. Tabiînden Urve b. ez-Zubeyr bunu şöy­le değerlendirir: "Subhânellah! Hem Allah Teâlâ "O'nun kürsüsü semaları ve yeri kaplamıştır (el-Bakara/2,255) bu­yuruyor, hem de kaya en aşağıdaki kürsüsü oluyor!" Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 86, rakam: 154; el-Kârî, Esrar, s. 435, rakam: 16.

[589] Ahmedb. Hanbel, V/31, rakam: 20291; V/65, rakam: 20601; İbn Mâce, et-Tıb (31), bâbu'l-kem'e vel-acve (8), ra-. kam: 3456.

[590] el-Bûsırî, Zevâid, s. 450, rakam: 1145.

[591] 8kz. el-Hâkim, Mustedrek, 111/120, rakam: 7134-5.

[592]  Ahmedb. Hanbel, 111/426, rakam: 15466; V/30, rakam: 20287.

[593] Bkz. Ahmet b. Hanbel, V/31, rakam: 20290.

[594] Bkz. es-Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, İl/188, rakam: 5679.

[595] Bkz. el-Munâvî, Feyzu'i-Kadîr, İV/3767, rakam: 5679.

[596] Bkz. İbnul Esir, Nihâye, 11/446; el-Munâvî, a.g.e., İV/376, rakam: 5679.

[597] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi:132-134.

[598]  el-Beyhakî, MaWe, Vli/260.

[599] Bkz. Bkz. el-Buhâri, el-Citıâd (56), bâbu'r-ridfi ale'i-himâr (127), rakam: 2988; el-Megâîî (64), bâbu duhûli'n-Nebî min a'tâ Mekke (50), rakam: 4289; bâbu hacceti'!-vedâr (78}, rakam: 4400.

[600] Bkz. el-Kurtubî, Muffı/m, llî/429,432; en-Nevevî, Şerh, IX/84, 88; Jbnul-Kayyım. Zâdul-Meâd, İl/297; el-lrâkî, Khâ-bu Tarhft-Tesrib, V/531,136; ibn Hacer, Fethu'I-Bâri, İV/268; ez-Zurkânî, Şerhu'z-Zurkânî, 11/472.

[601] Ebû Dâvûd, el-Menâsik (5), bâbun fi duhûli'l-Ka'be (93), rakam: 2029; et-Tmiıi, el-Hac {7}, bâbu mâ câe fî duhü-li'l-Ka'be (45), rakam: 873.

[602] Bkz. e/-BeyhaW, V/159.

[603] 8kz. eş-Şevkânî, Neytul-Evtâr, V/102; Canan, Hadis Külliyatı, V/509.

[604] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Zâdul-Meâd, li/237-8.

[605] Bkz. İbn Hacer, Felhu'l-Bâri, İV/265; ez-Zurkânî, a.g.e., II/472. el-Mubârekfürî ve es-Sehârenfün" gibiler İse bunu son derece uzak bir ihtimal olarak görürler. Bkz. e!-Mubârekfûrî, Tuhfetul-Ahvezi 111/611; es-Sehârenfûrî, Bezlu'l-Mechûd, IX/374. el-Kandehlevî de İbnu'l-Kayyım ile İbn Hacetin yaklaşımına hayret ettiğini, Hz. Peygamberin Mek­ke'nin fethi, ardından Tat! ve diğer yerlerin fethini gerçekleştirdikten sonra Medine'ye kadar üzüntülü gittiğinin söy­lenemeyeceğini belirtir. Bkz. el-Kandehlevî, Evcezu'l-MesâSk, VII/345.

[606] Bkz. et-Buhârî, Kebir, I/367; ibn Hibbân, Mecrûhîn, 1/121 -2; el-Ukaylî, Dualâ, I/85; İbnu'l-Cevzî, Duafâ, 1/117; ez-Ze-hebî, Mİzân, I/237-8. ef-Kandehlevî ise et-Tirmizî, el-Hâkim, İbn Huzeyme rivayetin sahih olduğunu söyledikten, Ebû Dâvûd sükût ettikten, ez-Zehebî ve İbnu'l-Arabî gibi alimler şahinliğini onayladıktan sonra raviyle ilgili değerlendir­menin önemi olmadığını söyler. Bkz. el-Kandehlevî, a.g.e., VIİ/345.

[607] et-Tirmizrnİrı senedinde bulunan Muhammed b. Yahya b. Ebi Ömer el-Adenî de Ebû Hatim iarafmdan gafil olmak-; la suçJanmıştır. 8kz. İbn Ebî Hatim, Kitâbul-Cerh, VIII/124-5; el-Mubârekfûrî, Tuhfetu'l-Ahvezî, 111/611.

[608] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 135-136.

[609] ef-Beyhakî,MaWfe.,XİV/65.

[610] el-Beyhakî, Suğrâ, 11/221-2, rakam: 1807.

[611] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 136.

[612] el-Beyhakî, Ma'rife, VI/57.

[613] el-Beyhakî, İV/126; Ma'rife, VI/122. el-Beyhakî, eş-Şâfiî ve ei-Buhârfden durumun böyle olduğuna dair nakillerde bulunur.

[614] el-Beyhakî, İV/126.

[615] el-Beyhakî, Ma'rife, VI/119.

[616] el-Beyhakî, a.g.e.,XI!l/338.

[617] Bkz. el-Ukaylî, a.g.e., NI/59, rakam: 1031; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/155-6; fbnu'I-Kayyım, a.g.e., s. 125, rakam: 281; \ es-Semhûdî, Gummâz, s. 178, rakam: 215; el-Kâri, a.p.e., s. 460, rakam: 32. et-Kârî bu manada bir hadisin et-Ta-berânî tarafından rivayet edildiğini söyler. (Esrar, s. 283, rakam: 378). Zikrettiği hadis şudur: "Miskinler yalan söyle­miş olmasalardı, onları geri çeviren iflah olmazdî." (et-Taberânî, Kebir, VIII/246-7, rakam: 79G7). et-Heysemî {el- 'J Mecmeu'z-Zevâid, 111/102) ve es-Sehâvî {Mekâsid, s. 344, rakam: 892) hadisin senedinin zayıf olduğunu söyler. Do­layısıyla bu genellemeye zarar veren bir durum değüdir. Keza bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/156; es-Suyûtî, Leâii, II/75.

[618] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 126, rakam: 283; el-Kârî, age, s. 460-1, rakam: 32.

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 136-137.

[619] el-Beyhakî, İV/229.

[620] el-Beyhakî, Ma'rife, VI/268.

[621] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 137.

[622] el-Beyhakî, »33-4.

[623] el-Beyhakl VI/282; Suğrâ, 11/372, rakam; 2330.

[624] el-Beyhakî, Ma'rife, Xll/198. el-Beyhakî, vârisi bulunmayana dayının varis olacağına dair Hz. Peygamberden gelen hadisler hakkında Yahya b. Maîn'in "bu hususta sağlam bir hadis yoktur" dediğini aktarması yanında, iigifi merfu ha­disleri naklederek bîri hariç diğerlerinin zayıf olduklarını söyler. Daha sonra da 'şayet sabitse' diyerek geneline İbn Maîn (keza diğer Şâfiiler) gibi yaklaştığını gösterir, sonra da bunları tevile, kendi delilleriyle telif etmeye koyulur. An­cak biz onun bu genellemesini yukarıya taşımayı uygun görmedik. Zira zikrettiği hadisler Ebû Dâvûd, et-firmizî, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbef, en-Nesâî, İbn Hibbân ve ed-Dârekutnî gibi pekçok zevat tarafından rivayet edilmektedir. Kaldı ki, -onun yaptığı gibi- bunların arasın; Şâfiîlerinkilerle bulmak mümkündür. Bilgi için bkz. el-Beyhakî, VI/214-5; Ma'rife, t»158-165; et-Tahâvî, Muşkİl, İV/395 vd.; es-Semhûdî, Gummâz, s. 101, rakam: 97; Zuhaylî, İslâm Fık­hı Ansiklopedisi, X/349.

[625] el-Beyhaki, VI/260.

[626] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 137.

[627] el-Beyhakî, VIII/S2-3; Suğrâ, İli/222, rakam; 2991.

[628]  Bkz. ei-Beyhaki, V1II/238-9; Halel, es-Sınâatul-Hadîsiyye ti's-Suneni'l-Kubrâ, s. 209.

[629] el-Beyhaki, X/155; AfeVffe, XIV/266.

[630] el-Beyhakî, a.o\&,Xli/l38-9,

[631] el-Beyhakî, a,g.e., X)l/85.

[632] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 138.

[633] el-Âmirî, et-Ceddu'l-Hasis, s, 149, rakam: 299.

[634] Bu (s. 16) ve benzeri asılsız rivayetler, alakasız ayel ve hadisleri konuyla irtibatiandırmalar, şirk kokan yorumlar ile insanın eşiyle birlikteyken bile şeyhini düşünmesi gibi kabul edilemez yorumlar, Kur'an ve Sünnet Işığında Rabıta ve Tevessül (Istanbul-1994) adlı kitapta görülebilir. (Misal için bkz. s. 17,50-1,56). Hazırlayanları arasında adımın da bulunduğu kitabın bu bölümlerinin sorumluluğunun şahsıma ait olmadığını, jlmiliklen uzak olan bu kitaba yaptı­ğım katkılardan dolayı pişmanlık duyduğumu belirtmek isterim.

Rabıta konusunun hadis literatürü açısından değerlendirilmesi İçin bkz. Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilen.,., s. 259-268.

[635] Konunun güzel bir tedkîki İçin bkz. fslamoğlu, Üç Muhammed, s. 17-9.

[636] İbn Teymiyye, MecmOatu'r-Resâmi-Muninyye, 111/169.

[637] es-Suhreverdî, Avâritv'l-Meârif, V/193-4.

[638] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 333, rakam: 856; Suyuö, el-Hâvî lil-Fetâvâ, il/97; el-Kârî, Esrar, s. 274-5, rakam: 359.

[639] es-Suhreverdî, Avârihıl-Meârif, V/Î93-4.

[640] İbn Teymiyye, a.g.e., 111/169; Minhâc, İV/116; Ehidîsu'l-Kussâs, s. 61, rakam: 13.

[641] ibn Aırâk, Tenzîhu'ş-Şeria, il/233, rakam: 72.

[642] Bkz. ez-Zehebî. Mizan, 111/164, rakam: 5982.

[643] el-Kârî, Esrar, s. 274-5, rakam: 359. el-Elbânî de aynı kanaattedir. Datfe, İt/34, rakam: 558.

[644] Misal: ""Yün eibise giyin, imanın lezzetini kalbinizde hissedersiniz." el-Beyhakî, Şuab, V/151, rakam: 6150.

[645] es-Semhûdî, Gummâz.s. 174, rakam: 208; el-Âmirî, el-Ceddu'l-Hasis, s. 92, rakam: 143.

[646] İbnıTI-Cevzî, Mevzuat, 1/195; el-MevsıIÎ, Muğni, s. 21; Îbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 67, rakam: 123; eş-Şeybânî, Tem­yiz, s. 9; el-Kâvukcî, el-Lu'luu'l-Mersû', s. 32, rakam: 13-4; s. 87-8, rakam: 220; Ebû Gudde, Mevzu Hadisler, s. 143.

[647] 8kz. el-Emîr et-Kebîr, en-Nuhbetu'l-Behiyye, s. 28, rakam: 8.

[648] İbn Adiy, Kâmil, N/323, rakam: 93; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/195-6; Îbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 67, rakam: 125; ez-Ze­hebî, Mizan, I/490, rakam: 1845; ibn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, 1/234, rakam: 16. Benzer bir rivayet İçin bkz. ed-Dey-femî, H/320, rakam: 2822.

[649] el-Enbiyâ/21,34.

[650] İbnu'l-Cevzrnin diğer delilleri açıklaması devam etmektedir. Bkz. Ibnu'l-Kayyım, Menâr, s. 69-76, rakam: 129-134. İbnu'l-Cevzrnin bu istidlali Mevzuat inin ilgili böfümünde (1/193-9) bulunmamaktadır. Ebû Gudde'nin belirttiği gibi, Hızır'la ilgili müstakil bir cüzünde geçmiş olabilir. Bkz. Menâr tahkiki, s. 69,1 nolu dipnot.

[651] Âf-uİmrân/3,81.

[652] Ahmedb. Hanbei, IH/387, rakam: 15158.

[653] Müslim, el-Cihâtf ve's-Siyer (32), bâbu't-imdâdi bi'l-melâike... (18), rakam: 58.

[654] Bkz. en-Nevevî, Şerh, XV1135-6; el-Kurtubî. Câmi\ XI/41-4; ef-AIûsî, Rûhul-Meâni, XVfl27.

[655] Bkz. es-Sâvî, Hâşiyetu's-Sâvi alâ Tefsiri'I-Cetâleyn, İV/39; el-Munzirî, Terğib, 1/604-5 (muhakkik Umâre'nin dipno­tu).

[656] Nursi, Mektubat, s. 5-7.

[657] Bkz. Mevdûdî, Meseleler ve Çözümleri, V/Î9-23.

[658] Sahih hadisler ve diğer deliller ışığında Hızır'la ilgüi hadislerin ve yaşayıp yaşamadığının tahlili için bkz. fbn Kesîr, Tefsir, 1/325-37; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. S7-76; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, Vl/309-312; el-Herevî. el-Hazer fi emtf-Hadir, Müslim, Mustafa, Mebâhis fi't-Tefsiril-Mevdüi, s. 294-5; Yusuf, et-Hadırbeyne'l-Vâki'vel-Tetivil. Hızır'ın fıa-yatla olmadığıyla ilgili olarak İbn Hacefin muştaki! bir çalışması vardır: ez-Zehru'n-Nadir fi HâlFI-Hadir, hzr. Sala-huddîn Makbüi Ahmed, Yeni Delhi-1988.

[659] 8kz. İbnul-Cevzî, Mevzuat, M/152; el-Hûf, Esne'l-Metâlib, s. 58B.

[660] el-Kârî, Esrar, s. 101, rakam: 6. Saîd Nursî de aktab-ı erbaanın Abdulkâdir el-Geyiânî, Ahmed er-Rufâî, Ahmed el-Betfevî iie İbrahim ed-Desûkî olduğunu söyler. Bkz. Mektubat, s. 87; Badıllı, Kaynaklar, s. 407, S97.

[661] Rivayet tam metniyle şöyledir: Şuraytı b. Ubeyd ef-Hımsfden, şöyle demiştir: Hz. Ali Irak'tayken yanında Şamlıla­rın bahsi açıldı. Ona "müminlerin emiri! Onlara fanet et!" denilince şu cevabı verdi: "Hayır. Ben Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Ebdal kırk kişidir ve Şam'da bulunurlar. İçlerinden birisi vefat eniğinde AJfah yerine bir başka-smı koyar. Yağmura onlar vasıtasıyla kavuşulur, düşmanlara onlar vasıtasıyla galip gelinir, onlar vesilesiyle Şamlı­lardan azap uzak tutulur." Ahmed b. Hanöer1, 1/112, rakam: 896.

[662] Bu rivayet İbn Teymiyye'nin bahsettiği gibi munkatıdır. Çünkü Şurayh Hz. Ali'ye yetişmemiştir. Bkz. Şâkir, Ahmed Muhammed, Musneö, 11/171,896 numaralı dipnot. Ayrıca Ahmed b. Hanbel bu rivayeti nakletmesine rağmen ken­disi de şöyle demektedir: "Eğer hadisçiler ebdal değilse, o zaman kimdir onlar?" e!-Hatib, Şeref, s. 50, rakam: 101; es-Sehâvî, Mekâsid, s. (0, rakam: 8; el-Heytemî, el-Fetâva'l-Hadîsiyye, s. 324.

es-Suyûtî ise rivayeti hasen kabul ederken {Leâli, 11/332) İbn Arrâk ta senedi sağlamdır der. {Tenzihu'ş-Şeria, lf/307). el-Elbânî ise senedindeki iki illetten dolayı hadisin munker olduğunu söyler ve bu iki alimin tesbiünin yerin­de olmadığını ispat eder. Peşinden de konuyla ilgili olarak, zayıftır dediği iki rivayet daha nakleder. Bkz. Daile, 11/339-41.

[663] İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâvâ, Xl/167.

[664] İbnTeymiyyeTMmftâc,IV/îî5.

[665] Bkz. Jbnu'j-Kayyım, Menâr, s. 136, rakam: 307-8.

[666] Abdullah b. Sah/ân naklediyor: Sıffîn günü biri ayağa kakıp "Ailahım! Şamlılara lanet ef deyince, Hz. Ali ona şöyle dedi: "Geniş bir topluluk olan Şamlılara böyle sövme. Çünkü Şamlıların içinde ebdal var, Şamlıların içinde ebdal var, Şamlıların içinde ebdal var." Abdurrezzâk, XI/249, rakam: 20455.

[667] Bkz. İbnu's-Salâh, Fetâvâ, s. 53, rakam: 34; Mevdudi, Meseleler ve Çözümleri, V/244-6.

[668] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 8-11, rakam: 8. Muhammed Nâsinıddîn el-Eibânî ise tedkîk ettiği bu hadislerden bir kısmına mevzu, bir kısmına da son derece zayıftır, der. Bkz. Daife, HI/666-670.

[669] el-Aclûnî, Keşful-Hafâ, I/25-8, rakam: 35. Benzer yaklaşımlar için bkz. es-Suyûtî, el-Hâvi li'l-Fetâvâ, H/455-72; el-Câmiu's-Sağir, 1/470-1, rakam: 3032-7; Leâti, H/332; İbn Arrâk, Tenzthu'ş-Şeria, il/307; el-Kettânî, Nazm'l-MıM-nâsir.s. 231-2, rakam: 279.

[670] Bkz. es-Suyûtî, el-Hâvî lil-Felâvâ, 11/455.

[671] İzmirli, Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun Zaferlerimi?, s. 77.

[672] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 138-144.

[673] Bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 220, rakam; 300.                      

[674] el-Beyhakî, Şuab, 11/271, rakam: 1727; es-Semhûdî, a.g.e., s. 203, rakam: 258.

[675] Bkz. İbnu'l-Cevzî, /tef, I/75. rakam: 50-74 (İbnu'l-Cevzî de aynı kanaattedir); el-Mevsılî, Muğni, s. 22. Sununla be­raber farklı düşünenler de vardır. Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 275-7, rakam: 660; İbn Arrâk, Tenzİhıı'ş-Şeria, I/258, rakam: 28.

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 144-145.

[676] İbnu'l-Kayyim, ag.e., s. 109, rakam: 206; el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam: 25.

[677] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., il/279; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 106, rakam: 207; el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam: 25. es-Sehâ­vî'nin {Mekâsid, s. 204, rakam: 452) ed-Deylemî rivayet etmiştir diyerek, senediyle beraber zikrettiği benzer muh­tevalı bir hadisin tenkidi için de bakınız. Ebû Gudde, Menâr dipnotu, s. 109,1 noîu dipnot.

[678] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 127, rakam: 285; el-Kârî, a.g.e., s. 461, rakam: 32.

[679] el-Ukaylî, Duafâ, I/275, rakam: 339 (el-Ukaylî batıl olduğunu söyler); İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/259-60; ez-Zehebî, Mizan, 1/562, rakam: 2Î32; İbn Hacer, Lisânu'l-Mîzân, 11/325, rakam: 1327; es-Suyûiî, Leâti, 11/162-3; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 119-20.

[680] İbnu'i-Kayyım, a.g.e., s. 127, rakam: 286; el-Mevsılî, Muğnî, s. 39; Emînî, Miyar, s, 218.

[681] ibn Himmâd, Tenkit, s. 124. Benzer bir misal için bkz. ed-Deylemi, 1/405, rakam: 1333; Sakr, el-Ehâdisu'l-Mevklûa, s. 22, rakam: 17.                                                                                                                                            

[682] Ebû Ya'lâ'nın Musnerfinde hadisi bulamadık. Bkz. el-Mekkî, Kûtu'l-Kulûb, II/239; İbn Hacer, el-Metâlibul-ÂBye, İV/274, rakam: 4426.                                                                                                                                      

[683] el-Kârî, a.g.e., s. 461, rakam: 33.                              

[684] Bkz. İbnu'l-Cevzî, İ!el, i:  ^5-G. ;Kam: 1051-3; es-Sehâvî, Mekâski, s. 203-4, rakam: 452. Ayrıca bkz. el-Aclûnî, Keşful-Hafâ, 1386-7, rakan,; 1235.

[685] Bkz. el-Bubârî, Târih, 111/336, rakam: 1139.

[686] el-Ukayii, Duafâ, li/68-9, rakam: 513.

[687] Bkz. İbn Adiy, Kâmil, IH/177-9, rakam: 34.

[688] İbn Ebî Hatim, Kitâbul-Ceriı, M/524, rakam: 2368.

[689] Tenkidler hususunda geniş bilgi için bkz. ez-Zehebî, Mİzân, 11/55-6, rakam: 2795. es-Sehâvî bu rivayeti kabul etme­mekle birlikte yine de açık bir kapı bırakma eğilimindedir: 'Sahih ise, bu hadis fitneler vuku bulduğunda uzlete çe-kiiip yalnız yaşamanın cevaziyetine hamledilir." Mekâski, s. 203, rakam: 452.

[690] İbnul-Esİr, Câmiul-Usûl, XI/783, rakam: 9485.                                                                                                      

[691] Bkz. ed-Dârimî, en-Nikâh (11), bâbu'n-nehyi ani't-tebettuf (3), rakam: 2169.                                              

[692] Ancak bekarlığı tavsiye eden bu tip mevzu rivayetlerin bir takım yorumlar için delil olarak getirildiğini de

görmekte­yiz. Örneğin Eşref Ati Tanevî şöyle söyler; "Bazı büyükler, evlenmeyi İç ve dış fitnelerdeki maslahattan dolayı terem etmediler ve uzlet yolunu seçtiler. Hadiste böyle bir durumda buna izin verildiği açıktır. Hadiste ytl belirtilmesinin maslahatı o zamanın çok fitneli olacağına işaret vardır." Hadislerle Tasavvuf, s. 251.

[693] el-Makdisî, Tezkire, s. 160, rakam: 489.

[694] el-Munâvî, Feyzu'l-Kadîr, İV/36, rakam: 4474. İbn Hacerln şöyle dediği nakledilir: "Sunu rivayet etmenin anlamı yok." Bkz. es-Suyûtî, Leâlî, 11/160.

Bu tip rivayetler yanında evliliği teşvik eden, bekarlıktan nehyeden sahih hadisler de vardır. Bkz. el-Buhârî, en-Ni­kâh (67), bâbu mâ yukrehu mine't-tebettul ve'l-hisâ (6), rakam: 5073-4.

[695] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 145-147.

[696] İbnu'i-Kayyım, a,g.e., s. 132, rakam: 298.

[697] et-Ukayfî bu sözü Abdulmelik b. Mihrân vasıtasıyla Hz. Âişe'den gelen "Rasûlullah kadınlara rüya anlatmamızdan nenyetti" hadisinin ardından, "bunun aslı yoktur dedikten sonra söylemiştir. Duafâ, 111/35, rakam: 989. Keza bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/70; es-Suyûtî, Leâlî, 11/279.

[698] el-Azîmâbadî,  Şemsulhak, Ukûdul-Cumân fi Cevazı Ta'Smi'l-tCıtâbeti li'n-Nisvâıidan nakleden eş-Şâvîş, İbnu'l-Cevzî'nin Zâduî-Mesifme tahkiki, Vl/4,2 nolu dipnot.

[699] Bunu değerlendiren el-Kurtubî ilginç bir yorum getirir: Hz. Peygamber burada erkekleri bundan sakındırmaktadır. Zi­ra kadınlar (yollara nazır) odalara çıkarılırsa erkekleri gözlerler. Bu İse onları koruyup gözetmek değildir. Çünkü (yol­lara nazır) odalara çıktıklarında fitne ve bela meydana gelir. Hem kadınlar erkekten yaratılmıştır, bu sebeple iştiyak­ları erkekten tarafadır. Erkekte ise şehvet yaratılmış, kadın onun sükûnet bulacağı varlık kılınmıştır. Bu sebeple, her biri diğerine karşı emin değildir. Onların yazmayı öğrenmesi -bu mana düşünüldüğünde- daha büyük bir fitneyi do­ğurur." el-Kuftubî, Cami', İV/29.

[700] Bkz. el-Kâtî, Esrar, s. 225-6, rakam: 240; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 126-7, rakam: 359; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 248-9, rakam: 585; eş-Şeybânî, Temyiz, s. 92; el-Aclûnî, Keşfut-Hafâ, 11/3-4, rakam: 1529; el-Munâvî, Feyzu'l-Kadîr, İV/263, rakam: 5247; el-Kardâvî, Keyfe Neteâmel, s. 94.

[701] ed-Deylemîy/256, rakam: 7805. Mevzuiuğuyia ilgili olarak bir üst dipnot kaynaklarına baktnız. Bu rivayetlerde ka­dınlarla istişare edilmesi durumunda, söylediklerinin tersinin yapılması, hayrın bunda olduğu vurgulanmaktadır. Oy­sa ayet-i kerîmede sûî emen çocuk hakkında anne-babamn aralarında İstişare ederek çocuğu sütten kesebilecek-leri belirtilmektedir: "...Eğer (anne-baba), aralarında danışıp anlaşarak (çocuğu memeden) kesmek islerlerse, ken-dilerine bir sorumluluk yoktur." (el-Bakara/2,233). Bunun yanında bu rivayetler Hz. Peygamberden vârid olan uygu-lamalara aykırıdır. Ummu Seleme Hudeybİye anlaşmasında Hz. Peygambere kurbanını ashabının önünde Kesme-sini söylemiş, Rasûlullah da böyle yapmış ve ashabı kendisine tabi olmuştur. Bkz. el-Elbânî, DStfe, 1/619-20, rakam: 430.

[702]  İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 122, rakam: 275.

[703] Ondan çok önce el-Beyhakî bu hadislerin zayıf olduğunu söyler. Bkz. Ma'rüe, 11/170-1.

[704] ed-Dârekutni, 1/219 rakam: 61: ed-Dârekutnî seneddeki iki raviden birinin mechuî, diğerinin de zayıf olduğunu söy-fer.

[705] İbn Adiy, Kâmil, 11/177, rakam: 38; H/302, rakam: 77; ili/248, rakam: î.

