Hadiste Nâsih Mensûh

Ali Osman Koçkuzu

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları

 

HADİSTE NASİH-MENSUH.. 9

ÖNSÖZ.. 9

GİRİŞ. 9

A - Hz. Peygamberin ve Sünnetinin İslâm Teşriindeki Yeri ve Gücü: 11

1 - Kabul Edenlere Göre Sünnet Ve Rasûl-İ Ekrem'e Uyma. 14

2 - Muhaliflerine Göre Sünnet 18

B - Hadisle Amel Ve Nesh: 20

1. Başlangıcından Günümüze Kadar İslâm Topluluğu Ve . Hadisle Amel 21

2. Hadisle Amel'i Engelleyen Âmiller 22

a. Fıkıh Mezheplerinin Teşekkülü Ve Fukahâmn Hadis-İ Şeriflere Bakış Açısı : 22

a) Birinci Görüş : 24

b) İkinci Görüş : 24

b. Hadisle Amel'in İmkânsızlığı Ve Güçlüğü İddiaları 24

c - Nesh İddialarının Hadisle Amel'e Tesiri: 25

c - Nesih Literatürü Ve Tezin Kaynakları: 26

a) Müstakil, Nâsih-Mensûh Kitapları: 28

bb) Hadisteki Neshi İnceleyen Kitaplar : 29

Ahmed b. Hanbel (241 = 855) : 29

Ebû Dâvud es-Sicistânî (275 - 888) : 29

el-Ca'd, Ebû Bekr Muhammed b. Osman eş-Şeybânî (301/410 = 934) : 29

Ahmed b. İshâk el-Enbârî (318 = 930) : 30

Ebû Muhammed Kâstm b. 'İşba' el-Kurtubî en-Nahvî (340 = 951) ; 30

Abdüîkerim b. Hevâzin (465 = 1072): 30

el-Ca'berî, Bürhânüddin (732 = 1331) : 30

Abdülkâdir el-Bağdâdî (429 = 1037) : 30

Ahmed b. Muhammed en-Nehhâs (338 = 949) 30

Hüseyin b. Abdirrahmân el-Ehdel el-Yemenî : 30

Allâme Ebu't-Tayyib Sıddîk b. Hasen el-Kanûcî : 31

İmâm Şafiî (204 = 819) : 31

el-Esrem Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed el-Horasânî (261/270 = 883) : 31

Ebû Bekr Muhammed b. Mûsâ el-Hâzimî (584 = 1188) : 31

Metodu : 33

Ebû Hafs Ömer b. Şahin el-Bağdâdî el-Vâiz (385 = 995) : 34

B) Usûl Kitaplarında Nesh Meseleleri : 36

3 - Son Araştırmalar : 37

4 - Tezin Kaynakları : 38

a - Kaynak Eserler : 38

b - Yardımcı Eserler : 39

GENEL OLARAK NESH.. 39

HADİSTE NÂSÎH-MENSÛH MESELESİ. 39

I - Neshin Mâhiyeti : 39

A.   Nesh Kelime Sinin Lügattaki Mânâları: 39

1.Lügat Kitaplarının Nesh Hakkındaki Sözleri : 40

2. Kur'ân-I Kerim'de Ve Hadislerde Nesh Kelimesi : 40

B. Neshin Istılahtaki Tarifi: 41

C - Nesh İfâde Eden Diğer Kelimeler: 43

II - Neshin Tarihçesi Ve Şümulü: 44

A - Tarih İçinde Nesih: 44

1- Semavî Dinlerin Birbirini Neshi : 45

2. Aynı Şerîat İçindeki Nesih : 47

a) Neshi Kabul Etmeyenler: 48

aa) Bedâ İsnâd Etmiş Olma Korkusu. 48

bb) Neshin Husun-Rubh Meselesi île İrtibatlandınlması : 49

b - Neshi Kabul Edenler : 49

B. Beşerî Kanunlardaki Tekâmül Ve Dindeki Nesh Meselesi: 50

1. Kânunların Konuluş Gayeleri Ve Ömürleri : 50

2. Beşerî  Kânunlarda Değişiklik Sebebleri: 51

a. Toplulukların Muhtelif Yönlerden Tekâmülü : 51

b. Görevin Bitişi : 52

c. Kânunun Görev Yapamayışı : 52

d. Baskılar 52

C - Nesih'teld Gâye; Hikmet Ve Faydalar: 53

a. Nesih Yoluyla Kaldırılandan Daha İyisinin;  Hayırlısının Veya Denginîn Getirilmiş Olması : 54

b. Mükelleflerin Aczini Tesbit Ederek, Bilerek Kaldırma : 54

c. Emrin Mükellefe Ağır Gelişi Neticesi Hafifletme: 54

a. Beliren Bir İhtiyâcın Zamanla İzâlesi : 54

b. Evvelki Bir Emri Daha Uygunu İle Değiştirme : 55

2. Âlimlerin Tesbitine  Çalıştıkları Hikmetlerden  Bazıları: 55

III. İslâmı İlimlerde Neshin Ele Alınışı: 56

A.   İslâmî İlimlerin Müstakil Hale Gelmediği Devrede Nesih Meselesine Bakış: 56

1. Asr"İ Sâadet Ve Nesih: 56

2. Tâbiûn Ve Daha Sonrakilerin Zamanında Nesih : 58

B. Usul Bilgilerinin Geliştiği Ve İlimlerin Müstakil Hale Geldiği Devrede, Nesih Meselesinin Ele Alınışı: 59

1. Fıkıh Usûlcüleri ve Nesih : 59

a. Tarifler : 60

b. Neshin İsbâtı: 60

c. Nesihle İlgili Şartlar : 60

d. Mensûh İle Amel Edilınesi : 61

e. Nesihteki Bedel Meselesi : 61

f. Haberler Ve Nesih : 62

g. Hüküm ve Tilâvet Neshi: 63

h. Âyetler Ve Hadisler Arası Nesih : 63

i. Nesihte Kavl-Fiil İlgisi: 63

k. İcmâ' Ve Nesih Münâsebetleri: 63

1.Kıyâs Ve Nesih : 64

m. Mefhûmun Neshi : 64

n. Ziyâde 'Ale'n-Nas Ve Nesih Meselesi : 64

o. Neshin Bilinme Yollan : 65

p. Nesh, İstisnâ-Tahsis Münâsebetleri ; 65

2 Müjessirler, Mütekellimler Ve Nesih ; 65

3. Muhadâisler Ve Nesih : 67

IV- Kur'ân-I Kerim Ve Sünnet Arasındaki Nesh Münasebeti: 68

A - Kur'ân'ın Kur'ân'ı (ayetin âyeti) Neshi 69

B - Sünnetin Kitab'la; Hadisin Âyetle Neshi: 69

C - Kitabın Sünnetle; Âyetin Hadisle Neshi: 72

Kabul Edenlerin Delilleri Ve Tatbikatta Nesih Örnekleri: 73

Birinci Delil: 74

İtirâz: 74

Îkinci   Delil: 74

İtirâz : 74

Üçüncü   Delil: 74

İtirâz: 74

Dördüncü Delil: 74

İtirâz: 75

Beşinci Delil : 75

îtiraz: 75

D - Hadîsin Hadisle; Sünnetin Sünnetle Neshi: 76

V - Neshin Tesbît Usulleri Ve Nesih Hadisesinin Bilinme Yolları 76

A - Hz. Peygamberin  Tasrihi Üe Nesh Vak'asının Bilinişi: 79

B - Sahabenin Verdiği Bilgilerle Nesih Vak’asının Tespiti. 79

C -Târih Yoluyla (Kronolojik Olarak) Nesih Vak'asmın Tesbiti: 79

D - İcmâ İle Sabit Nesih Vak'aları  (Neshin İcmâ' Yoluyla Bilinmesi) 80

İKİNCİ  BÖLÜM... 80

SÜNNETTEKİ  NESİH VAK'ALARİ HADİSLERDE NÂSİH-MENSUH ÖRNEKLERİ. 80

I - Temizlik Meselelerinde Nesih : 81

A  -Sular, Boy Abdesti ; 81

I/I - Suyun Pislik Tutup Tutmaması: 81

2/2- Cünüb Olarak Uyuma (Sabahlama) : 81

3/3 - Ramazanda Cünüb Sabahlama: 82

4/4 - Guslü Gerektiren Şeyler Ve Nesih: 82

5/5 - Cinsî Münâsebette İâde : 82

6/6- Cum'a Gusul 82

7/7- Ölü Yıkayan Kişinin Guslü: 83

8/8- Gusülde Abdest: 83

9/9 - Hamam Yasağı Ve Neshi Î. 84

10/10 - İnzâlsiz Raünâsebetin Guslü Gerektirip Gerektirmediği (Veya İksâl = Kaht)  Meselesi: 84

İhtilâflar Ve Netice ; 84

B- Abdest Öncesi Hazırlık, Abdest, Teyemmüm : 85

11/1- Abdest Bozarken Yönelinecek Cihet İle İlgili Görüşler Ve Bu Mevzûdaki Nesih İddiası: 85

a. Rivayetler : 85

b. İhtilâflar ve Hüküm : 86

12/2 - Ayakta İken Küçük Abdest Bozma. 86

13/3- Abdestli İken Tenasül Uzvuna Dokunmanın Abdesti Gerektirip Gerektirmediği: 87

a - Rivayetler : 87

b - İhtilâflar, Sonuç : 87

14/4 - Her Namaz İçin Abdest Yenileme Meselesi: 88

15/5 - Çıplak Ayağa Meshetme : 89

16/6 - Ateşte Pişen Yiyeceklerin Abdesti Gerektirip Gerektirmediği: 89

a. Meselenin Tasviri : 89

b - Rivayetler : 90

c. Îhtilâflar, Hükümler : 90

d. Netice : 91

17/7- Abdestin Sonunda Mendil Kullanma: 91

18/8 - Teyemmümün İcra Şekli Ve Nesih Meselesi: 91

19/9 - Teyemmümümün İmamlığı: 92

20/10 -Yağlı Yiyeceklerin Yenilmesi Sonu Ağız Yıkanması: 92

II - İbâdetlerde Nesih Örnekleri: 93

A - Namaz Ve Meselelerinde : 93

21/1 - Namaz Kılınabilecek Yerler: 93

22/2 - Kadınların Mescide Çıkmaları: 93

23/3 - Kadınların Elbisesi İle Namaz Kılma: 93

24/4 - Uyuyarak Veya Unutarak Namaz Geçirme: 94

25/5 - Namaz Kılan Kişinin Ayakkabısını Koyacağı Yer: 94

26/6 - Âmin   Deyişte Cehir Veya Gizleme. 94

27/7 - Besmelenin Namaz İçinde Cehren Veya Gizli Okunuşu: 95

28/8- İslâm Fıtratı Ve Nesih: 95

29/9- Bir Vakitte İki Namazi Namaz Kılanın Bir Başka Cemaatle Tekrar Namaz Kılması: 95

30/10 - Sabah Namazından Sonra Yan Tarafına Yatma: 96

31/11- Yatsıdan Sonra Oturma Veya Yatma: 96

32/12 - Akşamdan Sonra Kılınan İki Rek'at Nerede Kılınacaktır?: 96

33/13 - Akşamdan Sonra Kılınan İki Rek'atta Ne Okunacak?: 96

34/14 - Akşamdan Önce İki Rek'at Namaz; 97

35/15 - Secde Edilecek Mahal; Çamur Ve Su Durumu: 97

36/16 - Münferid Namaz: 97

37/17 - Namazda Ellerin Dizlerden Önce Yere Konması: 97

38/18 - Cenaze Namazında Alınacak Tekbirlerin Adedi: 98

39/19 - Ezanın Teşrii. 98

40/20 - Ezan Okuyandan Başka Bir Adamın İkâmet Etmesi 99

41/21- Ezan Ve İkâmette Adet Üşfâ' Ve İtiraf. 99

42/22 - Namazda Elleri Omuzlara Kadar Kaldırma: 99

43/23- Cum'a Sonu. Kılınacak Namaz Miktarlı 100

44724 - Cum'a Günü Günün Yarısında, Namaz Kılma : 100

45/25 - Cum'a Namazında Okunacak Sûreler: 100

46/26 - Cum'a Gününde Duanın Kabul Saati: 100

4l/21 - Cum'a Namazının Hutbeden Önce Kılınışı Ve Neshi: 100

48/28 - İmâmın Okurken Yanıldığında Fethedilmesi: 101

49/29 - İmâmın Ardında Kıraat Meselesi Ve Nesih: 101

50/30 - Başkasının Evinde İmamlık Etme: 102

51/31- İmâmın Arkadakilere Göre Duruş Şekli  (İmâm İle, Arkasındaki Me'mûm'un Namaz Esnasındaki Duruşları) : 102

52/32 - Mesbûkım, Namazdan Kaçırdığı Kısımları Önce Kılıp Bilâhare İmâma Uyması Ve Neshi: 102

53/33 - İmâmın Hatası Ve Cemâatin Namazının Durumu: 103

54/34 - Teşehhüd. 103

55/35- Oturarak Namaz Kıldırdığında İmama Uyma: 103

56/36- Salât-İ Vüstâ Ve Nesih: 104

57/37 - İkindi Sonu Kılman Namaz: 104

58/38 - Borçluya Cenaze Namazının Kılmmayişi Ve Neshi: 105

59/39 - Müntehirin Cenaze Namazı 105

60/40- Mescitte İstilkâ: 105

61/41 - Kıble Tahvili Ve Nesih : 105

62/42- Müsâfirin Müsâfirliğinin Müddeti (Namazı Ne Kadar Müddetle Kısa Kılacaktır?) 106

63/43 - Seferde Namazları Birleştirme : 106

64/44- Îstiskâ Namazı Ve Hutbesi 106

67/47- Salât-İ Havf, Harpte Namazın Taksiri Ve Te'hîri: 106

69/49 - Namazda Etrafa Bakınma Ve Neshedilişi: 107

70/50 - Namazda Konuşma: 107

71/51 - Namazda İşaret: 107

69/49 - Namazda Etrafa Bakınma Ve Neshedilişi: 108

70/50 - Namazda Konuşma: 108

71/51 - Namazda İşaret: 109

72/52 - Namaz Kılanın Önünden Çeşitli Varlıkların Geçmesi Ve Sütre: 109

73/53 - Münafık Cenazelere Namaz Ve Nesih: 110

75/74- Mescit İçinde Cenaze Namazı: 110

75/55 - Necm Sûresinde Tilâvet Secdesi: 110

76/56 - Küsûf Namazı Ve Nesih Meselesi: 110

77/57 - Sabah Namazının İki Rek'at Sünnetinde Okunan Sûreler; 111

78/58 - Sabah Namazında İsfâr Ve Tağlis: 111

79/59 - Gece Namazının Miktarı. 111

80/60 - Duhâ  Namazı: 111

81/61 - Resimle Örtülerin Duvara Asılması Ve Resme Karşı Namaz Klimanın Nesihle İlgisi: 112

82/62 - Rukû'dan Kalkışta Okunanlar: 112

83/63 - Sehiv Secdesinin Zamanı: 112

34/64 - Rükû' Esnasında Tatbik : 112

85/65 - Bayram Namazlarında Okunan Sûreler: 113

86/66 - Ezan Vakti Ve Yemeğin Hazır Olması: 113

87/67 - Namazda Uyuklama Ve Nesih: 113

88/68- Vitir İle İlgili Meseleler Ve Nesih: 114

a. Uykudan Önce Veya Sonra Vitrin Kılınması : 114

b.  Fecrin Tulûndan Sonra Vitir : 114

c.  Vitir Namazının Rek'at Olarak Miktarı : 114

d. Vitrin Farz Olup Olmadığı: 114

e.  Vitirde Hangi Sûreler Okunur?. 114

f.  Vitir Namazının Kazası: 115

89/69 - Namazlarda Kunût Meselesi Ve Nesih: 115

a.  Meselenin Tasvirî : 115

b.  Rivayetler : 115

c. İhtilâflar Ve Nesih -Meselesi : 116

B - Oruç   Ve Oruçla İlgili Meselelerdeki Nesih. 116

90/1- Oruçlunun Kan Aldırması; 116

A. Meselenin Tasviri : 116

b. Rivayetler : 116

c. İhtilâflar, Hükümler Ve Netice : 117

91/2 - Oruçlunun Mübaşereti Ve Öpmesi: 118

93/3- Oruçta Visal; 118

93/4 - Tek Tek Cuma Ve Cumartesi Oruçları;: 118

a. Tek  Başına Cuma Orucu : 118

b. Tek Başına Cumartesi Orucu : 118

94/5 - Ramazan Ayının Miktarı; Artışı, Eksilmesi: 119

95/6 - Belirli Günlerde Peygamberimizin Oruç Tutması: 119

96/7 - Her Ayda Üç Gün Oruç Ve Ramazanla Neshi: 119

97/8 - Seferde Oruç Veya İftar Etme : 119

98/9 - Sahurun Son Vakti: 119

100/10- Âşûrâ Orucu : 120

C - Hac Meseleleri Ve Nesih : 120

101/1- İhram Ve Güzel Koku Sürünme: 120

102/2- Hareme Ve   Evlere  Kapıdan Girmeme Âdeti Ve Neshi: 120

103/3 - İhrâmlı Kişi Ve Nikâh : 121

104/4 - Hacc'a Niyet Ederken Şart Koşmak; 121

105/5 - Harem  Bölgesinin,  Peygamberimize  Ve  Sahâbilerine  Bir Müddet İçin Halâl Kılındığı Ve Hıllin Neshedildiğî: 121

D - Zekât Ve Diğer Mâlî Meselelerdekî Nesih Vak'a Ve İddiaları : 122

106/1 - Sıfırlardaki Zekâta Esas Olan Miktar Ve Nesih. 122

107/2 - Hurma Telkihi Ve Nesih: 122

108/3 - Yüzük Takınma Ve İpekli Giyinme. 122

109/4 - Hacamatın Gelirinden Nehiy Ve İzin: 123

110/5 -- Necş : 123

111/6- Ribâ Ve Nesih: 123

112/7 - Bazı Yiyecek Maddelerinin Satışları Ve Nesih: 124

113/8- Alışverişte Araya Girme: 124

114/9- Şuf'a Ve Nesih: 124

115/10- Sağılabilir Hayvanların Satışında Aldatma Ve Nesih: 125

116/11 - Köylünün Malını, Şehirlinin Satması, 125

117/12 - Ölü Hayvanın Derisinin Kullanılması Ve Nesih: 125

118/13- Arazinin Kiraya Verilişi Ve Nesih: 126

III- Muamelât Meselelerindeki Nesih Örnekleri 127

A - Muaşeret Ve Topluluk Meseleleri İle İlgilî Örnekler : 127

119/1- Peygamberimizin Kadınlarla Bey'atı Ve Nesih: 127

120/2 - Cenaze Takibinde Kadınlar: 127

121/3 - Kabir Ziyareti: Yasak Edilişi Ve Ruhsat Verilmesi: 127

a. Meselenin Tasviri : 127

b. Hadisler, Rivayetler: 128

c. Hükümler Ve Farklı Kanâalktr : 128

d. Netice : 129

122/4 - Cenaze İçin Ayağa Kalkma! 129

a. Meselenin Tasviri: 129

b. Rivayetler : 130

c. Tahlil ve Netice : 130

123/5 - Cenaze Konuncaya Kadar Oturma Yasağı Ve Bu Yasağın Neshedilmiş Olduğu: 131

a. Meselenin Tasviri: 131

b. Rivayetler ve İhtilâflar 131

124/6 - Geceleyin Cenaze Defni 132

125/7- Cenazenin Önünden Yürüme : 132

126/8 - Cüzamlı İle Temaslar Ve Nesih: 132

127/9 - Kadınların Döğülmesi Ve Nesih ; 133

128/10 - Boşama Şekilleri, Boşama İle İlgili Bazı Meseleler Ve Nesih İddiaları: 133

a. Üç Talâktan Sonra Dönüş Ve Bunun Neshedildiği: 133

b. Eâiza Kadına Verilen Talâk : 134

c. Süknâ Meselesi; Kocası Ölen Kadının İddetini Nereden Beklemesi Gerektiği Hususu : 134

129/11- Süt Kardeşliği Ve Nesih: 134

130/12 - Muvakkat Nikâh; Müt'a Ve Nesih: 134

a. Meselenin Tasviri : 134

b. Rivayetler ve İhtilâflar : 135

B - Suç Ve Cezalar, Harp Ve Sulh Meseleleri İle İlgilî Nesih İddiaları : 135

131/1 -: Müşriklerle Yardımlaşma Meselesi: 135

132/2 - Harbten Önce Düşmanı İslânıa Da'vet Ve Nesh: 136

133/3 - Haram Aylarında Harbetme Meselesi: 136

134/4 - Harbte Müşrik Kadın Ve Çocukların Öldürülmesi: 136

135/5 - Ateşle Kısas Ve Nesih: 137

136/6 - Müsle Ve Neshedilişi: 137

137/7- Nefl Ve Nesih Meselesi: 138

138/8- Seleb İle İlgili Hükümler Ve Nesih: 138

139/9 - Erkeğin Karısına Ait Bir Câriye İle Zinası 138

140/10- El Kesmeyi Gerektiren Hırsızlığın Miktarı: 139

141/11- Köpeklerin Öldürülüşü ve Neshi 139

142/12- Hastaların Okunması Ve Nesih Meselesi: 140

143/13 - Yılan Öldürme; Nehiy Ve Ruhsat: 140

144/14 - Kâfire Mukabil Müslümâmn Öldürülmesi: 141

145/14 - Muhsanın Recm Ve Celd Edilmesi: 141

146/16 - Sarhoşa Ölüm Cezası Ve Neshedilişi: 142

147/17- Kısas İle İlgili Bir Nesih Meselesi: 142

C - Adâb,Yeme-İçme, Giyinme Ve Diğer Bazı Konulardaki Örnekler : 142

148/1-2 - Kurban Eti: 142

a.   Meselenin Tasviri Ve Özellikleri : 142

b. Rivayetler: 143

c. İhtilâflar, İlgili Hükümler : 143

d. Tahlil ve Netice : 144

149/2 - Ehlî Eşek Eti Yenilmesi Ve Neshi: 145

a. Meselenin Tasviri: 145

b. Rivayetler, İhtilâflar : 145

150/3 - İçinde Ehli Eşek Eti Pişirilmiş Kapların Kırılması İle İlgili Emir Ve Neshi: 145

151/4 - Îçki Kaplarının, Diğer Hizmetlerde Kullanılmasının Nehyi Ve Aynı Konudaki Nesh: 146

a. Meselenin Tasviri: 146

b. Rivayetler: 147

c - Bükümler, Farklı Görüşler: 147

d. Netice; 148

152/5 At  Eti  Yemenin Hükmü  Ve Nesihle  İlgisi: 148

153/6 - Bir Yere Dayanarak Yemek Yeme Ve Nesih: 149

154/7 - Ayakta Su İçmek: 149

155/8 - Tek Nefeste Su İçmek Ve Nesihle İlgisi: 150

156/9 - Fera' Ve Atîra Âdeti Ve Hükmü: 150

157/10 - Hicretin Vücûbu Ve Neshi: 150

158/11- Kedinin Artığı: 151

IV. MİSÂLLERLE İLGÎLÎ GENEL DEĞERLENDİRME.. 151

A. Misâllerin Dağılışı : 152

1. Temizlik Meseleleri : 152

2. İbâdetlerde Nesih İddiaları: 152

3. Muamelât Meselelerindeki Nesih Örnekleri: 153

B. Îslânun Diğer Talimatı Ve Nesih Meselesi: 153

1. Îtiltâdî Meselelerimiz Ve Nesih: 153

2. İbâdetlerimiz: 154

3. Muamelâta Ait Meseleler: 154

4. Fezâil, Kalbî Ameller Ve Ahlâkî Ta'ıimât: 154

C. Neshin Tesbiti Açısından Misâllerin Durumu : 154

1. Sabit Olan Nesih Vak'aları: 155

2. Şüpheli Ve İhtilaflı Nesih Vak'aları: 155

3. Sabit Olmayan Nesih İddiaları: 156

D. Vak'alarda Târih Unsuru Ve Kronolojik Sıralama : 158

1. Târihî Bilgiler Açısından Örneklerin Durumu: 158

a. Târih Belirtilen Vak'alar : 159

b.Tarih Belirtilmeyen Vak'alar: 159

2. Tarih Belirtilen Örneklerin Kronolojik Sıralanışı: 159

a. Mekke Devri : 159

b. Medine Devri: 159

SONUÇ.. 160

BİBLİYOGRAFYA.. 161


HADİSTE NASİH-MENSUH

 

ÖNSÖZ

 

Allaha hamd ve Elçisine sayısız salât ve selâm arzederim.

Her nesil îslamı, «Allah ve Rasûlünden yeni gelmekte olan talimat» olarak kabul ve tatbik zorundadır. Bu talimatın gerçek değeri içinde anlaşılması, Allah ve Elçisinin istediği biçimde ümmette tecellisi; maddî, manevî problemlerin hallinde kaynak telâkki edilmesi artık münakaşa kabul etmez derecede açıkça kendisini hissettirmiştir.

Sünnet, adı geçen talimatın tümünü kucaklar. Kendi içinde bir ta­kım meseleleri de olan bu ulvî kaynağa yönelmek, tarafsızlık, ehliyet ve hasbîlik ölçüleri içinde onun müşkillerine yaklaşmak, buradan el­de ettiği neticeleri ümmete sunmak, asrın islâmiyatçısmın baş görevi durumundadır.

Sünnetin bünyesindeki önemli meselelerden biri de îslâmî edebi­yatta muhtelif yönlerden ele alınmış, zamanın şart ve imkânları nisbetinde işlenmiş olan nesih konusudur. Ancak bu konu, zaman za­man yeniden ele alınma ve yeni çalışmalara ihtiyaç duyma istidadın-da'dır! Biz bugüne kadar, özellikle Hadis'in kendi içindeki neshini ele alan klasik eserler dışında ki onların tabiatları tamamen farklıdır bir eser görmüş değiliz. Bu bakımdan gerek teorik nesih meseleleri ve gerekse örnekler üzerinde oldukça toplu, mukayeseli bilgi için çalış­mamızın hizmet vereceğini ümit etmekteyiz. Ayrıca bu çalışmanın en mühim neticelerinden birisi belki de birincisi, sünnete yaklaşacak olanlara her zaman korkunç bir engel olarak gösterilen nesh'in, zannedildiğinden daha munis ve şefkatli, sünnetle amele mâni değil, yardımcı olduğunu ve misallerin mahdutluğunu göstermesi olacaktır.

Çalışmamızın doktora sınırlarım aşmaması için çok yerde mecbu­ren ihtisara gidildiğinden ve mevzuun kapalı kalması pahasına da ol­sa yayımlamasına dikkat edildiğinden misallerden altmış kadarı ter­kedilmiş ve izahlar da dar tutulmuştur. Bu sebeple nesih konusu, eser okunduğunda az-çok tanınmakla beraber yine de bazı sorular ce­vapsız kalacaktır. Meselâ: «nesih münakaşalarının yabancı menşeli olup Olmadığı», «fakihlerin nesih konusunu ihtilafların çözümünde bir emniyet subabı olarak kullanıp kullanmadıkları», «nesinde taraf ve şalıit durumunda bulunan ve oldukça işlenmiş bir görünüm arzedeh malzemenin sıhhatleri meselesi bu sorulardan sadece bir kaçıdır.

Çalışmamızın teorik meseleleri kapsayan bölümünde Usûl-i Hadis, Usûl-i Tefsir ve Usûl-i Fıkıh ile kısmen Kelâm ilimlerinde problemin ele alınışı, klasik malzemenin verilmesi yer almaktadır. Meseleye ilgı duyanlar için bu kısım, derli toplu bilgi verme ve (tam olmasa bi­le) kaynak tanıma bakımından faydalı olacaktır. Misâller kısmı, özel­likle şerhsiz hadis tercümelerinin yaygın olarak neşredildiği ülkemiz­de her türden okuyucuya, herhangi bir dînî meselede nesih olup olma­dığı konusunda kısa da olsa bir bilgi verecektir.

Öncü çalışmalar, çok defa sonrakilerden eksik olur. Bu bakımdan biz, çalışmamızın daha güçlü tetkik ve araştırmalarla destekleneceği ve eksiklerinin ikmâl edileceği inancına sahip bulunmaktayız. Nitekim genç ilim adamı Y. Doç. Dr. ismail Lütfi Çakan'm meseleyi daha fark­lı bir vasatta inceleyen, nesh'e büyük bölümler ayıran eseri «HADİS­LERDE GÖRÜLEN İHTİLAFLAR VE ÇÖZÜM YOLLARI» inancımızı haklı gösteren çalışmalardan birisidir.

Çalışmamız, bir giriş ile iki bölümden teşekkül etmektedir. G i r i ş 'de Hz. Peygamberin islâmî teşri'deki yeri ve otoritesi üze­rinde durulmuş, neshin geçen asırlarda ele alınışına ve nesih literatü­rüne temas edilmiş, çalışmanın vuzuha kavuşması için de hadis iîe amel ve ona tesir eden âmillere kısaca atıflar yapılmıştır. Böylece konuya temel olacak karakterdeki fikirler üzerinde okuyucuya kanaat verecek bilgiler sunulmuştur.

Birinci Bölüm'de neshin mahiyeti ile usulcu ve hadisçile-rin meseleye bakışları ele alınmış, mümkün olduğu kadar kaidelerle örnekler arasında irtibat tesisine çalışılmıştır. Neshin pek çok prob­lemi bu bölümde incelenmektedir.

İkinci Bölüm'de misallerin kuş bakışı tanıtılmasına gayret edilmiştir. Bölümün sonunda Sünnette neshin ve bununla ilgili misal­lerin umumî bir değerlendirmesi de yapılmıştır.

Tam teşekküllü bir kütüphanenin mevcut olmadığı bir yerde eser, fikir ve yardımlarıyla bizi destekleyen, doktoraya teşvik eden merhum hocam Prof. Dr. M. Tayyib Okiç ile Prof. Dr. Talat Koçyiğit'e, hasbî olarak 'doktoramı yöneten, kitap yardımı yanında sıcak ağabeyi alâ­kası gösteren sayın hocam Prof. Dr. Mehmed S. Hatiboğlu'na teşek­kürlerimi sunarım.

Çalışmamızın basımını gerçekleştiren Marmara Üniversitesi îlâhi-yat Fakültesi Vakfı'nın muhterem yetkilileri ile Yayıncılık İşletmesi mes'ullerine, eserin neşir kahrını üstlenen kardeşim Yrd. Doç. Dr. Mehmed Yaşar. Kandemir'e, matbaa çalışanlarına, emeği geçen her­kese şükranlarımı arzederim.[1]

Ali Osman KOÇKUZU Meram   12 Şa'ban 1405 2  Mayıs   1385 Habiste Nasih-Mensüh   3

 

GİRİŞ

 

Peygamberimiz, îslâmı insanlığa bütün müesseseleriyle tanıtan, onu Allah'tan alıp tebliğ eden, en ince noktalarına kadar gerek vahy ile ve gerekse o vahiy tarafından kontrol altında bulunan[2] yüce şahsiyeti ile mü'minlere açıklayan elçidir. îslâmm her meselesinde, onun şahsi­yeti, yaşayış üslûbu, ilmî çözümlere ve gerçeklere ulaşmada ana un­sur ve ilk hareket noktasıdır. Dînimizi onun sünneti, sözleri, yaşayış tarzı ve tatbik şekliyle ve sadece onun bakış açısından öğrenmeğe 'çalış­tığımız zaman doğru ve gerçek ölçüleri içinde tanımak, iyice ve vukuf­la anlamak mümkün olabilmektedir.

Yirmi üç yılı aşkın zaman içindeki risâlet hayatında, islâmı yaydı­ğı zümreye ve onlar aracılığıyla dünyanın sonuna kadar gelecek bütün beşer nev'ine açık açık her emri tebliğ ve beyân ederken, ilâhî vahye dayanan Hz. Rasûl, bu tatbikat ve tebliğlerinde vakit vakit zuhur eden farklılıkları da gizlemeden ümmetinin bilgisine sunmuştur. Ondan bize kadar gelen menkûlât, yani sünneti[3] incelendiği takdirde bu fikri­mizin doğruluğu görülür.

İnsanların terbiyesi, inanç, amel ve ahlâk yönlerinden beşer bil­gisinin sağlam temellere dayandırılması ve ruhunun temizlenip maddemânâ dengesine kavuşturulması için konulmuş kânunlarda, bu var­lığın kabiliyetlerine uygun bir sıralama ve ölçü içinde verme söz ko­nusudur. Allanın bu konudaki sünnetine ciddi bir nazar, birazcık şu­urlu takib, orada beşer nevinin faydasına yönelmiş en mütekâmil ter­biye usûllerini sezebilir. Yani Allah, yetiştirip olgulaştıracağı varlık için gerekli vasatı, şartları ve malzemeyi yerli yerince kullanmıştır ve kullanmaktadır.

Bu durumu kavrayanlar, nesh konusunun incelenmesi sırasında; «doktorun hastaya kademeli olarak ilâç verişi» örneğini göstererek zih­nimizi tahrik eder ve nesihteki ilâhî hikmetlerin küçük bir parçasının olsun anlaşılmasına ışık tutarlar. Demek isterler ki: «Hasta tedavisi gibi, insanların maddî yapılarını sıhhata kavuşturmada bile belirli bir ölçü, bir sıralama ve tedriç dairesinde tedavi söz konusu olunca, de­ğişik zamanlarda muhtelif ilâç ve gıda rejimi tatbik edilince, insan neslinin ruh tedavisi, içtimaî tekâmülü için, ilâhî sünnet elbette en güzel yolu takib edecektir.»

Tabiidir ki misâlin eksik yönleri vardır. Doktor, neyi ne zaman ve­receğini, alacağı tedbirleri, göreceği reaksiyonu belirli bir nisbet da­hilinde bilir. Çok kere de hiç bilemez veya isabetsiz müdâhalelerde bu­lunabilir. Ummadığı durumların olması ise çok tabiidir. Fakat Allahın bilgisi, o meseledeki hem başlangıcı, hem gelişmeleri ve hem de so­nucu, önceden en mükemmel mânâda ihata etmektedir. Dıştaki deği­şiklikler, tedrîc ve farklılık ise bize göredir.

Cemiyetlerin huzur içinde yaşamaları, fertlerinin biribirlerine kar­şı saygılı olmalarıyla, hak ve vazifelere riâyetleriyle mümkündür. Din ve ahlâkın kurduğu düzeni bir kenara bırakalım, insan mesâisinin mahsûlü olan kânunların da belirli bir süre sonra mer'iyyetten kalk­tığı görülür. Neshe benzeyen bir durum onlar için de söz konusudur. Yalnız böyle bir durumda kânun koyucu, önceden koyduğu maddele­rin ne kadar ömürlü olacağını bilmemekte, tamamen hâdisata ve za­mana kendini bırakarak gerekli gördüğü yeniliği yapmaktadır. Bu yenilikler mükellefler için nıüsbet mânâda olabildiği gibi, menfi an­lamda da olabilmektedir. Bazan, mükelleflerin yeni kanuna karşı kı­yamı bile söz konusu olabilmektedir.

însan hayatında arzettiğimiz gibi cereyan etmiş olan bu durum, semavî dinlerde de vârid olmuştur. Hz. Âdem'den başlayarak her pey­gamberin getirdiği şeriatta nesh cereyan etmiştir. Evvelce mübâh olan bazı şeyler zamanla haram sayılmış, emirlerin muhtevaları de­ğişmiştir. Peygamberimizin, «Mâ min nübüvvetin illâ tenâsehat»[4] «Her Peygamberlik müessesesi nesih ile karşılaşmıştır» sözü yanında Kurân-ı Kerim'de de bu noktaya temas eden âyetler mevcuttur. Konu ile ilgili olarak, kardeşler arasında evlenmenin caiz iken sonradan kaldirilişi, ibâdetlerdeki bazı güçlüklerin sonraki şeriatlarda daha hafif­leri ile değiştirilişi gibi pek çok misâl verilmektedir.

Şeriatlar arası nesh olduğu gibi, aynı şeriat içinde de nesh cere­yan etmiştir. Devamlı olarak vahye muntazır olan peygamberimiz, bu değişikliklerin ilk tatbikçisi ve öğreticisi durumundadır. Tabii ki, çev­resindeki başka din mensuplarının reaksiyonlarına karşı ilk muhatap da odur. Durumu yadırgayanların suçlamaları hep Peygamberimize karşı olmuştur. Nesh hakkında bilgi ve görgüleri olması gereken ehli kitap veya onlar içinden neshe karşı olanların, Peygamberimize kar­şı yönelmiş bir itirazlarını Kur'ân-ı kerim'den takib edelim:

«Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine (bunu neshederek) getirdiği­miz vakit ki Allah neyi indireceğini çok iyi blendir dediler ki: sen ancak bir iftiracısın. Haytr, onların pek çoğu bilmezler.[5]

Nesih ile ilgili bu itirazlar bu kadarı ile kalmamış, sürdürülmüş; konu bazan dağıtılmış hatta aynı din mensupları arasında fikir ayrı­lıkları bile olmuştur. Durum ne olursa olsun, nesh bir vakıadır ve îslâm dininde de meydana gelmiştir, Tabiidir ki bu, aynı şeriat içindeki    nesh nevine giren bir örnek olmaktadır.

Nesihte, «teşri'î hikmetlerin mevcudiyetini» ilgili bölüme bıraka­rak diyebiliriz ki: «Allah teâla, neyi indirdiğini en iyi bilendir». Kendi­sine cehil (bedâ) gibi sıfatların isnadı ve yakıştırılması mümkün de­ğildir. Evvelce de kısaca söylediğimiz gibi, Nâsih-Mensûh meselesin­de, n â s i h olan hükmün yeniden ortaya çıkışı, tamamen meselenin bize dönük olan yönüdür. Allah için, ikinci hüküm hiç bir zaman yeni ve meçhul değildir.

îslâm dinindeki neshin araştırılması, bizi iki ana kaynağa müra­caata mecbur eder. Bir başka ifâde ile nesh, ya Kitapta veya sünnettedir. Her ikisinin de tesbitinde müracaat mahalli tektir: Allahın elçisi. Kur'ân'daki nesih, üzerinde çok durulmuş, çe­şitli incelemeler yapılmış bir konudur. Kitab'ımızdaki bir âyetin bize, neshin varlığı hususunda kesin bilgiyi verdiğini söyleyebiliriz. Nahl sû­resinin 110. âyetinde her ne kadar (tebdil) kelimesi geçmiş ise de, bu­rada aynı konuya temas vardır. Bakara Süresindeki neshi belirten âyeti, nesih dışında bambaşka bir konu için delil sayan Mû'tezile, güya bu âyetle, Kur'ân-ı Kerim'in hadis (sonradan yaratılmış) oluşunu is-bata kalkışmıştır.[6] Halbuki kaynakların bize verdikleri bilgilere göre, Kur'ân'daki neshi reddeden görüşün sahibi Ebû Müslim el-İsfahânî (v. 322/934) bir mû'tezilidir. Bu zatın, nesh diye ileri sürülen durumları tahsis veya takyid olarak değerlendirdiği de bilinmektedir. Bu iki tesbit bizde, Mû'tezile'nin belki de zamanla, bazı kanâatlarında tadilâta gittiği fikrini uyandıracaktır.

Bu konudaki muhtelif zamanlarda yapılan çalışmalarda, mübala­ğalı tarzda nesih vak'asını çoğaltanlar yanında, onu hiç yok derecesi­ne indirenler de olmuştur. İlmî ölçülere göre itidalli şekilde meseleyi ele alanların miktarı ise çok azdır. Neshe verilen mânânın çeşit­liliği, konuyu işleyenlerin farklı ilmî ve i'tikâdî yapıya sahip bulu­nuşu bazı karışıklıklara da sebeb olmuştur. Âyetlerdeki neshin tesbitin-de, eldeki kaynak yine sünnette vârid olan haberler ve onların sıhhat dereceleridir.

Çalışmamızda her şeyden önce tesbiti zaruri olan bazı noktalara temas etmemiz gerekmektedir. Bunları şöylece özetlemek mümkündür:

a) Hz, Peygamber'in, islâm dininde ve teşriindeki gamberin sâri' olarak   değeri, yeri;    Peygamberi şair olarak değeri.

b) Hadisteki   nâsih   ve   mensûh  ihtilâflarının   mesnedi,

c) Dinimiz, her zaman ve mekâna hâkim olan gücü ile, her türlü modern sosyal, iktisadî ve ilmî problemi çözerken, sünnete bağlı hü­kümler   arasında    (hadiste   nâsih-mensûh   meselesinin)   ne   derecede müessir   bir rol oynayacağı hususu.

Son problemi şöyle de ifâde etmek mümkündür: Hadis ve hadisin çeşitli ilim şubelerine ve diğer islâmî ilimlere müntesip bilginler, hangi tefekkür sistemini ve çaltşma yolunu takibetmelidirler ki, adı geçen sosyal problemlerin çözümünde islâmın gerçek ölçüsüne uygun neti­ceye varabilsinler? [7]

 

A - Hz. Peygamberin ve Sünnetinin İslâm Teşriindeki Yeri ve Gücü:

 

Pek çok islâmî meselede olduğu gibi, nâsih-mensûh meselesinde de konuya girmeden önce, temel niteliğinde verilmesi gereken bilgile­rin ve halledilmesi gereken problemlerin başında: «Hz. Peygamberin islâmdaki teşrii gücü» gelir. Mesele biribirine bağlı iki türlü görünüm arzetmektedir; Hz. Peygamberin şahsiyeti ve hadislerinin (sünnetinin) dindeki gücü. İlim adamlarını fikir ayrılıklarına götüren veya belirli meselelerde ittifaka sevkeden âmil budur.

Peygamberimizin mevkî ve görevini bilebilmek için, yine Allanın ve Allah Rasûlünün beyânlarını inceleme zarureti vardır.

Bizim anlayabildiğimiz kadarıyla, yirmi üç yıl risâlet görevini îfâ eden zâta, kendisine verilen bu vazife zaman zaman anlatılmış, gerek­tiğinde elçi olarak hak ve vecîbelerine, otoritesine işaret edilmiştir. Diğer taraftan elçi olan zât da, aynı bilgiler çerçevesinde ümmete va­zifesini tanıtmış, müslümanlarm görevlerini de belirtmiştir. Kur'ân-ı Kerim, Peygamberimizden elçi (r a s û 1) olarak bahseder.[8] Diğer âyetlerde bu görev açıklanır, [9]son elçi olduğu belirtilir. [10]Bu nok­ta bize neshin ve elçiliğe bağlı diğer faaliyetlerin (meselâ vahyin) son müddetini gösterir.

Rasûl olarak peygamberimizin, çeşitli görevleri arasında ilk dikka­ti çekeni TEBLÎĞ'dir. Tebliğ ve belâğda, «matlûba insanı ulaştırmağa yeterli bir özellik» söz konusudur. [11] Kulların, kulluk yoluyla, rûh tasfi­yesi görerek Allaha ulaşmaları bu tebliğler sayesinde olmaktadır. Teb­liği yapan nebiye adı verilir. Bu vasfıyla peygamberi­miz, aldığı tebliği bilerek, gerektiğinde karşıdakilere anlayacakları tarzda anlatacak bir zât durumundadır. Asıl görevi de ümmete, ilâhî mesajı (anlayacakları tarzda) anlatmaktır. Bu husus bir çok âyette belirtilir. [12]

Durum böyle olmakla beraber tebliği «kupkuru bir ulaştırma ve bir olarak görme meyli, çoğu zaman problemlerin çözümünde baş­vurulan yol olmaktadır. Bu meylin zahirde mâkûl gibi görünen bir ge­rekçesi de bulunmuştur: «Allanın kelâmını üstün sayma, sünneti ikinci   plânda düşünme».

Peygamberimizin görevlerinden birisi de beyân'dır. Bu, açık­lama mânâsına geldiği gibi bir nevi i'lâm anlamını da taşımaktadı.[13]

Allahın kullarına indirip tebliğ ettirdiği ahkâm, kulların tatbi­katına hazır hâle getirilebilmek için, yine elçiler tarafından açıklan­makta, fiilen gösterilmektedir. Böylece sözlü ve fiilî bir tebliğ de ger­çekleşmiş olmaktadır. Allah'tan gelenleri apaçık anlatma (b e y â n) ile ilgili otuzu aşkın âyeti kerime bulunmaktadır. [14]

Hz. Peygamberin; risâlet, tebliğ, beyân dışında inzâr, tebşir v.b. bir takım görevleri daha vardır ki bunları adı geçen vazifeler içinde mütâlâa etmek mümkündür.

Bu görevlerle vazifeli olan peygamberimiz; bir m u a 11 i m, [15] mer­hametli bir mürebb, [16]güzel ahlâkı tamamlama görevi ile yüklü[17] bir rahmet nebisidir. Âyet ve hadislerde tesbit edilen gerçek şu­dur; peygamberin vazifesi, Allah'la kulları arasında kuru bir aracılık değil; cemiyete inen tebligatı, sağlığında kendisi, daha sonra da sün­neti vasıtasıyla topluluğa anlatan, hu yaşayış tarzının ümmette tecel­lisine yardımcı olan zat olmaktır.

Allah tarafından yapılan bu görevlendirmede peygamberimizin söz ve hareket serbestisi ne derecededir? Vahye tâbi olarak da olsa sâri' olma vasfı var mıdır? Dinde haram kılmak ve helâl kılmak yetkisiyle güçlendirilmiş midir? Kur'ân-i Kerim'de bir kaç âyet[18] Peygamberimi­zin ilâhî vahye tabî ve onun kontrolü altında olduğunu belirtir. Yalnız buralarda belirtilen tabî olma vasfı, onun güçsüzlüğüne delil değildir Aksine hadislerinde: «Haram, kıldım, helâl ettim, ederim; her nebi hem helâl hem de haram kılar...» gibi ifâdeler de mevcuttur. Diğer

yandan onun bazı mütevazı ifâdeleri, kendisine beşer üstü vasıfların yakıştırılmasını önleme gayretine matuf hareketler ve sözler olarak tav­sif edilmektedir.

Peygamberimizin faaliyetlerinin teşrii gücüne temas etmeden ön­ce onun sünnetinin vahy ile olan ilgisine bir nebze temasta fayda var­dır. Vahyin sınırları ve çeşitleri hakkında bizlerde kesin bilgi mevcut değildir. Yalnız bilinen husus,   «vah y-i   m e 11 ü v v»   olarak belirti­len ve birtakım özeliklere sahip olan Kur'ân-ı Kerim'in diğerlerinden kesin olarak ayrılmış olduğu hususudur. Peygamberimizin bu noktada titiz davrandığı bir gerçektir. Kur'ân dışındaki vahyin çeşitleri, merte­beleri ve nevileri üzerinde kat'î konuşmak mümkün olmamaktadır. Kur' ân'ın da işaret ettiği gibi Peygamberimizin sözleri de vahiy mahsûlü sayılmaktadır. Bu noktada ortaya çıkan; lehte, aleyhte ve vasat görü­şün müşterek yönleri vardır. Hiç birisinde kat'î ifâdelerle Peygambe­rimizin sünnetinin vahyile ilgisi olmadığı savunulmamaktadır.[19] Sünne­tin teşrî'deki gücüne geçmeden önce bu noktayı bir miktar açalım :

Birinci görüşün sahiplerine göre sünnet de Kur'ân gibi vahiy mah­sûlüdür. eş-Şâfiî, eserlerinde bir kaç kere bu fikri değişik tarzda işler. Diğer taraftan ibnu Hazm ile eş-Şâfiî'nin mezhebinde olan el-Ga-zâlî de aynı fikirdedir. [20]  Bu meselede daha sarih ifâdelere de rastlanır. Cibril'in sünneti de Allah'tan getirdiğini ifâde eden ilim adamları bile mevcuttur. Hassan b. Atıyye'den böyle bir haber rivayet edilmektedir. Ayrıca Mikdâm b. Ma'dîkerib'den nakledilen ve: «Kur'ân gibi bir ben­zeri (vahy)'in kendisine verildiğini...» belirten hadiste bu açıklanmak­tadır. [21]

İkinci fikir : Sünnet vahiy eseri değildir diyenlerin kanâatları. Bu fikri benimseyenler sarih konuşmamakta, sadece birinci grubu tenkîd etmekle yetinmektedirler. Halbuki ilk fikrin sahipleri, en-Necm süresin­deki, Hz. Peygamber'in vahy dışında, hevâdan konuşmadığını belirten âyeti de delil getirmektedirler. İkinci grubun çok kere konuyu başka açıdan değerlendirmeye çalıştıkları görülür. Doktor Subhî es-Sâlih, tbnu Hazm ile, Ebü'KBakâ'nın, eserlerinde bu konuda mübalağalı dav­randıklarını belirtir. Aslında, onların meseleyi ele alış tarzı ile Subhi es-Sâlih'inki ayrı ayrıdır.[22] Bu görüşü ayrıca, adı geçen âyet ile bağ­daştırmak da mümkün değildir. Bu fikrin sahiplerinin korktukları nok­ta; (hadisler ile kur'ân'm aynı değerde görülmesi, halbuki Kur' ân'm farklı özelliklere sahip olduğu) şeklinde açıklanabilir. Zâten ilk fikrin sahipleri de «Sünnet ve hadisler aynen Kur'ân gibidir» dememektedirler.

Arzettiğimiz iki fikrin, paralel hâle getirilmesi ve meselenin sınır­landırılması neticesi ortaya normal bir görüş çıkmaktadır. Bu orta gö­rüşe göre: sünnette hem ilâhî, hem de beşerî unsurlar vardır. Bu gru­ba dahil muasır âlimlerden Abdül'azim ez-Zerkânî, sünnet ile ilgili vah­yi ayrıca kısımlara bile ayırır. Bu bölümler içinde geçen ilhamlar da gizli birer vahiydir.

Sünnetin vahy ile ilgisi konusunda belirteceğimiz diğer bazı görüş­ler 'daha mevcuttur. İbnu Kuteybe (v.297/909), sünneti üç kısma ayır­maktadır. Bu tasnifteki İlk sırayı : «Cibril'in Peygamberimize getirdi­ği sünnet teşkil etmektedir».[23]  Bu tasnifte güçlük çıkaran yön: Hz. Pey-gamber'den sonra gelen nesillerin, bu nevi sünneti ayırmakta hangi öl­çüyü kullanacakları hususudur.

Eş-Şâtıbî : «Sünnet, Peygamber'den gelen bütün m e n k û 1 â 111 r» der. [24]  Bu ölçüde, Kur'ân ve her türlü vahy ile gelen talimat da sünnet içine girmektedir. îbnu Kuteybe'nin böyle bir fikri var mıdır, kestir­mek mümkün olamamaktadır. Fakat kanâatımızca İbnu Kuteybe yu-kardaki sözleriyle doğrudan doğruya Peygamberimizin hadislerini ve nebevi sünneti kastetmektedir. Taksimindeki diğer iki nevi sünnette Peygamberimizin de beşer olarak nasibi bulunmaktadır.

Bizim görüşümüze göre, tarafların kanâatları uzlaşacak du­rumdadır. Herkesin meseleye bakış tarzı değişiktir o kadar. Aslında hiç bir kimse sünnetet Kur'ân'm taşıdığı tekmil hususiyetleri verme­mektedir. Ama bu, sünnetin vahy olmasına mâni de teşkil etmez.

Sünneti vahy sayanlar onu: «Allahtan gelişi» ve «mükelleflerin uy­mağa mecbur olmaları» yönlerinden, adı geçen âyete de dayanarak vahiy    saymaktadırlar.

Şah Veliyyullah ed-Dehlevî, Peygamberimizden gelen ve hadis ki-toplarında bulunan    talimatı    ikiye ayırmaktadır : Risâleti tebliğ

zımnındaki söz, iş ve takrirler ile, bu vasıflan taşımayanlar. DehlevV nin İfâdesine göre birinci gruptaki sünnetin ekseriyeti vahiy'dir. Bu iş­ler arasında içtihadı ile olanlar da vardır.[25] İkinci gruba dahil olan söz, fiil ve takrirleri; şeriatı tebliğ sadedinde olmayan işlerine ait olarak tavsif olunur. Şah Veliyyullah'in bu görüşünü kabul etmeyen; Peygam­berden gelen ve sudur eden her şeyin, uy ulm ası gerekli ta­limat olduğunu iddia eden görüş sahipleri de mevcuttur. Bu görüşün taraftarları, Peygamberimizin söz ve fiillerini: «§u risâlet tebliği ile ilgili, öteki değil» tarzında bir ayırıma tabi tutmanın bizler için müm­kün olamayacağım da iddia ederler.

Sünneti : «Peygamberliğin tebliği ile alâkalı olanlar ile, normal bir insan gibi kendi fikri ve içtihadı neticesi söyledikleri ve yaptıkları» şek­linde ikili bir taksime tabi tutmaya ilim adamlarını sevkeden başlıca âmil, bizim kanâatımızca: Efendimizden zaman zaman vârid olan: «ben beşerim...» şeklindeki beyânlardır. Hadis kitaplarından Öğ­rendiğimize göre bu ifâde bir kaç mahalde kullanılmıştır :

1. Kendisine ilâhî vasıfların yakıştırilmasını. istemediği anlar ;

Peygamberimiz, kendisinin bir insan olduğunu, böyle durumlarda ifâde ederlerdi. Hz. îsa ve diğer bazı peygamberlere yapılan ve on­lara ulûhiyet isnadı gibi bir sapıklığa kadar çığırından çıkarılan ta­zimleri ve öğmeleri reddederken, kendisinin dâima bir beşer olduğu­nu, sadece gelen vahiy ile diğer insanlardan ayrıldığını açıklayan Peygamberimiz, sünnetinin, vahy ile ilgisi olmadığını söylemek istemi­yordu. Bu çeşit bir makamda sâdır olan: «Ben ancak beşerim.» sözü, kendisine ulûhiyet isnadını önleme gayretinden başka bir mânâya çekilmenıelidir. [26]  Hele bu ifâdeden Hz. Kasülün, dinde söz sahibi olma­dığı fikri hiç çıkarılamaz.

2. Dünya ile ilgili bazı meselelerde ;   Peygamberimiz, dünyevî ba­zı işlerde tavsiyelerde bulunmuş; fakat netice, beklenenden farklı zuhûr edince de oradaküere: «Ben   beşerim...» diyerek serbesti tanımıştır.[27]

3. Dâvaların hallinde : Peygamberimiz kendisine getirilen anlaş­mazlıkları gözerken, dikkatimizi çekecek bazı konuşmalar yapmakta dır. Bu konuşmalarda kendisinin gaybı bilmediğini, dâvâcı ve dâvâlı olarak gelenler içinde, konuşmayı iyi becerdiği için dâvanın ters dön­mesine sebeb olacak tarzda hakkı gizleyen ve kendisini iyi müdâfaa edenlerin olabileceğini, halbuki böyle durumlarda, kendisinin lehine bile hükmedilse ferdin doğruya yardımcı olmasını, karara bağlanan şeyi almamasını... ifâde buyururlar. Böyle konuşmalarında da: «B e r. beşeri m...» ifâdesini kullanmışlardır. Bu üç yer ve benzeri diğer ma­hallerdeki sözlerinden: «Peygamberimiz, dinde söz sahibi değildir...» şeklinde bir sonuca varılamayacağı gibi; «Dünya işlerinden anlamaz­dı,..» tarzında bir hükme varmak da mümkün değildir. Bu ifâdeler, mahallerine uygun tarzda değerlendirilmezse; sünneti bile, hakkımız olmadan (zevâid ve hüdâ tarzında) garip ayırmalara gitmiş oluruz.

Şurası muhakkak ki, bu mütevâzi ifâdeler yanında az önce zikret­tiğimiz, «Haram kıldım», «helâl ettim, ederim», «her nebi, hem helâl ve hem de haram kılar», «Allahtn haram kıldığını ben helâl kilamam, helâl ettiğini de haram sayamam» gibi sözlerim de görmekteyiz. Bun­lar kesin ifâdelerdir ve bir otorite ve bir   salâhiyet   ifade eder. [28]

Mikdâm b. Ma'diker ib'ten nakledilen ve Ebû Dâvud, ed-Dârimî ve İbnu Mâce tarafından eserlerinde tahric edilen bir hadisin son bölümü: «... çünkü Hz. Rasûlün haram kıldığı, muhakkak ki Allahın haram kıl-dığî gibidir» şeklindedir. [29]

Konu ile ilgili bütün malzeme incelenince mesele şöyle tezahür et­mektedir : Hz. Peygamber bir elçidir, vahye tâbidir, vahyi gereken tarzda ve zamanda ümmete açıklaması emredilir... o da açıklar. Al­lahın müsâadesine istinaden dinde söz sahibidir; haram eder ve helâl kılar. Bu tasarruflarında kendisine dâima vahiy yol gösterir, destek­ler, gerektiğinde uyarır. «Ahkâmı sadece Allah tayin eder,» diyerek Hz. Rasûl'ü aradan çekmemize imkân yoktur. Peygamberimiz de bir kânun koyucudur. Bilhassa teferruata ait meselelerde, sâri' ola­rak büyük rol oynar. Kendilerinin tasarruflarında bir yanılma olursa vahiy onu doğrultur. Dinde, onun sözü, isi ve takrirleri esastır. Kitap onun beyânı ile açıklığa kavuşur, Kur'ân sadece ve en doğru mânâda onun anlattığı tarzda anlaşılır. Din ve dünya işlerinde, en iyi ve en geçerli olanı da o bilir. Onu ümmetine öğretir. Kendisi teşri'de müstakildir. Bu istiklâl, Allahın koyduğuna ters gelen hüküm­lerle değil, onu mükemmelleştiren, açıklığa kavuşturan tatbikatla, sözlerle tecelli eder. îslâmı en ekmel şekliyle o yaşamıştır, îslâmm mün-tesiplerinden, onun yaşayışına uygun tarzda hayat sürmeleri istenmek­tedir. Yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi, dinî mesâilde peygamberin oto­ritesini tahdid, ilim adamı olan veya o tarzda tanınanların elinde oyun­cak olacaktır. Herkes kendi hevâsım, akıl ve vicdanım hâkim kılmaya uğraşacaktır. Bu ise her zaman karışıklık doğurmuştur.[30]

 

1 - Kabul Edenlere Göre Sünnet Ve Rasûl-İ Ekrem'e Uyma

 

Bundan Önceki bölümlerde, Peygamberimize verilen görevlerin, çe­şitlerini ve onun sünnetinin, vahy ile olan ilgisini görmüş bulunuyoruz. Konumuz ile ilgisi nisbetinde, sünnetin teşri'deki istiklâline de orada bir miktar temas ettik. Bu bolümde ise, sünnetin, «hukuk menşei olarak değeri» meselesini göreceğiz. Evvelce zikredilenlerin dışında burada, teşri'de sünnetin rolü, vazifesi; hadise uymanın ümmetin tamamına farz oluşu ile, sünnet üzerindeki bazı ihtilâfları inceleyeceğiz.

Hadisin kânun yapımındaki (teşri'deki) değeri, bir bakıma: «ha­disle âmil olma; cemiyetin, hayatın her- safhasında sünetin hük­müne r â m olması» demektir. Hadise, teşri'de ve kendisi ile amel­de mâni olarak görülen durumlardan biri; hatta en çok başvurulanı: «hadisin mensûh olma ihtimâli» dir. Örnekleriyle göreceğimiz gi­bi, hadisi bugün bile ümmetin istifâdesine arzedenler eğer muhaddislerin yolunu tutmamışlarsa sık sık ve olduğundan da fazla üze­rinde durarak, nesh ihtimâlini Öne sürerler, bu konuda mükellefleri uyarırlar.

Şerî'at kelimesi ile ilgili ve aynı kökten doğmuş olan TEŞRİ'; «ka­nun koyma» şeklinde açıklanabilecektir. Şerî'ata: «İslâmın müdevven kânunu; Allahin, insanların fiillerine müteallik ahkâmı; muhteva bakı­mından hukuk»[31] tarifleri yapılınca, teşri'in : «kanun koyma» cümlesi ile terceme ve tarifi normaldir.

îslâmda kânun koyma; teşri', Allah ve Rasûl'üne ait bir salâhiyet olunca, teşri'in iki kaynağı; Kitap ve Sünnet olmaktadır. Ki­tap, yani Kur'ân, üslûb ve metod itibarıyla teferruata dalmaz; kısa, hat­ta bazan mücmel beyanlarla iktifa eder. [32]Tefsîlat, ikinci derecede sâri1 durumundaki Hz. Peygamber'e verilmiş bir vazifedir. Peygamberimiz; hem beyân edecek, hem o hükmü ve kaideyi, emri yaşayacak, hem et­rafına gösterecek ve hem de inanan zümrenin ve topluluğun; fiilleri ve maddî-mânevî şahsiyetlerini temizliğe tasfiyeye kavuşturacak, cemi­yeti ideâl mükemmeliyyete eriştirecektir. [33]

Kânunların mükemmel oluşu, sadeliği, anlaşılır oluşu ve tatbik ka­biliyetinin üstünlüğü gibi özelliklerine bağlı olduğu kadar, menşeinin sağlamlığına da bağlıdır. Bu itibarla; sünnetin, temel teşkil ettiği hü­kümlerin, bütün zamanları kucaklayacak ölçüde bir tatbik kabiliyetine sahip olduğu ortadadır.

Hadisin ve sünnetin, teşri'deki değeri konusunda, Hz. Peygamber in sözlerinden Önce, Kur'ân-ı Kerim'in emirlerini görmek gerekmekte­dir. Sünnetin hukukî değerinin işlendiği eserler ve yazılarda[34] önce «Rasub'e itaat, onun yolunu t a k î b, otoritesine boyun eğme» meselesine temas edilir. Teşri'de de esas, ortaya konulmuş olan Ka~ nûn'a göre yaşayışın tanzimi, ihtilafların ona uygun tarzda çözümü, do­layısıyla kanuna ve kânun koyucu güce itaattir. İslâmî teşri'de beşe­rî teşri'den farklı olarak; ferdin ve ferd vasıtasıyla topluluğun, hem dünya hem de âhiret hayatlarının   tanzimi hedef alınır.

İslâm hukuk sisteminde, hadislerin teşrî' kaynak oluşu görüşü, âyet ve hadislerden çıkarılmaktadır. Bu iki kaynakta, Allah ve onun emirlerine itaat ile, Rasûl'e ve sünnetine bağlanma zikredilmektedir. Bu iki itaat kaynağından «İslâmın müdevven kânunları» sudur etmek­tedir.

Ferdin şahsi ile ilgili durumlar, aile ile ilgili hukuk, cemiyetin diğer meselelerine cevap veren hukuk ve cemiyetler arası her türlü hukukun kaynakları arzettiğimiz iki temele dayanmaktadır. Kullukla ilgili hü­kümler, beşerî muamelelerin her çeşidinden doğan problemler, cezalar, mâlî meseleler, âyet ile hadisin gösterdiği doğrultuda çözüme kavuş­ması dinimizde esas olduğu için, önce Allah'ın elçisine itaat;, onun teşri'de de kaynak olan söz, fiil ve tasviblerine uyma lehindeki âyet ve hadislerin zikri gerekmektedir, «Kur'ân-ı Kerim'deki, Allah'a ve Rasûl'üne itaat ile ilgili âyeti kerîmeler başlıca iki grupta toplanabilir:

aa. «Peygamberimize itaati Allah'a itaat, İsyanı da ona isyan ola­rak tavsif edip Resûlüllah'a uyulmasını isteyenler,

bb. «Rasûlüllah'a muhalefetin doğuracağı kötü akıbetleri anlata­rak, gözler Önüne sererek, itaatsizliği önleyip kayıtsız şartsız boyun eğmeyi temine matuf olanlar».[35]

Allah ve Rasûlü'ne itaat ; «kulak verme, iz'anla emirlerine inkı-y â d etmek, günahlardan korunarak i h 1 a s 1 a boyun eğmek»[36] tar­zında açıklanmaktadır. Yani buradaki itaat, Allah ve elçisini gönülden sevip, diğer yandan kendi hayatını kendi istediği tarzda yaşamak değil­dir.

Şurası izaha ve delile ihtiyaç göstermeyen bir gerçektir: Allaha ve elçisine itaat, onların koydukları t e ş r i' e de itaat demektir. Bu da, ferdin yaşayışını; maddî manevî her türlü söz ve işini, adı geçen kay­nakların çizdiği ölçülerde tanzim etmesidir.

Durumu böyle anlamağa bizi Kur'ân-ı Kerim sevkeder. Çünkü bir âyette : «Peygamber size ne getirdi ise onu alın; size neyi yasak etti ise ondan da    uzak    durun»[37] emri vardır. Asr-ı saadete yakın zamanlarda yasayanlar; Allah'ın kitabında bulunmayan teşrîî hüküm­lerin, Rasûlü'nün-sünnetinden alma mecburiyetini bu âyete dayanarak açıklar.[38] Kur'ân, n a s s olarak durumu böyle tesbit ettikten sonra, ileride arzedeceğimiz, hadis üzerindeki münâkaşaların sebeblerini baş­ka yönlerde aramamız gerekmektedir. Cemiyet ve ferdî hayatımızın problemlerim hallederken, muhayyerlik hakkımızın bulunmadı­ğını yine Allah belirtmektedir. Nasıl, beşer yapısı kânunlarda, anaya­sa ve kanunun tesbit ettiği durumların dışında, fertlerin kendi arzu ve düşünce tarzlarına uygun geleni seçme muhayyerlikleri yoksa, islâmî açıdan da durum aynıdır. Eğer bunun aksine bir kapı açılsa, o zaman toplumdaki fertlerin sayısına yakın görüş, arzu ve tatbikat meydana gelecektir. Konu ile ilgili ilâhî hüküm şu âyette açıklanmaktadır :

«Allah ve Peygamber'i, bir işe hüküm verdiği zaman, mü'min olan erkekle mü'min olan kadına; kendi işlerinde, bu hükme aykırı hareket etme muhayyerlikleri yoktu [39]Aynı sûrenin, daha önceki geçen bir âyetinde ise şöyle buyurulmaktadır : «Andolsun ki, Rasûlüllah'ta sizin için; Allah ve âhiret gününü umar olanlar ve Allahı çok zikredenler için   güzel   bir (imtisal)   numunesi   vardır. [40]

Allah Elçisi her yönden nümûne olarak alınan bir ferd ve bir top­lulukta, en doğru olan bu yol dışında, ayrıca muhayyerliğin söz konu­su olmadığı gibi, vukua gelecek ihtilâflar, yine Allanın Elçisinin çözüm usulleri ile hükme bağlanacaktır. Nizâ'a müncer olan her mesele ve bütün anlaşmazlıkların çözümü, Kitap ile sünnete dayanmaktadır, eğer bir şey hakkında çekişirseniz, onu Allaha ve Peygamber'ine (onların koyduğu hükümlere) havale edin, döndürün. [41] Ayette de açıklan­dığı gibi bu, inananlar için hem hayırlı ve hem de sonu itibarıyla güzel olan bir fiildir.

Kânunu ve onun hükmünü, anlaşmazlıklarda hakem tanıdıktan son­ra, bundan caymak, teslimiyet göstermemek bugün de cezayı gerekmek­tedir. Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm, yukarıdanberi esaslarını belirttiği­miz; Hz. Rasûl'e itaat meselesinin son sınır çizgisini de şöylece belirtir :  «... onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden, nefisleri hiçbir darlık duymadan,  tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe îman etmiş olmazlar.[42]

Konumuzla ilgileri yüzünden seçip arzettiklerimiz dışında, mese­leyle uzaktan veya yakından alâkası olan daha pek çok âyet mevcut­tur. Bunlar içinde, Hz. Rasül'ün tuttuğu yolun, Allanın yolu ol­duğunu açıklayarak[43] sünnete uymayı tavsiye edenler bulunduğu gibi, Peygamber'e karşı mü'minlerin davranış şekillerini, islâmî muaşe­ret   edeblerini belirtenleri[44] de mevcuttur.

«Netice olarak diyebiliriz ki: İslâmî bizlere tanıtan Hz. Pey­gamber'e itaat, Allaha itaatin aynıdır. Ona isyan, verdiği hükümlere sırt çevirme de, tıpkı Cenab-ı Hak'tan ve onun rahmetinden yüz çevir­medir. Çeşitli sebebler üzerine inen bu âyetlerin ihtiva ettiği itaat tav­siyeleri ve emirleri, umûmî hükümler olarak kıyamete kadar devamlı­dır. Sadece o zamana has değildir. Allah'tan getirdiği Kitab'a ve di­ne inandığımız zâtın, Peygamberimizin, s ah İh olan her sözü aslı Kur'ân'da ister bulunsun isterse bulunmasın itirazsız baş eğilecek ve gereği ile amel edilecek bir şer'î delildir. [45]

Sünnetin teşrî'de temel oluşu; âyetler dışında, hadislerle de açık­lanmıştır . Daha önceki bahislerde: Allahın Peygamber'i diliyle helâl kıldığım helâl, haram kıldığının da haram olduğu, [46]teşrîde Allahın murâkebesi altında hüküm 'koyma yetkisi taşıdığını, Hz. Rasûl'e bağlamanın zaruretini beyan ettiğimiz için tekrarına lüzum görmedik.

Bu konuda en veciz ve ihatalı sözü yine Efendimiz, uzun bir konuş­masının sonundaki; «... Kur'ân gibi bir benzerinin kendisine verildiği onlara sımsıkı sarıldığımız takdirde dalâlete düşmeyeceğimiz...» şek­linde açıklayabileceğimiz cümleleri ile Söylemiştir. [47]

Rasûl-i Ekrem'e itaat konusunda zikredilen âyetlerde ve Peygam-ber'imizin sözlerinde, sünnetin değeri ve toplum ile ferdin yaşayışını tanzim eden mevzuatta kaynak olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Bu anlayış, ilk asır müslümanlarında; ilimle ilgileri olsun veya olmasın mevcut idi. Hadislerin dîn olduğunu belirten bu zevat, onu alırken dik­katli davranmamızı da sık sık öğütlerlerdi.

Rasûl-i Ekrem'in getirdiği hidâyet prensipleri, ilâhî vahy ve kendi tatbikatı, mü'minler tarafından alınıp, nehyettiklerinden kaçırılırken aynı zamanda anlaşmazlıkların, her türlü niza'm hallinde Kitap ve sün­nete başvurma yolu İzlenecek derken; hadisin, islâmî teşriin ve hukukun kaynağı oluşunu takrir ve tesbit yanında, sünnetin teşri'deki kaynaklık derecesine de işaret edilmiş olunmaktadır.

Haram ve helâlin tesbitinde Kur'ân ile sünnet arasında bir fark gözetilmediği bir gerçektir. Durum böyle olmakla beraber, hadislerin dindeki yeri konusunda, bazı düşünce farklarına rastlıyoruz. Bu farklı düşüncelerin zuhur edeceğini bize Rasûl-i Ekrem önceden haber ver­mektedir.  Tarihin muhtelif devirlerinde:   «Sadece Kur'an'la yetinme» adı ile isimlendirebileceğimiz bir cereyan, zaman zaman görülür. Bu cereyana kapılanlar, Kur'ân'm  kat'iyyeti  yanında sünnetin  zan ifâde ettiğini ileri sürer. Halbuki sıhhati tesbit edilen hadisin mükellefe ilim verdiğini,  yakîn sağladığını, amelin  farz  olduğunu belirten görüş kahir ekseriyetin kanâatidir. Sünnetin, Rasûl-i Ekrem'den sudu» runun zannîliğini belirten bu fikrin sahipleri, islâmın ve islâm toplu­munun çeşitli meselelerini sadece Kur'an'la çözmeye kalkarlar.

Peygamberimiz «Sakın hâ, sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış; be­nim emir ve nehiylerirtıe ait bir şey kendisine ulaştığı vakit: biz (onu) bunu  bilmeyiz;   Allâhın  kitabında  ne  bulursak  ona  uyarız...  derken bulmayayım[48] buyurmaktadır.  Hatîb  el-Bağdâdî'nin  eserinde bize naklettiği, aynı konu ile ilgili diğer iki hadiste ise Efendimiz daha ağır   konuşmaktadır. Bu haberlere göre: «Allahın fey olarak bahşet­tiği nimetleri yiyip, sorumsuzca yatağına yaslanarak, bizim hadislere ihtiyacımız yoktur» şeklinde konuşacaklarla, «Allahın haramları ancak Kur'ân'dahilerden   ibarettir»   diyenlerin   bulunacağını   öğrenmekteyiz. Hadislerdeki, sünnete karşı çıkan; güya daha sağlam dala yapıştığını zannederek Kitabulîah'la iktifadan dem vuranların:  «koltuğa uzanmış, yatağına yaslanmış...» gibi cümlelerle   tavsifi   dikkati çekecek ifâ­delerdir. Bu ifâdelerde tasvir edilen (tok kişi) aslında Kur'ân ile de pek ilgisi olmayan bir tiptir. Maalesef günümüz insanları arasında; foilhassa entellektüel geçinenlerin içinde koltuğuna yaslanmasa bile baş­ka üslûblarda bu fikirleri dinlemek mümkün olmaktadır. Sözlerini yeminle tevsik eden Rasûl-i Ekrem : «... Allaha yemin olsun ki, ben, bazı şeyleri haram ettim, nehyettim; ve birtakım şeylerden de bahsettim ki, onlar aynen Kur'ân gibidir; hatta ondan da çoktur» bu­yurur.[49]

Sünneti teşri'de kaynak saymayı hazmedemeyenlerin» arz ha­disi» diye adlandırılan bir haberle, Peygamber'imizden gelen hadis­lerin, Allahın kitabında benzerini aradıkları da bilinmektedir. Dinin pek çok hükmünü yalnız başına tesbit eden sünnetin, böyle bir kayda hangi mânâda olursa olsun tâbi tutulamayacağını ifade eden ilim adamları, adı geçen hadisin s±hatinden şüphe etmişlerdir. Hadisi kabul edenle­rin nokta-i nazarları da ayrıdır. Onlara göre, sünnetin müstakilleri getirdiği bir hükmün bile, Kur'ân-ı Kerim'de mutlaka aslı var­dır. [50] Her ikisinin de vazifeleri müşterektir.

Diğer taraftan, sünnetin geniş hizmetini biten pek çok âlim, «K i-tab'ın sünnete, sünnetin Kitâb'a olan ihtiyâcından daha fazla muhtaç olduğunu» söylemiş, hatta bazıları: «sünneti, Kitab üzerin­de hükümrân (k â d î) kabul etmişlerdir. [51]Bu sözlerin yanısıra ifâde edilen ve edeb yönünden bu ifâdeleri hoş görmeyen; meselâ Ahmed b. Hanbel gibi muhaddislerin sözlerine bakarak[52] adı geçen ifâdelerin ha­talı olduğuna hükmetmemek gerekir. Çünkü her iki grubun da hedefi ve hareket noktası aynı, fakat ifâdeleri ayrıdır. İkinci sözü doğru bul­mayanlar: «... fakat sünnet Kur'ân'ı tefsir eder» diyerek yine aynı ih­tiyâcı ve hükümranlığı, bir başka deyişle kabul ve belirtmiş olmakta­dırlar.

Sünnetin, getirdiği hükümlerde müstakil olup olmadığı konusunda­ki münâkaşalarda, taraflardan bir kısmı, Kur'ân'da geçen bazı âyet­lere   dayanırlar. Bu âyetlerden üçünün meali şöyledir:

«... Her şeyi açıklayan Kur'ân-t Kerîm[53]Bugün sizin dininizi, sizin için tamamladım[54] «Biz o kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadik»[55] Dikkatle düşünüldüğünde açıkça görüleceği gibi, bu âyetler ile sünnetin teşrî'de ikinci kaynak olması fikri reddedilemez. Çün­kü her şeyi beyân eden Kur'ân, kendi kendine yeryüzünde durduğu müd­detçe, kıyamete kadar anlaşılamazdı. Onu açıklayan, beyân eden, her şeyi açık duruma getiren Hz. Rasûl'dür. Onun açıklaması ve yaşaması neticesi Kur'ân, beşer arasında temessül edecektir. Kur'ân'ın fer d olarak örneği Peygamber'imizdir. Bütün bunlar sünnet ile ger­çekleşmiştir.

Allahm dinimizi ikmâli; Kur'ân'la, Kur'ân'ın örnek ve imtisal nü-mûnesi şeklinde tavsif ettiği Rasûl-i Ekrem'le hâsıl olmuştur. Kitap'ta her şeyin ifâde olunduğuna gelince, zaten sünnete istiklâl tanımayan­lar bile, hadislerin tesbit ettiği her hükmün isterse işaret yoluyla olsun Kitap'taki bir   asla   dayandığını kabul ederler.

Sünnetin teşri'de kaynak oluşu konusunda, Peygamberimize itaati emreden âyetlerle ve Hz. Peygamber'in kendi sözleriyle tesbit edilen durum, ayrıca bu kaynak oluş'un vasıfları ve derecesi üzerindeki gö­rüşlerle tamamlanmaktadır. Hadîsin teşri'deki mertebesi tesbit edilir­ken, onun Kur'ân ile olan münâsebetleri konuşulmakta; Kur'ân-ı Ke­rîm yanında sünnetin derecesi mütâlâa edilmektedir. Ekseriyetin tut­tuğu bu yolu, bazı yönlerini açıklayarak takib edeceğiz.

Sünnetin, Kur'ân yanında ikinci derecede kaynak oluşu ifâde olu­nurken, sünnet kelimesi (şümullü mânâsı ile    kastedilmemekt edir.   Böyle bir mânâ kastedilmiş olsa (sünneti, Hz, Peygamber'in tâkibettiği yol,    açtığı    çığır   gibi mânâlar ile tarifine girişilmiş olsa) bu takdirde, «sünnet» sözü içine, Kur'ân dahil bütün islâmî talimat girecektir. Böylesine ihatalı ve etraflı bir sünnet anlayışında, «Kur'ân ve sünnet ayırımı, delil olarak güçleri», «Kur'ân yanında sün­netin mertebesi», «Sünnetin teşri'deki istiklâli» gibi konular konuşula­maz. Ortada, risâlet ile görevli bir zât vardır; onun kişiliği ve tebliği her hususta kaynaktır;  itaati gerektirir.  Aldığı vahy içinde,  Allahm «Kur'ân olarak belirttiği»ni de aynı Rasûl bildirir, İbâdetteki tilâveti ve benzeri özeliklerini açıkladığı Kur'ân'ı, bir başka noktadan;  itaat yönünden sünnetten ayırmaz. Bu takdirde, itaat meselesi ortadan kal­kar. Peygamberimizin    tatbikatı    ve bizzat kendisi, mükellefi il­gilendiren  ana   unsurdur.   Böyle bir sünnet kastedilmeyip, Peygamberimizin daha dar manadaki söz, iş ve takrirleri bahis mevzuudur. Bunların da bize sergilendiği yerler, eldeki hadis musannefâtıdır. Bu hadislerin, Kur'ân gibi çok sağlam yollarla ve tertemiz olarak nesille­re intikâl edemeyişi, ilim sahiplerini mecburen «sünnet ikinci derece­de delildir»[56] şeklinde konuşturmaktadır. Bu umumî kanâat yanında; «sünnet de birinci derecede delildir» diyenler, sünnetin sıhhatinin tes­bit e'düdiği ve Kur'ân'da zikredilmeyen meselelere has olduğu hallere hasretseler gerektir. [57]

Sünnetin ve hadîsin görevleri konusu, yukarıdaki işlenen mesele­den ayrılmayan, onunla ilgisi olan bir konudur. Çünkü, sünnetin teşri' deki mertebesini açıklarken, mutlaka onun yaptığı hizmetlere temas gerekmektedir. Hizmetler açıklanınca da, sünnetin mertebesi kendili­ğinden belirir. Bir önceki bölümde incelenen meseleden, burada tekrar rar edilen ve buradan o kısma yapılan atıflar olacaktır. Nitekim mua­sır bir usûl yazarı, sünnetin Kur'ân'a göre mertebesini açıklarken, onun görevlerinden bahseder. [58]

Sünnetin vazifelen, başlıca üç grupta toplanmaktadır :

a) Sünnet; hakkında Kur'ân'da nass olan bir meselede, Kur'ân'ın hükmü gibi hüküm beyan eder. Sünnetin bu haline: «Kur'ân-ı Kerim'in t e ' y î d i ve desteklenmesi adı verilmektedir. Sünnet böy­lesi durumlarda, Kur'ân'ın mütemmimi olmaktadır. Çünkü bu durumda mükellef, Kur'ân'ın emrini, kendisine daha yakın, kendi cin­sinden bir zâtın, Hz. Peygamber'in ağzından dinlemiş olmaktadır. Bu durum, mü'minler için ikinci bir rahmet ve istinâdgâhtır. Sünnet bu yerde fuzûlî konuşmuş olmamaktadır. Bu konuda açıklayıcı misalleri almaktan sarfı nazar ediyoruz. [59]

b. Kur'ân'ın tef sır i olarak hizmet görür. Sünnetin vazifeleri ve hizmetleri içinde en ehemmiyetlilerinden birisi budur. İlgili bölüm­de arzettiğimiz gibi, kitabımız Kur'ân'da; mücmel, müteşâbih, mutlak ve umûmî ifâdeler vardır. Tariflerini ve farklarını bir yana bırakırsak diyebiliriz ki, «Böyle olan âyetler ve onların taşıdığı hükümler, hep açıklama ister». Bu açıklamalar; umûmî bir emrin tahsis edilme­si, mutlak ifâdelerin yüce Allahm gösterdiği tarzda k a y d altı­na alınması, mücmel olanların tafsili... şeklinde ve bizzat yaşaya­rak göstermek suretiyle Hz. Peygamber'de ifâdesini bulmaktadır. Bun­ların tamâmına: «Sünnetin Kur'ân'i ve ilâhı vahiylerin heyet-i mecmu-sim beyânı» demekteyiz. Sünnetin, böyle açıklayıcı ve beyân edici vas­fını, muhtelif defalar zikretmiş bulunuyoruz.[60]

c. Kur'ân-ı Kerim'in hüküm getirmediği konularda sünnetin hü­küm koyma görevi. Şafiî'nin verdiği bilgiye göre bu konuda dört gö­rüş belirmiştir :

1) Birinci görüşün taraftarlarına göre, Allahm Peygamberine, kendisinin hüküm koymadığı konularda hüküm koyma yetkisi verilmiştir. Çünkü Rasûl'üne itaati farz kılan Allahtır, Yine Allah, il­miyle, elçisinin, ancak kendisinin hoşnud olacağı tarzda uygun hü­kümler vaz'edeceğini bilir. [61] Binâenaleyh Hz. Peygamber'in, hüküm koyması normaldir,

2)  Bu görüşü paylaşan ilim sahiplerinin inancına göre; Hz. Pey­gamber'in   koyduğu   teşri'î   hükmün   mutlaka   Kur'ân-i   Kerim'de   bir aslı ve temeli vardır. Bu temel mevcut olunca, Peygamber yeni bir hüküm getirmiş olmamaktadır. Onun yaptığı iş, sâdece o asla uygun yeni bir   açıklama'dan ibarettir. [62] Doktor Subhî es-Sâllh, Şafiî'nin bu ikinci görüşü tercih ettiği kanâatini belirtir. [63]

3) Peygamber'in, yeniden hüküm koymasını temin eden güç, «Allâhın elçi göndermesb'dir.  Burada yeni hükmü koyan yine Allahtır. Ama,   elçisi  marifetiyle  bunu  gerçekleştirmiştir.   Durum  böyle  olun­ca, Peygamber'in sünneti «Allahm farz kilmasıyla» tesbit edilmiş de­mektir, netice yine Hakk'a râcidir.

4) Bütün sünnetler; Allanın, elçisi Hz. Rasûl'ün kalbine koydu­ğu ilhamdır. Sünnet ise; Allahm, Peygamberi Hz. Muhammed'in kalbine bıraktığı    v a h y i d i r. [64]

Bizim kanâatımıza göre, Şâfi'î son görüşe taraftardır. Ger­çi kendisinin bir tercihi yoktur, fakat; sünnet İle ilgili pek çok sö­zünden buna hükmedilebilir. Ayrıca Şafii: «Allahtan oluşları ve ken­dileri ile kulluk (teabbüd) edilme zarureti» yönlerinden Kitap ile sün­neti eşit gören âlimlerdendi.[65] Subhi Salih aslında, sünnetin vahy ile ilgisi meselesinde menfî kanâat izhâr eder. Burada da Şafiî'nin, kendi kanâatına uygun olanı tercih ettiğini zanneder.

Sünnetin görevleri, tafsilâta tâbi tutulursa daha da artar. Yalnız, tafsilat içindeki zikredilecek her yeni vazifeyi, bu üç ana madde için­de görmek mümkündür.

Son olarak sünnetin, bizi tezimizde daha çok ilgilendiren va­zifesinden bahsedelim: Bu vazife, «ti e sh ile ilgili bilgiler ve tat­bikatı açıklama» vazifesidir. Dinimizde, çoğu ibâdet ve muamelât ile ilgili diyebileceğimiz bazı hükümlerde, farklı iki tatbikatın görül­düğü malûmdur. îlim dilinde buna nesh tabir edilmektedir. Bunlardan ilki:, yâni mensûh olanı ile, en son tebliğ edilen hükmün (nâsihin) ne­ler olduğunu yine sünnet açıklayacaktır. Kur'ân-ı Kerim'deki âyetle­rin neshi, sünnet içinde vukua gelen nesh vak'aları hep Peygamberi­mizin bildirmesi ile bilineceği gibi, diğer dinlerde ve şerîatlardaki hükümlerden, islâmm topyekün kaldırdıkları ile, ismen belirttiklerini de yine Peygamberimizden gelen haberlerle anlayacağız. [66]

 

2 - Muhaliflerine Göre Sünnet

 

Tezimize hazırlık mahiyetinde olan «hadîsin teşrî'î değeri» bölü­münde, Rasûl-i Ekrem'e itaat, Allaha itaat olarak belirtilmiş ve di­nî nasslarla tesbit edilen, sünnetin dinde ve teşrî'î konularda, Kur'ân' dan sonra ilk kaynak olma durumu açıklığa kavuşturulmuştur.

Yine aynı bölümde, hadîsin bu kaynak olma durumunun, hangi gö­revleri yerine getirmesiyle tezahür edeceği de belirtilmişti. Bütün bu tesbitlerde, ekseriyetin görüşüne yer verdiğimizi belirtmek isteriz.

Ekseriyetin inancı şeklinde tezahür eden bu hak ve doğru görüş yanında, ihtilâfların ve farklı kanâatların verilmesi de faydalıdır. Bu ihtilâflar içinde, «hadise genel itirazlar» kısmında, neshi ilgilendiren bir durum yoktur. Çünkü, sünnetin ve hadislerin değerini ve mevcu­diyetini tanımayan bir inançta, zaten nesh 'de söz konusu olamaz. Böy­le bir durumu kabullenen fikir sahipleri, neshi de bu arada ayrıca söz konusu etmemektedir., Eğer itiraz, hadisin menşeine yönelmemiş İse, hadise verilecek herhangi bir değer içinde nesh keyfiyeti de konuşul­muş demektir.

Hadisler arasındaki «haber-i vahi d» nevine yapılan itiraz­larda, bu çeşit hadislerin, Kur'ân âyetleri ve mütevâtir haberlerle tearuzu halinde neshten söz edilecektir. Bu itibarla; hem fırka­ların, hem de fıkhı mezheplerin, hadisi kullanmış olan imamları ara­sında bol bol neshile ilgili ihtilâf zuhur etmiştir. Yalnız bu bölümde, meseleye serî bir atf-ı nazar edileceği için, ihtilâflar ilgili bölümlere bırakılacaktır.

Şurasını belirtmekte fayda vardır; üzerinde söz edeceğimiz ihti­lâflar ve belirteceğimiz farklı kanâatler, tamamen «teşrî'î yön­den    hadis»    sınırı ile sınırlıdır.

îslâmı ilimlerle ilgili herhangi bir problemin tarihi seyrini takib-ederek;   menşeini,   sebeplerini,   başlangıç   tarihini  ve   yerini   aramak için,  işe  Peygamberimizin  sağlığından  başlamak   en  normal  yoldur. Bu noktadan hareket edip araştırmamızı sahabeden başlattığımız za­man,  delillere ve vesikalara dayanarak diyebiliriz ki, Hz. Rasül za­manında, onun şahsiyetine ve sözlerinin teşrî'î değerine itiraz   v â k î olmamıştır.    Rasûl-i Ekrem'in, ganimet taksimi ile ilgili bir iki tatbikatına, yanlış anlama neticesi vuku bulan serzenişlerin, Peygam­berimiz tarafından    makul    karşılandığı, akılları erince de sahabe­nin hoşnudlukla ayrıldıkları ve    itaat    ettikleri bilinmektedir.

Sahabenin ilim ve kemâlinden faydalanarak yetişen Tâbi'ûn za­manında da ciddi mânâda hadise itiraz hareketi görülmez. Bu iki ne­silde, Kitap ve sünnet; dinin ve teşri'în iki kaynağı, inananların itaat menbaıdır.

Şafiî'nin yaşadığı asrın (II. asır) başlarından itibaren, sistemli bir hadis düşmanlığının başladığı, bir kaç görünüş arzederek geliştiği söy­lenebilir.[67] Bu büyük imâmın eserlerindeki nakillerinden, onun gününe kadar meselenin, oldukça tekemmül ettiğini anlamak mümkün olmak­tadır. Yine eş-Şâfiî' nin tesbitine göre, sünnete yapılan itirazlar üç grupta top'lanabilen veya üç ayrı görünüş arzeden bir harekettir. Bu üç fikir şunlardır:

1.Kur'ân her şeyi açıklamıştır. Onun özelliği budur.  Hadis ise, insanlar tarafından nakil ve rivayet edilmektedir. Durum böyle olun­ca;   sünneti,  din ve teşrî'de,  Kur'ân-ı  Kerîm'e müvâzî   olarak nasıl delil  sayabiliriz?.[68]

2. Kur'ân âyeti, bir meseleyi açıklamış ise, o konudaki vârid olan lıadisler kabul edilir. [69]

3. Haber-i vâhidler kabul edilemezler.

Hadîse yapılan bu itirazları ve sahiplerini kısaca görmeden, iti­razın sebebi üzerinde konuşabiliriz.

