Ali Özek

Fatih Yayınevi

 

HADİS RİCALİ. 4

Hadis İlimleri Ve Kaynakları 4

Mukaddime. 4

Giriş. 4

I- Rivayet 4

II- Rivayet Tarihi 5

Lâfzî Ve Mânevi Rivayet: 6

Peygamberin Sünnetine Sarılmamızın Şart Ve Zarurî Olduğunu Bize Kesin Bir Şekilde Bildiren Âyetlerden Bazıları Şunlardır: 6

Resûlullah’ın Sünnetine Sarılmayı, Kur'an’la Hadis Arasında Bir Ayrılık Gözetmemeyi Bildiren Hadisler: 7

II- Ashab-ur-Re'y Ve Ashab-ul-Hadis. 7

BİRİNCİ BÖLÜM... 8

1- Hadis. 8

İlm-i Hadis'in Tarifi: 9

2- Hadis Ve Siyer 10

3- Haber (Hadis) 10

Haber-i Meşhur Ve Müstefîz: 11

Haber-i Azîz Ve Garib: 11

Hadis-i Şâz: 11

Münker Ve Hadis: 11

Hadis-i Metruk: 11

Tedlis. 12

Hadis-i Muallel: 13

İ’tibar, Mütabeat, Şevahid: 13

Haber-i Sahîh Yahut Hadis-i Sahîh: 13

El-Hâdis El-Kudsi 14

Hadisi İşitmenin, Yüklenmenin Ve Edâsının Keyfiyeti 14

Tahammül- Ül- Hadis (Hadisi Alma Ve Yüklenme) 14

İKİNCİ BÖLÜM... 16

1- İsnâd. 16

2- İsnâd'ın Üstünlüğü Ve Önemi 16

İsnad'ın Önemi Hakkında Söylenen Sözlerden Bazıları: 17

3- İslâm Ümmetinin İsnâd'e Verdiği Ehemmiyet 18

4- Sahih İsnad’ın İslam Ümmetine Has Oluşu. 19

5- İsnad-ı Ali Ve Nazil 19

Ulûvv-ü İsnâd'ın Mertebeleri: 19

Birinci Mertebe: 20

İkinci Mertebe: 20

Üçüncü Mertebe: 20

Dördüncü Mertebe: 20

Beşinci Mertebe: 20

İsnâd-ı Nâzil: 20

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 20

Râviler Tabakâtı: 20

Sahâbâlerde Rivayet: 21

Ashabın Adaleti: 21

En Son Ölen Sahabi: 22

2- Sahabe Tabakaları 22

Bir Râvînin Birkaç Tabakaya Girmesi: 23

Her Tabakanın Devri: 23

Aşere-i Mübeşşere: 23

Ehl-i Bedr: 23

Ehl-üs-Suffe: 23

3- Tabiîn Tabakaları 24

En Son Tabiiler: 24

4- Etbâ-Ut Tabiîn Tabakası 24

İlk Hadis Toplayıcıları 24

Sahih Hadislerin Tefriki 25

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 25

Raviler Tarihi 25

I- Sahabe. 25

1) Ebu Hüreyre (r.a) 25

2- Abdullah b. Ömer (r.a.): 27

3- Enes b. Malik (r.a): 28

4- Hz. Aişe (r.a.): 29

5- Abdullah b. Abbâs (r.a.): 30

6- Câbir b. Abdullah (r.a.): 31

7- Ebû Saîd el-Hudrî: 32

II- Tabiîn. 33

1- Said b. el-Müseyyib: 33

2- Urve b. ez-Zübeyr: 34

3- Abdurrahman b. Hürmüz el-Arac: 35

4- Nafi’ Mevlâ İbni Ömer: 35

5- el-Hasan el-Basrî: 36

6- Muhammed b. Sirin: 36

7- Muhammed b. Müslim ez-Zührî: 37

8- Katâde b. Dâme: 37

9- Süleyman b. Mihrân el-A'meş: 38

10- Saîd b. Cübeyr: 38

11- İshak, Mevla Zaide: 39

12- İsmail b. İbrahim el-Hicazi: 39

13- Yahya b. Ubeyd: 39

14- Yezîd b. Ümeyye: 39

15- Haneş b. el-Mu'temir: 40

16- ez-Zübeyr b. Hureyk: 40

17- Ya'kûb b. Ebi Rebâh: 40

III- Etbâ-Ut-Tâbiîn. 40

1- Abdulmelik b. Abdülaziz b. Cüreyc: 41

2- Malik b. Enes: 41

3- Süfyan es-Sevrî: 42

4- Süfyan b, Uyeyne: 43

5- Abdullah b. Lehîa: 43

6- Muhammed b. İshak b. Yesar: 44

7- el-İmam el-Leys: 44

8- Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî: 44

9- Hamza b. Abdullah: 46

10- Hamza b. Muhammed: 46

11- Muhammed b. es-Sâîb el-Kelbî: 46

12- Muhammed b. Saîd el-Maslûb: 47

13- Zîyâd b. Muhammed el-Ensari: 47

14- Mukâtil b. Süleyman: 47

15- Hamza b. Nuceyh (Necîh): 48

16- Muhammed b. Ziyâd d-Yeşkerî: 48

17- Hamza b. Ebî Hamza: 48

IV- Etbâ-u Etbâ-ıt-Tâbiin. 49

1- Ahmed b. Hanbel: 49

2- İshâk b. Râheveyh (Râhûye) : 50

3- Yahya b. Maîn: 50

4- Muhammed b. İsmail el-Buhârî: 51

5- Müslim b. el-Haccâc Ebû'l-Hasan el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî: 54

Tenbîh: 54

6- Muhammed b. İsâ et-Tirmîzî: 54

7- Ahmed b. el-Haill b. Harb: 55

BEŞİNCİ BÖLÜM... 55

Kadın Hadisçiler 55

ALTINCI BÖLÜM... 56

EL-CERH VE'T-TA'DÎL.. 56

El-Cerh: 57

Tenbih: 58

Ta'dil Ve Tecrîh'in Kabulü: 58

Cerh Ve Ta'dil'den Kabul Olunanlar Ye Olunmayanlar: 58

Fâîde: 59

Cerhi Ta'dile Takdim Etmek Meselesi Ve Bunların Her Biri İle Meşgul Olanların Sayısı: 59

Tenbih: 59

Mesele: 60

Cerh Ve Ta'dil Lâfızları, Bunların Mertebe Ve Dereceleri: 60

Mühim bir not: 61

Cerh Ve Ta'dil Yapmak Hakkına Sahip Olmanın Şartları. Ve Bu Bu Sahada Meşhur Olanlar: 62

Meşhur Muaddîl Ve Cârihlerden Bir Grup: 63

Etbâ-u Etbâ-ıt-Tâbiîn Asrı: 64

YEDİNCİ BÖLÜM... 65

Muhaddis, Hafız, Hüccet, Hâkim kelimelerinin mânası: 66

I- Muhaddis. 66

II- Hafız. 66

III- Hüccet 66

IV- Hakim... 67

SEKİZİNCİ BÖLÜM... 69

Hadisin Tedvini 69

Dirâyeten İlm-İ Hadis'î Tedvin Edenlerin İlki Ve Bu Konuda Te'lif Edilmiş Kitapların En Meşhurları: 69

DOKUZUNCU BÖLÜM... 76

I- Ğarîb-ul-Hadis. 76

II- Hadiste Nâsih Ve Mensûh. 77

Bu Konuda Yazılanlar 77

III- Hadis Bulmağa Yarayan Kitaplar 78

ONUNCU BÖLÜM... 78

II- Garb Dillerinde Hadise Dâir Neşriyat 82


HADİS RİCALİ, HADİS İLİMLERİ VE KAYNAKLARI

 

Rivayet

 

“Rivayet” kelimesinin bir lügat, bir de ıstılah mânası vardır. Lügat olarak ele aldığımız zaman “reva” maddesi Arapçada üç ayrı mânada kul­lanılır.

1- Reva, yervî, reyyen: Sulamak, bağlamak, mânalarında kulla­nılır.

2- Reva, yervî, rivâyeten: Şiir ve hadis gibi söz nevinden olan şeyleri yüklenip yâni duyduktan sonra hıfzedip nakletmek, söylemek, bil­dirmek, başkalarına duyurmak gibi mânalarda kullanılır.

3- Reviye, yervâ, riyyen ve riven: Suyu içip doymak, suya kan­mak gibi mânalarda kullanılır.[1] Rivayet işini yapan kimseye “râvî”, ri­vayet yoluyla naklolunana “mervî” denir. “Râviye” su taşıyan hayvan­dır. Bazı dilciler bu istimalde “mecaz” olduğunu söyleyerek şöyle demiş­lerdir.

Su taşıyan ve insanları sulayan hayvana veya insana benzetilerek, insanlara haberleri nakleden kimselere “râvî” denilmiştir. Çünkü rivâyet asılında sulamak ve suya kandırmaktır, insanlara haberleri nakleden ve duyuran kimseler sanki insanları suluyorlar.

Rivayetin istılah olarak iki mânası vardır:

1- Umûmî mânada rivayet: Bu, şiir veya nesir her türlü söz çe­şitlerini, söyleyenden alıp yâni ezberleyip başkalarına nakletmek yâni okumak ve duyurmak demektir. Tarihin ilk devirlerinde yazının ibtidâî olması, hele kâğıdın yokluğu sebebiyle ilim öğrenmek ve onu başkaları­na öğretmek işi daha ziyade hafızaya dayanıyordu. İslâm’dan önceki Arabistan’da yazı vardı, fakat zayıftı. O devirlerde şiir veya nesir her tür­lü edebî mahsûller daha ziyade rivayet yoluyla naklolunuyordu. O devir­lerde her şâirin bir râvîsi olduğu gibi her âlimin bir râvîsi ve her kabi­lenin de şâirleri, hatipleri, nesebcileri ve onların sözlerini ezberleyip nakleden râvîleri vardı. O devirlerin edebî mahsûlleri işte bu şekilde toplanıyor ve neşrediliyordu. Meselâ büyük şâirlerden “Muallaka” sahibi Züheyr b. Ebî Sülmâ, Evs b. Hacer adındaki câhiliyet şâirinin râvîsi idi. İslam’ın zuhurundan sonra bu sistem kısmen değişti. Çünkü Kur'an-ı Ke­rîm asla bir şâirin şiiri yahut bir hatibin hutbesi gibi muamele görmedi. Kur'an Resûlullah’ın emri ile ve bizzat kendisinin kontrolü altında yazıl­dı. Bu yeni bir başlangıç idi. Bununla beraber Kur'an sadece yazılmakla, da iktifa olunmadı. Ayrıca bütün ashab tarafından hararetle ezberlendi. Esasen ilk zamanlarda Kur'an’ın tesbitinde yazı yardımcı unsur idi. Çün­kü bilhassa o günkü imkânlar muvacehesinde sadece yazı ile Kur'an’a âit bazı okunuş ve tecvid hususiyetlerini nakletmek mümkün değildi. Kaldı ki, bu husus bugün dahi aynen carîdir. Zira dildeki vurguları ve müzik ile ilgili nameleri sadece yazı ile nakletmek imkânsızdır. Bu türlü husu­siyetler ancak işitme yoluyla elde edilir. Bu gibi şeylerin yazı ile gerçek tarifi yapılamaz. Zira bu çeşit hareket ve sanatları başarmak daha ziyade taklid ve tekrara dayanır. Binaenaleyh insanoğlu dâima ezberleme­ğe ve bazı şeyleri hafıza yoluyla alıp nakletmeğe muhtaçtır. Hatta bugün, dahi fotoğraf ve ses alma ve sesleri tesbit etme cihazları olmasına rağ­men şehâdette görgü ve duygu şahidi en mühim yeri işgal etmektedir.

Bütün bunları söylemekten bizim maksadımız, rivayet ve hafıza yollariyle bize gelmiş olan ahkâm, ve bilgilerde şüphe edenlere veya şüphe etmek isteyenlere, bu şüphe ve tereddüdlerinin yersiz olduğunu söylemek­tir. Bilhassa Caetani ve Margoliouth gibi bazı müsteşriklerin ilk zaman­larda tamamen rivayete dayanan, ancak hicrî birinci ve ikinci asırlarda yazılmış olan Arap Edebiyatının uydurma olduğunu söylemek gaflet ve cür'etlerine işaretle, bu konuda gayrı ilmî ve gayrı ciddî olduklarını, akıl­larından daha ziyade hislerinin te'siri altında kaldıklarını söylemektir.

Bununla beraber gerek hadis ve gerekse edebiyatta bazı uydurma­ların vücûdu İslâm ulemâsı tarafından daha o devirlerde tespit edilmiş, böylece uydurma olanlar uydurma olmayanlardan ayırt edilmiştir. Müs­takil parçalardan meydana gelen bir bütünün bazı parçalarının bozuk ve sahte olması o bütünü meydana getiren diğer parçaların bozuk ve sah­te olmasını gerektirmiyeceği hem aklen, hem mantıken, hem de âdeten bedîhîdir.

O halde rivayet yoluyla bize gelmiş olan bilgilerden, yazılma ve onu takip eden tenkit asırlarında doğruluğu kabul edilenler doğrudur. O de­virlerde uydurma olduğu tespit edilenler de uydurmadır. Şu anda bize düşen ilk vazife bu hususu araştırmak, sonra onları değerlendirmek ol­malıdır.

2- Özel mânada rivayet: Rivayetin özel mânası, Peygamberin hadislerini isnâd ile nakletmektir. Bu manadaki rivayetin sahîh olması için, bazı şartlar vardır ki, onlar bu kitabın ilgili bölümlerinde izah edilmiştir.[2]

 

Rivayet Tarihi

 

Rivayet tarihini ele alırken ilk önce tarih kelimesinin mânası üzerin­de durmak gerekir.

Tarih, yer, zaman ve şahıs gibi unsurlarla birlikte siyasî, içtimaî, dinî ve edebî yönlerden geçmiş milletlerin haber ve hallerini bildiren ilim­dir.

Rivayet tarihi ise, rivayetin cereyan ettiği devirleri, her devirde vuku bulan hâdisat ve gelişmeleri ve rivayetle meşgul olan adamların hal tercemelerini bilmektir.

Rivayetin devirlerini biz, İslâm tarihine göre ele alacağız, çünkü bi­zim maksadımız, İslâmî ilimlerle ilgili bulunan rivayeti izah etmektir.

İlim ve edebiyat tarihleri ile meşgul olan âlimler ve hadisçiler riva­yet devirlerini belirtmek hususunda tarihçilerden farklı düşünürler. Me­selâ tarihte esas olan daha ziyade büyük harpler, inkılâplar ve siyasî ni­zam değişmeleridir. Aynı zamanda seneler ve asırlar da esas alınır. Hal­buki ilim tarihinde siyasî değişmelerden daha ziyade tarihini yazmak istediğimiz ilmin geçirdiği tekâmül safhaları ve bunlarla ilgili hususlar mühimdir. Onun için rivayet tarihi şu devirlere ayrılır:

1- Câhiliyyet asrı: Bu devir İslâm’ın zuhurundan itibaren geriye doğru 150 senelik bir zamana verilen addır. Bu devir gerek İslâmiyet ve gerekse, Arap dili ve edebiyatı için hazırlık ve başlangıç devridir.

2- Sadr-ı İslâm asrı: Bu devir, İslâm’ın zuhurundan itibaren baş­lar, Emevî devletinin yıkılışı ve Abbasî devletinin kuruluşu zamanı olan hicrî 132 senesinde sona erer.

3- Abbasîler asrı: Bu devir de hicrî 132 senesinde başlar, 656 senesinde Moğol istilâsına uğrayan Abbasî Devletinin yıkılmasıyla sona erer.

4- Müteferrik Devletler asrı: Bu devir Bağdad'ın sukutu olan hic­rî 656 tarihinden başlayarak yeni kalkınmanın başlangıcı kabul edilen hicrî 1220 tarihine kadar devam eder. Bu devirde pek çok devlet vardır. Onlar arasında, en büyüğü Osmanlı Devletidir.

5- Kalkınma asrı: Bu devir Mehmed Ali Paşa’nın Mısır'da istiklâ­lini ilân târihi olan hicrî 1220 senesinden başlıyarak zamanımıza kadar gelir. Arap Edebiyatı tarihi ile meşgul olanlar da Edebiyat Tarihi bakı­mdan aynı devirleri esas almışlardır.[3]

 

Lâfzî Ve Mânevi Rivayet:

 

Rivayetin lafzı ve manevî olması hususu da ihtilâf konusu olmuştur. Asl olan hadisleri bizzat Peygamber tarafından söylenmiş olan kendi lafızlarıyla rivayet etmektir. Fakat bazı hallerde, lafızları aynen muhafaza etmeden, Peygamberden duyulanları manen rivayet etmekte bir beis yoktur. Yalnız manevî rivayetin cevazı bazı hallerde ve bazı lafızlar içindir.

Burada bizim ehemmiyetle söylemek ve üzerinde durmak istediğimiz diğer bir husus, son zamanlarda bazı kimselerin, hadisle amel etmek konusundaki yersiz iddialarıdır. İddia edildiğine göre, “Yalnız Kur'an’la amel edilmeli imiş... Kur'an’da olmayan şeyleri ise akıl yoluyla halletmek gerekirmiş, çünkü hadis tam olarak nakl ve muhafaza edilmemiş, esasen Kur'an varken hadislerle amel etmeğe lüzum yokmuş...”

Bu iddiaların hepsi yanlıştır. Allah Teâlâ’nın, bize kendisiyle kitap gönderdiği Resulünün sözleri elbette ki bizim için Kur'an’dan sonra en mühim bir esastır. Aksi halde O'nun Peygamberliğinin mânası nedir? Esa­sen hadis, Kur'an’ın tefsiri mahiyetindedir. Resûlullah (s.a.)’in kavlî, fiilî ve takrirî her türlü hadisi, Kur'an-ı Kerîm'deki ahkâmın yine kavlî, fiilî ve tekriri olarak izah ve tefsiri demektir. Bunun böyle olduğunu söyleyen biz değil, yine Allah Teâlâ Hazretleridir.[4]

 

Peygamberin Sünnetine Sarılmanın Şart Olduğunu Bildiren Âyetler:

 

“De ki, Ya Muhammed! Eğer Allah'ı seviyor idiyseniz bana tâbi' olunuz. Öyle yaparsanız Allah sizi daha çok sever ve günahlarınızı bağışlar. Allah gafur ve rahimdir. De ki, Allah'a ve Resule itaat ediniz. Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah kâfirleri sevmez.” [5]

“Allah'a ve Resulü’ne itaat ediniz. Böyle yaparsanız rahmete nail olmanız umulur.” [6]

“Allah mü'minlere ihsanda bulunmuştur. Çünkü Allah, her ne kadar daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyor idiyseler de, araların­dan onlara Allah'ın âyetlerini okuyan, onları tezkiye eden, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi.” [7]

“Ey îman edenler, Allah'a itaat ediniz. Resule ve kendi aranızdan seçilmiş olan idarecilere de itaat ediniz. Eğer siz Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, bir şeyde anlaşmazlığa duçar olduğunuzda onu Allah'ın ve Resulünün nizamına tatbik suretiyle hallediniz. Bu tarz daha hayırlı ve izah bakımından daha güzeldir.” [8]

“Hayır! Rabbin hakkı için onlar kendi aralarında vuku' bulan anlaşmazlıklarda seni hakem tanıyıncaya, sonunda senin verdiğin hüküm ve kararlardan dolayı ruhlarında bir hoşnutsuzluk hissi bulunmayıncaya ve senden sadır olan her şeyi tam bir itaatle kabul edinceye kadar, onlar îman etmezler.” [9]

“Allah'a ve Resulüne itaat eden kimseler, nebîler, sıddıykler, şehidler, sâlihler ve Allah'ın kendilerine in'am ve ihsanda bulunduğu kimse­lerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaşlardır.” [10]

“Her kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiştir.” [11]

“Rahmetim her şeyi ihate etti. Rahmetimi müttekîlere, zekâtı veren­lere, bizim âyetlerimize îman edenlere yazacağım. Bizim âyetlerimize îman edenler, Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları Ümmî Peygambere îman eden ve ona tâbi' olanlardır. O Peygamber onlara iyiyi emreder, kötüyü yasaklar, onlara, tertemiz ve iyi olan şeylerin helâl olduğunu, kötü ve za­rarlı şeylerin haram olduğunu bildirir. Bu ümmî Peygamber, onların sırtlarındaki ağır yükleri ve üzerlerindeki zincirleri kaldırır. İşte O'na îman edenler, O'nu destekleyen ve O'na yardımcı olanlar, O'na indirilen Kur'an’a tâbi' olanlardır. Ancak onlar kurtuluşa ererler.” [12]

“Biz O'nu ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [13]

“O'nun emrine muhalefet edenler, bu yüzden kendilerine bir fitnenin yahut acıtıcı bir azabın isabet etmesinden çekinsinler.” [14]

“Sizden Allah'ı ve âhiret gününü dileyen ve çokça Allah'ı hatırlayan­lar için Resûlullaha tâbi' olmakta güzel bir istikamet vardır.” [15]

“Ey Peygamber biz seni, şâhid, müjdeci ve uyarıcı olarak gönder­dik.” [16]

“Allah'a ve Resulü’ne itaat edenler büyük bir kurtuluşa ermişlerdir.” [17]

“Rasûlullah’ın size getirdiklerine yapışınız. O'nun size yasak ettiği şeylerden de uzak olunuz. Allah'dan korkunuz. Çünkü Allah'ın vereceği ceza ağırdır.” [18]

 

Resûlullah’ın Sünnetine Sarılmayı, Kur'an’la Hadis Arasında Ayrılık Gözetmemeyi Bildiren Hadisler:

 

Ebû Dâvud, Irbâd b. Sâriye'den rivayet etmiştir:

Resûlullah (s.a.) bir gün bize namaz kıldırdı, sonra yüzünü bize çevirdi, öyle belîğ bir konuşma yaptı ki, kalbler ürperdi, gözler yaş döktü. Dinleyenlerden bir adam:

“Ya Resûlullah! sanki bu veda eden birisi­nin konuşmasıdır. O halde bize ne gibi şeyleri vasiyyet edersin” dedi. Resûlullah:

“Size Allah'ın azabından korkmayı, rahmetinden ümidvâr ol­mayı, siyah bir köle de olsa büyüklerinizi dinleyip itaat etmeyi tavsiye ederim. Biliniz ki, aranızdan benden sonra yaşayacak olanlar pek çok ihtilâflar görecekler. O zaman benim sünnetime ve doğru yolda giden reşîd halifelerimin sünnetine sarılınız. Sadece bunlara yapışınız. Sakın baş­ka yollara sapmayınız. Dinde yeni işler yapmaktan şiddetle sakınınız. Çünkü dinde yapılacak her yenilik bid'at, her bid'at ise sapıklıktır. Sapıklığın her çeşidi insanı ateşe iter.”[19]  buyurdular.

Ebû Dâvud ve Tirmizî, Ebû Râfi'den rivayet etmişlerdir:

Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

“Sizden birinizin, -emrettiklerimden bir emrim, yasakladıklarımdan bir yasağım geldiğinde- koltuğuna yaslanarak, ben başkasını bilmem, Allah'ın kitabında bulduklarımıza tâbi oluruz, dediği­ni görmek istemem.”[20]

Ebû Dâvud, Irbâd b. Sâriye (r.a.) den rivayet etmiştir:

Resûlullah (s.a.) kalktı ve bize şöyle dedi:

“Sizden biriniz koltuğu­na yaslanarak, Allah bu Kur'an’da olanlardan başka hiçbir şeyi haram kılmamıştır, demenin doğru olacağını mı zanneder? Hayır! Benim nice emirlerim, tavsiyelerim ve yasaklarım vardır ki, onlar Kur'an gibidir. Hatta bazı hallerde Kur'an’dan da fazladır.”[21]

Müslim, Câbir (r.r.) den rivayet etmiştir:

Resûlullah (s.a.) konuştuğu zaman -sanki akşama sabaha düşma­nın geleceğini ihtar eden bir kumandan gibi- gözleri kızarır, sesi yük­selir, gazabı artardı. Bir defasında şehâdet parmağı ile ortanca parmağı­nı uzatarak şöyle dedi:

“Kıyametle aramda şu iki parmak arasındaki kadar mesafe kaldığı bir sırada ben gönderildim. Şüphesiz sözlerin en ha­yırlısı Allah'ın kitabı, yolların en hayırlısı da Muhammed'in yoludur, iş­lerin en kötüsü, dinde yapılan mesnedsiz yeniliklerdir. Dinde yapılan her yenilik bid'attır ve her bid'at da sapıklıktır.”[22]

Buhârî ve Müslim, Enes (r.a.) den rivayet etmişlerdir;

Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

“Sizden hiç biriniz -ben kendisine babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevgili oluncaya kadar-îman et­mez.”[23]

Bunlar bu konuda vârid olan âyet ve hadislerden bir nebzedir. Kur'­an’da ve hadis kitaplarında sünnete sarılmanın, dinin vazgeçilmez bir esa­sı olduğunu kesin olarak ifade eden âyet ve hadisler pek çoktur. Hal böy­le olunca “Yalnız Kur'an’la amel edelim” iddiası ciddiyetten uzaktır. Sa­mimî müslümanlar bu türlü iddialara kulak vermezler.[24]

 

Ashab-ur-Re'y Ve Ashab-ul-Hadis

 

Resulullah devrinde müslümanların dinî ve dünyevî bütün işlerine Resulullah bizzat kendisi bakıyordu. O'nun irtihalinden sonra yerine ge­çen dört halife devrinde daha ziyade iki esas ile amel etmeğe başladılar. Bunlar Kur'an ve Peygamberin Sünneti idi. Dört halife devrinde kısmî, daha sonraki devirlerde umumî olarak bu iki esasa icmâ' ve kıyas da ek­lendi. Böylece İslâm ahkâmının dayandığı dört esas kat'î olarak tebeyyün etti.

Aslında kitap, sünnet, icmâ' ve kıyas ile amel etme prensibini Resu­lullah bizzat kendisi va'zetmiştir. Çünkü O, Muâz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderdiği zaman sordu:

“Ey Muâz! Orada insanlara ne ile hükmedeceksin?” Muâz:

“Allah'ın kitabı ile.” Resûllulah (s.s.):

“Onda bulamazsan ne yaparsın?” Muâz:

“Resûlullah’ın sünneti ile hükmederim.” Resûllulah (s.a.):

“Onda da bulamazsan o zaman ne yaparsın?” Muâz:

“Aklımla, yani içtihadımla,” dedi. Resûlullah bunun üzerine: 

“Resulünün resulünü muvaffak kılan Al­lah'a hamd-ü senalar olsun” dedi ve Muâz'ı Yemen'e gönderdi. İşte bu hâdise İslâm ulemâsının rehberi olmuştur. [25]

İcmâ' delilinin esası da Resûlullah’ın şu hadis-i şeriflerine dayanır:

“Mü'minlerin güzel gördükleri şeyler güzel, çirkin gördükleri şeyler de çirkindir.” [26]

Hadisde geçen mü'minlerden murad, bihakkın iman etmiş, bilgili ve gerdek mü'minlerdir. Yoksa ben mü'minim diyen herkes buraya girmez. Binaenaleyh icmâ'ın esasını da yine Resûlullah va'zetmiştir.

Hicrî ikinci asırda İslâm âlimleri, Ashabur-re'y ve Ashab-ul-hadis adları altında iki gruba ayrılmışlardır.

Ashab-ur-Re'y, Irak ehline söylenen bir tâbirdir. Bu tâbir aslında Ebû Hanîfe en-Nu'man b. Sabit ve arkadaşları için söylenmiştir. Bu gru­ba dâhil bulunan Muhammed b. el-Hasen, Ebû Yûsuf, Ya'kûb b. İbrahim, İbn Muhammed el-Kaadî, Züfer b. el-Hüzeyl, el-Hasen b. Ziyâd el-Lü'lüî, İbn Semâa, Afiye el-Kaadî, Ebû Muta' el-Belhî ve Bişr el-Merîsî Ebû Hanîfe'nin talebeleri ve arkadaşları idiler. Bunlara akılcılar denilmiştir. Çünkü onlar en büyük dikkat ve ihtimamlarını kıyas şekillerini tahsile, âyetlerden hüküm çıkartmakta lâzım olan mânaları ve hadisleri bu açı­dan değerlendirmeğe vermişlerdir. Onların bazı hallerde kıyas-ı celi’yi haber-i vâhid'e tercih ettikleri söylenir.

Ebû Hanîfe Hazretleri şöyle demiştir:

“Bu bizim ilmimiz bir görüştür. O, bizim yapmağa muktedir olduk­larımızın en güzelidir. Her kim o bizim yaptığımızdan başkasını veya faz­lasını yapmağa muktedir olursa, onun için kendi görüşü esastır, bizim için­de kendi görüşümüz esastır.” [27]

Ashab-ul-hadis, Hicaz ehli için kullanılan bir tâbirdir. Dinî meselele­rin incelenmesi ve şer'î bir hükme bağlanıp amel edilmesinde hadisi esas, kabul ettiklerinden dolayı Mâlik b. Enes'in, Muhammed b. İdris eş-Şâfiî'nin, Süfyan es-Sevrî'nin, Ahmed b. Hanbel'in ve Dâvud b. Ali b. Muhammed el-Isfehânî'nin arkadaşlarına “Ashab-ul-hadis” denilmiştir. Çünkü bunlar bütün dikkat ve ihtimamlarını hadis tahsiline, hadisi nakletme­ğe, ahkâmı nâslar üzerine dayandırmağa- vermişlerdir. Onlar, Peygam­berden menkul sahih bir hadis buldukları müddetçe -gizli veya açık- kıyasa ehemmiyet vermemişlerdir.

eş-Şâfii Hazretleri göyle demiştir:

“Bana âit bir mezheb (görüş) ve benim mezhebime muhalif bir ha­ber (hadis) bulursanız, biliniz ki, benim mezhebim o hadistir.” [28]

Hamd; öğmek ve öğülmek, âlemlerin Rabbi Allah-ü Teâlâ'ya mah­sustur.

Eşreful-mürselîn olan Efendimiz Muhammed Mustafa'ya, O'nun âli ve ashabının hepsine salat ve selâmlar olsun.

İslâmî ilimler arasında Hadis'in işgal ettiği mühim mevki cümlenin malûmudur. Hadis, İslâm’ın dayandığı ana esaslardan ikincisidir. Ayrıca hadis çalışmalarının diğer bütün ilimlere tesiri hayli fazla olmuştur. Bil­hassa tarihî ilimler üzerindeki tesiri inkâr edilemez. Bu tesir asırlar boyunca dünya ilim adamlarının dikkatini çekmiştir. Tarihî bir haberi doğru olarak nakil ve tespit işinde en mühim prensipleri ilk defa vaz' eden ve fiilen kullanan İslâm hadisçileridir. Bunun için Hadis Metodolojisi’nin tarih ilmine tesiri çok büyüktür. Bu sebepledir ki hicri I. II. III. IV ve V. asırlarda müslümanlar bütün ilim dallarında devamlı ve ölçülü bir tekâmül kaydetmişlerdir.

Bu kitabın gaye ve hedefi Hadis ilimleri olmakla beraber, dikkatle okunduğu takdirde, ilk asırlarda İslâmî ilimlerin akılları hayran bırakan tekâmülüne dair bazı işaretler bulmak mümkün olacaktır.

Tevfîk Allah'tandır.[29]

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

1- Hadis

 

İlm-i Hadis'in Tarifi:

 

İlm-i hadis Resûlullah'ın ahvâl, ef’âl ve takriratını bildiren ilimlerdir. Buna İlm-i rivayet, İlm-i ahbâr, İlm-i âsâr da denir.

Akval’dan murad, Kur'an dışında O'ndan sudûr eden sözlerdir.

Ef’âlden murad, Resûlullah'ın bizzat yapmış oldukları işlerdir.

Takrîrât’tan murad ise, Resûlullah'ın, işlendiğini gördüğü halde men etmediği veya tasvib ettiği iş, hareket ve davranışlardır.

Rivayetten murad, Sünnet’i isnâd ile nakletmek, yani naklolunan sö­zü “Tahdis”, “İhbâr” gibi edâ şekil ve deyimleri ile kailine nisbet et­mektir.

Rivayetin şartları, râvinin semâ', arz, icazet. gibi ahz ve tahammül çeşitlerinden biri ile rivayeti almış olmasıdır.

Rivayetin çeşitleri, muttasıl munkatı’ gibi vasıflarla muttasıf olmasıdır.

Rivayetin hükmü, kabul veya red'dir.

Râvilerin hallerinden murad, âdil veya mecruh olduklarını bilmek­tir. Onların şartları da tahammül ve edada hâiz olmaları lâzım gelen şart­lardır.

Burada kısa olarak, dirayet ve rivayet yönlerinden îlm-i hadis'e işa­ret etmek yerinde olur.

Dirayet yönünden ilm-i hadis’in tarifi:

Dirâyeten îlm-i hadis, kabul, red ve bunlarla ilgili hususlarda sened ve metnin halleri kendisi ile bilinen bir ilimdir.

Dirâyeten ilm-i hadis’in mevzuu, kabul, red ve bunlarla ilgili husus­lar bakımından sened ve metindir.

Dirâyeten ilm-i hadis'in gayesi, kendisiyle amel edilebilecek sahih ve makbul hadisleri ve amel edilmesi doğru olmayan zaif ve merdûd ha­disleri bilmektir.

Bu esaslar dahilinde hareket edildiği takdirde ebedî saadete vesile olan sahih sünnetle amel etmek mümkün olur

Rivayet bakımından ilm-i hadis’in tarifi:

Rivâyeten ilm-i hadis, Resûlullah'ın (s.a.) sözleri, fiilleri, takrirle­ri ve sıfatları kendisiyle bilinen bir ilimdir.

Rivâyeten iim-i hadis'in mevzuu, sözleri, fiilleri, takrirleri ve sıfat­ları yönünden Resûlullah'ın zat-ı şerifleridir. Çünkü bu konuda esas alı­nan ve ehemmiyetle üzerinde durulan cihet Peygamberin zatıdır.

Bu ilmin gayesi, amel edeni ebedî saadete ulaştıracak olan Sünnet-i Peygamberiye iktidâ etmenin sağlam temellere dayanması için hakika­ten Resûlullah’tan sudur ettiği sabit olan hadisleri bilmektir.

Dirâyeten İlm-i hadis, rivâyeten ilm-i hadis'le sımsıkı bağlıdır. Çün­kü rivâyeten ilm-i hadis, dirâyeten ilm-i hadis'in esasıdır. Bu iki ilim da­lı arasındaki münasebet, Sarf ve nahiv ile belâgat'in, usul-u fıkıh ile fıkhın mantık ile ilm-i tevhid ve felsefenin aralarındaki münasebet gibidir.

Hadis'in sened ve metni ile ilgili her şeyi inceleyen, bir takım ıstı­lahlar ve kaideler koyan ilimlere Usûl-u Hadis adı verilir. Usûl-u Hadis sünnetle ilgili bilgilerin mizanıdır.

El-Ümm ve'r-Risâle'de İmam-ı Şafiî'nin, Tarih-i Selâse'de Buhârî’nin. Salih-i Müslim mukaddimesi'nde Müslim’in, er-Risâle'de Ebû Davud'­un ve diğerlerinin yaptıkları gibi sünneti tedvin'e itinâ gösterenlerin ço­ğu, kendisi ile amel ve istidlal etmek sahîh olanların veya olmayanların tebeyyün etmesi için, dirâyeten ilm-i hadis'in konularından ta'dîl, tecrîh ve diğerlerine büyük bir önem vermişlerdir.

Merviyyâtın envâı; Sahîfeler, Cüzler, Risale yahut kitaplar, Musannefler, Müsnedler, Mu'cemler, Câmi'ler, Sünenler, Müstedrekler, Müstahrecler, Erbaûnlar'dır.

1) Sahîfeler: Kur'an'dan sonra nıüslümanların yazdıkları ilk eserlerin adı sahîfedir. Sahabe tarafından yazıldığı tesbit edilen sahîfeler şunlardır:

a- Abdullah b. Amr b. el-Âss'ın “es-Sahîfe es-Sâdıka” sı. [30]

b- Hz, Ebu Bekr'in “Farîzat-üs-Sadaka” adlı sahîfesi.

c- Hz. Alî'nin “Sahîfe” si. [31]

d- İbni Abbâs'ın “Elvâh” ı. [32]

2) Cüzler: Bir râvî tarafından rivayet edilen hadis mecmualarına “cüz” denildiği gibi kabir azabı, niyyet, rü'yetüllah gibi muayyen konularda derlenmiş olan hadis mecmularına da cüz denir.

3) Risaleler: Cami' adı verilen kitapların iman, taharet, zühd, meş­rubat, tefsir, tarih, fiten ve menâkıb gibi bölümlerinden sadece bir ta­nesini ihtiva eden kitaplara risale adı verilmektedir. Meselâ İbni Hacer’in, bilhassa Suyûtî'nin bazı eserleri risalelerden ibarettir.

4) Musannefler: İmâm-ı Mâlik'in Muvatta'ı, Müslim'in Sahîh'i gibi dinî konuların çoğunu ihtiva eden ve fıkıh bablarına göre hazırlanmış olan eserlere musannef denir.

5) Müsnedler: Ebû Davûd et-Tayâlisî'nin ve Ahmed b. Hanbel'in “Müsned” leri gibi hadisleri -konuları ne olursa olsun- ilk râvîlerine göre toplayan kitaplardır.

6) Mu'cemler: Tabarânî'nin ve İbrâhim b. İsmail'in Mu’cemleri gibi râvîlerin isimlerini ve rivayet ettikleri hadisleri alfabetik olarak ihti­va eden kitaplara mu'cem denir. Ayrıca lügat, ıstılah ve diğer umumî ko­nularda alfabetik olarak telif edilmiş olan eserlere de mu'cem denir. Ya­kut'un “Mu'cemül-büldan” ve “Mu'cemul-Üdebâ” gibi.

7) Camiler: Buhârî'nin Sahîh'i, Tirmizî'nin Sünen'i (Sahih’i) gibi fıkıh bablarma göre toplanmış olan geniş eserlere Cami' denir.

8) Sünenler: Ebû Davud'un ve Neseî'nin Sünen'leri gibi daha ziya­de ahkâm hadislerini ihtiva eden kitaplara Sünen adı verilmektedir.

9) Müstedrekler: Hâkim-i Nisabûrî'nin Müstedrek'i gibi, Buhârî ve Müslim'in kendi şartlarına göre tashih ettikleri ve fakat kitaplarına al­madıkları hadisleri toplayan kitaplara denir.

10) Müstahrecler: Ebû Nuaym el-Isfehânî'nin Müstahrec’leri gibi, Buhari ve Müslim çapındaki hadisçilerin kitaplarındaki hadisleri, bir başka isnâd ile yeniden tespit edilmiş olarak ihtiva eden kitaplara denir.

11) Erbeûnlar: Nevevî'nin Erbeûn'u gibi kırk hadis ihtiva eden ki­taplara verilen bir addır.[33]

 

2- Hadis Ve Siyer

 

Siyer, sîret kelimesinin çoğuludur.

Seyer-i Nebevîyye Resûl-ü Ekrem’in ay senesine göre 63 yıllık haya­tının tarihidir. Milâdî sene ile 571-632 seneleri arasında kalan zamanı içine alır. Siyer ilmi Peygamberimizin içtimaî, siyâsî, askerî, dinî ve ah­lâkî bütün cepheleriyle hayatını inceler ve öğretir. Siyer, İslâm tarihi­nin ilk kısmını teşkil eder. İşe Resûlullah'ın soyundan başlar. Siyer-i Nebeviyye Mekke ve Medine vakalarını içine alır. Megâzî ilmi ise Peygam­berimizin yalnız Medine devrindeki gazvelerini bahis konusu eder. Böy­lece Megâzî ilmi, Siyer-i Nebevîyye'nin bir şubesi, Siyer ve Megâzî ise İslâm tarihinin bir şubesidir. Ayrıca Siyer ve Megâzî, Hadis ilmi'nin bir bölümünü teşkil eder. Hadisle Siyer her ne kadar mahall-i suduru itiba­riyle bir esasa dayanıyorlarsa da esasen her ikisi de ayrı ve müstakil, birer saha teşkil ederler.

Siyer ve Megâzî'nin gayesi tarih yönünden Peygamberin hayatını ve hayatiyle ilgili vakaları ele almaktır.

Siyer ve Megâzî'de eser yazanlar çoktur. Bu konuda ilk yazarların bazıları ölüm tarihlerine göre şunlardır:

1- Urve b. ez-Zübeyr  (öl. 92 H.) Peygamberin hayatı ile ilgili bazı şeyler yazmıştır. İbni İshâk, el-Vâkıdî ve et-Tabarî Urve'den çok şey naklederler.

2- Ebân b. Osman b. Affân el-Medenî (105), sîret hakkında bir kitap yazarak Peygamberin hayatı ile ilgili hadisleri toplamıştır.

3- Vehb b. Munebbih el-Yemenî (110), Megâzî'de bir kitap yazdı.

4- Şurahbîl b. Sa'd (123), Siyer ve Megâzî'de bir eser yazdı.

Siyer ve Megâzi'âe eser yazan diğer müellifler şunlardır:

5- Âsım b. Ömer b. Katâde (120).

6- İbni Şihâb ez-Zührî (124).

7- Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm (125).

8- Ma'mer b. Râşld (150).

9- Muhammed b. İshâk (152).

10- Ziyâd el-Bekkâî (183).                                        

11- Muhammed b. Ömer b. Vâkıd es-Sehmî el-Vâkıdî (208).        

12- Abdulmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Hımyerî (213).

13- Muhammed b. Sa'd (230). [34]

Bu zevattan sonra her asırda pek çok kitap yazılmıştır. Onlardan bahsetmeğe lüzum yoktur. Çünkü Hicrî üçüncü asırdan itibaren zama­nımıza kadar bu konuda yazılanların kaynakları biraz evvel zikrettiği­miz zevatın eserleridir.

Asr-ı Saadet müellifine göre sîret fenni hadis fenninden ayrıdır. Sîretle ilgili olarak toplanan hadisler, Kütüb-ü-Sitte’deki hadisler gibi dik­katle araştırılıp tenkîd edilmemiştir.

Siyer kitapları, hadis kitapları derecesinde muteber sayılamaz. Zeynüd-Dîn el-Irakî, manzum siyer kitabının mukaddimesinde: “Sîret kitap­ları sahîh ve gayrı sahîh rivayetleri toplamıştır. Bu husus bilinmelidir.”Der.

İsmail Hakkı İzmirli ise “Siyer-i Celîle-i Nebeviyye” adlı eserinde “Siyer kitaplarında sahîh, sakîm, zaîf, mürsel ve munkati’ haberler var­dır. Fakat mevzu’ ve yalan haberler yoktur.” Demiştir.

Hülâsa hadisle siyer bir bakıma müşterek konulu iki ayrı bölüm gi­bi görülüyorsa da gaye ve bazı mesaili bakımından birbirlerinden ayrı iki ilim dalıdır. Aralarında umum husus min vecih vardır. Şimdiye kadar beynel-ülemâ mütedâvel olan da ikisinin ayrı ayrı ele alınan birer ilim olarak mütâlea edilmeleridir. Meselâ hadis fıkıhtan bir bölüm değildir, çünkü hadis fıkhın delilidir. Halbuki Siyer ve Megâzî fıkhın bir bölümü­nü teşkil eder. O halde hadis, Siyer ve Megûzî'nin anâsır ve delâilini teşkil etmektedir.[35]

 

3- Haber (Hadis)

 

Bir haber, onu verenlerin adet ve derecelerine göre, Mütevâttır, meşhür, Mustefîz, Garîb, Ferd veya Azîz olur.

Haber, senedinde bulunan ittisal ve inkıtaa göre Merfu', Mevkuf, Maktu, Mürsel, Munkatı', Mu'dal, Müdelles, Muan'an, Muallak, adlarını alır.

Haber, sened ricalinin hıfz ve adalet derecelerine ve senedin ittisal ve inkıtâına göre sahih, hasen ve zaîf adları ile kısımlara ayrılır.

Zaîf haber de hadisçiler katında Şâz, Mahfuz, Münker, Ma'ruf, Mu­allel, Muzdarib, Müdrec, Maklûb, Musahhaf, Muharref gibi kısımlara ay­rılır.

Haber şuyû' derecesine göre Mütevâtır veya haber-i vâhid olur, Haber-i vahidin çoğulu da yapılır. O zaman ahbâr-ı Âhâd denir.

Haber-i vâhid, lügat yönünden bir şahsın verdiği haber manasına ge­lirse de hadis ıstılahında, mütevâtır derecesine ulaşmayan haber demek­tir. Binaenaleyh haber-i vâhid'in râvîsi bir, iki veya daha fazla kimse olabilir.

Haber-i vâhid, Meşhur, azîz yahut garîb kısımlarına ayrılır.

Haber-i Mütevâtır, yalan üzerinde ittifak etmeleri âdeten mühal olan bir cemaat tarafından naklolunan haberdir. Bu cemaatın adedinde ihtilâf edilmiştir. 3, 5, 7, 10, 15, 40 ve daha başka adetleri kabul eden­ler vardır. Ayrıca haberin görülen veya işitilen neviden olması, haberin verildiği andaki adedin ortada ve sondaki adetin müsâvî olması şarttır. Tevatür ya lafzı olur veya manevî. Haberi, duyulan lâfızları ile aynen nakletmek lafzı, bir mânayı muhtelif lâfızlarla nakletmek ise mânevi olur. Meselâ

hadisi, mütevâtir olup, tevatürü lafzıdır. Çünkü Resûlullah bu hadisi bu lâfızlarla ifade etmiştir.[36]

 

Haber-i Meşhur Ve Müstefîz:

 

Hadiscilere göre haber-i meşhur, râvîlerin adedi mahsur olmak üzere en az üç yol ve isnâd ile naklolunan haberdir. Fukaha buna haber-i müstefiz derler.

Hadisinin birinci râvîsi sadece Ha. Ömer olduğu için “ferd” iken, daha sonra gelen râvîler çoğaldığından dolayı meşhur olmuştur.[37]

 

Haber-i Azîz Ve Garib:

 

Bir hadisi -Zührî ve Katâde gibi rivayet ettikleri toplanmış olan meşhur imamlardan rivayet etmekte bir kişi tek başına kalırsa, bu hadis'in adı “garîb”, infirâd eden râvîler iki veya üç kimse olursa “azîz”; rivayet edenler bir cemaat olursa “meşhur” olur.

Haber-i garîb, hangi mertebede olursa olsun, rivayetinde bir tek kimsenin tek başına kaldığı haberdir.[38]

 

Hadis-i Şâz:

 

Şâz'ın tarifinde ihtilâf edilmiştir. En fazla itimad edilen tarife göre Şâz, makbul olan bir râvînin, kendisinden daha makbul olana muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. Bu tarife göre daha makbul olanın rivayet ettiği hadise “mahfuz” denir.

Diğer bir tarife göre, Sika olan râvînin diğer sika olan râvîlere -ge­rek metinde ve gerek senede- ziyâde ve naks ile muhalif olarak riva­yet ettiği hadistir. Şeklinde anlatılır.[39]

 

Münker Ve Hadis:

 

Münker, bir tek yoldan gelen, başka yoldan rivayeti malûm olma­yan hadistir ki, buna hadis-i ferd denir.[40]

 

Hadis-i Metruk:

 

Hiç bir sika'nın hadisine muhalif olmaksızın yalancılık, galat, fısk ve saire gibi hallerden birisi ile müttehem olan bir râvînin rivayet ettiği hadise “Metruk” namı verilir.[41]

 

Seneddeki Ittıssal Ve İnkıtaa Göre Hadisin Taksimi:

 

Bu husus iki esasa göre ele alınır.

a) Senedin ibtidası ki hadisi rivayet eden veya kitabına yazan kimsedir.

b) Senedin müntehası Resûlullah (s.a.)’dır.

Senedi Resûlullah (s.a.)’e tasrîhen veya hükmen ulaşan hadise  “Merfû”, bir sahabide kalırsa “Mevkuf”, senedi bir tâbıî veya daha beri­de bir râvîde kalırsa “Maktu” denir.

Merfû', muttasıl olsun, munkati' olsun veya mürsel olsun kavi veya fiil olarak Resûlullah (s.a.)’e nisbet ve izafe edilen hadistir. el-Hatîb, mürsel olmasını reddederek “Merfû', sahabi'nin Resûlullah’tan haber ver­diği yani naklettiği hadistir” demiştir.

Mevkufun mutlakı sahabîye hastır. Yani mevkuf denilince senedi sahabîde kalan, Peygambere ulaşmayan hadistir. Eğer hadisin senedi, sahabîden daha beride bulunan bir tabiîde kalırsa o zaman bu hadise mutlak olarak “mevkuf” denilmez, mukayyed olarak “mevkuf alâ't-Tâbiî” denir. Mevkufun isnadı muttasıl ve gayrı muttasıl olabilir. Fukahâ-ve muhaddisînden pek çoğu mevkufa “eser” der. İbn-üs-Salaha göre mev­kufa “eser” diyenler Horasanlılardır.

Maktu', senedi tabiîde kalan kavlî veya fi'lî hadistir. Maktu', munkatı'dan farklıdır. [42]

Bir hadis -merfû' olsun, mevkuf olsun- râvî silsilesinde hiç düşme olmadan rivayet edilmişse “Muttasıl” yahud “Mevsûl”, tabiîden biri sahabîyi zikretmeden doğrudan doğruya Resûlullah’tan rivayet ederse “Mürsel” olur. Buna Mürsel-i Celi denir.

Muttasıl yahut Mevsûl, merfû' ve mevkufu içine alan aynı zaman­da irsal ve inkıtâ'dan salim olan hadistir.

Mürsel'e gelince, İbni Salah şöyle der:

Mürsel’in ihtilâftan uzak olan şekli, Resûlullah (s.a.) dedi ibaresiy­le Ubeydullah b. Adiyy b. el-Hiyâr sonra Saîd b. el-Müseyyib ve emsali gibi sahabeden bir cemaate ulaşan ve onlarla beraber oturup konuşan bü­yük tabiînin hadisidir. Meşhur olan, mürselde, büyük küçük bütün ta­biîlerin eşit olmasıdır. İbni Abd el-Berr'in bazı hadisçilerden naklettiği­ne göre, küçük tabiîlerin irsali mürsel sayılmaz. Hâkim-i Nisâbûrî, mürsel’in tabiîlere has olduğunu söylemiştir. Fakîhlerin ve usûlcülerin çoğa mürsel'i tabiîlere ve başkalarına teşmil ederler.

Mürsel ile amel edilip edilmemesi hususunda ihtilâf vardır. İmâm-ı Müslim'in mukaddimesinde zikrettiğine göre, mürsel hüccet olarak kul­lanılamaz.

Bazı hadisçilerin naklettiklerine göre Ebû Hanîfe ve Mâlik mürsel ile amel ederlerdi. Bası kimseler ise sahabî ile büyük tâbiî'nin mürselini kabul eder, diğerlerini reddeder. [43]

Tebe-i Tabiînden olan kimse, Şeyhinin ve sahâbînin isimlerini zikret­meden hadisi Resûlullah’tan rivayet ederse “Munkatı'”, sahâbî'den evvel iki veya daha ziyade râvî düşmüşse “Mu'dal”, muhaddis, isnadın muttasıl olduğunu îham edecek şekilde bir şeyhinin ismini ıskat etmişse hadis “Müdelles” olur. Râvî hadisi, “falanca, söyledi” şeklinde evveline ve so­nuna bakmadan rivayet ederse “Muallâk” olur.

Munkatı': İbn-us-Salah, “Mürsel ile munkatı' arasındaki farkı gös­termek hususunda farklı görüşler ortaya çıktı” dedikten sonra munkattı için iki tarif zikreder:

1- Senedinden bir râvî düşen hadis,

2- Senedinde mübhem bir adam zikredilen hadis.

Birincisinin misali; Abdurrazzâk'ın Sevrî'den, o da Ebû İshâk’tan, o da Zeyd b. Yüşey'den, o da Huzeyfe'den merfû’ olarak rivayet ettiği “İn velleytümuha Eba Bekrin fekaviyyün emin”[44]  hadisidir ki, bu ha­disin senedinde iki yerde inkıta' vardır:

1- Abdurrazzâk bu hadisi Sevrî'den işitmedi. O ancak Sevrî'den işitmiş olan en-Nu'mân b. Ebî Şeybe el-Cenedî'den rivayet etti.

2- Sevrî de hadisi Ebû İshâk'tan işitmedi, başka bir şerikinden işitti.

İkinciye misal; Ebû'1-Alâ b. Abdullah b. eş-Şahhîr'in iki mübhem kişiden, onların da Şeddâd b. Evs'den rivayet ettikleri “Allahümme İnni eselüke's-Sebâte fîl-emri”[45] hadisidir.

Bazı hadisçiler, “Munkatı' mürsel gibidir” demişlerdir.

Mu'dal, senedinden iki yahut daha ziyade râvî düsen hadistir. Tebe-i Tâbiîn’in miirselleri mu'dal addolunur.

İbn-üs-Salâh, “Fakîh musanniflerin kale Resûlullah (s.a.) diyerek zikrettikleri hadisler mu'dal'dir” demiştir.

el-Hatîb, bazı kitaplarında mu'dal'u mürsel der. [46]

 

Tedlis

 

Tedlîs'in lügat mânası, satıcının malın kusurunu müşteriden gizlemesidir.

Hadis ıstılahında, senede dâhil olan bir râvînin ismini, hadisin yol­larını ve illetlerini bilen ve hadis ilminde hâzık olan kimselerden başka­sına malûm olmayacak şekilde iskât ederek, semâ'ı iham eden bir lafz ile isnadı sevketmeğe denir. Bu, rivayet ayıplarından bir ayıp olarak kabul edilir. Tedlîs yapan râvîye “müdellis”, düşen râvîye “mıddellesün anh”, "tedlîs ile rivayet edilen hadise  “müdelles” denir.

Tedlîs üç kısımdır.

1- Tecllîs-i İsnâd: Bu, en fazla dolaşan tarife göre, Râvînin senedde, şeyhini atlayarak muasırı veya mülâki olduğu şeyhinin şeyhinden -veya daha yukarıdan hadisi “an fülan” gibi elfaz ile rivayet etmesidir. Bu kısım çok çeşitli şekillerde tarif edilmiş ve pek çok farklı görüşler serdedilmiştir.[47]

2- Tedlîs-i şuyûh: Bu kısım şöyle tarif edilir: Muhaddisin, şaşırt­mak kasdı ile şeyhinin ma'rûf olan ismini, lâkabını ve diğer vasıflarını bırakarak maruf olmayan ismi ve lâkabı ile onu çağırması ve vasfetmesidir.

3- Tedlîs-i Tesviye: Râvînin, sika olan şeyhlerinden ikisi arasın­da bulunan zayıf bir râvîyi ıskat ederek, hadisi sika kimselerden rivayet edilmiş gibi göstermesidir.[48]

 

Hadis-i Muallel:

 

Muallel hadis'i bilmek, ondaki illeti keşfetmek çok ince bir ilim olup, bu konuda son derece büyük bir meharete ihtiyaç vardır, tlel-i hadis mev­zuunda Ahmed b. Hanbel (241), Ali b. el-Medînî (234), Abdurrahman b. Mehdî (198), Ya'kûb b. Şeybe (262), Buharî (256), Ebû Hatim er-Râzî (277), Ebû Zür'a er-Râzî (264), ed-Dârekutnî (385) gibi zevat söz söy­lemişler, eserler te'lif etmişlerdir, illet, hadisin metninde ve senedinde olabilir. Zahirde ayıplardan salim bulunan bir haberin hakikatte sıhha­tine dokunacak gizli bir kadh sebebi varsa o sebebe “İllet”, kendisinde böyle bir illet bulunan hadise “muallel” denir. ibn-üs-Salah”, ise Muallel hadis, zâhir-i hali selâmet iken kendisinde sıhhatına dokunacak bir illete vâkıf olunan hadistir” şeklinde tarif eder.[49]

 

İ’tibar, Mütabeat, Şevahid:

 

“Ferd” bir hadis'in, başka yollardan râvîsi olup olmadığını, diğeır hadisciler katında bu hadisin, bilinip bilinmediğini araştırmaya itibar de­nir. Cevâmi', Mesânîd, Ecza' gibi hadis kitapları araştırıldıkta ferd olan hadisin başkası tarafından da rivayet edildiği tebeyyün ederse o hadis; artık “Mutâbaun aleyh” olur.

Ferd olan hadisi, muhaddis diğer râvîlerin rivayet ettikleri hadis­lerle mukayese (itibar) eder ve bu hadisi aynı lâfızlarla rivayet edem başka bir şahsın olup olmadığını araştırır. Muhaddis, hadisi rivayet eder râvînin akranından işe başlar ve bütün halkaları birer birer gözden ge­çirir. Eğer rivayette müşârik yâni ortak bulunursa mutâbeat hasıl olur. Eğer hadisin mutâbı bulunmazsa o zaman, o mânada rivayet edilmiş; başka bir hadis var mıdır araştırılır, bulunursa o şâhid olur.

İtibar, Mütâbeât ve Şevâhid'e misal:

1. An Hammâd an Eyyub, an İbni Şirin, an Ebi Hüreyre, an-in- Nebi (s.a.)

2. An Âhere gayrı Ham­mâd, an Ebi Hüreyre, an-in- Nebi (s.a.)

3. an Âhere gayrı Eyyûb, an Ebi Hüreyre, an-in- Nebi (s.a.)

4. an âhere GAYRI İbni Şîrîn, an Ebi Hüreyre, an-in- Nebi (s.a.)

5. an âhere GAYRI Ebî Hüreyre

6. ------  -------  -------  ----------  -------

7. Aynı mânada başka bir hadisin rivayet edilmesi.

Not: 1 ve 6 ya göre hadis ferddir. 2 de Mütâbeât-ı tâmme hasıl olmuştur. 3, 4, 5 de mutâbeat vardır. Bu hallerde semadaki uşaklık ve yakınlık duru­muna göre hadis mütâbeâtın diğer isimlerini alır. 7 de hadis sabit olur.[50]

 

Haber-i Sahîh Yahut Hadis-i Sahîh:

 

Sahîh hadis'in tarifi: Sahîh hadis âdil ve zabıt kimselerin, yine ken­dileri gibi âdil ve zabıt kimselerden Resûlu Resûlullah (s.a.) e kadar ulaşan muttasıl senedlerle naklettikleri müsned hadistir ki, şâz ve muallel olmaması da şarttır.

Adâlet’ten murad, İslâm, bulûğ, akıl gibi vasıfları nefsinde cemetmek, fısk esbabından ve insanlığı küçük düşürücü davranışlardan da uzak olmaktır.

Zabt ise, uyanık ve dikkatli olmak, yani gafletten uzak olmaktır. Adalet ve zabt vasıflarını hâiz olan râvî'ye “sika” denir. Bunlar sahîh hadis'in senedinin şartlarıdır. Ayrıca metn'in de Şâz, Merdûd, muallel olmaması lâzımdır. Sahîh hadis, bazan meşhur ve garîb olabilir.

Bunun için en Sahîh sened; Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Râhûye nazarında, “ez-Zührî an Salim- an Ebihi”.

Ali b. el-Medînî ve el-Fellâs'a göre, “Muhammed b. Şîrîn an Abi­de an Ali”.

Yahya b. Maîn'e göre, “el-Ameş an İbrahim an Alkama an ibni Mes' üd”.

Buhârî'ye göre, “Mâlik an Nâfi' an Ibni Ömer” dir.

Sahîh hadis, Sahîh lizatihi ve Sahih ligayrihi olmak üzere ikiye ay­rılır. Sıhhat şartlarının tamamını noksansız hâiz bulunan hadis, sahîh ligatihi, bazı kusurları olup diğer tarîklardan bu kusurları giderilen hadis de sahîh ligayrihi olur. Sıhhatte Sahihi “Hasen” takîb eder. Esasen Hadis-i hasen sahih ile zaîf arasında bir mertebedir. Hasen de Hasen lizatihi ve Hasen ligayrihi kısımlarına ayrılır.

İslâm âlimlerinin çoğu nazarında “Hasen” istidlal bakımından sahîh gibidir. Fukahâdan pek çoğu “Hasen” ile amel eder.

Ruşen'in meşhur olan tarifi şöyledir: “Hadis-i hasen, mahreci bili­nen, ricali meşhur olan hadistir.”

“Hasen” hadislerin en fazla bulunduğu kitap Tirmizi'nin “Sahîhi” dir.[51]

 

El-Hâdis El-Kudsi

 

Kur'an-ı Kerîm Resulullah (s.a.)’e cümlenin malûmu olduğu üzere Allah-u Teâlâ tarafından vayh olarak inzâl olunmuştur. Kur'an tevatür ile sabittir, onda isnada ihtiyaç yoktur. O, bütün insanlığa gönderilmiş bir mucize'dir. Onun için hiç kimse onun benzerini söyleyememiştir ve söyleyemiyecektir. Kur'an “Müteabbed bi’l-Lafz” dır. Yâni Kur'an, lâfız­ları ile ibadet edilen bir kitaptır. Bunun için Kur'an'ın ibaresini aynen peygamberin okuduğu gibi muhafaza etmek icabeder. Binaenaleyh Kur'an’ın, arapçanın gayrı dillere yapılan tercemesi ile sureti kat'iyyede ibâ­det edilemez ve Kur'an tercemelerine de hakîkî mânada Kur'an denile­mez. Çünkü Kur'an’ı mâna ve mefhum olarak nakletmek doğru değildir.

Hadise gelince, hadiste de aslolan peygamberin bizzat söylemiş ol­dukları elfâz-ı peygamberîyye ile onu nakletmektir. Bu mümkün olma­dığı takdirde hadisi mefhum ve mânâ olarak nakletmekte bir beis yok­tur. Çünkü hadis “Müteabbed bi'l-Lafz” değildir. Bunun için hadisi ma­nen rivayet caizdir.

Hadis-i Kudsî, Kur'an ile peygamberin diğer hadisleri arasında bir mertebedir. Hadis-i Kudsî'ye hadis-i İlâhiyye, hadis-i Rabbâniyye de denir.

Kudsî hadisin tarifi:

Resûlullah (s.a.) in Kur'an olmayarak Allah-ü Teâlâ'dan rivayet ettiği ve ona isnâd ettiği hadislere Kudsî hadis denir. Buna, mânası Al­lah, lâfzı peygamber tarafından söylenmiş olan hadis de denir.

Bazı âlimler ise, hem lâfzı ve hem de mânasının Allah tarafından geldiğini söylemişlerdir.

Kudsî hadislerin sayısı 100 kadardır. Kudsî olmayan hadislere hadis-i Nebevi denir.

Bu konuda Nûh b. Mustafa'nın “el-Fark beyn el-hadis el-Kudsî ve’l-Kur'an el-kerîm ve'l-hadis en-Nebevî” adlı eserine bakınız...

Eser de habere mürâdiftir. Nevevî Takribide naklettiğine göre, fıkıhçılar, eserin mevkufa has olduğunu söylemişlerdir.[52]

 

Hadisi İşitmenin, Yüklenmenin Ve Edâsının Keyfiyeti    

 

Hadis tahsil etmenin ve onu başkalarına öğretmenin birtakım yol­ları vardır. Bunları kısa olarak sıra ile ele alalım.