 

[706] el-Ukaylfnin bu hadisi rivayet ettiğini tesbit edemedik. Bilakis bunu rivayet eden iki ravi hakkında lenkidde bulun­muştur Bunlardan Cefed b. Eyyûb el-BasrTnin hayız rivayeti hakkında ibn Uyeyne'nin "hadisin aslı yoktur" dediği­ni aktarmıştır. 1/204, rakam: 252. Diğer ravi Ebû Saîd el-Hasen b. Dînâr et-Temîmfnin İse bu rivayetine değinme­den hakkındaki tenkidferi aktarmıştır. 1/222-3, rakam: 271. el-Hatib el-Bağdâdînin Târihti Bağdâdöa. (IX/20, rakam: 4613) hadis uydurucusu deyip hayızla ilgili hadisini naklettiği yalancı Süleyman b. Amr en-Nehafnin de bu rivayeti­ne lemas etmemiştir. 11/134-5, rakam: 620.

[707] İbnu'l-Cevzî, İlel, 1/382-4, rakam: 639-43: Burada, bir kısım ravisinin uydurucu, bir kısmının da zayıf kimseler ofdu-ğu rivayetleri zikretmiştir. Yine onun, "bu konuda sahih rivayet yoktur" dediği de nakledilmiştir. Bkz. es-Semhûdî, Gummâz, s. 145, rakam: (58.

[708] el-Kârî, a.g.e., 459, rakam: 31.

[709] Bkz. el-Kârî, Fethu Bâbi'l-inâye, s. 202-4. el-Heysemî {Mecmeu'z-Zevâid, 1/280} ve ez-Zeylaî [Nasbu'r-Râye, 1/191-2) zayıf olduklarını belirttikleri raviierin konuyla ilgili rivayetlerinin birkaçını derlerler. Bu zayi) hadisler için bkz. et-Ta-berânî, Kebir, VIH/129, rakam: 7586; el-Heysemî, Kitâbu Mecmei'l-Bahreyn, f/391-2, rakam: 502-3.

[710] el-Beyhakî, Ma'rife, 11/163.

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 147-148.

[711] el-Beyhakî, Suğrâ, H/347, rakam: 2267; Ma'rife, IX/S8-9.

[712] el-Beyhaki, VIIİ/104-5; Suğrâ, 113/248-9. rakam: 3078-3080.

[713] el-Beykaki, VİII/239-240; Suğrâ, 111/300, rakam: 3236-9.

[714] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 149.

[715] Bkz. el-Elbânî, Daife, 11/20, rakam: 536.

[716] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g,e., s. 132, rakam: 297; el-Mevsılî, Muğrit, s. 42.

[717] Bkz. el-Ukaylt, Duafâ, İV/449,2076.

[718] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat IH/56-9.

[719] Bkz. el-Acfûnî, Keşful-Hafâ, i/299-300, rakam: 958.

[720] Bkz. el-Elbânî, Daîfe, 1/396-400, rakam: 226-30.

[721] ed-Deylemî, il/85-6, rakam: 2140-2.

[722] Bkz. el-Kârî, Esrar, s. 171, rakam: 133.

[723] Bkz. es-Sehâvî, MekâsM, s. İ53-5, rakam:311

[724] Bte. el-Hatîb, Târinu Bağdâd, Xl/251, rakam: 6000.

[725] Skz. es-Suyûtî, Leâlİ, lf/272.

[726] Bkz. es-Suyûtî, el-Câmiu's-Sağir, I/502, rakam: 32634.

[727] el-Munâvî, FeyzuVKatfır, IH/235, rakam: 3263-4. Ayrıca bkz. eş-Şevkânî, Fevâid, 178-9, rakam: 557-8; İbn Arrâk, Tenzîhu'ş-Şeria, 11/270, rakam: 11-2; H/275, rakam: 3i.

[728] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 131, rakam: 295; el-Kârî, a.g.e., s. 464, rakam: 35.

[729] et-Tırmizî, en-Nikâh, (9), bâbu mâ câe fi fadli'l-lezvîc (1), rakam: 1090. et-Tirmizî hadisin tıasen garib olduğunu be­lirtir.

[730] et-Tirmizî bu şekilde nakletmekte yalnız değildir. Bkz. Ahmedb. Hanbel, V/421, rakam: 23572; et-Taberânî, Kebir, İV/148, rakam: 4085; ei-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, VI/655, rakam: 17236; XV/686, rakam: 4355.

[731] el-Munzirî, Terğîb, 1/166, rakam: 5.

[732] el-Munzirî, a.g.e., IH/40, rakam: 3.                                              

[733] Bkz. İbn EbİŞeybe, 1/197, rakam: 21; İbn Kesîr, Tefsir, İV/289.                                                                              

[734] et-Tebrîzî, Mişkât, I/145, rakam: 382.

[735] Bkz. es-Suyûtî, ed-Dumı'l-Mensûr, İV/659.

[736] Bkz. et-Tîbî, Şertıul-Tibi, H/57, rakam: 332; el-Kârî, Mirkât, 11/95, rakam: 382; el-Mubârekfûrî, Tuhfetu't-

Ahvezi, .   İV/167.

[737] Nitekim bu hadisi tereddütlü olarak kitabına alan İbnu'l-Kayyım, yukarıda bir nebze değindiğimiz gibi, hadisi aklar. dıklan sonra şöyle def: "Hocamız Ebul-Haccâc el-Mizzfnin şöyle dediğini işittim: "el-Hinnâ ifadesi bazı ravilerin h$~ tasıdır. Doğrusu bu kelime el-hitân'dır. el-Mefıâmilî de hocası et-Ttrmizrden hadisi bu şekilde rivayet etmiştir. Anla-sılan o ki, kelime satırın sonuna rast geldi ve nun harfi düştü. Bu sefer bazıları onu e!-hinnâ, bazıları da el-hayâ dj-ye rivayet ettiler. Esasında bu el-hitân'dır." İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 131, rakam: 295.

el-Kârî ise İbnu'l-Kayyım'ın bu değerlendirmesine itiraz eder. Rivayette ölçü, ravilerin onu nasıl rivayet ettiğidir yo^-sa kitaplarda yazılı olan değildir, der. Bkz. Esrar, s. 465, rakam: 35.                                                                      

İbnu'l-Kayyım ve el-lrâkrnin, hatanın yazıdaki karışıklıktan Kaynaklanmıştır izahına bizim de katılmamız mümkon değil çünkü hadisi sadece et-Tirmizî rivayet etmemekledir. Ancak yukarıdaki değerlendirmelerde geçtiği üzere, e|. hinnâ kelimesi de uygun düşmemektedir. Tüm bunların yanında, fıtrata dair diğer hadislerde ef-hitân'ın geçmesi ke­limenin bu olduğunu teyid etmektedir. Bkz. Müslim, et-Tahâre (2), bâbu hisâlil-fitra (16), rakam: 49-50.

[738] el-Munâvî, Feyzu'l-Kadir, 1/466, rakam: 919.

[739] Hadis ve hakkındaki düşünceler için bkz. İbn Adiy, Kâmil, VIIO3, rakam: 17; el-Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdfy V/56, rakam: 2420; el-Heysemî, Memeu'z-Zeva"td, V/157; es-Suyûtî, LeM, Ü/269; el-Kârî, a.g.e., s. 465, rakam: 3s; el-Elbânî, Safıîha, 111/407-8, rakam: 1420.

[740] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., S. 132, rakam: 295. ilgili hadisler için bkz. el-Buttarî, el-Libâs (77), bâbu mâyuzkeru fi'ş-şeyti (66), rakam: 5894-8; Ebû DâvOd, et-Tereccul (27), bâbu mâ câe fi'l-hıdâb (18), rakam: 4205; en-Nesâî, ez-Zine (16), el-hıdâb bi'l-hinnâ ve'l-ketem (16), rakam: 5096-7; İbn Mâce, el-Libâs (32), bâbu'l-hıdâb bil-hinnâ (32), rakam; 3622; et-Tmizt, el-Libâs (25), bâbu mâca li'l-hıdâb (20), rakam: 1753; Ahmedb. Hanbel, V/147, rakam: 213ûrji Ayrıca bkz. ibnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, İV/366.                                                                                                   

[741] Bkz. es-Sehâvî, el-Fetâva'l-Hadisiyye, s. 105-7, rakam: 24; el-Emîr el-Kebîr, en-Nuhbetu'l-Behiyye, s. 92, rakarn; 230; es-Semhûdî, Gummâz, s. 163, rakam: 186; el-Âmirî, el-Ceddul-Hasîs, s. 159, rakam: 326; s. 234, rakam: 53^

[742] el-Beyhakî, I/33; Hilâfİyyât, 1/250; Şuabul-İmâfl, V/232.                                                                                          

[743] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 149-152.

[744] Ecîr-i müşterek: Herkese iş yapan kişi. Boyacı, ütücü, demirci gibi. Ecîr-i hâs: Bir kişinin yanında ücretli çalışan kim­se.

[745] ei-Beyhakî, Ma'rife, VIII/338. Hanefiferden İmam Muhammed ile İmam Yûsuf ise Hz. Ömer ile Hz. Ali'nin ecîr-i müş­tereke tazminat ödetmesi rivayetini delil göstererek ecîr-i müşterekin kasdı olmasa bile -genel bir yangın olması, sel basması, düşmanın el koyması veya zarar vermesi gibi durumlar hariç- zarar durumunda tazminatta bulunacağını söylerler. Bkz. İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadîr, VIÜ/62.

[746] Bkz. el-Kâvukcî, et-Lüfaul-Mersû; s. 71, rakam: 167.

[747] İbn Adiy, Kâmil, VI/302, rakam: 170. Benzer misaller için bkz. ez-Zehebî, Tertibu'l-Mevzûât, s. 55, rakam: 122-3.

[748] el-Katib, Târihu Bağdâd, XIV/216, rakam: 7505; es-Suyûtî, Tahziru'l-Havâs, s. 219, rakam: 141.

el-Hatîb hadisin tevili babında burada boyacılıkla hadise kendinden birşey kalanların, kuyumcularla da aslı olma­yan hadisler düzenleyenlerin kastedildiğinin söylendiğini aktarır ancak, bu tevil makul ölçüler dışında katan bir zor­lama olarak gözükmektedir. Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm'ın benzer tevili için bkz. el-Beyhaki, X/249 (el-Beyhakî, hadiste boyacılık ve kuyum işini yapanların kastedildiğini söylerek tevil etmez).

[749] İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 52, rakam: 60.

[750] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 153.

[751] Bkz. ei-Mevsılî, Muğni, s. 27.

[752] el-Ukaylî, Duafâ, H/176, rakam: 696.

[753] el-Beyhaki, i/6-7; Ma'rite, 1/235; Suğrâ, 1/87, rakam: 199; İbn Teymiyye, Mİnhâc, İV/115; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, II/79; et-TahkikUEhâdîsi'I-Hilâf, 1/57-61; es-Subkî, Tabakât, V/82.

[754] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, M/213-5; il/874-9; el-Fîrûzâbâdî, Sifnı'sSeâde, s. 285; el-Mevsılî, Muğnî, s. 45; el-Huveynl, Cunnetu'I-Murtâb, İl/517.

[755] İbn Mâce, et-Tıb (31), bâbun fî eyyi'l-eyyâm yetilerim (22), rakam: 3487-8. el-Bûsırî her iki hadisin de sened yönüy­le zayıf olduğunu belirtir. Bkz. Zevâid, s. 454-5. el-Elbâni ise hadise zayıf demekle beraber iki ayrı rivayetinin daha olduğunu belirtir, senedlerinde zayıf raviler bulunan mulâbi hadisleri de göz Önünde bulundurur ve tüm rivayetler bi-raraya getirildiğinde hasen olduğu kanaatine varır. 8kz. Sahıha, II/404-7, rakam: 766.

Hadisin tarikleri ve zayıflık yönlerinin tartışması için bfa. İbn Adiy, Kâmil, U/308, rakam; 78; el-Ukaylî, Duaia, 1/150, rakam: 187 (Burada, hacamat için bir gün seçmekle ilgili hadis bulunmadığım söyler); İbn Ebî Hâlim, iiel, 11/320, ra-: kam: 2477; ibn Hibbân, Mecfûhîn, 11/99-100, 111/20-1; ei-Nâkim, Mustedrek, İV/211, rakam: 7481, İV/409, rakam: 8255; el-Hatîb, Târihti Bağdâd, X/38-9, rakam: 5160; İbnu'l-Cewî, İlet, II/875-6, rakam: 1464, Mevzuat, İM/214-5 (Burada Abdurrahman b. Mehdînin şöyle söylediğini aktarır: Hz. Peygamberden hacamat olmayı emreden hadisler dışında (böyie detay bilgiler veren) birşey sabit değildir); ez-Zehebî, Mîzân, ÜI/53-4, rakam: 5564; el-Munzirî, Ter-1 ğîb, IV/315-6, rakam: 12; et-Tebrîzî, Mişkât, 11/512, rakam; 4573; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 184, rakam: 368; es-Su-yûtî, Leâtî, 11/410-2; el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, »10, rakam: 28110; ei-Aclûnî, Keşfu't-Hafâ, I/347-8, rakam: 1106. Benzer misaller için bkz. Ebû Dâvûd, et-Tıb (22), bâbun meta tustehabbu'l-hicâme (5), rakam: 3861; el-Beyhakî, Ma'rife, XIV/117; el-Hâşimi, Ebû Zur'a, H/568,757-8.

[756]  Ebû Yala, Xll/150, rakam: 8; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, M/213; el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, »13, rakam: 28130; X/18, ra­kam; 28160; İbn Hacer, el-Metâlibu'l-Âliye, İt/360, rakam: 2478. Bu hadisin senedinde yer alan Yahya b. el-Alâ er-Râzî el-Becelî (dolayısıyla rivayeti) hakkındaki cerhler için bkz. el-Buhârî, Târih, VIII/297, rakam: 3069; İbn Adiy, Kâ­mil, Vll/198-200, rakam: 51; İbn Hibbân, Mecrûhİn, 111/115-6; el-Beyhakî, IX/341, rakam: 19541; ez-Zehebî, Mizan, İV/397-8, rakam: 9591; ibn Hacer, Tehzib, XI/261-2, rakam: 7940; es-Suyûti, Leâlİ, İt/411; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, V792.

[757] 91-

[758] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/80-1; el-Mevstlî, Muğnİ, s. 29.

[759] Bkz. İbn Hacer, el-Kavlu'l-Musedded, s. 70-1; el-Huveynî, Cunnetu'l-Mutâb, 11/252.

[760] et-Tirmizî, el-Edeb (44), bâbu mâ câe fî duhûli'İ-hammâm (43), rakam: 2801; en-Nesâî, el-Gusl (4), bâbu'r ruhsatı fî duhûli'İ-hammâm (2), rakam: 399.

[761] el-Beyhaki, VII/309, rakam: 14805; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, I/277.

[762] Ebû Dâvûd, el-Hammâm (25), bâb: 1, rakam: 4011; İbn Mâce, el-Edeb (33), bâbu duhûli'İ-hammâm (38), rakam: 3748.

Hz. Peygamberin gençliğinde çıktığı ticaret seferlerinde hamamları gördüğü kabul edilirse, bu rivayetler, bilgisi var da nehyediyor seklinde de anlaşılabilir. Bu durumda, hamamlara girilirken avretlerin örtülmesine dikkat edilmemesi nedeniyle Hz. Peygamberin bu işe pek sıcak bakmadığı düşünülebilir. Ayrıca bizler, ez-Zehebî gibi birisinin hama­ma girmekten nebyeden hadislere yer vermesini, bu rivayetlere güvenme hususunda bir dayanak kabul ediyoruz. Bkz. et-Tıbbu'n-Nebevİ, s. 46-7.

[763] Bu arada şunu hatırlatmak yerinde olacaktır: Hamamla ilgili sahih hadis yoktur diyen İbnu'l-Cevzî Kîtâbu Ahkâmi'n- i NisSüa kadınların hamama girmesine dair bir bab açmış ve pekçok hadisi -muhtemelen, ahlakî boyutları olduğu ; için- burada zikretmiştir. Bkz. Khâbu Ahkâmi'n-Nisâ, s. 45-8. İbnu'I-Cevzfnin bir hadisi bir kitabında mevzu sayar-; ken başka bir kitabında deiil olarak zikretmesinin nedenleri hususunda bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/132-4 (Nured-drn Boyacıların tahkik etliği nüshadaki etüdü).

Hamamla ilgili hadisleri birarada görmek için bkz. el-Beyhakî, Şuab, Vİ/155-I64.       

[764] el-Cevrekânî, Ebâtil, 1/344-5, rakam: 329.                                                                   

[765] Bkz. İbn Ebî Hatim, ilel, 1/43, rakam: 94.                                                                      

[766] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 153-156.

[767] e!-8eyhakî, VII/134-5; Sugrâ, 111/31, rakam: 2411.                                                          

[768] ibrm'f-Kayyım, a.g.e., s. 101, rakam: 184; el- Kârî, a.g.e., s. 442, rakam: 20.                

[769] İbn Adiy, Kâmil, V/265, rakam: 442; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, II/233; İbnu'l-Kayyrm, a.g.e., S. 101, rakam: 185; İbn Ar-râk, Tenzihu'ş-Şeria, 11/31, rakam: 16; el-Kârî, a.g.e., s. 442, rakam: 20; el-Adûnî, Keştu'l-Hafâ, 1/226, rakam: 693; 1/442, rakam: 1435.

[770] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 101, rakam: 189; el-Kârî, a.g.e., s. 443, rakam: 21; eş-Şevkânî, a.g.e., s. 437, rakam: 1418.

[771] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., H/233; el-Kârî, ag.a, s. 444, rakam: 2i.

[772] İbnu'l-Cevzî,-a.g.e., H/233; İbnu'l-Kayyım, ag.e, s. 101, rakam: 190; ibnArrâk, ag.a, 11/29, rakam: 4; el-Aclûnî, a.g.e., !l/158, rakam: 2103; el-Kârî, ag.a, s. 285-6, rakam: 380; s. 443, rakam: 21; es-Suyîıtî, Leâlî, I/445; eş-Şev-kânî, a.g.e., s. 437, rakam; 1418; eş-Şeybânî, Temyiz, s. 135. Rivayet ed-DeylemîAe geçmektedir. Bkz. IH/399, ra­kam: 5102.

[773] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., 11/333; il/233; İbnu'l-Kayyım, ag.e., s. 101, rakam: 191;ef-Kârî, Esrar, s. 443, rakam: 21; es-Suyûtî, a.g.e., 11/140; İbn Arrâk, ag.e., 11/182, rakam: 21. Keza bkz. el-Munâvî, Feyzu'l-Kadir, İV/159, rakam: 4875.

[774] Efendioğlu, Arap Olmayan Sahabiler, s. 76.

[775] ez-Zehebî devamında şöyle der: "Bu rivayetteki stkıntt ya Musa'dan ya da Behrâm'dan kaynaklanmaktadır." Mizan, İV/227, rakam; 8944. Keza bkz. Tecridu Esmâi's-Sahâbe, 1/14, rakam: 101. İbn Hacer bunun (Rasûlullah zamanın­da yaşamadığı halde ondan hadis rivayet eden) Ratan el-Hindî ve Mektebe b. Melkân el-Huvârizmînin uydurmala­rı kabilinden olduğunu söyler. İsâbe, 1/231. rakam: 521.

[776] ez-Zehebî, Muhtasaru't-Ebâtit ve'l-Mevzûât, s. 31-2, rakam: 2-

[777] el-Cevrekânî, Ebâtil, 11/260, rakam: 660; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/71; ei-Makdisî, Tezkire, s. 83, rakam: 1; el-Mev-sılî, Muğrii, s. 43.

[778] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 156-157.

[779] el-Mevsıiî, Muğni,$.2t.

[780] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 39, rakam: 65; el-Aclûnî, Keşful-Hafâ, f/51, rakam: 118.

[781] Bican, Envâtu'l-Aşikîn, s. 626.

[782] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, t/157; Ibnu'l-Kayyım, Menâr, s. 61, rakam: 93.

[783] İbou'l-Cevzî, Mevzuat, 1/157; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 6), fakam: 94; el-Kâri, Esrar, s. 415; es-Suyûtî, Leâlİ, 1/106 (es-Suyütf nin hadise 'bu konudaki en sağlam hadistir1 deyip ardından da hasen hükmü vermesi, el-Acfûnînin de bunu nakletmesi garibür. 8kz. Keşful-Hafâ, il/284, rakam: 2644); el-Elbanî, DaHe, 1/207-8, rakam: 171.

[784] Bkz. Ebö DâvOd, el-Edeb (35}, bâbun fî tağyîri'î-esmâ (69), rakam: 4949; et-Vmizî, el-Edeb (44), bâbu mâ câe mâ yustehabbu mine'l-esmâ (64), rakam: 2833-4.

[785] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 60, rakam: 89; el Kâfi, Esrar, s. 373, rakam: 608.

[786] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., M/33; İbnu'l-Kayytm, a.g.e., s. 61, rakam: 90; İbn Arrâk, Tenzittu'ş-Şeria, Iİ/257-8, rakam: 86.

[787] Bkz. el-Hâkim, Mustedrek, 111/119, rakam: 4610; ez-Zerkeşî, İcâbe, s. 58-9; Ebû Gudde, Menâr dipnotu, s. 60,2 no-lu dipnot.

[788] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 193, rakam: 418; es-Semhûdi, Gummâz, s. 100, rakam: 95; el-Kârî, Esrar, s. 197, ra kam: 180; el-Adûnî, Keşfu'l-Hafâ, s. 365-6, rakam: 1168.

[789] el-Beyhakî, DeHilu'n-Nubuvve, İV/212.

[790] İbnul-Kayyim, a.g.e., s. 116-7, rakam: 248,251; el-Kârî, a.g.e., s. 455, rakam: 29; el-firûzâbâdî, Sifru's-Seâde, sj 281; el-Mevsılî, Muğni, s. 26.

[791] İbnii'l-Cevzî, a.g.e., II/24; (bnu'l-Kayyım, ag.e., s. 116, rakam: 248; el-Kârî, a.g.e., s. 455, rakam: 29.

[792] el-Buhâri, Fedâilu-Ashâbi'n-Nebî (62), bâbu zikri Muâviye... (28), rakam: 3764-5-

[793] İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, VII/476. Muâviye'nin medhi ve îemmiyle ilgili bazı mevzu hadister için bkz. İbnuT-Çevzî

[794] Bkz. Emtnî, Mi'yâr, s. 258.                                                                                                                            

[795] İbnu'i-Cevzî, Mevzuat, 11/27; es-Suyûtî, Leâtî, 1/426.

[796] el-Cevrekânî, Ebâlîl, I/200-4, rakam: 188-190; İbnu1-Cewî, Mevzuat, İt/25; es-Suyûlî, Leâlî, 1/425; e!-Makdisî, Tez fere, s. 92, rakam: 61.

[797] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 117, rakam: 254; el-Kârî, a.g.e., s. 455, rakam: 29.

[798] el-Kevser/108,1

[799] el-Kadr/97,1-3.

[800] et-Tırmiz't, Tefsîru'l-Kurân {48), bâbun ve min sûreti'l-Kadr (85), rakam: 3350 (hadise garîb der); el-Taberî, Camilimi Beyân, XXX/260; el-Hâkim, Mustedrek, ÜI/170-1, takam: 4796 (isnadı sahihtir der); es-Suyûtî, ed-Dwru1-Men$&,\ VIII/569. İbnu'l-Arabî ise rivayet hakkında sükût eder. Bkz. Arızetu'l-Ahvezi, VI/402-3, rakam: 3361.

[801] İbn Kesir, Tefsir, VIII/463; el-Mubârekfûrî, Tuhfeiu'l-Atıvezt, IX/197-8; Ebû Şehbe, İsriîliyyât, s. 329-30.

[802] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 117, rakam: 253; el-Kârî, a.g.e., s. 455, rakam: 29.

[803] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 118, rakam: 264; el-Kârî, a.g.e., s. 456, rakam: 29.

[804] Ebû Ya'lâ, XIII/429-32, rakam: 17-8; et-Taberânî, Evsal, Vlfl/38, rakam: 7076.

[805] Ahmedb. Hanbel, İV/421, rakam: 19725.

[806] İbn EblŞeybe, VIII/695, rakam: 67.

[807] Bkz. İbn Hacer, el-Metâtibu'l-Âliye, İV/İ 56-7, rakam: 4225.

[808] el-Buhârî, Târih, Vltl/334, rakam: 3220.

[809] İbn Adiy, Kâmil, VII/275-6, rakam: 115; el-Ukaylî, Duafâ, M379-81, rakam: 1993; ez-Zehebî, Mzân, IV/423-4, ra­kam: 9695.

[810] İbn Hibbân, Mecrûh'm, 111/99-101.

[811] el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VIII/121.

[812] İbn Hacer, Takrib, s. 601, rakam: 7717.

[813] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, H/28.

[814] ez-Zehebî, a.g.e., İV/424, rakam: 9695.

[815] Bkz. el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VIII/121.

[816] Bkz. es-Suyûtî, LeâS, 1/427, ibn Arrâk, Tenzihu'ş-Şerîa, 11/16-7, rakam: 35.

[817]   fonu'l-Kayyim, Menâr, s. 117, rakam: 262-3; el-Kârî, Esrar, s. 455, rakam: 29.

[818] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 117, rakam: 255; el-Kârî, a.g.e., s. 455-6, rakam: 29.

[819] İbn Adiy, Kâmil, H/362, rakam 121. İbn Adiy bunu rivayet ellikten sonra şöyle der: "Bu hadis bu tarikle rivayet edil­mektedir. Bunu Şeyh Muhammed b. Ali b. Halef (el-Atiâr) rivayet etmektedir. Muhammed b. Ali'nin böyle acaip riva­yetleri vardır. Munkeru'l-hadistir ve benim kanaatimce hadisteki bela da ondan kaynaklanmaktadır." İbnu'l-Cevzî (Dua/â, İli/86, rakam: 3130) ve ez-Zehebî [Muğnî, H/616, rakam: 5835) bu zatı Dua/â'larına alarak, ibn Adty'in onun hakkındaki sözünü kısaca naklederler. eİ-Hatîb ise Muhammed b. Mansûr'un bu zatı tevsik ettiğini söyler. {Târihti Bağdâd, IH/57, rakam: 1002). Bununla beraber İbnu'l-Cevzî {a.g.e., 11/29) ile es-Suyûtî (Leâtf, 1/428) hadisin mevzu olduğunu belirtirler; doğru olan da budur.

[820] el-Mevsılî, Muğnî, s. 26; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 116, rakam: 249-50; el-Kârî, Esrar, s. 455, rakam: 29.

[821] el-Hâkim, Medhal, s. 163-4; el-Cevrekânî, Ebâlil, I/283, rakam: 266; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, H/48; İbn Arrâk, Tenzi-hu'ş-Şeria, li/30, rakam: 9; e!-Aclûnî, Keşfu't-Hafâ, I/33, rakam: 53; el-Hût, Esne'l-Metâlib, s. 37, rakam: 31; el-Kâ-vuteî, el-Lu'luu'l-Mersü', s. 30, rakam: 7.