Bu üç itiraza da dikkatle bakıldığı zaman görülür ki, itiraz sahip­leri, hakiki niyetlerini bir an için bilmez olalım hadisin kendileri­ne geliş yolu ile geliş vâsıtaları n ı, taarruzlarına hedef seç­mişlerdir. Bir bakıma taktik gereği olan bu durumu normal karşıla­mak gerekir. Çünkü, bunun dışındaki bir metodla yapılacak itiraz, doğrudan doğruya Peygamberimizin risâletini red mânâsı taşıyacak­tır. Böyle bir itirazın açık ifâdesi ise, sahibini çabucak ele verecek, sözüne ve inancına itibâr imkânını ortadan kaldıracaktır. Bu yol Sün­neti ve hadisi kabul etmeyenlerin açıkça izlenilmeyen gerçek kanâat­leri ve inançları olsa gerektir. Bizi böyle düşünmeye sevkeden haller mevcuttur.

Hadisin; geliş yolunu çürük gösteren veya itirazcıya cesaret ve­ren yönü ise, onun Kur'ân gibi mahfuz olamayışıdır. Bu itibarla denilebilir ki, hadislerin yazılış ve toplanmalarının gecikmesi, politik emellerin kurbanı fırka mensuplarının istinasını kabartmıştır.

Hadislerin, râvilerinde bulunabilecek unutma, yanlış anlama ve yalan ihtimalleri onun   t e ş r i' d e   kaynak olması meselesine itirâzda geçerli bir sebeb değildir. İtiraz sahiplerinden çok daha önce bu iş üzerinde sahabe gerekli titizliği göstererek durmuştur. Devlet ida­resini üzerlerinde bulundurdukları devrede ve şâir zamanlarda, hali­feler, rivayet sahiplerine karşı çeşitli yollar takibederek, ihtiyatkâr davranmışlar ve müslümanlara örnek olmuşlardır.

Sonradan, itirazcılar tarafından çeşitli şekillerde yorumlanan bu ihtiyat ve tesebbüt hâdiseleri pek çoktur. [70]Sünneti, teşrî'de kaynak saymaya yanaşmayanlardan daha Önceki bu râvinin hâlini araştırma    meselesi aynı zamanda islâmî bir emir gereğidir. [71]

Sünnetin getirdiği her meselede, Kur'ân'm da konuşması ve konu île ilgili bir âyetin mutlaka bulunması şartı ile, hadislerin kabul edi­lebileceği fikri de şer'i ve ilmî bir mesnede dayanmaz. Çünkü Kur'ân ve hadislerin belirttiklerine göre Hz. Peygamber, Kur'ân'dan zikre­dilmeyen pek çok meselenin hükmünü beyân ile vazifelendirilmiş bu­lunmaktadır. Aynı görüş sahiplerinin ortaya attıkları (arz hadisi) ise, hüsn-i kabul görmemiş bir teşebbüstür.

Hadis, vaktinde gereken tarzda ve resmî ellerde toplanamaması neticesi, siyâsî vak'alarla kopan fitnelerden zarar görmesine yol aç­mıştır. Bu zararların başında, hadis uydurma hareketi gelmektedir. îslâm âlimlerinin gayretli faaliyetleri sonucu, bu sahtekârlıkların mâ­hiyeti ortaya çıkarılmışsa da sünnet, bizzat ona yalan karış tiranları o sonraki itirazlarından kurtulamamıştır. Meselenin bu yönü iyice araş­tırıldığında görülür ki, ehl-i bid'at fırkaları denilen ve fitnenin âmili sayılan zümreler, «hadislere hem çamur atmış, hem de sonra­dan, bu bulanıktır diyerek geri çekilip ahkâm kesmiştir.» İle­ride de göreceğimiz gibi, aslında kendisinin, sünnetin berrak durumun­dan da faydalanmağa niyeti yoktur. Mesele, iyi niyetli olmamaktan; düşmanlıktan ibarettir.

Nitekim, sünnete - düşmanlık ve itirazda bulunan, haberleri bize kadar ulaşan fırkaların başında, Gulât-ı Ravâfız denilen zümre gelmektedir. Bunlar da, hadiste ilk   uydurma   hareketini başlatan, onu alabildiğine geliştiren î' a 'ya mensupturlar. Kendi' leri, sünnet yanında   Kur'ân'a   da   itiraz   etmektedir.[72]

Sünnet üzerinde koparılan itirazları bize nakleden ilk kaynak Şa­fiî'nin eserleridir. Bu imâm, er-Risâle ve el-Ümm adlı eserlerinde bu nevi mûterizlerin fikirlerini bize vermektedir. Onların görüşlerini red eden deliller yine bu eserlerinde Şafiî tarafından zikredilmektedir[73]

Şafiî'nin, burada zikretmediğimiz, bu nevi müdâfaa ve konuşma­larında karşısındaki itirazcı kişiler, Mu'te zile fırkası mensup­larıdır. [74]

Durum, muasır bir takım ilim adamlarınca böyle değerlendiril­mekle beraber, denilebilir ki, Mu'tezilenin sünnet konusundaki fikirle­rinde çoğu zaman   sarahat   yoktur.

Kendileri, fırkalarına has inanç esaslarını tesbit ederken, sünnet­ten gerektiği kadar yararlanmaktadırlar. Ayrıca kendi aralarında bu konuda tam bir birlik de mevcut 'değildir. Bunun yanında, bize Mu'te­zilenin zamanla bu fikirlerini değiştirip normal düşünmeğe başladık larına dair ümid bahşeden bilgiler, son temsilcilerinden sayılan Ebu'l Huseyn el-Basrî'nin usûl-i fıkha tahsis ettiği eserindeki fikirlerdir. [75]

Mu'tezilenin sünnet ile ilgili ilk kanâatlarmı belirtmesi bakımın­dan aşağıda nakledeceğimiz şu vak'a ve sözler hayli düşündürücüdür:

«Bunun en açık misâlini, kelâma Amr b, Ubeyd'in Abdullah b. Mes'û'd tarafından rivayet edilen, «bir kimse anasının karnında kırk gün kaldıktan sonra kan pıhtısı haline gelir...» hadisi hakkında sarfettiği sözlerdir. Amr der ki; eğer bu hadisi, el-A'meş söylerken işitseydim onu tekzibederdim. Zeyd b. Vehb söylerken işitseydim ona cevap vermezdim. Abdullah b. Mes'ûd söylerken işitseydim kabul et­mezdim.   Peygamber  bunu  söylerken  işitseydim,   reddederdim.   Allah böyle söylerken  işitseydim, ona da derdim ki,  sen bu  esas üzerine bizden mîsak almadın».[76]

Şî'anın durumu, bu' konuda Mû'tezileden geri kalmamaktadır. Za­ten, bunlardan bir kısmı, aynı fırkadan olan aşırıları, bir başka fırka

mensubu, bilhassa şîî ve râfizî olarak damgalayabilmektedir.

Hadiste, ehl-i beyt ve Hz. Ali'nin t a f d i 1 i ile ilgili hadisler uy­durarak sünnete, yalanın karışmasında büyük emekleri geçen Şî'anın, sahabenin udul oluşu meselesinden tutunuz... bir çok konuda ehl-i sünnetten farklı kanâatları vardır. Onlar hadisin tamâmını inkâr yo­luna sapmamışlar, kendi imamlarına dayanmayan senedler ile gelen haberleri reddetmişlerdir.

Az önce, Mû'tezile için söylediğimiz sözler. Şfâ için de geçerli­dir, diğer fırkalar için de. Bunlar, yeri gelince itiraz ettikleri sünneti yine itiraz ettikleri şahısların rivâyetleriyle almakta ve delil olarak kullanmaktadırlar.

Sünnete yöneltilen bu umûmî itiraz yanında, daha dar manâda olan bir itiraz daha vardır :   haber-i vâhid nev'inden olan hadislere

yapılan hücumlar. Muhaddislerden ziyâde usûl-i fıkıh âlimlerince or­taya atılan, hadîsin şuyû' bakımından, mütevâtir, meşhur, âhâd tak­simi, [77] ehli bid'at fırkalarının itirazlarını kolaylaştırmıştır. Kaldı ki âhâd üzerinde de iki tarif vardır ve kimin hangi ıstılahı esas alarak konuşmakta olduğu belli bile değildir. [78]Aslında haberlerin böyle bir bölünmeye tabî tutuluşu, Hz. Rasûl'ü görmeyenlere nisbetledîr. Onu görenler için böyle bir ıstılah ve taksim yoktur. [79]Çığırından çıkarılan bu itirazlar meseleyi, tüm olarak sünnete itiraz şekline sok­muştur.

Asr-ı saadette çeşitli örneklerini Şafiî'den okuduğumuz bu nevi haberlere yapılan itirazların başlangıç tarihi de topyekün sünnete yönelen muhalefetle aynıdır. Menşe ve sebeb olarak; haberin şuyû' bulmamış oluşu, râvilerinin azlığı ve muhatap üzerinde icra edece­ği tesir gösterilmektedir. Bu münâkaşalarda,   ilim,   zann,   sekk gibi mantıkî ölçüler değer birimi olarak kullanılınca, ortaya çeşitli fi­kirler atılmış, bazı âlimler haber-i vâhid zanm doğurur derken, diğer­leri ilim gerektirdiğini savunmuşlardır.[80] İbnu Hazm (456=1064), Ah­med b. Hanbel (241=855) gibi büyük âlimlerin de bulunduğu bir grup, ilim tarafını   iltizâm   ederler. [81]

Haber-i vâhidlerin, islanıın inanç meselelerinde kullanılamayaca­ğım belirten ekseriyet yanında, [82] Ahmed b. Hanbel, İbnu Hazm ve el-Eş'arî  (324=935)  müsbet görüşü savunmaktadır. [83]

Çeşitli itirazlara hedef olan haber-i vâhidlerin, itikadı meseleler -deki değeri konusunda kısaca naklettiğimiz bu iki görüşten sonra di­yebiliriz ki, bu konuda ekseriyetin görüşü menfi istikâmettedir. Fakat bu fikrimizin bazan zedelendiğini göreceğiz. Nazarî olarak haber-i vâ-hidleri delil olarak kabule yanaşmayanlar, bir  çok inanç meselesin­de, adı geçen hadisleri   mütevâtir   sayarak   kullanmaktadır­lar. Onların bu davranışları, o hadisleri   â h â 'd   olmaktan kurtara-mamaktadır. Yapılacak ciddi bir araştırma, muhalif ve muvafık pek çok âlimin, mezhep ve fırka mensubunun, adı geçen haberleri iste­mediği halele iğine geldiği için kullandığını ortaya koyacaktır.

İslâm dininin, itikâd dışında kalan tüm meselelerinde, haber-i vâ­hidlerin kullanılışı konusunda müsbet ve menfî fikirlerin belirtilisi es­nasında tarafların meseleye ayrı açılardan baktığını görürüz. Istılah farkları  yanında  meseleye bazan  akılla,  bazan  da  tatbikattaki,  Hz. Peygamberden itibaren ümmet arasındaki kullanışta ve ameldeki du­ruma göre değerlendirmeler yapılmaktadır. Tatbîkâtı esas alanlar ve akla göre meseleyi çözüme bağlamağa çalışanlar;  her iki grup da, kendi aralarında ayrıca bölünmektedirler.

Şurası muhakkak üri,  adı geçen haberlerin teşrî'î konularda kul­lanıldığı ve kullanılabileceğini savunanlar   ekseriyettedi r.   Bazı şartlı kabuller yanında, bu haberleri şartsız olarak müsbet yönde değerlendirenler çoktur.[84]

Hz. Peygamber'in şahsiyet ye sünnetinin teşri'deki değeri, islâmî literatürde ve bizim burada işleyeceğimiz meselede sık sık geç­mekte olan nas şiarın tearuzu köküne bağlı münâkaşalar için halledici bilgiler ve görüşler getirmesi gereken bir konudur. Ne­sih de bir bakıma aynı münâkaşalar yine kopmaktadır.

Görüyoruz ki sünnet üzerine eğilen iki kanaat ve iki fikir grubu vardır; bir kısmı onu, kendilerine hayat düstûru olarak gören, onun hidâyeti kılavuzluğunda din ve dünyasını tanzime çalışan, diğeri ise kendi sistemine en büyük düşman gördüğü sünnetin eksiğini arama­ğa çalışarak, fikriyyâtını hükümrân kılma gayretinde olan zümre. Şüphesiz ki bu iki gurubun niyyetleri, metodlan ve hedeflen ayrı ay­rıdır. Bunlardan birisi nesih meselesini, Peygamber'den kendisine in­tikâl eden en son tatbikatı bulup, kulluğunu ona göre yapmak için in­celerken, diğeri nesih meselesinin istismarından kendi lehine durum sağlayacaktır. Zâten onun sünnetin mensûh olmayanı ile de İşi yoktur.

Peygamberimizin islâmdaki teşri'î ve icrâî otoritesinin tesbitine bizi mecbur eden durumlardan biri de şudur; ilgili bölümde de be­lirteceğimiz gibi, kitap ile sünnet aynı kaynaktan gelmelerine rağmen, bilerek veya bilmeyerek, dost veya dü§man ilim adamları, sünnet ile Kitâb'ı kuvvet müsabakasına çıkarmıştır. Halbuki bu ikisi ara­sında, velev şeklî bir tearuz olsun, bu metodla giderünıez. Kupkuru bir sünnet Kitap düellosu şeklinde takdim edilen meselede elbette ki sünnet mağlub çıkar. İyice düşünülüp Peygamberimizin dindeki şah­siyeti, meseleye karışınca da durumun böyle olmadığı çabucak anlaşı­lır.     

Şahsiyeti ve otoritesi tesbit edilen Rasûl-i Ekrem'in sünneti ile amel, müslümana düşen en büyük vazifedir. Bu itibarla tarih boyunca, hadisle amelin seyri, anlaşılması, problemleri ve nesih konu­su ile bu amelin sıkı ilgisinin incelenmesi gerekmektedir. [85]

 

B - Hadisle Amel Ve Nesh:

 

Hadis asr-ı saadette ve o devreye yakın daha sonraki zamanlarda ilim adı ile de anılmaktaydı.[86] îlim sözüyle, sünnet; Hz. Peygamber'den menkûl bütün talimat[87] ile tüm islâmî tatbikatın kas­tedildiği bu zaman'da adı geçen bilgileri ferd, fi'len yapmak, bu bil­gilerin çizdiği çerçeve içinde yaşamak için öğrenirdi. Onlara göre ilimden gaye ameldi. [88]Kendileri amelsiz ilmi benimsemedikleri gibi, ilimsiz amele de taraftar değillerdi. [89] Sahabe bunu böylece biliyor ve tatbik ediyordu. Hz. Peygamber'in, terbiye ve ta'limi ile olgunlaşan a s h â b; ilmin faziletine, lüzumuna, öğrenilmesinin farz oluşuna hep amel için, yaşamak için inanırdı. Peygamberimizden duy­dukları ilâhî ve nebevi talimatın, kendilerinde ve topluluklarında amel şeklinde tecelli etmediği takdirde üzerlerinde yük olduğuna kanı idi­ler.

Bu konuda biz, hadisle amel sözüyle; «sünnetin; fert ve cemiyetin her türlü problemini çözmede yardımcı olması, islâm ca­miasının şahsiyetini şekillendirmedeki rolü İle, Hz. Peygamber'in yo­lunun her davranışta takib edilmesini^ kastetmekteyiz.

Sünnetin târihî seyrini tâkib ettiğimiz zaman, bu durumun her coğrafyada ve her devirde aynı olmadığım görürüz. Diyebiliriz ki, ha­disle amel bazan çok üstün bir kıvamda olmuş, bazan da arzu edi­len seviyeden aşağı düşürülmüştür. Bu durumun sosyolojik, ilmî, ik­tisadî v.b. âmilleri vardır. Mesele bir yönüyle de îmân ile ilgilidir.

Bu sebepleri ve âmilleri incelerken göreceğimiz gibi, hadislerde-ki nâsih-mensûh münâsebetlerini bilme veya bir mesele hakkında nesh ihtimâlini düşünme de en güçlü âmiller arasındadır. Bir mefhûm veya unsur, normal değeri içinde mütâlâa edildiği takdirde faydalıdır, yol göstericidir. Normal değeri küçümsendiğinde nasıl yanılmalar orta­ya çıkarsa, aslından fazla büyütüldüğünde de sapıtmalar, gayeden in­hiraflar olur. Büyük bir menfaatin celbinde, küçük zararlar veya za­rar zannettiğimiz şeyler  nasıl göze alınırsa,  zayiata bakılmadan teşebbüse geçirilirse, hadis ve sünnetle amel konusunda da «nesih ihti­mâli mevcuttur» diyerek tevakkuf olamayacağı gibi, hadisle amel de aynı şekilde terkedilemez. Üzülerek söyleyebiliriz ki, adı geçen sebeb ileri sürülerek bu hata zaman zaman işlenmiş, hâlen de işlenmektedir.

Hz. Peygamber'in nübüvvet otoritesi, asırlar boyu sünnetiyle, ge­tirdiği talimatın hükümranlığiyla devam edecektir. Bunu temin için çalışacak görevliler arasında islâmî ilimler mütehassısının vazife ve sorumluluğu küçümsenmez.

Bu itibarla, her ân, her şeyi yeniden tedkikle, araştırmakla gö­revli âlimler, kendilerinden öncekilerin üzerine mes'ûliyeti atıp ça­lışmadan geri duramazlar. Çünkü eskiler, böyle körü körüne bir tak-lid'in mes'ûliyetini üzerlerine alamayacaklarını defalarca açıklamış­lardır.

Her gün yenilenen islâm toplumunda; «Hz. Peygamberin otorite­si» ile «islâmın her zemine ve zamana uyarlığı» hakikatlerinin değeri korunmaktadır. Bu uyarlık ve otorite, zamana kendi şeklini değişti­rerek uymakla değil de; zamanı en güzel tarzda teşkilâtlandırarak, bilgi ile techîz ederek; zaman ve mekâna hadisin damgasını vurmak­la, toplumu sünnet potasında eritip en mes'ûd biçimde yaşatmakla gerçekleşir.

Nesh meselesinin, kendi içindeki yüzyıllardır çözülmeyen problem­leri ile, yine eskiden olduğu tarzda «hadisle amel etmeme âmili» ola­rak görülmesi, günümüz islâm cemiyetinin derdlerini halletmeğe kâfi gelmeyecektir. İslâmî ilimlerle uğraşan kişi, artık vahye muntazır olamayacağına göre, her türlü sisteme el açıp çözüm yolu soran dertli cemiyetlere, yine sünnetin derinden derine araştırılıp yeniden takdimi çâre olacaktır. îslâma tam bağlılık, ilmî tarafsızlık, has-bılik ve geniş bir sünnet kültürü yardımıyla, hâlis niyetle yapılacak çalışmalar gerekmektedir. [90]

 

1. Başlangıcından Günümüze Kadar İslâm Topluluğu Ve . Hadisle Amel

 

Sahabe, ilmin faydalı olanını taleb etmeyi Hz. Rasül'den öğren­mişti. Amel şeklinde görülmeyen ilimden Allaha sığınmayı[91] onlara belleten, öğrendiklerini tatbik ettiren yine Rasûl-i Ekrem idi,

Kuruluşundan itibaren islâm topluluğu, fertlerinin bildiklerini ya­şamaları neticesi, islâmın, sözde kalmayıp yaşandığı bir toplum ha­linde idi. Bu hal o günde fertten devlete kadar her müesseseye şâmil bir manzara durumundadır, O günde Mü'minler ferdî inançlarında nasıl Kur'ân'ın ve onun tamamlayıcısı ve tefsiri durumunda olan sün­netin verdiği bilgiye kalb ve dillerini rabtetmişlerse, gerek kendi ara­larında ve gerekse komşu devletlerle ve başka din sâlikleriyle münâ­sebetlerinde de adı geçen kaynaklara dayanmışlar ve onun hükmünü icra etmişlerdir.

Sâhâbe, sünnet bilgisinde hepsi aynı dereceyi ihraz etmiş durum­da değildi. Fakat şurası muhakkak ki, hepsinde sünnetle amel ve sün­neti öğrenme iştiyakı mevcuttu. Bu durumu biz, pek çok misâl ara­sında, nöbetleşe bilgi ve görgü için Medine'ye inen sahabilerden ve diğer bazı sahâbî sözlerinden öğrenmekteyiz[92] Kur'ân'ı da aynı yol­la, amel için öğrenen ashâb, b i 1 g i  a m e 1 ikilisini devamlı ola­rak birlikte götürmüştür. [93]

Sünnetin sahabe tarafından Öğrenüiş yolunu belirtirken, müellif­lerin verdikleri bilgileri, vak'a ve vesikaları incelediğimiz zaman gö­rürüz ki; sahabe nazarî bilgiyi amelî olarak Efendimiz'den görmüş, benzeri vak'alarda takınacağı durumu tayin edebilme imkânına sa­hip olmuştur. Meselâ : Efendimiz'in pazar teftişinde hazır olanlar, orada meydana gelen bir ticarî hayatı Peygamberimiz nasıl düzel­tiyor onu görmüş ve aynı yerde : «Bizi aldatan bizden değildir»[94]  ih­tarının almıştır. Hâdisenin vukuunda orada olmayanlar da duyduk­ları ve doğruluğunu araştırıp tesbit ettikleri bir haberle amel konu­sunda: «bir müctehide, bir fakîhe meseleyi arzetmek ve onun anlayışı istikâmetinde amelle mükellef tutulmak»[95]  durumunda bırakılma­mışlardır.

Sahabenin, şahsî meselelerine ait soruları ve başkaları için veri­len cevapları ve hükümleri dinlemeleri de aynı esaslar dahilinde, kendileri için amel mecburiyeti getiriyor ve onlar; sıkılmadan soruyor, öğreniyor; lüzumsuz teferruata ait sualleden kaçmıyor idi. Dımâm b. Sa'lebe adlı zatın kısa konuşması, aldığı bilgiler, bu meselede ken­disinden sık sık söz edilen tipik misâldir. Adı geçen sahâbînin sor­duğu sorular, aldığı cevaplar çok muhtasardır; külfetsizdir. Kendisi­ne, bu duyduğu sözlerle amel etmede hiç bir şart koşulmamış, Pey­gamberimiz sadece: «Bu adam sadâkat gösterirse felaha erdis[96] bu­yurmuştur. Bu ve benzeri hâdiseleri göz önüne.alan bazı âlimler, nâsü hadisle amel konusunda, «neshin mükellefe ulaşmasını ve onun nesh'ten haberdâr olmasını» şart koşmaktadırlar. [97]Buna göre: «Nesh haberi kendisine erişmeyen bir kişi, kaldırılan hükümle amel ederse mazur    telakki olunmaktadır. [98]

Sahâbe'den bilgi, görgü ve islâmî tatbikatı alan Tâbi'ûn devrin­de; ilmî meselelerdeki, Medine ve civarına bağlı olan merkezî durum değişmiş, bir takım talî merkezler teessüs etmiş, âdeta; sahabeden ünlü âlimlerin adlarına izafe edebileceğimiz mektepler; dînî anla­yış ve anlatış yolları ve mahalleri meydana gelmiştir. Bu ilim . merkezlerinde öğrenci durumunda olanlar zamanla kalabalıklaş-mış, bu arada diğer bölgelerin ilminden haberdâr olma zarureti du­yulmuştur. Önceleri, daha yakın yoldan Hz. Peygamber'e ittisal peyda etme; teknik tabiriyle âlî isnâd temini için yapılan bu seyahatler neticesi, eldeki mevcut hadislerde lafız birliği tesbiti yanında, yeni yeni haberlerin duyulması da mümkün olmuştur. Saha­beden alman bu bilgiler ve farklı tatbikatlar, Tâbi'ûn ve Etba' devrinde, daha sistemli araştırmaları gerekli kılmış, bilgilerdeki fark­lar, amellerde de kendisini göstermiştir,

islâm dünyasının genişlemesi, yeni meselelerin zuhuru, sünnet ile amelde böyle cüz'î farklılık arzetmesine rağmen : «Hz. Peygamber'in söz, iş ve takdiri ile amel» esası zedelenmemiştir. Evvelce görüşlerini sunduğumuz; Şî'a, Mû'tezile gibi fırkalar dışında kalan çoğunluk, sün­netten inhirafı hiç düşünmemiştir.

Fakihlerin ve müctehid imamların zamanına kadar ana hatlarıyla arzettiğimiz hadisle amel'in bu durumu sonradan sünnetin aleyhine değişiklik arzetmiştir. Bu zamanda başlayıp ictihâd ve ilmî faaliyetlerin azaldığı asırlara kadar olan zaman içindeki «sünnetle amel meselesi üzerindeki münâkaşaları» ve bunları doğuran sebebleri birlikte gözden geçirmek gerekmektedir. [99]

 

2. Hadisle Amel'i Engelleyen Âmiller

 

İlk müslüman nesiller, hadis ve sünneti : «işlenip m â m û 1 hâle getirilmesi gereken; kendi içindeki uyuşmazlıkları halledilmesi îcâb-eden; öylece kaldığı takdirde amel'e dönüştürülmesi mümkün olmayan bir ham madde olarak» görmüyordu. Aksine; duyulduğu ve sıhhati sa­bit olduğu zaman, vakit geçirilmeden amel edilmesi zarurî bir dînî kaynak telakki ediyorlardı. Burada, Rasûl-i Ekrem'in üstün şahsi­yeti, ilâhî te'yide mazhar oluşu, mükemmelleştirici vasfı ve diğer nor­mal insandan kendisini ayıran özellikleri mühim rol oynamıştır. Onun ilmini yaymakla mükellef ilim sahiplerinin, aynı neticeyi elde etmeleri beklenemez. Yalnız şu var ki; çeşitli âmillere, ilk âlimlerdeki ehliyetin sonrakilerde azalması ile diğer faktörler de inzimam edince tedrici bir gerileme başgöstermiş, bir müddet sonra da hadisler, içindeki gerekli ve faydalı görülen malzeme alındı; iş fıkha intikâl etti zannıyla, sa­dece va'z ve nasîhatlara ayrılan bir değer olmuştur.

Aşağıda arzedeçeklerimizin dışında çeşitli sebebler düşünülebilir. Fertlerin ilimden soğuması, dînî salâbetin azalması, sosyal ve beşerî diğer bazı durumlar ve daha pek çok benzeri âmiller, bizi mevzumuzda o kadar ilgilendirmemektedir. Hatta, sünnetten halkı soğutan en büyük müessirden; hadis uydurma cürümlerinden de burada bahsetmek iste­miyoruz. Bizi alâkadar eden mesele; hadisi, her an «yeni doğmuş bir hidâyet kaynağı» olarak ele almaktan ve ondan gereği kadar fay­dalanmaktan alıkoyan ve kökünde; taklîd, ıstılâhî niza', tarafgirlik gibi duygular sezilen diğer bir kaç âmildir. Netice itibariyle fakîh ve mez­hep sâliki müctehidlerin, selefleri gibi hadisi ve sünnet bilgisini ön plân­da görmeyişleri söz konumuz olacaktır. Simdi bu sebeblerden tesbit et­tiğimiz bir kaçını görelim : [100]

 

a. Fıkıh Mezheplerinin Teşekkülü Ve Fukahâmn Hadis-İ Şeriflere Bakış Açısı :

 

Medine, Mekke, Sânı, Küfe, Mısır gibi ilim merkezlerinin teessü­sünde büyük emekleri ve toplayıcı rolleri olan Sahâbilerin yetiştirdiği tabiîler devrinden itibaren Kitap ve sünnetten ahkâm istinbâtı, Hz. Peygamber'in sünnetini yayma hareketi daha geniş bir muhit kazanmış, devletin resmî faaliyetle hadis toplamasına kadar, büyük muhaddisler ve kazâî görevleri yerine getiren vazifeliler; müslümanlara dînî ahkâ­mı anlatan ve fetva veren müftiler yetişmiştir. Vahyin indiği zamanı ve Hz. Resûl'ü göremyen bu nesil için, dini öğrenebilecekleri kaynaklar; Kitap, sünnet ve Sahabenin tatbîkâtı ile onların fet­vaları ve kazâî hükümleri olmuştur. Bu zamana kadar sün­net bilgisi fertlerde Ön planda tutuluyordu. Yeni yeni meselelerin zuhu­runda; evvelce kitap ve sünnete müstenid çözüm tarzlarının bu yeni meselelere tatbiki yolu açıldı.[101] Sonraları   kıyâs   ve   re'y   adı ile

anılan ve   ist ıs Tâ h,   istishâb,   istihsân,   t a1i1 gibi daha başka çözüm kaynakları ve yollarıyla metodlar çeşitlendirildi.

Bu yeni metodlar ve düşünce sistemleri için her yerde farklı reak­siyon görüldü. Bir grup ilim adamı, adı geçen yolları kullanarak hadis­lerin hükmünü istinbata çalışırken, bir diğer grup, bu hareketin «sün­netin mucibi ile amelden uzaklaşma ve hevâya göre dinde hüküm koy­ma» dan başka bir şey olmadığım iddia ettiler. O zamandan günümüze kadar bu re'y ve hadis münakaşaları[102] devam etti. İçtihatlarında r e ' y i delil olarak alanlar da ayrıca kendi aralarında parçalandılar. [103]Re'y bile, izahı güç hâle geldi; sevilmeyen, sevilen ve makbul olan diye tak­simlere tâbi tutuldu. Az önce arzettiğimiz görüşe ve iddiâ'ya göre, bu­gün için, re'y taraftarı fukuhânın eserlerindeki çözüme ulaştırılmış fık­hı meselelerden büyük bir kısmı, temel olarak sünnete değil de re'ye ve şahsî içtihada dayandırılmış durumdadır. Bu iddiaya mu­hatap olan mezhep sahibi imamların veya onlardan sonra gelen müte-ahhirûnun müdâfaaları da mevcuttur. Bu müdâfaalarda belirtildiğine göre, adı geçen re'y taraftarlarının hadisle iştigalleri diğer ehl-i hadis­ten geri kalmamaktadır.

Şu veya bu grup, meselede haklı durumda olsun, bundan ziyâde meselenin bu şekilde gelişmesi dikkatimizi çekmektedir. Bu hal aslın­da üzücüdür. Çünkü, fıkhın müessisleri durumunda olan ilk imamlar ve onları  yetiştiren  ilmî  muhitlerin  mensupları  çalışmalarına  böyle bir gelişme takib etsin diye temel atmamışlardır. Eldeki malzemeye göre, adı geçen zatlar böyle bir duruma asla rıza göstermezler.[104]

Daha gerilere dönerek, fıkıh mezheplerinin teşekkül ettikleri mu­hitlere, çevreye ve ilk zamanlara: «hadisle amel» açısından tekrar bir daha bakmakta zaruret vardır:

îmâm Mâlik; dâru's-sünne ve dâru'l-hicre imâmı olarak adlandırılan bu büyük muhaddis, sünnetle amel meselesinde ti­tizdir. Kendisinin fıkhı hadisiyle eş olarak yürür. Sağlığında, eseri el -Muvatta'm. devlet eliyle resmen neşrine ve oradaki hadislerle amel'e ümmetin çağırılmasına sırf; her âlimi sünnetle meşguliyete da'vet, ha­disleri araştırmaya teşvik ve ilmî faaliyetin durgunlaşmaması için kar­şı çıkmıştır. İmâm Mâlik'in usûlünde hadis, Kitap dışındaki diğer kay­naklara faik durumdadır. Onun kıyasla ilgisi azdır. Imâm'ın kanâatına göre, hadisler içinde çeşitli itirazlara hedef olan haber-i vâhidler bile ilim ve kat'iyyet ifâde ederler. [105]

Hadisle amel konusunda en çok itirazlara uğrayan imâm Ebû Haîfe; hadisle amel'e itirazda bulunmayan bir zattır. Kendisinin hadis b.Ogisi, hıfzı ve benzeri konularda tenkidini yapanların itiraflarıyla da sabittir ki: 'Hadis sahih olduğu zaman onu kıyas ve re' yden daima üstün tutmuştur.. [106]Bazı âlimlerin açıkladığına göre tenkidçile-rin 'çoğu, îmâm'ın tekniğini ve hadisle ameldeki durumunu değil de, mezhebine tâbi olanların sonradan yaptıkları ilmî kusurları veya ihmal­leri göz Önüne alarak imâma yüklenmişlerdir. [107] Haberlerin kabulünde, bilhassa haber-i vâhid nev'i ile amelde koyduğu şartlar[108] bir tarafa, diğer büyük müctehid mezhep sahipleri gibi onun da: «Nez'diniz-de hadisin sıhhati sabit durumda ise, benim mezhebim odur»[109] cümle­sini sarfettiği belirtilir.

Ahmed b. Hanbel, bugün hadisle meşgul olan ve islâm cemiyetinin meselelerini çözümle uğraşan her ilim sahibinin müracaat edeceği, ana kaynak durumundaki ölmez Müsnedi ile karşımızda, hadisle amel'in en büyük takipçilerinden biri olarak durmaktadır. Kendisi teşri'de olduğu gibi, itikatta da haber-i vâhidleri delil sayar; başka bir yere iltifat etmez. [110]îmâm, adı geçen haberlerin ilim ifâde ettiklerine de kaildir. [111]

îmam Şafiî'den hadisle amel lehinde pek çok söz bize kadar intikâl etmiştir. Eldeki eserlerinden bunları görüyor ve anlıyoruz. Şafiî'nin ta­lebelerinden Rebi' b. Süleyman ve Harmeie b. Yahya'dan nakledilen ve ŞâfiTye ait olan bazı sözleri görmekte fayda vardır:

«Allahın elçisine ait bir sözü bülmuşsanız, o söz benim sözüme ters ise, ben Rasûl-i Ekrem'in söylediğini söylüyorum»,

«Benim tesbit ettiğimin hilâfına, bir meselede nakli iyi bilen âlim-lerce Hz. Peygamber'e ait olduğu sabit olan bir haber îesbit olunmuş-sa; ben sağken de, öldükten sonra da kendi fikrimden dönerivı, hadise yapışırım»,

«Be» bir meselede konuşmuş ve bir hüküm vermiş isem, Hz. Pey­gamber de benim dediğimin hilafını buyurmuş İse; sıhhati sabit olan bu hadisi alıp onunla amel etmek evlâdır,  beni taklid etmeyiniz»,

«ffz. Peygamber'in hadisini terketmeyiniz, çünkü hadise kıyas gi­remez, kıyasın sünnette de yeri yoktur. [112]

Fıkhın alemdarları olan büyük imamların hadisler hakkındaki fi­kirlerini görmüş bulunuyoruz. Burada dikkatimizi çeken noktalardan biri de şudur: Bu büyük fakihler, hadisçi yönleri kuvvetli olan âlimlerdir. îslâm ümmetinin meselelerine bakış açıları, sonrakilerden daha farklı ve daha da ihatalıdır. Kendileri, açtıkları yolların körükö-rüne taklidine rıza göstermemekte, devamlı olarak sünnetin araş­tırılmasını   istemektedirler.

Bu nesli takib eden asırlardaki âlimlerin ve fakihlerin şansları daha fazladır. Çünkü; hadislerle ilgili çalışmaların altın çağı denilebilecek devre aynı devredir. İmamının isteğine uygun olarak sünnetle gereği

gibi meşgul  olan  müctehid  fakihler,  daha  hayırlı  ve   sünnete  daha uygun netice elde edebilirlerdi.

Bu merhalede   iki   fikrin   varlığından söz etmemiz gerekir : [113]

 

a) Birinci Görüş :

 

Büyük imamların devirlerini müteâkıb, hadisle ilgili çalışmalar art­mış, onların muttali olamadıkları hadisler bulunmuş, cemedümiş; mez­hep imamlarının görüşlerinden farklı sahih hadislere tesadüf edilmiş; fakat fukahâ ilk büyüklerin celâdetini gösterememiş, sahih hadîse göre onların tesbit ettiği ahkâmı yeniden gözden geçirmemiş, çeşitli sebep­lerle çekingen davranmış ve sahih hadise rağmen imamının görüşü ile amel etmiş ve bu an'ane, arada yetişen bazı âlimlerin ikâzına rağmen günümüze kadar devam etmiştir. Halbuki, adı geçen imamların, görüşlerine ters düşen sahih hadisler karşısında, kendi kanâatlarmdan vücu' ettikleri bilinmektedir.[114]

 

b) İkinci Görüş :

 

Her devirde fukahâ en sağlam olan yolu tutmuştur. Bu yol, mezhep sahibi imamların; sünneti gerektiği şekilde incelemeleri neticesi var­dıkları görüşlerinin toplamıdır. Her imâm sonradan tesbit edildiği ve bulunduğu iddia edilen hadislerden haberdardır. Eğer bu hadisler ge­rekli şartları hâiz olsalardı, onunla amel olunurdu. Sıhhat için lü­zumlu olan şartları taşımaması, nesh ihtimâli veya imamların nazarın­da neshin kendi açısından sübûtu ve benzeri mazeretlerin mevcudiyeti, onları farklı yollara sevketmiştir. Hadisle en az derecede meşgul ol­duğu söylenen îmâm Ebû Hanife'nin dahi, kendilerinden ahkâm istin-bât ettiği hadislerin yekûnu en azından i k i b i n sayfalık bir m ü s-n e d   teşkil eder.

Burada bizi, bu iki görüşten hangisinin isabetli olduğu meselesin­den ziyâde, «mezheplerin teessüsü ve günümüze kadar olan faaliyetleri­nin, hadisle ameli engelleyip engellemediği» hususu ilgilendirir.

Konuyu uzatmadan bizde hasıl olan kanâati arzedelim: ilk hicrî asır-danberi taMbedilen; «meselelere hadisten hareket ederek çözüm yolu arama;  hadis-fıkh    işbirliği»    yolları izlenseydi;  her âlim önce sünneti bilen bir otorite olsaydı, asırlarboyu sürdürülen tembelliğimiz Önlenmiş ve sünnet kültürü yaygınlık kazanmış olurdu. Bunun neticesi herkeste faaliyet görülürdü. Neticede bu meseleler ve sorular vârid bile olmazdı. Dört büyük fıkıh imâmı ile, bugün müntesipleri kalmayan diğer pek çok din büyüğünün metodu buydu. Çalışmalar, böyle olmuş­tu. Müesses mezheplerle her şey halledilmiştir kanâati, sünnetle amel1 de menfi rol oynamıştır.

Aslında mezhep sahibi imamlar, kurdukları ve geliştirdikleri sistem­lerine statik bir yapı vermedikleri gibi, hadisle amel'e karşı olarak kabul edilebilecek bir yol da açmamışlardır. Anların ortaya koydukları, «kendi imkânları nisbetinde» h a d i sle ve sünnetle a m e Tdir. Onların istinbât ettikleri ahkâmın, sonradan Kitap ve sün­net yanında bir otorite; dini anlama ve tatbikte başvurulması gerekli olan bir tatbikat tarzı olarak kabulü sonraki nesillerin işidir. Hadisin verdiği dinamizm, kendi kusurlarımız neticesi, mezheplerin açtığı yola bel bağlayıp sırt dayayarak ve mes'ûliyeti onlara yükleyerek kaydedil­mişse, ilk imamların bunda elbette kusurları olamaz. Onların açtığı çı­ğır, daha sonrakilerin, sünnetten çıkaracakları «hakka isabetli yeni gö­rüşlere yerini terketseydi, imamlar bundan sadece şeref duyacaklardı. Çünkü hepsi, «s ı h a t i sabit olan hadisten yana» oldukları­nı tekrarlamışlardır.

Yukarıdaki paragrafta söylediğimiz menfi rolün derecesini tesbitte fayda görmediğimiz gibi, suçlu aramada veya bulmada da herhangi bir fayda mülâhaza etmiyoruz. Derdin teşhisi, ilim sahiplerini tedaviye gö­türürse; yol açılmış, hayırlı ve «sünnete uygun faaliyet» başlatılmış de­mektir. [115]

 

b. Hadisle Amel'in İmkânsızlığı Ve Güçlüğü İddiaları

 

Hadisle amel'i engelleyen âmillerden biri de «hadisle amel'in güç­lüğü, hatta imkânsızlığı iddialarıdır. Hadisle amel güç veya imkânsız mıdır? Bu sorular şüphesiz asr-ı saadetten sonraki devreler için vârid olabilir. Adı geçen devrede, bahusus peygamberimizin sağlığında böyle bir mesele bahis mevzuu olmamıştır. Çünkü «güç veya imkânsız» olan bir mesele, Peygamberimiz tarafından ne emredilir ne de istenirdi. Bu soruların menşei, hadis üzerindeki leh ve aleyhte faaliyetler ile takib-edilen tatbikat farklılığıdır.

Nazarî planda hiç bir kimse, hadisin aleyhinde, hadisle amele aykırı bir fikir beyan etmemekte, hararetle sünneti, hadisi savunmakta­dır. Amel söz konusu olunca durum aynı olmuş mudur?

Hadisle amel konusunda, âfnmî diye adlandırılan ve bilgi sahibi olmayan müslüman ile ilim adamı ayırımına raslıyoruz. Bilen İle bilmeyenin hangi meselede olursa olsun farklı muameleye tâbi tutulma­sı normaldir. Bu, yanılmaları önlemek için yapılan bir ayırım olup ye­rindedir. Buna göre müslümanlar arasında, âmmî olan şahsın, hadisi görüp onunla amel etmesi uygun görülmemiştir. Hanefî mezhebi mücte-hidlerinden imâm Ebû Yusuf'a nisbet edilen bir sözde, imâmın şöyle konuştuğu nakledilir: «Âmmî, nâsih ile mensûh'u bilemediği için ha­disle amel etmemelidir»[116]Bu arada, ümmî olan zat için, müftinin ve­receği bilgi ve o bilgi ile amel tavsiye edilirken diğer taraftan, müftînin yanılma ihtimali de göz önüne alınarak, hiç bir bağlayıcı kayıt ileri sü­rülmeden, sahih eserlerden hadis öğrenen müslümanm onlarla amel et­mesine hiç bir manî görmeyenler de vardı. [117]

Hadisin çeşitli meselelerini bilmeyen; daha tam bir İfâde ile, dînî ilimlere vâkıf olmayan fertler için söylenmiş bu sözler yanında: «Ha­disin işi zordur, biz onu gerektiği tarzda anlayamayız, kaldı ki onunla amel edelim»[118]tarzında düşünceler de nakledilmiştir. Bu iki söz ile bir­likte, ötedenberi yaygın olan bir kanâati da ifâde edelim: «Hadislerin, zamanında gerekli değerlendirilmeleri yapılmış; sahih olanlar olmayan­lardan ayrılmış; kendileriyle amel meselesinde her nevi hadis için bir değer ölçüsü konulmuş; fakîhler onlardan gerektiği şekilde hüküm-istinbât etmişlerdir. Artık müslümanlara düşen, fıkıh kitaplarında ha­zır hale getirilen malzeme ile amel etmektir.»

Yukarıya aldığımız üç fikir; âmrtıî'nin hadisle amelden men't, ha­disle ameli zor görme ve hadisin görevinin bittiği iddiaları önce, bilgi sahibi olmayanları, sonra da İslâm Ümmetinin tamamını doğrudan ve­ya dolaylı olarak hadisle amelden geri bırakıcı bir hüviyet taşımakta­dır. Esefle kaydedelim ki, tutmuş olan; tatbikatta geçerlilik arzeden görüş de bu sonuncu olmuştur.

Hadisle amel nokta-i nazarından düşünüldüğü takdirde; islâm top­lumunun meseleleri günden güne artmaktadır. Vak'alarm artışı da, yeniden Kitap ve sünnete, sahabenin tatbikatına dönmeyi, bu kaynak­ları araştırmayı gerekli kılmaktadır. Bu durum karşısında, ilim sahip­lerine ve bütün müslümanlara düşen, ilk asırların ilmî faaliyetlerine yeniden aynı titizlik ve hırsla dönmek; bilgili veya bilgisiz her inanmış kişinin üzerine düşen görevlerinin bulunduğunu belirtmek­tir. Burada âlim ve cahilden bahsettik. Çünkü, dini bilgiler yönünden halkın ümmî olarak kalması normal bir durum değildir. îslâmın ve onun getirdiği talimatın bilinmesi, sadece ilim sahiplerine düşen bir fariza değildir.

Her ferd, dinini en sağlam tarzda öğrenmekle mükellef olduğuna göre, maddi sahada aklı her şeye varan ümmî, dinî ve manevî sahada da kendisini körlükten kurtaracaktır, ilim, sahipleri de, hizmetlerinin sürekli ve tesirli olabilmesi için çok dikkatli ve ihtiyatkâr olmak du­rumundadır. Hüsn-i niyyetle de olsa, yapılacak bir taktik hata, âlimin hizmetini baltalamağa yetmektedir. §unu demek istiyoruz: Sünnetin, müslümanların hayatında hükümrân olmasını isteyen ve dinde Hz. Pey-gamber'in tatbikatına yaklaşmayı hedef bilen ciddî ilim adamı için, bugün iki suçlama yapılmaktadır. Bunlardan biri, entellektüel ge­çinen ve dîni tanımadığı gibi belki de ona inanmayan zümrelerin suç­lamalarıdır. Bu zümreye göre nakil taraftan bağnazdır, aklın öngördü­ğü her şeyi engelle.[119] İkinci suçlama ise; çalışmayan, islâmî ilimleri az çok bilen, muhafazakar görünen zümrenin suçlaması. Bu zümre, sünneti her meselede kaynak kabul edenleri «mezhepsizlik» ve «müctehidlik taslama» ile damgalamaktadır. Biribirine tamamen zıt olan bu iki grubun fikirleri, kendi istekleri dışında bir meselede birleşmek­tedir: «sünnetle amel edilmemesi. [120]

 

c - Nesh İddialarının Hadisle Amel'e Tesiri:

 

Bu konunun muhtelif  bölümlerinde göreceğimiz gibi,  nesih konu­sunda, dikkatli olma hedefini gözeten ve iyi niyetle yapılan uyarmalar da hadisle amel konusuna belirli ölçüde mânı olmuştur. İkâz, normal Ölçüde kaldığı müddetçe faydalıdır. Aslında, rivayet ilimlerinde beh­resi olmayan kişiler, gördükleri her hadisle amel konusunda aceleden kaçınmalıdırlar. Bu iyi bir ikâzdır. Fakat, aslında iyi ve normal olan bu hizmet, yine aşırılık yüzünden ölçü elden kaçırıldığı için zaman zaman zararlı olmuştur.

Nesh iddiaları, hadisin amelden uzaklaştırılması meselesinde iki yoldan menfî rol oynamıştır:

a) Âlimler arasındaki, neshi kabulde kullanılan «şahsî metodlar» ve nesih vak'asını tesbitteki «farklı anlayışlar» yoluyla,

b) Nesh ihtimâli vardır; bilmeyen hatâ edebilir; binâenaleyh böy­le konulara yanaşılmamalıdır» denilmek suretiyle.

Bir çok ilim adamı tarafından belirtilen: «Büyük imamların meselelerin çözümünde farklı neticelere varışının fıkıhtaki ihtilâf sebeblerinin arasında sayılan bir husus da   nesh   konusu»duru.[121]

İmamların, neshi nazarî-mantıkî bir mesele imiş gibi ele alışları ile, onu sünnet içindeki vak'alar; değişen tatbikatlar olarak mütalâa etmeleri, kendilerinin farklı neticelere ve hükümlere varmalarına yol açmıştır. Çünkü, bu durumda ortadaki bir vak'a (izafîlik) ve (sübjek­tiflik) kazanacak; bir âlime göre nesih olarak beliren olay, diğer birine göre böyle telakki olunmayacaktır. Bunun tabiî neticesi olarak da, ka­bul eden ve etmeyene göre hadisle amel farklı tesir görecektir. Bu hal fıkhımızda pek bol misalleri olan bir durumdur. Sünnetteki nâ­sih mensûh hadislerin sayı itibarıyla onu geçmediği şeklindeki yay­gın görüş ile, yüzlerce vak'amn tesbit edilebileceği gerçeği, işte bu temel farktan doğmaktadır [122]Meselâ kurban etinin üç gün­den fazla elde tutulmamasmı sünnet olarak kabul ve tesbit eden âlime göre, adı geçen eti elinden zamanında çıkarmayan; tasadduk etmeyen fert, sünnetle ameli terk etmiştir. Vak'anın tersi de düşünülürse aynı neticeye varılacaktır; eti dağıtan da, kendisine tanınan bu ruhsattan ve sünnetteki tatbikattan uzak kalmış olacaktır.

İlmî çalışmalar gerilemeyip, kemâl devresine ulaştıkları çağlar­daki hızını ve canlılığını kaybetmeseydi; sonradan usûlcülerin ve diğer ilim adamlarının (taklîd) adını verdikleri hal meydana gelmeseydi (na-sih-mensûh meselesi) hadisle amel konusunda ayak bağı olarak kabul olunmayacak,  aksine  ilim sahiplerini araştırmaya teşvik edecekti.

Söyle düşünelim: Müctehid imamlar devrinde şayet fukahâ bir vak'a üzerinde nesih yönünden ayrı kanâatlara varmış; elde, kat'î konuşmayı mümkün kılacak malzeme bulunamamış ise; bu zatlardan herbirinin, tâ-katı nisbetinde çalışıp vardıkları netice farklı olmuşsa, bu hal müte-âkıb zamanlarda nasıl devam etmiştir? Burada iki durum düşünülebi­lir; ya sonrakilerin gününde, mevcut görüşlerden birinin isabetli ol­duğu görülmüş veya durum eski halini ve kapalılığını muhafaza et­miştir. Bu iki ihtimâlden herbiri bize farklı netice getirecektir; ele geçen yeni malzeme, çalışmalar neticesi tesbit edilen evvelki tesbitlerden birinin isabetini perçinlemişse, bütün mezhep erbabı âlimlere dü­şen, sünnete uygunluğu sonradan toplu kanâatla sabit olan; yeni delil­lerle güçlenip gün ışığına çıkan bu görüşe uymaktır. Meselenin eski durumunun muhafazası halinde yapılması gereken iş, sünnetten yeni deliller araştırmağa, buluncaya kadar bu çalışmaya devam etmekti. Bunlar yapılmamış ve durum ilk büyüklerin tesbit ettikleri şekilde on­ların ehliyetine hürmet ederek devam ettirilmişse bu normal karşıla­namayacak bir hâl olur.

Usûl-i fıkhın bünyesinde mevcut olan bazı kaidelerin, ilk muhad-dislerin geliştirdiği kânun ve usûl kaidelerinden iktibas yoluyla alınmış şeyler olduğu muhakkaktır. Bu kaidelerin pek çoğu; alınırken, hadisçi-nin titizliği ile birlikte alınıp değerlendirilmemiş, işin içine «i' t i b â-r i lik», «izafîlik» ve «şahsî görüş» diye adlandırabileceği­miz bir takım unsurlar karışmıştır. Bu itibarla, fakîhin hadisi ele alışı ile, muhaddisin değerlendirişinde zaman zaman t e z â d teşkil eden hâller olmuştur. Eğer, iki ayrı mezhebe mensûb fakîh, asgarî müşterek olarak lıadisçinin ölçüsünde birleşseydi, birinin nesh kabul ettiğini di­ğeri etmemezlikten kaçınacak, böylece hadisle amel daha sağlam ger­çekleşecekti. Durum böyle olmayınca, bazan sırf falanca vak'ayı nesih kavramı içinde mütalaa etmemek için, nazarî izahlara başvurmak, bunları takviye etmek ve kendi metodları içinde neshi şekillendirmek külfeti doğmuştur. Halbuki; «bize göre bu mensûhtür» sözü, neshte ge­çerli olmaması gereken bir ölçüdür. Eldeki malzemeye göre bu hadis ya mensûhtür veya değildir; bu husus tesbit edilir, amel ona göre olur.

Asırlar boyu devam eden bu hal için çıkış yolu nedir? Bu soru bize, az önce zikri geçen fikrin izahını mecburî kılmaktadır; «şerhsiz ve açık­lamasız hadis okunması zararlıdır. Çünkü hadiste nâsih-mensûh var­dır, bilemeyen, amelî yanlışlıklara uğrar, binâenaleyh, mü'min fıkıh kitaplarından derdine deva aramalıdır» sözleriyle özetleyebileceğimiz bu fikrin izahı esnasında görevlerimizin tesbiti gerekmektedir. [123]

 

c - Nesih Literatürü Ve Tezin Kaynakları:

 

îslâm şeriatında vuku bulan neshi, pratik ve ilmî bir vak'a olarak ele aldığımız takdirde, konu ile asırlar boyunca her devirde ve islâmm yaşadığı bütün  coğrafyalarda  uğraşıldığını  görmekteyiz.  Çalışmaları herhangi bir bölünmeye tabi tutmadan, islâmî ilimlerden birisini kastet­meden mutlak olarak diyebiliriz ki, ilim dünyâmızda ve islâm kültür tarihinde konuya gereken ilgi duyulmuş, fakat, mevzuun çetinliği nis­betinde bu araştırmaların, az yahutta çok olduğu günler olmuştur. Di­ğer taraftan, konu ile ilgili son sözler söylenip mesele kapatılmış da değildir. Sadece bu meselede değil, diğer ilmî-islâmî konularda da her asrın mü'mini, ilim adamı, yeni yeni araştırmalar yapmakla mükellef­tir. Çünkü her nesil kendi meseleleri ile islâmm karşısma çıkmaktadır. Ne var ki bütün bu araştırmalarda aslolan  niyyet dürüstlüğü ile   ilmî  -kifayet,   toplumu hatadan koruyan meselelerdir. Kanâa-tımızca, günümüzün toplumu ve hatta .dünyası; problemlerine ırk, din v.b. farklar gözetmeden, kim ne tavsiye ederse, o reçeteyi dikkatle din­lemekte, hatta tatbik bile etmektedir. Binlerce yıldır, varlığımızın ana maddesi olan îslârrun, toplumumuzun meselelerine getirdiği çözüm yol­larına sırt çevirmemiz normal olmamaktadır. Bu çözümleri Türk top­lumunun insanı benimsemese bile, gayri müslim dünya dikkatle dinle­mekte, hatta kendisi araştırmakta, çok defa da islâmın adını kullan­madan orijinal fikirler ve çözüm yolları şeklinde bunları dünyaya ta­nıtmaktadır.

Nesih meselesine, daha sonraki âlimlerin ve insanların gereken il­giyi duyması normaldir. Peygamberimizin bu âlemden ayrılışından son­ra, dîni tatbikatın problemleri, onun sağlığmdaki gibi kendisinden soru­larak öğrenilme şansından mahrumdur. İlim adamı, müslümanlarm kul­luk tarzında en son olan emrin ve sünnetin tesbitinde sorumlu olan kişi­dir.

İlmî çalışmalarda her araştırıcı, kendisinden Öncesi ile irtibat kur­ma zarureti ile kar şikar siyadır. Eğer bu bağ tesis edilmezse, kişi ve dolayısıyla yapmakta olduğu çalışması muallakta kalacaktır. Bu ara­da şunu da tesbitte fayda vardır: Konunun üzerindeki yapılmış önceki zamanlara ait çalışmalar iyice tanındığı takdirde, eksik ve ihtiyaçların tesbiti, bize yapmamız gereken şeyleri göstermede kılavuzluk edecek­tir. Adı geçen tesbit ve. irtibatın iyi yapılması halinde ise çalışmamız, daha öncekilerin kıymetli ve övgüye değer mesâileri ile bütünleşecek veya onların ikmâline yardımcı olacaktır. Tekâmül bu sayede mümkün­dür.

Yapılmış işler üzerindeki aynı tarzdaki çalışmalar, müşterek ese­ri kemâle götürmeyeceği gibi, neticede yorgunluktan başka bir şey de doğmayacaktır.

Hatırımıza bazı sorular gelmektedir: «Hadiste nesih konusunun sınırı nedir? Bugüne kadar bu sınır içinde kalınmış mıdır? Neler yapılmıştır? Yapılan çalışmaların hedefleri ve sonuçları ne olmuştur?» Bu soruların gerekli ilmî ölçüye uygun cepaları bulunduğu takdirde, meselede bize kalan; bizim yapmamız gereken husus açıklığa kavuşa­caktır.

Nesih hâdisesine, islâmî ilimlerle uğraşan âlimler tarafından çeşitli nazarlarla bakılmıştır. Bakışlarındaki ayrılık, hareket noktalarındaki fark, neticelere de tesir etmiş ve oralarda da kendisini göstermiştir. Maalesef, çalışmalar çok kere faydasız münâkaşa şekline bürün­müştür.

Dîni emirlerin, Peygamberimiz tarafından tebliğ edilip açıklandığı devrede nesih olayının belirli bir mânâsı vardı. Belki bu, ıstılah şeklin­de sınırlandırılmamıştı ama, vakıa olarak herkes neshin ne olduğunu bilirdi. Bu biliş ve anlayışlarda; felsefî ve aklî mebde'lerden hareket, bir takım ıstılah anlaşmazlıkları yoktu. Ortada,« biri diğerinden sonra gelmiş iki emir, bir diğerini mer'iyyetten kaldıran iki ayrı tat­bikat» vardır. Hâdise Rasûl-i Ekrem'ce anlatılmış, yeni emir mükel­leflere tebliğ edilmiştir. Yâni beyânsiz, tebliğ edilmeden hiç bir nesih vak'ası olmamıştır. Bu devrede kulanılan tâbir nesih veya bir başka kelime olsun netice hep aynıdır. Mü'minler bu beyân ve tebliğler sonu­cu, ikinci emri yapmakla mükellef olduklarını bilmişler ve onu yap­mışlardır. Sonraları tahsis, takyid, istisna gibi adlar alan durumlarda da aynı anlayış hâkim kılınmıştır. Bu üç meselenin de ayrı adlarla adlandırılmasına belki de lüzum görülmemiştir. Çünkü bir tahsis vak'asında, emrin belirli bir bölümünün o tatbikattan çıkarılacağı veya emre sınır tanındığı ashap tarafından bilinmektedir. îstenen de budur.

Bugün biz «sahabe hepsine n e s h derdi» derken, daha sonraki de­virlerin ortaya koyduğu sınırlı nesih keyfiyeti ile aynı şeylerin ifâde edildiği kanâatına iştirak etmiyoruz. Çünkü, ilim adamlarının ortaya koyduğu nesih bilgisi ile ilk tatbikatta, biribirin'den ayrı durumlar ol­muştur.

Sonraki ilim adamlarını nazarî izahlara sevkeden âmil nedir? Bu­rada en iyi niyetle şunu ifâde edebiliriz: Nesih vak'asının aynen Uz. Rasül günündeki şekliyle tesbiti için ilmî gayret. Böyle düşünmediğimiz takdirde, adı geçen zâtların, kendi kendilerine nesih vak'aları tesbiti ile uğraşma gibi bir durumda kalmaları; dinde yeni bir t e ş r î mey­dana getirme halleri ortaya çıkar ki, biz böyle bir suçlamayı acele bir karar, aslî niyetlerini bilememe yönünden de iyi olmayan bir zann ola­rak kabul ediyoruz.

Zaman ilerledikçe ilimler, hadisten ayrılıp istiklâl kazandıkça[124] ne­sih olayının tarifleri de, ilim gruplarına hatta o ilim dalındaki ekollere göre de değişmiştir.

Aşağıda isimlerini sıralayacağımız üç ilim dalının müntesipleri, ne­sih hakkında üç ayrı üslûbta çalışmışlar, aynı ilim içindeki çeşitli ekol­ler de ayrı fikirleri müdâfaa etmişlerdir. Biribirlerinden farklı yolları olan, neticeleri farklı elde eden bu üç grup içinde fıkıh usûle ü-l e r i,   yapılan çalışmalarda çoğunluğu teşkil eden gruptur.

Asrı saadete en yakın tarihi taşıyan ve nesih konusunu işleyen, bu­gün elimizde bulunan eserler, İmâm Şafiî'nin er-Risâle ve İhtüâju'l-ha-dis adlı kitaplarıdır. Bu konunun sonunda, elde mevcut eserlerin ve mü­elliflerinin özellikleri ve metodları üzerinde çalışırken de göreceğimiz gibi, Şafiî'nin çalışmalarının, usulcülüğünden çok muhaddis yönüyle il­gilenmek durumunda kalacağız. Çünkü eserlerindeki metodu muhaddis-lerinkine daha çok benzemektedir.

Tefsirdeki nesih vak'aları; Kur!ân-ı Kerim âyetlerinin yekdiğerle-rini neshi konusu üzerine yapılmış çalışmaların bir icmalini ve ilmî tahilini Doktor Mustafa Zeyd yapmaktadır.[125] Aynı eserde, usulcülerin teJ lifleri ve nesih hakkındaki araştırmaları da incelenmektedir.

Yeri gelince göreceğimiz gibi, usûlcüler, fikrî, mantikî ve fel­sefî izahlara eserlerinde bol bol yer verirlerken, muhaddi s I e r; hadis usûlü veya mecmuası yazan olsun, çok defa «vak'alar tesbiti» ile iktifa yolunu tutmuş; varsa nesih ile ilgili nakilleri sıralamıştır. Fikri-raizce faydalı olan da budur. Nesihte en son sözü akıl değil nakil; Peygambere dayanan tatbikat söyleyeceğine göre, ilk asırlardaki ilim sahiplerinin de telâkkilerine uygun olan bu yolu muhaddislerin tutma­ları isabetli olmuştur. Ümmete nesih konusunda amelde esas olanın tesbiti yarayacak, mükellef bununla iktifa edecektir. Eğer tarih ve na­kil yoluyla bir nesih vak'ası tesbit edilmiş ise, artık usulcülerin ortaya koydukları Ölçülere uymasa da orada nesih vardır demek en isabetli kanâat olur görüşündeyiz. Bunun aksini müdâfaa güçtür.

Bu üç ilim şubesi münteşirleri ve bunlara bağlı çeşitli fikir ekolleri tarafından ortaya konan çalışmaların, şükranla anılmaya değer yönle­ri çoktur. Onların orijinal mesâileri ve tekaâdüm hakları vardır; ehliyet yönleri ise müsellemdir. Onlardan sonraki çalışmalar için yine ana kay­nak, adı geçen eserlerdir. Bununla beraber:

1. Âyet ve hadislerde vâki olan nâsih-mensûh tesbitleri için çalışıl­mış olmasına rağmen fikir birliği  temin  edilememiştir.   Bu­rada, eldeki menkûl haberlerin ve rivayetlerin değerlendirilmesi ve de­ğerlerinin araştırılması yerine, İleri sürülen indî mütâlâalar zararlı ol­muştur.

2. Istılahtaki ittifaksızlık ve nazarî münâkaşalara esastan çok de­ğer verilmesi,  bozan gb'zeV&en gayeden sapılmasını doğurmuştur. He­def bellidir; Ümmet içindeki mükelleflere, Allah ve Rasülünün her han­gi bir konuda en son olan emrinin arzedümesi, Bu hedefe giderken ön­ce,  Hz.  Peygamber'in  dindeki  otoritesinin  tesbiti;  teşri'deki hüküm­ranlığı meseleninin incelenmesi gereklidir. Eğer Hz. Peygamber'in sö-ziinün geçerliği kabul edilmezse, o zaman belirli bir âlimin fikri aynı otorite olacaktır. Yani söz saJıibi Peygamberimiz olmayacaktır.

3. îslâmi talimat içinde nesih konusunun; «sünneti tatbik mesele­sinde ne ölçüde müessir» rol oynadığı tesbit edilmemiştir. Çok kere mesele, olduğundan farklı ve korkunç gösterilmiş bu yüzden hadisle amel konusuna yaklaşma tehlikeli bir hâl almıştır. Halbuki ümmet hadisle amel etmediği takdirde, Kur'ân'ı anlayamayacağı, onunla âmil olama-yacağı gibi, dinin esas kaynağından istifâde imkânından da mahrum kalacaktır.

Durum böyle olunca; Peygamberimizin dindeki söz sahipliğinin ger­çek ölçüsünü tesbit ederek, ondan gelen sahih nakle ve ilim adamları­nın kıymetli araştırmalarına dayanarak, nesih vak'asını amelde esas olan ölçüleri içinde ele alarak bir neticeye gitmek hedefimiz olacaktır. Bunu temin için çalışırken, hazan eskilerin kısa da olsa tekrarı gereke­cektir.

Nesihle ilgili tasnifin, ne zaman başladığına dair kesin bir hüküm verilememektedir. İmâm Şafiî'ye kadar takriben iki asırlık devre içinde yazılmış bir eser bugün için mevcut değildir. Evvelce de söylediğimiz gibi, sahabe nesh konusundan haberdardı. Nesh ile ilgili şifahî bilgiler, önce onların ağzından ilim verdikleri diğer nesillere ak­tarıldı; müctehid imamlar devrine kadar mesele üzerinde hayli çalış­malar devam ettirildi. Bunlar, ister nesih cereyan eden hükümlerdeki durumu açıklayan haberler, isterse ilim adamlarından nakledilen kanâ­at ve bilgiler şeklinde olsun devam etmekteydi. §âfiî'nin eserlerinden, kendisinden önceki devrede meselenin ne kadar olgunlaştırıldığı fikrine varılabilir. Gerek er-Risâle ve gerekse îhtilâfu'l-hadis'teki bilgilere da­yanarak, daha o devrelerde, sadece nesh konusuna tahsis edilen ve müstakil olan kitapların mevcudiyeti düşünülebilir. Zamanla elde edi­lecek bazı yazmalar, tarihin bu karanlık devrini belki de aydınlığa çı­karacaktır.

Nâsih-Mensûh kitaplarını Müstakil eserler ve Usûl bilgileri içinde konuyu inceleyen karma kitaplar olarak iki bölüme ayırabiliriz:[126]

 

a) Müstakil, Nâsih-Mensûh Kitapları:

 

Bu nevi kitaplar, târih itibarıyla daha sonraki devirlerin mahsûlü eserlerdir. Bölümün ikinci maddesinde zikredilecek olan usûl kitapla­rında nâsih-mensûh bilgileri, daha önceki tarihlerde verilmiş bulun­maktadır. Müstakil eserleri de kendi arasında iki ayrı kısımda incele­mek uygun olacaktır. Bunlar :

Kur'ân-ı Kerim'deki âyetler arasında vuku bulan neshi ince­leyen eserler ile,

Hadis-i Şerifler arasında meydana gelen neshi inceleyen kitaplar; hadiste    nesh kitaplarıdır.

aa) Kur'ân-t Kerim'dekî nâsih ve mensûhu inceleyen eserler ve özellikleri :

Bu eserlerin sayısı onbeş kadardır. Müelliflerinden bazıları ise: îb­nu. Razm, Ebû Ca'fer en-Nehhâs, Hibetullah b. Selâme, Âbdülkâdir el -Bağdadî, îbnu Hilâl, İbnu'l-Cevzî, Suyûtı, îbnu Huzeyme... v.b.'dir. Ki­taplar muhtelif tarzlarda konuyu ele alırlar; içlerinde, nesih üzerinde nazarî bilgiler ve fikirler verenler olduğu gibi, doğrudan doğruya, nâ-sih-mensûh âyetlerin tesbitini Öne alan ve onları tasnif edenler de var­dır.

Bu müelliflerin yetiştikleri sahalar, ihtisasları dahilindeki ilimler ve muhitleri de çeşitlidir. İçlerinde müfessir olanlar olduğu gibi, fıkıh usûlcüsü, mütekellim ve muhaddis diyebileceğimiz; üslûb, inanış ve mezhebi kanâatları farklı olanlar da vardır. Hepsi çalışmalarından do­layı aynı derecede takdir görmemiştir. Konuya hakkıyla vukuf peyda edenler olduğu gibi, mübalağalı görüşler veren, hatta telifinden hiç fayda umulmayanlar da olmuştur.

Kur'ân'da nâsih-mensûh kitaplarını ve müelliflerini inceleyen, Dr. Mustafa   Zeyd bize şu noktaların tesbitini yapmaktadır :

1. Müellifler, nesih olduğunu iddia ettikleri âyet ve âyet topluluğu ile ilgili delilleri, nakle istinâd eden mesned ve malzemeyi ortaya çok kere koymamaktadır.

2. Nesih cereyan etmeyen konularda vârid olan âyetlerde nesih iddiaları yapılmaktadır,

3. Tahsis, takyid, istisna gibi meselelere, nesih süsü verilmekte, bu durumlar nesihten sayılarak birlikte mutala edilmektedir.

4.  Bir takım indî taksimlere girişilmiştir,

5. Önceden koyduğu nazarî kaideleri; kayıt ve şartları unutarak, âyetlerin neshi üzerinde veya, nazarî plânda evvelkine ters düşen yeni bir takım iddialarda bulunmaktadır.

6. Sahabe, Tâbİûn ve Etbâ'dan farklı iddialarda bulunmak, yeni yeni iddialara taşmak, çokça görülen bir haldir.

7. Sebeb-i nüzul gibi yardımcı vâsıtalar; neshin tesbitine yardımcı olan belgeler görmezden gelinmiştir.

8. Mübalağalı tesbitler yapılarak nesih vak'aları olduğundan daha fazla imiş gibi çoğaltılmıştır.

9. Bitaraf olamama durumu mevcuttur.[127]

Âyetlerdeki nesih vak'alarım incelemek için bu kitaplar yanında şüphesiz; tefsirlerin, târih ve hadis kitaplarının, usûle ait eserlerin bir­likte incelenmesi şarttır. Neshin bu nevinin bizi ilgilendiren yönleri var­dır. Şöyle ki: hadisteki nâsihmensûh vak'alarımn bazıları buradaki bilgiler ile alakalıdır. Hatta, adı geçen müellifler içinde, hadisteki nes­he az da olsa bölümler ayıranlar mevcuttur. [128]

Hadisteki nesih vak'alarınm, Kur'ân ile ilgili bir diğer yönü de, nesihteki tarafların çeşitli olması durumu; âyetin hadisi, hadisin âyeti neshi meselesidir. Nesihteki bu yön için de adı geçen kitaplara bakma zarureti vardır. Meseleye konumuzla olan ilgisi nisbetinde temas ettik­ten sonra diğer eserlere geçebiliriz.[129]

 

bb) Hadisteki Neshi İnceleyen Kitaplar :

 

Bu nevi kitapların mevcudiyetini haber veren kaynaklar bize, taf­silât vermeden müelliflerin isimlerini sayar, eser hakkında tanıtıcı bil­gi vermezler. Belki de eserlerin bir çoğunun bugün için yokluğu bunu doğuran âmillerden sayılabilir. Bu bulunmayış, kitapların dörtte üçü için geçerlidir; yâni îmâm Şafiî'nin eserlerini de sayarsak, bugün eli­mizde dört tane, hadiste nesh konusuna ayrılmış eser vardır. Bunlar İmâm Şafiî, el-Esrem Ebû Bekir, îbnu Şahin ve el-Hâzimı'yç ait kitap­lardır. Halbuki aşağıda göreceğimiz gibi, bu meseleye tahsis edilen kitaplar, aslında Kur'ân'daki neshe ayrılandan daha çoktur. Bu dört eseri sona alarak diğer kitpları ve müelliflerini görelim: [130]

 

Ahmed b. Hanbel (241 = 855) :

 

Hadiste nesih konusundaki eserlerin yazarları arasında, büyük muhaddis ve tabileri bulunan bir fıkıh mezhebimizin müessisi Ahmed b. Hanbel Üe mevcuttur. Muhammed b. Ca'fer el-Kettânî, hadis literatü­rüne tahsis ettiği eserinde buna temas etmektedir.[131] Fakat adı geçen eserde başka bir tafsilât mevcut değildir. Hayreddin Zirikli de böyle bir eserden bahseder. Fakat kitabın, hadis veya âyetlerdeki nesihten hangisine temas ettiğini belirtmez. [132] Durum böyle olmakla beraber biz, Kitâbullah'taki neshi inceleyen eserler arasında bu kitabın sayilmayı-gını, eserin hadise tahsis edilmiş olmasına bir işaret saymaktayız. [133]

 

Ebû Dâvud es-Sicistânî (275 - 888) :

 

Sünen sahibi büyük muhaddis Ebû Dâvud es-Sicistânî'nin de bu ko­nuda eser telif ettiğinden söz edilmektedir. [134] Bazı eserlerde ise bu ko­nuda bilgi verilmemektedir. [135] Buhârî'nin el-Câmi'inin sarihlerinden îb-nu Hacer el-Askalânî, kitabında, imâmın adı geçen eserinden nakiller yapmıştır. [136]Bu kayıttan bizde, eserin belki de dokuzuncu asırdan son­ra ortadan kalkmış olacağı fikri uyanmaktadır. [137]

 

el-Ca'd, Ebû Bekr Muhammed b. Osman eş-Şeybânî (301/410 = 934) :

 

Kâtip Çelebi[138] ve Zirikli[139] bu zâtı hadiste nesh konusunda eser ya­zan müellifler arasında sayarken, el-Kettânî böyle bir isim vermemek­tedir. [140] eş-Şeybânî, İbnu Keysân isimli âlimin ashâbmdandır. Mısırlı bir âlim de eserinde, [141] el-Ca'd'ın böyle bir eserinden söz etmektedir. [142]

 

Ahmed b. İshâk el-Enbârî (318 = 930) :

 

Müellifimizin nisbetirii ed-Dînârî tarzında tesbit edenler de olmuş­tur[143] Kâtip Çelebi ve  el-Hûlî[144], bu [145]  zâtın   nâsih-mensûh  yazarlarından olduğunu belirtir. Zirikli de aynı şeyi söyler.[146] Bunların tümü, mü­ellifin eserinin, hadis veya âyetlerdeki neshe ait olduğu noktasında bilgi vermezler. [147]

 

Ebû Muhammed Kâstm b. 'İşba' el-Kurtubî en-Nahvî (340 = 951) ;

 

Hacı Halife bu zâtı, hadiste nâsih-mensûh yazarları arasında say­maktadır. [148] el-Hûlî de aynı ifâdeyi kullanır, [149]el-Kettânî ise bu ismi vermemektedir. [150] Hayreddin Zirikli, en-Nâsih ve'mensûh adlı eserin, hadise veya Kur'ân'a ait olduğunu açıklamaz. [151]

İbnu Bahr el-İsfehânî (?).[152]

 

Abdüîkerim b. Hevâzin (465 = 1072):

 

Kâtip Çelebi, bu âlimi nâsih-mensûh yazarı olarak zikreder. [153] Zi­rikli[154] ile el-Kettânî de ise bilgi mevcut değildir. [155]

İbnu'l-Cevzî ; [156]

 

el-Ca'berî, Bürhânüddin (732 = 1331) :

 

Kaynakların eserinin adından bahsettiği müelliflerden biri de bu zâttır. Kitabının adı Rüsûhu'l-dhbâr fî Mensûhi'l-ahbâr'dır. Kitap bu­gün mevcuttur. Mısır'da, Dârü'l-kütüb müessesesinde, el-Hizânetü't Teymûriyye (no: 153) bölümündedir. [157]

 

Abdülkâdir el-Bağdâdî (429 = 1037) :

 

Yukarıda, Kur'ân'da nesh konusunu işleyen eserlerin adlarım ve­rirken bu müelliften de bahsetmiştik. el-Bağdâdî, eserinin yedinci bölümünü, hadislerdeki neshe tahsis etmiş bulunmaktadır. Adı bu sebeble burada zikredilmiştir.[158]

 

Ahmed b. Muhammed en-Nehhâs (338 = 949) [159]

 

Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. eVCevzı (597 = 1200):

Bu zâtın kitabının adı Ahbâru ehli'r-rüsûh bi miktarı''l-hadîsi'l'mensûh. [160]

 

Hüseyin b. Abdirrahmân el-Ehdel el-Yemenî :

 

Verilen bilgilere göre bu zâtın, îddetü'l-mensûh mine'l-hadis adi1 bir eseri vardır. Bu kitap, ibnu'l-Cevzî'nin az önce adı geçen eserinin bir özeti mahiyetindedir. [161]

 

Allâme Ebu't-Tayyib Sıddîk b. Hasen el-Kanûcî :

 

Müellifimizin eserinin adı İfâdetu'ş-şüyûh bi miktârı'n-nâsih ve'l mansûh) dur. Yalnız bu eserde, Kur'ân'daki neshe de temas vardır, Be­lirtildiğine göre Farsça olan eserin muhtevası şöyledir:

a) Mukaddime : neshin   mânâları   ve ilgili   hükümler,

b) Birinci bâb: sûre tertibine göre Kur'ân-ı Kerim'deki nesh,

c) îkinci bâb :    Hadisteki   nâsih-mensûhlar,

d) Hatime : bazı   faydalı   bilgiler. [162]

 

İmâm Şafiî (204 = 819) :                         

 

imâmın nesh konusundaki otoritesi hakkında bazı bilgiler nakletmiş bulunmaktayız. Kendisinin bize kadar intikâl etmiş olan eserleri içinde bilhassa iki tanesi nesih konusunda bilgi veren kitaplardır. Bu iki eser: er-Rtsâle ile Ihtilâfu'l-foadis adlı kitaplardır.

er-Risâle, her ne kadar içinde, pek çok usûli hadis meselelerini Şâ-fiî'nin hadisçilere has metodlarla incelemiş olduğu bir eser ise de, usûl-i fıkıh konusunda ilk müdevven eser vasfını almıştır. Burada neshe te­mas eden bilgiler karışık durumdadır. Yâni âyetle ilgili nesih görüldü­ğü gibi diğerleri ve bu arada bazı kaideler de görülür. İhtilâfu'l-hadis' te ise, belirli konulardaki nesh vak'aları, haberlerle te'yid edilerek ve­rilir. Eserin baş tarafında uzunca bir bölüm; âyet ile hadisin karşılıklı olarak biribirlerini neshi meselesine ayrılmıştır.[163]

 

el-Esrem Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed el-Horasânî (261/270 = 883) :

 

Zirikli, eserinde bu zâtın hayatım anlatırken, Nâsihu'l-hadis ve mensûhuh adlı kitabından söz etmez.[164] Bu anmayış, eserin tek nüsha halinde kalmış bulunmasından neş'et edebilir. el-Kettânî, el-Esrem'in kitabını zikreder. [165]Hacı Halife ise şöyle bir eserden söz etmemekte­dir. [166]

Kaynakların farklı ifâdeleri bir yana, eserin yirmi varaklık bir parçası, bir mecmua içinde, Ankara Dil, Tarih-Coğrafya Fakültesi ki­taplığı îsmâil Saib Sencer bölümünde mevcuttur. [167]

 

Ebû Bekr Muhammed b. Mûsâ el-Hâzimî (584 = 1188) :

 

Bu gün elde mevcut, matbu', şöhreti yaygın, hadiste nâsih mensûh konusunu işleyen eserinin adı el-İ'tibâr fî beyânı'n-nâsih vel-mensûh mine'l-ahbâr'dır. Müellif, otuzaltı yıllık ömür yaşamasına karşılık ki­tabı, etrafına ve sonraki zamanlara müessir olmuş, kaynak eser ola­rak yapılan atıflarda hep bu kitap zikredilmiştir.

el-Hâzimî'nin adı geçen eseri yedi bölümdür. Yaklaşık olarak, iki baskısında da sayfa adedi 250'yi az geçmektedir. Eser, Allah'a hamd ile başlar. Bu bölüm kısadır. Bundan sonra müellif şunları söyler: «Bu eser, içinde bana kadar ulaşmış olan ve Hz. Peygamber'in hadislerin­de cereyan eden nâsih-mensûh belirten bilgilerin bulunduğu bir ki­taptır. Nâsih-mensûh meselesi kıymetli bir ilimdir. Baş döndüren, derin yerleri ve çetrefil kısımları vardır. Onun gizlediği bilgileri açığa Çıkarma işinde, bir çok ilim adamı yorulmuştur.[168]

«... Hadisleri yine hadislerle bilme ilminden nasibi olmayan, ha­dislere ancak yine hadislerle yol bulamayan bazıları, bu konuda çok az söz söylendiği, hadisteki nâsih-mensûhları inceleyen mahsullerin az ol­duğu vehmine kapılmıştır.  Halbuki  Efendimizden  menkûl İslâmî  hü-kümlerdeki sahâbî ihtilâfları üzerine ciddî eğilen kişilere fikrimiz görünür Bu girişten sonra, hadiste nâsih-mensûh meselesini in­celeyen bir ferd olarak el-Hâzimî, bize îbnu Şihâb'ı takdim eder ve onun: «Hz. Rasûl'ün hadislerindeki nâsih-mensûh'un bilinmesi keyfiye­ti, fakihleri yordu ve acze düşürdü» şeklindeki meşhur sözünü nakleder. el-Hâzimî'nin, İbn Şihâb Zührî'den sonra kendi mezhebinin de imâ-ffu olan eş-Şâfiî'yi. hadiste neshi inceleyen en eski müelliflerden biri olarak zikri normaldir.  Onun ifâdesine göre eş-Şâfiî',  er-Risâle adlı eserini sadece bu konuya tahsis etmediği için, gerekli genişliği burada göstermemiştir. Yine onun ifâdesine göre er-Risâle münhasıran neshi işleyen bir nâsih-mensûh    kitabı   değildir.

el-Hâzimî, «nâsih-mensûh bilgisi»ni, içtihadı tamamlayan unsur­lardan biri olarak görür. Onun görüşüne göre: «Peygamberimizden ge­len her türlü menkûlatın bilinmesi ictihâd'da en büyük rükündür». Buse ancak nâsihmensûh bilgisi ile mümkün olabilmektedir.

Pek çok nâsih-mensûh yazarı tarafından nakledilmiş olan bir ha­beri el-Hâzimî'de de görürüz: Bir kışsacıya rastlayan İmâm Ali kendisi üe şu muhaverede bulunur:

Nâsih-mensûhu biliyor musun?

Hayır.

Hem kendin helak oldun, hem de başkalarım helake sürükledin.

Rivayete göre buradaki kıssacı, Ebu Yahya el-Muarkıb'dır ve vak' ayı nakleden bir haberi eserde yer almaktadır. Buna benzer bir kaç vak'a daha nakledilen el-İ'tibâr'daki haberlerden biri de îbnu Abbâs'a nisbet olunmaktadır. [169]

el-t'tibâr'm beşinci sayfasına kadar bu türlü bilgiler verilir. el-Hâ­zimî «mukaddime» başlıklı bölüme girmeden önce okuyucusuna şunla­rı söyler: «Asıl gayeye başlamadan Önce, konuya giriş tarzında; nes­hin hakikatini, lâzımını, tâbirlerini anlatacağımız bir medhal lüzumlu­dur».

Eserin bundan sonraki   bölümleri  ve içine aldığı  konular şöyledir :

1. Mukaddime :  Bu kısım 17 sayfa kadardır. Başlıklarla ayrılmış olmamakla beraber kendi içinde şu konulara bölünebilir: Neshin lügat mânâsı,   neshin  ıstılahtaki   çeşitli  tarifleri,   neshin  taşıması  gereken şartları, belirtileri, hadislerde   te'âruz   ve   tercih   konu ve   ka-ideleri,    hadislerin biribirine tercihinde tâkib olunacak    yollar.

2. Birinci fasıl:  tahsis ile nesih arasındaki fark, sünnette neshin mevcut olduğu,

3. Bab :  Kitâb'm sünnet ile neshi :  sünnetin Kitâb'ı tefsir edişi, sünnetin Kur'ân'a hâkim oluşu, çeşitli görüşler.

4. Fıkıh bâblarına göre_ nesh cereyan eden vak'alar.

Hâzimfnin eserine kaynaklık eden kitap ve şahısların mevcudiyeti şüphe götürmez derecede açıktır. İmâm Şafiî'nin eserlerini, el-î'tibâr'-ın başlıca kaynaklarından saymak mecburiyetindeyiz. Bu fikre bizi götüren âmillerin başında, müellifin îmâm Şafiî'ye sıkı sıkı bağlı oluşu ve eserinden yaptığı iktibasların bolluğu gelir. Bu iktibasların hemen çoğu İhUlâfu'l-hadis'ten olmaktadır. Bunun dışında, kendisinden hadis alıp eserine dercettiği takriben 127 kadar şeyhin isimlerini tesbit et­miş bulunuyoruz. Bunlar içinde eser sahibi olanları mevcuttur. Bazı haberlerde bunu teyid eden kayıtlar vardır. Şeyhler içinde geçen el-Es-rem, zaman itibarıyla müellifimizle çağdaş değildir. Bunun gibi, muh­telif eserlerden nakil yaptığı ve fakat kitap tasrih etmeden sadece mü­ellife haberi isnâd ettiği de vardır. Bu 127 şahıs üzerinde yapılacak bir araştırma; müellifimize çağdaş olanları tesbitte faydalı olacağı gibi, ayrıca onlar içinde eser sahibi olanlar mevcutsa bunu da açığa çıka­racaktır, el-î'tibar'da geçen şeyhlerden bilhassa kendisinden yirmiden fazla haber nakletmiş olduğu bazı zatların isimleri şöyledir:

1. Ebû Mûsâ Muhamme'd b.  Ömer el-Hâfız,

2. Ebû Bekr Muhammed b. İbrahim b. Ali el-Hatib et-Turukî el-Fârisî,

3. Muhammed b. Ömer b. Ahmed el-Medîhî, el-Hâfız el-Hemedânî el-Ensârî,

4. Eb» Zür'a Tâhir b. Muhammed b. Tâhir el-Makdisî, .  

5. Abdül Mün'im b. Abdülah b. Muhammed,

6. Ebu'1-A'lâ el-Hasen b. Ahmed el-Hâfız,

7. Ebû îshâk İbrahim b. Abdirrahmân el-Kazvînî ,

8. Ebu'1-Fadl Muhammed b. Buneymân b. Yûsuf el-edib,

9. Ebû Müslim Muhammed b. Muhammed b. el-Cüneyd,

10. Ebu'l-Ferec Abdülhamîd b. İsmail es-Sûfî,

11. Ebû Tâhir Ravh b, Bedr b. Sabit el-Sâfî,

12. Ebu'1-A'Iâ Muhammed b. Ca'fer el-Hâzin

13. Ebû Tâhir Ahmed b. Muhammed el-Hâfız,

14. Ebû Tâlib Ali b. Muhammed b. Ali b. Ahmed el-Kâdî

Şahıs olarak kaynaklarından bazılarını zikrettiğimiz el-Hâşimî'nin, Şafiî ile olan ilgisine daha Önce de temas ettik. Bunun dışında, el-Hâzimî' nin, Şafiî ile olan ilgisine daha önce de temas ettik. Bunun dışında, el-Hâzİmî'nin kitabında, kendisinden evvelki eserlere atıflar olup olma­dığını, el-Ptibâr'dan önceki devreye ait, nesih üzerine yazılmış ilmî mah­sullerin, bu kitaba yaptıkları kaynaklığın derecesini açığa çıkarmamız gerekmektedir.

Müellifimizin Şafiî olduğu hatırda tutulmalıdır İmâm Şafiî'den yap­tığı nakillerinde, onun kendi mezhebinin imâmı olmasından çok, bütün müelliflerin ısrarla, nesihteki ehliyetinden ve köklü bilgisinden söz et­tikleri eş-Şafiî'nin ilk kaynaklardan olması hatıra gelebilir.

el-Hâzimî, kendisinden Önceki çalışmalara mukaddimede temas eder­ken, Şafiî'nin er-Risâle'sinden, söz etmiştir. Yine orada, adı geçen eserin konusunun sadece nesih olmadığı hususu da açıklanmaktadır. Bunun dışında müellifimizin söylediğine göre, Şafiî'ye ait, nesih ile ilgili bilgileri toplayan bir takım evrak da şahısların vefatı ile kaybol­muştur.[170]

Müellifimiz, Şafiî'den yaptığı nakillerinde, ondan ayrıldığı noktala­rı da tesbit etmekte, Şafiî'den farklı görüşler de serdetmektedir. el-Hâ-zimî'nin, yazılı kaynaklara müracaat ettiği;'kitaplarını görüp de ten-dilerinden nakiller yaptığı kişilerin bulunduğunu ifâde etmiştik. Şeyh­leri durumunda olan ilk râviler ile, kendisi arasındaki tasavvur ettiği­miz araştırma bu hususu aydınlatır. Hadisleri sevkedişi esnasında kul­landığı edâ sığalarından, hep şifahî malzemeyi dercettiği kanâatma varmamız hayli güçtür. Şâfî'den yaptığı nakillerde de eser adı ver­memektedir. Bununla beraber, şeyhlerinden bazılarının belirli bir ki­taptan kendisine hadis verdikleri hususuna hükmedecek işaretlere, ese­rin bir kaç yeroinde Taslamaktayız. Bu yerlerden bazıları şunlardır:

a) Ebû Abdillah el-Hasen b. Abbâs el-Fakih'ten yaptığı bir na­kilde «fî kitabihi» cümlesi geçmektedir (s. 3).

b) Ebu'1-Fadl Abdullah b. Ahmed b. Muhammed adlı kişiden nak­lettiği bir haberde, haberi «Musul'da ve şeyhin eski bir kaynak eserin­den; onun elindeki ASL'dan» duyduğunu zikreder. [171] Bu iki Örnek dışın­da eser adı vermese bile el-Hâzimî, et-Tahâvî'niiı Me'âni'l-âsâr'mdan bazı nakillerde bulunduğu gibi, ayrıca adı geçen esere atıflar da yap­maktadır.