Hadisi işitmeğe “es-Semâ’” denir. Her şeyde olduğu gibi hadisi işit­menin de bası şartları ve kaideleri vardır. Küçük yaşta hadis işitmenin sahîh olup olmaması meselesinde farklı görüşler serdedilmiştîr.

Bazı hadisçiler her ne kadar rakamlar üzerinde durmuşlar, 4 ile 30 yaşları arasında muayyen seneleri esas alarak semâ' yaşını tesbit etmeğe çalışmışlarsa da ekseri ulemânın semâ’ için kabûl ettiği şart “sinn-i temyîz”dir.

“Sinn-i temyiz” için herkese tatbik edilecek muayyen bir yaş yoktur. Bu, bazı kimselerde 5, 6, 7 yaşlarında, bazı kimselerde ise on ile 15 yaşları arasında hâsıl olur. İyiyi kötüyü fark eden küçük çocukların semâı -edâ olgun yaşta olmak şartı ile- sahîhdir. Bazı kimseler, şahit­liği kabul edilecek yaşta olanların hadisi sema'ları da kabül edilir demiş­lerdir.[53]

 

Tahammül- Ül- Hadis (Hadisi Alma Ve Yüklenme)

 

Hadisi almanın yolları sekizdir.

Birincisi: es-Semâ' yani işitmektir. İşitmek bazan şeyhin, ezberinden; okuduğu lafızları yahut bir kitaptan okunanı dinlemek şeklinde olur.

el-Kadî Iyâd şöyle der:

Bu durumda sâmiin, “Haddesenâ” bize söy­ledi, “Âhberenâ” bize haber verdi, “Enbeenâ” bize bildirdi, “Semi'tü” işit­tim, “Kale lenâ” bize dedi, “Zekere Jenâ fülânün” falanca bize anlattı, de­mesinde ihtilâf yoktur. Yani bunların hepsi işitmeyi iş'ar eder.

el-Hatîb el-Bağdâdî, ibarelerin en yükseği “Semi’tü” işittim, sonra, “Haddesenâ” ve “Haddesenî” dir, dedi. Sonra şöyle nakletti: İlim ehlin­den bir cemaat, şeyhten işittiklerini ancak “Ahberenâ” sözü ile haber ve­rirlerdi.

Bu esası benimsemiş olanlar, Hammâd b. Seleme, İbn-ül-Mubârek, Hüseyni b. Beşîr, Yezîd b. Hârûn, Abdurrazzâk, Yahya b. Yahyâ'et-Temîmî, İshâk b. Râhûye ve daha başkalarıdır.

İbn-üs-Salâh şöyle der:

“Haddesenâ” ve “Anberenâ” nın “Semi'tü” den dalı yüksek olması lâzım gelir. Çünkü ismâ' ile bazan bunun hilafı düşünülmez.

İbni Kesîr ise, “Haddeseni’ nin en yüksek işitme ibaresi olması la­zım gelir, demiştir.

İkincisi: “el-Kîrâatü alâ'ş-Şeyh” dir.

Kıraat, ezberden veya bir kitaptan olur. Bunun mânası, tilmizin bizzat kendisinin ustasına bir şeyi okuması veya başkasının okuduğu şeyi dinlemesi demektir. Tilmizin okuduğu şeyi ezberden okuması veya bir kitaptan okuması, kezâlik üstazın okunanı ezbere bilmesi veya bil­memesi müsavidir.

Cumhur-u ulemâya göre buna “Arz” denir. Sözleri muteber olma­yan bazı kimseler hâriç, İslâm âlimleri katında bununla -yani kıraatle- rivayet caizdir.

Bu hususda âlimlerin dayanağı, DıMâm b. Sa'labe'nin Buhârî’deki hadisi [54] dir ki, bu hadis semâın dûnunda olan kıraatle rivayet edil­miştir, İmâm-i Mâlik'e, Ebû Hanîfe'ye ve İbni Ebî Zi'b'e göre kıraat sema'dan daha kuvvetlidir. Her ikisinin müsâvî olduğu da söylenmiştir.

Bunlardan sahîh olan birinci görüştür. Meşrık ulemâsının çoğu birinci görüşü esas almıştır.

Muhaddis bununla rivayette bulunursa, “Kara'tü” okudum, yahut “Kurie alâ fülânin ve ene esmeu feekarre bihî” Ben işitir olduğum halde falancaya okundu, o da bunu ikrar etti, yahut “Ahberenâ” yahut “Haddesenâ kırâaten aleyhi” Ona okunduktan sonra bize söyledi, der. Bu şe­kil görüldüğü gibi açıktır. Eğer râvî bunları mutlak olarak zikrederse o zaman ulemânın görüşü ikiye ayrılır. İmâm-ı Mâlik'e, el-Buhârî'ye, Yahya b. Saîd el-Kattân'a, ez-Zührî'ye, Süfyan b. Uyeyne'ye; Hicaz ve Kûfelilerin çoğuna göre bu caizdir. Ahmed b. Hanbel'e, en-Neseî'ye, İbnül-Mubârek'e ve Yahya b. Yahya et-Temîmî'ye göre bu doğru değildir.

Üçüncüsü: el-İcâze'dir.

İcazet, üstazın tilmizine, merviyyatının hepsini veya bir kısmını edâ etmesi yani rivayet etmesi için izin vermesidir. Bu iznin sözle, yazı ile veya her ikisi ile olması müsavidir.

Cumhura göre icazet tarîki ile rivayet caizdir. el-Kâdî Ebû'l-Velîd el-Bâcî, bu hususta icmâ' olduğunu iddia etmiştir.

el-Kâdî Hüseyin b. Muhammed el-Mervurrûzî (462) ile Ebû Amr Os­man b. es-Salâh (643), el-Bâcîyi nakzederek, “İcazetle rivâyet sahih olsaydı ilim için seyahat bâtıl olurdu” demişlerdir.                                 . ,

İcazet dört çeşittir:

1- “Sana bu kitabı veya bu kitapları rivayet etmen için icazet yerdim” sözü gibi, muayyen bir şahsın, muayyen bir konuda, muayyen bir kimseye icazet vermesidir. Buna Münâvele de denir.

2- “Sana, benim rivayet ettiklerimi veya benim mesmûâtım va musannefâtımdan sence sahîh olanları rivayet etmene icazet verdim.” ifadesi gibi, muayyen bir kimseye, gayrı muayyen şeylerde icazet ver­mektir.

3- “Müslümanlara yahut mevcut olanlara yahut “lâilâhe illallah” diyenlere icazet verdim” sözü gibi, gayrı muayyen şeyler için icazet ver­mektir. Buna umûmî icazet denir.

4- Meçhul ile meçhule icazettir ki bu bâtıldır. Ancak  “Benden rivayet etmeyi arzu edene bu kitabı rivayet etmesi için icazet verdim” şeklinde söylerse bazı hadisçiler bunu kabul ederler.

Dördüncüsü: “el-Münâvele” dir.

Münâvele, üstazın tilmizine daha önce işitmiş olduğu bir kitabı vermesi ve ona “Bunu benden rivayet et” demesi, yahut ona kitabı mülk olarak vermesi, yahut istinsah edip sonra iade etmek üzere emanet ver­mesi, yahut tilmiz, ezbere bildiği bir kitabı üstazına getirmesi, üstaz tedkik ettikten sonra “Bunu benden rivayet et” demesi gibi hallerdir. Bu son şekle “Arz el-Münâvele” denir.

el-Hâkim en-Nisâbûrî şöyle demiştir:

Mütekaddimînden pek çoğu­na göre bu, ismâ'dır. Onlar bunun ismâ' olduğunu Medîne’lilerden, Mâlik'in bizzat kendisinden, ez-Zührî, Rabîa, Yahya b. Saîd el-Ensârî’den; Mekke’lilerden Mücâhid, Ebû'z-Zübeyr, Süfyân b. Uyeyne'den; Kûfe’lilerden Alkame, İbrahim ve eş-Şa'bîden; Basra’lılardan Katâde, Ebû'l-Âliye, Ebû'l-Mütevekkil en-Nâcî’den, Mısır’lılardan İbni Vehb, İbn-ül-Kâsım ve Eşheb'den, ayrıca Şam’lılar ve Irak’lılardan nakletmiştir.

Beşincisi: “el-Kitabe yahut “el-Mükâtebe” dir,

Mükâtebe, şeyhin, hadislerinin bir kısmını bizzat kendisi yazıp ta­lebesine göndermesi yahut sika olan birisine kendisinden yazma müsa­adesi vermesi, sonra yazılanı uzakta olan talebesine sika bir kimse ile göndermesi gibi hallerdir. Eğer bunu rivayet etmek izni ile birlikte gön­derirse, “icâzeye makrûn münavele” gibi bir şey olur. Ekseri ulemâya göre kitabet ve mükâtebe yolu ile hadis rivayet etmek caizdir. Bazı hadisçiler ise buna cevaz vermemiştir.

Altıncısı: “İlâm-uş-Şeyh” dir.

İlâm-uş-Şeyh, bir üstazın talebesine -rivayet etme icazeti husu­sunda bir şey zikretmeden- “Bu benim mesmûâtımdır” veya “Bu ki­tabı ben falancadan dinledim” şeklinde beyanda bulunmasıdır. Bununla rivayetin caiz olduğunu söyleyenler çoktur. Hattâ bazı âlimler, “Üstaz bu şekilde beyanda bulunduktan sonra rivayetini yasak etse bile rivayet etmek caizdir” demişlerdir.

Yedincisi: “el-Vasiyye” dir.

Vasiyyet, şeyhin ölümü veya bir yere gitmesi anında talebesine ki­tabını veya yazılı hadislerini vasiyyet yoluyla bırakmasıdır. Selefden bazıları vasiyyet yoluyla elde edilen hadislerin rivayetine cevaz ver­mişlerdir.

Sekizincisi: “el-Vicâde” dir.

Vicâde, bir şahsın, muayyen bir müellifin bizzat kendisinin veya ondan rivayet eden birisinin yahut başka bir kimsenin yazmış olduğu bir kitabı bulması yani ele geçirmesidir. Bulana “Vâcid” denir. Bu şekilde bulunan kitaptaki hadisleri “falancanın hattı ile bir kitapta buldum, fa­lanca bize söyledi” şeklinde ibareler kullanmak suretiyle rivayet etme­sinde bir beis yoktur. [55]

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

1- İsnâd

 

İsnad, metnin geliş, ve intikal yolunu bilmektir. Metnin yolu, metni bize ulaştıran yani bize nakleden Ricâl’dir.[56] Hadis rivayet eden Rical yola benzetilmiştir, zira her ikisi de insanı maksûda ulaştırır.

Sened de yoldur. “Metnin yolu” ve “Senedin yolu” tabirlerinin mâ­nası aynıdır. Bir hadis'in sahîh veya zaîf olduğunu tesbit hususunda jnuhaddislerin istinatgahı olması sebebile bu yola Sened denilmiştir.. Sened'in ulaştığı yani nihayet bulduğu söze metin denir.

Bazı hallerde isnâd, “Hadis'i kailine ref’etmek” diye tarif olunur. Bu tarif biraz önce yaptığımız izahların hemen hemen aynıdır.[57]

 

2- İsnâd'ın Üstünlüğü Ve Önemi

 

İsnâd'ın üstünlüğü, onun üzerine terettüp eden gaye, semere ve fay­dalara bağlıdır. Bunlar ise değerlerin ve gayelerin en büyüğüdür. Çün­kü isnâd ve kendisine bağlı bulunan şeylerle, hadislerden makbul ve merdûd olanlar, amel edilmesi caiz olan yahut olmayanlar bilinir. Binaenaleyh isnâd, İslâm şeriatı için çok mühim bir vasıta veya yoldur. Çün­kü mübhem'in beyanı, mücmel'in tafsili gibi İslâm’ın izaha muhtaç olan kısımlarının izahı isnâd vasıtası ile bize kadar intikal eden sahîh hadisler­le yapılır. Allah-u Teâlâ Kur'an-ı Kerîm’inde şöyle buyuruyor:

“Biz sana Kur'anı, insanlara indirilen ahkâmı beyan etmen için indirdik.”[58]

Resûlullaha Kur'an-ı Kerîm’le birlikte, onun tefsir ve izahı mahiye­tinde olan hadisler de verilmiştir. Binaenaleyh İslâm nizamı, Kur’an ve hadis olmak üzere iki asıl üzerinde teessüs etmigtir.

Bu iki esastan Kur’an, Allah’ın teminatı ile mahfuzdur.

“Kur'an'ı biz indirdik. Şüphesiz onu koruyacak olan da ancak biziz.”[59]

Bu âyet-i kerîme Kur'an'ın Allah tarafından indirildiğini ve onun muhafazasının Allaha ait olduğunu açık bir şekilde beyan eder. Kur'an’ın muhafazası, nüzulünden kıyamete kadar bir harf dahi ilâve edilmemesi veya noksanlaştırılmaması demektir. Bu teminat bugüne kadar tam olarak tahakkuk etmiştir. Kur'an’da ziyadelik veya noksanlık olduğunu şimdiye kadar hiç kimse iddia etmemiş ve edemez de.

Peygamberin sünnetine gelince, O da müslümanların gayretiyle muhafaza edilmektedir, ilk müslümanların hadis üzerinde nasıl çalış­tıklarını gördüğümüz zaman onun da Allahın inayeti ile hıfzedilmiş oldu­ğunu görürüz. Bununla beraber peygamber tarafından söylenmediği halde bazı kimselerin hadis uydurdukları bir vakıadır. Fakat İslâm âlim­leri, bu türlü menfî hareketleri zamanında yakalayıp bertaraf etmesini bilmişlerdir.

Üsâme b. Zeyd'in (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.) şöyle buyururlar:[60]

Bu ilmi (yani dine âid bilgileri), her nesilden âdil halefler yüklenir ve kendinden sonra geleceklere naklederler. Onlar dinde aşırılık gösterenlerin tahriflerini, bâtıl taraftarlarının yersiz ve hilafı hakikat iddialarını, câhillerin mesnetsiz te'villerini bu ilimden (dinden) uzaklaştırırlar. [61]

Bu hadis pek çok sahabîden rivayet edilmiştir. Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr, Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b. Abbas, Câbir b. Semure, Muâz b. Cebel ve Ebû Hüreyre bu hadisi ayrı ayrı peygamberden rivayet etmişlerdir. Her rivayet müstakil olarak ele alındığı zaman hadis zayıf olmakla beraber, müteaddid rivayetlerin bir araya gelmesiyle hadis kasen derecesine yükselmiştir.

İmam-ı Nevevî, tehzîb-ul-Esmâ adlı kitabının evvelinde bu hadis hakkında şöyle der:

Bu hadis, bu ilmin (yâni hadis ilminin) masun ve mahfuz ve onu nakledenlerin âdil kimseler olduğu hakkında Resûlullah'ın verdiği bir haberdir. Allah-ü Teâlâ, her asırda âdil kimselerden meyda­na gelen bir cemaatı, bu ilmi yüklenip nakletmek hususunda muvaffak kılar. O âdil kimseler bu ilmi hakkiyle tahsil ederler, her türlü tahrif, tebdil, tağyir ve tezyifi ondan uzaklaştırırlar. Bu durum, fâsık kimse­lerin ilm-i hadisten bazı şeyleri öğrenmesine mâni teşkil etmez. Zira bahsimize konu olan hadisin mânası, âdil kimselerin bu ilmi tahsil ede­ceklerini ifade etmektir. Tabiatiyle bu, hiç bir zaman, âdil olmayanların bu ilmi tahsil etmeyeceklerini ifade etmez. [62]

İsnâd'ın önemi hakkında pek çok hadis ve kelâm-ı kibar vardır. Buğ­rada onların bir kısmından bahsedelim.[63]

İbni Mes'ud'un rivayetine göre Resûlullah (s.a.):

“Benim sözümü işiten, onu ezberleyip güzelce mânasını anlayan sonra onu edâ eden, yâni başkalarına nakleden bir kimsenin Allah yüzünü ak etsin. Nice hâmil-i fıkıh kimseler vardır ki, onu kendilerinden daha fakîh olanlara naklederler.” buyurmuştur. [64]

Ebû Dâvûd ve Tirmizî'den gelen rivayete göre:

“Bizden bir şey işitip de onu işittiği gibi tebliğ eden bir kimsenin Allah yüzünü ak eylesin. Nice tebliğ olunan kimseler vardır ki, işitenden daha çok anlayışa sahip­tirler.”[65]  Buyurmuştur.

Ebû Saîd el-Hudrî'den gelen rivayette ise, Resûlullah (s.a.) veda haccında:

Benim sözümü işitip de tam manasıyla anlayıp hıfzeden kim­senin Allah yüzünü ak etsin. Nice hâmil-i fıkıh kimse vardır ki, fakîh değildir.”[66] Buyurmuştur.

Bu hadisler, verilen kaynaklarda farklı şekillerde rivayet edilmiş­tir. Bu farkların hepsi bir arada mütâlea edildiği zaman ortaya bir ne­tice çıkar, o da, Resûlullah (s.a.) in kendisinden işitilen sözleri, işiten­lerin tam olarak nakletmesini temin etmek isteğidir. İşte bunun içindir ki, İslâm ulemâsı en büyük himmet ve gayreti hadis sahasına vermiştir.

Ebû Muhammed el-Hasen b. Abdurrahman İbni Hallâd el-Râme-hürmüzî “el-Muhaddis el-fâsıl beyn el-râvî vel-vâî” adlı kitabında şöyle nakleder:[67]

Ata b. Yesâr'dan, o da İbni Abbas'tan, İbni Abbas dedi ki, Ali b. Ebi Talibi işittim, şöyle diyordu:

Resûlullah (s.a.) bizim yanımıza geldi ve şöyle dedi:

“Ey Allahım halîfelerime merhamet et.” Biz, “Yâ Resûllullah, senin halifelerin kimlerdir?” dedik. Cevaben: “Onlar, benim hadislerimi rivayet eden ve onları insanlara öğreten kimselerdir.” dedi.

Bu hadisin ifade ettiği mâna ve ehemmiyet ilk müslümanlarca tam olarak anlaşılmıştır. Bu vâdîde onlara hiç bir husus gizli kalmamış­tır. Onun hadislerini rivayet eden ve onları insanlara öğretenler gerçek­ten O'nun halîfesi olmuşlardır. Bu hadise istinaden hicrî birinci asırda ve ondan sonraki asırlarda büyük muhaddislere “Emîr-ul-Mü'minîn” ünvanı verilmiştir. Süfyan es-Sevrî ve Buhârî “Emîr-ul-Mü'minîn” ünvanını alanlardandır. [68]

 

İsnad'ın Önemi Hakkında Söylenen Sözlerden Bazıları:

 

Müslîm, İbni Sîrîn'den şöyle rivayet eder:

Bu ilim dindir. Dininizi anlatacağınız kimselere bakınız, yâni onları iyi­ce tetkik ediniz, mevsuk kimseler olup olmadıklarını araştırınız. [69]

İmam-ı Şafiî'den; “İsnâd” sız hadis tahsil eden kimse tıpkı geceleyin karanlıkta odun toplayan kimse gibidir.

Süfyan es-Sevrf'den: “İsnâd” mü'minin silâhıdır.

Abdullah b. el-Mubarekten: isnâd, dindendir, eğer isnâd prensibi olmasaydı, bu konuda dileyen dilediğini söylerdi.

Evet, “isnâd” hadis sahasında mü'minin silâhıdır. İslâm âlimleri di­ni onunla müdafaa etmişlerdir. Silâhsız müdafaa'nın "imkânsız olduğu cümlenin malûmudur. îsnâd, kişiyi maksûd olan gaye ve hedefe ulaştı­ran merdivendir. Eğer hadislerin sıhhatini tesbit işinde îsnâd sistemi mevcut olmasaydı, İslam esaslarının çoğu zayi' olur, ilhâd ehli kendi kö­tü gaye ve arzularına uygun, düşecek hadisleri uydurmağa, senedleri de­ğiştirmeğe muktedir olurlardı.

İslamın isnâd sistemini zedelemek isteyen bazı müsteşrikler, İslâm ümmeti dışında kalan ve daha önce yaşamış olan milletlerde isnâd siste­minin bulunup bulunmadığını araştırdılar. Bunlardan bilhassa Caetanı [70] îsnâd'ın müslümanlara has olmadığını iddia etmek istedi. Bu arada Horovitz [71] ve Prof. Margoliouth [72] da aynı istikamette çalışmalar yaptılar. Fakat netice itibarı ile esaslı bir şey elde edemediler. Bu konu­da daha fazla çalışan ve yazılanları bir araya toplayan Prof. J. Robson'dur. [73]

Bu müsteşriklerin çalışmaları göstermiştir ki, müslümanların hadis sahasında ve diğer sahalarda vücûda getirdikleri isnâd sistemi, Hintliler, Yahudiler, Yunanlılar ve diğer eski milletlerin hiç birinde tam olarak vücut bulmamıştır. Bazı müteferrik isnâd kalıntılarının esasen her mil­lette olması normaldir.

İsnâd mevzuunda ilmî araştırma yapan İslam âlimlerinden İbni Hazm [74] ve İbni Cerîr et-Tabarî'yi zikredebiliriz.[75] 

Bilhassa İbni Hazm bu mevzuda tafsilâtlı bilgi vermektedir.[76]

 

3- İslâm Ümmetinin İsnâd'e Verdiği Ehemmiyet

 

İsnâd, İslam şeriatının temellerinden biri ve en mühimmidir. Çünkü İslamî hükümlerin çoğunun istinatgahı ve Kur'an âyetlerinden mücmel olanların izah ve tafsilinin dayanağı peygamberin sâhîh hadisleridir. Sahih hadislerin bilinmesinde en mühim esaslardan biri isnâddır. İşte bunlar ve benzerî sebeplerden dolayı İslam ümmeti, bilhassa sadr-ı İslamda isnâd'a özel bir ehemmiyet vermiştir. Müslümanların bu konuda bu kadar uyanık ve dikkatli olmalarını, sahîh hadis kitaplarında (Mesânul es-Sihah)da peygamberden rivayet olunan şu hadislere dayamak müm­kündür:[77]

Senedin sıhhatına zarar verecek her şeyden kaçınmak hususunda.[78]

Hafızalarının kuvvetine ve zihinlerinin açıklığına güvendiklerinden ve Resûlullah’ın ilk zamanlarda ashabı hadis yazmalarını yasak etmiş olmasından dolayı ashab-ı kiram devrinde hadise gösterilen ihtimam onu daha ziyade zihinlerde zabtetmek ve kalblerde hıfzetmek şeklinde idi.

Müslim’in Ebu Sâid el-Hudrî'den rivayet ettiği bir hadisde Resûlullah (s.a.) şöyle buyurur:

“Benden, Kur'an hariç hiç bir şeyi yazmayınız. Her kim benden naklen Kur'an'dan başka bir şey yazmışsa onu imha etsin.”[79]

Bu yasak Kur'an'ın, Kur'an olmayan diğer sözlerle karıştırılması korkusundan dolayıdır. Bu yasak, Abdullah b. Amr ve başkaları gibi bazı sahâbîlerin hadis yazmalarına mâni' teşkil etmemiştir. Çünkü Kur'­an hariç peygamberden işittiği şeyleri yazmak kendisine yasak edilmiş olan kimse, Kur'an'la, Kur'an olmayan diğer sözleri karıştırması muhte­mel olan kimsedir. Fakat bu husus dışında kendisinden emin olunan an­layışlı kimselerin hadisi yazmalarına bir mâni' yoktu. Bazı rivâyetlere göre de, hadis yazmak müsaadesi bazı sahâbîlere hususî olarak verilmiş­ti.

Peygamberden rivayet edilenleri doğru olarak tesbit hususunda son derece büyük bir ehemmiyet gösterenlerin ilki Hulefâ-i Râşidîn, Hz. Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali'dir.

İbni Şihâb, Kabîsa b. Züeyb'ten rivayetle demiştir ki:

Nine olan bir kadın Hz. Ebû Bekir'e gelerek, kendisine mi­ras verilmesini taleb etti. Hz. Ebû Bekr cevaben: Allah’ın kitabı Kur'an'da nineler hakkında bir şey bulamıyorum. Resûlullah'ın da bu hususda bir şey söyleyip söylemediğini bilmiyorum, dedi. Sonra müslümanlara sordu. Muğîre b. gu'be kalktı, Resûlullah’ın nineye südûs (altıda bir) verdiğini işittim, dedi.

Ebû Bekr, senden başka bunu işiten oldu mu? Dedi. Muhammed b. Mesleme de aynı şeyi işittiğini beyan etti. Bunun üze­rine Hz. Ebû Bekr nineye altıda bir verilmesini takrir etti. [80]

İbni Cüreyc, Ebû Nadre'den, o da Ebû Sâid'den rivayetle demiştir ki: Ebû Mûsâ el-Eş'arî kapının arkasından üç defa Hz. Ömer'e selâm verir, fakat kendisine girme müsaadesi verilmediği için geri döner. Hz. Ömer arkasından bir adam gönderip, Ebû Musa'yı çağırtır ve neden dö­nüp gittiğini sorar. O da Resûlullah’ın, “Bizden biriniz üç defa selâm ve­rir de cevap almazsa geri dönsün dediğini işittim.” der.

Hz.Ömer o zaman, Ebû Musa'ya, “yâ, Resulullah’ın böyle söylediğini isbat edersin, yahut seni cezalandırırım” der.

Bunun üzerine Ebû Mûsâ, rengi uçmuş vaziyette bize geldi. Biz otu­ruyorduk. Sana ne oldu dedik. Hadiseyi bize anlattı. Ve dedi ki:

Sizden bunu işiten oldu mu? Biz de:

“Evet hepimiz işittik,” dedik. Orada bulunanlar Ebû Mûsâ ile birlikte Ebû Sâid el-Hudrî'yi Hz. Ömer'e gönderdiler ve durumu haber verdiler. [81]

Ma'rûf b. Harrebûz, Ebû-t-Tufeyl'den, o da Hz. Ali'den şöyle dedi­ğini nakleder:

“İnsanlara tanıdıkları şeyleri rivayet ediniz. İnkâr etmekte oldukları şeyleri terkediniz. Allah’ın ve Resulünün tekzib edilmesini mi istiyorsunuz?”[82] Böylece Hz. Ali (r.a.) münker olan şeylerin rivaye­tini men etmiş, meşhur ve ma'ruf olan şeyleri rivayete teşvik etmiştir.

İşte bu, fazâil, ince ve anlaşılması güç bazı şeyler hakkındaki zayıf rivayetlerin yasak olduğunu ifadede büyük bir temel teşkil eder.

Bu hususları bilmenin yolu isnâd ricâli’nin hallerini bilmektir. Böy­le bir inayet ve İslam ümmetinin büyüklerinin gösterdiği böylesine sonsuz bir ihtimamla peygamberin sünneti, tahrifci ve bid'atcı ellerin uzanmasından korunmuştur. Daha sonra hicrî ikinci asrın başlangıcında, birçok hafızların ölmüş olması, bir kısmının da İslâmı neşretmek gayesi ile yeni fethedilen İslam memleketlerine gitmiş olmaları sebebi ile sünnetin zayi' olmasından korktuğu için Ömer b. Abdulaziz hadisin yazılmasını emretti.[83]

 

4- Sahih İsnad’ın İslam Ümmetine Has Oluşu

 

Sahih isnâd, bu ümmetin hususiyetlerinden bir hususiyettir. İbni Hazm şöyle der:

Sika zatlardan yine sika zatların rivayeti ile ittisal ha­linde Resûlullaha kadar ulaşan isnadı, cenabı Allah, diğer milletlerden, farklı olarak sadece İslam milletine has kılmıştır. Aradan birçok râvilerin düğmesi ile meydana gelen rivayet Yahudilerde de vardır. Lâkin onlar hiç bir zaman Hz. Musa'ya, bizim Hz. Muhammed (s.a.) e yaklaş­tığımız kadar yaklaşamazlar. Onların rivayetleri daha Hz. Musa'ya ulaşmasına 30 asır varken durmuştur.

Hristiyanlarda da hal böyledir. Boşanmanın haram olduğunu bildi­ren rivayet hariç Hristiyanlıkta hiç muttasıl isnâd yoktur. Bilindiği gi­bi İslam ümmetine has bulunan rivayet, râvinin adaleti ve zaptı gibi hadîsciler katında muteber olan esaslarla yapılan rivayettir. Fakat bir şarta bağlı olmayan mutlak rivayete gelince bu, Arap milleti gibi diğer milletlerin çoğunda mevcuttur. Çünkü iftihar etme ve kötüleme vesilesi olarak muhtaç oldukları ensâb'ı ve tarihi ezberleyip korumak, onların, fazlaca ehemmiyet verdikleri hususlardan idi.

Eski Yunanlılar ve Romalılar da böyle idiler. Onlar da îlâhlarının ve büyüklerinin evsâfını ve tarihî vakalardan ihtiyaç duydukları her şeyi ezberliyorlardı. Eski kavimler bunları, İslam âlimlerinin hadis nak­linde esas kabul ettikleri tahammül ve eda yolu ile yapmıyorlardı.

Bilinmelidir ki, eğer bunlardan maksat ve gaye sadece büyük imam­lardan ahkâmı öğrenmek ise o zaman rivayet zarurî ve lâzım bir şey değildir. Binâenaleyh Hasan-ı Basrî’den naklolunan şu: “Bir adam ona bir hadîs sordu:

Oda söyledi, Adam:

Ona, kimden rivayet ediyorsun dedi. O da:

Kimden olduğunu ne yapacaksın dedi şeklindeki sözler buna hamlolunur. Çünkü o kimse aslında hadis almak ve onu nakletmek için bunu yapmadı. Onun maksadı sadece bir mesele hakkındaki hükmü öğrenmekti.

İsnâd'ın hükmü, farz-ı kifâye'dir. Müslümanlardan: bir kısmı bu işi eda edince diğerleri hakkında zarûri bir vecîbe olmaktan çıkar.[84]

 

5- İsnad-ı Ali Ve Nazil

 

Bir haber, onu tespit edip yazan kimseye ne kadar az vasıta ile ula­nırsa o kadar sağlam ve kuvvetli olur. Araya giren vasıtalar çoğaldıkça işler karışır.

İslam âlimleri, râvîler silsilesi az olan senedlere isnâd-ı âlî, çok olan­lara isnâd-ı nâzil, haber'in kısa yoldan menbaına ulaşmasına ulûvv-i İsnâd, uzun silsilelerle ulaşmasına Nüzül-ü isnâd demişlerdir. Hadisde isnâd aramak ve isnâd-ı âlî aramak sünnettir.

Ahmed b. Hanbel, “Hadisde isnâd-ı âli aramak bize seleften kalma bir sünnettir. Abdullah b. Mes'ûd, Hz. Ömer'in arkadaşlarından hadis dinlemek ve ilmi öğrenmek için Medine’den ta Küfe’ye giderdi.” demiştir.

Muhammed b. Eşlem et-Tûsî de, “Kurb-u isnâd Allaha yakınlıktır.” Demiştir.[85]

 

Ulûvv-ü İsnâd'ın Mertebeleri:

 

Ulûvv-u isnâd beş mertebedir.[86]

 

Birinci Mertebe:

 

Sağlam bir isnâd ve az râvî ile Resûlullah (s.a.) a vâsıl olmaktır. Râviler arasında zayıf kimse bulunursa râvîlerin adedine bakılmaz Ve o isnada itibar olunmaz.

Yapılan araştırmalara göre, İmâm-ı Mâlik'in en âlî isnadı “sünâi” yâni ikilidir. Kendisi ile Resûlullah arasına biri sahâbî, diğeri tabiî olmak üzere iki râvî girmiştir.

Buhârî'nin en âlî isnadı “Sülâsî” yâni üçlüdür. Nazil isnadı ise dokuzludur. Buhârî'nin Sahîh'inde 22 tane üçlü isnâd vardır. Müslim'in de üçlü isnadı vardır, fakat Sahîh'ine koymamıştır. Tirmizî'de bir tane üçlü isnâd vardır.

İbni Mâce'nin beş tane üçlü isnadı vardır. Fakat bunların zayıf olduğu söylenmiştir. ed-Dârimî'nin Sünen’inde 15 tane üçlü isnâd vardır. İmâm-ı Şafiî' nin de bir çok üçlü isnadı vardır.

İbni Hanbel'in Müsned'inde 337, Abd. b. Hümeyd'in Müsned’inde 51, Süleyman b. Ahmed et-Tabarânî'nin Mu'cemlerinde 3 tane üçlü isnâd vardır.[87]

 

İkinci Mertebe:

 

Senedi sahîh olmak şartı ile hadis imamlarından el-A'meş (184), Hüşeym (188), İbni Cüreyc (150), el-Evzâî (157), Mâlik (179), Süfyan es-Sevrî (161), Süfyan b. Uyeyne (198), Şu'be (160), Züheyr b. Muâviye (173), Hammâd b. Zeyd (179), ismail b. Uleyye (193) gibi bir zata ya­kın olmaktır. Bunların isnadı –Resûlullah’la aralarına fazla râvî girse bile isnâd-ı âlîdir.[88]

 

Üçüncü Mertebe:

 

Kütüb-i Sitte sahipleri ile sâir sahîh kitapların musanniflerine nisbetle olan ulûv'dur. Müteahhirîn bu hususa dayanırlar. Bu nisbî bir ulûv’dur. İbni Dakîk el-Iyd (702) buna “ulûvv-u tenzîl” adını verir.[89]

 

Dördüncü Mertebe:

 

Aded bir olduğu halde râvînin vefatının tekaddüm etmesi ile olan ulûv'dur.

Meselâ Sünen-i Ebû Davud'u, Zekiyyüddîn Abdülazîm el-Münzirî yolundan almak, Necîb el-Harrânî'den, Necîb el-Harrânî tarîkinden al­mak da İbni Hatîb el-Mizzî yolundan almaktan üstündür.[90]

 

Beşinci Mertebe:

 

Aded bir, şeyh de bir olduğu halde râvînin semâının tekaddüm etmesi ile olan ulûv'dur. İbni Dakîk el-îyd gibi

bazı hadis âlimlerince dört ve beşinci mertebeler bir mertebe olarak kabul edilmiştir.[91]

 

İsnâd-ı Nâzil:

 

İsnâd-ı nazil de beş mertebedir. Ve her biri zikredilen isnâd-ı âli'nin zıddıdır. Cumhuru ülemâya göre isnad-ı âlî fâzıl, isnâd-ı nâzil mefzul’dur. İbn-ül-Medinî:

“İsnâd-ı nazil ile rivayet etmek şu'mdur.” demiştir, İbni Maîn de:

“İsnâd-ı nâzil yüzdeki yara gibidir.” demiştir.

Bazı kimseler de isnâd-ı nazil’i isnâd-ı âlî'ye tercih etmişlerdir. On­lara göre, râvîlerin adedleri çoğalınca muhaddis daha çok dikkatli olur, demişlerdir. [92]

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

Râviler Tabakâtı:

 

Tabaka, yaş bakımından birbirlerine yakın olan ve meselâ “alimerden ilim tahsil etmek” gibi bir işde iştirak eden topluluk  (cemaat) mânasını ifade eder.

Sahâbî, âmâ olsun, gözlü olsun, insan olsun, cinnî olsun, peygamber­le bir arada bulunması uzun sürsün sürmesin, ondan bir şey rivayet et­sin etmesin, beraber oturup konuşsun konuşmasın hâl-ı hayatında O'na inanarak O'nunla bir yerde toplanan, beraber bulunan kimsedir. Çünkü bir kimsenin Resûlullah (s.a.)la sadece bir arada bulunması sebebi ile -yüksek feyiz, şeref ve makamından dolayı- Resûlullah’ın nuru kendisi ile beraber bulunan kimsenin kalbi ve diğer azaları üzerinde tezahür eder.

Tarifteki kayıtlara göre, asla bir arada bulunmamış olan, başkala­rına iman etse bile Resûlullaha iman etmemiş olan, sarîh bir kavle göre bîsetten önce onun peygamber olarak gönderileceğine inanmış olan kim­seler tarifin dışında kalırlar. Zira bîsetten önce inanmış olan kimse hak­kında hakiki mânada iman vâsfı doğru olmaz. İmanın devamı sohbetin aslı için şart olmayıp devamı için şarttır.

İmandan sonra ridde (dinden çıkma) vukua gelse sohbet kesilir, İslâma avdet etmekle de avdet eder. Çünkü ridde ameli kesmez, onu ancak iptal eder. Riddenin ölümle neticelenmesi hali bundan müstesnadır, çünkü ridde ölümle sona ererse o zaman her şey kesilmiş olur. [93]

Diğer bir kavle göre irtidat edenin, İslama avdet etmesi ile sohbeti avdet etmez. Zira ridde, ölümle bitmese bile, ameli iptal eder. Ebû Hanîfe’de aynı fikirdedir.

İrtidat ettikten sonra tekrar müslüman olan kimse, Resûlullaha mülâkî olursa, bilîttifak sahâbîdir. Zira bu mülakattan sonra onun için yeni bir sohbet meydana gelmiştir.

Sohbet, Hz. Ebû Bekr ve diğer aşere-i mübeşşere de olduğu gibi te­vatür ile bilinir.

Dimâm b. Sa'lebe hakkında olduğu gibi şöhret yolu ile bilinir. Başka sahabînin haber vermesi ile bilinir. Tabiîler arasından sıka olanların sözü olarak bilinir Peygambere arkadaşlık ettiği iddiasında bulunan kimsenin         sohbetini haber vermeden önce adaleti sabit olmak ve Resûlullah’ın vefatından yüz sene sonra hayatta olmamak şartı ile kendi kendini haber vermesi ile bilinir. Resûlullah bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:[94]

“Şu gecenizi gördünüz mü? Muhakkak ki, bu andan itibaren yüz sene sonra bu yerin üstünde, bu gün hayatta olanlardan hiç kimse kalmaz.”

Bir kimsenin sahâbî olup olmadığını bilmemizin faydası, diğer râvîler için başvurduğumuz cerh, ta'dil ve diğer hususlara başvurmadan o kimsenin âdil olduğuna hükmetmektir. Çünkü bütün sahâbîler adalet sıfatı ile muttasıftırlar. Sahâbîler hakkında peygamberin umumî tezki­yesi vardır. Meselâ “Ashabım yıldızlar gibidir......” hadisi ve bu husus­ta vârid olmuş daha pek çok hadis onların tezkiyelerini ifade eder. Bu­nunla beraber bazı hadisler yine onlar hakkında da araştırmayı ihmâl etmediler.[95]

 

Sahâbâlerde Rivayet:

 

Sahâbî olan râviler arasında rivayet ettikleri hadis sayısına göre müksir ve mukıl zatlar vardır. Çok hadis rivayet eden kimselere “el-Müksirûn” denir. Müksirûn, rivayet ettikleri hadislerin sayısı binden fazla olan kimselerdir ki, bunlar ekseri ulemâya göre yedi kişidir. Bazı kimseler bunları şiir halinde şöyle ifade ettiler:

Ashaptan yedi sat binin üstünde hadis naklettiler.

Mudar'ın en hayırusı Mühtar'ın hadisinden.

Ebû Hüreyre, Sa'd,[96] Câbir, Enes,

Sıddıykâ, İbnî Abbas keza İbni Ömer.[97]

 

Ashabın Adaleti:

 

Ashâb-ı kirâm'ın hepsi âdildir. Bunun mânası, onların rivayet et­tikleri hadisler kabul olunur, diğer râvîlerde aranan adalet ve tezkiye şartları onlarda aranmaz. Fakat bundan maksat hiç bir zaman onların ma'sûm olduklarını hata ve isyandan mâsun bulunduklarını söylemek de­ğildir. Bundan maksat, onlardan, şahadetlerine zarar verecek bir şeyin vuku' bulmamasıdır. Yahut rivayet şehadet kabilinden bir şeydir.

Ehli Sünnet ulemâsı, -bir fitneye iştirak etmiş olsalar bile- as­habın âdil oldukları hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü onların fitne­ye girmeleri veya igtirak etmeleri bir içtihad neticesidir. Böylece her biri, İslamî bakımdan hak olduğuna inandığı hususta ısrar etmig de­mektir.

Bir başka görüşe göre, “Mutlak olarak ashabın adaletini araştır­mak vâcipttir.” denilmiştir. Bazı kimseler de, “Fitnelerin vukuundan sonra yaşamış olanların adaleti araştırılır,” dediler. Mu'tezile ise, Hz. Ali'ye karşı harbedenler müstesna diğer ashabın hepsi âdildir, hükmüne vardı. Bu görüşler arasından muteber ve makbul olan birinci görüştür.

Ashâb-ı kiramın âdil kimseler olduklarına şu hususlar delâlet eder:

1- Din gayreti ile hicret etmeleri, Resûlullaha nusrette bulunma­ları, Allah yolunda mallarını ve canlarını feda etmeleri.

2- Din uğruna babaların evlâtlarına, evlâtların da babalarına karsı harbetmiş olmaları.

3- Dinde birbirlerine nasihatte kusur etmemeleri.

4- Kur'anda Ashâb-ı kiram hakkında vârid olan âyetler:

“Allah, ağacın altında sana biat eden müslümanlardan razı olmuştur. Böylece Allah onların kalblerindekini bildi, bu sebebden dolayı onların üzerine Bekîneyi (huzur ve sükûnu) indirdi.” [98]

“Muhacirin ve Ensârdan ilk müslümanlar ve iyilikle onlara tabî olan­lar... Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır.” [99]

 “Alllah’ın resulü Muhammed ve onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı sert kendi aralarında yumuşak kimselerdir. Onların Allah’ın rıza ve ihsanını talep ederek rüku' ve secde ediciler olduklarını görürsün...”[100]

5- Ashab hakkında vârid olan hadisler:

“Ashabıma kötü söylemeyin (sövmeyin). Hayatım elinde olana yemin (ederim ki, eğer sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etmiş olsa bi­le ne onlardan bir tanesinin derecesine ve ne de yarısına dahi ulaşamaz.” [101]

“Muhakkak Allah eshabımı, nebiler ve resuller hariç sekaleyn'e (ins ve cinne) üstün kılmıştır.” [102]

“Ashabım hakkındaki sözlerinizde Allah'tan korkunuz. Onları hedef edinmeyiniz. Ashabımı seven onları bana olan sevgisinden dolayı sever. Onlara buuz eden de bana buuzundan dolayı buuzeder. Onlara eza eden bana eza etmiştir. Bana ezâ eden de Allah'a eza etmiş olur. Allah'a ezâ edeni Allah'ın yakalaması pek yakındır.” [103]

“Siz yetmiş milletle beraber bulunursunuz. Siz Allah yanında onlarına en hayırlısı ve en değerlisisiniz.” [104]

“İnsanların en hayırlısı benim zamanımda bulunanlar, sonra onları takib edenler, sonra onları takib edenler...dir.” [105]

“Ne mutlu beni gören ve bana iman edene. Ve yine ne mutlu beni gö­reni görene.”

Tedrîb, İmam-ül Harameyn’den şöyle nakleder: Ashabın adaletini araştırmamaktaki sebeb, onların şeriatın hâmil­leri ve nâkilleri olmalarıdır. Eğer onların rivayetinde bir tevakkuf sabit olursa o zaman şeriat Resûlulah’ın asrına münhasır kalır, daha sonraki asırlara uzanmazdı. Hal böyle olunca sahabenin hepsini âdil kimseler olarak kabul etmek en doğru ve salim yoldur. Resûlullah (s.a.) da bir­çok hadislerinde bu hakikati dile getirmiştir.[106]

 

En Son Ölen Sahabi:

 

En son ölen sahabı, hicrî yüzüncü senede Ebû'l-Tufeyl Âmir b. Vâile el-Leysi'dir. Bunun delili onun, Müslimde kendisinden rivayet edil­miş olan şu sözüdür:

Resûlullah'ı (s.a.) gördüm. Yeryüzünde (şimdi) benden başka onu görmüş olan hiç bir kimse mevcut değildir. [107]

 

2- Sahabe Tabakaları

 

Ashabı kirama sohbet yönünden bakan İbni Hibbân ve taraftarları, onları bir tabaka olarak kabul ederler. Bu görüşe göre sahabe bir taba­ka teşkil eder ondan sonra da Tabiîn gelir.

Îslâmdaki sohbetlerini ve İslam tarihinin mühim vak'alarına iştirak etmelerini nazari itibara alanlar ise sahabeyi bi çok tabakalara ayırmış­lardır.

“Tabakât” sahibi Muhammed b. Sa'd el-Bağdâdî ikinci görüşe meylederek kitabında ashabı on iki tabakaya ayırmıştır ki, bu tabaka­lar şöyledir:

1- Dört halife ve Bilâl b. Rebah gibi müslüman olmakta herkesi geçmiş olan ilk müslümanlar.

2- Sa'd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ve Sa'd b. Ebî Vakkâs gibi Darunnedvede bulunanlar. [108]

3- Hâtib b. Amr b. Abdişems, Sehl b. Beyzâ ve Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabîa gibi Habeşistana hicret edenler.

4- Raf i' b. Mâlik, Ubâde b. Sâmit ve Es'ad b. Zürâre gibi birinci Akabe ashabı.

5- Berâ b. Ma'rûr, Câbir b. Abdullah b. Haram, Abdullah b. Cübeyr ve Sa'd b. Hayseme gibi çoğu Ensâr’dan olan ikinci Akabe ashabı.

6- Ebû Seleme b. Abdullah ve Âmir b. Rabîa gibi Medine'ye gir­meden önce Küba'da Resûlullaha kavuşan muhacirler.

7- Hâtıb b. Ebî Beltae, Sa'd b. Muâz ve el-Mikdâd b. el-Esved gi­bi Bedr savaşına iştirak edenler.

8- Muğîre b. Şu'be gibi Bedr savaşı ile Hudeybiye andlaşması arasında hicret edenler.

9- Seleme b. Ekvâ’, Sinan b. Ebî Sinan ve Abdullah b. Ömer gibi Biat-ür-Rıdvân da bulunanlar.

10- Hâlid b. Velîd, Amr b. el-Âss ve Ebû Hureyre gibi Hudeybiyye ile Mekke’nin fethi arasında hicret edenler.

11- Ebû Süfyan b. Sahr b. Harb, Hakîm İbni Hizam,   Büdeyl b-. Verkâ ve Attâb b. Esîd gibi fetih müslümanları.

12- Abdullah b. Sa'lebe, Sâib b. Yezîd, Ebû't-Tufeyl Âmir b. Vâile gibi fetih ve veda haccında Resûlullahı gören kimseler.

Bazı Âlimler Ashab-ı Kiramı beş tabakaya ayırırlar. Bu görüşe göre tabakalar şöyledir:

Birincisi: Bedre iştirak edenler.

İkincisi: Uhud ve ondan sonraki vak'alara iştirak etmiş olan ve doğu Habeşistana hicret eden ilk müslümanlar.

Üçüncüsü: Hendek muharebesinde bulunanlar.

Dördüncüsü: Fetihde ve daha sonra müslüman olanlar.

Beşincisi: Sıbyan ve Etfâl.[109]

 

Bir Râvînin Birkaç Tabakaya Girmesi:

 

Râvî bazan -bir yönden benzerliği olduğu için- bir tabakadan, diğer bir benzerlikten dolayı da başka bir tabakadan olur. Bir sahâbînin birden fazla tabakadan olduğunu söylemek itibarlara bağlıdır.[110]

 

Her Tabakanın Devri:

 

Sahabe devri, hicretin yetmişinci senesinde sona erer. Tabiîn devri de ondan sonra yetmiş senedir. Kezalik Tebe-i Tâbîîin devri de Tâbiîn devrinden sonra yetmiş senedir.

Bu taksim yaklaşık olarak yapılmış bir taksimdir. Hiç bir zaman kat'î değildir. Çünkü bu taksimde esas olan, o devirde bulunanların çok­luğudur.

Sahabe pek çoktur. O devirde fethedilmiş İslam ülkelerine dağılmış; olmaları dolayısı ile adedlerini tam olarak tesbit etmek mümkün değil­dir. Bununla beraber sahabe biyografisi yazan kitaplarda bütün saha­benin sayılıp zikredildiğini iddia edenler de vardır. Bu her halde hadisle ilgisi olan sahabe için olsa gerektir.[111]

 

Aşere-i Mübeşşere:

 

Aşere-i Mübeşşere, cennetlik oldukları kendilerine müjdelenen sahâbîye verilen bir addır.

Bunlar şunlardır:

1- Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk (öl: 13)

2- Ömer b. el-Hattâb (öl: 23)

3- Osman b. Affan (öl: 35)                            

4- Alî b. Ebî Tâlib (öl: 40)                              

5- Talha b. Ubeydullah (öl: 36)                                                

6- ez-Züzeyr b. el-Avvâm (öl: 36)

7- Ebdurrahmân b. Avf (öl: 32)

8- Sa'd b. Ebî Vakkâs (öl: 55)

9- Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (öl: 18)

10- Sa'd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl (öl: 51)

Bu on sahâbînin fezâili hakkında müstakil eserler yazılmıştır. On­lardan bazıları şunlardır:

1- Muh. b. Abdullah b. Hamdûye (405/1014) 'nin ve el-Hâkim en-Nisâbûrî (400)'nin “Fezâil-ul-aşere”si.

2- Muhibbuddîn Ahmed b. Abdullah et-Tabarî  (694/1295)'nin “er-Riyâd-ün-nâdire fî fezâil-el-aşere” adlı eseri.

3- Burhâneddîn İbrahim b.  Abdurrahmân el-Fezârî   (729/1329)' nin “Fezâil-ul-aşere el-mübeşşere” adlı eseri.

4- Zeyn-üd-Dîn Ömer b. Ahmed eş-Şemmâ' (936/1529)'ın Durr-ul-multekât” adlı eseri.[112]

 

Ehl-i Bedr:

 

Bedr savaşına iştirak edenlere Ehl-i Bedr denir. 950 kadar olan düş­mana karşı adedleri 313 kadar olan müslümanlar Bedr'de parlak bir zafer kazanmışlardır. İslâm tarihinde Bedr savaşında bulunanların öne­mi çok büyüktür. Bir sahâbînin faziletleri sayılırken Bedr'e iştiraki var­sa o da zikredilir. Bedr savaşma iştirak bir üstünlük vesilesi olmuştur.[113]

 

Ehl-üs-Suffe:

 

Resûlullah (s.a.)’ın mescidinin yanındaki bir odada ikamet eden, ilim tahsili ve ibâdetle meşgul olan kimselere “Ehl-üs-Suffe” denilmiş­tir. Bunların iaşe ve' ibateleri müslümanlar tarafından tekeffül ediliyor­du. Ehl-üs-Suffe'nin adedi hakkında ihtilâf vardır. Bazı tarihçiler 90, bazıları da 400 kadar olduklarını söylemişlerdir. Ebû Hüreyre'den gelen bir rivayette 70 kişinin elbiselerinin çok eski olduğu bildirilmiştir.

Ebû Hüreyre, Ebû Zerr el-Gıfârî, Vasile b. el-Eskâ' gibi meşhur sahâbilerin ehl-üs Suffe'den oldukları malûmdur.

Ehl-üs Suffe’nin menâkıbı hakkında Şemsüddîn Muhammed b. Ab­durrahmân es-Sahâvî (902/1497), “Ruchân-ul-Keffe fî menakıb ehl-üs Suffe” adlı bir eser yazmıştır.[114]

 

3- Tabiîn Tabakaları

 

Tabiî, kısa da olsa sahabe ile bir arada bulunan kimsedir. es-Sübkî, peygamberle bir arada bulunmayı, sahabe ile bir arada bulunmaktan ayırmak maksadı ile Tabiî olmak için sahâbî ile uzun müddet bir arada bulunmayı şart koştu. Çünkü Resûlullah ile kısa bir müddet bir arada bulunmak füyûzât-ı ilâhiyyenin kalblere akmasına vesile olur. Halbuki sahâbî ile kısa bir müddet bir arada bulunmak bu şekilde feyizlenmeğe vesîle teşkil etmez.

Meşhur ve makbul olan birinci görüştür.

İbni Hibbâ'mu prensibine göre Tabiîn, sahabe ile içtima' etmeleri ve onlardan ilim almaları itibarı ile bir tabakadır.

Bazı âlimler, Aşare-i Mübeşşereden ilim almaları, sohbetlerinin az­lığı ve çokluğu ve diğer hususları nazarı itibara alarak Tâbiî'nin on beş tabaka olduğunu söylemişlerdir.

Diğer bir görüşe göre Tabiîn üç tabakadır.

Birincisi: Saîd b. el-Müseyyib, Ebû Vâil, Ebû Recâ el-Utâridî ve Kays b. Ebî Hâzim gibi aşere-i mübeşşere'den işitmiş olanlardır.

Bunlar arasından bazıları, aşere-i mübeşerenin hepsinden rivayet etmekle temayüz etmişlerdir, denilirse de buna imkân yoktur. Çünkü aşere-i mübeşereden olan Ebû Bekr Resûlullah’tan iki sene sonra vefat etmiştir.

İkincisi: Muhadremûn''dur. [115] Bunlar câhiliyyet ve İslam devir­lerini idrak etmiş fakat Resûlullah’la bir arada bulunmamış olan kimse­lerdir. Üveys el Kareni, Eshıma Necâşî, Şureyh b. Hâni, Esved b. Yezîd, Esved b. Hilâl ve Ka'b el-Ahbâr Muhadremûndendir.

Üçüncüsü: Ebû Ümâme ve Muhammedi b. Ebî Bekr es-Sıddık gibi Resûlullah zamanında doğup da onunla içtima’ etmemiş olanlardır.

Tabakat sahibi Muhammed b. Sa'd, Tâbiîn'i, Kûfe’liler, Basra’lılar, Şam’lılar, Medîne’liler, Irak’lılar, Yemen’liler, Mısır’lılar, Yemâme'de otu­ranlar, Bahreyn'de oturanlar diye ikâmetgâhlarına göre tabakalara ayırmıştır. Bilâhare bunları da ayrı ayrı ele alarak, meselâ Yemen’liler gibi, bazılarını bir tabaka yapmış, bazılarını da birden fazla tabakalara ayırmıştır. Meselâ, Kûfelileri dokuz tabakaya, Basralıları sekiz tabakaya ayırmıştır.[116]

 

En Son Tabiiler:

 

Tabiin sonu Basra ehlinden Enes b. Mâlik'i gören, Küfe ehlinden Abdullah b. Ebi Evfa’yı gören, Medine ehlinden Saib b. Yezid’i gören, Hicaz ehlinden Abdullah b. Hares'i gören, Şam ehlinden Ebû Ümâme'yi gören kimselerdir.[117]

 

4- Etbâ-Ut Tabiîn Tabakası

 

Etbâ-ut-Tâbiîn, kısa da olsa Tabiî ile görüşen, beraber bir arada bulunan, toplantılarına iştirak eden kimselerdir. İmam-ı Mâlik ve İmâm-ı Şafiî bu tabakadandır. Bunların devrinde, yani Hicrî ikinci asırda, birçok ilimlerde tedvin işinin çoğaldığı gibi, hadis'in tedvini de, çoğalmış­tır. Bu asırda hadis toplanmış bablara göre tertîb ve tasnif edilmiştir.[118]

 

İlk Hadis Toplayıcıları

 

Hadis toplayıp yazanlar pek çoktur. İslâmın ilk devirlerinde muay­yen ilim merkezleri [119] vardı. Her türlü ilmî, hareketler bu merkezlerde cereyan ederdi. Mekkede ilk hadis toplayıcısı İbni Cüreyc, Kûfe'de Süfyan es-Sevrî,

Basra'da, Hammâd b. Seleme ve Saîd b. Ebî Arûbe'dir. Diğer mer­kezlerde de pek çok hadis toplayıcıları vardı.[120]

 

Sahih Hadislerin Tefriki

 

Etbâ-ut-Tâbiîn devrini takip eden hicrî üçüncü asırda sahîh Ve zâîf hadisler birbirinden tefrik edildi.

Bunu ilk yapan İmam-ı Buhârî oldu. Buhârî'den sonra talebesi Müslim aynı yolu takip etti. Bu zatlar kitaplarına “el-Câmi us-sahîh” adını verdiler. Bu iki kitaba birlikte “sahîhân-sahîheyn” denir. Bu ikisini takip eden dört kitap vardır ki, onlarda hem zaîf, hem de sahîh hadisler mevcuttur. Umumiyetle bu dört kitaba ve diğer bazı kitaplara “Sünen” adı verildi.

“Kütüb-ü-Sitte” adı ile tanınan altı kitap sıra ile şunlardır:

Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim, Sünen-i Ebû Dâvud, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Neseî, Sünen-i İbni Mâce.

Hicrî üçüncü asırda tedvin işi iyice ilerledi. Şarkta ve garbta birçok Mecâmî, Mesânîd ve Meâcim [121] zuhur etti. Böylece sünnetin yol­ları, mahiyeti, usûlü, prensipleri ve metinleri herkesin önünde aydınlığa kavuştu.

Tabakât bilgisinin faydası, bilhassa müdellislerin tedlîsine, mutta­sıl ve muntakı' olan an'anelere ve hadis ricaline vukuf kesbetmeyi sağ­lamasıdır.

Ashab-ı Kiram'ın hepsi udûl idiler. Fakat diğer tabakalarda bu vasıf olmadığından onlar hakkında araştırma yapmağa cerh ve ta'dil yö­nünden durumlarını incelemeğe ihtiyaç hasıl oldu.

İleride cerh ve ta'dil ile ilgili bir bölüm gelecektir.[122]

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

Raviler Tarihi

 

Hadis ilmi bakımından râvîler tarihi oldukça mühimdir. Çünkü hadis dinin temellerindendir. Ve Kur’an’dan sonra İkinci Delil-i Şer’i’dir. O halde hadisi bize nakledenler din yönünden en az hadis kadar mühim unsurlardır. Rical-ül Hadis tabakalara göre ele alınır. Her ne kadar her tabakadan hadis rivayet edenlerin adedi pek çok ise de biz burada her tabakadan en çok hadîs rivayet edenleri zikretmekle yetineceğiz.[123]

 

I- Sahabe

 

Hadis rivayeti tarihinde sahabe birinci tabakayı teşkil eder. Hadis rivayet eden sahabenin adedi pek çoktur. Veda Haccında 100.000 sahabe'nin bulunduğu tesbit edilmiştir. İbni Hacer'in “el-isabe fi Temyiz es-Sahabe adlı eserinde 12.279 sahâbî vardır. Ashab-ı Kiramdan çok hadis rivayet edenlere “el-Müksirûn” denir. Bunlar da yedi kişi olarak tesbit edilmiştir.[124]

 

1) Ebu Hüreyre (r.a)

 

O, Resûlullah'ın arkadaşı Ebû Hüreyre el-Yemânî'dir. Onun, kendisinin ve babasının isminde büyük ihtilafa düşülmüştür. Abdullah ez-Zehebî'nin de dediği gibi, onun en meşhur ve maruf olan adı, Abdurrahman b. Sahr'dır. Abdullah b. Sahr olduğu da söylenir. Söylendiğine gö­re ona Abdullah adını Resûlullah (s.a.) vermiş, ayrıca ona, bir kediyi veya kedi yavrularını taşıdığı için de Ebû Hüreyre künyesini takmıştır. Ebû Hüreyre künyesinin kendisine babası tarafından takıldığını söyle­yen Ebû Hüreyre, hâdiseyi şöyle anlatır:

Ben koyun otlatıyordum. Dağ­da vahşî kedi yavruları buldum ve onları alıp getirdim. Bu sebepten ba­bam bana “Ebû Hüreyre” künyesini taktı.

Ebû Hüreyre'nin Resûlullaha gelerek müslüman olması, Hayber yılında, hicrî yedinci senenin Muharrem ayında idi. O, aslında Ezd'in bir kolu olan Devs [125] kabilesindendir.

Ebû Hüreyre, ashab arasında Resûlullah'tan en çok hadis rivayet eden kimse olarak bilinir. 5374 hadis rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim' in rivayetinde ittifak ettikleri hadisler 325 kadardır. Buhârî'nin ayrıca rivayet ettiği 93 hadis, Müslim'in ayrıca rivayet ettiği 189 hadistir.

“el-Hülâsa” adlı kitabın sahibine göre, Buhârî ve Müslim'in ittifak ettikleri 325, Buhârî'nin infirâd ettiği 79, Müslim'in infirâd ettiği 93 hadistir.

Ebû Hüreyre, Sahabenin pek çoğundan rivayette bulunmuştur. Ebu Hüreyre'nin, kendilerinden rivayet ettiği sahâbîlerin bazıları şunlardır: Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Fazl b. Abbas, İbni Abdulmuttalib, Übey b. Ka'b, Üsâme b. Zeyd, Mü'minlerin annesi Âişe ve başkaları. (Allah on­lardan razı olsun).

Ebû Hüreyre'den rivayette bulunan sahâbîlerin bazısı şunlardır: İbni Abbas, İbni Ömer, Enes, Vasile b. Eska',[126] Câbir b. Abdullah Ensari.

Ebû Hüreyre'den rivayette bulunan büyük Tabiîler şunlardır: Mervân b. el-Hakem, Saîd b. el-Müseyyib, Urve b. ez-Zübeyr, Selmân el-Eşcaî, Eğarr Ebû Mislim, Şüreyh b. Hânî, Süleyman b. Yesâr, Abdullah b. Şakîk, Hanzala Eslemî, Sabit b. İyâd, Saîd b. Amr b. Saîd b. el-Âss, Ebû'l-Hubâb, Saîd b. Yesâr, Muhammed b. Şîrîn, Abdurrahman b. Hür­ünüz el-A'rec, Abdurrahman b. Sa'd, Abdullah b. Utbe b. Mes'ûd, Ata b. Ebî Rebâh, Atâ b. Yesâr ve başkaları. Buhârî, Ebû Hüreyre'den rivayet edenlerin sayısının 800 den fazla olduğunu söylemiştir. O, Ashâb-ı Ki­ram arasında en çok hadis ezberlemiş bir kimse olarak tanınır. İmam-ı Şafiî şöyle der:

“Ebû Hüreyre, devrinde hadis rivayet edenlerin en çok hadis ezberlemiş olanıdır.” [127]

Abdullah b. Ömer Ebû Hüreyre'nin cenazesinde rahmet dileyerek şöyle demiştir:

“Resulullah’ın hadisini ezberleyip Müslümanlara naklederdi.”[128]

Ebu Hüreyre’den:  “Ya Resulullah, ben senden çok hadis işitiyorum fakat işittiklerimi unutuyorum” dedim. Bana:

“Ridanı (elbiseni, paltonu) uzat (yay, ser)” dedi. Uzattım. İki eli ile tuttu sonra:

“Onu katla” dedi. Onu katladım. Artık ondan sonra hiçbir şeyi unutmadım.