Hatîboğlu'nun değerlendirmesi çarpıcıdır: "Adam Ebû Hanîfe'ye kızıyor, sövüyor. Bu sövgüsünü "An Rasûlillah..."diye naklediyor. Ama Ebû Hanîfe'yi canı ciğeri gibi seven birisi de gene aynı hadislerle gene hadis metoduyla onu göklere çıkarıyor." Bkz. Sofuoğlu, Hadislerin An/aşılmasındaki Güçlükler ve Bazı Problemler, s. 105 (M. Saîd Halİ-boğiu'nun müzâkeresi).

[822] et-Tayâlisi, s. 39-40, rakam: 309; el-Hatîb, Târihu Bağdâd, U/60, rakam: 454; Ebû Nuaym, Hilyetu'l-Evliyâ, VI/295; '}î     IX/65; ei-Beyhakî, Ma'rife, î/206, rakam: 413; ibn Kesir, Menâkıb, s. 131; el-Hût, Esne'l-Metâlib, s. 37, rakam: 31; eş-Şevkânt, Fevâid, s. 362, rakam: 1229; el-Kârî, Esrar, s. 244, rakam: 235; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, lf/53-4, rakam: 1701.

[823] Bkz. el-Mevsıiî, Muğni, s. 16. e!-Beytıakî, Hz. Peygamberin Râf ızîlerin ve Kaderlerin çıkacağını haber verdiği riva-,*     yelleri "eğer sahihseler, Hz. Peygamberin haber vermiş olduğu bu husus çıkmıştır" der. Daha sonra zikrettiği hadis­ler ila zikretmediklerinin zayıf olduklarını söyler. Böylece bunlann sahih olmadıklarını genel bir değerlendirmeyle de­ğerlendirmiş olur. Bkz. Delâil, VI/547-8.

[824] Senedleri itibarıyla, bu tür hadislerin mevzu olmadığını söyleyenler de vardır Bkz. el-Alâî, en-Nakdu's-Sahih, s. 3î-9, rakam: 1-2.

[825] Fazfur Rahman, Metodoloji, s. 59-61, 73-4.

[826] et-Taberânî, Evsaf, VII/263, rakam: 6506; el-Heysemf, Mecmeu'z-Zevâid, VIİ/206.

[827] et-Tırmizi, e!-Kader (33), bâb: 16, rakam: 2152.

[828] İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbun fî zikri'l-Havâric (12), rakam: 173; el-Bûsırî, Zevâid, s. 52, rakam: 43; Ahmed b. Hanbel, İV/355, rakam: 19152; e!-Taberânî, Kebir, VIII/270, rakam; 8042. Daha pekçok rivayette Haricîlerin iman­larının hançerelerinden aşağı geçmeyeceği, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacakları, bulundukları yerde katle­dilmeleri, onları Öldürene kıyamette ecir verileceği geçmektedir. Bkz. et-Buhâri, İstiîâbetu'İ-Murteddîn (88), bâbu kat-li'l-Havâric ve'l-Mulhidîn... (6), rakam: 6930-2; Müslim, ez-Zekât (12), bâbu zikri'l-Havâric ve sıfâtihim (47), rakam: 142-3; el-Lâlekâî, Şerh, VII/1303 vd.

[829] et-Taberî, Tehzibu'l-Asâr, II/656-7, rakam: 973.

[830] Ebû Dâvûd, es-Sunne (34), bâbun fi'l-kader (17), rakam; 4691; İbn Mâce, el-Mukaddime, bâbun fil-kader (10), ra­kam: 92; el-Beyhakî, X/203, rakam: 20869; Kitâbu'l-Kadâ ve'l-Kader, vr. 13-b, 14-4; Nursi, Mektubat, s. 97. ei-Bey­hakî konuyla ilgili pekçok rivayet yanında şu acaip rivayeti de nakleder: "Kader (meselesin)den sakının çünkü bu Hristiyanlığtn bir parçasıdır." Kitâbu'l-Kadâ ve'l-Kader, vr. 16-b.

[831] et-Taberânî, Kebir, XI/74, rakam: 11142; İbn Hacer, el-Metâtibu'l-Âiiye, İN/78, rakam: 2927; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 1/141. Kaderiyye ilgili benzer misaller için bkz. el-Lâlekâî, Şerh, İV/590 vd.; el-Beyhaki, el-Hkâd, s. 191-2.

[832] İbmj'i-Kayyım, Menâr, s. 1İ7, rakam: 257; el-Kârî, Esrar, s. 455, rakam: 29. Geniş bilgi İçin bkz. Cihan, Uyduma Hadislerin Doğuşu, s. 156-170.

[833] İbnu'l-Kayyim, a.g,e., s. 117, rakam: 258; el-Kârî, a.g.e., s. 455-6, rakam: 29.

[834] İbnu'i-Kayyım, a.g.e., s. 117, rakam: 259; el-Kârî, a.g.e., s. 456, rakam: 29.

[835] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 158-165.

[836] Sıddîqî şöyle söyler: İbn Mâce tarafından kendi memleketi ûazvîn'in faziletleri hakkında rivayet edilen hadisler, ha-dîsçiler tarafından uydurma ilân edilmiştir." Bkz. Hadis Edebiyatı Tarihi, s. 174.

[837] İbnu'i-Attâr, Fetâvâ, s. 263, rakam: 30; İbnu'i-Kayyım, a.g.e., s. 117, rakam: 256; el-Kârî, a.ğ.e., s. 455, rakam: 29; el-Mevsılî, Muğni, s. 25; el-Hût, Esne'l-Metâlib, s. 589.

Şam bölgesiyle ilgili hadislerin yekûnu hususunda ihtilaf atmakla birlikte pekçok hadis uydurulduğu kesindir. Bunlar­dan birkaçı şunlardır: "Fitneler olduğu zaman, müslümanların sığınağı, Şam bölgesinin en hayırlı şehirlerinden Di-meşk şehrinin yanındaki el-Gûta bölgesidir." Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun fi'i-ma'kil mine'f-melâhim (6), h. no: 4298; es-Sunne (34), bâbun fi'l-hulefâ (9), rakam: 4640. "Şam bölgesi sîzlere müyesser olacak. O bölgede ikamet etmek için bir yeri tercih etmekte serbest bırakıldığınızda Dimeşk adlı şehri seçin. Çünkü bu şehrin el-Ğûta adlı böl­gesi müslümanların fitneferden sığınaklar! ve barınağıdır." Ahmedb. Hanbel, İV/160. "Kıyamet günü Allah Şam'ın Hıms şehrinden yetmişbin kişiyi diriltecek. Onlara ne hesab vardır, ne de azap." es-Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, Iİ/446, rakam: 7540. "Şam'da otur. Orası Allah'ın hayırlı toprağıdır. Rabbin hayırlı kulları orayı seçer. Orayı arzulamazsa-nız Yemen'de oturun. Göllerinden suvarın. Allah Teala Şam'a ve orada oturanlara vekil olduğunu bana bildirdi." Ebû Dâvûd, el-Cihâd (9), bâbun fî sukne'ş-Şâm (3), rakam: 2483. Bu rivayetlerin değerlendirmesi hususunda bkz. Guil-•■: laume, TTie Trad/ft'ons o/tefam, s. 48-9.

Şehirlerin faziletleriyle ilgili oiarak uydurulan hadisler hususunda geniş bilgi için bkz. Kaya, Hamit, Şehirlerin Fazi­leti ile İlgili Hadisler.

[838]  Ibnu'l-Kayyım, Menâr., s. 117, rakam: 260; el-Kârî, a.g.e., s. 456, rakam: 29.

[839] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 165-166.

[840] et-Âmirî, el-CedduWasî$, s. 174, rakam: 360.

[841] el-Beyhakî, VIİ/276; A/âb, s. 163, rakam: 486.

[842] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, İl/303; İbn Himmât, Tenkit, s. 136-7; el-Mevsılî, Muğnî, s. 40.

[843] Ebû Dâvöd, el-Etime (21), bâbun fîekli'l-laîım (21), rakam: 3778 (hadise kavi değildir, der); el-Beyhaki, VII/280, ra­kam: 14626-7; Şuaö, V/91, rakam: 5898 (Ebû Ma'şer*in kavı olmadığını söyler); en-Nesâî, es-Sıyâm (22), zikıu'l-ihtilâf alâ Muhammed b. EbîYa'kûb... (43), rakam: 2242 (bunu Ebû Ma'şefin munker hadisleri arasında zikreder); İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, X/686; et-Tebrîzî, Mıskal, İl/450, rakam: 4215.

[844] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, II/303; İbn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, II6248, rakam; 56; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 159, rakam: 498. Muasır el-Gazâli de buna "batıldır", der. Bta. Sürme, s. 103.

[845] el-Buhârî, el-Vudû (4), bâbu men lem yetevedda' min lahmi'ş-şâti ve's-sevîk (51), rakam: 208; el-Etime (70), bâbu kati'l-lahmi bi's-sikkîn (20), rakam: 5408; Müslim, el-Hayz (3), bâbu neshi'l-vudû mimmâ messeti'n-nâr (24), rakam: 92; et-Tırmizî, el-Etime (26), bâbu mâ câe ani'n-Nebî mine'r-ruhsati fî kafi'l-fahmi bi's-sikkîn (33), rakam: 1836; el-Beyhaki, VII/280, rakam: 14628; Şuab, V/91-2, rakam: 5899.

[846] İbmj'i-Cevzî, Mevzuat, III/36-8; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 130, rakam: 291; el-Kârî, a.g.e., s. 463, rakam: 33; el-Mev­sılî, Muğnî, s. 40.

[847] el-Ukaylî, DuaiS, 111/191.

[848] Bkz. ez-Zehebî, Mizan, 111/224-5, rakam: 6222.

[849] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, HI/36-8.

[850] et-Taberânî, Kebir, VIIİ/249, rakam: 7977.

[851] Bkz. el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, V/24-5.

[852] Bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 80, rakam: 160.

[853] Bkz. es-Suyûtî, el-Câmiu's-Sağir, I/475, rakam: 3073.

[854] es-Suyûtî, Leâlî, H/256.

[855] Bkz. el-Hatîb, Târihu Bağdâd, 111/163, rakam: 1205; VJI/283, rakam: 3782; »125, rakam: 5254.

[856] Bkz. e\-Munâvi Feyzul-Kadîr, 111/18),rakam:3073. 

[857] Bkz. ez-Zebîdî, İthâfu's-Sâde, V/670-1.

[858] Bkz. ibn Hacer, el-Metâlibul-Âliye, 11/327, rakam: 2387.

[859]  Bkz. ibn Hacer, üsâmıl-Mîzan, 111/446, rakam: 1735.

[860] Bkz. el-Beyhakî, VII/68.

[861] Bkz. «t-Beyfutf, DÜ358-61.

[862] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 166-168.

[863] Bkz. el-Mevsı!î, Muğnî, s. 40; İbnu'i-Attâr, Fetâvâ, s. 258, rakam: 19; İbnul-Kayyım, Menâr, s. 128, rakam: 288; es-Sağânî, Mevzuat, s. 66-7, rakam: 111-6, s. 70-1, rakam: 120-6; es-Sehâvî, el-Fetâva'l-Hadîsiyye, s. 237-42, rakam: 52; el-Kâri, Esrar, s. 463, rakam; 33; el-Emîr el-Kebir, en-Nuhbetu'l-Behiyye, s. 44, rakam: 73; el-Elbânî, Daîfe, 1/73-4, rakam: 20; el-Âmirî, el-Ceddu'l-Hasîs, s. 143, rakam: 278; s. 157, rakam: 322; s. 185, rakam: 397; s. 248, rakam: 583.

[864] Bkz. el-Fîrûzâbâdî, Sifrus-Seâde, s. 283. Keşkekle ilgili olarak bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 40; ei-Elbânî, Daİfe, il/133-4, rakam: 690.

[865] İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 51; ez-Zetıebî, Mizan, f/134; es-Sağânî, Mevzuat, s. 70; es-Sefıâvî, Mekâsid, s. 141; es: Suyûtî, Leâü, N/224; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 157; eş-Şeybânî, Temyîz, s. 152; el-Hût, Esne'l-Metâiib, s. 158; el-Kâ­rî, £srar, s. 159, 406; el-Aclûnl, Keşful-Hafâ, I/278.

[866] el-Beyhakî, Şuab, V/102. el-Beyhakî burada İbnu'l-Mubârek'ten 'mercimeğin hiçbir peygamber tarafından övülme-digini1 söylediğini nakleder.

[867] el-Beyhakî, Şuab, V/102.

[868] el-Beyhakî, Ma'rife, XIV/Î39. Bkz. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, lil/35-4; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 80, rakam: 159; eş-Şev­kânî, Fevâid, s. 170, rakam: 526; es-Suyûtî, Leâiî, HI/247-53; el-Kâri, Esrar, s. 130, rakam: 58; el-Eserî, Temyîz, s. 31.

[869] İbnu'l-Kayyim, Menâr, s. 130, rakam: 293; el-Kârî, a.g.e., s. 464, rakam: 34.

[870] Bk2. İbnu'i-Attâr, Fetâvâ, s. 260; es-Semhûdî, Gummâz, s. 70, rakam: 56.

[871] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, IH/62; es-Suyûtî, Leâii, II/276; el-Kârî, Esrar, s. 151-2, rakam: 103; el-Aclünî, Kesfu'l-Hafâ, H/336, rakam: 2897; İbn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, 11/270, rakam: 17.

[872] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 168-169.

[873] el-Mevsılî, a.g.e., s. 41; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 56, rakam: 79, s. 130, rakam: 294. Son derece İlginç tasvirli Horoz rivayetleri için bkz. Ebu'ş-Şeyh, KHâbu'l-Azame, s. 186-8, rakam: 29-39; s. 457-9, rakam: 79-89.               

[874] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 55, rakam: 77. Bir diğer misal için bkz. et-Taberânî, Kebîr, Vlll/68, rakam: 7391.     

[875] e!-Bufıârî, Bedu'l-Halk (59), bâbu hayri mâli'I-muslim ğanem.. (15), rakam: 3303; Müslim, ez-2kr (48), bâbu istıhbâ-bi'd-duâ inde siyahi'd-dîk (20), rakam; 82.

[876] Abdurrezzâk, XI/262-3, rakam: 20498; Ahmedb. Hanbel, İV/115, rakam: 17031; W193-4, rakam: 21737; EbûDâ-vûd, el-Edeb (35), bâbu mâ câe fi'd-dîk ve'l-behâim (115), rakam: 5101.                                                        

[877] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 106, rakam: 194; el-Kârî, a.g.e., s. 446, rakam: 23.                                                   

[878] İbnu'I-Cevzî, 8.g.e., IH/9; İbnu'i-Kayyım, a.g.e., s. 106, rakam: 195; el-Kârî, a.g.e., s. 446, rakam: 23.        '  

[879] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 107, rakam; 202; el-Kârî, a.g.e., s. 448, rakam: 23. Hadîs için bkz.el-Buhârî, e/-Ecte-bu'l-Mufred, bâbu îebfıi'l-hamâm (628), s. 441, rakam: 1300; Ebû Dâvûd, el-Edeb (35), bâbun fi'l-la'bi bi'l-haftıâm (65), rakam: 4940.                                                                                                                                     

[880] Ibnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 108, rakam: 203; el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam: 24.

[881] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., H/235, IH/8; İbnu'l-Kayyım. a.g.e., s. 108, rakam: 204; İbn Hacer, Lisânu'l-Mîzân, VI/195, rakam: 696; el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam: 224; el-Adûnî, a.g.e., I/400, rakam: 1286; e!-Kâvukçî, et-Lu'luu'l-Mersû', s. 80, rakam: 195.

[882] Bkz. İbnu'i-Cevzî, a.g.e., H/3034; es-Suyûtî, a.g.e., II/227; ibn Arrâk, a.g.e., H/249, rakam: 59; el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam: 24; el-Kâvukçî, a.g.e., s. 80, rakam:196.

[883] İbn Mâce, et-Ticâre (12), bâbu ittihâzi'l-mâşiye (69), rakam: 2307.

[884] Bkz. İbn Htbbân, Mecrûhîn, 11/107-9; İbn Ebî Hâlim, Kitâbu'i-Cerb, VI/198, rakam: 1090; ez-Zehebî, Mizan, 111/145, rakam: 5891; İbn Hacer, Tehzib, VII/365, rakam: 589.

[885] Bkz. ibn Hibbân, a.g.e., II/98-9; el-Cûzecânî, Ahvâlu'r-Ricât, s. 127, rakam: 211; İbn Ebî Hatim, a.g.e., VI/157, ra­kam; 865; ei-Hatîb, Tân'hu Bağdâd, XI/279-80, rakam: 6051; ez-Zehebî, a.g.e., İH/43, rakam: 5531; İbn Hacer, a,g.e., VII/133, rakam: 279; Takrib, s. 385, rakam: 4493.

[886]  es-Suyûtî, Leâlî, H/227.

[887] es-Sehâvî, Mekâsid.s. 175, rakam: 371.

[888] el-Kârî, a.g.e., s. 449, rakam: 24.

[889] Bkz. EbûDâvûd,el-Elime(21), bâbun fîekli luhûmi'l-hayl (25), rakam: 3790; İbnMâce,ez-Zebâih (27), bâbu luhûmi'l-biğâl (14), rakam: 3198.

[890] Bkz. en-Nevevî, Şerh, XIII/96; el-Kurlubî, Muinim, V/229; el-Ubbî, Şerh, VII/29; ibn Hacer, Fethul-Bâri, XI/82-6. Ba­zılarının at eti yemenin nesholduçjuna dair yaklaşımlarına verilen cevaplar İbn Haeer'den okunabilir.

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 169-170.

[891]  e/-Bey/iatf,VII/287-8.

[892] İbnu'l-Attâr, Fetâvâ, s. 258.

[893] el-Mevsılî, Muğnî, s. 44. Bkz. İbnu'l-Cevzî, /tef, il/782-3, rakam: 1304-5; el-Kâvukcî, el-Lu'luu'l-Mersû', kam: 622.

[894] Bkz. es-Semhûtfi, Gummâz, s. 209, rakam: 270.

[895] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 171.

[896] el-Ukaylî, Duafa, 11/139, rakam: 628; 11/321, rakam: 909; el-Mevsılî, Muğnî, s. 35; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s 63, ta­kanı: 104; s. 125, rakam: 282.                                                                                                                   

[897] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 62, rakam: 99. Mevlana Taki Emînî güzel yüze bakmak lûtîlik şüphesini uyandırmafdarJır. Bu ise peygambere nisbet edilemez, der. Bkz. tJli'yâr, s. 195.                                                                     Esrar sahibi el-Kârî de "güzel yüze bakmak ibadettir" mevzu hadisini zikredip İbnu'l-Kayyım vasıtasıyla İbn Teymiy-ye'den mevzu olduğunu aktardıktan sonra, güzel yüze bakmayı tavsiye eden ve içinde İbadet ifadesi geçmeyen, bunun yerine gözün görme kuvvetini artıracağından bahseden zayıf rivayetleri delil getirerek bu rivayetin zayıf ol­duğunu söyler. {Esrar, s. 355-6, rakam: 561; s. 416, rakam: 7}. Ancak Ebû Nuaym'ın Hiiyetu'i-Evliyâ'smdan (İH/201 -2) delil getirdiği "güzel kadına ve yeşile bakmak gözü kuvvetlendirir hadisini mevzu olarak değil de zayıf olarak ka­bul etmesi ise çok ilginçtir. Çünkü hadis açıkça yabancı bir kadına bakmayı teşvik etmektedir. Ayrıca şu eser sahip­lerinin belirttiği gibi bu rivayet olsa olsa mevzudur, başka birşey değil. Bkz. es-Sağânî, Mevzuat, s. 48, rakam: 65; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 11/317, rakam: 2810; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 200, rakam: 657; ez-Zehebî, Mizan, 111/627, ra­kam: 7863; el-Elbânî, Daife, 1/165, rakam: 133.

Bu manada ilginç bir rivayet daha vardır: "Yüzü en güzel olan insanlara imam olur." ez-Zehebî, Tertibu'l-Mevzûât s. 155, rakam: 474.  Benzer manalı bir rivayette de şöyle geçer: 'Yeşilliğe bakmak, gözün pasını açar;

güze! kadı­na bakmak ise gözü cilalandırır." el-Kuzâî, Şihâbü'i-Arıbâr, s. 78, rakam: 206.

[898] Bkz. ibn Hibbân, Mecrûhîn, II/83-4.

[899] Bkz. Ibnu'l-Cevzî, Mevzuat, i/160.

[900] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 63, rakam: 105.

[901] ei-Heysemî, Mecmeuz-Zevâid, Vlli/47.

[902] et-Taberânî, Evsaf, VIII/385, rakam: 7743.

[903] Keza es-Suyûtî de el-Câmiu's-Sağifde rivayet etmiştir: 1/81, rakam: 511.

[904] el-İclî, Ma'rifetu's-Sikât, il/166, rakam: 1340.

[905] Oysa el-Heysemî sahih demek bir yana hadise zayıf demektedir.

[906] Bkz. el-Munâvî, Feyzu'l-Kadir, 1/312, rakam: 511.

[907] es-Suyûtî, Leâlî, 1/112-3. Keza bkz. Emînî, Mi'yâr, s. 195-7.

[908] Durum ne olursa olsun, güzel yüzlülerle ilgili hadisler hususundaki tartışmanın bitmeyeceği gözükmektedir. Ebû Gudde "hepsi de zayıf tarikli olan" güzel yüzlülerle ilgili hadisler vardır derken (bkz. es-Sehâvî, Mekâsid, s. 80-1, ra­kam: 161; s. 446, rakam: 1250; es-Suyûtî, Leâii, 1/112-120; 11/76-81; el-Adûnî, Keşfııl-Hafl 1/176-7, rakam: 527; eş-Şeybânî, Temyiz, s. 183; Ebû Gudde, Menâr dipnotu, s. 125,2 nolu dipnot), el-Elbânî ise bu kapsama dahil ha­dislerin de bulunduğu beş hadise mevzudur demiştir. Bkz. Daife, 1/163-6, rakam: 130-4. ed-Oumeynî de postacı ile ilgili yaptığımız tevil için "bu teviller her ne kadar uzaK olsa da hadisin nekâretini hafifletmekte, diğerleri ise uzak bi­le olsa tevil ihtimaline sahip değillerdir" demektedir. Mekâyis, s. 196-8.

[909] Emînî, Mi'yâr, s. 225.

[910] el-Fettenî, Tezkiretu'l-Mevzûât,s. 130;eş-Şevkânî, Fevâid, s. 132, rakam:386;es-Sehâvî, Mekâsid,s.255, rakam: 605; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 11/15, rakam: 1570; eş-Şeybânî, Temyiz, s. 94-5.

[911] es-Sehâvî, Mekâsid, s. 285, rakam: 699; el-Kârî, Esrar, s. 246, rakam: 296; el-Aclûnî, a.g.e., il/62-3; eş-Şeybânî, Temyiz, s. 107.

[912] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 171-173.

[913]  el-Gazâlî, ihya, II648; 111/151; el-Fetteni, Tezkiretu'l-Mevzûât, s. 145; el-Kârî, a.g.e., s. 131, rakam: 59.

[914] Bkz. ibn îeymiyye, Mnhâcu's-Sunne, İV/116; İktizâ; s. 173,300; ei-UevsıIÎ, Muğnî, s. 33, 36; İbnu'l-Kayyım, Me­nâr, s. 111, rakam: 223; el-Kârî, Esrar, s. 452, rakam: 27; es-Sehâvî, et-Fetâva'l-Hadisiyye, s. 178, rakam; 41; e(-Hût, Esnel-Metâtib, s. 586-7; el-Elbânî, Daife, 11/89, rakam: 624.

[915] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat H/203; İbn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, 11/157, rakam: 33; el-Leknevî, el-Asâru'l-Merfûa, s. 97. Ha­dis için bkz. el-Beyhakî, Ştıab, III/367, rakam: 3797.

[916] el-Ukaylî, Duafâ, IH/252, rakam: 1253.

[917] İbnu'l-Cevzî, a.g.e., N/203.

[918] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 111-2

[919] Bkz. el-Hût, Esne'l-Mefflib, s. 476, rakam: 1522.

[920] et-Taberânî, Kebîr, X/77, rakam:10007; el-Beyhakî, Şuab, IH/365, rakam: 3792; Kitâbu Fedâilil-Evkât, s. 455-6, ra­kam: 246.

[921] et-Taberânî, Evsaf, X/140-1, rakam: 9298; el-Beyhakî, Şuab, HI/365-6, rakam: 3793-4.

[922] el-Beyhakî, a.g.e., M/365, rakam: 379î; M/366, rakam: 3795.

[923] el-Beyhakî, a.g.e., IIİ/366, rakam: 3795.

[924] Eserin b maddesinde bu zatın ismini bulamadık.

[925] ibn Hibbân, Mecrûhîn, IH/97.

[926] es-Sehâvî, Mekâsid, s. 431, rakam: 1Î93.

[927] Bkz. ibn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, 11/158, rakam; 33.

[928] el-Leknevî, el-Asânj'l-Meriûa, s. 97.

[929] Bkz. ibn Himmât, Tenkit, s. 111.

[930] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 112-3.1 nofu dipnot.

[931] el-Ukaylî, Duafâ, İli/252, rakam: 1253

[932] Geniş bilgi için bkz. es-Suyüti, en-Nuketu'l-Bedîât, s. 198-200; Leâii, 11/111-3. Konuyla ilgili rivayetleri görmek için bkz. el-Beyhakî, KHâbu FedâiM-Evkât, s. 452-4.

[933] Bkz. ibn Teymiyye, Minhâc, İV/116; İktizâ] s. 293,301; et-Fetâval-Kubrâ, 11/261-2, rakam: 221; el-Mevsılî, Muğnt, s. 33, 36; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 96, rakam: 170; el-Fîrûzâbâdî, Sifnı's-Seâde, s. 282; es-SemhM, Gummâz, s. 232, rakam: 325. Ebû Gudde'nin Menâr dipnotunda (s. 96, 4 nolu dipnot) belirttiğine göre, İbn Hacer recep ayında­ki namaz, oruç ve diğer ibadetlerin faziletlerine dair mevzu hadisleri Tebyinu'l-Aceb bimâ Verede fi Fadli Receb ad­lı eserinde toplamış ve bu eser 1351 yılında Kahİre'de 35 sayfa olarak basılmıştır. Bizlerin bu esere ulaşması müm­kün olmadı.

el-Leknevî de namazlara dair mevzu rivayetleri el-Asâru'l-Merfûa fil-Ahbâri'l-Mevzûa adlı güzel çalışmasında bira­raya getirmiştir.