Bugün, elimizde eserini ancak yirmi varaklık bir bölümü olan el-Esrem Ebû Bekr'in kitabından da bazı nakillere Taslamaktayız.[172]

 

Metodu :

 

el-Hâzimî ,eserinde mukaddimedeki bilgiler dışında nazarî izahlara girişmez. Kitabın içindeki nesih vak'aları fıkıh bablarına göre tanzim edilmiş ve sıralanmıştır. Her konu ile ilgili özel bir bab açılmak­tadır. Konunun başlığı, çok kere «bir hüküm ve bir görüş ifâde eden cümleler» şeklinde verilmiştir. Başlıktan sonraki bölümler ve incele­meler ise şöyle'dir:

a. Hadisler. Önce konu ile ilgili, aynı değerde olması gereken ve aralarında   te'âruz   sezilen haberleri zikreder. Bu haberlerin aded-leri,  bazı durumlarda yarım düzineyi bulmaktadır.

b. Haberlerin tahrici ve kaynaklan. Bu bölümlerde râviler hak­kında bilgiyi lüzumlu görürse verir. Salahiyetli cerh ve ta'dil âlimleri­nin fikirlerini nakleder. Ayrıca gerekli görürse kendi fikrini de açıkla­madan kaçınmaz.

c. Müellif, fikir gruplarını; o nesh vak'ası ile ilgili görüş ayrılık­ları ile onları taşıyan şahısları veya grupları da belirtir. Bunun yanın­da değerlendirmeler yapar,  açıklamalarda bulunur.

d. Her görüşün taraftarlarım,   sahabeden   başlayarak o fik­re zâhib olan    ilim    adamlarını sıralar, Bazan, bu fertlerin müdâ­faalarını zikreder.

e. Açıkça nesh konusuna veya o vak'adaki nesh iddiasına işaret eder. Bu iş için gerekli görürse başlık açar. Konuların işlenişinde   e n Önemli    bölüm    bu bölüm olsa gerektir. el-Hâzinn, beliren ka-nâatları zikrettikten sonra, o mevzûdaki nesh kendi şartlarına ve araş­tırmasına göre takarrür edince, meseleyi bırakmaz, ayrıca neshe te­mas ederken görüşleri ve delilleri ortaya koyar. Önce hadislerin denk olup olmadığını araştırarak işe başlar. Eğer haberler arasında, biribi-riyle muârazaya girebilecek denklik ve güç görmezse meseleyi o açı­dan sonuca bağlar. Yok eğer nesh vârid ise onu tesbite çalışır.

f. Nesih vak'asına işaret eden, yardımcı haberleri ve tatbikatları sıralar.

g. Nesh vak'ası veya isnadı şüpheli ise; veya hadisler arasını bul­mak   (cem1)  mümkü nişe o yola başvurur;  yanlış anlamalara temas eder.

Kısaca tavsifini yaptığımız bu çalışmasında müellif, muhaddisle-rin yolunu tutarak her haberin bir sened ile sevk işlemine Önem verir. Bu yüzden rivayet zincirlerinin sonunda zikri geçen bilgileri sıralayıp bir fikrî teselsül temini yerine göre hayli zorlaşır. Uzun ve teorik izah­lar yerine, kısa ve vakıaya uygun noktaları külfetsizce ifâde ediverir. Bu yönüyle, bir usûl-i fıkh kitabında veya bir usûl-i tef­sirdeki nesih incelenmesinden çok farklı bir anlayışı, metodu ve çalış­ması mevcuttur. Diyebiliriz ki, muhaddislerin yolu olan: «nakil ve târihî sağlam bilgi, rivayete müstenid ma'lûmat» Hâzimî'de de esastır; aklî ve mantıkî izahlara   yer   verilmemektedir.

Eserin, şüphesiz eksik yönleri de vardır. Bu eksikliklerin bazıları, daha sonraki zamanlarda ortaya çıkan ve ortaya atılan yeniliklerle di­ğer eserlerde giderilen teknik kusurlardır. Zammanma göre bu eksik­likleri müellifin eserinin kıymetini azaltmaz. Meselâ: eser, fıkıh bab-larına göre değil de, daha farklı bir şekilde de tasnif edilmiş olabilirdi. Kanâaümızca bugünkü mevcut şeklinde kitaba Şafiî'nin, İhtilâfu'l-ha-dis'inin tasnif üslûbu fazlaca tesir etmiştir. Hükümlerin ve vak'aların cereyan tarihlerine göre bir kronolojik sıralama veya nesh cereyan ettiği kat'i olan vak'alarla olmayanları ayırma tarzında bir tasnif, şüpheli olanları da üçüncü bir grup halinde toplama şekli de düşünülebilirdi, Diğer bir husus; her vak'anm sonunda veya uygun gö­rülen yerinde. «Buf tarih ile sabit bir nesh vak'asıdır», «Bu Hazreti Peygamber'in sözüyle açıklanmış», «Bu, şu şu yollarla bilinen bir nesh vak'asıdır» tarzında açık belirtmeler yapılmış olsaydı daha iyi olurdu. Bunun pratikteki faydası, vak'aların değerlendirilişinde bize olan yar­dımıdır.

Bir iki yer istisna edilecek olursa, eserde, Kur'ân'la sünnetin yek­diğerini neshedişi gibi bir konuya yer verilmediği görülür. Bir nazarî mesele şeklinde, ihtilaflara bürünen konu ile ilgili olarak bir veya bir­kaç vak'a tesbiti yapmış olsaydı, lüzumu olmayan münâkaşanın kökün­den hallinde yine de faydalı olurdu.

el-İ'tibâr''da, sadece muhaddislerin usûlüne uygun olarak hadisler-deki nesh vak'alar incelenmekte, diğer ilim dallarının meseleyi ele alış üslûbları ile hata ve sevaplara temas edilmemektedir. Eserin hemen hemen hiç bir yerinde böyle bir tesbit yoktur. Yani el-Hâzimî başka türlü yapılmış çalışmalar hakkında fikir beyanında bulunmamıştır. Hal­buki ilgili yerlerde de açıkça görüleceği gibi, nesih konusunu işleyen­ler arasında temelde bazı mühim ayrılıklar mevcuttur ve bunlar neti­celeri değiştirecek karakterdedir.[173]

 

Ebû Hafs Ömer b. Şahin el-Bağdâdî el-Vâiz (385 = 995) :

 

Elde mevcut, hadisteki neshi inceleyen eserler arasında, yazma halinde bulunan, neşredildiği takdirde, el-Hâzimî'nin eserinden biraz daha hacimli olacak olan kitap, İbnu Şâhin'in Nâsihu'l-hadis ve men-sûhuh isimli kitabıdır.

Kâtip Çelebi, Kettânî gibi müellifler tarafından varlığı haber veri­len bu eser için el-A'Iâm bilgi vermemektedir.[174]

İbnu Şahin'in kitabının dünya üzerinde mevcut üç nüshasından bah­seden Profesör Dr. M. Fuâd Sezgin; İstanbul, Ankara nüshalarıyla, İs­panya (Eskorial) nüshalarından söz etmektedir. [175] Mısırlı âlim Profesör Dr. Mustafa Zeyd ise, eserinde, Mısır'da mevcut bir nüshayı haber ve­rir. Buradan anlaşılıyor ki, gerek Brockellman ve gerekse M. Fuâd Sezgin'in varlığından haberdar olmadıkları başka İbnu Şahin nüshası vardır. [176]

Aşağıda mâhiyetini ve müellifini tanımaya çalışacağımız bu ese­ri İbnu Abdilhakk diye tanınan Ali b. İbrahim, (h. 744 de) tek cilt ha­linde ihtisar etmiştir. [177]İhtisar eden zâtı İbrahim b. Ali şeklinde haber verenler de vardı. [178]

Vaiz, hafız ve müfessir gibi sıfatlarla da anılan îbnu Şahin (Ömer b. Ahmed el-Bağdâdî), 297 hicrî tarihinde doğmuştur. [179]Doğum tarihi­ni 277 olarak gösterenler de vardır. [180]Müellifimiz, el-Bağdâdî olarak nisbetlendiğine göre, kendisinin Bağdâd ile olan ilgisi; oralı olduğu şeklinde anlaşılabilir.

Kaynaklar kendisini, hadis hafızı olduğu kadar, tefsir ve kıraat ilimleri ile uğraşmış bir kimse olarak da tanıtır. Meşhur kârilerden bahseden eserlerde adı geçmektedir. Şâh Veliyyullah ve di­ğer bazı müellifler, İbnu Sâhin'in eserlerini oldukça düşük bir katego­riye sokarlarsa da, [181]Muhammed Ibnu'l-Cezerî onu; «Sika; meşhur, büyük bir imamdır» tarzında tezkiye eder. [182] İbnu Hacer'in nak­ısı line göre; bu konuda farklı düşünenler azdır. Muhammed. b. Ömer ed-Dâvûdî, îbnu Şâhin'i «lahn yaptığından dolayı» ve «fıkıhtaki bilgi­sinin azlığı sebebiyle» eksik görürse de, yine sika olarak tavsiften geri durmamaktadır. Bu mesele ile ilgili olarak anlatılan bir hâtırada, îbnu §âhin'in, Ebû'l-Hasen ed-Dârakutnî'nin yanında, onun heybetin­den sessizce oturduğu, konuşamadığı nakledilmektedir. Fıkıhtaki bil­gisizliği iddiası, belki de kendisine: «Hangi mezhepten olduğu sorul­duğu zamanlar verdiği «Muhammed'in mezhebindenim» tarzındaki ce-vabındaki sezilen sertlik üzerine söylenmiş de olabilir. Tefsirinde, kul­landığı haberlere ait bazı senedleri karıştırdığı da vârid iddialar ara­sındadır.

Hamza es-Sehmî adlı âlimin, ed-Dârakutnî'den: «İbnu Şahin ha­ta eder, hatasında da musir davranır, bununla beraber sikadır» sözünü naklettiği belirtilmektedir. Yine verilen bilgilere göre İbnu Şa­hin «Kendisine itimâdının çokluğu yüzünden, eserlerine dercettiği bil­gileri, asılları ile kontrol etmeden bırakmaktadır», İbnu Ebi'l-Ferâvis ve Akîkî gibi âlimler, kendisini mûtemed sayarlar. Ebû Bekr Ah­med b. Umeyr el-Bakkâl, İbnu Şahin için, «zayıftır» sözünü kul­lanmıştır. Bu son söz, İbnu Yezdâd isimli birisinden menkûldür.[183]

Müellifimizin üçyüz kadar te'lifinden söz edilmektedir. Bunlar için­de, oldukça' hacimlileri de vardır. Binbeşyüz cüzlük, müsned tipinde es-Sünne adlı bir eseri mevcuttur. Yazmalarda, takriben her on va­rak için «cüz» tabiri kullanılagelmiştir. Durum böyle bile olsa, binbeş­yüz cüzün tutacağı miktar oldukça büyük bir hacimdir. Otuz cildlik bir tefsiri ile, hadis ricalinden, sika olanlara tahsis edilmiş bir tarih    kitabı da vardı. [184]

Kaynakların verdiği bilgiye göre, müellifimizin eserlerinden biri de, hadisteki nâsih mensûha taksis edilmiş olup ismi, Nâsihu'l-hadis ve mensûhuh'tur. Kitabı, Kâdî Ebû Bekr Muhammed b. Ömer b. Mu­hammed b. İsmail b. el-Ahdar ed-Dâvûdî tarafından rivayet edilmiş olup, bugün için birkaç nüshası bilinmektedir, ed-Dâvûdî'den eseri nak­leden kişi, Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed b. Ali el-Hayyât el-Bağ-dâdî'dir. Gördüğümüz iki nüshadan biri, Süleymâniyye kütüphanesi, Re-şid  efendi  bölümünde  Î20  numarada  kayıtlı mecmuanın  95 varaklık kısmıdır.[185] Diğeri ise, Ankara Dil Târih ve Coğrafya Fakültesi kütüp­hanesi, îsmâil Sâib Sencer koleksiyonundaki, Ebû Bekr el-Esrem'in adı evvelce zikredilen eseri ile aynı mecmua içinde bulunmaktadır.

ed-Dâvûdî'nin, bu eseri îbnu Şâhin'den kıraat yoluyla aldığı tarih h. 375 yılı olup, bu tarih müellifimizin vefatından on yıl öncesine raslamak tadır.

Besmele ile başlayan eserde: hamdele, te'lif sebebinin beyanı v.b. bölümlere yer verilmemiştir. Müellife kadar varan bir senedin zikri ile eser başlamaktadır. Eserin ilk cümlelerinde İbnu Şahin, Hüseyin b. Ahmed b. Rabi'el-Enmâtî tarikiyle ye İbnu Ömer'in aracılığı ile Hz. Peygamber'e kadar varan bir haber verir. Görünüşe göre bu habeı Peygamberimize ait merfû" bir hadistir. Hadis şöyledir: «Kur'ân'ın âyetlerinin biribirlerini neshettiği gibi benim hadislerim de biribirini neshederler».

Çok ilgi çekici olan bu hadis, diğer muteber eserlerde bulunmamak­tadır. Sadece, aynı lafızlarla Müslim'in el-Câmiu's-sahih'inde bir ha­ber vardır. Kitâbu'l-hayz'daki bu rivayet, Peygamberimize ait bir söz olarak görünmemektedir. Senetten anlaşıldığına göre sözün sahibi, Ebu'1-A'Iâ b. eş-Şihhîr'dir. Nevevî'nin belirttiğine göre ise bu zât ta­biidir. [186]

îbnu Şahin bundan sonra, Zührî'ye ait olduğu açıklanan iki cümle ile, ilk sözlerini sona erdirir. Adı geçen cümleler şöyledir:

«... emirlerden ilkini, sonuncu emir ile nâsih görürlerdi»,

«Fakihleri, peygamberin hadisleri içindeki nâsih ve mensûh olan­ları bilip ayırma işi, hem acze düşürdü ve hem de yordu».

Müellifimiz, bu üç cümle ile eserine girişi normal bulmakta; nesh konusunun zorluğuna, karışıklığına değinmekte ve hadiste de nesh key­fiyetinin olacağına ait, ehil ağızlardan beyânlar getirmekte, bu kada­rını da yeter bulmaktadır. Bu bölümde müellifin kendisinden bir şey mevcut değildir. Eserin ilk sayfası bitmeden konular başlar. Başlık­larda çok kere mensûh ve nâsihlerden hangilerinin zikredilmekte oldu­ğu belirtilir.

İbnu Şâhin'in, eserinde tâkib ettiği çalışma tarzı ve üslûbu hakkında bilgi sahibi olmak için, seçeceğimiz bir kaç konudan elde edeceği­miz bilgiler ve fikirler kâfî gelecektir. Eserin muğlak bir tertib yönü yoktur. Müellifin ilk olarak geçtiği konu, taharet kitabına ait   i k s â 1 meselesidir. îbnu Şahin, el-Hâzimî gibi, bahislere başlıklar verir. Fa­kat bu başlıklar, evvelkinin yaptığı gibi bir takım hüküm ve kanaat belirtici  cümleler şeklinde değildir. Meselâ ilk mesele için:  «Mensûh hadislerle ilgili  birinci bâb:   Taharet kitabından» şeklinde bir başlık açılmıştır. Önce mensûh kabul edilen haberleri verir. Bu haberler, in­zal olmadan bırakılan birleşmelerin guslü gerektirmediğini ifâde eden, ruhsat belirten haberlerdir. Bu bölümdeki hadisler, el-Hâzimî'nin nak­lettiklerinden daha fazladır[187]kundan sonra müellif, nâsih hadisleri zikrettiği  bir  bab  açar:   «Bu  hadislerin  mensûhluğunu  ve  meselede nesh olduğunu belirten bâb». Burada da iki sayfa içinde nâsih hadisleri verir. Bütün bu nakilleri esnasında kendisinin herhangi bir beyânı gö­rülmemektedir.

İbnu Şahin, bazı konuları bu kadar da uzun yazmamaktadır. Bir sayfada biten bölümler bile vardır. Böyle olan kısımlarda, bir veya iki , hadisin nakli dışında eserde başka bir özellik mevcut değildir.

Bazı kısımlarda başlıklar daha değişiktir. Meselâ: «Erkek ile ka­dının birlikte guslü»[188] başlığı ile ilgili hadisler zikredildikten sonra; «Bu meseledeki ihtilâflar» şeklindeki bir başlık daha atılmıştır[189] Bu bölüm de, görülünce anlaşılacağı şekilde nazarî münâkaşaların bu­lunduğu bir yer olmamaktadır. Yazar, kısa cümlelerle gerekli gördüğü hususlarda tenkid bazan yapar. İbnu Şâhin'de bu husus, el-Hâ-zimı'deki kadar geniş ve bol değildir. Meselâ : «ayakta abdest bozma konusu»ndaki ihtilâfları verirken: «Bu hadis birincinin neshini gerek­tirir... sahabeden bir grup bunu kerih görürler, bunlar......'dır. Ayakta

abdest bozanlar da olmuştur... Misâl verilebilir»[190] der. Diğer bir yer­de ise, «... Bu hadisler, iki ayağa mesh'in neshedildiğine delildir... Hü-şeym, bu durum İslâm'ın ilk zamanlarına aitti... Atâ ise: ayağa meshe-deni görmedim der»[191] «bu hadisin çözüm yolu nesh yolu değildir. [192] şeklinde açıklamalarda bulunur.

Bu neviden nakledeceğimiz diğer misâller, farklı olmadığı için, umûmî olarak diyebiliriz ki; «ibnu Şahin, hadiselerin yaptığı gibi, vak'-alar nakleder, Nâsih-mensûh haberlerin kendisine erişenlerini eserin­de sergiler. Eserde, usûl kitaplarındaki gibi nazarî kaideler, muhtelif fikirlerin tartışması geçmez. Bu tip kitapların en mühim özelliği, bir sergi mâhiyetinde oluşlarıdır; her türlü bilgi, ham madde ve malzeme bu eserlerin bünyelerinde mevcuttur.

İbnu Şahin pek çok müellif gibi, kendisinden öncekilerin eser ve ilimlerinden faydalanmış bir âlimdir. Bu ilim adamları ve eserler, onun kaynaklarını teşkil ederler. Şurası unutulmamalıdır ki, kitabın malze­mesinin büyük bölümünü, eserdeki mevcut hadisler teşkil eder. Bun­ların tahrîcine lüzum görmemekteyiz. Çünkü, bu haberler, diğer ben­zeri kitapların da kaynağı ve malzemesi durumundadır.

İbnu'l-Cezerî, müellifimizin hocaları arasında (her halde kıraat il-mindeki); Ebû Bekr b. Ebî Dâvûd, Ebû Beki- b. Mücâhid, Ebû Bekr en-Nehhâs, Ahmed b. Ali et-Tanâcîrî isimli şahsı sayar.[193]

Eserde kaynak olarak kitap adına raslanmamaktadır. Haberleri kendilerinden naklettiği yüzü aşkın şeyh arasında, en çok adı geçen­lerinden bazıları şu isimlerdir:

1) Abdullah b.  Aîuhammed b.  el-Bağavî,

2) Abdullah b. Süleyman b. el-Eş'as,

3) Muhammed b. Hüseyin b. Humeyd b, Kabi',

4) Muhammed b.  Süleyman eî-Bağdâdî,

5) Ahmed b. Muhammed b. Sa'îd el-Hemedânî,

6) Yahya b. Muhammed,

7) Müellifin kendi babası,

8) Abbâs b. Abbâs b. el-Muğîre,

9) Abdullah b. Muhammed b. Ziyâd en-NeysâbÛrî,

10) Hâruh  b.  Ahmed  el-Bahrânî,

11) Abdullah b. Muhammed b. Ziyâd,

12) Ahmed b. İshâk b. Behlûl,

13) Abdülgâfir b. Selâme el-Hımsî,

14) Ahmed b".  Yûnus el-Kat'î,

15) Ahmed b. Süleyman b. el-Hasen v.b.[194]

 

B) Usûl Kitaplarında Nesh Meseleleri :

 

Nesihle ilgili literatürü incelerken, konuyu iki bölüme ayırmıştık: Müstakil eserler, usul kitapları. Müstakil eserleri de «Kur'ân'da neshi konu alanlar» ve sadece «hadisteki nesih ile meşgul olanlar» diye bö­lümlere ayırdık. Müstakil eserlerden de; bugün için elimizde olanlar, olmayan fakat varlıklarından çeşitli eserlerde söz edilenler şeklinde bahsettik. Arzedeceğimiz bu ikinci kısım ise tefsir, hadis ve fıkıh usûl­lerine ait eserlerde, nesihle ilgili malûmatın işleniş tarzı hakkında kı­sa bilgilerin toplandığı yer olacaktır. Maksat, bir mukayese imkânının doğması, nesihle ilgili bilgilerin toplandığı yerler hakkında icmâlî de olsa bir fikre varılmasıdır.

Usûl bilgisi (metodoloji ve ilgili bilgi dalının felsefesi gibi ad­larla isimlendirilen disiplinler) deyimi ile; fıkıh, tefsir ve h a-d i s usûllerini kastediyoruz. Aslında yaygın olan tatbikata göre usûl sözü ile çok kere fıkıh usûlü kastolunmaktadır. Bu üç disiplin veya ilim şubesinden tefsire ait olanda, nâsih-mensûh bilgisi adı altında müstakil bir konu işlenir. Çok kere orada teferruata dalınmadan, ilmin mâhiyeti, önemi ve konuları belirtilir bazı örnekler verilir. Tefsir usû­lü yazarı, eserinde mutlaka bu konuya temas eder. Dikkati çeken nok­ta şudur, burada verilen bilgiler, çok kere fıkıh usûlü kitaplarında mü­nâkaşaları yapılandan farklı olmamaktadır. Yâni, «bu tefsircinin ne­sih telakkîsidir» diyebileceğimiz ayrılıkların tesbiti hemen hemen im­kânsızdır. Yalnız burada Özellik olarak zikredebileceğimiz tek husus: tefsirle ilgili nesh bilgileri arasında, daha ziyâde âyetler arası nesh zikredilir. Bunlar bir takım itibarî bölümlere ayrılır. Bazen bu bölümlere ayırmada ittifak bile sağlanamaz. Konu Ulûmu'l-Kur'ân gru­buna bağlı bir ilim şubesinin ehemmiyetinin tanıtılmasından ibarettir. Tefsir usûlü bilgisinde, neshin zikredildiği yerlerden biri de müfessir Için lüzumlu bilgilerin sayıldığı yerdir. Burada da kanunun ehemmi­yeti ve neshi bilmeyen kimsenin tefsirde söz sahibi olamayacağı be­lirtilir.

Kur'ân'da nesh konusu ile ilgili fikirler incelenirken bazan, adı geçen ilim dalı ile ilgili kitâbiyyâta da temas edildiği görülür. Yine be­lirtelim ki; yapılan açıklamalar, verilen bilgiler çok defa, tefsir ile ilgili olan miktarı aşar. Fıkıh usûlünün ağırlığı orada da görülür. Fi­kirleri nakledilen kişilerin çoğu müfessir değil, fıkıh usûlcüsüdür.

Fıkıh usûlüne tahsis edilen eserler, hangi tarzda yazılmış olursa ol­sun, nesh konusuna bol bol yer verir. Bazıları müstakil bölüm açarak meseleyi ele alır. Bir kısmı Kitap ve sünnet konularını işlerken neshi anlatır, yaygın olan şekli ise, beyân çeşitleri tanıtılırken yapılan açık­lamalardır. Usûlcü, tebdil beyânı meselesinin tamamında nesh konu­sunu işlemektedir. Bunların dışında icmâ, n a s s'l a r ı n te'âru-zu, tercih, takviye gibi meselelerde 'de nesih, kendisinden sık sık söz edilen konudur. İlerde, meselenin münâkaşasını yaparken genişçe görüleceği gibi, fıkıh usûlcüsü, meseleyi ele alırken, hadis usû­lünün kânunlarını, ıstılahlarını ve ölçülerini alır. Fakat bazan zedele­yici tadilâta girişir. Umumiyetle; nazarî münâkaşa, tarif ve ıstılah farkları gibi konulara, meselenin aslını unutturacak biçimde ve ağır­lıkta dalar. Aklî ve mantıkî diyebileceğimiz mukaddimeler sıralayarak neticeler elde etmeğe çalışır. Bunu bilhassa, gerekli gereksiz her vâk'a-ya tatbik ederek; isterse nesh vuku bulmamış olsun vak'alar üzerinde dener. Durum böyle olunca nesh, artık alim daraldıkça müracaat edi- Ien bir emniyet supapı halini almaktan kurtulamaz. Tatbikatta görü­len, Hz. Rasûl ve sahabeden menkûl olan örnekleri tanıtacak yerde, «hayâl kurup, tasavvur edilenlere istinâdenû meseleleri açıklarlar. [195]Bunların sonucu olarak konu bazı ahvâlde uzatılır ve gayeden saptırı­lır.

<dlmu Mustalahi'l-hadis» diye de adlandırılan hadis usûlü bilgisin­de veya daha geniş anlamı ile «ulûmu'l-hadis» grubunda mesele; bir kaç yerde ele alınır. Bunlardan birisi «muhtelifu'l-hadis» diye isimlen­dirilen; her yönden değerleri ayni olan iki hadis arasında, zahiren gö­rülen farklılığın giderilmesi meselesidir. Burada, bilindiği gibi, çeşitli yollarla giderilemeyen te'âruz, tarih yönünden hadislerin dizil­mesi ve aralarında kurulacak kronolojik münâsebet ile çözüme kavuş­turulur. Nesh ilk olarak burada söz konusu olur. Fakat nazarî bilgiler verilmez. îkinci yer; hadise bağlı disiplinlerin sayıldığı, ilmu'n-nâsih ve'1-mensûh'tan bahsedildiği yerdir. Bu ilim dalının ehemmiyetine orada işaret olunur; kitâbiyyât kısa da olsa zikredilir. Hadis usûlüne tah­sis edilen ve bugün elde mevcut olan. eserlerdeki durumu anlattığımız zaman mesele biraz daha aydınlanır.

Hâlihazırda elde mevcut olan bilgilere göre, ilk usûl yazarlarından olan Ebû Muhammed el-Hasen b, Abdirrahmân b. Hallâd er-Râmehür-müzî'nin eseri, el-Muhaddisu'l-fâsil'daL konuya hiçbir suretle temas edil­memiştir.[196]

Hicrî 405 vefat tarihli ikinci müellifimiz, el-Hâkim en-Neysâbûrî, Kitâbu ma'fifeti ulûmi'l-hadis adlı eserinde, nesih meselesine, 21. nevi diye adlandırdığı bölümü ayırmıştır. Müellif burada, nesh meselesini nazarî olarak ele alıp inceleme yerine aşağıda sıralayacağımız konu­lardaki nâsih veya mensûh saydı|ı haberleri ye bunları kuvvetlendiren diğer rivayetleri toplamıştır. Neysâbûrî'nin temas ettiği konular şun­lardır:

a. Ateşte pişen yiyeceklerin yenilmesinin; yeniden abdesti gerek­tirip gerektirmediğine dair olan Ebû Eyyûb hadisi. Neysâbûrî'ye göre mensûh olan bu hadisi, aynı konudaki Câbir hadisi neshetmiştir. Müel­lifimiz, nâsih hadise uygun olan el-Berâ ve Câbir h. Abdillâh hadisle­rini de nakletmektedir.                                                           

b. Ölü hayvanın uzuvlarının kullanılması konusundaki Abdullah b. Ukeyne hadisi. Müellif, mensûh olarak tavsif ettiği bu haberi nesneden Abdullah b. Abbâs ha'disini de birlikte zikreder.      .

c. Denizin yüzüne vuran Ölü hayvanların yenilmesi konusu. Men­sûh; Câbir b. Abdullah hadisi, nâsih; Ebû hureyre haberi.

d. Kurbân etinin tevzi §ekli : Üç günden fazla durdurulup durdu-rulamayacağı hususu. Mensûh olan İbnu Ömer hadisini, Câbir b. Ah-dülah hadisi neshetmektedir.            .                . " . .                 .

e. ölünün; ev halkının ağlaması neticesi azâb göreceği meselesi: Mensûh; İbnu Ömer hadisi, nâsih; Hz. Âişe hadîsi. Müellifimiz," uzat­mamak için konuya bu kadarla temas ettiğini ifâde ile sözlerini bitirir. [197]

Usûl yazarlarından, h. 463 vefat tarihli, Ebû Bekr Ahmed b. Ali b.

Sabit el-Hatîb el-Bağdâdî el-Kifâye adlı eserinde, nesh konusuna temas etmemektedir. Kitabının son bolümü olan; «Bâbu'1-kavl fi te'âruzi'1-ah-bâr...» kısmında biie bilgi yoktur. Hatîb'in, üzerinde hâlen bir doktora çalışmasının yapıldığını haber aldığımız[198] tek nüsha diğer eseri el-Câ-mi\..i ise görmüş değiliz.

Hicrî 581 yılında vefat eden, Ebû Ömer b. Abdulmecid el-Meyânci' nin bir forma kadar hacimdeki, şöhretli eserinde de nesh konusu geç­memektedir. [199]  Yazdığı eseri kendisinden sonra gelenlere geniş çapta tesir eden. İbnu's-Salâh da, kitabındaki 34. nevi «Ma'rifetu nâsihi'l ha­dis ve mensûhih» başlığıyla açmaktadır. Müellif, nesh konusunu Önce bir bilgi şubesi olarak tanıtır, güçlüklerinden söz eder. Onun ifâdesine gö­re, eş-Şâfiî, bu sahada en büyük mercidir. Îbnu's-Salah kısa bir cümle ile neshin tarifini verdikten sonra, taflınması bakımından onu bölümlere ayırır. Bunun dışında bilgi vermemektedir. Teferruata ait bilgi yoktur, İbmi's-Salâh, nazarî münâkaşalardan da eserinde sarfı nazar etmiştir. [200]  Kitabının bit özeti olan el-Bâisu'l-hasis'te müellif İbnu Kesir, aynen Şeh-rizûr! gibi 34. nevide konuyu ele alır. Yalnız onun bir cümlesi dikkati çeker durumdadır, İbnu Kesir, nâsih-mensûh bilgisini hadis usûlünden ziyâde fıkıh usûlüne ait saymaktadır: «??e hâze'l-fennu, leyse rain ha-sâisi hâse'lJcitâb; bel huve bî usûli'l-jıkhi eşheht. Gerçi bu cümlede tam manâsıyla bir ayırma ve hadisten çıkarma yoksa da yine de fıkıh usû­lüne uygunluğu dile getirilmektedir, Biz bu kanâatta değiliz. Konu ile­ride,  ilgili yerde incelenecektir.  îbnu Kesir  bundan  sonra,  Şehrizii-rî'nin sökerini tekrarlar ye nâsüVmensûhım bilinme ve tanınma yol­larından söz eder. Eserde bunların dışında b.İîgi yoktur. [201]

Muhaddis imâm- en-Nevevî'nin (676/1277) et-Taîcrtb adlı muhtasar eseri üzerine yazdığı ve Tedrîbu'r-râvî adını verdiği eserinde Suyûtî de, hadisteki nâsih-mensûh meselesine temas eder. Eserin metnindeki ilk cümleler, Îbnu's-Salâh'm sözlerine yakındır. Nevevî; «Bası hadis-çiler, mânâca kapalılıktan yüzünden, üzerinde nesih cereyan etmeyen bir takım hadisleri, bu işin içine soktular diyerek, yapılan bir hatâya veya bir yanlış değerlendirmeye parmak basmaktadır, Nevevf'nin bu id-âivsı, hadisçi.îerden daha çok fıkıh usûîciiteri için geçerlidir. N kısa bir târifden sonra, sözü «neshi bilmenin yollan»na aktarır.

Dikkatimizi çeken husus gudur: Hadisçiler içinde pek çok müellif, nâsih-mensûhu tanıma yollan üzerinde durmaktadır. Bu sebeple diye­biliriz ki, nâsih-mensûh tesbîtinde, ıstılah ve nazarî fikir münâkaşala­rı yerine, bu nokta ile uğraşılması uygun görülmektedir. Yâni, hadis-çilere göre meselenin en mühim yönü budur; tatbikatta veya bir vak'a-da neshin varlığını tespitte mühim olan husus neshin, asrı saadette ce­reyan edip etmediğinin tesbitidir. Bu tesbiti temin eden yolların araş­tırılması da mühimdir.

Eserin şerhinde Suyûtî (910/1504), Hz. Ah' ile, rastladığı kıssacı ara­sındaki konuşmayı naklettikten sonra, aynı konuşmanın el-Hâzimî ta­rafından İbnu Abbâs ile Huzeyfe'ye de isnâd edildiğini belirtir. Huzey-fe'nin belirttiğine göre; «ancak nâsih-mensûhu bilen fetvaya sa­lahiyetlidir.» Suyûtî de diğer hadis usûlü yazarları gibi, Şafiî'nin duru­mundan bahseder ve neshin tanınma yollarını vererek konuyu bağ­lar.[202]

 

3 - Son Araştırmalar :

 

Zamanımıza kadar, hadiste nâsih-mensûh meselesi, girişte belirt­tiğimiz Ölçüler ve çalışmalar ile çok işlenmiştir. Yâni konu bakir de­ğildir. Bu işleniş, çeşitli islâmî bilgi dallarında ve neshin, o ilim dalını ilgilendirişi nisbetinde olmuştur. Yine bu ilim dallarında meseleye ba­kış zaviyesi, aynı ilmin ölçüleri iledir. Hadis, fıkıh ve tefsir usûîü bilgilerindeki çalışmalar bu. nevi mesâilerdir.

Usûl bilgileri dışında, tefsir ve hadisteki nesh vakıalarını tesbit ve tâ'dâd eden müstakil eserler vardır. Bu eserlerde âyetler-hadisler sı­ralanır;  nesh üzerinde konuşulur.

Bir iki makale dışında, «sünnette nesh; hadislerde nâsih-mensûh meselesi» gibi bir mevzuu konu edinen; münhasıran bizim yaptığımızı evvelce yapmış olan bir çalışma tesbit edemedik, Türk dilinde yapılan çalışmalar arasında, hadis doktoru, Profesör Talat Kocyiğit'in: «Ki­tap ve Sünnette Nesih Meselesi» adLı makalesinin yarısı, bizim konu­muz ile ilgilidir ve mesele, bir makale çerçevesi içinde alınmış, daha ziyâde  usul kitaplarına dayandırılmıştır.

Kur'ân'da nesh konusunu tez olarak ele alan Dr. Mustafa Zeyd,[203]  

başlangıçta hadisi de tezinin içine alacak tarzda meseleyi planlamış iken, bilâhare onu ayrı bir çalışmaya bırakmış ve kitabında böyle bir çalışma isteğinde olduğunu belirtmiştir.[204] Müellif : «İslâm şeriatın­da nesh» konusunu ele almışken, konuyu sonradan daraltıp, sadece Kur'ân'a inhisar ettirişinde: «sünnette nesh mevzûunun en az, Kur'ân' da nesh konusu kadar zaman alacağı, kullanılacak hadisler üzerindeki gerekli çalışmaların birtakım problemler doğuracağı, biribirine mua­rız gibi görülen haberlerdeki tercih ve takviye güçlükleri, hadisler ara­sındaki kronolojik sıralamanın zorluğu, hadislerin çokluğu ve geniş bir literatürü taramayı gerektirdiği...» gibi âmillerin müessir olduğunu ifâ'de eder. Aradan uzun bir müddet geçmesine rağmen «sünnette nesh» konusuna dair vâdedilen bu çalışmanın yapılıp yapılmadığın­dan haberdâr olamadık. Bu itibarla denilebilir ki, bizim çalışmamızın benzeri bir diğer çalışmanın bize kılavuzluğu olsaydı, netice daha de­ğişik olabilirdi. Yalnız bu hüküm, hâlen ümidini beslediğimiz; yeni ve bizden önceki tarihli bir eserin; benzeri çalışmanın zuhuru, fikrimizi kayıt altına alacaktır.[205]

 

4 - Tezin Kaynakları :                                               

 

mde açıklık esasını, yüzyıllarca önce ortaya koymuş ve benim­semiş olan müslüman âlimler; eserlerinde, işledikleri konuları aldıkla­rı kaynaklara atıflar yaparak, okuyana kontrol hakkı ve kolaylığı ta­nımışlar ve bizlere de bu yolun takibini miras bırakmışlardır.

Basılı kitapların daha dünya üzerinde bulunmadığı devrelerde ya­zılmış olan eserlerde bu açıklık ve kontrola hazır durumda oluş göze çarpar. Bugün ilmîliğin şartlarından sayılan bu durum yeni değildir. Bu âdete uyarak, çalışmamızda bize kaynaklık eden eserler ile, bu eserlerin bize sundukları bilgiden istifâde derecemizi belirtmeyi uygun bulduk. Malzememiz görülünce, yaptığımız işin eksiği veya tamlıği; doğru yol tutuşumuz veya hareket noktamız, konuyu işleyiş üslûbumuz ortaya çıkacak ve böylece tekâmül imkânımız hâsıl olacaktır. [206]

 

a - Kaynak Eserler :

 

Hadiste nâsih-mensûh meselesinin menbamı teşkil eden kaynak eserlerin başında, hadis ve fıkıh usûlü kitapları ile, hadis mecmuaları gelmektedir. Fıkıh usûlü kitaplarından yaptığımız iktibaslarda, hadisçi gözüyle meseleye baktığımızı; seçimlerimizde bu rûh haleti içinde ol­duğumuzu söyleyelim. Orada gördüğümüz bilgileri, hadis usûlünden ve hadis kritiğinden... fıkıh usûlü bilgisine aktarılmış, fakat bazı se-beblerle eski özelliklerini kaybetmiş olarak değerlendirdik. Usûlcünün, kendisine ait olanlara dokunmadık. Meseleye hadisci gibi bakmaya ça­lışmamız, kendimizce doğru gördüğümüz bazı farklı neticeleri doğurdu.

Hangi usûl kitabından ne derecede istifâde ettiğimiz, dipnotlar ile bibliyografyanın tedkîkinden anlaşılacaktır. Gereken yerde açıklayıcı bilgi de vermiş bulunuyoruz.

Usûlu'd-din diyebileceğimiz, i'tikâdiyyâta ait eserlerde nesh ile ilgili bilgi hemen hemen yoktur. Bu hüküm dışında raslanan bilgiler de mahallerinde zikredilmiştir.

Tefsirler, ilgili âyetlerin îzâhı için müracaat kaynağımız olmuştur. Burada da rivayeti ön plana alan eserlerden iktibaslar yapmağa ça­lıştık.

Hadis ve 'tarih musannefâtı, tezin ana müracaat kitapları arasın­dadır, îslanıî konularda yapılacak benzeri çalışmalar için de aynı hü­küm geçerli ve zaruridir. Konumuz, pek çok yönü ile buralardan sü­zülme  mecburiyetindedir.

Milel ve nihâi kitaplarında da, bazı ferd ve grupların fikirleri ara­sında nesh ile ilgili bir şeyler bulma ümidi ile araştırmalarımız olmuş­tur.        

Fıkhın furûunu işleyen eserlerde, hemen hemen hiç nesih bilgisine ve vak'asına temas edilememektedir. Usûli fıkıhtaki münâkaşaların sonuçları, halledilmiş şekilde furûa aksederken kısa da olsa neshe te­mas edilmesini insan arzu etmektedir. Sayfa sayfa baktığımız, es-Se-rahsî'nin el-Mebsût'undaki bilgilerin toplamı bir kaç sayfayı geçme­mektedir. Kaynak eserler içinde, elde edilemediği için bakılâmayan eserler de vardır. [207]                                          

 

b - Yardımcı Eserler :

 

Lügat kitapları, ansiklopediler, terâcime dair eserler, teknik el ki­tapları, ıstılah lügatlan, mecmualar ve diğer eserler, bir tez çalışma­sı için ne derece lüzumlu ise o derecede bakılan eserler olmuştur. Bu kitaplarda da bir ilıâta söz konusu olamaz. Çünkü, bulunduğumuz yer gereği olduğu kadar, yurdumuzun her yerindeki çalışan İslâmiyâtçi için de, kitap sıkıntısı -yerine göre- duyulacaktır. Bundan kurtuluş maalesef mümkün olamamıştır,

Zannvmızca, çalışmamızda eksik görülebilecek yönlerin başında: «nesih meselesinin, pratik dîni hayatımızda gördüğü ilgi­nin tesbitb hususu gelecektir. Bu hususun tesbiti; ihtisas de­recesinde dînî tahsil yapanlar ile din hizmetlileri ve müslüman halkı­mız arasmda; her grubun ilmî seviyesine uygun bir anket çalışması ile gerçekleştirilebilirdi. Böylece meselenin (nazariyyâtı) ile (amel ve tatbikat haline gelen) bölümleri; miktarları, ehemmiyet derecesi belirienmiş olurdu. Böyle bir çalışmanın (îslâmî hayata ve sünnetin tat­bikattaki durumuna duyulan ilginin tesbiti) yönlerinden düşündürücü neticeler getireceğini zannederim.

Bu satırlara kadar gelmiş olan giriş bölümü hakkında bir kaç söz etmek uygun düşecektir :

Üç bölümden meydana gelen giriş ile şu gayeyi gözetmekteyiz: Alı­şılmamış bir tarzda da olsa, teze girmeden Önce; nesih olayının mâ­hiyeti, dildeki ve ıstılahtaki yeri ve ehemmiyeti üzerinde bazı sözler söylemek gerekmektedir. Her ne kadar teferruata inilerek meselenin incelenmesi iîeridski kısımlara bırakılmışsa da, neshin mâhiyeti hak­kında bir nebze bilgi verdik; meçhiîl bir meselenin, sayfalar ilerledikçe çözümlenmesi için okuyucuyu bekletmeyi uygun bulmadık. Bu arada, as­rı saadette neshe verilen mâna ile, ondan sonraki devirlerde aldığı şekil hakkında az da olsa bilgi, aynı gaye için verilmiş oldu.

Girişte bizco en önemli, mesele: yapılan çalışmanın çerçevesini tes-bifc etmek, bu iş için. kullanılacak malzemenin neler olduğunu tanıtmak-hr. Çünkü, mütehassis bir okuyucu, başlangıçta, çalışmamız hakkında bir fikir sahibi olacak yanlış veya doğru yol tuttuğumuzu peşinen tes-bit edecektir. Nihayet bu giriş ile:

a. Tezimizin, 'işleniş üslûb ve yollarım,

b. Çalışmamızda  varsa farkla yönleri ve menba'larmıızı,

c. Okuyucuya kontrol imkânım, onu biraz yorma pahasına da olsa vermeğe gayret ettiğimiz ifâde edelim. [208]

 

GENEL OLARAK NESH

HADİSTE NÂSÎH-MENSÛH MESELESİ

 

I - Neshin Mâhiyeti :

 

A.   Nesh Kelime Sinin Lügattaki Mânâları:

 

Konuyu işlerken, sık sık nesh kelimesi ile ondan türemiş olan diğer bazı tâbirler kullanılacağı için, Arapça olan bu kelimenin taşıdığı çe­şitli mânâlar ile dilimizdeki karşılıklarını araştırmamız gerekmektedir. Dil açısından yapacağımız bu araştırmalarda, önce lügatçıların son­ra da diğer müelliflerin eserleri bize ışık tutacaktır.

Aşağıda arzedeceğimiz gibi, kelimeye verilen çeşitli mânâlar, sa­dece filolojik sahada kalmamış kuvvetini buradan alarak ıstılahta da çeşitli mânâlarda kullanılmasına tesir etmiştir. Kelimenin âyet ve hadis lerrîe aldığı mânâ da ayrıca tetkike değmektedir. Çünkü, âyet­lerde, ayrı ayrı mahallerde farklı mânâlara delâlet eden kelime, önce lügat kitaplarında, sonra da âyet ve hadislerde aldıkları mânâya temas ederek açıklama yerinde görülmüştür.

Şunu hemen ifade edelim ki, nesh vak'asını anlatan tâbir, sadece aynı kökten türeyen e n - N e s h kelimesi değildir. Âlimler arasında teknik ıstılah haline gelmemiş bile olsa, aynı meseleyi açıklayan bir kaç tabir daha vardır. Gerek âyet ve gerekse hadislerde geçen bu keli­melerde de ilâhi ve dîni bir hükmün sâri' tarafından kaldırılması anla­tılmaktadır.

Zaman zaman, Peygamberimizin, sahâbîlerin ve daha sonra gelen âlimlerin dillerinde, neshi ifâde eden bu kabil kelimelerin de dolaştığı; bir gerçektir. Bu bölümün üçüncü maddesinde kendilerinden bahs aça­cağımız bu kelimelerde de farklı görüşler belirtilir. Dikkati çekecek bir nokta şudur; sahabenin Efendimize vâki sorulan veya Peygamberimizin beyanlarında daha çok bu kelimeler yer almaktadır. Nesh tâbi­rinin konuşmalarda yer aldığı tesbit edilememektedir. Sonraki ilmî adı artık n e s h olarak takarrur eden vak'anın, ilk üç nesil ricali ara­sındaki; terk, mahv gibi kelimelerden ibaret olan diğer adla­rının istimali, belki de daha faydalı olacaktı. Bunlar arasında bilhassa r e f '; adı geçen hükmün, Allah ve Rasûlü tarafından kendi huzurla­rına alınıp, kullar için daha rahmetli ve daha müşfik olan bir diğer hükmün onlara indirilmesi anlamında, ürkütücü olmaktan uzak bir ta­birdir. Nesh kelimesinin ifade ettiği diğer manaları sert bulanlar onu AUaha yakıştırmazken, acaba böyle bir hisse mi kapıldılar? [209]

 

1.Lügat Kitaplarının Nesh Hakkındaki Sözleri :

 

Üçüncü babtan sülasî bir mastar olan kelime için hayli zengin mâ­nâlara işaret edilmektedir. Bu mânâlar arasında bilhassa şunlar üze­rinde ittifak vardır:

a) Nakil:   Bîr örneğe bakarak, diğer bir yere aynı şeyi taşıma iş­lemi. Burada asla da, ondan kopya edilen örneğe de nüsha adı ve­rilmektedir, ikisinin de değeri aynı olmaktadır.[210] Fakat bazı âlimlere göre diğer yere nakledilen   nüsha   sâdece surettir, taşman da bu su­ret olmaktadır. [211] Sureti alman nesnenin aslının izâlesi söz konusu ol­mamakta, o da kalabilmektedir. Burada birincinin benzerini yeniden ibda'    vardır. Nesh için sıralanan mânâlar arasında asıl mânâ ola­rak  vasıflandırılan[212]  nakil için,  Râgıb  el-Isfahânî   (502/1108),  «Yüzük kaşının,   çeşitli mumlar üzerine basılması suretiyle meydana gelecek şekil» der ve bu basma işlemini örnek olarak gösterir. [213]Dilciler, neshin bu mânâsına delil olarak Kur'ân-ı Kerim'deki : «... Şüphe yok ki, ne­ler yapıyor idiyseniz  biz (hepsini meleklere) yazdırıyorduk»[214]âyetini ileri sürerler.

İbnu Hazm (456/1064) neshin bu mânâsını ikinci olarak zikreder ve diğerlerinden farklı olarak: «Bir şeyin yenilenmesi ve örneğinin çoğal­tılması» şeklinde tanımlar. Buradaki yenilenme farklı bir anlayıştır. [215]

b) îbtal : Bir yerde konaklamış olan topluluğun orada hasıl etti­ği izler zamanla kaybolmuş ise veya rüzgâr, yağmur ve benzerî semavî tesirlerle kalmamışsa bu değişiklik yine bu kökten gelen bir fiil ile ifâ­de edilmektedir. Lügat kitapları böyle durumlar için: «Nesahatü'r-rîhu âsâra'1-kavm» Örneğini vermekte'dirler.[216] İbnu Hazm, nesihteki bu mâ­nâ için    Ta'fiye    tabirini kullanmaktadır. Örnek olarak da:  «fa­lancanın saltanat ve otoritesi ibtâl edildi, sona erdi» sözünü zikretmek­tedir. Yine onun ifâdesine göre, mevzûumuzla alâkalı olan, nesihteki bu mânâdır. [217]

c) İzâle :  İhtiyarlığın gençliği, güneşin gölgeyi kovup izâle  etti­ğini ifâde eden nesh mastarından türemiş fiillerde, bu yoketme mânâ­sı  söz konusu olmaktadır. [218] Fîruzâbâdî :   (476/1083)  «Bir nesne,  ahar nesneyi, müteâkıb olarak zail kılmak» sözleriyle neshteki bu mânâyı açıklamaktadır. [219]

Râgıp el-Isfehânî'nin ifâdesine göre, neshte bazan izâle, bazan da isbât mânâsı anlaşılmaktadır. Bazı durumlarda ise bu iki mânâ, birlik­te kas'dolunmaktadır. [220]

d) Tebdil ve tağyir : Bir nesneyi bir halden diğer bir hâle değiş­tirmek, farklı durumlara sokmak, yerine başkasını ikâme etmek.

Zimahşerî, zikredilen misaller arasındaki, «güneşin gölgeyi» ve «ihtiyarlığın gençliği gidermesi» tâbirlerinde geçen nesh kelimelerini, hakikat değil de mecaz mânâda anlamaktadı. [221] Usûlcüler arasında da münakaşa konusu olan bu nokta için Dr. Mustafa Zeyd, faydalı bir özet vermektedir. [222]

Neshin izâle, tebdil, ibtâl, nakil v.b. mânâları ya­nında, lügat kitapları:miras taksimindeki «raünâseha», ruhların çeşitli hayvanlara intikal edebileceği demek olan «t e n â s ü h», bu görüşe inananları ifâde eden «tenâsfihiyye» gibi bir çok mâ­nâları daha sıralarlar. Bu arada bizimle ilgili olmayan «Kur'ân âyetlerinin birbirlerini neshi» ifâdesini de kullanırlar ve bazan ıstılahtaki ta­riflerden birini verirler.

Baş tarafta zikrettiğimiz bir hadisi tbnu Manzûr (711/1311) ve di­ğer bir takım ilim adamları : «Ümmetin durumu bir halden diğer hâ­le devamlı değişir» şeklinde anlamaktadırlar.[223]

Günümüze yakın bir zamanda neşredilmiş yeni bir lügatta dikkati çekecek bir örnek vardır. Müellif : «Hâkim, hükmü veya kânunu nes-hettb şeklinde terceme edebileceğimiz bir misal vermektedir. Bugünün Arap dünyasında, hâkimin veya devletin kânun değiştirmesine acaba nesih tâbiri kullanılmakta mıdır? [224] islâm Ansiklopedisinde F. Buhl kelimemiz için daha ziyâde ıstılaha kaçan bir tarif vermektedir: «Mu­kaddes bir metnin ilgâsı».[225] Fakat nesh işlemi için ilga tâbiri pek uy­gun 'düşmemekte, en azından hafif kalmaktadır. [226]

 

2. Kur'ân-I Kerim'de Ve Hadislerde Nesh Kelimesi :

 

Allah'ın kelâmında    nesh    kökünden müştak kelimelerin geçtiği dört âyet vardır. Bu âyetlerin mealleri şöyledir:

a - «Biz ne shetti ğ imiz (hükmünü diğer bir âyetle de­ğiştirdiğimiz) veya unutturduğumuz (geri bıraktırdığımız) bir âyetin (yerine) ya ondan daha hayırlısını, yahut onun benzerini getiririz».[227]

b- «... onun bir nüshasında (Şu yazılı idi: sapıklıktan sıy­rılıp) rahmet(e) kavuşmak o kimselere mahsustur.[228]

c - «... Nihayet Allah, şeytânın ükâ edeceği (o fitneyi) giderir, i b t a I   ede r...».[229]

d -Şüphe yok ki, neler yapıyor idiyseniz biz (hepsini melekle­re)   yazdırıyordu fc...»[230]

Neshin lügattaki aldığı mânâların ve lügat kitaplarında verilen mi­sallerin dördü burada mevcuttur, fakat nesh vak'asıyla doğrudan alâ­kaları olan âyetler el-Bakara sûresi ile, el-Hacc sûresinde geçen âyetler­dir. Hatta bir bakıma, el-Hacc süresindeki âyetin de, kelimenin lügat mânâsına misâl olma dışında bizimle ilgisi pek bulunmamaktadır, el-Bakara'daki âyetin, sarih olarak nesh vak'asma delâletini, Mû'tezüe dahil pek çok fikir grubu kabul etmekle beraber, adı geçen zümre: «Bu âyet, nesh hususunda sarih nasstır, nesh kabul eden nesne de mahlûk­tur» gibi, konu ile ve ilimle ilgisi pek olmayan bir iddiada bulunmakta­dır. Gariptir ki, neshe farklı mânâlar veren, bu suretle de Allah'ın ten­zihini benimseyen bir âlim de kendilerindendir,

Profesör Doktor Subhi es-Sâlih, bu âyetlerdeki nesh mastarından türeyen kelimeler ile, neshin dildeki aldığı mânâlar arasındaki irtibata işaret eder. Onun belirttiğine göre, el-Hacc süresindeki adı geçen âyet­te izâle mânâsı mevcuttur. Türkçede meâllendirilirken de kelimeye ibtâl mânâsı verilmiştir.[231] Aynı âlim, nesih kelimesindeki, (tahvil) mânâsı için de, mirastaki münâsaha tabirini misâl verir. Kelimenin aynı za­manda tebdil şeklinde değerlendirilmesinin, bizzat bir diğer âyette yapıldığına da dikkati çeken es-Sâlih; neshte, bir örneğe bakarak( ora­da olanın örneğini bir başka yere almak ve kaldırmak) mânâsının bu­lunmadığını iddia edenlere karşı, el-Câsiye sûresinin 29. âyetinin cevap teşkil ettiğini belirtmektedir. [232]

Bu bölümdeki nakillerimizden bir hükme varmamız mümkün ol­maktadır: Nesh ile ilgili tâbirler Kur'ân'da mevcuttur. Bunların iki gruba ayrılmaları mümkündür. Bir kısmı N. S. H. kökünden gelen kelimeler, diğeri İse aynı kökten olmadığı halde, nesh vak'asımn varlı­ğına ve mâhiyetine, işaret yoluyla da olsa delâlet eden kelimelerdir. Nesh kökünden gelen dört kelime içinde, ıstılahtaki neshe delâlet etme­yenler de vardır. Durum böyle olmakla beraber, aynı kelimeler, bize neshteki gizli mânâları tanımada delil teşkil etmektedirler.

Hadis lügatlarında ve fihristlerde, N. S. H. maddesinden meyda­na gelen çeşitli tâbirlere rastlamak mümkün olmakla beraber, bunla­rın çoğu daha sonraki asırlarda meydana getirilmiş olan koleksiyon­lardaki bâb ve kitap başlıkları ile, sahabeden nakledilen ve Kur'ân'da-ki bazı âyetlerin neshedildiğine dair haberler nakleden hadislerde ge­çen kelimelerdir. [233]Sahabenin sözleri de hadis sayıldığına göre, adı ge­cen kelimemiz buralarda da geçmektedir. Fakat bunlar bizim aradığı­mız mânâda ve neshi tanıtıcı karakterde değildirler. [234]

 

B. Neshin Istılahtaki Tarifi:

 

Peygamberimizin yaşadığı devrede, sahabe tarafından neshin ga­yet sâde ve yaygın bir tarzda bilindiği, konuşmalar ve sorularda bu konunun Efendimizden sorulduğu bilinmektedir.[235] Bundan sonraki bö­lümde belirteceğimiz gibi, gerek o sırada kullanılması âdet olan ba­zı  kelimelerin  istimalinden,  gerekse Kur'ân'daki bazı  âyetlerle ilgili olarak meydana gelen bir takım değişiklikler neticesi Ehl-i kitap olan zümrenin takındıkları menfî durumdan bizde bu kanâat belirmektedir. Sahabenin yetiştirdiği ikinci nesil, neshi daha etraflı araştırma duru­munda kalmışlardır. Bu devre ile onu takib eden Etbâ devrinde ilim adamları, dinî ve dünyevî problemlere çârelere ararken, hükümler tesbit ederken neshi daha derinden inceleme lüzumunu duymuşlar, muhte­melen bazı tarifler ve şartlar belirtmişlerdir. Yine ihtimâl olarak be­lirtelim ki, nesih ile ilgili ilk ıstılahı tarifler, usûl âlimlerince konul­muş ve yapılmıştır.

Bu devreye gelinceye kadar ilimler hadis adı altında ve bir bütün halinde idi. Sonradan çeşitli ilim dallarına ve muhtelif ellere emânet olunan bilgi o tarihlerde, tek elden ve aynı titizlikle yayılıyor, meselelere fark gözetilmeden bakılıyordu. Âlim, her sahaya kendi malı olarak sahip çıkıyor, ayırım yapmıyordu. Bu itibarla o devrede son­radan, mantık ilminin koyduğu ölçülere uygun; efradını cami, ağyarı­nı manî bir tarif de tesbit edilmemişti, Hadis usûlü ile uğraşanlar, ka-nâatımızca, fıkıh usulcülerinin koydukları tarifleri nakletmişlerdir. îç-lerinde tarif vermeyenler ise ekseriyettedir.

İlk nesillerde, neshin ıstılah olarak sınılandırılmadığma bizi inan­dıran delillerden biri de, sahabenin nesih olarak kabul ettiği bazı du­rumların, usûlü fıkh bilgisinin iyice geliştiği devrelerde, ayrı birer ıs­tılah ve vak'a olarak kabul edilen: takyid, tahsis ve istisna ile birlikte mütalaa edildiği; aynı değer hükmüne bağlandığı hususu­dur. [236]Şah Veliyyullah (1176/1762), Dr. Mustafa Zeyd, neshe verilen mânâlar arasında en uygun tarif ve telakki olarak bu hususu görmek­te, usûlcülerin ihtilafları yanında, sahabe telakkisini daha külfetsiz ve hakikata uygun sadelikte bulmaktadırlar. [237]

Adı geçen âlimleri bu kanâata sevkeden durum zanmmızca şudur: Her hangi bir konuda, ıstılah olarak o konunun ne demek olduğunu araştırmaya koyulan kişi görür ki, mesele bazan dağıtılmakta, tefer­ruat, aslından mühim görülerek mesele kaybolmak istîdâdı göstermek­tedir. Mevzuun bütünü bile, bu farklı tarif ve telâkkiler sebebiyle ba­zan görülememektedir.

Sahabe devrinde nesh : «bazı dînî hükümlerin, sonradan gelen ve tebliğ edilen diğer bir hükümle kaldırılması; tatbikatın ve kulluk şek­linin değişmesi veya bütün halindeki bir hükmün bazı bölümlerinin uygulamadan ıskatı» şeklinde anlaşılmaktadır. eş-Şâtıbî'nin naklettiği misâllerde aynı anlayış sezilmektedir. Onların üzerinde durdukları nokta: yeni gelen hükümle kullukta bulunmalarının sâri tarafından emredilmiş olduğudur; yani evvelki tatbikat terkedilecektir. Bu duru­mun bu şekilde külfetsizce kabulü ve teferruata inilmemesi bir bakı­ma onlar için normaldir. Çünkü dini tebliğ eden, tatbikatını gösteren, meseleleri çözen Efendimiz hayattadır. Her türlü yanlış anlama ve tat­bikatın düzeltilmesi mümkündür. Yük, sahabenin ve onlar içinde ilim sahibi olanların üzerine henüz yüklenmemiştir. Daha sonraki zaman­ların âlimi, bu imkândan ve bahtiyarlıktan mahrumdur. Yeni meydana çıkan bir vak'a ile ilgili hükmün tesbitinde onun niyyet dürüstlüğü ve tam bir tarafsızlık içinde araştırma yapması şarttır. Bu araştırmalar­da da, neshin ıstılah olarak mâhiyeti ve ona verilen mânâlar önemlidir.

Usûlcüler için az önce işaret ettiğimiz tarzda bir zaman geçvıiştir. el-Mütekaddimûn diye adlandırılan âlimlerin yaşadıkları devrede, nesh vak'asınm ve tâbirinin mânâsı oldukça şümullüdür. Tahsis, tak­yid, istisna ve* neshin sınırları en güzel şekilde eş-Şafiî'de kemâlini bulur. [238]Yine kaynakların verdiği bilgilere göre, Şafiî'den (204/819) uzun bir zaman sonra gelen et-Taberî nesh konusuna temas etmekte fakat tarif vermemektedir.

Usûlcülerin tariflerindeki çeşitliliği ve bunun menşeini görmeden önce bir noktaya işarette fayda vardır: Bilindiği gibi, usûl yazarları; kelâmcilar ve ftkthçilar olmak üzere iki grubta toplanırlar. Diğer bir ifâde ile, fıkıh usûlü meselelerini, ya kelamcilarm anlayış ve metodu­na uygun olarak veya fıkıhçıların görüş ve usûlleri çerçevesinde ince­leyen âlimlere rastlarız.    Mütekellimûn    meslekini tutan eserlerde Şafii âlimleri söz sahibi olurken,    fukahânm   yolunu tutan­lar daha çok hanefîler olmuştur. Bu iki meslek mensubunun meselelere bakış uslûbları çok kere farklı olmaktadır. Biri nazarî kaideler üzeri­ne hükümler koyup kânunlara yükselirken, fukahâ mesleği mensup­ları, ilk nesilden intikal eden çözümlerden, illetler, sebepler v.s. ara­yarak kaideler tesbit etmektedirler.[239] Usûlcünün tuttuğu yolun; muhit, yetişme tarzı v.b. unsurların, fikirleri üzerinde tesirleri olmaktadır. Bu iki yolu birleştiren eserler yanında, nev'i şahsına münhasır sayılabile­cek eserler de mevcuttur. Bunlar arasında mümtaz bir yeri olduğu be­lirtilen  el-Muvâfakat ise,  nesli meselesinde, çok kere muhaddislerde görülen bir yol tutarak;  nazarî münâkaşa ye izahlar yerine misaller arzeder, onlar üzerinde durur. [240]

Nesih hakkında ortaya konan ıstılahı tariflerin çeşitliliğini doğu­ran  âmiller arasında:   neshi farklı ele alma,  değerlendirme en mü­him noktadır.  Bunu doğuran sebeb ise bizim kanâatımızca,  ilk asır ricalinin neshe verdiği mânâdan  uzaklaşmadır. Bu yüzden  bazı ilim adamları neshi intiha ve tebdil beyânı sayarken, diğer bir grup usulcü ona    hitap    adını vermekte, o gözle bakmaktadır. Bir diğer grup ise sonraki  bir şer'î delil  ile  evvelki hükmün  kaldırılması tarzında neshi tanıtır. Verdiğimiz tarifler içinde sonuncu daha da itibâr gör­mektedir.

üsûl-i fıkıh  âlimlerinin neshe ıstılah olarak verdikleri arasından seçtiğimiz bazı tarifler şunlardır:

«İbâdet müddetinin sona erişinin beyânı»; «İlk emrin zamanının bitip artık tekerrür etmeyeceği hususunun beyânı»; «Hükmün müdde­tinin sona erdiğinin beyânı»; «Birinci farz ile amel zamanının geçti­ğinin beyânı». Bu dört ayrı tarifte müşterek nokta, tarifleri yapan âlim­lerin onu beyan sayışlarıdır. Tarifler sıra ile; îbnu Hazm, Karâfî (664/ 1258),  Bürhânüddin  el-Ca'berî   (732/1331)  ve Ebu'l-Me'âlî'ye aittir. [241]

Neshi hitap olarak gören tariflerden birkaçı ise şöyledir : «önceki bir hitap ile sabit olan hükmün kaldırıldığına, arada ge­çecek bir fasıladan sonra -eğer beyan gelmemiş olsaydı evvelkinin aynen devam edeceği tarzda- delâlet eden bir hitab»; «Önceki bir şer'î hükmün hitabının devam ettiğine manî teşkil eden şâriin daha sonra­ki hitabı». Bu tarifler de Kâdî el-Bâkillânî (403/1012) ile el-Âmidî'nindir.[242]

Diğer tariflerde nakil, izâle gibi kelimeler kullanılmakta ve neshin lügattaki mânâlarına yaklaşılmaktadır.

Bu tarifler dışında, Kur'ân'da nesih konusunu işleyen müelliflerin verdikleri bazı tarifler daha vardır ki, onlarda da görülen, neshin hu-dud ve mâhiyetini tesbit yerine, özelliklerini, çeşitlerini, şart ve rü­künlerini sıralamadır.

Doktor Mustafa Zeyd, yirmiye yakın tarifi verdikten sonra, usul-cülerin konuya bakış tarzlarını inceler ve neticede onları bir kaç gruba ayırır; her grubun fikirlerinde esas âmil olarak tesbit ettiği noktaları belirtir. Bunlar «Bulunduğu muhitte ehli kitap olan zümreye karşı ts-lâm'daki nesh meselesinin müdâfaası, kelâm ilminin tesirleri, âlimin bağlı bulunduğu fikrî ekolun tesiri ve çevredeki diğer baskı unsurları­dır».[243]

Islâmî ilimlere ait ıstılahları toplayan eserlerdeki tarifler de bun­lardan farklı değildir. el-Cürcânî (816/1413) nin kaydettiği iki tarif şöy­ledir: «Şer'î hükmün vaktinin sona erdiğinin beyânı. Bu sona eriş, Al­lah tarafından Önceden bilinmektedir. Biz, devam edeceğini; nâsih olan hüküm gelmemiş olsaydı evvelki hükmün istimrarını zannediyorduk. Birinci hükmün sona erişini, yenisinin gelmesiyle bilebildik. Bu bize göre tebdil ve tağyirdir». «Şer'î bir delili müteakip, az bir zaman son­ra, onun taşıdığı hüküm hilâfına bir başka delilin gelmesi durumu. Bu hal, bizim ilmimize göre bir tebdil ise de, Allah'ın ilmine göre hükmün zamanının sona erdiğini beyândan başka bir şey değil­dir».[244] Ebu'l-Baka'nm tarifi ise şöyledir: «Şeriatta nesih: bize göre, nesh olmasaydı devamlı olacağım zannettiğimiz bîr şer'i hükmün vak­tinin sona erdiğinin, belirli bir zaman aşımı sonunda Allah tarafından beyanı. [245]

 

C - Nesh İfâde Eden Diğer Kelimeler:

 

îslâmî eserlerde, bu yaygın tâbir 'dışındaki bir takım kelimelerden de, neshe delâlet anlaşılmaktadır. Nesh tâbiri yerine aynı mânâyı ifâde eden kelimeler kullanılmaktadır. Bu kelimeler, âyet ve hadislerde geçtiği gibi, herhangi bir âlimin şahsi tâbiri ve tensib ettiği kelime ve­ya bir izah da olabilmektedir. Yalnız, aşağıda zikredeceğimiz bazı âyet ve hadislere, nesh ile birlikte başka mânâların da verildiği unutulma­malıdır. Farklı kanâatlar da mevcuttur. Bu kelime ve tabirlerden bir kaç tanesi şunlardır:

1.REF : Lügatta, alçaltmak mânâsına gelen   h a f d   ve   v a d'm zıddı olan kelimenin, nesh şeklindeki mânâsına lügatçılar temas etme­mekle beraber, bazılarının zikrettiği mânâlar arasında, ona en uygun olanım sezmek mümkündür. Meselâ Râgıb el-Isfehânî'nin eserinde ke­limeye verdiği mânâlar içinde zikretmekte olduğu :    «Allah'ın nezdine alması»  keyfiyetinde,  neshi  sezmek  mümkündür.   Çünkü  neshte,  hü­kümden ve yürürlükten alıp, nezdine çekmek gibi bir mânâ mevcut­tur.[246]

Lügat kitaplarındaki sarih işaretin yokluğu yanında, bazı hadisler-deki ref" kelimelerinden bu mânâyı anlamak mümkündür. Allah'ın, ön­celeri vahyedip sonradan kaldırdığı hükümler için, «Peygamberimize Allah vahyetmişti, bilâhare ondan alındı, kaldırıldı-» tarzında bir ifâ­deye,el-Buhâri'nin  el-Câmi'inde  Taslamaktayız. [247]îslâm dinindeki bazı tekliflerin ve hükümlerin, bir takım mazeret­lere mebni, belirli mükelleflerden kaldırıldığım ifâde eden hadislerde de aynı tâbir geçer; «Üç kişiden kalem kaldırıldı :... Uyuyandan... de­liden... çocuktan...» [248] v.b. Bu kalkıştan önce bir teklifin ve bir emrin bulunması düşünülür. Evvelce olup da sonradan Allah'ın huzuruna kal­dırılan hüküm ise neshe uğramış demektir.

Kadir gecesinin, ne zamana tesadüf edeceğini ümmetine açıklama­ya hazırlanan Rasûl-i Ekrem, vuku bulan tatsız bir münâkaşa sonucu, bu bilginin kendisinden alındığını yine aynı fiille ifâde etmişlerdir: «Ka­dir gecesinin ne zaman olduğunu size belirtmek için çıkmıştım... fa­kat bu benden alındı,    ref    olun d w»[249]buyuran Peygamberimizdir. Bazı müelliflerin eserlerinde geçen örneklerden, ref'in nesih manasına geldiği görüşünün, ta sahabe gününde mevcut olduğu anlaşılmaktadır. [250]

2. TEBDİL : Konumuzu teşkil eden kelimelerden biri de, Kur'ân'ı Kerim'de geçen tebdil kelimesidir. Lügatta : «yerine bir başkası­nı koyarak, bir nesneyi kaldırmak» demektir.[251] Bir âyetin yerine bir diğer âyetin bedel olarak getirilmesini hazmedemeyip, Peygamberimi­zi iftira ile suçlayanların durumları bir âyette açıklanır. Nahl sûresinin 101. âyetinin meali şöyledir : «Biz bir âyeti diğer bir âyetin ye­rine getirdiğimiz vakit Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir- dedi­ler ki: sen ancak bir iftracısın. Hayır onların pek çoğu bilmezler.»

Mealini verdiğimiz âyette zikredilen ameliyeye nesh adı veri­lir. Müfessirler bu kanâati belirtirler. [252] Katâde, bu âyeti aynen, el-Ba-kara süresindeki «mâ nensah» âyeti ile eş değerde ve mânâda görmek­tedir. Onu, «kaldırıp yerine başkasını isbat ettiğimiz zaman...-» cümle­siyle açıklar. [253]

M. Hamdi Yazır (1358/1942); «Kâfirler, nesih meselesini, nübüv-vet-i Muhammediyye hakkında bir şüphe gibi ileri sürmek istemişler­di ki, zamanımızda da hâlâ bunu takib eden kâfirler çoktur» sözleriyle, nesh hakkındaki ihtilâfın hem faydasız, hem de her asırda başvurulan abesle iştigal cinsinden bir saplantı olduğuna işaret etmektedir[254]

Âyetteki mu'tarıza cümlesi, her türlü şüpheyi giderecek tarzda; Allah'ın, «kulların maslahat ve menfaatlerine uygun hükümleri indir­diğini» ve bunu «en mükemmel bilen zat olduğunu» anlatmaktadır. O-mın, cümle içinde ve cümle bitmeden getirilmesi de ayrıca, gecikmeye tahammülü olmayan bir mânidarlık ifâde etmektedir.

Nesih düşmanı olanların hazmedemedikleri ve iddia olarak ileri sürdükleri fikir: «bu gün emredilen zor bir emrin, yarın daha kolay bir diğeri ile değiştirilmesi» sözleridir. Onların bu iddia, iftira ve inanç­ları husn- niyyetten mahrumdur. Çünkü, her şeriatta olduğu gibi, di­nimizde de, ağır olan bir emrin, hafifi ile değiştirilmesi kadar, aksi de normal telakki olunmaktadır. [255]

Âyette belirtildiği gibi, Allah'ın, hükümlere tatbik ettiği nesh du­rumu, onun bilmemesinden; -hâşâ, cehlinden- neş'et etmemektedir. Aksine bu tatbikat bilgiden; en mükemmel ve nüfuzlu, ihatalı bilgiden doğmaktadır. Belirli bir gaye mevcuttur, Nesh vukuatının, îmân sahiplerinin  bir nevi  imtihana çekilmeleri mânâsına geldiği de belirtilen âyette,  bu imtihanı kazananların îmânlarında sâbit-kadem olacakları neticesine de işaret  edilmektedir.  Kur'ân-ı Kerim,  neshi inkâr eden kâfir zümreyi, bilebile ve inadlarmdan dolayı bu fikre saplandıklarını tesbit ve ifâde yerine: «onların çoğu bilmezler» cümlesiyle, haklarında iyi davranmakta; neshteki maslahatı; ilâhî hikmetleri ve faydaları bi­len; Allah'ın ilmine itimâd edenlerin böyle bir inkarcı duruma düşme­melerini Öğütlemektedir. Âyetin işaretine göre: bile bile; neshten, baş­ka menfaatler uman kötü niyet erbabı için bizler, durumu onların ce­haletlerine hamlederek, daha ziyâde hallerini açmamamız, kendi îmâ­nımızda Sâbit-kadem olmamız gerekmektedir.

3.   MAHV :   Mahv   ve   i s b â t,   biribirine zıt iki kelimedir. Er-Ra'd sûresinin 39. âyetinde birlikte geçmekte ve konumuzla ilgili bu­lunmaktadırlar. Âyetin üst tarafında, peygamberlerin:  «ancak Allah'ın izniyle,   ondan  âyet getirebilecekleri» beyân  edilir.  Her zamanda;   o vaktin kabiliyet ve maslahatına uygun bir kitap indirilmiştir. Bu ki­tapları ve hükümleri getiren, değiştiren, sabit bırakan veya nesneden de bizzat Allah'tır. Çünkü Allah dilediğini mahv ve dilediğini isbât hak­kının tek sahibidir. Ana kitap onun nezdindedir; değişecek ve değiş­meyecek; kalıp gidecek hükümler ise hep buradadır. Bütün bu saydı­ğımız hususları belirten, az önce işaret ettiğimiz âyetteki    mahv-isbât    fiilleri, nesih ile ilgili görülmekte, aynı mânâda kabul edil­mektedir.  Az Önceki geçmiş olan âyeti, Bakara'daki âyete eş gören Katâde, bu âyet için de aynı fikri ileri sürmektedir.[256]

Yine müfessirlerce belirtildiğine göre, bu âyette, neshle ilgili bü­tün itirazlara cevap ve bilgi mevcuttur. Allah teâlâ, yaratmada (tek­vin muhtar olduğu gibi, kanun koymada (teşri') da muhtardır. [257]

Âyetin muhtelif meselelere delâleti anîatılmışsa da, bizim bahis mevzûumu olan nesh konusu ile olan ilgisi de ihmâl edilmemiştir. Ta-berî'nin, Îbnu'l-Munzir'in, İbnu Ebî Hâtim'in ve Beyhakî'nin (470/1077), îbnu Abbas'tan naklettikleri bir habere göre, Abdullah b. Abbâs âyeti: <sAîlah, Kur'ân'dan dilediğini tebdil edip nesheder, dilediğini de sabit bırakır» şeklinde açıklamıştır. [258]

4. TERK : Neshin karşılığı olan ıstılahlardan bir tanesi de terk tâbiridir, imam Şafiî, eserlerinde, neshi: «Allah'ın, farzını terketme-si» şeklinde açıklamaktadır.[259] Yine onun ifâdesine göre mensûh: «Far-zıyyeti zail olan» emirdir. [260]  Kur'ân'daki neshi ise şöyle tarif etmekte­dir: «Kur'ân'dan nâsih olan şey; Allah, evvelce indirdiği bir emre mu­halif olarak bir diğer emir indirir, bu nâsihtir; nitekim kıblenin tah­vili... [261]

 

II - Neshin Tarihçesi Ve Şümulü:

 

Dinlerin şeri'at bölümlerinde vukua gelen ve tamamen ilâhî teb­liğlere ve peygamberlerin tatbikatlarına istinâd eden değişikliklerin gerek mâhiyet ve gerekse dayandığı sebebler açısından araştırılmala­rı yanısıra, bu değişikliklerin güttüğü, gayenin de dikkat 'çekiciliğini beyana hacet yoktur. Zaten nesih keyfiyetinin «neden ibaret olduğu»; tarih içindeki, zuhura geldiği mahaller ve zuhur sebepleri ile bu ilâhî değişikliklerde -bizim anlayışımıza göre- güdülen gayenin araştırıl­ması sayesinde belirli bir ölçüde açıklığa kavuşacaktır. Meselenin, hu­kukçular ve diğer ilim sahipleri ve branşları açısından değerlendirilişi ve problemlerinin incelenmesi teknik bir yön olarak görülmeğe devam edecektir.

îlâhî kânunların vücûdu ve insan nev'inin meselelerine yüzyıllar boyu çözüm götürüşü yanında -şu veya bu sebeble- insanlar kendi elleriyle bazı kânunlar ve hukuk sistemleri de meydana getirmişlerdir. Menşei ilâhî olan hukuk sistemleri ile, insanların ortaya koydukları kanunların; değer, geçerlilik, insan topluluklarına uygunluk, cemiyeti saadete yöneltme., v.b. konulardaki farklılık, müştereklik, yekdiğerine üstünlük gibi meselelerine temas edecek değiliz. Bu nokta bizim açık­lamağa çalıştığımız hususların dışında kalmaktadır. Yalnız burada, be­şer yapısı kanunlardaki değişikliklerin sebebleri ile, bu değiştirmeler­de güdülen gayeye bir nebze temasta fayda vardır. Bu sayede, Allah'ın şeriatındaki neshin mâhiyetini anlama yolu daha da açıklığa kavu­şacak, az da olsa mukayese imkânı belirecektir.[262]

 

A - Tarih İçinde Nesih:

 

Nesih konusu işlenirken akla -ister istemez- : «değişiklik, yeni­leşme, mevcut olan bir emri veya hükmü; ikmâl, ta'dil, istisna veya belirli bir bölümünü tahsis; kaldırıp bir başkasmı yerine ikâme» gibi mefhumlar gelmektedir. Meselenin tabi'atmdan neş'et eden bu geliş­melerde, bir «farklı tatbikat» söz konusu olmaktadır. Meseleye hangi yönden bakarsak bakalım durum böyledir. Belirli bir fikre veya hare­ket noktasına dayanarak, az Önce bahsettiğimiz değişikliği kabule ya-naşmasak; farklı görüşlerle değerlen dirsek veya meydana gelen te­beddülata başka ad da versek netice yine aynı olacaktır.[263]

İlk insandanberi fikirlerde, yaşayış tarzlarında değişiklikler olagel-diği gibi, terbiye ve ta'lim şekillerinde de hayli tehavvülât cereyan et­miştir. Bu değişikliklerin mâhiyetleri kadar sebebleri de alâka çekici­dir. Değişikliklerin belirli bir ihtiyâcın mahsûlü olacağı hususu en kuv­vetli iddialar arasındadır. Bunların gelişigüzel zuhur ettiğini ileri sü­rene raslanmamaktadır.

Kâinattaki tebeddülat gözlerimizin önünde cereyan ederken, ken­dimizdeki bedenî, ruhî ve fikrî gelişmelerin farkına varmasak bile, di­ğer varaklardaki değişmeleri gözlerimizle görmekte ve benliğimizin tümü ile hissetmekteyiz.

Yaşadığımız zaman ve mekân içindeki tahavvülât, bizi yeni du­rumlara ve şartlara intibak zarureti ile karşıkarşıya bırakır mı? Ru­hî yapımızın tekâmülünde ve terbiye merhalelerimizde bize mevcut şartlar kifayet etmez de yenileri mi gerekir?

İnsanın, kâinat ve onda mevcut şartlar ile karşıkarşıya kalması konusunda beden ve ruh davranışlarımız arasında ilgiler kurulup çe­şitli fikirler ileri sürülebilir. Burada bizi alâkadar eden husus; insan­lık tarihi içinde, semavî dinlerde meydana gelen «şeriat bölümlerine , ait değişikliklerin», bizim ruhî gelişmemiz, öğretim ve eğitimimiz açı­sından taşıdığı değer meselesidir. Nesh ile ilgili literatürde bu konu işlenirken, sık sık «bu terbiye ve tekâmül» meselelerine atıflar yapıl­makta; neshin mânâ ve şumûlü içine bu konular da alınmaktadır. Bir çok ilim adamı neshi, «bir terbiye üslûbu ve metodu» olarak değerlen­dirmeğe meyillidir. Onların fikirleri şöylece Özetlenebilir: «insan, ter­biye ve tekâmülü çok zor ve geç tahakkuk eden bir varlıktır. Tek tek her insanın kendi hayatında olduğu gibi, insanlığın müşterek hayat ta­rihi içinde de belirli zamanlarda, yine belirli müdâhalelere; değişik terbiye usûllerine, emirlere ve yasaklara ihtiyaç vardır. Bu değişiklik­ler mükellefiyetler üzerinde de değişiklikler husule getirir, dolayısıyla insan bir merhalede bırakılamaz; ona dâima en iyi tarzda hitâb ge­rekir».

Görülüyor ki burada hâkim fikir: «insanın ruh kıvamına göre onu terbiye ve tekâmülüne uygun seyirde mükellefiyet altına alma» konu­sudur.

Modern terbiye ile ilgili ilim dalları da eğitimin her safhası için ayrı tatbikatı; lüzumlu değişiklerin yapılmasını normal karşılar. Bu durum, bir ihtiyâç olarak gösterilir. Fert ve cemiyet hayatının her safhası için tek tip uygulamaya cevaz verilmez.

Semavî dinlerin şeriat bölümlerinde de bu değişikliğin husule gel­diğini, dînî nakiller yoluyla öğrenmekteyiz. Dinler, muhatap olarak in­sanı seçtiği için, onun terbiyesi ve yaşayışında karşılaştığı problemlerin hallinde Allah'ın bu usûlü tatbiki, bize yapılan işin doğruluğu hakkında sağlam kanâat bahşetmektedir.

Büyük bir bölümüne islâmî eserlerde Tasladığımız bilgilere ek ola­rak, eldeki kitabı mukaddesten yapılacak nakiller de semavi dinlerde meydana gelen nesh hakkında bizlere kaynaklık edecektir. Bununla beraber, meseleyi islâmî kaynaklar çerçevesinde tanıma ve itimâda şayan bir Ölçü içinde takib için, adı geçen kaynaklara dayanma zaru­reti ile karşı karşıya olduğumuzu ifâde edelim.

Varlığından söz ettiğimiz ve islâmdaki bölümünün bir kısmını ince­leme konusu yaptığımız neshin semavî dinlerde hangi sebeb tahtında meydana geldiğini; Allah teâla ve rasüllerinin tasarruflarmdaki asıl sebebin ne olduğunu belirten kat'î delillere sahip bulunmamaktayız. Bi­ze fikren yol gösterici ve bizi bağlayıcı vasıfta böyle bir bilgi olmadı­ğı için biz: «nesih, sadece beşerin tekâmülünü hedef alır, asıl sebeb tedrîc'dir...» diyenlemekteyiz. Teşrî'î meselelerde, Allah'ın vâkî ta­sarruflarına menşe' arama, onlar için sebebler düşünme, her zaman doğruyu bulmağa yardımcı olamaz. Aslında böyle bir ihtiyâç olmadığı gibi,   şerı'at sahibinin bunu  bizlere belirtme mecburiyeti  de  yoktur.

Mesele, bir «itaat ve dinin sahibine tam teslimiyet» meselesidir. Bilin­diği gibi insan, mahdut melekelerin sahibi olduğu kadar, görüş ve iha­ta kabiliyeti ve ufku sınırlı bir varlıktır. Ne kadar çabalarsa çabalasın, nesihteki «sebeb ve h i k m e t» i araştırmada belirli bir çerçe­ve içinde kalmağa mahkûmdur.[264]

 

1- Semavî Dinlerin Birbirini Neshi :

 

İlk Peygamber Hz. Âdem'den son peygamber olan Ekrem'e kadar geçen zaman arasında risâlet vazifesi yüklenmiş her peygam­berin tebligatında, dinlerin îmân meselelerinde müştereklik olduğu bi­linmektedir.

Her elçi inanç konusunda, tevhîd başta olmak üzere aynı haki­katleri insanlara iletmiştir. Dinlerin bu bölümlerinde, peygamberden peygambere değişiklik söz konusu değildir.

Usûl   kitaplarımızda,'  geçmiş   şeriatların   biribirlerini   neshettikleri konulara ait örnekler verilir. Bu nesih çok farklı karakterde olmakta­dır. Bazan, sonraki gelen şeriat evvelkini neshetmekte, bazan da bu nesih tamamen değil de evvelki şeriatın bir kısmına ait olmaktadır. Semavî dinler içinde islâm en son din ve şeriat olarak evvelkilerin hük­münü tamamen kaldırmış bulunmaktadır. Yalnız burada bir meseleye temas gerekir: Usûl-i fıkıhta, şer'î kaynaklar sayılırken   «ş e r î' at ü men   k a b I e n â»   diye adlandırılan bir kaynağa raslarız. Buna gö­re, geçmiş ümmetlerin bazı tatbikatları da bizim için bir delil olabil­mektedir.  Bunun  tahakkuku için;     «Peygamberimizin, o hükmü bize haber verip tasdik etmesi, reddetmemiş olması» şart koşulmaktadır.

îslâmî kaynaklarda, semavî dinlerden yahûdîliğin nesh ile ilgili fi­kirlerine de yer verilir.  Usûl kitaplarında,  yahûdî mezheplerinin  bu konudaki  görüşleri nakledilirken,  diğer taraftan,  Yahûdî kaynaklara dayanılarak yapılan araştırmalarda da bu hususta bilgi sunulmaktadır, îbnu Hazm, Yahudilerden bir kısmının neshi inkâr ettiğini ve me­seleyi   «b e d â»   ve   «h ü s ü n - k u b h»   çerçevesi içinde görmeğe ça­lıştıklarını belirtir.[265] Bunun yanında başka kaynaklar, milel ve nihâi kitaplarına dayanarak, yahûdîlikte nesh ile ilgili üç görüş bulunduğun­dan bahsederler. Onlann belirttiğine göre bu üç görüş şunlardır:

a) Nesih aklen caiz olmadığı gibi, vâkıâ olarak da meydana gelmemiştir. Böyle bir şey duyulmamıştır. îslâmî kaynaklar, bu fikrin sahiplerini, Ya'kûb oğlu Şem'ûn'a nisbet edilen SEM'ÛNİYYE topluluğu adı ile anmaktadırlar. Kendisinden, yahûdî mezhepleri ara­sında söz edilmeyen[266] ve lideri hakkında bilgiye Taslanmayan[267] bu top­luluğun, küçük bir fırka olması ihtimâli kuvvetlidir. [268]

b) Nesih  aklen normal karşılanabilir,  fakat  vuku"   bulmamıştır. A n â n i y y e[269]adı ile anılan fırkanın görüşü bu şekildedir. [270]

c) Nesih aklî hükümlere göre caizdir, fi'len de vuku bulmuştur. Fakat, Muhammed'in getirdiği şeriat sadece Araplara ait olduğu için, Musa'nın  şeriatını neshetmemiştir.  Baştaki iki görüşün sahipleri de, «îslâmın Yahudiliği neshetmediği» kanâatında ittifak halindedir. Üçün­cü fikrin sahipleri de isevîler[271] adı ile anılmaktadırlar. Az önce de ifâ­de ettiğimiz gibi, Yahudiler, sonraları Mû'tezile tarafından da ortaya atılıp tekrarlanan   bedâ   ve   hüsnkubh   meselelerine sarılarak fikirlerinin doğruluğunu isbâta çalışırlar. Fakat, bütün bunlar, onlar içki bir gaye olmadan ziyâde vâsıtadır. Asıl gayeleri, islâm karşısında kendi dinlerinin mensûh olmadığı hususunu isba£ için gayretten ibaret­tir. [272]

Yahudilik, nesh konusunda müsbet düşünmese de aşağıda arzede-ceğimiz dört konuda, ilk önceki tatbikatın sonradan değiştirildiği iddi­ası mevcuttur :

a) Hz. Âdem, kendisinden bir parça olan Hz. Havva ile evlenmiş­tir. Fakat usûl ile furû arasındaki bu evlilik şekli sonradan kaldırılmış­tır. [273]

b) İlk zamanlarda, kardeşler arasındaki evlilik meşru iken son­raki şerîatlerde tamamen kaldırılmıştır. [274]Bu bir nevi nesihtir.

c) İnsanın Allah'a kurban olarak takdimi, bilâhare ilâhî emirle değiştirilmiş, tatbikattan kaldırılmıştır. İnsanm kurban edildiğine dair bir tatbikat mevcut değilse de, önceki verilen bir emrin sonradan kal­dırıldığı bilinmektedir.[275]

d) Haftamn her günü, evvelce değer itibarıyla müsavi idi. Her türlü amel için müsâade vardı. Sonradan Yahudilikte sebt günü kud-sî sayılmış; av başta olmak üzere bazı faaliyetler o gün için yasaklan­mıştır. [276]

İslâmî kaynaklarla Kitâb-ı mukaddes'e atıflar yaparak verdiği­miz bilgiler yanında, Yahûdî şeriatının kendi eserlerine istinaden ya­pılmış araştırmalara da Taşlanmaktadır. Neticede şunları söyleyebili-fz'.. «Yahudilik, dünyevî hâdiselerin gelişmesine muvazi olarak, Tev­rat'a uygun kanun tanzimini normal görmektedir. Bu tanzim ve deği­şikliği Rabbaniler adı verilen hukukçular ve sinagog azaları gerçekleştirmektedirler. Yeni durumlara intibakını arzu ettikleri kâ­nun, eskinin tefsiri olması lâzım gelmektedir. Hareket noktaları budur. Fakat görüleceği gibi mesele bu ölçüyü aşmaktadır. Kararlar re'y çok­luğu esasına göre alınmakta; ittifak edilen veya ekseriyetin fikri olarak beliren kanaat, bilâhare Hz. Musa'ya izafe olunmaktadır.