Zeyd b. Sabitten o şöyle dedi: Ben, Ebû Hüreyre ve diğer bir kimse ile birlikte, Resûlullah  (s.a.) in yanınnda idik. Resulullah:

“Dua ediniz.” dedi. Ben ve arkadaşlarım dua ettik, Peygamber  (s.a.):

“Amin” dedi. Sonra Ebü Hüreyre dua etti ve şöyle dedi:   

Ey Allah’ım senden her iki arkadaşımın istediklerinin aynını isterim. Ve ayrıca unutulmayan bir ilim isterim;, dedi. Rsûlullah (s.a.):

“Amin” dedi. O zaman biz; bizde isteriz ya Resulullah dedik, Resûlullah cevaben:

“Devsli gulam ikinizide geçti” dedi.[129]

Müslim Sahihinde el-A’rac'tan, o da Ebû Hüreyre'den rivayet etmiştir. Ebû Hüreyre şöyle dedi:

Siz Ebû Hüreyre’nin Resûlullah’tan çok hadis rivayet ettiğini söylüyorsunuz. Allah şahittir, ben karın tokluğuna Resûlullaha arkadaşlık ederdim. Halbuki Muhacirleri çarşılarda alış ve­riş meşgul ediyor. Ansarı da tarlaları, mal ve mülkleri meşgul ediyordu. Resûlullah'ın bir toplantısında bulundum. Bu toplantıda O:

“Kim, benim üzerinde sözümü tamamlamam için ridâsını yere serer, sonra onu katla­yıp üzerine alırsa benden işittiği hiç bir şeyi artık unutmaz”[130] dedi. O an­da üzerimde bulunan bir bürdeyi yere serdim. Resûlullah hadisini ta­mamladı. Sonra onu alıp giydim. Hayatım elinde olana yemin ederim ki, ondan sonra artık işittiğim bir şeyi hiç unutmadım. [131]

Buhârî el-A'rac'tan, o da Ebû Hüreyre'den, Ebû Hüreyre dedi ki:

'İnsanlar, “Ebû Hüreyre çok hadis rivayet etti” diyorlar. Eğer Allahın "kitabındaki iki âyet olmamış olsaydı, bir hadis dahi rivayet etmezdim.

Sonra   “Beyyinât ve hüdâdan indirdiklerimizi gizleyenler......”    âyetini “...rahîm” [132] kelimesine kadar okudu ve şöyle dedi:

Muhâcirûn kar­deşlerimizi çarşıda alış veriş meşgul etti. Ensâr kardeşlerimizi de mal ve mülkleri meşgul etti. Ebû Hüreyre ise karın tokluğuna Resûlullah'ın yanından ayrılmıyor, onların görmediklerini görüyor,     (işitmediklerini işitiyor), ezberlemediklerini ezberliyordu. Yani öğrenmediklerini öğreniyordu. [133]

İbni Haeer el-İsâbe de, bu konuda gönülleri serinleten, gözleri aydınlatan, Ebû Hüreyre'nin şanının yüceliğine, makamının büyüklüğüne delâlet eden bazı hususları zikretmiştir.

Müsedded Müsned'inde şöyle rivayet eder:

Yahya b. Ubeydullah'tan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, Ebû Hüreyre şöyle dedi:

Benim hadisim (yani hadis rivayet etmem) Hz. Ömer'e ulaştı. Hz. Ömer beni çağırdı, şöyle dedi:

“Falanca gün falanca­nın evinde sen bizimle beraber miydin? Evet, o gün Resûlullah (s.a.)

“Her kim benden yalan bir şey naklederse ateşteki yerini hazırlasın (ve­ya ateşteki yerine otursun), dedi.” dedim.[134] Ol vakit Ömer:

“O halde haydi git hadislerini rivayet et” dedi.

Ahmet b. Hanbel şöyle rivayet eder:

Ahmed b. Hanbel, Âsim b. Küleyb'den, o da babasından Ebû Hüreyre rivayet edeceği hadisine,

“Resûlullah es-Sadık, el-Masduk,  Ebû'l-Kasım” diyerek başlar ve sonra Resûlullah'ın “Her kim benden rivayetde kasden yalan söylerse ateşteki yerini hazırlasın” hadisini okurdu.

Bekr b. Abdullah b. Ebî Râfi Ka'b'e mülâkî olunca onunla konuş­muş ve Ebû Hüreyre'den sual etmiş. Ka'b ona şöyle demiş:

“Tevrat’ı okumadığı halde Tevrat’ta olanları, Ebu Hüreyre’den daha iyi bilen bir zat görmedim.”

Mervan'ın kâtibi Ebû Zuayzia şöyle der:

Mervan Ebû Hüreyre'yi çağırttı. O gelmeden önce beni koltuğun arkasına oturtmuştu. Ebû Hüreyre geldi, hadis rivayet etmeğe başladı. Ben de onun söylediklerini yazdım. Aradan bir sene geçtikten sonra Mervan yine Ebû Hüreyre'yi çağırttı, ona, evvelce ondan habersiz yazmış olduğumuz hadisleri sordu. Bana da yazılandan takip etmemi emretti. Ebû Hüreyre hadisleri okudu ve bir sene önceki rivayetinden bir harf dahi değiştirmedi. [135]

Sahih-i Buhârî Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet etmiştir:

“Abdullah b. Âmr b. Âss hariç, Resûlullah (s.a.) in ashabı arasın­da benden fazla hadis bilen yoktur. Çünkü Abdullah yazar ben yazmaz­dım.” [136]

Bir başka rivayette:

“Yâ Resûlallah kıyamet gününde senin şefaa­tinden en çok hisseyâb olma saadetine erecek olan kimdir?” dedim. Resûlullah göyle buyurdular:

“Hadise karşı müşahade ettiğin ihtimamın­dan dolayı, bu hadisten senden evlâ birinin sual etmiyeceğini zaten tah­min etmiştim. İnsanlardan şefaatımla en çok mes'ûd olacaklar, hulûs-u kalb ile “Lâilâhe illallah”   diyenlerdir.” [137]

Ebû Hüreyre'nin (r.a.) fazaili pek çoktur. O geceleri ibadet eder ve tesbih çekerdi. Ahmed b. Hanbel Zühd kısmında şöyle anlatır: Ebû Osman en-Nehdî şöyle dedi:

Ebû Hüreyre'yî yedi gün misafir edindim. Kendisi, hanımı ve hizmetçisi geceyi üçe ayırırlar, namaz kılarlar ve birbirlerini uyandırırlardı. İbni Sa'd şöyle der:

Ebû Hüreyre her gün on iki bin teşbih çeker “üsebbihu bi kadri zenbî” derdi. Bağavî şöyle der:

Ölümü yaklaşınca Ebû Hüreyre ağladı. Kendisine neden ağladığı sorul­du:

“Âhiret azığının azlığından ve geçidin zorluğundan” dedi. O, ölümle sona eren hastalığında şöyle derdi:

“Ey Allah’ım sana kavuşmayı sevi­yorum. Sen de bana kavuşmayı sev.”

O, yetmiş sekiz yaşında iken hicrî 58 senesinde vefat etti. [138]

 

2- Abdullah b. Ömer (r.a.):

 

O Abdullah b. Ömer b. Hattâb, imam, Ebû Abdurrahman el Kureşî el-Adevî, el-Medenî, fakîh, ilim ve amelde en önde gidenlerden biri, Resûlullah’ın arkadaşı idi. Abdullah bir rivayete göre on, diğer bir rivayete göre de on üç yaşında babası ile Mekke'den Medine'ye hicret etti. O, Resûlüllah’ın zevcesi Hafsa’nın kardeşidir. Bedr harbinde Resûlullaha gösterildi, küçük buldu, Uhudda gösterildi, küçük dedi, sonra Hendek savaşında izin verdi. Böylece o Hendek, Bîat-ür-Ridvân ve daha sonraki vak'alarda bulunmuştur. O, Abadile-i erbaa'dan [139] biridir. Resûlullah (s.a.) onu salâh-ı hâl ile vasfederek:

“Abdullah ne güzel adamdır, biraz da geceleri namaz kılsa” dedi. Bundan sonra, geceleri az uyur, ibadet ederdi.[140]

Abdullah (r.a.) 1630 hadis rivayet etmiştir, Buhârî ve Müslim 170 hadiste ittifak etmişlerdir. Buhârî ayrıca 81 hadis, Müslim ise 31 hadis rivayet etmişlerdir.

O, Resûlullah (s.a.) den ve pek çok sahâbîden rivayet etmiştir. İbni Ömer'in kendilerinden hadis rivayet etmiş olduğu sahâbîlerden ba­zıları şunlardır: Babası Ömer b. el-Hattâb, amcası Zeyd, kızkardeşi Hafsa, Hz. Ebû Bekr, Hs. Osman, Hz. Ali, Bilâl, İbni Mes'ûd, Ebû Zerr ve Muâz.

İbni Ömer'den rivayet eden sahâbîler şunlardır: Câbir, İbni Abbas ve diğerleri, İbni Ömer'in üç oğlu Salim, Abdullah ve Hamza, Bilâl ve Zeyd.

Tabiîn'in büyüklerinden: Saîd b. el-Müseyyib, Alkarna b. Vakkas el-Leysî, Ebû Abdurrahman el-Fihrî, Mesrûk, Abdurrahman b, Ebî Leylâ, Mus'ab b. Sa'd b. Ebî Vakkas ve Urve b. ez-Zübeyr. Mevâlî'den, Ab­dullah b. Dînâr el-Adevî, Musa b. Ukbe, Ata' b. Ebî Rebâh el-Kureşî, Târik b. Ömer el-Emevî, Mücâhid b. Cebr, Mevlâ el-Saib b. Ebfs-Sâib, İbni Sîrin el-Ensârî, Muhammed Ebü Bekr el-Basrî, el-Hasan b. Ebî'l-Hasan el-Basrî Mevlâ Ümmü Seleme, Safvan b. Süleym ez-Zührî ve di­ğerleri.

el-Beğâvî İmam-ı Malikten rivayetle göyle demiştir. İbni Ömer pey­gamberin vefatından sonra 80 sene yaşadı. Fetva ve rivayet için halk tarafından gönderilen heyetler ona gelirdi. ez-Zübeyr b. Bekkâr şöyle dedi:

“İbni Ömer Resûlullah (s.a.) dan işittiklerini hıfzederdi, buluna­madığı zamanda peygamberin kavi ve fiilini hazır olanlardan sorardı. Resûlullah’ın namaz kıldığı her mescitte âsârına tâbi olurdu. Namaz kıl­mak için Resûlullah'ın devesini ıhtırdığını gördüğü bir yolda, bineğini durdurur aynını yapardı. Her sene hac yapardı. Hacda dâima Resûlüllah'ın durduğu yerlerde dururdu. İmam-ı Mâlik'ten şöyle naklolunur:

Bizim semtimizde insanların imamı Hz. Ömer'den sonra Zeyd b. Sabit idi. Zeyd b. Sâbit'den sonra da İbni Ömer idi. Nâfi'a, İbni Ömer evinde ne yapardı diye soruldu, o da şöyle söyledi:

O, her namaz için abdest alır, abdestle namaz arasında Kur'an okurdu. [141]

Tabarânî, sahîh bir senedle şöyle rivayet eder:

İbni Ömer geceleri devamlı namaz kılar, sonra, ey Nâfi' seher vakti geldi mi diye sorar, gel­medi derse namaza devam ederdi. Nâfî' seher vakti geldi deyince otu­rur, sabaha kadar istiğfar ederdi.

Câbir'den mervî'dir:

Bizden kendisine dünya malı isabet edip de kendini dünyaya kaptırmayan bir kimse yoktur, ancak İbni Ömer müs­tesna.[142]Yahya b. Yahya'dan:

İmam-ı Mâlik'e büyük üstazların, “İbni Ömer'­in sözünü alan, araştırılması gereken hiç bir şeyi ihmâl etmemiştir.” dediklerini işittin mi? dedim.

Evet dedi.[143]Ukbe b. Sâlim'den:

İbni Ömer'e bir mesele soruldu. “Bilmiyorum, sırtlarımızı cehennemde köprü yapmak mı istiyorsunuz.” dedi. [144] 

el-Beğavî Muhammed b. Bişr yolu ile şöyle rivâvet etti:

Beğâvî, “Hâlid bize söyledi” dedi. Hâlid, “İshâk b. Saîd’in kardeşi İshâk bize söyledi” dedi. Sâîd de babasından rivayetle şöyle dedi:

“Resûlullah'ın (s.a.) hadisleri hakkında ittikası İbni Ömer'den daha fazla olan bir kimse görmedim.” Mücahid'ten İbni Cüreyc yolu ile şöyle riva­yet edilir: Mücâhid şöyle dedi:

“Bir yolculukta Medîne’ye kadar İbni Ömer'e arkadaşlık ettim, bu arada onun Resûlullah'dan bir tek hadis rivâyet ettiğini işitmedim.” Bu rivayet onun müksirûn'dan olması ile çatışmaz. Çünkü İbni Ömer lâzım olmadıkça hadis rivayet etmezdi.

İbni Ömer (r.a.)  77 hicrî  (73, 74 diyenler de var)  senesinde 87 yaşında öldü.[145] Rivayet edildiğine göre ölümüne sebep olarak Haccac zâlim'in zehirli hançerle onu öldürttürmesi gösterilir; şöyle ki: Haccâc Mekke ve Medine valisi iken Abdullah b. Ömer o beldede ve İslam âleminde herkesin hürmet ve itibarını kazanmış bir âlim idi. Bu yüzden Emevî halîfesi Abdülmelik b. Mervân Haccâc'a İbni Ömer'in hac emîri olmasını ve kendisinin de ona itibar etmesini emretti. İbni Ömer Haccac'ın önüne geçti ve hac menasıkını yaptırmağa başladı. Bu durum vali olan Haccâc'a çok acı geldi. Bu sebepten olacak ki, adamlarından biri­sine, bir mızrağın ucunu zehirlemesini ve onu İbni Ömer'in yoluna ters vaziyette yerleştirmesini veya fırsat kollayıp ayağına batırmasını em­retti. İbni Ömer bu hâdiseden bir müddet sonra hastalandı. Haccâc Zâ­lim İbni Ömer'i ziyaret ederek:

“Bunu sana kim yaptı?” diye sordu. İbni Ömer:

Ne yapacaksın, dedi. Haccâc:

Eğer onu öldürmezsem Allah beni öldürsün, dedi. İbni Ömer ona:

“Senin, beni mızrakla yaralamasını em­rettiğin adamı öldüreceğini hiç zannetmem” dedi. Haccâc şaşırdı, vere­cek cevap bulumadı ve çıkıp gitti. İbni Ömer bu hastalığı ölünceye ka­dar çekti.[146]

 

3- Enes b. Malik (r.a):

 

Enes b. Mâlik b. en-Nadr... el-Ansârî Ebu Hamza, el-Medenî, on sene kadar Resûlullah (s.a.)’ın hizmetinde bulundu. O, sonradan Bas­ra'ya yerleşti. Basra'da ansârdan en son ölen kimse idi.

Hz. Enes, Resûlullah (s.a.)’dan, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Os­man, Abdullah b. Revâha, Fâtımat-üz-Zehrâ, Sabit b. Kaya, Abdurrahman b. Avf, İbni Mes'ûd, Ebu Zerr, Mâlik b. Sa'sa'a, Muâz b. Cebel ve Ubâde b. es-Samit'den, annesi Ümmü Süleym'den teyzesi Ümmü Haram binti Melhân'dan, Abbas'ın hanımı Ümmü-1-Fadl’dan ve daha başkala­rından rivayet etmiştir.

Hz. Enes'ten rivayette bulunanlardan bazıları şunlardır: Çocukları, Musa, en-Nadr ve Ebu Bekr, el-Hasan el-Basrî, Süleyman et-Temımı, Ebu Kılâbe el-Cermî, Abdulâziz b. Süheyb, İshâk b. Ebî Talha, Ebu Bekr b. Abdurrahman, Abdullah el-Müzenî, Katâde, Sabit el-Bunânî, Humeyd et-Tavîl, İbni Sümâme, el-Ca’d Ebû Osman, Muhammed b. Şîrîn, Enes b. Şîrîn, İbrahim b. Şîrîn, ez-Zührî, Rabi b. Ebî Abdurrahman, Yahya b. Saîd el-Ansârî, Saîd b. Cübeyr ve daha pek çok kimseler.

Resûlullah (s.a.) Medine'ye hicret ettiği srada Enes on yaşında idi. Annesi Ümmü Süleym Enes'i alıp Resûlullah'a geldi. Ve onu, kendisine hizmetçi olarak kabul etmesini arzetti. Resûlullah, da bunu kabul etti.[147]

Müslim:

“Ebû Ma'n er-Rakkasî bana söyledi” dedi. Ebû Ma'n:

“Ömer b. Yunus bize söyledi” dedi. Ömer:

“İkrîme bize söyledi” dedi. İkrime:

“İshak bize söyledi” dedi. İshak:

“Enes bize söyledi” dedi. Enes anlattı:

Örtüsünün yarısı ile beni örttüğü halde annem Ümmü Enes beni aldı. Resûlullah'a getirdi.

“Yâ Resûlullah bu oğlum Enes’ciktir. Hizmetini bulunması için onu sana getirdim. Onun hakkında Allah’a dua ediver” dedi. Resûlullah şöyle duada bulundular:

“Ey Allah’ım ona çok mal ve evlât ver.” Enes dedi ki:

Allaha yemin ederim ki, malım pek çoktur. Ço­cuklarım ve torunlarım bu gün yüzü aşmışlardır.[148] (Bir rivayette “Onu, cennetine idhal eyle” şeklinde dua ettiği de söylenmiştir.)

O, hadis rivayetinde müksirûn'dandır. Onun Medine'ye hicretten vefatına kadar geçen zamanda Rcsûlüllah'ın devamlı olarak yanında bu­lunması çok hadis rivayet etmesine yardımcı olmuştur.

Hz. Enes 1286 hadis rivayet etmiştir. 198 tanesinde Bulıârî ve Müs­lim ittifak etmişlerdir. Yalnız olarak Buhari 83, Müslim 71 hadis nakletmişlerdir.

Buhârî Tarih-i Kebîr'inde şöyle nakleder: Nasr b. Ali bana şöyle dedi. Nuh b. Kays Hâlid b. Kays'dan o da Katâde'den rivayet etti:

Enes b. Malik ölünce Müverrik:

“Bu gün ilmin yarısı gitti” dedi  Ona:

“Bu nasıl olur” denildi.

“Kötü arzu sahibi birisi hadis hakkmda bize muhalefette bulunduğu zaman ona:

 “Gel, peygamberden işitene gidelim” derdik, dedi.[149]

Sabit Hz. Enes'ten rivayet etti: Enes şöyle anlattı.

“Ben çocuklarla oynarken Resûlullah yanıma geldi, bize selâm verdi, bir işi için beni bir yere gönderdi, bu yüzden anneme geciktim. Anneme gelince bana neden geç kaldın? Dedi. Ben de:

 “Resûlullah beni bir işine gönderdi” dedim.

Onun işi ne imiş, dedi. Ben:

“O, bir sırdır” dedim. Annem şöyle dedi:

Resûlullah'a ait bir sırrı hiç bir kimseye söyleme. Bu konuşmanın sonunda Enes bana:

“Allaha yemin ederim ki, onu bir kimseye söylemiş ol­saydım sana da söylerdim ey Sabit” dedi.

Bu rivayet küçüklüğünden beri Hz. Enes'in emin bir kimse olduğuna delâlet eder.

Enes (r.a.) yaşı yüzün üstünde olduğu halde hicrî 93 yılında Bas­ra'da vefat etmiştir.[150]

 

4- Hz. Aişe (r.a.):

 

O, Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk'ın kızıdır. Annesi, Âmir b. Uveymir'in kızı Ümmü Rûmân el-Kinâniyye'dir.

Âişe bîsetten dört veya beş sene sonra doğdu. Bir rivayete göre yedi yaşında Resûlullah (s.a.)  ile nikahlandı. Hicretten dokuz ay sonra dokuz veya on yaşında iken fiilen evlendi. Resûlullah Hz. Âişe'den başka, bakire ile evlenmedi. Resûlullah'ın vefatı sıralarında takriben on sekiz yaşlarında idi. Resûlullah'ın irtihalinden sonra elli sene kadar yaşadı. İnsanlar Hz. Âişe'den çok şey aldılar. Ahkâm ve âdâbtan pek çok şey naklettiler. Hz. Âişe'den o kadar çok şey naklolundu ki, hatta “İslâmi ahkâmının dörtte biri ondan naklolundu” denildi.

Hz. Âişe (r.a.) Resûlullah (s.a.) e insanların en sevgilisi idi. Amr b. el-Âss şöyle anlattı:

Resûlullah (s.a.) e “Sana inananların sence en fazla sevgili olanı kimdir?” dedim.

“Âişe” dedi. Erkeklerden kim? Dedim.

“Babası” dedi.

Müslim'de sövle bir rivâvet vardır:

Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan: Resûlullah'ın zevcesi Aişe şöyle anlattı:

Resûlullah:

Yâ Âişe, Cebrail sana selâm ediyor” dedi. Ben de:

“Aleyhisselâm ve râhmetullahi ya Resûlallah! Benim görmediğim şey­leri görüyorsun” dedim.[151]

Hz. Âişe, Resûlullah (s.a.) dan, babasından, Hz. Ömer, Hamza b. Ömer el-Eslemî, Sa'd b. Ebî Vakkas, Fatımat-üz Zehra'dan rivayet etmiştir.

Ondan rivayet edenler şunlardır:

Sahâbîlerden: Amr b. el-Âss, Ebû Musa el-Eş'arî, Zeyd b. Hâlid el-Cühenî, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Rabîa b. Amr el-Cirşî, İbni Abbas.

Akrabalarından: Ümmü Külsüm, süt kardeşi Avf İbni'1-Hars, kız kardeşinin iki oğlu el-Kâsım ve Abdullah, Muhammed b. Ebî Bekr'in iki oğlu ve başkaları.

Tâbiîn'den: Saîd b. el-Müseyyib, Abdullah b. Âmir İbni Rabîa, Safiyye binti Şeybe, Urve, eş-Şa'bî, Ata, Mücâhid, İkrime, Muâze el-Adeviyye,[152] Nafi’ Mevlâ İbni Ömer, İbni Mes'ûd ve daha başkaları.

Mesruk'tan naklen Ebû'd-Duhâ şöyle dedi: Muhammed (s.a.)’in ashabının büyüklerinin Âişe'ye pek çok mesele sorduklarını gördüm. Ebû Bürde b. Ebî Musa, babasından rivayetle şöyle dedi:

Resûlüllah'ın ashabı nazarında müşkül olan bir mesele Hz. Aişe' ye sorulduğu zaman onun daima bir bilgisi olduğu görülmüştür. Hişam b. Urve de babasından rivayet ederek şöyle der:

Fıkıh, tıp ve şiirde Hz. Âişe'den daha âlim bir kimse görmedim. Atâ b. Ebî Rebâh'dan:

Hz. Âişe insanların en âlimi, umumî mesele­ler hakkında insanların en güzel görüşlüsü idi. Zührî de şöyle demiştir:

Hz. Âişe'nin ilmi, Resûlullah'ın diğer zev­celerinin ilmi ve diğer insanların ilmi ile mukayese edilmiş olsa, Aişe'nin ilminin daha üstün olduğu görülür.

Hz. Âişe 2210 hadis rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim 174 tane­sinde ittifak etmişler, ayrıca Buhârî 54, Müslim 68 hadis rivayet etmiş­lerdir.

O, 65 yaşında olduğu halde 57/676 senesinde vefat etmiştir.[153]        

 

5- Abdullah b. Abbâs (r.a.):

 

Abdullah b. Abbâs b. Abdul-Muttalib b. Hâşim b. Abdi-Menaf, Resûlullah (s.a.)’ın amcasının oğlu, ilk nisbesi Mekkî, sonra Medenî, daha sonra Tâifî'dir. Annesi Ümmü'1-Fazl, Lübâba binti'l-Haris el-Hilaliyye'dir. Lübâba'nın Hz. Hatice'den sonra İslamı kabul eden ilk kadın olduğu söylenir. Hicretten üç sene (bir rivayete göre beş sene) önce Hâşim Oğulları Şî'bde iken dünyaya gelmiştir. Resûlullah vefat ettiği sırada o, on üç yaşında (veya 15 yaşında) idi.

İbni Abbâs hadiste müksirûn'dandır. 1660 hadis rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim 75 hadiste itifak etmişlerdir. Ayrıca Buhârî 28, Müs­lim 49 hadiste infirat etmişlerdir. Ona ilminin çokluğundan dolayı “el-Hıbr”  (mürekkep) ve “el-Bahr” (deniz) denilir.

O, Resûlullah'dan (s.a.), babasından, annesinden, kardeşi Fazl ve teyzesi Meymûne'den, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Muâz b. Cebel, Ebû Zerr, Übeyy b. Ka'b, Ebû Hü­reyre ve daha birçok sahâbîden rivayette bulunmuştur.

Ondan iki oğlu Ali ve Muhammed, oğlunun oğlu, Muhammed b. Ali, kardeşi Kesîr b. el-Abbas, diğer kardeşinin oğlu Abdullah b. Ma'bed b. el-Abbâs, kardeşinin oğlu Abdullah b. Ubeydullah b. el-Abbâs, Ashab’dan, Abdullah b. Ömer, Sa'labe b. el-Hakem, Ebu't-Tufeyl ve daha bir çok sahabe rivayet etmişlerdir.

Tâbiîn'den: Ebû Ümâme b. Sehl, Saîd b. el-Müseyyib, Abdullah b. el-Haris b. Nevfel, Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf, Ebû Recâ el-Utâridî, el-Kâsım b. Ebî Bekr, Alkarna b. Vakkas, Ali İbni'l-Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Abdullah b. Utbe b. Ebî Vakkas, İkrime, Atâ, Tavus, Saîd b. Cübeyr, Saîd b. Ebî'l-Hasan el-Basrî, Saîd b. Yesâr Mevlâ Maymune, onun kardeşi Süleyman b. Yesâr ve daha pek çok kimse ondan ri­vayette bulunmuşlardır.

Sahih-i Bûhâri’de zikredildiğine göre, Resûlullah (s.a.) İbni Abbas hakkında şöyle dua etmiştir.

“Ey Allah’ım ona hikmeti öğret.” İbni Sa'd' ın kaydettiğine göre, İbni Abbâs şöyle demiştir:

Resûlullah (s.a.) bana dua etti, alnımı sıvazladı ve bana şöyle dedi:

“Ey Allah’ım onu mübarek eyle ve onun ilmini genişlet.”[154]

Yahya b. Saîd el-Ensârî'den: Zeyd b. Sabit vefat edince Ebû Hüreyre şöyle dedi:

Bu ümmetin hibri (âlimi)  öldü. Allah-ü Teâlâ’nın İbni Abbâs'ı ona halef kılması ümit edilir.

Atâ'dan: İbni Abbâs'in meclisinden daha kıymetli bir meclis gör­medim. Onun meclisinde fıkıh bol, manevî huzur fazla olurdu. Çünkü fıkıh bilginleri ve Kur'an âlimleri onun yanında dururlar, onun huzu­runda oturup ondan ilim alırlardı. [155]

Tavus'dan: Resûlullah'ın ashabından 70 tanesini gördüm. Onlar bir meselede ihtilâfa düşünce İbni Abbâs'a müracaat ederlerdi. Tavus'tan gelen başka bir rivayette:

Sahabeden 50 (veya 70) kişi­ye yetiştim. Onlara bir mesele sorulup da onda İbni Abbâs'a muhalif dü­şündükleri zaman, İbni Abbâs:

“O senin dediğin gibidir veya doğru söy­ledin” deyinceye kadar yerlerinden kalkmazlardı.[156] 

Mesrûk'tan: İbni Abbâs'ı görmüş olsaydın, “O insanların en güzeli” derdin. O konuşunca, “insanların en fasihi” derdin. O bir mesele an­latınca, “insanların en âlimi” derdin.

Ebû Râfi'den: İbni Abbâs, beraberinde söylediklerini yazan birisi olduğu halde Ebû Râfi'a gelir.

“Falanca gün Resûlullah ne yapmıştı?” diye sorardı.

Abdurrezzak şöyle nakleder:  Ma'mar Zührî'den naklen bize haber verdi. Muhacirûn Hz. Ömer'e:

“İbni Abbâs'a dua ettiğin gibi bize de dua etmez misin? Dediler. Hz. Ömer:

“O, yaşlıların gencidir. Onun isteyen bir dili düşünen bir kalbi vardır.” dedi.

eş-Şa'bî'den: Zeyd b. Sabit bineğine binince İbni Abbâs yularından tuttu. O da:

“Ey Resulullah'ın amcasının oğlu, yapma” dedi. İbni Abbâs şöyle cevap verdi:

“Biz, ilim adamlarımıza böyle hürmet etmekle emrolunduk.” Zeyd b. Sabit de İbni Abbâs'ın elini öptü. Ve: “Peygamberimizin al-ı beytine böyle hürmetle emrolunduk” dedi.

Muhammed b. Osman ve Ebû Zür'a ed-Dımeşkî tarihlerinde şöyle naklederler: İbni Ömer'e bir şey soruldu, O da:

“İbni Abbâs'a sorun. Çünkü O, Hz. Muhammed'e indirilenleri bilen kimselerden kalanların en önemlisidir.” dedi.

Abdullah b. Dinar'dan: Bir adam Abdullah b. Ömer'e Allah-u Teâlâ’nın “Kanetâ retkan fefataknâhümâ” Ayetini sordu. İbni Ömer adama:

“O şeyh'e git sor sonra gel bana haber ver” dedi. Adam İbni Abbâs'a gitti, ona sordu, İbni Abbâs şöyle cevap verdi:

“Semâvat retkâ idi yağmur yağdırmıyordu. Arz rethâ idi, nebat bitirmiyordıı. Bunu yağmurla deldi, onu nebatla.” Adam, İbni Ömer'e geldi, haber verdi. O zaman İbni Ömer de şöyle dedi:

“İbni Abbâs'a doğru bir ilim verilmiştir. İbni Abbaa’ın Kur'an tefsir etmek hususundaki cür'eti benim hoşuma gitmiyor?” diyordum. Fakat şimdi anladım ki, ona bambaşka bir ilim verilmiştir.

İbni Esîr'den şöyle naklolunmuştur: Kendisinden önce söylenmiş olan hadislerle ilgili hususları hiç kimse İbni Abbâs'dan daha iyi bil­mezdi. Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın kasa işlerini ondan da­ha iyi bilen yoktu. Fikirde ondan daha kuvvetli bir kimse yoktu. İhtiyaç hissedilen hususlarda ondan daha kuvvetlisi görülmedi. Şiir, Arapça, tefsir, hisab, ferâiz konularında ondan daha âlim kimse yoktu. İbni Ab­bas bir gün fıkıh, bir gün meğazî, bir gün de Eyyâm-ı arap ile meşgul olurdu.

Yezîd b. el-Esamm şöyle der: Muâviye hac yapmak maksadı ile yo­la çıktı. Muâviye'nin peşinden gelen bir cemaatı, İbni Abbâs'ın da ilim tahsil etmek isteyenlerden bir cemaatı vardı.

İbni Abbâs'ın yüksek mevkii ve meziyetleri anlatmakla bitmez. O, 71 yaşında olduğu halde hicrî 68 senesinde Tâif'de vefat etti.[157]

 

6- Câbir b. Abdullah (r.a.):[158]

 

O, Câbir b. Abdullah b. Amr b. Hizam b. Ka'b el-Ensârî, fakih ve devrinde Medine müftüsü idi. O, Resûlullah'dan faydalı bir ilim aldı. O hadis rivayetinde el-Müksirûn’dandır.

Câbir, Resûlullah (s.a.)’den, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali, Ebû Ubeyde, Talha, Muâz b. Cebel, Ebû Katâde, Ebû Huzeyfe, Ammar b. Yâsir, Hâlid b. el-Velîd, Ebû Saîd, Ümmü Şerik ve Ümmü Mâlik’ten ri­vayet etmiştir.

Câbir'den, Muhammed b. Alî b. el-Hüseyn, Amr b. Dînâr, Ebû'z-Zûbeyr el-Mekkî, Atâ, Mücâhid, Ebû Süfyan, Talha b. Nâfî, el-hasan el-Basri, Salim b. Ebî'1-Ca'd, Muhammed b. el-Münkedir ve oğulları Abdurrahman, Akîl ve Muhammed, Saîd b. el-Müseyyib, Vehb b. Keysân, Ebû Salih es-Semmân, eş-Şa'bî, Ka'b b. Mâlik'in iki oğlu Abdullah ve Abdurrahman ve daha pek çok kimseler rivayet etmişlerdir.

Câbir 1540 hadis rivayet etmiştir. Buhâri ve Müslim 58 hadis de ittifak etmişler, ayrıca Buhârî 26, Müslim 126 hadis rivayet etmişlerdir. Bedr'e iştirak ettiği söylendiği gibi, babasının onu geride kalan kız kardeşlerinin yanında bıraktığı, bu yüzden arzu ettiği halde Bedr'e iş­tirak edemediği de söylenir. O, Hendek'e ve Bîat-ür-Rıdvan'a iştirak et­miştir.

Ehû'z-Zûbeyr'den: Câbir bana şöyle dedi:

Resûlullah bizzat kendisi 21 gazveye gitti. Ben onlardan 19 tanesine iştirak ettim. Müslim [159] aynı rivayetin sonunda:

“Bedr ve Uhud'a iştirak et­medim. Çünkü onlarda babam mani oldu” cümlesini de nakleder.

Vekî'in Musannafında, Hişam b. Urve'den naklen şöyle denilmiştir:

Câbir b. Abdullah'ın Meseid-i Nebevide bir halkası (yani talebeleri) var­dı. Onlar Câbir'den ilim tahsil ederlerdi.

Câbir (r.a.) 94 yaşında iken hicrî 78 senesinde vefat etmiştir. Hi­caz ehlinin kendisi için cenaze namazı kılmamalarını vasiyet etmiştir.[160] O, Hz. Ali ile birlikte Sıffîyn harbine iştirak etmiştir. Akabe'ye iş­tirak edenlerden Medine'de en son ölen kimsedir.[161]

 

7- Ebû Saîd el-Hudrî:

 

O, Sa'd b. Mâlik b. Sinan b. Ubeyd b. Sa'lebe b. el-Ebcer el-Ensârî, Ebû Saîd el-Hudrî'dir. O, künyesi ile meşhurdur.

Küçük sayıldığı için Uhud savaşına iştirak etmemiş, Uhud'dan son­raki bütün vak'alara iştirak etmiştir.

Ebû Saîd el-Hudrî, Resûlullah (s.a.) den, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit ve diğer birçok sahâbîden rivayet etmiştir.

Sahâbe'dan İbni Abbâs, İbni Ömer, Câbir, Mahmud b. Lebîd, Ebû Ümâme b. Sehl ve Ebû't-Tufeyl ondan rivayet etmişlerdir.

Tâbiîn'den İbn-il-Müseyyib, Ebû Osman en-Nehdî, Târik b. Şihâb; Ubeyd b. Umeyr, Atâ, Iyâd b. Abdullah b. Ebî Şerh, Bişr b. Saîd, Mücâhid, İbni Şîrîn ve daha başka kimseler ondan rivayet etmişlerdir.

O, Muksirün'dandır. 1170 hadis rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim 43 hadisde ittifak etmişlerdir. Ayrıca Buhârî 26, Müslim 32 hadis riva­yet etmişlerdir.

O, sahabe forasında ehl-i faziletten sayılırdı. Hıfzı çok kuvvetli idi. el-Heysem b. Küleyb Müsnedinde şöyle nakleder:

Abdul-Muheymin babasından, o da dedesinden naklen dedesi dedi ki:

Ben, Ebû Zerr, Ubâde b. es-Sâmit, Muhammed b. Seleme, Ebû Saîd el-Hudrî ve altıncı bir şahıs:

“Allah yolunda hiç bir kötüleyicinin kötüle­mesinin tesiri altında kalmamak şartı ile” Resûlullah'a bîat ettik. Altıncı şahıs istifa etti, Resûlullah da onun istifasını kabul etti.

İbni Sa'd, Hanzala b. Süfyan el-Cümehî'den o da Şeyhlerinden ri­vayetle şöyle nakletmiştir:

Resûlullah'ın genç ashabı arasında, Ebû Saîd el-Hudrî'den daha fazla fakîh bir kimse yoktu.

Şu'be Ebû Seleme'den naklen şöyle dedi:

Ebû Sâid el-Hudrî'den ri­vayet eden Ebû Nusre'yi işittim. O:

“Hiç bir şekilde insanlardan korkmak, bizden birimizin, gördüğü veya bildiği bir hakkı söylemesine mâni' olmasın” diyordu. Ebu Saîd de­di ki:

Bu beni, Muâviyeye kadar gitmeğe şevketti. Gittim iki kulağına doldurdum, sonra dönüp geldim.

Atâb el-Müseyyib babasından, o da Ebû Saîd el-Hudrî'den naklen şöyle der:

Ebû Saîd el-Hudrî'ye, “Resûlullah'ı görmen ve onunla arkadaşlık etmen sana kutlu ve mutlu olsun,” dedik. O bize:

Siz bizim ondan sonra  ne gibi yenilikler yaptığımızı bilmiyorsunuz, dedi.

O, Resûlullah'ın 13 Gazvesine iştirak etti.

O, hicrî 74 senesinde vefat etmiştir. (r.a.)

Rivayet ettikleri, hadislerin sayısı 1000 den az, 100 den çok olan diğer sahâbîlerin sayısı da az değildir. Rivayet ettikleri hadis sayısına göre onlar şunlardır:

1- Abdullah b. Mes'ûd, 848 hadis,

2- Abdullah b. Amr b. el-Âss, 700 hadis, [162]

3- İkinci Halife Ömer b. el-Hattâb, 537 hadis,

4- Dördüncü Halife Alî b. Ebî Tâlib, 536 hadis,

5- Peygamberimizin hanımlarından Ümmü Seleme, 378 hadis,

6- Ebû Musa el-Eş'arî, 360 hadis,

7- el-Berâ b. Âzib, 305 hadis,

8- Ebû Zerr el-Gıfârî, 281 hadis,

9- Sa'd b. Ebî Vakkas, 271 hadis,

10- Ebû Ümâme el-Bâhilî, 250 hadis,

11- Ma'd b. Yemân, 225 hadis,

12- Sehl b. Sa'd, 188 hadis,

13- Ubâde b. es-Sâmit, 181 hadis,

14- İmrân b. Hasın, 180 hadis, ,

15- Ebû'd-Derdâ, 179 hadis,

16- Ebû Katâde, 170 hadis,

17- Bureyde b. el-Hasîb, 167 hadis,

18- Übeyy b. Kâ'b, 164 hadis,

19- Muâviye b- Ebî Süfyan, 163 hadis,

20- Muâz b. Cebel, 157 hadis,

21- Ebû Eyyûb el-Ensârî, 155 hadis,

22- Üçüncü halife Osman b. Affan, 146 hadis,

23- Câbir b. Semure, 146 hadis,

24- Birinci halife Ebû Bekr es-Sıddîk, 142 hadis,

25- Muğîre b. Şu'be, 136 hadis,

26- Ebû Bekre Nufeyl b. el-Hâris, 132 hadis,

27- Üsâme b. Zeyd, 128 hadis,

28- Sevbân, 128 hadis,

29- Semure b. Cündeb, 123 hadis,

30- Nu'mân b. Beşîr, 104 hadis,

31- Ebû Mes'ûd el-Ensârî, 102 hadis,

32- Câbir b. Abdullah, 100 hadis rivayet etmişlerdir.[163]

 

II- Tabiîn

 

Bu kısımda 17 Tâbiî'nin kısa hal tercemeleri ve rivayet durumları verilecektir.

O, Saîd b. el-Müseyyib b. Hazm b. Ebî Vehb b. Amr b. Âiz, İbni İmrân b. Mahzûm el-Kureşî, el-Mahzumî'dir. Medine'deki Fûkuha-i Seb'a'dan biridir.[164]

 

1- Said b. el-Müseyyib:

 

O, Hz. Ebû Bekr'den (mürsel olarak), Hz. Osman'dan, Hz. Ali'den, Sa'd b. Ebî Vakkas, Hakîm b. Hizam, İbni Abbâs, İbni Ömer, İbni Amr b. el- Âss'dan, babası el-Müseyyib'ten, Ma'mer b. Abdullah b. Nâdle, Ebû Zerr, Ebu-d-Derdâ, Hassan b. Sabit, Abdullah, b. Zeyd el-Mâzinî, Attab b. Esîd, Ebû Katâde, Ebû Hüreyre, Âişe, Ümmü Süleym ve daha pek çok sahâbî'den rivayet etmiştir.

Ondan oğlu Muhammed, Salim b. Abdullah b. Ömer, es-Zührî, Katede, Ebu-z-Zinâd,[165] Saîd b. İbrahim, Ömer b. Mürre, Yahya b. Saîd' d-Ensârî, Dâvud b. Ebî Hind, Târik b. Abdurrahman, Ebû Ca'fer el-Bâkır, İbn-ül-Münkedir,[166] Hâşim b. Hâşim b. Utbe ve daha pek çok kimseler rivayette bulunmuşlardır.

Aşağıda gelenler onun rivayetinde mevsuk olduğuna ve faziletli bir kimse olduğuna delâlet eden vesaikten sayılır:

Amr b. Meymun İbni Mihrân babasından naklen şöyle anlatır:

“Medîneye geldim, Medine ehlinin en âlimini sordum. Bunun üzerine ben Said b. el-Müseyyib'e gönderildim.”

Katâde:

 “Haram ve helâli İbni Müseyyib'ten daha iyi bilen birisini asla görmedim.” demiştir. Muhammed b. Ishâk Mekhûl'den naklen şöyle der:

“İlim tahsili için bütün beldeleri dolaştım, İbni Müseyyib'ten daha âlim birisi ile karşı­laşmadım .” Süleyman b. Musa:

“O, Tâbiîn'in en fakîhi idi.” demiştir. el-Meymûn Ahmed'den naklen:

“Saîd b. el-Müseyyib'in Mürselâfı Sahîhdir. Biz onun Mürselât'ından daha sahihini görmüyoruz” demiştir.

İbni Hacer Tehzîb et-Tehzîbinde:

“Ulemâ Saîd b. el-Müseyyib'in Mürselâtının “esahhul-Merâsil” olduğunda ittifak ettiler” der. Osman el-Hârisî Ahmed'den naklen:

“Tâbiîn'in efdalı Saîd b. el-Müseyyib'tir” demiştir. İbn-ül-Medînî:

“Tabiîn arasında ilim bakımından Saîd b. el-Müseyyib'den daha geniş olan birisini görmedim. O benim nazarımda Tâbiîn'in en büyüğüdür” der. İbrahim b. Sa'd babasından, o da Sa'd'dan naklen:

“Resûlullah'ın verdiği hükümlerin hepsini, Hz. Ömer'in hükümlerinin hepsini, Hz. Ebû Bekr'in hükümlerinin hepsini ve Hz. Osman'ın hükümlerinin hepsini on­dan daha iyi bilen birisi kalmadı” demiştir. Katâde:

“Hasan el-Basrî, bir müşkülü olunca Saîd b. el-Müseyyib'e yazardı” demiştir. İbni Mende el-Vasîyye'de, Yeaîd b. Ebî Mâlik yolundan rivayet ederek şöyle demiştir:

Saîd b. el-Müseyyib'in yanında idim, bana bir hadis söyledi. Ona:

“Yâ Ebâ Muhammed bunu sana kim söyledi” dedim.

“Ey Şamlı kardeş al sorma, zira biz sadece Sika olanlardan hadis alırız.” dedi,

İbni Hibbân es-Sücâfde göyie nakleder: O, fıkıh, din, vera', ibadet ve fasîlet bakımlarından Tâbiîn'in efendilerindendir. O, Hicaz ehlinin en fakîhi, rüya tabirinde [167] insanların en üstünü idi. Kırk sene namazını camide cemaatla kılmıştır. Ebû Zür'a:

“O, Medenî, Kureşî ve sika bir imamdır.” dedi. Ebû Hâtûn:

“Tabiîn arasında ondan daha asîli yoktu” dedi.

Abdülmelik, Velid ve Süleymana birlikte bîat edince Said b. el-Müseyyib bundan imtina ederek:

“Resûlüllah (s.a.) bir arada iki kişiye bir­den bîatı nehyetmiştir” dedi. Bu yüzden Hişâm b. İsmail el-Mahzûmî

ona 30 kırbaç vurdu. Sonra kıldan yapılmış bir elbise giydirilerek so­kaklarda dolaştırıldı ve hapsolundu.

O, Velîd b. Abdulmelik'in hilâfeti zamanında hicrî 94 senesinde 79 yaşında iken vefat etmiştir.[168]

 

2- Urve b. ez-Zübeyr:

 

O, Urve b. ez-Zübeyr b. el-Avvâm b. Huveylid b. Esed b. Abdul-Uszâ b. Kusayy el-Esedî, Ebû Abdullah el-Medenî, Fukahâ-i Seb'adan [169] ve Tabiîn ulemâsından biridir. Babası ez-Zübeyr b. el-Avvam, Resûlullah'ın halası Abdulmuttalib kızı Safiyye'nin oğludur. ez-Zübeyr, cennetle müjdelenen on sahabîden [170] ve ashab-ı Sûra [171]diye anılan altı ki­şiden biridir. Urvenin annesi Ebû Bekr es-Sıddıyk'ın kızı ve cennet ihti­yarlarından biri olan (Zatün-nitâkeyn) [172] Esmâ'dır.

Urve, babasından, teyzesi Âişe'den, kardeşi Abdullah ve annesi Esmâ'dan, Ali b. Ebî Tâlim, Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nevfel, Hakim b. Hi­zam, [173]Abdullah b. Ca'fer, Abdullah b. Abbâs, Ebû Hüreyre, Resûlullah'ın iki hanımı Ümmü Seleme ve Ümmü Habîbe, Câbir b. Abdullah el-Ensârî ve diğerlerinden rivayet etmiştir.

Ondan, kendi evlâtları, Abdullah, Osman Hişam, Muhammed ve Yahya, oğlunun oğlu Ömer b. Abdullah b. Merve, kardeşinin oğlu Mu­hammed b. Ca'fer b. ez-Zübeyr, Ebu'l-Esved b. Abdurrahman b. Nevfel, Süleyman b. Yesâr, Ebû Bürde, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Salih b. Keysân, Atâ b. Ebî Rebâh rivayet etmişlerdir.

Onun fazileti hakkında söylenenler pek çoktur.

el-Iclî, [174] “O Medîne’li Sika bir Tâbiî'dir. O, sâlih bir kimse idi. O:

Fitnelerden hiç birine iştirak etmedi” demiştir. İbni Şihâb:

“O, tükenmeyen bir denizdi.” demiştir. Yahya b. Eyyub Higâm b. Urve'den naklen:

“Babam, biz kavmin kü­çükleri idik, sonradan bu gün büyükleri olduk, şimdi siz küçüklerisiniz ileride büyükleri olacaksınız. İlim öğreniniz efendiler olursunuz ve her­kes size muhtaç olur, dedi” demiştir.

Hişânım babasından naklen şöyle der:

“Hz. Âişe'nin ölümünden dört beş sene evvel babam, Hz. Âişe bugün ölse ondaki hadisler sebebi ile üzülmem. Çünkü ben onun bildiği bütün hadisleri tamamen ezberledim.” dedi. Hz. Âişe, Urve'nin teyzesi ve mü'minlerin annesidir. Onun ölümün­den elbette üzüntü duyacaktır. Fakat, Urve'nin ifade etmek istediği husus, hadis yönündendir. Kabîse b. Zueyb şöyle[175] der:

Urve Hz. Âişe'nin yaınna her za­man girmesi dolayısı ile bize üstün gelirdi. Hz. Âişe ise insanların en bil­gilisi idi. İbni Sa'd Tabakatında Urve'yi Medine ehlinin ikinci tabakasın­dan sayarak şöyle der:

Urve çok hadis bilen, Sika, fakih, âlim, ağırbaşlı,, emin bir kimse idi.

Hz. Osman'ın hilâfeti sırasında hicrî 29 senesinde doğdu. Hicrî 91 (veya 92, 93, 95) senesinde oruç olduğu halde vefat etti. [176]

 

3- Abdurrahman b. Hürmüz el-Arac:

 

O, Abdurrahman b. Hürmüz el-A'rac, Ebû Dâvud el-Medenî, Rabiâ, İbni’l-Haris b. el-Muttalib'in mevlasıdır. [177]

el-A'rac, Ebû Huzeyfe'den, Ebû Saîd'den, İbni Abbâs'tan, Muham­med b. Mesmele el-Ensârî'den, Muâviye b. Ebî Süfyan'dan, Muâviye b. Abdullah b. Ca'fer, Ebû Seleme ve Ubeydullah b. Ebî Râfi'den rivayet etmiştir.

Ondan: Zeyd b. Eşlem, Sâlih b. Keysân, ez-Zührî, Ebû'z-Zinâd, Ab­dullah b. Zekvân, Ca'fer b. Rabîa, Abdullah b. Fadl, Muhammed b. Yah­ya b. Hibbân ve daha başka kimseler rivayet etmişlerdir. el-Iclî:

“O, Medîne’li Sika bir râvîdir” der. Ebû Zür'a:

“O Sikâ'dır” demiştir. İbni Sa'd:

“O, çok hadis bilen bir Sikadır” der. el-Mukaddemî [178] şöyle nakleder:

İbn-el-Medînî'ye, Ebû Hüreyre'nin en yüksek arkadaşları soruldu. İbn-ül-Museyyeble başlayarak bir Cemaatın adlarını saydı. Ona el-A'rac yok mu? Denildi. Cevaben:

“Saydık­larımın dûnunda olmak üzere o da Sikâ'dır” dedi. İbni Uyeyne şöyle nakleder:

Ebû İshâk şöyle dedi, Ebû Sâlih ve A'rac dediler ki:

Ebû Hüreyre'den hadis rivayet eden her şahsın soğru ve yahut yalancı olduğunu biliriz.

Burada zikrettiklerimiz, el-A'rac'ın rivayet ilminde büyük bir yeri olduğuna delâlet eder. O, rivayet ilminde mütebahhirdir. İbni Hibbân onu Sikât'tan olarak zikretmiştir. Ebû-n-Nadr da şöyle der:

el-A'rac, ensâb'da ve arapçada âlim bir kimse idi.

O, hicrî, 117 senesinde İskenderiye'de vefat etmiştir. Onun kabri iskenderiye'de Mescid'i Âmirde'dir.[179]

 

4- Nafi’ Mevlâ İbni Ömer:

 

O, Nâfi’ Mevlâ İbni Ömer, fakîh, Ebû Abdullah el-Medenî'dir. İbni Ömer onu harplerden birinde elde etmişti.

Nâfi' Mevlâsı İbni Ömer, Ebû Hüreyre, Ebû Lübâbe b. Abdülmünzir, Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Âişe, Ümmü Seleme, İbni Ömer'in çocukları, Ab­dullah, Ubeydullah, Salim ve Zeyd, Abdullah b. Muhammed b. Ebî Bekr ve başkalarından rivayet etmiştir.

Ondan: evlâtları Ebû Ömer, Ömer ve Abdullah, Abdullah b. Dinar, Sâlih'b. Keysân, Saîd el-Ensârî’nin iki oğlu Abdu Rabbini ve Yahya, İbnî Şihâb ez-Zührî, Meymûn b. Mihrân, İbni Cüreyc, el-Evzâî, Mâlik b. Enes, Üsâme b. Seyd el-Leysî, ed-Dahhâk b. Osman ve başkaları rivayet etmişlerdir.

İbni Hibbân Onu Sikat’ında zikreder. İbni Sa'd:

“O çok hadis bilen Sika bir kimsedir” der. el-Buhârî'ye göre:

Esahhul-Esânid “Mâlik, an Nâfî', an ibni Ömer” dir. İmam-ı Mâlik de şöyle der:

Nâfi'in İbni Ömer'den rivayetini işitince onu başkasından işitmemiş olmama bir değer vermezdim. Abdullah b. Ömer Nâfi' hakkında:

“Allah bize Nâfi'i vermekle ihsan­da bulunmuştur.” dedi. İbni Hirâş: [180]

 “O sika ve asîldir” der. İsmail b. Ümeyye'nin şöyle dediği naklolunur:

İbni Ömer'in mev­lâsı Nâfi'in şarkı söylemesini talep ederdik. O, bunu red ederdi. Ahmed b. Salih el-Mısrî şöyle der:

Nâfi', olgun, şöhretli bir hâfız idi. O, Medîne’lilerin katında İkrîme’den [181]daha büyüktür. el-Halîlî [182] şöyle nakleder:

“Nâfi' Medine’deki Tabiîn imamlarındandır. Herkesçe iyi kabul edilen bir kimsedir. Rivayeti sahîhdir. Ba­zıları onu, Abdullah b. Ömer'in oğlu Salime takdim ederler, bazıları da bir tutar. Nâfi'in rivayetinde hiç hata yoktur. Ömer b. Abdulaziz onuf insanlara sünneti öğretmesi için Mısır'a göndermiştir. Nâfi' hicrî 117 senesinde (119 ve 120 diyenler de vardır.) vefat etmiştir.[183]

 

5- el-Hasan el-Basrî:

 

O, el-Hasan b. Ebû'l-Hasan Yesâr el-Basrî, Ebû Saîd, Ensâr'ın mevlâsıdır. Annesi Hayre [184]Ümmü Seleme’nin mevlâsı idi.

el-Hasan el-Basrî; Ebû Bekre, İmrân b. Hüseyn, Cündeb el-Becelî, Muâvîye, Enes ve Câbirden rivayet etmiştir. Yetişmediği halde, Ubeyy b. Ka'b, Sa'd b. Ubâde, Ömer b. el-Hattâb'tan rivayet etmiştir. Ayrıca Sevbân’dan,[185] Ammâr b. Yâsir, Ebû Hüreyre, Osman b. Ebîl-Âs, Makal b. Sinan'dan işitmediği halde rivayet etmiştir. Bunlardan başka, Hz. Osman, Hz. Ali, Ebû Musa el-Eş'arî, İbni Ömer, İbni Abbas, İbni Amr b. el-Âss'tan da rivayet etmiştir.

Ondan, Humeyd et-Tavîl, Yezîd b. Ebî Meryem, Cerîr b. Hâzim, Ebû'l-Eşheb, Simâk b. Harb, Ata b. es-Sâib, Hişâm b. Hassan, Ma'bed b. Hilâl ve daha başkaları rivayet etmişlerdir. İbni Sa'd şöyle der:

O, âlim, geniş bilgiye sahip, sika emîn, âbid, nâsik, fasîh, güzel görünüşlü, birçok hususiyetlere mâlik, ilmi bol bir kimse idi. Ali b. el-Medînî'den naklolunduğuna göre:

Hasan-ı Basrî’nin sika kimseler tarafından rivayet edilen Mürsellerinin hepsi şahindir. Onlar­dan pek az şey düşmüştür. Ebû Zûr'a şöyle der:

Dört hadis müstesna Hasan-ı Basrî’nin “kale Resûlulllah” diyerek naklettiği her söz için sabit bir asıl buldum.

Enes b. Mâlik'in şöyle söylediği naklolunur:

el-Hasen'e sorunuz. Zîra o ezberledi biz unuttuk. Süleyman et-Teymî:

“el-Hasen, Basra ehlinin şeyhidir.” demiştir. Matar el-Varrak şöyle der:

Câbir b.Yezîd Basra’lıların gözde adamı idi. el-Hasen zuhur edince, sanki âhiretten birisi gelmişti. Zîra o, Câbir'in gördüğü ve müşahede et­tiği şeylerden haber veriyordu. Katâde'den naklen Ebû Uvâne şöyle der:

Her ne zaman bir fakîh ile beraber bulunmuşsam daima el-Hasan-ı üstün buldum. Ebû Bekr el-Müzenîden şöyle rivayet edilmiştir:

Zamanında ken­disine yetiştiğimiz âlimlerin en üstününe bakmak hoşuna giden kimse, Hasan-ı Basrî'ye baksın (nazar etsin). Biz ondan daha âlim birisine ye­tişmedik. el-A'meş şöyle anlatmıştır:

Hasan-ı Basrî daima hikmeti duyar, hakikati idrak eder ve onu söyler. Ebû Cafer'in yanında el-Hasan zikre­dilince “O, sözü Peygamberler sözüne benzeyen kimse” derdi. İbn-ül-Medînî der ki:

Hasan-ı Basrî, Abdullah b. Amr, Üsâme bv Zeyd, en-Nııman b. Beşîr, ed-Dahhâk b. Süfyan, Ebû Berze el-Eslemi Ukbe b. Âmir, Sa'lebe el-Huşenî, Kays b. Asım, Âiz b. Amr ve Amr b-Tağlîb'den işitmeden rivayet etmiştir. Bunlardan başka Ebû Hüreyre, Hz. Ali ve Utbe gibi daha birçok sahâbîden işitmediği ve fakat onlar­dan rivayet ettiği söylenir. Bu hususda Hasan-i Basrî hakkında çok şey söylenmiştir. Bu bakımdan üzerinde dikkatle durulmuştur.

O, Hz. Ömer'in vefatından iki sene önce hicrî 21 senesinde dünyaya, gelmiştir. O, Vadi'l-Kurada [186]büyümüştür. Hicrî 110 senesinde ve­fat etmiştir. Oğlu Abdullah'ın bildirdiğine göre Hasan-i Basrî vefat et­tiğinde 88 yaşında idi.[187]

 

6- Muhammed b. Sirin:

 

O, Muhammed b. Sîrîn el-Ensârî, Arap mevâlîsindendir. O, mevlâsı Enes b. Mâlik’ten, Zeyd b. Sabit, el-Hasan b. Ali b. Ebî Talib, Cündeb b. Abdullah, Huzeyfe b. el-Yemân, Semüra b. Cündeb, İmrân b. Husayn, Ebû Hüreyre, Ebû'd-Derdâ ve daha pek çok sahabe ve büyük Tâbiîn'den rivayet etmiştir.                                              .                     Ondan, eş-Şa'bî, Hâlid el-Hazzâ, Dâvud b. Ebî Hind, Cerîr b. Hâzim Eş'as b. Abdulmelik, Âsim el-Ahval, Katâde, Süleyman et-Teymî, Mâlik, b. Dinar, el-Evzâî, Umâre b. Mihrân, rivayet etmişlerdir.

Hâlid el-Hazzâ şöyle dedi:

Muhamnıed b. Sîrîn, İbni Abbas’tan aldığını söylediği her şeyi, ha­kikatte, el-Muhtar zamanında görüştüğü İkrîme'den işitmiştir. İbni Avn:

“İbni Sîrîn hadisi harfi harfine rivayet ederdi” demiştir. İbni Hacer'in İbni Sa'dden naklettiğine göre:

O sika, emîn, fakîh, son de­rece âlim, verâ sahibi yüksek bir kimse idi. İbni Maîn:

“O Sika'dır” der. el-Iclî'ye göre:

O, Basra’lı sika bir Tâbiî'dir. O, üstün bir râvîdir. Şüreyh, Ubeyde ve Muverrik'den:

İbni Sîrîn'den başka, verâ'ında daha fakîh, fıkhında daha çok verâ sahibi kimse görmedik.  

İbni Avn'den naklen Mu'temir şöyle der:

O, bu ümmet için halkın en çok ümit bağladığı ve kendini en az düşünen bir kimse idi. İbni Avf'dan:

Dünyada şu üç kişi gibi görmedim: Irakta Muhammad b. Sîrîn, Hicazda el-Kâsım b. Muhammed, Şamda Recâ1 b. Hayve bunlar arasında da Muhammed gibisi yoktu. eş-Şa'bî:

“O esamm'e [188] yapışınız.” derdi. Osman et-Teymî'den naklen Hammâd şöyle der:

Basra'da kaza ile ilgili işlerde ondan daha çok bilgili kimse yoktu. İbni Hibbân da:

“Mu­hammed b. Sîrîn Basra’lılar arasında en çok verâ sahibi olan bir kimse idi. O, fakîh, faziletli, hafız, her şeyi güzel yapan ve rüya tabir eden bir kimse idi.” demiştir.

O, 77 yaşında iken hicrî 110 senesinde vefat etmiştir.[189]

 

7- Muhammed b. Müslim ez-Zührî:

 

O, Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihâb b. Ab­dullah, İbn-ül-Hâris b. Zühre b. Kilâb b. Mürre el-Kureşî, ez-Zührî, fakîh, Ebû Bekr, hafız, el-Medenî, meşhur imamlardan biri, Hicaz ve Şam'­ın âlimidir. ez-Zührî hicrî 50 senesinde doğmuştur.

O, Abdullah b. Ca'fer, Rebîa b. Abbâs, Misver b. Mahreme, Abdurrahman b. Ezher, Abdullah b. Âmir, Sehl b. Sa'd, Enes, Câbir, Ebû't-Tufeyl, es-Sâib, Ebû Ümâme b. Sehl b. Hanîf, Mâlik b. Evs, Âmir b. Sa'd b. Ebî Vekkas, el-Hasan, Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye, Atâ b. Ebî Rebâh ve daha pek çok kimseden rivayet etmişti. O ayrıca Ubâde b. es-Sâmit, Ebû Hüreyre, Râfi b. Hudeyc ve daha başkalarından mürseller rivayet etmiştir.

Ondan, Atâ, b. Ebî Rebâh, Ebû'z-Zübeyr el-Mekkî, Ömer b. Abdulaziz, Amr b. Dinar, Salih b. Keysân, Yahya b. Saîd el-Ensârî, Kardeşi Abdullah b. Müslim ez-Zührî, el-Evzâî, İbni Cüreyc Muhammed b. Ali b. el-Hüseyin, Süleyman b. Kuseyr ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Buhârî, Ali b. el-Medînî'den naklen, “Onun takriben 2000 hadisi vardır” demiştir.

Ebû Dâvud'tan naklen el-Âcurrî “ez-Zuhrî'nin bütün hadisleri 2200 kadardır. Onların yarısı Müsned'dir. 200 kadarı sika olmayan kimseler­den rivayet edilmiştir. Onun hadislerinden, hadiscilerin ihtilâfa düştüğü miktar 50 hadise varmaz” demiştir. İbni Sa'd:

“ez-Zührî, ilmi, hadisi ve rivayeti bol, sika, âlim ve genig; kültürlü bir kimse idi.” der. Ebû'z-Zinâd şöyle nakleder:

“Biz sadece haram ve helâli yazardık, ez-Zührî ise işittiği her şeyi yazardı. Ona ihtiyaç hasıl olunca anladım ki, o insanların en âlimidir.” İbni Vehb, el-Leysten naklen:

“İbni Şihâb, kalbime yerleştirdiğim, bir şeyi asla unutmadım, derdi” demiştir. Ma'mer Ömor b. Abdülaziz'in arkadaşlarına:

“Geçmiş bir sünneti ez-Zührî'den daha fazla bilen bir kimse kalmadı.” dediğini nakletti ve “el-Hasan ve muarızları da o gün hayatta idi” dedi. el-Leys'den naklen Ebû Salih de şöyle demiştir:

İbni Şihâb'dan her hususta daha ihatalı, ilmi ondan daha çok bir âlim görmedim. Onu “terğîb” konusunda konuşurken işitseydin, “işte” münasib olan ancak bu konuşmadır” derdin. Ensâb'dan bahsetse bilinen ancak budur derdin, O, Hadis ve Kur'an'dan söz ettiği zaman onun ko­nuşmasının birçok şeyleri içine aldığını görürdün.