[934] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/124-5; İlel, N/555, rakam:913; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 95, rakam: 168; ibn Arrâk, Tenzi-hu'ş-Şeria, İl/90, rakam: 50; el-Aclûnî, Keşfu'i-Hafâ, I/423-4, rakam: 1358; es-Suyûtî, Leâlî, II/55-6; eş-Şevkânî, Fe-vâid, s. 61, rakam: 146; el-Leknevî, a.g.e., s. 62-77.

es-Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîfüe hadise zayıf der. (|l/9, rakam: 4411). el-Munâvîise Hafız ef-lrâktnin Şeriıu't-Tİrmi-z/sinden nakille hadisin çok zayıf olduğunu, bunun yanında ed-Deyiemtnin {11/401-2, rakam: 3093-5) hadisi üç ta­rikle rivayet ettiğini söyler. {Bkz. Feyzu'i-Kadİr, İV/18, rakam: 4411). Hadisi Abdulkâdir el-Geylânî de Gunye'de zik­reder. (1/175). Bununla beraber, el-Leknevrnin dediği gibi, bu hadis muhaddislerin ittifakıyla mevzudur. Bkz. el-Lek­nevî, a.g.e., s. 63.

[935] İbn Mâce, es-Sıyâm (7), bâbu sıyâmi eşhuri'l-haram {43), rakam: 1743.

[936] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 97, rakam: 173.

[937] et-Taberânî, Kebir, X/287.

[938] Bkz. ibn Adiy, Kâmil, III/85-7, rakam: 6; İbnu'l-Cevzî, Duafâ, I/265-6, rakam: 1158; ez-Zehebî, Mizan, 11/12, rakam: 2631.

[939] Bkz. el-Beyhakî, Kıiâbu Fedâiti'l-Evkât, s. 107. el-Beyhakî rivayet hususunda şöyle der: Dâvûd bin Atâ kavî değil­dir. Oysa yine İbn Abbas'tan Hz. Peygamberin böyle yaptığı rivayet edilmiştir. Dâvûd Hz. Peygamberin uygulama­sını nehye çevirip tahrif etmiştir. Bununla beraber, rivayeti sahihse bu tenzîhe hamledilir. Nitekim eş-Şâfiî de bu babla şöyle demiştir: 'Bir kimsenin ramazan dışında bir ayı oruçlu geçirmesini hoş görmem.' eş-Şâfiî bu sözüne Hz. Âi-şe'den gelen şu hadisi mesned almıştır: 'Rasûlullah o derece oruç tutardı ki, arttk orucu bırakmaz derdik. Bazan de öyle orucu terk ederdi ki, arlık oruç tutmaz derdik. Ben Rasûlullah'm ramazan dışında bir ayın tamamını oruçlu ge­çirdiğini görmedim. Şaban ayı kadar hiçbir ayda oruç tuttuğunu da görmedim.' eş-Şâfiî haftanın bir gününü de sü­rekli oruçlu tutmayı kerih görmüş ve bir cahilin görüp te farz sanmasından çekindiğinden dolayı böyle söylediğini belirtmiş, sonra da şöyle demiştir: 'Böyle bir oruç tutarsa (zikri geçen ihtimal de yoksa), bu iyidir.' el-Beyhakî bu na­killeri yaptıktan sonra şöyle söyler: Dolayısıyla eş-Şâfiî keraheti cafıilin şeriatın aslından sanması tehlikesi sebebiy­le söylemiştir. Böylece (yukarıdaki rivayet sahihse} kerahetin sebeüi anlaşılmış olmakladır. Bkz. s. 90,106-9.

[940] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 98, rakam: 174.

[941] İbnu'î-Kayyım, Menâr, s. 99, rakam: 175; es-Suyûtî, Leâlİ, II/58-9; İbn Arrâk, Tenzîhu's-Şeria, II/92, rakam: 52; eş-Şevkânî, Fevâid, s. 63, rakam: 148; el-Leknevî, el-Asâru'l-Merfûa, s. 82-3. Konuyla ilgili rivayetleri görmek için bkz. el-Beyhakî, KHâbu Fedâiti'l-Evkât, s. 118-134.

[942] İbn Teymiyye, Minhâc, İV/116; İbnu'l-Kayyım, a.ge., s. 95, rakam: 166.

[943] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 11/117; İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 4, rakam: 48; ei-Kârî, Esrar, s. 404; İbn Anâk, a.g.e., II/84, rakam: 29.

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 173-176.

[944] İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 63, rakam: 106,110, rakam: 210;el-Kâvukcî, et-Luluu'l-Mersû', s. 233; el-Fîrûzâbâdî, Sif-ru's-Seâde, s. 286.

[945] Bta. el-Kannûcî, el-tzâa E mâ Kâne ve mâ Yekûnu beyne YedeyfsSâa, s. 97.

[946] Bkz. Fazlur Rahman, Metodoloji s. 59.                                  

[947] İbnu'l-Kayyım, Menâr,s. 110. İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/194.

[948] İbn Adiy, Duafâ, H/48, rakam: 41; V/308, rakam: 490; Ebû Ya'lâ, 11/160-1, rakam: 851; İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/193; ei-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid VII/257; İbn Hacer, ei-Metâlibu'l-Âliye, İV/341, rakam: 4549; es-Suyütî, Leâiİ, H/390 (hadisin sağlam bir tariki daha olduğunu söyler); ibn Arrâk, Tenzinu'ş-Şeria, H/348, rakam: 11 .

[949] ibn Mâce, el-FSen (36), bâbu'l-âyât (28), rakam: 4057; el-Hâkim, Mustedrek, İV/428, rakam: 8319 (hadisin es-Sa-hîhayrim şartlarına göre sahih olduğunu fakat tahrîc etmediklerini söyler ancak ez-Zehebî Telhfööe 'zannedersem mevzudur, der); İbn Kesîr, Bidâye, VI/257; es-Suyûtî, ed-Dunv'i-Mensör, III/395; el-Bûsırî, Zevâidu ibn Mâce, s. 523-4, rakam: 1360.

[950] Bkz. el-Hindî, Kenzu'İ-Ummâl, XIV/2i1, rakam: 38432.

[951] Bkz. es-Sindî, Şerh, H/502.

[952] Bkz. ez-Zehebî, Mîzân, 111/308, rakam: 6534; ibn Hacer, Tehzîb, VIII/173, rakam: 5442.

[953]   Bkz. es-Sincfi, a.g.e., H/502.

[954]  Bkz. ei-Ukaylî, Dualâ, fll/328-9, rakam: 1348.

[955] ibn Adiy, Kâmil, V/383, rakam: 579. [el-Buhârî rârifi'inde bu zatın İsmini verip ne kendisi ne dB rivayeti

hakkında birşey söylemez. VII/18, rakam: 81 j.

[956] Bkz. ibn Ebî Hatim, Kitâbu'l-Cerh, VI/388, rakam: 2160. [Tehzitfte bu söz el-Hâkim'in sözü olarak geçmektedir. Bu mümkün değildir çünkü el-Hâkim'in vefatı 405'dir. Ayrıca el-Hâkim bu zatın hadisini MustedreKMe rivayet etmek­tedir. Bunun el-Hâkim değil de el-Hakîm et-Timizi (280/893) olduğunu kabul etsek bile iki ismin yazılışı (zabtı) fark­lıdır. Dolayısıyla isim Tebzîtffe yanlış yazılmıştır].

[957] el-Mizzî, Tehzibu'l-Kemâl, XXII/461-3, rakam: 4554.

[958] Bkz. ez-Zehebî, Muğni, U/495, rakam: 4777. Bu zat hakkında ayrıca bkz. İbn Hibbân, Mectûhin, 11/197; İbnu'l-Cev­zî, Duafâ, lil/237, rakam: 2629; ez-Zehebî, Kâşif, 11/102, rakam: 4318.

[959]  ei-Ukaylî, Duafâ, N/304, rakam: 882.

[960] Bkz. İbn Ebî Hatim, KÜâbu'l-Cerh, V/177, rakam: 630.

[961] Bkz. ez-Zehebî, Muğni, I/352, rakam: 3320; Mîzân, li/499-500, rakam: 4590; Kâşif, I/592, rakam: 2942.

[962] Bkz. İbn Hacer, Tehzib, V7387-8, rakam: 3689.

[963] et-Tırmizi, el-llm (42), bâbu mâ câe fi'l-ehzi bi's-sunne... (16), rakam: 2678.

[964] Bkz. el-Mizzî, Tehzibu'l-Kemâl, XVI/257, rakam: 3521 {Kitâbu'sSikâtta Abdullah maddesinde bu zatı bulamadık).

[965] ed-Dârekutnî, İlel, Vİ164-5, rakam: 1046.

[966] İbnu'l-Cevzî, Mevztfâf, İH/197-8.

[967] Bkz. İbnu'l-Cevzî, İlel, fl/854-5, rakam: 1429.

[968] es-Suyûtî, Leâli, H/394.

[969] el-Hût, Esne't-Metâlib, s. 565-6.

[970] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 176-179.

[971] e!-Mevsılî, Muğni, s. 43; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 354-5, rakam: 921. el-Kârî hadisin zayıf olduğunu söyler. Bkz. Es­rar, s. 290-1, rakam: 390; s. 367, rakam: 594; s. 467.

[972] İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 65, rakam: 119.

[973] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, İII/76.

[974] Bkz. et-Taberânî, Evsat, X/104, rakam: 9218.

[975] el-Heysemî, Memeu'z-Zevâid, X/?38.

[976] es-Suyûtî, ei-Câmiu's-Sağir, 1/114, rakam: 745.

[977] el-Munâvî, Feyzu'1-Kadir, f/399, rakam: 745- [el-Munâvfnin atıfta bulunduğu hadîsi İbn Huzeyme'nin eksik olan mat­bu nüshasında bulamadık].

[978] İbnul-Kayyım, Menâr, s. 66, rakam: 120; el-Fîrûzâbâdt, Sifm's-Seâde, s. 279; el-Mevsılî, Muğnî, s. 21.

[979] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/171 -2; İbnu'f-Kayyım, Menâr, s. 66; el-Heysemî, Mecmu'z-Zevâid, X/268; Yardım, Mesne-vi Hadisleri, s. 126. Başka misâller için bkz. Câmî, Nakdu'n-Nusûs, s. 50; el-Kâvukcî, el-Luhu'l-Mersû', s. 170, ra­kam: 514; el-Hakîm et-Tirmizî, NevâdinıWsût, H/389; Bîcân, Envâm'l-Aşikİn, s. 22-3; Saklan, Ebû Bekir Muhattı-med el-Kelâbâzi ve Maâni'l-Ahbâr, s. 205. Akılla ilgili hadisleri birarada görmek için de bkz. İbn Ebi'd-Dunyâ. ei-Ak-lu ve Fadluh, hzr. Mustafa Abdulkâdir Atâ, Beyrut-1993.

[980] Bkz. Ebû Nuaym, Hİtye, VII/318; el-Gazâlî, İhya, 1/89; İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâva, XVItl/336-8; XXXV/153; es-Sehâvî, Mekâsid, s. 118, rakam: 233.

[981] Bkz. el-Kettânî, Cedelu'l-Akl, s. 470-1.

[982] Bkz. el-Kâri, Esrar, s. 421, rakam: 10.

[983] Bkz. İbnu'i-Cevzî, Mevzuat, f/177.

[984] Bkz. el-Ukaylî, Duatâ, 111/175, rakam: 1169.

[985] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 67, rakam: 122.

[986] Bkz. el-Mevsılî, Muğni, s. 21.

[987] Bkz. Keşful-Haiâ, 1/236-7.

[988] el-Elbârtî, Daiie, 1/53. Akılla ilgili hadislerin değerlendirmesi hususunda bkz. eş-Şerkâvî, es-Sûfiyyetu ve'l-Akl, s. 8i 102;eİ-Huveynî, Cunnetu'1-MüHâb, 1/59-76.

[989] ei-Alûsfden nakleden Ebû Şehbe, İsrailiyyât, s. 291.

[990] e!-Beyhakî,Şuaû,VII/14.

[991] Bkz. İbn Teymiyye, Minhâcu's-Sunne, İV/116,118. İbn Teymiyye Aranîtere ceza olarak yapılanları da kesin bilgi oU • rak değerlendirir.

[992] Bkz. IbnAbdiiber, Temhid, MI/318.

[993] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 180-182.

[994] Bkz. eİ-A'zamî, Menhec, s. 49.

[995] Hz. Peygamberin Kur'ân'a muhalefet etmeyeceğini söylerken, bu sâzden, onun Kur'ân dışında hüküm getirmeye­ceği anlamını çıkarmamak gerekir. Çünkü Hz. Peygamber teşrîde ikinci kaynaktır. Bununla beraber, onun koyduğu hükümler herhangi bir açıdan Kur'ân'a ayktrılık taşımazlar.

[996] 9kz. İbnu'l-Kayyjm, Menâr, 80-4.

[997] et-Taberânî, Evsat, 1/133, rakam: 152.

[998] Bkz. el-Buhârî, el-Edebu'l-Mufred, s. 163, rakam: 532; ei-Taberânî, Kefe/r, V/190, rakam: 50S2.

[999] Bkz. et-Tımzî, el-Menâkıb (50), bâb (21), rakam: 3724.

[1000] Bkz. el-Hatib, Kifâye, s. 469.

[1001] es-Suyûtî, Tedrib, 1/353.

[1002] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 78, rakam: 138.

[1003] İbn Hİbbân, Mecrûhİn, 1/245; Ibnu'l-Kayyım, Menâr, s. 99-100, rakam: 178.

[1004] 8kz. S\düiq\, Hadis Edebiyatı, s. 172.

[1005] Bkz. et-Tafıâvî, Muşkil, 111/92, rakam: 1067; et-Taberânî, Evsat, V/32-3, rakam: 405!.

[1006] İbnu'l-Cevzi, Mevzuat, I/357.

[1007] Bkz. ibnTeymiyye, Minhâc, İV/118,

[1008] Bkz. İbnu'f-Kayyim, Menâr, s. 57, rakam: 82.                          

[1009] İbn Kuteybe, TeV/7, s. 166-7, rakam: 80.

[1010] İnal, Malta, bah:6, ayet: 9-13; Luka, bab: 11, ayet: 2-4.

[1011] öjû Dâvûd, et-Tıb (22), bâbun keyfe'r-raky (19), rakam; 3892; İbn Atfıy, Kam//, 111/197, rakam: 13; el-Hâkİrri, Mus-tedrek,\IZH, rakam: 1272.

[1012] Bkz. Okiç, Tefsir ve Hadis Usûlünün Ban Meseleleri, s. 232-4

[1013] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 1/339.

[1014] Bkz. ez-Zehebî, Mizan, 1/211, rakam: B24.

[1015] ei-Hâkim, Medhal,s. 167.

[1016] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat I/344; es-Suyûfî, Leâli, 1/324.

[1017] Bkz. ez-Zehebî, Mîzân, 111/160, rakam: 5960.

[1018] Bkz. İbn Hibbân, Mecrûhîn, If/UO.

[1019] Bkz. es-Suyûti, Tedrîb, 1/352.

[1020] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 183-189.

[1021] İbnu'l-Cevzr, Mevzuat, 1/451-3; ibn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, 11/67, rakam; 6.

[1022] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 189-190.

[1023] ez-Zehebî, Mizan, N/351, rakam: 4047.

[1024] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 190.

[1025]  Bkz. EbûSehbe, Difâ\s.A2.

[1026] ed-Deytemî, H/309, rakam: 2791; es-Suyûlî, el-Câmiu's-Sağîr, 1/614, rakam: 3971.

[1027] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 190.

[1028] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, 111/193; İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. 110, rakam: 214; el-Kârî, Esrar, s. 451, rakam: 26. es-Su-: yutî ise -hadisin manası açık olmasına rağmen- senedi her zaman önde tutan yaklaşımı sebebiyle, diğer varyant­larının sağlam olduğunu (bkz. ei-Hâkim, Musiedrek, İV/457, h. no: 8411, hadisi el-Fiten ve'l-Melâhim'de zikreder,

b ez-Zehebî de sahihtir der), ayrıca hadiste kastedilenin kıyamete yakın yüzyıl olduğunu, İbnu'l-Cevzrnin ise bunu ilk i yüzüncü yıl zannettiğini ve bu meltemin eseceğinin sahih rivayetlerde yer aldığını söyler. (Bkz. Leâlî, II/390; en-Nu-ketü'l-Bediâi, s. 257, rakam: 270}. İbn Arrâk da aynı şeyleri söyler. {Tenzîhu's-Şeria, II/348, rakam: 10). es-Şevkâ-! nî ise bir tercihle bulunmaz, her iki görüşü de nakleder. {Fevâid, s. 438, rakam: 1423). Onun böyle bir izah getirme­si, açık olan hadisi başka yönlere çekmesi zorlamadır.

[1029] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 191.

[1030] er-Resâi!u'l-Kut)râ, ll/340'dan nakleden Kandemir, Mevzu Hadisler, s. 186,122 nofu dipnot.                             

[1031] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 191.

[1032] ez-Zehebî, Mizan, I/İ08, rakam: 421; İbn Hacer, Nuket, H/842.                                                                          

[1033] İbn Arrâk, Tenzîhu'ş-Şeria, I/6.                                                                                                                         

[1034] Onunla ilgili olarak bkz. ibn Hibbân, Mecrûntn, 1/142. el-Hasan'ın Ebû Hureyre'rJen naklettiği rivayederin mursel ol­duğu hususunda bkz. ez-Zehebî, Nubelâ, İV/566, rakam: 223.                                                                          

[1035] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 191.

[1036] el-Hâkim, Mustedrek, 111/112, rakam: 4585.

[1037] İbnu'l-Cevzî, Mevzuat, I/342. Keza bfcz. es-Suyûîî, Leâlİ, 1/321-2

[1038] Bkz. ez-Zehebî, Telhîsu'l-Mustedrek {Mustedrek hamişinde), IH/112. ez-Zehebî sözü buraya kadar İyi getirir ancak ardından tevil etmeye çalışır ve Hz. Ali'nin esasında "ben Allah'a yedi yaşında iken ibadet ettim" dediğini ancak ra-vininin duyduğunu tam ezberieyemediğini söyler. Halbuki kendisinin de belirttiği gibi, hadisin railerinden oian Hab­be b. Cuveyn ğulâi-i Şia'dandır. Aynı şekilde Şuayb b. Safvân ile el-Ecleh de haklarında konuşulan kimselerdir. Yi­ne ez-Zertebrnirt kendisi Habbe'nin Bedir'e katılmış seksen sahabinin Hz. Ali'yle beraber Sıfffn savaşına katıldığım rivayet eden kimse olduğunu ve bu rivayetin muhal olduğunu belirtmektedir. Bkz. a.g.e., 111/112; Mîzân, 1/450, ra­kam: 1688. Muğnîûe ise bu rakamı oluz olarak verir. Bkz. 1/146, rakam: 1282.

[1039] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 192.

[1040] İbn Kesîr, Bidâye, XIV/30. Belgeniı farklı kimseler zamanında gündeme getirilmesi, yahudilerin cizyeden kurtulma çabaları olarak görülebilir. Bununla beraber aynı olayın mükerrerieştirilmiş olması da ihtimal dahilindedir. Her^âlu-kârda konumuzla ilgili güzel bir misaldir.

[1041] Bkz. İbn Kesîr, ag.a, XII/108-9.

[1042] Vefalıyla ilgili olarak bkz. İbn Hacer, İsâbe, IH/84.

[1043] Bkz. İbnu'l-Cevzî, Muntazam, XVI/129; el-Hamevî, Mu'cemuWdebâ, I/3B6; es-Subkî, Tabakât, İV/35; ibn Ke|£ Bi-dâye, XII/ÎO8-9; es-Sehâvî, İlân, s. 25; el-Kârî, Esrar, s. 446, rakam: 22.

[1044] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Menâr, s. J02-5, rakam: 193; e!-Kârî, Esrar, s. 444-6, rakam: 15; Emînî, Mi'yâr, s. 330-1. İbnu'l-Kayyım Ahkâmu Ert/fz-Zîmme'de de bu vesikanın mevzuluguna delalet eden on yön zikretmiştir. Burada birkaç madde Menârtfakinden farklıdır, bu durumda uydurma olduğuna İşaret eden yönler ondan fazla olmaktadır. Bkz.Ahkâmu Ehü'z-Zimme, 1/7-9.

[1045] ATî b.Ebî Tâlib olmalıydı.

[1046] İbn Kesîr, a.g.e., XIV/20. Konumuzla ilgili başka bir misal için, kitabımızın "Hangi Konulardaki Hadisler Sabin Değil­dir" bölümünde "Kür'ân" başirğı altında zikredilen aftıncı maddeye yani el-Bakara sûresinin H. ayetiyie ilgili rivaye­te bkz.

[1047] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 192-195.

[1048] Ebû Nuaym, Hilye, 1/243-4; Keskin, Ebö Nuaym, s. 151.

[1049] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 195.

[1050] İbnu'I-Cevzî, Mevzuat, H/8. İbn Hacer Ummu Kulsûm'un babasının vefatından sonra dünyaya geldiğini, Habîbe bnt.

Hâdice'den doğduğunu ve ablası Hz. Âişe'den hadis rivayet ettiğini söyler. Bkz. İsâbe, VIII/296. Ondan Önce de ib- nu'f-Esîr, bu kızın Hz. Ebûbekr'in vefalından sonra doğduğunu söyler. Bkz. Usdu'l-Ğâbç, VI/363.

[1051] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 195-196.

[1052] el-Buhârî, et-Tevhîd (97), bâbu mâ câe fî kavlihî azze ve celle "ve kelleme Mûsâ teklîmâ" (37), rakam: 7517; Mus-lim, el-îmân (1), bâbu'i-isrâ bi Rasûlillah (74), rakam: 262.

[1053] Bkz. Iyâz, Şilâ, 1/180; İbn Kesîr, Tefsir, V/6; İbn Hacer, Fethu'l-BârS, Xv7451, rakam: 7517; es-Suyûtî, el-İsrâ ve'l-M/'râs. 18, 60.

[1054] Bkz. en-Nevevî, Şerh, 11/209-10.

[1055] Örnek için bte. Davudoğlu, Şerh, IX/127.

[1056] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 196-198.

[1057] et-Tirmizi, ei-Menâkıb (50), bâbu mâ câe fî bed'i nubuvveti'n-Nebî (3), rakam: 3620. Bu hadis aynı tarikle şu eserlerde de geçer: el-Harâitî, HevMul-Cmân, s. 194-6; et-Taberî, Târihu't-Taberi, H/277-8; el-Hâkİm, Mustedrek,11/615-6; el-Hatîb, Tâıîhu Bağdâd, X/252-3; Ebu Nuaym, Ma'ritetu's-Sahâbe, 111/188-9; el-Beyhakî, Delâil, I1/24-5; el-Esbehânî, Delâiiu'n-Nubuvve, 1/381-3; İbn Manzûr, Muhtasar, li/6-7; es-Suheylî, er-Ravdul-Umt, 11/224-5; ibn Kesîr, Bidâye, 11/264-5; es-Suyûtî, Hasâis, 1/83-4.

el-Mes'ûdî bu yolculukta Ebûbekr ite Bilal'ın bulunduğunu, rahibin Rasûlullah'm durumunu bu İkisine anlattığım söyler. Bkz. el-Mesûdî, Murûcu'z-Zeheb, 1/75.

[1058] Ebû Nuaym, Delâil, 1/172. Ebu Nuaym başka bir tarikle Şam yolculuğunu İbn Abbâs'tan rivayet eder. Bu rivayetinde, Hz. Peygamberin Hz. Ebûbekr iie berabet yolculuğa çıktığını, bu sırada Rasülullah'ın yirmi, Ebûbekr'in onsekiz yaşında olduğunu nakleder. Bahîra ile bir konaklama vesilesi İle tanışırlar. Hz. Peygamberin gelecek peygamber ol duğunu anlar. Bu durum karşısında Hz. Ebûbekr'in kalbine daha o zamandan yairîn gelir, diye nakleder. Ebu Nu-aym Ma'rifetu's-Sahâbe, 111/188. es-Suyûtf de zayıf bir senedle Ibn Mende'nin bunu rivayet ettiğini söyler ve hadisi nakleder. Bkz. Hasâis, I/86. Ancak bu rivayet diğer rivayetler karşısında tenakuzlarla doludur. İbn Hacer, bu rivayet sahih ise başka bir sefer gerçekleşmiştir der (isâbe, 1/354) ve her zaman olduğu gibi tekerrür yoluna baş vurur. Bizce bu ikinci rivayet asılsızdır. Çünkü ikinci' bir defa yine aynı rahibe uğramaları ve rahibin ön­ceki görüşmeyi' unutmuşçasına, Hz. Peygamberi ilk defa görmüş gibi karşılaması muhal gelmektedir.

[1059] İbnu'l-Esîr, Câmiu'I-Usûl, XI/260, rakam: 8836.

[1060] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 198-200.

[1061]  Bkz. el-Mespûa7, Murûcu'z-Zeheb, [1/293; ibn Seyyidi'n-Nâs, Uyünul-Eser, 1/105.

[1062] Bkz. Ebû Nuaym, Detâil, 1/168.

[1063] Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, 1/121; el-Mes'ûdî, Murûcu'z-Zeheb, I/75; ez-Zerkeşî, İcâbe, s. 49; İbn Kesîr, Bidâye, H/265; Ş\h\\, Asr-ı Saadet, 1/131, Arcün.MuhammedRasûlullah, 1/167.                                  

[1064] Bkz. el-Mes'ûoî, a.g.e., H/293.

Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 200.

[1065] Bkz. İbn Hacer, Takrib, s. 313, rakam: 3467; el-Mizzî, Tehzibul-Kemâl, XV/2B4-5, rakam: 3418.

[1066] İbn Kesîr, Bidâye, II/265. İbn Hacer de Rasûlullah'ın ondan büyük olduğunu söyler. Bkz. isâbe, İV/169.

[1067] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 201.

[1068] Bkz. İbnu'l-Esîr, Usdul-Ğâbe, 1/245; el-Heysemî, Mecmeuz-Zevâid, IX/300; İbn Hacer, Takrib, s. 129; Tehzib, 1/503; el-Mizzî, Tehzibul-Kemâl, İV/290, rakam: 782.

[1069] Bkz. İbnu'l Esîr, Usdul-Ğâbe, 1/245; İbn Kesîr, Bidâye, Vli/105; ez-Zehebî, Târibul-İslâm, Hulefa-i Raşİdin aidi, s. 205; İbn Hacer, Tebzîb, 1/503; el-Mizzî, Tehzîbu'l-Kemâl, İV/290, rakam: 782.