Hukukçulara tanınan bu -güçlü- kânun koyma yetkisi, Şifahî Tev­rat'ta geçen ve Allah ile Hz. Mûsâ arasında cereyan ettiği ileri sürü­len bir konuşmaya dayanmaktadır. Sözü edilen konuşma şudur:

«Mûsâ dedi ki: ey Kâinatın sahibi, benim kanunumla ilgili nihâî emir ve hüküm nasıl olacaktır? Allah cevap verdi: ekseriyetin rey­lerin bir meselede birleşmesiyle; ekseriyet bir şeyin faydalı ve iyi ol­duğuna karar verirse, bu karar nihâî hükümdür; mûcibiyle amel olu­nur. Ekseriyet bir şeyin atılmasına veya haram kılınmasına hükmet­miş, bu hususu karar altma almışsa o şey reddedilmiştir ve haram­dır. [277]

Görülüyor  ki,   islâmdaki nesh ile  yahûdilikteki kânun  değiştirme faaliyetleri arasında fark mevcuttur. Onlarda, hukukçu ve rabbânî âlim diye adlandırılan sinagog heyeti'nin müdâhalesi, işi bazan tahrife ka­dar vardırmaktadır. Kur'ân-ı Kerim de, onların bu faaliyetlerine ve tahriflerine işaret eder. [278]Şahsî menfaat ile mal kazanma hırsı bu işe sebeb olarak gösterilir. Bizdeki nesh; «bir hükmü ilga edip yerine yeni­sini koymak» ve «bu işi beşer eliyle yapmak» değildir. Fukâhâmn veya âlimler çoğunluğun fikri nesihte asla hükümrân olamaz. Neshte Allah ve rasûlünün çizdiği sınırın dışına çıkma yoktur. [279]

Hrıstiyanlikta da nesh konusunda müsbet fikre raslayamıyoruz. Onların görüşlerine göre, «İncil Tevrat'ı sadece ikmâl için gelmiştir, nesh için değil». Hristiyanların inancına göre nesih, aklen caiz olma­dığı gibi vâkî de değildir. Onlar, eldeki incillerden birinde mevcut olan bir âyeti delil olarak ileri sürmektedirler. Âyetin meali şöyledir: «Sanmayın ki ben, şeriatı yahut peygamberleri yıkmağa geldim; ben yıkmağa değil, fakat tamam etmeğe geldim. Çünkü doğrusu size de­rim: gök ve yer geçip gitmeden, her şey vâkî oluncaya kadar, şerVat-tan en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır. [280]

Devamında «dînî emirleri bozarak insanlara öğretenlerin küçülüp âdileşecekleri» haber verilen bu âyetlerden nesh mânâsı çıkarmak güç­tür. Çünkü her şeyden önce nesh, bozmak, bozarak halka bozuk şey­leri öğretmek değildir. Hristiyanlarm neshi inkâr için bu âyeti ileri sürmelerine muhtelif cevaplar yönetilmiştir. Eldeki muharref incil'e istinaden savunma yapılması itimâd telkin etmemektedir. Hz. İsa'nın kasdı, hristiyanlarınkinden farklıdır ve semavî dinlerdeki müşterek yönlere işaret etmekte ve îsâ'nın getirdiği haberlerin de evvelkileri doğrulayıcı karakterde olduğu ifâde olunmaktadır.

Nazarî plandaki bu çekişmeyi bir tarafa bırakacak olursak, tat­bikatta durumun aksi istikâmette tecellî etmiş olduğuna şâhid olmak­tayız. Vârid iddialara göre, Hristiyanlıkta da nesh vuku bulmuştur, şöyleki: îsâ dininde, putlar için kesilen kurbanlar, kan, boğulmuş hay­van ve zina dışındaki her şey helâl telakki olunmaktadır. [281] Halbuki du­rum evvelce bundan ibaret değildi. Tevrat'ta haram kılınanların lis­tesi bundan çok daha kabarıktır[282] Bilindiği gibi,   sünnet   olmak

Yahudilikte kesin bir emirdi. Bu emir vücûb ifâde etmekteydi. [283]Son­radan Musa dinindeki bu vücûb, hristiyanlıkta ibâhaya döndürülmüş; isteyen sünnet olmuş isteyen olmamış, zamanla da bu ihmaller terki ve sünnetin ortadan kalkmasını doğurmuştur.

Neshe verilen Örneklerden diğer ikisi ise: boşanma ve do­muz etinin yenmesi ile ilgili hükümlerdir. Boşanma Yahudilikte mu­bah idi. Sonradan zina dışındaki ayrılmalar kalkmıştır. [284]

Bu âyetlerin devamında: «size denilmiş ki......», «ben de derim ki...»

tarzında pek çok ifâde mevcuttur ki, bunlarda îsâ (a.s.) m evvelki şe-rîatten naklettiği ile kendi ortaya koyduğu farklıdır; değişiklik mev­cuttur.

Mûsâ (a.s.)'in şeriatında, domuz etinin yenilmesi kat'î surette ha­ram idi. Sonradan hristiyanhkta bu haram kaldırılmış, domuz etinin yenilmesi mubah sayılmıştır.

Burada şu netice beliriyor: Hristiyanlık eğer Yahudiliğin bir deva­ma ve ikisi birlikte biribirini tamamlayan müşterek bir şeriat ise, aşa­ğıda arzına çalışacağımız «aynı şeriat içindeki nesh» vak'ası söz ko­nusu olmaktadır. Bu konuda, az önce bahsi geçen «denildi ki...», «de­rim ki...» tarzındaki ifâdeleri bu açıdan görmek gerekmektedir. Hris­tiyanlık ve Yahudilik müstakil iki şeriat ise, az önce misallerini nak­lettiğimiz nesihler vuku bulmuştur. Her iki din mensuplarının, peygam­berlerinin tebligatının hilâfına, islâmm kendi şeriatlerini neshetmele-rine mâni olmak ve bu hakikate engel teşkil etmek için neshe düşman oluşları ise düşündürücüdür. [285]

 

2. Aynı Şerîat İçindeki Nesih :

 

Nesih bahsinde, «şerîatler arası neshe» nazaran, «aynı şerîat için­deki nesih meselesi» daha çok münâkaşaya sahne olmuştur. Burada bizden önceki şeriâtlerin kendi bünyeleri içinde cereyan eden dâhili nesih konusuna temas etme imkânından mahrumuz. Şeriâtlerin biribir lerini neshini incelerken, sadece bir fikir sahibi olmak için bir iki yer­de kendilerine müracaat ettiğimiz Eski ve Yeni Ahit ve bun­ların üzerinde yapılabilecek müstakil bir araştırma ile, bu sahayı ay­dınlatan bazı ip uçları elde edilebilirse de, arzettiğimiz bu iki kaynak dışında, adı geçen dinlere ait şifahî anane'nin de tedkîk zarureti ve eldeki mevcut Tevrat'la İncil'e itimad konusu yine de araştırıcının karşısına çıkacaktır.

îslâm şeriatı içindeki neshin varlığı meselesi zaman zaman mü­nâkaşa mevzuu olmuştur. Ehemmiyetine binâen buraya aldığımız ve usulcüler ile mütekellimlerin çalışmalarında daha çok incelenen[286] «neshin varlığı» meselesinde, farklı kanâatların belirmesine; ıstılah-lardaki çeşitli anlayışlar yanında, hareket noktalarının farklılığı, in­celeme açılarının değişikliği de mühim rol oynamaktadır. îlim adamla­rından bir grup «neshi bir vakıa olarak ele alıp inceleme» yerine, işi, «kitap ve sünnet arası bir otorite karşılaştırması» şeklinde görmüştür.

Evvelce de çeşitli vesilelerle temas ettiğimiz gibi; meseleyi bir bedâ (c e h i 1 - i 1İ m), (b u s u n , k u b u h) çerçevesi içinde gö­rüp, tamamıyla nazarî olan münakaşalara dalma[287] ile Hz. Peygamber' in tatbikatı (sünneti) içinde varlığı tesbit edilen bir «değiştirme olayı» olarak görme metodları arasında: hareket noktaları ve de­ğerlendirme zaviyelerinden büyük bir kuvvet dengesizliği vardır. Na­kil karşısında diğer faaliyetler değerlerini kaybetmeğe ve boş bir mü­nâkaşa olmağa mahkûmdur. Bu gerçeğe rağmen bu münâkaşalar cimuştur.

Biz bu bölümde, «aynı şeriat içindeki nesh olayı» na örnek olarak, isîâmdaki durumu inceleme mecbuûr iye tinde kalmaktayız.

Münâkaşalardaki taraflardan biri; islâm şerîatındaki neshi aklen ve vakıa olarak kabul etmeyen; tesbit edilen ve ilim adamlarınca ne­sih diye adlandırılan değişiklikleri başka türlü izaha çalışan, veya; nâsih ile mensûhun, yerine göre her zaman için tatbik edilebileceğine kail olan ve bu fikri savunan grup, diğeri ise: Neshin aklen ve sem'an varlığını kabuleden görüş taraftarları.

Kaynaklardaki bilgilerde nesih bir bütün olarak ortaya atılıp, geçmiş dinlere kısa atıflarla incelenir. Şerîatlerin birbirlerini neshi ve­ya aynı şeriat içindeki nesih diye ayırım yapılmaz. Ama inceleme so­nucu görülür ki, araştırmalarda, daha çok aynı şeriat içindeki neshe ağırlık verilmektedir.

Yahudilik ve hristiyanltğtn nesh konusundaki hedefleri, kendi din­lerinin ebediliğini ve diğer şerîatlerle onların neshedilmediğini isbâta çalışmaktan başka bir şey değildir, Sıddık Bahadır Han (1307/1889), neshi aklen caiz gördüğü gibi, pratik hayatta cereyan eden (sem'an sabit olan) nakil yoluyla tesbit edilen bir vak'a olarak da ka­bul eder. Ebû Müslim el-Isfehân î'nın neshi reddini cehil olarak vasıflandıran bu âlimin kaynak vermeden açıkladığı kanaâate göre: «durum bütün dinlerde bu görüşten ibarettir». Yemenli âlim eş-S e v k â n î'nin (1250/1834) usûl kitabının bir muhtasarı durumunda olan eserinde Sıddık Han, belki de Irşâdu'l-Fuhûl adlı eserin görüşünü nakletmektedir.[288]

Yukarıda kendilerinden bahsettiğimiz kabul ve redd taraftarlarının fikirlerini ve delillerini görelim: [289]

 

a) Neshi Kabul Etmeyenler:

 

Neshin kabulü veya reddi meselesini incelerken, âlimlerin iki y o 1 tuttukları görülür: Meseleyi doğrudan ele alıp kabul veya red' detmek; akıl ve s e m'(nakil) itibarıyla ayrı ayrı mütâlâa ederek bir neticeye varmak. Bu ikinci yolu tutanlar da kendi aralarında iki ayrı bölüme ayrılmaktadırlar: Aklen kabul edip vukuunu reddedenler, aklen ve sem'an reddedenler.

Aslında bu gibi konularda aklı ölçü olarak almanın çeşitli mahzur­larından ikisi; ideâl ve örnek bir akıl modeli ve ölçüsü tesbitindeki zor­luk ile, konunun nakle dayanılarak halledilmesinin zarurî oluşudur. Eğer şerîatlerde böyle bir tatbikat vâki ve tesbit edilmiş durumda ise, zâten aklın orada ölçü olması ikinci plânda kalacaktır.

Neshi reddedenler arasında, eski semavî dinlere ait bazı mezhep­ler grup olarak, kelâmcılardan   Ebû   Müslim   el-Isfehânî de ferd olarak zikredilir.[290] Neshe itiraz edenlerin bu fikirlerinin menşe-inde iki mesele görülmektedir:[291]

 

aa) Bedâ İsnâd Etmiş Olma Korkusu

 

Bilmezken sonradan farkına varma ve kapalı iken açılma[292]gibi mânâlara gelen kelime b ü d ü v mastarından alınmış olup, kendisiy­le Allâhın bilgisi, ilmi ve zâtı arasında irtibat kurulmaktadır. İddiaya göre; «nesh eğer varsa, Allah önceki emrinde durumu iyice bilmiyor­du, sonradan farkına vardı»[293] gibi bir durum hasıl olacağı için, Allah hakkında bedâ' caiz değildir. [294] Binâenaleyh nesh de yoktur. Bedâ-mn taşıdığı manalar sayılırken içlerinde nesihle şu mana ilgili görül­mektedir: «evvelce mevcut olmayan yeni bir görüşün ortaya çıkışı». Kur'ân-ı Kerim'deki sonra, bütün bu delilleri gördüklerinin ardın­dan mutlaka onu bir zamana kadar zindana atmaları (re'yi) onlara zahit oîdii.» [295]âyetinde de bu görüşe uygun bir bedâ tabiri vardır. Zer-kânfnin belirttiğine göre, red taraftarları, bedâ'da mevcut olan bu manayı kastetmektedirler. [296]

Râfizîler de nesh ile bu bedâ fikri arasanda irtibat kurmakta ve neshi red değil kabul etmektedirler. Rivayete göre imâm Ali: «be-dâ olmasaydı kıyamete kadar olacak şeyleri haber verirdim» buyur­muştur. [297] Burada ifâde olunduğuna göre imâm, Allah'ı mahcup etmek istememiştir. Bu haber reddedilmiştir. Bu görüşten şu netice çıkmak­tadır: Bedâ Allah hakkında caizdir. Fakat imâm Ali gibi büyükler, bu yüklükleri gereği Allah'ın yanılgısını Örterler, artırmazlar. Nesih vak' alan da işte böyle cehil örnekleridir. [298]

 

bb) Neshin Husun-Rubh Meselesi île İrtibatlandınlması :

 

Bilhassa kelâmcıların üzerinde durdukları: Allah iyiyi emrettiği gibi, kötüyü de emreder mi? Yoksa en iyiyi emir, seçme ve yaratma onun boynuna borç mudur?» meselesine göre nesh ele alınmakta ve şöyle düşünülmektedir: «Allah, emrettiğini vaktiyle iyi gördüğü için emreder; kıllarından ister. Birinciyi kaldırmak üzere gelen emir daha iyi idi de niye o evvelce emredilmedi? veya ilk güzel i§ sonradan kötü mü oldu? Husn kubh'a mı inkılâb etti?»[299]

 

b - Neshi Kabul Edenler :

 

Teşrî'deki nesh üzerinde fikir beyan eden gruplardan ikincisi, böy­le olayların cereyan ettiğini kabul eden, müsbet görüş taraftarlarıdır. Âmidi, islâm âlimleri arasında, Ebû Müslim el-Isfehânî dışında herke­sin neshi kabul ettiğine hâildir. [300] Genel olarak neshi işleyen her eserde yapılan bu icmal yanında, mesele tafsile tâbi tutulduğu takdirde; ge­rek fıkıh mezhepleri mensupları arasında ve gerekse kelâmcılarla usûl-cüler içinde neshin bazı şubeleri hakkında, farklı düşünenler mevcuttur. Eğer tafsilâtı nazar-ı itibara almaz isek, Ebû Müslim el-Isfehânî'yi bi­le inkarcı olarak göremeyiz. [301] Çünkü belirtildiğine göre Ebû Müslim ,N S H kelimesini söylemekten; bilhassa Kur'ân-ı Kerim için bu tabiri kullanmaktan çekinmektedir. Herkesin nesh dediğine o meselâ tah­sis demekte ve netice itibarıyla görüşler birleşmektedir. Tâcüddin es-Sübkî'den nakledilen bir söze göre Ebû Müslim'in durumu bundan iba­rettir.

Ebû Müslim neshi bir nevi ibtâl olarak mütâlâa etmekte[302] ve Kur'­ân-ı Kerim için yakıştıramadığı bu değişikliğin: «... halbuki o, cidden sarp benzeri yok bir kitaptır ki, ne önünden, ne ardından ona hiçbir bâ­tıl (yanaşıp) gelemez. (O), bütün kâinatın hamdettigi, o yegâne hüküm ve hikmet sahibi (Allah) dan indirilmedir»[303]âyetiyle reddini yapmak­tadır.

Neshi kabul edenlerin dayandıkları deliller, Kur'ân-ı Kerim'de ge­çen bazı âyetlerde ve Rasûl-i Ekrem'in yaşayışında mevcuttur. Bu de­liller, tezimizin bağından sonuna kadar işlenen her meselede yer yer zikredilir. Bu itibarla, kabul edenlerin delilleri yerine, reddedenlerin dayandıkları mesnedlerin arzedilmesi. ve bunların ilim Önündeki du­rumlarının aydınlığa kavuşturulması, takibi uygun yol olsa gerektir.

Neshin; «şerîatlerin yerine yenilerinin gelmesi» tarzında ifâde ede­bileceğimiz bölümü; isbâtı için, gayret gerekmeyen bir vakıadır. îslâm dışında, her din için bu akıbet mukadderdir, Öylece vuku bulmuştur. îslâmin bu sonuçtan korunmuş olması ise Allah'ın uygun görmesi ile gerçekleşmiş; islâm ile nübüvvetin ve vahyin son bulduğu belirtilmiş, nasslarla perçinlenmiştir.

Burada yahûdîîik ile hristiyanlığın, nesh'e karşı takındıkları tavrı yadırgamamak lâzımdır. Hz. îsâ'mn gelmesi üe Hz. Mûsâ şeriatının kalktığını kabul eden bir hristiyan; şerîatler arası neshin kabulü de­mek olan bu görüşünü, İslama tatbikten -gayet tabii- çekinecektir. Bir yahûdî de, Musa'dan Önceki devreye ait olan şerîatler arası neshi kabul ederken, hrıstiyanlığı kendileri için dost bulmayacaktır. Her iki misâldeki «menfaate dayanan âmiller» bir kenara itilebilse, bu iki top­luluğun da, menşei ilâhî olan neshi kabul edecekleri aşikârdır.

Bilindiği gibi, eski semavî din mensupları, kendilerinden sonra ge­lecek bir «âhir zaman nebisi» fikrine sahiptirler. Bu yolda inen vahiy­ler kendilerine nebilerince eriştirilmiştir.

Neshi reddedenlerin, Allah adına yaptıkları müdâfaa, ilmî mes-nedden uzak kalmıştır. Gerek Ebû Müslim ve gerekse diğer tereddüd sahiplerinin üzerinde titredikleri şey «Allah'a cehil isnadı korkusudur. Görünüşte Allah'ı tenzih ile uğraşmış olmaktadırlar.

Nesh vak'asını reddeden bir araştırıcı, âyetlerde gelen nesih tâbirlerinin, şerîatler arası neshe hamledümeleri gerektiği görüşünü savunur. Hristiyanlık ve yahûdîliği de tanıyan, sayın hocamızın sözle­ri, daha çok şeriatler arası nesh'te kullanılabilir belki, tfâde şöyle­dir[304]Burada, «âyetin neshedümesi veya hayırlısının getirilmesi» de-yişi Kur'ân âyetlerine yöneltilmiş değildir[305] Bu fikre delil olarak

Ra'd süresindeki 38-39. âyetler verilir. Müdâfaa şöyle devam eder: De­mek ki «âyetin neshedilmesi» deyimi, daha evvelki ümmetlere gelen Tanrısal belgeler hakkındadır. Bir ulusa gelen manevî eğitim usûlünün üzerinden uzun asırlar geçtikten sonra ona müşriklik karıştığı için ibtâî olunması, yahut canlılığının solması yüzünden daha verimli bir usûlün, evvelki yerine geçirilmesi konusunda kullanılmıştır...» Bir kaç sayfa sü ren açıklama: «Netice olarak, Kur'ân'da biribirini nesneden, ibtal eden hüküm yoktur ve olamaz»[306] cümlesiyle bitmektedir.

Nahl sûresinin 101. âyetindeki T e b d i 1' i de aynı ölçüler içinde teVil eden müellife göre; yanılma, âyetteki Âyet tabiri' nden do­layı vukubulmuştur. Bilindiği gibi, bu âyetin devamında gelen ve Ra-sûl-i Ekrem'i müfteri olarak vasıflandırmağa kalkışanların durumun­dan haber veren bölüm, bizi, âyeti neshin vukuu lehinde anlamağa zorlamaktadır.

Allah'a cehil isnadı şeklinde tefsir edilen B e d â İle nesih ara­sında farklar vardır ve islâm şeriatında vukua gelen nesh olaylarını redde, bu bahaneler kâfi gelmemektedir. B e d â ile nesih arasındaki en büyük fark: bedâ'da «emreden kişinin veya kuvvetin (şârün) em­rettiği şeyin sonunu bilmesine imkân yoktur, bilemez. Halbuki neshin sahibi; verdiği emrin müddetini, bitiş zamanını peşin olarak bilir».[307]  Bedâ'da; evvelce bilememe (cehil sebkati) ve sonradan olma (hudûs) vasıfları vardır. Nesihte durum böyle değildir. [308]

Neshi bedâ olarak görenlerin, kendi aralarında da iki ayrı fikirleri mevcuttur: bir kısmı, «nesih bedâdır» derken diğerleri «nesih bectâ'yi gerektirir» demektedirler. Şurası da unutulmamalıdır; Nesihteki de­ğişiklik bizim bilgimize nisbetledir, yoksa işin aslında bu değişiklik za­ten evvelden plânlanmış bir sıralamadır. İki ayrı emrin nöbet değiş­tirerek, birisinin diğeri yerine gelmesi, ilâhî ilimdeki değişikliğin de­ğil, ma'lûmdaki değişikliğin tecellisinden ibarettir.

Meselenin husun-kubh açısından değerlendirilmesindeki ha tâ ise, yeni gelen hükmün daha İyi, daha kolay, daha kullanışlı olarak tasavvuru esasına dayanmaktadır. Halbuki, durum bazan tam aksi ol­maktadır.[309]

 

B. Beşerî Kanunlardaki Tekâmül Ve Dindeki Nesh Meselesi:

 

Beşerî kânunlarda da, muhtelif zamanlarda değişikliklerin husub geldiğini; gerek onların alındığı Garp topluluklarında ve gerekse be­lirli bir müddettenberi, İslâmı din olarak benimseyen ve bu kânunları kullanan kitlelerde görmekteyiz.

Cemiyetin idaresi, toplu hâlde ve dirlik içinde bu idarenin ve ya­şayışın devamı için; anayasadan tutulsun, yönetmeliklere kadar bir seri kânunun çıkarıldığı; bunların meydana getirilmesi, tatbiki ile gö­revli müesseselerle ferdlerin bulunduğu dünyada nesh konusunu işle­yen yazarlar; §eklî de olsa, Allah yapısı[310] kanunlarla, insan yapısı kâ­nunların bünyesinde cereyan eden değişiklikler arasında irtibat kur­maktadırlar. [311] Kurulan bu irtibatta, adı geçen iki kânunun denkliği söz konusu yapılmamakta, neshi iyice anlatabilmek için -zannımızca- bu şeklî benzerliğe işaret yoluna başvurulmaktadır.

Dinlerin getirdiği kânunlar, tarih bakımından beşer yapısı kânun­lardan çok Önceki zamanlara ait olduğu için, nesh yoluyla icra edilen ilâhî değişiklik daha eskidir diyebiliriz. Dolayısıyla, beşerî değişikliğe menşe' olabilecek karakterdedir. Fakat ileride arzına çalışacağımız gibi, insanlar kendi emeklerinin mahsûlü olan bu kânunlarda değişik­lik yaparken vahyin güttüğü gayeyi, tatbik ettiği metodu terketmekte: bâzan, yaptıkları bu çalışmaların temelini sarsacak, onları hükümsüz kılacak tahriplere bile baş vurmaktadırlar.

Dindeki nesih ile beşerî kanunlardaki değişikliğin âmillerine ve ga­yelerine geçmeden; mukayeselerine girişip bir hükme varmadan önce, beşer yapısı kânunların konuluş sebepleri ve ömürleri üzerinde dur­makta fayda vardır.[312]

 

1. Kânunların Konuluş Gayeleri Ve Ömürleri :

 

İleride[313] neshin hikmetlerini incelerken ifâde edeceğimiz gibi, teş-ri'den maksadın ne olduğu; zarûriyyât,   hâciyyât, tahsîniyyât; dini, aklı, ırzı, canı ve -malı koruma gibi esasların. nasıl hedef olarak seçildiği görülecektir. Aynı durum, beşerî kânunlar için de belirli bir ölçü içinde geçerlidir. Abdülvehhâb Hallâf konu ile ilgili olarak der ki: «... Bunun içindir ki, bugünkü hükümetler­de teşrî salâhiyeti olan adamlar genellikle kânun koyma gayesini ve her maddenin özel maksadını açıklayan izahlı nizamnameler koymaya Önem verirler. Bu izahlı nizâmnâmeler[314] ve kanun hazırlanırken yapı­lan münâkaşalar ve konuşmalar; kânunun anlaşılması, nasslarına[315] ru­huna ve mânâsına göre uygulanması hususunda kânun uygulayıcıya yardımcı olur. [316]

Çağdaş insan topluluklarının sevk ve idaresi için konulan kânun­ların, sevk ve idareyi temin yanında başka konuluş sebepleri de mev­cuttur. Muhtelif inanç ve meyillerdeki insanlardan teşekkül eden cemi­yetlerde kânunlar; huzuru, eşitliği, adaleti temin; belirli bir vazifeyi îfâ esasına göre konulur. Bir başka tâbir ile, kânun bir ihtiyaç neticesi meydana getirilir. Yine belirtildiğine göre, kânunun dayandığı temel prensipler, aynı toplumun tarih ve coğrafyasının, örf ve âdetinin ak­settirdiği değerler üzerine oturtulur. [317] Bu sayede, çıkan kânunun bün­yeye uygunluğunu temine doğru adım atılmış olur. Yapılan çalışmalar­la bu uygunluk son dereceye getirilir ve kânun çıkarak mer'iyyete gi­rer.

Kânunun yapıldığı anda, onu yapan hey'ette -teşrîî organda- ya­pılanın ihtiyaca en uygun biçimde meydana getirildiği; toplumun men­faati ve mes'ud yaşamasına cevap vereceği kanâati hâkimdir. Kânu­nun eksiksiz çıkarılması bir sanattır. [318] Kğer ilgililerde, kânunun mü­kemmelliği veya eksiksiz olarak çıkarılmakta olduğu şeklindeki bir kanâat teessüs etmemiş ise bu takdirde, çalışmalara devam edilir, te­kemmülü için her türlü gayret esirgenmez.

Modern -beşerî- kânunlarda, kânun koyucu bu kadar ihtiyat gös­terdiği halde, çıkan kânunun ömrü hakkında önceden herhangi bir tah­minde bulunamaz. Üstelik, kânunu en iyi biçimde tanzime gayret etmeşine rağmen, onda eksiklikler,[319] «kânuna itaat edecek topluluğa uygunluğu aleyhinde unsurlar» bulunabilir. Kânun vâzıımn bu konuda da peşin bir fikri yoktur. Yani kânunun Ömrü ve vazifeyi îfâ kabiliyeti belirli bir tahminî ölçü dışında dâima meçhuldür. Bir müddet uygula­mayı müteâkıb eksiklikleri ve takviyesi ile tâdili gereken yerleri belli olur. Böylece kânunda değişiklik gerekir. Evvelce bilinemeyen, tahmin dahi edilemeyen bu yeni noktaların ortaya çıkması bir nevi B e d â ' dır. Bu durumlar, ilâhî menşe'lİ kânunlar ile, onların bir tür değiştiril­mesi demek olan nesh olaylarında yoktur. Nesh'te üstelik sâri', bir kâ­nunu yollarken; sonradan onun üzerinde vuku bulacak tebeddülatı ve hatta kânunu'nun ömrünü önceden bilir. Değişiklikler beşer aklına gö­redir, zuhurları itibarıyla olmaktadır. Yoksa ilâhı bilgide bu durum; başlangıcı, gelişmeleri ve sonucu bakımından zaten ihatalı bir tarzda bilinmektedir.[320]

 

2. Beşerî  Kânunlarda Değişiklik Sebebleri:

 

Modern topluluklarda teşrî organı olan meclisler, kânunların de­ğişikliği veya çıkışma geniş çapta sahne olan kuruluşlardır. Belirli usullerle çalışan bu müesseselerin faaliyetleri tedkik edildiği zaman görülür ki, kânunlarda değişikliği gerektiren çeşitli âmiller bulunmak­tadır. Hukuk nazariyatını ve sosyolojisini konu edinen eserlerde bu sebeblere temaslar vardır. [321]

Tamamen ilmî açıdan ve teorik olarak tesbit edilen bu sebebler yanında, günlük hayatta basın organlarına kadar intikâl eden bir ta­kım faaliyetler vardır ki, bunlar doğrudan veya dolaylı olarak kânun­ların ömrüne ve tatbik güçlerine tesir ederler. Bu sebeblerden birkaçı­nı, görelim :[322]

 

a. Toplulukların Muhtelif Yönlerden Tekâmülü :

 

Hukuk sosyologlarının belirttiğine göre: «... hiçbir cemiyet sonu­na kadar aynı sımayı, aynı bünyeyi muhafaza edemez. En durgun ce-miyyet tiplerinde bile kendini hafifçe hissettiren iç veya dış değişmeler sezilebilir. [323]

Kânunların  değiştirilmesi  veya   ikmâlinde,   teşri'î   organların   ileri sürdükleri sebeblerin başında tekâmül; toplum yapısının ve fertlerin değişmesi gelir. Bu değişiklik, cemiyetin fertlerini çevreleyen her şey için geçerlidir.

Tekâmül, bir nevi değişme ve bir nevi gelişme halidir aynı zaman­da. Müsbet olacağı kadar, menfî de tecellî edebilir.

Aklî ve sosyolojik bünyesi gelişen fert ve toplumu, ancak seviye­sine uygun kânunlar idare edebilir. Normal gelişme takibe dil erek, as­lında mahdut ihata gücü olan beşeri kânun değiştirilmezse cemiyet idaresi karışacak; zaman zaman kazâî organlardan veya idarelerden: «bir gelişmiş toplumun, falan tarihli belediyeler, iller idaresi kanunu; hatta falan falan tarihli anayasa ile yönetmek...», «... kânunu ile top­lum arasında tezad vardır...» v.s. tarzında şikâyetle belirecektir. Bu durum belirli ve dondurulmuş mâlî mükellefiyetler, alacaklar, mükâ-faatlar, vergiler ve borçlarda daha komik rakamlar halinde kendisini gösterecektir.[324]

 

b. Görevin Bitişi :

 

Muayyen vazifeyi îfa için çıkarılan kânunlarda, bu belirli süre do­lunca kânun mer'iyyetten çekilecek veya güçlendirilerek muayyen bir süre daha kalacaktır. Çıkışında, onun muvakkatliği zaten bilinmekte­dir. [325]

 

c. Kânunun Görev Yapamayışı :

 

Kânunlar, ne kadar iyi niyetle ve tam çalışma neticesi usta eller­de güzel bir hazırlık neticesi meydana gelirse gelsin; onu kabul ve ona itaat edecek dürüst bir sosyal bünye ister. Bazı hallerde -ki bunların teferruatına girmiyoruz- teşri ve kaza organları ne kadar iyi niyetli ve faal olursa olsun, kânun isterse en güçlü müeyyide ile desteklenip korunsun, tatbik kabiliyetini kendisinde bulamaz. Mevcut olduğu hal­de, sadece düsturlarda kalan[326]binlerce kânun her çeşit devlettebunun  Örneğidir.  Bu  durumda  kanun,  ya yeniden düzenlenecek veya tüm olarak değiştirilecektir. [327]

 

d. Baskılar

 

Kanunlardaki değişikliklere baskılar da sebeb olabilmektedir. Bun­lar, karakterleri gereği açık olduğu gibi kapalı da olabilmektedirler.

Modern ve güçlü demokrasilerde bile, sosyal bünyenin veya grup­ların baskılan, anayasadan tutunuz, rejime kadar her şeyi zamanlı zamansız tesir altına alabilmekte ve istediği değişikliği icra etmekte­dir. Milletlerin kânun hayatında, siyâset ve idare dünyalarında bunun pek çok örneği mevcuttur.[328]

Diğer taraftan baskılar, menşe' bakımından iki türlü mütâ­lâa edilebilmektedir. Bir kısmı, çeşitli menfaatlerin haleldar olması neticesi hâsıl olan baskılar, diğerleri ise hazırlık yetersizliğinden do­ğan baskılardır. Hukuk sosyolojisi açısından bu baskılar şöyle tesbit edilmektedir: «... bazan da kânun vâzı'larımn cemiyet realitesi hak­kındaki yanlış veya kıt bilgileri, isabetsiz kânunlar yapılmasına, sebeb olur ve neticede bu kânunlar, cemiyette tatbik sahası bulamaz. İçtimaî münâsebetler bunlara mukavemet eder. Türlü şekillerle kendilerini giz ler ve eskisi gibi devam eder. [329]

Baskılar, makûl olabildiği gibi yıkıcı ve gayr-i meşru' da olur. O zaman, teşri' organını tesir altına alır. Hukukun temel prensipleri dahi çiğnenir. Devlet yapısının tehlikeye düştüğü vasatlarda vukua gelen bu türlü hallere gereken isim verilmiştir. Bunlar marazî durumlardır.

Bunun yanında, daha gizli ve içten hareketi tercih eden baskı tarzları vardır ki; çok kere ilim kisvesine, adalet kılığına bürünerek gelir. Ce­miyetlerin asıl felâket kaynakları bu baskılardır.

Beşerî kanunlardaki değişikliklerle nesih meselesinin mukayesesi açısından diyebiliriz ki: Bazı islâmî-nazarî hukuk (fıkıh usûlü) yazar­ları, beşerî kanunlardaki değişikliğe de nesli adını verir. Meselâ Ab-dülvehhâb Hallâf eserinde, neshi açık ve zımnî kısımlarına böler ve şöyle ifâdelere orada- yer verir: «Bu açıkça nesih, beşerî kanunlarda çoktur.

Önceki kânunların tadil edilmesi için çıkan kânunların çoğunda önceki kânunlarda veya yeni kânuna muhalif olan eski kânundaki her hükmün lağvedilmesi açıkça ifâde edilir. Nitekim, 1930 yılının ana­yasası ile, 1923 yılının anayasası krallık emri mucibince açıkça lağve­dilmiştir[330]Müellifimiz zımnî neshi anlatırken, bu türlü nes­hin, beşeri kânunlarda da bulunduğunu söyler. Sözleri içinde bu tür kanunî değişiklikler için de nesli sözünü kullanır. : «... Bunun beşer kanunda örneği 1923 yılı düstûrunun (anayasa) çıkması için olan kral­lık emridir. Bu önceki anayasa hükümlerine aykırı bir çok hükümler ihtiva eder. Oysa açıkça onları kaldırdığını ifâde etmemiştir. Ama zım­nen onları neshetmiş sayılmıştır. Yine ceza kânunu, önceki ceza kânu­nunun hükümlerinden muhalif olduklarının kaldırıldığını açıkça ifâde etmemiştir. Ancak onları zımnen neshettiği kabul edilmiştir. [331]Ka-nâatımızca buradaki nesh tâbirlerinin kullanılması, her iki değişiklik arasında sezilebilen şeklî irtibat ve benzeyişten doğmaktadır; bu ae-beble müellif nesh tabirini kullanmakta bir beis görmemiştir.

Beşerî kânunların değiştirilmeleri, az önce belirttiğimiz sebebler tahtında cereyan ettikleri söylenirse de, çok defa ilmî ölçülerin; bas­kıların, menfaatlerin lehine bunların terkedildiği görülür. Nazarî plân­da çok güzel belirtilen usuller bazan geçersiz bile olur.

Biz, beşerî kânunların, sadece tekâmül ve cemiyetin yükselmesine uygun bir yenileşme esasına göre değiştiğini farzedelim. Nesihte bun­ların dışında ayrıca ilâhî bir yön mevcuttur. Burada kanuna muhatap olan fert, bazan değişikliklerdeki güdülen gayeyi kavramayabilir. Za­ten çok kere bu hikmet anlatılmamıştır. Fakat sâri' olan Allah te'âlanın bu tasarrufu, mutlaka terbiye ettiği mahlûkâtın faydasına tecellî etmektedir.

İlâhî kânunlar için de, görevin bitişi söz konusu olabilir. Yalnız bu­radaki «görevin bitmesi» terbiye, tedrîc ve diğer esaslarla il­gilidir. Gerek şerîatler arası nesihte, gerekse aynı şeriat içindeki nesh keyfiyetinde: «Kânunun görev yapamaması» diye bir hâl yoktur. Yani kânunun eksikliği söz konusu değildir. Allah'ın fiilleri ve tasarrufları üzerinde fikir yoran bir kafa, böyle bir düşünce içine giremez. Çünkü, Allah'ta her şeyin en kâmil mânâdaki varlığı buna mânidir. Nesih ile b e d â arasında irtibat görenlerin yanıldıkları nokta burasıdır. Neshin esasını anladığımız takdirde: «Allah'ın gönderdiği kânun ve emirlerin görev yapamaması; önceden bilinmeyen hususların sonradan zuhuru; kanunun ilk çıkışta bünyeye uygun olmayışı» gibi sebeplerle, bu değişikliğin vuku bulmadığım anlarız.

Nihayet; nesihte, kanunun kaldırılması, mensûh sayılabilmesi için bir baskı ile beşerî bir müdâhale olmadığını açıklamağa lüzum dahi yoktur. [332]

 

C - Nesih'teld Gâye; Hikmet Ve Faydalar:

 

Nesihteki hedef ve gayeyi; ilâhi hikmetleri incelemeğe geçmeden önce, islâm teşriinin böyle konularda umûmî mânâda güttüğü siyâseti görmek gerekir. Temel prensipler durumundaki bu unsurlar, ilim adam­ları tarafından, nasslarm incelenmesi neticesi ortaya çıkarılmış bu­lunmaktadır. Mevcut, şer'î delillerden hüküm çıkarırken de, arzettiği-miz hedefleri göz önünde tutmak mecburiyeti vardır. Bu yolun tutul­ması ile teşriî faaliyetler insanların maslahatına uygun ve adaleti ger­çekleştirici rollerini oynamış kabul edilmektedir.[333]

«Makâsıdu'ş-şeri'a» denilen bu prensipler; zarûriy-yât, hâciyyât, tahsîniyyât diye adlandırılan ü ç nesne­dir. Bunlar ehemmiyetlerine uygun tarzda sıralandırılmışlardır. Birin­ci derecede zarurî olan hususlar asıl hedeftir. [334]

İslâm şeriatındaki her türlü hükmün gayesi bu maddelerin altına sığınmış olan diğer tâli maddeleri gerçekleştirmektir. Birinci madde­miz olan; «zarurî şeyleri gözetme» prensibi, beş noktanın tahakkukuna yönelir. Bunlar; dinin, can ve hayatın, aklın, ırzın ve malın korunma­sıdır. Bunlardan birine halel gelirse, hayat nizâmı alt-üst olur. H â-c i y y â t dediğimiz hedefin yöneldiği şeylerin yokluğu sadece haya­tın her safhasında «d a r 11 ğ ı» doğurur. Bu darlığı gideren, insan­ları ve sistemi genişliğe kavuşturan, yaşama yollarını ve muameleleri kolaylaştıran hükümlerin hedefi bu ikinci nokta olmaktadır. T a h s î-n î ihtiyaçları zabt-u rabt altına alan ahkâm ise, yokluğu birinci ve ikinciye nisbetle daha ehven olan şeydir.

Genel olarak tesbit olunan bu ana prensipler ve maksatlar gibi, özel olarak nesih vak'aları için de tesbitler yapılmış; neshin hikmet ve maksadı anlatılmıştır.

«Eşyanın en iyisini, bilgilerin en iyisi ile bilme» şeklinde tarif edi­len hikmet sözüyle, aynı işlerin «en mükemmel tarzda yapılması» da kastedilir.[335]Dini ilimlerde hikmet ile, daha çok: «meydana getirilen işteki veya mer'iyete konulan kânundaki ve emİrlerdeki gizli sebebler, gaye ve güdülen maksatlar» kastedilirse de, biz burada hikmetle, lü-gattaki mânâya da uygun olarak: «Allah'ın, en iyi şekilde gerçekleş­tirdiği nesih keyfiyetinde, hangi maksadı gözettiğimi kastetmiş bulun­maktayız.

Evvelce bir vesileyle arzettiğimiz gibi, teşri'de hikmet aran­ması mutlak mânâda lüzumlu da değildir. Fakat, sebebler âlemin­de yaşayan insan, etrafında cereyan eden her hâdisenin altında gizli olan bir sebeb; bir âmil arama itiyadını devam ettirmektedir. Bir di­ğer mesele: Allah'ın fiillerinde sebeb ve hikmet arama; ta'lil gerekli midir? Bulacağımız veya bulduğumuzu zannettiğimiz bu hikmet acaba o emirde müessir midir? Bu konularda çeşitli fikir ayrılıkları sergileyen ilim sahiplerinin ittifak ettikleri nokta şudur: «Allah'ın gön­derdiği bütün hükümler, iki cihanda, kulların maslahatlarına uygun şeyleri tekeffül eder. [336]

1. Kitap ve Sünnetin metinlerinde, hikmetlere temas eden i§âretler: îlâhî tebliğlerin vahyile değiştirilmesi demek olan nesih vak'aîarımn unsurları olan nâsih veya mensûh âyet veya hadislerin kendi metin­lerinde siyak ve sibaklarında, işaret ve delâletlerinde, hikmetleri kavra­mamıza yardımcı bazı yol göstericiler bulabilmekteyiz. Bunların dı­şında, ilim sahiplerinin tesbitleri vardır ki, netice itibarıyla tahmine veya zanna müstenid olan bu hikmetlerde dikkati çeken nokta, ilim adamlarının ittifaka- yakın bir birleşme içinde aynı noktalara işaret etmiş olmalarıdır.

Kur'ân-ı Kerim'deki ve hadislerdeki bu ifâdeler, âyet ve hadisin ihtiva ettiği emir ve yasakla beraber, onun sebeb ve hikmetine de işaret eder. Meselâ Hucurât sûresinin bir âyetinin meali şöyledir: «Ey imân edenler, eğer bir fâsik size bir haber getirirse onu tahkik edin. (yoksa) bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza peşî-man kimseler olursunuz»1™. Küçük bir muhakeme, «haberi getiren şah­sın kritiğinin, haberin tahkikinin» neden icâb ettiğini bizzat âyetten anlar. En dar manasıyla bu hikmet; «zanna ve yanlış habere da­yanarak meydana getirilen bir karışıklığı önlemek» tir. Ezelî takdirin bir yazı ile evvelce yazıldığını, insanın başına gelen «bir musibetin» bu ezelî kader çizgi ve çerçevesi içinde cereyan ettiğini belirten bir âyetin devamında da, bu tesbit ile güdülen hikmet şöyle anlatılır: «(Allah bunu) elinizden çıkana tasalanmayasınız, onun sîze verdiği İle sevinip şvmarmayasvnız diye (yazmıştır).[337] Bu misâllerden bazıla­rım, temas ettiği   hikmeti   başlık yaparak sınıflandıralım: [338]

 

a. Nesih Yoluyla Kaldırılandan Daha İyisinin;  Hayırlısının Veya Denginîn Getirilmiş Olması :              

 

Bakara sûresinde geçen ve neshe delâleti herkesçe kabul edilen[339] numaralı âyette, nesihteki hikmete temas eden bir bö­lüm mevcuttur. Bu bölümün meali şöyledir: «... (yerine) ya ondan da­ha hayırlısını, yahut onun benzerini getirirz.» Hicrete yakın asırlardan itibaren fıkıh usûlcülerinin: «nâsih ile mensûhun zorluk-kolaylık yö­nünden denkliği» gibi bir meseleyi ortaya atmalarına da sebeb olan bu âyetle, neshteki takibedilen yola, güdülen gayeye bir nebze temas var­dır. Allah, neshettiği bir emrin çok daha hayırlısını kullarına gönder­mek için evvelkini kaldırmaktadır.

Böyle bir düşünüş tarzına, «Kur'ân âyetleri ve Allah'ın emirleri arasında derecelendirme yapmak doğru değildir», «Allah'ın ilk emri hayırlı değil mi idi ki, onu kaldırdı» v.s. şeklinde itiraza mahal yoktur. [340]

 

b. Mükelleflerin Aczini Tesbit Ederek, Bilerek Kaldırma :

 

Kur'ân-ı Kerim'deki bu türlü sebeb beyan eden âyetlerden birinin meali şöyledir: «Oruç (günlerinizin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size halat edildi. Onlar sızın için, siz de onlar için birer libassınız, Al­lah, nefislerinize karşı za'f göstermekte olduğunuzu bildi ve sizin tev-benizi kabul etti, sizi bağışladı[341]İslâmın ilk günlerinde, yatsı na­mazını kıldıktan sonra uykuya yatılınca; «yemek, içmek ve cinsî mü­nâsebet» Ramazan günlerinde yasaktı. Bilâhare kaldırılan bu emir, müteâkıb âyet ile -hem de sebebi belirtilerek- açıklanmıştır. Âyette Allah teâlâ, neshediş, sebebinin ne olduğunu belirtir: «Müslümanların sabredemeyip za'nefs göstermeleri, evvelce yapılan hatalara karşı nedametin afvi ve kulların bağışlanması.» [342]

 

c. Emrin Mükellefe Ağır Gelişi Neticesi Hafifletme:

 

îslâmın ilk zamanlarında, müslümanların harp ve benzeri güçlük arzeden durumlarda düşmana karşı; bire on nisbetinde dayanıklı­lık ve cesaret göstermeleri emrediliyordu. [343] Bir mü'min, on kâfire karşı durmakla emredilmişti. Bilâhare bu durum bire iki nisbetine in­dirildi. Enfâl sûresinin 66. âyetinin bir bölümünde bu indirişin sebebi de açıkça anlatılır: «... Şimdi Allah sizden (yükü) hafifletti. Bildi ki sizde muhakkak bir za'f vardır...» Burada sâri' tarafından mükellefin gücünün yetmeyişinin tesbiti sebebiyle, emrin hafifletildiği belirtilmek­tedir.

Daha pek çok örnekler mevcut olan bu konuda, âyetlerde geçen sebeblerin, nesh için en büyük âmil olduğu kanâatini savunmamız mümkün değildir. Belki de, bizim anlayabileceğimiz kadarıyla iktifa edilmiştir. Son misâli ele alalım: Allah teâlâ mü'minlerde o ân için mevcut olan z a ' f a işaret ederek yüklerini hafiflettiğini belirtmek­tedir. Bu za'f şüphesiz, maddî güçsüzlük şeklinde anlaşılmalıdır. Yoksa, yurt korunması, Allah'ın nâmının i'lâsı söz konusu olduğu za­man müslümanlar gayretten kaçmamakta, manevî fütur getirmemektedirler. Bu da ilâhî emir gereğidir. Allah teâla'nm, önceleri; «ona karşı bir» nisbetinde tuttuğu mükellefiyyet sonradan, ikiye karşı bir şeklinde indirilmiştir. Ne kadar olursa olsun hiç bir askerî birlik -normal askerî ölçüler içinde- kendisinden on kat fazla düşman kar­şısında taarruz ve zafer düşünemez. Böyle bir şart altında değil de en fazla kendisinin iki katı olan düşmana karşı koymanın bir öncekine nis-beyle hafifliğini, rahmet oluşunu ne kadar izah etsek bitiremeyiz.

Sünnette (hadisler arasında) cereyan eden nesih vak'alarında da bu tür haller vardır. Peygamberimizin sözlerinden, o vak'a ile ilgili neshin hikmetini düşündürücü, ona işaret edici bölümler çı-kartılabilir. Bu nevi örneklerden bir kaçını görelim : [344]

 

a. Beliren Bir İhtiyâcın Zamanla İzâlesi :

 

Peygamberimizin kurban etleri ile ilgili iki türlü emri ol­muştur. Bunların arasında zaman fasılası vardır. İlk emir: «et­lerin en fazla üç gün elde tutulması» şeklinde idi. Yani kurban etleri­nin; tasadduku, hediye olarak dağıtılması v.b. yollarla elden çıkarıl­ması isteniyordu. İkinci emirlerinde ise, etlerin değerlen­dirilmesi ve sarfı için belirli bir tahdid konulmamış; yeııüebileceği, tasadduk edilebileceği ve saklanabileceği(iddihâr) açıklanmıştır. Sün­netteki bu hâdise, bir nesih olayı olarak ele alınmaktadır.[345] Meseleyi bize kadar getiren haberlerden bazılarında, konumuz olan bu nesih olayına sebeb olarak: «o günlerin bir ihtiyâç zamanı oluşuv[346] «Medi­ne'ye gelen ziyaretçileri ağırlamak için böyle davranıldığı» düşünce­leri gösterilir. Hadisteki e d d â f f e kelimesi bunu doğrulamakta­dır. [347]

 

b. Evvelki Bir Emri Daha Uygunu İle Değiştirme :

 

Evvelce icra edilmiş bir tatbikat veya verilmiş bir emrin, bilâha­re daha uygunu ile değiştirilişi nesh vak'aları içinde, misâli en bol olan bölümdür. Bunlardan bazılarında Peygamberimiz, emrini değiş-tirişine sebeb sayabileceğimiz bir takım beyanlarda bulunmaktadır. Meselâ:  Rasûl-i Ekrem'e ihanet eden Uranî'ler ve diğer bazı suçlulara ateşle ceza verilmiş, m ü s 1 e yapılmıştı. Sonradan bu ceza yol­larını kaldıran Peygamberimiz: Ateşle ancak ateşin sahibi -Allah- azâb eder»[348] diyerek ilk tatbikatından, daha güzel gördüğü bir emirle vazgeçer.

Aynı konuda verilebilecek diğer bir örnek de şudur: Peygamberi­miz içlerinde içki kurulan bir takım kapları «içkileri ve kapların kul­lanmasını birlikte» menetmişler, yasaklamışlardı. Bir müddet sonra se­zilen kap darlığı üzerine, deriden mamul kaplara müsâade ettiler. Son­ra da tüm kapları kullanmağa müsâade buyurdular. Bu müsâadeyi ve­rirken 'de: «... kapkacak(kendisi) herhangi bir şeyi haram veya halâl edemez, sekir veren her şey haramdır» diyerek, kabın içinde içki imâ­lini ve onunla içki içilmesini haram kıldı ve diğer işlerde o kapların kullanılmasına izin verdi. [349]

Önceden menettiği kabir ziyaretine izin verirken de, onun «âhireti hatırlatacağına dikkati.çekerek faydalı olan bu işi tek­rar halâl kılışına tesir eden sebebi açıklamış oldular. Bu sebeb ise kanâatımızca:  «ikinci emrin evvelkinden daha uygun görülüşüdür».[350]

Bu bölümde de, arzettiğimiz misâllerdeki bazı nebevi beyanlardan neshin meydana getiriliş sebeblerine nüfuz etmeğe çalıştık. §unu be­lirtelim ki buralarda: «Allah ve rasûlü, şunu bu sebebe mebnı neshet-miştir» şeklinde kat'î konuşmayı gerektirecek bir beyan, bir görüş menşei mevcut değildir. Aslında, neshteki hikmet ve sebebin bilinmesi pratik hayatta mü'minlere hiç bir fayda temin etmezken, İlim sahip­leri; gerek âyet ve hadislerdeki işaretlere ve gerekse vak'alarm tasvi­ri ve ilmî tahliline dayanarak «nesihteki faydalar ve hikmetler» üzerin­de durmuşlardır. [351]

 

2. Âlimlerin Tesbitine  Çalıştıkları Hikmetlerden  Bazıları:

 

Gerek âyet ve gerekse hadislerin taraf oldukları nesih vak'alari üzerinde çalışanların, ittifaka yakın bir birlik içinde belirttikleri se­beb ve hikmetlerin ilki: «kulların maslahatına uygun olanı emretme» keyfiyetidir. Bu fikir çeşitli şekillerde işlenmektedir. Umûmî kanâata göre: insanların yararına olan şeyler (mesâlihu'1-ibâd) zaman ve mekâna göre değişmektedir.[352] Her durum yeni bir hükmü ve insa­nın o hükme intibakını intâc eder. Kula göre yenilik olan bu haller, kânun yapıcıya (Şâri'e) göre evvelden teferruatıyla bilinmektedir.

Kulun maslahatına uygun olanın yapılması konusu, ehl-i sünnet ile çeşitli fırkalar arasında farklı görüşlerin belirmesine' yol açmıştır. Allah'ı fâil-i muhtar olarak gören ve dilediği tarzda ahkâm getirebile­ceğini belirten, aynı zamanda mû'tezilî görüşleri reddeden[353] ehl-i sün­net, nesih için hikmet ve sebeb ararken: «Allah'ın, kul­lar için onların terbiye ve ta'liminde; nasıl bir tabib hastasını kademe­li olarak tedâvî eder, bir öğretmen de Öğrencisine tedricen bilgi verir­se bunlar gibi en güzel yolu seçtiğini» gerektikçe söyler. Bu arada, neshte hikmet aramayan ehl-i sünnet âlimlerine de rasla-nır. [354]

Allah'ın emirlerini, kulların maslahatları açısından değerlendirme­yi normal gören bazı müellifler, bu emirlerle adı geçen kulların fay­dasına olan durumu irtibatlandırmayan; «kulluğun sadece Allah için olması gerektiğini» savunan görüşlerin, bilmeden zararlı bile olabile­ceğine temas ederler. Emirlerde maslahat ve hikmet aramayan görüş sahipleri, bu fikirlerine hüsn-i niyyetle de sarılsalar, onların bu te­miz telakkileri bazı islâm düşmanlarının işine gelmekte ve istismar ko­nusu yapılmaktadır. Bu sayede onlar, adı geçen âlimlerin görüşlerini öne sürerek «islâmın emirlerinin gayesiz ve manasızlığını» savunacak­lar dır. [355]

Allah'ın emirleriyle kulların dînî ve dünyevî menfaatlerini irtibat­sız görenler, islâm şeriatının dar bir çerçeve içinde kalmasını isteyen ve onun: «mü'minlerin dünya hayatlarıyla irtibatım sağlayan can da­marını kesmeyi amaçlayan»[356]kişiler olarak tavsif edilmektedirler. Bu grubun fikirleri benimsenmemektedir.

Mesâlihu'1-ibâd dışında, neshe sebep ve hikmet olarak gösterilen ikinci mühim unsur, terbiyede ve öğretimde   tedrice riâyettir. Sonuç itibarıyla yine «mükelleflerin faydasına» olan şeyi gözet­me şeklinde yorumlayabileceğimiz bu: «kabiliyete göre dînî emirlerin artırılıp eksiltilmesi» meselesinde, yine tabîb-hasta, öğretmen-öğrenci misâllerine ağırlık verilir.[357]

îslâm hukuk sisteminin seyrini kavratan, halkın terbiyesinde Al­lah'ın hikmetlerini tanımamıza yardım eden bir konu olarak neshin bi­linme zarureti[358] yanında, bu hikmetlerin hiç kurcalanmasına taraftar olmayan ilim sahiplerine de hak vermemek İmkânsızdır. Öyle misâl­ler vardır ki, orada; kulların yükünün hafiflemesi değil, aksine ağır­laşması söz konusudur. [359]

Her iki görüşü te'lif ederek; belirli bir ölçüde hikmet araştırmanın uygunluğu, bu arada «Allah'ın emirlerine itaat için mutlaka sebebi bilmenin lüzumlu olmadığı» kabul edilebilir. Unutulmamalıdır ki tes-lîmiyyet 'kullukta en çıkar yoldur. [360]

 

III. İslâmı İlimlerde Neshin Ele Alınışı:

 

A.   İslâmî İlimlerin Müstakil Hale Gelmediği Devrede Nesih Meselesine Bakış:

 

Mekke ve Medine devresi olmak üzere iki bölümden teşekkül eden asr-ı saadet islâm hayatında, gerek dînî ve  gerekse sosyal yaşayış yönünden neshin bir vak'a olarak ele almışı, islâmın içtimaî tarihin­den çok   hukuk   ve  ibâdetler,   muameleler,   cezalar yönüyle ilgilidir. Vak'anın; dînî, terbiyevî, hukukî yönlerden tahlili, ce­miyetin idaresi bakımından oynadığı rol ve nihayet Allah'a kulluk açı­sından incelenmesi hep islâmî ilimler bünyesinde yapılmıştır. Bu iti­barla meseleyi iki bölümde ele alacağız: islâmî ilimlerin müesses ha­le gelmelerinden önceki devrede neshe bakıhş tarzı ve çeşitli dallara ayrılan bu ilirnlr içinde, her şubenin müstakil olarak nesih problemini ele alışı; onu değerlendirişi, tarihî seyri içinde vak'alan analizi ve ni­hayet gelecek müslüman nesillere bunu arzı.

Bu iki bölüm şüphesiz iç içe olduğu gibi, biribiriyle iyiden iyiye alakalıdır da. Birinci devre ikincinin menşei durumunda olması hase­biyle, onun değerlendirilmesi yapılmadan ikinci devre anlaşılamaya-cağı gibi, ikinci maddenin bir hükme bağlanabilmesi için de birinci du­rumun, gerçek ölçüsü içinde belirmesi şarttır.

Nesih, en geniş tatbikatım Medine islâm yaşayışında bulmuştur. Mekke hayatı, islâmın temel (külli) kaidelerinin Allah teâla'dan alın­dığı devre olması itibarıyla, nesih vak'asına az şâhid olmuştur.[361] Az şâhid olmuştur sözünü ihtiyat kaydıyla söylüyoruz. Buna yok demek de mümkündür. Fakat, iksâl meselesi gibi bazı vak'alarda, [362] Sahabenin beyânları arasında: «islâmın ilk zamanlarında...» şeklinde ifâdeler vardır. Bunun, Mekke devri içinde olması ihtimâli düşünülebi­lir. Bu ihtimali belirli ölçüde destekleyecek deliller yine de bulunama­maktadır.

Usûlcülerin c ü z ' i y y a t diye adlandırdıkları hükümlerin ge­lişinin en kesif olduğu devre olması bakımından, Medine'de geçen on yılı aşkın zaman, bu yönden incelemede esas olacaktır. Bu devreye ait sistemli teknik izahlar az bulunacağı tabiî karşılanmalıdır. Her an is­lâmın tebliği ile uğraşıldığı bir vasatta, henüz hazır olmayan bir top­luluğa Peygamberimizin nazarî izahlar yapması beklenemez. Daha doğrusu, islâmî fi'len yaşayarak gösteren, vahy ile te'yid edilen bir Nebî ile birlikte yaşayan mes'ûd topluluğun böyle bir îzâha, taksime, tahlile ihtiyâcı da yoktur. Şâirin dediği gibidir durum :

Müstağnî-i irşâd olur erbâb-ı hakikat; Sükkân-ı harem neylerimiş kıblenümâ'yı.  [363]

 

1. Asr"İ Sâadet Ve Nesih:

 

İslâmın Mekke'deki dönemi, ana kaidelerin (külliyyât diye adlan­dırılan) düstûrların indiği bir devre olması bakımından ilk anda; Allah ve âhirete îmân esaslarının tebliğ edildiğine şâhid ol­maktayız. Bunları mütaâkib namaz, ve i n f â k emredilmektedir. Bu ilâhî emirlerin yanısıra, küfür ve küfre tâbi olan diğer amiller; Al­lah'tan başkası adına kurban kesmeler, Allah'a iftira ederek ortak koş­malar; dinî temeli olmayan bir takım indî haram ve halâl kılışlar da nehyedildi. Üçüncü bir faaliyet, mekârim-i ahlâk diye adlan­dırılan; adalet, ihsan, ahde vefa, afve sarılmak, kabalıktan ve cehil­den yüz çevirme, en güzel üslûbla kötülüğü defetme, sadece Allah'tan korkma; sabır, şükür ve benzeri faziletler emredilmiş, aynı anda bun­ların aksi olan; kötü huylar, fuhşiyât, münkerler, her türlü tecâvüz ve itaatsizlik, bilmeden konuşma, Ölçülerde eğrilik, yeryüzünde fesâd çı­karma, zina, katil, çocuk gömme gibi câhili âdetler de şiddetle neh-yedilmişti. tslâmın ilk zamanlarının panaroması böylece tesbit edil­mektedir.[364]

tnanç, amel ve ahlâk yönlerinden son derece bozuk bir duruma gelmiş bulunan o günkü cemiyete, Rasûl-i Ekrem, Allah adına böyle çeki düzen vermeğe çalışmıştır. Bu devrede, son derece sabit ger­çekler mü'minlere anlatılmaktadır. İleride ilim adamlarının konu ile ilgili tesbitleri arasında göreceğiz ki; inanç meseleleri, ahlâkın ana kaideleri ve haber niteliğindeki -Allah'tan gelen- sabit değer­lerde    nesih cereyan etmemiştir. [365]

Müslümanlara ait, az önce teferruatını saydığımız ilk mükellefiyet­ler içinde, îmân esasları ile ilgili olanlarda nesih cereyan et­mediği, Allah'ın insanlara ilk defa Peygamber gönderdiği gündenberi bilinmektedir.. Binâenaleyh, büyük bir bölümü îmân ve ahlâk temelleri halinde atılan islâm yapısının ilk Mekke yıllan için nesh vak'ası ara­mamız, bu mühim temellerde olmayacaktır. Daha açık bir ifâde ile belirtelim: Allah ve Rasûlü, dinin temelini teşkil eden bir îmân ve ah­lâk sütununu, taşını, alıp bir başkası ile değiştirmemiştir. «Bu îmân esası, şu kadar müddet kalsın, bilâhare kullarımın maslahatına daha uygun bir malzeme ile onu değiştiririm» tarzındaki ilâhî bir tasarrufa raslanmamaktadır. îmân ve ahlâk esasları, nesih sahasından çıkınca geride ilk yıllara ait amel olarak namaz kalmaktadır. Namaz ile ilgili pekçok tatbikat değişikliği vardır ki -bunların bir kısmı namazın ken­disi ile, diğerleri namaz öncesi temizliklerle ilgilidir- onların üzerin­deki değişikliklerin de kat'î olarak Mekke'de vuku bulduğuna dair mal­zemeye raslanmamaktadır. Bu vak'alar incelenirken, görgü şahitleri­nin verdikleri bilgilerden, bunların Mekke müslümanhğmda da vuku bulmuş  olması  ihtimâli düşünülebilmektedir.

Mekke devrinde temel, bu şartlar altında ve kendisinde nesih ce­reyan etmeyen malzeme ile atıldı. Bu temeller küllî kaidelerle bağ­landı. Müslüman, mükellefiyetlerinin çoğunluğunu, bilhassa mühimle­rini iyiden iyiye öğrenmiş ve tatbikata başlamıştı. Bu arada hicret vu­ku buldu. Çilekeş bir hayatın son buluşunu müjdeleyen bu mes'ûd hâdi­seye yakın ilk Medine yılları da pek huzurlu geçmedi. îslâmın coğ­rafyası artık yavaş yavaş genişliyor, yeni insan topluluklarıyla ve de­ğişik şartlarla karşılaşıyordu. Mekke devrinin ana kaidelerini, Allah ve Rasûlü yavaş yavaş teferruatlandırıyordu; onların ikmâli, ve tamam­lanması ile uğraşılıyordu. Tedrîcen alman yeni emirlerde ve eskilerin­de hep: ûslâma henüz yeni ısınanlara uygun muamele, alıştırma, ted­ricî yükseltme, kalplerin ülfetini sağlamaya çalışma» gibi terbiyevî un­surların sezildiği bir gerçektir.

Müskiratın haram kılınmasına ait son emirler, ahde vefa ile ilgili tatbikatı güçlendiren âyetler hep peşipeşine gelmekteydi. Bunların bir kısmı yen;, bir kısmı tekrar, fakat hepsi birden, «ilk küllî kaideleri ta­mamlayıcı emirler» olarak değerlendirilmektedir.[366]

Netice olarak denilebilir ki; Mekke devri islâm hayatı ana kai­delerin indiği bir devredir. Bunlar küllî olarak vasıflandırılan değer­lerdir. Şeriatın: «zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniy-y â t» diye adlandırılan bölümlerinde nesih vuku bulmadığı belirtilir­ken, cüz'îyyât denilen hükümlerdeki değişikliklerin bütünüyle Medine devrine ait olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu c ü z ' i y y â t, di­nin büyük bir bölümü olup, bunlar İçinde nesih ile karşılaşan kısım çok azdır. Yani mensûh olmayanlara nisbetle, neshedilmiş hükümler az kıl­maktadır.Muhkemler    kalabalıktır.

Mekke devrinde furûa ait meseleler pek görülmez. Zaten az olan furûatm neshi kabul eden ahkâmına ait olan bu azlık, nesih vak'aları-m Mekke devrinde nâdir kılmaktadır. [367]

Dinimizin ihtiva ettiği ahkâm içinde, ancak ibâdet ve muamelâta ait cüz'î bir bölüm nesh kabul etmektedir. Ahkâm içinden nesh kabul eden nevilerden Mekke'de tebliğ edilenler çok değildir. Dolayısıyla, Mekke devri neshin hem az vuku bulduğu, hem de -belki- neshin hiç konuşulmadığı bir devre olmaktadır. Bu itibarla, islâmî ilimlerde meselenin ele almışına zemin teşkil eden; «sahabenin Medine'de nesh ile karşılaşması, onunla ilgili davranışları, neshin problem olarak islâm topluluğunda mesele edilip edilmediği» görülürse, problemimizin son­radan «olduğundan fazla büyütülüp büyütülmediği; ilgi çekip çekme­diği» anlaşılmış olacaktır.

Sahabenin nazarında nesih hadisesi, Peygamberimizin fiili ve sözü ile sabit olacağı için, o devirde âyetlerin ve hadislerin kendi araların­da veya birbirleriyle karşılıklı neshi şeklinde bir ayırım görülmemek­tedir. Daha sonraki nesiller, Hz. Peygamber'le görüşme devletinden mahrum oldukları için, ancak mevcut haberlerden bu durumu anlaya­caklardır. Sahabeden bazılarından nakledilmiş hadislerde,[368] bilhassa âyetlerde cereyan eden neshi belirten cümleler vardır. Buradan anlı­yoruz ki kendileri neshten haberdârdır. Bu haberlerden birinde: dik neshedilen âyet... âyetidir» tarzında cümleler mevcut olduğuna bakı­lırsa, müteâkib vak'alardan haberdar oldukları da anlaşılır. Sahabenin neshten haberdâr olduğunu te'yid eden ve sadece: «hadislerde ve Hz. Rasûl'ün tatbikatında meydana gelen nesih vok'alannı da bildiklerini belirten haberler-», misâller bölümünde görülecektir. Tezimizin ilk bö­lümlerinden birinde geçen ve sahabe arasında bilinen ref, ve benzeri tabirler de bu görüşü destekler.

Yalnız burada bir nokta üzerinde durmak gerekmektedir: Acaba sahabenin anladığı nesh ile, ilim sahiplerinin izaha çahştıkları nesih aynı mıdır? Ekseriyetin belirttiğine göre sahabenin nesh anlayışı çok şümullü bir mefhûmdur. Sonradan fıkıh usûlcüleri tarafından: «t a h-s î s, t a k y î d, istisna» adlarıyla isimlendirilen ve nesih dışın­da mütâlâa olunan tatbikatlar da   nesh   olarak   görülmektedir.

Vahyin inişine ve Hz. Peygamber'in tebliğine şâhid olmayan son­raki müslümanlar için böylece ikili bir yol belirmiş olmaktadır. Neshin geniş manalı olarak ele alınışı ve misâllerin yüzleri bulması, neshin daha özel ve daha dar manada kabulü neticesi, bilhassa Kur'ân âyet­leri yönünden nâsİJı-mensûh miktarının o n - o n b e ş 'le ifâde oluna­cak azlığa ulaşması. Bu durum, bir çok âlim tarafından dile getirilmiştir.

Şâtibî   der ki: «Üzerinde nesh cereyan ettiği iddia olunan meselelerin çoğu münakaşalıdır. Bunların araları bulunabilir; cem' ve uygun tarzda t e ' v i 1 mümkündür. Nesh cereyan ettiği belirtilen iki delilden ikincisi, ya bir mücmelin beyânı, veya bir âm'mın tahsisi, ya-hutta bir mutlakın takyidi olarak îzâh edilebilir. Her iki delilin de muhkemliği sabit kalmak üzere başka te'lif tarzları da bulunur. İ b-n u ' İ - ' A r a b i bu yolla bir çok nâsih-mensûh'u nesh vak'ası için­de mütalaa etmekten kurtarmıştır.[369]

S â h" Veliyyullah ed-D.ehlevî de, sahabenin, neshi lü­gat manasına uygun tarzda ve şümullü olarak anlayışına temas eden­lerdendir. Ona göre işin içine akıl karıştırılınca, İhtilâf dâiresi alabildi­ğine genişlemiştir. Bu yüzden, eserinde nesih vah'atarını gayet az mik­tarda belirtmektedir. [370]

Az önce, ilim sahiplerinin, bu kanâata eldeki misâlleri incelemek suretiyle vardıklarını belirtmiştik. Bu nevi misâlleri içinde, Kur'ân-ı Kerim'e ait olanlardan bazılarını Şâtibî nakleder. Onun ifâdesine gö­re, neshin böylece şümullü mânâsını nazarı itibara alanlar; pek çok başka meseleyi de nesh kavramı içinde mütalaa edenler, mütekad-dimûndur. Mütekaddimûn sözüyle sahabeyi kastetmekle birlikte onlara yakın devrelerin âlimleri de olabileceğini düşünebiliriz. Istılah olarak el-Mütekaddimûn sözü bilhassa ilk üç hicrî asır için­de yaşayan âlimler için kullanılmıştır.

el-Muvâfakât'ta verilen ilk mensûh örneği aslında bir mutlakın tak­yidi olarak değerlendirilmektedir. Diğer bir âyette, şâirlerin durumu­na temas edilirken onların pek de iyi olmayan işlerine dokunulmak­tadır. İddiaya göre bu âyet devamındaki âyet ileneshedilmiştir. Halbuki bunun bir istisna olduğu belirtilir. Bu nevi misâller boldur. [371]

Durumu şöyle Özetleyebiliriz: Sahabe nesh hakkında daha sağlam bilgilerle mücehhezdi ve Râsül-i Ekrem'e her an meseleyi sorabilirdi. Daha sonra gelenlerin durumu bundan farklıdır. Bu ?ıesillerin miislü-manlan -hatta günümüze kadar ve daha sonraki zamanlarda da- neshin tesbitini sahabe gibi kolayca başaramayacaktır. Sahabeye yakm devrenin insanları, sahabeden nakledilen şifahî ve ji'lı an'aneye uygun tarzda yaşayışlarını sürdürürlerken, bu rivayetlerin za'fa uğra­ması -belki de bazılarının çeşitli sebebler yüzünden kaybı- İslâmî ilimlerin tedvini sırasında, daha başka sebeblerin de inzimamıyla, na-zarî-ilmî ölçü ve izahları gerekli kılmıştır. Dehlevî'nin de işaret ettiği gibi bu izahlarda belki de aşırılık sebebiyle sadedden dışarı çıkma da olmuştur. Hiçbir devrede ilim sahibi, mevcut haberlerle knt'iyyet kesbeden nesih vak'alarına karşı çıkamazdı, eğer Rasûl-i Ekrem'den vil-rûdlan sabit olsaydı bu haberlerin.

Diğer bir mesele de şudur; sahabe ve ona yakın ilk nesilde nesih daha şümullü bir manada görülmekteydi. [372]

 

2. Tâbiûn Ve Daha Sonrakilerin Zamanında Nesih :              

 

Fıkıh, tefsir, ahlâk, tasavvuf, akâid v.b. ilimler, müstakil hale gel­meden önce hadisin (ilim adıyla anılan sünnetin) içinde mündemiçti. İslâm'da ilk tedvin hareketlerinin başlamasından çok önce, hadisin ve fıkhın, hatta tefsirin nazarî meseleleri ilim adamlarınca meşgul olunan bir saha idi.

Çok az bir bölümü yazılı olan hadislere, fitnenin zuhurunu mü-teâkib düşman eli karışmadan Önce de müslümanlar ihtiyatı elden bı­rakmıyor, duyduklarını tahkik ediyorlardı. Çünkü, Peygamber'e da­yandırılan her haber, onlar için dinin bir emrini veya yasağını taşı­maktaydı. F i t n e nin zuhuru ile bu ihtiyat daha da arttı. Bozuk ni-yetkililerin faaliyetleri yamsıra, temelleri hazır olan bu usûl bilgileri de gelişti. îlim sahipleri, âyet ve hadislerden çıkarılacak ahkâmı tartışır­ken bir yandan da Hz. Peygamber'in tatbikatını aramaktaydı. Haber­lerin değeri üzerindeki münâkaşalar, bir taraftan cereyan ederken, di­ğer taraftan Hz. Peygamber tarafından gerçekleştirilen tatbikattaki farklılıklar da söz konusu oluyordu. Hadis usûlünün temel meseleleri aynı zamanda fıkhın ve fıkıh usûlünün temeli de olurken, daha sonraki devrede ilk yazılı eser olarak usûl-i fıkha menşe' sayılan Ş â f i' î 'nin    e r - R i s â 1 e 'sinde göreceğimiz geniş bir sahayı ihraz ediyordu.

Tâbiûnun ve Etbâm, kendilerinden ilim ve islâmî tatbikatı öğren­dikleri sahabîlerin farklı görüşleri ile temas halinde olduklarını bili­yoruz. Esasta olmayan bu farklar, ihtilâf olarak adlandırılmaktadır. Ogün için sahabenin, sonra da müctehidlerin ihtilâf ko­nularından biri de (nesh meselesi) dir. Şafiî'deki bilgiler; bize, geçen en az bir buçuk asırdan fazla bir zamanın mîrasmı nakleder. Profesör Dr. Muhammed Hamîdullah, usûl-i fikhın tarihine ayırdığı bir yazısın­da şöyle der: «... Bu mevzua dâir en eski eserin, imam Şafiî'ye ait ol­duğuna daha evvel işaret edildi. Şu kadar var ki bu, onu teşkil eden un­surların eski olmadığı manasını tazammun etmez. Hakikat şudur ki mesele birkaç nesiîdenberi hummalı bir şekilde münâkaşa ediliyor­du».[373] Naklettiğimiz paragraftaki, (birkaç nesiîdenberi) kaydı düşün­dürücüdür. Müctehid imamlardan Ebû Hanîfe, zayıf bir görüşe göre tabiî, yaygın kanâate göre etbâdandır. Yani üçüncü nesle men­suptur. Onun neshe ve diğer usûli hadis; istinbât-ı ahkâm meselelerine dair görüşleri, yer yer hanefî fıkhının usûl ve furû kitaplarında belir­tilmektedir. [374]

Ebû Hanîfe'nin çevresindeki âlimlerin de bu konu ile geniş mânâda uğraştıklarının en büyük delili, Ebû Yûsuf'un, (182/798) Şafiî'den de önce usûl-i fıkha dair eser sahibi olduğu görüşüdür. Mesele başka türlü de izah edilse bile bunlar[375] yine, sahabe sonrası devrede bu ko­nuların konuşulduğu lehinde bir delil olmaktadır.

İlk hicrî asırda bu münâkaşalar; ilmî usûllere göre tahliller ve açıklamalar daha da azdı. Münâkaşalarda, başlangıçta ilim adına ve mutlak mânâda olan fikir beyanları, sahabe devrindekindetı farklı de­ğildi. Sonradan; kelâm ehlinin, fukahânm, usûlcüîerin istiklâl kazan­maları neticesi nesih meselesi de geniş çapta ilgiyi usûlcülerde buldu.

Bir başka düşünüşle, islâmî ilimlerin tedvin ve gelişme tarihim' il­gilendiren bu meseleye, nesihle ilgisi nisbetinde temas etme mecbu­riyeti hasıl oldu.

Sonuç olarak diyebiliriz ki :

İslâmî ibâdet ve muâmelelerdeki «Hz. Peygamber'e ait en son tat­bikatı arama» işi, sahabe devrinden itibaren bağlamıştır. Sahabenin Hz. Peygamber'le birlikte geçirdiği devreden malzemesini alan nesih ile ilgili rivayetler: tâbiûn ve etbâ' devirlerinde de konuşul­muş, sonradan ilim dallarına ve kitapların muhtevalarına intikâl et­miş ve dörtlü bir görünüm arzetmişür:

a. U s ûl-i   f ıkıh ç ılar da,    daha geniş kapsamlı bir mesele olarak ele alınmıştır,

b. K e I artı c il ar ı n    konu ile ilgileri, husıtn-kubh açısından ce­reyan etmektedir,

c. Tefsire il er,    daha çok bir karma yol tutmuş -belki de kendilerine ait köklü bir ölçüleri bulunmadığı için-- ve âyetler arası nesihle ilgilenmişlerdir,

d. Muhaddislerde  nesih olayı^ dirayet yönünden (muhteli-fu'l-hadis) bünyesinde teknik olarak ve vak'alar halinde rivayetlerin toplanması şeklinde de rivayet bilgisi açısından incelenmiştir.

Şimdi sırasıyla bunları görelim: [376]

 

B. Usul Bilgilerinin Geliştiği Ve İlimlerin Müstakil Hale Geldiği Devrede, Nesih Meselesinin Ele Alınışı:

 

1. Fıkıh Usûlcüleri ve Nesih :

 

«Usûl» tabiri, mutlak mânâda kullanıldığı ve bir başka kelime ile izafet yapılmadığı takdirde, fıkıh usûlüne alem olmaktadır. Usûlcüler sözüyle de, fıkıh usûlcüleri kastedilir. Bu ilim adam­ları, mutlak mânâda fakihlerden ayrı mütâlâa edilebilmektedirler. Eserleri, fıkhın furûuna (meselelerine) değil de nazariyyâtına, ana kai­delerine tahsis edilmiştir.

Nesih konusu ile ilgili en teferruatlı nazarî bilgi bu tür eserlerde bulunmaktadır. Başlangıçta, Rasûl-i Ekrem tarafından halledilmiş me­selelerin tahlili ve usûl-i hadis bilgilerinin de kullanılmasıyla sistemle­şen bu bilgi dalı, sonradan çeşitli tesirlerle branşlara ayrılmış; m fi­te kellimle r, hanefiyye (fukahâ) mesleki adı altında bölün­müştür. Mütekellimlerin içinde, mû'tezile gibi müstakil fırka mensup­ları yanında, mâliki, şâfiî olanlar da mevcuttur. Kendilerinin fıkıh me­selelerine bakışlarında kelâmın ve bir dereceye kadar felsefî düşünce tarzının etkisi vardır. Nazarî çözüm ve izahlarında, o güne kadar te-karrur etmiş olan furûa uygunluk olsun, olmasın pek ilgilenmemekte­dirler.[377]  Çalışmalarında  ölçü  daha  ziyâde  akıldır.   Hanefîlerin  usûlü bunlardan farklıdır. Fürûun uygunluğunu nisbeten gözetirler. Her iki usûlde de kitaplar te'üf edilmiş, meselelere bu iki farklı açıdan bakıl­mıştır.

Diğer taraftan Şâttbî gibi; gerektiğinde her iki usûlü de kullanan, tenkîd eden veya daha uygun tarzda meselelere bakan müstakil usul yazarları da vardır. Şunu demek istiyoruz; Şafiî'nin eserlerinde daha külfetsiz ve sünnetin izahlarına daha uygun olan nesih bahsi, sonradan çetrefilli bir görünüm almış, ihtilâflar çoğaltılmıştır. Bir ör­nekle maksadımızı anlatalım: Nesih tabiri üzerine yapılmış elli'-y e yakın tarif vardır. [378]Kanâatımızca hiç biri, Şafiî'nin kısa tarifi- ka­dar maksadı Öz ve temeline inerek anlatamaz .Şafiî'nin Risâle'sinin bir yerinde[379] nesih şöyle tarif edilir: «Neshetti kelimesinin mânâsı; farzı­nı terketti demektir; o zamanda o emir hakti f Allah neshettiğinde de bu emri terketmesi haktır...» Bu cümlelerle imâm, neshin terketm e k demek olduğunu güzelce anlatmaktadır. Usûlcülerin bütün ta­rifleri, tahlilleri, nazarî münâkaşaları hep aynı sonucu verecektir; Al­lah ve Rasûlü'nün evvelce verilmiş bir emri vardır, bu emir yine on­lar tarafından kaldırılmıştır.

Neshin bütün meseleleri bu âlimler ce -en iyimser bir tarzda dü­şünerek belirtelim- mevcut hüküm ve tatbikata bakılarak kâidelendi-rilmiş, istidlal yoluyla bazı neticelere varılmış, nesh bir vak'a olarak ele alınma yerine artık kaideler manzumesi tarzında işlenmiştir. Asr-ı saadete çok uzak olan devrede yaşayan müslümanlar, bu kaidelere gö­re neshi değerlendirmek durumundadırlar. Meselâ : bir âyet üzerin­de ileri sürülen nesih iddiası; «bu âyet ihbarı bir âyettir, ihbârî olan konularda nesih cereyan etmez; bu nesih değildir bir istisnâdırı çün­kü, her iki rükün aynı yerdedir, araları açılmamıştır; bu bir tahsistir, bu bir takyiddir...» gibi sebeblerle reddedilecektir. İçlerinde pek azı : «burada nesh olduğunu tesbit eden bir rivayet yoktur» diyerek muhad-dislere ve Şafiî'nin başta yazdığı temel prensibe inebilecektir.

Usûlcüler çok kere neshi beyân nevileri içinde inceler ve ona teb­dil beyânı adını verirler. Bazıları delil olarak Kitap ve Sünneti anlattıktan sonra neshi zikreder. Muhkem ve müteşâbihlerin ardından neshi ele alanlar da vardır. Husûsî başlıklarla vermeseler de yirmi ka­dar müstakil bahis halinde konu incelenmektedir.

Bu umûmî bilgiden sonra, usûlcülerin nesh konusunda ele aldıkla­rı meselelerin görülmesi gerekmektedir : [380]

 

a. Tarifler :

 

Usûl kitaplarında neshin ilk önce mantık bilgisinin şartlarına uy­gun tarifi yapılır. Bu, bir nevi hudûd t e s b i t i'dir.[381] Daha önce icra edilen, kelimenin lügattaki mânâlarının araştırılması, çok kere bu tariflerin değişik olmasında rol oynamaktadır.

Neshin ıstılahtaki aldığı mânâ üzerinde çeşitli münâkaşalar cere­yan ettiği gibi, farklı anlayışlar da meydana gelmiştir. Bunların teme­li; münâkaşaların menşei, kelimenin Arab dilinde kazandığı mânâlar, bu mânâların hakikat ve mecaz olmaları, nesh vdk'asında bu mânâ­lardan hangisinin geçerli olacağı, tarifin neshi kapsayıp kapsamadığı, tarifin bizzat kendisinin neshe delâleti... gibi konularda olmaktadır. Tarafların asıl münâkaşa kapıları, «hareket noktalarından, neshe ba­kış  açılarından» açılmaktadır.

Dinler arası neshi kabul etmeyenlere cevap vermeyi hedef edinen, usûl meselelerine fıkhı açıdan bakan, hadislerin değeri hakkında fark­lı görüşü olan, kelâmın tesiri altında kalan, neshi sünnet içinde Allah ve Rasûlü'nün bir tasarrufu olarak gören, reye daha fazla söz hakkı tanıyan, aklı ön planda tutup nakli bu açıdan değerlendiren v.b. ayrı ayrı ferdlerin farklı tarifleri olmaktadır. Tarif onlar için, çözümün ilk kânunundur; müteâkib meselelere hep buradan aldığı hızla ve ölçü ile eğilecektir. Nesh için bir kısmı «beyânın tehir i»[382]derken di­ğeri, «şer'î bir delilin sonraki delille r e f ' i (kaldırılması) diyecek, bir başkası daha farklı düşünecek ve ortaya uzunlu kısalı bir kaç dü­zine tarif çıkacaktır. Nihayet içlerinde dayanamayıp; atariflerdeki ni-zâ'lan lafzı olarak gören, farklılığın nereden geldiğini araştıran»[383] ne­ticede bize, yine başlangıçtaki ilk sadeliğe dönmenin gerekliliğini anla­tanlar da olacaktır. Fakat lafzı olarak değerlendirilen bu niza'lar, ne­ticeye geniş çapta tesir etmekte; diğer şartlarla bunlar birleşerek ne­sih miktarını artırıp eksiltmektedir. [384]

 

b. Neshin İsbâtı:

 

Usûlcüler neshin isbâtı konusunda çok geniş bir çevreye hitap eder­ler. Meseleyi müslümanlığa inhisar ettirmeyip, bütün semavî dinlere şâmil kılarlar. Bu isbât, neshi inkâr edenlere karşı yapılmaktadır. Me­sele aklî yönden ve sem'î açıdan (pratik olarak) değerlendirilir.

'Yahudiliğin, liristiyanlığın ve müslümanlığın itikâd ve amel mez­hepleri içinden neshi inkâr edenler bu bölümde açıklanır. Onların de­lilleri ile neshi kabul edenlerin delilleri karşılaştırılır. Meselenin mo­dern islâmî araştırıcılar nazarında ele almış biçimini bu itirazlarla ir-tibatlandıranlar  ve  cevaplayanlar da  vardır.[385]

 

c. Nesihle İlgili Şartlar :

 

Nesih konusunda usûlcülerin üzerinde durdukları meselelerden bi­ri de, bir vak'ada neshin cereyan edip etmediğinin .gerekli şartların mevcut olup olmadığının söz konusu edilmesidir. Aşağıda hulâsa ede­ceğimiz şatların tahakkuk etmediği hallerde neshin düşünülemeyeceği ifâde olunur.

Bu şartların gelişigüzel sıralanması yanında, bölümlere ayrıldığını da görürüz. Bir takım müellifler nesih vak'asını meydana getiren her rüknü ele alır, onunla ilgili bütün şartları zikrederek meseleyi ince­ler. Bu durumda; nâsih, mensûh, mensûhun anh, mensuhun bih gibi unsurlarla  ilgili  şartlar  ayrı ayrı  olmaktadır. [386]

Ekseriyyet şartları; üzerinde ittifak edilen şartlar, ihtilaflı şart­lar olmak üzere iki kısma böler, İttifaklı şartların başında «neshedjlen hükmün şer'î bir hüküm olması» gelmektedir. [387] Bu şartla aklî hüküm­ler, nesih vakıasının dışında kalmaktadır. Diğer yönden bu bağlayıcı kayıt ile, dünyevî kânunlarda cereyan eden değişikliklerin hakîkî an­lamı ile nesih vak'ası olarak görülmesi güçleşir. İkinci şart, nâsih ile mensûh arasında zaman aşımının bulunmasıdır.    Terâhî    diye adlandırılan bu fasıla; nâsihin mensûhtan sonra gelmesi şeklinde tecel­lî edecektir. Durum böyle olmaz da, her ikisi de bitişik olursa usûlcü-ler bu takdirde nesh değil de; «şart, sıfat, istisna» gibi hal­leri düşünmekte ve meseleyi tahsis çerçevesinde değerlendirmektedir­ler.[388] Mensûhun vakitle kayıtlı olmaması da aranan şartlar arasında­dır. Eğer kayıtlı olsaydı; vaktin geçişi ile namaz, gecenin gelmesi ile de oruç mensûh olurdu. [389]Ânıidî'nin belirttiği ittifaklı şartlar bunlardır. Bunların dışındaki şartlardan bazıları ise şunlardır; nesih kelâmda cereyan eder. Kelâmın mânâsı «bir emir veya bir nehiy» ol­malıdır. Soru, haber ve istek(rağbet) belirten nesnelerde nesih ola­maz. [390] Son şartı zikreden tbnu Hazm, ayrıca «tevhid ve İtikatta nesih cereyan etmez» demektedir. [391]

İhtilaflı şartlara gelince, Âmidî bu konuda şunları zik­reder; «mensûh, istisna ve tahsis görmeyen bir hüküm olmalıdır». «Kur'ân Kur'âri'laı sünnet sünnetle neshedilir. Nâsih de mensûh da kat'î nass olmalıdır». Bu şartlarm muteber olmadığı da verilen bilgi­ler arasındadır. [392]

Âyetin âyetle, hadisin hadisle veya her ikisinin çapraz olarak bi-ribirini neshi meselesi «nâsih ile mensûhta kuvvet dengesi» şekliride görülür. Bazı usûlcüler, her kişinin denk olmasını veya nâsihin men­sûhtan kuvvetli bulunmasını şart koşarlar. [393] Bu konu, nesih bahsinde üzerinde en çok münâkaşa cereyan eden bir problem olduğu için müs­takil olarak incelenecektir. [394] Nihayet son şartı zikredelim: mensûhu gerektiren (iktizâ eden) şey, nâsihi iktizâ edenden ayrı olacaktır. [395]

 

d. Mensûh İle Amel Edilınesi :

 

Başlıktaki amel sözü ile, neshin" gerçekleşmesinden sonraki dev­rede mensûhla amel kastetmiyoruz. Usûlcülerin İddialarına göre; «men­sûh olan emir ve hüküm inecek, kendisi ile az veya çok bir müddet amel olunacak,  sonra nesh meydana gelecektir. Buradaki amel için; emirle bütün mükelleflerin âmil olmaları mecburiyeti yoktur. Bir kıs­mının emirden haberdâr olup onunla âmil olması kâfidir. Bu kanâat; «ihtilafsız cumhurun kanâati» olarak verilir.[396]

Evvelce de muhtelif vesilelerle belirttiğimiz gibi, usûlcülerin, üze­rinde durdukları Öyle meseleler vardır ki onlar, bizzat kendi meslek­taşları tarafından «tuhaf ve fazla» görülür. Bu nevi meselelerden biri de budur. İbnu Hazm bu konudaki fikirleri ve münâkaşaları tuhaf bulur. «Fakîhin buna ne gibi bir ihtiyâcı olduğunu bilmediğini» be­lirtir. Ona göre iki durum da caizdir. Mensûhla evvelce bir müddet amel edilmiş veya edilmemiş olsun netice değişmez. Çünkü Allah teâ-Iâ; «hiç birini mükellef kılmadan, kırkbeş vakti kulları üze­rinden kaldırmıştır». [397]Bu son misâl, İbnu Hazm'in nesih telakkisi yö­nünden düşündürücüdür. [398]

 

e. Nesihteki Bedel Meselesi :           

 

Nesihteki hikmetler üzerinde durulurken sık sık: «Kulların maslahatı gözetilerek, üzerindeki yüklerin hafifletilmesi» söz ko­nusu olur. Usûlcüler; hafif bir emrin daha ağır bir emirle, ağır bir enirin kendi dengi bir emirle veya hafifiyle değiştirilmesi meselesini; «neshin bedelli veya bedelsiz oluşu» konusunda inceler.