Yine İbni Ebî Meryem, eî-Leys'den naklen şöyle der:

ez-Zührî dedi ki: Bu ilmi hiç bir kimse benim gibi neşretmedi, yine hiç bir kimse bu sahada benim kadar gayret sarfemedi. İbrahim b. Sa'd b. İbrahim şöyle der:

Babama sordum, İbni Şihâb size ne ile tefevvuk etti? Şöyle cevap verdi: Meclislere daima başından gelirdi. Meclislerde genç ihtiyar kimi görürse ona sorardı. Sonra ensarın evlerine gelir, kadın erkek, genç, ih­tiyar kimi bulursa onlara hadis sorardı. Sa'd b. Abdulaziz dedi ki:

Hşâm b. Abdulmelik ez-Zührî'den çocuk­ları için bazı şeyler yazmasını talep etti. Bir kâtip çağırdı. Ona 400 hadis yazdırdı. Bir müddet sonra Hişâm ez-Zührî'ye yazılanların kaybol­duğunu söyledi ve bir kâtip çağırdı yeniden yazdırdı. Hişâm bunları mu­kabele etti. İkisi arasında bir harf dahi noksanlık yoktu.

Onun doğumu hicrî 50 (51 diyenler de var) senesindedir. O, hicrî 123 senesinde Ramazan ayında 73 yaşında iken vefat etmiştir.[190]

 

8- Katâde b. Dâme:

 

O Katâde b. Diâme b. Katâde b. Aziz b. Arar b. Rebîa b. Amr b. el-Haris' b. Südûs Ebûl-Hattâb es-Südûsî el-Basrî, el-Ekmeh, meşhur imamlardan biri ve Müdellis bir hafız idi.

Katâde Hicrî 61 senesinde doğdu.

O, Enes b. Mâlik, Ebû't-Tufeyl, Saîd b. el-Müseyyib, İkrime, Humeyd b. Abdurrahman b. Avf, el-Hasan el-Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Atâ b. Ebî Rebâh, Enes b. Mâlik'in iki oğlu, Ebû Bekr ve en-Nadr ve başkalarından rivayet etmiştir.

Onun, Süfyân, Ebû Saîd el-Hudrî, Sinan b. Seleme, İmrân b. Husayn' den mürselleri vardır.

Ondan, Süleyman et-Teymî, Cerîr b. Hazım, Şu'be, Ebû Hilâl er-Râsibî, Hemmâm b. Yahya, Amr b. el-Hâris el-Mısrî, Saîd b. Ebî Arûbe, el-Leys b. Sa'd, Ebû Uvâne ve daha pek çok kimse rivayet etmiştir.

İbn-ül-Müseyyib'ten:

Katâde'den daha fazla hafız olan bir Iraklı bize gelmedi. İbni Sîrîn'den:

Katâde, zamanındaki insanların en fazla hafız ola­nıdır. İbni Mehdî'den:

Katâde, Humeyd gibi 50 kişiden daha çok hafızdır. Selâm b. Miskin'den:

Ömer b. Abdullah bana şöyle dedi. Katâde Saîd b. el-Müseyyib'in yanına gelince uzun bir müddet ona mesele sor­makta devam etti. Saîd buna hayret ederek, bütün sorduklarını ezberli­yor musun? Dedi. Katâde:

“Evet, sana falanca meseleyi sordum şöyle cevap verdin, falanca meseleyi sordum şöyle cevap verdin.” dedi. Bu mesele hakkında el-Hasen şöyle anlatır:

Katâde, Saîd'e birçok hadisleri tekrar okudu. Saîd o zaman:

“Allah’ın senin bir benzerini daha yarattığı­nı sanmıyorum” dedi. Bukeyr b. Abdullah:

“O ondan daha hafız olan ve hadisi ondan daha iyi bir şekilde işittiği gibi edâ eden kimse görmedim” demiştir.

Ebû Hâtim'den:

Ahmed b. Hanbel'in Katâde'yi andığım, onun il­minden ve fıkhından, ihtilâf ve tefsir ilmine vukufundan bahsettiğini ve onu hıfz ve ilimle vasfettiğini işittim.

Katâde kadariyye ile itham olundu. Tavus ondan kaçardı. . Ibni Sa'd:

“O hadiste sika, emîn ve hüccettir” dedi.                        

Ibni Hibbân da onu Sikât'tan saydı. Ali b. el-Medînî'den:

Yahya b. Saîd'e dedim ki, Abdurrahman şöyle diyor:

Bir bid'ate davette öncülük eden herkesten kaç. O da:

“Katâde, İbni Ebî Dâvud, Ömer b. Zerr ve daha başkalarına ne dersin” dedi. Sonra Yahya şöyle dedi:

Biz eğer bu kısmı terkedersek birçok kimseleri terk etmemiz gerekir.

O, hicrî 117 senesinde 56 yaşında iken vefat etti.[191]

 

9- Süleyman b. Mihrân el-A'meş:

 

O, Süleyman b. Mihrân el-Kâhilî, Ebû Muhammed Kûfî'dir. Onun aslı Tabaristan’lıdır. Hicrî 61 senesinde bir rivayete göre Hz. Hüseyin'in vefatı gününde Kûfe'de doğmuştur.

O, Hz. Enes'ten, (halbuki A'meşin Enes'ten işittiği sabit değildir.) Zeyd b. Vehp, Ebû Vâil, Ebû Amr eş-Şeybânî, Hayseme b. Abdurrahman el-Cu'fî, Sa'd b. Ubeyde, Ebû Süfyan, Talha b. Nâfi', İbrahim en-Nahal ve daha pek çok kimselerden rivayet etmiştir.

Ondan, el-Hakem b. Uteybe, Ebû İshâk es-Sebîî,[192] Abdullah b. İdris, İbn'ül Mübarek, el-Fudeyl b. İyâd ve daha pek çok kimse rivayet etmişlerdir. İbn-ül-Medînî'den:

Onun 1300 hadisi vardır. el-IClî ve en-Neseî'den:

O sika ve ağır başlı idi. İbni Uyeyne'den:

el-A'meş dört haslette akranını geçti. O akranı arasında Kur'anı en iyi okuyan, en fazla hadis ezberleyen, ferâizi en iyi bilen idi. Ayrıca bir haşlat daha zikretti. Şu'be'den:

Hiç bir kimse beni hadisde el-A'meş kadar tatmin etmedi. el-Hâkim, İbni Maîn'den naklen şöyle anlattı:

Senedlerin en güzeli, el-A'meş, İbrahim, Alkarna, Abdullah silsilesidir. Birisi ona:

“el-A'meş ez-Zührî gibidir.” dedi. O ise:

“el-A'meşi, ez-Zühri gibi olmaktan tenzîh ederim. Çünkü ez-Zührî mal ve mükâfat alır, Emevî oğulları için çalışırdı, el-A'meş ise, fakir, sabırlı, sultanlardan uzak takva sahibi ve Kur'an âlimi idi” diye cevap verdi.

İbn-ül-Medînî şöyle demiştir:

Ümmet-i Muhammed'e ilmi, altı kişi ezberleyip nakletti. Bunlar Mekke’de Amr b. Dinar, Medine’de ez-Zührî,  İshâk es-Sebîî ve el-A'meş, Basra'da Katâde ve Yahya b. Kesîr'dir.

O 84 yaşında iken 145 hicrîde vefat etmiştir.[193]

 

10- Saîd b. Cübeyr:

 

O, Saîd b. Cübeyr b. Hişâm el-Esedî, el-Vâlibî, Arapların mevlâsı, Abu Abdullah, el-Kûfî'dir.

O, İbni Abbâs, İbn-üz-Zübeyr, İbni Ömer, İbni Ma'kıl, İbni Hatim, Ebû Mes'ud el-Ensârî, Ebû Saîd el-Hudrî, Dahhâk b. Kays el-Fihrî ve başkalarından rivayet etmiştir.

Ondan iki oğlu Abdullah ve Abdulmelik, Ya'lâ b. Hakîm, Ya'lâ b. Müslim, Ebû İshâk es-Sebîît Ebû'z-Zübeyr el-Mekkî, Bükeyr b. Şihâb, Sabit b. Aclan, Ca'fer b. Ebû'l-Muğîre, el-Muğîre b. en-Nu'rnan ve başkaları rivayet etmişlerdir. Amr b. Meymûn babasından naklen şöyle der:

Saîd b. Cübeyr, yeryüzünde herkesin onun ilmine muhtaç olduğu bir zamanda vefat etti. Ebû Kâsim et-Tabarî'den:

O sika, imam ve müslümanların hücceti­dir. İbni Hibbân Sikât’ta şöyle der:

O fakîh, âbîd, fâzıl, muttekî bir bir kimse idi. O, Küfe kadılığı sırasında Abdullah b. Utbe b. Mes'ûd için yazardı. Yani onun yanında kâtip idi. Sonra Ebû Burde b. Ebî Musa el-Eş'arî için yazdı, yani kâtiplik etti. Daha sonra İbn-ül-Eş’asle birlikte, Kurrâ topluluğu arasında sefere çıktı. İbn-ül-Eş'as mağlûp olunca Saîd b. Cübeyr Mekke’ye kaçtı. Bir müddet sonra Hâlid b. Abdullah b. el-Kasrî onu yakaladı ve Haccac'a gönderdi. Haccac hicrî 95 senesinde onu öl­dürdü. O, öldüğü zaman 49 yaşında idi.

Küfe ehli İbni Abbâs'a gelip bir fetva sordukları zaman onlara, -Saîd b. Cübeyri kastederek-“İbni Ümmü-d-Dehmâ” sizin aranızda değilmi? Derdi.

İdam edilmek üzere başı kesilirken Lâ ilahe illallah Lâ İlahe İllallah dedi. Üçüncüyü tamamlayamadı.

Haccac bundan sonra başka kimselere musallat olamadı, öyle kor­kunç, bir hastalığa (mide kanserine) yakalandı ki, bir müddet sonra öl­dü. Yahya b. Saîd şöyle derdi:

Saîd b. Cübeyr'in mürselleri benim nazarımda Atâ ve Mücâhidin mürsellerinden daha üstündür. O, Mücâhid ve Tavustan daha âlim idi.[194]

 

11- İshak, Mevla Zaide:

 

Ona, Ömer'in babası İshâk b. Abdullah el-Medenî denir.

O, Ebû Hüreyre, Ebû Said, Sa'd b. Ebî Vakkas'tan rivayet etmiştir.

Ondan Oğlu Ömer, Ebû Salih es-Semmân, el-Alâ b. Abdurrahman, Yahya b. Ebî Kesir ve başkaları rivayet etmişlerdir. Ahmed b. Reşdîn şöyle der:

Ahmed b. Ebî Sâlıh'a İshak b. Abdul­lah ile İshâk Mevlâ Zâide'yi sordum. İkisi de aynı şahıstır, dedi.

İbni Ebî Hâtim'den:

Ebû Hüreyre'den rivayet eden İshâk el-Medenî meçhuldür. Ebû Hâtim'den:

Onun hakkında Ebû Zür'a ile münakaşa ettim. Onu tanıyamadı. Ona dedim ki, İshâk Ebû Abdullah'ın, Malik'in rivayet sil­silesinde gelen ve Ebû Hüreyre'den rivayet eden Ebû Abdullah olması mümkündür.

İbni Hibbân onu Sikat’ında zikreder.

İbni Mâin ve el-Iclî, onun sika olduğunu söylerler.[195]

 

12- İsmail b. İbrahim el-Hicazi:

 

O İsmail b. İbrahim b. Abdurrahman b. Abdullah b. Ebî Rebîa el-Mahzumî, el-Medenî’dir.

O, babasından, Muhammed b. Ka'b el-Kurtubî'den rivayet etmiştir.

Ondan es-Sevrî ve Fudayl b. en- Numeyrî, Vekî' ve daha başkalara rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvud:

“O Sikâ'dır” dedi. İbni Hibbân:

Onu Sifkât’ında Tâbiin'den ve Etbâ-üt-Tâbiîn'den olarak zikreder. Ebû Hatim:

İsmail b. İbrahim’in âlim olduğunu söyler.

O, Hicrî 169 senesinde vefat etmiştir.[196]

 

13- Yahya b. Ubeyd:

 

O, Yahya b. Ubeyd Ebû Ömer el-Behrâmî, el-Kûfîdir. O, İbni Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Ondan Ebû İshâk es-Sebîî, el-A'meş, Zeyd b. Ebî Enîse, Muhammet b. Abdurrahman, Hacca b. Ertât ve başkaları rivayet etmiştir. İbni Maîn:

“O sika'dır” der. Ebû Zür'a:

“Leysebihi be'sun” der. Ebû Hatim:

“Saduk” demiştir. İbni Hibbân:

Onu sikat'ında zikreder.[197]

 

14- Yezîd b. Ümeyye:

 

O, Ebû Sinan ed-Düelî, el-Medenî'dir. Sinan isminin Rebîa olduğu da söylenir.

O, Hz. Ali, İbni Abbâs, Ebû Vâkid el-Leysî'den rivayet etmiştir.

Ondan Zeyd b. Eslem, Nâfi' ve ez-Zübrî, rivayet etmişlerdir. Ebû Zür'a:

“O sika'dır” der. İbni Hibbân Sikât'ında zikrederek şöyle der:

Hişâm b. İsmail onun Hz. Ali'ye sövmesini istedi, fakat o imtina etti. Buhârî de Tarih-i Kebîr'inde:

Onu sikât'tan sayar. İbni Abdul-Berr onu sahabe arasında zikreder.

Hicrî 80 ile 90 seneleri arasında vefat etmiştir. [198]

 

15- Haneş b. el-Mu'temir:

 

Ona İbni Rebîa el-Kinânî, Ebû'l-Mu'temir, el-Kûfî de denir.

O, Hz. Ali, Vâbida b. Ma'bed, Ebû Zerr, el-Kindî'den rivayet etmiştir.

Ondan Ebû İshâk es-Sebîî, el-Hakem b. Uteybe, Simâk b. Harb, İsmail b. Ebî Hâlid ve başkaları rivayet etmişlerdir. el-Iclî:

“O, sika bir Tâbiî'dir” der. Ebû Ahmed el-Hâkim:

“Leyse bil metîni indehum” der. Ukaylî ve başkaları:

Onu Zuafâ arasında zikrederler, İbni Hazm:

“Sâkıtun mutrahun” der. İbn-ül-Medînî:

“Kendisinin Hz. Ali'den, kendisinden de el-hakem b. Uteybe'nin rivayet ettiği söylenen Haneş b. Rebîa'yı tanımıyorum” demiştir. Onun hakkında Ebû Dâvud:

“O sikâ'dır” dedî. Buhârî:

“Yetekellemûne fî hadisihi” dedi. en-Neseî:

“Leyle bilkaviyyi” dedi. İbni Hibbân:

“La yuhteccü bihi” dedi.

İbn-ül-Medînî'ye göre, Haneş b. el-Mu'temir, Haneş b. Rabîa'dân ay­rı bir kimsedir.

İbni Hibbân “Haneş b. el-Mu'temir, “Haneş b. Rabîa” diye bilinen; kimsedir. el-Mu'temir onun dedesi idi. O verdiği haberlerde çok vehmeden bir kimse idi. O, Hz. Ali'den, sika kimselerin rivayetlerine benzeme­yen şeyler rivayet etmekte înfirad etti. Bu yüzden hadisîle ihticac edilmez oldu.” demiştir.

İbni Mende ve Ebû Nuâym onu sahabeden sayarlar. Meşhur olan o tabiîdir. Bunun sebebi onun mürsel rivayetleri bulunmasıdır. [199]

 

16- ez-Zübeyr b. Hureyk:

 

O, İbni Hureyk el-Cezerî, İbni Kuşeyr'în mevlâsıdır. O, Ebû Ümâme ve Atâ b. Ebî Rebâh'den rivayet etmiştir. Ondan Muhammed b. Seleme el-Harrânî ve başkaları rivayet etmiştir.

İbni Hibbân onu Sikat'ında zikreder.

Ebû Dâvud teyemmüm babında ondan bir tek hadfe rivayet etmiş­tir.

İbn-üs-Seken “Bir hadis hariç ondan Ebû Dâvud'dan başkası riva­yet etmemiştir.” der.

Ebû Dâvud, es-Zübeyr’den naklettiği hadîs'in sonunda “leyse bilkavi” demiştir.

ed-Dârekutnî de onun hakkında “İnnehü leyse bil-Kaviyyi” demiş­tir.[200]

 

17- Ya'kûb b. Ebi Rebâh:

 

O, Kureyşin mevlâsıdır. Hicaz’lıdır.

O, babasından, Hâlid b. Abdullah b. Keysân, Safiyye binti Şeybe, Ebû'z-Zübeyr, ez-Zührî ve başkalarından rivayet etmiştir.

Ondan, kendisinden daha büyük olan Ebû Amr b. el-Alâ, Zem'a b. Salih, Ömer b. Zerr el-Hemdânî, Anbese b. Abdulvâhid el-Kureşî, Şu'be, İbn-ül-Mübarek, Abdürrazzak, Mekkî b. İbrahim ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Ebû Tâlib Ahmed'den naklen, onun hakkında “Münkerul-Hadis” de­miştir.

Ebû Zür'a, en-Neseî, İbni Maîn onun hakkında “Zaîf” demişlerdir. Ebû Hatim “Leyse bil-metîni, yüktebü hadisuhu” demiştir. Ebû Ahmed'b. Salih şöyle der:

Onun sahîh hadisleri vardır. O, hadisi yazılan kimselerdendir. Ondan garîb hadisler de naklolunmuştur. Bilhassa ondan Ebû İsmail el-Müeddib, Zem'a ve Ebû Kurre rivayet et­tikleri vakit, daha çok zayıf hadisler söylenmiştir.

İbni Hibbân onu Sikât’da zikreder.

Onun hakkında, “Zem'a'nın rivayeti hâriç hadisi muteberdir” denilmiştir.

O, hicrî 55 senesinde 83 yaşında iken vefat etmiştir.[201]

 

III- Etbâ-Ut-Tâbiîn

 

Tâbiîn'den sonra gelen tabakaya “Etbâ-ut-Tâbiîn” veya “Tebe-ut Tâbiîn” denir. Bu tabakanın ricalinde rivayet azalmağa, hadisler geniş bir şekilde yazılmağa başlanmıştır. Biz burada, bu tabakadan oldukları bilinen şu zevatları vermekle yetineceğiz.

1- Abdullah b. Abdulaziz b. Cüreyc,

2- Mâlik b. Enes,                                                                            

3- Sufyan es-Sevrî,

4- Süfyan b. Uyeyne,

5- Muhammed b. İshâk b. Yesar,

6- el-İmam el-Leys,

7- Abdullah b. Lehîa,

8- Muhammed b. İdris eş-Şâfiî,

9- Hamza b. Abdullah,

10- Hamza b. Muhammed b. Hamza,

11- Muhammed b. Sâib d-Kelbî,

12- Muhammed b. Saîd el-Maslûb,

13- Ziyâd İbni Muhammed,

14- Mükâtil b. Süleyman,

15- Hamza b. Nüceyh,                                                                    

16- Muhammed b. Ziyâd el-Yeşkerî,

17- Hamza b. Ebi Hamza el-Cezeri. [202]                     

 

1- Abdulmelik b. Abdülaziz b. Cüreyc:

 

O, İbni Cüreyc el-Emevî, Ebû'l-Velîd ve Ebû Hâlid el-Mekki’dir. Aslı Türk’tür. (Rûmî)?

O, Rukayka kızı Hukeyme, babası Abdulaziz, Atâ b. Ebî Rebâh, İshâk b. Ebî Talha, az-Zührî, Atâ el-Horasânî, İkrime,[203] Musa b. Ukba, Ebû Bekr b. Ebî Müleyke, İsmail Muhammed b. Sa'd, Ca'fer es-Sâdık, el-Hasan b. Müslim, Süleyman el-ahvel, Abdullah b. Keysân ve başkala­rından rivayet etmiştir.

Ondan iki oğlu Abdulaziz ve Muhammed, el-Evzâî, el-Kays Yahya b. Saîd el-Ânsârî, [204]Hammâd b. Zeyd, Abdülvehhâb es-Sekafî, Musa b.Târık, Müslim b. Hâlid ez-Zencî, İbn-ül-Mübârek, Vekî', Muhammed b. Abdullah el-Ensârî ve daha pek çok kimse rivayet etmişlerdir.

Talha b. Ömer el-Mekkî şöyle anlatır:

Atâ'ya, senden sonra kime sorarız, dedim. O da “Eğer yaşarsa bu gence” dedi. İşaret ettiği İbni Cüreyc idi.

Ali b. el-Medînî:

“Baktım kî isnâd altı kişi üzerinde dönüyor” dedik­ten ve onları saydıktan sonra şöyle nakletti: Onların ilmi bu ilimde (hadîsde) eserler veren kimselere intikal etti. Mekke'de Abdulmelik b. Cü­reyc onlardandır.

Velîd b. Müslim'den:

el-Evzâî'ye ve daha başka kimselere, “İlmi kimin için tahsil ediyorsunuz?” diye sordum. İbni Cüreyc hâriç hepsi:

“kendim için” dedi. İbni Cüreyc:

“İnsanlar için tahsil ettim” dedi. Yahya b. Saîd'den:

Biz İbni Cüreyc'in kitaplarını, emin kitaplar di­ye adlandırırdık. Abdullah b. Ahmed'den:

Babama kitapları tasnif edenlerin ilki kim­dir diye sordum:

İbni Cüreyc ve İbni Ebî Arûbe, dedi. Yahya b. Saîd'den:

İbni Cüreyc sadûk idi. O:

“Haddesenî” deyince: bunun mânası “işittim” demektir. Eğer O:

“Ahbarani” derse, bu da kıra­at demektir. İbni Maîn:

“O sika'dır” demiştir. İbni Hibbân onu Sikât'ında, zikrettikten sonra şöyle der:

O, Hicaz'ın fakîhlerinden, okuyucularından ve her şeyi güzel yapan âlimlerinden idî. O, tedlîs de yapardı. el-Iclî'den:

O, Mekkeli bir sikadır. ed-Dârekutnî şöyle der:

İbni Cüreyc'in tedlîs'inden kaçınız, onun tedlîs'i çirkindir, çünkü o, ancak mecruh bir kimseden işittiği zaman tedlîs yapar.

O, hicrî seksen senesinde doğdu, 150 de öldü. Öldüğü zaman yaşı yetmiş idi.[205]

 

2- Malik b. Enes:

 

O, Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir b. Amr b. el-Haris b. Osman, el-Himyerî, Ebû Abdullah el-Medenî, el-Fakîh hicret evinin imamı, İslâm büyüklerinden biri idi. O hicrî 90 senesinde doğdu.

O, Amir b. Abdullah b. ez-Zübeyr b. el-Avvâm, Nuaym b. Abdullah el-Mucemmir, Zeyd b. Eşlem, Nâfi' Mevlâ İbni Ömer, Humeyd et~Tavîl, Ebû Hâsim Seleme b. Dinar, Salih b- Keysân, ez-Zührî, Safvân b. Süleym, Ebu'z-Zinâd, İbnü'l-Münkedir, Abdullah b. Dinar, Yahya b. Saîd, Ca'fer b. Muhammed es-Sâdık, Zeyd b. Rebâh ve daha pek çok kimseden riva­yet etmiştir.

Ondan ez-Zührî, Yahya b. Saîd el-Ensârî, Yezîd b. AbiuUab, İbn-ül-Hâdî ve diğer şeyhleri, el-Evzâî, es-Sevrî, Verkâ b. Ömer, Şu'be b. el-Haccâc, İbni Oüreyc, el-Leys b. Sa'd, İbni Uyeyne ve diğer akranı, Ebû İshâk el-Fezârî, Yahya b. Sa'd el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî, el-Hüseyin b. el-Velîd en-Nîsâbûrî, eş-Şafiî, İbn-ül-Mübarek, İbn Vebb, İbn-ül-Kâsım, el-Kâsım b. Yezîd, Yahya b. Eyyûb el-Mısri, Saîd b. Mansur ve başkaları rivayet etmiştir.

Harmele İmam-ı Şafiî'den şöyle nakleder:

Mâlik, Tabiînden sonra kulları yanında Allah'ın hüccetidir. Mus'ab, İmam-ı Mâlik'den şöyle nakleder:

70 kişi benim ehil oldu­ğuma şehadet ettikten sonra ancak fetvalar verdim. Ma'n b. İsâ şöyle der:

Mâlik'i işittim şöyle diyordu: Ben sadece bir beşerim, hata da ederim, doğru da söylerim. Benim görüşlerime bakınız. Eğer onlar sünnete muvafıksa onları alınız. en-Neseî şöyle demiştir:

Benim nazarımda Tâbiîn'den sonra Mâ­likten daha üstün, ondan daha kudretli, ondan daha sika, hadis yönün­den ondan daha emîn, zaif kimselerden rivayeti ondan daha az bir kim­se yoktur. Abdulkerim hâriç O, Metruk-ür-rivâye olan bir kimseden hadis rivayet etmemiştir. İbni Hibbân “Sikât” da şöyle der:

Mâlik, Medine'de fukaha arasın­dan sağlam kimseleri seçen ilk kimsedir. O, hadisde sika olmayanlardan yüz çevirmiştir. O sadece sahîh olanları alır, ancak fakîh, dindar fazi­letli ve takva sahibi sika kimselerden rivayet ederdi. Şafiî de bu yolu tuttu. İbni Uyeyne'den:

Biz sadece Mâlik'in âsârını takip ederdik. Biz şeyhe bakardık, eğer Mâlik'den yazmışsa ne âlâ, yoksa onu terkederdik. Ebû Ca'fer et-Taberî'den:

İbni Mehdî'nin, “İmanı-ı Mâlik'den daha akıllı bir adam görmedim” dediğini işittim.el-Hülâsa'da, şöyle naklolunmuştur:

İbni Mehdî, “Aklı İmam-ı Mâ­lik'den daha kâmil, takvası ondan daha çok olan bir kimse görmedim” demiştir.

Muhammed b. Ishâk es-Sekâfî'den: 

Buhârı'ye soruldu, O da:

“Mâlik, an Nâfi’ an İbni Ömer” dedi. Bişr b. Ömer ez-Zehrânî'den:

Mâlik'den bir adamı sordum,

“O kim­seyi kitaplarımda gördün mü?” dedi.

Hayır dedim. O zaman şöyle söy­ledi:

Eğer o sika olsaydı kitaplarımda mutlaka görürdün. Ali b. el-Medînî'den:

Yahya b. Sa'd'in: “Nafi'in kendisinden rivayet eden arkadaşları Byyûb, Abdullah ve Mâlik'dir.” dediğini işittim.

Ebû Lelûa'dan:

Ebû'l-Esved Muhammed b. Abdurrahman 136 sene­sinde bize geldi. Ona, “Medine'de kim fetva veriyor” dedik. “Orada işi olmayan bir genç var adı Mâlik'dir.” dedi. Hüseyin b. Urve, Mâlik'den şöyle nakleder:

ez-Zührî bize geldi ve kırk kadar hadis söyledi. Rabîa ona:

“Bura­da dün senin söylediklerini ezbere okuyacak bir kimse var” dedi. O da:

“Kimdir o?” dedi.

Mâlik'i kastederek, “İbni Ebî Âmir”, dedi. Ez-Zührî:

“Gelsin bakalım okusun.” dedi. Ben onun rivayet ettiği hadislerden kırk tanesini okudum. Dinledikten sonra, “Benden başka bu hadisleri ezber­lemiş olan bir kimsenin kalmadığını sanmıştım” dedi.

İmam-ı Mâlik'in menâkıbı söylemekle bitmez. O, hicrî 119 yılında 89 yaşında olduğu halde vefat etti. Bekî, kabristanlığına gömüldü.[206]

 

3- Süfyan es-Sevrî:

 

O, Süfyan b. Saîd b. Mesrûk es-Sevrî, Ebû Abdullah el-Kûfî'dir. O, 97 senesinde doğmuştur.

O, babasından, Ebû İshâk eş-Şeybânî’den, Abdullah b. Umeyr, Abdurrahman b. Abis b. Rebîa, İsmail b. Ebî Hâlid, Târık b. Abdurrahman, Cami' b. Ebî Râşid el-A'meş, Hammâd b. Ebî Süleyman, Salih b. Salih ve Küfe halkından pek çok kimseden rivayet etmiştir.

Ziyâd b. Ilâka, Âsım el-Ahvel, Humeyd et-Tavîl, İbrahim İbni Meysere, Süleyman et-Teymî ve daha pek çok Basra’lıdan, Zeyd b. Eşlem, Ab­dullah b. Dinar, Amr b. Dinar, Ebû'z-Zinâddan ve Hicaz ehlinden de bir­çok kimselerden ve başkalarından rivayet etmiştir.

Ondan, şeyhleri Ca'fer b. Birkân, Hasîf b. Abdurrahman, İbni İshâk, akranı Şu'be, Zaide, el-Evzâî, Mâlik, Zübeyr b. Muaviye, Mis'ar b. Kidâm ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Ondan en son rivayet eden, “Sikât” tan Ali b. el-Ca'd'dır. el-Hatîb şöyle der:

O, müslümanların imamlarından bir imam, âlim­lerinden bir âlimdir. O, itkan, hıfz, marifet, zabt, verâ ve zühd vasıflar­ını hâiz, tezkiyeden müstağni, ekseriyet tarafından imamlığı kabul edil­miş bir kimse idi. İbni Sa'd'dan:

O sika ve emîn idi. O, âbid ve ağır başlı idi. en-Neseî'den:

O, kendine sika denilmeğe en lâyık kimsedir. O, Allah Teâlâ’nın müttekîlere imam kıldığı kimselerden olmasını umduğumuz İmamlardan biridir. İbni Hibbân'dan:

O, fıkıh verâ' ve itkân yönlerinden insanların efendilerindendir. İbnü'l-Medînî'den:

Yahya b. Saîd'e, “Süfyan ile Mâlik'in sözlerin­den hangisi sana daha hoş gelmektedir?” dedim.

Süfyan dedi ve ilâve etti: “Süfyan'ın birçok hususta Mâlik'den üstün olduğunda şüphe yok­tur.”

Ebû İshâk el-Fezârî'den:

Eğer ben bu ümmete birini seçmek husu­sunda muhayyer bırakılmış olsaydım, ancak Süfyan'ı seçerdim.

Şu'be, İbni Uyeyne, Ebû Âsim, İbni Main ve daha pek çok âlim “Süfyan hadiste Emir-ül-Mii'minindir” demişlerdir.

İbn-ül-Mübarek “1100 şeyhden hadis yazdım. Bunlar arasında Süfyan'dan daha üstün birisinden hadis yazmadım” dedi. Bir adam ona:

“Ey Ebu Abdullah, Sâid b. Cübeyr ve başkasının, böyle söylediğini gördün mü?” dedi. O da:

“Bunu ben söylüyorum, ben Süfyan'dan daha üstününü görmedim” dedi.

Yahya b. Maîn, zamanında, fıkıh, hadis, zühd ve daha pek çok hu­suslarda hiç kimseyi Süfyân'a takdim etmezdi. Bununla beraber İbni Maîn, “Onun mürselleri rüzgâr gibidir.” derdi.

Ebû Dâvud da aynı şeyleri söyler,

O, hicrî 181 yılında 64 yaşında olduğu halde vefat etmiştir.[207]

 

4- Süfyan b, Uyeyne:

 

O, İbni Uyeyne b. Ebî İmrân, Meymûn el-Hilâlî, Ebû Muhammed el-Kûfi'dir. Hicrî 170 senesinde doğdu ve Mekke'de yaşadı. Onun babası Uyeyne'nin Mekke’li olduğu da söylenir.

O, Abdulmelik b. Umeyr, Ebû İshâk es-Sebîî, Ziyâd b. Ilâka, el-Esved b. Kays, Ukbe’nin oğulları İbrahim, Musa ve Muhammed, İshâk b. Abdullah b. Ebî Talha, İsmail b. Ebî Hâlid, Ca'fer es-Sâdık, Humeyd el-Tevîl, Humeyd b. Kaya, el-A'rac, Süleyman et-Teymî, Süleyman el-Ahvel, Salih b. Keysân, Abdullah b. Dînâr, Âsim b. Behdele, es-Zührî, el-Ala b. Abdurrahman ve daha pek çok kimseden rivayet etmiştir.

Ondan, şeyhleri, el-A'meş, İbni Cüreyc, Şu'be, es-Sevrî, Mis'ar, ken­disinden evvel ölen akranından Ebû İshak el-Fezârî, Hammâd b. Zeyd el-Hasen b. Hayy, Hemmâm, Ebû'l-Ahvas, İbn-ül-Mübarek, Kays b. er-Rabi', Ebû Muâviye, Veki', Mu'temir b. Süleyman, Yahya b. Ebî Zâide bunlardan başka Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, Abdullah b. Vehb, Yahya el-Kattan, İbni Mehdi, Ebû Üsâme, Revh b. Ubâde, Ebû'l-Velîd et-Tayâlisî, Ebû Ğassan en-Nehdı, Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Main, Ali b. el-Medînî, İshâk b. Rahûye, Âmr b. Ali el- Fellâs, ez-Zübeyr b. Bekkâr, Muhammed b. İsâ b. Hibbân ve daha pek çak kimse rivayet etmişlerdir.

el-Iclî'den:

O, hadiste sabitkadem ve sika bir Küfe’lidir. O, güzel konuşan bir kimse idi. O hadisçilerin hükemâsı addolunurdu. İmam-ı Şafiî'den:

Mâlik ve Süfyan olmasaydı, Hicaz'ın ilmi zayi1 ol­muştu. Bişr b. el-Mufaddal şöyle derdi:

Yeryüzünde İbni Uyeyne’ye benzeyen bir kimse kalmadı. İmam-ı Şafiî şöyle der:

İbni Uyeyne’deki kuvvetli ve sağlam ilmi hiç bir kimsede görmedim. Fetva vermek hususunda ondan daha ehli­yetli bir kimse de bilmiyorum. Ebû Hatim'den:

Mâlik, Şu'be, es-Sevrî ve İbni Uyeyne müslümanların hüccetidir. İbni Hibbân “Sikât’ında:

“O mutkın hafızlardan, vera' sahibi din­dar kimselerdendir” der.

O, 163 senesinde Kûfe'den Mekke'ye göçtü, hayatının sonuna kadar orada yaşadı.

O, hicrî 198 senesinin bir recebi olan cumartesi günü 91 yaşında iken vefat etmiştir.[208]

 

5- Abdullah b. Lehîa:

 

O, Abdullah b. Lehîa b. Ukbe el-Hadremî, el-Gâfîkî, Ebû Abdurrahman el-Mısrî, Mısır'ın kadısı ve âlimidir.

O, Ata b. Ebî Rebâh, Atâ b. Dinar, el-A'rac, İbn-ül-Münkedir'den rivâyet etmiştir.

Ondan akranı Şu'be, Ömer b. Hares, el-Evzâî ve el-Leys b. Sa'd, İbni Vehb, İbn-ül-Mübarek ve başkaları rivayet etmişlerdir. Ahmed şöyle nakleder:

Onun kitapları yandı. Halbuki onun kitap­ları sahîh idi. Eskiden ondan yazmış olanların semâı sahihtir.

Yahya b. Maîn Onun hakkında:

“Leyse bil-Kaviyyi” der, Müslim:

Ve-kî, Yahya el-Kattân ve İbn Mehdî'nin onu terkettiklerini söyledi. Buhârî ve Neseî ismini tasrih etmeden ondan rivayet etmişlerdir. Revh b. Sa­lâh, İbni Lehîa'nın 72 tabiî ile görüştüğünü söyler.

Buhârî Humeydî’den naklen:

“Yahya b. Saîd ona değer vermezdi” demiştir. Ahmed b. Hanbel şöyle nakleder:

İbni Lehîa'nın hadisi huccet de­ğildir. Onun hadislerinden pek çoğunu ben itibar için yazarım. Çünkü hadislerin bir kısmı diğerlerini takviye eder.

Yahya b. Bukeyre göre Abdullah b. Lehîa 174 hicrî yılında vefat etmiştir.[209]

 

6- Muhammed b. İshak b. Yesar:

 

O, Muhammed b. İshâk b, Yesâr el-Muttalibî, mevlâ Kays b. Mah­rama Ebû Abdullah el-Medenî'dir. O, Irak'ta yerleşmiş bulunan bayrak imamlardan biridir. Bilhassa Meğâzî ve Siyerde şöhreti âfakı tutmuştur. O, sahabeden Hz. Enes'i, tâbiin'den İbn-ül-Müseyyib ile Ebû Seleme b. Abdurrahman'ı gördü.

O, babasından, amcaları Abdurrahman ve Musa'dan, Ata b. Ebî Rebâh, İkrime b. Hâlid el-Mahzûmî, ez-Zührî ve başkalarından rivayet et­miştir.

Ondan, kendi şeyhlerinden Yahya el-Ensârî, İbni Avn, Şu'be ve baş­kaları rivayet etmişlerdir. ez-Zührî'den:

Orada İbni İshâk bulunduğu müddetçe Medine'de hdk ilim vardı.

Ahmed onun için “Hasen-ul-Hadis” demiştir. Buhârî şöyle nakleder:

Ali b. Abdullah'ın İbni İshâk ile ihticâc et­tiğini gördüm. Fakat Mâlik'den

“Onun deccallardan biri olduğunu bildi­ren nakiller vardır.” Ya'kûb şöyle der:

İbn-ül-Medînî'ye, senin yanında İbni İshak'ın hadisi nasıldır, diye sordum. O da:

“Sahîh” dedi. Ben de:

“Mâlik'in onun hak­kında sözüne ne dersin” dedim.

Mâlik onunla beraber bulunmadı ve onu tanımadı” dedi. Ya'kûb b. Şeybe şöyle der:

İbni Numeyr'i şöyle derken işittim: İbni İshâk işittiği mâruf kimselerden rivayet ettiği takdirde, “Hasen-ül-hadîs ve Sadûk” dur. Fakat o, bazan meçhul kimselerden bâtıl hadisler ri­vayet eder. Ali şöyle der:

İbni İshâk'ın sadece iki münker hadisini buldum, İbni Sa'd ve el-Iclî, onu sika’dan sayarlar.

Ebû Ya'lâ el-Halîlî, “Muhammed b. İshâk büyük bir âlimdir.” demiştir. İbni Hacer Tehzîb'inde şöyle nakleder:

İbni İshâk, İbn-ül-Mübarek’den soruldu. Biz üç defa onun doğru olduğuna şahit olduk, dedi. İbni Hibbân da şöyle dedi:

Medine'de ne ilimde ne de ilmi cem etmede İbni İshâk'a yaklaşan ve ona rekabet eden birisi vardır. O, haberleri en güzel şekilde onlatan bir kimsedir.

O, 151 senesinde Bağdad'da vefat etmiştir.[210]

 

7- el-İmam el-Leys:

 

O, el-Leys b. Sa'd b. Abdurrahman el-Fehmî, mevlâ Kureyş, el-İmam el-Celîl, Mısır'ın âlimi, fakîhi ve reîsi idi. O, 94 hicrî yılında doğdu.

O, Nâfi', Yahya b. Saîd el-Ensârî, Ebû Saîd el-Makburî, Atâ b. Ebî Rebâh, Katâde, ez-Zührî, Safvan b. Süleym'den ve kendinden küçük olan­lardan da rivayet etmiştir.

Ondan, şeyhleri Muhammed b. Aclan ve Hişâm b. Sa'd, akranı İbni Lehîa ve Hüşeym b. Beşîr, İbni Mübarek, Ebû'l-Velîd et-Tayâlisî ve da­ha pek çok kimse rivayet etmişlerdir.

İbni Bukeyr, “O, Mâlik'den daha fakîhtir” der. İbni Hibbân “sikât” da şöyle der:

O, fıkıh, vera', ilim, fazilet ve cö­mertlik [211] yönlerinden zamanının efendilerinden idi. Ebû Dâvud'dan: Ahmed'in şöyle dediğini işittim: Mısır ehlinde hadis bakımından Leys'den daha sahîh olanı yok. Sadece Amr b. el-Hâris ona yaklaşır. İbni Ebî Meryem'den:   

İnsanlar arasında Leys'den daha üstününü görmedim. Allah'a kendisi ile yaklaşılan bütün hasletler Leys'de mev­cuttur. Ebû Ya'lâ el-Halîlî:

“O, itirazsız vaktinin imamı idi.” der. O, 15 Şâban 175 hicrî tarihinde cuma günü vefat etmiştir.[212]

 

8- Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî:

 

O, Muhammed b. İdris b. el-Abbâs b. Osman b. eş-Şâfiî, b. es-Sâib, İbni Ubeyd b. Abdi Yesîd b. Hâşim. el-Kureşî, Ebû Abdullah es-Sâfil, el-Mekkî'dir. Mısır'da yerleşmiş, muazzam ilmi ile tanınan bir imamdır. Hicri 150 yılında Mekke'de doğdu.

O, Mâlik, ibrahim b. Sa'd, İbni Uyeyne, Ömer b. Muhammed b. Ali b. Şafiî; ve diğerlerinden rivayet etmiştir.

Ondan Ebû Bekr el-Humeydî, Ahmed b. Hanbel, eî-Buveytî, [213]Ebu Sevr, er-Rabî' b. Süleyman ve başkaları rivayet etmişlerdir.

İmam-ı Şafiî yedi yaşında Kur'an'ı ezberlemiş hafız olmuş, on ya­şında iken de el-Muvatta'ı ezberlemiştir.

O gençliğinde Kureyş'in en güzel atıcılarından idi. İlk zamanlarda şiir, dil ve eyyâm-ı Arap konularında temayüz etti, sonra fıkıh ve hadis'e eğildi. O devirde Mekke'nin meşhur okuyucusu ismail b. Kostantîn'den tecvîd okudu.

er-Rabî'den:

eş-Şâfiî ramazan namazlarında Kur'an'ı 60 defa hatme­derdi. Bahr b.Nasr'dan:

Biz ağlamak istediğimiz zaman birbirimize, “Kal­kınız, Kur'an okuyan şu Muttalibî gence gidelim” derdik. Biz ona gelin­ce Kur'an okumaya başlardı. İnsanlar onun etrafına dizilir, sesinin gü­zelliğinden dolayı dinleyenlerin ağlamaları ile takdir nidaları yükselirdi. İbn-ül-Mehdî:

“eş-Şâfiî anlayışlı bir genç idi” der. Ahmed' b. Hanbel:

“Seher vakti altı kişi için dua ederim. Onlardan birisi eş-Şâfiî'dir. İnsanlar için eş-Şâfiî âlem için güneş, halk için afiyet gibidir” demiştir. Ebû Zür'a er-Râzî'den:

eş-Şâfiî'nin hata ettiği hiç bir hadis yoktur. Yahya b. Saîd el-Kattân'dan: eş-Şâfiî'den daha akıllı ve ondan daha anlayışlı bir kimse görmedim. el-Esmaî'den:

Bedevilere ait şiirleri Kureyş'den Muhammed b. İdris adlı bir gençten tashih ettim. Abdülmelik, b. Hişâm'dan:

eş-Şâfiî kendisinden ilim alınan bir dil âlimidir. Onun konuşmaları dil için ölçüdür. Onun sözlerini yazınız.

İshâk b. Abdurrahman; ben, Hüseyin b. Ali el-Kerâbîsî'yi işittim, o da eş-Şâfiî'yi işittim, dedi. Eş-Şâfiî şöyle diyordu:

Muhammed b. el-Hasan'dan adede sığmayacak kadar şey işittim. O arkadaşlarına şöyle diyor­du: Eğer eş-Şâfiî size iştirak eder, size tâbi' olursa ondan başka size külfet olacak bir hicazlı yoktur.

el-Abirî, el-Hasan b. Ali b. Mervan yolu ile, o da er-Rabi' b. Süley­man'dan naklen, o da eş-Şâfiî'nin kendisine söylediğini bildirerek dedi. eş-Şâfiî’yi işittim, dedi. eş-Şâfiî şöyle diyordu:

Muhammed b. el-Hasan'na istediğim kitabı vermedi. Bunun üzerine ona şöyle yazdım:

Sonra eş-Şâfiî dedi ki:

Muhammed kitabı koltuğuna alarak geldi ve benden özür diledi.

Ma'mer b. Şebîb'ten: el-Me'mun'un, “Muhammed b. Idris'i her hu­susta imtihan ettim, onu tam mânası ile kâmil buldum” dediğini işit­tim.

Zekeriyya es-Sâcî, Muhammed b. İshâk es-Sagânî yolundan rivayet etti; İbni İshâk dedi ki;

Yahya b. Eksem'e eş-Şâfiî'yi sordum, şöyle de­di:

eş-Şâfiî ile Muhammed arasında yapılan münazaralarda çok defa Mu­hammed b. el-Hasan'ın yanında bulunduk. eş-Şâfiî, akıl, anlayış ve zi­llinde Kureşî idi. O, aklı, anlayışı ve beyni berrak, isabeti sür'atli bir kimse idi. Eğer o hadiste derinleşmiş olsaydı Ümmet-i Muhammed hadis sahasında ondan başkası ile meşgul olmazdı.

Muhammed b. Abdullah b. Abdulhakem şöyle nakleder:

İmam-ı Şa­fiî'yi gözünle görmüş olsaydın onu, seni yiyecek bir arslan zanneder­din.

el-Beyhakî Dâvud b. Ali el-lsfihânî'den naklen şöyle yazar:

Başka­ları için müyesser olmayan üstünlük vesileleri İmam-ı Şafiî için toplan­dı. Meselâ, neseb ve mevkiinin şerefi, Resûlullah'ın aşiretinden olması, dîninin sağlam, itikadının kötü arzu ve bid'atlardan salim bulunması, kendisindeki ruh cömertliği, hadis'in sağlamını ve çürüğünü bilmesi, ayrıca hadislerin nâsih ve mensuhuna vukufu bulunması, Allah'ın kitabı Kur'anı ve peygamberle ilgili haberleri ezberlemesi, peygamberin ve halifelerinin siyerlerini tam olarak bilmesi, kendisine muhalif olanların kö­tü niyetlerini samanında keşfetmesi, ilmî konularda birçok kitaplar yazması, Zûhd ile sünneti tatbikte ve ilim tahsilinde Ebû Abdullah Ahmed b. Hanbeli Süleyman b. Dâvud el-Hâşimî el-Humeydî, el-Kerâbîsî, Ebû Sevr, ez-Zağferânî, el-Buveytî, Ebû'l-Velîd b. Ebî Cârûd, Harmele, er-Rabi', el-Haris b. Süreyc, el-Kâim Bimezhebihi Ebû îbrahim el-Müzenî gibi arkadaşlara sahip olması onu yükseltmiştir. Çünkü bunlar ulemâ ve fukahâdan pek çoğuna nasib ve müyesser olmayan imkânlardandır.

el-Âbirî, er-Rabi' yolundan naklen şöyle dedi:

eş-Şâfiî Mısır'a gelip meclisinde oturduğu zaman, Abdullah b. Abdulhakem ve benzeri gibi hal­ka sahibi reisler onunla beraber otururlardı. eş-Şâfiî, güzel yüzlü ve iyi huylu bir kimse idi. O, fakîhler, asiller ve mevki sahibi kimseler tarafın­dan sevilirdi. Onun sabah namazından sonra teşkil ettiği halkaya ehli Kur'an gelir, müşküllerini sorarlardı. Güneş doğduktan sonra onlar gi­der hadisçiler gelirler, hadislerin mânalarını ve tefsirlerini sorarlardı. Kuşluk vakti olunca onlar giderler, herkes için umumî olan münazara ve müzakere halkası teşkil olunurdu. Öğleye doğru herkes dağılır, Arapça, aruz, şiir ve nahiv âlimleri gelirler, onlar da öğleye kadar devam eder­lerdi. Bundan sonra eş-Şâfiî evine giderdi.

Ebû Nuaym bir senedle Şafiî'den şöyle nakleder:

“Münazara yaptığım her kimse için dâima muvaffak olmasını, sağ­lam konuşmasını, yardım görmesini, Allah’ın hıfz ve rivayetine mazhar olmasını candan dilerdim...” Abdullah el-Mahzûmî:

“eş-Şâfiî Allah'ın âyetlerinden bir âyet idi” dedi. Fıkıh ilmi Medîne'de Mâlik b. Enes'e in­tikâl etti. eş-Şâfiî oraya gitti ondan aldı. Irak'da fıkıh Ebû Hanîfe'den sonra Muhammed b. Hasen'e geçti, eş-Şâfiî oraya gitti. Ondan aldı. Ehli rey'in ilmi ve ehli hadis'in ilmi onda toplandı, O, bunların hepsinde ta­sarruf etti. Böylece Usûlü tesis etti, kaideleri kurdu, muvafık muhalif herkes onun ilmini teslim etti.

İmam Şafiî’nin eserleri şunlardır:

1- er-Risâle'1-Kadîme

2- İhtilâf-ul-Hadis

3- İBtâl-ul-İstihsân

4- Beyan-ul-Farz                                    

5- er-Risâle'l-Cedîde

6- İcmâ'ul-Muallim

7- Ahkâm-ul-Kur'an

8- Sîğat-ül-Emr ve'n-Nehy

9- İhtilâf-ı Mâlik ve'ş-Şâfiî

10- İhtilâf-ul-İrakıyyîn

11- İhtilâfühü maa Muhammed b. el-Hasen

12- Fazail-ül-Kureyş

13- Kitab-ul-Ümm

14- Kitab-üs-Sünen

İshâk b. Rahûye'ye: “İmam-ı Şafiî, ömrü az olduğu halde bu kadar kitabı nasıl yeni olarak yazdı? (vazetti)” diye soruldu:

“Allah, ömrünün, azlığına mukabil ona cami' bir akıl ihsan etti” dedi. El-Câhiz:

“eş-Şâfiî'nin kitaplarına baktım, onlar dizilmiş inciler idi. Te'lif bakımından; onlardan daha güzelini görmedim” dedi.

O, hicrî 204 senesinde 54 yaşında iken Mısır'da vefat etti. Şimdi onun türbesinin yanında Şafiî Mescidi adı ile mâruf, büyük bir cami' vardır. Kabri Mısır halkı için ziyaretgâh olmuştur.[214]

 

9- Hamza b. Abdullah:

 

Hamza b. Abdullah adında bundan başka dört şahıs daha var­dır.[215] Bunların hepsi Etbau-t-Tâbiin'dendir. Ancak, Hamza b. Abdul­lah'ın babası Abdullah b. Ömer büyük bir sahâbîdir.

Hamza b. Abdullah babasından ve Sa'd'dan rivayet etmiştir.

Ondan Abdullah b. Habîb b. Ebî Sabit, Şerik b. Abdullah en-Nehaî rivayet etmişlerdir. Ebu Hatim onun meçhul olduğunu söyler.[216]

 

10- Hamza b. Muhammed:

 

O, Hamza b. Muhammed b. Hamza b. Amr el-Eslemî, el-Medenî'dir.

O, babasından ve Abdullah b. Dinar'dan rivayet etmiştir. Ondan Hâtim b. İsmâîl rivayet etmiştir. Muhammed b, Abdulmecîd b. Sehl b. Abdurrahman b. Avf da ondan bir hadis rivayet etmiştir ki, Ebû Dâvud bunu “seferde oruç” bölümünde zikreder.

Tirmizî onun hadisleri hakkında “Hasen” demiştir. et-Taberânî o hadisi “el-Evsat”da yazdı ve Onu, sadece Muhammed b. Hamza'nın Ham­za b. Muhammed'den rivayet ettiğini kaydetti. İbni Hazm onun zaîf oldu­ğunu söyledi.

İbn-ül-Kattân önün hakkında, “meçhuldür”, dedi. İbni Hacer et-Tehzibinde:

Onun hakkında eskilerin bir şey söylediğini görmedim, dedi.[217]

 

11- Muhammed b. es-Sâîb el-Kelbî:

 

O, Muhammed b.  es-Sâîb b. Bişr b. Amr b. Abdulharîs el-Kûfî, müfessir ve nesebcidir.

O, iki kardeşi Süfyan ve Seleme, Âmir, eş-Şa’bî ve başkalarından rivâyet etmiştir.

Ondan oğlu Hişam, Süfyanân, Hammâd b. Seleme, İbn-ül-Mübarek, İbni Cüreyc, İbni İshâk, Muhammed b. Mervân es-Süddî es-Sağîr, Hişâm, Ebû Avâne ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Mu'temir b. Süleyman babasından naklen şöyle der:

Küfede iki yalancı vardır. Onlardan birisi el-Kelbîdir. Yahya b. Mam'den:

“Leyse bi şey’in”. Yahya b. Ya'lâ eî-Muharibî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Zâide'ye üç kimseden rivayet etme denildi: Onlar, İbni Ebî Leylâ, Câbir d-Cu'fî ve el-Kelbî'dir. İbni Ebî Leylâ'yı hatırlamıyorum. Câbir'e gelince O öldükten sonra tekrar dünyaya dönmeğe inanan bir yalancı idi. Kelbî'ye gelince, baZan ona giderdim, bir defasında onun şöyle dediğini işittim:

Bir hastalığa tutuldum, ezberlediklerimin hepsini unuttum. Âl-i Mubammed'e geldim, ağzıma tükürdüler, unuttuklarımı tekrar ezberle­dim, sonra onları terkettim. Ebû Avâne'den:

Konuşulması küfrü gerektiren şeyleri Kelbi'nin konuştuğunu işittim. Bunu ondan sordum inkâr etti.

Ebû Hâtim'den:

Kalk Kelbî'nin hadisini terk hususunda ittifak et­ti. O “zâhib-ül-hadîs” dir. en-Neseî:

“Leyse bi sika, hadisi yazılmaz” demiştir. Ondan bazı sika kimseler rivayette bulundular ve tefsirde hoşlarına gitti. Hadiste ise onun pek çok münker hadisleri vardır,

O, hicrî 145 senesinde Kûfe'do vefat etmiştir.[218]

 

12- Muhammed b. Saîd el-Maslûb:

 

O, Muhammed b. Saîd b. Hassan b. Kays el-Esedî, el-Maslûbdur. Ona, Muhammed b. Saîd b. Abdülaziz, İbni Ebî Utbe, İbn Ebî Kays, İbni Ebî Hassan, İbn-it-Tabarî, Ebû Abdurrahman, Ebû Abdullah, Ebu Kays eş-Şâmî, ed-Dımeşkî, el-Ezdî gibi pek çok isim ve lâkablar izafe edilmiş­tir. Bunlar, işiteni şaşırtmak için yapılmıştır. Hatta onun yüz kadar adı ve lâkabı olduğu söylenir.

O, Nâfi' mevlâ İbni Ömer, ez-Zührî, Mekhûl ve başkalarından riva­yet etmiştir.

Ondan, es-Sevrî, Saîd b. Ebî Hilâl, Mervân b. Muâviye, Yahya b. Saîd el-Emevî, Abdurrahnıan b. Muhammed el-Muhâribî ve başkaları rivâyet etmişlerdir.

Abdullah b. Ahmed babasından naklen şöyle der:

Ebû Ca'fer el-Man-ssur onu zındıklıktan dolayı öldürdü, onun hadisleri mevzû'dur. Yahya b. Maîn:

“Onun hadisi münkerdir” der. Buhârî:

“Onun hadisini terkettiler” dedi. en-Neseî'den:

Hadis vazetmekle ma'ruf yalancılar 4 tanedir. Medîne'de İbrahim b. Yahya, Bağdat'da el-Vâkıdî, Horasan'da Mukâtil, Şam'­da Muhammed b. Saîd'dir. Ahmed b. Salih el-Mısrî'den:

O, boynu vurulmuş bir zındıktır. O, avam arasında 4000 hadis uydurmuştur, İbni Hibban'dan:

O, hadis uydurur­du. Onu zikretmek caiz olmaz, ancak tenkid için zikredilir.[219]

 

13- Zîyâd b. Muhammed el-Ensari:

 

O, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî ve Abdullah b. Enes b. Mâlik'den rivâyet etmiştir.

Ondan el-Leys, îfani Lehîa rivayet etmişlerdir.

el-Buhârî, en-Neseî ve Ebû Hâtîm, onun “münker-ul-hadis” olduğu­mu söylemişlerdir. İbni Hibbân'dan:

O, Münker-ül-hadistir. O, zaafiyle meşhur olanlardan pek çok münker hadis rivayet etmiştir.[220]

 

14- Mukâtil b. Süleyman:

 

O, Mukâtil b. Süleyman b. Beşîr el-Ezdî, el-Horasânî, Ebû'l-Hasan el-Belhî, müfessirdir.

O, Nâfi' mevlâ İbni Ömer, Ebû İshâk es-Sebîî, ez-Zührî, ed-Dahhâk, Mücâhid, İbni Sîrîn, Ata b. Ebî Rebâh ve daha pek çok kimselerden ri­vayet etmiştir.

Ondan, Bakiyye b. el-Velîd, Sa'd b. es-Salt, Hammâd b. Kîrât, Yah­ya b. Şibl, Ali b. el-Ca'd ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Bakiyye dedi ki;

Şu'be'nin Mukâtil'den bir şeyler sorduğunu çok işittim. Şu'be'nin Mukâtil'i, hayırdan başka bir şeyle yâd ettiğini duy­madım.

İmam-ı Şafiî'den çeşitli şekillerde rivayet edilmiştir: insanlar tef­sirde Mukâtil'in iyâlidir. İbn-ül-Mubarek'ten: Eğer isnadı olsaydı onun tefsirinde ne muazzam ilim var. Ali b. Haşrem Vâkî'den naklen şöyle anlatır:

Mukâtifi işittim, eğer o rivayette ehil olsaydı ondan rivayet eder­dik. Ahmed b. Yesâr el-Mervezî de şöyle der:

O Belh ehlinden idi. Merve geçti sonra Irak'a vardı ve orada öldü. O, müttehemdir. Metruk-ul-hadis ve mahcur-ul-Kavldir. O, Sıfatullah hakkında söylenmesi helâl olmayan şeyleri söylerdi.

Bazı kimselerin rivayet ettiklerine göre, Hârice, insanlara hadis riva­yet ettiği bir anda Mukâtile uğrar. O sırada Mukâtil:

“Kelbî bana söyledi” der. Hârîce hemen Kelbî'yi alır gelir. Kelbî, Mukatil'e.

Ey Ebû Hasen ben Ebû-n-Nadr'ım, böyle bir hadis rivayet etmedim der. Bu sefer Mukâtil:

“Sus ey Ebû-n-Nadr, bizim hadisi süslememiz ancak rical ile­dir.” diye cevap verir.

Buhârî, İbni Uyeyne'den naklen şöyle dedi:

Mukâtil'in “Eğer 150 se­nesinde deccal çıkmazsa biliniz ki ben yalancıyım” dediğini işittim.

İbrahim b. Ya'kub'dan:

O cesur bir yalancı idi. ed-Dârekutnî'den:

O yalan söyler. O, terkedilmiş kimselerdendir. el-Halîli:

“Mukâtirin ehli tefsir yanında yeri büyüktür ve hakikaten o geniş bilgili bir kimse idi. Lâkin hafızlar onu rivayette zayıf addet­tiler.” demiştir.

O, hicrî 150 senesinde vefat etmiştir.[221]

 

15- Hamza b. Nuceyh (Necîh):

 

O, Ebû Amâre (veya Ebu Ammar) el-Basrî'dir.

Hasan-ı Basrî ve Mesleme'den veya Seleme b. Ebî Habîb'den rivayet etmiştir.

Ondan Bişr b. Mansur, Ca'fer b. Süleyman ed-Dab'î, Musa b. İsmâil rivayet etmişlerdir.

İbni Ebî Hatim babasından naklen, onun zayıf olduğunu söyler.

el-Âcurrî, Ebû Dâvud'dan naklen “sika” olduğunu söyler.

el-Ezdî; “O zaiftir” der.

İbni Hibbân onu Sikât’da, zikrederek “O kaderiyyeden idi” der.

el-Iclî “O zaiftir” der.

Ebû Ahmed el-Hâkim: “O mu'tezilî idi” demiştir.[222]

 

16- Muhammed b. Ziyâd d-Yeşkerî:

 

O, Muhammed b. Ziyâd el-Yeşkerî, et-Tahhân, el- Kûfî el-Cenedî, el-A'ver, el-Fe'f'-e', el-maruf bil-Meymunî'dir.

O, Meyimin b. Mihrân, İbni Adan ve başkalarından rivayet etmiştir.

Ondan, Şeybân b. Ferruh, Ukbe b. Mükrime el-Kûfi rivayet etmiş­lerdir.

Abdullah b. Ahmed, babasına Muhammed b. Zîyâd'ı sormuş:

“O, şaşı hadis uyduran çirkin bir yalancıdır.” demiştir. Ebû Zür'a:

“O yalan söylerdi.” demiştir. el-Buhârî:

“Metrûk-ul-hadîs”, et-Tirmizî:

“Zaîfun fil-hadisi cidden.” en-Neseî:

“Metrûk-ul-Hadis” demişlerdir. İbni Hıbbân'dan:

Sika kimse­lerden hadis uydururdu. Kitapta zikri caiz değildir. Ancak tenkid için zikredilir. ed-Dârekutnî:

“O yalancıdır” dedi.[223]

 

17- Hamza b. Ebî Hamza:

 

O, İbni Ebî Hamza Meymûn el-Cu'fî, el-Cezerî, en-Nasîbî'dir.

O, Amr b. Dinar, Ebû'z-Zübeyr, Mekhûl ve başkalarından rivayet et­miştir.

Ondan, Hamza ez-Zeyyâd, Yahya b. Eyyûb el-Mısrî, Muhammed b. el-Fadl b. Atıyye ve başkaları rivayet etmişlerdir.

İbni Maîn'den rivayet eden İbni Hayseme:

“Onun hadisi bir şey değildir” dedi. Buhârî ve Ebû Hatim ise:

“Münker-ül-hadis” dediler. et-Tirmizî:

Hadîsde zayıf” dedi. en-Neseî ve ed-Dârekutnî:

“Metrük-ul-hadis” dedi. İbni Adiyy:

“Rivayetlerinin pek çoğu münker ve uydurmadır” dedi. İbni Hibbân:

“O uydurmaları ile sikâtdan ayrılır. Ondan rivayet caiz de­ğildir”, demiştir.

Hamza b. Ebî Hamza'nıb Tirmizî'de bir tek hadisi vardır.[224]

 

IV- Etbâ-u Etbâ-ıt-Tâbiin

 

Bu tabakada hadisin yazılması oldukça ilerlemiştir. Bu tabakaya giren hadisçiler pek çoktur. Biz burada en meşhurlarından bazılarını ele alacayız. Onlar:

1- Ahmed b. Hanbel,

2- İshâk b. Râhûye,

3- Yah­ya b. Main,

4- Buhârî,

5- Müslim b. el-Haccâc,

6- Muhammed b. İsâ et-Tirmizî,

7- Ahmed b. Halîl b. Harb.[225]

 

1- Ahmed b. Hanbel:

 

O, el-İmam el-Celîl, Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilâl b. Esed eş-Şeybânî, Ebû Abdullah el- Mervezî, el-Bağdadî'dir, Annesi ona hamile iken Merv'den çıktı, Bağdad'a geldi. Onu Bağdad'da doğurdu. Ah­med, ilim tahsiline Bağdad'da başladı. Sonra ilim tahsili gayesi ile mem­leketleri dolaştı.