[1070] Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, 111/238; İbn Hibbân, KHâbu's-Sikât, lil/28; İbnu'l-Esîr, a.g.e., 1/245; İbn Abdilber, istîâb,   t /9; İbn Kesîr, Bidâye, VII/105; ez-Zehebî, Târihu'l-İstâm, Hulefa-i Raşidin cildi, s. 205; İber, 1/1 S; Nubelâ, 1/347, £jP, ra­kam: 76; İbnu'i-İmâd, Şezerât, 1/171; el-Mizzî, a.g.e., İV/290, rakam; 782; el-Hazrecî, Hulâsa, s. 53.

[1071] Bkz. İbn Abdilber, İslİâb, 1/179; ez-Zehebî, Nubelâ, I/359-360, rakam; 76.

[1072] İbn Hacer, Tehzib, I/502-3.

[1073] Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, MI/238; İbn Hibbân, Kitâbus-Sikât, IH/28; İbnu'l Esîr, Usdul-Ğâbe, 1/245; İbn Kesîr, a.g.e., VIÎ/105; ez-Zehebî, Nubelâ, f/347, rakam: 76; İbn Hacer, Takrib, s. 129; Tehzib, 1/503; el-Hazrecî, a.g.e., s. 53.

[1074] Bkz. İbn Abdilber, istîâb, 1/179; İbnu'l-İmâd, Şezerât, 1/171.

[1075] Bkz. İbn Abdilber, ag.e, 1/179; el-Mizzî, Tehzîbu'l-Kemâl, İV/290, rakam: 782.

[1076] İbn Sa'd, Tabakât, 111/238; Ibn Abdilber, a.g.e., 1/179; el-Mizzi, Tehzibu'l-Kemâl, İV/290. İbn Hacer, Tetefo 1/503; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, IX/300.

[1077]   8la. İbn Manzûr, Muhtasar, V/267. Şuayb ile Saîd'in ayrı kişiler mi yoksa teshil sonucu Şuayb'ın Saîd veya Saîrfîn Şuayb şeklinde mi yazılmış olduğunu tesbtt edemedik.

[1078]  Bkz. e:-Zerkeşî, İcâbe, s. 48-9; ez-Zehebî, Târihu'l-islâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye cildi, s. 57; Mizan, 11/581, rakam: 4934; Nubetâ, 1/352, rakam: 76; İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 1/76-7; İbn Hacer, İsâbe, 1/326-7; el-Mizzî, Tetoİbu'l-Kemâl, IV/289-290, rakam: 782; Şİbli, Asr-ı Saadet, 1/133.

[1079] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 201-202.

[1080] ibn Seyyidt'n-Nâs, Uyûnu'l-Eser, 1/107.

[1081] Olay bütün boyutuyla harikuladelikler silsilesi olarak kabul edildiğinde, bunun makul olacağını düşünüyoruz. Bu ba­kış açısıyla 'ağaç göfge yapınca bulutun gölgesinin hükmü kalır mı' sorusuna şöyle cevap verilebilir: Rasûlullah ağa­cın altında oturunca, bulut onu takip ettiği için bu sefer ağacı gölgelendirmeye devam etmiş, ağaç ta dallarını göl­gelendirmek, sanki üzerine bir şemsiye gibi olmak kabilinden, (bu da ayrıca bir irhas olarak), Rasûlullah'ın üzerine eğilmiş olabilir. Nitekim İbn İshâk'ın rivayetinde şöyle geçmektedir: "Bir bulut insanların içinde onu gölgelendiriyor­du. Sonra yöneldiler ve Bahîra'ya yakın bir ağacın gölgesi altında konakladılar. Bahîra buluta bakınca onun ağacı gölgelendirdiğini gördü. Ağacın dalları da Rasûlullah'm üzerine doğru sarktı ve onun altında gölgelendi..." İbn İshâk, Sİretu ibn İshâk, s. 54. Ayrıca et-Tırmizfde ve diğerlerinde geçtiği gibi, ağaca doğru giderken de bulut gölgesine de-j vam etmiş, oturduktan sonra ondan önce gidenleri gölgelendiren ağaç Rasûlullah'a doğru dallarıyla yönelmiştir. Dch layısıyla hadisenin bu yönüne, ağacın Rasûlullah üzerine yönelmesi açısından bakmak uygun olacaktır.

[1082]  ez-Zehebî, Târihu'i-İslâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye cildi, s. 57. ez-Zehebî başka bir yerde de rivayetin ihtimali oîma-dfğını (Nubelâ, IX/519, rakam: 201), bir yerde de batıl olduğunu belirtir. Bkz. Mİzân, N/58), rakam: 4934. Tethisu'l-MustedreKte de (II/616) "mevzu olduğunu zannediyorum, bir kısmı ise batıldır" der,

es-Suheylfnin er-Ravdu'l-Unutunu tahkik eden Abdurrahman el-Vekil de rivayetin uydurma olduğuna çeşitli yönler­den defüler getirir, daha sonra hadisin varyantları arasındaki tenakuzluklara değinir. Bu arada şöyle söyler: "Böyle bir olay olmuş olsaydı, haberi mutevatir olur, Mekke ile civar köylerinde yaydırdı. Ayrıca kendisine geceleyin gelen ilk vahye dair Rasûlullah'ta bir ön bilgi olurdu. Fakat böyle birşey yoktur. Rasûlullah Kur'ân'ın da lekid ettiği gibi (eş-Şûrâ/42, 52) vahiyden önce imanı dahi bilmiyordu." II/226. Keza bkz. Şiblî, Asr-ı Saadet, I/Î33.

[1083] İbn Kesîr, Bidâye, II/265. İbn Kesîr bir çıkış yolu arar: "Belki şöyie denebilir: Bu sefer Rasûlullah'ın yaşı büyükken yapılmıştı da tarihi burada zikredilenden sonra idi, ya da, Rasûlullah'ın bu yolculuk sırasında yaşının 12 olduğu şek­lindeki söz sağlıklı değildir." Görüldüğü gibi, ibn Kesîr yolculuğun tarihini Rasûlullah'ın yaş itibarıyla daha büyük ol­duğu bir döneme taşımaya çalışmaktadır. Ancak bu gayretini dayandırabileceği bir mesned yoktur. Çünkü rivayet­ler ortadadır.

[1084] Bkz. ibn Hacer, İsâbe, 1/353.

[1085] el-Mubârekfûrî, Tuhfetu'i-Ahvezî, X/66. Muhammed Arcûn, Bilal'ın bu yolculukta bulunuşunu izah etmek için olduk­ça kurgulu bir senaryo düzenler: "Bilal'in, bu yolculukta bulunma İhtimali daha tercihe şayan ve münasip durumdur. Çünkü ufaklığından itibaren köle ise, küçüklüğüne rağmen efendilerine hizmet etmek için bu yolculuğa çıkmış ol­masına mani nedir? Veyahutta akrabalarından bazıları veya başkalarıyla ücretle tutulmuş olarak bu yolculuğa katılmış olabilir. Rahip Nz. Peygamberin durumunu haber verip, düşmanlarının ona düşündükleri desiselerden korka­rak amcası Ebû Tâlib'e birlikte ülkesine dönmelerini tavsiye edince, Ebûbekr Bilal'den ona yol arkadaşı olmasını rtca etmiş, Bilal'ın efendisi de Ebû Tafib'i memnun etmek için Hz. Peygamberin yanında Bilal'ı yol arkadaşı olarak göndermeye razı olmuştur. Zaten Bilal'ın durumu bu arkadaşlığa müsait idi. Bilal de bunu kabul etmiş ve Hz. Mu­hammed ile arkadaşlığa isteyerek razı gelmiştir. Bu o anki tabii bir durumdur. Hz. Ebûbekrln büyük olmasına veya . Bilal'ı salın almış olmasına veyahutta ravilerin hata yaptığının düşünülmesine gerek yoktur." Arcûn, Muhammed Ra-sıîM/a/i, 1/169,

[1086] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 1/77; el-Mubârekfûrî, a.g.e., X/66.

[1087] Bkz. ibn İshâk, Sîretu İbn İstifa s. 55; ibn Sa'd, Tabakât, 1/120-1; Ebû Nuaym, Delâil, 1/170; İbn Hişâm, es-Siretu'n-Nebeviyye, 1/182-3 (İbn İshâK'tan naklen); el-Beyhakî, Delâil, II/26-9 (İbn ishâk'tan naklen); İbnu'l-Cevzî, Sıfatu's-Safve, I/70; İbn Kesîr, es-Sİretu'n-Nebeviyye, I/245 (İbn İshâk'tan naklen}; İbn Seyyidi'n-Nâs, Uyûnu'l-Eser, l/t 07 (İbn ishâk'tan naklen); ibn Manzûr, Muhtasar Târihu Dimeşk I/7-9 {İbn İshâk'tan naklen); İbn Kesîr, Bidâye, II/263-4 (İbn İshâk'tan naklen}.

[1088] ez-Zehebî, Târihu'l-İslâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye cildi, s. 57.

[1089] Bahira'nın Rasûlullah ile ilgili hususları, babasının vefat etmiş olabileceğini vb. bilgileri hrisByanların ellerindeki mu­kaddes kitaptan öğrenmiş olabileceği belirtilmektedir. Bkz. el-Gazâlî, Fıkhu's-Sîre, s. 65.

[1090] Mesela bir rivayette şöyle geçer: Bahîra Rasülullah'ı yemeğe çağırınca bulut üzerindeki takibini sürdürdü, ağaç ta yerinden sökülüp gelmeye başladı. Bkz. Ebû Nuaym, De/âtf, 1/169.

[1091] el-Gazâİî, Fıkhu's-Sîre, s. 66. Eserin muhakkiki Muhammed NÜsıruddîn el-Elbânî ise dipnotta sahih olduğunu söy-fer.

[1092] Hz. Peygamberin Hz. Hadîce adına Şam'a ticarete gitmesiyle ilgili olarak İbn Ishâk'ın rivayet ettiği bir hadis vardır. Bu rivayette anlatılanlar çocukluğundaki yolculuğuna oldukça benzemekte ve papaz bu rivayette de ortaya çıkmak­tadır: "...Hz. Peygamber Hadîce'nin malının başında, Hadîce'nin kölesi Meysere ile birlikte yola koyuldu. Şam'a gel­di. Rasûlullah burada bir rahibin manastırının yakınında bir ağacın altında konakladı. Ueysere'yi gören rahip "ağa­cın altında konaklayan su adam kim" diye sordu. Meysere "Kureyşli biridir. Harem ehlindendir" cevabını verdi. Ra­hip "bu ağacın altına bir peygamberden başkası asla oturmadf dedi... Anlattıklarına göre, Meysere, yolculuk sıra­sında hava iyice ısınıp sıcaklık artınca iki meleğin Hz. Peygamberi güneşten koruyup gölgelendirdiğini görüyor­du...-" İbn İshâk, Siretu İbn İshâk, s. 59.

[1093] Bkz. Ebû Nuaym, Delâil, 1/170-2, rakam: 109.

[1094] Bkz. İbnu'l-Esîr, Câmiul-Usûl, 1/48.

[1095] el-Hâkim, Mustedrek, H/616.                                                 

[1096] Bkz. el-Mubârektûrî, TuhfeJu'l-Ahvazİ, XA36.

[1097] Bkz. İbn Hacer, Fethul-Bâri, VIII/716; el-Esbehânî, Delâil, I/385.

[1098] İbn Hacer, teâbe, 1/353. Nitekim ez-Zehebî hadisin aynı tarikle Ebû Saîd b. el-Arâbfnin Mu'ce/rfinde rivayet edildi­ğini belirtir. Mizan, il/581. el-HarâitPnin {Hevâtifu'l-Cinân, s. 194-6) aynı senedli rivayeti de İbn Kesifin Bidayetin­de yer almaktadır, lt/264-5.

[1099] Bkz. es-Suyûtî, Hasâis, I/84-6.

[1100] Bkz. ei-Beyhakl, Delâil, İt/26.

[1101]  Değerlendirmelere misal için bkz. Ahmed b. Hanbef, Kıtâbu'l-İlel, (1/115; el-Hatîb, Târibu Bağdâd, »253-4; İbn Ke-sîr, es-Sİretu'n-Nebevİyye, 1/247; ibn Hacer, Tehzib, Vl/247-9; el-Mizzî, Tehztbu'l-Kemâl, XVIlJ335-8.

[1102] Bkz. İbn Hacer, Tehzib, VI/249, rakam: 4117.

[1103] Bkz. İbn Hibbân, KHâbüS-Sikât, Vfll/375.

[1104]  Bkz. ez-Zehebî, Târihu'l-İslâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye cildi, s. 56-7.

[1105] Bkz. ez-Zehebî, Muğnî, fl/384; Mizan, 11/581.

[1106] İbn Hacer, Takrîb, s. 613; Tehzîb, XI/433-4, rakam: 8224.

[1107] Bkz. el-Mizzî, Tehzfou'l-Kemâl, XXXIW88-93, rakam: 7170. İbn Hibbân ise Kitâbu'sSikâtmtia zikretmiştir: VIIA35O-1.

[1108] Bkz. İbn Sa'd, Tabakâf, V/592.

[1109]  İbn Hibbân, Kitâbu's-Sikât, V/592.

[1110] ez-Zehebî, Mîzân, IVM99, rakam: 10012. Ayrıca bkz. İbn Ebî Hatim, KHâbul-Cerh, IW340, rakam: 1512; ibn Ha-cer, Tehzib, XII/40-1, rakam: 8318.

[1111] Keza bkz. ibn Hacer, /saire, İV/212.

[1112] Bkz. İbn Kesfr, Bidâye, 11/265.

[1113] ibn İshâk, Sîretu İbn İshâk, s. 55-7; es-Suhaylî, er-Ra</duWnuf, 1I/227-B; es-Suyûti, Hasâis, I/85 (bir bölümü).

[1114] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 202-209.

[1115] Müslim, Fedâilu's-Sahâbe (44), babun min fedâili Ebî Sufyân (40), rakam: 168. ibn Manzûr, Muhtasar, XI/62-361'de de kıssacı, zahid ve zaytl bir zat oîan Yezîd b. Ebân er-Rekâşrden isnadsız olarak nakletmekledir).

[1116] en-Nevevî, Şerh, XVI/63.

[1117]  Bkz. İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 1/110. İbnu'l-Cevzî burada şöyle söyler: "Bu rivayetle bazı raviierin vehmi söz ko­nusudur. Bunda ne şüphe, ne de tereddüt vardır. Bu rivayet sebebiyle İkrime b. Ammâft itham etmişlerdir. Çünkü tarihçiler Ummu Habîbe'nin Abdullah b. Cahş'ın nikahında bulunduğu, ondan çocuğu olduğu, beraberce müslüman olarak Habeşistan'a hicref ettikleri, kocasının burada hristiyanlığı seçtiği, Ummu Habİbe'nin dini özere sebat etti­ği, Hz. Peygamberin Necaşi'ye haber gönderip onu istettiği, Necaşi'nîn (gıyabında) onu Rasûlülah'la evlendirdiği,

Hz. Peygamber adına mehir verdiği, bunların hicri 7'de gerçekleştiği, Ebû Sufyân'm barış zamanı kızının yanına geldiği, onun ise Hz. Peygamberin döşeğini babası oturmasın diye topladığında ihtilal yoktur. Aynı şekilde Ebü Suf-yân ite Muavİye'nin Mekke'nin fethinde müslüman olduklarında da ihtilaf yoktur."

[1118]  ez-Zehebî, Mizan, lil/93; Nubelâ, İl/222; VII/137.

[1119] İbn Toİon, Murşidu'l-Muhtâr, s. 270. Bununla beraber hicretten sonra Medine'ye döndüğünde evlendiğini söyleyen-5er de vardır fakat bu görüş kabul edilmemiştir. 8kz. İbnu'l-Esîr, Usdul-Ğâbe, VS/116.

Ebû Reyye de Ummu Habîbe'nin Habeşistan'da evlenmesi ile babasının Mekke'nin fethinde müslüman duşuna dik­kat çeker. Bkz. Edvâ, s. 199. Oldukça muhafazakar olan Ebü Şehbe de hadisteki bu durumu kabul eder ve şöyle der: "Yorumlar zorlamadır ve hadisteki bu hal vehm ve hatadan kaynaklanmaktadır, uydurmadan değil." Difâ', s. 186. Rivayetteki bu durumu değerlendiren Aynur Uraler ise bir taraftan "Ebû Süfyân'ın Hz. Peygamber'e kızı Ümmü Ha-bîbe'ye evlenme teklifi ile ilgili rivayet bazt kaynaklarda işaret edildiği gibi târihî açtdan mümkün görülmemektedir1 deyip, bunu tasdik eder gibi gözükürken, az aşağıda "Müslim'in rivâyetindeki Hz. Peygamber'e teklif edilen kızın Ümmü Habîbe olduğu kaydının ya Müslim'in veya raviierden birinin vehmi olduğu düşüncesi hem belirsiz hem de tatmin edici olmaktan oldukça uzaktır" demektedir. Görüldüğü gibi, yazar bir laraflan rivayetteki problemi kabul et­mekte, diğer tarafta ise bu hatanın ya Müslim'den ya da raviierin birinden kaynaklanmış olabileceğine yanaşma-maktadır. Eğer rivayette bir problem varsa ve bu ne Müslim'den ne de raviierden birisinden kaynaklanmıyorsa, o zaman Muslirriöeid rivayette problem yok demektir. Yazarda görülen bu çelişkide Müslim'i ille de hatalardan uzak tutma düşüncesinin etkili olduğu sezilmektedir. Bkz. Uraler, ümmü Habîbe, s. 50-1,117 nolu dipnot.

[1120] Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, Vlll/99-100; el-Ubbt, İkmâl, VIII/427-8; ibn Tolon, Murşidul-Mubtâr, s. 271; ez-Zurkânî, Şerh, 111/291.

[1121] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 209.

[1122] Bkz- en-Nevevî, Şerh, XVI/63-4; İbn Kesir, Bidâye, İV/146; Molla Hâttr, Mekânetu's-Sahihayn, s. 398.

[1123] en-Nevevî, a.g.e., XVI/64.

[1124] Bkz. İbn Hacer, İsâbe, Vll/853.

[1125] Bkz. en-Nevevî, a.g.e., XVl/63-4; ibn Kesir, Bidâye, İV/146; ez-Zurkânî, Şerh, 111/291; Molla Hatır, a.g.e.. s. 398. İbnu'l-Kayyım bunu ve önceki tevili reddeder. Bkz. Zâtiu't-Meâd, 1/110-2.

[1126] el-Buhân, en-Nikâfi (67), bâbun ve ummehâtukumu'Hâtî erda'nekum (20), rakam: 5101; MusSm, er-Radâ' (17), irâ-bu tahrîmi'r-rebîbe ve uhti'l-mer'e (4), rakam: 15-6.

[1127] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Zâduwl-Meâd, 1/111-2.

[1128] İbnu'l-Kayymı, a.g.e., 1/112. ibn Kesîr de aynı kanaattedir. Bkz. Bidâye, İV/147. Ancak İbnu'l-Kayyım başka bir ese­rinde ravinin Ummu Habîbe adını yanlışlıkla zikretmiş olma ihtimalini kabul etme: ve şöyle der: "Bu ihtimal redde­dilir çünkü Hr. Peygamber ona "evet" cevabını vermiş ve Ebû Sufyân'ın isteğini kabul etmiştir. Hz. Peygamberden istenen Ummu Habîbe'nin kardeşiyle evlenmesi olsaydı Ummu Habîbe'ye dediği gibi, o bana helal olmaz derdi. Hadiste Hz. Peygamberin onun bu isteğine evet cevabı verdiği zikredilmemiş olsaydı bu tevil hadisin en güzel te­villerinden birisi olacaktı." İbnu'l-Kayyım, Cilâu'l-Efhâm, s. 128. İbnu'l-Kayyım bu hadise getirilen çeşitli yorumlan tek tek ele alıp hepsini reddettikten sonra da şöyle söyler: "Sözün özü, bu yorumlar ve benzerleri batıl, tatminkar olmayan ve fasid tevillerdir. Düşünen kimse için bir bilgi ifade etmemektedirler. Bilakis tedkîk edici gözle bakan in­san, ilim ışığında bunların batıl olduğunu anlar... Doğrusu bu hadis mahfuz

değildir ve içinde karıştırma söz konu­sudur." a.g.e., s. 134.

[1129] ez-Zehebî de ravinin şaşırarak Azze diyeceği yerde Ummu Habîbe dediğinin söylendiğini (kîl) aktarır. Bkz. ez-Ze-hebî, Nubelâ, 11/222, rakam: 23.

[1130]  Bkz. es-San'ânî, Tevdîhu'l-Efkâr, 1/129; Dumeynî, Mekâyis, s. 259; Molla Hatır, Mekânetu's-Sahîhayn, s. 400 vd

[1131] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 213-214.

[1132] Bkz. en-Nevevi, Şerh, XVI/63-4; ibn Kesîr, Bidâye, İV/146.

[1133] Bkz. el-İclî, Ma'nfetuS-Sikât, 11/144-5, rakam: 1271; İbn Adiy, Kâmil, V/272-3; el-Hatîb, Târihu Bağdâd, Xil/261; İb-nu'-Cevtf, Duafâ, lf/185; ez-Zehebî, Nubelâ, Vil/135; el-Mizzî, Tehzibu'l-Kemâi, XX/263.

[1134] el-Mizzî, Tehzibul-Kemâl, XX/260; ez-Zehebî, Mİzân, 111/91; Nubelâ, VII/135; İbn Hacer, Tehzîb, Vll/262. Ancak Yahya'dan gelen hadislerinin munker olduğunu söylediği de nakledilir. 8u sebeple düşüncesini tam tesbtt mümkün olmamıştır. Bkz. el-Hatîb, Tâıihu Bağdâd, XII/260; İbn Hacer, Tehzİb, VII/262; el-Mizzî, a.g.e., XX/260.

[1135]  Bkz. el-Hatîb, Târihu Bağdâd, X1I/261.

[1136] Bkz. İbn Ebî Hatim, Kitâbul-Cerh, Vll/11.

[1137] Bkz. el-Buhârî, Kebir, VII/50.

[1138] Bkz. İbn Adiy, Kamı), V/272; İbn Hacer, Tebzib, VII/262.

[1139] Bkz. el-Mizzî, Tehzibul-KmSI, XX/261; ez-ZehBbî, Nubelâ, VII/136.

[1140] Bkz. el-Hatîb, Târitıu Bağdâd, X\mt

[1141] ez-Zehebî, Nuoeiâ,VII/134.

[1142] ez-Zehebî, Muğnî, H/438.

[1143] Bkz. İbn Hacer, Takrib, s. 396, Kendisinden rivayet edenler: el-Buhârî "Sufyânu's-Sevrî ondan rivayet etmiştir, Şu'be ve Ebu'l-Velîd de ondan hadis dinlemiştir" der. (Bkz. İbn Adiy, Kâmil, V/272). Ebû Hatim de Sufyânu's-Sev­rî, Şu'be, Ömer b. Yûnus ve başkalarının kendisinden rivayet ettiğini söyler. (Bkz. İbn Ebî Hâlim, Küâbu'l-Cerh, VII/10). el-Mizzî (TehzMI-Kemâl, XX/257-8) ve ez-Zehebî (Nubelâ, VII/135) ve İbn Hacer [Tehzib, VII/261) ken­disinden rivayet eden diğer pekçok kimsenin isimlerini verir. eî-Hâkim de Müslim'in isiişhad için ondan çok hadis rivayet ettiğini söyfer. (Bkz. ez-Zehebî, Mizan, 111/91). ez-Zehebî ise bu hususta şöyle der: "el-Buhârî onunla istişhad etmiş ancak hüccet olarak kullanmamıştır. Müslim de onunla az delil getirmiş istişhad için ondan çok hadis ri­vayet etmi.tir." (Nubelâ, VII/137). Tüm bunlar sadûk olduğunu takviye eden delillerdir.

[1144] Bkz. Ahmed b. Hanbel, İlel, İl/494, İN/117; el-Ukaylî, Duafâ, 111/378.

[1145] Bkz. Ahmed b. Hanbel, a.g.e., I/380; İbn Ebî Hâlim, KHâbul-Cerh, VII/50; el-Mizzî, Tebzibu'l-KemâJ, XX/25S-9; ez-Zehebî, Nubelâ, VII/Î36; İbn Hacer, Tetızib, VII/261.

[1146] İbnu'l-Cevzî, Duafâ, I//Î85.           

[1147] Bkz. İbn Adiy, Kâmil, V/277.                                                                                 

[1148] ez-Zehebî, a.g.e., VII/137.                                          

[1149] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 215-216.

[1150] Bu hadis et-Taberânî tarafından Ali b. Saîd er-Râzî > Ömer b. Huleyf b. İshâk b. Mirsâl el-Has'amî > İsmail b. Mir-sâl > Ebû Zumeyl el-Hanefî > ibn İshâk tarikiyle de rivayet edilmektedir. Bu durumda İsmail b. Mirsâl de İkrime gi­bi hadisi Ebû Zumeyl'den rivayet etmektedir. Dolayısryla İkrime bunun rivayetinde teferrüd etmemiş olmaktadır. Ancak bu mutâbeatın birşey ifade etmeyeceği söylenmiştir. Çünkü hadisin ravileri meçhuldürler, hadis rivayetiyle tanınmamaktadırlar ve kendileriyle ihticac edilen kimseler değillerdir. Dolayısıyla bu mutâbeat sadece hadisin za­yıflığını artırır, onu kuvvetlendirmez. Bkz. İbnu'l-Kayyım, Cilâu'l-Efhâm, s. 131.

[1151] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., s. 128.

[1152] Bkz. İbn Seyyidi'n-Nâs, Uyûnu'l-Eser, I E/400. Müellif başka yerlerde de, tarihi bilgiler ışığında bazı rivayetleri tahli­le tabi tutmaktadır. Bkz. a.g.e., Iİ/381. Bununla beraber kendisinin de sahih hadislere muhalif değerlendirmeleri vardır. Bkz. a.g.e., II/35Ö.

[1153] İbnu'l-Kayyım, Citâul-Efhâm, s. 127.

[1154] et-Tehânevî, Kavâid, s. 287. Keza bkz. ez-Zurkânî, Şerfı, MI/292.

[1155] fbnu'l-Cevzî, Def, s. 52, muhakkik es-Sekkâf in etüdü.

[1156] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 216-218.

[1157] Bkz. ibn Hazm, Cevâmî, s. 22; İbn Abdiiber, İstiâb, IH/1416, rakam: 2435; ez-Zehebî, Nubelâ, MI/123, rakam: 25. Hz. Peygamberin onu daha önceden katip yaptığı söyleniyorsa da (et-Tehânevî, Kavâid, s. 287) bu muvafık düş­memektedir çünkü babasıyla beraber İslam'ı kabul etmiştir. Bkz. İbn Abdilber, a.g.e, 111/1416.