Münâkaşa mevzularından biri, «neshte bedelin olup olmaması»dır. tbnu Hazm, sâri' olan Allah'ı, her konuda olduğu gibi burada da mutlak kudret ve irâde sahibi olarak görür. Ona göre, Allah teâlâ dilediğini yapar. Nesh meselesinde de; hafif bir emri daha ağırı ile neshedebil-diği gibi, tersini de icra eder. Hatta, kuvvet ve teklif oranları aynı olanları da değiştirir. Bu konuda, itiraz sadedinde ileri sürülen: «Allah size kolaylık, diler, size güçlük İstemez. [399] ve '«Allah (ağır teklifleri) sizden hafifletmek ister. (Zaten) insan da zaîf olarak yaratılmıştır[400]ayetlerini uygun tarzda açıklar, hatta onları kendi görüşü lehinde de­lil olarak görür. Durum böyle olduğu halde, Sıddık Bahâdır Han, Zahi­rîlerden bazılarının: «hafif olan bir amelin daha ağırı ile neshini kabul etmediklerini» belirtir ve örnekler verir. [401]

Usûlcülere göre bedelsiz nesih de caiz görülmektedir, el-Âmidî bu konuda şöyle bir özet verir: «bir hüküm kendisinden daha hafif bir diğer hükümle neshedilebilir. Bu nesih, kendisine mümasil bir şeyle de olur. Meselede ihtilâf yönü: «mevcut hükmün, daha ağırı ile neshedilmesindedir ».

Şâfiîlerin çoğu, nıütekellimlerin ve fukahânın cumhuru bunu caiz görürler. Şafiî'nin bir kısım ashabı ile Zahirilerden bazıları,[402] bunu kabul etmezler.

Hafif bir dini hükmün, ağır bir başka hükümle neshini akıl açısın­dan caiz görüp de, sem'an vâkî görmeyenler de vardır. Bu fikrin sa­hipleri bazı âyetlere dayanırlar. [403]

Bedelli neshe gelince; bu mesele bir kaç bölüme ayrılabilmektedir:

Birinci durum : nâsih, hafifle ştiricilikte veya ağırlaştırıcılıkta mensûh gibi olur. Bu konuda, ihtilâf mevcut değildir. Çünkü taraflarda, teklif açısından kuvvet dengesi vardır. Buna, kıblenin tahviline mün­cer olan nesih vak'ası örnek gösterilmektedir.

İkinci durum: az önce zikri geçen; ağır olan bir emrin bilâhare daha hafifi ile neshi. Bu nevi nesihte de ihtilâf yoktur. Meselâ: öncele­ri bir yıl olarak tesbit edilen iddetin, sonradan dört ay on güne indiri-lişinde bu durum vardır.

Üçüncü hal : Bedelli neshin az önce ihtilaflarını zikrettiğimiz nev'i; hafif olan bir emrin daha ağırı ile neshi. Cumhura göre bu nesh de cereyan etmiştir. [404] Bunun yanında ileri sürülen, farklı görüşleri de arzetmiş bulunuyoruz.

îcmâlini yaptığımız bu konunun, müslümanlara pratik bakımdan bir fayda teinin ettiğine kani bulunmuyoruz. Sadece şöyle bir durum or­taya çıkmaktadır; bedelli nesihte, hafifin ağırla değiştirilmesine rıza göstermeyenlere göre, sayılan zaten az olan bir kaç vak'a, nesih vah' ast olarak değerlendirilmeyecek, onlara başka adlar verilecektir. [405]

 

f. Haberler Ve Nesih :

 

Haber tabiriyle, «ihbârî cümleler ve hükümler» kastolunmaktadır. Emir ve nehiy gibi bir dilek bildirmeyen cümlelerin, neshe konu olup olmayacağı da usûl-i fıkıhta tartışılmaktadır. Yalnız bu tartışmalarda, bu tip, haber bildiren sözlerin âyet ve hadis olması bahis mevzuu edil­memektedir. Mutlak mânâda bir haber cümlesinin ele alınıp üzerinde konuşulduğu vakidir. Meselâ; örnek olarak verilen bir cümleyi ele alalım: âlem hadistir. Usûlcülere göre bu cümle; «değişmesi mümkün olmayan» bir şeyi ifâde ettiği için, nesih caiz değildir. Dikkat edilirse burada, az önce zikri geçen bir şart, nazarı itibara alınma­maktadır. O şarta göre, üzerinde nesih cereyan eden hüküm şer'î bir hüküm olacaktı. Kanâatrmızca, bu şarta uymayan böylesi bir misâl üzerinde konuşmak pek yerinde değildir.

Fakat burada, âyet ve hadislerdeki ihbârî cümlelerin kaste­dildiğini anlamak mecburiyetindeyiz. Verilen misâl, normal değildir o kadar.

Kur'ân-ı Kerim'de ve hadislerde öyle cümleler mevcuttur ki, onla­rın verdikleri haberlerde devamlılık söz konusu olduğu için, kendile­rinin nesh ile ilgileri de yoktur. Bu konuda ihtilâfa sebeb olan nokta­lardan birisi de, ihbârî ölçüsünün tayini meselesidir. Tâbirin hudutları kesin olarak belirtilmediği için, izafi bir durum hasıl olmakta; iki ay­rı âlim, aynı nass üzerinde ihbârî olup olmadığı hususunda ihtilâf ede­bilmektedir. Bir takım nesih örneklerine Taslamaktayız. Buralarda, neshi reddedenler, «bu bir ihbârî cümledir, haberdir; haberlerde ise nesh cereyan etmez» şeklinde savunma yapabilmektedir. Karşı fikrin sahibi de aksi görüşü müdâfaa halindedir.

Bu konuya bağlı olarak neshin beyân olup olmadığı hususu da tartışılır. Bir kısım usûlcülere göre nesh bir beyân değildir. Çün­kü beyân, ancak haberlerde olmaktadır. İbnu Hazm başta olmak üzere, çoğunluk neshi bir beyân çeşidi olarak görür.[406] Bunların dışında, değişmesi mümkün olan bir haber hakkında, daha tafsilâtlı bilgiler verilmektedir. Değişmesi mümkün olan haberlerdeki nesih ko­nusu tafsilâta tabi tutulduğu içint hemen nesih olmayacağı hususunda kat'î bir hüküm haberi verilmez. Âlimler, böyle bir haberin sîgası üze­rinde dururlar. Sîga mazî veya müstakbel olabilmektedir. Müstakbeller; va'd, va'îd veya bir hüküm haberi kısımlarına ayrılır. Cumhu­ra göre bu son <ûıüküm belirten haber» nesh kabul eder.[407] Şurası ha­tırda tutulmalıdır; böyle bir haber iyi düşünülürse zâten inşâ cüm­lesi olarak görülür. Son görüş, müteahhirûna nisbet edilir. Mütekad-dimûn bunların hiçbirisinde neshi kabule taraftar değildir. [408] Bize bu bilgileri özetleyen Sıddık Han, kendisi mâzî sîgası ile gelen haberlerde neshi kabul etmez. Müstakbeller için de, va'îdi konunun dışında tutar. Görülüyor ki son bölümdeki neshi kabul eden haberlerin çeşidi hakkın­da bir birlik yoktur.

el-Âmidî meseleye daha farklı bir görüşle bakar; ona göre nesih, haberin kendisi veya medlulü (semeresi) için vârid olmaktadır. Nesih haberin kendisi ile ilgili ise, biz ister bir şeyin ihbârıyla mükellef ola­lım sonradan bu kaldırılsın, isterse sadece tilâveti kalksın durum de­ğişmez, nesih caizdir. Tilâveti kaldırılan bu haberin mâzî veya müs­takbel olması farketmez. Mutezile ise bu görüşe karşı çıkmaktadır. [409]

Pratikte bu münâkaşanın, bir önceki gibi nerelerde faydalı olaca­ğım kestirmek güçtür. Eğer haberde nesih caiz değilse -ki ekseriyetin görü§ü budur- o takdirde bölümlere ayırmanın faydası yoktur.

Ama böyle bir misâl mevcut da onu, nesh çerçevesi içine almak gaye ise, külfete ihtiyaç yoktur. Nesh cereyan ettiği hususunda ittifak hasıl olan konuya zaten İhbar nazarıyla bakan bulunmamaktadır. Bu­lunsa bile, onu sîga yönünden yine kabul eder ve ona haberin neshi kabulü adını verir. Böyle bir durumda ise ihtilâf lafzı olmağa mah­kûmdur. İtibârı bir görünüş arzeden bu durum,, ıstılahtan neş'et eden bir niza' olmaktan Öteye de geçemez. Istılahlarda münâkaşaların ge­çersiz olduğu, bir ana kaide halinde tesbit edilmiş bulunmaktadır. [410]

 

g. Hüküm ve Tilâvet Neshi:

 

Hükmün veya tilâvetin neshi tâbiri ile daha çok Kur'ân-ı Kerim'de cereyan eden nesh kastedilmektedir. Bununla beraberf hadis için de buna benzer bir hal vardır da denilebilir. Bir seferinde Peygamberi­miz, Sahâbîlerin arasına çıkarken, müjdeli bir haber verecek havaya bürünmüştü. Orada meydana gelen ve iki kişi arasında cereyan eden bir münâkaşa, onu üzdü. Vak'adan sonra dedi ki : «Bana bu gece Kadir Gecesi'nin vakti gösterilmişti, sonra unutturuldu.[411]Fakat buradaki gösteriliş bir vahiy miydi acaba? Peygamberimize söyleyeceği bir sö­zün unutturulmasi; o sözün tilâvetinin veya hükmünün kaldırılması sa­yılabilir mi? Bu noktaların te'dkik imkânı bizce mevcut değildir.

Tefsir ve fıkıh usûlcüleri bu nevi âyetleri dörtlü taksime tabi tutarlar; Hükmü kalktığı halde, resmi ve tilâveti bakî kalan; tilâveti de hükmü de kalkan; tilâveti bakî olduğu halde, hükmü kalkan; her ikisi de sabit olan. [412] Bir takım ilim adamları da bu taksime; hükmü ve tilâveti neshedildiği halde, nâsihin hükmü ve resmi mevcut olan ve hükmü kalkıp tilâveti kalan; fakat, nâsihinin tilâveti kalkmış sadece hükmü bakî kalmış nevilerini ilâve ederler. [413]İbnu Hazm'a ait olan ilk dörtlü taksimden; «lafzı ve hükmü sabit olan» dışındaki diğer üç nevide nesh cereyan eder. Bu taksimler, aynı alime göre hadisler için de geçerlidir.

Kur'ân âyetlerinde, sadece hükmün veya sadece tilâvetin neshinin, yahutta ikisinin birlikte neshinin caiz olduğunu ifâde eden el-Âmidî, «bu konuda ittifak olduğunu» belirtmektedir. Yine onun ifadesine göre, Mutezile içinde bir grup, bu fikirleri kabul etmemektedir. [414]

 

h. Âyetler Ve Hadisler Arası Nesih :

 

Nesih bahsinde, münâkaşaların en yoğun olduğu mahallerden biri de bu konudur. Âlimler, meseleyi çeşitli bölümlere ayırarak incelemek­tedirler.

Kur'ân âyetlerinin yine Kur'ân-ı Kerim âyetleriyle neshit hadisin hadislerle neshi ittifak edilen noktadır. İhtilâf; âyetin hadisi, hadisin âyeti neshindedir. Bunlar yanında, sünneti; âhâd, mütevâtir bölümle­rine ayırarak nesih vak'ası içinde, herbiri için ayrı iddiada bulunan­lar da mevcuttur. [415]Konu ileride müstakil olarak işlenecektir. [416]

 

i. Nesihte Kavl-Fiil İlgisi:

 

Bu konu, hadislerin kendi aralarındaki nesih ile ilgilidir. Peygam­berimizin kavi ve fi'linin nesihte birbirleryle olan alakaları söz konusu olmaktadır. Belirtildiğine göre Peygamberimizin kavi ve fi'linden biri­nin yekdiğerine rüchânı yoktur. Bir fi'l-i Rasûl, yine aynı peygambe­rin emri ile neshedîlebileceğî gibi, Rasûl-i Ekrem'in bir emri de, bilâ­hare sâdır olan fi'li ile de neshedılebilir. Bu caizdir. Bunların birbirini neshetmesini engelleyici, ne aklî ne de şer'î bir delil vardır. Usûl ki­taplarında bu nevi neshe Örnekler de verilir.

îbnu Hazm'm farklı kanaati şöyledir: «Rasûl-i Ekrem'in gerek em­ri ve gerekse fi'li ile Kur'ân da neshedılebilir. Bunun tersi; Kur'-ân'îa bu fiil ve emirlerin neshi de caizdir. Bu vak'alardaki ayrı cins­ten olan nassîarin hepsi müsavidir, aralarında bir fark yoktur.[417]

 

k. İcmâ' Ve Nesih Münâsebetleri:

 

îsîâmî hükümler arasında «icmâ' ile sabit» hükümlerin varlığı ka­bul edilen bir husustur- Bu icmâın, dayandığı ve kuvvet aldığı bir şer'î delilin ayrıca bulunması ise tabiidir. İcmâ üzerinde farklı tarifler ya­pılmıştır. UsûlcÜlerin üzerinde durdukları konu, icmâ ile sabit hüküm­ler üzerinde neshin cereyan edip etmeyeceği meselesidir. Burada da iki fikir ileri sürülür :

Birinci fikir: İcmâ' kendisi mensûh veya nâsih olamaz. Cumhur bu kanâattadır. Aynı fikri el-Amidî ekseriyetin kanâati olarak vermektedir. Yine onun kanâatma göre muhtar olan görüş de budur.

İkinci fikir: İcmâ ile neshi normal görenlerin kanâatlan ; Hanbelîlerden bazıları bu fikirdedirler. İbnu Hazm'm icmâ anlayışı ise daha farklıdır. O, icmâı peygamberimizin tevkifi olarak mütâlâa eder ve : «Ya bir Kur'ân nassıyla veya bir sünnetle bu tevkîfîliğin ta­hakkuk ettiğine» kaanî olarak konuşur. Bu takdirde icmâ', bir Kitap ve sünnet gücü kazanır, neshe girer. el-Hatîb el-Bağdâdfden de müsbet bir görüş nakledilmektedir. [418]

 

1.Kıyâs Ve Nesih :

 

Kıyâsın nesih ile olan ilgisine geçmeden Önce şu hususu hatırlaya­lım; bilindiği gibi; kıyâsın bir şer'î kaynak oluşu,   Ehl-i   re'y   ve Ehl-i hadis arasında zaten ihtilâf konusudur. Kıyâsı meşru gö­renler arasında da, onun tarifi, mâhiyeti ve hududları yönünden anlaş­mazlıklar vardır. Kıyâs-nesih münâsebetlerinde, anlaşmazlığın temeli buraya da dayanmaktadır.

İbnu Hazm: «Sünnet ve Kur'ân'ın kıyâsla neshi iddiası, tüy­ler ürperticidir. Kıyâs bâtıldır. îşin tuhafı; kıyâsın nâsih ola­bileceğini ileri sürenler, Kur'ân-ı Kerim'i sünnetle neshettirmezler. Bundan daha ters ne olabilir? Sahâbî sözüyle sünnetin neshedilebilece-ği iddiası küfürdür, îslâmdan huruçtur[419]demektedir. İbnu Hazm'in meseleye bakışı, az önce belirttiğimiz hükmü doğrulamaktadır. Eğer kıyâs, nâsih olabiliyorsa, ondan kat kat üstün bir şer'î delil olan sün­net eyleviyyetle Kur'ân'ı nesheder. Kıyâsı bâtıl telakki eden âlimimiz, onun ve nesih meselesinin teferruatına önem vermez.

Diğer taraftan belirtildiğine göre, cumhur kıyâsı nâsih sayma­maktadı. [420]Yani sünnet ve Kitap'tan hiç biri kıyasla neshedilemez. Çünkü kıyâs, nassm olmadığı yerde ortaya çıkmakta ve kendisine böy­le yerlerde müracaat olunmaktadır.

Bazı âlimler meseleyi daha da işleyerek, bölümlere ayırarak ince­lemektedirler. Âmidî'nin ifâdesine göre, Rasûl-i Ekrem'in günündeki kıyâs ile sonraki devirlerin kıyâsları farklıdır. Hanbelîler, Kâ-dî Abdülcebbâr ve benzeri âlimlere göre kıyâsın hükmü nesh-olunamaz, Çünkü kıyâs^ kendisi mevcut bir şer'î asla dayanır. Burada, kıyâsın mensûh olup olamayacağına temas edildiği açıktır. Kıyâsın dayandığı asıl bakî olunca, ona dayanan kıyâs da mensûh olamamakta­dır. Ebu'l-Huseyn el-Basr î'ye göre: «Sonraki zamanlarda yapılan bir kıyâs, daha uygun naslann bulunmasıyla hükümsüz kalır. İsterse buna nesh denilmesin». Son görüş oldukça dikkati çekicidir. Belki de, kıyâsın mensûh olabileceğini savunanlar da aynı şeyi kastet­mektedirler.

Kıyâs yoluyla neshe gelince; eğer kıyâstaki illet mansûs ise, o da aynen nass gibidir. Onunla nesh olur. Bu Âmidî'nin fikridir. Eğer man­sûs değilse; ya zannî veya kafidir. Zannîlerde nesh olamaz. [421]

Kıyâsta neshe cevaz verenler, meseleyi kıyâsın kökü olan asıl şer'î

delile göre; onun Kitap ve sünnete dayalı bir hüküm olup olmamasına bağla maktadırlar.[422]

 

m. Mefhûmun Neshi :

 

Usûli fıkıhta mefhûm; muhalefet" ve muvafakat bölüm­lerine ayrılır. Muhalefet mefhumu, aslı ile birlikte veya aslı olmadan neshedilebilmektedir. Bu takdirde mantûk olduğu gibi kalır. Muvafakat mefhumunun neshi kabul edip etmemesi de ihtilaflıdır.[423]

 

n. Ziyâde 'Ale'n-Nas Ve Nesih Meselesi :

 

«Nassa ziyâde» çeşitli şekillerde anlatılmaktadır. Bu çeşit-. Kliğe uygun olarak, nesih ile olan ilgisi de muhtelif fikirlerin belirme­sine yol açmıştır. Şâfiîler, Mâlikîler ve Hanbelîler mutlak mânâda zi­yâde ale'n-nass nesih değildir görüşündedirler. Hanefîler de mutlak mâ­nâda nesh olarak görmektedirler. Bu özet bilgi yanında konuyu bölüm­lere ayıran, daha farklı kanâatlari eserlerine kaydeden usûlcüler de vardır. [424]

 

o. Neshin Bilinme Yollan : [425]

 

p. Nesh, İstisnâ-Tahsis Münâsebetleri ;

 

Neshin istisna ve tahsis ile birlikte mütâlâa edildiği dev­relerin olduğunu yukarıda bir nebze belirttik. İbnu Haz m, bu üçünü birlikte mütâlâayı, aynı şey saymayı hata olarak görür. Sünne­te sıkı sıkıya bağlı olarak gördüğümüz bu âlim, bu görüşünde acaba sahabeden ayrı mı düşünüyor? Yoksa onun istisna, tahsis ölçüleri fark­lı mıdır?

fbnu Hazm'a göre bunların hepsi ayrı, hepsi biribirinden farklı olmakla beraber aralarında ilgi de eksik değildir. Meselâ nesih, istisnanın bir nev'idir. Bu, her istisnanın nesih olmadığını; bazı istis­naların nesih olduğunu gösterir. [426]

Tahsis ise bir yönden neshi andırır. Ama onunla nesih arasın­da da farklar vardır. Nesih, ancak ilâhî hitâb ile sabit olduğu halde, tahsis kıyâs yoluyla da olabilmektedir. Bundan başka, nesihte her iki unsur arasında bir terahî (fasıla) vardır. Tahsis için böyle bir kayıt da yoktur. Nesih yoluyla bir şeriatı Allah teâlâ kaldırıp diğerini getir­miş iken, tahsis yoluyla böyle bir şey vâkî olmamıştır[427] Bu saydıkla­rımız yanında, fıkhın usûl bölümünde daha pek çok mesele söz konusu olmaktadır. [428]

Buraya kadar fıkıh usûlcüsünün, nesih konusunda temas ettiği me­seleleri görmüş bulunuyoruz. Bunların tedkiki İle anlaşılır ki: usûlcü­ler meseleyi -eldeki mevcut misâlleri göz Önüne alarak- umûmî kai­deler şeklinde sokmağa çalışmış ve bazı nazarî taksimler, sınıflandır­malar yapmışlar, bu kaideleri daha sonra üzerlerinde ihtilâf beliren diğer problemlere, nesih söz konusu olduğu mahallerde tatbik etmişler­dir. Kelâmcıların, müfessirlerin neshe temaslarım kısaca, muhaddis-lerinkini ise teferruatlı bir şekilde gördükten sonra bir mukayese yap­mak üzere, usûlciilere ait îzahlanmızı burada kesiyoruz.

Neshin söz konusu edildiği, fıkıh ilmine bağlı disiplinlerden biri de ilmu'1-hilâ f'tır. Hasmın delilleri karşısında kendi görüşü­nü müdâfaadan ibaret olan bu disiplinde nesih de bir ihtilâf konusu olarak, bir müdâfaa sebebi olarak ele alınmaktadır. [429]

Fıkhın kendi meselelerinin; ibâdet ve muamelatın yer verildiği fu-rû-ı fıkıh kitaplarında nesih konusuna hemen hemen yer verilmez. Bu­ralarda nâsih-mensûh konuşulmaz. Meselâ : Serahsî'nin el-Mebsût'u gibi otuz ciltlik hacimli bir eserde neshe temas eden cümlelerin tama­mı bir araya getirilse iki üç sayfalık bir yer bile tutmamaktadır.

Usûlde münâkaşa edilip belirli bir kanâat tesbit edilince, o hüküm nesihten söz edilmeksizin furû' kitaplarına geçirilmiştir. Bir kaç mez­hebin fıkhını birlikte vere neserlerde de durum aynıdır.[430]

 

2 Müjessirler, Mütekellimler Ve Nesih ;

 

Müfessirlerin ve mütekellimlerin nesih meselelerine bakışlarında bir orijinallik görmemek ve her iki grubun da, fıkıh usûlcüleriyle aynı görüşleri pek çok yerde paylaştıklarım ifâde etmek hayli kuvvetli gö­rülen bir fikir iken, kısa bir bölümle ve ana hatlar halinde de olsa bu iki ilim dalındaki duruma temas fazla olmayacaktır. Çünkü' en azından hadisler kadar, hatta -sünnetteki nesih olaylarını daha dar mânâda ele alırsak- hadislerdeki nesih olaylarından fazla, âyetler arası nâsih-mensûh münâsebetleri işlenmiştir.[431]

Baştaki hükmü tesbit ederken, bir mecburiyet ile karşı karşıya ol­duğumuzu da ifâde edelim: Çeşitli eserlerde kelâmcilarm görüşlerine bir kaç cümle ile yer verildiği halde, bu bilgilerin kelâm kitaplarında olmadığım görürüz. [432]Husun-kubuh meselesi başta olmak üzere, bütün kelâm konularına baktığımız zaman -çoğunlukla- eserlerin en ufak bilgiden bizi mahrum bıraktığını görmekteyiz. Hal böyle iken, mütekel­limlerin fikirleri; gerek fırka mensubu kelâmcıların ve gerekse ehl-i sünnet mütekellimlerinin görüşleri olarak, perakende bilgiler halinde. fıkıh usûlü kitapları başta olmak üzere nesihten söz edilen çeşitli ma­hallere serpiştirilmiştir. [433]

Bu umûmî durumun bir kaç eserde, küçük ölçüde de olsa bozuldu­ğunu müşâhade etmekteyiz. Meselâ : Abdülkaahir el-Bağ-d â d î, (429/1037) Usûlu'd~din adlı eserinde neshe temas eden bir bö­lüm ayırmıştır. Peygamberimizin fillerine tahsis edilen bir babta; «nesh-i hitâb» ve «neshin şartları» başlıkları altında açılan bahislerde, önce neshi: tamamı ve kısmî olmak üzere ikiye bölen el-Bağ-dâdî onu: «ibâdet müddetinin sonu erdiğinin beyanı» olarak tarif eder. Ebû Müslim'in ve diğer bazı Kadercilerin, Kur'ân'da neshi kabul et­mediğine temas eden müellifimiz, şartlar konusunda her âlimin belirtti­ği bilgileri vermekle yetinir. Eserde, mütekellimler e has diyebileceği­miz bir inceleme usûlü de yoktur. [434] Nesih problemi hakkında, eserinde kısaca bilgi verenlerden biri de el-Eş'ar î'dir. İlk kelâm ve usûl-i din kitaplarından olan Makâlâtu'l-İslâmiyyîn'de neshe temas vardır, îlk yer, el-Gâliyye adlı fırkanın bir inancını anlatır. Bu adamlar; imam­larının neshe kadir olduklarını iddia ve itikâd etmektedirler.[435]Râfızî-lerin anlatıldığı bir diğer yerde ise el-Eş-arî, yine bir diğer fırkanın: «meleklerin ve elçilerin, şerîatleri kendi dillerinde neshle değil koru­makla mükellef» olduklarını iddia ettiklerini anlatır. [436]

Eş'arî'nin belirttiğine göre Râfizîler «haberlerde nesih» konusun­da iki kısma ayrılmaktadırlar: bunlardan bir gruba göre: «haberlerde nesih caizdir; Allah, bir şeyin olacağından haber verir de o şey olma­yabilir». İkinci gruba göre Allah için böyle bir durum kat'iyyen bahis mevzuu değildir. [437] Mûtezile'nin, «Allah hakkında bedâ'yı (sonradan muhdes bilgiyi) kabul etmediğini belirten el-Eş'arî, aynı fırkanın ha-berlerdeki nehyi kabul etmemelerine rağmen: «Nesih ancak emir ve nehiydedir:   (inneme'n-?ıeshu fi'l-emri ve'n-nehy) dediklerini belirtir. [438]

Fırkalara tahsis edilen Milel-Nihal kitaplarında da nesih konusuna temas eden cümleler mahduttur. Başta söylediğimiz gibi, usûl kitaplarında zikri geçen ve meselâ Gazalî, el-Âmidî gi­bi aynı zamanda kelâmla da uğraşmış usûl yazarlarının kitaplarında, yer yer belirli fırkaların kısa fikirleri veya âlimlerinin kendi açıkla­maları görülür. Bu durumda onları mütekellim olarak göreceksek, o takdirde kelâm tesiri altında kalan bir usûl yazarıyla karşılaşmış da olmaktayız.

Kur'ân-ı Kerim'in tefsiri ile uğraşan ilim sahiplerinin, asırlar bo­yu, İslâm'ın var olduğu hemen her coğrafyada nesih konusuna temas eden kitaplar yazdıkları bilinen bir husustur. Usûl bilgilerindet Kur'ân-ı Kerim'i açıklayacak kişide bulunması gereken bilgilerden sayılan nâsih-mensûh ilmi, tefsir usûlü yanında furû kitapla­rında da, ilgili âyetlerin geçtiği her yerde söz konusu yapılır. «Sâ­dece Kur'ân âyetlerine tahsis edilmiş olan nâsih-mensûh kitapları» ise, konumuz ile özel olarak uğraşan eserlerdir.

Usûl-i tefsir veya şümullü adıyla Ulûnıu'l-Kur'ân'da verilen bilgiler, genellikle umûmî bilgilerdir.[439]Bu nevi eserlerde mesele Öz olarakele alınır, çok defa nesih konusundaki yanlış anlamalardan[440]müba­lağadan[441] şikâyette bulunulur.

Kur'ân-ı Kerim'deki neshi inceleyen müfessirlerin veya müstakil nâsih-mensûh kitabı yazarlarının müstakillen düşünmediklerini, yetiş­tikleri şartların tesiri altında meseleye baktıklarını ifâde eden değerlen­dirmeleri, Dr. Mustafa Zeyd ile Dr; Subhi Salih'in eserlerinde görmek­teyiz. [442]

Fıkıh usûlcülerinde varlığına işaret ettiğimiz ihtilâflar bu eserler­de de başgöstermiş, aynı sebepler altında zuhur eden görüş ayrılıkları, mensûh âyetlerin miktarlarını azaltıp çoğaltmıştır. Bu nevi ihtilâflar­dan arınmış bir tarzda, Allah'ın kitabına yönelen bir araştırıcı, oradaki nesih vak'alarını incelerken nazarî münâkaşalar ve bilgileri değil de: «neshin vukûunun isbatını gerçekleştiren sarih deliller»! arama zorun­dadır. Aslında şu kaide dâima göz Önüne alınmalıdır: «Kur'ân âyetle­rinde aslolan  muhkemliktir, yoksa mensûhluk değil. [443]

Bir bakıma tevkifi bir durum olan neshin tesbitinde, müelliflerin istenen, hatta bazan kendilerinin tesbit ettikleri nazarî ölçülere uyma­dıkları görülmektedir. Her türlü malzemenin asırlar boyu hazırlandı­ğım ifâde ederek yapılan çalışmaları değerlendiren[444]  Dr.   Mustafa Zeydr   müelliflerin eserlerini, araştırma tarzlarını da inceleyerek ba­zı müşterek ve ferdî kusurlara Özelliklere- işaret eder. Belirttiği noktalar içinde bir kaç tanesi nesih miktarlarım etkilemesi bakımın­dan zikre değer: Bazı müellifler nesih konusunu işlerken, mensûh say­dıkları âyetin mensûhluğunu iddiaya mesned olan delilleri kitaplarına almamaktadırlar.  Kur'ân'daki tertibi üzre âyetleri zikretmekle iktifa etmişlerdir.  Ihbârî  âyetlerde[445] nesih olmadığını,  istisna ve tahsisi ne­sih saymadıklarını açıkladıkları halde, bu türlü âyetlerde de nesihten bahsetmekten  kendilerini  alamamışlardır. [446]  Nesih  vak'aîarını  olduğun­dan fazla göstermişlerdir...» [447]  «Diğer bazı müellifler ise,  kendi ka­bul ettiği nesih vak'alannın gerekli şartları taşıyıp taşımadığına dahi bakmamış, nesih içine girmesi gerekmeyen bazı bahisleri oraya sokmuş ve bir önceki Örnekte olduğu gibi mensûh sayıları da artmıştır.[448] Konuyu uzatmamak [449]için almadığımız bu misâller, Dr. Subhi Sâlih'in az Önce geçen fikrini doğrulamaktadır. Nitekim; Dr. Mustafa Zeyd'in Kur'ân-ı Kerim'deki neshe tahsis ettiği eserinde, araştırmala­rın büyük bir bölümü: «ihbârî âyetlerdeki nesih iddiaları, [450] va'îd âyet-lerindeki nesih meselesi, [451] seyf âyeti diye tanınan âyetle kendilerinde nesih değil de tahsis, istisna, takyid ve benzeri durumlar tesbit edilen âyetler[452] mensûh olarak şöhret buldukları halde mensûh olma­yanlar[453]«aralarında tearuzdan bahsedildiği halde tearuz mev­cut olmayanlar «gibi» nesihle ve nesih vak'alarıyla hiç bir ilgisi ol­mayan iddialara ayrılmış», nesih vak'aları ise küçük bir yer işgal et­miştir. [454]

 

3. Muhadâisler Ve Nesih :

 

Bu konunun diğer bölümlerinde, İslâmî ilimlerin bazı şubelerinde neshin nasıl incelendiğini görmüş bulunuyoruz. O bölümlerde hâkim olan unsur, usûl-i fikh âlimlerinin meselemize bakış tarzları ile, ince­leme mahalleri ve usûlleri olmuştu. Kelâm ve tefsir dallarındaki ka-naatlarm bile, usûl-i fıkıhtaki çalışma ve görüşlerden tesir aldıklarını; hatta, müfessir ve mütekellimlerin kanaatlarını, bu iki ilim daima tah-sîs edilen eserlerden çok, usûl-i fıkıh kitaplarında bulabileceğimizi be­lirtmiştik.

Muhaddislerin, usûl-i fıkıhta geçen bazı görüşlerden müteessir ol­madıklarını iddia etmek istemiyoruz. Lâkin, İmâm Şafiî'nin eldeki eser­lerinde, muhaddislerin fikir ve tesirlerinin olduğunu; gerektiği zaman İmâm'ın meseleye bir muhaddis gözüyle baktığını da belirtmeğe ihti­yaç yoktur zannmdayız.

Tezimizin mukaddimesinde tie işaret ettiğimiz gibi, muhaddislerin, daha sonra gelenlere armağan ettikleri musannefât içinde, hadiste ne­sih konusu işlenmektedir. Hadis mecmualarında, bunların şerhlerinde, usûl-i hadis kitaplarında, hattâ terâcime tahsis edilen eserlerde yer yer rastlanabilecek bu bilgileri iki başlık altında toplamayı uygun gör­mekteyiz :

a) Muhaddislerin, neshe dirayet yoluyla bakışları ve înceleyişleri: Usûl-i hadis kitaplarında «hadislerin nâsih ve mensy.hu bilgisi» adı altında bir disiplinden bahsedilir ve bu ilim dalındaki eserlere ve mâ­hiyetine atıflar yapılır.[455]Usûli hadiste nâsih ve mensûh konusunun geç­tiği ikinci yer    Muhtelifu'l-hadis    meselesidir.

İhtilâf u'l-hadis [456]telfîku'l-hadis[457] muhtelifli'l~hadis[458]Mü'şkilu'l-hadis[459] mü'nâkazatu'l-ehâdîs, [460]Muşkilu'l-âsâr[461]gibi tabirlerle de ad­landırılan bir çalışmadan ve disiplinden söz eden muhaddislerin ver­diği bilgilere göre, adı geçen çalışmanın mâhiyeti şöyledir:  Hadisler -veya genel mânâda nasslar arasında-    zahirî    bir    tearuz­dan    söz edilebilir. Görünüşte bazı hadisleri^ birbirine zıt hükümler ihtiva ettikleri zannedilir. Tarifimizde    görünüşte    ve    zanne­dilir    tabirlerini bililtizam kullanmaktayız. Çünkü; mevkileri, şart­ları, konuları, dereceleri, sıhhat ve za'f yönleri denk iki hadisin tea­ruzu imkânsız görülmüştür. Meselâ,   Muhammed  

b. îshâk   b. H u z e y m e    isimli muhaddis, böyle bir duruma muttali olmadığını, eğer tesbit edilmiş böyle hadisler varsa, kendisine getirildiği takdirde, ilmin gerektirdiği yollarla «hadislerin arasım bulabileceğini» asırlarca evvel ilân etmiştir. [462]

îşte sözü edilen bu zahirî tearuzu giderip, hadislerin her ikisinin de ilmî ölçüler içinde faydalanılır hale getirilmesi usûllerini inceleyen bu ilim dalı, belirli kanun ve kaidelere dayandırılmış ve kendi bünyesi içinde nesih problemine yer verilmiştir. Hadise bağlı, oldukça karışık olan bu ilim şubesinde, gözetilen gayeye, târihi araştırma yolu yanında hadis usûlünde geçen tercih, takviye, tevak­kuf   gibi kaidelerden de yararlanılarak varılır.

Her şeyden Önce, iki hadis arasında, ölçülere uygun bir denk-1 i k aranır. Her bakımdan eşit güç ve değerde görülen iki hadisin tea­ruzu tesbit olunabilir. Denk olmayanların birinin diğerine muârazaya gücü yoktur. Tearuzda ölçü: «birinin gerekli ve vacip (farz) kıldığım, diğerinin gidermesi; birinin doğruladığım, başkasının yalanlaması; bi­rinin isbatını diğerinin nefyetmesi...-» şeklindedir.[463] Böyle bir tearuz, her yönden ismet sıfatıyla korunmuş olan Rasûl-i Ekrem için düşünülmemektedir. Daha açık bir ifâde ile Peygamberi­miz, bir hadisinde namaz farzdır; diğerinde namaz farz değildir; hacc farzdır; farz değildir; demediği gibi, bir hadisi ile Allah'a tâat arze-derken, diğerinde âsî olmamıştır».[464]

Bu nevi bir tearuz tesbit edilemeyeceği için, az önce sözü edilen tearuz için de hadisler arasında iki hâl bulunmaktadır: ikisinin arası belirli ölçülerle; âyet, hadis sahâbî tatbikatı ve haberler yardımıyla bu­lunması, veya yeterince malzeme bulununcaya kadar beklenilmesi. Bu ameliyelerden birincisine cem\ ikincisine ise tevakkuf adı ve­rilmektedir.

Muhtelifu'l-hadiste, hadislerin aralarının bulunamaması halinde veya ilk başta, hadisler arası bir (tarihî) kronolojik sıralamaya gidi­lebilir. Bu iş, ilim adamına; hadislerden tarihi Önce olan ile sonra olanı ayırma imkânı bahşetmektedir. Böyle bir durumun tesbitinde; önceki­ne mensûh, sonrakine ise nâsih adı verilmektedir. Yapılan ameliye ise hadiste bir nevi nesih araştırmasıdır. Böyle durumlarda, iki hadis arasındaki zamanca farklılık, tearuzun giderilmesine vesile teşkil etmektedir. Fakat muhaddis neshin tesbitinde, bu tarihî araştır­mayı güçlendirecek yan bilgilere de baş vurmaktadır. Her iki tatbikatı haber veren rivayetleri, nesih vukuunu belirten şehâdetleri de birlikte mütalâa zarureti mevcuttur. Tarihî tesbit kâfî görülmemektedir.

Hadisler arasında tarihî araştırma veya cem' yoluyla bir uyuşma sağlanamaması halinde, yeni bir çözüm yoluna baş vuru­lur. Buna tercih a'dı verilmektedir. Tercihin pek çok kaidesi var­dır.[465]

Görülüyor ki, muhaddislerin dirayet yoluyla nesih tesbiti çalışma­larında bilef nazarî izahlar ve tahminî bilgiler ve onlar yerine konul­muş kaideler yoktur. îhtilâfu'l-hadis çok erken devirlerde geliştirilmiş bir yoldur, bir ilimdir. Neshin tesbitine de yardımcı olan bu ilimde; Şâfi'i, İbnu Kuteybe, Zekerriyâ b. Yahya es-Sâcî, Ebû Ca'-fer et-Tehâvî, (229/844) İbnu Fûrek, Îbnu'l-Cevzî v.b. âlimler eserler vermişler dirm. [466]

b) Muhaâdislerin, nesih vok'alarını rivayet yoluyla tesbit etmeleri:

Hadis musannefâtında, nesih ile ilgili en çok malzeme bulacağımız yol, bu türlü araştırmadır. Rivayet yoluyla nesih tesbiti diye adlandır­dığımız bu sistemde, dirayete fazla yer verilmemektedir.

Bu gün etimizde bu yolla nesih vak'alarını tesbit eden ilk eser du­rumunda olan, İmâm Şafiî'nin Ihtilâfu'-hadis adlı kitabıdır. Gerek Şafiî'nin ve gerekse onun gibi, rivayet yoluyla neshi tesbite ça­lışan el-Esrem (273/886), İbnu Şahin ve el-Hâzimî'nin (514/1120) eser­lerinde, nesihle ilgili kısa bir girişi müteâkib, a 1 e ' e b v â b dedi­ğimiz tarzda vak'alar tanzim edilmektedir. Her bölümde önce hadisler verilir. Bu hadisler^ üzerinde nesih cereyan eden ve başlıklarda zikre­dilen konu ile ilgilidir. Eserlerden bazıları Önce mensûh, sonra da nâ-sih hadisi nakletmektedir. Hadisleri karma olarak da verenler var­dır. Hadisler, Hz. Peygamber'in o mevzudaki ilk ve son tatbikatım anlatır. Eserlerde, bazan hadislerin tenkidi de yapılır; ricalinden, özel­liklerinden bahsedilir. Bu hadislerin ortaya konulmasını müteâkib, ne­sih konusunda sahabeden itibaren ilim sahiplerinin görüşlerine de yer verilir. Daha sonra ise bir hükme varılır. Bu örneklerin bazılarında, nesih cereyan ettiğine dair kesin kanaatlar da belirtilir. Bazılarının, cem' yoluyla izahları yapılır. Şüpheli bırakılanlar, delil kifayetsizliği yüzünden üzerinde kafi bir görüş belirtilemeyen konular da bulunur.[467]

 

IV- Kur'ân-I Kerim Ve Sünnet Arasındaki Nesh Münasebeti:

 

Dinimizin iki ana kaynağı olan âyet ve hadisler, onları bize tebliğ eden zâtın aynı kişi yani Peygamberimiz olması itibarıyla aynı ağız­dan çıkmaktadırlar. Vahyin inişine şahit olan nesil bu ikiz durumu gör­müştür;  onlara âyetleri de hadisleri (en yaygın ve kâmil manasıyla sünneti) de Efendimiz tebliğ etmiştir.

Sudur ediş yerleri bir olan bu iki şer'i delilin, asıl menşe' ve men-baı hakkında görüşler evvelce de söylediğimiz gibi ayrılmaktadır. Ki-tab ve sünnetin Allah'tan olduğunu kabul eden görüş yanında onların menşe'lerini ayıran fikirlere de yer verilmektedir. Durum böyle olmak­la beraber, her iki fikir grubunun da zaman zaman biribirinin görüşü istikâmetinde neticelere vardıkları; hadisleri vahy mahsûlü sayan âlim­lerin onda beşeri unsurlar tesbit ettikleri gibi, sadece Peygamberimi­zin fikirleri olarak görenlerin de Peygamberimizin ilâhi menşe'li be­yanlarının da bulunduğunu kabullerine şahid olunmaktadır. Menşe'le-ri veya hiç değilse tebliğ yerleri aynı olan bu iki kaynak arasında il­gilerin bulunacağı tabiidir. Çünkü ikisi de aynı işle vazifelidirler. Biri diğerinin tamlayıcısı halinde müştereken İslâm'ın yapısını tesis eder­ler. Alışverişleri çok olduğu gibi birbirlerine aykırı tarafları da mev­cut değildir.

Peygamberimizi gören bahtiyar nesil, nasıl bu iki kaynağın ara'sım ayırmadan onlardan faydalanmışlarsa, arızî durumlar dışında İslâm âlimleri de aynı yolu tutmuş veya tutulması mecburiyetini tasdik ve ifâde etmişlerdir.

Lafız ve mânâları yönünden tutalım, kendileriyle ilgili en ufak te­ferruata kadar yekdiğeriyle münâsebettar olan Kitâb ve sünnetin bu ilgi mahallerinden biri de nesih konusudur. Mükellefler için çözümlen­mesi gereken problem şu olsa gerektir: Dinî bakımdan ne ile vazife­liyim?

Vazifenin ve kulluk yollarının tesbitinde en son ve mükellefin bil­gisine göre en yeni tatbikat aranır. Bu duruma, daha sonraki asırlarda neshin tesbiti adı ıstılah olarak verilmiştir. Nesh vak'asını çeşitli bölümlere ayıran îslâmî ilim şubeleri, Kitâb-sünnet ilgileri yö­nünden de bir başka taksimi uygun görmüşlerdir. Böyle bir taksim şekli uygun veya değil, bu ayrı bir münâkaşa kapısıdır. Ama vakıa olarak bundan ibarettir;  bölünme olmuştur.

Kitab ile sünnetin aynı kaynaktan geldiğini kabul eden (ve kanâa-tımızca, açıklanmak şartıyla gerçeğe en uygun olan) görüşe göre; böy­le, nazarî olmaktan öteye amelî bir faydası olmayan bir bölünme, me­seleye çözüm getirmemekte aksine yeni problemler doğurmaktadır. Bu fikrin sahiplerinin önem verdikleri husus nesih olayının tesbiti key­fiyetidir. Taraflar âyet veya hadis olsun; nâsih ve mensûh biribirinden farklı olsun durum değişmez. Kur'ân'ın diğer vahy mahsulü kitapları neshi burada bizi ilgilendirmemektedir. Peygamberimiz tarafından açıklanan, tebliğ edilen vak'alarda kaldırılan (mensûh) veya kaldıran (nâsih) in değişik olmasına dayanılarak şöyle bir taksim sıkça yapıl­maktadır :

1.Kur'ân-ı Kerim âyetiyle, yine evvelce aynı değerdeki bir kay­nakla, Kitap'la tesbit edilmiş meselenin neshi; âyetin âyeti neshi.

2. Evvelce sünnet yoluyla tesbit edilmiş  bir şer'î hükmün, âyet vasıtasıyla neshi; kitabın sünneti neshi,

3. Evvelce Kur'ân-ı  Kerim     vasıtasıyla buyurulmuş  bir  emrin; sünnetle, hadisler marifetiyle kaldırılması.

4. Hadislerle emredilen hususların yine hadislerle, kaldırılışı.

tki ve üç numarada kayıtlı nesih vak'alarını aynı değerde görerek birlikte mütâlâa edenler olduğu gibi) ayrı ayrı elele alanlar da olmuş­tur. Şimdi bunları açıklayalım :[468]

 

A - Kur'ân'ın Kur'ân'ı (ayetin âyeti) Neshi

 

Bu nevi neshe ve onunla ilgili açıklama ve münâkaşalara. Kur'-ân'da nâsih-mensûh denilebilir. Tarih boyunca da böyle ad­landırılmıştır. Burada birinci hüküm ve hâdise ile onu neshedenlerin âyet oluşu söz konusudur. Tefsir usûlüne (ulûmu'l-Kur'ân) bağlı bir ilim dalı olarak asırlar boyu işlenmiş olan bu bölümde, müstakil eser­lerin ortaya konduğunu daha önce ifâde etmiş bulunuyoruz.

Kur'ân'ın Kur'ân'ı neshi konusunda ehemmiyetsiz sayılacak bir kaç itiraz dışında ilim adamlarının fikir birliği içinde olduklarına şâ-hid olmaktayız[469] İhtilâflar hakkında konuşan Bedrüddin ez-Z e r k e ş î    onları şöyle özetler:

«Böyle olmakla beraber, Kur'ân'ın sâdece Kur'ân'îa neshedilece-ği hususundaki ihtilâf zımnında, Bakara sûresinin 106. âyetine daya­nılarak Kur'ân'ın ancak Kur'ân'îa, sünnetin de sünnetle neshedilebile-ceği ileri sürüldü. Şöyle bir fikir de mevcuttur: Sünnet eğer vahiy nev'-inden ilâhi bir emir şeklinde ise Kitab'ı neshedebilir; yok ictihad eseri ise bu görevi yapamaz. Âyetler arası nesih konusundaki bir° diğer ih­tilâf da şudur: eğer iki âyet, muhtelif iki hükmü getiriyorsa ve farz kılıyorsa bunlardan biri diğerinden önce ise sonraki öncekini nesheder. Bunun aksi kanâat da savunulmuş: nesih gerekmez de denilmiştir»[470] Görüldüğü gibi âyetler arasındaki neshin üzerindeki ihtilâflar cüz'idir. Bu, «itiraza uğramama» durumunun sebeblerini araştıranlar olmuştur, el-Âmidî'ye    göre:

a. Böyle bir nesih vak'asmda, nâsih ile mensûh, âyet oldukları için ikisi arasında bir denklik söz konusudur. Dereceleri aynıdır.

b. Nâsih ve mensûh burada aynı derecede bilgi vermektedirler. Mükellef üzerinde aynı tesiri icra edip aynı değerde bilgiyi verince ih­tilâf  da  ortadan  kalkmaktadır.  Nesih  hâdisesinin  tamamına yapılan -meselâ Mutezileden bazılarının itirazı gibi- itirazlar ise burada zik­ri gerektirmemektedir.  Âyetin  âyeti neshi konusunun Kendisine hâs; hududu, mâhiyeti, şart ve meseleleri vardır. Konu bir bakıma «hadis­lerin hadislerle neshi» ile benzerlik arzeder. Bizi bu yerde daha çok: «hadisle âyet arasındaki mütekâbil nesih» ilgilendirdiği için meseleye temasımızı burada kesiyoruz.[471]

 

B - Sünnetin Kitab'la; Hadisin Âyetle Neshi:

 

Hadisle âyetin biribirini neshini birlikte görenler de olmuştur. îb-nu Hazm bunlardan biridir. İleride göreceğimiz gibi meseleyi ayrı de­ğerde görüp ayrı ayrı ele alanlar ekseriyettedir; onların bakışma gö­re mesele biribirinden farklıdır, üzerlerindeki münâkaşalar da bu açı­dan yapılmaktadır. Adı geçen iki türlü neshi ayırarak ele alanlardan bazıları âyetin hadisi neshi meselesinde daha munis ve müsbet dav­ranır. Bazıları ise meseleyi tamamen farklı olarak düşünür; zahirde, «Allah'ın, Peygamber'in emrini neshi» gibi görünen bu noktada; asıl güç olan ve tesbiti gereken husus Peygamber'in tebliğ ettiği bir mese­lede, ondan bir delâlet olmadan, âyetin nâsih olarak mütâlâa edilmesi keyfiyetinin çok tehlikeli sonuçları doğuracağını ileri sürerek, sün­netin Kitâb'ı neshinin daha kolay olduğunu kabul keyfiyetidir. Mutlak mânâda diyebiliriz ki: Gerek âyetin hadisi ve gerekse hadisin âyeti neshi konusu ihtilâftan salim kalmamıştır. Bu meseleyi, birinci nesih nevinden daha çok tezimizle alakalı görmekteyiz. Çünkü bu bahiste ya nâsih veya mensûh; yani nesihte taraftar olan rükünlerden biri hadis­tir; hadis ya kalkan veya kaldıran bir otorite durumundadır. Hadisin taraf olduğu nesih vak'ası ise bizi ikinci derecede ilgilendirir. İleride sünnetin kendi içindeki; hadislerin kendi aralarındaki nesihler söz konu­su olunca, bu meseleye atıflar icâbedecektir. Bir diğer ilgimiz ise şu­dur: Nesih bahsinde ihtilâfın en geniş olduğu iki bahisten biri bu, di­ğeri ise bunu takibeden konudur. Bu ihtilâfların sathî de olsa incelen­mesi, bizim asıl inceleme konumuz olan vak'alar için bize kılavuzluk edecektir.

îmâm Şafiî, nesih konusunda bir tarih başlangıcı olarak ta­nınmaktadır. Ona kadar olan devre ile ondan sonraki zamanlarda ne­sih meselesi ayrı olarak ele alınabilir. Şafiî'nin iki eserinde; er-Ri­sale ve İhtilâf, u'1-hadis'te sünnetin kitapla neshi söz ko­nusu yapılmıştır. Burada Şafiî, kendi fikirleri yanı sıra bize, bazan sarahaten ve çok kere fikirlerinin tümü itibariyle; meselenin o güne kadar olgunlaşmış hâle gelişini ve geçirdiği merhaleleri hatırlatır. Biz bu açıklamalardan, problemin çok önceden ortaya atıldığı ve bir kaç nesil boyu üzerinde tartışıldığını anlarız. Kendisinden önceki imamla­rın fikirlerini buradan gidebiliriz. Usûl kitaplarında İmâm Mâlik ile Ebû Hanîfe ,nin ve Şafiî 'den önceki devrede yaşamış bir takım ilim sahiplerinin görüşleri parça parça da olsa yer almaktadır. Şüphesiz, îmâm Şafiî, Ebû Hanîfe'nin talebelerinin eserleri de arala­rında olmak üzere kendisinden önceki şifahî an'ane yanında yazılı bir literatürü de görmüştür.

Şafiî'nin, sünnetin Kur'ân'la, Kur'ân'ın sünnetle neshi konularında, eserlerinde zikrettiği fikirlerini nakle geçmeden önce, İmâm'ın sözle­rini iyi değerlendirebilmek için, günümüze yakın zamanda ve hâlen günümüzde yaşayan iki âlimin görüşünü naklediyoruz: «Şafiî ile on­dan sonra gelen usulcüler arasındaki ihtilâf «Kur'ân'ın sünnetin ge­tirdiklerinden başka bir şey getirmesinde ve Kur'ân'ın sünnetin vaz'et-tiği hükümleri kaldırması hususunda» değildir. İhtilâf sünnetle beyan edilmeksizin Kur'ân'ın doğrudan sünneti neshedip etmemesi hususun-dadır. Şafiî'ye göre Kur'ân'ın sünneti neshetmesi için bu neshi beyan eden başka bir sünnetin bulunması lâzım gelir».

Bu fikir, bundan sonraki açıklayacağımız konu ile de ilgisi olan bjr görüştür. Kitâb'a sünnetten fazla tazim prensibine de dayanarak Şafiî' nin bu konuda müsbet düşündüğünü söylenir. Subhi Salih'e göre ise Şa­fiî'nin bu meselelerdeki fikirleri yanlış anlaşılmaktadır.[472] Meselede bir anlaşmazlık; ayrı açılardan ele alma söz konusu olabilir mi?

Şafiî de İbnu Hazm gibi sünnetin âyete karşı taraf olduğu iki nevi nesih arasında ayırım yapmamaktadır. Ama fikirlerinde ağırlık noktası «daha fazla teferruata dalmadan ana prensip halinde öyle bir neshin mümkün olmayacağı» hususudur. el-Âmidî'nin açıkladığına gö­re îmâm, Kitâb'm sünnetle neshi konusunu kabul etmediği gibi, aksini de kabule taraftar değildir. [473]Bir görüşe göre de Şafiî'nin sünnetin Ki-tab'la neshi konusunda iki fikri vardır. Bunlardan sâdece birine göre İmâm böyle bir neshe taraftar değildir diğerine göre taraftardır. [474] Ebû Zehre bu fikri kabule yanaşmamakta fakat yine "de ihtiyatlı olarak konuşmakta ve «Bu kaybolan görüşün Irak'ta iken sahip olduğu bir görüş olabileceğini Mısır'da yazdığı eserlerinde kabul de­ğil,  red tarafını iltizâm ettiğini» belirtmektedir. [475]

el-Âmidî'nin özetlediğine göre sünnetin Kitab'Ia neshini; «Eş'arî-lerin, Mutezilenin ve fukahânın cumhuru aklen caiz ve şer'an da vâkî görmektedirler. [476]

Şafiî diyor ki; «Rasûlüllah'm sünneti de böyledir; onu ancak Al­lah Rasûlü'nün sünneti değiştirebilir, heshedebilir. Peygamber'in koy­duğu bir konuda eğer Allah, Peygamber'inkinin dışında bir yenilik ge­tirseydi, o zaman Peygamber de evvelki sünnetinin kaldırıldığını halka beyân için, Allah'ın yenilediği istikâmette bir yeni sünnet te'sis ederdi. Peygamber'in bu beyânı için, Allah'ın yenilediği istikâmette bir yeni sünnet te'sis ederdi. Peygamber'in bu beyânı aynı zamanda kendisi­nin, evvelki sünneti kaldıran ve ona muhalif olan bir sünnetinin bu­lunduğunu açıklardı. [477]

«Eğer sünnet Kur'ân'la neshedüse, mutlaka bu durumda Peygamber'e ait; kendi ilk sünnetinin, son sünneti ile neshedildiğini açıklayan bir sünnet bulunur. Bu zaruridir; tâ ki Allah'ın insanlara karşı elinde delili ve hücceti bulunsun; bir şey ancak kendi misli ile neshedilir diye.[478]

Şafiî üzerine bir monografinin sahibi olan Ebû Zehre, îmâm'ın bu konudaki kanâatini iki esasa dayandırır: «... Birincisi nesih beyâ-n a muhtaçtır. Sünnet Kur'ân'm beyânıdır. Sünnete bu beyân kudreti­ni veren yine Kur'ân'dır. Neshin beyâna muhtaç olmasına gelince: Çünkü nesih, nasslardan öncekini ve sonrakini beyânı gerektirir. Hz. Peygamber'in ameli ne üzerine karar kılmıştı? Ashabına nasıl beyân etmişti? Bunları bilmek lâzımdır. Bütün bunlar sünnet ile sabit olacak şeylerdir. Şafiî'nin görüşüne göre, Kur'ân'dan mensûh olanların çoğu­nu bilmek ancak sünnetle kabil olmaktadır. Öyle ise, sünnetin mensûh olanlarını bilmek de sünnetle kabil olması daha evlâdır; sünnette beyân   vardır. [479]

İkinci esas şöyle anlatılmaktadır. «Eğer sünnet bulunmaksızın Kur'-ân'la sünneti neshetmek caiz olsaydı, Kur'ân'a muhalif olan her hadi­sin reddedilmesi, onunla amelin makbul olmaması îcabederdi. Yani Kur'ân onu neshetmiş sayılırdı. O takdirde ise sünnet Kur'ân'ın umû­munu tahsis edemez, onu beyân edici olamaz. Bu bakımdan Kitab'a mu­halif olan her sünnetin reddedilmesi caiz olur. [480]

Şafiî'nin ifâdesinden şunu anlamak mümkündür: «Eğer Kur'ân'ın sünneti neshettiğini belirten bir diğer sünnet varsa, o takdirde durum değişiktir.» Fakat Şafiî'nin bu görüşü, sonradan kendi taraftarı usûl-cülerin de muhalefetini celbetmiştir.

Şafiî'nin bu red fikirleri yanında, sünnetin Kitab'la neshini kabul edenler de vardır. et-Tahâvî: İlk oruçlardaki bazı sünnetlerin, sonradan Kitâb'm hükmü ile kalktığını, kadınlarla ramazan gecelerin­de münâsebete cevaz verildiğini, sahurun konulduğunu hep bu nev'in örnekleri olarak serdeder ve böyle bir neshi kabul eder. [481] Kabul eden­ler dâvalarını akıl ve nakil açılarından savunurlar, delil niteliğinde  misâller arzederler.

Akıl açısından «Kur'ân'ın, sünnetin hükmünü neshetmesi mümkür görülmektedir. Buna inanmış olan âlimler; «Kitap da sünnet de va­hiy mahsulü ta'limâttır. İkisinin 'de menşei birdir. Birisi metlüvv vahiydir diğeri ise onun özelliklerini taşımaz. Bu iki ayrı değerdeki de­lilden diğerini neshetmesi aklen mümteni değildir derler.[482]

Delil vasfım taşıyan ve nakli mesned olarak ileri sürülen vak'alar ise şunlardır:

1. Budeybiye musâlehastndaki tarafların anlaşmalarına göre, Mekke müşriklerinden gelecek her ferd, onlara geri iade edilecekti. Nitekim Kureyş'in murahhaslarından birinin oğlu olan Ebû C e n d e 1 o anda gelmiş ve talebleri üzerine onlara verilmek istenmiş, ama ço­cuk gitmeyerek ayrı bir istikâmette yerleşmişti. Bir müddet sonra yi­ne öncekinin durumunda bir kadın geldi. İddiaya göre Peygamberimi­zin sözü ve sünneti, Kureyşlilerej erkek-kadın herkesin verilmesini ön­görmekteydi. Kadının gelişi esnasında bir âyet indi. Ayette şöyle de­nilmekteydi : «Ey îman edenler, (kendi ifâdelerince) mü'min kadınlar, muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi bilendir. Fakat siz de mü'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz onları kâfirlere döndürmeyin. Bun­lar onlara halâl değildir. Onlar da bunlara halâl olmazlar. (Kâfir zev­celerinin bu kadınlara sarfettikleri mehri) onlara (kâfirlere) verin. Sizin onları nikâhla almanızda, me hirlerini verdiğiniz takdirde, üzeri­nize bir günâh yoktur. [483] Bu âyetin gelişi, evvelce sünnetin tesbit et­tiği tatbikatı neshetmiştir. Kadınlar, artık nâsih olan âyetin hükmü gereğince verilmemişlerdir. [484]

Kurtubî'nin belirttiğine göre, Peygamberimiz müsâlehada kadın­larla ilgili bir şart koşmamıştı. Fakat bu kanâatin aksi de müdâfaa edilmektedir. Peygamberimizin «Şartımız erkekler hakkında idi, ka­dınlarla ilgili değil» şeklinde bir sözünden de bahsedilmektedir. Ekseri­yetin kanâati;     erkek-kadın    söz konusu edilmeden    «gelenlerin iadesi» şeklinde idi, cümlesiyle ifâde olunabilir. Saîde b. el-Hâris, Ummu Kulsûm b. Ukbe b. Ebî Muayt, Umeyme b. Bişr gibi isimler ve­rilen kadının, Ukbe b. Ebî Muayt'ın torunu olan Ummu Kulsûm olduğu üzerinde durulmaktadır, ekseriyetin görüşü budur. Kurtubî: «îlim adamlarının  çoğunluğu,  bu  âyetin Efendimizin  sünnetini neshettiğine kanidir. Bu görüş aynı zamanda, sünnetin Kur'ân'Ia neshedilebileceği fikrine kail olanların görüşüdür» demektedir.[485]Kadınların müşriklere geri verilmemesi konusunda onlara haram olmaları yamsıra «zayıf ve nâzik yaratılışta oluşları» da sebeb olarak gösterilmektedir. [486] Mustafa Zeyd, bu âyetin diğer âyetlerden farklı olarak, ekseriyet tarafından (sünneti nâsih) olarak gösterildiğini ifâde ettikten sonra, kısaca vak'-ayı anlatarak: «bunun bir nesih vak'ası olmayıp tahsis olduğunu» belirtmektedir. [487]

2. îkinci delil mahiyetindeki misâlimiz   kıblenin   değişme­siyle    ilgili olan haberlerdir, Bilindiği gibi müslümanlar ilk zaman­larda   Beyt-i   Makdis'e   yönelerek ibâdet etmekteydiler. Kur'-ân-ı Kerim'de onların bu yere dönerek ibâdet etmelerini emreden bir âyet yoktur. Buradan anlaşıldığına göre bu ilk tatbikatın menşei Pey-gamberimizidir;   onun   sünnetidir.   Bazı   ilim  adamlarının   belirttiğine göre; bu görüş yanında: «Meşrık da Allahındır, Mağrib de. Onun için nereye  (hangi semte) döner, yönelirseniz Allahın yüzü  (kıblesi)  ora­dadır...» âyetindeki emirde Kudüs'e sarahaten delâlet olmadığı hal­de âyetten bunu anlayanlar da olmuştur. Mekke'de böyle olan durum, Medine'de de 16-17 ay kadar devam etti. Peygamberimizin Medine'de­ki ilk günlerinde,    Beyt-i   Makdis'e   yönelişi de sabit olan bîr husustur. Sonradan inen âyet ile Peygamberimiz    kıblenin   tah­vili    emrini almıştır. Başta belirttiğimiz gibi? konu ile ilgili iki du­rum meydana gelmiştir. Bir takım ilim sahiplerine göre kıble tahvilin­de nâsih de mensûh da âyettir. Sonuncu fikrin sahipleri, sünnetin Kur'-ân'la neshine taraftar olmaktadırlar.

Delil olarak bu misâli getiren müsbet görüş taraftarlarına göre bu sünneti nesneden ayet : «Biz, yüzünü (vahye intizâr ve iştiyakından) çok kere göğe doğru evirip çevirdiğini muhakkak görüyoruz. §imdi se­ni herhalde hoşnûd olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. (Namazda) yü­zünü artık M e s cid'i Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir. (Ey mü'minler), siz de nerede bulunursanız (namazda) yüzlerinizi o yana döndürün. Şüphe yok ki kendilerine Kitap verilenler bunun Rab-lerinden gelen bir gerçek olduğunu pek iyi bilirler...-» mealini taşımak­tadır. [488]

Naklettiklerimizden farklı bir duruma temas eden Mustafa Zeyd, Bakara sûresinin adı geçen 115 ve 144. âyetlerini aralarında tearuz bu­lunmayan âyetler meyânında zikretmektedir. Onun belirtiğine göre; tarih bakımından olsun, diğer yönlerden olsun, adı geçen âyetler ara­sında nesih alâkası mevcut değildir.[489] Kıble tahvilinin burada, sünne­tin Kitab'la neshine delil olarak misâl verilişini bu ölçüde zikretmekle iktifa ediyoruz.  Aynı konu ileride gelecektir.

3. İddiaya göre, müslümanlann ilk tatbikatlarında oruçlunun ge­celeri ailesine münâsebet için yaklaşması yoktu; bu konuda müsâade mevcut değildi. Peygamberimizin sünneti ile tesbit edilen bu ilk tatbi­kat, bilâhare Bakara süresindeki şu âyetle neshedildi: «Oruç (günleri­nizin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size halâl edildi. Onlar sizin için siz de onlar için birer libassınız. Allah nefislerinize karşı za'f gös­termekte olduğunuzu bildi ve tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Artık (bundan sonra geceleri)   onlara yaklaşın[490] Mustafa Zeyd, Bakara süresindeki nesh iddiaları arasında bu âyeti zikretmemektedir.

4. İddia sahiplerinin belirttiklerine göre   Âşûr â   orucu   sün­net ile sabit bir ibâdetti. Ramazan orucunu farz kılan: «... öyleyse içi­nizden kim o aya erişirse (hâzır olur, misafir olmazsa) onu (orucunu) tutsun...» âyeti gelince bu hüküm mensûh oldu. Ramazanın diğer bazı oruçları -bir görüşe göre de bütün oruçları- kaldırdığı hadislerle de sabittir. Burada sünneti âyetin getirdiği yeni hüküm neshetmiştir. [491]

5. Peygamberimiz savaşlarda harbin tavsamasına kadar namazı geciktirirlerdi. Sonradan   salât-ı   havf    diye adlandırılan nama­zı emreden âyet gelerek evvelki tatbikatı ve hükmü neshetmiştir.

Sünnetin Kitâb ile neshedüebileceği fikrini savunanların, delil ola­rak ileri sürdükleri Örnekler bunlardır. Şunu belirtelim: Burada zik­redilen misâlerin tümüne itirazlar olmuştur. Bazı nesih vak'aları ise sünnetin neshi örnekleri arasında yine geçecektir. İtirazların başında, yine Şafiî'nin görüşüne uygun olan şu fikir yer almaktadır: «Sünnet, âyetlerle açıklandığına göre beyândır; Kitab'ı açıklar. Eğer o, Kur'ân ile nesh olunursa, onun beyânlık; açıklayıcılık vasfı ortadan kalkar. [492]

Bu itiraz: «... âyette geçen (beyân) tebliğ manasınadır» cümlesiyle karşılanmaktadır.

Sünnetin Kur'ân'la neshedilemeyeceğine inanan ilim adamları, di­ğer grubun yaptığı gibi misâllere sarılmamakta, daha ziyâde nazarî yollarla fikirlerini savunmaktadırlar. Nitekim onların aklî delilleri şöy­ledir :

a. Eğer sünnetin Kitab'la neshi caiz olsa; sık sık süneti değiştiri­len Peygamber'den halk soğur nefret eder. Halbuki Peygamber'e her­kesin itimâdı gerekir.

b. Sünnet ve Kur'ân'm değerleri ve menşe'leri farklıdır. Kur'ân'ın bir takım özellikleri vardır; müsavi değerde olmayan şeyler arasında ise nesih olamaz. Karşı tarafça bu itirazlar da yersiz görülmekte ve cevap olarak Necm Sûresi'ndeki âyet ileri sürülmektedir. Burada be­lirtildiğine göre «Peygamber ancak vahy ile konuşmaktadır.[493]

 

C - Kitabın Sünnetle; Âyetin Hadisle Neshi:

 

Kitap ve sünnetin biribirini neshini aynı değerde hâdiseler olarak ele alan ve birlikte mütâlâa edenlerden söz etmiştik. Burada hatıra bir soru gelebilir: Acaba «Kur'ân'ın hadisi neshi» ile «hadisin Kur'ân'ı nes­hi» birbirine benzer ve aynı değerde şeyler midir? Yoksa bu iki vak'a arasında fark mı vardır? Bundan önceki bahiste de bir nebze gördü­ğümüz gibi, ilim adamları -ister red ister kabul taraftarı olsunlar- iki gruba ayrılmaktadırlar: Birinciler her ikisinin de biribirini neshini farklı görmeyenler; ikinciler; Kitâb'm sünneti neshini normal saydığı halde, aksini mümkün saymayanlar. Son grub sünneti derece bakımından âyetten aşağı görmektedir. Halbuki durumu tama­men aksine ele alarak değerlendirenler ve Kitab'm sünnete ihtiyâcının daha fazla olduğunu ileri sürerek durumu müdâfaa edenler de vardır. Durum ne olursa olsun en çok ihtilâf bu konuda olmuştur.

Bu nevi nesihte, ilk Önce Kitab'la gelmiş ve teabbüd edilmekte olan bir hükümı sonradan Peygamberimizin emirleriyle kaldırılmış olacak­tır. Kitâb'ın (âyetin) sünnetle neshi budur. Buradaki ihtilâfları menşei, Peygamberimizin İslâm'daki teşri salâhiyetinin hududunun tesbitine da­yanmaktadır. Bazı âlimler işi sathî olarak ele almış ve «sünnet mer­tebece aşağıdır, Kitâb'ı neshedemez» diyerek işin içinden sıyrılmışlar­dır. Bazıları ise Peygamberimizin dindeki otoritesini; Kitâb'ı ve sün­neti tebliğ ve beyân edici, bizzat yaşayıcı vasfını nazarı itibâra alarak âten mahdut miktarda olan- bir takım misâller üzerinde nesihten bahsetmiştir.       

Sünnetin Kitâb'ı neshetmesi konusunda Şafiî müsbet düşünmez. Bakara Süresindeki nesihle ilgili âyeti delil olarak ele alır, ve: «Allah' in Kitab'ını ancak Allah'ın Kitâb'ı nesheder» der. Kur'ân'ın ancak ken­di misli bir Kur'ân'la neshini savunan İmâmın ikinci dayanağı «biz bir âyetin yerine bir diğer âyeti getirdiğimiz zaman,,,» âyetidir. Şafiî, Pey­gamberimizin vahye tâbi oluşunu da sünnetin Kitâb'ı neshine manî olarak görür. Rasûl-i Ekrem'in sünnetinin nâsih olamayacağını belirtir. [494]İmâra, er-Risâle'de konuya şu sözleriyle temas eder: «Al­lah insanlara; Kitab'tan neshettiği şeyleri yalnız Kitab'la neshettiğini; sünnetin Kitâb'ı nesnedemeyeceğini, onun ancak Kitab'a tâbi ve nas-san onu tâkibeden; umumiyet itibarıyla da Allah'ın indirdiklerini tef­sir eden şeyler olduğunu açıkladı. [495]

«Allah şöyle buyurur : Âyetlerimiz onlara apaçık delilleri (muh-tevî) olarak okunduğu zaman (Öldükten sonra) bize kavuşmayı umma­yan onlar (o müşrikler) : ya (bize) bundan başka bir Kur'ân getir, yahut onu değiştir, dedi (ler). De ki: onu kendiliğimden değiştirmem benim için olmayacak şeydir. Ben, vahy oluna gelenden başkasına tabî olmam. Eğer Rabbime isyan edersem şüphesiz büyük günün azabından korkarım. [496] Böylece Allah; Peygamberine,, kendisine vahy-olunana tabî olmasını farz kıldığını belirtti. Ayrıca Allah'ın: «Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olmayacak şeydir...'» cümlesin­de, benim tavsif ettiğim nesih konusunun beyânı mevcuttur. Şöyle ki: Allah'ın Kitab'ını ancak kendi Kitâb'ı nesheder. Başlangıçta farzı ko­yan o olduğu gibi, onu ibkâ veya izâle edecek olan da yine odur. Bu iş, yarattıklarından birine ait olamaz.. [497]

Konumuzla ilgili olarak fikirlerini öğrendiğimiz âlimlerin çeşitli düşünceleri mevcuttur. İbnu Hazm ve benzeri «Kitap'la sünneti aynı değerde gören» alimler arasında da fikir ayrılığı vardır. Bir çok yerde Şafiî ile fikir beraberliği olan İbnu Hazm, burada ondan ayrıl­maktadır. Kendisi bu nevi bir neshi kabul eder. İbnu Hazm müsbet fikir sahibi olmasına rağmen, kendisinden sonraki bazı Zahirîler bu konuda ona muhalif olmuşlardır. '

Zerkeşî, İbnu Atiyye'nin «ümmetin ehliyetli âlimleri, caiz olduğu­na kanidir» sözünü nakleder.[498] Diğer taraftan belirtildiğine göre Mu­tezile ve Eş'arî kelamcıîarının cumhuru İmâm Mâlik, Ebû Hanîfe ve ashabı, müsbet yönde düşünmektedirler. Yalnız bunların ihtilâfları da (vukuu üzerindedir). Red taraftarları: Şafiî ve ashabının çoğu, Zahiri­lerin ekseriyeti, bir görüşe göre de Ahmed b. Hanberdir. [499]

Kitâb'ın sünnetle neshi konusunda, kabul ve red taraftarlarının el­lerinde delilleri vardır. Kabul edenler bir takım vak'alarla meseleye ışık tutmaktadırlar. Karşı tarafın da bunlara itirazları ve mukabil, de­lileri mevcuttur. Bunları ve mesele ile ilgili neticeyi görelim:[500]

 

Kabul Edenlerin Delilleri Ve Tatbikatta Nesih Örnekleri:

 

1. Nisa Sûresinde, şöyle huyundur: «Kadınlarınızdan fuhşu irtikâb edenlere karşı İçinizden dört şâhid getirin. Eğer şehâdet ederlerse -on­ları ölüm alıp götürünceye kadar, yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar- kendilerini evlerde alıkoyun (insanlarla ihtilâttan menedin). [501] Bu âyetle, yukarıda zikredilen kötülüğü irtikâbeden ka­dınlara H a b s cezası vardı. Belirtildiğine göref bundan sonra gelen âyet, daha Önce inmiştir. Orada eziyet de söz konusudur. Nûr Sûre­sinde ise, dayak ve taşlama cezası vardır. Bu üç âyetin, üç ayrı hâ­dise ve üç ayrı duruma temas ettiği de ileri görülmüştür. [502]

Sünnetin Kitâb'ı neshedebileceğini kabul edenler, buradaki habs' in sünnet ile nesholunup kaldırıldığını ifâde ederler. Nâsih olan hadis ise «benden alınız belleyiniz[503] hadisidir.

2. Nûr süresindeki : «Zina eden kadınla erkekten herbirine yüzer deynek vurun[504] âyeti kerimesiyle adı geçen ceza tesbit edilmişti. Bu hüküm, Peygamberimizin sünneti ile sabit olan   r e c m   tatbikatı ile kalkmıştır. Binâenaleyh Kitâb sünnet ile nesholunmuştur.[505] Tahâ-v î recmi «Kur'ân'dan sünnete nakledilmiş bir hüküm» saymaktadır. O bu iş için nesih tâbirini kullanmaz. [506]

3. Bakara Sûresinde,  meali :   «Sizden birinize ölüm gelip  çattığı vakİt -eğer mal bırakacaksa- anaya, babaya, yakın akrabaya meş­ru bir surette vasiyette bulunmak, takva sahipleri üzerine bir hak ola­rak farzedildi» şeklinde olan bir âyeti kerime vardır. Bu âyet gereğin­ce yapılmakta olan vasiyyet, Peygamberimizin:  «Vârise vasiyyet yok­tur[507] hadisinde ifâdesini bulan sünetiyle kaldırılmıştır.

4. «Ey  îmân edenler,  namaza kalkacağınız zaman...  başlarınıza meshedip, her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın[508] âyetinin hük­mü,  Peygamberimizin :   «Vay  o topukların  cehennemdeki haline[509] hadisi  ile  kaldırılmıştır.     Ayakların tamamının  yıkanmasını  böylece sünnet  emretmiş  oldu.  Sahabe  ayaklarına neshetmekteydi, efendimiz yukarıdaki emirleriyle onları uyardılar, [510] Kur'ân-ı Kerim'de bu konu ile ilgili ilk emrin mesh olduğunu iddia edenler de olmuştur. [511]

Sünnetin Kitâb'ı neshedebileceğini savunan ilim adamlarının dört' ten ibaret olan delil-vak'alan bunlardan ibarettir. Onların ifâdelerine göre adı geçen hâdiselerdeki ilk tatbikat Kitab'la sabitti; sonradan Peygamberimizin sünneti, mü'minler için en son tatbikat ve emri teb­liğ etmiş;  sünnet Kitâb'ı neshetmiş oldu.

Muhaliflerin delilleri ise aklî ve nakli olmak Üzere iki kıs­ma ayrılmaktadır. Nakle müstenid deliller, vak'alar halinde değil de âyeti kerimelerle bu türlü neshin mümkün olmadığını isbât esâsına istinâd etmektedir. Aşağıda zikredeceğimiz bu delillere, mukabil itiraz­lar yapılmış ve adı geçen itirazların isabet derecesi incelenmiştir. Kaynaklarda ayrı ayrı verilen delilleri ve itirazları biz bir araya getire­rek takibini kolaylaştırmak istiyoruz.[512]

 

Birinci Delil:

 

«... Biz sana da Kur'ân'ı indirdik. Tâ ki insanlara ne indirildiğim a ç tlc ç a anlat asın ve tâ ki onlar da iyice fikirlerini kullansın­lar[513] âyetinden Peygamber'in mübeyyin olduğu anlaşılır. Nâsih, bir hükmü refeden demektir. Burada hükmü bir başkası ile kaldırma söz konusudur. Halbuki r e f ' başka, beyân ise başka şeydir. Bi­nâenaleyh Peygamber veya onun sünneti nâsih olamaz. [514]

 

İtirâz:

 

Bu âyetin hedefi, Kur'ân-ı Kerim'deki talimatın halka izhârı ve açıklanması keyfiyetidir. Bu izhâr keyfiyeti, nesih de dahil olmak üze­re pek çok meseleyi içine almaktadır. Âyetin hükmünün neshi; onun bir nevi beyânı demektir. Böyle olunca bu, âyetin medlulü içine girer. Kur'ân'ın açıklanması; Peygamberin Kur'ân'la açıklamasından daha da umûmidir. Nesih beyân sayılmasa bile, Peygamberin açıklayıcılık vasfı, onun nâsih olmamasını gerektirmez. [515]

 

Îkinci   Delil:

 

«...bir âyeti diğerinin yerine koyduğumuz zaman [516]âyetine gö­re; âyetin yerine ancak âyet kaim olabilir. Sünnet âyetin yerine ko­namaz. [517]

 

İtirâz :

 

Bu âyette, Kur'ân âyetinin benzeri bir diğer âyetle tebdili zikredilmektedir. Buradaki tebdil (âyetin resmi) yönünden olup, hükmüne dokunmaz. Münâkaşamız ise, âyetin hükmüne temas etmek­tedir. Bilindiği gibi, bu âyetle yahûdîlerin nesih karşısındaki durum­ları tasvir edilir. Yoksa âyetin ancak âyetle neshedileceğine dair âyet­te hiç bir sarahat yoktur. Âyetin alt ve üst tarafı arasındaki irtibat burada mühimdir. Eğer «mensûh yerine ondan kuvvetlisi veya aynı de­recedeki bir nassm konulması gerektir» anlamında ise delil, âyetin devamı buna mânidir. Neshe muhalefet edecek herhangi bir mü'min veya başka din mensubu neshe yönelttiği kendi itirazını yine normal görecektir. Peygambere müfteri diyebilme burada onun için gayedir. [518]

 

Üçüncü   Delil:

 

Yukarıdaki ayette geçen tebdil, ancak Cibril'in getireceği ye­ni bir vahy ile gerçekleşir. Âyetin devamı bunu ifâde eder. Burada nesh anlamına gelen tebdil, ancak yeni bir vahy ile gerçekleşir, sünnet yoluyla değil. [519]

 

İtirâz:

 

Rûhu'l-küdüs'ün indirişi Kur'ân'a aittir. Bu âyette de, Kur'ân'ın sünnetle neshi mesele edilmemektedir. Sünnetin Rûhu'l-kudüs'e indiril-mediğine belki delil olabilir. Tarafların görüşlerini ve cevaplarını bir tarafa bırakarak;

Cibril'in sünnetten bazılarım Allah katından indir­diği görüşünü hatırlayalım. [520]

 

Dördüncü Delil:

 

Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuralur: «Ayetlerimiz onlara, apaçık deliller (i muhtevi) olarak okunduğu zaman (öldükten sonra) bize ka­vuşmayı ummayan onlar (o müşrikler): Ya bize bundan başka bir Kur'­ân getir, yahut onu değiştir dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştir­mem benim için olmayacak şeydir. Ben, vahy olunagelenden başkasına tâbi olmam. Eğer Rabbime isyan edersem şüphesiz büyük günün aza­bından korkarım. [521]Peygamberin sünneti, bu âyetin de belirttiğine göre Kur'ân âyetini neshedemez. [522]

 

İtirâz:

 

«Ben ancak vahye tabî olurum..» sözü : «âyetin ayetle neshi me­selesinde» kaydı ile anlaşılmalıdır. Bu takdirde de âyetlerin hükümle­rinin tebdili mevcut değildir. Nesh, sünnetle de olsa yine vahye isti-nâd eder. Vahye dayandığı müddetçe de ittibâa sâlih ve elverişli olur. [523]

 

Beşinci Delil :

 

Beşinci delil olarak, Bakara Süresindeki 106.  âyeti kerime zikre­dilmektedir. Açıklaması şöyle yapılmaktadır delilin :

a.Ayeti kerimedeki : «...yo ondan daha hayırlısını, yahut onun benzerini...» ifâdesi sarihtir. Sünnet ise, Kur'ân'dan hayırlı olmadığı gibi onun dengi ve benzeri de değildir.

b. Allah bizzat :  «... hayırlısını getiririz...» demektedir. Yâni ge­tiren Allah'tır, Onun zâtıdır. Peygamber değildir.

c. Âyette  «daha hayırlısını» ve «benzerini» ifâdeleri vardır. Bu­radan, değiştirilen    mensûh    ile, değiştirenin    nâsih'in    aynı cinsten  oldukları  gerçeği sezilmektedir.   «Benzeri»  tâbiri  açıkça  de­ğiştirilenin aynı cinsten bir şeyle değiştirildiğini açıklar. «Hayırlı olan» tâbiri ise yine aynı cinsten bir nesnenin geleceğine işarettir. [524]

 

îtiraz:

 

Bu âyetle, «âyet hükmünün ancak diğer bir âyet ile değiştirilece­ği» görüşü isbatlanamaz. Sünnet Kur'ân'ın benzeri olmadığı gibi on­dan daha hayırlı da değildir görüşü sakattır. Mezkûr âyette, âyetin ya resminin veya hükmünün neshi bahis konusudur. Birinci durum müm-tenîdir. Bedel olan şey, diğerinden daha hayırlı olarak vasıflandırıl­mıştır. Kur'ân'm tamamı hayırlıdır. Bir kısmı diğerinden farklı düşü­nülemez. Eğer hükümlerin neshi ise kastedilen; bu takdirde nâsihin hükmü mensûhunkinin ya dengi veya hayırlı olmalıdır. Teklif yönün­den ve mükellefe faydası bakımından nâsih hükmün elverişli ve fay­dalı olması mümkündür.

Kitâb'ın sünnetle neshedilemeyeceğini savunanların, arzettiğimiz bu -nakle mestenid- delilleri dışında, aklî delilleri de var­dır. Bu delillerden bazıları şunlardır:

1. Kur'ân-ı Kerîm'deki muhtelif âyetler, Hz. Peygamber'in sünne­tine tabî olmayı emreder. Sünnete tabî oluş Kur'ân'la sabit olduğu için, sünnet Kur'ân'm bir fer'i sayılır. îbtâl, iskaat; hükmünü kaldırma gibi durumlarda aslı üzerine sünnet tesirli olamaz; asla rücû edemez. Ni­tekim, Kur'ân ve sünnetten çıkarılan   kıyas   ile bu iki kaynak nesh-edilememektedir.

2. Kur'ân-ı Kerim aşağıda  açıklanan  yönlerden  sünnetten  daha kuvvetlidir. Binâenaleyh Kur'ân'ı o neshedemez. Bu yönler :

a. Mu'âz hadisinde sünnet Kur'ân'dan sonra söylenmiş­tir. Peygamberimizin bu sıralamaya herhangi bir itirazı olmamıştır. Bu bir takrirdir. Kur'ân sünnetten kavidir.

b. Kur'ân, yoktur.lafzı   yönünden   mû'cizdir.   Sünnette bu vasıf Hadiste Nasih-Mensûhlel

c. Kur'ân'm bir takım Özel halleri vardır; onu temiz olan alabilir, teabbüd olunur... v.s. Sünnet böyle değildir. Kavî olan Kur'ân, kendisine nisbetle zayıf olan sünnet ile nesholunamaz.[525]

Sünnetin Kitâb'ı neshedebileceğini kabul edenler do r t tane vak'a ortaya koyarak, böyle bir neshin, asrı saadette vukuunu isbata çalış­tıklarını, buna mukabil red taraftarlarının da b e § âyet-delil yanın­da iki tane de aklî delil ileri sürdüklerini görmüş bulunuyoruz. Ka­bul edenlerin nesih vak'aları ortaya atmaları karşısında diğerlerinin müdâfaaları zayıf kalmaktadır. Kabul taraftarlarmın dayandıkları en büyük delil sünnetin de vahy mahsulü olduğu fikridir. Bu tak­dirde, âyeti nesheden sünnet yine Allah katındandır, Rasûl sadece onun da tebliğeisidir. [526]

Ortaya atılan fikir üzerindeki tarafların münâkaşaları bir netice­ye bağlamak gerekirse denilebilir ki : Tarafların ortaya attıkları delil­ler münâkaşa edilebilecek durumdadır. Bu arada, bazı noktaların tes-bitinde, konuyu sonuca kavuşturma bakımından fayda vardır:

a. Hadisin âyeti veya âyetin hadisi neshine miisbet fikir beyân eden ilim adamları,  bu İki nevi neshin vukuunu  belgeler mâhiyette, beşten fazla misâl vermemektedirler.

b. Bozan reddeden de, kabul eden de. aynı âyetlere delil olarak yapışmaktadır.

c. Münâkaşalar ve delillerin serdi sonunda, tarafların fikirleri ih­timâl olmaktan öteye geçmemektedir.

d. Hz. Peygamber'in, îslâmî teşrî'deki vahy müessesi ile ilgisi ve şahsiyetleri üzerinde tesbiti gereken bir kaç husus vardır; her iki gru­bun da önceden bu noktalarda anlaşmaları gerekir.

e. Vak'alar neshin tesbitinde yardımcı olan yollar: kendisi ile ne­sih bilinen yollarla tesbit edilmesi gerekirdi. Bu yolîann başında Pey­gamberimizin sarih beyânı gelmektedir.

Verilen misâllerin mahdutluğu ve mahdut olanlar üzerinde de it­tifakın mevcut olmayışı bize, bu nevi neshin az olduğu kanâatini ver­mektedir. Vak'aların az oluşu onların mutlaka arzedilen neviden bir nesih meselesi olmasını gerektirmeyebilecektir. Yani dört veya beş vak'anın; nesh tahsis, takyîd veya istisna olmasını pek kavgaya değer görmemekteyiz. Sanki, başta yapılan dört­lü nesih taksiminin belirli misâller bulunarak doldurulması gerekli gi­bi davranılmaktadır. Belki de üzerinde kavga edilen iki nevi nesih yar­dır veya yoktur. Mesele bu ölçü içinde bırakılmamış, daha sonraki de­virlerde, halli gerçekleştirilemeyen bazı problemlerde adı geçen münâ­kaşalar hareket noktası telakki edilmiş ve tekrar buralara müracaat olunmuştur.

Nasslar arasındaki -zahirde görülen- tearuzu andırır durumların, ilmî ölçüler ve araştırmalar dışında kolayca giderilebilmesi için: «Bu mensûhtur; fikrimizce sünnetin Kitâb'ı neshi mümkündür» diyerek ve­ya: «Bu meselede nesih yoktur. Çünkü hadis âyete karşı koyacak güç­te değildir» gibi hükümlerle meseleyi sonuca bağlama ve münâkaşayı kesme yolu sabit ve mahfuz kalmıştır. Ortaya atılan delillerde bazan konu ile ilgi kurulamamaktadır. Ayrıca okuyanda, peşin olarak tesbit olunan^bir hükme, nasslardan destek aranıyor hissi uyandırılmaktadır. Delil olan her âyetin, konu ile ilgisi (neyi ifâde ettiği sağlamca tes­bit edilmek mecburiyeti vardır. Bu husus önceden tesbit edilmeyince, reddeden de kabul eden de aynı âyeti bir başka gözle görmekte ve ken­disine destek olarak sarılmaktadır.

Nesih valc'asının tesbitinde ihtimâl kapalı bir yoldur ve değeri yok­tur. Bir çok meselede ihtimâl (zanna müstenid tahmin) aslında de­ğer hükmü olamamaktadır. Kaldı ki nesih gibi bir konuda olsun.