O, Bîşr b. el-Mufaddal, İsmail b. Uleyye, Süfyân b. Uyeyne, Yahya b. Saîd el-Kattân, Ebû Dâvud et-Tayâlisî, eş-Şâfiî, Mu'temir b. Süleyman ve daha başkalarından riyâyet etmiştir.

Ondan, el-Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Ibni Mehdî, eş-Şâfiî, Ebû'l-Velîd, Abdurrazzak, Veki’, Yahya b. Maîn, Ali b. el-Medînî, el-Hüseyin b. Mansur rivayet etmişlerdir. Ondan rivayet edenlerin çoğu şeyhleri, ak­ranı ve talebeleri idi. İbni Maîn'den:

Ahmed'den daha hayırlı bir kimse görmedim. O hiç bir zaman arapça ile bize karşı iftihar etmedi. Abdurrassak'dan:

Ben Alımed b. Hanbel'den daha fakîh ve daha müttekî bir kimse görmedim. Eş-Şâfii'den:

Bağdad'tan çıktım, orada Ahmed'den daha fakîh, da­ha zâhid, daha çok verâ' sahibi bir kimse bırakmadım.

Ebû'l-Velîd'den:

Mısırdakiler bana Ahmed'den daha sevgili değildir. Benim gönlümde kadri ondan daha yüksek bir kimse yoktur.

el-Abbâs el-Anberî'den:

O hüccettir. İbn-ül-Medînî'den:

Arkadaşlarımız arasında ondan daha fazla hafız olan yoktu. Kuteybe'den:

Ahmed dünyanın imamıdır. Ebû Ubeyd'den:

İslamda onun bir benzerini daha bilmiyorum. el-Iclî'den:

O, hadiste sika ve sabitkademdir. O, ruhu nezîh, hadiste vukuf sahibi, isi takip edilen sünnet ve hayır sahibi bir kimsedir. İbni Hibbân Sikât’da şöyle der:

O mutkın bir hafız, fakîh gizlice ve­râ' yolunda giden, aralıksız ibadete devam eden kimse idi. Allah-ü Teâlâ onunla Ummet-i Muhammed'in imdadına yetişti. Çünkü o, bütün mihnet ve güçlüklerde sebat etti. Kendini Allah yoluna vakfetti. Bu yüzden öl­dürülmek üzere kırbaçlandı. Allah onu küfür ve sapıklıklardan korudu ve onu, peşinde gidilen bir bayrak, kendisine sığınılan bir melce' eyledi.

Muhammed b. ibrahim el- Bügencî'den: Her hususta Ahmed'den da­ha akıllı ve daha cami' bir kimse görmedim. O, benim yanımda es-Sevrî'-den daha fakîh ve daha üstündür. İbni Sa'd, onun hakkında:

“Sİkatün, sebtün, sadûkün, kesîrul-hadis” demiştir. İbni Makûlâ'dan:

O, sahabe ve tâbiîn'in mezheplerini en iyi bilen­lerden idi. el-Halîlî'den:

O, akranı arasında en âlim ve en müttekî, zaruretler hariç hadisçiler hakkında konuşmaktan en fazla çekinen bir kimse idi. Hilâl b. el-Alâ şöyle der:

Bu ümmet için dört kişi kendi zamanların­da Allah'ın lütfü idiler. Eş-Şâfiî, Resûlullah’ın hadisinde derinleşti. Ahmed, mihnette sebat ve sabır etti. Öyle olmasaydı insanlar küfretmişti. Yahya b. Maîn Resûlullah’ın hadisinden yalanı uzaklaştırdı. Ebû Ubeyde Kur'an'ın garîb'lerini tefsir etti. el-Kattân'dan:

Benim yanıma Ahmed gibi bir kimse daha gelmedi. 0, bu ümmetin âlimlerinden bir âlim idi. İbrahim b. Şemmâs'dan:

Veki' b. el-Cerrâh ve Hafz b. Gıyâs'i işit­tim, onlar Ahmed'i kastederek:

“Kûfe'ye o genç gibi birisi ayak basma­dı”, diyorlardı. Ahmed b. Hanbel'in bir milyon hadis bildiği rivayet edi­lir.

O, 12 rebî-ul-evvel 241, cuma günü vefat etmiştir. Onun cenaze na­mazına 800 bin erkek, 60 bin kadının iştirak ettiği rivayet edilir. Rahmetûllahi aleyh.

Ahmed b. Hanbel'in eserleri şunlardır:

1- Kitâb-ul-İlel

2- Kitâb-ut-Tefsît

3- Kitâb-un-Nâsih ve'1-Mensûh

4- Kitâb-uz-Zühd

5- Kitâb-ül-Mesâil

6- Kitâb-ul-Fazâil

7- Kitâb-ul-Ferâiz

8- Kitâb-ul-Menâsik

9- Kitâb-ül-İman

10- Kitâb-ül-Eşribe

11- Kitâb Tâat-ır-Resûl

12- Kitab-ur-Red alâ'l-Cehmiyye

13- Kitab-ul-Müsned (40.000 kadar hadis ihtiva eder).[226]

 

2- İshâk b. Râheveyh (Râhûye) :

 

O, İshâk b, İbrahim b. Mahled b. İbrahim b. Matar. Ebû Yakub bu Muhammed el-Hanzalî, İbni Râheveyh [227]diye maruf, el-Mervezî, Nisabur'da ikâmet eden, bayrak haline gelmiş imamlardan biridir.

O, hadisi sika râvîlerden almak için ilim merkezlerini dolaştı. O, İb­ni Uyeyne; İbni Uleyye, Bişr b. el-Mufaddal, Hafs b. Giyâş, İbnü'l-Mübarek, Abdürrezzak, Bakıyye b. el-Velîd, Şuayb b. İshâk ve başkalarından rivayet etti.

Ondan talebesi el-Buhârî, Müslim ve başkaları, şeyhlerinden, Bekıyye, İbn-ül-Velid ve Yahya b. Adem, akranından, Ahmed b. Hanbel, İshâk el-Kevseç, Muhammed b. Râfi', Yahya b. Maîn, son olarak da Ebû Abbâs es-Sirâc rivayet etmişlerdir. İmam Ahmed'den:

Onun gibisi Horasan'a giden köprüyü geçmedi. Irak'da onun benzeri bir kimse tanımıyorum.

Mürre kendisine İshâk b. Râhûye sorulunca:

“İshâk bizim nazarı­mızda müslümanların imamlarından bir imamdır” dedi. en-Neseî'den:

İshâk imamlardan biridir, o sika ve emindir. İbni Huzeyme'den:

Allah'a yemin ederim ki; eğer Tabiîn arasında bulunsaydı, onlar onun ilim, hıfz ve fıkhını ikrar ederlerdi.

Nuaym b. Hammâd'dan:

İshâk hakkında konuşan horasanlı görün­ce onu dininde itham edebilirsin. Ebû Hâtim dedi ki:

Ebû Zür'aya, İshâk'ı onun senedlerini ve metin­lerini ezberlemiş olmasını zikrettim. Ebû Zür'a:

“İshâk'dan daha fazla iîfız olan birisi zikredilmedi” dedi. Ebû Hatim:

“Onun maharetine taaccub edilir”, dedi. İbni Hibbân es-Sikât’da şöyle nakleder:

“İshâk, fıkıh, ilim, hıfz ba­kımlarından zamanının efendilerindendi. O, kitapları tasnif etti. Sünneti bölümlere ayırdı. Peygamberin sünnetinin müdafaasını yaptı, muhalifle­ri sindirdi. Buhârî'nin himmetini takviye eden, sahîh hadisleri toplama azmini onda canlandıran o oldu. İshâk hazretleri bir gün, aralarında Buhârî de bulunan talebelerine, Resûlullah (s.a.)’ın sünnetinin sahîh olan­ları için muktasar bir kitap meydana getirseniz ne güzel olur dedi. Buhari bunu şöyle anlatır:

Bu söz benim kalbimin içine işledi ve el-Câmi’-us-Sahih’i toplamaya başladım.

O, hicrî 238 senesinde 77 yaşında olduğu halde vefat etti.[228]

 

3- Yahya b. Maîn:

 

O, Yahya b. Maîn b. Avn b. Ziyâd b. Bestâm b. Abdurrahman el-Gatafânî, arapların mevlâsı, Ebû Zekeriyya el-Bağdâdî, Cerh ve ta'dil ima­mı, hafız ve bayrak imamlardandır.

O, Abdurrahman b. Harb, Abdullah b. Mübarek, Abdurrazzak, İbni Uyeyne, Veki’, Yahya el-Kattân, Hammâd b. Hâlid, Abdurrahman İbni Mehdî'den rivayet etmiştir.

Ondan, akranı Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Ahmed b. Hanbel; îbni Sa'd, Ebû Hayseme, Ebû Hatim, Ebû Zür'a, Ebû Ya’la el-Mevsılî, Ab­dullah b. Ahmed b. Hanbel ve el-Bağavî rivayet etmişlerdir.

Rey'in haraç âmili olan babası Yahya'ya bir milyon ellî bir dîrhem servet bıraktı. Yahya bu servetin tamamını hadis ilmine sarfetti.

İbni Maîn'in kendinden gelen rivayete göre, O, Ebû Ca'fer el-Mansur'un hilâfeti zamanında hicrî 158 senesinin sonlarına doğru doğmuş­tur. İbn-ül-Medînî'den:

Yahya b. Maîn'in yazdığı kadar hiç bir kimsenin hadis yazdığını bilmiyorum. Muhammed b. Nasr et-Tabarî'den: İbni Maîn'in yanına girdim, ya­nında içi kâğıt dolu çuvallar vardı. Onun -eli ile o çuvalları işaret ede­rek-

“Burada bulunmıyan her hadis yalandır” dediğini işittim. Ve yine onun:

“Kendi elimle bir milyon hadis yazdım”, dediğini işittim. Mücâhid b. Musa'dan:

İbni Main, bir hadisi elli defa yazardı. İbni Sa'd'dan:

O hadis yazmakta çok ileri gitmiş ve hadis yazmakla meşhur olmuştu. O nerede ise rivayet etmezdi.

Ebû Zür'a'dan:

“İlim dört kişiye inhisar etti: O dörtten Ebû Bekr b. Şeybe en iyi anlatan, Ahmed en fakîh, Ali b. el-Medînî en bilgili, Yah­ya b. Maîn en fazla yazan idi. Diğer bir rivayette, O dörtten, hadisin sahîh ve sakîmini en iyi bilen İbni Maîn idi”, denilmektedir. Muhammed b. Osman b. Ebî Şeybe'den:

Ali'yi şöyle derken işit­tim: 40 seneden beri Bağdâd'dayım. Burada benimle müzakere yapan Ahmed b. Hanbel idi. Bir hususta bazan ihtilâf ettiğimizde Yahya b. Maîn'e sorardık. İbni Maîn kalkar benim de yerini bildiğim yazılı hadisi çı­karırdı. Amr en-Nâkıd'dan:

Arkadaşlarımız arasında isnadı Yahya b. Maîn'den daha fazla bilen yoktu. Hiç kimse ona karşı isnadı ters çevirmeğe kadir olamadı. Hanbel babasından şöyle nakleder:

İbni Maîn rical'i en çok bilenimizdi. Ebû Hâtim'den:

Ahmed'i seven bir Bağdâd’lı görürsen bil ki sünnet taraftarıdır. İbni Maîn'e buğz eden bir Bağdâd’lı görürsen bilki o yalan­cıdır. Muhammed b. Hârûn el-Fellas'dan:

İbni Maîn aleyhinde konuşan birini görürsen bil ki, o yalancıdır. O ancak İbni Maîn'e yalancıların du­rumlarını açıkladığı için kızar. el-Hatîb'den:

O, rabbânî bir imam, âlim, hafız, sebatkâr ve mahir bir kimse idi. İbniHibbân es-Sikât'da şöyle der:

O, aslen şarklıdır. O, fazilet ve takva sahibi dindar bir kimse idi. O, sünnetle ilgili haberleri (hadisle­ri) toplamak hususunda dünyayı terk edenlerden idi. Hadise karşı olan alaka ve ihtimamı oldukça artmıştı. O, hadisi topladı, onu ezberledi ve nihayet hadis sahasında kendine tâbi' olunan bir bayrak, birçok ilim­lerde müracaat mercii bir imam oldu. el-Iclî'den:

Allah Teâlâ hadisi Yahva b. Main'den daha iyi bilen bi­risini yaratmadı. O, çok defa Ahmed, İbn-ül-Medînî ve benzeri kimseler­le içtima ederdi. Onlar için makbul hadisleri o seçerdi. Onlardan hiç biri onun önüne geçmezdi. Ona, birbirine karınmış ve çözülmez hale gelmiş hadisler getirilir, onlar hakkında:

“Bu hadîs böyle, bu da şöyledir” der, netice onun dediği gibi çıkardı. Âhmed'den:

Yahya'nın bilmediği veya tanımadığı her hadis, hadis değildir.

İbni Ebî Hayseme'ye göre O,'hicrî 233 senesinde Medine'de vefat etti. Reshullah'ın değnekleri üzerinde gasledildi ve onun serîrî ile kab­ristana götürüldü. Onun cenazesinin huzurunda, “Bu, Resûlullah'dan ya­lanı uzaklaştıran kimsedir”, denildi. O, Bekî' kabristanına gömüldü. Öl­düğü zaman yaşı 77 idi.[229]

 

4- Muhammed b. İsmail el-Buhârî:

 

O, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. el-Muğîre el-Cu'fî, arapların mevlâsıdır.

el-Buhârî'nin dedelerinin İran mecûsîlerinden olduğu söylenir. Buhâri’nin dedelerinden, Buhara valisi Yemân el-Cu'fi’nin elinde ilk olarak İslâmı kabul eden el- Muğire idi. Bu sebepten Cu'fî’lere nisbet edildi.

O, hicrî 194 yılında Buhara'da doğdu. Babası da bir hadisci idi. Buhârî küçük çocuk iken babası öldü. Fakat oğluna büyük bir servet bı­raktı. Buhârî annesinin himayesinde büyüdü. On yaşına gelince hadis ezberlemeğe başladı. 16 yaşına geldiği zaman İbn-ül-Mübarek ve Vekî'in kitaplarını ezberlemişti. Bundan sonra ilim tahsili için hadiscilerin bu­lunduğu bütün şehirleri gezdi. Kendi memleketinin hadiscilerinin hadislerini işittikten sonra Belh'e gitti. Oranın muhaddîslerini dinledi. O, Merv, Nisabur, Reyy, Bağdâd, Basra, Küfe, Mekke, Medine, Mısır, Dımeşk, Kaysâriyye, Hıms ve Askalân'a gitti. Oradaki hafız hadiscilerden hadis tahsil etti. Mekkî b. İbrahim el-Belhî, Abdan b. Osman el-Mervezî, Abdullah b. Musa el-Kaysî, Ebû Âsim eş-Şeybânî, Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, Muhammed b. Yûsuf el- Feryâbî, el-Fadl b. Dükeyn, Ali b. el-Medînî, Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn, İsmail b. İdris el-Medenî, İbni Râhûye ve başkaları Buhârî'nin hadis aldığı kimselerdir.

Buhârî hazretleri hadis ilminde yeni ve kuvvetli bir adım attı. O, sahîh hadisle sahîh olmayan hadisi birbirinden ayırdı.

Buhârî'den önce meydana getirilmiş olan kitaplar, bu mevzuya tam alâka göstermiyorlardı. İlk zamanlarda muhaddis, hadisin râvîleri hak­kındaki araştırmayı ve o hadise güvenmenin derecesini, söyleyenlere ve işitenlere bırakarak, daha ziyade kendisine ulaşan hadisleri toplardı, hat­ta el-Muvatta' bile bu esasa göre yazılmıştır. Muhaddislerden pek çoğu bu bakımdan el-Muvattaı tenkid ederler.

Buhârî'den pek çok kimse hadis aldı. el-Firebrî [230] şöyle dedi:

Buhârî'nin kitabını 90 bin insan dinledi. Benden başka ondan rivayet eden kimse kalmadı. el-Buhârî şöyle anlatır:

el-Câmi es-Sâhîhi 600 bin kadar hadisten tahriç ettim. Her hadisi ancak gusül yapıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra yazdım. Ca'fer b. Muhammed el-Kattân'dan:

Muhammed b. İsmail'i işittim, şöyle diyordu: Bin şeyh (ustaz) dan hadis yazdım. Onlardan çoğunun is­nadını ezbere bilirim.

el-Buhârî'den, Ebû Zür'a, Ebû Hatim, İbni Ebî'd-Dünya, İbni Huzeyme, el-Fazl b. el-Abbâs er-Râzî Ebû Kureyş Muhammed b. Cum'a el-Kahistânî sadece sahihleri rivayet eden Muhammed b. Yusuf el-Firebrî ri­vayet etmişlerdir.

Allah Teâlâ, Buhârî'ye oldukça kuvvetli ve zengin bir hafıza ihsan etmiştir, bahusus hadisle alâkalı hususlarda.

Hadis rivâyetcileri, onun küçüklüğünden beri 70 bin hadisi senedleriyle birlikte ezberden bildiğini, söylemişlerdir. O, râvilerin doğumları, ölümleri ve memleketleri ile çok ilgileniyordu. Bazı kimseler onun bu esaslar dahilinde 200 bin hadisi ezbere bildiğini söylerler.

O, aynı zamanda hıfzına yardımcı olarak hadisleri yazardı. Onun “Basra'daki hadislerin hepsini yazdım” dediği kendinden rivayet edil­miştir. Onun hakkında şöyle rivayet edilir:

O geceleri defalarca uya­nır, kalkar, çakmağını çakar, lâmbasını yakar, sonra bazı hadisleri çı­karır, onlara bazı işaret ve harekeler koyar, sonra yatardı.

el-Buhârî, “et-Târîh li temyız-ir-Ricâl” adlı kitabını yazdı ve bu hu­susta şöyle dedi. Bu kitaptaki her ismin, benim yanımda bir kıssası vardır. Amir b. el-Mentîc'ten:

Ebû Bekr el-Medînî'yi işittim, şöyle diyordu:

Bir gün Nisabur'da İshâk b. Râheveyh'in yanında idik. Muhammed b. İsmail de mecliste hazır idi. İshâk bir hadis rivayet etti. Hadisin râvilerinden son râvîsi, Ata el-Keyharânî idi. İshâk:

“Ey Ebû Abdullah Keyhârân nedir” dedi. Buhârî, Yemen'de bir köydür, Muâviye b. Ebî Süfyan Resûlullah’ın ashabından bir adamı Yemen'e gönderdi. Bu Ata ondan iki hadis işitti, dedi.

Buhârî hasretleri, -rical hakkında çok ince bilgisi olmasına rağ­men- sözlerinde iffetli idi. Yalancılığı mâruf olan birisi hakkında, “fihi nazar, seketû anhü” derdi. Onun bir adam hakkında en ağır sözü “Munker-ul-hadis” tâbiridir. el-Hâkim'den:

Ebu't-Tayyib'i işittim, şöyle diyordu: İbni Huzeyme'den işittim, o şöyle dedi:

Bu kubbenin altında Resûlullah'ın hadisini Buhârî'den daha iyi bilen, onu daha fazla ezberlemiş olan bir kimse yok­tur. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den:

Babamdan şöyle dediğini işittim; Horasan, Muhammed b. İsmail gibi bir kimse daha yetiştirmedi.

Ya'kub b. İbrahim ed-Devrakî'den:

Muhammed b. İsmail bu ümme­tin fakîhidir.

Bağdadlılar Muhammed b. İsmail hakkında şu şiiri okurlardı:

Aralarında kaldığın müddetçe müslümanlar hayır içindedirler.

Kaybedildiğin zaman senden sonra artık hayır yoktur.

Muhammed b. İdris er-Râzî şöyle der:

Buhârî Irak'a girmiş olanların en âlimidir. Ebû Abdullah el-Hâfız b. el-Ahram'dan:

Babamdan işittim, o şöyle diyordu: Müslim b. el-Haccâc'ı Buhârî'nin yanında gördüm; O, küçük öğrenci soruşu ile Buhârî'ye sualler soruyordu. Süleyman b. Mücâhid'den:

Muhammed b. Selâm el-Bîkendî’nin ya­nında idim. Bana, biraz önce gelmiş olsaydın 70 bin hadisi ezberle­miş bir sabiy görecektin, dedi. Ben oradan çıktım, onun peşine gittim ve ona ulaştım, sordum: Sen 70 bin hadisi ezbere biliyormuşsun Öyle mi? dedim.

Evet daha fazlasını, dedi ve ilâve etti: Sahabe ve Tâbiîn'den sana söyliyeceğim her hadisin râvîlerinden çoğunun doğumunu, ölümünü ve memleketini de bilirim. İbrahim el-Havâs'dan:

Ebû Zür'a'yı Muhammed b. İsmail'in huzu­runda bir sabiy gibi oturmuş hadisin illetlerini sorarken gördüm.

el-Hâkim Ebû Abdullah şöyle dedi:

Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Varrak'ı işittim, şöyle diyordu:

Ebû Hâmid Ahmed b. Hamdûnu işit­tim o da şöyle diyordu.

Müslim b. el-Heccac'ın Buhârî'ye gelerek iki gö­zü arasından öptükten sonra, “Müsaade edin ey üstazların üstazi, muhaddislerin efendisi, hadis illetlerinin doktoru, ayağınızı da öpeyim” de­diğini işittim. İbni Adiyy'den:

Bazı şeyhlerden şöyle hikâye ettiklerini işittim: Bu­harı Bağdad'a geldi. Hadisçiler toplandı, yüz hadis seçtiler, bu hadisle­rin metin ve senedlerini birbirine karıştırdılar. Birinin metnini, diğerine, diğerinin senedini ona bağladılar. Mecliste Buhârî'ye okuyup sorması için on şahsa onar hadis verdiler, insanlar toplandı. Seçilenlerden bir tanesi ayağa kalktı, birer birer sıra ile o, on hadisi sordu. Buhârî:

Bilmiyorum dedi. Bu arada fukaha birbirlerine bakıyor, adam meseleyi anladı diyor­lardı, işin iç yüzünü bilmeyenler de Buhârî'nin aczine hükmediyorlardı. Sonra ikinci şahıs ayağa kalktı, on hadisi birer birer sordu. Ona da bil­miyorum dedi. Böylece on kişi yüz hadisi tamamladılar. Buhârî hepsi için:

Bilmiyorum diyordu. Onlar sözlerini tamamlayınca, Buhârî ilk sorana döndü, senin okuduğun hadis'in isnâd ve metni şöyledir, ikinciye üçüncü­ye nihayet onuncuya varıncaya kadar birer birer hadislerin doğrusunu söyledi. Orada bulunanların hepsi buna hayran oldular, onun zekâ ve hafızasına şehadet ettiler. Ebû Bekr el-Hatîb'den:

el-Fadi b. el-Abbâs er-Râzî es-Sâyığ'a Ebû Zür’â’nın mı, Buhârî'nin mi daha çok hadis bildiği soruldu. “Hilvan ile Bağdad arasında Buhârî ile karşılaştım, bir konak geri döndüm. Onun bilmediği bir hadis getirmeğe gayret ettim, bu bana mümkün olmadı.. Ben Ebû Zür'a'dan başındaki saçın sayısınca garîb hadis söyleyebili­rim.” dedi.

Ebû Hâmid el-A'gâ'dan:

Buhârî'yi Said b. Mervanm cenazesinde gördüm ez-Zühlî ona, esma, kunâ ve ilel'den soruyordu. Buhârî bunların cevabında ok gibi hızlı idi. Bu hâdise üzerinden bir ay geçmedi ez-Zühlî, “Buhârî'nin meclisinde bulunan bize gelmesin” dedi, takva ehli hariç hiç kimsenin kurtulamadığı hased âfeti ez-Zühlî'ye musallat oldu. Buhârî hakkında sadece o ileri geri konuştu. Buhârî dedi ki:

Süleyman (65) b. Harb'in yanma girdiğim zaman bana:

“Bize Şu'be'nin hatasını beyan et”, derdi. Mukammed b. Hâtim'den:

Buhârî'yi işittim şöyle diyordu: İsmail b Uvevs -ki, şeyhlerindendir- kitabından bir şey seçtiğim zaman o hadisleri kendisi için istinsah eder, “bu hadisleri Muhammed b. ismail benim hadislerimden seçti”, derdi.

Kuteybe b. Saîd'den:

Fakîhler, zâhidler ve âbidlerle beraber bu­lundum. Aklını erdi ereli Muhammed b. İsmail gibi birisini görmedim. Buhârî kendi devrindeki şahsiyeti ile sahabe arasında yaşasaydı bir âyet olurdu.

Kuteybe'ye serhoş'un talâkı soruldu. Tam o sırada Muhammed b. İsmail içeri girdi. Kuteybe Sâile, -Buhârî'ye işaret ederek-

“Bu Ahmetî b, Hanbel, İshâk b. Râheveyh ve Ali b. el-Medînî'dir. Allah onları sana gönderdi” dedi.

İbrahim b. Muhammed b. Selâm'dan:

Hadisçilerden Saîd b. Meryem” Haccac b. el-Minhal, İsmail Ibni Ebî Uveys, el- Humeydî, Nuaym b. Hammâd, Muhammed b. Yahya İbni Ömer el-Adenî, el-Hüseyin b. Ali el-Halevânî, Muhammed b. Meymun, İbrahim b. Münzir, Ebû Kureyb Muham­med b. el-Alâ, Ebû Saîd Abdullah İbni Saîd el- Eşec, İbrahim b. Musa ve benzerleri gibi bu sahada otorite sayılan kimseler, Muhammed b. İs­mail'in nazar (akıl) ve marifette kendilerinden üstün olduğuna hükme­derlerdi. Musa b. Kureyş'ten:

Abdullah et-Tenîsî (Tennîsî) -Buhârî'nin şeyhlerinden- Buhârî'ye şöyle dedi:

Ey Ebû Abdullah, kitaplarımı tet­kik et ve onlardaki noksanları bana haber ver. O da peki dedi.

Muhammed b. Selâm el-Bîkendî, Buhârî'ye “kitaplarımı tetkik et onlarda bir hata bulursan ona işaret et.” dedî. Arkadaşlarından bazısı ona “bu genç kimdir ?” dediler. Onlara:

“Bu benzeri bulunmayan bir kimsedir” dedi. Haşid b. İsmail'den:

İshâk b. Râheveyh'i minber üzerinde oturuyor gördüm. Buhârî de onunla idi. İshâk onun sözünü kabul etti.

Ebû Amr el-Hufâf şöyle derdi:

Abdullah b. Muhammed b. Saîd b. Ca'fer'den: Mısır ulemâsını işittim. Onlar Buhârî hakkında şöyle diyorlardı: Bilgi ve salâhta dünyada Muhammed b. İsmail gibi bir kimse yoktur. Ben de aynı şeyi diyorum.

en-Neseî, Buhârî'yi bizzat görüştüğü şeyhlerinden saydıktan sonra hakkında şöyle dedi:

O sika, me'mun, akıllı bir hadisçidir. “el-Câmi’ es-Sahîh” adlı kitabını te'lif etti. Onu toplayıp yazmak için 16 sene harca­dı. İslâmda ilk defa sahîh bir kitap yazan odur. Ondan sonra insanlar ona tâbi' olmuşlardır.

el-Ukeylî dedi ki:

Buhârî Sahihini te'lif edince onu İbnü'l-Medînî, Yahya b. Main, Ahmed b. Hanbel ve başkalarına arzetti. Onlar onu eleş­tirdiler, hepsi şöyle dedi:

4 hadis hariç kitabın sahihtir. el-Ukeylî şöyle ilâve etti:

O hususta söz Buhârî'nin sözüdür. O hadisler de sahihtir.

Ibni Hacer'in anlattığına göre Buhârî de 7397 hadis vardır. Bu adede mükerrerler dahildir, fakat muallakât, mütâbeât, mevkufât, maktuât dâ­hil değildir. Bu sayıya ta'lıkat ve mutâbeât’ı ilâve edersek 9082 hadise yükselir. Mükerrerler hazfedilip muttasıl senedli hadisleri esas alırsak 2762 hadis vardır.

Buhârî hazretleri Ramazan Bayramı günü 1 şevval 256 hicrîde vefat etmiştir (rahmetullahi aleyh).

Buhâri’nin eserleri:

1- el-Câmi-us-Sahîh

2- el-Edeb-ul-Müfred

3- Ref'u'l-Yedeyn fi's-Salât

4- el-Kırâetü half-el-İmam

5- Birr-ül-Vâlideyn

6- et-Târîh el-Kebir

7- et-Târih el-Evsat

8- et-Târih es-Sağîr

9- Kitab-uz-Zuafâ

10- el-Cam,’ ul-Kebir

11- et-Tefsir-ul-Kebir

12- Kitab-ul-Hibe

13- Kitab-ul-Eşribe

14- Esami-s-Sahabe

15- Kitab-ul-Mebsut

16- Kitab-ul-Ilel

17- Kitab-ul-Kuna

18- Kitab-ul-Fevaid. [231]

 

5- Müslim b. el-Haccâc Ebû'l-Hasan el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî:

 

Müslim, Hicrî 204 senesinde Nisâbûr'da doğdu. İlk tahsilini orada ikmâl ettikten sonra hadis tahsili için Hicaz, Mısır, Şâm ve Irak'a seya­hatler yaptı, devrinin en büyük üstazlarından hadis tahsil etti. O, Ahmed b. Hanbel ve İmâm-ı Şafiî'nin talebesi olan Harmele ve İshâk b. Râhûye'den hadis dinledi. İmâm-ı Buhârî de Müslim'in şeyhlerindendir.

Müslim Sahihini, bizzat kendisinin topladığı 300.000 kadar hadis ara­sından seçti. Onun Sahihinde 4000 kadar hadis vardır.

İmâm-ı Müslim'in Sahihinin diğer kitaplardan farkı, o Sahihini ki­taplara ayırmış, fakat kitapları bablara ayırmamıştır. Buhârî ise Sa­hihini ilk önce kitaplara ayırmış, her kitabı da bablara taksim etmiştir ve her bab için izahat vermiştir ki hadisciler bu izaha “terceme” tâbir ederler.

Müslim'in Sahihinin mühim olan hususiyetlerinden birisi de onun isnada, çok dikkat etmiş olmasıdır. Zira onun kitabında çok defa aynı hadisin biraz değişik metni için, birçok farklı isnâdlar verilmektedir. Yeni verilen isnâd metinde ile gösterilir ki, buna tahvil veya havale  “hâ” sı denir. Müslim bu hususta çok dikkatli hareket etmekle şöhret yapmıştır. Fakat yine de Buhârî'nin Sahîhi, Müslim'inkinden daha üs­tündür.

Müslim eserini 52 kitaba ayırmıştır. Onun Sahihinin başında hadis üimlerine dâir çok mühim bir Mukaddimesi vardır. Ayrıca Kitâb ul-Îman'ın başında Kelâm ilmine dair verdiği mücmel malûmat da çok mü­himdir.

Müslim (261/875) de Nisâbûr'da vefat etmiş ve Nisâbûr'un bir dış mahallesi olan Nasrâbâd'a gömülmüştür.

Müslim'in eserleri şunlardır:

1- Sahih-i Müslim (el-Câmi'-us-Sahîh)

2- el-Müsned el-Kebîr

3- el-Câmi' alâ'l-ebvâb

4- el-Esmâ ve’l-Künâ

5- el-Efrâd ve'l-Vuhdan

6- Tesmiyet Şuyûh-u Mâlik ve Süfyan ve Şu'be

7- Kitab el-Muhadramîn

8- Kitab evlâd es-Sahabe

9- Evham el-Muhaddisîn

10- et-Tabakat

11- Efrâd eş-Şâmiyyîn

12- et-Temyîz

13- el-İlel. [232]

 

Tenbîh:

 

Sahîh hadisler konusunda yazanların ilki Buhârî'dir. Bu hususta Ebû'l-Hüseyin Müslim b. el-Haccâc en-Nisâburî el-Kuşeyrî onu takib etti. Müslim, Buhârî'den almış olmasına ve ondan istifade etmesine rağmen şeyhlerinin çoğunda Buhârî'ye iştirak etmemiştir. Bu iki zatın kitabı, Kitabullah'dan sonra kitapların en sahihi kabul edilir. Bütün İslam âlim­lerine göre, bu iki kitapta yer alan bütün müsned ve muttasıl hadislerin râvileri sika, kendileri sahîhdir. Fakat bu iki kitabın dışında kalan Ebû Dâvud Secistânî, Ebû İsa et-Tirmîzî, Ebû Abdurrahman et-Tirmîzî, Ebû Bekr b. Huzeyme ve Ebû'l-Hasan ed-Dârekutni ve başkaları gibi, hadis imamlarının musannef ve müsnedlerindeki hadislere gelince, bu zevatın kat’î olarak sıhhatine işaret ettikleri hadisler sahîhdir. İbni Huzeyme'nin yaptığı gibi toplayıp yazdığı hadislerde sahîh olmak şartını esas almış olanlar hâriç, bir hadisin sahîh olması için bu kitaplarda mevcut olması kâfi değildir. Bilindiği gibi hadisde birinci tabakanın kitaplarından el-Mu-vatta' sadece sahih hadislere münhasır kalmadı. Esasen o mürselleri; munkati’leri, bazı zayıf hadisleri sahîh olanlara ilâve etti. Her ne kadar tertip bakımından Müslim'in kitabı daha güzel ise de, Buhârî'nin kitabı daha sahih ve daha mazbuttur.[233]

 

6- Muhammed b. İsâ et-Tirmîzî:

 

O, Muhammed b. İsâ b. Sûre b. Musa b. ed-Dahhâk es-Sülemî, Ebû İsa et-Tirmizî [234] ed-Darîr, bayrak imamlardan biridir.

et-Tirmizi hicri 200 senesinin Zilhicce ayında doğmuştur. (Diğer bir rivâyete göre 210 da doğduğu söylenir).

O, Bağdad'da oturuyordu, kendisi orada tahsil ve tedris etti. Bağdad'da Yahya b. Bükeyr el-Mısrî, Yusuf İbni Adiy, Kesîr b. Yahya ve baş­kalarından rivayet etti. İlim merkezlerini dolaştı, Horasan’lılardan, Irak’­lılardan ve Hicaz’lılardan rivayet etti.

Ondan Ebû Hâmid Ahmed b. Abdullah b. Dâvud el-Mervezî, Dâvud b. Nasr b. Süheyl el-Bezdevî ve başkaları rivayet ettiler.

 İbni Hibban Sikat’ında onu zikretti ve “O hadis toplayan, tasnif eden, ezberleyen ye müzakere edenlerden idi” dedi. el-Halilî'den:

Sika ve muttefakun aleyh bir hadisçidir. el-Hâkim Ebû Ahmed'den:

Ömer b. Muhammed'i işittim, şöyle diyordu: Muhammed b. İsmail el-Buhâri vefat etti. Geriye Horasan'da, ilim ve verâ'da Ebû İsâ gibi bir kimse bırakmadı. Ebû İsâ çok ağlardı, hatta bu yüzden gözlerini kaybetti.

Ebu’l-Fadl el-Beylemânî'den:

Nasr b. Muhammed eş-Sîrekûhi’yi işittim, şöyle diyordu:

Muhammed b. İsâ et-Tirmizî'yi işittim şöyle diyor­du: Muhammed b. İsmail bana dedi ki:

Senin benden faydalandığın ka­dar ben senden faydalanmadım. el-İdrîsî'den:

et-Tirmizî, hadis ilminde kendisine iktidâ olunan imam­lardan biri idi. O, el-Câmi' ut-Tavarih'i ve el-İlel’i mütkin ve âlim bir adama yaraşan bir tasnif ile tasnif etti. Onun hıfzdaki kudreti darbı mesel haline gelmiştir.

Onun, zikrettiklerimizden başka Kitab ez-Zühd, Kitab el-Esmâ ve’l-Kunâ adlı eserleri vardır. O, ömrünün sonunda âmâ olmuştur.

el-Mustağfirî Ebû'l-Abbasa göre O, hicrî 279 senesinin Receb ayında vefat etmiştir. (İbni Hallikân'a göre: 295)[235]

 

7- Ahmed b. el-Haill b. Harb:

 

O, Ahmed b. el-Halil b. Harb b. Abdullah b. Sivâr b. Sabık el- Küreşî, Ebû Abdullah el-Kûmesî'dir.

O, Abdullah Yezîd el-Makburî, el-Asmaî, Ali b. Hüseyin b. Şakik, Ebû'n-Nadr ve başkalarından rivayet etti.

Ondan, Muhammed b. el-Hasan, Ali b. el-Hasan b. el-Farac, Ebû Zekeriyya, Yahya b. Yahya el-Hâfız, Yahya b. Abdula'zam rivayet et­tiler.

Bu zatı Ebû Zür'a zayıf addetti. Ebû Hatim ona yalancılık isnad etti ve onun ahlâksız kimselerden rivayet ettiğini söyledi.

İbni Hacer Tehzîb'de, onun münker hadisi olduğunu söyler. ed-Dârekutnî onu zayıflar arasında zikretti. Halîlî'ye göre O, 310 senesinden önce öldü.[236]

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

 

Kadın Hadisçiler

 

Hadis-i şerifinin ifade ettiği mânanın mıstakını hadis sahasında açık­ça görmek mümkündür. İslâm dini ilim tahsilinde kadınla erkeği eşit müteâla etmiş, Resûlullah (s.a.):

“İlim tahsil etmek, erkek ve kadın her müslümanın üzerine bir farizadır”[237], buyurmuştur. İslâm dini her hususta kadınla erkeği birbirine eşit iki varlık olarak kabul etmez. Fakat bazı hususlarda kadın erkeğe eşit olarak kabul edilmiştir. İslâm, ilim tahsil etmek, bilmediklerini öğrenmek ve başkalarına öğretmek konusunda ka­dınla erkeği aym seviyede görmüştür, İslam nizamına göre bir kadının, -meselâ setir gibi- dinin emrettiği vecîbeleri yerine getirmek şartiyle ilim tahsil etmesi, bilmediklerini öğrenmesi, icabında başkalarına öğret­mesi üzerine dini bir vazifedir.

İlk müslümanlarda bu anlayış hâkim idi. Hadis ricalinin hal tercemelerine dair kitaplarda kadın râvîler ve kadın hadisçiler için ayrı bölüm­ler vardır. Bu bölümlerde hadisin nakli ve yaşı ile tesbitinde kadınların hizmetleri zikredilmiştir. Meselâ Hz. Âişe gibi hadis ilminin her bakım­dan en yüksek seviyesine varmış bulunan kadın hadisçileri herkes bilir. Biz burada kısa olarak, hadis ilimleri sahasında meşhur olmuş hanımlar­dan bazılarını zikredeceğiz.

Sahabi olarak tanınan kadın hadisçilerin başında Resûlullah Efendimizin hanımları gelir ki bunlara ilmin muhafızları nazariyle bakılırdı.

Hz. Hafsa, Ümm-ü-Habîbe, Meymûne, Ümm-ü-Seleme ve Hz. Âişe (Allah onlardan razı olsun) Hadis ilminin en meşhur kadınlarıdır. Bun­lar arasında Hz. Âişe sadece Müksîrûndan olmakla kalmaz, aynı zaman­da tefsir ve fıkıhda büyük bir âlimedir. Hattâ, İmâm-ı Şafiî gibi bazı ilimlere göre dinin dörtte biri Hz. Âişe'den menkûldür.

Tabiîn devrinde İbni Sîrîn'in kızı Hafsa[238] Ümmüd-Derdâ (öl: 81), Abdurrahmânın kızı Amra üstün kadın hadisçilerden bazılarıdırlar. Iyâs b. Muâviye, Ümmüd-Derdâ'nın İbni Sîrîn ve Hasen-i Basrî gibi za­manının meşhur hadîsçilerinden üstün olduğunu, onun hadiste “hakim” derecesine vardığını söylemiştir. [239]

Amra, Hz. Âişe'den rivayet edilen hadisleri bilenler arasında otori­te kabul ediliyordu. Ömer b. Abdülazîz Medine valisi Ebû Bekr b. Hazm'a hadislerin yazılmasiyle ilgili olarak gönderdiği mektupta, Amra'nın bil­diği hadislerin hepsini yazmasını emretmişti. İbni Hazm, Amra'nın ta­lebesi idi. [240]

Âbide el-Medeniyye, Abde binti Bişr, Ümm-ü Ömer es-Sekafiyye, Alî b. Abdullah b. Abbâs'ıri büyük kızı Zeyneb, Nefise binti Hasen b. Zi-yâd, Hatîce Ümm-ü Muhammed, Abde binti Abdurrahmân adlarındaki kadınlar da tabiîn devrinin büyük hadis çilerinden sayılırlar. Bunların ço­ğu o devrin müderrislerincV^ndi. Bunlardan Âbide, Muhammed b. Yezîd'in cariyesi idi. Medine'de çok hadis öğrenmişti. Sonra onu efendisi, hac maksadiyle İspanya'dan Mekke'ye gelmiş olan büyük hadisçi Habîb Dehhün'a verdi. Habîb Dehhûn, Âbide ile evlendi ve onu Endülüs'e götürdü. Âbide'nin onbin hadis rivayet ettiği söylenir. [241]

Daha sonraki asırlarda “Sûfî” diye tanınan Fâtıma binti Abdurrah­mân (312), Sünen sahibi Ebû Davud'un kızı Fâtıma, meşhur hukukçu el-Muhâmilî'nin kızı Emet-ül-Vahîd (377), Ebû Bekr Ahmed'in kızı Ümm-ül-Feth Emet-üs-Selâm (390), Cum'a binti Ahmed gibi büyük ka­dınlar yetişmiş birçok erkek talebelere hadis okutmuş ve icazet vermiş­lerdir. [242]

Mutasavvıf Hasen b. ed-Dekkâk'ın kızı ve Ebû'l Kasım el-Kuşeyrî'nin hanımı olan Fâtıma şöhretli bir hadisçi idi. (463) de vefat eden Kerîmet-ül-Merveziyye binti Ahmed devrinde Buhârî'yi en iyi bilen hadis­çi olarak şöhret yapmıştır. Büyük hadisçi Heratlı Ebû Zerr kendi tale­belerine bu kadından hadis okumalarını tavsiye etmiştir.[243] Buharı üzerinde çalıştıkları bilinen kadınlardan bazıları şunlardır: Fâtıma binti Muhammed (539), Şuhde binti Ahmed b. el-Ferac (574), Sitt-ül-Vüzerâ binti Ömer (716), Ümm-ül-Hayr Emet-ül-Hâlik (811) ve Âişe binti Abdülhâdî.

Bunların hepsi devirlerinde büyük hadisçi olarak tanınmışlardır.

Diğer kitaplarla meşgul olan kadın hadisçiler de vardır. Ümm-ül-Hayr Fâtıma binti Alî (532) Müslim üzerinde dersler vermiştir. Fâtıma el-Cevzdâniyye Tabarânî'nin üç mu'cemini okuttu. Harrânlı Zeyneb (688) Ahmed b. Hanbel'in Müsnedini okuttu. Cüveyriye binti Ömer (783) ve Zeyneb binti Ahmed b. Ömer (722) ed-Dârimî'nin ve Abd. b. Humeyd'in hadis mecmualarını okuttular. Zeyneb binti Ahmed (740), Ebû Hanîfe'nin Müsnedi, Tirmizî'nin Şemaili, et-Tahâvî'nin Şerh Meânî'l-âsârı üze­rinde dersler verdi. Meşhur İbni Asâkir, Abdurrahmân kızı Zeyneb'den Malik'in Muvattaı için icazet almıştır. Celâleddîn es-Suyûtî, İmâm-ı Şâfiî'nin Risâle'sini Muhammed kızı Hacer’le beraber okudu.

Kadın hadisçilerin miktarı tam olarak bilinmemekle beraber Şezerât-üz-Zeheb ve ed-Dürer el-Kâmine'de pek çok isim zikredilmiştir. İbni Hacer el-Askalânî, “ed-Dürer el-Kâmine”de sekizinci asırda yetişmiş 170 kadar kadın hadisçi zikreder ve onların kısa hal tercemelerini verir.

Muhammed b. Abdurrahmân es-Sehâvî (830) dokuzuncu asırda yetişen kadın hadisçileri, “ed-Dav'-ul-Lâmi'” adlı eserinde zikreder. Abdül­azîz b. Ömer b. Fehd (871/1466). “Mu’cem eş-Şuyûh” adlı terâcim kita­bında kendisinden okumuş olan 130 kadar kadın hadisçi zikreder. Fahreddin Muhammed'in kızı Ümm-ü Hâni Meryem (778), Ebû'l-Hasen'in kızı Bâî Hâtûn (864), İbrahim kızı Âişe ibnet eş-Şerâihi (760), Mekke’li Ümm-ül-Hayr Sâide o devrin büyük hadisçileri arasındadırlar.

Hicri ommc-'i asırdan itibaren kadın hadisçilerde önemli azalma ve

.alâkasızlık göze çarpar.

Hicrî X, XI. ve XII. asırlara âid hal tercemelerini ihtiva eden Ayderusî'nin “en-Nur es-Sefîr”i, el-Muhibbî'nin “Hulâsat-ül-ahbâr”ı, Muham­med b, Abdullah en-Necdî'nin “es-Sahîh el-Vâbile”si ancak 15 kadar kadın hadisçinin ismini zikretmişlerdir. Bununla beraber bu asırlarda da mümtaz kadın hadisçiler vardır.

Kemâleddin Musa'nın kızı Esma (904), Muharamed b. Ahmed'in kızı Aişe (906), Halepli Yusuf'un kızı Fâtima (925/1519) ve Ümm-ül-Hayr (938/1531) son asırların meşhur kadın hadisçilerindendir. Bu konuda Türkçe olarak daha geniş malûmat için Prof. Dr. Muhammed Zübeyr Sıddîkî'nin Yusuf Ziya Kavakçı tarafından Türkçe’ye çevrilen “Hadîs Edebiyatı Tarihi” adlı eserine bkn. S: 130-138.[244]

 

ALTINCI BÖLÜM

 

EL-CERH VE'T-TA'DÎL

 

el-Cerh, lügatte bir silâhla veya bıçak ve kılıç gibi kesici her şeyle vücutta yara ve te'sir yapmak manasınadır.

Bu kelime “Feteha” gibi üçüncü babtandır.

“el-Cürh” isimdir. “Cereha” “Cerreha” gibidir, yani ikisi de aynı mâ­nada kullanılır.

Bu kelime bazan ırz ve namusu yaralamak mânasına kullanıldığı gi­bi, arkadan ve yüze karşı sövmek küfretmek ve benzeri tarzda kötüle­mek mânasına da kullanılır.

Istılah mânası, râvînin ayıplanmasını gerektiren taraflarını ve kötülenmesini icabettiren evsafını zikretmektir.

İbni Hacer, Mukaddimet-ül-Feth (1) de şöyle der:

Açık bir kâdih bulunmadıkça hiç bir kimse hakkında ta'n kabul edilmez. Çünkü Cerh'in sebebleri çeşitlidir. Bu sebepler beş şey etrafında dolaşır: Bid'at, Muha­lefet, galat, cehâlet-ül-hâl, râvînin tedlis yaptığı veya irsalde bulunduğu iddia edilmekle senedde inkıta' iddiası.

1- Bid'atla mevsûf bulunan kimse, ya o bid'at yüzünden tekfir olunan veya tefsik olunanlardandır. Kişinin küfrüne hükmedilmesine sebeb olan bid'atın, Râfizîlerin ğulâtından bazılarının ulûhiyyetin Hz. Ali­ye hulul ettiğini iddia etmeleri yahut kıyametten önce dünyaya avdet etmeğe inanmak ve benzeri gibi -bütün imamların kabul ve tasdik et­tikleri kaideler mucibinde- küfrü gerektirmesi lâzımdır.

Fisk-u fücuruna hükmolunan kimsenin işlediği bid'atler, bundan ön­ceki kadar aşırı gitmeyen Havâriç ve Râfizîlerin bid'atlarıdır. Bunların dışında kalan, zahirde bir te'vile dayanan, fakat aslında sünnet esasları­na muhalif olan hareketleri yapan kimselerin rivayetlerinin kabul edilip

(1) Hüdâ's-Sârî Ü feth-ü-bfirî.

edilmiyeceği hususunda ehl-i sünnet ulemâsı ihtilâf etmiştir. Bu mesele­de hülâsa olarak üç görüş vardır.

a) Onlar, yalandan kaçmıyorlarsa, insanlığa ve ahlâka aykırı şey­lerden uzak durdukları herkesçe biliniyorsa, kendine göre mütedeyyin ve âbid ise böyle olan kimselerin rivayetleri kabul olunur.

b) Mutlak olarak kabul edilmez.

c) Bid'atcı kimse hakkında araştırma yapılır; eğer işlemekte ol­duğu bid'ate herkesi dâvet eder durumda ise onun hadisi kabul edilmez. Takat bid'ate davet etmeksizin bid'atle iştigâl eden kimsenin hadisi ka­bul edilir.

2- Muhalefet. Bundan şâz ve münker hadisler meydana gelir. Me­selâ, zabıt ve sadûk bir kimsenin rivayet ettiği hadisi, kendisinden daha üstün yahut aded itibarile daha çok kimseler aynı hadisi, iki metin arasın­da uyuşma mümkün olmıyacak şekilde birbirlerine muhalif olarak rivayet ederlerse böyle olan hadislere “Şâz” denir. Bazan iki hadis arasındaki ay­rılık artar ve hıfz zayıf olabilir. Bu şekildeki hadise “Münker hadis” denir.

3- Galat'a gelince o bazan râvîde çok olur, bazan az. Râvînin çok galatla vasfolunması halinde onun rivayetine bakılır, eğer onun yanın­da veya onun gibi olan birisinin yanında galatla mevsûf olan bu rivayet­ten başka bir mervî bulunursa, mutemed olanın bu yolun hususiyeti ol­mayıp hadisin aslı olduğu anlaşılır. Eğer ancak onun yolunda galat bu­lunursa işte bu, böyle bir tarîkten gelmiş olan hadisin sıhhatına hüküm temekten vazgeçmeyi gerektiren bir Kâdih'dir.

“Seyyi-ül-hıfz” “lehü evham” “lehümenâkir” ve diğer ibarelerde ifa­de edildiği gibi râvî az galatla mevsûf olduğu takdirde hüküm yine bun­dan önceki gibidir. Ancak Buhârî'nin mütâbeât'ında az galatla mevsûf olanlardan rivayet, çok galatla mevsûf olanlardan daha fazladır.

4- Cehâlet-ül-Hâl’e gelince, bu vasıf, hâli belli oluncaya kadar hadisin kabulüne mâni'dir. Bu hâl ortadan kalkınca durum eğer kabulü icabettirirse o hadis kabul olunur. Eğer bunda, bazı kimseler müsbet, bazıları da menfî düşünürse, müsbet olan, -müsbet ilmin menfîden fazla olması sebebiyle- menfî olana tercih edilir.

5- Senette ınkita' meselesi. Senette inkıta’ olursa o zaman hadis, ınkitâ'ın durumuna göre ele alınır, (bk. bu eser, Senetteki ittisal ve ınkıta’ bahsi).[245]

 

El-Cerh:

 

Cerhe gelince, ilimle ilgili bir menfaat, (maslahat) cerhi gerektirdi­ği takdirde o, bazı hallerde caiz olan gıybet kabilinden bir şey olur.

en-Nevevî Riyâz-us-Sâlihîn'de, Gazâlî îhyâ-ül-Ulüm'de ve daha baş­kaları nasihatle ilgili kitaplarında; başka türlü ulaşmak mümkün olma­yan şer'î bir maksat için, diri veya ölü bir kimseyi gıybet etmenin mubah, olduğunu zikrederler ki, bu haller de altı tanedir:

1- Tazallüm. Mütezallimin, hâkime veya hakkını ahverecek kud­retli bir kimseye, falanca bana zulmetti demesi caizdir.

2- Münker olan bir şeyi tağyir ve âsîyi defetmek hususunda yar­dım talebi. Bir şahıs bu hallerin giderilmesini kendisinden istediği kim­seye, falanca adam şöyle şöyle yapıyor, onu men ediniz, der.

3- İstiftâ, Müftüye, babam bana şu şekilde zulmediyor, bundan kurtulmanın yolu nedir? Der.

4- Mü'minleri kötülükten men ile onlara nasihat etmek. Bir in­sanla musaheret yani evlenmek, ortaklık, emanet bırakmak gibi bir ii yapmakta ve diğer hususlarda müşavere etmek bu kısma dâhildir. Kezalik kadı'nın yanında şahitleri cerh etmek gibi hadis râvîlerini cerh et­mek de bu kısma dâhildir. Bunlar icmâ ile caizdir, fakat bazı hallerde vacip olur.

Meselâ bir fakîh'in, bid'atçı veya fâsık bir kimseye gittiğini ve on­dan ilim aldığını gören ve neticede fakîh'in zarar görmesinden korkan şahsın, fakîhe o kimselerin halini beyan ederek nasihat etmesi, -bunu sadece nasihat için yapması, haset ve intikamdan uzak olması şartı ile- caizdir.

5- Bir kimsenin fısk ve bid'atini ilân etmesi. Böyle olan bir kim­senin ilân ettiği hususları açıklamak caizdir. Diğer ayıpları caiz değil­dir.

6- A'meş, A'reç, Esamm, A'ver, Ahvel ve benzeri gibi bir kusura delâlet eden bir vasıfla maruf olan kimseyi bu şekilde anlatmak da nor­maldir.

Bu altıya ilâve edilecek daha başka şeyler vardır. Geniş kitaplarda zikredilmiştir. Merak edenler bu konuda göstereceğimiz ana eserlere mü­racaatla bilgilerini arttırabilirler.[246]

 

Tenbih:

 

Malûm ola ki, “cerh” in zor bir iş olması, onda insan hakkı ile bir­likte Allah hakkının da bulunması, Uhrevî zarardan başka icabında dün­yevî zararlara da sebebiyet vermesi, insanlar arasında nefret ve kinin dogmasına vesile olması sebebiyle cerh ancak şer'î zaruretler için caiz kı­lınmıştır.

İlim adamları, îcâbetmeyen hususlarda cerh yapmak, sika olan kim­seler hakkında sadece cerhi zikretmekle iktifa etmek gibi şeylerin caiz olmadığına hükmettiler ve Şer'î bir zaruret olmadıkça hadis rivayeti ile ilgisi olmayan başka sahalarla uğraşan bir âlimi cerhetmeyi men' et­tiler.

Buna bağlı olarak Zehebî, Mizan-ül-îtidal adlı eserinde şöyle der: Müteahhirîn'den bu mevzuda konuşanların sözlerini, -zayıf olduğu ta­mamen belli olup durumu bilinenler hariç- bu kitapta zikretmedim. Zi­ra bizim devrimizde esas olan râvîler değildir. Bizim dayanacağımız kim­seler adalet ve doğrulukları bilinen ve isimleri kat'î olarak tesbît edilen eski hadisçilerdir.

Sonra esas olan râvîyi korumak ve onun ayıplarını değmemektir. Mutekaddimîn ile müteahhirîn arasını ayıran hadd-i fasıl 300 yılının ba­şıdır. Bu sebeble Suyûtî şöyle demiştir:

Cerh ancak hadisin kitaplardan değil, ulemânın sudurundan alındığı ilk asırda caiz kılınmıştır. Binaen­aleyh eskilerden bize intikal eden âsârı korumak, haber ve hadislerden makbul ve merdûd olanları bilmek için ta'dil ve tecrîh'e ihtiyaç hâsıl olmuştur. Şimdi ise dayanak noktası Kütüb'ü müdevvenedir.[247]

 

Ta'dil Ve Tecrîh'in Kabulü:

 

Ta'dil ve tercih yapan kimsede, ilim, takva, vera’, doğruluk, taassubtan kaçınma, cerh ve tezkiye sebeblerini bilme gibi evsafın bulunması şarttır. Bu şartları hâiz olmayan kimsenin ne tezkiyesi ne de cerhi ka­bul olunur.

es-Sübkîden:

Cerh ve tezkiye esbabını bilmeyen kimsenin cerh ve tezkiyesi, mutlak olsun veya mukayyed olsun kabul olunmaz. Cerh ve tezkiye ancak müteyakkız ve âdil kişilerden kabul olunur. İbni Hacer'den:

Rivayet ettiği şeyler hakkında muhaddisin verâ' sahibi olması, rivayet ettiği şeylerin izahında kendine yardımcı olmaları için marifet ve verâ' ehline sorması üzerine bir vazifedir. Haberleri nakle­denleri tezkiye ve cerh eden arif bir kimsenin vâkıf bir tenkitçi olabilme­si için mutlaka bu durumları inceden inceye araştırması, muttekî, kuv­vetli, diri, insaflı, maharetli olması, âlimlerle görüşmesi, fazlaca müza­kerede bulunması, geceleri az uyuması, uyanık ve iyi anlayışlı olması garttır. Aksi halde onun cerh ve ta'dil yapması doğru olmaz.

Müsellem-üs-sübût şerhi olan “Fevatih-ur-rahamut” da şöyle de­nilmektedir: Müzekkî'nin mutlaka adaletli cerh ve ta'dil sebeblerini bilen insaflı ve her şeye ibret gözü ile bakan bir kimse olması, müteassıb ve kendini beğenmiş bir kimse olmaması lâzımdır. Çünkü mutaassıbın sözü­ne itibar yoktur.[248]

 

Cerh Ve Ta'dil'den Kabul Olunanlar Ye Olunmayanlar:

 

Cerh ve ta'dilden her biri bazan mübhem yani beyan edilmemiş, bazan da açıklanmış olur. Mübhem olan cerh ve ta'dil, sebebi izah edilme­yendir. Açıklanmış olan da, cârih ve muaddilin, cerh ve ta'dil sebeblerini zikretmesidir. Âlimler, geçen bahislerde izahı yapılan şartlara bağlı ola­rak sebebleri açıklanmış olan cerh ve ta'dili kabul hususunda ittifak et­tikten sonra mübhem olan cerh ve ta'dilin kobulü hususunda ihtilaf et­mişlerdir. Bu husustaki görüşleri 4 esasta toplamak mümkündür.

Birincisi: Sebebi zikredilmeyen Ta'dil kabul olunur. Çünkü ta'dil se­bebleri pek çoktur, hepsini zikretmek zorluk verir. Zira muaddilin “âdil­dir” dediği adam hakkında, “şunları yapardı, şunları yapmazdı” gibi şeyler zikretmesi icabeder ki, bu hakikaten güç bir iştir.

Cerh'e gelince, ancak esbabı izah edilmiş olan cerh kabul olunur. Çünkü cerh bir hareketle vukua gelir, bu yüzden zikri zor değildir. Ve insanlar cerh sebeblerinde birbirlerinden farklı düşünürler. Bir kimse, kötü olarak inandığı bir şey sebebi ile bir kimse hakkında mec­ruh hükmü verir, halbuki o, hadis ehlinin yanında ve hakikatte cerh sebebi olmayabilir. Bu sebeblerle cerh sebebinin mutlaka beyan edilmesi lâzımdır. Bunun misalleri pek çoktur. El-Hatîb el-Bağdadî, el-Kifaye'de [249] şöyle anlatır: Şu'beye, “falancanın hadisini neye terkettin” denil­di. “Onu katır üzerine binmiş koştururken gördüm de ondan” dedi. Bi-

Bilindiği gibi bu terki gerektiren bir cerh değildir. Yine Şu'be, el-Minhâl b. Arar el-Esedi'ye geldi. Onun evinden tanbur sesi veya şarkı gibi bir şey­ler işitti, bu yüzden onu terketti. Yine ona, Zâzân’dan [250] neden riva­yet etmediği soruldu. Çok konuşurdu da ondan, dedi.

Cerir, Sımak b. Harb'i ayakta bevl ederken gördü. Onu terketti. Amellerin îmandan bir cüz olduğunu söyleyenler, Kûfelilerden bunu inkâr edenlere “İrcâ” damgası vuruyorlar, yani mürciecilik nisbet ediyorlar ve onlardan rivayeti terk ediyorlardı. Ve onların şahadetlerini de kabul etmiyorlardı, Onlardan pek çoğu ise Ebû Hanîfe ve diğer Kûfeli arka­daşlarına Ashab-ı Re'y (akılcılar) diyorlar, onların rivayetlerine itibar etmiyorlardı. Halbuki bu ve benzeri hareketler başkaları nazarında onunla amel etmek şöyle dursun, bâtıl sayılan şeylerdir. Bu konuda bu çeşit misalleri çoğaltmak mümkündür.

Hülâsa cerhin sebebleri çoktur. Bu sebeblerin çoğunda ihtilâf edil­miştir. Ravi ve mervî'deki zaaf sebeblerini beyan etmediği takdirde, Cârih'in sözlerine itibar edilmez. Bahusus cârih inatçı veya müteassıblardan olduğu takdirde.

İkincisi: Birinci görüşün aksidir. Yani adalet esbabını beyan lâzım­dır, lâkin cerh esbabını beyan etmek lâzım değildir. Çünkü adalet esba­bında yapmacık hareketler çok olur, cerh'de ise bunlar yoktur.

Üçüncüsü: Hem cerh, hem de adalet esbabını ikisini de açıklamak lâzım gelir.

Dördüncüsü: Eğer cârih ve muaddil, cerh ve ta'dil esbabını bihakkın bir kimse ise esbabı beyan lâzım değildir. Bu durumda cârih ve muaddile itibar edilir.

Ibni Salâh, Mukaddime'sinde birinci görüşü esas kabul etti ve şöyle dedi:

“e1-Hatib el-Hâfız, Buhârî ve Müslim gibi hadis otoritesi ve ten­kitçilerinden olan imamların görüşü de budur. Bunun için Buhârî İkrime Mevlâ İbni Abbas, İsmail b. Ebî Uveys, Âsim b. Ali, Amr b. Mesruk ve diğerleri gibi, başkaları tarafından haklarında cerh sebkat etmiş olan bir cemaatle ihticac etti.”

Müslim de, Suveyd b. Saîd ve haklarında cerh yapıldığı meşhur olan bir cemaatle ihticac etti. Ebû Dâvud es-Secistanî de böyle yaptı. Bunlar delalet eder ki, onlar ancak esbabı beyan edilen Cerh'in mu'teber oldu­ğuna inandılar.[251]

 

Fâîde:

 

İbni Salâh, Mukaddime'sinde şöyle der:

Mutlak olarak, mübhem cerhin kabul edilmemesi hususu doğrulandıktan sonra, bir kimse şöyle diyebilir: insanlar, râvîlerin cerh ve hadislerinin red edilmesinde, ancak cerh ve ta'dil mevzuunda hadis imamlarının yazdıklarına ve kitaplara dayanıyorlar. Bu zatlar eserlerinde cerh ve ta'dil sebeblerini beyana pek az temas ediyorlar, onlar daha çok, “falanca zayıf, falanca bir değer de­ğildir,” “bu zayıf bir hadistir,” “bu hadis gayrı sabittir” ve benzeri ifa­delerle yetiniyorlar. Bu durumda esbabın izahını şart koşmak bunları ta'dil etmeğe ve pek çok hallerde cerh kapısını kapatmağa yol açar.