[1158] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 218.

[1159] İbn Hacar, İsâbe, İV/413.

[1160] İbn Sa'd, Tabakât, 11/1467.

[1161] el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldân, V/237.

[1162]  İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, i/110.

[1163] Bkz. et-Tehânevî, Kavâid, s. 288.

[1164] Bkz. Fr. Buhİ. İslam Ansiklopedisi, Menât maddesi, Vll/703.

[1165] Nitekim Yemen'e vali olarak gönderilen Muaz b. Cebel için hadiste "Muaz bizlere muallim ve emîr olarak geldi* ifa­desi geçmektedir. Bkz. e/-8u/ıârf, eî-Ferâiz (85), bâbu mirâsi'l-benât (6), rakam: 6733.

[1166] Bkz. İfcm Teymiyye, Minhâc, 11/145,222-3; İV/92,179. Keza bkz. İbn Abdilber, İstfâb, li/714; İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâ-be, 11(392. İbnu'l-Kayyım da Hz. Peygamberin onu Necrân'a vali atadığım söyler. Bkz. Zâdu7-Afeâd, 1/125.

[1167] İbn Abdilber, Istîâb, H/714; İbn Hacer, İsâbe, İV/413; İbnu'l Esîr, Usdul-Ğâbe, H/392.

[1168]  İbn Hacer, a.g.e., İV/413.

[1169] Kaza umresi: Hz. Peygamberin engellendikten sonraki yıl yaptığı umre. Bunun önceki yılın kazası olup olmadığı hususundaki tartışmalar için bkz. İbnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd, 11/91 vd.

[1170] et-Tırmizî, el-Edeb (44), bâbu mâ câe fî inşâdi'ş-şi'r (70), rakam: 2847; Abd b. Humeyd, Muntehab, s. 375, rakam: 1257; en-Nesâî, el-Menâsik (24), İnşâdu'ş-şi'r fi'l-harem... (109), rakam: 2873; istikbâlul-hac (121), rakam; 2893; fen Huzeyme, İV/199, rakam: 2680; Ebû Ya'lâ, VI/160-1, rakam: 6440; VI/267-8, rakam: 3571; VI/273-4, rakam: 3579; el-Beyhakî, X/228, rakam: 21037; Delâilu-n-Nubuwe, IV/322-3; ei-Begavi, Tefsiru'l-Begavi, VI/137; Şerhus-Sunne, XII/374-5; İbnu'l-Esir, Câmiul-Usût, V/170, rakam: 3228; ef-Kurtubî, Tefsir, X![I/151; İbn Belbân, İhsan, X/379-80; ez-Zehebî, Nubelâ, I/235; İbn Kesîr, Bİdâye, İV/231; es-Siretu'n-NebeviyyĞ, MI/428; el-Heysemî, Mevâ-ridu'z-Zam'ân, VI/337-8, rakam: 2021; Mecmeu'z-Zevâid, VIII/130; İbn Uanzûr, Muhtasar, XII/l54-5.

Şu rivayetlerde ise Umretu'i-Kadâ kısmı geçmeksizin Mekke'ye girdiğinden ve İbn Revâha'nın devesinin yuların­dan tutup şiirini okuduğundan bahsedilmekledir; Ebû Ya'lâ, Vf/121, rakam: 3394; el-Beyhakî, X/228, rakam: 21036, 21038; Delâilu'n-Nubuvve, IV/322-3; Ebû Nuaym, Hiiyetu't-Evgyâ, VI/292; ibn Belbân, İhsan, XIİI/104, rakam; 5768; ei-Heysemî, Mevâridu'z-Zam'ân, VI/336, rakam: 2020.

İbn Asâkir'deki bir rivayette, Hz. Peygamberin Kabe'yi tavaf ettiği ve Abdullah b. Revâha'nın devesinin yularından tutup bu şiiri okuduğu geçmektedir. Bkz. ibn Manzür, Muhtasar, Xll/155.

[1171] Yani, hadis tek bir isnadia rivayet edilmektedir ve ya hasendir ya da sahîh. Bkz. ibnu's-SaJâh, Ulûmu'l-Hadîs, s. 40 (Nûruddîn Itr'ın dipnotu).

[1172] Bkz. ez-Zehebî, Nubetâ, 1/235; İbn Manzür, Muhtasar, Xll/155.

[1173] Bkz. JbnSa'd, Taöartâf 111/613.

[1174] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 218-220.

[1175] Bk2. ibn Sapd, a.g.e., H/120; İbnu'l-Esîr, Kâm/7, H/227; Algül, /sılam Tam, I/464.

[1176] Sk2. ibn Sapd, a.g.e., 11/128; İbnu'l-Esîr, a.g.e., 11/234; el-Halebî, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Mİ/66; Atgüt, ag.e., 1/^73.

[1177] Bkz. İbnu'l-Esîr, Usdul-Ğâbe, İli/131, rakam: 2941; el-Mizzî, Tehzibu Tehzibi't-Kemâl, XIV/506. rakam: 3368.!

[1178] ez-Zehebî, Nubelâ, 1/236.

[1179] Bta. el-Buhâri, el-Megâzî (64), btbu-umretil kadâ (44), rakam: 4251.

[1180] Felhul-BârTnin her üç nüshasında da: Vlll/287-8 (Dâru'l-Fİkr baskısı); VM73 (Dâru'r-Reyyân ii't-Turâs baskısı), Vll/502 (Dâru'l-Ma'rite baskısı), et-Tlrmİzînİn Umretu'l-Kadâ'nın Mule'den sonra (ba'de) şeklindeki sözü önce (kable) diye geçmektedir. Bu baskı halasından veya başka sebeplerden kaynaklanmaktadır. Çünkü buradaki ifade ön­ce olmuş olsaydı ibn Hacef in tenkidinin aniamı kalmazdı. Zira Mute gerçeklen de Umretu'l-Kadâ'dan sonradır. Ancak aynı İbn Hacer İsâbe, IV/86'da Ebü Ya'lâ'dan aktardığı, Umrel'l-Kadâ'da İbn Revâba'nın şiir söylediğine da­ir hadisi senedi basendir deyip tenkide tabi tutmaz.

[1181] Bkz. İbn Hacer, FethuT-Bâri, VIII/288; İbn Manzûr, Muhtasar, Xlf/1S5.

[1182] Burada şiiri okuyanın İbn Revana değil okunan şiirin onun şiiri olduğunu söyleyerek çözüm geürmeye çalışmıştır. Bkz. İbnu'l-Kayyım, ZâduWeâd, fll/385-6.

[1183] Bkz. Ebû Zur'a, Târihu EbİZur'a ed-Dimeşki, I/455, rakam: 1152; ez-Zehebî, Nubelâ, 1/236, rakam: 37.

[1184] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 221-222.

[1185] Bkz. Kafesoğlu, DersNotian, s. H.

[1186] Nitekim (kitabımızın dördüncü bölümünde geçtiği üzere), en-Nevevî kendisine sorulan "el-Buhâri ve Muslinftie, meşhur musned eserlerde, Ebû Davud'un, el-Tirmizrnin, en-Nesâfnin Sunen'ferinde veya bunların bir kısmında sahih olmayan veya batıl hadisler var mıdır" sorusuna şöyle cevap vermişti: *el-Buhâri ile Mus/ırrfdeki hadisler sa­hihtir. Diğer mezkur sunen'lere ve musned'lerin çoğunluğuna gelince; bunlarda sahih, hasen, zayıf, munker ve ba­tıl hadisler bulunur." İbnu'l-Attâr, Fetâvâ, s. 246-7.

[1187] Hadis müdafaası sadedinde yazdan kitaplara bakıldığında, müelliflerin lenkid edilen hadislere zayıf demeye bile yanaşmadıklar:, bütün gayretlerini tenkidlerin doğru olmadığını ispata harcadıkları görülür. Ebû Şehbe'nin Dİ1S\ bunun en iyi örneklerindendir.

[1188]  Sırf ibn Hacefin FetftuV-Bârfsinde bununla ilgili elliden fazla örnek tesbit etmiş bulunuyoruz. Bunları ayrı bir çalış­mada değerlendirmek düşüncesindeyiz.

[1189] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 223-225.

[1190] Temîm b. Evs b. Hârice e!-Lahmî et-Filistînî (40/660).

[1191] et-Taberânî, Kebir, II/54-5, rakam: 1270. Bu iki kabile daha sonra Şam bölgesine yerleşmişlerdir. Bkz. es-Semânî, Ensâb, el-Lahmî maddesi, V/132. Bu iki kabile için bkz. İbnu'l-Esîr, Lubâb, I/265; 111/130; ez-Zehebî, Nubelâ, IS/442, rakam: 86.

[1192] Ebû Reyye'nin Etfvâ'sını Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması adıyla tercüme eden Muharrem Tan pekçok yerin­de yaptığı gibi, burada da ibareyi katletmiş, tercümeyi şöyle yapmıştır: "0, iğrenç ve cüzzamlı otuz kişiyle bir de­niz gemisine binmiş..." s. 202.

[1193] Bazı rivayetlerde binenler farklı olarak geçse de, Şam denizinde bir gemiye binilöiğinden bahsedilir. Bkz. İbn Be-lebân, İhsan, XV/196, rakam: 6788; el-Begavî, ŞerhuS-Sunne, XV/G5, rakam: 4268.

[1194] Beysan: Filistin'in en eski şehirlerinden. Bugünkü İsrail'de Gor Çukuru'nun güneyinde bulunan, denizden 150 met­re aşağıda bir şehir. Bkz. ei-Muncid fi'l-A'İâm, Beysan maddesi, s. 161; Şurrâb, Temîm, s. 193.

[1195] Taberiye (Genesaret) diğer adıyla Celile denizi: Filistin'de (İsrail) göl. Gor Çukuru'nun en derin bölümünde, deniz yüzeyinin 212 m. aşağısında bir göl. Bkz. Büyük Larousse, Taberiye maddesi, XXİ/11125; Şurrâb, a.g.e., s. 194-5.

[1196] Zugar: Kıyılarında İsrail ve Ürdün'ün uzandığı Ölü Deniz (Lui Gölû)'nün güneydoğusunde, şimdilerde güney Ür­dün'de kalıntıları kalmış bir şehir. Bkz. el-Hamevî, Mu'cemu'i-Butdân, UI/161-2, Zugar maddesi; Şurrâb, a.g.e.,  195.

[1197] Fâtıma bnt. Kays'tan rivayet edenler: Müslim, el-Fiten. (52), bâbu kıssati'l-cessâse (24), rakam: 113-22 {MustirritiB Temîm'den gelen başka rivayet yoktur}; Ahmed b. Hanbel, VI/413-4, rakam: 27400; VI/417-8. rakam: 27418, 27419; İbn Mâce, el-Fiten (36), bâbu fitneti'd-deccal (33), rakam: 4074; el-Timizt, el-Rlen (34), bâb 66, rakam: 2253; Ebû Dâvûd, e!-Melâhim (31), bâbun fî haberi'l-cessâse (15), rakam: 4325-7; et-Tayâtisi, s. 228-9, rakam: 1646; İbn EbİŞeybe, VSI/658-9, rakam: 66; 674-5, rakam: 182; el-Humeydî, 1/177, rakam: 364; et-Taberânî, Kebir, II/54-6, rakam: 1270; XXIV/371-2, rakam: 922-3; 385-404, rakam: 956-80; el-Enâdisul-Tıvâl, s. 121-3, rakam: 47; el-Acurrî, Kttâbu'ş-Şerîa, s. 309-fO, rakam: 834-5; İbn Mende, Kitâbu'l-İmân, II/950-7, rakam: 1057-60; el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/65-8, rakam: 4268-9; el-Tebrtzî, Mİşkât, 111/179-81, rakam: 5482; İbn Belbân, İhsan, XV/193-9,, rakam: 6787-9; ibn Manzûr, Muhtasar, V/307-8, rakam: 163; İbnu'l-Esîr,

Câmiu'l-Usûl, »332-40, rakam: 7838; el-Hamevî, Mu'cemu7-3utöâ/j, zugar maddesi, IİI/16I-2.

[1198] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 225-227.

[1199] Bkz. Ahmed b. Hanbel, VI/418, rakam: 27418; ei-Humeydi, 1/178, rakam: 364; et-Taberânî, Kebîr. XXIV/393, ra­kam: 960;395, rakam:96!; İbn EbiŞeybe, VIİ/675, rakam: 182.

[1200] Ahmedb. Hanbel, VI/418, rakam: 27418; el-Humeydî de bunu rivayet etmektedir. Bkz. 1/178, rakam: 364. Keza bkz. et-Taberânî, Kebîr, XXIV/393, rakam: 960; XXIV/395, rakam: 96Î.

[1201] Ebû Dâvûd, el-Meİâhim (31), bâbun fî haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4328. Cabİfden gelen bu rivayetin Temîm'le bir bağlantısı olmamasına, hadiseyi direk olarak Hz. Peygamberin anlaîmasına rağmen Cessâse hadisesini orta-' ya koyması, hadisin sadece Fâtıma'dan geîen garîb bir rivayet olmadığını tesbit yönüyle önemlidir. Kanaatimizce Reşîd Rıza tersini söylese de (Teftir, IX/493} Ebû Dâvûrfdaki rivayetin Ebû Seleme'den rivayeti zayıf olan el-Veiîd b. Abdillah b. Cumey'den gelmesi (ki bu raviyi tevsik edenler de vardır. Bkz. el-Munzirî, Muhtasar, VI/181, ra­kam: 4161} hadiseyi ortaya koymakta, diğer rivayeti desteklemekte, bü sebeple de ravinin zayıflığı pek ûnem arz etmemektedir. Ebû Dâvûddaki rivayet şöyledir: el-Velîd b. Abdillah b. Cumey', Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan, o da Câbir'den: "Rasûiullah birgûn minberde şöyie buyurdu: Bir grup insan denizde yolculuk ediyorlarken yiyecekle­ri tükendi. Önlerine bir ada çıkınca ekmek bulmak gayesiyle adaya çıktılar. Önlerine Cessâse çıktı. (e!-Velîd diyor ki:) Ebû Seleme'ye Cessâse nedir diye sordum. Câbir şöyie dedi: 'Vücudunun ve başının saçlarını sürüyüp çeken bir kadındır." Kadın şöyie dedi: "(Deccal) şu saraydadır." Câbir böylece hadisi sonuna kadar zikretti (ve şöyle de­di: DeccalJ Beysân hurmalığı ile Zugar suyunu sordu. Câbir dedi ki: Bu Mesih'tir. (Hadisi rivayet eden) el-Vefîd di­yor ki: {Bu hadisi bana rivayet eden Ebû Seleme'nin oğlu Ömer) İbnu Ebî Seleme bana şöyle dedi: Su hadisle il­gili olarak benim de hafızamda birşey var: "Cabir bu kişinin İbn Sayyâd olduğunu söyledi. Ben "fakat o öidü' de­dim. Û ise 'ölse bile odur1 dedi. Ben 'fakat o müslDman oldu' dedim. O yine 'müslüman olsa bile odur" dedi. Ben yi­ne 'fakat o Medine'ye de girmişti. (Çünkü Deccal giremeyecek.)' O yine 'Medine'ye girse bile odur' dedi." Keza bkz. İbnu'l-Esîr, Câmiu'l-Usût, X/340-1, rakam: 7839. Hadis farklı ifadelerle yine Câbir'den Ebû Ya'fâ'nın Musnedmde rivayet edilmektedir. Bkz. İV/119, rakam: 400; İV/129, rakam: 414; İV/142, rakam: 436.

[1202] Reşîd Rıza'nın bu hadisi Fâtıma'dan sadece Amir b. Şerâhîl eş-Şa'brnin (104/722) rivayet ettiği lesbiti doğru de­ğildir. (Tefsir, 1*492). Çünkü Yahya b. Ya'mer el-Advânî (90'dan önce/709) (İbn Belbân, İhsan, XV/i93-4, rakam: 6787) ve Ebû Seleme de [Ebû Dâvûd, rakam: 4325; et-Taberânî, Kebîr, XXIV/371-2, rakam: 922-3) ondan rivayet etmişlerdir.

[1203] Bkz. ibn Hacer, Fethul-Bârî, XV/269-70. Elimizdeki İbn Mâcdde bahsettiği rivayetten sonra eş-Şa'brden rivayet gelmemektedir. Ebö Ya'ISda da hadisi bulamadık.

[1204] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 227-228.

[1205] Bkz. Ebû Şehbe, D//!', s. 83-5.

[1206] Bkz. el-Muallimî, el-Envâru'i-Kâşife, s. 135-6.

[1207] en-Neml/27, 82. Bkz. ez-Zehebî, ferâ%âf, s.91-4.

[1208] Gülen, Sonsuz Nur, 11/365-6.

[1209] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 228-230.

[1210] Ebû Şehbe, Reşîd Rıia'nın gayesinin kıssayı yalanlamak ve Temîm'i tekzTb olmadığını, onun bütün çabasının Ra-sûlullah'ın kıssa karşısında sükûl etmesinin kıssanın doğruluğuna delalet etmediğini ve böyle şeylerin tahrîrin al­tına girmeyeceğini, dinin bir emrini ihlal etmeyen ve üzerine serî bir hüküm lerettöb etmeyen yalancının haberini tasdik etmenin peygamberler için caiz olan bir durum olduğunu isbata çalışmak olduğunu söyler. (Bkz. Ebü Şeh­be, Diiâ', s. 83}. O böyle söyler ancak, Reşîd Rıza'nın lenkidlerine bakıldığında onun tüm gayesinin bu olmadığı, tenkidlerinden bir tanesinin sadece bu olduğu, nihayetinde hadise mevzu dediği görülür. Bkz. Tefsir, IX/397.

[1211] Bkz. Emîn, Fecnj'l-lslâm, s. 159. Aynı sayfada "zikrettiklerine göre Cessâse hadisi..." deyip devam eder ve rivaye­ti bir kitaba dayandırmaz. Böyle bir tavırla da itimad etmediğini göstermiş olur. Bkz. 1 nolu dipnot. Keza bkz. Du-ha'l-İslâm, 11/97.

[1212] Bkz. Ebû Reyye, Edvâ, s. 154-8.

[1213] Uevdudi, Meseleler ve Çözümlen, 1/36-40,111/127-131.

[1214] Bkz. el-Gazâlî, Sünnet, s. 203-4.

[1215] el-Cezâirî, Kazzâfi, s. 86.

[1216] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 230-231.

[1217] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 231-232.

[1218]  Bkz. et-Taberânî, Kebir, XXIV/396, rakam: 963; İbn Manzûr, Muhtasar, V/307, rakam: 163.

[1219]  Bkz. el-Humeydî, 1/177, rakam: 364.

[1220] Bkz. İbn EbiŞeybe, VII/674, rakam: 182.

[1221] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhîm (31), bâbun fî haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4327; et-Taberânî, Kebîr, 11/54, rakam: 1270; XXIW387, rakam: 957; XXIV/392, rakam: 960; XXM394, rakam: 961; İbn EbîŞeybe, VII/658, rakam: 66.

[1222] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhİm (31), bâbun fî haberil-Cessâse (15), rakam: 4325; et-Taberânî, Kebir, XXIV/371, ra­kam: 922.

[1223] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XXIW372, rakam: 923.

[1224] ibn Manzör, Mu/ıtasa/-, V/307, rakam; 163.

[1225] ibnMâce, el-Fiten (36), bâbu fitneti'd-deccâl... (33), rakam: 4074.

[1226] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun fî haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4325; et-Taberânî, KfeMr, XXM371, ra­kam: 922-3.

[1227] Bkz. et-Taberânî, Kebîr, XXİV/385, rakam: 956; XXIW392, rakam: 960; 393, rakam: 961; XXIV/396, rakam: 963; XXIW398, rakam: 965; XXIV/400, rakam: 968; XX!W401, rakam: 970; el-Humeydi, 1/177, rakam: 364; Ahmedb. Hanbel, Vf/417, rakam: 27418; İbn EbiŞeybe, VII/658, rakam: 66.

[1228] Bkz. İbn Belbân, İhsan, XV/196, rakam: 678S.

[1229] Bkz. et-Taberânî, Kebîr, XXIW395, rakam; 962; XXIV/401, rakam: 969.

[1230]  Bkz. et-Tırmizî, el-Fiten (34), bâb 66, rakam: 2253; et-Taberânî, a.g.e., XXIW397, rakam: 964; Ahmedb. Hanbel, VI/413, rakam: 27400; İbn Belbân, İhsan, XV/198, rakam: 6789.

[1231] Müslim, el-Fiten (52), bâbu kıssatİ'l-Cessâse (24), rakam: 120; el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/67, rakam: 4269.

[1232] Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun fî haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4328; Ebû Yala, İV/119, rakam: 400; İV/142, rakam: 436.

[1233] Bkz. el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/65, rakam: 4268.

[1234] Bkz. et-Taberânî, Kebir, XXIV/396, rakam: 963.

[1235] Bkz. el-Taberâjıî, a.g.e., XXIV/395, rakam: 962.

[1236] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XX(V/398, rakam: 966.

[1237] Bkz. el-Taberânî, a.g.e., XXIV/40î, rakam: 969.

[1238] Mesele bir rivayette, hayvan olduğu, kendisine "ey hayvan sen kimsin" denildiği ve onun da beliğ ve düzgün bir li­sanla konuştuğu zikredilmektedir. Bkz. et-Taberânî, Kebir, II/55, rakam: 1270; XXIV/3B7, rakam: 957.

[1239]  Bkz. Ahmedb. Hanbel, Vl/413, rakam: 27400; et-Taberânî, a.g.e., XXIV/397, rakam: 964; İbn Belbân, İhsan, XV/198, rakam: 6789. Bunu dişi mi erkek mi olduklarını anlayamadıkları bir yaratık manasında da anlayabiliriz.

[1240] Bkz. Ebû Dâvûd, e!-Meiâhim (3i), bâbun fî haberi'l-Cessâse {15), rakam: 4335, 4328; et-Taberânî, Kebîr, XXIV/372, rakam: 922-3; Ebû Yala, İV/119, rakam: 400; İV/129, rakam: 414; İV/142, rakam: 436.

[1241] Bkz. İbn Belbân, İhsan, XV/196, rakam: 6788; et-Taberânî, Kebir, XXIV/391, rakam: 953;el-Begavî, Şerhu's-Sun-ne, XV/65, rakam: 4268.

[1242] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XXIV7395, rakam: 962.

[1243]  İbn Belbân, İhsan, XW1934, rakam: 6788.

[1244] Bkz. Ahmedb. Hanbel, VI/417, rakam: 27418.; et-Taberânî, Kebir, XXIV/385, rakam:956; XXIW392, rakam; 960; XXIV/394, rakam: 96); İbnEbİŞeybe, VII/674, rakam: 182; ibn Manzûr, Muhtasar, V/307, rakam: 163.

[1245] Bkz. İbn Ebi Şeybe, VIİ/658, rakam: 66. Aliyyul-Kârî {1014/1605} bu bölümün başında zikrettiğimiz her bir rivaye ti müstakilleştirme çabasının bir örneğini sergiler. Cessâsenin rivayetlerin bir kısmında kadın, bir kısmında hayvarj olarak geçmesini ilginç bir şekilde telif etmeye kalkar, a) Muhtemelen Deccâi'in iki tane Cessâse'si olduğunu bun' lardan birisinin hayvan, diğerinin kadın olduğunu belirtir.

b) Şunun da ihtimal dahilinde olduğunu belirtir: Cessâse aslında bir şeytan idi. Bir defasında kadın, bir defasın^

da hayvan suretinde gözükmüş olabilir. Çünkü şeytan İstediği şekle girebilir. .    

c) Aliyyul-Kârî bit ihtimalden daha bahseder: (Rivayetlerin bir kısmında} kadının hayvan oiarak nitelendirilmesi me^ .    caz yoluyia olabilir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Allah katında hayvanların en kötüsü (inne şerre'd-de-vâb...), düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir." (el-Enfâl/8, 22). Bu hususa delil getirmek için şu ayet daha açıklın "Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı (ve mâ min dâbbetîn...} yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın." (Hûd/11,6). Bu ayet­teki dâbbe kelimesi Önceki ayetin hilafına, rızık verilen tüm mahlukâtt kapsamaktadır. Çünkü birinci ayetteki de-vâb'tan anlaşılan hayvanlardır. Bu durumda birinci ayettekiier şu ayetteki manaya dahil olmaktadır: "Hayır, onlar hayvanlar gibidir (in hum İllâ ke'1-en'âm...), halta onlar, yolca daha sapıktır." [ei-Furkan/25, 44). Bkz. el-Kârî, Mir-kât, IX/413, rakam: 5484. {Bu görüşleri et-TiNden (743/1342) esinlenerek yazmıştır. Bkz. Şerhu't-Tİbi, X/125, ra­kam: 5483).

[1246] Bkz. el-Humeydi, 1/177, rakam: 364; et-Taberânî, Kebir, XXİV/391, rakam: 959; XXİV/398, rakam: 966; İbn Belbân, İhsan, XV/196, takam: 6788; el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/66, rakam: 4268.

[1247] Bkz. et-Taberânî, Kebir, II/55, rakam: 1270; XXIV/387, rakam: 957.

[1248] Bkz. Ahmedb. Hanbel, Vl/413, rakam: 27400.

[1249] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun fî haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4328; et-Taberânî, Kebir, XXIV/372, kam: 922-3; XXlV/395, rakam: 962; Ebû Yala, İV/119, rakam: 400; İV/130, rakam: 414; İV/142, rakam: 436.

[1250] Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhim (31), bâbun fî haberi'l-Cessâse (15), rakam: 4325; et-Taberânî, Kebir, XXIV/372, r* kam: 922.

[1251] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XXIV/386, rakam: 956.

[1252] Ahmedb. Hanbel, Vi/413, rakam: 27400; İbn Belbân, İhsan, XV/199, rakam: 6789.

[1253] Bkz. Abmedb. Hanbet, VI/417, rakam: 27418;et-Taberânî, Kebir, XXM394, rakam: 961; İbn EbîŞeybe, VII/675, rakam: 182.

[1254] Bkz. İbn Belbân, İhsan, XV/196, rakam: 6788; el-Begavî, Şerhu's-Sunne, XV/65-7, rakam: 4268.

[1255] İbn Manzûr, Muhtasar, V/307, rakam: 163.