Hz. Peygamber teşrî'de hangi salâhiyete sahiptir? Dinî emirlerin menşeinde, tesbit ve tebliğinde otoritesi nedir? Vak'alar, fikirler ileri sürülüp tenkîdler yapılırken: taraflar Peygamberimizi çok kere ber­taraf ederek tesrlde söz sahibi saymayarak hareket etmektedirler. Adetâ, Kur'ân'ın ve Allah'ın hükümlerini Peygambere karşı savunan muhayyel bir varlık araya koyuyprlar. İşlenmesi gereken nokta budur: «Şeriatı getiren, Allah'ı bize tanıtan, hükümleri açıklayan kimdir? Nes­hin her çeşidini, hattâ bizzat nesih müessesesinin kendisini açıklayıp tebliğ eden kimdir?» Biz kimi kime karşı savunuyoruz?. Her İki tebliğ de aynı ağızdan çıktığı halde nasıl oluyor da nazarî münâka­şalar ve d elil-d âv â vasatına giriyoruz? Kanâatımızca yanıl­ma buradan neş'et etmektedir. Kul olarak bize göre ortada tek Örnek şahsiyet vardır: Hz. Peygamber. Değişiklikleri o beyân eder; ister metlü'vv, İster gayr-i metlüvv vahy ile gelsin değişiklik, neticeyi değiştirmez. Meseleyi açıklayan odur. Ondan bize gelen haberler sabit ve nesih tesbit edilmiş ise ona inanılır ve gereği yapılır. Vak'aların tes-biti için hadislere başvurulur. Derin araştırma neticesi elde edilecek malzeme, çok kere yorgunluktan öteye bir fayda sağlamayan münâka­şaları durdurur. [527]

 

D - Hadîsin Hadisle; Sünnetin Sünnetle Neshi:

 

Nesih çeşitleri içinde dördüncü nevi olarak sümıetin sünneti; ha­disin hadisi neshi verilmektedir. Adından da anlaşılacağı gibi bu nevi nesihte taraflar aynı cinstendir. Baştaki; âyetlerin âyetleri neshi gibi. Nâsih ve mensûhu kuvvet derecesi yönünden taksim eden­lere göre, burada her ikisinin de gücü aynıdır. Genellikle durum böyle olmakla beraber sünneti de farklı derecede görenler olmuştur. Hal­buki, hadisler arasındaki tearuzun tesbitinde gözetilecek hususlardan biri de hadislerin ve haberlerin her yönden birebirine denkliği dir. Bu­na rağmen hadisler arası neshi de bölenler olmuştur. Buradaki bölme hadislerin sıhhatleri yönünden değil şuyûları itibarıyla olmaktadır. Bu­na göre mütevatir sünnetin yine mütevâtir sünnet ile neshi birinci plân­dadır. Bunun tam aksi: âhâd haberlerinin biribirlerini neshidir. Orta­da az önceki bölümde beyân ettiğimiz gibi iki nevi sünnet arası nesh kalmaktadır. Ahâdm mütevâtiri neshi ile, m ü t e v â t i-rin âhâdı neshi. îfâde olunduğuna göre bu dört nevi neshin hep­si de caizdir.[528]

îbnu Hazm, âyetle âyetin ve hadisle hadisin biribirlerini nes­hi konusunda ilim adamlarında mevcut ittifaktan söz eder. Bu imâm, hadisler  arası  nesihte  âhâd-mütevâtir   ayırımı  yapmamaktadır. [529]

el-Âmidî'nin açıkladığına göre bazı ilim adamları az ön­ceki taksimde tanıtılan dört nevi nesihten; âhâd sünnet üe mü­tevâtir sünnetin neshini kabul edememektedirler. Fakat bunlar böyle kabul etmekle beraber, aklen adı geçen neshin de olabileceğine kail­dirler. İhtilâf vukû'dadır. Zahirîlerden Dâvûd ez-Zâhirî ve taraftarları caiz görmektedirler. [530]

Sünnetin sünnetle neshi konusunda elde misâller pek boldur. Bu misaller ve onlar üzerindeki çalışmalar tezimizin en büyük bölümün teşkil edeceği için, onu kendi yerinde incelemeyi uygun görmüş bulu­nuyoruz. [531]

 

V - Neshin Tesbît Usulleri Ve Nesih Hadisesinin Bilinme Yolları

 

Nesih vak'alarmın diğer bir tabirle hadisteki nâsih ve mensûhun çeşitli meselelerini gördükten sonra, asıl mühim olan konuya gelmiş bulunuyoruz: îslâmın gelişine yakın olan asırlardan itibaren müslüman-larm; bilgi sahibi olsun veya olmasın, nesih vak'asım nasıl tesbit ede­cekleri meselesi. İşlâmi eserlerde, neshin bilinme yollan adı İle anı­lan bu yolların araştırılmasında, ilim adamları ittifak halindedirler.

Nâsih mensûhu bilmenin lüzumu üzerinde konuşulurken, îmâm Ali' den nakledilen bir haberi ve onun, muhatabına verdiği cevabı biliyo­ruz. Nâsih mensûh bilgisinin önemi aynı zamanda bilinmenin ve tesbi-tin güçlüğüne işaret eder. Allah ve Rasûlü'nün emirleri içinde, en son olarak tebliğ edilen; «üzerinde değişiklik yapılmamış olan» tatbikatın bilinmesi zaruretine dayanan bu araştırmalar, ferdin kulluğu ile, ts-lâmı yaşayış şekliyle ilgilidir. Ferd bu sayede hatalı ve yanlış olan tat­bikattan kaçmak istemektedir.

Bahsettiğimiz durum, beşeri kanunlar için de aynıdır. Nasıl be­şer yapısı; kanun, tüzük, yönetmelik, kararname ve emirlerde en son tarihli olanı aramak mecburiyeti varsa, dînî meselelerde de durum ay­nıdır. Hattâ burada    arama    daha ciddî lüzum arzeder.

Hz. Peygamber'den binlerce yıl sonra gelmiş olan. bizler için bu aranın uzaması; nasıl, nâsih-mensûh başta olmak üzere dînî meseleler­de doğruyu ve isteneni aramayı daha da zorunlu kılmış ise, Pey­gamberimizin âhirete göçüşünü izleyen günlerde, müslümanlar da, yapmakla emrolunduğu işin en kesin şeklini soruşturmuş, neshi öğ­renmeğe değer vermiştir. Bizden sonrakiler için de durum aynı ola­caktır.

Neshin bilinme yollarını sıralamağa geçmeden önce, genel mânâda «.nâsih-mensûhun tanınma zarureti» ni açıklamak üzere girişilen her teşebbüste; onun bilinmemesi veya kat'î bilgilere, delillere dayanmak­sızın «iddia halinde» ortaya atılmasının îslâm açısından meşru olma­yıp aksine çok mahzurlu olduğunun belirtildiğini görmekteyiz. Her âlim; neshi bilmenin mecbûriliğini... belirtirken; ondan haberdar olamama­nın zararını açıklarken, bu arada; «delilsiz nesih dâvasına kalkışma-mn dinen haramhğ  daha çok yer ayırmaktadır. Dirayet yoluyla, bir takım nazarî kaidelere, kıyaslara dayanarak neshin tesbiti cihetine gidilmesinin kifâyetli görülmesi imkânsızdır. Doğruyu bulma çaba­sı ne kadar kudsî ve tebrike layık bir hizmet ise; bilerek veya bilme­yerek bu konuda hatâ da o derece tehlikelidir. Nesih bahsinde ihtimâ-linf iddianın, tahmînin hiç yeri yoktur.[532]

Nesih iddiasının vebali hakkında çok ağır konuşan âlimlere Taslı­yoruz. Bunlardan bazılarını, kendi ifadeleriyle nakilde fayda vardır: îbnu   Hazm   diyor ki :

«Allah'a ve âhiret gününe inanan her müslümana, yakını bilgi ve kanâati olmadan, Kur'ân ve sünnetten bir konuda: «Bu hüküm men-sûhtur» demek halâl değildir. Çünkü Allah Teâlâ Kitab'ında şöyle bu­yurur: «Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilme­sinden başka bir hikmetle göndermedik.. [533]Diğer bir âyetteki Al­lah'ın emri ve beyânı ise şöyledir: «Rabbinizâen size indirilene uyun, ondan başkalarını veliler edinip de kendilerine uymayın. [534] Binâena­leyh, Allah'ın gerek Kur'ân'dan indirdiği ve gerekse Peygamberinin dili ile buyurduğu her emir, uyulması farz olan emirlerdir. Bu emir­lerden birine «bu mensûhtur» diyen; bu emre itaat etmemeği öngör­müş olmaktadır. Bu emre ittibâ' etmenin lüzumunu iskaat etmiştir. Bu ise, katkısız, Allah'a karşı bir ma'siyettir; apaçık aykırı vaziyet alış' tır. Ama, fikrinin doğruluğuna kâfî delil getirmesi ayrı bir durumdur. Bunu yapamamış ise, o zat müfteridir, dîni ibtal cürmünü işlemiştir. Bizim dediğimiz bu ölçünün, aksini savunmağa müsâade edenin, uy­gun görenin sözleri ise: «Dinin tamâmını ibtâldir» tarzında te'vü ve tesbit edilir. Çünkü gerekli deliller dışında, belirli bir âyet veya hadise nesh iddia etmekle, bir başka âyet ve hadis hakkında aynı iddiada bu­lunma arasında fark yoktur. Bu usûl tatbik ve takib ediline de, âyet ve hadislerden sahili olan ortada kalmaz. Hepsi bir bahane ile ibtâl edi­lince, bu feci durum, İslâm'dan çıkma demek olur. Yakîn ile tesbit edi­len âyet ve hadis, zann ve tahminden öte geçmeyen nesih iddiası ile ibtâl edilemez. Allah ve Rasûlünün bize emrettikleri emirlerden hiç­birini de delilsiz nesih iddiası ile iskât edemeyiz. [535]

Aynı konuda el-Muvafakât müellifi    eş-Şâtibî'yi    görelim : «Dînî hükümler,  mükellef üzerine gerektiği şekilde sabit olunca, o konuda nesih iddiası ancak tahkike dayanan bir delil ile yapılır. Çün­kü, hükmün sübûtu önceden vuku bulmuştur. Böyle sabit olan bir şe­yin kaldırılışı ise, yine aynı ölçülerle bilinen, sabit ve vâkî olan şey­le olur; başkasıyla değil... bu itibarla; meselâ, Mekke'de buyurulmuş bir hükmün mensûh olduğu, yürürlükten kaldırıldığı ancak adı geçen konuda, ortaya atılan bir kat'î delille, burhanla olur. Bu iki delilin ke­za; muhkemliği iddia olunmamak, aralarında kat'î bir tearuz olmalı­dır. Mekkî veya Medenî diğer bütün ahkâmda da durum bundan iba­rettir».[536]

Nâsih-mensûh tesbitinde yakîn; vak'ayı başka bir nakîza ihtimal bırakmayacak tarzda ve kesinlikte tesbit esastır[537] sarih delâletti bur­hanların istenmesi bu yüzdendir.

Görülüyor ki( delilsiz, ihtimâl ve zann üzerine müesses bir nesih iddiası; o hükmü, dolayısıyla bütün şer'î hükümleri ortadan kaldırma­nın bir başka türlüsüdür. Kulların ise böyle bir salâhiyetleri yoktur. Bu salâhiyet sadece vahye, vahyin kılavuzluğuna tabî olan Rasûl-i Ek­rem'e verilmiş bir özellik, bir tasarruftur. O da bunu, Allah adına ve onun gösterdiği istikâmette icra etmiştir. Neshin vukuu ise vahyin de­vam ettiği müddet ile sınırlandırılmış bulunmaktadır.

Nesh konusunda; bilmeden mensûhla amel, araştırma neticesi gü­zel bir niyete rağmen doğruyu elde edememe, delilsiz; sırf kendi fik-,ri ve sisteminin haklı çıkması; şüphesiz ayrı ayrı şeylerdir. Çeşitli se-bebler altında, nesih vak'asının haberi kendisine erişememiş mükelle­fin durumu, İslâm âlimleri nazarında özr Ölçüleri içinde görülmüş ve öylece değerlendirilmiştir. [538] Çalışıp çabalaması neticesi, doğruya ula­şamayan kişi, aynen hüsn-i niyyetle gayret gösterdiği, takatinin en son haddine kadar çalıştığı halde isabet edemeyen müçtehid durumunda­dır ve ecir alacaktır. İlim sahiplerinin kendilerinden bahsettikleri nesh müddeisindeki hâl ve hareket tarzı bunlarla ilgili değildir.

Hadisle amel konusunu işlerken,  bazı ilim adamlarının, hadisteki mevcut nesih  vak'alannın,  mükellefi yanıltabileceğinden  sık sık  söz edildiğini; hadisle amelin bağlayıcı şartlarla çevrelendiğini belirtmiştik. Oradaki titizlik, maalesef, nesih vak'alannın tesbitinde yine bir takım ilim sahiplerince terkedilmekte, vak'aların araştırılma tekniği ve bir takım nazarî şartlarla ölçülerin vak'alara tatbiki, nâr sihmensüh sayılarının izafiliğini doğurmakta, asıl korkulması gereken durum işte bu noktada doğmaktadır. Mensûh bir haberle amel edil­memesi için hadisle amelde ihtiyâtkâr davranmayı, hatta mümkünse hadîsle ameli terki tavsiye edenlere verilen cevaplarda: «Hatâ etme ihtimâlinin, doğruyu bulma ihtimâlinden çok daha az olduğu» ileri sürülmekteydi.

İleride bazı örneklerini göreceğimiz nesih konularının çoğu; ibâ­detler, muameleler ve cezalar ile ilgili konulardır. Vak'-alar hemen hemen Medine devrine inhisar eder. Evvelce de belirttiği­miz gibi, Şâtibî, okuyucusunun dikkatini bu nokta üzerine çeker.[539]

Kat'î bilgi ve delillere dayanmaksızın, Kur'ân veya sünnetten bir nass ve onun açıkladığı hüküm için «bu mensûhtur» demenin dînen sorumluluk doğurduğunu gördük. Nâsih-mensûhta; iddia, tahmin ve ihtimâlle konuşma yerine ilmî Ölçüler içinde tesbit yapılması için baş­lıca dört yol gösterilmektedir:

Hz. Peygamberin tasrîhi;

Sahabenin vereceği bilgiler ve nakledeceği şehâdetlerle vak'aların tesbiti;

Tarihî araştırma, ümmetin âlimlerinin belirli bir konudaki neshin mevcudiyeti  üzerinde   yaptıkları  araştırma,   fikir   ve  kanâat  birliği; îcma[540].

îmam Gazal î, nesih konusunda tuttuğu yolda usûlcülerin ka­nâatlerini büyük ölçüde paylaşan bir mütekellim olmakla beraber: «Nâsih haberin tarih bakımından en son haber olduğu; akim delâleti, kılavuzluğu ve şer'î kıyas gibi yollarla değil ancak nakil ile bilinir»[541] der.

Bu    dört    yolu    şöyle sıralayanlar da vardır:

Nâsilı ve mensûhta tarihen farklılık olduğunu belirten emarelerin bulunması;

Peygamberimizin  beyânı  ile  bilinmesi; Peygamberimizin fiillerinin  durumu belirtmesi; Sahabenin  neshin  vukuu  üzerindeki  icmâ'Iarı.[542]

İ b n u H a z m, diğer âlimlerden farklı olarak icmâ'ı birinci de­recede neshi belirten yol olarak zikreder. Ona göre: «...İslâm âlimleri, tek kişi bile itiraz etmeden, bir âyet veya hadisin neshe uğradığı nok­tasında birleşirlerse, o zaman nesih tahakkuk eder. Böyle bir örnekte ihtilâf olmuş ve her iki emrin birlikte isti'mâli mümkün görülmemiş ise; o zaman hükmün nıensûh olduğuna kat'î delil sayıla­cak nass aranır. Bir emirden sonra nehiy, veya nehiyden sonra emir gibi, veya bir mertebeden diğerine nakil gibi sarih bir nass bulursak, nesihte y a k î n hâsıl olmuş demektir» İbnu Hazm buna i c maun mü t e y akkan tabirini kullanmaktadır. [543]Misâl olarak da: kabir ziyaretine yasakken müsâade edilmesi; bazı kaplarda içki bulundur­manın nehyi ve sonradan bu hükmün kaldırılması vak'alarını verir. Aynı âlim, sahabenin: «Falan konuda son emir şöyle idi...» tarzındaki beyanını da bu zümreden sayar. Halbuki, bu konuda, diğer alimlerin düşünceleri; «Sahabe kendi içtihadı neticesi söylemiş olabilir» tarzın­daki bir sebebe mebni menfîdir. Bu konuda İbnu Hazm haklıdır. İbnu Hazm'm belirttiği diğer bilgi yoları; tarih, nass, y a k î n'dir. [544] İbnu Hazm'in buradaki i c m â ' d a n kasdı, usûli fıkıhtaki bilinen icmâ'dan farklıdır. Ona göre i c m â' : «Rasûl-i Ekrem'den gelen bir tevkîfî durumdur. Bu ya bir Kur'ân nassıyla veya âyetlerin bazıla­rının, bir araya gelmesiyle hasıl olur. îcmâ', delil olarak bunlara da­yanır.

Tâbirler ne kadar değişirse değişsin neshi bilme yolları bunlar­dan başka olmamaktadır. Bu dört yolu da ikiye indirmek kabil­dir: Eldeki mevcut nasslarm, başka bir çalışmaya girmeksizin, neshin varlığına delâletleri ile, ilmî ölçüler ve metodlarla; nakle ve delile dayanarak neshin tesbiti. Bu tesbitte; haberler, tarih bilgisi, kronoloji, vak'anın görgü sahicilerinin verdikleri malûmat, ilim adamlarının itti­fakları v.b. hususlar yardımcı olacaktır. Unutulmamalıdır ki, bu son yolda, belki de -eldeki malzemenin kifayetsizliği sebebiyle- neshe kat'î delâlet temin edilmeyebilir. Güzel niyetle çalışmak, hakka isa­bet için didinmek burada da ilk kaidedir.

Bu dört yolun ittifakla açıklanması yanında, bilhassa fıkıh usûlü âlimleri, geçerli olmayan diğer bazı yolları da zikreder ve onlarla ne­sih tesbitinin mahzurlarından söz ederler. Neshin tesbit yollarını be­lirten eserler verdikleri her yol ile tesbit edilmiş bazı Örnekleri slra-larlar.  Bu Örnekleri yaklaşık olarak tamamında aynıdır.

Bu dört yolu biraz daha açıklayalım: [545]

 

A - Hz. Peygamberin  Tasrihi Üe Nesh Vak'asının Bilinişi:

 

Nesih vak'asmda en Önemli meselenin, neshin rivayet yoluyla ve kesin delillerle tesbiti olduğunu evvelce belirtmiş ve bize neshi belir­ten yollar içinde ilim adamlarının ittifakına mazhar olan dört ana yol­dan bahsetmiştik. Bu yolların hepsinde istenen; meselenin şüpheye ve ihtimâle mahal bırakmayacak tarzda tesbiti idi. Söz konusu dört yol içinde, itimâdı en fazla cezbeden ve ferde kat'iyyet sunan yol, ilim adamlarının da en başta zikrettikleri t yukarıya serlevha olarak aldı­ğımız yoldur. Şurasını ifâdeye mecburuz: Peygamberimizin sözlü veya ameli tasrîhleri ile tesbit edilen nesih olayları, gayet mahdut miktar­dadır.

Vak'aların mahdûtluğu bizi bir yönden düşünmeğe mecbur etmek­tedir ;demek kt nesih, arızî bir durumdur ve oldukça azdır. Eğer baş­kalarının iddia ve zannettiği gibi yüzleri aşan misâller mevcut olsay­dı, bunlar arasında Peygamberimizin tasrihleri ile bilinenlerin de sa­yılan kabarırdı.

tçinde Peygamberimizin açık beyanları bulunan hadislerle belir­tilen nesih olayları üzerinde itiraza raslamamaktayız. Durum böyle olduğu içinde bu konuda polemik yoktur.

Kabir ziyaretinin önce yasaklanıp sonradan müsâade edilişi, kurban etlerinin üç günden sonra nasıl tevzi edile­ceği, içkj kaplarının diğer hizmetlerde kullanılması misâlle­ri, bu yol ile tesbit edilen neshe örnek verilmetkedir.

Kabir ziyareti meselesini muamelât meselelerinde geçen nesih ör­neklerinin başında, kurban etleri ile içki kapları konularını da, aynı bölümün; «âdâb, yeme-içme, giyinme ile ilgili örnekler» kısmında açık­lamış bulunmaktayı[546]

 

B - Sahabenin Verdiği Bilgilerle Nesih Vak’asının Tespiti.

 

Sahabenin  verdiği  bilgilerle  nesih  vak 'asının tesbit edilebileceği­ni evvelce görmüştük. Neshi konu edinen bütün eserlerde bu yol ikinci derecede kuvvetli bir yol olarak verili. [547] Umûmî kanâat böyle olmakla beraber,  sahabenin vereceği bilginin değeri üzerinde bazı münâkaşa­larda  bulunanlar  mevcutur.  Dikkatleri üzerine çeken husus,  sahabe­nin vereceği bilginin ve sahabe şehâdetinin, kıymeti meselesidir.    İ fo­nu    H a z m,    sahâbî sözüyle haber verilen nesih olayının tıpkı Hz. Peygamber'in sözüyle sabit gibi telâkki edilmesine taraftardır. Gerek Peygamberimizin ve gerekse sahabenin vereceği bilgileri,   «Ümmetin bir konudaki nesih vukuu üzerindeki ittifakları» başlığı altında işler. Kendisinin fikrine göre bu gibi sözlerle ümmet neshe kanâat getirir ve bu konudaki icmâ' sâbitleşir. Bu sözler aynen birer nass'tır. [548]   S ı d-dık    Bahâdır    Han     sahabe kavillerinin bir meseledeki neshin mevcudiyeti üzerinde vuku bulmasına    sahabenin    icmâı    adı­nı verir. Bir başka hadisçi ve usûlcü Cemale'd din el-Kaasimî ise, sadece sahabenin haber vermesi yerine    sahabenin    cezmi tâbirini kulamı. Bu fikirlerin sahiplerinin yolunu tutanlar, sahabenin İslâmm  zuhuru,   yayılması,   bizzat  Peygamber'den  alınması konusun­daki mevcut titizliklerine itimâd ederler.

Az önce varlıklarından haber verdiğimiz, küçük bir grup ise ka nâatlarında belki de iyi niyetle yanılmaktadırlar. Bu zevat «sahabenin nesih konusunda vereceği bilgilere, kendi ictihâdî görüşlerinin de karışabileceği» endişesiyle böyle düşünürler. Bu kanâatâ itirazlar ol­muştur.

Hulâsa olarak : «Sahabe ictihâd sahasını bilir, İctihâd sahasına girmeyen yerlerde ise kendi fikirlerini değil, târîhen ve sünnette sa­bit bir vak'ayı belirtirler.[549] Bizi böyle düşünmeğe sevkeden endişe­ler vardır; eğer biz her meselede sahabe naklini ve onun şâhidliğini bu göı üsle değerlendirirsek o zaman pek çok meselede çıkmaza gireriz. İyi niyetli olarak görmediğimiz takdirde, adı geçen âlimlerin, «Saha be'nin içtihadı olma ihtimâli»ni ileri sürmeleri, kendi görüşlerine uy­mayan bir şehâdeti bertaraf etme gayreti olarak vasıflandırılır. Bu ister mevcut ister mutasavver olsun düşünülmesi bile istenilmeyen bir husustur. Ateşte pişen yiyeceklerin abdesti gerektirip gerektirmediği, cenazeye kıyam meselesi, cenaze kabre konuncaya kadar oturma ya­sağı ve kaldırılışı bu yolun örnekleridir. Bunlar; abdest öncesi hazır­lık, muaşeret ve topluluk bölümlerinde incelenmiştir[550]

 

C -Târih Yoluyla (Kronolojik Olarak) Nesih Vak'asmın Tesbiti:

 

Bu yol, biribirine zahirde zıt gibi görünen hadislerin, her yönden denklikleri kaydıyla, kronoloji karaştırma suretiyle, verdikleri haberin bir hükme bağlanması demektir. Eldekj mevcut hadislerde ifâdelerini bulan her iki tatbikatın târihleri biliniyorsa, târih itibarıyla daha son­ra olan emir ve hüküm nâsih olarak kabul edilmektedir. Kaynaklar örnek olarak iki vak'a zikrederler. Fakat, bir çok nesih lıâdisesinde ta­rihî bilgiye raslamak mümkündür. Bu iki vak'adan birincisi i k s â 1 (veya kaht) diye adlandırılan; cinsî münâsebetle ilgili bir olayın guslü gerektirip gerektirmediği, diğeri ise oruçlu iken kan aldıran (h a c a-m a t yaptıran) kişinin orucunun bozulup bozulmayacağı meselesidir. İksâl meselesi ile ilgili olan ve sadece abdestin yeteceği hükmünü ge­tiren emirler tarih bakımından daha eskidir. Onlardan sonra verilmiş emirlerden Öğrendiğimize göre böyle hâllerde gusül îcabetmektedir. Hacamat ile ilgili haberler ise; Mekke Fethi ile Veda Haccı tarihlerini taşımakta, Veda Haccı tarihini taşıyan haberler diğerini neshetmiş sa­yılmaktadır. [551]

 

D - İcmâ İle Sabit Nesih Vak'aları  (Neshin İcmâ' Yoluyla Bilinmesi)

 

Buradaki icnıâî sözüyle teknik ve ıstılahı manadaki bir icmâ'dan ziyâde, ilim adamlarının belirli bir meselede nesih mevcudiyeti üze­rinde veya nesih ile ilgisi Jmlunmadiğı hususunda fikir birliği etmele­ri kastedilir. Sözünü ettiğimiz ittifak, eldeki mevcut rivayet ve dirayet malzeme ve yollarının kullanılması neticesinde ortaya çıkar. Delille­rin değerlendirilmesi sonucu hükme varılmaktadır. Yoksa, üzerinde nesih cereyan etmediği -sünnetle; rivayetle sabit bir meselde- çeşitli sebebler yüzünden ilim adamlarının neshe kaail olmaları; çözüm için neshi çıkar yol saymaları beklenemez. Eğer böyle durumlar olmuşsa, onların ilmî değeri ve hükmü olmamaktadır. Böyle ters istikâmetteki bir ittifakın, fikir birliğinin İslâm ilim adamlarına yakışmayacağı tabîî olduğu kadar, bu güçte bir ittifakın sağlanması, âdeten hatta aklen de muhaldir.

Neshin bilinme yollarını belirten kaynakların hepsi bu konuda Ör­nek olarak m u t' a nikâhını verir, başka misâl vermezler. Biz buna buradaki geçen hadislerde zikredilen; ehli eşek etinin yenil­mesinin neshi ile, bu etlerin piştiği kapların kırılması emrinin sonra­dan yıkanmaları ile değiştirildiği misâllerini de ekleyeceğiz[552]

Arzettiğiraiz bu son iki yolun misâllerinden i k s â 1, «Sular ve boy abdesti ile ilgili meseleler»; Derinin dibâğati, «mâli me­seleler»; Mut'a, «mu'âşeret»; eşek eti ve kaplar ise «âdâb» bölümlerinde genişçe açıklanmıştır. Bu son iki misâlin bu bölümün so­nunda verilmesi plânlanmış ve yazılmışken, diğerleri arasına serpiş-tirilmesi uygun görülmüştür.[553]

 

İKİNCİ  BÖLÜM

 

SÜNNETTEKİ  NESİH VAK'ALARİ HADİSLERDE NÂSİH-MENSUH ÖRNEKLERİ

 

Tezin buraya kadar olan bölümlerinde işlediğimiz konularda, bir ta­raftan esas mevzua bağlı yan bilgileri toplamağa diğer taraftan da mevzuun bir takım bölümlerini görmeğe çalıştık. Neshin islâm şeriatın­da ne olduğu, mü'minlerin ferd ve toplum hayatlarındaki takibedecek leri Peygamber sıret ve gidişatının tesbitinde oynadığı rolü açığa çıkar­mak ve en son uygulama ile karşı karşıya kalmak için nesihle irtibatlı olmanın lüzumunu belirtmektedir. Sünnetin tamamı, Peygamberimizin yaşayış tarzının tamamı olduğuna göre, bize sünneti aktaran haberler ve hadisler içindeki nesih vak'alarımn; nâsih-mensûh hadislerin belir­tilmesi, bu temel üzerine oturtulması gereken asıl binadır. Nesih konu­sunun karmaşıklığı yanında, islâmın bu ilk günlerine ait tatbikatların kronolojik diziye sokulması güçlüğü; nesih vak'asına ilim adamlarının bakış açılarının farklılığı, nâsih ve mensûhlarm (daha doğru bir tabir­ler: böyle oldukları iddia edilenlerin) adetlerini sınırlandırmayı güç kılmaktadır. Misallerin tamamı bundan ibarettir demek mümkün değil­dir. Bununla beraber, neshi kendilerine konu edinen ana kaynaklarda zikredilenlerin, nesih vdk'alannın tamamına yakın büyük bir kısmı ol­duğunu belirtebiliriz.

Hadislerdeki, nâsih-mensûhlar; sünnetteki nesih vak'aları, İslâmın öğrenildiği kaynaklardan öğrenilecektir. Eldeki mevcut ibâdet ta­rihi ve teşrî tarihi eserlerinin kronolojik sıralamaya fazla ehemmiyet vermemesi büyük kayıp sayılır. Hadis koleksiyonları, va­zifelerinin dışında olan bu meseleye, pek açık nesih vakıalarına işaret dışında - temas etmemektedirler. Yine büyük ağırlık; hadiste neshi konu edinen ve bugün için elde bulunan dört esere verilmiştir; Şafiî'nin İhti-lâfu'l-hadis'i, Ebû Bekr el-Esrem'in nesih ile ilgili kitabı, îbnu §âhin'in aynı türdeki eseri ile el-Hâzimî'nin el-î'tibâr'ı. Bu dört kaynakta mü­kerrer olmayan müstakil konuların sayısı   iki  yüzü   aşkındır.

Arzedeceğimiz bu vak'alar ile ilgili incelemelerde yolumuz şu ola­caktır: bahsi geçen eserlerde veya bir başkasında, üzerinde velev bir­kaç kişinin nesihten bahsettiği bir konu olsun, müstakil başlıkla onu ele alacak ve içinde geçen ve neshe taraf olan haberleri - çok kere tahrîçlerini yaparak - verecek ve muhtelif kaynaklardan nesih hak­kında bilgiler nakledeceğiz. Vak'alar mahdut, olmadığı için, müracâat edilen eserler bizzarûre sınırlı olacaktır. Bu iki yüz'ü aşkın vak'a için­de, üzerinde nesh ittifakı olanlar gayet azdır1. Onları ele alıp derinliğine; üzerlerinde genişçe durarak neshin tesbitine gidilebilirdi. Fakat biz bu yolu şunun için seçmedik: Mahdut vak'alar yerine, üze­rinde konuşulanların tamamım ele alıp yer yer sathî de kalsa, misâl­lerin tamamından bazı neticelere varmak; sünnetteki neshin genel ka­rakterlerini ve bu arada Efendimizin icrââtmdaki özellikleri tesbite çalışmak. Örneklerin bize parça parça vereceği bilgiler; değişiklikteki benzerlikler, vak'aların belirli ibâdet ve muamele üzerine terakümü... vb. hususlar bunu temine yardımcı olursa görev yapılmış olacaktır.[554]

 

I - Temizlik Meselelerinde Nesih :

 

A  -Sular, Boy Abdesti ;

 

I/I - Suyun Pislik Tutup Tutmaması:

 

İmam Şafiî İhtilâfu'l-hadis'te, suyun bütün pislikleri giderici vasfına âyetler yardımıyla işaret ettikten sonra, su ve necis konusun­daki ihtilaflı gibi telâkki olunan hadisleri bir araya getirir. Bu hadisler dört nevidir: Birinci gruptaki haberlerde Peygamberimiz : «...suyun hiç­bir nesne yardımıyla pislenemeyeceği, necis hâline getirile­meyeceğini[555] belirtir. Şafi'î bu haberin muhtelif rivayetlerini verir. İkinci nevi haberlerde bu mutlak hüküm, bir miktar daraltılmıştır. «... eğer su iki külle miktarında ise, bu miktardaki su pislik tut­mayacaktır[556] Bu iki hadis, mânâca veya belirttikleri hükümce biri-birine yakındır. Bir diğer hadiste Peygamberimiz su kabına banan k ö -peğin artığı için yapılacak temizlikten bahseder [557]belirli sayıda - birisi toprak olmak üzere - yıkanılmasım» emre'der. Nihayet: «durgun suya küçük abdest bozulup aynı sudan boy abdesti al­mayı ve yıkanmayı nehyeden[558] hadisler zikredilir.

İmam, biribirine muarız gibi görünen bu hadisler arasında neshe benzer bir hâlin olmadığını; hem hadis tekniği ile hem de vak'aların şer­hini yaparak açıklamaktadır. Onun belirttiğine göre kendisi, tamamen ayrı ayrı meselelere temas eden bu haberlerin tümü ile amel etmekte­dir.[559] Bu kaynak dışında başka yerde nesih vak'ası olarak zikri geçme­yen bu konuda İmam Şafiî de nesihten söz etmemektedir.[560]

 

2/2- Cünüb Olarak Uyuma (Sabahlama) :

 

Sünnette bu başlığa yakın üç meseleye temas vardır: kişinin cünüb iken uyuması, Ramazanda cünüb iken uyuyanın ertesi günkü oruç durumu, cinsî münâsebeti tekrara niyetli kişinin abdest veya güsl duru­mu. Üçündeki müşterek nokta;' hâdiseler arasına uykunun girişi ve uykulu iken ferdin aynı zamanda cünüb oluşudur.

Cünüb olan insan, yatmak isterse ne yapmalıdır; Peygamberimizden bu konuda vârid olan en son tatbikat nedir? Konu ile ilgili olarak elimiz­de iki tip hadis vardır. Hz. Âişe'nin rivayet ettiği ve «Peygamberimizin cünüb iken yatıp, suya dokunmadığım[561] belirten hadisler ile bunun ak­sini söyleyen; «... uyumak istediği zaman cünüb ise abdest alırdı[562] tar­zında olan ve Efendimizin abdest aldığını tesbit eden haberler.

et-Tahâvî bu konuda neshin mevcut olduğuna ve sübûtuna ina­nır. Onun belirttiğine göre, cünüb iken uyumak isteyen müslümanm abdest alması gerekmektedir. Meselede dikkatleri çeken noktalar­dan birisi Hz. Âişe'den aynı konu ile ilgili biribirine muhalif: abdesti ge­rektiren ve abdesti lüzumlu görmeyen haberlerinin mevcudiyetidir. Bun­dan dolayı bazı imamlar, hadisler içinde bazılarının yanlış anlaşıldığını iddia ederler. İmam Ebû Yûsuf'a1 göre cünüb kişi abdest almadan yatabilir. Çünkü cünüb olana, alacağı abdest onu tâhir kılma yönünden bir fâide sağlamaz. Hadislerden : «... suya dokunmazdı...» şek­linde olan rivayetin bu bölümüyle Hz. Âişe'nin guslü kastetmemiş olabi­leceğini iddia edenler de vardır. [563]

Kaynaklarımızdan İbnu Şahin bu meseleyi verirken nesihten söz etmemektedir. O da az önce belirttiğimiz gibi, Hz. Âişe'nin : «suya temas etmediğini belirten hadislerde; Peygamberimizin gusletmeyip sa­dece abdest ile iktifa ettiğini kastetmiş olabilir[564] demektedir. İbnu Şa­hin'in sevkettiği iki hadiste Peygamberimizin guslü değil de abdesti uygun gördüğünü, cünüb iken uyunmamasına taraftar olduğunu da öğ­renmekteyiz, îbnu Hacer el-Askalânî de nesihten söz etmemektedi. [565]

Nâsih-mensûh kitaplarında, aralarında tenakuz olduğu ileri sürülerek, Peygamberimize ait iki ayrı tatbîkatmış gibi verilen bu konu ile ilgüi ne­sih iddiası mevcut değildir. İlim adamları yanlış anlamaya taraftar görülmemektedirler.[566]

 

3/3 - Ramazanda Cünüb Sabahlama:

 

Bir Önceki mevzuda farklı olarak burada, orucun bozulup bozulma­yacağı; ertesi gün oruç tutulup tutulamayacağı söz konusu olmaktadır. Peygamberimizden iki türlü söz nakledilir. Bunlardan birine göre; sabaha cünüb olarak giren kişi ertesi gün oruç tutmamalıdır. Ebû Hurey-re'nin fetvalarına da mesnet olan bu haber[567]dışında, Peygamberimizin, cünüb iken sabahlayıp, bilâhare guslettikleri ve ertesi gün oruçlarım tuttukları belirtilen hadisler de vardır. [568]Meseleyi inceleyenler iki fikir ileri sürmüşlerdir :

a. Bu durumda olan kişinin orucu bozulur. Bu fikri savunan grub, bahsi geçen Ebû Hureyre hadisinin zahiri ile amel ederler. Kaldı ki, Ebû Hureyre'den iki ayrı kanâat nakledilir. Bunlardan birine göre   oruç bozulur,      diğerine göre ise;  kişi kendi cünüblüğünden haberdar olursa, bile bile uyursa orucu yoktur, bilmeden olursa orucu vardır. Tâ vûs ve Urve'den de aynı görüş nakledilir.

b. Oruç tutulmuş sayılır. Ekseriyetin görüşü budur. Bu grup Ümmü Seleme ve Âişe hadislerine dayanırlar. Bir görüşe göre ise bu tatbikat yani, cünüb adamın ertesi gün oruç tutmaması, îslâmın ilk yıllarına ait bir tatbikat idi. Çünkü o zamanda Ramazan gecelerinde cinsî münâsebet henüz helâl kılınmamıştı.[569] El-Hâzimî de bu görüşe iştirak ederek ne­sihten söz eder. Hadislerin arası ancak bu yolla bulunabilmektedir. Evvelce mahzurlu sayılan bu durumda, âyetin inmesiyle cimâ'ın Rama­zan gecelerinde halâl olması neticesi Efendimizin de tatbikat ve sünnet­leri yeni şekli ile değişmiş olmaktadır. [570] El-Hâzimî'nin neshe kail oldu­ğunu belirten ikinci sözü : «Ebû Hureyre önceleri Fadl b. Abbâs'tan duy­duğu tarzda orucun bozulacağı şeklinde fetva veriyordu; nesihten haber­dâr değildi, bilâhare Âişe ve Ümmü seleme hadislerinde belirtilen duru­mu; tatbikat ve sünneti duydu, ilk fikrinden vazgeçti.» cümlesindeki Ebû Hureyre'ye nesihten haberdâr olmama isnadıdır. Başka kaynaklar da bu görüşü paylaşmaktadırlar. [571]İbnu Huzeyme, Îbnu'l-Munzir, el-Hattâbî de nesih taraftarıdırlar. [572]

 

4/4 - Guslü Gerektiren Şeyler Ve Nesih:

 

İddiaya göre islâmın ilk zamanlarında gusül belirli şeylerden gerek­mekteydi. Peygamberimizin bir hadisini Hz. Âişe nakleder : «Gusül dört şeyden gerekir; cünüblükten, cum'adan, hacamattan ve ölü yıkamadan»[573]. Hz. Ali'den nakledilen bir habere göre ise, Peygamberimiz : «Kurbân her türlü kurbanı, Ramazan orucu her türlü orucu, cenabetten gusl her türlü guslü, zekât ise her türlü sadakayı neshetti»ıs buyurmuştur. İbnu Şâhİn ilk haberi mensûh, diğerini ise nâsih olarak haber vermektedir. [574] Bunun dışında nesih ile ilgili bilgi bulunamamıştır.[575]

 

5/5 - Cinsî Münâsebette İâde :

 

Cimâ'da İade tâbiri ile, ferdin bir münâsebetten sonra ailesine o cü-nüb durumunda tekrar yaklaşması kastedilmektedir. Burada meselenin bizi ilgilendiren yönü, eldeki mevcut hadislerin farklı manalar taşıması neticesi îbnu Şahin tarafından bir nesih vak'ası olarak verilmesi­dir. Ebû Sa'îd el-Hudrî'den nakledilen değişik lafızlı rivayetlere göre Peygamber efendimiz : «Sizden birisi ailesine tekrar yaklaşmak isterse abdest alsın»[576] buyurmaktadır. Âige'den gelen bir haberde ise, Peygam­berimizin birleşmeden sonra, tekrar iade halinde abdest almadıkları be­lirtilmektedir. [577] Burada geçen ve Türkçemize «abdest aldı» cümlesi ile tercüme edilebilecek fi'lin; önünü yıkadı şeklinde de anlaşılmağa çalı­şıldığı belirtilir. Fakat bir diğer rivayetteki : «Namaz için abdest aldığı gibi alırdı...» tâbiri ile bu mümkün görülmemiştir. [578]

îlîm adamlarının bu ihtilâfları yanında ittifak ettikleri husus, iki bir­leşme arasında guslün bulunmayışıdır. îbnu Şahin dışında hiçbir kaynak nesihten bahsetmemektedir. îbnu Şahin de sadece hadisleri sevketmekle yetinmiştir. [579]

 

6/6- Cum'a Gusul

 

Yukarıdaki gibi, kaynakların üzerinde nesih ile ilgili herhangi bir bilgi vermedikleri gibi diğer mesele, yine İbnu Şâhin'in eserinde aldığı cum'a guslüdür. İbnu Ömer Peygamberimizden şu hadisi rivayet eder : «sizden birisi cum'aya geldiğinde gusletsin[580] Câbir başta olmak üzere bazı sahâbîlerden; gusül konusunda fazla titiz davranmayan; etmekle etmemeyi bir tutan bir hadis daha nakledilmektedir. [581] Bu nevi hadisler­den bazılarında ise, gusletmeyene herhangi bir şey söylememekle be­raber gusleden öğülür. Görünüşte biribirine zıt bilgiler taşıyan bu iki haber hakkında ilim adamları, bilhassa guslün farz (vacip) olup olma­ması bakımından ihtilâfa düşmüşlerdir. İmam Şafiî sünnetle sabit ola­rak gördüğü bu gusül hakkında vücûb ifâdesi kullanmaz. Onun belirt­tiğine göre kendisi, cenabet hali dışında vacip (farz) gusl gerektiren bir durum bilmemektedir. [582] İmam Şafiî, böyle söyle­mekle beraber cum'a guslüne taraftardır; faydalarını anlatır. Guslü efdal gören İmam, nesihten bahsetmez.   T a h â y i de aynı yolu tutar. Konu ile ilgili bütün haberleri nakleden imam, ihtilâfın vücûb üze­rinde olduğuna dikkati çeker ve farklı bir kanaat taşıyan îbnu Ab-bâs'm görüşünü açıklar. Bu zâtın görüşüne göre, ilk zamanlarda bil­hassa yünden ma'mûl elbise giyip çalışan sahabe, çeşitli kokular ve ter içinde mescide gelirdi. Bu tarihte Efendimiz, cemâatten, yıka­narak cum'aya gelmelerini titizlikle istemektedir. Sonra giyim ve ça; lışma şartları değişince bu hal kaldırılmıştır. Yani cum'a guslü vâcib değildir.[583] Tahâvî de nesihten bahsetmez. îbnu Abbâs'in görüşü yanın­da şunu da düşünebiliriz : Hz. Ömer'in cum'aya sadece abdest ile ge­len ve geciken bir sahâbî ile konuşması ve onun gusletmemesini ayıp­laması nasıl bağdaştırılacaktır. îbnu Abbâs belki de Ömer'in göster­diği titizliğe taraftar değildi. Durum böyle olmakla beraber diğer ta­raftan îbnu Şahin, guslü gerekli gören hadisi mensûh sayar. İbnu Ab­bâs'm tezini savunur, ona göre nesih sonu gusl ihtiyarî bırakılmıştır. [584]Câbir'den nakledilen ve guslü ihtiyarî bırakan hadisi ise îbnu Şahin şöyle yorumlar : «Cum'a günü kim guslederse; ec­rini artırmak ve sevaba nail olmak için güzel bir iş yapmış olmaktadır. Terkeden de iyi etmiştir; çünkü kendisine tanınan ruhsat ile amel etmiş olmaktadır. Belki de, neshi bilerek terketmiştir. Hadiste vârid olduğuna göre Allah, azimetleri ile amel edilmesini sevdiği gibi ruhsat-lanlya ameli de sever».[585]

 

7/7- Ölü Yıkayan Kişinin Guslü:

 

ölü yıkayan kişinin (gassâl'in) kendisinin yıkanıp yıkanmayacağı hususu da nesih meselesi olarak verilmiştir. Ebû Hureyre, Huzeyfe gibi sahâbîlerin naklettiklerine göre Peygamberimiz : «Ölü yıkayan kişi gus­letsin... taşıyana abdest, yıkayana gusl gereklidir, [586]buyurmuşlardır. Bunu takviye eden bir haber daha vardır; İmam Ali, cenaze yı­kadığı zaman gusletmektedirler. [587] İbnu Şahin, bu hadisleri nâsih olarak iki türlü hadis sevketmektedir. Bunlardan birisi îbnu Abbâs vasıtasıyla Rasûl-i ekreme dayanan: «Cenazenizden dolayı size gusül gerekmez; çünkü cenazeniz necis değildir ki; sadece elinizi yıkamak yeter»[588] ha­disidir. Diğeri ise, az Önce de geçen ve cenabet dışında her türlü guslün neshedildiği haberdir. Bizim kaynaklarda bulamadığımız ve İbnu Şahin tarafından da garip olarak tavsif edilen bu haber, [589] eğer sabit ise Peygamberimizin nesih tâbirini sünnet için kullandığına bir delil ola­caktır. Bu hadis Ali tarafından da rivayet edilmiştir.

Cenaze yıkayanın gusledeceğini savunan olmamıştır. Guslü m ü s -t e h â p görenler vardır. [590] Ebû Dâvûd, Sünen'inde konu ile ilgili bir bab açmış ve orada guslün gerektiğini belirten âdet ve sünnet için : «bu mensûhtur»[591]demiştir. eş-Şevkânî'nin belirttiğine göre gusl hadisini «abdest alsın tarzında anlayanlar» da bulunmakta­dır. [592]

 

8/8- Gusülde Abdest:

 

İbnu Şâhin'in (ihtimâl kaydıyla) verdiği bir nesih vak'ası da budur. Hz. Âişe mahreçli iki ayrı rivayette : Peygamberimizin gusülden sonra hem abdest aldıkları hem de almadıkları zikredilir. İbnu Şahin abdest aldığım haber veren hadis[593] için garip tabirini kul­lanır. Garibliği hadisin sıhhatine mâni olmamaktadır.[594]

 

9/9 - Hamam Yasağı Ve Neshi Î

 

Nâsih-Mensûh yazarları ve hadisçiler içinde bu konuya sadece el-Hâzimî temas etmektedir. Hadisçiler arasında hamam ile ilgili hadisler üzerinde pek itimâdlı nazar yoktur. Birçok uydurma haber ya­nında, bu konu ile ilgili haberlerin ma'lûlîüğü de bilinmektedir. [595]

Ebû Uzre tarikiyle Hz. Âişe'ye varan bir haberi el-Hâzimi nakle­der. Hadiste belirtildiğine göre Hz. Âişe : «Peygamberimiz, hamamı kadınlar ve erkekler için yasakladılar (nehyettiler), bilâhare-izârla, peştemalla girmek şartıyla - erkekler için ruhsat verdiler, bu ruhsatı kadınlara tammadılar» demiştir. [596]

el-Hâzimî, hadis üzerindeki şüphelerini naklettikten sonra: «eğer bu hadis mahfuz ise, nesih konusunda sarih bir delildir demektedir. [597]Nesih tesbitinde ihtimâl; bilgi veren, katiyyet bahşeden bir yol değildir.[598]

 

10/10 - İnzâlsiz Raünâsebetin Guslü Gerektirip Gerektirmediği (Ve­ya İksâl = Kaht)  Meselesi:

 

İslâmın ilk yıllarında, cinsî münâsebetlerde gusl-sadece inzal oldu­ğu zaman yapılıyordu. Herhangi bir sebeple erkeğin menisi gelmemiş ise, gusl yerine avret yerleri yıkanıyor ve abdest almıyordu. Erkek böyle olduğu gibi kadın da aynı durumda idi. Eğer yorgunluk ve ben­zeri bir hal sebebiyle ise adem-i inzal, buna kaht veya iksâl adı verilmektedir,; bunun yanında, ferdin acele bir yerlere çağrılması neticesi mezkûr işi yarıda kesmesi de vuku bulmaktaydı.

Konu ile ilgili haberlerin başında : «Su suyu gerektirir, gusl ancak inzal neticesi yapılır» manasına geleni yaygındır. [599] Müddetini bileme­diğimiz, İslâmın ilk yıllarında, bilhassa çamaşır kıtlığı se­bebiyle vuku bulan bu tatbikat bilâhare kaldırılmış, birleşme isterse başlangıç halinde olsun guslü gerektirdiği emredilmiştir. Bu yüzdendir ki, Ali, İbn Mesûd, Sa'd, Übey ve benzeri sahâbiler, inzal olmayınca guslü gerekli görmemişlerdi. [600] Ebû Eyyûb Peygamberimize : «Ey Al­lah'ın elçisi, bizden biri münâsebet yaptığında inzal olmazsa onun üze­rine ne hüküm terettüb eder?» tarzında bir soru sorunca Efendimiz : «Kadına temas eden yerini yıkasın, abdest alsın, namazını kılsın» de­miştir. [601] Şafiî tarafından bu konuda en sabit haber olarak nitelendiren bu hadis dışında Zeyd b. Hâlid'den gelen bir haberde adı geçen zatın Hz. Osman'a sorduğu soruya Efendimizden naklen aynı neticeyi öğren­diğini belirtirir. [602]

Görüldüğü gibi, guslün sadece erkeğin suyunun inmesiyle gerekti­ğini ifâde eden hadisler, Peygamberimizin sözleri şeklindedir. Acele çağırılan İtbân b. Mâlik ve Sehl b. Rafi' isimli zatların durumları da iksâl olarak mutâîaa edilerek Peygamberimizce sadece   a b d e s t i n yeterli olacağı belirtilmiştir.[603] Bize ilk tatbikatı haber veren bu hadisler yanında nâsih olan ve Efendimizin son sünnetlerini ve emirle­rini belirten haberler de vardır. Burada belirtildiğine göre, sünnet ma­hallerinin birleşmesi guslü gerekli kılmaktadır. [604]Ebû Mûsa'l-Eş'ari, Ebû Hureyre, Saî'd b. el-Müseyyep tarafından nakledilen bu nevi haberlerden bazılarında «İster inzal olsun, isterse olmasın» kaydı da mevcuttur. [605] Ümmetin tatbikatı bu en son hadislerin delâlet ettikleri hüküm üzerinedir, gusl yapılmaktadır. Hadislerin bir kısmında Efendi­mizin : «... dört şubesi üzerine oturduğunda..."» tabiri ile; [606] eller, ayaklar veya ayaklar ile gözler veya tenasül uzuvlarının muhtelif yerleri kas­tedilmektedir. [607]

 

İhtilâflar Ve Netice ;

 

Su suyu gerektirir tarzındaki hadisleri; « i h t i 1 â m olan, fakat; vücûd, elbise ve yatağında yaşlık eseri bulamayan kimselerle ilgili bir hüküm» olarak görenler de vardır. [608] Bu durum sabit olsaydı eğer, o za­man hitan hadisleri ile aralarını cemetmek mümkündü. Çünkü mesele­ler ayrı ayrı konular olarak ele alınabilirdi. Bu görüş İbnu Abbâs'a nis-bet edilmektedir. [609] Görüş fazla taraftar bulmadığı için elimizde, guslü emreden hadislerle iksâl hadisleri kalmaktadır.

Sahabe arasında konu ile ilgili iki görüşe rashyoruz; kay­nakların verdikleri bilgilere göre ensâr, iksâlden dolayı abdestin kâfi geleceği yolunda fetva verirlerken, muhacirler aksi kanaati savunmuş­lardır. Bilâhare Ömer, bu ikiliği birleştirici bir çalışmada bulundu; bu­na itiraz eden olmadı ve guslün gerekliliği üzerinde icma' gerçekleşmiş Neshin mevcudiyetini tesbite yardımcı olan tarihî bilgiler yanın­da Âişe ve Ebû Hureyre hadislerinin müsbet rolleri de mevcuttur. Sehl b. Sa'd'e dayanan birkaç rivayette, ilk tatbikatın İslâmın ilk zamanlarina ait bir tatbikat olduğu; sadece ruhsattan öteye geçmediği ve bilâ­hare nehyedildiği belirtilir.[610]

Sahabeden pek çoklarının, fikirlerinden vazgeçtikleri; yeni bilgiler sahibi olarak son tatbikatı öğrendikleri belirtilmektedir. [611] îbnu Şâhin'in Zührî'ye varan bir senetle nakline göre ilk tatbikat Mekke fethinden çok öncedir. Zührî'nin, durum ile ilgili olarak Urve ile konuşmaları mevcuttur. Urve'nin Âişe'ye istinaden verdiği haberde ise, Mekke fet­hinden sonra müslümanlarm böyle hallerde gusul ile emredildiği kesin olarak belirtilmektedir. [612]

Şafii başta olmak üzere j uk ah ânı n cumhuruna gö­re de İksâl hadisi mensuhtur. Muhaddislerden İmam Buhar î'-nin de bu kanaatta olduklarını kaynaklardan öğrenmekteyiz. Yine bu eserlerde sahabe icmâmdan sık sık söz edilmektedir. [613] Yukarıda İbnu Abbâs'a nisbetinden bahsettiğimiz, meseleyi İhtiîâm ile İzah fikri, az önce zikrettiğimiz tarihi haberlerle ve konuyu böylece anlayan kimse­lerin bulunmaması ile de kabulü zor bir hale gelmektedir.

Her ne kadar kronolojik yolla neshin öğrenilmesine misâl olarak kaynaklarca verilen örneklerden biri halinde bu meseleyi görmüsek de, konu nesih bilme yollarından; icmâ' ve sahabenin verdik­leri bilgilerle tesbite örnek olabilecek durumdadır. Tarih unsuru yanın­da şehâdetlerin ve icmâm da ayrıca takviye edici vasıfları bizim için büyük değer taşır. Usûlcülerden, iksâl meselesinde neshin aleyhine be­yanlara Taslamıyoruz. İlk usûl yazarlarından büyük muhaddis İmam Şafiî'nin sarih ve kat'i sözlerine sahip bulunuyoruz. O şüphesiz mesele­yi usûl kanunları açısından da değerlendirmiştir. [614]Rivayet yanında di­rayet ve nazar yoluyla da meseleyi inceleme âdetinde olan et-Tahâvi de aynı kanaattadır. [615] Buhâri şârihi el-Kirmânî, diğer kaynak­lardan farklı olarak, neshin mevcudiyetini usûl nokta-i nazarından daha derinlemesine inceler. Onun belirttiğine göre meselemize taraf olan ha­dislerden guslü gerektirenler mantûkan, diğerleri ise mefhumen delâlet sahibidirler. Mefhûmun delil ve hüccet olma vasfı ise diğerine nisbetle ihtilaflıdır, hatta konu ile ilgili olarak nesih bile düşünmeden guslün gerekliliği tesbit olunabilir.[616]

Ebu'1-Alâ eş-Şihhîr adlı zatın ; «Efendimizin hadisleri birbirini nes-heder, tıpkı Kur'ân âyetlerinin biribirini neshi gibi» sözü, vak'amn baş tarafmda nakledilmekte ve örnek olarak iksâl mevzuu takdim edilmek­tedir. [617]

 

B- Abdest Öncesi Hazırlık, Abdest, Teyemmüm :

 

11/1- Abdest Bozarken Yönelinecek Cihet İle İlgili Görüşler Ve Bu Mevzûdaki Nesih İddiası:

 

Aşağıda da görüleceği gibi, bu meselenin incelenişi sırasında bazı ilim adamları nesih iddiasında bulunmuşlardır. Konunun bizi ilgi­lendiren yönü burasıdır. Helada veya açık arazide abdest bozarken fer­din  yöneleceği taraf  hakkında,  Peygamberimizden   selen  rivayetlere müstenid görüşlerde ihtilâf hasıl olmuştur. İlim adamlarından bir kısmı kıbleye yönelmeyi kerih görür. Bazıları bu mevzuda ruhsat taraftarı­dırlar, bir beis görmezler. Üçüncü bir grub ise; evlerde yönelmeye mü­sâade ettikleri halde arazîde; açık mahallerde kıbleye yönelmeyi uygun görmezler.[618]

 

a. Rivayetler :

 

Ebû Eyyûb, Ebû Hureyre, Selmân el-Fârisî, Abdullah b. Haris b. Cez', Ma'kıl b. Ezû Hayseme gibi zatların rivayet ettikleri haberlerde Peygamberimiz : «Küçük veya büyük abdestinizde kıbleye dönmeyiniz, sırtınızı kıbleye çevirmeyiniz[619] buyurur. Selmân'm haberi daha tefer­ruatlıdır;  müşrikler Selmân'a :  «Bakıyoruz da sahibiniz size her şeyi, hatta helada oturmayı dahi öğretmektedir» demişlerdir. Selmân'ın ver­diği cevapta Peygamberimizin kazâ-i hacet ederken kıbleye yönelme ile sağ  el yardımıyla 'taş kullanmayı nehyettiği belirtilmektedir.  Bu ve benzeri haberlerin belirttiklerine göre Allah'ın elçisi, kıble cihetine yö­nelmeyi uygun görmemişlerdir. Sahabe bilâhare fetihler sebebiyle Şam'a gelince oralarda yüznumaralar görmüşler ve kıbleye yönelmeyecek tarz­da helaya inhiraf ederek oturmuşlardır.[620]

Bu nevi hadisler yanında bir başka grub hadis daha vardır ki, o ha­dîslerden ruhsat verildiği mânâsı çıkarılmaktadır. Câbir ve Âişe hadisleri bu neviden hadislerdir. Arrâk b. Mâlik tariykıyla Hz. Âişe'den gelen bir rivayette, Peygamberimizin nehiylerinden sonra kıbleye yö­nelerek hacetlerini defettikleri belirtilir. [621] Abdullah b. Ömr ise Peygam­berimizi iki kerpiç üzerinde ve Beyti Makdis'e doğru yönelerek kazâ-i hacet ettiklerini gördüğünü anlatır. Arazideki, sahabenin tatbikatı ile ilgili haberleri getiren hadisler de mevcuttur. [622]

 

b. İhtilâflar ve Hüküm :

 

İmam    Şafii,    nehiy konusunda Ebû Eyyûb hadisini ve ruh­sat konusunda da Abdullah b, Ömer hadisini verir. Kendisi hadisler ara­sında bir tenakuzun bulunduğunu kabul etmemektedir. Ona göre her hadisin ifâde ettiği mesele aynıdır. îlk zamanlarda arazide abdest boz­manın, bu durumu gerektirdiğini ifâde eden îmânı, o anda, arazide namaz kılanların da bulunabileceğini söyler. Hadislerin arasını çözer-ken meseleyi,   arazide   ve   evde   ayrı ayrı mütâlâa eder. îbnu Ömer'in, Peygamberimiz'in kazâ-i hacetini dam üzerinden seyredişini ise, Peygamberimiz'in evde bu işi yaptığı şeklinde anlar. Buradan, eğer evde abdest bozuluyorsa, nehyedilen cihetlere yönelmede bir beis gör­memektedir. Araziye gelince, orada birisi kazâ-i hacet ederken kıble istikâmetinde namaz kılan birisine açık yerlerini gösterebileceği ihti­mâline binâen : doğuya veya batıya yönelinmesinin istendiğine işaret eder. Onun fikrince namaz kılan ile diğer kişi böylece yüz yüze gelme­melidir. [623]  İ b n u   Şahin   ihtimâlîi konuşur: ona göre nehiy belirten hadis bir başka hadisle neshedilmiş veya açık arazideki kıbleye yönel­me memnu kılınmıştır. İbnu Şâhin'in ifâdesine göre kıble ile abdest bozanın arasında   s ü t r e nin bulunması mühimdir. Eğer bir   s ü t r e mevcut ise o takdirde bu yöneliş lâ be'se bihtir. [624] îbnu   Hacer el-Askalânî de aynı fikirleri paylaşmaktadır: yönelmeyi nehyeden ha­disler mensûh değildir. Peygamberimizi yönelmiş olarak görenler, onu açık arazide görmemişlerdir. [625]Az Önce kendilerinden bahsettiğimiz ruhsat taraftarları Ebû Eyyûb hadisini mensûh saymaktadırlar. Câbir ha­disi İse bu hadisin nâsihidir. el-Aynî nesih ihtimâlini zayıf görür. Hadisler arasının cemedilebileceğine kanidir.[626] Ruhsat taraftarları ken­di aralarında iki gruba ayrılırlar. Birincilere göre hadisler muhte­liftir; aralarında tearuz vardır. Onların birleştirilmesi ve meselenin mubah olarak terki uygundur. îkinci gruba göre meselede nesih   vardır.

Nesih taraftarları : Peygamberimizin küçük abdestte kıbleye yönel­meyi nehyettiklerini, âhirete irtihâllerinden bir yıl kadar Önce ise ken­dilerinin aynı istikâmete yönelmiş olarak görüldüğünü belirtirler. [627]Bu hadisler içinde Hâlid b. Ebi's-Salt'ınki dışında takibata (tenkide) uğra­yan olmamıştır. [628]

 

12/2 - Ayakta İken Küçük Abdest Bozma

 

Bu konu, İbnu Şahin dışında diğer eserlerde yoktur. Gelen hadislerde zikredüdiğine göre Peygamberimizin bu konuda iki ,türlü durumu olmuştur. Bunlardan birisi: Efendimizin ayakta küçük abdest bozmayı nehyetrniş olmasıdır. Nehiy ile ilgili pek çok hadis var­dır. Bunlar içinde Câbir, Ebû Hureyre ve Âişe ile Ömer b. el-Hattâb'ın râvisi oldukları haberler de bilinmektedir. Validemizin belirttiğine göre Peygamberimiz, kendisine Kur'ân indiği müddet içinde ayakta abdest bozmamı§tır.

Bu nevi haberler yanında Muğîre b. Şu'be'nin ve Huzeyfe'nin nak­lettikleri iki hadis daha vardır. Muğire'nin belirttiğine göre Peygam­berimiz bir cemaatin diyarına gitmiş, onların çöplüğünde (sübâtatul-kavm) [629] ayaklarının arasını açarak ayakta bevletmişlerdir. Hu-zeyfe ise ayaklarını açtığından bahsetmez, aynı haberi verir, Pey­gamberimizin su istediklerini, kendisinin götürdüğünü abdest aldığını, meshettiğini anlatır. [630]

İbnu Şahin son haberlerin ve o haberlerdeki tatbikatın neshediİdi-ğine kanidir.[631] îbnu Şahin yanında Ebû' Avâne'den de bahsedilmekte­dir. O da aynı kanâatin sahibi olarak gösterilir. [632]îbnu Hacer neshe taraftar değildir. Bu görüş sahiplerinin ifâdelerine göre, Peygambe­rimizin ayakta abdest bozmalarının, bu vak'a dışında delili de mevcut değildir. Diğer taraftan, mezkûr ayakta abdest bozma hâdisesinde Pey­gamberimizin dizinin iç tarafında çıkan bir yaradan dolayı aya­ğının katlanamaması neticesi bu yola başvurduğu da belirtilmektedir. Fakat, bunu haber veren ve Hâkim ile Beyhakî tarafından nakledilen Ebû Hureyre hadisi, zayıf olarak tavsif edilmiştir. En kuvvetli görüşe göre, Peygamberimiz, abdest bozulan yer çukurda olduğu durumlarda ayakta bu işin yapılabileceğini beyân için böyle davran­mıştır. [633] Nesihten bahseden olmamıştır. Daha doğru bir ifâde ile nesih kabul edilmemektedir. [634]

Kaynaklar, ayakta bevli kerîh görenler arasında : Huseyn b. Ali, İbn Mes'ud, İbn Ömer, Ebû Musa gibi sahâbilerle; tâbiûndan Hasen, Şa'bî, Yahya b. Kesir, Sa'îd gibi zatları kaydederler. [635]

H z . Ömer'in tatbikatı ile ilgili iki haber mevcuttur. Bun­lardan birine göre Ömer, ayakta küçük abdest bozarken Efendimiz ta­rafından görülmüş ve ayakta bevletmejnesî istenmiş; ifâdesine göre o tarihten sonra da ayakta bevletmemiştir. Yine aynı kaynağın belirt-tiğine göre ayakta abdest bozanlar arasında Ömer de zikredilir. Biz bunu, nehiyden önceki devreye ait saymaktayız, aksi takdirde haber­lerin birinin yanlış olması gerekir. [636] Bazı eserlerde, neshe kail olduğu belirtilen ve eserinde ayakta abdest bozmayı ifâde eden hadislerden sonra «nâsih hadisleri zikredip: bu hadis ilk hadisi nâsihtir» diyen İbnu Şahin, izahlarının sonunda tevakkufa taraftar olduğunu açık­lamaktadır. Buna sebep olarak ta şunu gösterir: «neshi iyi bilenlerin ko­nu ile ilgili farklı tatbikatları vardır. Ayakta bevl ihtiyâç ânına mahsustur. [637]

 

13/3- Abdestli İken Tenasül Uzvuna Dokunmanın Abdesti Gerek­tirip Gerektirmediği:

 

Üzerinde nesh cereyan ettiği iddia olunan 'meselelerden birisi de başlığa aldığımız konudur. Abdestli kişinin, tenasül uzvuna dokunma-sıyla abdestinin kaçıp kaçmayacağı hususunda Peygamberimizden   iki türlü haber nakledilmiştir. Nesh iddialarına rağmen bu iki türlü haber, Hanefîler   ile   Şâfiîlerin   ve diğer bazı imamların mese­lede farklı tatbikatı tercih etmelerine sebep olmuştur. Neshin sübûtü ile taraflar, ortaya çıkan en son duruma uymamışlardır. İhtilâf konu­larından birisi bu hadislerin biribirine tercihleri, diğeri ise;   tenasül uzvuna çıplak veya arada hâil olma durumuna göre meseleye değişik açılardan bakılmasıdır. Adı geçen hadisler, Talk   ve   Büsre   ha­disleri diye adlandırılan hadislerdir. Vakıa bu iki zatın önderliğini yap­tıkları haberler topluluğunu, başka râviler de naklederler. Talk'tan ge­len hadislere göre bu işi yapan kişinin abdest alması gerekmemektedir. Büsre hadisinde ifâde olunduğuna göre ise;  «abdesti bozan şeylerden biri de kişinin abdestli iken tenasül uzvuna dokunmasi. [638]

 

a - Rivayetler :

 

Talk isimli sahâbinin hadisini oğlu Kays nakletmektedir. Bu haber­de belirtildiğine göre Peygamberimiz : «Kendisine sorulan bir soru üze­rine, tenasül uzvu için : o senin cesedinden bir parçadır (bir çiğnem ettir)» demiştir.[639] Bu hadisin başka rivayetlerinde: namazda bu temas olduğu takdirde namazın iadesinin gerekmediği de belirtilmektedir. [640]  Busre hadisinin 'de çeşitli rivayet tarzları vardır. En yaygın olanların­dan birine göre, Mervân'm huzurunda Urve ile yapılan bir konuşmada geçen sözlerdir. Urve ile Mervân, abdesti gerektiren şeyleri sayarken, Mervân bundan da söz etmiş ve kendisine Büsre b. Safvân'dan gelen ve Rasûl-i ekrem'e varan bir haberle bunu tevsik etmiştir. [641]  Bunun dışında, böyle olan kişilerin abdest almaları ejnir şeklinde de Efendi­mizden nakledilir.[642]

 

b - İhtilâflar, Sonuç :

 

İlim adamları bu meselede iki gruba ayrılmışlardır: bazılarına göre bu iş abdesti gerektirmez. Diğerleri ise abdesti gerek­tirir demektedirler. İkinci gruptan bazılarının beyanlarına göre : Talk hadisi mensûhtur; yani abdestin gerekmemesi tatbikatı neshedilmiştir, abdest gerekmektedir. Bunu nesneden haber ise Büsre hadisidir; bu hadise göre ise abdest gerekmektedir.

Sahabenin konu ile ilgili ihtilâfları mevcuttur: onlardan bazılarına göre, eğer bu iş bilerek yapılmış ise kişinin abdesti yak olur. Yok bil­meden bu iş yapılmış ise abdesti bozulmaz. İkinci fikir ise bilerek olsun bilmeden olsun temas etmişse abdest bozulmuştur görüşüdür[643] Tahâvî ' nin belirttiğine göre, abdest gerekeceği hususunda, İbnu Ömer ha­ricinde hiçbir sahâbinin fetvası yoktur, [644] imam nesihten söz etmez, ken­disi abdestin gerekmediğini, mevcut hadisleri serdederek, onların ten­kidini yaparak anlatır. Büsre hadislerini çeşitli yönlerden kusurlu bu­lur83. İbnu Şahin nesihten söz etmediği halde, sekiz tane hadis naklederek abdest lehine? kanâat serdeder. Bunların râvileri: Câbir b. Abdillah (garip sayar), Abdullah b. Ömer, Salimin babası, Ab­dullah b. Amr, Hâlid el-Cühenî, Ebû Hureyre, Âişedir. [645] el-Hâzimî'nin belirttiğine göre, abdesti gerektirir diyenler daha kalabalıktırlar. Nesih konusunda, adı geçen grubun iddiası dışında kesin bir delil yoktur.

Her iki tarafın, kendi delilleri olan hadisin lehinde, karşı haberin aleyhinde beyânları ve savunmaları mevcuttur. Ruhsat taraf­tarı olanlar [646] Talk hadisini savunurken; Talkın sohbetinin meşhurlu­ğundan ve rivayetlerinin çokluğundan söz ederler. Buna mukabil: Büs-renin fazla tanınmadığını, meçhul kaldığını, rivayetlerinin az olduğunu belirtirler. Bu arada, az rivayeti, Efendimizle sohbetinin azlığına delil sayarlar. Son sözleri her zaman tenkîd edilebilecek olan bu grubun fikirlerine karşılık diğerleri de, Büsre'nin şöhretine söz atanların hadis bilgilerinin yokluğunu ileri sürer.[647] Şafii çıplak (arada çamaşır olma­dığı) halde temasta abdeste taraftardır. Onun belirttiğine göre, Büsre'yi meçhul sayanlar, başka meselelerde, ondan daha az tanınan ka­dınların sözlerini ve rivayetlerini benimsemektedirler. Tahâvî'nin İbnu Ömer hakkıridaki naklini el-Hâzimî de yapar. Diğer taraftan kadınların hadisleri za'fa daha elverişli görülmüştür.

İki çeşit haberin verdiği bilgilerin arasını bulmaya çalışan ilim adamları da mevcuttur, onlara göre bu konuda en normal hareket tarzı budur, nitekim îbnu Üyeyne, bu hadisleri : «önüne değince temizlik için elini yıkasın» tarzında anlamaktadır. [648]

Hadisler arasında tarihî yönden kurulmaya çalışan ilgiye göre; Talk hicretten önce Peygamberimize gelmiştir. Büsre'nin haberi ise da­ha sonraya' aittir. Bu itibarla, daha sonraki zamana ait bir tat­bikatı haber vermesi ihtimâli olan Büsre'nin hadisi tercih edilmelidir. Bunu söyleyenler, nesih haberini kuvvetlendiren ve Talk'a dayanan bazı haberler de naklederler. Buradan şu fikir çıkarılmıştır: Talk, hem nâ-sih, hem de mensûh habere işaret eden hadislerin sahibidir.

Îbnu'l-Kayyim el-Cevziyye Talk'm hadisini; za'fı, Talk hakkındaki ihtilâf, rivayetlerinin farklılığı yönlerinden beğenmemektedir. Kendisi nesihten bahseder ve abdestin bozulacağı görüşünü tercih eder. İbnu Hibbân, Taberâni, İbnu Arabi ve diğer bir takım ilim adamlarına göre Talk hadisi mensûhtur. Onlar da Büsre'nin îslâma daha sonra girdiğin­den bahsederler. Fakat burada şu düşünülmelidir : İslama çok evvelce girmiş bir zat, Peygamberimizin herhangi bir meseledeki en son tat­bikatını haber verse ve bu habere muhalif görüş sahibi de son zaman­larda müslüman olan bir sahâbî olsa, evvelce kuvvetli delillerle ve nakil yoluyla tesbit edilen eski sahâbinin rivayeti red mi edilecektir? Böyle bir hal düşünülemez. Nitekim usûlcüler de bu iddiayı nesih tesbitinde geçerli saymamışlardır. [649]

 

14/4 - Her Namaz İçin Abdest Yenileme Meselesi:

 

Namaz için alınan abdest, şayet bozulmamış ise ikinci bir vakit için kullanılabilir mi? Yoksa her vakit için ayrı abdest mi alınacaktır? Üm­mette yaygın olan tatbikat, abdesti bozan bir hades durumu olduğu zaman ancak abdest alınmaktadır. Durum böyle olmakla beraber se­ferde olmayanlar için, «her vakitte ayrı abdest alma mecburiyeti» söz konusu edilmiştir. Ekseriyet bu görüşte değildir.

Süleyman b. Bureyde'den nakledilen bir hadiste belirtildiğine göre Peygamberimiz her namaz için abdest almışlardır.[650] Bu, haberin bir kısmıdır. Diğer bölümlerinde ise Peygamberimizin bu tatbikatı değiş­tirdikleri nakledilir. Mezkûr hadis ve benzerlerinde zikredilen ve Efen­dimizin her namaz için ayrı abdest aldığını söyleyen sahabe haberleri iki türlü anlaşılmaktadır : «Bu abdestler farz olan abdestler. olmayıp, peygamberimiz s e v â b kasdıyla bunu yapmışlardır. Fazilet aramak için alınması istenmektedir; «bu tatbikat Peygamberimizin zâtı­na mahsûs olup ümmete şumûlü yoktur. [651]el-Hâzimî ve İbnu Şahin ta­rafından eserlerinde nakledilen bu mesele için, neshin lehinde ve aley­hinde konuşmalar olmuştur.

imam Tahâvî neshe taraftardır. [652] Neshe kail olanların verdikleri nâsih hadisler içinde, Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Hanzale hadis­leri vardır. Nâsih hadisler içinde yine mensûh tatbikatı haber veren Süleyman b. Bureyde'nin haberi zikredilir. Bu zâtın haberi, tarihî yön­den de bilgi kaynağı durumundadır. Babasından yaptığı nakilde bu zat der ki : «Peygamberimiz her namaz için ayrı abdest alırlardı. Mek­ke Fethi Günü bütün namazlarını bir tek abdest ile kıldılar, Gerçi bu haber özel bir durum için yapılan tatbikatı haber vermekte­dir. Ama, Peygamberimizin, tek abdest ile - bozulmadığı müddetçe - muhtelif namazların kılıanbileceği hususunda bir tatbikatını da ihtiva etmektedir. [653]

Ahmet b. Hanbel'e her namaz için abdest sorulduğunda îmam : «Tek abdestle bütün namazların kılınmasında bir beis yoktur, nitekim Peygamberimiz fetih günü böyle yaptılar» demiştir.[654] îbnu Şa­hin, her namaz için ayrı abdest sünnetinin kaldırılmış (mensûh) ola­bileceğini ihtimâl olarak ileri sürer. [655]

Nesih ile ilgili görüşleri naklederken dikkati çekecek bir mesele­den bahsedelim : Abdullah b. Ömer, kendisinde her namaz için yeniden abdest alacak güç gördüğü müddetçe her namaz için ayrı abdest alma sünnetine ittibâ' etmiştir. Eğer bu durum mensûh ise, sahâbî mensûh ile amel hususunda muhayyer mi olmaktadır? Böyle bir bilgiye raslamak mümkün olmadı. Ama nesih yok da, Efendimize has ola­rak kalan ilk tatbikatı benimsemektemuhayyerlik söz konusu ise, o tak­dir de durum başkadır. Fakat bunlardan birini kuvvetlendirecek her­hangi bir delil mevcut değildir. Sahabenin bu tür tatbikat farklarındaki bilgi kaynakları ne olabilir? Yanılma söz konusu mudur? Bunları kes­tirmek için elde mevcut deliller kifayet etmemektedir. Neshe taraftar olan ilim adamları arasında   îbnu   Ha cer   de zikredilmektedir. [656]

 

15/5 - Çıplak Ayağa Meshetme :

 

Abdestin almış tarzını âyeti kerimeler ile Allah teâlâ sınırlandırmış ve Peygamberimiz de kendisine öğretilen tarzda abdest almış ve üm­mete göstermişlerdir. Abdestin icra tarzını ve farziyetini belirten âyeti kerimede, ayaklara temas eden kelimenin i ' r a b ı ihtilâf konusu olduğu gibi, tatbikatta da iki türlü durum nakledilmiştir : m e -s i h g a s 1. Her iki durumun da Peygamberimizden sâdır oldu­ğunu haber veren hadisler ortaya atılmaktadır. Evs b. Ebî Evs isimli zatın nakline göre Peygamberimiz bir kavmin mezbeleliğine (boş bir arsa) gitmiş, abdest almış ve ayaklarına meshetmişlerdir. Hâdise Tâ-if'te geçmiştir. [657] Hüşeym bu tatbikatın ilk zamanlara ait oldu­ğunu belirtirken, Knes b. Mâlik'ten şu söz nakledilmektedir : «Kur'an ayaklara meshi indirdi; sünnet ise onları yıkarak cereyan etti».[658]

îmam §âfiî, konu ile ilgili hadislerin nakli ile iktifa eder. Nesihten söz etmez. [659] Tahâvî ve İbnu Hazm, mesh sünnetinin   mensûh   olduğunu ileri sürerler. Tahâvi'nin belirttiğine göre ayakları yıkamak fazdır. Sahabeden neshe taraftar olanlar olmuştur. Fakat bu zatlar sonradan, bilgilerinin değişmesi neticesi görüşlerinden rucû etmişler­dir. İbnu Ebû Leylâ, ayakların yıkanacağı hususunda sahabenin ic-mâmtian bahseder. [660]

İbnu Şahin İmam Ali' den bir haber nakleder : «Ben ayak­ların içinin meshine taraftardım, baktım ki Rasûlülîah dışını meshediyor». [661]Abbâd b. Temim isimli zat da Efendimizin abdest aldıktan sonra ayaklarına meshettiğini anlatır. [662]İbnu Şâhin'in naklettiğine göre Urve, devamlı meshettiği için ayağının dışı kararmıştır. [663] İbnu Şâhin'in verdiği nâsih haberler : Hz, Muâviye'ye, Muâz'a ve Câbir'e aittir. Muâviye ile Muâz hazretleri Peygamberimizin abdestlerinde ayak­larını yıkadıklarını, Câbir ise kendilerini ayrıca yıkama ile emredil-diklerini haber verirler. [664] Bu haberleri neshe delil olarak gören İbnu Sâhin'e göre: Atâ ve Huşeym, Sahâbe'den ve diğer ilim sahiplerinden meshedene erişmediklerini söylemişlerdir. Topukların cehenneme gire­cekleri, parmakların tahlili» ile ilgili hadisler ve benzeri haberler, ayak­ların yıkanacağına ve neshe delil gösterilmektedir. [665] Huşeym ayna zamanda mesih âdetinin ilk zamana ait olduğunu da belirtir. [666]

 

16/6 - Ateşte Pişen Yiyeceklerin Abdesti Gerektirip Gerektirmediği:

 

a. Meselenin Tasviri :

 

Sahabenin verceği bilgiler ve nakledeceği şehâdetlerle sabit olan ne­sih olaylarına verilen misallerin başında, ateşte pişen yiyecekleri yiyen kişinin, mevcut abdestinin bozulup bozulmadığı meselesi gelir. Burada e t ve benzeri yiyeceklerin ağızda meydana getirecekleri yağ ve sert­likleri sebebiyle yapacakları kanama yanında, umumî ağız temizliği ve sağlığı da bahis mevzuu olmaktadır. Bizi ilgilendiren husus neshin mev­cut olup olmadığı'dır.

İşlediğimiz konuda nesh olduğunu iddia edenlere göre Peygamberi­miz, ilk zamanlarda böyle durumların akabinde abdestini yenilemiş ve abdestlerin yenilenmesini emretmişlerdir. Daha sonra, peygamberimiz peynir, et ve benzeri ateşe değmiş yiyecekleri yedikleri zaman abdest almamışlar, fakat ağızlarını yıkamışlardır. Böy­lece Efendimizin bu konuda iki sünneti olmuştur. Küçük bir azınlık ise, ilk tatbikatın devamına kail olarak abdest yenilemeyi devam ettirmiş­lerdir. Buradaki abdesti, sadece ağız yıkama şeklinde anla­yanlar da vardır.[667]

 

b - Rivayetler :

 

Konu ile ilgili haberler pek çoktur. Bunların içinde emir tarzın­da olanlar bile vardır. Burada Peygamberimiz : «Ateşin değiştirdiği (olgunlaştırdığı, ateş değen) şeyleri yediğiniz zaman abdestinizi yenile­yin, abdest alınız»[668] buyurmaktadır. Başta Ebû Eyyûb el-Ensârî olmak üzere birçok salıâbî bu haberi nakletmektedir. Sahabeden îbnû Ömer, Âişe, Zeyd b. Sabit, Ebû Hureyre bu görüşe taraftardırlar. İkinci nevi hadisler ise diğer tatbikatı haber veren hadislerdir. Bu arada sahâbi şehâdeti sayılacak bir grup haberi zikredelim. Ebû Hureyre başta olmak üzere bir takım sahâbiler Peygamberimizin «sütten mamul bir gıda maddesinden bir parça yedikten sonra, kendilerine sorulan soru üzerine» aynı durumu Efendimizden gördüklerini naklederler. [669]

Peygamberimizin bu ilk tatbikatını, sonradan başka bir sünnet ile değiştirdiklerini haber verenlerin naklettikleri iki nevi durum vardn Bunlardan bir kısmı, Peygamberimizin, abdest alma işini terkettiklerini haber verirler. [670] Diğer haberlerde ise Rasûl-i ekrem'in bir koyun budundan bir miktar yedikten sonra ab-dest almadan namaz kıldıkları belirtilir.[671] Sahabeden bu durumu haber verenler arasında : Câbir b. Abdillah, Ca'fer b. Amr, Muhammed b. Mesleme, Abdullah b. Abbâs da vardır. Neshin vücûd bulmuş olduğu bunların şehâdetleri ile sabit olmaktadır. [672]

 

c. Îhtilâflar, Hükümler :

 

Konu ile ilgili üç görüş belirmiştir diyebiliriz : birinci ve en kuvvetli görüşe göre Peygamberimiz, yemekten sonra el yıkama âdetleri yaygın olmayan cemâati, önceleri abdest aldırarak bu işe teşvik etmiş, bu âdet yerleştikten sonra da onların üzerinden abdesti kaldırmış, almamalarını istemiştir. Fakat bu durumda da ağız yıkama işi devam etmiştir. [673] İlk ve son tatbikatlar arasında nesih ilgisi vardır. Son tatbikat evvelkini nâsihtir. İkinci kanaata göre abdest alma işi sonradan kaldırılmış değildir. Devam etmektedir, nesih yoktur. Ellerinde bu görüşü destekleyecek haberler vardır. Üçüncü bir fikre göre ise nesih durumu ber akistir. Yani; önceleri Efendimiz abdest almamakta idiler. Selâme ve Zührî'den nakledilen bir haber delil olarak gösterilmektedir. [674] îbnu Şâhin'e belki dayanılarak verilen bu bilgide el-Hâzimî ve İbnu Şahin, Seleme b. Selâme'nin : «Emirler değişebilir; bu da değişenlerden biridir» şeklinde konuştuklarını nakle­derler. Onların inancına göre, evvelce abdest alınmazken sonradan ab­dest alınmıştır.

Ateşte pişen nesnelerin, abdesti gerektirdiği konusunda nakledilen haberler içinde en eskilerinden biri olarak Ebû Hureyre ha­berine atıf yapılmaktadır. Bu habere göre abdest gerekmektedir. Me­seleyi tarihî yönden araştıran el-Hâzimî'nin belirttiğine göre, daha önceki tarihi taşıyan Süveyd b. Nu'mân hadisinde abdest alması emri bulunmamaktadır. Süveyd hadisi, Hayber'in fethinden önceki bir tarihi taşu. Kaynakların pek çoğu tarafından temas edilen temizliğe alıştırma   meselesini aydınlatacak bir haberi bize, İbnu Şahin nakletmektedir. îbnu Şâhin'in anlattığına göre Araplar el ve ağız yıka­ma işine de el-vudû' derlerdi. Bu türlü deyişler mahallî Türkçe söyleyişlerde de bulunmaktadır. Ukrâş isimli bir zat ağız yıkamaya da el-vudû' deme hakkında verdiği bu bilgiden sonra şunu nakletmekte­dir : «Peygamberimiz ile birlikte tirit (serîd) yedik. Su geldi, Efendi­miz ellerini ve ağızlarını yıkadılar, yüzlerini meshet-tiler ve : «Ukrâş! Ateşte pişen yiyeceğin abdesti işte böyle olur» diye gösterdiler demektedir.[675]Bu haberin dikkati çekecek tarafı, az önce kendisinden bahsettiğimiz, abdesti; ağız yıkama ve tanzîf şeklinde an­layan grubun fikrine destek, belki de kaynak olmasıdır.

Mühim telakki edebileceğimiz bir haber ise Âişe validemize aittir. Onun nakline göre Efendimiz vefatlarına kadar «el-vudû mimmâ âdetlerini terketmemişlerdir. Bunu az Önceki haber şeklinde anlamak oldukça güç görülmektedir.

Nesih vak'aları hakkında bilgi veren sahâbilerin, şehâdetlerinde; «Efendimizden vârid olan iki emirden sonuncusu veya son durum şöyle idb tarzında konuştukları bilinmektedir. Burada, küçük ihtilâfları bir kenara bırakırsak Câbir b. Abdillah'ın haberini değerlendirmemiz ge­rekmektedir. Câbir : «Peygamberimizin, ateşte pişen yiyeceklerin ab­desti gerektirip gerektirmediği hususu ile ilgili emirlernden sonuncusu, abdestin terki şeklinde idi» demektedir. [676]Bunun yanında Cafer b. Amr, Abdullah b. Abbâs hadisleri de vardır ki hepsinde, et yenilmesi vak'ası ve Efendimizin abdest almadığı hususu zikredilmektedir.     [677]                                                             

 

d. Netice :

 

Oldukça ihtilâfh. olan bu konuda, neshin mevcudiyeti fikrini kabul etmemizi gerektiren durumlar vardır. Eş-Şâfiî, bu mes'elede nesih olduğunu kat'i olarak ifâde eder.

Rivayetler arasında geçen îbn Abbâs hadisi, abdest almanın kaldı­rıldığını ve neshin mevcudiyetini delillendiren en kuvvetli haber olarak tavsif edilir. Bu hadisin râvisi olan Abdullah'ın, sahabiler arasında genç tabakadan sayıldığı,  delilimizi, daha da güçlendirmektedir.  Rivayete göre, Efendimizin âhirete irtihâlinde 13-16 yaş arasında olan Abdullah'ın sahâbüiği böylece daha müteahhir olmaktadır. Diğer bir delil ise, hali­feler başta olmak üzere sahabeden pek çoğunun böyle durumlarda ab­dest almadığının tesbit edilmiş olmasıdır. El-Hâzimî'nin ifâdesine göre ed-Dârimî, bu meselede sahabe icmâindan bile söz etmek­tedir.