Cevabında şöyle der:

Biz, cerhi isbat etmek ve onunla hüküm ver­mek hususunda o yazılanlara dayanmasak bile, hakkında o türlü şeyler söylenmiş kimselerin hadislerini kabulden geri durmamız hususunda on­lara itimad ederiz. Çünkü bunlar, onlar hakkında tavakkufu icabettiren kuvvetli şüphelerdir. Yine bunların içinden, meselâ Buhârî ve Müslimin ve onların seviyesinde olan diğer hadisçilerin itimad ettikleri kimseler gibi şüpheden uzak olanların hadislerini kabul ederiz.[252]

 

Cerhi Ta'dile Takdim Etmek Meselesi Ve Bunların Her Biri İle Meşgul Olanların Sayısı:

 

El-Irakî ve başkalarının zikrettiklerine göre, hadis âlimleri, şehâdet ve rivayet babında, bir tek kimsenin ta'dil ve cerhi ile iktifa etmek hususunda ihtilâf etmişler ve ortaya üç görüş çıkmıştır:

1- Tezkiye hususunda ancak, şehâdet ve rivayette makbul iki kişinin sözü kabul olunur. Bu görüşü el-Bâkıllânî Medine fakihlerinin çoğundan ve başkalarından nakletmiştir.

2- Şehâdet ve rivayette bir kimsenin sözü ile iktifa etmek.

3- Şehâdette değil ancak rivayette bir kimsenin sözü ile iktifa edilir. Bu görüşü, el-İmam Fahreddin ve el-Âmidî tercih etmişler, el-Âmidî bunu pek çok kimseden nakletmiştir.

el-Hatîb ve başkaları, “Cerhde bir kimse ile iktifa olunur, çünkü haberi kabulde aded şart değildir, şehâdet ise bunun hilafıdır, yâni ora­da aded mühimdir.” şeklindeki görüşü seçtiler.[253]

 

Tenbih:

 

el-Irâkî, Elfiyye'sînin şerhinde: “Erkek olsun, kadın olsun, hür ol­sun, köle olsun adalet vasfını hâiz bulunan her kişinin bir râvî hakkında tezkiyesi ve cerhi kabul olunur.” demiştir.[254]

 

Mesele:

 

Cerh ve ta'dil bir tek râvîde tearuz etse, bazı hadisçîler onu cerh bazıları da ta'dil etmiş olsalar; İbni Salâh, er-Râzî, el-Âmidî ve usuculardan bazıları, “muaddiller daha çok olsa dahi mutlak olarak cerh mukaddemdir.” görüşünü doğruladılar. el-Hatîb de bu görüşü Cumhur-u-ülemânın görüşü olarak nakletti. Çünkü cârih'in yanında, muaddil'in; muttali' olmadığı fazla bilgi vardır, yine cârih, herkesçe gizli olmayan, hususlarla ilgin olarak verdiği haberde muaddili tasdik eder, ancak o, muaddile gizli kalmış olan kapalı bir şeyi haber vermektedir.

el-Hâtib, el-Kifaye'de şöyle nakleder:

Eğer muadillerin adedi daha çok ise ta'dil takdim olunur. Çünkü muaddıllerin çokluğu kendi durumlarını takviye eder, buna mukabil cârıhlerin azlığı ise yine kendi durumlarını zayıflatır. Sonra el-Hatîb şöyle dedi:

Bu, mütevehhim kimselerden meydana gelmiş bir hatadır. Çünkü muaddiller -her ne kadar adedleri çok ise de-hiç bir vakit cârihlerin bildirdiklerinin gayrı şeylerin mevcut olduğu­nu haber vermiyorlar. Eğer onlar bunu haber verselerdi bu sefer onların bu haberleri menfiliğe dayanan bâtıl bir hareket olurdu.

el"Iraki Elfiyye şerhinde, Suyutî Tedrıbde tafsilen şöyle dediler:

Eğer cerh ve ta'dil taâruz ederse onlardan birisi ancak kuvvetli bir müraccih ile tercih olunur. Bunu İbni Hâcib de nakletmiştir. Suyûtî ise esahh olan, tefsir edilmiş olmak şartı ile şüphesiz cerhin takdim omasıdır, muadillerin adedi fazla olsa bile, der.

Fatihler ve usulcular katında esahh olan bu görüştür.

Ebû Amr b, es-Salâh, el-Hatîb'den naklen şöyle der:

Âlim bir kim­se “Adını tam olarak söylemesem dahi kendisinden rivayet ettiğim her şahıs sikadır.” dese, sonra ismini açıkça söylemediği kimselerden rivâyete edersa o kimsenin kendisi için bir tezkiye olur, fakat biz onun tezkiyesi ile amel etmeyiz. Sahîh olan, adını söylemediği kimse hakkındaki bu ta'dil, bu konuda kendisi ile iktifa edilecek bir gerekçe değildir. Çün­kü o kimse, her ne kadar o âlimin nazarında sika ise de, adım zikrettiği takdirde başkalarının yanında bir kusurla mecruh olması muhtemeldir. Diğer bir görüşe göre; tıpkı ismini tayin ettiği zamanda olduğu gi­bi mutlak olarak onun tezkiyesi ile iktifa olunur denildi. Çünkü o âlim kişi tayin ve ademi tayinde emîn bir kimsedir. Sonra eğer böyle söyle­yen âlim, Mâlik ve Şafiî gibi bir müctehid ise onun mezhebinde, ona muafık düşünenler için de kifayet eder. Fakat diğer mezhepler için delil olmaz. İmam-ül-Haremeyn bu görüşü ihtiyar etmiştir.

Sonra, âdil bir kimsenin, ismini tam olarak verdiği bir kimseden rivayet etmesi, muhaddisler ve başkalarından çoklarına göre, o kimse hakkında ta'dil sayılmaz. Âdil bir kimsenin gayrı âdil birisinden rivayet etmesinin caiz olması sebebi ile sahîh olan budur.[255] Âdil'in ondan rivâyeti onun tezkiyesini tazammun etmez. Hadiscilerden bazıları bu gö­rüşe muhalefet etmişlerdir. Şafiî'nin ashabından bazısı da bunu, onun hakkında ta'dil sayarlar. Onlarca bu ta'dili tazammun eder.

İbni Salâh dedi ki, biz de şöyle deriz: Bir âlimin bir hadise göre amel etmesi veya fetva vermesi, o hadisin sahîh olduğu hususunda bir hüküm sayılmaz. Kezalik bir hadise muhalefet etmesi de o hadis'in sıhhati ve rivayeti hakkında bir kâdıh sayılmaz.[256]

 

Cerh Ve Ta'dil Lâfızları, Bunların Mertebe Ve Dereceleri:

 

ez-Zehebî, Mîsân-ül-İtidal’in dibacesinde şöyle der:

Hakkında “Mahallühü es-Sıdku” “Lâ be’se bihi”, “Sâlih-ul-hadisih”,”Yüktebü hadisühu”, “Hüve şeyhum” gibi elfaz söylenmiş olan kimselere girişmiyeceğim. Çünkü bunlar ve benzerleri mutlak bir zaafın yokluğuna delâlet eder.

Makbul râvîler hakkındaki en yüksek ibareler şunlar:

Ve benzeri ibarelerdir.

Cerh ibarelerinin en çirkini şunlar;

Ve benzeri ibarelerdir ki, vaz'ı itibarı ile râvînin asien tardına yahut zaafına yahut hakkında tevakkuf edilmeğe yahut kendisinde bulunan bir yumuşaklıkla beraber onunla ihticac etmenin cevazına delâlet eder. es-Sahâvî, Elfiyye şerhi'nde, es-Sindî Nuhbe şerhi'nde, bu mevzu' ile ilgili güzel bir izahat zikrettiler. Cerh ve tezkiye lâfızlarından her birisini altı mertebeye ayırdılar ve bu mertebeleri hoşa gidecek şekilde izah ettiler. Bu mertebeler altı tanedir, ilk önce ta'dili sonra cerh mertebelerini, en â’lasından başlıyarak zikredelim:

Ta'dil mertebeleri:

Birincisi:

Gibi mübalağaya delâlet eden yahut en üstünlük sîgası ile ifade edilen ve benzeri vasıflardır:

İkincisi:

Sözü gibi kuvvet bakımından birinciyi takîb eden vasıflardır.

Üçüncüsü: Hadisçilerin, gibi tevsik'e delâlet eden sıfatlardan bir sıfat ile te'kit edilmiş olan ifa­deleridir. Bu mertebede çok görülen Ibni Uyeyne'nin sözüdür ki, dokuz defaya kadar tekrar ettiği olmuştur.

İbni Sa'd'ın Şu'be hakkındaki sözü üçüncü mertebedendir.

Dördüncüsü:

Gibi tevsîke delâlet eden bir sîga ile infirad eden ifadelerdir. el-Hucce, Sika'dan daha kuvvetlidir.

Beşincisi:

Gibi ifadelerdir. İbni Main hariç diğer hadisçilere göre “Sadûk, Me'mûn, min hiyar-il halk” ifadeleri bu mertebedendir.

Altıncısı:

Ve benzerleri gibi tecrihe yakınlığı iş'ar eden ifadelerdir. Bu ta'dil mer­tebelerinin en aşağısıdır.

Cerh mertebeleri:

Birincisi:

Ve benzeri gibi m.übalağaya delâlet eden ifadelerdir.

İkincisi:

Gibi birinciden daha aşağı mertebeyi bildiren ifadelerdir. Zira bunlar her ne kadar mübalağayı ihtiva ediyorlarsa da birinciden daha hafiftirler. Yedau ve yekzibü de bu mertebedendir.

Üçüncüsü:

Gibi ikinciden daha hafif olan ifadelerdir.

Dördüncü:

Gibi ifadelerdir. İbni Main buna muhaliftir.

Beşincisi:

Gibi ifadelerdir.

Altıncısı:

Gibi ifadelerdir ki bunlar cerh ibarelerinin en hafifidir. Bunlar ed-Dârekutnî'nin gayrisine göredir. Meselâ bir muhaddis hakkında “Leyyin” dediğin zaman “O, itibarı terk edilmiş bir hafızdır” mânasını ifade et­mez. Lâkin adaleti iskat eden bir şeyle mecruh demektir. Buhârî'nin gayrisine göre ifadeleri de bu mertebeye dahildir.[257]

 

Mühim bir not:

 

1- Hadisçiler çok defa “Lâ yesıhhu ve La yüktebü hâzal-hadis” derler. Bu istılahların mânasını tam olarak bilmeyen kimse, bunlardan birile vasfedilmiş olan hadisi mevzu' veya zayıf zanneder. Böyle bir zan o kimsenin; ıstılahları bilmemesine ve hadisçilerin ifadelerine vâkıf ol­mamasına dayanır.

Alî el-Kâri', Tezkiret-ul-Mevzûât'da şöyle der:

Ademi Sübûttan vaz'ın vücûdu lâzım gelmez. Bir başka yerde de: “Bir hadisin ademi sıhhatinden onun uydurma olması lâzım gelmez” der. İbni Hacer ezkâr hadislerinin tahricinde şöyle der:

Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediği sabit olmuştur: Tesmiyede yâni abdestte sabit bir hadis bilmiyorum. Ben de: “İlmin (yani o şeyi bilme­nin) nefyinden yokluğun sübûtu lâzım gelmez. Bundan başka sübûtun nefyinden zaafın sübûtu da lâzım gelmez, sıhhatin sübûtu murad edil­mesi ihtimalinden dolayı bir hadisden hasen vasfı zâil olmaz. Binaena­leyh bütün fertlerden sübûtu nefyetmek onun mecmuundan sübûtu nef­yetmeyi gerektirmez” derim.

Nureddin es-Semhûdî'den:[258]

“Ahmed'in Aşure gününde çocuklara tevsia” hadisi hakkındaki “lâ yesıhhu” sözünden, onun bâtıl olması lâ­zım gelmez. Bazan hadis gayri sahih olur da, aynı zamanda kendisi ile ihticac uygun düşebilir. Zira “Hasen” sahîh ile zayıf arasında bir mer­tebedir.”

Ayrıca hadisçiler basan “Müriker”i “ferd” mânasında istimal eder­ler, İbni Hacer, Feth-ül-Bârî mukaddimesinde, Muhammed b. İbrahim et-Teymî'yî zikir ve onun hakkındaki Ahmed'in sözü ile onu tevsik et­mesi esnasında şöyle dedi:

“Kad yervî ehâdîse menakîre”. Ben dedim ki:

Ahmed b. Hanbel ve hadisçilerden bir cemaat “münker”i, mütâbeatı bu­lunmayan ferd hadis mânasında kullandılar. Bu, ona hamlolunur, ulemâ bununla ihticac etti. Buhârî ve Müslim de bunda ittifak ettiler. “İnnemel âmâlü bin-niyyat” hadisinde de böyle bir durum vardır.

Biliyorsunuz ki, bir kimse hakkında “Hüve münker-ul-hadis” de­nilse, bu “Mücerred bir cerh” dir. Zira bunun mânası. “O hadis zayıf” demektir.

Sika kimseler şöyle dediler: Hadisçilerin “Hazâ hadisun zaîfun” sözü de şüphesiz mücerred bir cerhdir. Çünkü cârih'in nazarında o hadisin zayıflığının, o rivâyetle amel eden müçtehid'in cerh saymadığı bir sebeble olması mümkündür.

Eğer, el-Hâfız'ın tasrih ettiği gibi “inkâr yâni hadisin münker olma­sı beyan edilmiş bir cerhtir”, denilirse, senin işittiğin gibi “Hünker-ul-hadis” in mânası, sikaya muhalif düşen bir zayıflıktır, diye cevap verilir.

Ümmeti cerhe sevkeden sebebler birbirinden farklıdır. Bu sebebler arasında kötülenmeyi gerektirenler ve gerektirmeyenler vardır. Bir hadîsçinin zayıf addettiği bir râvîyi veya hadisi, diğer bir hadisemin zayıf saymaması daima ihtimal dahilindedir. Bunlardan kat'ı nazar edilince, münkerlik ancak sikât’da fazla muhalefet halinde zarar verir.

2- el-Hatîb el-Bağdadî el-Kifâye'de şöyle der:

Hadis ehlinin yanında “meçhul”, Cabbâr et-Tâî, Abdullah b. Eğarr “el-Hemdânî Saîd b. zîhuddân gibi hakikatte ilim tahsili ile meşhur olmayan, ulemânın da tanımadığı ve hadisi ancak bir tek râvî yolundan bilinen kimsedir. Zira bunlardan Ebû İshâk es-Sebîî'den başka kimse ri­vayet etmemiştir.

Bir muhaddisten iki kişi rivayet ederse ondan cehalet ismi yani Cehâletül ayn, kalkar. Cehalet-ül-Vasf'a gelince ed-Dârekutnî'ye göre o da kalkar. Bundan ötürü, ed-Dârekutnî'nin “Men zâre kabri vecebet lehü şefâatî” hadisinin râvîlerinden biri olan Musa b. Hilâl el-Abdî hak­kındaki “o meçhuldür” sözü kabul olunmamıştır.

3- Cerh ve ta'dil ehlinin bir kısmına göre mecruh olan bir râvî hakkında mecruh hükmü vermekte acele etmemek icabeder. Esasen va­zifemiz, o husustaki fikirleri inceden inceye tetkik etmek olmalıdır. Çünkü mesele hem mühim ve hem de tehlikelidir. Cârih, cerh imamlarından hatta meşhur âlimlerden olsa bile her hangi bir râvî hakkında bir câ­rih'in sözüne yapışmak câiz olmaz. Çok defa o kimsenin cerh'ini kabule bir mâni bulunabilir, bulunduğu takdirde de cerh'in reddine hükmolunur.

Bu hususun, Şeriat ilmileri'nde mahir olan kimselere gizli kalma­yan pek çok şekilleri vardır:

a- Cârih'in aslında mecruh olması. Bu durum anlaşılınca onun cerhine itibar edilmez. Başkaları muvafakat etmediği müddetçe ta'dil de böyledir.

b- Cârih’in inatçı ve şedîd kimselerden olması. Bu mevzuda cerh ve ta'dil imamlarından pek çok şedîd kimseler vardır. Bunlar ufak tefek şeylerle râvîyi cerhederler ve akıllı kimselerce söylenmesi doğru olmayan şeyleri râvî hakkında söylerler. Böyle cârihlerin tevsîk’i muteber­dir. Cerhi ise, ancak insaf ve ibret ehlinden olan başka kimselerin muva­fakati ile muteber olur.

Ebû Hatim, en-Neseî, Yahya b, Maîn, Yahya b. el-Kattân, İbni Hibban ve başkaları şiddet ehlindendir.. Bunlar cerhde israf ve şiddetle ma­rufturlar. Akıllı kimselerin, bu zevattan birinin tek başına kaldığı bir mecruh hakkında araştırma yapması ve düşünmesi gerekir. ez-Zehebi, Süfyan b. Uyeyne ve Yahya b. Said'i yaşarken, “Rical hakkında şedid idiler” demiştir.

İbni Hacer, İbni Salâh'tan naklen şöyle der:

Her tabakanın sika ricali arasında mutediller ve müteşeddidler var­dır.

Birinci tabakada, Şu'be ve Süfyan vardır. Şu'be daha şedîddir.

İkinci tabakada, Yahya el-Kattân ve İbni Mehdî vardır, Yahya da­ha şedîddir.

Üçüncü tabakada, Yahya b. Maîn ve Ahmed b. Hanbel vardır, Yah­ya daha şedîddir.

Dördüncü tabakada, Ebû Hatim er-Eâzî, el-Buharî vardır, Ebû Hâtim daha şedîddir.

en-Neseî şöyle der:

Bana göre bir kimse, herkes onun terk edilme­sinde birleşmedikçe terkedilmez. Çünkü meselâ bir râvîyi İbni Mehdi tevsik eder, Yahya el-Kattân “zayıftır” derse Yahya şiddetle maruf ol­duğu için o kimse terkedilmez.[259]

 

Cerh Ve Ta'dil Yapmak Hakkına Sahip Olmanın Şartları. Ve Bu Bu Sahada Meşhur Olanlar:

 

Ta'dil ve tecrih şartlarını, ta'dil’in, mes'ûl kimsenin soruşturma ya­pabileceği şehâdetten bir kısım olduğunu, cerh'in, ancak ihtiyaç miktarınca caiz olan bir gıybet olduğunu, yalancı râvîlerin hallerini beyan et­menin vacib bulunduğunu, cerh ve tezkiyenin, câhillerin ortaya attıkları uydurma iftiralardan ve dini ifsat eden mevzu' hadislerden Şerîatı ko­rumak maksadı ile ulemânın vücûbunda ve mutlaka yapılmasında itti­fak ettiği umur-u dinden olduğunu gecen bahislerde gördük. Bu sebeple usûl âlimleri şöyle demişlerdir:

Sahîh olan sünneti bilmek ve şeriatı tak­vim etmek için rivayet yoluyla bize gelen dinî esaslarda sahihi bâtıldan, sağlamı uydurmadan âyırd etmek ancak ta'dil ve tecrihle mümkün olur. Bilindiği gibi İslam ümmetinden bir gurup sünneti ezberlemeğe, Müslümanların Allahın şeriatı ile amel etmeleri için onu müslümanlara tebliğ etmeğe muvaffak olmuşlardır. Sünneti ezberlemek, onu gelecek nesillere nakletmek farz-ı kifaye'dir. Bu taife tedvin edilmeden önce ve sadrı evvelden dördüncü asrın başına kadar tedvin asırlarında şerîatı nakl ve tebliğ işini ifâ eden İslam âlimleridir.

Muaddil ve cârih'in mutlaka âlim olması, rivayet bilgisi bakımın­dan sadece râvîlerle ilgili bulunan cerhe ihtisar etmesi, verâ' sahibi ve doğru olması, taassub ve kinden uzak bulunması, cerh ve tezkiyeyi icab-•ettiren hususları ve sünnetin ikame edilmesinde matlûb olan miktarı bil­mesi lâzımdır. Esasen tecrîh ve tezkiye sadece hadis rivayet eden kim­seler hakkında matlûbtur. Bu da zaruret miktarınca olur. Böylece riva­yetle ilgisi olmayan kimseye temas etmek caiz değildir.

Cerh ancak ilk asırlarda hadis'in, kitaplardan değil rical'in ve ilim adamlarının hafızalarından alındığı zamanlarda caiz olan bir hususiyet idi. Artık şimdi bu mevzuda dayanılan esas Kütub-ü müdevvene'dir.

Muaddillerin kitaplarında zikretmedikleri bir râvî hakkında bu gün artık masun ve mestur denir. Muaddillerin ittifakla âdil, cârihlerin itti­fakla mecruh dedikleri râvî, hakkında ittifak edilen vasfa göre değer kazanır. Eğer râvî hakkında ihtilâf edilmişse, yani bazı kimseler âdil bazı kimseler de mecruh demişlerse, iki vasıftan birini tercih hususunda sikalık, hıfz ve aded bakımlarından en kuvvetli olan taraf nazarı itibare alı­nır.

Bunlar, bu sahada yazılmış olan eserleri dikkatle okuyup araştır­mak, akîde veya mezhep farkları sebebi ile verilecek hükümlerin te'siri altmda kalmamak için cerh ve ta'dil ile meşgul olanlardan insaflı olan­ları, ayrıca taassub ve şiddetle maruf olanları bilmeğe çalışmak sureti ile bilinir. Bilhassa kendisi gibi bir muasırı tarafından cerh edilmişse kim da araştırmak lâzımdır. Hadis imamları, fakîhler ve diğerleri hak­kında konuşanların bazısından vukua geldiği gibi, buna sevkeden sebeb çok defa rekabet ve benzerî şeyler de olabilir.[260]

 

Meşhur Muaddîl Ve Cârihlerden Bir Grup:

 

Salih b. Muhammed Cezere, el-Hâfız'dan naklen, İbni Salâhın, “Rical-ül-Hadis'te konuşanların ilki Şu'be b. el-Haccâctır. Sonra onu Yahya b. Saîd el-Kattân tâkibetti, daha sonra Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Maîn bu mevzuya el attılar” dediğini, sonra derim ki diyerek şöyle an­lattığını nakleder: Bunlar yâni adı geçen zevat, bu konuya temas eden ve yakından ilgilenenlerin ilkidir. Yoksa cerh ve ta'dil bakımından Rîcâl-ül-Hadis hakkında kelâm mukaddem, hatta Resûlullah (s.a.) dan sadır ve sabittir. Resûlullah'dan sonra hicrî 34'te vefat eden Ubâde b. es-Sâmit, 68'de vefat eden Abdullah b. Abbâs, 90'da vefat eden Enes b. Mâlik ve başkaları gibi sahâbe'den pek çok kimsenin de cerh ve ta'dil ile meş­gul oldukları sabittir.

Sonrakilere nisbetle sahabe ve Tâbiîn'den mecruh ve gayri âdil olan­lar azdır. Bu, râvîlerdeki zaafın azlığındandır. Çünkü onların ekserisi sahabe'dendir. Sahabe ise udûldür.

Tâbiîn'in ekserisi sika'dır. Zira birinci asırda, pek az kimseler hariç zayıflar mevcut değildir, ikinci asırda Sigâr-ut-Tâbiîn ve onları takip edenler arasında zayıflık çoğaldı. Bu ise onların, az hadis bilmeleri ve az şey zabtetmelerinden ileri geliyordu. Onlar hakkında bize intikal eden malûmata bakılırsa, onlar çok defa mürsel hadisler rivayet ediyorlar, bunları peygambere izafe ediyorlardı. Onların birçok hataları da vardı. Bu arada, hadis'in reddini gerektiren zafiyet çeşitlerine ilâveten tedlis adı verilen illet de onlara arız olmuştu.

İşte bu sebeblerden dolayı, Rical-ül-Hadis'le ilgilenenlerin ilki oldu­ğu söylenen, hicrî 160 da 80 yaşında vefat eden Şu'be b. el-Haccâc, 148 de vefat eden Süleyman b. Mihrân el-A'meş, 179 da vefat eden Medine'­nin imamı Mâlik b. Enes gibi Etbâ-ut-Tâbiîn'in büyükleri, hadis ricali­nin zayıfını kuvvetlisinden ayırmak, hepsinin durumunu,  bu ilimdeki mevki ve yerini beyan etmek işi ile meşgul oldular.

Şu'be bu konuya büyük bir ihtimam gösterdiği için ancak sika kimselerden rivayet etti. Bu konuda Yahya b. Saîd el-Kattân, Ahmed b-Hanbel Şu'be'yi takip ettiler.

Etbâ-ut-Tâbiîn'den cerh ve ta’dilde sözü makbul olan zevat şunlar­dır: Ma'mer b. Râşid el-Ezdî (153), Hisâm ed-Destevâî, İbni Ebî Abdul­lah Senber (152), Abdurrahman b. Amr el-Evzâî (57), Ebû Amr eş-Şâmi (158), Süfyan es-Sevrî b. Saîd ibni Mesrûk (161), İbn-ül-Maceşûn Abdulaziz b. Abdullah (164), Hammâd b. Seleme b. Dinar er-Rebeî' et-Temîmî, el-Kureşî (168), el-Leys b. Sa'd (175), Abdullah b. Mübarek b. Vazıh el-Hanzalî (181), Hüşeym b. Beşîr es-Sülemî [261](183), Harun-ur-Reşîd'in çağdaşı. Ebû İshâk el-Fezârî [262] İbrahim b. Muhammed(168)

Bunlardan sonra yine ayni tabakadan bu saha ile ilgilenmiş olan âlimler şunlardır:

el-Muâfî b. İmrân b. Muhammed el-Ezdî el-Fehmî Ebû Mes'ûd el-Mevsilî (öl:204). Süfyan) [263] b. Uyeyne (öl: 198), Bişr b. el-Mufaddal b. Lâhık el-Basrî er-Rekâşî [264] (öl: 187), el-Hâfız İbni Uleyye İsmail b. İbrahim [265] İbni Muksim el-Esedî el-Kureşî Ebû Bişr el-Basrî  (öl: 193), İbni Vehb.[266]

Abdullah b. Vahb b. Müslim el-Fehnıî el-Kureşî Arapların mevlâsı Ebû Muhammed el-Basrî (öl: 197), Veki'  [267]  b. el-Cerrâh er-Ruâsi Ebû Süfyan el-Kûfî (öl: 196).

Ayrıca Yahya b. Saîd İbni Ferrûh et-Temîmî [268] (öl: 198), İbni Mehdî Abdurrahman b. Mehdî b. Hassan el-Ezdî [269] (Öl: 198), en bü­yük imamlardandır. O asırda bu iki cerh ve ta'dil imamını hadisçiler, imamların en büyüklerinden sayıyorlardı. O devirde insanların bu iki imama karşı itimadları sonsuzdu. Bu ikisinin tevsik ettiği kimse hüsnü kabul görürdü. İkisinin cerh ettiği kimse ise tamamen terkedilirdi. iki­sinin ihtilâf ettikleri kimsede halk tercih sebebi olarak adamın takvası­na ve hakkında serdedilene bakarak hüküm verirlerdi.

Yine Etba-ut-Tâbiîn tabakasından şu zatlar da bu mevzuda söz sa­hibi kimselerdir.

Ebû Dâvud et-Tayâlisî,[270] Süleyman b. Dâvud, Yezîd b. Harun es-Sülemî Ebû Halid el-Vâsıtî,[271] (öl: 208), Ebû Âsım en-Nebîl, ed-Dahhâk b. Mahled b. ed-Dahhâk eş-Şeybânî el-Basrî [272] (öl: 214), Abdurrazzak b. Hemmam b. Nâfî' el-Himyerî Ebû Bekre es-San'ânî [273] (öl: 211). [274]                                                      

 

Etbâ-u Etbâ-ıt-Tâbiîn Asrı:

 

Bu asırda, cerh, ta’dil, ilel ve hadis râvîlerî'nin hallerini tenkide has eserler ve diğer nıusannefler çoğaldı. Birçok kimseler cerh ve ta'dil ko­nusunda eserler kaleme aldılar. Biz burada onlardan bir kısmını ve mü­him olanlarını vereceğiz;

1- Yahya b. Maîn (hal tercemesi geçti)

2- el-İmam Ahmed b. Muhammed b. Haribel, (geçti)

3- Muhammed b.Sa'd b. Meni' el-Hâşimî, Arapların mevlası, Ebû Abdullah el-Basrî, Kâtib-ül-Vâkidî.[275] Bağdad'a inen bu zat, büyük bir araştırıcı ve sika bir hafızdır. Onun tabakatı meşhurdur,  (öl: 230). el-Hatîb:

“O, ilim, anlayış, fazilet ve adalet ehlinden idi. Onun hadisi doğ­ruluğuna delâlet eder. Çünkü o rivayetlerinin çoğunu inceden inceye araştırır, ondan sonra rivayet ederdi.”, demiştir.

4- Ebû Hayseme Züheyr b. Harb b. Şeddâd el-Hareşî, en-Neseî, Bağdad’lı bir hadisçi ve hafızdır. Ondan oğlu Ahmed, Buhari, Müslim, Ebû Dâvud, İbni Mâce, Ebû ya'lâ el-Mevsılî ve başkaları rivayet etmiş­lerdir, (öl: 234).

5- Ali b. el-Medînî, Ali b. Abdullah b. Ca'fer et-Temîmî, es-Sa'dî, Arapların mevlâsı,  Ebû'l-Hasen el-Basrî,  hadis ehlinin imamıdır. İbni Uyeyne ona, hadisdeki bilgisi ve maharetinden dolayı “Vadinin yılanı” diye çağırırdı. İbni Kattan şöyle der:

Biz ondan, onun bizden istifadesinden daha çok istifade ederdik. en-Neseî de şöyle der:

Sanki Allah Teâlâ Ali'yi bu saha için yaratmıştı. İbni Maîn:

“O bize gelince sünnî görünür, Basra'ya gidince de şiî görünür”, demiştir. Ebu Davud da:

“İbnü'l-Medînî, Şâzekûnî gibi onbin kişiden daha hayırlıdır”, demiştir. Ahmed ve el-Ukeylî, İbnü'l-Medînî'nin aleyhinde konuşmuşlardır. Çünkü o, “Halk-ul-Kur'an” meselesinde, kırbaçlanmak­tan korktuğu için sebat etmemiştir. Yoksa rivayet ve hadis bakımından değildir. Zira o, hadiste sika, hüccet ve hafızdır. Buhârî'nin ve Ahmed b. Hanbel'in şeyhlerindendir. Onun ilel ve rical hakkında pek çok eseri vardır, (öl: 234).

6- Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr el-Hemdanî el-Hârifî Ebû Abdurrahman el-Kûfî, sağlam bir hafızdır.

O, ilim, sünnet, fıkıh ve zühdü bir arada toplamış bir kimse idi. Ondan Buhârî rivayet etmiştir. Ahmed onun hakkında “Irak'ın incisi” demiştir, (öl; 234).

7- Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, Abdullah b. Muhammed b. İbrahim b. Osman el-Absî, arapların mevlâsı, el-Kûfî, müsned, musannef ve daha başka pek çok eserlerin sahibi, hafız, devrinin ferîdi sika nihrîr bir imamdır.

O, İbnü-1-Mübarek'i İbni Uyeyne'yi, Cerîr b. Abdullah'ı ve çağdaşı diğer kimseleri dinledi.

Ondan Ebû Zür'a, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Ebû Ubeyd şöyle der:

Hadis dört kimsede son buldu. Ebû Bekr b. Ebî Şeybe onların en çok rivayet edeni, Ahmed hadiste onların en fakîhi, İbni Maîn onların en çok hadis toplayıp yazanı, İbn-ül-Medînî hadisi onların en iyi bileni idiler. Ebû Bekr Buhârî'ye göre 235'de vefat etmiştir,

8- Ubeydullah b. Ömer b. Meysere el-Cüşemî, arapların mevlâsı, Ebû Şüayb el-Basrî, el-Kavârîrî.

Salih b. Muhammed Cezere, el-Kavârîrî hakkında şöyle demiştir:

Basra’lıların hadisini ondan daha iyi bilen birisini görmedim. O hicrî 235 senesinde 84 yaşında iken vefat etti.

9- İshâk b. Râhûye (geçti).

10- Muhammed b. Abdullah b. Ammâr  el-Ezdî, Ebû  Ca'fer el-Bağdadî, el-Mahzumî, el-Mevsilî.

Onun “Ma'rifet ül-ilel ve'l-ruvât” konusunda bir kitabı ve orada cerh ve ta'dil hakkında güzel sözleri vardır. ez-Zehebî, Tezkiret-ül-Huffâz'da (cild 2, s. 71), “Muhammed b. Abdullah'ın ilel ve ricâl'da büyük bir kitabı vardır”, demiştir, (öl: 242).

11- Ahmed b. Salih el-Mısrî, Ebû Ca'fer et-Taberî, 170 senesinde Mısır'da doğdu. O taberî adîle meşhur oldu. Çünkü onun babası Taberis’tanlı bir askerdi.. O, Mısır’daki büyük hafızlardan biri idi. Buhârî ve Ebû Dâvud ondan rivayet etmişlerdir. Ahmed, ibn-ül-Medînî ve Ebû Hatim onu tevsik ettiler. Ebû Dâvud şöyle anlatır: O, hadisteki her tür­lü hatayı düzeltirdi. Ebû Nuaym:

“Hicaz ehlinin hadisini bu gençten daha iyi bilen birisi bizim yanımıza gelmedi”, demiştir. O, hicrî 248 senesinde vefat etmiştir.

12- Harun b. Abdullah el-Hammâl el-Beszâz Ebû Musa. Onu Neseî ve ed-Dârekutnî tevsik etmişlerdir. Müslim ve başkaları ondan riva­yet etmişlerdir, (öl: 243).

Bunlardan sonra gelenleri, bazı hadisçiler bu tabakaya mülhak ve çağdaş kabul ederler, bazıları da aynı tabakanın devamı sayarlar. Biz silsileyi devam ettireceğiz.

13- ed-Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman b. Fadl b. Behram Ebû Muhammed es-Semerkandî. O, hafız, bayrak imamlardan biri, Müsned, tefsir ve Cami' sahibidir.

Buhârî ondan sahihin gayrıda rivayet etmiştir. Ahmed:

“O zamanın imamı idi”, der. İbni Hibbân:

“O, ezberleyen, toplayıp yazan, fıkıhla uğ­raşan, tasnifler yapan, rivayet eden, kendi memleketinde sünneti herkese duyuran, herkesi sünnete davet eden, sünneti kendi hariminde ko­ruyan, muhaliflerini ortadan kaldıran, kimselerdendi”, demiştir. (öl: 255).

14- Buhârî, Muhammed b. İsmail (geçti). Buhârî'nin bu konu­daki eserleri: et-Tavârih es-Selâse (kebir, evsat, sağîr), Kitab-uz-Zuafâ, Kitab-ul-Ulel’dir.

15- el-Iclî, Ahmed b. Abdullah b. Salih b. Müslim. O, et-Tarih'in sahibidir. “Halk-ul Kur'an” fitnesinde Mağribe kaçtı.  (Sezârât-uz-Zeheb c. 2 s. 141) de İbni Nasır şöyle der:

el-Iclî’nin cerh ve ta'dil konusunda ki kitabı, onun hıfzının genişliğine, ilminin kuvvetine delâlet eder. O, 281 de vefat etmiştir.

16- Ebû Zür'a Ubeydullah b. Abdulkerîm b. Yezîd b. Ferrûh el-Mahzumî, arapların mevlası, Ebû Zur'a er-Râzî. O, hafız, bayrak imam­lardan biri idi. Ahmed b. Hanbel:

“Ebû Zür'adan çok hıfzı bulunan bir kimse köprüyü geçmedi”, dedi. İshâk: 

“Ebû Zür'anın bilip tanımadığı hadislerin hepsinin aslı yoktur.” dedi. Salih b. Muhammed onun:

“Kur'-an hakkında 10 bin hadis biliyorum”, dediğini nakleder. Ebû Hatim: “Ebû Zür'a bize rivayette bulundu, geriye kendisi gibi bir halef bırak­madı” dedi. O, 264 senesinde vefat etti.

17- Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Nisabûrî (geçti)

18- Ebû Hatim er-Râzî, Muhammed b. İdris b. el-Münzir b. Dâ­vud b. Mihran. O, büyük bir hafız ve sağlam imamlardan biri idi. (öl:277)

19- Ebû Dâvud es-Secistânî, Süleyman b. el-Eş'as b. İshâk b. Beşîr b. Şeddâd b. Ömer el-Ezdî. O, hafız ve bayrak imamlardan biri idi. Basra'ya yerleşti, 271 senesinde 73 yaşında orada öldü.

20- Bakıyy b. Mahled Ebû Abdurrahman el-Kurtubî. Bu zat, müfessir, hafız, hadis ilmini Endülüste neşreden zâhid bir âlim idi. (öl: 260)

21- Ebû Zür'a ed-Dımeşkî, Abdurrahman b. Ömer b. Safvan en-Nasrî. O, büyük bir hafız idi. (öl: 281).

Bundan sonra gelenler Etbâ-ut-Tâbiîn'den dördüncü tabaka sayı­lırlar.

22- Abdurrahman b. Yusuf b. Hirâş el-Bağdadi. Bu zat, ta'dilde eser yazdı. O, Abû Hatim er-Râzî gibi ruhu kuvvetli bir kimse idî. Ancak çirkin tarzda şiîlik taraftarı bir kimse olduğu söylenmiştir. Yine söylendiğine göre o, insanları râfizîlik dalâletine sevkediyordu. (öl: 281)

23- İbrahim b. İshâk el-Hazmî. O, Ahmed b. Hanbel'in arkadaş­larından idi. (öl: 285).

24- Salih Cezere b. Muhammed b. Amr el-Esedî el-Bağdâdî. (öl: 293).

25- Muhammed b. Osman b. Ebî Şeybe (öl: 297).

Bu tabakalardan sonra, üçüncü asırdan sonraki müteâkib asırlarda, bu mevzuda eser vermiş pek çok kimseler yetişti. Biz burada bu rivayet asırlarında eser vermiş olan kimselerden bahsetmekle yetindik. Daha sonra gelenler bu mevzuda mutlaka bunlardan, yani eskilerin kitapların­dan istifade edeceklerdir. Cerh ve ta'dil sanatını kuvvetlendirmek mak­sadı ile burada asıllar zikredilmiştir. Bu konuda sonradan yetişenler hakkında geniş bilgi edinmek istiyenler, İbni Âdiyy'in tabakatına mü­racaat etsin.[276]

 

YEDİNCİ BÖLÜM

 

Muhaddis, Hafız, Hüccet, Hâkim kelimelerinin mânası:

Bunlar aşağıdan yukarıya doğru yükselen derecelerdir. En alt derecesi Muhaddis; en yüksek derecesi de Hâkimdir.

 

I- Muhaddis

 

Muhadâis, rivayet ve dirayet bakımlarından râvînin ve mervinin hallerini bilen ve hadisi isnadı ile rivayet eden kimsedir.

Muhaddis, kendinden daha yüksek derecede olan “HAFIZ” derece­sine ulaşmamıştır. “Muhaddis”, “âlim bil hadis”, “Müsnid” kelimelerini bir kimse hakkında kullanmanın şartı, rivâyeten ilm-i hadîs'i ricalin adaleti ve sünnetin mukavvimatından olan diğer hususlarla birlikte mervî ve râvînin hallerini biddirâye bilmektir. Yâni bu sıfatları verdi­ğimiz ve bu adlarla çağırdığımız kimselerin, bunları bilmeleri şarttır. Bir kimse, -senedleriyle olsa bile- sened ricalini bilmeden sadace se­mâ' ile yahut sened ilminden kat-ı nazar sadece metin ilmi ile iktifa et­se” yâni her iki tarafı da etraflıca bilmese, bu ilmin ıstılahına göre o kimseye “Muhaddis” denilmez.

Şeyh Cemaleddin el-Kâsimî, Kavâid-üt-Tahdîs [277] adlı eserinde şöyle nakleder: Çok defa kitaplarda, hadisle meşgul olan kimselere, Müsnid, Muhaddis ve Hafız lâkablarmm verildiği görülür. Hadisçilerin ıstılahlarına vâkıf olmayan kimseler, onların birbirine muradif olduk­larını, mutlak olarak bunları herkese söylemenin caiz olacağını zanne­derler. Halbuki hakikat böyle değildir. Çünkü “müsnid” -hadise âid bilgileri bilsin veya bilmesin veya onun bilgisi sadece hadis rivayet et­mekten ibaret olsun- isnadı ile hadisi rivayet eden kimseye denir. Muhaddise gelince, o, müsnidden daha yüksek bir derecedir. Muhaddis'in, senedleri, ileli, esma-ür-ricâli bilmesi, çokça metin ezberlemesi, Kütüb-ü Bitte'yi, müsnedleri, mu'cemleri ve hadise âid parçaları dinlemiş olması şarttır.

Şeyh Fethuddin b. Seyyidünnâs şöyle der: Bizim asrımızda muhaddis rivayet ve dirayet yönlerinden hadisle iştigal eden, hadisin, ravîlerini ve bunlar arasındaki farkı bilen, kendi asrmdaki râvîlerin ve mervîlerin çoğuna ittilâ kesbeden, bu konularda, nasibi maruf ve zabtı meş­hur bir kimse olarak temayüz eden kimsedir. Eğer bu konuda, -her ta­bakadan bildikleri bilmediklerinden daha fazla olacak şekilde- tabaka tabaka şeyhlerini ve şeyhlerinin şeylehlerini bilecek kadar, geniş bilgiye sahip olursa işte bu dereceye varan kimseye “Hafız” denir. Mütekaddimîn'in basısından: “Biz, yirmi bin hadisi imla şeklinde yazmamış olan; kimseyi hadisçi saymazdık”, şeklinde hikâye edilen söze gelince, o, on­ların zamanlarına göredir.

İmam Ebû Şâme de şöyle der:

Şimdi ulum-ul-Hadîs üç kısımdır. En şereflisi, hadis metinlerini ezberlemek, garibini ve fıkha âid hususiyet ve hükümlerini bilmektir.

İkincisi, senedleri ezberlemek, ricali bilmek, sahihini sakiminden. ayırd etmektir. Üçüncüsü, toplamak, yazmak, turuk ve esânîd'i bir ara­ya getirmek, bu konularda derinleşmeyi taleb etmektir.

İbni Hacer, “Bu üç esası kendisinde toplayan kimse fakih, kâ­mil bir muhaddistir. Bunlardan sadece ikisini bilen bir kimse, muhaddisin dûnundadır,” dedi. Bu mesele tedrîbde de aynı şekilde ifade edildi.[278]

 

II- Hafız

 

Hafız, muhaddisten daha yüksek bir derecedir. İbni Seyyidünnâs’ın tarifini görmüştük; (bakınız).

Fakat el-Hâfız Cemaleddin el-Mizzî'nin: “Hafız, rical ve onların hal' tercemeleri, çeşitli halleri ve memleketleri hakkında bildikleri bilmedik­lerinden daha çok olan kimsedir”, şeklindeki tarifi daha çok için uygun bir tariftir.

Bazı kimseler hâfvz'ı aded itibarı ile tesbit etmek cihetine giderek; “Hafız, sened, cerh, ta'dil ve diğer bakımlardan ricâl'a âid bilgilerle birlikte 100 bin hadisi ihata eden kimsedir”, dediler. Bilindiği gibi bu, en eskilerin örfünde carî idi. Sonraki hadisçilerin sözlerim araştırdığımız saman bunun hilafını görürüz. O halde “Hafız” için en uygun tarif İbni Seyyidünnâs'ın tarifidir.

 

III- Hüccet

 

Hüccet, hafızdan daha yüksektir. Rical ve onların tarihleri ve lâkabları hakkında konuşan kimseye hüccet denilmesine bakarak şöyle bir tarif çıkarabiliriz:

Hüccet, hadisçilerden mütehassıslar ve diğer ilim adamlarından herkes nazarında hadis sahasındaki meharet ve ehli­yeti müsellem olmakla beraber hıfız ve itkanda, ezberledikleri ile ihticac edilmeğe lâyık bir kimse olduğunu temin eden bir dereceye ulaşmış kimsedir. Bu vasıfları kazanmış bulunan kimse zabıtta, itkânda ve sün­net ilminde hafızların kaynak ve desteği olacak şekilde kemale ermiş kimsedir.

Adetle yapılan tarifine gelince, Hüccet, sened, cerh, ta'dil ve diğer "hususlarda ricâl'in hallerini bilmesiyle beraber sekiz yüz bin hadisi ihata etmiş olana denir. Bilindiği gibi bu yaygın bir örftür. Esasen bu sayı da itibarîdir.

 

IV- Hakim

 

Hâkim, sünnet ilminde en yüksek dereceye nâîl olan kimsedir. Hâkim, neşet, rihlet, ikamet, şuyûh, evsaf, kabul, red ve bunların gayrı hu­suslar bakımından ricâl'in tarihine âid her şeyin bilgisi ile beraber, cerh ve ta'dil bakımından her râvîyi, metin ve isnâd bakımından -ehadis-i merviyye'nin hepsini ihata eden kimsedir.

Diğer bir tarifte: “Bu sayılanların çoğunu ihata eden kimsedir”, denilmiştir.

Bazı kimseler de sayı itibarîle tarif ederek:

“Hâkim, hadis ilminde kabul ve reddi gerektiren ıstılahlar mucibince muteber olan evsafı ve hadisin senedleri ile birlikte 800 binin, üstünde pek çok hadisi bilen kim­sedir” şeklinde ifade ettiler.

Biz şimdi burada, ez-Zehebî'nin, tezkirat-ül-Huffaz'â, diğer ulema­nın da bu konu ile ilgili kitaplarında zikrettiklerine dayanarak, hadis il­minde muhaddis, hafız, hüccet, hâkim derecelerine yükselmiş hadis âlim­lerinin bir kısmını zikredelim:

Muhaddis derecesine varanlardan bazıları:

Muhaddis unvanını alan hadisçiler pek çoktur. Onları rakamla tahdit et­mek güçtür. Onlardan bazıları şunlardır:

1- Atâ b. Ebî Rebâh, araplarm mevlâsı ve Mekkelilerin müftüsü Ebû Muhammed b. Eşlem (öl: 114).

2- Bekr b. Mudar b. Muhammed b. Hakim, mevlâ Şurahbil, Ebû Abdulmelik el-Mısrî (ö1: 174).

3- Hüseyin b. Beşîr b. Kasım b. Dînâr Ebû Muâviye b. Ebî Hâzim d-Vâsıtî (ö1: 183).

4- Vehb b. Cerîr el-Hâfız Ebû'l-Abbâs (ö1: 366).

5- Ebû Muhammed Abdurrahman b.Ömer b.Nuhas el-Mısrî (ö1: 416).

6- İmam el-Bûsırî Hibetullah b. Ali b. Mes'ud, Mısır muhaddislerindendir (01:598).[279]

7- Es-Seyyid Muhammed Murtaza ez-Zebîdî el-Hanefî. Aslı Hint’lidir. Hicrî 1140 yılında doğdu. Yemen'in Zebîd şehrinde uzun müddet ika­met etti ve Zebîdî diye meşhur oldu. Bu zatın pek çok eseri vardır. En meşhuru Kamus şerhi Tâc-ul-Arûs tur. 1205 senesinde Mısır'da vefat etti. Buhârîden meydana getirdiği “Tecrîd-i Sarih” i de onun mühim eserlerin­dendir ki Türkçe’ye terceme edilmiştir.

Hafız lâkabı ile meşhur olanlardan bazıları:

1- El-İmam, hafızların bayrağı, Ebû Bekr Muhammed b. Müslim ibni Şihâb ez-Zührî el-Medenî (ö1: 124).

2- Abdurrahman b. el-Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekr es-Sıddıyk, el-fâkîh el-Hâfız Ebû Muhammed el- Kureşî, et-Teymî, el-Medenî   (öl: 126).

3- El-İmam İbni Cüreyc, el-Hâfız fakîh-ul-Harem Ebû'l-Velid ve Ebû Hâlid, Abdulmelik b. Abdulaziz b. Cüreyc er-Rûmî el-Emevî veya Ümevî (ö1: 150).

4- El-İmam el-Hâfız, Basra’lı hadisçi, Cerîr b. Hâzim  (öl: 175).

5- El-İmam Nâfi' b. Ömer el-Kureşî, el-Cumehî, el-Hâfız, Mekke’li hadisçi (öl: 169).

6- El-İmam Mu'temir b. Süleyman et-Teymî, el-Hâfız, Basra’lı hadîsçi. (öl: 187).

7- El-İmam Abdullah b. Müslim, el-Hâfız, Ebû Muhammed el-Mısrî (öl: 197).

8- El-İmam Abdurrahman b. Mehdî, el-Hâfız, el-Kebîr (ö1: 198).

9- El-İmam el-Feryâbî, Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf b. Vâkıd el-Dabbî (ö1: 212).

10- El-İmam el-Hâfız Ebû Nuaym el-Fadl b. Dukeyn, ensâb ve rical'i bilenlerin en âlimi (ö1: 219).

11- El-İmam, el-Hâfız Ebû Hayseme Züheyr b. Harb en-Neseî, el-Hâfız el-Kebîr, Bağdat’lı hadisçi (ö1: 234).

12- El-İmam Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe müsned ve tefsir sahibi (ö1: 235).

13- El-İmam el-Hâfız Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî müsned sahibi (ö1: 255).                                                    

14- El-İmam el-Hâfız Yûnus b. Abdula'lâ, Mısır diyarının hafızı, îmâmı Şafiî'nin arkadaşı  (ö1: 285).

15- El-İmam, el-Hâfız el-Kebîr İbni Huzeyme Ebû Bekr Muham­med b. İshâk b. Huzeyme en-Nisâbûrî  (ö1: 311).

16- El-İmam Abdurrahman b. Ebî Hatim er-Râzî (ö1:327).

17- El-İmam el-Hâfız Ebû Hâtım, Muhammed b. Hibbân b. Ahmed b. Hibbân b. Muâz, birçok eserlerin sahibi  (ö1: 354).

18- El-İmam İbni Mende, Muhammed b. İshak b. Muhammed. İbnî Mende adıyla maruf, îsfehan Tarihi'nin sahibi (ö1: 395).

19- El-İmam el-Hâfız uzun ömürlü hadisçi Ebû'1-Fadl Ahmed b. Ali b. Amr el-Bîkendî, el-Buhârî, Mâverâ-un-Nehr'in şeyhi  (ö1: 404).

20- El-İmam Ebû Zerr el-Herevî el-Hâfız Abd b. Ahmed b. Muham­med b. Abdullah el-Ensârî el-Mâlikî, İbn-üs-Simâk  (ö1: 434).

21- El-İmam Ebû Ömer Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdülberr, temhîd ve İstîâb'ın sahibi (ö1: 463).

22- El-İmam el-Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit Tarih-i Bağdat'ın sahibi (ö1: 463).

23- El-İmam el-Hâfız Ebû Tâhir es-Silefî Ahmed b. Muhammed (ö1: 576).

24- El-İmam Abdurrahman Ebû'l-Farec b. el-Cevzî,  hadisde teâlif-i Cemme sahibi (ö1: 597).

25- EL-Hâfız, ed-Dimyâtî, Abdulmu'min b. Halef (ö1: 705).

26- El-İmam,  el-Hafız, ez-Zehebî Şemsüddin, Muhammed b. Ah­med, teskire sahibi (ö1: 748).

27- El-İmam ebû'1-Fadl el-Hâfız Şihabuddin, Ahmed b. Ali b. Mu­hammed, İbni Hacer el-Askalânî eş-Şâfiî,  Buhârî şerhi Fethulbârî'nin sahibi (ö1: 852).

29- El-İmam es-Sahâvî el-Hâfız, Muhammed b. Abdurrahman (ö1: 902).

30- El-İmam el-Hâfız Celâlüddin es-Suyûtî, tefsir ve hadisde meş­hur eserlerin sahibi (ö1: 911).

Huccet lâkabını alanlardan bazıları:

1- El-İmam Hüseyin el-Muallim el-Hâfız el-Hucce İbni Zekvan arapların mevlâsı, el-Basrî (ö1: 145).

2- El-İmam el-Hafız el-Hucce, Hişam b. Urve b. ez-Zübeyr b. el-Avvâm, Ebûl'l-Munzir el-Kureşî el-Medenî el-Fâkîh (ö1: 146).

3- El-İmam el-Hâfız el-Hucce Ebû'l-Huzeyl Muhammed el-Velîd el-Hımsî ez-Zebîdî (ö1: 148).

4- El-İmam el-Hâfız el-Hucce, Ma'mer b. Râşid, Künyesi Ebû Urve el-Ezdî  (ö1: 153).

5- El-İmam el-Hâfız el-Hucce “ileyh-il-müntehâ fî't-tesebbüt” vas­fını haiz Bişr b. el-Mufaddal İbni Lâhik, Ahmed b. Hanbel'in şeyhlerinden biri (ö1:187).

6- El-İmam, Cerîr b. Abdulhamid el-Hâfız el-Hucce, Rey'în hadîsçisi, (öl: 188).

7- El-Hâfız el-Hucce, Ma'n b. İsâ, (öl: 198).

8- El-İmam el-Hâfız el-Hucce el-Haccâc b. Minhâl (öl: 217).

9- El-İmam el-Hâfız el-Kucce, Abdullah b. Yûsuf el-Kelâî ed-Dimeşkî et-Tenîsî, (öl: 218).

10- El-Hâfız el-Hucce, Müsedded b. Müserhed el-Eşmedî, (öl: 218).  

11- El-İmam el-Hâfız el-Hucce, Mâlik b. İsmail el-Hindî,  (öl: 219).

12- El-Hucce, Muhammed b. Abdullah b. Ammar, “el-Kitabul-Kebîr fi'l-İlel ve'r-Rical” in sahibi, (öl: 242).

13- El-İmam el-Hâfız el-Hucee, Ahmed b. Meni', (öl: 244).

14- El-Hâfız el-Hucce, Ahmed b. Seleme el-Bezzâz Müslimin hadis tahsilinde arkadaşı, (öl: 286).

15- El-İmam el-Hâfız el-Hucce Abdulmelik b. Muhammed Ebû Naîm el-Curcânî el-Isturâbâzî. Bu zat Müsnedler denizi idi ve pek çok eseri vardı, (öl: 323).

Hakim derecesine yükselenlerden bazıları:

1- El-İmam eş-Şa'bî, Tâbiîn'in allâmesi, Ebû Amr b. Şerâhil el-Hemedâni, el-Kûfî. Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında doğdu. O, Ebû Hanîfe ve İbni Avn'in en büyük şeyhlerindendir.

İbni Şibrizue der ki; Şa'bî'yi işittim. O şöyle diyordu:

20 seneden beri işittiğimiz hadis râvîlerinin rivayet ettiği bir hadisi daima ben onlardan daha iyi biliyordum.

İbni Hübsyre eş-Şa'bî'yi kadı yaptı. İbni Uyeyne şöyle dedi:

Âlim­ler üçtür. İbni Abbas kendi devrinde, eş-Şa'bî kendi devrinde, es-Sevri kendi devrinde en büyük âlim idiler.

eş-Şa'bî, 500 sahâbî'ye ulaştığını söyler, (öl: 109).

2- Süfyan es-Sevrî b. Saîd b. Mesrûk, el-İmam şeyh-ul-İslâm, ha­fızların efendisi Ebû Abdullah es-Sevrî, el-Kûfî. (öl: 161).

3- Hammâd b. Seleme b. Dinar, el-İmam el-Hâfıs, Şeyh-ul-İslâm, Ebû Seleme er-Rebe'î, mevâlîden ilk musannef eser yazan kimsenin bu zat olduğu söylenir. İbnü’l-Medînî şöyle der:

Yahya b. Darîs'ın yanında Hammâd'dan 10 bin hadis vardı. (öl: 107).

4- El-İmam el-Hâfız, el-Leys b. Sa'd b. Abdurrahman. (öl: 175). Mısır diyarının âlimi ve reisi idi. İmam-ı Şafiî: “O, Mâlik'den daha fakîh idi. Ancak arkadaşları onu takviye etmediler. O, hadise Mâlîk'den daha çok ehemmiyet verirdi”, demiştir, Yahya b. Bükeyr de, Leys'in Mâlik'dea daha fakîh olduğunu söyler.

5- El-İmam Mâlik b. Enes, (öl: 179).                                            .

6- El-İmam Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, (öl: 204).

7- Yahya b. Maîn b. Avn el-Gatafânî, Ebû Zekeriyya el-Bağdâdî (öl: 233).

8- El-İmam Ali b. el-Medînî, Ali b. Abdullah b. Ca'fer b. Nüceyh es-Sa'dî, mevâlîden, Ebû'l-Hasan el-Basrî, ehli hadisin imamı, (öl: 234). Ebû Dâvud:

“İbn-ül-Medînî, eş-Şâzekûnî gibi binlerce hadisçiden daha ha­yırlıdır.” demiştir.

9- El-İmam Ahmed b. Hanbel (öl: 241).

10- El-İmam emir-ül-Mü'minin Muhammed b. İsmail el-Buharî, (öl: 256).

11- İbn-ül-Mübarek el-Muharremî, el-Hâfız el-Hucce, Hilvân'ın ka­dısı Ebû Ca'fer Muhammed b. Abdullah b. el-Mubarek el-Kureşî el-Bağdadî. Ali b. Medînî Bağdad'a geldiği zaman “en akıllı kimi buldun?” diye soruldu. Muharremi genci dedi (öl: 254)

12- El-İmam Müslim b. el-Haccâc, (öl: 261).

13- El-İmam Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş'as, (öl: 275). Zekeriy­ya şöyle der:

Kitabullah İslamın aslı, Ebû Davud'un Süneni, İslamın ahidnâmesidir. el-Hâkim de:

“Ebu Dâvud itirazsız zamanındaki hadisçilerin imamı idi.” der.

14- El-İmam Muhammed b. İsa et-Tirmizî (öl: 279).

15- El-İmam Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî  (öl: 310). O, kırâatları bilir, ince mânaları sezerdi. O hiç kimseyi taklid etmeyen bir müctehid idi. O, Sahabe, Tabiîn ve daha sonra gelenlerin sözlerini bilen âlim, fakîh bir zat idi. Onun tefsiri ve tarihi meşhurdur. Onun Usul-u Fıkh'a dâir eserleri de vardır.

16- El-Hâkim el-Kebir Ebû Ahmed, Muhammed b. Muhammed b. Ahmed en-Nisâbûrî el-Kerâbîsî (öl: 378). Kitab-ul-Künâ ve diğer bir­çok kitapların sahibidir.

17- El-İmam Ebû'l-Hasen Ali b. Ömer b. Ahmed ed-Dârekutnî, (öl: 385). O, fakîh idi, pek çok şiiri ezbere bilirdi. Ezberlediği şiirler ara­sında es-Seyyid el-Himyerî'nin divani vardı. ed-Dârekutnî Şiîlikle itham edildi. Bağdad'dan Mısır'a gitti. Orada Kâfur el-Ihşidî'nin veziri Ebû'l-Fadl'un yanında ikâmet etti. O pek çok ilimlerde imam idi, bilhassa Ulum-ul-Kur'an’da geniş bilgisi vardı.

18- El-İmam el-Hâkim el-Hâfız İmam-ül-Muhaddisîn. Ebû Abdullah, Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. Hamduye en-Nisabûrî ibnul-beyyi' diye mâruf, (öl: 405).

el-Hâkim pek çok eserlerin sahibidir. Hadis tahsili uğrunda pek çok memleketler dolaştı. Şeyhlerinin sayısı iki bini aştı. Pek çok eserler yazdı. “el-Mustedrek alâ-Sahîheyn” Hindistan, Haydarâbâd'da 4 cild halinde basılmıştır. “Ma'rifet Ulûm-ul-hadis” adlı eseri Mısır'da basılmıştır.

19- El-İmam el-Kurtubî Ebu'l-Velîd, Abdullah b. Muhammed diye mâruf, Tarih-i Endülüs'ün, sahibi, (öl: 403).[280]

 

SEKİZİNCİ BÖLÜM

 

Hadisin Tedvini

 

Dirâyeten İlm-İ Hadis'î Tedvin Edenlerin İlki Ve Bu Konuda Te'lif Edilmiş Kitapların En Meşhurları:

 

Dirâyeten ilm-i hadis'in, rivâyeten ilm-i hadis için mîzan olduğunu öğrenmiştik. Birincinin ikinciye nisbeti, tıpkı Usûl'un fıkha, mantığın tevhide nisbeti gibidir. Bu sebepten dolayı buna, “Usûl-u hadis ilmi” adi verilmiştir. Buna, rivâyet'in dayandığı esas olması sebebi ile mütekaddimîn devrinde “ulum-ul-hadis” adı da verilmişti. Şimdi Ulemâ örfinde ona “mustalah ilmi” de deniyor. Fakat son günlerde “Ulûm-ul-Hadis” adı daha çok duyulmağa başlandı. Hattâ bu adla yeni kitaplar neşredil­di. (D

O halde Dirâyeten ilm-i hadis; kendisinde sihhat ve zaaf, kabul ve red sebeb ve âmilleri bulunması bakımından hem râvî ve hem de mervî'nin hallerini araştıran ilimdir. Bu ilim, hadis ilminin mukavvimi, şeriatı izah hususunda mutemed olan sahîh hadisi diğerlerinden ayırd etme ve­silesi olduğu iğin hadis rivayetine mukârin idi. Onun, hadisin daha çok hafızadan kulaklara rivayet edildiği zamanlardaki vücûdu fiilî bir du­rum arzediyordu. Bu ise, Sahabe devrinde rivayete ve rivayetle ilgili hu­suslarda taharri ve ihtiyata verilen önemi ve gösterilen ihtimamı anlatır.

Sahabeden sonra gelenler hakkında cerh ve ta'dil’in vacip olması sünnetin sahihini samîminden ayırmak için taharri sebeblerinin mevcudi­yeti sebebi ile Tabiîn devrinde hadis taharriye, sahabe devrinde olduğun­dan daha çok muhtaç, idi.

Tedvin asrı gelince o devrin bayrağı mesabesinde olan büyük âlim­ler sünneti, musannef, müellef, cami', mu'cem ve sünen adlarını taşıyan kitaplarda tesbit etme işi ile meşgul oldular. Bunun yanında, onlar rivâ­yeten ilm-i hadisi ihtiva eden kitaplarının içinde parça parça dirâyeten ilm-i hadisi tedvine de ilgi ve ihtimam gösterdiler, ilk asırlardaki ule­mânın bu konudaki örneklerini, İmam-ı Şafiî'nin “Kitab-ul-Ümm” ve “Kitab-ur-Risâle” sinde, İmam-ı Müslimin, Sahihinin mukaddimesi'nde, Ahmed b. Hanbel'in talebelerinin kendisine sordukları sorulardan bize naklolunanlarda, Ebû Dâvud es-Secistânî'nin, meşhur sünen'indeki meto­dunu beyan hususunda Mekke ehline yazdığı kısımlarda, Ebû İsâ et-Tirmizî'nin, Sünen'ine hatime yaptığı “el-İlel” adlı kitabında ve Sünen'inde hadislerle ilgili olarak zikrettiği tashih, tasnif, takviye ve ta'liller'de, Buhârî'nin, “Tavarih-üs-Belâse” sinde ve Mütekaddimîn'in hadis ve diğer hususlarla ilgili kitaplarında görmekteyiz. Bunlar, bu konuya âid ilk iş­lemeler sayılmaktadır. Fakat bunlar hadis rivayeti ile karışık olarak zikredilmiş olduğundan Dirâyeten Um-i hadis'de müstakil bir tedvin sa­yılmaz.