[1256] Ürdün'ün başkenti. Musnedu Ebî Ya'lâ muhakkiki Huseyn Seİîm Esed bu kelimeyi Uman diye harekelemiştir. (İV/130, rakam: 414). Eğer kelimenin zabtı önün belirttiği gibiyse bu durumda burası bugün güneybatıda Yemen, batıda Suud-i Arabistan, kuzeybatıda Birleşik Arap Emirlikleri'nin komşusu olan Umman Sultanlığı'ntn bulunduğu mahaldir. Kanaatimizce burasının Amman olduğudur çünkü diğer bölgelere yakınlığı bunu daha münasip kılmak­tadır.

[1257] Bkz. Ahmedb. Hanbel, VI/417, rakam: 27418; et-Humeydi, 1/178, rakam: 364; et-Taberânî, Kebir, XXIV/386, ra­kam: 956; XXIV/394, rakam: 961; İbn Mâce, el-Fiten {36}, bâbu fitneli'd-deccâi (36), rakam: 4074; İbn EbiŞeybe, VII/675, rakam: 182.

[1258] Bkz. et-Tirmizi, ei-Fiten (34), bâb 66, rakam: 2253.

[1259] Erîha (Jericho): Bugün İsrail'in işgaii altında bulunan Batı Şeria'da, Lul gölünün kuzeyinde, deniz yüzeyinin 250 metre altında bir kent. Bkz. Büyük Larousse, Eriha maddesi. VIII/3769.

[1260] EM Yala, İV/142, rakam: 436.

[1261]  İbn Manzûr, Muhtasar, V/307, rakam: 163.

[1262] Bkz. et-Taberânî, Kebir, XXIV/396, rakam: 963.

[1263] Ebû Ya'lâ, İV/120, rakam: 400; İV/130, rakam: 414.

[1264] Bkz. et-Taberânî, ag.e., XXIV/388, rakam: 957; XXIV/393, rakam: 960.

[1265] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., XXIW388, rakam: 957.

[1266] e!-Taberânî, a.g.e., II/56, rakam: 1270.

[1267] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., Iİ/56, rakam; 1270; XXIV/388, rakam: 957.

[1268] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., İt/56, rakam: 1270;XXIV/3S8, rakam: 957.

[1269] Bkz. et-Taberânî, a.g.e., Iİ/56, rakam: 1270; XXIV/388, rakam: 957.

[1270] Bkz. fon EbİŞeybe, VII/659, rakam: 66; Ahmedb. Hanbel, VI/417, rakam: 27418; el-Humeydî, i/178, rakam: 364; et-Taberânî, a.g.e., XXIW393, rakam: 960; XXiV/394, rakam: 961; XXIV/396, rakam: 962; XXIV/399, rakam: 966; XXIV/400, rakam: 967; İbn Mâce, el-Fiten {36), bâbu fitneti'd-deccâi (36), rakam: 4074; et-Tırmai, el-Fiten (34), bâb 66, rakam: 2253; İbn Ebi Şeybe, VII/675, rakam: 182; İbn Manzûr, Muhtasar, V/308, rakam

[1271]  et-Tayâlisi, s. 229, rakam: 1646.

[1272] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 232-237.

[1273]  Bkz. İbnul-Esîr, Usdul-Ğâbe, 1/256, rakam: 515; ez-Zehebi, Nubetâ, 11/447, rakam: 66; fbn Hacer, İsâbe, 1/368, ra­kam: 838; Rıza, Tefsir, IX/491 -2; Emin, Fecru'l-İsiâm, s. 158-9- Kaynaklar onu ilk kıssacı olarak zikrederler ve Hz. Ömer'den kıssa anlatma izni aldığını belirtirler Nitekim ona nisbet edilen böyle bir kıssa Târîhu DimeşKlB geçmek­tedir. Buradaki rivayet dört sayfadan fazla sürmektedir. Rivayette Azrail'in bir velînin ruhunu beşyüz melekle alma­ğa gelişi, meleklerin yanlarında reyhan getirmeleri, ruhunu alırken altına ipek sermeleri üe başlayan hadis, bir Al­lah düşmanının canmın alınmasının tasviri ile devam eder. Bkz. İbn Manzûr, Muhtasar, V/308-12.

Temim ed-Dârî İle ilgili olarak Dede Korkut'unkine benzer acaip şeylerin anlatıldığı masal kitapları maalesef (özel­likle ilmî kontrolün olmadığı bazı tasavvuf çevrelerinde) basılmakta ve asılsa rivayetler bilgi diye ümmete sunul­maktadır. İşte böylesi bir kitap Abdullah b, Abbastan geldiği söylenen 110 sayfalık bir masalı ihtiva etmektedir. Bu rivayete göre Hz. Ömer zamanında bir kadın birkaç kez gelerek kocasının beş yıldır kayıp olduğunu, geçimi için sala sata herşeyi bitirdiğini artık satacak birşeyi kalmadığmı bu sebeple evlenmek istediğini söyler. Hz. Ömer iki sene sabretmesini söyler ve bir sonraki yrt onu Cemîl b. Selîm ile evlendirir. Faka! evlendikleri gece abdest için dı­şarı çıkan kadının karşısına bütün vücudu çıplak, başındaki saçları sarkmış, tırnakları yırtıcı hayvanlar gibi uzamış acaip bir mahluk çıkar. Gelen varlık korkudan titreyen kadına kendisinin ilk kocası Temîm otduğunu belirtir. Konuş­maları içerinden duyan yeni kocası dışarı çıkar ve onunla münakaşaya tutuşur. Kadın ise kendisi yüzünden mü­nakaşaya tutuşmamalarını, bu gece her ikisiyle de birlikte olmayacağını, herkesin ayrı yatacağım ve sabah olun­ca problemi çözmesi için Hz. Ömer'e gideceklerini belirtir. Hz. Ömer'e gittiklerinde ona "sen bir cinsin nasıl olur da bir kadının kocası olursun" der. O da kendisinin Temim olduğunu söyler. Hz. Ömer bunca zaman nerede olduğu­nu sorar. O da bu süre zarfında yer allında cinlerle beraber olduğunu, bir gece yerin varıldığını, oradan domuz bur­nuna benzer burnu oian bir ifrit çıktığını, kendisini kaptığı gibi yerin altına götürdüğünü ve üç yıl hizmetinde çalış­tırdığını.... Bkz. Bozan, M. Seyfettin, Sahabe-i Kiram Temim-i Dari, Ankara-1995 (Adıyaman-Menzi! Yayınevi).

[1274]  Bkz. Sarıtoprak, Deccâl, s. 33-48.

[1275] Bkz. ei-Buhâri, el-İ'tisâm (96), bâbu men reâterke'n-nekîr... (23), rakam: 7355; Müslim, el-Fiten (52), bâbu zikri ib-ni Sayyâd (19). rakam 94.

[1276] "Aranîler (el-Buhân, ez-Zekat (24), bâbu isti'mâli ibiii's-sadaka... (68), rakam: 1501) ile Bi'ri Maûne {et-Buhâri, el-Cihâd (56), bâbu'l-avni bi'l-meded (184), rakam: 3064) olayını düzenleyenlerin sözlerine inandığı gibi." Rıza, Me-celietu'l-Menâr, XIX/İI, 99; Ebû Reyye, Edvâ, s. 157.

[1277]  et-Tahrîm/66,3.                                                                                                                                          

[1278] en-Nûr/24,11 vd.

[1279] et-Tevbe/9,43.

[1280] Müslim, el-Fedâil (42), bâbu vucûbi imtîsâli mâ kâlehû seran... (38), rakam: 139.

[1281]  Müslim, el-Fedâil (42), aynı bab, rakam: 140. Bkz. Rıza, Tefsir, IX/495-6; Mecelletu'l-Menâr, X!X/11,99-100.

[1282] İbnAbdilber, /stfâb, 1/193, rakam: 235.

[1283] Bkz. ez-Zehebi, Muhammed, İsrâiliyyât, s. 75. Diğeri de Abdullah b. Selam.

[1284] en-Nevevî, Şerh, XVIII/46; et-Tîbî, Şerhul-Tİbî, X/132, rakam: 5494.

Rasûlullah'm Deccal'in yeriyle ilgili terüddütlü ifadeler zikretmesine değişik yorumlar getirilmiş, çıkış aranmıştır. et-Tîbî şöyle demiştir; "Hz. Peygamber onlara Temîm'in sözünü anlatınca Deccâl'in bulunduğu yeri nokta tesbitiyle söylemek İstemedi. Yerinin net olarak bitinmeyip karışık olmasını münasip görünce, Şam denizinde veya Yemen denizinde butunduğuna dair tereddütvârî ifadeler kullandı. Araplar da o dönem sadece bu iki denizde yolculuk ya­pıyorlardı. (Bu nedenle Hz. Peygamber yerini belli etmek istemedi)." Şertıu't'Tİbİ, X/123, rakam: 5482. Aliyyu'l-Kârî de şöyle bir yorum getirildiğini aktarır; "Hz. Peygamber, Deccâl'in bulunduğu yer konusunda şüpheliy­di. Zannına göre bu üç mevkiden birisindeydi. Şam denizi ile Yemen denizini zikredince vahiy yoluyla veya zann-ı galib ile bunun şark îarafından çıkacağına yakîni geldi ve ilk iki zikrettiğini bıraktı, üçüncüsünü (şark tarafını) söy­ledi." Mirkâtu'i-Melâllh, IX/410, rakam: 5482.

[1285] Bu husustaki rivayetler için bkz. Sarıtoprak, Deccal, s. 73-4.

Reşîd Rıza (s.g.e., IX/494-5) ve hangi nüshada böyle geçtiğini tesbü edip demlendirmeden ona aynen tabi olan Zeki Sarıtoprak {a.g.e., s. 95) Rasûlullah'ın Temîm'in anlattıklarının tamamına katılmadığını söylemektedirler. Bu­nu da Musforîdeki 1e innehu e'cebenî mjn hadîsi Temîm ennehu vâfeka'ilezî kuntu uhaddisukum bjhî anhu ve ani'l-Medîneti ve Mekke" ifadesine dayandırmaktadırlar. Bu durumda mana şöyle olmaktadır: Temîm'in sözünün bir kısmı hoşuma gitli çünkü benim sizlere onunla JDeccâlle) ilgili anlatadurduğuma ve Medine ile Mekke hakkın­da (bu ikisine giremeyeceğine dair) söylediklerime uymaktadır."

a) Bizler elimizdeki Müslim nüshasına, en-Nevevî şerhine ve hadisi Müslim'den alan Mişkâtu'l-Mesâbîtte baktığı­mızda ibarenin yukarıda altı çizili yerleri içinde bulundurmaksızın biraz farklı olduğunu müşahede ettik. Şöyle ki:

"Fe İnnehu e'cebenî hadîsu Temîm ennehu vâfeka'llezî kuntu uhaddisukum anhu ve ani'l-Medîneti ve Mekke." Bu durumda mana değişmektedir: Temîm'in sözü hoşuma gitti çünkü benim sizlere ondan {Deccâî'den} anlatadurdu* ğumave Medine ile Mekke hakkında (bu İkisine giremeyeceğine dair) söylediklerime uymaktadır." b} İbare (başka bir nüshada) Reşid Rıza'nın dediği gibi geçse bile, bundan Rasûlullah'ın Temîm kıssasından sa­dece Medine ve Mekke ile ifgili kısmı kabul ettiği manası çıkmaz. Zira neresini tasdik edip etmediğini anlamak zor­dur. Çünkü "ondan anlatadurduğuma ve Medine İle Mekke hakkında söylediklerime uymakladır" sözünden hangi kısmı kabul ettiği hangisini kabul etmediğini tesbit etmek İmkansızdır.

c) Ayrıca şu da var ki, Temîm'in kıssasını kabul etmeyecek olsaydı, el-HumeydTnin (keza Ahmed b. Hanbef, VI/417, rakam: 27418; İbn EbİŞeybe, VII/65B, rakam: 66; VII/674, rakam: 182) rivayet ettiği gibi, kaylûleyi bırakıp, inanmadığı halde bu kadar uzun ve teferruatlı bir olayı aktarmak için tüm insanları biraraya toplayıp anlatmasının hikmeti kalmazdı. Hem diğer rivayetlerde de Temîm'in anlattıklarının bir kısmını kabul ettiğine dair bir işaret yok­tur. Dolayısıyla Reşîd Rıza'nın baktığı nüsha diğer rivayetler yanında şaz gibi durmakladır. Hadisin metni onun de­diği gibi olsa bile, hadislerin manayla rivayet edildiği bilinirken, lafızlardan hüküm çıkarmanın ne derece sağlıklı ol­duğu tartışılır.

[1286] 8u rivayette deniz ifadesi geçmeksizin Innehu fî Bahri'ş-Şâm" ifadesi yerine "innehu fi nahvi'ş-Şâm", "Bahru'l-Ye-men" ifadesi yerine "huve fi'l-Yemen" dediği daha sonra da "huve fî nahvi'l-lrâk" dediği geçmektedir, Bkz. et-Tabe-fânî, Kebîr, 11/54-6, rakam: 1270.

[1287] Bkz. Meydan Larousse, Kızıldeniz maddesi, XI/275.

[1288] Ebû Reyye böyle bir adanın mevcudiyetini (dolayısıyla Temîm'i) oldukça alaylı bir uslûbla ele alır: "Herhalde coğ­rafya alimleri bu adanın denizde nerede olduğunu tesbit etmek için araştırıyohardır! Bulduktan sonra bize haber verecekler, biz de Efendimiz Temîm ed-Dâjî radıyellahu anh'ın haber verdiği acaip şeyleri göreceğiz." Ebû Reyye, Edvâ, s. 156,2 nolu dipnot.

[1289] Bkz. Müslim, el-Fiten (52), bâbun fî bakiyyetin min ehâdîsi'd-deccâl (25), rakam: 124.

[1290] Nitekim bazı rivayetlerde Zugar suyuyla sulanan ekinin yakında kuruyacağını ve bu bağlardan kurtulacağını söy­lemekledir. Bkz. el-Humeydî, t'178, rakam: 364.

[1291] Bkz. Rıza, Tekir, IX/494-5. Reşîd Rıza hadiste gecen Şam deniziyle Şam bölgesinin güney hizasında kalan deni­zi, ki bu Kızıl Deniz'dir, Yemen deniziyle Yemen'in önündeki Kızıl Denizi, dolayısıyla Rasûluilah'm bu ifadeleriyle aslında bir tek denizi kasdetmiş olduğu yorumlarını da (bkz. et-Tîbî, Şertou't-Tibî, X/123-4T rakam: 5482) haklı ola­rak akı! dışı bulur.                                                                                                                                         

[1292] el-Buhâri, el-i'tisâm (96), bâbu men reâ terîte'n-nekîr mine'n-Nebî... (23), rakam: 7355.

[1293] İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, XV/269.

[1294] İbn Hacer, a.g.e., XV/269. İbn Hacer Deccâl'in İsfehan'dan çıkma meselesini, et-Taberânfye atfettiği yine Fatıma bnt. Kays'tan gelen "Deccal Isfehan'dan çıkacaktır hadisine dayandırmaktadır. Bkz. et-Taberânî, Evsat, V/436-9, rakam: 4856.

[1295] Bkz. eî-Kârî, Mirkâtu'l-Mefâtlh, IX/422. Mevzuat sahibi Aliyyu'l-Kârînin bu tür yorumlara girmesi anlaşılır değildir, i Cessâse ve İbnu's-Sayyâd hadisi sebebiyle hadis sarihleri zor durumda kalmışlar, aralarını telif etmeye çalışmış­lar, bazıları Fatıma hadisi sebebiyle İbnu's-Sayyâd'ın küçük Oeccâtolduğunu söylemiştir. Bkz. ei-Azîmâbâdî, Av-\ nu'l-Ma'bûd, XI/477, rakam: 4306. Bu bakış açısını netleştirmek için İbnu's-Sayyâd'ın nasıl görüldüğüne dair bir iki misal daha sunalım: a) en-Nevevî İbnu's-Sayyâd'ın deccallerden biri olduğunu kabul eder ve şöyle der: "Onun kıs­sası karışık, durumu karmaşıktır. Meşhur Mesîh Deccâl midir değil midir? Belli olan bir şey var ki, o da deccalfer- s dert biri olduğudur." Bkz. en-Nevevî, Şerh, XVI!l/46. b) el-Kastallânî Hz. Peygamberin "kıyametten önce yalancı deccaller çıkacak" [Ahmed b. Hanbel, et-Musned, 11/118; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, Vfl/232. Hadisin diğer ta­riklerinde bu deccallerin peygamberlik iddiasında bulunacakları geçmektedir. Bkz. Müslim, el-Fiten (52), bâbun lâ tekûmus-sâatu hattâ yemurra... (18), rakam: 84; Ebö Dâvûd, el-Melâhim (36), bâbun fî haberi İbni's-Sâid (16), ra- j kam: 4333; İbn Mâce, el-Fiten (36}, bâbu mâ yekûnu mine'Miten (9), rakam: 3952] hadisine binaen deccallerden i Temîm'in gördüğü deccâl ile İbnu's-Sayyâd'ın bu kapsamdaki deccalierden olduğunu söyler. Kıyamete yakın çıka- ! cak büyük deccalin ise -el-BeyhakFnin de kabul ettiği gibi- başka biri olacağını söyler. Bkz. el-Kastallânî, İrşâdu's- j Sâri, XV/36O-i. c) el-Keşmîrî: "İbn Sayyâd'ın büyük deccâl olmasa da küçük decca! ofmasına ne mani var?" el- ' Keşmîrî, Feyzu'l-Bârî, IV/511-2.

İbnu's-Sayyâd'la ilgili rivayetlere baktığımızda çok karmaşık ve çelişik bilgilerle karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Sazı rivayetlerde onun deccâl olduğu geçmektedir:

a) Abdullah b. Munkedir'den gelen rivayette o şöyle demektedir: Câbir b. Abdillah'ın İbnu's-Sayyâd deccaldir diye yemin ettiğini görünce sordum: "Allah adına yemin mi ediyorsun?" Şöyle cevap verdi: "Ömer'in Hz. Peygamberin yanında böyle olduğuna dair yemin ettiğini gördüm. Hz. Peygamber buna itiraz etmedi." el-Buhârî, el-İ'tisam (96), bâbu men reâ terke'n-nekîr... (23), rakam: 7355; Müslim, el-Fiten (52), bâbu zikri İbni Şayyâd (19), rakam 94; Ebû Dâvûd, el-Melâhim (36), bâbun fî haberi İbni's-Sâid (16), rakam: 4331. b) Abdullah b. Ömer diyor ki: "...İbnu's-Say-yâd'a bir kere daha rastladım. Gözü şişmişti. 'Gözün ne zaman böyle oldu' diye sordum. "Bilmiyorum" dedi. "Gö­zün başında olmasına rağmen bilmiyorsun öyle mi" diye sordum. "Allah dilerse gözü şu senin asanda bile yarata­bilir" cevabını verdi. Ardından da şimdiye dek işittiğim en kötü eşek anırması gibi anırdı. Bazı arkadaşlarımın söy­lediğine göre elimdeki asa kırılana kadar ona vurmuşum. Vallahi ben bunun farkında olmadım. Ravi diyor ki: ibn Ömer Ummu'l-mu'minînînin yanına gelerek olan biteni anlattı. O (Hafsa) da dedi ki; "Ne istiyorsun ondan? Bilmi­yor musun Rasûlüllah 'onu İnsanlara ilk gönderecek şey kızgınlığı olacak' buyurdu. Müslim, el-Fiten (52), bâbu zik­ri İbni Sayyâd (19}, rakam: 99. c) Abdullah b. Ömer yeminle İbnu's-Sayyâd'ın deccâl olduğunu söyler. Bkz. Ebû Dâvud, el-Melâhim (36), bâbun fi haberi İbni's-Sâid (16), rakam: 4330. d) Câbir b. Abdillah da İbnu's-Sayyâd öl­dükten sonra, ölmüş olmasına, müslüman olmuş olmasına ve Medine'ye girmiş olmasına rağmen onun deccâl ol­duğunu söyler. Bkz. Ebû Dâvûd, el-Melâhim (36), bâbun fi haberi'l-Cessâse (15}, rakam: 4328.

İbnu's-Sayyâd'! deccâl gibi gösteren rivayetlere karşın başka rivayetlerden anladığımız kadarıyla İbnu's-Sayyâd Hz. Peygamber zamanında buluğa yaklaşmış bir çocuktu. Ancak harikulade bir takım şeyler gösterebiliyordu. Hz. Peygamberi ise peygamber olarak kabul ediyordu. Hz. Peygamberin bir latam harika halleri nedeniyle ondan şüp­helenmekteydi. Nitekim İbn Battal ve el-Beyhaki gibiler Hz. Peygamberin Ömer'in yemini karşısında sükût etmesi­ni Hz. Peygamberin onayı değil bu hususta tereddütte olması olarak yorumlamışlar ve Hz. Peygambere bilahere deccalin o olmadığı yönünde Allah'tan bir vahiy geldiğini bu sebeple Temîm kıssasında olduğu gibi deccalin baş­ka varlık olduğunu söylediğini belirtmişlerdir. Bkz. İbn Hacer, Fethul-Bâri, XW267; el-Kastaflânî, İrşâdu's-Sâri, XV/36Û. Onları destekleyen başka rivayetler de vardır. Nitekim bir rivayette Hz. Ömer'in onun boynunu vurmak is­tediği, Hz. Peygamberin de "eğer bu o (deccâl) ise sen ona musallat edilmeyeceksin. Eğer deccâl değilse onu öl­dürmenin sana bir faydası yok" dediği geçmektedir. Bkz. el-Bûhârî, el-Cenâız (23), bâbun izâ esleme's-sabî... (79), rakam: 1354. İbnu's-Sayyâd'ın kendisi de deccâl oluşunu reddeder. Çocuğu olduğunu, Mekke ve Medine'ye girdi­ğini, deccalin ise böyle olmayacağını söyler. Bkz. Müslim, el-Fiten (52), bâbu zikri ibni Sayyâd (19), rakam 91. ibn Cerîr et-Taberîde onu sahabe arasında zikretmiştir. Bkz. el-Kurtubî, Mufhim, VII/269-70. İki grupta bir kısmını zikrettiğimiz rivayetlere bakılacak olduğunda ilk gruptaki rivayetlerde onun deccâl olduğu vur­gulanmakta, ölmüş olmasına rağmen öyle olduğu söylenmektedir. İkinci gruptaki rivayetlerde ise İbnu's-Sayyâd'tn deccâl olduğuna kesin vurgu yapılmamakta, bilakis kendisi durumunu anlatarak deccâl olamayacağını söylemek­le, İbn Cerîr de onu sahabe arasında zikretmektedir.

Deccafle İlgili hadislerin verdiği genel tabloya bakıldığında deccalin sıradışı bir yaratık olacağı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamberin şehrinde yaşamış ve hayatını bir müslüman gibi devam ettirdiği zikredilen bir insanın Temîm'in bah­settiği deccai gibi kabul edilmesi ve deccâl suretinde bir şeytan olarak betimlenmesi son derece ilginçtir. Hz. Pey­gamberin bir takım olağanüstü halleri nedeniyle kendisinden şüphelendiği bir insanın deccâl kabul edilmesi ve or­talığın deccallarla doldurulması, deccâl rivayetlerinin anlattığı herbir rivayeti kabul etmekten kaynaklanmaktadır.

[1296] et-Talâk/65,1. Rivayet için bta. İbn Mansûr, 1/321, no: 1359; Müslim, el-Talâk (18), bâbu'l-mutallakâti selâsen tâ nefakale lehâ (6), rakam: 46; Ebû Dâvûd, et-Talâk (7), bâbu men enkera ala Fâtrma (40), rakam: 2291. Diğer bir rivayette, Hz. Ömer Fâtıma'nın hafızasına güvenmediğini şu keskin ifadeyle dile getirir: "Falıma bnt. Kays'ın Ra-sûluüah'tan bana anlattığı hadis sebebiyle bir şeyden dönmem." ed-Dârekutnf, İV/23, rakam: 66.

[1297] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 237-246.

[1298] el-Mizzî, Tehzibu'l-Kemâl, İV/327, rakam: 800.

[1299] Bkz. Şurrâb, Temim, s.189.

[1300] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 246-247.

[1301] el-Sakara/2,102-3.

[1302] Abdurrahman b. Hasan ÂVş-Şeyh (1285/1868) cumhurun görüşünü şu cümleyle özetler "Sihrin hakikati olmasay­dı Allah Teâlâ bundan sakınmayı emretmezdi." Kurre, s. 127; Fethu'l-Mecd, s. 280.

Meselenin kelâmî boyutu olan "sihrin hakikati var mıdır yok mudur* meselesi için bkz. es-Sâbûnî, Revâiu'l-Beyân, 1/77-83; el-Harîri, Sihr, s. 125-141; ed-'Dumeynî, Sihr, s. 2S-8; Hamevİ, Sihr, s. 106-110; Edhem, Sihr, 47-56.

[1303] Günümüzde bu işte İlgilenen güvenilir insanların verdikleri bilgilere göre, tinleri kullanmak suretiyle büyü insanlar üzerinde etkili olabilmektedir. Yine ayetler, bir kısım dualar ve önler istihdam edilerek başkalarının yaptığı büyüler çözülebilmektedir. Biz meselenin bu boyutunu eie almayacağız.

[1304] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 249.

[1305] Bazf rivayetlerde bu ikisinin Mîkâil ve Cebrail olduğu geçer. Bkz. İbn SaU Tabakât, 11/196-7; el-Kastallânî, İrşâdu's-Sâri, V/291; ef-Alûsî, Rûhul-Meâni, XV/362; el-Kannûcî, Avnul-Bâri, IV/54-5.

[1306] en-Nevevî, Şerh, XIV/178; [bn Hacer, Fethul-Bâri, XI/395.

[1307] el-Buhân, et-Tıb (76), bâbu's-sihr (50}, rakam: 5766; bâbu's-sihr... (47), rakam: 5763; bâbun hel yustahrecu's-sihr (49), rakam: 5765; Bedul-Halk (59), bâbu sıfatı İblise ve cunûrih (11), rakam: 3268; el-Edeb (78), bâbu kavliliâhi Teâlâ İnne'llahe ye'muru bi'l-adl... (56), rakam: 6063; Müslim, es-Selâm (39), bâbu's-sihr (17), rakam: 43-4. Sihirle ilgili rivayetleri birarada görmek için bkz. ed-Dumeynî, Sihr, s. 68-97; Yıldırım, Sihir, s. 38-60.

[1308] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 250.

[1309] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 250.