Et-Tahâvi, neshin mevcudiyetini; tarih, rivayet ve nazar (dirayet) yoluyla ayrı ayrı tahliller yaparak tesbit e'der. Ona göre, bu neviden yiyeceklerin yenilmesi abdestin yenilenmesini gerektirmemektedir.[678] Nâsİh-mensûh müelliflerinden İbnu Şahin ise aynı konuda, İbnu Mes'-ûd'a varan bir habere dayanarak neshe kail olmaktadır. [679]El-Hâ­zimî'nin görüşünde büyük müessir, eş-Şâfü'nin kanâatidir. Neshi mut­lak manada kabul eden müellifimize göre abdest gerekme­mektedir. [680]

UsûH fıkh âlimlerinin, mevcut Örneklerden kısmen çıkararak or­taya koymağa çalıştıkları genel kaidelerin tatbiki ile de aynı neticeye varılmaktadıı\ Konu şer'î bir hükümdür. Tahsis, takyid ve istisna gibi yorumlanamaz durumdadır. Ayrıca, neshin bilinme yollarından sahabe­nin şehâdetleri ve ittifaka yakın fikir birlikleri ile sabittir. [681]

 

17/7- Abdestin Sonunda Mendil Kullanma:

 

İbnu Şâhürin eserine aldığı konulardan birisi budur.- Onun sevket-tiği m e n s û h hadise göre : «Peygamberimiz abdestten sonra men­dil ile yüzünü silmemiştir. Ebû Bekir, Ömer, İbn Mes'ûd da bu işi yap­mamışlardır». [682]Aynı kaynak bu hadisi verdikten ve sahabeden îbn Mes'-üd ile Câbirin, mendili kerih gördüklerini belirttikten sonra, diğer kerih görenlerin isimlerini sıralar. Nehiy ile ilgili hadis Ah-med b. Hanbel tarafından tahrîc edilmiştir. [683] Bunun dışında diğer kay­naklarda bilgi mevcut değildir. İbnu Şâhin'in nâsih olarak zikrettiği hadislerde ise : «Peygamberimizin abdest sonu yüzünü elbisesi­nin bir kenarı ile sildikleri ve kendilerinin abdest sonu kullanmak üzere bir b e z parçalarının bulunduğu zikredilmektedir.[684] Osman b. Affân ve Enes b. Mâlik başta olmak üzere mendili kullanmada beis görmeyenlerin sayısı da bir hayli kabarıktır. İbnu Şahin eserinde Câ-bir hakkında : «kerih görür» dediği halde, aynı zâtın bu işte beis gör­mediğini de nakletmektedir. [685]

Mendil veya benzeri bir şeyle abdest suyunun uzuvlardan alınması konusunda ruhsat taraftarı olanların da mevcudiyetini Tirmizi ha­ber verir. Kerih görenler : «Abdestin (suyunun) mizana konula­cağı» görüşüyle hareket etmektedirler. Bu rivayet : Zührî ve Sa'îd b. el-Müseyyeb'e dayanmaktadır. [686]

İbnu Şahin ve diğer kaynaklar, konu ile ilgili olarak nesihten hiç bahsetmemektedirler. Kaldı ki hadislerin za'fı üzerinde konuşmalar ol­muştur. Bu durumda onların denklikleri ve aralarında tearuz düşünü­lememektedir. [687]

 

18/8 - Teyemmümün İcra Şekli Ve Nesih Meselesi:

 

Teyemmümün icra şekli üzerinde iki türlü ihtilâf edilmiştir : dar­belerin adetleri, teyemmümün uzuvlardaki en son ulaş­tırma mahalleri. Bu iki istikâmette çeşitli görüşler ileri sürülmüş­tür. Bazılarına göre darbe iki, diğerlerine göre ise birdir. Bir kısmına göre ise eller koltuklara kadar meshedilecektir. Diğerlerinin iddialarına göre : bileklerden öteye geçmeyecek­tir. Üçüncü bir grub ise meshi sadece avuç içine inhisar ettirir­ler. Grıibların dayanakları hadislerdir. Burada iki durum var: ya me­sele müttesa' olarak (her türlü tatbikata izin verilmek üzere) Efendi-mizce konulmuş, farklı teyemmümleri olmuş, veya râvilerin yanh§ na­killeri mevcuttur. Üçüncü bir durum: muhtelif zamanlarda teyemmüm tekemmül ettirilmiştir.

el-Hâzimî eserinde konuyu bir nesih meselesi olarak ele aldı­ğı için biz de, üzerinde söylenenleri nakli uygun gördük. İmam Şafiî, konu ile ilgili tarihî bilgiler verir. Ammâr hadisini naklettikten sonra :

«Teyemmüm indiği zaman Peygamberimizin onu icra şekli hakkında nass olarak bir haberin mevcudiyetinden haberdar olmadığını» söyler. îmanı, Ammâr hadisinin mensûh olabileceğinden de söz eder. Onun ifâ­desine göre diğer haberler de onu nâsih olmaktadırlar.[688] Ammâr hadi­sinde teyemmümün omuzlara kadar ulaştırıldığı zikredilmektedir[689]

el-Hâzimî'nin belirttiğine göre, Ammâr hadisi için nesih düşünüldü­ğü takdirde, nâsih haber yine onundur. Bu hadis, Ömer'in huzurunda geçen bir meselenin çözümünde, Ammâr'm evvelce Ömer'le bir seferde iken başlarından geçen bir duruma buldukları çözüm şeklinin Efendi-mizce beğenilmesi... tarzındadır. Burada neshi tesbite yarayan tarihi bilgi de verilmektedir : Hâzimî'nin ifâdesine göre bu son.vak'adır ve Benû Mustalık gazvesinin tarihini taşır. Ammâr'm, omuzlara kadar teyemmümden bahseden hadisi ise, seriyyelerden birinde vukua gel­miştir. Bu görüşe itirazlar da vuku bulmuştur. [690]

Zührî, ellerin koltuklara' kadar meshini tercih etmekte­dir. Kendisinden darbenin sayısı hakkında bilgi gelmemiştir. Abdullah b. Ömer başta olmak üzere bir takım ashabın ve fukahâdan bazılarının fikrine göre: iki darbeden biri yüz diğeri eller içindir ve eller dir­seklere kadar meshedileçektir. Ali b. Ebî Tâlib'in, iki darbeden meydana geldiğini kabul ettiği teyemmümün icrası esnasında ellerin bileklere kadar meshine taraftar olduğunu öğrenmekteyiz. Atâ, Mekhûl, Şa'bî ve diğer bazı ilim adamlarına göre ise teyemmüm tek dar-belidir ve bu darbe yüz ile avuç için kullanılır. [691]

Kaynaklardan bazıları nesihten hiç bahsetmemektedirler. Şafiî ve ona dayanarak - belki - el-Hâzimî ihtimâl olarak neshi ileri sürerler, [692]

 

19/9 - Teyemmümümün İmamlığı:

 

Hadis kitaplarında bulamadığımız ve Zührî'nin Sa'îd b. el-Müseyyeb tarîkıyla Ömer'e varan bir haberinde Peygamberimizin : «Teyemmümlü kişi abdestlilere imam olamaz» dedikleri nakledilir.[693] Bu hadiste tesbit edilen durumun mensûh olduğunu - ihtimâl şeklinde de olsa - söy­leyen İbnu Şâhin'in gösterdiği nâsihler, Amr b. As'a ait haberlerdir. Burada Ömer'in teyemmümlü iken ashaba imam olduğu belir­tilir.[694]

Bize başlıktaki meseleyi bir nesih vak'ası olarak veren İbnu Şâ­hin'in kanâatma göre, Zührî'den nakledilen hadis, Amr b. As hadisi ile denk değildir. Zührî'nin hadisinden, son hadisi îbn Şahin e c v e d bulmaktadır. İbnu Şahin Amr tarafından nakledilen ruhsatın, sadece o zatlara hass olduğunu kabul etmemektedir. Onun belirttiğine göre eğer böyle bir durum olsaydı Peygamberimiz diğer bazı vak'alarda olduğu gibi burada da bunu belirtirlerdi. Neshi de ihtimâlden öteye görmeyen İbnu Şahin dışında bu meseleyi nesih meselesi olarak verenler -mevcut değildir. [695]

 

20/10 -Yağlı Yiyeceklerin Yenilmesi Sonu Ağız Yıkanması:

 

Üzerinde nesihten bahsedilen konunun şer'î bir mesele olması şartıyla zor bağdaştırabileceğimizi önceden belirterek bu meseleye üzerin­deki rivayetleri ve görüşleri nakledelim. Süt ve benzeri maddelerin içilmesi sonu abdestli olan kişinin abdest yenilemesi veya ağız yıkaması ile ilgili haberler mevcuttur. Enes b. Mâlik'ten rivayet edilen ve İbnu Şahin dışında başka bir kaynakta bulamadığımız bir habere göre Peygamberimiz «süt içtiler, ne ağızlarım çalkaladılar ne de abdest aldılar. Böyle iken namaz kaldıla. [696] Halbuki, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'nin babası vasıtasıyla dedesinden naklettiğine göre : «Peygamberimiz süt içtiler, ağızlarını çalkaladılar ve süt te desem vardır» dediler. [697] Bu ha­dis İbnu Abbâs ve Câbir tariklarıyla da mevcuttur.

Bu iki hadis dışında Peygamberimizin : «Süt içtiğiniz zaman ağzı­nızı yıkayınız,[698] şeklinde ernir sîgasryla bir hadisleri de var­dır. Yukarıdaki hadiste Peygamberimizin, sütün yağlı oluşunu ağız yıkamaya sebep gösterdiği söylenebilir Temizlik için yapılan bu ame­liye ile nesih konusunun ilgisini tesbit mümkün olmamaktadır. Zaten

İbnu Şahin de hadisleri naklettikten sonra nesih ile ilgili bilgi verme­mektedi. [699]

Ağız yıkama dışında Peygamberimizden : «Koyun sütünden dolayı abdest almayın, deve sütünden dolayı abdest alın[700] tarzında bir hadis de nakledilmektedir. Fakat bu vak'a ile ilgili nesih iddiası da mevcut değildir. Aynı konu, ateşte pişen yiyeceklerin abdesti gerektirip gerek­tirmediği konusu ile alakalı olarak bazen ele alınmaktadır. İbnu Şahin, sarih olarak nesih iddia etmediği halde, onu iddia sahibi olarak gös­teren bir kaynak, cevap olarak el-Ayıaî'den şu sözü nakletmektedir : «Sütten sonra bu işin vücûbunu iddia eden yok ki nesih mesele olsun».[701]

 

II - İbâdetlerde Nesih Örnekleri:

 

A - Namaz Ve Meselelerinde :

 

21/1 - Namaz Kılınabilecek Yerler:

 

Peygamberimizin, diğer nebilerden farklı özelliklerinin bulunduğu­nu haber verdikleri hadislerinde : «...yer yüzünün kendisi için namaz­gah ve temiz mahah[702] olarak yaratıldığını zikretmişlerdi. el-Esrem, nesih ile ilgili eserinde, bu haberin karşısında sayılabilecek bir takım hadisler daha nakleder ve açıktan bahsetmese bile, hiç olmazsa üze­rinde nesih düşünülebilecek bir konu olarak bu mevzuu verir. Bu hadi­sin yanında : «kabristan ve hamamda namazın nehyedil diğil[703] hükmünü taşıyan bir hadisle, «Peygamberimizin yedi yer­de namaz kılmaktan müslümanları nehyettikleri ve bu yerlerin; kab­ristan, mezbaha, hamam, cadde ortası[704]Kâ'benin içi, duvarların yattiklan yer» olarak anlatıldığı hadis daha mevcuttur. [705]

el-Esrem birinci hadisle Peygamberimizin ve ümmetinin kendileri­ne ait bir özellikle Ehl-i kitab'dan farklı durumlarının anlatıldığını be­lirtir. Buradan onun neshe taraftar olmadığını anlamaktayız. Çünkü burada nesih değil de bir istisna hâli mevcuttur. Peygamberimi­zin ilk sözü buna mânı değildir. Yani, adı geçen mahallerde namaz ki-lınmadığı mânâsına gelmemektedir. îstisnâ durumlar vardır. Meselâ denizler üzerinde belirli şartların bulunamaması neticesi kürenin büyük bir kısmında (üçte ikisinde) namaz kılınamıyorsa, veya buna ihtiyâç duyulmuyorsa, bu o mahallerin adı geçen hadis dışına çıktığı manasına gelmeyeceği gibi, adı geçen mahallerin zımnen o sözün şümulünden çıktıkları da düşünülmelidir. Kaldı ki hadislerin arasında tearuzun mev­cudiyeti yönünden nesih tesbiti cihetine gidildiği takdirde, usûlcülerin koydukları kaidelere göre denklik ve hiç olmazsa mevzu birliği mevcut değildir. Diğer kaynaklarda da nesihle ilgili bilgi yoktur.[706]

 

22/2 - Kadınların Mescide Çıkmaları:

 

Şâfü başta olmak üzere bazı ilim adamlarının kanâatlarına göre, buradan kastedilen, kadınların camilere gitmelerinin yasakîığı veya mü­sâadesi değil, onların h a c c için Allah'ın evine yapacakları seya­hatlerdir. [707]Şüphesiz burada, yanlarında mahremlerinin bu­lunmaması, gerekli yol şartlarının adem-i tahakkuku da bahis mevzuudur.

Ummu Atıyye ve, îbnu Ömer ve Ebû Hureyre gibi bazı sahâbiler-den gelen rivayetlerde, Peygamberimizin gününde, bayram namazında ve sair namazlarda genc-yaşlı kadınların camiye çıktıkları belirtildiği gibi, Peygamberimiz tarafından, kadınların kocaları emriyle mescitlerden alıkonulmamaları da istenmiştir. [708] Kadınların camilerden tnenedilmemeîerinin istendiği hadislerde, onların esans-parfüm ve benzeri maddeler sürünmemiş olarak gelmeleri de istenmektedir. [709]Bun­lar işin müsbet tarafını belirten haberlerdir. Bunların yanında Hz. Âişe'-den bir haber daha nakledilmektedir. Hadis şudur;Peygamberimiz kadınların mescitlerdeki ihdas ettikleri şeyleri gör şeydiler... Onları mes­citlerden menederlerdi»[710]Bu hadis dışında el-Esrem başka haber nak-letmemektedir. Onun verdiklerine göre nesih durumu tesbit edilemez. Çünkü birisi sadece temenni ve zanna müstenittir. Diğeri ise kadınla­rın mescide gittiklerini haber vermektedir. Şafiî'nin anlayışına göre durum hacca seyahatten ibarettir. O, konuyu böyle görür ve ilgili haberleri vererek meselede tahsis tesbit eder. el-Esrem'in belirt­tiğine göre; mâniler, korkular v.b. durumlar olmazsa kadınlar mescitîere çıkabilirler.   Mübahlık   bu şartlara bağlıdır. Ama çıkmama­ları fazilet yönünden daha iyidir.[711]

 

23/3 - Kadınların Elbisesi İle Namaz Kılma:

 

Başlıktaki mesele, bu gün ve bizim ülkemizdeki giyim durumu için tuhaf karşılanabilir. Ama entari gibi bazı elbiselerin, kadınlar gibi er-keklerce de giyilen o günün müslüman toplumu ve bugünün benzeri ül­keler için normaldir. Yani böyle bir mesele söz konusudur. Bu mesele de el-Esrem'in naklettiği konulardandır. Konu ile ilgili hadisleri zikre­den ve tenkîdlerini yapan el-Esrem, ruhsat veren hadislerin gerek şöh­retleri ve gerekse karşıdaki hadislerin, ihticâca az elverişli oluşu; va­lidelerimizden nakledilen ve ancak onlarca bilinmesi gereken özel du­rumlara muâraza tşkil etmesi yönlerinden tercihine taraftardır. Yani bu şartlar içinde namaz kılan bir erkeğin namazı sahih olmaktadır. Meselenin nesihle ilgisi yoktur. [712]

Hadislerde belirtildiğine göre Peygamberimizden iki durum nakle­dilmektedir. Bunlardan birine göre : «Efendimiz kadınların şuur­ları ile namaz kılmazlardı. [713] Buradaki şuur kelimesi, kadının tenine temas eden ilk giyeceği anlamındadır. [714] Diğer haberlerde ise; «Hg. Âişe yanında iken, hayızh durumdayken; Peygamberimiz onun mır ti içinde namaz kümışlardır».[715] Hadiste geçen mırt; yünden, ipekten yapılmış olan kadınların dış elbiseleridir. [716]

Burada ister istemez şu nokta düşünülecektir: hadislerde zikri ge­çen elbiseler ayrı ayrıdır. Dolayısıyla, şuur içinde namaz kılmamış olan Hz. Peygamber mırt içinde kılmış olabilecektir; bu yol açıktır. Bunun dışında; zaten nesih konusuna temas eden bulunmamaktadı. [717]

 

24/4 - Uyuyarak Veya Unutarak Namaz Geçirme:

 

el-Esrem tarafından açılan bu başlık altında sevkedilen hadislere arasındaki tearuz gibi görülen nokta: hemen namazın hatırlanınca kılınması ile, o yerin terkedilmesinden sonra; yani kısa da olsa bîr arayı müteâkib namazın kılınmasıdır. Enes b. Mâlik'ten gelen bir hadiste Peygamberimiz : «Kim bîr namazı unutursa, hatırlayınca onu kılsın, bu kılması dışında ona keffâret yoktur»[718] buyurmaktadırlar, Ebû Hureyre'den nakledilen bir haberde ise böyle bir namaz geçirme anın­da Peygamberimiz o yerin terk edilmesini istemiş, bilâ­hare namaz kılmışlardır. [719]Son vak'a Hayber dönüşü olmuştur. El-Esrem meselede tahsis görür. Birinci hadisler ve o mânâdakiler âmm'dır. Diğerleri ise daha Özel halleri haber verir. Nitekim böyle bir yerde Pey­gamberimiz : «Burası şeytanlı bir vadidir» buyurmuşlar ve oranın terkedilmesini istemişlerdir. [720]

Nesih söz konusu edilmemektedir. [721]

 

25/5 - Namaz Kılan Kişinin Ayakkabısını Koyacağı Yer:

 

el-Esrem bu konuyu her halde bir nesih meselesi olarak vermemiş, sâdece ilgili haberlerdeki farklı durum üzerinde düşünülmesini istemiş­tir. Ama bu mesele bir şer'î mesele; müslümamn dînî hayatı ile ilgili bir RasûH ekrem tatbikatı; sünneti olarak şer'î hüküm içinde mütâlâa edilirse o takdirde, rivayet yoluyla hiç olmazsa nesih aranması nor­maldir.

Peygamberimiz, ayakkabılarım (na'leyn) çıkarıp namaz için hazır­landıkları zaman, onları sol taraflarına koymuşlardır. Bize bu bilgileri veren hadislerden birisi târih de verir : Mekke fethi günü. [722]Bunun yanında sola koymaktan meneden hadisler de vardır. [723] Ebû Hureyre'nin naklettiği bir haberde ise, Peygamberimiz ayakkabılarını iki ayakları   arasına   koymuşlardır. Meselemiz ile ilgili olarak nesihten söz edilmemektedir. [724] el-Esrem'in belirttiğine göre Peygam­berimiz imam olarak na'leynîni soluna koymuştur. Kendilerinin sol ta­rafları boştur. Fakat saflardaki müslümanlarm bu imkânları yoktur. Eğer sol tarafları boş ise o takdirde koyabileceklerdir. [725]

 

26/6 - Âmin   Deyişte Cehir Veya Gizleme

 

Peygamberimizin sözlerinden birinde âmâmm âmîn deyişi esna­sında cemâatin da birlikte âmîn demeleri» istenmektedir. [726] Bu hadisten, bir kısım ilim sahipleri, açıktan okunma; manası çıkarmakta ve aynı hadîsi cehir için de delil saymaktadırlar. Onların tezlerine göre, imâmın deyişi duyulduğu için cemaat de onun gibi âmîn diyecektir. Eğer duyulma olmaz, gizli söylenirse zaten imâmın fatihayı bitirip bi­tirmediği belli olmaz. Ebû Hureyre'den gelen bazı haberlere göre ise Peygamberimiz, fatihayı bitirince açıktan âmîn: derlerdi. Böy­le söylemeyi emrettikleri de belirtilmektedir. [727]

Diğer taraftan Vâil isimli bir sahâbîden gelen diğer bir habere göre ise Peygamberimiz, seslerini gizlerlerdi158. Son zâtın haberi ıztırablı bulunmaktadır.

îbnu Hacer, Peygamberimizin : «İmâm âmîn dediği zaman...» sözü­nün mecaza hamledilmesini savunur ve meseleyi bir nesih konusu ola­rak mütalaa etmez. [728]Nâsih mensûh yazarlarından el-Esrem de vak'ayı nakleder ve kendisi sadece   cehri   savunmakla yetinir. [729]

 

27/7 - Besmelenin Namaz İçinde Cehren Veya Gizli Okunuşu:

 

Büyük imam Sa'id b. Cübeyr'den nakledilen bir haberde konu şöyle .tasvir edilmektedir : «Peygamberimiz Mekke'de iken namazda besme­leyi açıktan okurlardı. Mekkelüer ise Müseylimatü'r-rahmân'a duâ eder­lerdi. Bunun üzerine : «Muhammed de Yemâme'nin tanrısına duâ edi­yor dedikodusu» çıkarıldı. Peygamberimiz gizli okunmasını emrettiler ve kendileri de vefatlarına kadar hep gizli okudular.[730]

Besmelenin gizli veya açık okuancağı meselesi bir bakıma aynı cüm­lenin Kur'ân'dan bir âyet olup olmaması ile de ilgilidir. Konu üe ilgili başlıca üç görüş teşekkül etmiştir: cehren okuma, gizli okuma, ne cehir ve ne de ihfâ taraflısı görüş.

Bizi burada daha ziyâde ihfâ taraftarı olan grup ilgilendirmek­tedir. Bu fikrin sahipleri, kendi kanaatlarınm hilâfına delil olan hadis­lerin varlığından haberdardırlar. Yalnız onlar, gizliliği belirten haberle­ri tercih etmektedirler.

Tercih sebebi olarak, hadislerin sübûtları ile senedlerinin şahinliği gösterilmektedir. Besmelenin açıktan okunacağını belirten haberler sıh­hat ve subût yönlerinden adı geçen hadisle tearuz teşkil edecek durumda değildir. Sa'îd b. Cübeyr'in verdiği habere göre (ki bu hadis mürseldir) diğer hadisler m e n s û h görülmektedir. Nâsih durumunda olan bu mürsel haberi te'kid eden başka hadislerin varlı­ğından söz edilmektedir. Halifelerin fiilleri de gizlilik tarafını tercihe yaramaktadırlar. Çünkü bu zatlar, Peygamberimizin her konudaki en son tatbikatını en iyi bilen kişiler olarak kabul edilmektedir.

Tahâvî, meselemizle ilgili olarak hiç te nesihten söz etmemekte­dir. Onun belirttiğine göre, cehri savunanlar, besmeleyi fatihadan bir âyet olarak gören ilim adamlarıdır. Kendileri cehre taraftar değiller­dir. [731]

Hâzimî'nin belirttiğine göre, konu ile ilgili olarak neshin düşünül­mesi, gerek cehir ve gerekse ihfâ durumu için müteazzirdir. Hadis­lerin tearuzunun tesbiti güç olduğu kadar tercihlerini gerektiren bazı meziyetler de mevcut değildir. el-Hâzimî'nin görüşüne göre mesele müttesa'dır. Her iki yolu tutanlar da isabet etmiş sayılmalıdırlar.[732]

 

28/8- İslâm Fıtratı Ve Nesih:

 

el-Esrem, Peygamberimizin : «Her doğan islâm fıtratı üzerine do­ğar..» hadisini nesih bahisleri arasında zikretmekte ve hadis ile mâ­nâ yönünden tearuz eder gibi olan bazı haberleri birlikte ver­mektedir. Onların açıklamalarını verirken, vak'anın nesihle ilgisi ol­madığım belirtir. [733] Bu bahsin, usûl kaidelerine nazaran nesih konusu olarak verilmesi de mümkün değildir, neshi savuyum da yoktur. [734]

 

29/9- Bir Vakitte İki Namazi Namaz Kılanın Bir Başka Cemaatle Tekrar Namaz Kılması:

 

Namazını kılmış olan bir ferd, gittiği bir yerde namaz kılanlar ile birlikte tekrar namaz kılacak mıdır? Bu namazı tetavvu' mudur? Böyle yapmak imkân dahilinde midir? İbnu Şahin eserinde bu meseleyi zik­reder. Onun belirttiğine göre Peygamberimizin sahâbilerinden İbnu Ömer'i, Ümmü Seleme'nin mevlâsı Süleyman, Medine'deki Bilât deni­len yerde (veya taşlıkta) [735] otururken görmüş ve namaz kılmayacak mısınız? demiştir. Namaz kıldığını belirten İbnu Ömer, Peygamberi­mizin : «Bir günde aynı namazı iki kere kılmayınız dediğini[736] nakletmiştir.

Bu hadise muarız olarak verilen haberde ise : Peygamberimiz, evin­de namaz kılan Mihcen isimli bir zâta «cemaatle birlikte namaz kıl, evinde kılmış olsan da» dediği nakledilir. İsnâd yönünden evvelki ha­disten daha kuvvetli gösterilen son habere, Muâz'ın bir tatbikatı da ilâve edilmektedir. Belirtildiğine göre M u â z , Peygamberimiz ile namazını kıldıktan sonra kavmine giderek onlara imâm olmaktadır.

Eserinde vak'ayı nakleden İbnu Şahin nesih için i h t i m â 1 1 i konuşmaktadır. Onun belirttiğine göre nesih mevcut ise, İbnu Ömer'in haberi (yani nehyi belirten, kılınamayacağını açıklayan hadis) mensûh olmaktadır. Bu durumda ikinci defa namaz kıhnabilmektedir.

İhtimâlin gerçekleşmemesi halinde ise her ikisini de ayrı ayrı mün-ferid meseleler olarak ele alan İbnu Şahin, fukahamn görüşünü de nakletmektedir. Tahâvî, Muâz'm durumu nehiyden evvel veya sonra olabilir demektedir. Onun ifâdesine göre böyle bir tatbikat mümkün­dür. Fakat neshi kuvvetlendirecek malzeme mevcut değildir.[737]

 

30/10 - Sabah Namazından Sonra Yan Tarafına Yatma:

 

Hz. Aişe'den, Peygamberimizin konu ile ilgili iki tatbikatından biri ile ilgili haber mevcuttur. Burada belirtildiğine göre Peygamberimiz : «Sabahın iki rek'atini kıldıktan sonra sağ taraflarına yatmaktadırlar.-» Diğer bir haber ise Ebû Hureyre'ye dayanmaktadır. Oradan anlaşıldı­ğına göre Peygamberimiz sağ tarafa yatmayı emretmektedir­ler. [738] Âişe validemizden gelen diğer bir habere göre ise, Peygam­berimizin :Ben oturur İsem benimle konuşurdu» şeklinde naklettikleri gibi validemizle konuşmaları söz konusudur. [739]

el-Esrem nesihten söz etmemektedir. [740] Bazı âlimlerin belirttiğine göre konu ile ilgili olarak altı tane kavi mevcuttur. En sahih kavle göre bu işi müstehâp görerek yapmak vardır. Nesih söz konusu değildir. [741]

 

31/11- Yatsıdan Sonra Oturma Veya Yatma:

 

Yatsıdan sonra oturup konuşma veya yatma meselesi de Peygam­berimizden gelen tatbikatların veya bu tatbikatlara ait haberlerin çe­şitli oluşu yüzünden nesih vak'ası olarak zikredilmiştir. Her ne kadar, müellif sarih olarak nesihten söz etmemiş olsa da, [742] nesih meseleleri arasında bunu da zikredişi bizim de konu ile ilgili bilgi vermemize se­bep teşkil etmiştir. Âişe validemizden gelen haberlere göre Peygamberimiz, yatsıdan önce uyumamışlar ve yatsıdan sonra da oturup ko-nuşmamışlardır. Yani Efendimizin yatsıdan önce uyumayı ve sonra da oturup konuşmayı kerih gördükleri zikredilmektedir. [743]

el-Esrem bize bu haberleri naklettikten sonra, hadislerin içinde Hz. Âişe'ye varan bir tanesinin zayıf görüldüğünü, diğer bir tanesinin ise nehiy ifâde etmediğini, sadece Peygamberimizin böyle bir fü'li olmadığını belirttiğini söylemektedir. Bu hadislerin hilâfına olan haberlerde de Peygamberimizin, Ebû Bekir'le yatsı namazından s o n -r a görüşüp konuştukları belirtilmektedir. [744]  Fakat bu manayı taşıyan hadisler de tenkîd edilmektedirler. Müellif naklettiği sekiz kadar hadis arasında bir tanesinin kerahet diğerinin ise aynı fiil ile ilgili ruhsat ifâde ettiğini belirtmekte ve her birinin ayrı vechi bulun­duğundan söz etmektedir. Konuşup görüşme ifâde eden hadislerde za­rurî bir durumun; faydalı bir çalışmanın bulunduğunu söylemektedir. Konunun nesih île ilgisinden bahsedîlmemektedir.[745]

 

32/12 - Akşamdan Sonra Kılınan İki Rek'at Nerede Kılınacaktır?:

 

îbnu Ömer ve Huzeyfe tarîklarıyla gelen haberlerden ikisinde Pey­gamberimizin bu namazı evinde ve mescitte kıldığı belir­tilir. İbnu Ömer'in naklettiği hadis emir şeklindedir. Orada, bu nama­zın «evde kılınacak bir namaz» olduğu açıklanır. Huzeyfe'ninkinde ise : Peygamberimizin akşamı kıldıktan sonra bir seferinde yatsıyı da evine dönmeden mescidde edâ ettikleri» zikredilir. Fakat durum özel bir hal midir? Akşam namazı bazı sebeplerle geciktiği için, onu kılınca vakti gelen yatsıyı da kılarak âdeti dışı bir iş mi yapmıştır Peygamberimiz, bilgi verilmez. Bu iki hadisten, adı geçen iki rek'atm evlerde kı­lınmasını isteyen hadis e s b e t görülmüştür. Sarihlerin belirttikleri­ne göre, evine dönmek isteyen bir mü'min bu namazı evinde kılmalıdır. Çünkü Efendimiz devamlı evlerinde kılmışlardır. Konu ile ilgili olarak nesihten söz edilmemektedir. [746]

 

33/13 - Akşamdan Sonra Kılınan İki Rek'atta Ne Okunacak?:

 

el-Esrem'İn verdiği meselelerden biri de budur. Ebû Vâil tarikiyle sevkettiği bir hadiste : Kâfirûn ve thlâs sûreleri nakledilir, îbnu Abbâs'tan gelen bir haberde ise Zelzele, Kâfirûn sûre­leri geçer. Müellif hepsini caiz görür, ilk haberi en sahih hadis olarak verir. Konu ile ilgili olarak nesihten söz edilmemektedir.[747]

 

34/14 - Akşamdan Önce İki Rek'at Namaz;

 

Asr-ı saadette, akşam namazından önce iki rek'at namaz kılındığını haber veren Enes, bu namazı kılanların çokluğu sebebiyle : «Müezzinin ezam, adetâ ikâmet samlmaktaydı»[748] der.

Enes b. Mâlik'in belirttiğine göre bu iki rek'at namaz ihtiyarî nitelikteydi; dileyen kılar, dileyen kılmazdı. Behz b. Hakîm'in belirttiği­ne göre, sahabe mescitteki direklerin arkasına koşarak yer kapışmak­taydı. Buradan, adı geçen namazı kılanların çokluğu anlaşılabilir. [749]

Bu haberlerin yanında, bunların hilâfına hüküm taşıyan ve Abdul­lah b. Yezîd'in dedesine dayanarak verdiği, aynı lafızlarla olmamakla beraber manaca ona yakın[750] diğer hadislerin belirttiğine göre : «İki-ezan arasında iki rek'at namaz vardır. Fakat akşam namazı bundan müstesna» sözü de Efendimizden vârid olmuştur. Yalnız bu nevî hadis­lerden bir kısmında :   «dileyen   kişi için» kaydı da vardır.

Hadislerin tedkîkin'den ilim adamları, bu namazın müstehâblığına kanâat getirmişlerdir. Fakihlerin ekserisi bunu müstehâb görmemektedirler. Onların görüşüne göre, akşam namazında ezandan sonra kılınacak iki rekattık bir namaz - geciktir ibnesi hoş karşılan­mayan- akşam namazının tehirine sebep olacaktır. Bu gruba mensûb bazı fakîhlere göre meselede nesih vardır. Yani bu namazın kılınması neshedilmiştir . Delillerinden bir diğeri de kıhnmamasını ön­gören hadislerin sıhhatçe daha güçlü olduğu iddiasıdır, Neshi tenkîd edenler, hadislerin arasının bulunmasına taraftardırlar. Burada teknik yönden nesih düşünülemez demektedirler.[751]

 

35/15 - Secde Edilecek Mahal; Çamur Ve Su Durumu:

 

Ebû Sa'îd el-Hudrî, Peygamberimizin yağmurlu zamanlarda çamur ve sulu yere secde ettiklerini ve izlerinin yüzlerinde görüldüğünü haber

verirken, Amr b. Osman, böyle bir zamanda Peygamberimizin yere inmeyip biniti üzerinde îmâ yoluyla secde ettiklerinden söz etmektedir. Esrem her iki durumun da meydana gelebileceğini ve ikisiyle de amel edileceğini savunur. Onun görüşüne göre Ebû Sa'îd hadisi kuru çamur­lar ve secde mümkün olan mahaller için düşünülebilir. Diğer haber ise su ve çamurun çokluğu yüzünden secde imkânı olmayan zaman ve me­kânlara mahsustur. Bu bahisle ilgili nesih iddiasında bulunan yoktur. [752]

 

36/16 - Münferid Namaz:

 

İmam Şafiî tarafından zikredilen bu mesele bir nesih vak'ası olarak verilmemektedir. İlgili hadislerin farklılığını zikreden îmam nesihten söz etmez. Vâbısa b. Ma'bed hadisinde : «Peygamberimiz, saffın geri­sinde tek başına namaz kılana namazını iade ile emretmişlerdir.'» Böyle bir durumda olan Ebû Bekre 'ye - bir başka sefer - «Allah namaza hırsını artırsın; namazı iade etme» demiştir. Konunun nesihte ilgisi yok­tur. [753]

 

37/17 - Namazda Ellerin Dizlerden Önce Yere Konması:

 

Secdeye varırken ellerin veya dizlerin önce yere konulusu bazı müel-îiflerce nesih vak'ası olarak gösterilmiştir. Nâfi\ A'rac ve Abdullah b. Sa'îd tarikleriyle gelen mürsel haberlerde Peygamberimizin ellerini dizlerinden önce yere koydukları zikredilir. Buna istinâd eden Mâlik ve Evza elleri dizlerden Önce yere koyma taraftarı olmuşlar­dır. Diğer bir grup ilim adamına göre ise durum berakstir; yani Önce dizler ve sonra da eller yere konularak secdeye varılacaktır. Bunların belirttiklerine göre ilk grubun haber verdikleri tatbikat neşredil­miştir. Sa'd hadisi diye anılan bir haberde : «Dizlerden önce elleri yere koyardık; sonra önce dizleri sonra da elleri koymakla buyurulmuştur. Yukarıda îmam Mâlik ile el-Evzâî'nin fikrin­den bahsetmiştik: el-Evzâî, zamanındaki müslümanları: «Dizlerden ön­ce ellerini yere koyar durumda bulduklarından» söz ederler.

Nâsih olarak ileri sürülen Sa'd hadisinin isnadı üzerinde menfi ma­nada konuşmalar mevcuttur. el-Hazimî'nin belirttiğine göre bu hadis mahfuz olsaydı neshe delâlet ederdi.[754] Nesih üzerinde başka bir iddia mevcut olmadığı gibi, meselâ et-Tahâvî gibi bazı müellifler ellerin önce konulmasını tercih etmektedirler. [755] Bunu takviye eden haberlerde ise; dizlerin ellerden önce yere konulduğu belirtilirı. [756]

 

38/18 - Cenaze Namazında Alınacak Tekbirlerin Adedi:

 

Cenaze namazında alınacak tekbirlerin sayısı ile ilgili olarak Pey­gamberimizden gelen haberler çeşitlidir. Dört tekbir alınacağını belirten haberlerin[757] yanısıra; beşıe, yedi[758] tekbir alındığım söyleyen hadisler de vardır. Haberlerin hepsi birer tatbikata müstenid-dir; Peygamberimiz bunların hepsini yapmışlardır. Zeyd b. Erkam'ın ardında, bir cenaze namazında bulunan râvî Mirka', Zeyd'in beş tekbir aldığını ve bu tatbikatı Efendimize izafe ettiklerini belirtir. Abdurrah-man b. Ebî Leylâ ise, adı geçen sahâbî Zeyd'in dört tekbir aldığım, bu­gün mûtadı hilâfına tekbir sayısını beşe yükselttiğini, sorulan soru üze­rine Efendimizin beş tekbir de aldıklarını söylediğim nakleder. Yalnız râvinin naklinde, yahutta anlamına gelen «ev» kelimesi geçmektedir, bu da edatın râviye veya diğer nâkillere ait olduğu hususunda şüphe uyandırmıştır. [759]

Konu ile ilgili olarak beliren görüşlere göre: cenaze namazında üç, beş, altı, yedi imamın aldığı kadar tekbir alınması ge­reği üzerinde konuşulmuştur. Tekbirlerin adetlerinin artışı üzerinde, iftitâh ve namazdan çıkış tekbirlerinin de karışıp karışmaması rol oy­namakta İse de ekseriyetin görüşü olarak tekbir üzerinde durulmaktadır. Ekseriyetin fikri olarak takdim edilen dört tekbir meselesi, Ebû Hureyre'ye varan birkaç ayrı hadise istinâd etmektedir.

et-Tahâvî bu konuda neshi kabul etmektedir. Onun nâsih olarak ilen sürdüğü şey ise, Ömer devrine ait bir meşveret ve dört tekbir üze­rine verilen karardır. Burada dikkatimizi bir husus çekmektedir: usûl-cülere göre icmâ nâsih veya mensûh olamamaktadır. Tahâvî'nin gö­rüşüne göre buradaki icmâ nâsihtir. [760] Nesih konusunda sarih konuşma­yan fakat meseleyi bir nesih vak'ası gibi veren el-Hâzimî'nin belirttiğine göre[761] «Ebû Hureyre mahreçli olan ve dört tekbiri haber veren hadis­ler, tarih yönünden daha sonraki devreden haber veren hadislerdir. Bu hadislerden birinde zikredilen ve N e c â ş î ' ye gıyaben kılınan na­mazda dört tekbir alınmıştır, Zeyd b. Erkam'm anlattıkları ise daha eski tarihlidir.

Diğer taraftan Abdullah b. Abbâs en son cenaze namazında Efen­dimizin dört tekbir aldıklarını, Enes b. Mâlik gibi, Bedir ehli ile Hâşimîlere Peygamberimizin yedi tekbir aldıklarını nakle­denler de olmuştur. îmam Ali ile Hz. Ömer'e ait tatbikatlarda ise yine dörder tekbir vardır. [762] Bu arada hadislerin c e m ' ine taraftar olan ve nesih görmeyen bir grubun varlığını da haber verelim. [763]

 

39/19 - Ezanın Teşrii.

 

Ezan konusundaki ihtilâf, hem târihî yönden hem de teşriindeki menşe' itibarıyla olmuştur. Beliren iki görüşten birine göre ezan Pey­gamberimize M i' r â c ' d a (îsrâ gecesi) öğretilmiştir. Diğerine göre ise, Medine'ye gelindiği zaman, müslümanlar namaz için toplanırlar vakti beklerlerdi. Sonra buna bir çâre bulmak üzere yapılan istişareler, bir takım rüyalarla da desteklenince Peygamberimiz Bilâl'e ezanı ta'îi-metti ve o zamandan itibaren ezan okundu. Bunlardan anlaşılacağı gibi, birinci fikir doğru ise ezan M e k k e ' de, diğerine göre ise Me­dine 'de tesbit edilmiş bulunmaktadır. İbnu Ömer ve Sa'îd b. el-Müseyyeb'in rivayetlerine göre ezan bir istişare neticesi tesbit edilmiştir. Yalnız bu hadislerden bazılarına g a r i b denilmektedir. îmam Ali'nin naklettiği bir habere göre[764] ezanın teşrii Mekke tarihlidir. İbnu Şahin bunlan nakleder fakat nesih ile ilgili konuşmaz. [765]

Diğer kaynakların İbnu Ömer'den nakillerinden farklı olarak İbnu Hacer bu sahâbîden, ezanın Mekke'de tesbit edildiği hususunda nakiller yapmaktadır. Fakat hadisin sıhhati üzerinde söz edilmiştir. [766] Meşhur îsrâ dışında mi'râcm ve isrânın teaddüd edebileceğinden ve bu öğretme işinin Medine'de meydana gelen bir diğer isrâda olabileceğinden bahse­denler de olmuştur. îbnu Hacer nesihten söz etmemektedir. Onu nakline göre Peygamberimiz Mekke'deki namazlarım hep e z a n s ı z kılmış­lardır. [767]

 

40/20 - Ezan Okuyandan Başka Bir Adamın İkâmet Etmesi

 

İki ayrı şahsın ezan ve ikâmeti yapmalarına müsâade edildiği halde evlâ olan tatbikat üzerinde ihtilâf edilmiştir. Abdullah b. Zeyd'e daya­nan bir hadisten öğrendiğimize göre Peygamberimiz Abdullah'a ikâmet ettirmiş, Bilâl'e ezan okutmuştur. [768]

Ekseriyetin görüşüne göre İki tatbikat arasında fark yoktur: yani aynı şahıs her ikisini ûe yapsa, veya ezanla ikâmet ayrı ayrı kişilerce icra edilse aynı değerdedir. Azınlık durumunda olan bir gruba göre, ezan okuyanın ikâmeti evlâdır. Bu görüşün sahiplerinin dayandığı hadis, Ziyâd b. Haris es-SuÜâî mahreçlidir. Peygamberimiz : «Ezanı kim oku-muşsa ikâmeti o eder»[769] buyurmuşlardır. Burada bizi ilgilendiren nokta mevcut nesih iddiasıdır Abdullah b. Zeyd hadisi hicretin ilk senesine ait tarih taşır. Ziyâd hadisi ise şüphesiz daha sonraki bir devrenin mahsûlüdür. İlim sahiplerinin belirttiklerine göre ; «İki emirden sonuncu­sunu bu hadis haber verir». Bize bunları nakleden e 1 - H â z i m î kendisi cem' taraftarıdır. îbnu Şahin meselede nesih görür ve Abdullah b. Zeyd hadisini eski tarihli; mensûh kabul eder. [770] Daha sonraki bazı müelliflerin konu ile ilgili farklı bilgiler vermedik­lerini, sadece îbnu Şahin ile el-Hâzimî'den nakiller yaptığını görmek­teyiz301. Meselede neshin isbâtını gerektiren bir durum görmek mümkün değildir.[771]

 

41/21- Ezan Ve İkâmette Adet Üşfâ' Ve İtiraf[772]

 

Bugün islâm ülkelerinde, bilhassa ikâmetin tek tek cümleler halinde icra edildiğini görmekteyiz. Bir kısım ülkelerde ise ikâmet aynen ezan gibi tatbik edilir. Konumuzla ilgili iki tabire raslamaktayız: i ş f â' ve î t â r : ezan gibi ikâmetin de çift çift veya tek cümleler halinde icrası.

Konumuz ile ilgili olarak   üç   görüşe   raslıyoruz :

a. İkâmet, ezan gibi   çift   çift   icra edilecektir,

b. İkâmet   tek   tek   söylenir, [773]

c. İkâmetteki tek tek okuma sadece tekbirler ile «kad kâmeti'ssâlah» dışındaki cümlelere mahsustur. Birinci görü­şün sahipleri arasında Kûfelilerin ekseriyeti teşkil ettiklerini görüyoruz. Bu zatlar Ebû Mahzûre hadisinin gösterdiği istikâmetle giderler. Ora­da belirtildiğine göre Peygamberimiz, Ebû Mahzûre'ye ezan ve ikâ­meti çift çift olarak öğretmiştir. Bu hadis muhkemdir ve diğer haber­leri nâsihtir. Ebû Mahzûre ile İlgili haberin tarihi Huneyn vak'asıdır ve yenidir. Bilâl'den gelen haberler ise eski tarihlidir; ezânm ilk meşru kılındığı günlerin tatbikatından haber verir. Burada zikri geçen ve Bi­lâl hadisi diye tanınan haber Enes'ten mervî olup «Bilâle ezam çift çift, ikâmeti ise tek tek yapmasını emretti[774] cümlesini ihtiva eder. Bu görüşe itiraz edenlerin delilleri arasında, Ebû Mahzûre hadisinin terci­hini gerektiren bir durumun olmadığı ön plana alınmıştır.[775] Ayrıca Ebû Mahzûre'ye dayanan ve Peygamberimizin evvelki ifâdelerinin tam ak­sini belirten birkaç hadis de zikredilen deliller arasındadır. [776]Daha pek çok ihtilâfların zikredildiği bu meselede neshin tesbitini gerektiren, ne teknik ne de tarihî malzeme vardır. [777] İbnu Hacer Hanefilerin görüşünü ve neshi verir. [778]Ahmed b. Hanbel'e varan bir haber ise tarih yönünden daha sonraki devreye aittir. Burada, Peygamberimizin fetih sonrası Me­dine'de Büâl'e ikâmeti tek tek yaptırdığı iddiası vardır. [779]

Tahâvî nesihten söz etmemektedir. [780]

 

42/22 - Namazda Elleri Omuzlara Kadar Kaldırma:

 

Şafiî nesihten bahsetmeden, ihtilaflı bir konu olarak bu meseleyi ele alır ve kendi tercihini yapar. Abdullah b. Ömer'in babasından nak­lettiği bir habere göre Peygamberimiz, namaza başlarken ellerini omuz­larının hizasına kadar kaldırmıştır. [781] Vâil isimli bir zâtın belirttiğine göre ise kış aylarında ellerini bornoz isimli giyimlerinin içinde kaldırmışlardır. [782] İmam Şafiî ellerin kaldırılmasını tecih eder, nesihten söz etmez. Tahâvî ise, Vâil haberini tercih ederek ellerin kaldırılma m asını seçmiş olur, nesihten bahis yok­tur. [783]

 

43/23- Cum'a Sonu. Kılınacak Namaz Miktarlı

 

Kat'î olarak nesih ile ilgisi tesbit edilmediği halde, sadece hadisle­rinde görülen zahirî tenakuza mebnî bir nesih meselesi gibi el-Esrem'in verdiği bu konuda; Peygamberimizin cum'anın farzını müteâkib iki, dört ve altı rek'at namaz kıldıklarına dair, ayrı ayrı görüşler belirmiştir. Dört rek'at namaz kıldığını ileri sürenler, ayrıca rek'atları ikişer bölmez; bir selâmla dört rek'at kılınacağını ifâde ederler. Ta­hâvî, mesele üzerindeki ihtilâfları ve farklı kanâatları, her grubun istinâdgâhı olan hadisleri de vererek açıklar; nesihten hiç söz etmez, [784]El-Esrem'in ifâdesine göre, bu namazın adedi daha fazla da artırılabilir. Müslümanların muhayyerliklerini belirten bir Ebû Hureyre hadisinde: dört rek'at kılınması istenir. Eğer mü'minin acele işi varsa iki rek'at nıescidde iki rek'atta evinde kılması öngörülür. Ebû Hurey-re'den gelen ve bu konu ile ilgili olan bir diğer hadiste böyle bir îzah olmaksızın : «Kılmak isteyenin dört rek'at kılması» Peygamberimiz tarafından emredilir. [785] îbnu Ömer ise Efendimizin cüm'adan sonra iki   rek'at kıldıklarını haber verir. [786]

 

44724 - Cum'a Günü Günün Yarısında, Namaz Kılma :

 

Ukbe b. Âmir'den gelen bir hadiste Peygamberimiz, sahâbilerine üç vakitte namaz kılmamalarını, cenazelerini gömmemelerini emretmişlerdir; güneşin doğuş zamanı, öğle üzeri zeval vakti tam gü­neşin dikildiği zaman, guruba yakın vakitler. Ebû Katâde yoluyla gelen bir haberde ise, cum'a günü bu yasaklardan hariç tutulmuş ve günün ortasında, namaz kılınabileceğine işaret edilmiştir. Bu son hadis ma'lûl sayılmaktadır. Râvileri içinde el-Vâkidî'nin de bulunduğunu el-Esrem haber verir ve nesihten söz etmez. [787]

 

45/25 - Cum'a Namazında Okunacak Sûreler:

 

İzahı esnasında : «Bu mevzuda vüs'at vardır, sûrelerin hepsi de okunabilir» dediği halde, nesih konuları içinde el-Esrem'in zikrettiği bir diğer bahis budur. el-Esrem'in belirttiğine göre hadisler arasındaki ihtilâf zahirîdir. Numan b. Beşir, Peygamberimizin el-Alâ ve Dehir sû­relerini okuduklarını haber verir. Ebû Hureyre ise Cumu'a ve Münâ-fikûn sûrelerinden söz ederler. Numan b. Beşîr ise el-Gâşiye ile Cuma'yı zikreder. Konu her halde nesih meselesi değil ayrı ayrı sünnet­lerin varlığı meselesidir. [788]

 

46/26 - Cum'a Gününde Duanın Kabul Saati:

 

el-Esrem'in sevkettiği bir seri hadiste Peygamberimizin  Cuma gününde ikindi sonu, gruba y akın vakitlerde,

hut­benin bitimi ile namazın başlamasına kadar olan zaman ara­lığında, ikindi namazı ile gruba kadar olan zaman içinde, imâmın hut­bedeki oturuşu ile namazı kılma için kalkışı arasındaki vakit­lerde...», müslümanlann Allah'a iltica ettikleri takdirde bu vakitlerin duâ kabul vakitleri olduğuna dâir beyanlarından söz edilmiştir. Müel­lifin ifâdesine göre sened ve metinleri ihtilaflı olan bu hadislerin-için­den seçim yapılmasının zorluğu yanında, konunun nesihle ilgisinin tesbiti de güçtür. Bu güçlük hem usûl ve teknik kaideler yönünden hem de meselenin kendi bünyesinden gelmektedir. el-Esrem, cum'a günü her vakitte bu kıymetli saatin aranmasına taraftardır. İhtilâfı şöyle çözüme ulaştırmağa gayret eder: hadislerin bazıları diğerinden e s a h h ola­bilir, bu vakit, kadir gecesinin çeşitli zamanlara intikâli gibi değişik vakitlerde zuhur edebilir, Peygamberimiz belki de buna işaret buyur­muşlardır. Meselemizin nesih ve ilgisi yoktur.[789]

 

4l/21 - Cum'a Namazının Hutbeden Önce Kılınışı Ve Neshi:

 

el-Hâzimî, Ebû Davud'un Merâsil'inde naklettiği bir haberde baş­lıktaki konuyu bir nesih meselesi olarak verir. Eldeki kaynaklarda bu­lunamayan bu hadise göre Mukâtil b. Hayyân isimli zat şöyle bir haber nakletmektedir : «Peygamber Efendimiz bayramda olduğu gibi hutbe­den önce namaz kılarlardı. Bir cum'a, hutbe îrâd etmiş yine namaz kı­lacaklardı. İçeri giren birisi Dihye'nin ticâret kervanının geldiğini haber verdi. Kervanın gelişi, âdetleri üzerine eğlenceli olarak karşılanırdı. Cemâat hutbenin terkinde bir beis olmayacağı zannıyla dağıldılar. Bunun üzerine Cünıua Sûresi indi. Peygamber Efendimiz 'de hutbelerini namazdan önceye aldılar. Bundan sonra da, ihtiyâcı olanlar elleriyle işaret edip izin alarak dışarı çıkmağa başladı. Münafıklar da müslümanlar bu ruhsatına sığınarak dışarı çıkıyorlardı. [790]Görünüşü itiba­rıyla iki ayrı tatbikatı haber veren bu hadis bulunamamıştır. Cumua Sûresi'nin inzali ile ilgili olarak böyle bir vak'a nakledildiği halde, na­mazın önce kılınışına raslanmamaktadır.[791]

 

48/28 - İmâmın Okurken Yanıldığında Fethedilmesi:

 

Misver b. Yezid el-Esedî'den gelen bir haberde Peygamberimiz, bir yanılma sonunda ; «Hatırlatsaydınız ya» buyurmuşlardır. Ali'den gelen diğer bir hadiste ise : «İmam fethedilemez» buyrulmuştur. el-Esrem teknik yönden hadislerin tearuz edecek güçde olmadıklarını belirtir. Tearuz olmayınca da nesih düşünülemez. Belki de herbiri ayrı konu­lardır. [792]

 

49/29 - İmâmın Ardında Kıraat Meselesi Ve Nesih:

 

İmâmın ardında namaz kılan me'mûmun, imâmdan ayrı olarak kı-râatla mükellef olup olmadığı hususunda çeşitli bilgilerle ve tat­bikatla karşı karşıyayız, Fukahânm aynı konu üzerindeki fikir ayrılık­ları, amel mezheplerinin ayrı yol tutmalarına sebep olmuş; müslüman-lar asırlardanberi imamın ardında kıraat eden etmeyen; ama yine de bu amellerini sünnete istinâd ettiren mü'minler olmuştur. Diğer pek çok meselede olduğu gibi burada da taraflar kendilerine delil olarak Pey­gamberimizin sözleriyle onun tatbikatını almış ve her fikir grubu kendi fikrini haklı bulmuştur. Bu arada meseleyi derinliğine inceleyerek, tâbi olduğu mezhebin görüşünden asırlar sonra farklı görüşlere erişenlerin de bulunduğunu görmekteyiz. Biz konu üzerinde hangi ekolünün daha haklı olduğunu araştırmaktan ve meseleyi vuzuha kavuşturmaktan zi­yâde, onun   nesih   ile olan ilgisi üzerinde duracağız.

Peygamberimizden sâdır olan bir hadiste : «F ât i h â okun­madan kılınan namazın noksan[793] olduğu belirtilir.[794] îmâmın ve me'mûmun namazda bilhassa Fâtihâ'y birlikte okuyacakları fikrinin en kuvvetli mesnedi bu hadis olmaktadır. Bu haber aynı zamanda, imâ­mın okumasını kâfî görenlerin aleyhine ortaya atılan delildir. Bunun yanında, evvelce Fâtihâ'nın imâmla birlikte okunduğunu, bilâhare Kur'-ân-ı Kerim'deki :Kur'ân okunduğu zaman derhal onu dinleyin, su­sun[795] âyetinin inmesiyle bu sünnetin terkedildiğini ve halkın okumayı bıraktığını haber veren hadisler de mevcuttur. [796]

Hadislerin ve sünnetten ilim sahiplerine intikâl eden bilgilerin ışı­ğında meseleye bakanlar   üç   fikir   etrafında toplanmışlardır :

a. Sadece   imâmın   kıraatini   yeterli   gören fikir. Bu gru­bun delili olan hadiste, sadece cehrî namazlarda cemâatin kıraati terki ifâdesi vardır.

b. Cemâat, kıraati   gizli   olan namazlarda   okur,   açıklar­da okumaz, susar. Burada, cemâatin okuyacağı şeyin ne olduğundan da bahis yoktur. Fakat genellikle Fâtihâ kastedilmektedir. Bunların belir­tiklerine göre Fâtihâ'sız namaz olmayacağım belirten hadisler mensûhtur. Islâmın ilk zamanlarına aittir. Âyetin inişi ile kıraatin terkedildi­ğini haber veren hadisler de delilleri arasındadır. Fakat bu haberlere münkatı' denilmiştir. [797]

Nesih iddiaları üzerinde şunu düşünmek mecburiyetindeyiz: eğer burada, bu grubun iddia ettiği biçimde bir nesih varsa, sün­netin kendi içinde bir neshi ile değil âyetin de taraf olduğu bir neshi görmüş olmaktayız. Bu takdirde mesele bizim çalışmamız dışına, çıkar. Her iki durum da ihtimâlden öteye geçmemektedir.

c. Fâtihâ her zaman   herkes   tarafından   mutlaka okun­malıdır. İmam Şafiî, el-Evza'î ve Şamlıların fikri bu merkezdedir, el-Hâziraî konu ile ilgili olarak başka nesih ihtimallerinden de söz etmek­tedir.[798]

îmâm arkasında kıraat konusunda neshin savunulduğunu görmü­yoruz. Tahâvî, Fâtihâ'sız namazın noksan olacağını ifâde eden hadisteki noksan manasına gelen kelimenin : «Cemaatin namazını kastettiği» hu­susunun sabit olmadığını belirtir, nesihten söz etmez. [799]

Bizim kanaatimiz odur ki : Peygamberimizin konu ile ilgili sünneti gayet geniştir; bazan imâm ardında okunmuş, bazan (bilhassa sesli na­mazlarda) terkedilmiştir, ikisi de sünnettir. «Hakikat bir olur, birinin tercihi gerekir, gibi bir görüşe varmak çok zordur. Fâtihâ'nın okunması üzerinde Hanefî âlimlerinden bile müsbet görüşlere raslamaktayız. [800]

 

50/30 - Başkasının Evinde İmamlık Etme:

 

imamlık konusunda Peygamberimiz ev sahibini daha lâyık görürler. Mâlik b. el-Huveyris tarîkıyla gelen bir haberde : «Birisi bir topluluğu ziyarete gittiğinde orada imam olmasın»,[801] buyurulmuştur. el-Esrem'in buna muhalif görerek verdiği haber ise : «Peygamberimi­zin böyle bir ziyarette imâm olduğunu» belirtir. Kaynaklar bu hadisi vermemektedirler. Abdullah b. el-Mes'ud'dan gelen hadiste ise, imam­lığa ancak izinle müsâade edilmektedir. [802] Bize konuyu veren el-Esrem, zaten kendisi neshi savunmamaktadır; «haberler zahirde muh­telif, aslında değildir» der. Mâlik hadisi - ki nehyi tezammun etmek­tedir- izin alarak imamet etsin mânâsına anlaşılmalıdır. İbnu Mes'ûd haberi bunu açıklar. Diğer haber ise Peygamberimize aittir; o serbesttir, istediği tarzda hareket eder.

Burada, tecrübe edilen bir duruma işaret etmeden geçemeyeceğiz; dînî hizmetler yapan kişi bir başka camiye veya eve; bir diğer imâmın muhîtindeki bir eve müsâfir olmuş ise iki hâl görülür: o muhitin görevlisi, meslektaşına vazife teklif eder veya etmez. Habersizce yapılan görevler; imamlık, hatiplik, va'z, cenaze, düğün, nişan, nikâh hiz­metleri mutlaka dedikoduya vesile olur; böylece Peygamberimizin neh-yinin hizmeti bir bakıma anlaşılır. Meselemizin nesih ile ilgisi yoktur.[803]

 

51/31- İmâmın Arkadakilere Göre Duruş Şekli  (İmâm İle, Arka­sındaki Me'mûm'un Namaz Esnasındaki Duruşları) :

 

Cemâatin az olduğu zamanlara mahsus olan bu hâl, mecburen imâ­mın yerini neresi olacağı hususunu da zikre sebep olmaktadır. Aslında, büyük cemâatlerde imâmın yeri belirlidir. Cemâat bir veya iki kişi, yahutta üç kişi olunca durum ne olacaktır? İşte böyle durumlarda, me­sele bir imâm ve bir de cemâat yönünden ele alınarak, imâ­mın ve cemâatin yeri denilmiştir.

Cemâatin tek kişi olduğu durumlarda onun, imâmın sağına durması veya soluna durması üzerinde konuşulmuş; her iki fikri de sa­vunanlar çıkmıştır. Sağa durur diyenler ekseriyettedir. Kaynak ola­rak Nehaî ve Abdullah b. Mes'ûd'a dayanan bazıları solu tercih ederler. Bunların dayandıkları şey, solda kılan birisini Peygamberimizin bir-müddet sonra sağa alışını belirten haberlerdir. Alkame ve Esved, Ab­dullah b. Mes'ûd'a yaptıkları bir ziyarette Sahâbi, birini sağına diğerini soluna alarak onlara imâm olmuştur. Burada imâmın öne çıkması yok­tur, aynı saf içindedirler. Cemâat üç kişi olduğu zaman, veya cemâatle imâm üç kişi olduğunda bu nevi tatbikat yanında, on­lardan birinin öne geçmesi görüşünü savunanlar da vardır. Ekseriyet bu fikirdedir. Yukarıdaki tek saf halinde kılmayı savunan Abdullah-b. Mes'ûd tatbikatını bu grup mensûh sayar. Eldeki delillerden birisi tarihîdir; iddiaya göre Abdullah'ın verdiği haber veya onun tatbikatı Mekke devrine aittir. Nitekim o devrede yapılan bazı fiiller (mesela namazda tatbik) bilâhare Peygamberimizce kaldırılmıştır. Medine'de bu yolda Efendimizin tatbikatı olmamıştır. el-Hâzimî'den başka bu ta­rihî bilgiyi veren kaynak yoktur.[804]

Câbir b. Abdillah'tan ve daha başka râvilerden gelen bir habere göre Peygamberimiz, soluna duran birini sağ tarafına almış; bir başka hâdise de imâ ile o tarafa geçirmiş; cemâatin üçe dolma­sı üzerine olanları hep arka tarafına almıştır.[805] İddiaya göre bunlar hep Medine devrine ait haberler olup, Peygamberimizin en son sünnetini belirtmektedirler. Râvilerden Meselâ Câbir b. Abdillah, Be-dir'den sonraki muharebelerde ve gazvelerde bulunmuştur, haberlerin­de gazvelerdeki tatbikatı haber verir. Ayrıca bazılarının gelip ilk önce sola duruşları, ilk hükmün sola durmak şeklinde olduğuna delil göste­rilmiştir. Yalnız bu kuvvetli bir iddia olmasa gerektir. Çünkü, bilmeden gelip durmuş da olabilirler. Peygamberimizin solundan sağma, sonra da - bazı vak'alarda arkaya alışı, sahabeye en son tabîkatı öğretmek için yapılmış uyarılar şeklinde nitelendirilmiştir.

Başta naklettiğimiz Abdullah b. Mes'ûd ile ilgili tatbîkatm dar bir mescitte cereyan ettiğini ileri sürenler de vardır. Peygamberimizin sa­habe ile ilgili haberlerdeki durumların Özel haller olduğu, mescit dar­lığının mühim rol oynadığını belirten müellikler neshi söz konusu et­mezler. [806]

 

52/32 - Mesbûkım, Namazdan Kaçırdığı Kısımları Önce Kılıp Bilâ­hare İmâma Uyması Ve Neshi:

 

Muâz b. Cebel'den nakledilen bir hadise göre müslümanlar İslâmm ilk zamanlarında mescide gelirler, imâm namazın bir kısmını kılmış ise. oradakiler gelene işaret eder o da o miktarı kılar ve imâma uyardı. Kaynaklarda verilmeyen bu hadis sadece el-Hâzimî'de geçmek­tedir. [807] Bu tatbikat bilâhare kaldırılmış ve uygulama bugünkü şeklini almıştır. Namazın bir kısmını geçiren mü'min, imâmın selâmından son­ra, kendisi kalan kısmını tamamlayacaktır. îşâret zaten kaldırılmıştır. Hadiste belirtildiğine göre, Abdullah b. Mes'ûd ile Mu'âz geldiler ve ge­çirdikleri kısmı bilâhare kalkıp kıldılar; Peygamberimiz onların tatbi­katını beğendi ve Mu'a'ziın yaptığı gibi yapınız, [808]buyurdular. Burada belirtildiğine göre Peygamberimizin bu sözü bir nevi tasvîb ve teknik tabiri ile takrir olmaktadır. Müzeni bunu kabul etmemiş; Pey­gamberimizin değişen tatbikatını mu'âz'ın bildiğini, ona göre yaptığını, Efendimizin de Mu'âz'ın yaptığı gibi yapın diyerek kendi yeni sünnet­lerine işaret buyurdukların belirtir ve Efendimizin m e t b û olduğu­nu, tabî olmadığını savunur.

Şafiî, baş tarafta belirtilen şekilde namazın önceden eksiğini kılıp imâma uyma tatbikatının, namazın tamamını i f s â d ettiğine kani­dir. Böyle kılınan bir namazın ona göre iadesi gerekir. Bu tatbikatı mensâh sayar. Diğer eserler öyle bir konuya teTnas etmemektedir.[809]

 

53/33 - İmâmın Hatası Ve Cemâatin Namazının Durumu:

 

îbnu Şahin, Ebû Şureyh ve Ukbe b. Âmir tarikiyle iki hadis sevkeder. [810] Bunlarda belirtildiğine göre : «İmâm namazım tamam kıldınrsa hem kendine hem de cemâatin lehinedir bu durum. Eğer eksik yaparsa; noksan imâmın namazına, tamhk ise cemâatınkine aittir; onların na­mazları zarara uğramaz; günahkâr imamdır, onlar değil». Ebû Hureyre menşe'li bir diğer hadise göre ise : «îmâmın namazı bozulunca cemâa-tinki de bozulur, onunki tam ise cemâatinki de tam olur. [811]İbnu Şahin bu meseleyi bir nesih bahsi olarak vermez; hadisleri îzaha çalışır ve der ki : «İlk iki hadisteki hâl; imâmın rükû' secde ve1 ka'de yapmadan önceki durumlarda vârid olan hatasına şâmildir: imâmınki eksik, diğerleri tam olur bu takdirde. Son hadis ise; İmâmın a b -d e s t s i z veya c ü n ü b oluşunu namaz sonu hatırlaması haline hastır: eğer durum belli olursa her iki tarafın, halka belirtilmediğinde ise sadece imâmın namazı gider. Nesihten söz eden yoktur.[812]

 

54/34 - Teşehhüd

 

Şafiî'nin hadis ihtilâfları cümlesinden verdiği bu konuda kendisi de bir nesihten söz etmemektedir. Ka'delerde, namaz kılan zâtın okuyacağı salât ve selâma dâir biribirlerinden az çok lafız farkı olan duâ-hadisler nakledilmektedir. Banların hepsini de Peygamberimiz gerek münferiden ve gerekse cemâat halinde sahabeye bizzat kendileri Öğretmişler­dir.[813] Öğrenenlerin mânâya tesir etmeyen bazı lafız değişiklikleriyle bunları belledikleri de belirtilmiştir, imâm eş-Şâfiî, İbnu Abbâs'tan ge­len şeklini daha tam bulur ve onu tercih eder. Diğer taraftan, nesihten söz etmeyen et-Tahavî ise bugün için Hanefîlerin oku­makta oldukları et-Tehiyyât'ı savunur ve bunu haber veren hadisleri güçlü görür. [814]

 

55/35- Oturarak Namaz Kıldırdığında İmama Uyma:

 

Bu meselede, hastalık sebebiyle oturarak namaz kıldırmakta olan imâmın arkasındaki cemâatin alacağı durum söz konusudur. Böyle bir meselenin incelenmesine sebeb ise, peygamberimizden gelen iki tatbi­kattır. Bu tatbikatlarından birisi peygamberimizin binitten düştüğünde rahatsızlanıp oturarak namaz kıldırmaları, diğeri ise âhirete intikâllerinden önceki hastalıklarında Ebû Bekir ile birlikte namaz kıldıklarında aldıkları vaziyettir. îlk vak'ada pey­gamberimiz, ûmâmın kendisine uyulmak üzere öne geçirildiğini; on­dan farklı hareketlerin yapılmamasını» ister ve «oturarak kıldığında sizde hepiniz oturarak kılın»[815] buyurur. Diğer tatbikatta ise kendisine bir vekil tayini (istihlâf) vardır. Kendisinde iyilik hisseden Efendimiz mescide gelerek, îmâ ile ashaba durumlarını değiştirmeme­lerini istemiş ve kendileri oturarak cemâat ayakta namaz kılmışlardır.

Bu iki tatbikat   üç   fikrin   belirmesine sebeb olmuştur:

a. îmâm oturursa  cemaat de oturarak kılar. Çünkü imâma tam olarak uyulmasını isteyen hadisler muhkemdir. Ebû Hureyre, Ahmed b. Hanbel ve ehl-i hadisten bir grup bu fikirdedir.[816]

b.  Oturarak kılan imam, ayaktaki cemâate imâm olamaz, onlar da otururlarsa namazları sahih olmaz.

îmam Mâlik, Muhammed b. Hasan bu fikre sahiptirler. Sevri'ye göre ise imâmın namazı sahihtir.

c. Cemâat ayakta kılar, oturma hususunda imâma tâbi olmazlar. Bu grubun mesnedi peygamberimizin son istihlâflarında cemâatin ayakta oluşlarıdır. Nesih iddiası bunlarda vardır. Evvelki tatbikatlar ve emirler mensûhtur. Abdullah b. el-Mübârek ve e§-Şâfiî bu fikirde­dirler.  Neshin sübutunu kuvvetlendirecek deliller içinde, peygamberi­mizin hastalığı sırasında Ebû Bekr'i istihlâfı vak'ası en kuvvetlisidir. Burada da ihtilâflar vardır; bazılarına göre Ebû Bekir imamdır, pey­gamberimiz,  ve  cemâat ona uymuşlardır.   Ekseriyetin   görü

ş ü ise; peygamberimiz, Ebû Bekir'e ve cemâate birlikte imâm olmuş, Ebû Bekir sâdece âhil rol oynamıştır. Burada cemâat ayaktadır. îlk tatbikattaki «imâm otururken kıldırırsa sız de oturunuz» emrini, ka'de-ler ve celseler için kabul eden ilim sahipleri de mevcuttur; onların id­dialarına göre hadiste cemâatin imâmdan önce davranmamaları, rü­künleri ondan evvel başlayıp bitirmemeleri istenmektedir. Fakat bu türlü anlayışa ters düşen bir haber imâm Mâlik'ten nakledilir, îmâm'm belirttiğine göre, sahabe gününde rahatsızlık sebebiyle otura­rak namaz kılan imamlar ve onlara öylece uyan cemâat vak'aları var­dır. Kays b. Kahd isimli zatın haber verdiğine göre, imamları olan ki­şi hastalanmış, oturarak imamet etmiş onlar da oturarak imamlarına uymuşlardır. Peygamberimizin maraz-ı mevtlerindeki en son tatbikat­larını Sahabe ve Tâbiûn haber verirler. [817] îmam Şafiî, bir başkasının istihlâfım daha iyi görmekle birlikte, cemâatin ayakta kılmasını savu­nur ve neshi kabul eder. Peygamberimizden gelen bu vak'a tek vak'a-dır. Şafiî ayrıca şunları da söyler: «Bu konuda peygamberimizden nâsih da mensûh da aynı güçte nakledilir. îstihlâf peygamberimizin çok­ça müracaat ettikleri bir yoldur. Nesih yine onun sünneti ile cereyan etmektedir».[818]

Ebû Dâvûd, Sünen'inde nesihten bahsetmez; fakat şârihi, konu ile ilgili bilgileri neshe meyyal olarak verir[819]. İbnu Hacer neshi savun­maz, bazı imamların ikili, üçlü ve tek yönlü nesih iddialarını nakil ile yetinir[820]. Kanâtımızca ; eğer «oturduğunda imâm, siz de otu­rarak kılınız» emri, imama muhalefeti değil de hakîkaten oturarak kıl­mayı istihdaf ediyorsa, tarih yönünden nesih düşünmek mecburiyeti ile karşı kar siyayız.[821]

 

56/36- Salât-İ Vüstâ Ve Nesih:

 

Bir Muharebede peygamberimizin kendilerini oyalayan düşman için «Bizi ikindiden, ortanamazdan oyaladılar[822] dedikleri sabit olmuş­tur. Bu haberi îmam Ali ve Semüre b. Cündeb naklederler. el-Esrem, Âişe'den menkûl bir rivayeti de birlikte verir: «Âişe kendisine bir mus-haf yazılmasını ve orada namazları muhafaza ediniz, ikindi na­mazını da koruyunuz ve orta namazı da muhafaza ediniz; tarzında, Kur'ân'da mezkûr âyetin yazılmasını emretti. Hz. Âîşe'nin emrini kendisine verdiği Ebû Yûnus, validemizin bu kıraat tarzını Efendimizden duyduklarım belirttiğini söyler. Burada, orta namaz ve ikindi, ayrı ayrı atıf vavlarıyla belirtildiği için yukarıdaki hadislere muarız gibi bir durum söz konusu olabilir. Çünkü oralarda, ikindi na­mazı ile orta namaz aynı şey olarak zikredilir. Böylece Efendimizden iki beyân mevcut olmuş olur. el-Esrem'in belirttiğine göre bu hadisler arasında tearuz yoktur. Herhalde bir başka kıraat şekli olan Hz. Âişe'-nin okuduğu tarzda, te'kid için, namazlar, ikindi namazı, orta namaz ayrı ayrı verilmiştir. Aslında namazlar tabiri içine hepsi girmektedir. Burada nesihle ilgili bir durum yoktur; olsa bile âyetle nesih söz ko­nusu olma durumu vardır. [823]

 

57/37 - İkindi Sonu Kılman Namaz:                                             

 

Üzerinde neshin sübûtu tesbit edilemeyen bir konu da budur. Urve tarîkıyla Âişe'den  gelen iki ayrı habere göre peygamberimiz:    İki r e k ' a t[824] ve iki s e c d e[825]  îfâ etmektedir. Yâni ikindi sonu na­mazları vardır. VâÜ isimli bir zat, peygamberimizin bu iki rek'atta; Kâfirûn ve İhlâsı okuduğunun da sabit olduğunu nakleder. Yine belir­tildiğine, göre, bu namazı meneden Ömer'e, Temim ed-Dârî, Efendimi­zin gününde kılındığı cevabını verince, «herkes senin gibi olsa aldır­mam» dediğini naklederler. [826] Bu hadislerin hilafı durumunda olan ha­berlerde ise; Ömer bu namazın nehyedildiğini, Ümmü Sele­me de öğle sonu kıldıklarını belirtir. îmanı Ali, peygamberimi­zin; «sabah ve ikindi hâriç bütün namazların sonunda iki rek'at kıldık­larım» haber vermektedir. [827]

Nâsih-mensûh müelliflerinden îbnu Şahin nesilıten söz etmez; kı­lınmayacağım belirtir. [828] Ekseriyetin fikri de hu merkezdedir. Diğer taraftan Âişe'nin bilgisinin de Ümmü Seleme'ye dayandığı iddiası var­dır. Yine belirtildiğine göre bu namaz, peygamberimizin öğleden kal­mış, özel bir durum neticesi gecikmiş bir namazı olsa gerektir. [829]

 

58/38 - Borçluya Cenaze Namazının Kılmmayişi Ve Neshi:

 

İbnu Şahin bir serî cenazeden bahseder. Bunların üzerine peygam­berimiz bir zamanlar cenaze namazı kılmamışlar dır. Adı geçen cena­zeler içinde; hakkında husn-i şehâdette bulunulmayan, borçlu olan, intihar eden kişiler vardır. Meselenin tamamı­nın incelenmesi sonucu, bunlara peygamberimizin emriyle sahabenin namaz kıldıkları, ehH kıble olmak şartıyla; günahlı günahsız mü'miri­lere namaz kılınacağı belirtilir. [830]

Câbir tarîkiyla gelen bir hadiste peygamberimiz, borçlu bir cena­ze için:  «Arkadaşınızın namazını kûımz»[831]  buyurmuşlardır. Böyle durumlarda peygamberimizin cenazenin borçlu olup olmadığını sor­dukları belirtilir. Fakat bu durum sonradan n e s h edilmiştir Peygamberimizin, borçlunun borcunu kendi üzerine alarak veya bir başka arkadaşının tekeffülü ile namazı kıldıkları sabittir. Yine Hz. Câbir'in verdiği bilgiye göre, fetih sonrasındaki cenazelerde böyle durum­lar vardır. îbnu Abbâs ise, peygamberimizin namaz kılmadığı bir ce­naze üzerine, Cibril'in vahiy getirdiğini, peygamberimizin borcu ken­di üzerine, alıp o mü'mine namaz kıldırdıklarını haber verir. [832]İlim adamları, mutlak kılınmamayı kabul etmezler. Onların belirttiğine gö­re eğer kılınmayacak durum olsaydı, Efendimiz cemâate de kıldırmazlardı.[833]

 

59/39 - Müntehirin Cenaze Namazı

 

Kendini Öldürme işi islârrida haram kılındığı için, peygamberimiz bu fiilin kötülüğünü beyan zımmmda bir müddet cenazelerin namazla­rına iştirak etmediler. İlim sahipleri peygamberimizin bu hareketini, fiilin kötülüğünü iyice açıklamak (tağlîz) için olduğunu belirtir­ler.[834] İmâm Mâlik'e göre imâmın kendisi namaz kılmaz fakat cemâat kılar. [835] Ebû Dâvûd, İmâmın da kılabileceğini söyler. [836] Nesihten söz edilmemektedir.[837]

 

60/40- Mescitte İstilkâ:

 

Mescitte yatılıp yatılmayacağı konusundaki hadisleri İnceleyen İbnu Şahin, peygamberimizin ve sahâbilerin yatışlarının, yi­ne Efendimizce neshini ihtimâl dahilinde görür. Bu hali, peygam­berimize has bir fiil saymamaktadır.

Istilkânın şekli üzerinde, diğerlerinde sırtı üzerine tâbiri var­dır. Bunların şekli ayrıdır: bir kısmında insan daha da uzanmak adetâ yatmak mecburiyetindedir. Hadislerin bazılarında mescitte kay­dı[838] olduğu halde diğer bazılarında yoktur. Abdullah b. Zeyd mahreçli bir haberde bu zat, peygamberimizin ayaklarından birini diğerinin üze­rine atmış durumda mescitte istilkâ vaziyetinde gördüğünü belirtir. Bu­nun muarızı gibi olan hadislerde ise istilkâdan nehiy vardır. [839] Nesih üzerinde sarih konuşma mevcut 'değildir. Ayrıca usûl yönünden de ne­sih iddiâsî tenkîd edilebilir.[840]

 

61/41 - Kıble Tahvili Ve Nesih :

 

Peygamberimiz Medine'yi teşriflerinde, dedesi tarafından akraba­ları olan bir obada müsâfir kaldı. Buradaki ikâmetlerinde Beyt-i Mak-dis'e doğru ibâdet ettikleri belirtilmektedir. Yine ifâde edildiğine göre yahûdilerin hoşuna giden bu durum, bilâhare kıblenin tahvili ile ilgili tatbikat vuku bulunca aleyhte kullanıldı. Mekke ve Medine'deki bu kı­sa dönem içinde peygamberimiz, Ka'beyi, kendisi ile Beyt-i Makdisi arasına alacak tarzda ortalamakta idi. Yâni kıbleye doğru hafif inhirafla dururdu. [841]Bundan sonra kıblenin değişmesini isteyen âdet inmiştir. Burada ihtilaflı olan nokta şudur: îlk tatbikatın menşei âyet midir? Yoksa sünnet midir? Hadisler bu nesihte taraf mıdır, de-ğilmi?   Bu sorulara çeşitli cevaplarla karşılaşmak mümkündür:

a. Mensûh olan ilk tatbikat sünnet ile sabit bir hüküm idi. Bilâhare bu,    kitap   ile   neshedildi.

b. İlk emir de ikincisi de; nâsih de mensûh da Kur'ân âyeti idi. Bu ihtilâfın menşei az önce de anlatıldığı gibi:      âyetle hadîsin karşılıklı neshi problemidir. Mesele geniş çapta ele alındığı takdirde taraflar ne olursa olsun sünnet içindeki bir nesih söz konusu kabul edi­lirse, âyette olduğu gibi hadislerde de[842] neshin mevcudiyeti ile karşılaşırız. [843]

 

62/42- Müsâfirin Müsâfirliğinin Müddeti (Namazı Ne Kadar Müddetle Kısa Kılacaktır?)

 

el-Esrem'in sevkettiği bazı hadislerde Peygamberimizin on sekiz gün, bazılarında ise on veya on beş gün taksîr-i salât ettikle­rinden söz edilmektedir. Bu hadisler Mekke fethi olayını tâkibeden günlere aitti ve Medine'ye dönüş katî olarak bilinmiyordu. Bu bilme­me hâlinin devamı müddetince taksir devam edecektir; konunun ne­sihle ilgisi yoktur.[844]

 

63/43 - Seferde Namazları Birleştirme :

 

Namazların cem'i konusunda, ikindi ile öğlenin ve akşam ile yatsının birleştirilerek peşpeşe kılınmasından bahsedilir. Gelen hadislerden bir kısmında belirli bir zamanda ve me­kânda (meselâ Hac mevsiminde Müzdelife'de) belirli bir özre meb~ nî (meselâ sefer hazırlığı gibi) cem'den bahsedildiği gibi, özürsüz olarak cem'den de söz edilir. İbnu Şâhin'in ileri sürdüğü nesih iddiası; özürsüz cem' yapılmasının kaldırıldığı şeklinde olup, İbnu Abbâs'tan gelen bir hadise göre Peygamberimiz böyle bir cem' işini yapanın ke­bîre işlediğini ifâde buyurmuşlardır. [845] îşin tuhaf yönü, mensûh olan haberin ravilerinden biri de Abnu Abbâs'tır ve «Peygamberimizin yağ­mur, korkulu bir durum ve benzeri özür olmaksızın Medine'de, sırf ümmetine güçlük olmaması için namazların cem'ine müsâade ettikle­rini» haber verir. Çeşitli zamanlarda: akşamla yatsının ve öğle ile ikin­dinin cemedildiği vâkidir. [846]

Muâz, Peygamberimizin Tebûk günü, ikindi ile öğleyi ve akşam ile yatsıyı birleştirdiğini haber verir. Cem' taraftarları, adı geçen vakitler arasındaki vakit birliğini savunurlar; yani öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı onlarca aynı vakitlerde kılınabilir. Diğer bazı âlim­ler ise cem'i başka türlü îzah ederler; onlara göre ikindi vakti girer­ken yapılan bir «öğle ve ikindi cem'i», cem' değil na­mazları kendi vakitlerinde kılmaktan ibarettir. Öğle, son vaktinde, ikindi İse ilk vaktinde kılınmış olmaktadır. Zaten Peygamberimiz bazan öğleyi tehir, ikindiyi ise takdim ederek kılarlardı. Bunlar tamamen özel hallerdir ve mahdut tatbikatlardır.[847] Özürlü olarak cem' ve hac­daki cem ihtilafsızdır. İhtilâf özürsüz cem' üzerindedir. Tahavî bu ko­nuda nesihten bahsetmez. [848]

 

64/44- Îstiskâ Namazı Ve Hutbesi

 

îstiskâda hutbenin varlığı ve yokluğu ile, namazın var­lığı ve yokluğu münâkaşa edilmiş, hutbenin şekli nesih meselesi olarak görülmüştür. Bazı imamlara göre istiskâ bir niyazdan ibarettir ve na­maz yoktur. [849]Ekseriyet namazın varlığını savunur. Hutbenin namaz öncesi veya sonrası olacağı konusunda iki türlü haber vardır. îbnu Ab-bâs'm: «Peygamberimiz bugün sizin okuduğunuz hutbe gibi îrâd etmez­di» sözü neshi düşündürmüştür.

îbnu Abbâs'm, o günkü hutbeleri, Peygamberimizin hutbelerinden ayrı gören sözünü: «sizin gibi uzatmazdı» mânâsına anlayanlar vardır. Yoksa bu söz, hutbe okumazlardı anlamına gelmemektedir. [850] Durum böyle olunca meselenin nesih ile olan ilgisi de ortadan kalkmaktadır. Zaten bu mevzuu, Esrem'den başka bir müellif nesih meselesi olarak vermemektedir. [851]

 

67/47- Salât-İ Havf, Harpte Namazın Taksiri Ve Te'hîri:

 

Seferdeki taksîr-i salâtm müddetleri nasıl ihtilaflı ise, bu konuda sefer sahibinin mecbur veya muhtar oluşu da   ihtilâf   konusu yapmıştır. Beliren iki görüşten birine göre kişi muhayyerdir, diğerine göre ise iki rek'atm üzerine farz olarak ziyâde ede­mez. Huneyn ve Tâif'te ikişer rek'at kılan Peygamberimizin, evvel­ki seferlerinde de, donünceye kadar ikişer kıldığı belirtilir. Enes'ten gelen bir hadiste ise: «Sefer ederdik; içimizde tam kılan da olurdu, taksir eden de» denir. Bu hadiste seferin mesafesi, şartlan, za­manı belirtilmediği gibi, taksire manî ve onu belirten hadislerle çatışır durum da yoktur. Sadece: «Birimiz diğerini ayıplamazdı» sözü vardır. Hz. Âişe'den gelen ve namazların aslında İkişer rek'at farz kılınıp, ha­zar zamanı namazlarına sonradan iki rek'at ilâve olduğunu belirten haberler ile taksiri belirten diğer hadisler daha esbet görülmüştür.[852] Kaynaklarda nesihten söz edilmez. [853]

 

69/49 - Namazda Etrafa Bakınma Ve Neshedilişi:

 

el-esrem'in nesihle ilgili eserinde verdiği bu konuyu yine kendisi nesihle ilgili bulmamaktadır. Yirmi küsur, yirmi beş, yir­mi yedi, yirmi dört derece gibi farklı rakamların yanında, yüz kat ecir fazlalığı iddiası da vardır. Bunların hepsi huşu ile ilgili bulunmaktadır. [854]

 

70/50 - Namazda Konuşma:

 

Korku namazının miktarı, kılmış şekli ve tehiri ile ilgili konular bazan ayrı ayrı işlenmekte, bazı eserlerde ise başlıkların değiştiğine şâhid olmaktayız. el-Hâzimî namazın icra tarzını ele alırken, el-Esrem tehirini (vaktini) işlemiş ve nesih meseleleri arasında zikretmiştir, îmam §âfi'î ise, eserinin iki yerinde[855] korkulu veya korkusuz zamanda taksîr-i salât ile, harb halindeki namazın icra şeklini vermektedir. Müelliflerimizden hiçbirisi nesih konusunda ihtimâlden öteye geçen be­yanda bulunmamaktadır. Eldeki hadislerin tetkiki neticesi iki tatbika­ta Taslamaktayız; namazların geçirilip, bilâhare harbin tavsama veya   bitme   zamanında her namaz için ayrı ayrı ikamet ederek sırayla onların kılınması. [856]Abdullah b. Mes'ûd tarafından haber veri­len bu tatbikatın tarihi Hendek harbidir ve Medine devrine aittir; di­ğeri ise harbin devamı sırasında her namazın kendi vakti içinde ve muhariplerin gruplara ayrılarak nöbetleşe aynı imama uyarak kılma­ları. [857]Bu son kılış tarzında 'da ihtilâf edilmiştir. Bazılarına göre her grup imâmla iki rek'atı kılar ve harbe gider, diğerlerine göre ise imâm herkese birer rek'at kıldırır, onlar kalan tek rek'atlarını nöbetleşe ta­mamlarlar. Salih b. Havvât isimli zatın belirttiğine göre herkes imâm­la ve sadece tek rek'at kılar. el-Esrem ve el-Hâzimî'nin belirttiğine gö­re Peygamberimizin namazların geçirilmesi ve sonradan sırayla kılın­ması şeklindeki sünneti mensûhtur; salâH havfi belirten âyetin nüzu­lünden önceki devreye aittir. [858]

imâm Şafiî'nin belirttiği ve ayrı bir mesele olarak ele aldığı diğer konu olan taksîr-i salât, harple ilgili salât-i havf ile birlikte Nisa suresinin 101 ve 102. âyetlerinde de zikredilmektedir. Âyetlerde şöyle buyurulur: «Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer kâfirlerin size fenalık yapacağından endîşe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanı-nızdtr»; «Sera de İçlerinde bulunup da namaz kıldırdığın vakit onlardan bir kısmı seninle birlikte dursun, silahlarını (yanlarına) alsınlar. Bu suretle secde ettikleri zaman da arka tarafınızda bulunub düşmana karşı dursunlar, (bundan sonra) henüz namazını kılmamış olan diğer kısım gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar...» Peygamberimizin emniyet içinde­ki Mekke, Medine seferlerinde de kasr-i salât ettiğini belirten Şafiî, Ömer'den naklettiği bir haber ile korku şartının olmadığını savunur.

İmâm Şâfİî salât-ı havf in kılınmış tarzında, İmâm Mâlik ile aynı görüşte olduğunu belirtir. Burada ilk tatbikatın kaldırılması meselesi kabul edilirse nesihten bahsedilebilir. Ama o vak'alarda, harbin sıkı­şık durumu ve salât-ı havfin inmediği zamanlarda Efendimizin tatkatı esas olduğu kabul edilince de nesihten söz edilemez. §âfiî ve Ta-hâvi neshi savunmamaktadırlar.[859]

 

71/51 - Namazda İşaret:

 

Peygamberimiz Ka'be'nin içine girmişler ve orada Cenabı Hakka niyazda bulunmuşlardır. İhtilafsız olan bu nokta dışında, ilim adamla­rının ve görgü şâhidlerinin farklı kanâat serdettikleri mesele, içeride namaz kılıp kılmadıkları hususudur. Hâdise Mekke'nin fethi gününde cereyan etmiştir. Sahâbilerin, o gün orada yakında bulunanlardan; Peygamberimizin Ka'be'nin içine girip girmediğini soran yoktur. So­rular : Ka'be'de namaz kılıp kılmadığı, [860] içeride nerede namaz kıldığı, [861] noktalarında toplanmaktadır. Üsâme'nin devesiyle, terkide Üsâme olduğu halde Ka'be'ye gelen Efendimiz, hizmetlilerden anahtarı istetmiş, bazı kimseleri kapıda bırakmış, kapıyı kitletmiştir. İbnu Ömer'in verdiği bu haberler arasında Peygamberimizin: duvarla kendi arasında üç arşınlık mesafe bırakarak bir yerde namaz kıldıkları da zikredilir. Sol iki direk arası tabiri de geçmektedir. Bilâl'e yerini soran İbnu Ömer, miktarım sormamıştır. Elde ettiği bilgilerin ışığı altında İbnu Ömer kendisi Ka'be'ye girince ileri doğru yürür, ka­pıyı arkaya alır, duvarla kendi arasında üç zira, mesafe bırakır sonra namaz kılarmış. Bu sahâbî, böyle yapmakla Efendimizin namaz kıldığı mekâna isabeti denermiş. Peygamberimizin namaz kılmadığı-n ı savunan Fadl b. Abbâs ile İbnu Abbâs sadece dua ve istiğfar et­tiklerini kayedderler.

el-Esrem bu konuya temas etmemektedir. İbnu Şahin sadece ha dişleri zikretmekle iktifa eder. [862] Âlimlerin Ka'be içindeki namazın sa­hih olup olmayacağı konusundaki fikirleri, arzettiğimiz gibi iki nokta­da toplanmış; bazıları olabileceğini, Efendimizin kıldığını belirtirken, diğerleri olmayacağını savunmuşlardır. Tahâvî'nin belirttiğine göre Peygamberimizin namaz kıldıkları sabittir. Nesih ile konunun ilgisi yoktur. [863]

 

69/49 - Namazda Etrafa Bakınma Ve Neshedilişi:

 

«el-İltifât fi'salât», islâmın geldiği ilk yıllarda bazan meydana gelmiş bir hareket olarak tanıtılır. Buradaki iltifat ; namazda de-ğilmişçesine sağla solla meşguliyet değildir. Pek çoklarının belirttiği­ne göre, gövde oynamadan başın tahditli olarak, etrafla gözler yardı­mıyla ilgilenmesidir. el-Hâzimî'nin belirttiğine göre, başlangıçta yapı­lan bu etrafa bakınma, bilâhare neshedilmiş , kaldırılmıştır. Ekseriyet bu nesih vak'asından sonra iltifatın mekruh görüldüğü nok­tasında ittifak halindedir. İbnu Abbâs'tan gelen bir haber, Efendimi­zin bu ilk zamanlarda-boytmlarım döndürmeden namazda sağa ve sola baktıklarını   anlatır.[864]

Bir başka hadiste Peygamberimizin Şi'ba (mahalleye) baktı­ğından söz edilmektedir. [865] Fakat buradaki Şi'b sözü. için gerekli açıklama bulunmamaktadır. Bizim, mahalleye şeklindeki fikrimiz de şuradan destek kazanmaktadır. Bir takım ilim adamlarının belirttikle­rine göre: «Peygamberimiz, etrafı gözetlemek, bekçilik etmek ve ha­ber getirmek üzere bir atlıyı evlerin arasına yollamış ve lıaber bekler durumdadır. [866]Burada bir zaruret ve meraklanma hali söz ko­nusudur. Bir hadîste ise Peygamberimizin cemâate baktıklarından söz edilir. Bu haberle, boynunu oynatmadan etrafa baktığını haber veren hadisi muarız görmeyenler; cemâatin kıble yönünde olması ihtimâlin­den söz etmişlerdir. Halbuki kıble yönünde cemâatin bulunması, Ka'be etrafı gibi dâire halinde namaz kılman veya cemâatin namaz kılmayıp bir köşede oturduğu, kıble istikâmetinde bulunduğu yerlere mahsûs ol­ması îcâbeder; bu durumda da boynun dönmesi söz konusu olmaz. İl­tifatın adem-i cevazına kail olan zümre, sağa sola bakıldığı zaman na­mazdaki huşûun kalmayacağını delil olarak ileri sürer. Böyle bir dü­şüncenin nesih tesbitinde delil olması ise münâkaşa götürür. Bazı âlim­lere göre ise; «Namazda iltifatı; sağa sola bakmayı nesheden nass, âyettir». Diğer müelliflerin üzerinde durmadıkları bu konuda, Hâzimî de fazla açıklama yapmaz. Daha sonraki bir takım müellifler ise, el-Hâzimfnin verdiği bu   azıcık   bilgiyi' nakille yetinirler. [867]

 

70/50 - Namazda Konuşma:

 

Namazda konuşma konusunda, «konuşma» sözüyle nelerin kastedildiğini belirtmek gerekir. Hadislerin bazılarında namaz içinde olan kişi ile dışarıdan birisinin selamlaşması geçmektedir. Ya­ni namaz kılana dışarıdan selâm verilmiş o da almış veya almamıştır. İkinci tür konuşma ise, namazın eksik kılınması durumu meydana çı­kana kadar imâm ile cemâatin bazı sözleşmelerde bulunmala­rıdır. Yalnız burada bizim, sünnetin sünneti neshetmesi zımnında ver­diğimiz örneklerden farklı telakki edilebilecek bir durum da mevcut­tur. Bazı ilim sahiplerine göre, namazdaki konuşmayı kaldıran nass bir âyettir. Zeyd b. Erkam'dan gelen bir hadiste belirtildiğine göre: «... Allâhın dîvânına tam bir huşu' ve tâatle durun  âyetiyle namazda konuşma kaldırılmıştır.