Dirâyeten İlm-i hadis mevzuunda tek başına ilk te'lifi yapan Kadı Ebû Muhammed Râmehürmüzî oldu. Bunun için dediler ki, dirâyeten ilm-i hadis’i tedvin edenlerin ilki el-Hasen İbni Abdurrahman Ebû Mu­hammed Râmehürmüzî (öl: 360) dir. Çünkü bu kaideleri müstakil ola­rak bir araya getiren odur. O, bu konu ile ilgili çalışmalarını tamamladık­tan sonra “el-Muhaddis el-Fâsıl beyn el-Râvî ve'l-Vâî” adlı kitabını te'lif etti. İbni Hacer şöyle der:

O, zann-ı galibe göre ulûm-ul-hadis mevzuun­da te'lif edilen ilk kitaptır. Keşfuz-Zunun sahibi bunu ondan rivayet et­miştir. Fakat bu kitap ulûm-ul-hadis konusuna dâhil bütün nevileri ihti­va etmez.

Sonra el-Hâkim Ebû Abdullah, Muhammed b. Abdullah b. Muhammed en-Nisâburî, ibn-ül-Beyyi', sahib el-Müstedrek, (öl: 405), Onu takip ettî ve “Ma'rifet ulûm el-Hadis” adlı kitabını te'lif etti. Fakat onu tehzib ve tertip etmedi. Bu kitap 50 nevi' ihtiva eder.

el-Hâkimi 430 da vefat eden Ebû Nuaym el-İsfehânî es-Sûfî takip et­ti ve bu konuda birçok telifler yaptı.

Bunlardan sonra 463 de vefat eden el-Hatîb el-Bağdadî, Ahmed b. Ali geldi, iki kitap te'lif etti. Onlardan biri, “el-Kifâye fî kavânîn, ir-Rivâye”, diğeri rivayet âdabı ile ilgili olarak “el-Câmi'li âdâb' ış-Şeyh ve's-Sâmi'“ adlı eserlerdir.

Sonra 544 senesinde vefat eden Kadı İyâd b. Musa el-Yahsebî geldi. “el-îlmâ' ilâ ma'rifet usûl-er-rivâye ve takyid-is-Semâ” adlı kitabını te'­lif etti.

Sonra Ebû Ömer b. Abdıılmecid b. Ömer el- Miyancı, mülehhas olarak “Mâla yese'ul-muhaddise cehlühü” adını verdiği eserini yazdı. O bu eserini Mekke'de 579 senesinin Şaban ayında te'lif etti.

Sonra İbn-üs-Salâh es-Şehresûrî diye mâruf olan el-Hâfıs Ebû Ömer Osman b. Abdurrahman, eş-Şâfiî ed-Dımeşkî (ö1: 643) geldi, “mukaddimet İbn-is-Salâh” adı ile anılan “ulûm-ul-hadis” kitabını te'lif etti. İbn-us-Salâh bu eserinde, o ilmin bütün kısımlarını tehzîb etti, mesaili birer birer yazdı. el-Hatîb'in müteferrik musannefleri ile ilgilendi, onlardaki mesaili bir araya topladı, kendisinin btı konuda yeni olarak elde ettikle­rini de ona ilâve etti. Bu konuda yazılmış diğer eserleri tamamen göz­den geçirdi. Bu yüzden onun bu kitabı, bu konu ile alâkalı müteferrik mesaili cami' bir eser olarak meydana geldi. Bunun için daha sonra ge­lenler hep onu okudular.

eş-Şeyh Burhaneddin el-İnâsî “Şerhûl-miftâh min ulûm İbn-is-Salâh” adlı kitabında şöyle der: Onun bu kitabı, bu konuda en güzel musanneftir. İbn-us-Salâh bu eserinde 65 nev'i ele almıştır. Ulemâ, zamanımıza ka­dar ona ihtimam göstermiştir. Bazı kimseler onu şerh etmiş, bazıları nazmetmiş, bazıları itirazlarda bulunmuş, bazıları da itirazlara cevaplar vermiştir.

Talebesi el-İmam Ebû Zekeriyya Yahya en-Nevevî onu ihtisar ede­rek “el-îrşâd” adlı eserini te'lif etti. Sonra yine en-Nevevî îrşâd'ı da ih­tisar ederek “et-Takrîb ve't-Teysîr li ma'rifet Sünen el-Beşîr ve'nnesîr” adlı kitabını te'lif etti. Kullar bundan umuman çok faydalandılar, onun şânı her yerde anıldı. Sonra 911 de vefat eden Celalüddin Suyûtî ona bir şerh yazarak “Tedrîb-ur-râvî alâ takrîb-in-nevâvi” adını verdi.

Sonra ez-Zeyn el-Irakî Abdurrahîm b. el-Huseyn (öl. 806) “Elfiyyet-ül-hadis” adlı eserini nazmetti. O, bu kitapta İbn-us-Salâh’ın kitabındaki maksatları bir araya topladı, ona birçok mühim fâideler ilâve etti, niha­yet bu kitap ulemanın mühim merci'lerinden biri oldu.

Bu konuda te'lif yapanlar çoktur. Bir kısmını daha zikredelim:

774 senesinde vefat eden el-Hâfız İsmail b. Kesîr “îhtisâr-u-Ulûm el-hadis” adını verdiği kitabını yazdı. Bu kitap aslında, İbnü-s-Salâh'ın mukaddimesinin muhtasarıdır.

Sonra 852 de vefat eden el-İmam Hâtimet el-Huffâz, Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalani, Buharî şerhi “Feth-ul-Barî” nin mukaddimesinden ayrı olarak bu konuda “Nuhbet-ül-fiker fî mustalah ehl-il-eser” adlı ki­tabını yazdı. Bu kitab hakkında: “İbni Hacer'in bundan başka kitabı ol­masaydı üstünlük olarak bu dahi ona yeterdi. Çünkü bu eser, son dere­ce güzel bir ifade ile yazılmış cami' bir kitaptır” denilmiştir.

Bu konuda te'lif devam etti. Şeyh Tâhir el-Cezâirî, “Tevcih-un-Nazar ilâ Usûl-il-Eser” adlı geniş kitabını yazdı. Müellif bu eserinde, usût-u hadis ile usûl-u-fıkhı birbirine karıştırdı. 1328 de Mısır’da basılmış olan bu eser umumî olarak faydalı bir kitaptır.

Daha sonra 1321 de vefat eden Cemâlüddin el-Kâsimî, “Kavâid-üd-Tahdis min fünûni müstalah-il-hadis” adlı eserini te'lif etti. 1353 de Dimeşk’te basılmış olan bu eser güzel ve faydalı bir kitaptır.

Muhammed Abdulaziz el-Hûlî, “Miftah-us-Sünne” adlı orta hacimli eserini yazdı. Bu da faydalı bir kitaptır. Bu konuda, Muhammed Ebû'l-Fadl el-Cizâvi'nin “et-Tıraz el-hadis”, Abdülgani Mahmud'un “Mustalah-ul-hadîs” eş-Şeyh el-Mihlâvî'nin “Tavzih Mustallah-ul-hadisi” adlı kitaplarını da zikretmek yerinde olur.

Ayrıca eş-Şeyh Emîn eş-Şeyh'in “el-Uslûb el-hadis” adlı 1354-55 senelerinde basılmış, olan iki cüz halindeki kıymetli eseri, Muhammed Abdulaziz ez-Zerkâni’nin 1362 de Mısır’da basılan “el-Menhel el-hadîs” adlı kıymetli eseri, Ahmed Muhammed Şâkir'in 1369 da Mısır’da basılmış olan “el-Cevher en-Nefîs” adlı kitabını da zikredebiliriz.

Ve nihayet elimize geçen en son eser, Ezher'in ihtisas kısmında ho­ca olan Muhammed Ali Ahmedeyn'in yazdığı “el-Mücez fi ulum-il-hadis” adlı iki cüz halindeki eseridir.

Rivâyeten ilm-i hadisi tedvin edenlerin ilki:

Malûmdur ki, Resûlullah (s.a.), vahiy geldikçe, vahiy kâtiplerine emreder geien âyetleri yazdırırdı. Böylece Saiıâbe'nin büyük bir kısmı­nın ezberlemesi ile beraber Kur'an tamamen yazılmıştı. Kesûlüllahın ve­fatı sırasında Kur'an-î Kerîm kemik, deri, taş ve benzeri gibi o zamana âid kâğıtlara yazılmıştı. Bununla beraber Kur'an’ın tesbitinde dayanılan esaslardan biri ve en mühimini hıfz idi. Bilindiği gibi, yazı bugün bile yardımcı bir unsurdur. Halbuld o zaman yazma işi ibtidâî araçlara da­yandığı için tamamen yardımcı durumda idi. Bilhassa Kur'an'a has okunuşları tesbit etmek, özellikle o zamanda imkansızdı. Bunanla beraber yazı, mevcudiyetini isbat şartı olması itibarı ile vazgeçilmez bir zaruret idi. Bu mühim unsur ihmal edilmedi.

Hz. Ebû Bekr'in hilâfeti sırasında Yemâme vak'ası vukua gelip içlerinde 70 tane hafız bulunan 700 Sahabî şehid edilince Hz. Ömer Kur'anı toplatıp bir mushaf halinde yazdırması için Ebû Bekr'e müracaat etti. Uzun münakaşalardan sonra Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer'in fikrini tasvip etti. Ve derhal, Resûlüllah'ın en enim vahiy kâtiplerinden olan Zeyd b. Sabite, Kur'anı bir nıushaf halinde yazmasını emretti.

Hz. Osman zamanında bazı ihtilâflar zuhur etti. Çünkü Zeyd b. Sâbit'in tesbit ettiği Kur'andan başka, bazı    sahabenin elinde de Kur'an’dan parçalar vardı. Hz. Osman, İslam ümmetini bir tek nüshaya dayanan mushaflar üzerinde toplamak istedi. Bu maksatla Zeyd b. Sabit, Ab­dullah b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Âs ve Abdurrahman b. el-Haris b. Hişâm'ı mushaflar yazmaları için vazifelendirdi. Sonra, bu esas nüsha hâriç, sa­habeye âid bütün parçalar imha edildi. Çünkü Ubey b. Ka'b e âid Kur' an’da neshedilmiş ve yazıdan düşürülmüş âyetler vardı. İbni Mes'ûd'a âid Kur'anda ise nıuavvezeteyn mevcut değil idi. Bunlardan başka muntazam yazılmamış olanları okumak imkânsız hale, gelmişti. Ayrıca sahabeler, kendi ellerindeki nüshalara bazı tefsirler ilâve etmişlerdi ve zamanla bu gibi ilâvelerin Kur'an zannedilmesinden de korkuluyordu. Bu sebeplere bağlı olarak Resûlullah'ın bizzat yazdırdığı, Hz. Ebû Bekr zamanında bir heyetin ondan istinsah ve tesbit ettiği nüsha hariç diğer parçalar imha edildi.

Sünnete gelince, Resûlullah zamanında, hafızaların kuvvetli, yazı sanatının zayıf ve ibtidaî olması ve Resülüllah'ın hadis yazmayı yasak etmesi sebebiyle sahabe hadis işinde daha çok hıfza dayanıyorlardı.

Müslim sahihinde Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet eder:

“Benden bir şey yazmayınız. Kim benden, Kur'andan başka bir şey yazarsa onu imha etsin.” Resûlullah sünnetin Kur'anla karışması korkusundan do­layı hadis yazmayı yasak etmişti.

Kur'anla hadisi birbirine karıştırma korkusundan uzak ve emin kimselere hadisi yazmak yasak değildi.

Buhârî Sahihinde Hemmâm b. Münebbih'ten şöyle nakleder:

Ebû Hüreyre'yi işittim, O, “Abdullah b. Amr hariç Sahâbe'den hiçbir kimse benim kadar hadis bilmiyordu. Çünkü Abdullah yazardı ben yazmazdım”dedi. (Buhârî Kitab-ul-İlm).

Abdullah b. Amr'dan şöyle naklolunmuştur:

Ya Resûlûllah ilmi kay­dedeyim mi? dedim.

“Evet” dedi. İlmin kaydı nedir? Dedim.

“Onu yazmak­tır” dedi.[281]

Diğer bir rivayette Hammâd b. Seleme'den o da Muhammed b. İshak’tan, o da Ömer İbni Şuayb'den,[282] o da babasından, o da ceddinden naklettiğine göre: Ya Resûlullah senden işittiklerimin hepsini yazayım mı? Dedim. “Evet, çünkü ben bunların hepsinde ancak hakkı söylerim,” dedi.  İşte böylece Kur'an ve hadisin yazılması meşru bir şey oldu.

Lâkin Sahabenin itimadı daha çok hıfza idi. Sahabe devrinde Amr b. el-Âs, Ebû Hüreyre ve başkalarının hadis yazdıklarına dâir elimizde bazı rivayetler vardır. Esasen Peygamber devrine âid Kur'andan başka, bazı yazılı metinler bize intikal etmiştir. Meselâ Resûlullah’ın bazı hü­kümdarlara yazdığı mektuplar gibi ayrıca bazı kimselerde hıfza yar­dımcı olması için hadisi yazıyor, fakat yazdığını başkalarına duyurmak­ta fayda görmüyordu.

Bununla beraber Sahabe devrinde pek çok şey kaydedilmiştir:

1- Hz. Ebû Bekr'in bizzat yazdığı ve bazı kısımlarını yazdırdığı. “Farîzat-us-Sadaka” sı,

2- Hz. Ali'nin “Sahife” si. Bu hususta ana kaynaklarda şöyle zikredilir:[283]

3- İbni Abbâs'ın “Elvâh” ı.[284]

4- Enes b. Mâlik'in “Mecali” veya “Kütüb” ü.[285]

5- Abdullah b. Amr b. el-Âss (öl: 65) in “es-Sahîfe es-Sâdika” sı,

6- Câbir b. Abdullah el-Ensârî (öl: 78) nin yazdıkları,[286]

7- Hemmam b. Münebbih' (öl: 131) in es-Sahîfe, es-Sahîha” sı.

Sahabe devrenden sonra tabiîn devrinde pek çok fetihler neticesin­de yeni fethedilen memleketlere dağılma sebebi ile hıfz durumu zayıfla­yınca ve ilmin zayi' olmasından korkulunca Emevî halifelerinden biri meseleye el attı ve hadisi tesbit işine gereken ihtimam gösterildi.

el-Kastallânî şöyle der:

Birinci asrın sonunda hadisin toplanıp tedvîn edilmesini ilk olarak emreden Ömer b. Abdülaziz idi. O Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr İbni Hazm'a [287] şöyle yazdı: Bak, Resûlullah’ın sünnet ve hadisinden olan şeyleri yaz. Çünkü ben ilmin zayi' olması ve ulemanın göçüp gitmesinden korktum. Muvatta'ın rivayeti de bu mealdedir.

Ebû Nuaym, îsfehan tarihinde, Ömer b. Abdülazizin bütün beldele­re şu mealde yazılar yazdığını nakleder: “Resûlullah (s.a.)’ın hadisini araştırınız ve onu toplayıp yazınız.”

Buhârî Sahih’inde, bu konuya ilâve olarak şöyle nakletmiştir: Ömer b. Abdülaziz, Ebû Bekr b. Muhammed'e yazdı: Senin memleketinde ki, Resûlullah'a âid hadisleri araştır. Ve onları yaz. Çünkü ben ilmin ziyâ'ı ve âlimlerin göçüp gitmesinden korktum. Resûlullah'ın hadisinden başka bir şeyi kabul etme. İlmi yazınız, âlimlerle düşüp kalkınız. Tâki bilmeyen bilmediğini öğrensin. Zira ilim gizli kalmadıkça helak olmaz.[288]

Hicrî 99-101 seneleri arasında halifelik mevkiini işgal eden âdil emevî halifesi hadisin zayi' olup gitmesinden korktu. Bu esasa dayana­rak sünnetin yazılmasını emretti. O, güzel bir sünneti ihya etti. Sonra­dan gelenler ona iktida ettiler. Hicrî 124 de vefat eden Muhammed b. Müslim, b. Ubeydullah, b. Şihâb ez-Zührî bu konu ile ilgilendi ve hadisi yazdı.

İbni Hacer'in dediği gibi bundan, peygamberin hadislerinin res­men yazılmasının başlangıcı anlaşılır.

el-Heravî şöyle der: Sahabe ve tabiîn hadisleri yazmıyorlardı. On­lar hadisi sadece hıfz yolu ile naklediyorlardı. Ancak Kitabus-Sadakat ve diğer hususlarda pek az şey yazılmıştı. Âlimler sür'atle ölmeğe baş­layınca, Ömer b. Abdülaziz Medine valisi Ebû Bekr b. Muhammed'e şöyle yazdı:

Sünnet ve hadis olan sözleri araştır ve onları yaz.

Fethul-bârî mukaddimesinde (s. 4) şöyle denilmiştir: Resûlullah’dan menkul olan âsâr, Sahabe ve tabiîn devrinde iki sebepten dolayı ne tam olarak toplanmış ve ne de tam olarak yazılmıştı:

1- Onlar peygamber devrinde, Kur'anla karışması korkusundan dolayı hadisi yazmaktan men edilmişlerdi.

2- Onlar, hafızalarının kuvveti ve zihinlerinin akıcı olması sebebi ile hadisi yazmıyorlardı. Diğer bir bakımdan onların çoğu yazmayı tam olarak bilmiyordu.

Sonra tabiîn asrının sonuna doğru ulemâ şehirlere dağılıp, havâriç, revâfız ve kaderi inkâr edenlerin bid'atları çoğalınca âsârı tedvin ve hadisi (haberi) bablara göre tanzim ve tertib işi vücûd buldu.

Hadisi ve haberleri ilk toplayıp yazanlar, er-Rabi' b. Sabîh [289] ve Saîd İbni Ebî Arube [290] idi.

Hadisi ilk olarak yazma işini Ömer b. Abdülazize ve er-Rabi' İbni Sabîh'a nisbet etmekte bir taaruz yoktur. Çünkü hadisi yazma emrini ilk önce veren Ömer ve ona muasır olanlardır. er-Rabi'in ilk olarak yazması ise bulunduğu memlekete göredir.

Hadisi ilk yazanlar müstakil bablar halinde yazıyorlardı. Meselâ Mekke’de Abdul-Melik b. Abdülaziz b. Cüreyc (öl: 150), Yemen’de Ma'mer b- Râşid (öl: 153), Şam’da Abdurrahman İbn Amr Evzâî (Öl: 157), Kü­fe’de el-İmam Ebû Hanife en-Nu'mân b. Sabit (öl: 150) ve Süfyan b. Sa­îd b. Mesrûk es-Sevrî (öl: 167), Medîne’de el-İmam Mâlik b. Enes (öl: 179) idi.

Sonra hadis yazanlar çoğaldı. Hicrî ikinci asrın bitimi ve üçüncü as­rın başlangıcında hadis tamamen yazılmağa başlanmış çeşitli yollarla, hadis toplama işi hızlanmıştı.

Müsned adı verilen hadis kitaplarını ilk olarak yazanlardan bazıla­rı şunlardır:

1- Ebû Dâvud et-Tayâlisî, Süleyman b. Dâvud (öl: 204),

2- Ubeydullah b. Musa el-Absî (öl: 213),

3- Esed b. Musa b. İbrahim b. el-Velîd b. Abdulmelik b. Meryan el-Emevî (el-Ümevî)  (öl: 212).

4- Ebû'l-Hasan el-Basrî Müsedded b. Müserhed (Öl: 228).

5- İshâk b. Rahûye (öl: 238),

6- el-İmam Ahmed b. Hanbel (öl: 241).

7- el-İmam Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhârî  (öl: 256).

8- Abdullah Ebû Nuaym b. Hammâd b. Seleme b. Muâviye el-Huzâî (öl: 228).

9- Abdullah b. Abdurrahman b. Behranı es-Semerkandî Ebû Muhammed ed-Dârimî (öl: 255).

Bunlardan başka Müsned eser yazanlar çoktur. Mesela, el-İmam Musa b. Ca'fer el-Kâzım'ın Müsnedi, Ebû Ca'fer Muhammed b. el-Hüseyin'in, Müsned-i Enes b. Mâlik'i, el-Evzâî'nin Müsnedi, Bezzâr'ın Müsnedi, ed-Deylemî'nin Müsnedi, er-Rûyânî'nin Müsnedi, Ebû Zur'a'nın Müsned-üs-Şâmiyyîn’i, es-Suyûtî'nin Resûlullah zamanında ölen sahabenin Müsnedi, Atımed b. Ca'fer b. Hamdan b. Mâlik el-Katî'î'nin Müsned-ül-Aşere'si, Ebû Nasr ed-Deylemî'nin Müsned-ül-Firdevs'i gibi.

Sonra bu insanların yolunu kendilerinden sonra gelen, el-Hârızmî (öl: 354) gibi kimseler takib ederek Mesanîd ve meâcim tasnif ettiler.

Bu imamların kitaplarını yazmak hususunda takip ettikleri yol ve usul muhtelif idi. Onlardan Ebû Hanîfe'nin, Ahmed'in, Şafiî'nin, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe'nin, Ahmed b. Meni' el-Bagavî'nin (öl: 244), Ebû Hayseme Zübeyr b. Harb b. Şeddâd el-Hareşî'nin (öl: 234), el-Hasen b. Süfyan'ın, Ebû Bekr b. el-Bezzâr'ın ve başkalarının müsnedleri gibi her sahabının müsnedini bir yerde toplamak suretiyle, ala'l-Ebvab ve ala'l-Esânîd birlikte tasnif edenler vardır.

Bazıları da kitaplarını, muttasıl olanın irsali yahut merfû' olanın vakfı veya başka şeylerin durumu vuzuh kesbedecek şekilde her metnin yollarım ve râvîlerin o metindeki ihtilâfını bir araya getirmek suretiyle alâ'l-llel tertip etmişlerdir.

Bazıları da fıkıh bablarına göre tertip ettiler. Bazıları -Buharı, Müslim ve başkaları gibi- sadece sahih olanları kitaplarına aldılar.

Bazıları, -altı kitabın dışında kalanlar gibi- sadece sahihe bağlanmadılar.

Etba-u Etbâ-ıt-Tâbiîn devri gelip de Buhârî zuhur edinceye kadar sahasındaki te'lifler birbirini takip etmekte devam ettiler.

Ne zaman ki, İmam-ı Buhârî bu musannefleri gördü, onları rivayet etti Onların çiçeklerini kokladı, en ince teferruatına varıncaya kadar onları birer birer gözden geçirdi, onların hepsini, toplanış ve yazılışları itibarı ile umumiyetle sahîh ve hasen adlarını alan hadisleri cami' olduk­larını gördü, onlardan pek çoğunda zayıf hadisler de vardı. Pek tabiî on­ların ihtiva ettikleri zayıflara sahîh denilmesi doğru olamazdı. O, bütün kuvvet ve iradesini, hiçbir emin kişinin şüphe etmiyeceği sahîh hadisleri toplama yolunda sarfetmeğe karar verdi. Hadis ve fıkıhta emîrül-müminin derecesine ulaşmış olan İbni Râhûya diye maruf üstazı İshâk b. İbrahim el-Hanzalî’den işittikleri, onun azim ve iradesini takviye etti. Buhârî kendisi şöyle anlatır:

İshâk b. Râhûyenin yanında idik. “Resûlullah (s.a.) in sahîh sünneti için muhtasar bir kitap yazmış olsaydınız ne güzel olurdu” dedi. Bu söz benim kalbime düştü. Derhal “el-Câmi es-Sahîhî” i toplamağa başladım.

Buhârî hadis sahasındaki şaheserini yazdı. Bizzat kendisi tarafın­dan vazedilen esaslara göre sahîh hadisleri topladı. Buhârî’den önceki ki­taplar, umumiyetle sahîh ve gayri sahîh hadisleri karışık olarak ihtiva ediyorlardı.

Bu konuda Buhârî’yi Müslim b. el-Haccac takip etti. Sahîhi Müslim adlı meşhur eserini yazdı.. Bu iki kitap ilim âleminde “Sahiheyn” adını aldılar. Bu iki kitaptan sonra gelen ve Kütüb-ü sitte'yi meydana getiren diğer dört kitap da şunlardır:

1- Sünen-i Ebû Dâvud,

2- Sünen-i Tirmîzî, buna Sahihi Tirmizî de denir,

3- Sünen-i Neseî,

4- Sünen-i İbni Mace.

Bunlardan başka musannef-i   Abdurrazzak Şeyhül    İslam Ahmed, Süneni Saîd İbnî Mansur, Kitab-ı Ebû Ya'la, Sünen-i Dârekutni, Beyhakî'nin Sünen-i Kubra ve Sünen-i Buğrası ve daha başkaları gibi bu konuda te'lif edilmiş kitaplar vardır.[291]

 

İlel Ve Rîcâl Konusunda Te'lîf Edilmiş En Meşhur Eserler:

 

Rivayet itibarı ile rical iki kısımdır:

Birinci kısım, ta'dile muhtaç olmayan, sadece rivayetini beyan için zikredilen ricâl’dir. Onlar sahabedir.

İkinci kısım, rivayetini beyan için zikredilen ve ta'dil'e muhtaç olanlardır ki, onlar sahabî olmayan ricâl’dir. Her iki kısım için de kitaplar te'lif edilmiştir:[292]

 

Birinci Kısım Sahabe Hakkında Te'lif Edilen Kitaplar:

 

1- İmam Ebû Muhammed Abdullah b. İsâ el-Mervezî'nin “Kitab-ul-Ma'rife” si (öl: 293),

2- el-İmam Muhammed b. Hibbân Ebu Hatim el-Büstî'nin “Kitab-us-Sahâbe” si (öl: 354),

3- Ebû Abdullah Muhammed b. İshâk b. Mende'nin “Ma'rifet-üs-Sahabe” si (öl: 395),

4- Ebû Nuavn Ahmed b. Abdullah el-İsfehanî'nin  “Ma'rîfet-us-Sahabe” si (öl: 430),

5- el-İmam Abdulberr el-Kurtubî, Ebû Ömer Yûsuf'un “el-İstiab”ı (öl: 463),   

6- Ebû Mûsâ el-Medînî, Muhammed b. Ömer b. Ahmed el-İsfehânî'nin “Tetimet ma'rifet-is-Sahâbe”sı. Bu İstîâbIN zeylidir. (öl: 581),

7- el-İmam Ebû'l-Hasen b.   Muhammed b. el-Esîr    el-Cezerfnin-”Üsdü'l-Gâbe fî ma'rifet-îs-Sahâbe” adlı eseri, İbni Esîr bu eserinde, sa­habe hakkında yazılan ilk dört eserde mevcut olanları toplamış, ayrıca; birçok ilâveler de yapmıştır, (öl: 630),

8- el-Hâfız ez-Zehebî Muhammed b. Ahmed Usd-ül-ğabe'yi tecrid ederek “Tecridi Esmâ-is-Sahâbe” adını verdiği kitabı yazdı. es-Zehebî ihtisarda ileri gitti, fakat birçok yeni isimler ilâve etti, (öl: 748),

9- et-Hâfız Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî (öl: 852), “el-İsabe fi temyizi esmâ-is-Sahâbe” adlı eserini yazdı. O, sahabe hakkında yazıl­ana kitaplardaki müteferrik mesâilin hepsini topladı, gayet güzel bir şe­kilde yazdı. Bu kitap bu sahanın direği durumuna geldi, İstiâb ve onun zeyli ve Usdü'l-Gâbe’dekileri topladı, daha pek çok ilâveler yaptı.

10- Yahya b. Ebî Bekr el-Âmirî’nin “er-Riyâd el-Mustatâbe” si (ö1: 893),

11- Celâl-üd-Din es-Suyûti (öl: 911),  el-lsâbe'yi ihtisar etti ve “Ayn-ül-İsâbe” adını verdiği eserini yazdı.

12- es-Suyûtî'nin “Dürr-us-Sahâbe fî men dahale Mısre min es-Sahabe” si,                                                                                       

13- Muhammed Kasım b. Salih es-Sindî'nin “el-Bedr-ul-Münîr fî Sahabet el-beşîr-in-nezîr” i.[293]

 

İkinci Kısım, Sahabe Ve Diğerlerini Birlikte Alan Ve Râviler Tarihi Mahiyetinde Olan En Meşhur Kitaplar:

 

1) el-İmam Muhammed b. Sa'd b. Meni' el-Hâşimî (öl: 230)nin “et-Tabakat el-Kebîr” i. Son olarak 9 cild halinde Leydende basıldı.

2) Muhammed b. İsmail el-Buhârî (öl: 256) nin “et-Tarih el-kebir” i. Bu kitap alfebetiktir.

3) Buhârî'nin “et-Târih el-Evsat”ı.

4) Buhârî'nin “et-Tarih es-Sağîr”i. Bu kitap ölüm tarihlerine gö­re tertip edilmiştir. Her on seneyi bir tabaka sayar. Buhâri bu kitapla­rında gayet vecîz ve ince olarak ceh ve ta'dil hakkında konuşur.

5) el-Hâfız el-Kebîr Ebû'l-Haccâc Yûsuf b. ez-Zekî Abdurrahman el-Mizzî (öl: 743) nin “Tehzîb el-Kemâl fî esmâ-ir-ricâl” i. Bu, büyük bir kitaptır. Kütüb-ü Sitte'nin bütün râvîleri  hakkında bol hal tercemeleri vardır. Bu kitap alfabetiktir. Ulemâ bu kitapla çok ilgilenmiş birçok ih­tisarlar yapmışlardır.

6) el-Hâfız ez-Zehebî Muhammed b. Ahmed  (öl: 748)  “tehzîb-ul-kemâl”i ihtisar ederek “Tehzîb-üt-tehzîb”i yazdı.

7) Yine ez-Zehebî ikinci defa aynı kitabı ihtisar ederek “el-Kaşif” adını verdi. Kısa bir özettir.

8) Sonra Hâtimet-ül-huffaz, Mısır diyarında kadılar kadısı el-Hâfız Abmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî (öl: 852), Tehzîb-ul-Kemâl’i “Tehzib-ül-tehsîb” adı ile ihtisar etti. O, rical kitaplarının en güzeli ve en faydalısıdır. Tehzib- ül-kemâl'i ihtisar ettikten sonra, cerh ve ta'dil imamla­rının istifade ettiği sözlerden pek çok şey ilâve etti. Bu kitap Hindistan’ın Haydarabat şehrinde 12 cild olarak basılmıştır. Tehzib-ül-Kemal’i bulmak güç olduğundan Tehsîb-ül-Tehzîb, hadis ilimleri ile meşgul olanların ana kaynağıdır. İlim adamları, tehzîb-ül-kemâl’i, İbni Hacer'in ilâveleri ile birlikte bastırmayı çok düşündüler. Bundan maksat, Kütübü Sitte'nin râvileri hakkında elde cami' bir kitabın bulunması idi. Fakat henüz bu tahakkuk etmedi.

9) Sonra İbni Hacer onun da kısa bir telhisini yaparak “Takrib-ut-tehzîb” adını verdi. O, bu kitapta, evvelinde beyan ettiği özel ıstı­lahlarla râvîler tabakatına, cerh ve ta’dil bakımından onların dereceleri­ne işaret eder. Bu kitap da Hindistan’da defalarca basılmıştır.

10) Safiyyüddin Ahmed b. Abdullah el-Hazrecî, tehzîb'i telhis ede­rek “Hulasat-ü tehzîb tehzîb el-Kemâl” adını verdi. Ehli ilim beyninde “el-Hulâsa” diye meşhur oldu. el-Hazrecî bunu 923 de te'lif etti. O, tehzîb tipinde bir eserdir, orta derecede faydalı bir kitaptır. O, bazan, tarih, cerh veya ta'dile âid nakillerin bir kısmında hata eder...

11) İbni Haeer el-Askalânî'nin “ta'cil-ül-menfea bi zevâid rical el-erbea” sı. İbni Hacer bu kitapta dört imam Ebû Hanife, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in hadislerini rivayet ettikleri kimselerin hal tercemelerini yazmıştır. Fakat o tehzîbde zikrettiklerini burada zikretmediği için bu kitap tehzîbe zeyl olmuştur. Bu kitap bir cild olarak Hindistan'da ba­sılmıştır.

12) İbni Hacer'in “el-İsâr bi ma'rifet ruvât-il-Asâr” adlı eseridir, Bu orta büyüklükte bir kitaptır. Ebû Hanife'nin   arkadaşı ve talebesi Muhammed b. el-Hasen'in “el-Âsâr” adlı kitabındaki râvîlerin hal tercemeleri vardır. Fakat burada sadece tehzîbde zikretmediği kimselerin üze­rinde durur. Bu kitabın, Darulkutub'de iki yazması vardır. Birisi hattı müelliftir.[294]

 

Özellikle Cerh Ve Ta'dile Âid Kitaplardan Bazıları:

 

1) İbni Ebî Hatim'in “et-Cerh ve't-ta'dil”i. Bu zat, Ebû Hatim, Muhammed b. İdris el-Hanzalî er-Râsî'dir (öl: 372). Kitabını, Buhârî’nin “et-Târîh-ul-Kebîr” i üzerine ve onun usûlü ile yazmıştır. Büyük bir kitaptır. O bu kitapta daha çok babası Ebû Hatim ve babasının arkadaşı Ebû Zûr'a'dan rivayet eder.

2) el-Hâfız Ebû'1-Fadl b. Muhammed el-Mukaddesî'nin (öl: 507) “el-Cem beyne ricâl-is-sahîheyn” adlı eseri. O, bu kitabın da, Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Kelâbâzî'nin Buhârî ricali, Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-İstefanî’nin Müslim ricali hakkındaki eserlerinde bulunanları bir araya getirmiştir. Hindistan’da Haydarâbâd’da büyük bir cild halinde ba­sılmıştır.

3) el-Hâfız es-Zehebî'nin “Mizân-ül-itidâl” i. O, bu kitapta Ulema­nın cerh ve ta'dil bakımından haklarında konuştuğu râvîleri anlatır. Bu faydalı bir kitaptır, Hindistan ve Mısırda üç büyük cild halinde basılmış­tır.

4) İbni Hacer'in “lisan-ül-Mizan” adlı kitabı.

5) el-Hâfız ez-Zehebî’nin “Tezkirat-ül-Huffâz”ı.

6) İbni Hibbân el-Bustî'nin “es-Sikat” ı.

7) Buhârî'nin “Kitab-uz-Zuafâ” sı.

8) en-Neseî'nin “Kitab-uz-Zuafâ ve'l-Metrûkîn” i.

9) İbni Hibbân el-Bustî'nin “Kitab-uz-Zuafâ” sı.[295]

 

İsimler, Künyeler Ve Lâkablar Hakkında Te'lif Edilmiş Kitaplar:

 

1- Ali b. Abdullah b. Ca'fer el-Medînî'nin sekiz cüz halindeki “el-Esâmî ve'l-Kûnâ” adlı eseri.

2- Ahmed b. Hanbel (241) in “el-Esmâ ve'l-Künâ” adlı eseri.

3- el-Buhârî, en-Neseî ve Abdurrahman b. Ebî Hâtîm'in “el-Künâ” adlı eserleri.

4- Müslim b. el-Haccâc en-Nisabûrî (261) nin “Kitab el-kunâ ve'l-esmâ” adlı eseri.

5- Ebû Bişr Muhammed b. Ahmed b. Haramâd b. Sa'd b. el-Ensârî (320) nin “el-Kunâ ve'l-esmâ” adlı eseri. Bu meşhur ve cami' bir kitap­tır, iki cüz halinde 1322-23 senelerinde Hindistan’da basılmıştır.

6- el-Hâkim el-Kebîr Ebû Ahmed Muhammed b. Muhammed b. Ahmed en-Nisâbûrî (378) in 14 cild halindeki “el-Esmâ ve'l-kunâ” adlı eseri.

7- Ebû Abdullah Muhammed b. İshâk, İbni Mende el-İsfehânİ (395) nin 1927 de Almanya’da basılan “Feth-ul-bâb fi'l-kûnâ Ve’l-elkâb” adlı eseri.

8- Ebû Muhammed Abdulgani b. Saîd el-Esedî el-Mısrî (400) nin 1326 da Hindistan’da bir cild olarak basılmış olan “el-Mu'telef ve’l-muhtelef fî esmâi nakalet-il-hadis” ve “el-Müştebeh fi’n-nisbe” adlı eserleri.

9- Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatîb el-Bağdâdî' (463) nin “Tekmilet-ül-Mu’telef” ve “el-Esmâ ve’l-elkâb” ve “el-Esmâ el-mühimme fi'l-enbâ el-Muhkeme” ve “Telhîs'ul-müteşâbeh fî'r-resmi fî esmâ-i’r-ruvât” adlarındaki eserleri.

10- Ebû Nasr Ali b. Hibetullah b. Ca'fer, İbni Me'kûlâ el-Bağdâdî (486) nin “el-İkmâl fi ref’il-irtiyâb an el-Mu'telef ve’l-Muhtelef min’el-esmâı ve'l-künâ ve’l-ensab” adlı eseri. Bu mühim bir kitaptır. Mısır’daki “Dâr-ul-Kütüb” de “Mustalah 8” rakamlı bir nüsha vardır. Müellif ki­tabını, daha önce yazılanları gözden geçirdikten sonra yazmıştır. İki cüz halindeki bu kitap alfabetiktir. Bu kitap hakkında İbni Hallikâh “Benzeri yazılmadı” demiştir.

11- Ebû'l-Ferec Abdurrahman b. Ali, İbn-ül-Cevzî (597) “Keşf-ün-Nikâb an-el-esmâ ve'l-elkâb” adlı eseri.

12- el-Hâfız Muhammed b. Abdulgani el-Bağdâdî'nin el-Müstedrek alâ'l-İkmâli Libni Me'kûlâ” adlı eseri.

13- Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî (748) nin “el-Müştebeh fî esma er-ricâl” adlı eseri. Bu kitap kendinden önce bu konuda yazı­lanlar tetkik edildikten sonra te'lif edilmiştir. Bu bakımdan çok mühim­dir. Bu kitap 1881 de 616 sahife olarak Leyden'de basılmıştır.

14- İbn Hatîb ed-Dehşe Mahmud b. Ahmed el-Hemezânî (804) nin “Tuhfet zevî'l-ereb fî müşkil el-esma ve'n-neseb” adlı eseri. Bu kitap 1905 de Leyden'de basılmıştır.

15- Ebû'1-Fadl Sihabûddin İbni Hacer el-Askalânî'nin (852) “Nüzhet-ül-Elbab fi’l-Elkab” adlı eseri.[296]

 

El-Hadis El-Mevzû’

 

Mevzu' hadis, yalan olduğu halde Peygambere isnâd olunan uydur­ma sözlere denir. Uydurma olduğu bilinen bir hadîsi her ne suretle olur­sa olsun rivayet etmek caiz değildir. Buna hadis denilmesi, uyduranın iddiasına nisbetledir.

“Vaz'” lügatte koymak, düşürmek, ticarette ziyan etmek gibi mâ­nâlara gelir. Istılahen ise tarifi yapılan hadis nev'idir.

Yalancıları hadis uydurmağa sevkeden sebepler pek çoktur. Meselâ:

1- İslam düşmanlığı ve dinsizlik neticesi meydana gelen zındık­lık.

2- Mezheb taassubu sâikile kendi fetva ve hükümlerini' te'kid ve te'yîd etme gayreti.

3- Mülûk ve ümerâ'ya yaklaşmak gayreti.

4- Kazanmak maksadile halkı muayyen bir şeye teşvik.

5- Dînin hakikat ve mahiyetini idrak etmemiş kimselerin ecir ve sevâb düşüncesile Allaha yaklaşmak istemeleri.

6- Siyâsî nüfuz temini gibi hadis uydurmağa sevkeden sebepler.[297]

 

Mevzu' Hadisler Hakkında Yazılan Kitaplar:

 

1- Ebû-l-Fadl Muhammed b. Tâhir el-Mukaddesî (507) nin “Tezkirat-ül-Mevzûât”ı. Bu kitap hurûf-u hecâ üzere tertîb edilmiştir. Müellif bu eserde hadisi, hadisin râvîsini cerheden imamları zikreder.1323 senesinde Mısır’da basılmıştır.

2- Ebû Abdullah el-Hüseyn b. İbrahim el-Hemdânî  el-Cevzekî (Cevzekânî)  (543)   nin “el-Mevzûât fî’l-Ehâdîs el-Merfûât” adlı eseri. Müellif eserinde uydurma hadisleri zikreder ve sahîh hadislerle mukaye­se yapmak suretiyle zayıf hadislerin butlanını beyan eder.

3- Ebû'l-Ferec Abdurrahman b. el-Cevzî  (577)nin “el-Mevzûât el-Kübrâ” adlı eseri. Bu eser dört cild halindedir. Müellif bu eserinde İbni Adiyy'in “Kâmil”inde, İbni Hibbân'nın “ez-Zuafâ” sında, el-Ukeyîî' nin “zuafâ” sında, el-Ezdî'nin “Zuafâ” sında, İbni Merdûye'nin “Tefsir” inde, et-Tabarânî'nin “el-Meâcim es-Selâse” sinde, el-Hatîb'in eserlerin­de, Ebû Nuaym'm. Musanneflerinde ve diğer kitaplarda vârid olan hadisleri ele alır. Pek muntazam olmadığı için ulemâca tenkîd edilmiştir.

4- Ziyâuddin Ebû Hafs Ömer b. Bedr el-mevsılî  (623)’nin “el-Muğnî an-ıl-hıfz ve'l-kitab bi kavlihim lem, yasıhha şey'ün fî hâzâ'l-bâb” adlı eseri. Bu kitap 1342 de Mısır’da basılmıştır.

5- Abdüsselâm b. Abdullah, İbni Teymiyye el-Harrânî (652)  nin “el-Ehâdîs el-mevzûa elletî yervîhe'l-âmmetü vel-Kussâs” adh risalesi. Bu eser Mısır Darulkütüb (Mecâmi' 176) numarada kayıtlıdır.

6- el-hâfız Zeynüddin Abdurrahim el-Irakî (806) nin “el-Bâis ala’l-halâs min havadis-il-kussâs” adlı eseri. Bu eseri Suyûtî telhis etmiş ve Suyûtî'nin telhisi 1351 senesinde Mısır’da basılmıştır.       

7- el-hâfız Celâlüddîn es-Suyûtî (911)’nin“el-Iaâlî el-masnua fî'l-Ehâdîs el-mevzûa” adlı eseri. Suyûtî bu eserinde İbn-ül-Cevzî'nin ki­tabını ihtisar etmiş, ayrıca ibni Asâkir'in ve ibn-ün-Neccâr'ın tarihlerin­de, Firdevs'in Müsnedinde, Ebû'ş-Şeyh'in Musanneflerinde geçenleri toplamış ve bazı istidrakler yapmıştır. Suyûtî'nin “Zeyl el-Laâli’l-masnûa”, “et-Taakubât alâ'l-mevsûât”, en-Nüket el-bedîiyyat” adlı eserleri de vardır. Bu eser 1317 de Mısır’da basılmıştır. Onun İbn-ül-Cevzî' üze­rine yazdığı ta'likatı 1886 mîlâdî de Hindistan’da basılmıştır.

8- Ebû'l-Hasen Ali b. Muhammed el-Kinânî (963)nin “Tenzîh-üş-Şerîa'l-merfûa an el-ahbâr eş-Şenîa el-mevzûa” adlı eseri. Bu kitap 1378 de iki cild hâlinde Mısır’da basılmıştır.

9- Cemalüddîn Muhammed b. Tâhir b. Ali'nin (986) “Tezkirat-ül-mevzûât” adlı eseri. 1343 de bir cild olarak Mısır’da basılmıştır.

10- “Aliy-ul-Kârî” nâmile maruf olan Ali b. Sultan Muhammed el-Kârî'el-Herevî (1104) nin “Mevzûât”ı ki, bunlar:

a) “el-Esrâr-ul-merfûa fî'l-Ahbâr-îl-mevzûa fi’l-hadis”

b) “Risâlet-ül-masnû' fî ma'rifet-il-mevzû' min el-hadis”

c) “el-Hey'et-üs-Seniyyât fî tebyîn ehâdis el-mevzûât” adlarında te'lif edilmiş eserlerdir. Bu eserlerde zikredilen hadisler alfabetiktir. İs­tanbul'da basılmıştır. Üzerinde tarih yoktur.

11- Muhammed b. Muhammed el-Hüseynî'nin  (1177)  “el-Keşf-ül-ilahi an şedid-iz-za’af ve1-mevzû'-ul-vâhi” adlı eseri. Müellif bu eserinde zayıf ve mevzu' hadisleri toplamıştır. Mısır Darülkütüp'de (Hadis 110)da kayıtlı bir nüsha vardır.

12- Ebû Abdullah Muhammed b. Ali eş-Şevkanî  (1255)  nin “el-Fevaid el-mecmua fi’l-ehadis el-mevzua” adlı eseri. Müellif selefin eserlerini mütalea etmiştir. Ancak fazla ileri giderek bazı sahîh hadisleri de kitabına almıştır. Bu hususa Abdulhay el-Leknevî “Zafer-ül-Emâni” adlı kitabında işaret etmiştir. Şevkânî'nin eseri 1960 da Mısır'da basılmış­tır.

13- Abdullah, Muhammed el-Beşîr zâfir el-Mâlikî'nin (1325) “Tahzir-ül müslimîn an el-ehâdîs el-mevzûa ala Seyyid-il-Mürselîn” adlı eseri, bu zat dillerde dolaşan meşhur uydurma hadisleri zikretmiş, kitabını al­fabetik olarak telif etmiştir. Ayrıca çok mühim bir mukaddime yazarak orada uydurma hadisler konusuna ve bu hususta telif edilmiş kitaplara işaret etmiştir. Bu kitap 1903 de Mısır'da basılmıştır.[298]

 

DOKUZUNCU BÖLÜM

 

I- Ğarîb-ul-Hadis

 

Hadisin anlaşılmasında yardımcı olan ilimlerden biri de “Ğarib-ül-hadîs” mevzuudur. Hadiste geçen garîb kelime ve deyimleri veya ibare ve cümleleri tam olarak anlamak hususunda bu konuda yazılmış kitap­lara ihtiyaç, hâsıl olmuştur.

Resûlullah (s.a.) Arabların en fasihi idi. Ayrıca o devirde Arab ya­rımadasında konuşulan muhtelif lehçeleri bilirdi. O kendisine gelen he­yetlere, onların anladıkları kelimelerle konuşur, onların konuştuklarım da anlardı. Bir defasında Hz. Alî, Resûlullah’ın Benî Nehd kabilesinden gelen bir heyete, onların dili ile konuştuğunu görünce “Yâ Rasûlullah, biz bir babanın çocuklarıyız, halbuki senin, Arab kabilelerinden gelen heyetlere bizim anlamadığımız cümlelerle konuştuğunu görüyoruz.” dedi. Resûlullah (s.a.) cevaben:

“Beni Rabbim te'dîb etti. O benim edebimi güzel yaptı. Ben, Benî Sa'd'da terbiye edildim.”[299] dedi.

Bu hâdise göstermektedir ki, Resûlullah’ın hadislerinde izaha muh­taç pek çok kelime, deyim ve ibareler vardır.

İslâm âlimleri bu konuda da çok mühim çalışmalar yapnuşlardır. Biz burada bu konuda yazılan bazı eserleri tanıtmağa çalışacağız.

Bu konuda ilk te'lifi yapan:

Ebû Ubeyde Ma'mer b. el-Müsennâ et-Teymî (210) dir.

Bu zat “Ğarîb-ül-hadîs” konusunda küçük bir risale hazırladı. Bu, o zamana göre mühim bir başlangıç idi.

Ebû Ubeyde'den sonra aynı konuda çalışmalar yaptıkları söylenen zevat şunlardır.

Ebû Saîd Ahmed b. Hâlid ed-Darîr el-Kindî (214). Abdulvâhid ibni Ahmed el-Muleyhî (463), Muvaffakuddîn Abdullâtîf b. Yûsuf el-Bağdâdî (629).

Sonra:

Ebû'l-Hasen en-Nadr b. Şümeyl el-Mâzinî (204) bir kitap yazdı. Eserinde Ebû Ubeyde'den daha fazla şey topladı.

Sonra Abdulmelik b. Kureyb el-Esmâî, Ğarîb-ül-hadis adile bir kitap yazdı. Bu zat kitabını güzel bir şekilde tertip etti, hadislerin kelimeleri ve mânâları üzerinde konuştu. Bu arada Kutrub adile tanınan Muhammed b. el-Müstenir de Ğarîb-ül-hadis konusunda bazı yazılar yazdı.

Daha sonra Ebû Ubeyd el-Kâsim b. Sellâm (224)  eserini yazdı. O devirde bu konuda yazılanların en güzeli İbni SellaM'ın “el-Ğarîb el-Musannef” adlı eseridir.

Müellif bu eseri kırk senede yazmıştır. İbni Kuteybe bu eser üzerinde bazı istidrakler yapmıştır. el-Hattâbî'nin de bu kitap üzerinde çalış­maları ve bazı ilâveleri vardir. Bu kitap ulemânın müracaat mahalli ol­muştur.

Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineverî (266) de bir eser yazmıştır.

el-İmâm İbrahim b. İshâk el-Harbî (285) “Ğarib-ül-hadîs” adlı ese­rini yazmıştır.

Daha sonra da Şemîr b. Hamdûye el-Herevî (255) Garîb-ül-Jıadîs ad­lı eserini yazdı.

Sa'leb diye tanınan Ebû'l-Abbâs Ahmed b. Yahya (291) “Ğarib-ül-hadis” adlı eserini yazdı.

Sonraki asırlarda te'lîf devam etti ve bu konuda çok eser yazıl­dı.[300] Bugün için bize bu konuda en çok faydalı olacak eserler şun­lardır:

1- İsmail b. Hammâd el-Fârâbî el-Cevherî (393) nin “Kitab-üs-Sıhâh”ı.

2- Muhammed b. el-Huseyn eş-Şerîf er-Radiyy  (406)  in “el-Mecâzât en-Nebeviyye” adlı kitabı. Bu kitap 1328 de Bağdad'da basılmıştır,

3- Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî (538) nin “el-Fâik fi ğarib-el-hadîs” adlı eseri. Bu eser 1945 de üç cild halinde Mısır'da basılmıştır.

4- el-Mübârek b. Muhammed, İbni Esîr el-Cezerî  (606) nin “en-Nihâye fi ğarîb-el-hadis ve’l-eser” adlı kitabı. Bu kitap Mısır'da iki defa basılmıştır.

5- es-Suyûtî (911)’nin “ed-Dürr-ün-Nesîr” adlı kitabı. Bu kitap İbni Esîr'in (en-Nihâye)’sinin hülâsasıdır. “Nihâye” nin kenarında ba­sılmıştır.[301]

 

II- Hadiste Nâsih Ve Mensûh

 

Hadîsin nâsih ve mensûhunu bilmek, hadisle ilgili sahaların en incesi ve en zorudur. Esasen bu konu, hadisçilerden daha çok fıkıhçıları bil­hassa usûl-u fıkıhla, meşgul olanları ve hadislerden hüküm çıkarmak durumunda olan müctehidleri ilgilendirir. Onun için usül-u fıkıh kitap­larında nesh'e gereken önem verilmiştir.

Ayrıca nesih ilmi hem Kur'anı hem de hadîsi içine alır. Çünkü ne­sihte Kur'an ile hadis müşterek bir fonksiyona sahiptirler. Zira âyet âye­ti ve hadis hadisi neshettiği gibi bazı hallerde âyet hadisi, hadis de âyeti nesheder. Bunlardan başka neshin vukuu ve cevazı hakkında pek çok ihtilâflar vardır. Bu sebeblerden dolayı nâsih ve mensûh bahsinin hadis ilimleri arasında zikredilmesi sadece bu mevzuya işaret edilmiş olmak içindir. Binaenaleyh biz de burada bu konuya kısa olarak temas edece­ğiz.

Hadise dâir nâsih ve mensûh ilmi ile meşgul olanların ilkinin İbni Şihâb ez-Zührî (124) olduğu irvâyet edilir. Fakat nâsih ve mensûh ko­nusunda en muktedir âlimin İmam-ı Şafiî olduğu söylenmiştir. ez-Zührî:

“Hadisin nâsih ve mensûhunu bilmek, âlimleri hasta etti ve çoğunu âciz bıraktı” demiştir.

Ahmed b. Hanbel, Mısır'dan gelmiş olan İbni Vâre'ye:

“Şafiî'nin ki­taplarını yazdın mı?” dedi. O da:

“Hayır” dedi. Ahmed b. Hanbel İbni Vâre'ye:

“En büyük fırsatı kaçırdın, biz eş-Şâfiî ile ilim müzakere edin­ceye kadar mücmel ve müfesser ilmini, nâsih ve mensûh ilmini hakkile bilmiyorduk, ancak bunların hakikat ve mahiyetlerini eş-Şâfiî'den öğren­dik” dedi.[302]

Lügat olarak nesh'in iki mânası vardır:

a) Bir şeyi izale etmek yani yoketmek, ortadan kaldırmak.

b) Bir şeyi -asıl maddesi bozulmadan- bir halden başka bir hale nakil ve tahvil etmek.

Istılah olarak nesH, şer'î bir hükmü yine şer'î bir hükümle kaldır­tmaktır. Burada kaldırmaktan murad, mükelleflerle olan alâkasını kesmek demektir. Bundan sonra mükellef artık mensûh hitapla değil, nâsih ile amel eder.

Neshin vukuu için dört şart vardır:

1- Neshedilenin şer'î bir hüküm olması,

2- Hükmü kaldırma delili olan nâsihin şer'î bir delil olması,

3- Nâsih olan delilin, zaman bakımından mensûhtan sonra gelmiş olması,

4- İki delil arasında yani nâsih ile mensûh arasında hakiki mâna­da bir taâruz ve tenakuzun bulunmaması lâzımdır.[303]

 

Bu Konuda Yazılanlar

 

Keşf-uz-Zünûn sahibi,[304] hadisin nâsihi ve mensûhu hakkında eser yazanları şöyle sıralar:

1- Kasım b. Esbag el-Kurtubî (öl. 340).

2- Ebû Bekr Muhammed b. Osman el-Ca'd (öl. 322).

3- Ahmed b. İshâk b. Behlûl et-Tenûhî (öl. 318).

4- Ebû Ca'fer Ahmed Muhammed en-Nehhas en-Nahvî (öl. 410).

5- Ebû Hafs Ömer b. Şahin el-Bağdâdî el-Vâiz (öl. 385).

6- İbrahim b. Ali, İbni Abdulhak (öl. 744).

7- Abdulkerim b. Hevâzin en-Nisaburî el-Kuşeyrî (öl. 465).

8- Muhammed b. Bahr el-İsfehânî, Ebû Müslim (öl. 322).

İbni Kesîr [305] ise bu konuda müellif olarak, el-Hâfız el-Fakîh Ebû Bekr Muhammed b. Musa el-Hâzimî (584) yi gösteriyor. Muhammed b. Musa el-Hâzimî eserine, “el-îtibâr fî beyân-ın-nâsih ve'l-mensûh min el-âsâr” adını vermiştir. Bu eser Haydarâbad, Halep ve Mısır'da basılmış­tır.

Keşf-uz-Zünûn'un zikrettiği zevat arasında en-nâsih vel-mensûh adı ile eser yazdıkları anlaşılanlar;

Ahmed b. İshâk b. Behlûl el-Kâdî et-Tenûhî,[306] Muhammed b. Osman el-Ca'd,[307] Kasım b. Esbağ el-Kurtubî [308] dir. Diğer zevatın eserlerinin mevcut, olup olmadığı araştırılacaktır.

Buraya kadar zikrettiklerimiz sadece hadise dâir nâsih ve mensûb içindir. Kur'an'a dâir nâsih ve mensûh konusunda eser yazanlar pek çoktur.

Hadiste vâkiî neshe bir misâl olarak:

“Sizi kabir ziyaretinden nehyetmiştim. Artık şimdi kabirleri ziyaret edi­niz” hadis-i şerifini verebiliriz.[309]

Kur'an ve hadiste vâki' neshin her çeşidini ve ilmî izahlarını misallerile birlikte görmek isteyene, “Menâhil-ül-îrfân fî ulûm el-Kur'an” ad­lı eserin II, 69 -166 sahifelerine müracaat etmesini tavsiye ederiz.[310]

 

III- Hadis Bulmağa Yarayan Kitaplar

 

1- Buhârî ve Müslim'deki hadisleri bulmak için, Fâtih Ders-i anılarından Tokat’lı Muhammed eş-Şerîf  ibni  Mustafa'nın  “Miftâh,  el-Buhârî ve Müslim” adlı eseri. Bu kitap ilk önce Buhârî'nin hadislerini alır. Buhârî'nin şerhlerinden Aynî, Askalâni, Kastattânî'nin fihristlerini de koymuştur. Müslim için metinden başka sadece Nevevî şerhi vardır.

2- Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddîn Efendinin “Râmûz-ül-ehâdîs” i ve onun şerhi. Bu kitapta umumî olarak hadisler alfabetik sıraya göre toplanmıştır.

3- İmâm-ı Suyütî'nin “Câmi-üs-Sağîr” adlı eseri. Bu eserde hadisler alfabetiktir. Hadisin ilk kelimesinin ilk harfi esas alınmıştır. Zik­redilen hadisin hangi kitaplarda geçtiğini sonunda zikreder.

4- Muhammed Abdurrauf el-Münâvî'nin “Feyz-ül-Kadîr” adlı ese­ri. Bu eser aslında Câmi-üs-Sağîr'ın şerhidir. 1938 de altı cild halinde Mı­sır'da basılmıştır. Metin harekelidir. Hadisler numaralanmıştır. Faydalı bir kitaptır.

5- Muhammed Abdurrauf el-Münâvî'nin “Künûz-vd-Dekâik fî hadis Hayr-il-halâik” adlı eseri. Bu kitap da alfabetiktir.

6- Miftâh Künûz-üs-Sünne. Bu eser mevzulara göre İngilizce ola­rak hazırlanmış, sonra Muhammed Fuâd Abdulbâkî tarafından Arabçaya çevrilmiştir.

7- Muhammed Fuâd Abdulbâkî'nin “Teysîr-ul-Menfea...” adlı ese­ri ki bu eser, bundan sonra zikredeceğimiz fihristi kullanmakta kolaylık sağlamak maksadiyle 8 kitabın bablara göre mufassal fihristlerini hâvîdir. 1935 de Mısır'da basılmıştır.

8- A. J. Wensinck'ın “el-Mu’cem el-müfehres lielfâz-ıl-hadis en-Nebevî” adlı eseri.

Bu eser müsteşrikler tarafından Hollanda'nın Leyden şehrinde ba­sılmaktadır. Bu konuda en büyük eserdir. Kütüb-ü Sitte ile ed-Dârimî'-nin “Müsned” i, Malik'in “Muvatia'” ı ve Ahmed b. Hanbel’in “Müsned” inde geçen hadisleri alır. Hadiste geçen bir kelime bilindiği takdir­de, o kelime ile hadisi bu kitapta varsa bulmak mümkün olur. Şimdiye kadar Kef harfine gelmiştir. Basılması devam etmektedir. Kitap lügat sistemi ile hazırlanmıştır. Bulmak istediğimiz kelimeyi Sülâsî kökünden bakmak suretile bulabiliriz. Kelimeyi bulma usûlü tıpkı el-Müncid gibidir. Burada fazla olarak kelime cümle arasında geçtiği gibi zikredilir.

9- Kenz-ûl-ummal fî sünen-il-akvâl ve'l-ef’âl; müellifi, Alâuddin Ali “el-Muttekî b. Hüsâmeddin el-Hindî (öl: 975 h.).

Bu eser hadisleri fıkıh mevzularına göre alır. Her mevzua âid hadis­leri, ilgili mevzu altında zikreder. Bu eser 8 cilt halinde 1364 de Haydarabad’da basılmıştır.[311]

 

ONUNCU BÖLÜM

 

Bu bölümde Türkçe olarak yapılmış hadis çalışmalarına işaret etmek istedik. Türkçe hadis çalışmaları deyince, terceme, te'lif ve şerh olmak üzere türkçe olarak neşredilmiş kitaplardan görebildiklerimizi bu bölüm altında vermeyi düşündük. Müellifini esas alarak zikrettiğimiz kitaplar hakkında ayrıca çok kısa bilgi vermeğe çalıştık. Usûl-u hadise dâir ça­lışmalar için ayrı bir kısım tahsis etmedik, metin ve usûl çalışmalarını bir arada verdik, inşaallah ileride bu konuda daha geniş malûmat verme­yi düşünüyoruz. Ancak bizim burada zikretmediğimiz kitaplar varsa, bu­na muttali olan okuyucularımızdan bizi haberdar etmelerini rica ederiz. Şimdilik daha ziyade matbu eserler üzerinde durduk. İmkân bulduğumuz takdirde ileride hadise dair türkçe olarak te'lif edilmiş olan yazma ha­lindeki eserleri de toplamağa çalışacağız. Gayemiz, bu konuda türkçe ola­rak yazılmış eserleri tanıtmak ve Islâmi Türk Kültürüne hizmet etmek­tir.

1- Ahmed el-Hâşimî: Muhtâr-ul-Ehâdîs-in-Nebevviyye ve’1-hikem en-Muhammediyye, Türkçeye çeviren, Abdülkadir Akçiçek, neşr. Salâh Bilici Kitabevi, İst. 1967. Bu eserde metin ayrı terceme ayrı basılmış, hadis râvîleri hakkında kısa malûmat verilmiş, hepsi bir ara­da ciltletilmiştir. Kitabın sonunda ayrıca “Vaaz Ör­nekleri'” diye bir bölüm vardır.

2- Ahmed b. Muhammed, Zeyn-ül-Kuzât: Ma'din-ül-cevahir, terceme eden Muhammed Kadızade, Bayazit, Veliyyüddin No: 517. Bu eser gayet güzel bir yazmadır. Hadislerin Arapça metinlerinin altları kırmızı ile çizilmiştir. 94 varak olan yazma oldukça kıymetlidir.

3- Altunkalem Hafız Nazmi: İkincî Yüzbir Hadis-i Şerîf, Zafer Matbaası, İzmir, 1943. Bu eser 34 sahifedir. Mukaddimeden sonra hadisle­rin arapça metinleri ve o metinlerin sadece tercemeleri verilmiştir. Küçük bir eserdir. Hadislerde numa­ra olmadığı gibi sonunda fihrist de yoktur.

4- Balpınar Mehmed: İslam dini, Hz. Muhammed'in Hayatı ve Hadisleri (güzel sözler); Karınca Matbaası, Eskişehir,1960. Bu eser 27 sahifedir.

5- Bekri Mustafa: es-Salavât el-Hâmie fî mahabbet-il-Hulafâ-il-câmme; Terceme eden: Fikri Yavuz, Sönmez Neşriyat, İst. 1967. Bu eser, Hülefâ-ı Raşidîn hakkındaki hadisleri bir araya getirmiştir.

6- Bilmen Ömer Nasuhî: 500 hadis-i şerif,   Bilmen Yayınevi, İst. 1967. Bu eser seçme hadisleri ihtiva eder. Hadislerin arapça metinleri verilmiş, altında türkçe tercemeleri yazılmıştır.