[1310] Bkz. el-Buhâri, et-Tıb (76), bâbu's-sihr (47), rakam: 5763; bâbun hel yustahrecu's-sihr (49), rakam: 5765; bâbu's-sihr (50), rakam: 5766; e&Deavât (80), bâbu tekrîri'd-duâ (57), rakam: 6391; Müslim, es-Selâm (39), bâbu's-sihr (17), rakam: 43-4; el-Humeydi, 1/125-7, rakam: 259; Ahmedb. Hanbel, Vl/63; İbn Mâce, et-Tıb (31), bâbu's-sihr (45), rakam: 3545; İbn Ebi Şeybe, V/435, rakam: 3; İbn Sa'd, Tabakât, 11/196-7; el-Beyhakî, Delâİlu'n-Nubuvve, Vl/247; VII/92-4; el-Hindî, KenzuWmmât, VI/742-3, rakam: 17651.

[1311] ibn Eb!Şeybe, V/435, rakam: 2; Ahmedb. Hanbel, İV/367; et-Taberânî, Kebir, V/180, rakam: 5016.

Tefsir kitaplarındaki rivayetlere bakıldığında -ki bu kaynakîar aşağıda gelecek- Hz. Ali'yle beraber ez-Zubeyr ve Ammğr b. Yâsİfi gönderdiği geçmektedir. (Keza bkz. ez-Zebîtfî, Ittıâtu's-Sâde, I/343). Bazılarında Hz. Ali ile Am-mâr"ı gönderdiği geçmektedir. Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, İt/198. Bazı rivayetlerde ise Ammâr b. Yâsirl bir grupla gön­derdiği geçmektedir. Bkz. el-Beyhakî, Delâitu'n-Nubuvve, Vi/248. Hz. Peygamberin Cubeyr b. İyâs ez-Zurakryi gönderdiği dahi geçmektedir. Bkz. İbn Sa'd, a.g.e., 11/197.

[1312] Abdurrezzâk, Xl/14, rakam: 19764; en-Nesâî, et-Tahrîm (37), seheratu ehli'l-kitâb (20), rakam: 4091; et-Taberânî, Kebîr, V/179, rakam: 5011; İbn Sa'd, Tabakât, 11/199.

[1313] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 251.

[1314] ibn Hacer, Felhul-Bâri, XI/394.

[1315] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 251-252.

[1316] Zikri geçen şu hadisler: el-Buhâri, 5765, 6063; İbn EblŞeybe, 2; en-Nesâi, 4091; Ahmed b. Hanbel, İV/367; el-| Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, VII/92-4; el-Humeydî, rakam: 259; İbn Sa'd, Tabakât, 11/196-9; el-Taberânî, Kebir,. 5011-3,5016.

[1317] el-Buhâri, zikri geçen 6063 nolu hadis.

[1318] Zikri geçen şu hadisler: el-Buhâri, 3268; 5763; 5766; 6391; el-Beytıakî, Delâilu'n-Nubuvve, VI/247.

Ayrıca bazı rivayetlerde "onu çıkardın mı" sorusu yerine 'onu yaktın mı" İfadesi geçmekte, Rasûlullah da hayır ce­vabını vermektedir. Bkz. Zikri geçen şu hadisler: İbn Ebi Şeybe, 3; Ahmed b. Hanbel, VI/63; el-Buhâri, 6391; Müs­lim, 43; İbn Mâce, 3545.

[1319] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 252.

[1320] Zikri geçen el-Buhârfdeki 5765 ve 6063 nolu hadisler.

[1321] 8u kelime neşr kelimesinden  muskanın içindekini açtın mı manasına da gelir. (Bkz. ibn Hacer, Fethu'l-Bâri, X!/400; XII/102; ei-Aynî, Umdetul-Kân, XVIII/Î77; el-Kirmânî, Şerh, XXt/39, 41). Mana böyle olsa bile, hu dahi muskanın çıkarıldığını gösterir.

[1322] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 252-253.

[1323] en-Nesâî, zikri geçen 4091 nolu hadis.

[1324] el-Buhâri, 5766 numaralı hadis ile diğer zikredilen hadisler.

[1325] Zikri geçen şu hadisler: İbn EbiŞeybe, 2; Ahmedb. Hanbel, İV/367; el-Taberânî, 5011-3,5016. el-Hâkim sadece muskayı çözdüğünü zikreder, Rasûlullah'ın bağdan kurtulmuş gibi kalktığını anmaz. Mustedrek, IV/360-1, rakam: 8014.

[1326] İbnu'l-Cevzî, Zâdul-Mesİr, IX/270.

[1327] İbn Sa'd, Tabakât, il/198-9; el-Beyhakî, Deiâitu'n-Nubuvve, VII/92-4. Hadisi tefsir kitaplarında görmek için bkz. eş-Şevkânî, FeM-Kadir, V/616; İbn Kestr, Tefsir, VIII/557-8 (İbn Kesîr bu rivayeti müfessir es-SaWden nakleder ve onun bunu senedstz olarak İbn Abbas'tan rivayet etliğini, hadiste gatâbef olduğunu, ilgili hadislerin bir kısmın­da ağır derecede nekâret bulunduğunu, bir kısmının şahid rivayetler olduğunu söyler); el-Begavî, Tefsir, IV/546-7; es-Semerkandî, Tefsir, IH/526-7; el-Vâfıidi, Esbâb-ıNûzûl, s. 566-8; Vesit, İV/572; el-Beydâvî, Tefsir, H/632; Ebû Hayyân, Tefsir, VHİ/530; İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, IX/270-i; el-Kurtubî, Câmi\ XX/253-4; Ebu's-Suûd, Tefsir, V/915; el-Alûsî, Röhu'l-Meâni, XW362; el-Mâverdî, Nuket, VI/376; es-Suyûtî, ed-DurruWensör, VIIİ/687-8; es-Su-yûtî, Tefsir, s. 826; Lubab, s. 830; Bursevî, Tefsir, X/542-3; es-Sâbûnî, Safvetu't-Tefâsİr, lil/624; ez-Zuhaylî, Tef­sir, XXX/47î-2 (ez-Zuhaylînin es-Sahibayn'da geçiyor deyip Muavvizeteyn sûrelerinin indiğini söylemesi zühuldür. Çünkü bu iki kitabta bu kısım olmadığı gibi bu iki sûrenin sebeb-İ nüzulünün sihir hadisesi olduğuna İşaret te yok­tur). Keza bkz. İbnu'l-Arabİ, Abkâmu'l-Kur'ân, İV/1996; es-Suyûtî, Hasâis, il/99-100. (et-Taberî bu kısmı zikretmez. Bk2. CâmiuWeyân, I/459-60. İlginçtir, Felak sûresinin tefsirinde de bu rivayete hiç değinmez. Bkz. XW349-54). Bu rivayetlere temas babında bkz. ibn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI/394 (Burada Abd b. Humeyd'in Muavvizeteyn hadi­sini rivayet ettiğine temas eder).

[1328] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 253-254.

[1329] Ancak bu iki sûrenin sihir döneminde nazii olduğuna dair elde somut bir delil yoktur. Bu bölümün sonundaki de­ğerlendirmenin yedinci maddesinde geleceği gibi bu iki sûre Mekkrdir.

[1330] Turan Dursun, hadiste belirtildiğine göre, Peygamber büyünün etkisinden Tann'nın verdiği şifa üe kurtulduğunun anlatıldığını söyledikten sonra şöyle bir soru sorar; "Peygamber Falak Sûresi'ndeki uyarıya kulak asmamış mı acaba? Yani "büyünün, başına bir kötülük getirmesinden Tanrı'ya sığınmamış mı? Yoksa Tann'ya sığfnmış da, 'büyü­nün etkisi" karşısında, onun Tann'ya sığınmasının etkisi birşeye yaramamış mıT Din Bu, i/518. Dursun'un tenkidi yukarıdaki izahta cevabını bulmaktadır. Ancak, yaşananın bütün detayıyla ve aynı minvalde anlatıtmamsı sebe­biyle bir takım zorluklarının aşılması hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

[1331] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 254-255.

[1332] Zikri geçen hadisler: İbn EbiŞeybe, 2; Ahmedb. Hanbel, İV/367; en-Nesâi, 4091; et-Taoerânî, 5016.               

[1333] Bkz. İbn Hacer, Fethu'l-Bân, XI/390.                                                                                                                  

[1334] Ahmedb. Hanbel, V\m.                                                                                                                                    

[1335] Abdurrezzâk,Xl/14,rakam: 19764. Ebû Dâvûd hadisi rivayet eden Yahya b. Ya'merİn (90'dan önce/709) Hz. Âişe'den hadîs işitmediğini söylemiştir

(bkz. ez-Zehebi, Nubelâ, İV/442, rakam: 170), bu sebeple rivayete mursel denmiştir. Ancak ez-Zehebî bunu kabul etmez ve onun başka sahabilerden rivayetine temas eder. Bkz. Tezkiretu'l-Huffâz, I/75.

Bunun yanında bunun senedinde geçen Atâ' b. Ebî Müslim el-Horâsânî (135/752) bulunmaktadır. Sadûk olması-:       na rağmen çok yanılan, mursel rivayet eden mudellis birisidir. Bkz. ez-Zehebî, Nubela, VI/140-3, rakam: 52; İbn Hacer, Takrib, s. 392, rakam: 4600.

[1336] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 255.

[1337] Bkz. İbn Hacer, Fethul-Bâri, XI/390. Hadisi değerlendiren Mevdûdî {Tefhİmu'l-Kur'ân, Vllfl21) ve ed-Dumeynî de {Sihr, s. 86-7) benzer bir yoîa başvurur.

[1338] Rivayetlerde RasOlullah'ın muskayı yazanı görüp görmediğinde de oldukça farklılıklar vardır. Konuyu geniş tutma­mak ve önem olarak diğer hususlar kadar öncelik arz etmediği için bu mevzu buraya alınmadı. Silgi için bkz. İbn Hacer, Fethul-Bâri, M/395.

[1339] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 256.

[1340] Bkz. eş-Şevkânî, Fettnı'i-Kadir, t/131.

[1341] el-Cessâs, Ahkamu'i-Kur'ân, I/59-60. MevJüt Güngör Cessâs'ı bu görüşünden dolayı lenkid eder: "Cassâs, sihir mevzuunda Ehli Sünnete açıkça ters düşmüş ve konuyla ilgili hadisleri ihtilatsızca red yoluna gitmiştir. Buna rağ­men onun bu görüşünde Mutezile Fırkasının tesirinde değil de aynı görüşü müdafaa eden İmam-ı Azam Ebû Ha­nîfe'nin tesirinde kaldığını söyleyebiliriz. Çünkü Cassâs mezhep imamına son derece bağlı olup, onu her halükâr­da savunmaktadır.' Cassâs ve Ahkâmu'l-Kur'ân'ı, s. 29.

[1342] Bkz. et-Taberî, Câmi\ I/460; ez-Zemahşerî, Keşşaf, 11/103 (ayrıca Ahmed el-İskenderfnin Keşşâfm zeylinde bulu­nan Kitâbul-İnsâfmm bu sayfadaki açıklamalarına bkz); İV/301; er-Râzî, Tefsir, İÜ/193; XXXII/179; el-Kurtubî, Ca­mi; 11/46; Bursevî, Tefsir, X/543; eş-Şihâb, Haşiye, Vlll/416; el-Cemel, el-Futubâtu'l-ltâhiyye, İV/607; Macdonald, Sihİr, islam Ansiklopedisi, X/603; Hamevî, Sihr, s. 106.

Hem önceki hem de sonraki mealinde Felak ve Nas sûrelerinin Mekke'de veya Medine'de nazil olduğu hakkında ihtilaf vardır diyen ancak Gerçek Din Bu adlı çalışmasında (1/174) "çünkü sûre Medine'de değil, Mekke'de inmiş­tir... Fakat sûrenin Mekki olduğu rivayeti daha doğrudur" diyen Süleyman Ateş, sihirle ilgili tüm rivayetleri topluca şöyle değerlendirir: "Aslında yalnız Sa'lebTnin bu senedsiz rivayeti değil, bu konudaki senedli rivayetler de birbiri­ni tutmaz, çelişkilerle doludur. Bu rivayetlerin hiçbiri sürenin iniş sebebi olamaz... Ayrıca bu rivayetler çelişkilerle doludur... 8u rivayetlerin, büyü ve nazarın etkisini desteklemek ve insanları bunlardan korkutmak amacıyla ortaya atıldığında şüphe yoktur. Verilmek istenen Semel düşünce şudur: Büyü ve nazar Peygambere bile tesir etmiştir. Onun için bunlardan sakınmak lazımdır." Süleyman Ateş hadi» reddetmek için kullanılan delilleri serdettikten son­ra şöyle der: "...Peyğamber'e büyü yapıldığı hakkındaki bu rivayetlerin hepsi zalimlerin anlatımıdır. Bunu çıkarıp uydurduktan sened zinciriyle Peygamberin güzîde bir sahâbîsine dayandıranlar, müslüman görünseler de, gerçek­te Peygamber düşmanı yalancılardır. Bir müslüman, Kur'ân'a tamamen ters olan, Peygamberin korunmuşluğunu dinamitleyen bu yalanlara nasıl inanır?" Gerçek Din Bu, 1/176.

Ali Osman Ateşin ifadeleri biraz daha yumuşaktır: "Bir yahudinin yaptığı sihrin, Hz. Peygamberde bir delide göz­lenebilecek bir tesirin meydana getirebileceğini doğrusu insanın gönlü kabui etmiyor." Cinler-Büyö, s. 272.

[1343] el-Mâide/5, 67.

[1344] el-Hicr/15,95.

[1345]  et-İsra/17, 47; el-Furfıân/35,8.

[1346] Bkz. Abduh, Tekini Cüzi Amme, 182. Reşid Rıza da (1354/1935) şöyle der: el-Buhârtfeti bazı hadislerin metin­leri illetten uzak değildir. Bu illetler hadisçiierin sıraladıkları mevzu hadislerin bazı alametlerine uymaktadır. Rasû-lullah'a sihir yapıldığı hadisi gibi. Bkz. Meceiletu'1-Menar, XXIX/1,104.

[1347] el-Muslimûn, Sünnet Üzerine Bir Kitap ve Bir Açık Oturum, trc. Mehmet Görmez, s. 307-8.

[1348] Seyyid Kutub konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: "Bir kısmı sahih fakat mütevaSr olmayan bazı rivayetlerde, Le­bîd b. el-A'sam adlı bir yahudinin Hz. Peygambere Medine'de sihir yaptığı geçmektedir. Söylendiğine göre birkaç gün, bazı rivayetlerde ise birkaç ay sürmüştür. Öyle ki Hz. Peygamber aileleriyle birlikte olmadığı halde onlarla be­raber oldum sanıyormuş. Keza yapmadığı bir işi yaptım sanıyormuş. Felak ve Nas sureleri Hz. Peygambere ruk-ye için nazif olmuşlar. Rüyasında haber verildiği üzere sihri getirtince bu iki sureyi onun üzerine okumuş, düğüm­ler çözülmüş ve bu sıkıntı başından gitmiş.

Bu tür rivayetler Hz. Peygamberin iiil ve tebfiğlerirtdeki ismet sıfatına aykırıdır. Hz. Peygamberin her sözünün ve fiilinin sünnet olduğu inancıyla bağdaşmaz. Çünkü Hz. Peygamberin her sözü ve Bili birer sünnet ve şeriattır. Ay­rıca bu Hz. Peygamberin büyülendiği şeklindeki müşriklerin iftiralarını reddeden Kur'an'a da aykırı düşmektedir. Bu nedenle bizler bu rivayetleri kabul etmiyoruz. Akaid konusunda âhâd haberler delil olmaz, bu konuda yegâne mer­ci' Kufân'dır. İlİkadla ilgili konularda hadisleri almanın şartı ise tevatürdür. Zikri geçen rivayetler ise mutevatir de-ğiidir. Tüm bunların yanında bu iki surenin Mekke'de nazil olduğuna dair rivayetler tercihe daha şayandır ve bun­lar diğerlerini zayıf kılmakladır" Kutub, Fİ ZılâH'l-Kur'ân, VI/4008.

[1349] el-Muslimûn, a.g.e., s. 292

[1350] Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, 1/48.

[1351] Bkz. el-Tatırîm/66 sûresi ilk ayetler.

[1352] 8u yöndeki görüşler için bkz. et-Tabert, Cami', i/460; el-Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, 1/80; et-Taftazânî, Şerhu'l-Me-kâsıd, V/79; Bursevî, Tefsir, X/543; Ebû Reyye, Edvâ, s. 350-1 (Burada MuhammedAbduh'tan nakiller vardır); Hi-câzî. Tefen; 111/921-2; el-Merâği, Tefsir, »268; el-Kâsımî, Tefen; XVII/6308-9; Mevdûdî, Tefhİmu'l-Kur'ân, VII/319; Yıldırım, Tefsir, XIİI/7088; Ebûbekr, İktisâh, s. 220-3 (8u zatın hadisle ilgili son sözü şöyledir: Bizim inanmamız ge­reken hakikat şudur: Bu hadis batıldır, Rasûlullah adına iftiradır, uydurmadır, asılsızdır).

[1353] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 256-260.

[1354] el-Harîrî sihir hadisesinin akideyle ilgili bir husus olmadığım, ahkamı ilgilendirdiğini, ahkam bahislerinde de ahad haberlerin delil olarak alınabifeceğini söyler. Bkz. Sihr, s. 163.

[1355] Bkz. İbnu'l-Kayyım, Bediiul-Fevâkl, 11/248-250.

[1356] Bkz. Mevdüdî, Tefhİmu'l-Kufân, VII/320; el-Harîrî, Sihr, s. 163.                                                                              

[1357] Bkz. İbnu'l-Kayyım, a.g.e., 11/252; Bursevî, Tefsir, X/543; Ebû Şehbe, Difâ\ s. 225; el-Kasîmî, Muştalat s. 51.

[1358] et-Taberânî, Evsat, IX/35, rakam: 8073; el-Hatîb, Târîhu Bağdâd, VI/211, rakam: 3266; es-Suhrevertfi, Avârilu'l-Meârif, V/157; ei-Gazâlî, İhya, I/209; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, V/96-7; el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, VII/212-3. Anan düştüğü ve namazlarını bir müddet olurarak kıldığı şeklinde: eş-Şâfiî, ihtiiâfu'LHadis, s. 67; el-Buhâri, el-Ezan (10), bâbun yehvî bi't-tekbîr... (128), rakam: 805; Müslim, es-Salât (4), bâbu i'timâmi'l-me'mûm bi'l-imâm (19), rakam; 77-81; ibn Huzeyme, Sahih, 111/53; en-Nesâi, el-lmâme (10), el-i'timâmu bi'l-imâm (16), rakam: 793; ei-Beyhakî, II/303; Ma'rile, İV/136, rakam: 5678

[1359] Bkz. Müslim, el-Cihâd (32), bâbu gazveti Uhud (37); el-Beyhakî, Şuab, ll/l 64, rakam: 1447; Ma'rife, ill/119, rakam: 3942; en-Nesâi, el-İmâme (10), ei-i'timâm bi'l-imâm (40), rakam: 831; ed-Dârekutnt, 1/422; Ebu'ş-Şeyh, Tabakât, 111/550; İbnTeymİyye, Minhâcus-Sunne, 11/226.

[1360] Bkz. İbnul-Kayyım, Bedaiul-Fevâid, 11/250.

[1361] Bkz. el-Kasîmî, Muşkilât, s. 52.

[1362] İbnul-Kayyım da "flasûfuJlah'tn sihirîenmesi ile zehirlenmesi arasında fark yoktur der. Zâdu'l-Meâd, İV/124.

[1363] İbn KuteybeHz. Peygamberin beşer yönünü öne çıkarır: "Yahudiler daha önce Zekeriyya b. Azân'ı bir ağacın içe­risinde testereyle parçalayarak kesmişlerdi. Bu hadise olmuşken, yahudi olan Lebîd b. el-A'sam'ın Rasûlullah'a si­hir yapmış olması inkar edilemez... Yahudiler ondan sonra oğlu Yahya'yı da fahişe bir kadının hilesine kanıp, onun sözüyle öldürmüşlerdi." İbn Kuteybe daha sonra Rasûlullah'ın zehirlenmesinin vefatına sebebiyet verdiğini, sihrin ise etki itibarıyla daha hafif birşey olduğunu, diğerleri olduğuna göre bunun da olabileceğini söyler. Peşinden de Cebrail'in kendisine yatağa girdiğinde Ayete'l-Kursîyi okumasını ve böylece şeytanın ona musallat olamayacağı­nı belirttiği hadisi aktarır. Şeytanın peygamberlere musallat olabileceğine dair olarak da Hz. Eyyûb'un "şeytan, be­ni yorgunluk ve musibete uğrattı" (Sâd/38,41} ayetini zikreder. Bkz. le'vil, s. 120-5, rakam: 39. Son dönem hadis yorumcularından ve müfessirlerinden olan Mevdûdî, sihrin Yn. Peygamber üzerinde etkili olabi­leceğine şu yorumuyla katılır: "Büyünün gerçekliğini (mahiyetini) öğrenmek istiyorsanız Kur"ân-ı Kerîm'deki Hz. Musa kıssasını okuyunuz. Sihirbazlar sopaları ve ipleri yılan haline getirmişti, aslında onlar olmamıştı, fakat ora­da bulunan kalaba! ık o sopaları ve ipleri yılan şekline dönüşmüş olarak görür olmuşlardı. Hatta peygamber olma­sına rağmen Hz. Musa (as) bile o kadar büyülenmişti ki onları o da yılan şeklinde görmüştü. Kur'ân-ı Kerîm'de an­latıldığı gibi: "Büyücüler (ellerindeki ipleri ve sopaları) yere atınca insanların gözlerini büyülediler (bağladılar) da onları dehşete düşürdüler." (eİ-A'râf/7,116). "Bir de ne götsün ki, onların ipleri ve sopaları onların büyülerinden do­layı kendisine doğru koşuyor gibi zannetti de Musa içinde bir korku hissetti." (Tâhâ720,66-7). Bu ayetlerden de an­laşılıyor ki; sihir (büyü) eşyanın mahiyetini (varlık biçimini) değiştirmiyor ancak bir çeşit ruhi (psikolojik) tesir mey­dana getirerek insanın duygularını (algılarını} etkiliyor. Hatta bundan sihrin bütün insanlara etki yapmakla kalma­dığı, peygamberlere bile etki yaptığı da anlaşılıyor. 8u sihir yolu i!e hiçbir sihirbaz hiçbir peygamberi mağlup ede-meşe de, onun davasını geçersiz yapamasa da, o peygamberi etkisi altına alarak onu peygamberliğine yakışma­yan bir iş yapmaya yöneltemese de büyünün peygambere de geçici bir etkisi olabileceğini Kur'ân-ı Kerîm'den öğ­renmiş oluyoruz. Hadis-i şeriflerde büyünün Peygamber Efendimize yaptığı etkiden bahseden rivayetlerden hiçbi­ri akla, tecrübeye ve müşahedeye aykırı değildir. Ve ne de Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiği yukarıda benim anlattığım gerçeklere aykırıdır." Mevdüdî, Meseleler ve Çözümleri, 11/47-8. Ayrıca bkz. el-Kasîmî, Muşkilât, s. 56.

[1364] el-Muhelleb b. Ahmed de (435/1043) şu tesbiti yapar: Nasıl ki namazda şeytan kendisine musallat olmak istemiş ve Allah onu bundan muhafaza eylemişse, aynı şekilde, tebliğle ilgüi hususlarda da Allah onu muhafaza eylemiş­tir. Bkz. ibn Hacer, Fethu'l-Bân, Xl/391.                                                                                                          

[1365] el-Begavî, Şerhu's-Surme, Xl!/188. Keza bkz. İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, lX/302.

[1366] el-Mâzerî, Mu'lim, MI/93, rakam: 1022.Ayrıcabkz. ibn Hacer, Fe//?u'/-&5rî.XI/39O;el-Aynî, Umdetu1~Kâri,XXW420; ei-Kastalfânî, Îrşâdu's-Sâri, VIII/403;el-Alû5Î, Rûhu'l-Meânt, XW362-3.

[1367] e!-Hâzin (741/İ340) bu noktada şunu der: "Bidat ehli kimselerden bazısı muttefekun aleyh oian Hz. Âişe hadisini inkar ettiler. Bu hadisin nübüvvet makamını zedelediğini ve bu hususta şüphe uyandırdığını, böyfe birşeye cevaz vermenin Şeriata itimadda şüphe uyandıracağını iddia ettiler. 8u reddedilmiştir; İddia batıldır. Çünkü kat! ve nakli deliller Hz. Peygamberin sadık olduğunu, tebliğle ilgili hususlarda ismet sahibi olduğunu ortaya koymuştur. Zaten mucizeler de bunun şahididir. Delilin İspat ettiğinin hilafına birşeye cevaz vermek batıldır." el-Hâzin, Tefsir, VI/S07.

[1368] lyâz, Şifâ, 11/181-2. Ayrıca bkz. en-Nevevî, Şerh, XIV/Î75; el-Kirmânî, Şerh, Xlli/197; el-Alüsî, Rûhu'l-Meânî, XV/362-3; Bursevî, Tefsir, X/543-4; eş-Şihâb, Hâşiyetu'ş-Şihâb, VIII/416; es-Sâvî, Hâşiyetu'S-Sâvî, VI/513; Miras, Tecrtd, VIII/234 5; Edhem, Sİhr, s. 362-3

[1369] Bkz. e!-Buhâri, zikri geçen 5765 nolu hadis.

[1370] el-Mâzerî, Mu'iim, İli/93, rakam; 1022; İbn Hacer, Fethu'l-Bârf, 5(1/390. el-Hâzin de aynı şeyi söyler. Bkz. Tefsir, VI/607. Muhyiddîn es-Sâîî de aynı hususa parmak basar: "Bize öğretmek için namazda unutması nasıl caiz ise, sihirden de etkilenmesi öylece caizdir. Ancak sadece cinsel yönden etkilenmiştir. Rivayete göre hanımlarına yak­laşmadığı halde yaklaştığını zannetmiştir. Akıl ve risale! yönü kesinlikle bundan etkilenmemiştir." et-Muslimûn, a.Q.e.. s. 292. a.g.e., s. 292.

[1371]  Mevdûdî, Meseleterve Çözümleri, Iİ/47-8.

[1372] Bkz. İbn Hacer, Fethu'i-Bâri, Xt/391.

[1373] Mevdûdî, Telbîmu'l-Kur'ân, VİI/321. Sihir konusunda her İki tarata deiifleri için bkz. Cevheri, Tefsir, XXV/288; Ya-zır, Hak Dini, 5C/133-4; Hamevî, Sİhr, s. 106-17; ed-Dumeynî, Sihr, s. 98-109; ei-Harîrî, Sihr, s. 123-68.

[1374] Mevdûdî, Tefhimu'l-Kur'an, VII/314.

[1375] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 261-266.

[1376] Bhz. Elmalılı, Hak Dini, 3V132.

[1377] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet Yayınevi: 266-268.