7- Birgivi – Akkirmani: Burhan-ül-muttekîn terceme-i hadis-i erbain, cilt, 1-2, İstanbul, 1290. Bu kitabın aslı Nevevî'nin Kırk Hadisidir. Arapça aslı Birgivî ve Akkirmanî taraflarından şerhedilmiş, bu şerh Türkçeye çevrilmiştir. Bu eser son derece kıymetli bir eserdir. Tercemenin dili eskidir. Her iki cildin mecmuu 700 sahife kadar olan bu kitapta bol izahat vardır.

8- Birgivi Muhammed Pir Ali: Tarikat-i Muhammediyye tercemesi Tekmile. Mütercimin kim olduğu belli değildir. Bu eser her ne kadar direkt olarak bir hadis kitabı de­ğilse de muhteva itibarîyle hadis çalışmaları konusuna girer. Çünkü kitabın mühim bir kısmını hadis metinleri teşkil eder. Bununla beraber bu eser umu­mî karakteri itibarîyle bir ahlâk kitabıdır.

9- Buhari, Muhammed b. İsmail: SahîhA Bulları muhtasarı Tecrîd-i sarîh, Tecrid'i yapan Zebîdî, Zeynüddin Ahmed, Mü­tercimler; Ahmed Naim ve Kâmil Miras. Bu eserin, arap harfleriyle basılmış olan I. ve II. cildlerin mütercimi ve sarihi Ahmed Naim III-XII. cildlerin mütercimi ve şârihi Kâmil Miras, Diyanet İşleri Reisliği Neşriyatı, İstanbul, 1346-1928-1949. Eserin ilk tabı kalmadığından hâlen ikinci tabı neşredilmektedir. Türkiye'de Türkçe hadis çalışmala­rının en mühim örneğini bu eser teşkil eder. Bu kitap, bu sahada Türkçe olarak yazılanların en sağlamı ve en mühimmidir. Eserin birinci cildinde hadis ilim­lerine dair çok kıymetli bir mukaddime vardır. Bu mukaddime, bu sahada bugüne kadar hadis ilimleri­ne dair yazılanların en güzeli ve en faydalısıdır. Bu eser Türkçe hadis çalışmalarının şaheseridir.

10- Buhari, Muhammed b. İsmail: Sahih-i Buharı Tecrîd-i sarîh muhtasarı, terceme eden Konyalı Mehmed Vehbi, “Bâbı-alîde Sabah” neşriyatı, cild I. II. III. İst. 1966. Bu eserin, Zeyneddin Zebîdînin Tecridi olduğu söylen­mektedir, Her ne sebeptense bu husus gizlenmiş­tir. Konyalı Vehbi Efendi çok kıymetli bir âlimimizdir, fakat eserin neşri ilmî değildir. Maalesef Sabah Gazetesi, bu esere gereken ehemmiyeti nedense gös­termemiştir. Bununla beraber Türkçeye kazandırıl­mış kıymetli bir eserdir.

11- Cami’ Abdurrahman: Çehl hadis, terceme eden Nevâî, Taşkent 1893. Bu eser küçük bir kitap olup manzum bir tercemedir.

12- Cami’ Abdurrahman: Şevâhid-ün-nübüvve, Terceme eden; Mahmud b. Osman Lâmiî, İst. 1293. 3 cild olan bu eser, Farsça’dan Türkçe’ye yapılmış es­ki bir tercemedir.

13- Cerrahoğlu İsmail: Tefsir ve hadis kitabetine karşt Peygamber ve sahabenin durumu. İlahiyat Fakültesi Dergisi IX. sayı, Ankara, 1962. Bu bir makaledir.

14- Çekmegil Said: Altın Anahtarlar   (Kxrk hadis-i şerif), Adıyaman, 1960. Kırk sahifelik küçük bir eserdir.

15- Danşmend H. Şeref: Aşk-ı Resul, salavât-i şerif enin fazâüi hakkında toplanmış kırk hadis, Ankara, 1956. Bu eser 32 sahifelik küçük bir kitaptır. Bu kitapta hadislerin hangi kitaplardan alındığı söylenmiş ve sahifeleri verilmiştir, hadislerin sadece Türkçe terce­meleri yazılmıştır.

16- Doksanyedi Ali Rıza: Ali Rıza, Ehl-ibeyt üzerine hadisler, Ankara, 1962, 16 sahifelik bir broşürdür.

17- Eğreti Cemal: Binbir hadis (Terceme ve metin), Demir Kitabevi Yeni Matbaa, İstanbul, 1963.

18- Erdem Hasan Hüsnü: Oruç ve Ramazan ibadetlerine dair yüz hadis, Ankara, 1962.

19- Erdem Hasan Hüsnü: İlâhî hadisler, Ankara 1952.

20- Es’ad Mehmed Erbilî: Kenz-ül-irfânfîehâdîs-iNebiyy-ir-Rahman. Bu, küçük bir eserdir. Hadislerin arapça metinleri harekelidir. 180 sahife kadar olan bu eserde hadis­lerin tercemeleri ve izahları yer almıştır.

21- Es’ad Mehmed Seydişehrî: Usûl-ü hadis, İzmir. Bu kitap eski Türkçe ile yazılmış kıymetli bir eserdir. 163 sahife olan bu eserde her meseleye bir numara verilmiş ve 304 mesele izah edilmiştir.

22- Hamidullah Muhammed: Sahîfet Hemmâm b. Münebbih, mü­tercimi; Kemal Kuşçu, Bahar Yayınları, İst. 1967. Bu eser, İslam tarihinde Kur'an-ı Kerîm'den sonra yazılan eserlerin ikinci zümresini teşkil ettiği için çok büyük bir değeri vardır. Eserin girişinde, eseri neşre­den Prof. Dr. Muhammed Hamidullah tarafından ya­zılan, hadis tarihine dair çok kıymetli bir mukaddi­me vardır. Bu eser için ilgi çekici bir taraf da aym­anda üç ayrı şahıs tarafından türkçeye terceme edil­miş olmasıdır. Diğer mütercimler, ilahiyat Fakülte­si asistanlarından Dr. Talât Koçyiğit ile Ankara müf­tüsü Ragıb İmamoğludur.

23- Çantay Hasan Basri: Hadisler (on kere kırk hadis), Metni Meâli ve izahı, ikinci baskı, İst. 1965. Müellif, kısa bir önsözden sonra hadislerin, tercemesine geçer. Hadislerin arapça metinleri harekelenmiş ve hadisler numaralanmıştır. Tercemeden ayrı ola­rak bazı izahlar da vardır.

24- Hüseyin el-Vâis: Tuhfet-üs-salavât tercemesi. Bayazit, Veliyyüddin No: 513. Bu eser yazmadır. Salavâtların tercemesinden baş­ka sonunda Bend-i Attar'ın tercemesi de vardır.

25- İbni Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali: Bülûğ-ul-Merâm min edilleti'l- ahkâm, Terceme ve şerhini yapan,  Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İst. 1966. Bu kitap, önsözünde de belirtildiği gibi- San'ânînin “Sübül-üs-selâm” adındaki eserile, Hintli âlim Ebû'l-Hayr Nûr-ul-Hasen Han'ın aynı eserden adapte etti­ği “Feth-ul-Allâm lî şerhi bulûğ-ıl-merâm” adlı eseri göz önüne alınarak, bilhassa San'ânînin şerhinden daha ziyade istifade edilerek yazılmıştır. Bu eserin hususiyetlerinden birisi, Ehli Sünnet dışı görüşler atılarak yerine dört mezhebin meşhur kavillerinin konması ve gerekli görülen yerlerde Zeydiyye Mezhe­bini terviç hususunda ileri giden San'ânî ile münaka­şalar yapılması ve Ehli Sünnetin delillerinin serdedilmesidir. Hâlen iki cildi neşredilmiş olan bu eser, yakında tamamlanacaktır. Ahkâm hadislerinin terceme ve şerhi olması itibariyle bu eser bu konuda Türkçe olarak en mühim neşriyat sayılabilir.

26- İbni Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali: Nuhbet-ül-fiker, terceme eden, Fatih Ahmed, İst. 1261. Bu eser usûl-ü hadis’e dâir çok kıymetli bir eserdir. Eski olmasına rağmen baskısı gayet güzeldir.

27- Îleri Esad: Hadis-i şerif tercemesi, İzmir, 1945. Bu kitap 44 sahifelik küçük bir eserdir.

28- İzmirli İsmail Hakkı: Siyer-i celîle-i Nebeviyye, İst. 1332. Bu kitap “Mukaddimât” adını verdiği kısımda siyere dâir bibliyografya malûmatı verir. Sonra hadis ilmi­ne geçer. Usûl-u hadis'e dâir kısa malûmat vardır, fa­kat oldukça özlüdür. Kitap 150 sahifelik küçük bir eserdir.

29- James Robson: Sahih-i Müslim nüshalarının rivayeti, The Journal of the Royal Asiatic Society, Nisan 1949. Türkçeye çeviren Talât Koçyiğit, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, 1955.

30- James Robson: Bulletin of the school of Oriental and African studies, 1952, XTV-3. Türkçeye çeviren Talât Koçyiğit, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, 1956.

31- Kaçar Ahmed Hamdi; Ahlâk Öğütleri ve Kırk Hadis-i Şerif, İz­mir, 1961. Küçük boy kırk sahife olan bu eserin mukaddimesin­de belirtildiği üzere ilk önce bir hadis zikrediyor, sonra Feridüddin Attar'ın Pend-i Attar nammdaki şiirlerinden tercemeler yapıyor. Eserde hadislerin yalnız tercemeleri verilmiş, kaynak gösterilmemiştir. Kısa ahlâkî öğütlerden ibarettir.

32- Karahan Abdülkadir Prof. Dr: İslâm Türk Edebiyatında Kırk Hadis, İst. Ü. Ed. Fakültesi yayınları, No: 587, İst. 1954. Bu eser, İslâm-Türk edebiyatında kırk hadisle ilgi­li çalışmaları ilmî bir metod ve edebî bir dille akset­tirmektedir. Kırk hadis sahasında ilmî ve kıymetli bir eser olup, zengin bir bibliyografyaya sahiptir.

33- Karahan Abdülkadir: Kırk hadis tercümelerine umumî bir bakış ve Ankaralı İsmail Rusûhî'nin Terceme-i Hadis-i Er­baini, Türkiyat Mecmuası, İst. 1953. Bu, Türkiyat Mecmuası'nda intişar etmiş bir maka­ledir.

34- Karaman Hayreddin: Hadis usûlü, İst. 1965. Bu eser, hadis ilimleriyle ilgili bir eserdir. Hadis ilimlerine dâir konularda kısa malûmat verir. İmam -Hatip Okulları nazarı itibare alınarak yazılmıştır.

35- Kastalani Ahmed b. Muhammed: el-Mevâhib el-Ledünniyye; Meâlimül-yakîn adiyle Türkçeye çeviren, Baki Efen­di, Bayazit, Veliyyüddin No: 518. Bu eser yazma halindedir. Güzel bir yazı ile yazıl­mış olan bu yazma 200 varaktır.

36- Kısakürek Necib Fazıl: l0lHadis, İst. 1951. 32 sahife olan bu eserde hadisler sülüs yazı ile ya­zılmış, manzum tercemeleri yapılmıştır.

37- Koçyiğit Talât: İslâm hadisinde îsnâd ve hadis râvîlerinin cerhi, Ankara, 1962.

38- Kudai Ebû Abdullah: 1200 Hadis4 şerif, İst. 1327. Bu kitapta hadis metinleri arapça olarak yazılmış, dipnotta mânaları Farsça ve Türkçe olarak verilmiş­tir.

39- Kurtulmuş Numan: Binbir Hadis tercemesi, ikinci baskı, İst. 1958. Bu eser seçilmiş hadislerin metin ve tercemelerini ihtiva eder.

40- Maarif Kitaphanesi: Hz. Muhammed'in öğütleri, hadis-i şerifler ve güzel misaller, İst. 1958. 64 sahife olan bu eser halk için yazılmıştır.

41- Mahmud Esad: Usûl-ü hadis, İst. 1316. Küçük boy 163 sahife olan bu eser eski yazı ile ba­sılmıştır. Kitaba, her mesele için bir numara konmuş, böylece 304 mesele izah edilmiştir. Bu kitap muhteva itibariyle oldukça sağlam ve faydalı bir eserdir.

42- Mansur Ali Nasıf: et-Tâc-ul-Câmi'-li’l'usül fî ehâdîs-ir-Resûl, Mü­tercimi Bekir Sadak, I. cild, İst. 1966. Bu eser, “Kütüb-ü sitte” den mevzulara göre seçilen hadislerden meydana gelmiştir. Tamamı terceme edi­lince Türk kültürü hadis sahasında mühim bir servete sahip olacaktır. Kitapta hadislerin harekeli me­tinleri ve tercemeleri yer almaktadır. Tâc müellifinin kendi ifadesine göre, İbnî Mâce hariç, Kütüb-ü sitte’de bulunan bütün hadisleri konularına göre bir ara­ya toplamıştır. Müellif, hadisin sadece ilk râvisini zikreder. Bununla beraber bazan İbni Mâce'den ve pek az olarak Kütüb-ü sitte'nin dışındaki kitaplardan da hadisler aldığı görülmektedir.

43- Mardin Ömer Fevzi: Hadis-i şerifler, Peygamber Efendimizin kanaatleri, mevzularına göre Türkçe tasnifli, şerhli (Din Kültürü) İst. 1951. Bu kitapta hadislerin sadece Türkçe tercemeleri ve­rilmiş, ayrıca şerhleri yapılmış, kitap konulara göre tertip edilmiştir. Kitabın sonunda bir fihrist vardır.

44- Mehmed Arif: Binbir Hadis, İst. 1986. Bu eser vaktiyle eski harflerle basılmış, şimdi de ye­ni harflerle basılmıştır.

45- Mehmed Esad: Kenz-ül-irfan, 1327. Bu kitap daha ziyade fazail ve İslâm ahlâkı ile ilgili konuları ihtiva eder. Kitapta ilk önce hadislerin arap­ça metinleri, sonra tercemeleri verilmiştir. Bazı hadislerin tercemeden sonra izahları da yapılmıştır. Hadislerin sadece kitap ve râvî olarak kaynakları zikre­dilmiştir.

46- Mehmed Şükrü: Usûl-ü hadis.

47- Müslim b. el-Haccâc: UaMh-i Müslim, Mütercimi Mehmed Sofuoğlu, İst. 1987. Bugünlerde intişar edecek olan bu eser, hadis saha­sında mühim bir çalışma sayılacaktır. Sahîh-i Müslim'in mukaddimesi hadis ilimleri bakımından olduk­ça mühimdir.

Not: Sahih-i Müslim'in başka bir tercemesinin, İsmail Hakkı Şengüler tarafından yapılmakta olduğunu işittik. İkinci terceme de neşredildiği takdirde Müslimin kitabına verilen değer bir kat daha arta­caktır. Çünkü elimizde Buhârî'nin birkaç tane tercemesi vardır. Müslim de Buhârî'den sonra en sahih ki­taptır. Ona verilen ehemmiyet yerindedir.

48- Mustafa Naki: Kırk hadis yahut îlm-i hal-i siyasi, Selanik, 1327. Bu eser içtimaî ve siyasî konularda kırk hadisi bir araya getirmiştir. 80 sahife olan eserin sonunda hadislerin bulunduğu kaynaklara dair çok muntazam bir fihrist vardır. Eski yazı baskısı da güzeldir. Hadisler harekelidir. Tercemeden fazla olarak bazı izahlar da vardır.

49- Nazif Surûrî: Hilafei-i muazzeme-i islahiyye, İst. 1315. 23 sahife olan bu eserde hilâfet konusu ile ilgili hadislerin sadece Türkçeleri verilmiştir.

50- Nevevi Muhiddin: Kırk Hadis, mütercimi Ahmed Naim, İst. 1341-1343. Bu eser eski yazı ile basılmıştır. Hadis metinleri ha­rekelidir. Tercemeden başka şerhler ve dipnotlar da vardır. 635 sahife olan bu eser muhteva itibariyile çok kıymetli bir eserdir.

51- Nevevi Muhiddin: Hadis-i erbain, Mütercimi, Ruhul-beyan sahibi İsmail Hakkı, İst. 1317. Bu eser büyük boy 304 sahife olup, eski yazı ile ba­sılmıştır. Hadislerde hareke yoktur, tercemeden faz­la olarak bazı izahlar vardır.

52- Nevevi Muhiddin: Riyâz-üs-sâlihin, mütercimler, ilk iki cildi, Ha­san Hüsnü Erdem ve Kıvamüddin Burslan birlikte, diğer kısım Hasan Hüsnü Erdem, Diyanet İşleri neş­riyatı, Ankara, 1949-1958. Bu eser her ne kadar tümü itibariyle bir hadis kitabı değilse de büyük bir kısmını hadisler teşkil eder. Bu eser vaaz ve irşad konularında oldukça faydalı bir kitaptır.

53- Okçuzade Mehmed: Ahsen-ül-hadis, İst. 1313. Bu eser enteresandır. Hadisler harekelidir. Her hadisin terceme, şerh ve izahından sonra, ayrıca hadisin konusu ile ilgili manzum sözler ve rubailer var­dır. Baskısı da çok güzeldir.

54- Okiç M. Tayyib Prof: Bası Hadis meseleleri üzerinde tetkikler, İlahiyat Fakültesi yayınları, Ankara, 1959. Bu eser Türkçe hadis çalışmalarının orijinal örnek­lerindendir. Eserde, hadis ilimlerine dair meseleler ilmî bir şekilde ele alınmış ve izahları yapılmıştır. Bu kıymetli eseri talebelerimize tavsiye ederiz.

55- Öğüt Cemal: Bereket ve Bahmet-i îlâhiyye Burlıanlarına dair kırk hadis-i şerif, İst, 1951. Eserde hadislerin arapça metinleri, arapça olarak: kaynakları zikredildikten sonra terceme ve izahla­rına geçilir.

56- Ömer Ziyauddin: Zübdet-ül-Buhârî ve tercemesi, Trabzon, 1341. Bu eser eski harflerle üç cild olarak basılmış güzel bir eserdir. Eseri Buhârî’den seçip meydana getiren Ömer Ziyauddin Efendi kendisidir. Bu eserin sade­leştirilmiş olarak yeni yazı ile yeni bir baskısı yakın­da Salâh Bilici Kitabevi tarafından neşredilecektir.

57- Özek Ali: İslamda Niyyet, İst. 1963. Bu kitap “İnnemel âmâ lü bin-niyyât” hadisi etrafın­da bir çalışmadır. Bir tek hadisi esas alarak yapıl­mış bir araştırma olması itibariyle bir hususiyet ta­şır ve hadis çalışmaları konusuna girer.

58- Pilavoğlu Mehmed Kemal: 201 hadis-i şerif ve şerhi, Ankara, 1962. 217 sahifelik bir eserdir.

59- Pilavoğlu Mehmed Kemal: Hadis-i şerif, cild 1, Ankara, 1951. 79 sahifelik bir eserdir.

60- Radiyüddin Hasan b. Muhammed es-Sagânî: Meşârik-ul-envâr, Terceme eden, Taşköprüzade Ahmed, Bayazid Umu­mî, No: 515-516. Bu kitap hicrî 1012 de yazılmıştır. İki büyük cild ha­linde bir yazmadır. I. cild 307 varak II.cild 748 va­raktır. Hadis metinleri harekelenmiş, altları kırmızı ile çizilmiştir. Bu eser çok kıymetlidir. Yazısı da okunaklıdır.

61- Sezgin Fuad: Buhârî'nin Kaynakları, Ankara, 1956. Bu eser, sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn tarafından Hadisler tasnif ve tedvin edilirken, sadece “ezber” me­todunun değil, aynı zamanda “kayıd (yazıyla tesbit)” usûlünün de kullanıldığını vukufla ve bol kaynak gös­termek suretiyle isbat yolunda yazılmış ilmî bir eser­dir. Kitaptaki teze göre, Buhârî Sahih'ini yazarken tamamen yazılı kaynaklara istinad etmiş bulunu­yordu.

62- Sıddıki Muhammed Zübeyr Prof. Dr: Hadîth Literatüre; Hadis Edebiyatı Tarihi adiyle türkçeye çeviren Yusuf Ziya Kavakçı, İrfan Yayınevi, İst. 1966. Bu eser, hadis edebiyatı tarihi konusunda Türkçe ilk eser sayılabilir. Bu mühim eser, İslam hadis kültü­rünün malzeme, tarih ve tekâmülünü muhtasar bir şekilde aksettirir. Herkes için iyi bir el kitabıdır. Bil­hassa talebelerimize tavsiye olunur.

63- Şah Veliyuddin ed-Dihlevî: HuccatüMah-ıl-bâliğa,   mütercimi Hasan Basri Çantay. Daha çok ahkâm, âyet ve hadisleri üzerinde duran bu eser merhum Çantay tarafından dilimize çevril­miştir. Veresesinden aldığımız malûmata göre bu eser yakında basılacaktır.

64- Şenses Rahmi: Nurdan çıkan sesler, yüzsekiz hadis-i şerif, İst.1949. Bu eserde hadislerin arapça metinleri yeni harfler­le, yani lâtin harfleri ile yazılmıştır. Hadislerden sonra tercemeleri ve bazı izahları verilmiş, olan bu eser 15 sahifedir.

65- Tirmizi Ebû Isa Muhammed b. Sûre: Şemâil-i şerif, İst. 1304. Terceme eden Mehmed Râif Eyyûbî. Üç cüz bir ara­da basılmıştır. 282 safihe olan bu eserde hadis metin­leri harekelidir. Tercemeden fazla olarak bazı izah­lar da vardır.

66- Yazgan Hüseyin İlhan: 101 Hadis-i şerifin meâlen tercemesi, Ga­ziantep, 1956. Bu kitaptaki hadisler Râmuz-ul-ehâdis'ten alınmış­tır. Her hadisin Râmuz'daki yeri sahife ve satır ola­rak gösterilmiş, hadislerin sadece tercemeleri veril­miştir.

67- Yılma Sadık: İzahlı Kırk Hadis meali, Eskişehir, 1962. Bu eser 45 sahifelik küçük bir eserdir.

68- Yurdatap Selâmı Münir: Binbir hadis tercemesi ve tefsiri, İst.1941. Bu eserde hadislerin sadece Türkçe tercemeleri veril­miştir. Ayrıca bazı şerhler ve dipnotlar da vardır.

69- Yurdatap Selâmı Münir: Peygamberimizin büyük sözleri, Binbir hadis tercemesi, İst. 1962. 48 sahife olan bu eserde hadisler numara sırasiyle-zikredilmiş, arapça metinleri verilmemiştir. Dipnot­ta bazı kelimelerin izahları vardır.

70- Zihniefendi Hacı Mehmed: el-Hakâik, ist. 1310. 240 sahife olan bu eser eski yazı ile basılmıştır. Da­ha çok hadis ricalinden bahseder, iki cild halindedir. Çok kıymetli bir eserdir.

71- Ziyaüddin Ömer: Hadis-i erbain fi hukuk-u selâtîn, İst. 1326. 32 sahife olan bu eser, sultanların hukuku hakkında, vârid olmuş kırk hadisi toplamıştır. Hadislerin ha­rekesiz olarak arapça metinleri, sonra tercemeleri verilmiştir.

72- Züheyr b. Harb, Ebû Hayseme: Kitab-ül-ilm, Tenkitli metnini hazırlayan ve Türkçeye çeviren Dr. Salih Tuğ. Müellifi, Buhârî'nin hocalarından biri olması dolayısiyle bu eser tarihî bakımdan çok kıymetli bir koleksiyondur. Müterciminden öğrendiğimize göre yakın­da neşredilecektir.[312]

 

II- Garb Dillerinde Hadise Dâir Neşriyat

 

BELL, R. Notes on Moslem traditions. Glasg. Or. Soc. Trans. 4 (1913- 22), pp. 78-79.

BISHOP, E.F.F. Form-criticism and the forty-two traditions of an-Nawawi. MW 30 (1940), pp. 253-261.

BISHOP, E.F.F. The Forty-(Two) traditions of an-Nawawi. MW 29 (1939), pp. 163-177.

CAETANI, L. Annali dell'İslam. I - VIII. ciltler Milano 1905 -1918, IX -X. ciltler, Roma 1926.

FÜCK, J.W. Spuren des Zindîqtums in der islamischen Tradition. Kahle Festschrift (1935), pp. 95-100.

FÜCK, J.W. Zur Überlieferungsgeschichte von Buhârî's Traditionssammlung, ZDMG 92 (N.F. 17, 1938), pp. 60-87.

GAIRDNER, W.H.T. Mohammedan tradition and Gospel record. MW 5 (1915), pp. 349-379.

GOLDZIHER, I. Kâmpfe um dîe Stellung des Hadît im islam. ZDMG 61 (1907), pp. 860-872.

GOLDZIHER, I. Muhammedanische Studien, Th. 1. 2. -Halle a. S. 1889-90.

GOLDZIHER, I. Neuplatonische und gnostische Elemente im Hadît. ZA 22 (1909), pp. 317-344.

GUILLAUME, A. The Tradition of islam. An Introduction to the Hadith - Literatüre with Bibliography, Glossary and Index. London 1924.

HIDAYAT H0SAIN,M. The Development of the Hadîth concordance ini Arabic literatüre (Ilm al-Atrâf). JASB N.S. 20 (1924), pp. 99 -100.

HIDAYAT HOSAIN, M. Islamic Apocrypha (Tadlîs). JASB Ser, iii, 2 (1936), pp. 1-7.                                                     

HIDAYAT HOSAÎN, M. Translation of Ash-Shama'il of Tirmizi. IC 7 (1933), pp. 395 - 409, 561 - 572; 8 (1934), pp. 46 - 54, 273 -289, 364 - 386, 351 - 549.

HIRSCHBERG, J.W, The sources of Moslem traditions concerning Jerusalem. RO 17 (1951-52), pp. 314-350.

KARAHAN, Abdülkadir. Aperçu general sur les “Qurante hadiths” dans la litterature islamique. SI 4 (1955), pp. 39-55.

KERN F. Sechs beanstandete Sammlungen von Überlieferungen. Ein Beitrag zur Kenntnis des muhammedanischen Überliefe-rungswesen. Festschrift E. Sachaus, 1915, pp. 338-344.

MARGOLIOUTH, D.S.    On Moslem tradition. MW 2 (1912), pp. 113-121.

MASSIGNON, L. Etudes sur les “isnad” ou chaines de temoignage fon-damentales -dans la tradition musulmane hallagienne. Mel. Felix Grat I, 1946, pp. 385-420.

MICHAUX-BELLAIRE, E. Essai sur les Samâ's ou la transmission orale. Hesp. 4 (1924), pp. 345-355.

MUIR, W. Life of Mahomet. T.H. Weir Edinburg 1912.

PARET, R. Die Lücke in der Überlieferung über den Urislam. Westöstl. Abd. R. Tschudi überreicht, 1954, pp. 147-153.

ROBSON, J. The isnad in Müslim tradition. Glasgow Univ. Or. Soc Trans. 15 (1953-54), pp. 15-26.

ROBSON, J. The material of tradition. MW 41 (1951), pp. 166-180, 257 - 270.

ROBSON, J. Tradition: investigation and classification. MW 41 (1951), pp. 98 -112.

ROBSON, J. Tradîtion, the second foundation of islam, MW 41 (1951), pp. 22 - 23.

ROSENBLATT, S. Rabbinic legends in Hadith. MW 35 (1945), pp. 237-252.

SCHACHT, J. The Origins of Muhammedan Jurisprudence. Oxford 1950.

SCHACHT, J. A revaluation of Islamic traditions. JRAS, 1949, pp. 143 -154.

SIDDIQÎ Muhammad Zubayr Prof. Dr. Hadîth Literatüre; ita Origin development, special features and critisizm. Calcutta Üniversity 1961.

WEIL, G. Die Stellung der mündlichen Tradition im Judentum und im. islam. MGWJ 83 (1939), pp. 239-260.

WEÎSWEİLER, M. İstanbuler Handschriftenstudien zur arabischen Traditionsliteratur. İstanbul 1937.

WENSINCK, A.J. Alphabetical index to Arabic tradition. JRAS (1918), pp. 548.

WENSINCK, A.J. The importance of tradition for the study of islam. MW 11 (1921), pp. 239-245.

ZWEMER, S.M.The so-called Hadith Qudsi. MW 12  (1Q22), pp. 263-275.

SWEMER, S.M, Das sogenannte Hadis qudsî. islam 13 (1923), pp. 53-65.

Not: Bu konuda daha fazla malûmat için, J.D. Pearson'un, 1906 -1955 seneleri arasında garb dillerinde hadise dair çalışmaları ihtiva eden “Index Islamicus” Cambridge, England, 1958, adlı eserine müracaat edilmesi tavsiye olunur. S. 63-64.

Ayrıca şu iki ansiklopediyi de kaydedelim:

1- Shorter Encyclopaedia of İslam.    J.H. Kramers and HAR. Gibb, Leiden 1954. (Hadis ve Hadis ricali ile ilgili maddeler)

2- The Encyclopaedia of tslam.   M. Th. Houtsma, Leiden 1927. (Hadis ve hadis ricali ile ilgili maddeler)[313]

 

 



[1] Bkn. el-Mu'cem el-vasît, I, 385.

[2] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: VIII -X

[3] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XI-XII

[4] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XII

[5] Âl-i İmrân: 3/31-32

[6] Âl-i İmrân: 3/132

[7] Âl-i İmrân: 3/164

[8] Nisa: 4/59

[9] Nisa: 4/65

[10] Nisa: 4/69

[11] Nisa: 4/80

[12] A'raf: 7/156-157

[13] Enbiyâ: 21/107

[14] Nûr: 24/63

[15] Ahzâb: 33/21

[16] Ahzâb: 33/45

[17] Ahzâb: 33/71

[18] Haşr: 7. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XII-XIII

[19] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XIV 

[20] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XIV 

[21] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XIV

[22] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XIV

[23] Birgivî, et-Tarîkat-ül-Muhammediyye, s. 5-8. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XIV

[24] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XIII-XIV

[25] Sünen-i Ebî Dâvud, II, Akdiye 11. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XV

[26] Ahmed b. Hanbel, Müsned I, 379. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: III

[27] eş-Şehristânî, el-Milel ve'n-nihal, I, 479.

[28] Aynı eser, I, 477.

[29] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: XV-XVIII

[30] İbni Amr'in “es-Sahîfe es-Sâdıka” sında 1000 hadîs olduğu söylenmiştir.

[31] Bağdâdî,  Takyîd-ul-ilm, S: 88; Buhârî, K. ilm, 53; Câmi'beyân-îl-ilm, I, 71; İrşâd-us-Sârî I, 166; Kirmânî Şerhi ilm, 118.

[32] Bağdadî, Takyîd-ul-ilm, S: 91-92; Tabakât ibni Sa'd, II, 123; el-İsâbe, IV, 92.

[33] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 3-5

[34] Siret İbni Hişâm, Mukaddimesi.

[35] Siret İbni Hişâm, Mukaddimesi. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 6-7

[36] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 8

[37] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 9

[38] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 9

[39] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 9

[40] Tafsilât için, Tecrîd-ı Sarih tercemesi cild I, s. 123-124'e bakınız. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 9

[41] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 9

[42] İbni Kesîr, el-Bâis el-hasîs, S: 34-37.

[43] İbni Kesîr, el-Bâis el-hasîs, 37-40.

[44] Tercemesi eğer halifeliğe Ebu Bekr'i seçerseniz o kuvvetli ve emin bir kim­sedir.

[45] Ey Allah’ım, senden işlerimde beni sebatkâr kılmanı taleb ederim. 

[46] İbni Kesîr, el-Bâis el-hasîs, S: 41-44. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 10-11

[47] Türkçe olarak geniş malûmat için Tecrîd-i Sarîh tercemesi'ne bk. c. I, s. 163 -169

[48]Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 12 

[49] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 12

[50] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 13

[51] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 14

[52] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 14-15

[53] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 15

[54] Buhârî, İlim 6; Müslim, İman 10.

[55] İbni Kesîr, İhtisâr Ulûm-el-hadis, S: 120-152. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 16-19

[56] Burada şöyle bir tarif de yapılabilir: Metnin yolu, metne ulaşmayı temin eden ricaldir.

[57] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 20

[58] Nahl: 44

[59] 15 Hicr: 9

[60] Halef: hayırda halef, Half; şerde halef mânasına gelir. Udûl: Adl'in çoğuludur. Adl: âdil manasına sıfattır. El-Ğallin: dinde aşırı giden ve haddi tecavüz eden demektir. İntehale eş-şey'e: Kendisi için bir şeyi iddia etti, halbuki o şey başkasına aittir. Buna edebî ve ilmi hırsızlık denir. Te'vil ise, bir esasa dayanmadan yapılan izah manasınadır. (Bk. Abdulhâdî el-Eb-yârî'nin Neyl-ül-Emânî'si)

[61] el-Kastallânî,  İrşâd-us-Sârî Lişerhi sahih el-Buhârî'nin mukaddimesi. S:4

[62] Mukaddimet Kastallâni, S: 4.

[63] “Nadere” kelimesi parlak, rûşen, güzel ve nurlu oldu, demektir. Mütaaddî ol­duğu zaman parlak, rûşen, güzel ve nurlu kıldı, mânasına gelir. Peygamberim hadislerini yalan katmadan, hiç bir şekilde ziyadelik ve noksanlık yapmadan, tam olarak ezberleyip nakleden kimse hakkında Resûlullah bu kelime ile dua etmiştir. İlmî emaneti hakkı ile ifa eden kimsenin Allah yüzünü ağartır.

[64] Buhârî, K. İlm, 9, Hac, 132; Tirmizi, ilm, 7; İbni Mâce, Mukaddime, 18; Ahmed b. Hanbel, 5; 73; Ebû Dâvûd, ilm, 10. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 23

[65] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 23

[66] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 23

[67] “el-Muhaddıs el-Fâsıl beyn en-râvî ve'l-vâî”

[68] el-Ebyârî'nin Neyl-ül-Emanîsîne bakınız. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 20-24

[69] ed-Dârimî, Mukaddime 38

[70] Leoue Caetani Annali dell'İslâm. C. I, S. 30.

[71] J. Horovitz. Alter und Ursprung des isnad, des İslam VIII, 39-47.

[72] Lectures on Arabic Historians, 20.

[73] The İsnad in Müslim Traditîon, s. 15-26.

[74] İbni Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed   (Öl: 456-1064), el-Fısal fi'l-Milel, II, a. 67 - 70

[75] Muhammed b. Cerîr et-Taberî. bk. Mu'cem el-udeba, Yakut, V, 88.

[76] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 24-25

[77] Dikkat tebliğ ettim! Dikkat tebliğ ettim! O halde burada hazır olup beni dinleyenler, burada bulunmayanlara ve sonradan geleceklere sünnetimi teb­liğ etsin. Nice tebliğ edilecek kimseler var ki, benden dinlemiş olandan daha anlayışlıdır.

[78] Benden işittiğiniz şeyleri rivayet ediniz. Ancak hakkı söyleyiniz! Kim benim söylemediğimi bana İsnâd ederse onun için cehennemde bir ev bina edilir. Ve o kimse, o evin içine tıkılır. Kim ümmetime, dinimin emrinden kırk hadis belleyip naklederse Allah o kimseyi kıyamet günü fakîr ve âlim olarak diriltir.

[79] Bağdadî, Takyid-ül-ilim,29; İbni Kuteybe, te'vîl muhtelif-el-hadis, 365; Sahîh-i Müsiim 8/229; teysîr-ül vusûl 3; Mukaddimet İbn-is-Salâh 170. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 27

[80] Tirmizî, Ferâiz, Mîrâs-ül-cedde VIII, 250; İbni Mâce Ferâiz, 4.

[81] Ahmed b. Hanbel, Müsned IV, 394. 

[82] Buhâri; ilim 49.

[83] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 26-28

[84] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 29

[85] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 30

[86] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 30

[87] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 31

[88] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 31

[89] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 31

[90] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 31

[91] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 31

[92] Bu konuda Türkçe olarak daha geniş malûmat için bkn. Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih tercemesi, I, S: 190-199. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 31

[93] Bunları, er-Râfiî, eş-Şâfii’den nakletmiştir.

[94] Buhârî, İlîm 41, Mevakit-us-Salât 40, Ahmet b. Hanbel, I, 121.

[95] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 32-33

[96] Buradaki Sa'd, Ebû Saîd el-Hudrî'dir. Asıl adı Sa'd b. Sînân'dir.

[97] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 33

[98] el-Fetb: 18.

[99] Et-Tevbe: 100.

[100] el-Feth: 29.

[101] Buhârî, Fezâil-i Ashâbi-n-Nebl 5;  Müslim,  Fezâil-us-Sahâbe 22, 222, Ebü Davût, Sünnet 10; Tirmîzî, Menakıb 58, Ahmet b. Hanbel lll, l1. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 35

[102] Bezzâr, Câbirden rivayet etmiştir. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 35

[103] Timizi ve İbni Hibban, Abdullah b. Mugaffel’den rivayet etmiştir. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 35

[104] Behz b. Hakîm babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir.

[105] Buhâri ve Müslim. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 36

[106] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 34-36

[107] el-İsâbe IV, 668. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi:36

[108] Dâr-un-Nedve Mekke'de bir yerdir. Burası Kureyş'in toplantı yeri idi. Bir ce­maat orada Resûlullaha biat etmiştir. Hz. Ömer müslüman olup Müslümanlığını ilân edince, İslam esaslarına göre biat etmek, üzere Resûlüllahı o eve gö­türmüştü.

[109] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi:37-38

[110] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 38

[111] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 38

[112] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 38-39

[113] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 39

[114] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 39

[115] Bunlara muhadrem adının verilmesi iki sebebten dolayıdır.

1- Hadreme iki renkli oldu demektir. Câhiliyyet ve İslam devirlerinde yaşa­mış olmaları sanki iki renge benzetilmiştir.

2- Onlar, müslüman olduklarına alâmet olması ve ezaya maruz kalmamala­rı için develerinin kulaklarını farklı bir şekilde kesmişler, onun için bu ad ken­dilerine verilmiştir.

[116] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 40-41

[117] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 41

[118] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 41

[119] İlk ilim merkezleri şunlardır: Mekke, Medine, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Mısır. Daha sonra bunlara Bağdad da katıldı. Bu merkezlerde yetişmiş meşhur râvîler vardır. Mekke'de Atâ b. Ebî Rebah (26-114) ve İbni Cüreyc (80-150); Medine'de Saîd b. el-Museyyıb (15-94) ve îkrime (25-105); Kûfe'de eş-Şa'bi (28-105) ve el-A'meş (60-148) Basra'da el-Hasan el-Basrî (20-110) ve Katâde (61-117); Yemen'de Tâvus (10-108); Mısır'da Yezîd b. Ebî Habîb (48-128), Şam'da Recâ b. Hayve, Bağdad'da Hişam b. Urve  (59-164) dir.

[120] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 41

[121] Mecâmi', câmi'in, Mesânld müsned'in, Meâcim, mu'cemin çoğuludur. Birincisi bablara göre, ikincisi hadisin ilk râvîsîne göre, üçüncüsü ise, alfabetik olarak toplanmış hadis mecmualarına verilen adlardır.

[122] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 41-42

[123] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 43

[124] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi:43

[125] Devs, Yemen kabilelerinden biri olan Ezd kabilesinin bir koludur. Ebû Hüreyrenin, peygambere gelirken yolda şöyle bir şiir söylediği rivayet edilir...

[126] Vasile b.  el-Eska'  el-Leysî,  meşhur bir sahâbîdir.  Şam'a gelmiş, orada hicrî 85 senesine kadar yaşamış, 105 yaşında ölmüştür.

[127] Beyhakî, el-Medhal.

[128] İbni Sa'd, Tabakat.

[129] Buhârî, Kitâb-ul-îlim, Bab-ı hıfz-ıl-ilm. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 45

[130] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 46

[131] Müslim, K. el-Fazâil, Fazail Ebî Hüreyre.

[132] Bakara: 159-160.

[133] Buhârî, K. ilm, Bab hıfz-ıl-ilm.

[134] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 47

[135] Sünen ed-Dârimî, l: 122 -123;  el-Bagdadi, Takyid-ul-ilm, S 41.

[136] Buhârî, îlm, bâb, Kitabet-ül-ilm.

[137] Buhârî, ilim, bâb, el-hırs ala’l-hadis. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 48

[138] el-İsâbe; Hülasat-et-Tehzib; Tehzib-et-Tehzîb, Tevcih-ün-Nazar. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 43-48

[139] Abadile-i erbaa, dört Abdullah hakkında kullanılan bir deyimdir. Abdullah'la­rın sırası şöyledir: Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. ez-Zübeyr,  Abdullah  b.  Amr b.  el-Ass.  Hadiste yalnız  “Abdullah”  ibni  Ömer  de mektir. 

[140] el-İsabe. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 50

[141] Tabakat ibni Sa'd.

[142] el-Isâbe.

[143] Beyhakî, el-Medhal.

[144] İbn-ül-Bübarek, ez-Zühd.

[145] Tehzîb et-Tehzîb, Buhârî, tarîh-i Buhârî. el-îsâbe, H, 847.

[146] Tehzîb et-Tehzib, V, 330. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 49-51

[147] Müslim: Fezâil, Bab, Fezil-i Enes (r.a.)

[148] Söylendiğine göre kendi sulbünden 80 erkek, iki kızı vardı, öldüğü zaman ço­cuklarının ve torunlarının sayısı 120 kadardı.  Onun, senede iki defa mahsul veren bir bahçesi vardı. Hz. Enes duası kabul olunan bir kimse idi, Ca'f er b. Süleyman Sabitten şöyle rivayet eder: Bir gün Enes ile beraberdim.  Ona bir arazi ekicisi geldi.  “Ey Ebû Haraza toprağımız susadı” dedi.  Hz. Enes kalktı abdest aldı. Taşraya çıktı iki rek'at namaz kıldı, sonra da dua etti, biraz son­ra bulutlar birbirine karıştı, az sonra da bol bir yağmur yağdı.

[149] Müslim, Fezail, bâb-ı Fezâili Enes  (r.a.).

[150] el-İsâbe, Tehzîb ez-Tehzîb. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 51-53

[151] Müslim, Fezâil-i Aişe (r.a.).

[152] O, Abdullah kızı Muâze, ibadeti ile meşhurdur. Hz. Ali'den ve Âişe'den rivayet etmiştir. Ondan Ebû Kılâbe, Âsim el-Ahval ve daha bir çok kimseler rivayet etmişlerdir. İbni Maîne göre, sika ve hüccettir. Zehebîden bir nakle göre, o geceleri ibadet eder,  “Kabirdeki kalışın uzun olduğunu bildiği halde uyumakta devam eden göze hayret ederim.” derdi. İbn-ül-Cevzî'ye göre, hicrî 83 sene­sinde vefat etmiştir.

[153] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 53-55

[154] Tabakat İbni Sa'd. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 56

[155] el-İsâbe, II, 809.

[156] Aynı eser II, 809.

[157] el-İsâbe, Tehzîb et-Tehzîb, el-Hülâsa. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 55-57

[158] Sahabe arasında Câbir b. Abdullah adını taşıyan kimseler çoktur. Onlardan bazıları şunlardır; Câbir b. Abdullah b. Riâb b. en-Nu'man b. Sinan b. Abdul­lah b. Seleme el-Ensârî. Bu zat Birinci Akabe'de hazır bulunan altı şahıstan biridir. Câbir b. Abdullah el-Abdî Câbir b. Abdullah er-Râsibî, Çabir b. Ab­dullah el-Ensârî.  (el-İsâbe, Üsd-ül-Ğâbe).

[159] Müslim, Fezâil-i Câbir.

[160] el-İsâbe, Tehzîb et-Tehzîb.

[161] Üsdül-Gâbe.

[162] İbni Amr'in “es-Sahîfe es-Sâdıka” sında bin hadis olduğunu söyleyenler var­dır. Fakat Sahife elimizde olmadığı için bir şey bilmiyoruz. Ebû Hüreyre'den gelen bir rivayete göre İbni Amr'in Müksirûn'dan olması gerekir, bkn. Bu kitap, Ebû Hüreyre.

[163] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 59-61

[164] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 61

[165] O, Abdullah b. Zekvan el-Ensarî, Ebû-z-Zînad diye ma'ruftur. Kendisi Sika’dandır. Fakîhtir. Buhârî, “Essah-ul-Esanid, Ebû'z-Zinâd, anl-A'rec, an Ebu Hüreyre” demiştir. el-Leys “Ebû'z-Zinâd’ı arkasında 300 talebe olduğıı halde gördüm” demiştir. Ebû'b-Zinâd, hicrî 130 senesinde vefat etmiştir. (el-Hülasa)

[166] O, Muhaımned b. el-Münkedir b. Abdullah b. el-Hudeyr et-Teymi, el- Medeni’dir. Meşhur imamlardan biri   olup, Sika ve faziletli idi.  Resûlullah (s.a.)’ın hadisini okuduğu zaman kendisini tutamaz ağlardı. O,hicrî 130 senesinde vefat etmiştir. (el-Hülasa, el-Mearif, İbni Kuteybe)

[167] Bir adam ona, rüyamda elime bevl ederken gördüm dedi. O, da, senin nikâhın­da bir mahremin var dedi. Araştırınca karısı ile kendisi arasında süt emişikliği ol­duğunu tesbit etti.   (İbni Kuteybe, el-Maarif).

[168] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 61-63

[169] Fukahâ-i Seb'a (yedi fakih) ğu iki beyitte adı geçenlerdir:

I- Ubeydullah, İbni Abdullah b. Utbe b. Mes'ûd el-Huzelî.

II- Urve b. ez-Zübeyr b. el-Avvam.

III- Kasım, İbni Muhammed b. Ebu Bekr es-Sıddıyk.

IV- Said, ibn-il-Müseyyib b. Kazan.

V- Süleyman, İbni Yesâr, Resûlullah'ın zevcesi Meymûnenin mevlâsı.

VI- Ebû Bekr, İbni Abdurrahman b. el-Hâris b. Hişâm.

VII- Hârice, İbni Zeyd b. Sabit kâtib-ul-Vahy.

[170] Onlar şunlardır: Ebû Bekr, Ömer, Osman b. Affan, Ali b. Ebî Tâlib, Talha b. Ubeydullah, es-Zübeyr b. el-Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas, Saîd b. Zeyd b, Amr b. Nevfel, Ebû Ubâde, Âmir b. el-Cerrâh

[171] Osman b. Affan, Ali b. Ebî Tâlib, Talha b. Ubeydullah, ez-Zübeyr b. el-Av­vâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas.

[172] “Zat-un-Nitakeyn” Esma’nın lâkabıdır. Hicrette Resullah ile Ebû Bekr'in ma­ğaraya teşriflerinde hıtakını (atkısını) ikiye bölüp, bir kısmı ile kırbayı bağ­ladığı, bir kısmını da sofra yaptığı için bu lâkab kendisine verilmiştir.

[173] Hakim b. Hizam b. Huveylid, Hz. Hatice'nin kardeşinin oğludur. Fetih gü­nünde İslamı kabul etti. Hakim çok cömert bir kimse idi. Câhiliyye devrinde 100 köle azad etmiş, İslam olduktan sonra da 100 köle azad etmiştir. O, hicri 84 yılında vefat etmiştir. (el-Hulasâ).

[174] Ahmed b. Abdullah b. Salih. Hadisci ve tarihçidir, (öl. 251/875) Tarih, el-Cerh ve'd-ta'dil adlı kitapları vardır,  (bkn, Mu'cem el-Müellifin I: 294)

[175] ez-Zührî, Recâ b. Hayve ve başkaları Kabîse'den rivayet etmişlerdir, İbni Hıbbân, onu Sikâ'dan saydı.O,   Abdulmelik b.Mervâ’nın  mührünü tutardı. Abdulmelik'e ez-Zührî'ye o takdim etmiş, aralarında yakınlık hâsıl olmuş, Abdulmelik ez-Zührî'ye atiyye tahsis etmiştir. Kabîse b. Züeyb hicri 86 yılında Şam'da vefat etmiştir.   (el-Hülâsa, el-Mearif, İbni Kuteybe).

[176] Tabakat İbni Sa'd, V, 132. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 63-64

[177] Muhammed b. Rabîa'nın mevlâsı olduğu da söylenmiştir.

[178] Muhammed b. Ahmed.   (öl: 301/913) Bagdad kadılarındandır. Esma-ül-Müellifîn ve Künâhûm adlı bir kitabı vardır,  (bkn. Brock. g, I: 518; 278)    

[179] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 64-65

[180] Ahmed b. el-Hasen b. Hirâg el-Horasânî, el-Bağdâdî, sadûk bir zattır. Hicri 242 senesinde vefat etmiştir. (el-Hülasa)

[181] O, İkrime el-berberi, mevlâ İbni Abbâs, Ebû Abdullah, meşhur imamlardan biridir. O mevlâsı İbni Abbâs’tan, Ebû Hüreyre’den ve Hz. Aişe’den rivayet et­miştir. Şa'bî, “İkrimeden başka Kitabullah'ı iyi bilen kimse kalmadı” demiştir. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn, Ebû Hatim, en-Nesel onun sikât'tan ol­duğunu söylemişlerdir. O, hicrî 150 senesinde vefat etmiştir. (el-Hülasa).

[182] O, Abû Ya'lâ, el-Halîlî’dir. O, cerh ve ta'dil imamlarındandır. “İrşad” adlı kita­bın sahibidir.

[183] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 65-66

[184] Hasan-i Basrî’nin annesi Hayre, Ümmü Seleme’nin yanında hizmet ederdi. Hasan-ı Basrî çocuk iken, annesi işle meşgul olduğu zamanlarda ağlarmış. Ümmü Seleme validemiz de onu avutmak için ona meme verirmiş.  Bazıları ondaki büyük fesahat ve takvanın, bundan ileri geldiğini söylerler; Çünkü kadının “O kadının sütü erkeğine aittir. Böylece Hasan-ı Basri Peygamberimizin manen süt evladı oluyor.

[185] Sevbân, Resulullah (s.a.)’in mevlâsıdır. Hicrî 54 senesinde Humus’da vefat et­miştir. (el-Hülâsa). Asıl adı, Sevban b. Bücdüd'tür, Ona İbni Cahdar da der­ler. Hz. Enes'e kırk sene arkadaşlık etmiştir.

[186] Vadi’l-Kur'a, Medine ile Şam arasında, Medîne mülhekâtindan olan ve bir köyü bulunan bir yerin adıdır. Resülullah (s.a.) orayı Hayber'den sonra hicri yedinci senede fethetmişti. (Mu’cem el-Buldan).    

[187] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 66-68

[188] Muhammed b. Sîrîn'de bir miktar sağırlık vardı. “Esamm” sağır demektir.

[189] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 68-69

[190] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 69-70

[191] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 71-72

[192] Bu zat onun hocalarındandır.

[193] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 72-73

[194] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 73-74

[195] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 74

[196] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 75

[197] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 75

[198] İbnî Hacer, Tehzîb: XI, 314. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 76

[199] Tabakât İbni Sa’d VI, 157, Tehzib-et-Tehzîb, III, 85. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 76-77

[200] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 77

[201] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi:  78

[202] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 79

[203] İbni Cüreyc'in İkrime’den işitmediği, yani İkrime ile görüşmediği de söylenmiştir.

[204]  Yahya İbni  Cüreyc'in şeyhlerinden (üstazlarından) dır.

[205] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 80-81

[206] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 81-82

[207] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 83-84

[208] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 84-85

[209] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 85

[210] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 86

[211] Tehzîb ve Hülâsa'da, “Leysin senelik geliri 80 bin dinar olduğu halde ona zekât farzolmazdı.” denilmiştir.

[212] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 87

[213] Yusuf b. Yahya.

[214] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi:  88-91

[215] 1- Hamza b. Abdullah el-Kureşî, babasından ve İlmi Abbas'dan rivayet etmiştir. Ondan el-Hasan b. Amr el-Fukaymî rivayet etmiştir. Bu zatı Ebû Hatim ben­zerlerinden ayrı olarak zikreder. Buharı bir arada zikreder. İbni Hibbân “el-Kureyşî Sikât'tandır.” der.

2- Hamza b. Abdullah es-Sekafî'dir. el-Kâsim b. Kabîb'ten rivayet eder.  On­dan Abdulmelik b. Ebî Züheyr rivayet eder.

3- Hamza b. Abdullah ed-Dârimî, Şehr b. Havşeb'ten rivayet etti. Ondan da Yakûp b. İshâk el-Hadramî rivayet etti.

4- Hamza b. Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb el-Adevî Ebû Amâre, el-Medenî, fakîhdir. O, babasından, Hz. Âişe ve Hafsa'dan rivayet eder. Ondan ez-Zührî, Mu­sa b. Ukbe rivayet ederler, el-Iclî, onun sika'dan olduğunu söylemiştir.

[216] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 92

[217] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 92

[218] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 93

[219] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 94

[220] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 94

[221] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 95

[222] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 96

[223] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 96

[224] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 97

[225] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 98

[226] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 98-100

[227] Râheveyh denildi,  çünkü O,  babası Mekke'ye giderken yolda doğdu.  Mervezliler, yolda doğdu mânasına ona Râheveyn dediler. (Hamiş el-Hülâsa),

[228] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi:100-101

[229] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 101-103

[230] El-Firebrî, Ebû Abddullah Muhammed b. Yusuf.

[231] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 103-109

[232] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi:109-110

[233] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 110-111

[234] Tırmiz Ceyhun nehri kıyılarında eski bir şehirdir. Kâmusda ise, tirmiz ismid vezninde Buhârâ'da bir yerdir, denilmiştir

[235] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 111-112

[236] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 113

[237] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 113

[238] Tabakât İbni Sa'd VIII, 355.

[239] Tedrîb er-Râvi, S: 215.

[240] Tabakât İbni Sa'd, VIII, 353.

[241] el-Makkarî, Nefh-ut-Tîb, II, 96.

[242] Tarihi Bağdâd, XIV, 441-444.

[243] el-Makkarî. Nefh-ut-Tîb, I, 876.

[244] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 112-115

[245] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 116-117

[246] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 118

[247] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi:119

[248] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 119-120

[249] el-Hatib el-Bagdâdî. el-Kifâye, S: 110-116.

[250] Zâzân Ebû Arar el-Kindî, el-Bezâz'dir. Ona Ebû Abdullah da denir. Mürselleri olan bir sadûktur. Kendisinde ikinci derece Şiîlik vardı. Hicrî 82 senesinde ve­fat etti.

[251] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 120-121

[252] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 122

[253] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 122

[254] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 123

[255] es-Şa'bi'den şöyle rivayet edildi:

Bunun aynı tedrîb'de de söylenmiş “Buradaki örnek, hali beyan edilmeyendir” denmiştir. el-Hâkim ve başkaları Ahmed b. Hanbel'den şöyle naklederler: O, Yahya b, Maîn'i, Ma'mer'in Ebân'dan, o da Enes'ten rivayet ettiği sahifeyi yazarken görmüş, o da bir insanın buna muttali' olduğunu görünce gizlemiş Ahmed Yahya'ya, mevzu' olduğunu bildiğin halde Ma'merin sahife'sini mi yazıyor­sun, demiş. O da evet ben onu yazıyorum ve ezberliyorum ve biliyorum ki, o mevzudur. Tâ ki bir adam çıkıp Ebân yerine Sâbit'i koyup onu Ma'mer, Sa­bit ve Enes yoluyla rivayet ettiği zaman ona yalancısın diyeyim. Zira bu Ma'­mer ve Ebân yolundan rivayet edilmiştir. Sabitten değildir, demiş.

[256] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 123-124

[257] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 125-129

[258] Ali b. Abdullah.

[259] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 130-132

[260] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 132-133

[261] Bu zatın tedlîs yaptığı rivayet edilmişse de bu gruba dahildir.

[262] Reşîd, hadis uyduran bir zındık'a “Sen nerde, Ebû İshâk el-Fezârî ile İbni Mü­barek nerde...” demiştir. Ebû İshâk hafız, hüccet, sika, emin, fakîh, vera' sahibi bir kimse idi.

[263] İmam-ı Şafii: “Mâlik ve İbni Uyeyne olmasaydı Hicaz'ın ilmi zayi olmuştu”, demiştir,

[264] Ondan Ahmed rivayet etmiştir. O, hafız, hadis ilmine vâkıf, son derece sağlam bir kimse idi.

[265] Uleyye, annesi olup Esed b. Huzeyme oğullarının mevlâsıdır. O, bayrak imam­lardan birisidir. 110 senesinde doğmuştur.

[266] O bayrak imamlardan birisidir. Mısır ve Hicaz’lıların hadisini o hıfzetti.

[267] Bayrak imamlardan birisi ve hafız idi.

[268] Ebû Saîd el-Ahvel, el-Kattân el-Basrî, cerh ve ta'dil imamlarından biri olup, hafız ve hüccettir.

[269] Arapların mevlâsı, Ebû Saîd el-Basrî, el-Lü'lüî,  hafız ve bayrak imamlardan­dır. Ebû Hatim şöyle der:  O imamdır,  sikadır,  el-Kattan’dan  daha  sağlamdır. Veki'den daha meharetlidir. Ahmed b. Hanbel şöyle der:  İbni Mehdî bize ez­berinden 20 bin hadis yazdırdı. O her sene hac ederdi. 63 yaşında iken Basra'­da vefat etti.

[270] İbnu-1-Cârûd el-Farîsî Basra’lı Zübeyr ailesinin mevlâsı, meşhur hafızlardan bi­ridir. İbni Mehdî, “Ebû Dâvud insanların en doğrusudur” der. Onun 70 yaşında olduğu halde senede 40 bin hadis rivayet ettiği söylenir.

[271] O, meşhur hafızlardan ve bayrak imamlardan biridir. Ebû Hatim,  “Onun gibi var mıdır diye sorulmaz” der. Yahya b. Ebî Tâlib, “Onun meclisinde 70 bin in­san toplandı.” demiştir.

[272] O, hafızdır. Hicrî 122 senesinde doğmuştur. el-Hatîb, “Ondan cerîr b. Hâzıra ve Muhammed b.  Hibbân rivayet etmiştir. Halbuki ikisinin ölümü arasında 131 sene vardır” der

[273] O, İslam’ın hafız ve bayrak imamlarından biridir. İbni Adiy şöyle der: Müslü­manların imamları ve sika kimseler ondan hadis almak için onun yanma git­mişlerdir. Biz de hadisinde bir beis görmüyoruz. Ancak bazı kimseler onun şia taraftarı olduğunu söylerler.

[274] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 133-136

[275] el-Vâkîdî,  Muhammed b.  Ömer b. Vâkid el-Eslemî, Arapların mevlâsı,  el-Medenî, bayrak imamlardan biri ve Irak'ın kadısı idi. Kâtibi İbni Sa'd şöyle der: “O, mağâzî, siyer, fetihler ve insanlarm ihtilâflarını bilen bir kimse idi”. Mus'ab b. Zübeyr, “Onun benzerini görmedim” der. Buhârî, “Metruktür” der. O' hicri 207 senesinde vefat etmiştir.

[276] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 136-139

[277] Kavâid-üt-Tahdis, S. 53.

[278] Kavaid-üt-Tahdîs, s. 53. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 140

[279] Bu zat aslında muhaddis olmayıp edip ve kâtiptir. Çok yaşadı. Birçok şeyleri rivayet etti. Mısır diyarının Muhaddisleri ona gider, ondan dinlerlerdi. Bu yüz­den kendisi muhaddisler zümresinden sayıldı. Böylece “Muhaddis” unvanını al­dı. Çünkü bu zat 92 sene yaşadı, bu yüzden onun isnad'ı âlî sayıldı.

[280] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 142-148

[281] el-Bağdâdî, Takyîd-ul-ilm s. 68;  el-Muhaddîs el-Fasıl s. 411; Te'vîl muhtelil-il-hadis, s. 365. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 153

[282] O, Amr b.  Suayfa b. Muhammed b. Abdullah b.  Amr b. el-Âs es-Sehmî,  Ebû İbrahim el-Medenî,  Basrada mukim el-Hâfız Ebû  Bekr  b.   Ziyâd  şöyle dedi: Amr'ın babasından semai doğrudur. Şuayb'ın dedesinden Semâı da doğrudur

[283] Bağdadi, takyid-ul-ilm s. 88; Buhari, K. İlm s. 53; Cami beyan-il-ilm I; 71; İrşad-us-Sari I: 166 Kirmani şerhi K. İlm s. 118.

[284] Bağdadî, Takyîd-ul-ilm s. 91 - 92; Tabakat İbni Sa'd II, 123; d-İsâbe 4/92.

[285] el-Bağdâdî, Takyîd-ul-ilm s. 94-97.

[286] el-Hatîb el-Bağdâdî, Takyîd-ul-ilm, s. 104.

[287] O, Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm el-Ensârî, el-Hazrecî en-Neccârî'dir. Adı Ebû Bekr künyesi Ebû Muhammed'dir.  Hem adının hem de künyesi­nin Ebû Bekr olduğu da söylenmiştir. Bu zatın hicrî 120 senesinde veya daha sonra vefat ettiği söylenir.

[288] Buhârî c.I, s. 31; Fethul-Bârî c. I, s. 174.

[289] er-Rabi' müslümanların efendilerinden idi. Mücahidolarak Sind'e gitti, 160 senesinde vefat etti. Basra'daki ilk musannef eseri yazandır.

[290] 156 veya 157 senelerinde vefat etmiştir.

[291] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi:  152-159

[292] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 160

[293] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 160-161

[294] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 161162

[295] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 162-163

[296] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 163-164

[297] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 165

[298] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 165-167

[299] İbni Esîr, en-Nihâye fi ğarîb el-hadîs. I, s: 3. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 168

[300] bkn. Keşf ez-Zunûn H, 1203; en-Nihâye I, 2-9.

[301] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 168-170

[302] İbni Kesir, el-Bâis el-Hasîs, s. 202-204.

[303] Muhammed Abdulazim ez-Zerkânî, Menâhil-ül-İrfân fi ulûm el-Kur’an II, 69 sahifeleri arasında bu konuda geniş, malûmat vermektedir. Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 171-172

[304] Keşf-uz-Zunûn II, 1920.

[305] el-Bâis el-Hasîs, s. 202.

[306] el-A'lâm, I, 91; Tarih-i Bağdad, IV, 30; İrşâd-ül-Erîb, I, 82-94; el-Cevâhir el-Madiyye, I, 57; Şezerât-üz-Zeheb, II, 276; Buğyat-ül-Vuâ, s. 128.

[307] el-A'lam, VII, 142; İrşâd-ül-Erîb, VII, 39; Tarih-i Bağdâd, III, 47.

[308] el-A'lam, VI, 7; Bugyat-ül-Vua,  375; Tezkirat-ül-Huffâz, in, 67; Nefh-ut-Tîb, I, 350; Lisan-ül-Mizam, IV, 458.

[309] Bu hadis, hadiste vâki' neshe misâl olarak zikredilir. Resûlullah şer'î bir sebeble ilk zamanlarda kabir ziyaretini yasak ediyor, sonra ziyarete müsaade ediyor. Bu hadis nâsihtir, çünkü kabir ziyareti hakkında daha önce verilmiş olan yasağı kaldırır. Daha önce yasak olduğunu bildiren hadis ise mensûhtur.

[310] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 172-173

[311] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 174-175

[312] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 177-187

[313] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: 189-191