Sahabeden Ammâr tarikiyle gelen hadislerde, namazda Peygam­berimize selâm verildiğinde, Peygamberimiz verenlerin selâmlarını al­maktaydı. Süfyân b. Uyeyne bu tatbikatın mensûhluğundan bahseder. Hadisleri de kusurlu görür. Tarih itibarıyla bu tatbikatın hicret öncesine ait olduğu da hadislerde belirtilmektedir.

Hadislerin tedkiki ile ortaya   İki   durum   çıkmaktadır:

a. Mutlak olarak namazda    konuşma    yasaktır;    bu nuşma ister bilebile (amden) isterse sehven olsun aynıdır.

Konuşma ister bilebilir.

b. Bilebile konuşma yasaktır, sehven olabilir. Namazı­nı bitirmeden unutarak konuşan veya selâm veren kişinin durumu üze­rindeki ihtilâf ise şöyledir: Bu adam namazını yeniden kılar; namazı­nı yeniden kılmaz; aynı namazını bina eder. îmam Şafii sehiv ile amdin ayrılmasından yanadır. Namazın eksik kılındığı bir zamanda Zülyedeyn diye tanınan sahâbinin sorusu üzerine Peygamberimizin tamam­laması şeklindeki tatbikatın ise mensûhluğu iddia olunmaktadır. Şafii nesihten söz etmez, hadislerin arasını cemeder.[868]

 

71/51 - Namazda İşaret:

 

İbnu Sâhin, Ebû Hureyre mahreçli bir haberde: «Peygamberimizin bîr şeyi anlatmak veya bir meseleyi çözmek niyetiyle namazda işaret eden kişi namazı kesmiş olur» dediğini nakleder.[869] Câbir ve Suheyb mahreçli iki hadiste ise Peygamberimizin, namazda buna benzer işa­rette bulundukları; işaretle selâm aldıklarını anlatılır. Bu haberlerde zaman belirtilmez. İbnu Şahin ilk hadis için: «Eğer sahih ise mensûhtur» del. [870] Bu konuda az öncekinin tam tersi bir durum sa­vunulmaktadır; orada önceleri konuşma olduğu halde sonradan kaldı­rıldığı söz konusu olurken burada; işaretin menedildiğini ifâde eden hadisler mensûh sayılır ve işarete cevaz verilir. İbnu Şâhin'in belirtti­ğine göre işaret hadisleri sahihtir. Peygamberimizin gününde, evvelce de bir vesiyle ile belirttiğimiz gibi, sonradan gelenlere namazdan geçir­dikleri miktar işaretle haber verilmekte idi. îddiaya göre Peygambe­rimiz bu türlü işaretleri menetmiştir. İbnu Şahin ayrıca ilk hadîsi (işa­reti nehyeden haberi) farzlara hass olarak görür. Müellifimi-zin verdiği bilgiler içindeki neshe temas eden sözleri ihtimâlden öteye geçmemektedir. [871]

Diğer taraftan et-Tahâvî nesihten söz etmez; işaret yerine teş­bih ve tasrîk hadislerini verir; işaretin namazı kesmeyeceğine taraftar olduğunu savunur. [872]

 

72/52 - Namaz Kılanın Önünden Çeşitli Varlıkların Geçmesi Ve Sütre:

 

Sütre ile namaz kılanın Önünden geçilmesi ayrı olarak işlenirse de biz, alâkalarına binâen birlikte ele almış bulunuyoruz. Namaz kılanın Önünden hayvan geçişi yanında, kadınların geçişi de söz konusu edilmiştir. Hatta bu mesele Hz. Âişe'nin tenkidine de uğramış­tır.

Namaz kılanın önünden geçen kimse hakkında «namazını kesti» tâbiri kullanılmaktadır. Bu tâbir namazımızı bozdu manası­na alınabilecek midir? Yezid b. Nemrân isimli bir zat, Tebûk'te gördü­ğü bir kimseden naklen şöyle demektedir: «Peygamberimizin yanına uğramıştım. Merkeb üzerinde iken namaz kılmakta olan Allah Elçisi'nin önünden geçtim, dedi ki: namazımızı kesti Allah da onun izini kes­sin».  [873]

Namaz kılan ferdin Önünden eşek geçerse namazın hükmü nedir? bu konuda yukarıdaki hadisle birlikte bazı haberler daha vârid olmuştur. Bunlar üzerine fikir ve kanâatlarını bina eden ilim adamla­rı, çeşitli görüşler serdetmişlerdir. Diğer bazı amellerde olduğu gibi burada da mevcut nesih iddiası, konuyu ele almamıza vesile teşkil et­mektedir. Acaba hangi hayvanların geçmesi namazı kat'eder? Meseledeki beliren ihtilâf bir kaç görüşün ortaya çıkmasına se-beb olmuştur. Bunlar şu fikirlerdir:

a. Eşeğin geçişi namazı bozar. Bu görüşün sahipleri az Önce temas ettiğimiz hadisin zahirine dayanırlar. Dayandıkları bir diğer hadis de Ebû Zer mahreçlidir. Orada Peygamberimizin, namaz kılanın önüne bir şey koyması tavsiyesi vardır. Koymadığı takdirde;   kadın,   eşek, siyah   köpek   geçerse namazı bozulacaktır. Yine Peygamberimi­zin sorulan soru üzerine verdiği cevapta, kara köpeğin şeytan olduğu belirtilir. [874] el-Hâzimî, bu hadisi esahh görmesine rağmen, diğerlerin-deki Tebük kaydına Önem vererek onu daha önce zikretmiştir.

b. Namaz kılanın önünden hiçbir şeyin geçmesi    onun    namazını bozmaz.   Ekseriyet bu kanâattadır. Belirttiklerine göre   ilk    ha­disler   İbnu Abbas hadisi ile   mensûhtur.   îbnu Abbâs'ın ha­disi, Veda Haccı tarihlidir ye merkep üzerinde saflar arasında gezin­dikleri halde hiç bir ikâz görmediklerini belirtir. [875]

Konu üzerinde nesih arayan bazı müellifler, hadisler arasında tea­ruz bile görmemektedirler. Veda Haccı veya Fetih tarihli hadislerde Peygamberimizin beis görmedikleri belirtilir. Tahâvî, Ebû Zer hadisi ile aynı mânâdakileri mensûh görür. Âişe'den mervî müsâa-dekâr hadisleri de nâsih görmektedir. Neshin teknik yönden de mümkün olmadığını savunanlar vardır. Şâfiîye göre namazın sadece huşûu   gider. [876]

Sütre konulması veya konulmaması mevzuunda da Efendimizden iki tatbikat nakledilir.[877] İmâmın sütresi, ardındakilere de şâmildir. Âişe validemiz, farklı kanâat sahiplerine: «Kadınları, eşek, köpek ve benzeri hayvanlarla bir tutmalarından dolayı» ayıplamaktadır. Kendi­sinin ifâdesine göre kıble tarafında yattığı esnada Efendimiz, ona müteveccihen namaz kılmış, secdeye varırken ayaklarını toplaması için ayaklarına dokunmuştur. [878]

 

73/53 - Münafık Cenazelere Namaz Ve Nesih:

 

Asr-ı saadette yaşamış münafıkların reisi olarak tanınan Abdullah b. Übey b. Selûl'ün vefatı üzerine, Peygamberimizin eshâbından olan oğlu, Efendimize müracaat etmiş, hırkalarını istemiş ve Peygamberi­miz onun üzerine cenaze namazı kılmıştır. Bundan sonra bilindiği gibi şu âyet nazil olmuştur: «Onlardan ölen hiçbir kimseye ebedî duâ etme (üzerlerine namaz kılma). (Defn veya ziyaret için) kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allahı ve Resulünü inkâr ile kâfir oldular, on­lar fâsık (adamlar) olarak öldüler». [879]Bu, namazdan nehiy, el-Hâzimî tarafından eserme alınmıştır.

Abdullah b. Ömer'in naklettiği bir haberde bu durum anlatılır. [880] Bu vak'adan sonra bu nevi adamîar üzerine cenaze namazı kılınma­mıştır. el-Hâzimî, bu tek tatbikat ile sonradan vâki olan nehyi bir nesih   vak'asi   olarak müdâfaa da etmemektedir.

Cenaze namazı ihtilaflı olan kişiler, İ b n u § â h i n 'de daha da çoktur. Bunlar, intihar eden kişi, halk arasında kötü tanınan, kendi­leri için müslümanların hüsn-i şehâdette bulmımadıkları kişiler, borç­lu olanlar, îmânında şüphe arzedenler; münafıklardır. [881]

 

75/74- Mescit İçinde Cenaze Namazı:

 

Mescidde cenaze namazının kılmamıyacağmı belirten[882] hadisler ile tek-tük kılınma vak'alarmın birbirine müteârız gibi görülmesi neticesi îbnu Şahin bu konu ile ilgili bir bab açmıştır. Âişe validemiz: «Halkın, cenazeye mescidde namaz kılınmayacağı konusundaki cehaleti kadar hiç bir meselede cehlini görmedim; Peygamberimiz Selıl b. Beydâ'ya mescidde cenaze namazı kıldırdı[883] buyurur. Urve ile Ebû Bekre, mes­cidde cenaze namazı kılındığını belirtir. Bu konuda başka örnekler de vardır.

Tahâvî ve İbnu Şahin neshe taraftardırlar. Ahmed b. Hanbel, Ebû Hureyre'nin naklettiği ve aleyhde olan hadisi gayr-i sabit görür­ken, Tahâvî Ebû Hureyre'den neshe delâlet eden bir haber nakleder. [884]Aleyhteki hadisler içinde en kuvvetlisi olan İbnu Ebi Zi'b hadisi men-sûh, Sehl b. Beydâ'ya yapılan tatbikatı nakleden haber ise, nâsih ka­bul eidlmiştir. [885]

Olur veya olmaz meselesi yerine iki fikir meydana atılmış­tır: Böyle bir tatbikat lâ be'se bih'tir; mekruhtur. Tahâvî, neshi belirttikten sonra «sadece cenaze namazına tahsis edilecek özel bir mescitteki namaz» üzerinde ihtilâf olmadığını da nakleder. [886]

 

75/55 - Necm Sûresinde Tilâvet Secdesi:

 

Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen haberlerde Peygamberimizin Necm sûresini okuduğunda veya okunduğu zaman secde edildiği kaydedilir. Yine onun belirttiğine göre, Mekke'de iken; içinde secde bulunan ilk sûre necm süresidir. Ebû Hureyre hadisinde; ins, cinn ve ağaç ne varsa her şeyin secdesinden bahis vardır. [887]Diğer taraftan İb­nu Abbâs'tan gelen bir grup hadis daha vardır ki[888] burada aynı sûre­de secde edilmediğinden bahsolunur. îlim adamlarından bazıları, îbnu Mes'ûd hadislerini  Mekkeli olduğu için- zaman ve tâ­rih açısından nâsih saymışlardır. Fakat bazıları da îbni Mes'ûd hadis­lerini Mekkeli olduğu için mensûh; İbnu Abbâs hadislerini ise -Medine olduğu için- zaman ve tarih açısından üstün görmüşlerdir. Nesih iddiasında bulunanlar, ihtimâlden öteye hüküm verememekte. Bir kısım kâri'ler ise bugün bile aynı sûrede secde ederler, Şa­fiî nesihten söz etmez.[889]

 

76/56 - Küsûf Namazı Ve Nesih Meselesi:

 

Peygamberimizin güneş ve ay tutulmalarında Cenabı Hakka niyaz­lar; sabittir. Bu niyazın namaz veya başka tarzda olduğu üzerinde ih­tilâf varsa da namaz kıldıklarını behrten haberler ağır basmaktadır. Namazın kılınış şekli ile miktarı da muhtelefun fîh'tir; ekseriyetin görüşüne göre, her rek'atta ikişer rukûlu iki rek'attır. Bazıları rek'at sayısını; dört, altı, sekiz demişlerdir. Şafii ve Tahâvî hep iki rek'atı tercih ederler; nesihten bahsetmezler. [890]

 

77/57 - Sabah Namazının İki Rek'at Sünnetinde Okunan Sûreler;

 

Nesihle ilgisi tesbit edilemediği halde, sırf zahiri taâruzîarı-n a binâen hadisleri verilen konulardan birisi de budur. el-Esrem, ken­disi konu ile ilgili hadisleri nakleder; zahiren ihtilaflı, aslında ihtilafsız olduklarını belirtir. Bu iki rek'atta Peygamberimizin; kâfirûn, ihlâs sûreleri ve başka iki âyet okudukları belirtilir. Aslında bun­ların hepsi caiz görülür ve nesihten, bahsolunmaz. [891]

 

78/58 - Sabah Namazında İsfâr Ve Tağlis:

 

Sabah namazının vakti üzerinde asr-ı saâdettenberi iki türlü tatbikat vardır ve bunlar sünnete uygundur. Birisi ile diğeri arasında takriben kırk dakika veya daha az zaman olan bu vakitlerden hangisinin esas olduğu hususları ihtilâfa sebeb olmuştur. Bu konuda ilim adamlarının görüş ve ihtilâflarını şöylece özetlemek mümkündür:

Sabah namazının kılmış vakti için isfâr ve tağlis olmak üzere İki tatbikat vardır. Tağlis ; ortalık daha henüz karanlık iken sabahı kılmaktır. Ğales, gecenin son karanlıkları ile sabahın aydınlığının ba­rışması haline verilmiş isimdir. İsfâr ise ortalığın iyice açılması, aydınlanması başladığı anda sabahı kılmaktır. Bu vakitte kılınan sabah

namazında artık ortalık iyice aydınlanmıştır. Sabah namazında isfâr taraftarı olanların istinâd ettikleri hadisler vardır. Bu hadislerde sa­bahleyin yapılan isfârm, ecri artıracağı belirtilir.[892] Tağlîse taraftar olanlar ise başka hadislere istinâd ederler. [893]Peygamberimizin kendisine bir seferde sorulan soru üzerine fiilen bu iki vakitte namaz kıldıkları malumdur. Yine rivayete göre bu iki vaktin ve arasındaki vakitlerin Peygamberimize bildirilişi vahy ile olmuştur. [894]

Bu iki vakte ait tatbikat farklılığı bilhassa Hanef iler ile Şâfiilerin görüş ayrılığını doğurmuştur. Hanefilerden e t T a h â v î 'nin fikrine göre isfâr hadisleri, tağlîs hadislerini neshetmiştir, isfâr esastır. Sahâbî tatbikatını da kendisine delil olarak kul­lanır. [895] Buna karşı olarak Şâf ülerden meselâ e 1 - H â z i m î aksi ka-naattadır. Peygamberimizin tağlîs yaptıkları sabittir ve tağlise devam­ları da tesbit edilmiştir. Yine Şâfiilerin iddialarına göre Peygamberi­mizin tağlise devamları vefatlarına kadar sürmüştür. [896]Hâzimî'nin mesnedlerinden biri olan eş-Şâfiî de, nesih ile ilgili bir beyân yoktur. Fakat Şafiî tağlîsi savunmaktadır. [897]

Konunun nesih ile ilgisinin tesbiti güçtür ve zannımızca bu iki tat­bikatın ikisi de yaşayan sünnettir ve Efendimizin tatbikatıdır.[898]

 

79/59 - Gece Namazının Miktarı.

 

Peygamberimizin geceleri kıldıkları namazın; Hz. Ali 8 rek'at ol­duğunu, İbnu Abbâs 11-13, Câbir 13, Âişe validemiz ise 9, 11, rek'at ol­duğunu belirtmiştir. Bize bunları nakleden el-Esrem meseleyi nesih vak'ası olarak görmez ve: hepsi caizdir; Peygamberimiz hep­sini yaparlardı demekle iktifa eder. [899]

 

80/60 - Duhâ  Namazı:

 

Duhâ namazının sübûtu ve şer'î hükmü üzerinde ihtilâflar olmuş­tur. İhtimâlden öteye geçmeyen bir de nesih iddiası vardır.

Ebû Sa'îd ve Ümmü Hâni hadisleri ile Enes'ten gelen bir habere göre Peygamberimizin Duhâ adı ile bir namaz kıldıkları sabittir. Bu hadisler bütün hadis mecmualarında vardır. Namazın hükmü ile ilgili olarak Peygamberimizden; «ümmetine nafile, kendisine dukanın farz kılındığı» tarzındaki haber ile bunun aksi görülen: «Duhâ ve vi­tir île emrolundum; fakat üzerime farz kılınmadı» hadisi nakledilmek­tedir. İbnu Şahin, bu namazın farz olmadığını ifâde ederek nesih ko­nusu olabileceğini . ihtimâlIİ .olarak anlatır. Bu ifâdesinden bir cümle Önce de meselede neshin olmadığını belirtir. Bilindiği gibi usûl yönünden (ihtimâlin söz konusu edildiği, başka delillerin de bu­lunamadığı meselelerde)  neshin düşünülmesi mümkün değildir.[900]

Duhâ namazının miktarı: 2, 4, 6, 8, 12 rek'at olarak belirtilmiştir. Bu rakamlar hep sahabenin nakilleridir. Aded konusunda hadislerde-ki rakam farklılığını tearuz olarak değerlendirmeyen ilim adam­ları vardır. Onların kanâatma göre bu namaz vacip olmadığı için Efendimiz çeşitli adedlerde kılmıştır; dileyen de artırabilir, Ebû Zer'-den gelen bir haberde: «Eğer duhâyı iki kılarsan, âmilinden olursun; dört kılarsan âb i di er zümresine yazılırsın; altı kılar­san o gün sana g ün âh gelemez; sekiz kılarsan kanıtın -den sayılırsın, on iki kılarsan Allah sana cennette bir ev verir» bııyurulmuştur. Bu haberler tenkîd edilmediği gibi konu İle il­gili olarak nesihten söz eden de olmamıştır. [901]

 

81/61 - Resimle Örtülerin Duvara Asılması Ve Resme Karşı Namaz Klimanın Nesihle İlgisi:

 

el-Hâzimî eserinin iki yerinde bu meseleden söz etmektedir.[902] Bu vak'ayı bir nesih vak'ası olarak görür ve neshi kabul eder. Rivayete göre Peygamberimiz, Âİşe validemizin hücresinde resimli bir per­deye müteveccih olarak namaz kılmış, bilâhare kendisini meş­gul    ettiğini    belirterek onu oradan indirip baş-altı    yastığı yaptırmıştır. Yine rivayete göre perde namazdan Önce kaldırılmıştır. Vak'a bundan ibarettir ve nesih ile ilgisinin tesbiti mümkün değildir. [903]

 

82/62 - Rukû'dan Kalkışta Okunanlar:

 

Peygamberimizin rukûdan kalkarken: «Ya Rabb sana hamdolsun» dediği haber verilirken, bazı hadislerde de, Cenâb-ı Hakka uzunca öv­güde bulunduğu belirtilir. Ebû Hureyre: «Bundan başka demezdi» ifa­desiyle sadece hamdi nakleder. [904]Nesihten bahis yoktur. [905]

 

83/63 - Sehiv Secdesinin Zamanı:

 

Sehiv secdesinin yapılacağı zaman konusunda   dört   görüş   be­yan edilmiştir. Bu görüşler şunlardır:

a. Sehiv secdesi ve diğer bütün secdeler selâmdan   sonra yapılır,

b. Sehiv secdesi ve bütün diğer secdeler  selâmdan    önce yapılır,

c. Namazdaki bir   noksandan   dolayı sehiv secdesi yapılacak­sa, namazı kılan kişi secdesini     selâmdan   önce     yapmalıdır. Eğer secde namazdaki bir   fazlalık   sebebiyle yapılacaksa   secde selâmdan   sonra   yapılmalıdır,

Peygamberimizin selâmdan sonra sehv secdesi yaptıkları konusun­da İmrân b. Husayn, Ebû Hureyre, Abdullah b. Ca'fer, Muğîre b. Şu'be ve Sevbân isimli sahâbîlerden gelen haberler vardır. [906]Bu konuda; na­maz kılan kişinin şüphelendiği zaman, doğruya en yakın tarzı arayıp namazını ikmâl ettikten sonra secde yapması gerektiğini haber veren

Abdullah b. Mes'ûd hadisi de vardır. Görüşler içinde bizi ilgilendiren ikinci fikirdir. Eu fikre sahip olan ilim adamları, secdelerin selâm­dan önce yapılacağını belirtirken, İbnu Mes'ûd'un arzettiğimiz ha­disinde geçen tatbikatın mensûh olduğu kanâatini izhâr ederler. Bun­lar, Hz. Mu'âviye ve Ebû Sa'îd el-Hudrî'den haberler naklederler ve bu sahâbîlerin secdelerim önce yapıp, Efendimizden böyle gördükleri­ni naklettiklerini de sözlerine eklerler.

§âfiî, hadisler içinde selâmdan önce sehiv secdesini haber verenleri tercih eder. Kendisi Zührî'den, bu konudaki son tatbikat ve emrin böyle olduğunu da nakleder. Zührî'nin belirttiğine göre Peygam­berimizin iki tatbikatı vardır. Fakat âhiru'l-emreyn selâmdan öncedir.[907]

Neshin hiç bahis konusu edilmediği bu meselede, taraflar kendi fi­kirlerini belirli hadislere dayandırarak tercih etmektedirler. Mesele ile ilgili diğer bir ihtilâf noktası ise, bu secdelerden sonra teşehhüdün bu­lunup bulunmadığı hususudur. [908]

 

34/64 - Rükû' Esnasında Tatbik :

 

Tatbik, ellerin parmaklarını bitiştirerek birlikte dizlerin arasına rükû' esnasında konulmasıdır. [909] Bugün için müslümanîar ellerinin parmaklarıyla dizlerini tutarak rukûa varmaktadırlar. Pey­gamberimizin tatbik dışında rukû'da ellerini saldığı da belirtil­mektedir.

Tatbîka taraftar olanların naklettikleri haberler Alkame ye Esved taraklıdırlar. Sahabeden İbnu Mes'ûd da tatbîka taraftar olanlar ara­sında zikredilir. Hadislerin bazılarında ibnu Mes'ûd'u tatbik yaparken görmüş olanların şehâdetleri de vardır. Her hal-ü kârda tatbik ifâde eden hadisler[910] yanında tatbikin aksini (dizleri ellerle kabzı) belirten haberler de mevcuttur.[911] Bu durumda ilim adamları pek çok nesih iddia edilen vak'ada olduğu gibi burada da iki gruba ay­rılmışlardır:

a. Yukarıdaki birinci grup hadisler ile amel ederek,    tatbîka taraftar   olan ilim adamları,

b. Aksi kanâati taşıyan;    tatbikin   nesh edil mis   bir fiil olduğunu belirtenler. Bu ikinci grubun içinde de Sahâbî, Tabiî ve onlar­dan sonra gelen imamlardan meşhur kişiler bulunmaktadır. Bunların ifâde ettiklerine göre; İbnu Mes'ûd hadisinin haber verdiği tatbik (el­leri  yapıştırarak iki dizin arasına sokma), tarih bakımından islâmm ilk   günlerine   aittir. O günler için muhkem bir sünnet olan bu fiil, bilâhare kaldırılmıştır. Yine iddiaya göre İbnu Mes'ûd bu nesh du­rumundan haberdar değildir. Neshi haber verenler Medinelilerdir ve tatbikat onlarda bu şekildedir. Medinelilerin nesih bilgisindeki kıdem­leri ve görgü şâhidlikleri de söz konusu edilmiştir.

Mus'ab b. Saîd tarîkiyla gelen bir haberde: «Kendilerinin tatbiki lerkedip ellerin dizlere konulması ile emrolunduklanna» delâlet eden ifâdeler mevcuttur.

Tahâvî, tatbîk'in kaldırılıp, (neshedilip) yerine dizle­ri ellerle kavrama sünnetinin ikâme edildiğine dair ihtimalsiz konuşmakta ve meseleyi hem hadislerle hem de nazarî yolla tesbît et­mektedir. [912]

 

85/65 - Bayram Namazlarında Okunan Sûreler:

 

Bundan Önceki bazı konularda geçtiği gibi, nâsih-mensûh yazarları belki de sırf zahirî tearuza binâen, Peygamberimizin bazı namazların­da okudukları sûreler üzerindeki farklı nakilleri eserlerine dercetmiş-lerdir. Kendilerinin, bu mevzularda nesh olmadığını belirttiklerinde, hadisleri başka yollarla açıkladıklarına da şâhid olmaktayız.

Nu'mân b. Beşîr, Peygamberimizin «bayram namazlarında e I -A' la ve G âş iy e sûrelerini okuduklarını» belirtir. Aynı haber îb-nu Abbâs ve Semüre'den de nakledilmiştir. Diğer bir sahâbî Ebû Vâ-kid ise, Peygamberimizin Kâf ve î nşikâk sûrelerini okudukla­rını söylemiştir. el-Esrem'e göre hadislerin ihtilâfları tamamen zahirî­dir, Peygamberimiz hepsini ayrı bayramlarda okumuşlar dır, nesih yoktur.[913]

 

86/66 - Ezan Vakti Ve Yemeğin Hazır Olması:

 

Peygamberimizin, yemeği hazırlanmış olan bir müslü manın, acele etmeyip yemeğini yedikten sonra namazım kıl­ması; sofra hazırken önce yemekten başlanılmasını ifâde eden hadis­leri[914] yanında Câbir tarîkıyla gelen bir diğer hadisi daha vardır ki ora­da bu sahâbî, Efendimizi: «Yemek veya başka bir sebeb ile namazı te­hir etmezdi» tarzında tavsif eder. [915]

İbnu Şahin, Câbir hadisini garîb sayar. Hadislerin ayrı ayrı konu­ları içine aldığı anlaşılmaktadır, Câbir, Peygamberimizin namaza düş­künlüğünü anlatmak istese gerek. Çünkü çeşitli sebeblerle Peygambe­rimizin bazı namazları te'hir ettikleri ve daha uygun buldukları zaman­larda kıldıkları vardır.

îbnu Şahın bu meselede neshin mevcut olmadığını haber vermek­tedir. Onun belirttiğine göre hadislerde haber verilen ayrı ayrı noktalardu. Peygamberimizin, namaz geçme pahasına da olsa sofraya otu­rup yemeğini yediğini iddia eden olmamıştır, ilk hadislerde bu mânâ yoktur. Câbir hadisinde ise; meselâ güneşli yaz günlerinde öğleyi dahi te'hir etmezdi, hacc zamanında öğleyi ve aksamı tehir etmezdi... gibi mânâlar da mevcut değildir. [916]

 

87/67 - Namazda Uyuklama Ve Nesih:

 

İbnu Şahin, secdede uyuyup kalan kişinin abdest durumu ile ilgili olarak Peygamberimizden iki nevi hadis sevkeder. Bunlardan birinde abdestin gerektiği haber verilir.[917] Amr b. Şu'ayb ve baş­kaları tarafından çeşitli lafızlarla rivayet edilen bu nevi hadislerde ab­dest zikredilirken, hadislerden bazılarının isnadı üzerinde konuşmalar olmuştur. îbnu Şahin bu neviden bir hadiste nevi Sadaka b. Musa'nın bulunmasını, adı geçen zatın za'fı yüzünden tenkîd eder. İbnu Şahin: «eğer hadis sahih ise bu, farz namazlara mahsûstur» der. [918]

İbnu Abbâs'tan gelen bir haberde belirtildiğine göre ise, Peygam­berimiz: «Yan yatmadıkça, secdede uyuyan kişinin abdesti bozulmaz, eğer yan yatmışsa o zaman mafsalları çözülür»[919] demişlerdir.

Konu ile ilgili olarak nesihten söz edilmemektedir. [920]

 

88/68- Vitir İle İlgili Meseleler Ve Nesih:

 

Vitir namazı ile ilgili bazı meseleler nâsih-mensûh kitaplarında zik­redilmektedir. Bir kısmında nesihten söz edilirken diğerlerinde nesihle ilgili olmadığı anlatılmakta veya sükût edilmektedir. Ayrı ayrı numa-ralamaksızm, vitirle ilgili konuları görmekte fayda vardır:[921]

 

a. Uykudan Önce Veya Sonra Vitrin Kılınması :

 

Vitrin vakti ile ilgili nesih iddialarından birisi budur. Hadislerde belirtildiğine göre Peygamberimiz geceleyin son namazın vitir olmasını istemişlerdir. Aynı konu ile ilgili, gecenin evve­linde   vitir yapılmasını isteyen haberler de vardır.

Şafiî'nin belirttiğine göre vitir gecenin başında olduğu gibi sonun­da da olabilmektedir. Çünkü Peygamberimiz ikisini de yapmış­lardır. Burada şu meseleye kıyas yapılmaktadır: Yatsı namazı, gece­nin ilk ve son vakitleriyle arada kalan bütün zamanlarda kılınınca, vi­tir haydi haydi başta ve sonda kılınır. Âişe validemizden mervî bir haberde Peygamberimizin, gecenin her vaktinde vitir yaptıklarından bah­sedilir. Konu ile ilgili olarak nesihten söz edilmemekte[922] eğer namaza devam istenirse vitrin tehir edilebileceği, yok, yatıp istirahat dilenirse vitirde ta'cîl gerektiği haber verilmektedir. [923]

 

b.  Fecrin Tulûndan Sonra Vitir :

 

Fecrin tulûundan sonra vitrin kılınamayacağını belirten, haberler vardır. Diğer bir takım haberlerde ise, fecrin tulûuna ka­dar vitrin cevazından bahsedilmektedir. Nesihle ilgisi olmadığı hal­de bu bashk altında da bir mesele zikredilmektedir. [924]

 

c.  Vitir Namazının Rek'at Olarak Miktarı :

 

Vitrin zamanı üzerindeki ihtilâfta ilim adamları iki kısma ayrılmış­lardı: bazılarına göre vitir tek rek'atlıdır ve gecenin sonunda kılı­nır. Diğer bir takım âlimlere göre ise vitir gecenin başında kılınır ve miktarı ise ihtilaflıdır. Aynı gruptan rek'at adedi konusunda da iki fikir nakledilmektedir; Bir kısım ilim adamlarına göre üç r e k'-atlıdır; tek selâmla kılınır. Diğer gruba göre ise üç rek'at-lıdır; ilk ikide selâm verilir sonra bir rek'at kılınır. Görüldüğü gibi, vitrin zamanı yanında miktarı ile ilgili farklı görüşlerle birlikte yürütülmüştür. Meselemizin nesihle ilgisi üzerinde Tahâvî şun­ları söyler: «Peygamberinizin vitirle ilgili olarak ilk zamanlarda geniş tatbikatı vardır. Sonra belirli bir tatbikat üzerinde icmâ' hâsıl olmuş­tur. Bu icmâ' bize, Peygamberimizin bir neshini haber verir. Ta­hâvî kendisi tek selâm ve üç rek'atı tercih eder, neshe kail olur. [925]

 

d. Vitrin Farz Olup Olmadığı:

 

Mü'minlerin üzerine farz kılman namazların beş vakit olduğu dînî nasslarda, bilhassa hadislerde zikredilir. Peygamberimizin vitri, bir al­tıncı vakit olarak Cenâb-ı Hakkın ziyâde kıldığına dair Enes ve îbnu Abbâs hadisleri zikredilmektedir. [926] Bunun yanında vitri tavsiye   eden hadisler de vardır. el-Esrem ilk hadisleri daha e s b e t görür. «Vitir kılmayan benden değildir» meâlli bir hadis için ise: «kavî değildir» sö­zü ile fikrini belirtir. Vitrin farz olmadığını belirten müellif nesihten söz etmemektedir.[927]

 

e.  Vitirde Hangi Sûreler Okunur?

 

Evvelce de belirttiğimiz gibi, bilhassa tetavvû' nevinden olan na­mazlarında Peygamberimizin çeşitli sûreleri okudukları; bu arada ba­zılarına devam ettikleri sezilmektedir. Bu itibarla farklı hadislerden ne­sih vak'ası bulmuşgasına istifâdeye kalkışmak mümkün değildir. Vitir ile ilgili olarak da Peygamberimizin: A'lâ sûresini, Kâfirûn ve îhlâs'ı okuduklarına dâir haberler vardır. Bu haberlerin ya­nında yine sahih olan ve Efendimizin: K a d r sûresi, Zelzele sû­resi, T e k â s ü r sûresi, Asr, Nasr, Kevser, Tebbet, îhlâs sûrelerini okuduklarını belirten hadisler de vardır. Tahâvî ise, el-A'lâ, el-Kâfirûn ve îhlâs sûrelerini nakletmekte ve nesihten söz etmemektedir. [928]

 

 

f.  Vitir Namazının Kazası:

 

Bugün vitir namazını kaza eden fıkıh mezheplerimiz ve tabileri vardır. İbnu Ömer'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz vitri geçirenin ertesi gün duhâ vakti aynı namazı kaza etmesi ister. Ebû Sa'îd'den de aynı meale yakın bir hadis vardır. Bunları bize nakleden îbnu Şahin onlara hilaf olarak yine Ebû Sa'îd hadislerini vermekte; bu hadislerde ise sabaha eristikten sonra vitir yapılamayacağı, sabah namazından sonra vitir kilınmayacağı zikredilmektedir. Meallerden de görüleceği gibi bu hadislerde vitrin kazasını meneden bir du­rum yoktur,   edadan   söz edilmektedir.

İbnu Şâhin'e göre kazayı nehyeden (veya onun öyle kabul ettiği) hadisler öncekileri nesheder. Unutma ve uyku haliyle vitrin geçmesini bir özür olarak kabul eder ve bu halden dolayı kazayı öngörür. Konu üzerinde nesih düşünmek mümkün olmamaktadır. [929]

 

89/69 - Namazlarda Kunût Meselesi Ve Nesih:

 

a.  Meselenin Tasvirî :

 

Kunût kelime olarak: tâat, huşu', namaz, duâ, ibâdet, kıyam, kıya­mı uzatma, sükût manalarına gelmektedir. Kelime hangi hadiste geç­miş ise, bu mânâlardan birisi orada söz konusu olmuş demektedir. Bu­rada, Peygamberimizin bazı namazlarda; içinde veya namazın bitiminde   yaptıkları dualar kastedilmektedir.[930]

Peygamberimizden gelen rivayetlerden öğrendiğimize göre kendile­ri, ümmetin başına gelen (meselâ Bi'r-i Maûne vak'ası gibi) bazı mu­sibetler sebebiyle bir müddet belirli namazlarda dualar etmişler, bir takım şahıs ve zümreleri dualarında zikretmişlerdir. Bunun dışında, sabah namazları ile yatsıda da buna benzer duaları olmuştur. Bunlara kunût adı verilmektedir.

İddiaya göre Peygamberimiz bütün namazlarında kunût yaparlar­ken bilâhare bunu bazı namazlara tahsis etmişler; bir takım namazlar­dan kunûtu kaldırmışlardır, îbni Abbâs ve Berâ b. Âzib'den gelen ha­dislerde; beş vakit namazda, bir ay müddetle bu hal teker­rür etmiştir. Hadisin birinde de kıldığı her farzda kunût yaptıklarından söz edilmektedir. Belki de bu hadisin râvisi aynı hâdiseyi böyle eksik olarak anlatmıştır.

Sebebli veya sebebsiz olarak kunûtun devam edip etmeyeceği me­selesi ile sabah namazındaki kunûtun durumu ihtilâf konusu ya­pılmaktadır.[931]

 

b.  Rivayetler :

 

Kunût konusunda zahiren biribiriyle çelişen hadisler olduğu gibi, kunûtun çeşitli meselelerine temas eden haberler de vardır. Mutlak manada sadece sabah namazı ile ilgili kunûttan bahsedilmekte­dir. [932] Bunun yanında terkini de haber veren hadisler aynı bablar için­de zikredilir. Vitirdeki kunût da hadislerde sabittir. [933]Peygamberimizin, etrafa göndereceği kâri'lerin kırk kadarının Öldürülmesi üzerine yaptıkları kunût[934] dışında, herhangi bir ferde veya kabileye bed­dua gerekiyorsa o takdirde rükû sonu kunût ettikleri de gelen haberler arasındadır. [935]Bir ay müddetle sabah akşam namazlarında ve diğer vakitlerdeki kunûtlara temas eden hadisler de vardır. [936]Yine hadisler ara­sında dört halifenin kunût yapmadıklarını haber veren bir hadis de mevcuttur. [937]

 

c. İhtilâflar Ve Nesih -Meselesi :

 

îlim adamları sebebsiz olarak; yatsı, akşam, ikindi ve öğle namazlarında kunûtun yapılmayacağı hususunda müttefiktirler. Hadis-lerdeki namazların hepsinde zikredilen kunût, arzettiğimiz gibi belirli bir sebebe dayanıyordu. Yine bu ilim adamlarının belirttiğine göre sebebli olarak kunût icrası, el'ân hükmü sabit olan bir husustur. Diğer bir takım âlimler ise bu tatbikatın mensûhluğundan söz ederler. Onların fikrine göre her farz namazda kunût gerekir. Sebebli kunût tat­bikatının   mensûhluğunu   ileri sürerler,

Kunûtun kaldırıldığını zikreden Enes hadisi mevcuttur, ileri sürü­len bir itiraza göre, kunûtun aslı değil de kâfirler üzerine bedduanın kaldırıldığı fikri yanlıştır. Kunûtun kendisi kaldırılmış tır. Adı geçen Enes hadisi ile ilgili olarak İbnu Şahin: «amel böyledir» demekte ve kunûta taraftar görünmektedir. Kendisi kunûtun nehyedildiği fikrini mensûh görmektedir. Ona göre kunût vardır. Çünkü kunûtu haber ve­ren hadislerde «Peygamberimiz ölünceye kadar...» kaydı mevcuttur ve bu söz devamına delildir. [938]

Üzerinde çok söz edilen bir nokta da şudur: kunût belirli Arab ka­bilelerine hass olarak mı yapılmıştır, yoksa onlar dışında da kunût ev­velce var mıydı? Ekseriyetin fikrine göre, normal kunût sonunda adı geçen kabilelere duâ edilmiştir, yoksa kunût vardır.

Kunûtun vücûdu hakkında meydana gelen iki görüş: varlığı ile sabah kunûtunu kabul etmeyen görüştür. Son fikrin sahiplerine göre   sabah   namazmdaki kunût mevcut iken bilâhare   nesholun-muştur.    Kendilerinin görüşlerini destekleyen delilleri de vardır.[939]

Nesih konusunda ümmetin kendisine çok şeyler borçlu olduğu be­lirtilen imâm Şafiî, kunût ile ilgili neshi reddeder. Bi'r-i Maûne ile ilgili tatbikattan söz eden Şafiî, sabah kunûtunu kabul etmektedir. Kunûtun terkedildiğini belirten Enes hadisini, diğer namaz vakitlerine şâmü görmektedir. îmâm'ın belirttiğine göre kunût, diğer namazlar için de   mubahtır,   dilenirse yapılabilir. [940]

Sabah kunûtu ile İlgili fikir gruplarını   Tahâvî   ikiye ayırır:

a. Sabah kunûtunu kabul edenler: bunlar iki gruptur. Birinci gruba göre rukû'dan sonra yapılır. Diğerlerine göre ise rükû'dan önce.

b. Sabah kunûtunu kabul etmeyenler. Ibnu Mes'û'd sabah kunûtu-nun    nesholunduğuna    kanidir.  Ona göre,  kunûtu kaldıran şu âyettir: «Kullarımın işinden hiçbir şey sana ait değildir. (Allah) ya.on­ların tevbesini kabul eder, yahut onları, kendileri zâlim (kimse) ler ol­dukları için azablandınr».[941]

 

B - Oruç   Ve Oruçla İlgili Meselelerdeki Nesih

 

90/1- Oruçlunun Kan Aldırması;

 

A. Meselenin Tasviri :

 

Hacamat veya i h t i c â m , kişinin vücûdundan sıhhî sebeb-lerle kan aldırması demektir. Burada söz konusu kan aldırış, Ramazan ayında ve oruçlu iken yapılan ameliyedir ve kişinin orucunun bozulup bozulmaması veya Peygamberimizden menkûl olan sünnetin şekli ile alakalıdır. Konu ile ilgili hadisler arasında bir tearuz sezilmiş ve kuv­vet dereceleri eşit olan bu haberlerin arası bulunmağa çalışılmıştır. Mevcut yollar içinde, tarihî münâsebetlerin tesbiti yolu, meseleyi çö­züme ulaştırmıştır. Biz bu tarihî izahlar ve irtibat sayesinde diğer de­lillerin de yardımıyla neshe muttali olmaktayız.

Hadislerin incelenmesi ile ortaya iki fikir atılmıştır: birinci fikrin taraftarları pek fazla değildir ve görüşlerinin isabet şansı da azdır. Bu görüşe göre eğer oruçlu, Ramazanda hacamat yaptırırsa orucu bâtıl­dır, kazası gerekir. Atâ b. ebî Rebâh, Evza'î, Ahmed b. Hanbel bu fik­re taraf tardniar.[942] Ekseriyetin görüşü ise bu fikre muhaliftir. Hicaz, Küfe, Basra, Şâm âlimlerinin çoğunluğunun taraftarı oldukları bu kanaata meyleednler: «oruç bozulmaz, bozulur hükmü mensûhtur» demektedirler.[943]

 

b. Rivayetler :

 

Şe'ddâd b. Evs ve Ebû Hureyre'nin rivayet ettikleri ve kendilerinin beyanlarıyla Fetih zamanında vuku bulan bir hâdise üzerine Peygamberimiz: Hacamat yapanın da yaptıranın da oruçları yoktur» buyur­muşlardır.[944] Hadisten çoğunluğun anladığı mânânın dışında bir mânâ anlayan Îbnu'l-Esîr'e göre, Peygamberimizin bu sözüyle kastı: «haca­mat yapan da yaptıran da oruçlarını bozmada müşterektirler; hacamat yaptıran kan çıkması neticesi çok kere oruç tutamaz bir duruma düşer, yapan ise, kanı emişi esnasında ağzına kanın kaçması ve belki de yut­masına mani olamaz böylece oruçları kalmaz» şeklinde olabileceği gi­bi, aynı ifâde: «hacamat yapanın da yaptıranın da oruçları olmasın» tarzında bir beddua da olabilmektedir. [945]Böyle bir görüş dışında; bi­rinci fikrin taraftarları, adı geçen iki kişinin oruçlarının bâtıl olduğu, oruçsuz oldukları hükmüne varmışlardır. Hacamat yaptıran kişinin ya­nından geçildiği esnada Efendimizce buyurulan bu sözün tarihi fetih yı­lının ramazanının 18. günü olarak belirtilir. [946]

Peygamberimizin bu sözlerini, gıybet eden kişilerin yaptıkları bu fi'li, adetâ kan almağa benzeterek ibâdetlerini ibtâl edecek­leri mânâsına söyleyerek insanları gıybetten nefret ettirme yolunu tut­tukları görüşü imam Şafiî'ye nisbet edilmişse de eserlerinde böyle bîr duruma rasîanmamıştır. [947]

îkinci grubun delili olan hadiste belirtildiğine göre Peygamberimiz, oruçlu iken hacamat yaptırmışlardır. «Oruçlu İken hacamat yaptırdı» tarzında bir rivayeti daha vardır ki bu daha da yaygındır. Meselemize tarih yönünden de ışık tutmaktadır. [948]

 

c. İhtilâflar, Hükümler Ve Netice :

 

Peygamberimizin hacamat konusundaki iki tatbikatı veya konu ile ilgili iki emri bulunduğunu ve bunların arasında takri­ben iki yıla yakın bir zaman farkının mevcudiyetini öğrenmiş bu­lunuyoruz. Rivayetler bölümünde de belirtirdiği gibi; hacamattan, nehyı haber veren hadislerden birinin râvisi Şeddâd b. Evs, ruhsatı yani oruçlu iken hacamatın yapılabileceğini belirten hadislerden birinin râ­visi ise Abdullah b. Abbâs'tır, İbn Evs ve îbn Abbâs künyeleri bazı me­tinlerde karışmıştır. Şafiî'nin İhtilâful-hadis'te bu iki zatın verdikleri haberin tarih yönünden ilgisini araştırdığım görürüz. İmam'ın belirt­tiğine göre Şeddâd b. Evs'in haberi en geç Mekke fethi tarihini taşır. Çünkü bu zatın Efendimizden rivayeti bu zamana raslar, îlk rivayet tabirini el-Hâzimî'de görmekteyiz; Şafiî'den yapılan bu nakil matbu İhtilâju'l-hadis nüshasında mevcut değildir. [949]Hacamata ruh­sat verildiğini haber veren râvilerden Ibnu Abbâs'm mezkûr haberi ise, Veda naccınm tarihini taşımaktadır. îslâmî hacc onun­cu yılda, diğeri ise sekizinci senede meydana gelmiş vak'alardır. Bize bu tarihî açıklamayı söyleyen Şafiî «Eğer sabit İseler ikisi de» diye bir temrîz sîgası kullanarak;  takdirde İbnu Abbâs hadisi nâsih, di­ğeri ise mensûh olur» demektedir. Şafiî'nin konu ile ilgili fikri bundan ibaret değildir.

Hadislerin karşılaştırılması neticesi ihtiy âtı tavsiye eden Şafiî: «Eğer kişi hacamattan geri durursa bence daha uygundur» sö­zünü, sıhhî yönden za'fa düşeceği ve böylece orucun zorlaşacağı dü­şüncesiyle de te'kid eder. [950]Sahabe ve Tâbiûndan, Medinelilerin tama­mından hacamatın iftarı gerektirdiği hususunda bir şey bilmediğini, aksine dair bilgi sahibi olduğunu açıklar. [951]

İbnu Şahin de, Şafiî gibi, nesih iddiasında bulunmaz; meseleyi ha­dislerin sıhhatına bağlar. Der ki: «Bizim fikrrmizce, eğer her iki ha­dis de sahih iseler; ruhsat hadisleri, tağlîzi gerektiren hadisleri nâsihtir...» [952] Müellif uzun tahliller neticesi bu kanaata varmaktadır. Nesih konusuna başka atıflar bulmak mümkün olmamaktadır. Müel­liflerin çoğu, orucun bozulmayacağını ifâde etmekle beraber nesih yo­luna gitmemektedirler. Sadece Zahirilerin kuvvetli âlimi I b n u Hazm nesih konusunda sarih konuşmaktadır; İbnu Hazm'e göre, orucun bozulduğunu haber veren hadisler sahihtir. Bunlar yanında Ebû Sa'îd hadisi de Efendimizin ruhsatına delil olmaktadır. Bu meselede nesh mevcuttur. [953]

Neshe kâü olmadan orucun bozulmayacağını ileri sürenlerden biri de Şevkânî'dir. Şevkânî, îbnu Abbâs hadisi­ni nesh için yetecek kudrette görmemekte, ayrıca «eftara'l-hâcim» hadisini nesh için yetecek kudrette görmemekte, ayrıca «eftara'l-hâ­cim» hadisim mecazî manaya almaktadır. [954]Bu, «mecaz veya konu dışında bir manaya alma» işini tuhaf görenler de mevcuttur. ibnu Huzeyme, gıybet iddiasını u'cûbe olarak vasıflandırmaktadır[955] el-Hâzimî'nin verdiği bilgiler arasında, neshin mevcudiyetini kuvvetlen­direcek Enes, Ebû Sa'îd ve Ebû Hureyre hadisleri vardır. Bunlardan öğrendiğimize göre Peygamberimiz hacamata ruhsat vermişler­dir. Kendileri oruçlu ve ihramlı iken hacamat yaptırdılar. Bir başka haberde bu ruhsat, oruçlunun öpmesi meselesi ile birlikte zikredilmektedir. Ebû Hureyre de orucun bozulmayacağını Rasûl-i ekreme dayanarak ifâde etmiş ve ihtiyâç olsaydı hacamat olabilece­ğini de söylemiştir. [956]

Hacamat cumhura göre mutlak olarak orucu bozmamaktadır. Kü­çük bir grup; kazası gerekirlerken, Atâ kefhfârete kail olmuş, fa­kat onun görüşü şâz kalmıştır. [957]

 

91/2 - Oruçlunun Mübaşereti Ve Öpmesi:

 

Nâsih mensûh kitaplarında ayrı ayrı konular olarak yer alan bu iki mesele, hadislerde bazan birlikte zikredilmiş, aynı hükme tabî tu­tulmuştur. Kaynaklar bu meselenin ikisini de nesihle İlgili görmemek­tedirler. Hadisler ve tatbikatlar arasındaki tearuz zahiridir. Âişe validemizin belirttiklerine göre Peygamberimiz oruçlu iken validelerimizi öperlerdi. Bu haberlerde Peygamberimizin:  Nefsine ve şehvetine en çok hâkim olan kişi» olduğu da kaydedilmek­tedir. [958] Bunun dışında Peygamberimizin oruçlu iken öpüştüğü ve mü­başeret ettiği haber  verilmektedir. [959]  Buradaki mübaşeret    cinsî birleşme değildir. el-Esrem'in kaydettiğine göre, Peygamberimizin, ihtiyarlara öpüşme ve mübaşeret için izin verip gençlere bu fiilleri ya­sak ettiğine dair de haberler vardır. [960]Diğer taraftan böyle şartlı ol­mayan;;  ruhsattan da bahseden haberler vardır.

Kaynakların; nefsine mağlûb olacağını kestiren kişiye bu fiilleri yapmalarını mekruh görmeleri yanında, [961] konunun nesihle ilgisinden hiç söz eden  bulunmamaktadır. [962]

 

93/3- Oruçta Visal;

 

Buradaki visalin iki anlamı vardır:

a.Akşam vaktinde   iftar   yapmayıp    diğer bir oruçla oru­cunu birleştirmek, arayı açmamak.

b.Yılın   tamâmını   oruçlu tutmak. Bu ikinciye   s a v m - i visal   de denilmektedir. Sahur yemeği sünnet kılınmadan önce vi­sal yapıldığı; Peygamberimizin bilâhare de visal arzu edenlere: Hiç olmazsa sahura kadar yapın sonra visali kesin»[963] dediği, hatta   visâli    ne h yettiği[964]  belirtilmektedir,   el-Esrem  tarafından  zikredilen bu konunun da nesihle ilgisi yok denilmektedir, Ebû Bekr el-Es­rem'in ifâdesine göre visal hangi mânâda olursa olsun   Efendimi­ze   hastır,   o yapabilir, ümmeti değil. [965]

 

93/4 - Tek Tek Cuma Ve Cumartesi Oruçları;:

 

Peygamberimiz cuma ve cumartesi günlerinin tek olarak oruçla geçirilmesi konusunda bazı emirlerde bulunmuştur. Bu günlerin tek başına oruçlu olarak geçirilmesi yerine, cuma cumartesi birlikte ve­ya cumartesi ile pazar birlikte; bir gün öncesi veya sonrası da ekle­nerek oruç tutulması istenmiştir. Bunları sırayla görelim:[966]

 

a. Tek  Başına Cuma Orucu :

 

Cuma günü mü'minlerin bayram günleridir. Bayramlar oruçla geçirilmemektedirler. Ebû Hureyre ve diğer bazı râvilerden gelen bir takım haberlere göre Peygamberimiz: «Cum'a günü tek ba­şına oruç tutmaktan nelıyetmiş; bir gün öncesi veya bir gün sonra-sıyla birlikte orucu tavsiye etmişlerdir. [967]İbnu Abbâs'tan gelen bir haberde İse: «Peygamberimizi hemen hemen hiç bir cum'a oruçsuz gömıedikîerî»[968] belirtilmektedir.

el-Esrem ve İbnu Şahin tarafından eserlerinde zikredilen[969] ve bir nesih mevzuu havasında verilen konu ile ilgili son hadislerde, eüm'a-nm tek olarak oruçla geçirildiği belirtilmektedir. İbnu Şâhin'in beyâ­nına göre ilk hadisler teferrüdü nehyetmektedir. îlâveli olarak cüm'a orucu caizdir. İkinci grup hadislerde ise muhtemelen ilâve vardır; fa­kat zikredilmemiştir. Bu takdirde nesih söz konusu olamaz. [970]

 

b. Tek Başına Cumartesi Orucu :

 

İslâm kültüründe cumartesi günü Yahudilik ile ilgili bir gün olarak geçer. Onlar nazarında kudsiyeti vardır: tıpkı bizim cum'arruz, hıristiyanların pazarı gibi. Farz oruç dışında tek başına cumarte­si orucu da nehyedilmektedir. [971]İ îbnu Şahin tarafından buna muarız gibi verilen hadislerde pazarla birlikte cumartesinin tutulduğu zikre­dilir. Bu takdirde hadisler arasında hilaf yok demektir. Birinci me­selemizde olduğu gibi bunda da tek oruç nefey edilmiş, birlikte tutu­lanlara ruhsat verilmiştir.

Her iki konuda da nesihle ilgili bir durum yoktur. [972]

 

94/5 - Ramazan Ayının Miktarı; Artışı, Eksilmesi:

 

Peygamberimizin: «İki ay vardır; eksik olmazlar; Ramazan ve Zülhicce[973] dedikleri haber verilmekte, bazı sahâbiler de: «Peygam­berimizin gününde Ramazanı daha çok 29 gün tuttuklarından» söz et­mektedirler. İbnu Şâhin'in ifâdesine göre nesihle ilgili bir durum yok­tur;  biri 29 ise diğeri mutlaka 30 olur denilmek istenmiştir.[974]

 

95/6 - Belirli Günlerde Peygamberimizin Oruç Tutması:

 

Hz. Âişe'ye Alkame: «Peygamberimizin mûtâd olarak belirli gün­lerde devamlı oruç tutup tutmadıklarını sormuş, ondan menfi ce­vap almıştır». Hafsa'dan gelen bir haberde ise, Peygamberimizin pazartesi ve perşembeyi bazı ibâdetlere ve hassaten oruca tahsis ettikleri belirtilir ve şöyle bir hadisleri de nakledilir: «Kulların amelleri, pazartesi ve perşembe günleri Alldha arzolunur. Benim amellerimin oruçlu olarak Allaha arzını severim». Buradan Efendimizin pazartesi ve perşembe oruçlarına devam mana­sı çıkarılmaktadır. Bunları bize nakleden müellifin belirttiğine göre hadislerden nesih hükmü çıkarmak mümkün değildir. Âişe'nin ifâdesi mutlak ve her zamana şâmil sayılmamaktadır. Hafsa'nınkinden ise Peygamberimizin oruçlarının bu günlere bazan tesadüf edebildiği zan­nedilmektedir.[975]

 

96/7 - Her Ayda Üç Gün Oruç Ve Ramazanla Neshi:   

 

e 1 - H â z i m î ' nin belirttiğine göre Peygamberimiz Medine'ye yeni geldikleri zamanlarda onlara, her aydan üç günü oruçlu geçir­melerini emretmişlerdi. Onlar oruca alışkın değillerdi. Gücü yetemeyenler ise f i d ye veriyordu. Sonra Ramazan emrolundu. Bu sözü edilen önceki oruç artık ihtiyara bırakıldı ve böylece nesholunmuş oldu. el-Esrem de aynı konuyu almakta fakat nesihten söz et­mekte, hadislerin arasını bulmaktadır. Bilindiği gibi bu oruç yine tutulabilmektedir. [976]

 

97/8 - Seferde Oruç Veya İftar Etme :

 

Hadisin âyetle neshi konusuna misâl olabilecek bir örneği, müellif­lerimiz zikretmekte ve konu ile ilgili görüşlerini nakletmektedirler. Se­fer halindeki şahsın oruç tutup tutmaması ihtiyarına bırakıl­mıştır. Bu, ekseriyetin fikridir. [977]Bu kanâatin yanında bir grup ilim adamının ileri sürdüğüne göre : «Oruç tutma müsâaadesi kaldırıl­mış, nesholunmuştur; sefere çıkan orucunu tutamaz». Bunlar Fetih gün­lerine ait bir tatbikata ve seferde oruç bozulduğunu belirten hadise dayanırlar. [978] Sahabeden ve tâbiûndan pek çokları oruca müsâade etme­mektedirler. [979] Her hâl-ü kârda konunun «sünnetin sünnetle neshi ile il­gisi yoktur» diyebilmek mümkün görülmemektedir. Her ne kadar işin içine âyet de karışsa, Şafiî'nin de îhâm ettiği gibi, [980] belki de nesih hali vardır .el-Ksrem nesihten söz etmemektedir. [981]

 

98/9 - Sahurun Son Vakti:

 

Sahurun ilk zamanı ve son zamanı ile ilgili olarak sünnette değişik tatbikattan söz edilmektedir. Beyaz ve siyah iplikler ifadesiyle anlatı­lan âyetteki, sabahın vaktinin belirmesi meselesinden önceki devirlere ait sahur tatbikatının son vakti üzerinde de farklı bilgiler verilir. Hu-zeyfe ve Ubeyy b. Ka'b'dan gelen hadislerde : «Neredeyse sabah olu­yordu» ifâdelerine Taslamaktayız. «Dilesem gündüz diyebilirim; yalnız güneş doğmamıştı» denilmektedir. Durum böyle olmakla beraber, ilim sahiplerinin bu hadislerin zâhirleriyle amel edilmeyeceği hususunda isma'Iarmdan da bahsolunmaktadır. [982]

Bazı bilginler : «Son fecrin ufukta belirmesine kadar» yenilip içi­leceğini ileri sürerken bir diğer grup, başta zikredilen hadislerdeki ha­lin İ s 1 â m ı n ilk zamanlarına ait olduğu bilâhare bu sünnetin neshe d ildiğin i savunur. Yine onların iddialarına göre âyet­teki : «fecirden ibaret olan» kaydı henüz bu zamanda inmemiştir, el-Hâzimı bunları nakleder fakat nesihten söz etmez. [983]

 

100/10- Âşûrâ Orucu :

 

Âşûrâ orucu hâlen mendûb telakki olunur. Dileyen tutar. Nehiy yoktur. Ramazan orucu gelmezden önceki devrede farz olup ol­madığı hususu münakaşalıdır. Bir takım âlimlere göre bu oruç ümmete farz idi, Ramazan orucu ile ümmet emrolununca farzıyyeti kaldırıldı; bu oruç neshedildi. Âişe validemiz «Kureyş âsûrâ'yı tutarlardı. Efendi­miz de tuttular. Ayrıca tutulmasını da emrettiler. Ramazan farz klınınca, âşurâ orucu ihtiyara bırakıldı»[984]demişlerdir. Bu fikri te'yid eden haberler arasında, meselâ Abdullah b. Ömer gibi bazılarının, Ramazan­dan sonra artık âşurâtutmadıkları haberi de vardır. Diğer taraftan Muâviye Hz.lerinin Medine halkına hitaben yaptığı bir konuş­mada, onları âşurâ tutmadıklarından dolayı î k â z ettiklerini de bil­mekteyiz. Neshe taraftar olanlar, Muâviye ile ilgili bu haber üzerinde tenkidlerde bulunmaktadırlar. Dediklerine göre Peygamberimizin mu­hayyer bırakması, farz oluşunun kaldırıldığını beyân için de olabilir. [985]

Tahâvî orucun tarihçesini ve konu ile ilgili eserleri naklettikten son­ra nesih konusuna temas etmemektedirm.[986]

 

C - Hac Meseleleri Ve Nesih :

 

101/1- İhram Ve Güzel Koku Sürünme:

 

Üzerinde güzel koku izi veya bakiyyesi olan kişinin ihrama girişi ve thramli iken tetayyub (koku sürünme) meselesinde de nesih id­diasında bulunulmuştur. Peygamberimizden gelen ve Ebû tarîki ile rivayet edilen hadiste Peygamberimiz bu zâva, üzerindeki koku bakiyyesini yıkamasını ve cübbesini çıkararak hacda yaptıklarını aynen umrede de tekrar etmesini emretmektedi. [987]Bu ve benzeri hadislerin işaret ettiği şekilde bazı ilim adamları; muhrimin esans süre­meyeceği ve evvelden sürmüş ise onu yıkaması gerekti­ğini iddia ederler. HattaEbû Hanife : «İhramdan sonra izi kalacak bir koku ile kişi tetayyub ederse fidye gerekir» demektedir. [988] İkinci bir grub hadis daha vardır ki bunlarda da Peygamberimizin haccdaki durumundan haberler verilmektedir. Bu hadislere dayanan âlimler; en son emir olarak totayyubün cevazini uygun görmektedirler. Hz. Âişe Peygamberimizin muhtelif yerlerinde vebîs-i tîb (esans parıltısı ve izi) [989]gördüğünü haber vermiştir. [990] Bunun yanında, bu grubun ellerinde delil olarak ileri sürdükleri pek çok sahâbî tatbikatı daha vardır ki hepsin­den çıkan sonuç aynıdır. [991]

İmâm Şafiî, 'konu ile ilgili olarak nesihten söz etmemekte ve Hz. Âişeden; «Peygamberimizi îatyîb ettim» meâlli bir hadis de nakletmek­tedir. İmâm bu konudaki bütün hadislerle amel ettiklerini söyler ve nhrâmdan önce ve sonra; kadın ve erkek tetayyub edebilir» der.[992] Du­rum böyle olmakla beraber, el-Hâzimi Şafiî'nin neshe kail ol­duğunu, Peygamberimizin İlk tatbîkatlanndaki esans kalıntısını yıkatış-lannı mensûh gördüğünü nakletmektedir. İmam Tahâvî ihram­dan önce yıkamaya taraftardır. Çıkmadığı takdirde ihramın giyilmesin­de bir beis görmez. Kendisi nesihten söz etmemektedir. [993]

Bu iki görüş yanında, neshe hiç temas etmeyen ve hadislerin ara­sım bulan bir üçüncü görüş daha mevcuttur ki, bu görüş belki de e n sağlam fikir olarak belirmektedir. Peygamberimiz belki de yıkandıktan sonra tekrar misk ile tetayyub etmiş ve onun kalıntısı üzer­lerinde görülmüştür. Böylece görenler ihrâmh. iken misk sürmüş zannet­mişlerdir. Görenlerin kokudan değil de üzerindeki eserden bahsettikle­rine göre mesele, ancak böyle anlaşılabilir denilmektedir. [994]

 

102/2- Hareme Ve   Evlere  Kapıdan Girmeme Âdeti Ve Neshi:

 

el-Hâzimî tarafından yukarıdaki başlıkla verilen bu meselenin, ha­disle ilgili bir nesih meselesi olması mümkün değildir. Belirtildiğine göre, nesih vak'ası varsa bile taraflardan birinin âyet olduğu ddiâsı mevcuttur. Bu itibarla meselenin tasviri ile yetinmek mecburiyeti hasıl olmaktadır.

Câhilİyyet devrinde Arablarm ihramda bulundukları müddet içinde, âdet haline getirdikleri bir tatbikatları vardı : îhramlı jerd, evine ve bahçesine kapıdan değil de, açacağı özel bir menfezden girerdi. Köylü olanlar ise çadırlarının arka tarafından, girip çıkma için bir yer açar­lardı. İhram müddetince devam eden bu âdetten, Kureyş'in bazı asilleri müstesna tutulmuştur. Bu âdet kendilerince birr ve takva sa­yılmaktaydı.

Nakledilen bir hadiste Peygamberimizin Haremin kapısından çıkışı ve Kutbe isimli birisinin de kapıdan çıkması üzerine kendisine yapılan itiraz akabinde Kutbe'ye durumu soruşu ve bir âyetin inişi haber veril­mektedir. Âyet şöyledir :  «...iyilik ve tâat, evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyilik (eden; Allah'a muhalefetten) sakınandır. Ev­lere kapılarından gelin[995] İlgili hadis ise fazla yaygın olarak nakle­dilmemiş tir. [996] Hadisteki, menediş ve Efendimizin Kutbe ile olan konuş­masından : «Bu iş evvelce vardı, sonradan neshedildis mânâsı çıkarıl­maktadır: [997]Bu iddia vârid olsa bile neshi düşünmemiz; hele iki yönün­de de sünnetin taraf teşkil ettiği bir vak'a olarak değerlendirmemiz mümkün değildir. Çünkü, âdeti ilk defa koyan Hz. Peygamber değildir.[998]

 

103/3 - İhrâmlı Kişi Ve Nikâh :

 

Muhrim olan kişinin kendisinin nikâhlanması veya bir başkasını ni­kahlaması hadislerde yasaklanmıştı. [999] Bu sabit olan bir hükümdür ve bir sünnettir. Bunun yanında ilim adamlarına bir nesih meselesi düşün­düren diğer haber: Peygamberimizin Meymûne validemizle ihramda iken nikâhlandığı iddiasıdır. [1000] Kaldı ki bu iddianın aksini haber veren; Peygamberimizin, halâl iken, ihrâmh bulunmadığı halde Meymûne ile nikâhlandığım haber veren hadisler de mevcuttur. [1001] Tahâvî[1002] ve imam Şafiî nesihten söz etmemektedirler. [1003]Şafiî neshi değil de : «thramlı ki­şinin nikâhla ilgilenemeyeceğini, Hz. Meymûne ile Peygamberimizin ha­lâl iken evlendiğini savunur. Dolayısıyla nesih yoktur.[1004]

 

104/4 - Hacc'a Niyet Ederken Şart Koşmak;

 

el-Hâzimî Peygamberimizin sahâbilerinden bazılarından naklettiği­ne göre Efendimiz birkaç kişiye şartlı hacca niyeti Öğretmiş­tir. Bu niyetlerde ferd, «imkân bulduğu takdirde hacc edeceğini, bir mânı zuhur ettiği takdirde de Umre için niyet etmekte olduğunu» belirt­mektedir. [1005] Bazı Sahâbiler, tabiîler ve ilim adamları, haccda şart ko-şulabileceğine kânı olmuşlardır. [1006] Diğer taraftan, - hadis vermemek­le beraber -ekseriyetin kanaati olarak açıklanan bir görüşe "göre de hacc niyetinde şart koşulamaz. Bu fikrin sahibi ilim adamları, yukarı-dki tatbikatın mensûh olduğunu iddia ederler. îbnu Mes'ud ve İbnu Ab-bâs'tan gelen bir haberde; böyle bir tatbikat vardı, fakat neshe-dildi denilmekte ve nâsih olarak da «Hacci da, umreyi de Allah için, tam yapın, fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alıkonursa-nız o halde kolayınıza gelen kurbanı (gönderin. Bununla beraber) kur­ban yerine Minâ'ya varıncaya kadar başlarınızı traş etme­yin. Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan yahut da kurbandan (biriyle) fidye (vâcib olur) [1007] âyeti gösterilmektedir. Hadis. sarihleri, Hacc'da şart meselesine eserlerinde yer vermemektedirler. [1008]

 

105/5 - Harem  Bölgesinin,  Peygamberimize  Ve  Sahâbilerine  Bir Müddet İçin Halâl Kılındığı Ve Hıllin Neshedildiğî:

 

Bilindiği gibi, Mkke fethi günlerinde, Peygamberimizin ordusu ha­rem bölgesine girmiş, gerektiği zaman az da olsa orada muharebe cereyan etmiştir. İslâmî örfe göre olduğu kadar, İslâm öncesi Mekke örfüne göre de, o mıntıkada bu türlü hadislerin cereyanı yadırganırdı. Fakat Peygamberimizin kendilerinin de belirttikleri gibi, geçici bir müddet, ilâhî vahy ile sabit olduğunu zannettiğimiz bir emir gereği Mekke halâl sayılmış ve sonra yine eski hürmeti de­vanı etmiştir. Bu halallık artık o tarihten sonra da bir daha olmayacak­tır. Peygamberimiz, iş bittikten sonra, silâhların bırakılmasını emre­derken, hürmetin devam ettiğini de belirtmiştir. el-Hâzimî tarafından belirtilen bu nesih vak'ası için, neshe kanâat getirmek teknik yönden (usûl bilgileri açısından) mümkün görülmemektedir. Çünkü, en büyük engel; «hürmetin ve ihlâlin birer şer'î hüküm olup olmadığı noktasın­da» toplanmaktadır. Ayrıca bu, müsbet mânâda kabul edilse bile; ilk hürmet ile son halâl kılış sünnet ile mi olmuştur? Bunun cevabını bul­mak güçtür.[1009]

 

D - Zekât Ve Diğer Mâlî Meselelerdekî Nesih Vak'a Ve İddiaları :

 

106/1 - Sıfırlardaki Zekâta Esas Olan Miktar Ve Nesih

 

Sığırlarda zekâta tâbi olan asgarî nisabın yirmibeş veya otuz sığır olduğu üzerindeki bir fikir ayrılığı da el-Hâzimî tarafından nesih örne­ği olarak verilmektedir. Miktarı az olan bir grubun iddialarına göre; her beş ineğe bir koyun, on inek olunca iki koyun, on beşte üç, yirmi sığırda dört koyun, yirmi beşte ise bir sığır verilecektir. Bu grubun mensûblarına göre İslâmda en son tatbik edilen sünnet budur. Bu mik­tarlar, Muâz hadisinde geçen; «...otuz sığır olunca bir tebî'... verilir» şeklindeki tatbikatı neshetmiştir.[1010]Son haberdeki miktarı, ekseriyet be­nimsemektedir. Sahabe, tâbûn ve etbâdan pek çok ilim adamı bu gö­rüştedir. İçlerinde, bu meselede ihtilâf olduğunu bilmiyorum diyenler bile mevcuttur. [1011]

İmâm Zührî, Muâz hadisinde belirtilen ve zekât mükellefleri için daha az külfetli olan tatbikatı : «Yemen halkına mahsûs bîr tahfif ola­rak» belirtmektedir. Yine onun ifâdesine göre bu tatbikat sonradan kaldırılmıştır.

Bir üçüncü görüş daha vardır ki : «Otuz sığırda bir ceza'; kırkta, bir müsinne verilir.,,» şeklinde belirtebileceğimiz bu fikir, Ham-mâd b. Süleyman'a nisbet edilmektedir. [1012]

Meselemizde nesihten söz eden olmamıştır.[1013] îbnu Abdilberr'in de­diğine göre, sığırların zekâtında aslolan haber Muâz hadisidir. Bu konu­da ilim sahiplerinin arasında ihtilâf yoktur. [1014]

 

107/2 - Hurma Telkihi Ve Nesih:

 

Peygamberimizin, İslâmî teşrideki gücü söz konusu olduğu zaman­larda kendisinden sık sık söz edilen : «Hurmaların tozlaştırüması ile ilgili haber» nesih vak'ası olarak da verilmektedir. Bilindiği gibi Pey­gamberimiz, durumu ilk gördüğü anda olaya müdâhale etmiş; daha doğ­rusu onları muhayyer bırakmıştır. [1015]el-Hâzimî'nin de belirttiğine göre bu hâdisenin neshe delâleti için daha başka şartlar gerekir. Diğer ta­raftan bu konunun nesih konusu olup olamayacağı üzerinde teknik «usûl yönünden) münâkaşalar mevcuttur. Meseleyi §er'î bir hükim olarak görenler olduğu gibi görmeyenler de vardır. Bu durumda nesihten söz etmek mümkün olmamaktadı. [1016]

 

108/3 - Yüzük Takınma Ve İpekli Giyinme

 

Bilhassa erkeklerin altın ve gümüş yahut bir başka mâdeni yüzük takınmalarıyia, yine erkeklerin; ipek, dîbâc, sündüs ve diğer isimlerle anılan ipekli kumaşları giymeleri, müelliflerce ayrı ayrı nesih v a k ' a 1 a r ı olarak ele alınmıştır. [1017] İncelendiği takdirde görülen manzara şudur ki, hiç birinde tespit edilmiş nesih iddiası yoktur. Ayrıca neshi tesbite yarayacak delillerden de malırûm bulunmaktayız.

Peygamberimizin bazı sözlerinde, altın yüzük ile birlikte ipekli gi­yinmenin ümmetinin erkekleri için haramlığı anlatılır. [1018] Diğer bir mik­tar hadiste, adı geçen yüzükle ilgili nehiytek başına verilir. [1019] İpekten nehyeden hadisler ise pek çoktur; burada, özürlülere verilen ruh­satlar,   harb gibi bazı   Özel   hallerin gerektirdiği özel giyinmeler hep zikredilmektedir,[1020] Fukahâ; ipeğin özürlüler tarafından giyilebile-ceği dışında, eriş ve argaçların ipek olması ve diğer kısımların başka bir cins iplik olması durumlarını da ayrı ayrı hükme bağlamaktadırlar. Durum ne olursa olsun burada bizi ilgilendiren neshin bulunup bulun­madığı hususudur.

Peygamberimizin kısa bir müddet altın yüzük taktıkları ve saha­benin de aynı hareketi taklit etmesi üzerine bundan vazgeçtik­leri sabittir. Burada, değişikliğe iktisadî bir düşünce mi hâ­kim oldu, yoksa dînî bir düşünce mi bunu kestirmek oldukça güç­tür. Bunun yanında Peygamberimizin gümüş yüzük kullandık­ları ve bunu da tavsiye ettikleri hususu da yine sabit bulunmaktadır. İbnu Sâhin'İn kanâatına göre, önce erkeklerle ilgili olmaksızın genel mânâda bir tahrim vuku buldu; altın yüzük takılmaması istendi, bilâ­hare, Peygamberimiz; kadınlara takınmayı mübâh kıldı. Sonra­ki ibâha, evvelki tahrîmi neshetmiş oldu. [1021]Eğer bu iddiayı bel­gelemek mümkün olsaydı, belki de nesih değil de tahsis veya istisna düşünebilecektik. Diğer taraftan, Berâ hadisi diye şöhret bulan bir ha­disteki emirle ilgili olarak altının erkeklerce takılabileceği iddia edil­mişse de, bu zâtın da diğerleri gibi özel bazı rahatsızlıkları sebebiyle kendisine müsâade verildiği de belirtilmiştir. Aynı zâtın nesihten ha­berdar olmadığı ihtimâli de ileri sürülmektedir. [1022] Durum şudur : Erkek­ler için altın yerine gümüş yüzük istenmiştir. Nesihten kat'iyyetle bah­setmeyen ilim sahipleri, kadınların altın yüzük takabilecekleri ve altm yüzük takmanın erkeklere haram olduğu hususunda i c m â ' d a n söz etmektedirler. İpek giyinme meselesinde, sırf ipek; hâlis ipek söz konusudur. Bu giyim erkeklere haram kılınmıştır. Bir müslüman ipek giyim eşyası alıp bir müşrike hediye edebilir[1023] denil­miştir.[1024]

 

109/4 - Hacamatın Gelirinden Nehiy Ve İzin:

 

Kan aldırma işi bir takım kimselerde âdet olduğu gibi, Peygamberi­mizin gününde bu işi yapanlar da vardı. Bugün de aynı işi halk arasında icra edenler mevcuttur ve bölgelere göre ayrı isim almaktadırlar. Hac-câm'ın hacamat işini sanat edinen kişinin aldığı ücret ve kazancı haram mıdır, yoksa halâl mıdır? Konunun nesih ile ilgisi var mıdır?

Peygamberimizden iki türlü hadis gelmektedir ; Bunlardan bir kıs­mında, haccâmın gelirinden yenilmemesi istenmekte, [1025]diğer bir bölümünde ise, yenilebileceği; peygamberimizin haca­mat yaptırıp ücret verdikleri belirtilmektedir. [1026] Hadisler üzerinde yapılan araştırma neticesi iki görüş ve bu görüşlerin taraftarları belirmiştir

a. Hacamatın geliri   yenilemez   diyenler. Bunlar Zahirîler­den bir kısım âlimler ile muhaddislerden bazılarıdır ve Ukbe ile Râfi' b. Hadîc hadislerinin zâhirleriyle amel ederler.

b. Haccâmın ücret alabileceğini, ücretinin   haram   olmadı­ğını   iddia edenler. Bunlar ilim adamlarının ekseriyetidir. Yalnız bun­lar, hâlâl görmekle beraber bu işin yapılmamasını uygun görürler, evlâ sayarlar. Kendilerinin belirttiğine göre   birinci   tip   hadisler, nehiy ve haram tesbit etse bile   mensûhtur. [1027]Nesih konusunda konuşanların belirttiğine göre; meseledeki   tarih   yönü   araştırı­labilir ve tesbit edilirse nesihten söz etmek doğru olmaktadır. [1028] Bura­daki nesih haram iken halâl kılınma şeklinde anlaşılmalıdır.    Hüküm olarak hacamat tenzîhen mekruh sayılmıştır. Şafiî'nin belirttiğine gö­re meselede nesih ve tearuz yoktur. [1029]

 

110/5 -- Necş :

 

Alıcı olmadığı halde birisinin gelerek   malın   fiatını   arttır­ması, malı çok kıymetli imiş gibi   öğmesi[1030]   necştir. Bugün necş Ûaha da sistemli olmaktadır; propagandalar, sahte alıcılar, malı satmayıp değerinin pazarda artması için değişik usûller takîb edenler vardır. Bunların hepsi aldatma sayılmaktadır.    Şafiî her nasılsa, karşılığında

başka bir hadis vermeksizin, ihtilâf konulan arasında bunu da saymak­tadır. Necş menedilmiş bir yoldur. Peygamberimizin hadislerinde bunu yasaklayan[1031] ifâdeler emirler vardır. Necş icmâ' ile haram sayıl­maktadır. Dışarıdan birisinin bu işi yapmasında günahkâr odur, alıcı ile müşterekseler günâhta da ortaktırlar. Nesihten söz edilmeyen bu mevzuda, îmam Mâlik satışı; bey'i bâtıl telakki eden âlimlerdendir. [1032]

 

111/6- Ribâ Ve Nesih:

 

Ribâ ile ilgili bir meseledeki İbnu Abbâs ve Usâme b. Zeyd'in, son­radan vazgeçtikleri kanâatları, gerek el-Hâzimî ve gerekse İbnu Şahin tarafından nesih vak'ası olarak değerlendirilmiştir. Konu ile ilgili olarak iki grup hadis nakledilmektedir. Bunlardan Üsâme ve îbnu Abbâsa va­ran bir isnâd ile nakledilen hadiste Peygamberimizin : «Nesîe dışındaki muamelelerde ribâ olmayacağı, ribâmn sâdece nesîede olduğu» belir­tilmektedir. [1033]  Diğer hadislerde ise; yeden bi yedin tarzında zikredilen muamelede ve s a r f ' da da ribâmn bulunduğu, Peygam­berimizin onları da yasakladığı belirtilir. [1034]  Bu durum muvacehesinde iki fikirden söz edilir. İbnu Abbâsın fikri: Buna göre ribâ nesîededir. Ekseriyetin görüşü : bu görüşe göre böyle bir tat-bîkât olmuşsa da Peygamberimiz sonradan bunu kaldırmış; vefatından bir ay kadar önce sarfı nehyetmiş, [1035]  altın ve diğer bazı mallarla yapılan muameledeki tefâdulun ribâ olduğunu belirtmiştir. [1036] Bu mese­lede, sayılanların dışında, hadislerin arasını c e m  e d e n bir görüş de mevcuttur. Bu görüş taraftarları çeşitli yollarla; yanlış anlamaların olabileceğini, hadislerin arasında tearuz olmadığını; İbnu Abbâsın sonra dan bu fikrinden vazgeçtiğini; çünkü defalarca etrafına : «Bu konuda reyiyle hükmettiğini, bilâhare durumu daha iyi bilenlerin fikrine uyarak kanâatından döndüğünü söylediğini» belirtirler.   Diğer   bir   görüşe   göre, Peygamberimizin bu iki tatbikatı arasında nesih ilgisi vardır, îbnu Şahin : Ribâ mallarının, vezin, ayın ve her türlü denklik dışındaki farklı değişmelerin haramlığmı belirten hadislerce neshedildiğini anlatmakta­dır. Bu hadislerin bazıları, açıkça nehyi belirtir.[1037]

 

112/7 - Bazı Yiyecek Maddelerinin Satışları Ve Nesih:

 

Peygamberimiz bazı yiyecek (taam) alış-verişleri için bir takım emirlerde bulunmuştur. Şafiî bunlardan bazılarını[1038] eserinde zikreder, fakat incelediğimiz zaman onlarda neshe taraftar olmadığım görürüz. Bunlardan birisi de: kuru ve yaş hurmaların karşılıklı satışıdır. Burada Peygamberimiz, sahabenin sorularına cevap verirken; yaş olan yiyeceğin kuruyup kurumamasmı sorması manidardır; alıcının aldanmamasina gayret göstermektedir. [1039]

Yiyecek alışverişincle malın alınmasını (kabzını)' şart ko­şarken; yaş ile kuru yiyeceklerin değişimini yasaklarken, «a r â -y â »ya müsâade edip «müzâbene »yi nehyederken hep alış­verişteki tarafların zarara uğramamaları gözetilmekte­dir. Şafiî'nin belirttiğine göre Peygamberimiz «arâyâ»ya müsâade et­miş[1040] tir. îmâm bu meselede nesih değil de hâss-âmm ilişkisi görmektedir. [1041] Yiyecek alışverişindeki kabz konusu ile ilgili olarak nesihten söz etmez, hadislerin ihtilaflı olmadığını belirtir. [1042] Hurmanın hurmayla ve yaş üzümü» kuru üzümle ölçülerek satışı demek olan müzâbeneyi neh-yetmektedir[1043]burada da nesihten söz edilmemektedir. [1044]

 

113/8- Alışverişte Araya Girme:

 

îki kişinin, müşteri ve satıcı olarak yaptıkları alışveriş bitip taraflar dağılmadan, bir üçüncü şahsın, satıcı olarak aynı malı getirip ora­da satmaya kalkışması, onların alış-verişlerini bozacağı düşüncesiyle menedi İmiş tir. Bugün emsalini sık sık gördüğümüz bu hâl, bazan satıcıya veya müşteriye nisbet derecesine; onların yaptıkları alış­verişteki fiattan çok daha aşağısına, bağırmak suretiyle yapılmaktadır. îmam Şafiî, bir mü'minin kardeşinin satışı üzerine satışı yasaklayan ha­disleri tercih edip[1045] aldığını belirtir. Bir ihtilâf meselesi olarak verdiği bu konuda başka hadis de serdetmez ve nesihten de bahset­mezi. [1046]

 

114/9- Şuf'a Ve Nesih:

 

İhtilaflı mesele gibi, İmâm Şafiî'nin verdiği konulardan birisi de şuf'adır. Burada da nesihten söz edilmemektedir. [1047]Peygamberimizin belirttiğine göre : Taksimler yapılıp hudûâlar belirtildikten sonra artık şuf'a yoktur. [1048]Meselenin fıkhî teferruatından ziyâde, nesih ile alakalı olmayışı bizi ilgilendirmektedir.[1049]

 

115/10- Sağılabilir Hayvanların Satışında Aldatma Ve Nesih:

 

M u s a r r â t ; koyun, inek, deve ve benzeri hayvanların, sağıl-mayarak memelerinde süt birikmesi ile aldıkları durumda kendilerine verilen addır. [1050] Şafiî, bu isimle açtığı babta Peygamberimizden önce: «Harâc-zımân iledir»[1051] hadisini nakleder. Buradaki barâc; satılan mal veya köle cinsi bir varlıktan elde edilen semere, gailedir. Maldaki veya köledeki, satış anında bilinmeyen bozukluk meydana çıkınca, müş­teri onu iade etmekte ve elde ettiği fayda, hadise göre kendisinin olmak­tadır. Bu arada mal telef olsaydı, satıcı kurtulurdu, müşterinin elde et­tiği birkaç günlük süt veya köle çalışması, o telefin tazmini oluverir, mal elinde kalırdı. [1052] İkinci nevi hadiste ise, zöyle ayıplı bir malın iadesi esnasında belirli bir miktar hurma veya buğdayın satıcıya verümesini efendimiz belirtir. [1053]  İmâm bu iki nevi hadis arasında bir tea­ruz görmez; bunları ayrı ayrı şeyler olarak kabul eder, nesihten söz etmez[1054]

 

116/11 - Köylünün Malını, Şehirlinin Satması,

 

Köylü malını satışa getirirken önüne geçilmesi:

Şâfü tarafından her ne kadar bu iki mesele ayrı ayn ele alınmışsa da, hadislerin bir çoğunda iki mesele bir arada zikredilmektedir. Bi­rinci meselede; bey'u'l-hâdır li'l-bâdî konusunda, Şafiî'nin tahminine göre, malların yerli simsarlar tarafından aşırı f i a t -l a r 1 a -belki de el değiştirerek- müşteriye intikâl etmemesi göze­tilmektedir. Muhtelif eserlerde zikredilen bu konuda da nesihten söz yoktur. [1055]

İkinci konumuz yine bir ahş veriş meselesidir. Peygam­berimiz, diğer meselede alıcının durumunu düşünerek araya aracının girmemesini emrederlerken burada da aynı düşünceye ilâve olarak bu sefer satıcı olan köylünün malının değer fiattan aşağı satılmamasmı is­temektedir. Telakki'S'Silâ', telakki'r-rükbân, telakki''l-buyû', telakki'l-celeb adlarıyla da adlandırılan bu konuda Peygamberimizin nehiyleri sarihtir. [1056]  Bu hadislerden bir kısmında belirtildiğine göre, köyden şe-hire mal getiren, mal sahibi değil de bir çiftçi (maraba-çeltek) veya işçisi ise, asıl mal sahibi geldiğinde muhayyerdir. îmam Şafiî böyle bir satışı hoş görmemekle birlikte bey'i caiz görmektedir. [1057] Halbuki en-Nevevî, mezhep imamlarının fikirlerini belirtirken sadece Evza'î ile Ebû Hanîfe'nin şartlı olarak cevaza kail olduklarını vermektedir. Meselemizde nesih yoktur.[1058]

 

117/12 - Ölü Hayvanın Derisinin Kullanılması Ve Nesih:

 

Üzerinde nesh iddia edilen konulardan biri de ölü hayvanların deri­lerinden istifâde meselesidir. Ölü hayvanın derisinden istifâde işinde veya ondan faydalanamama konusunda, Peygamberimizden bize kadar haberler gelmiştir. Haberlerin çeşitliliği, aralarındaki tarih bağının tam manasıyla tesis edilememesi, ilim sahiplerinin konu üzerinde fikirleri­nin ayrılmasına yol açmıştır. eHîâzimî'mn belirttiğine göre ilim adam­larını başlıca iki grup halinde buluruz; d i b â ğ a t gören de­rinin kullanılacağını savunanlar, dibağath veya dibâğatsız her nevi faydalanmayı reddedenler. [1059] en-Nevevî'nin belirttiğine göre ise ilim adamlarından böyle iki değil, yedi tane görüş nakledilmektedir. Bu görüşler şöyledir : Her türlü deri temizlik kabul eder, sadece köpek, domuz ve onlardan doğanların derileri hariç. Bu fikir imam Şafiî 'ye nisbet edilmektedir. Derilerin hiç­biri hiçbir suretle temizlenmez; H z . Ömer ve H z . Â i ş e 'ye nisbet edilmektedir. E v z a î 'ye ait olduğu ileri sürülen bir görüşe göre eti yenen hayvanların derileri dibağatla temiz olur ve kullanılır, imam Ebû Hanîfe domuz dışında hepsinin dibâğatle tahare­tine kaildir. Beşinci fikrin sahibi imam Mâlik' tir, ona göre; deri­lerin hepsinn dışı temizdir, içleri değil. Bu yüzden akıcı şeyler oraya konulmaz, ancak kuru nesnelerde kullanılabilir. Dâvûd ez-Zâ-h i r î ve Zahirîlere göre köpek ve domuz da dahil bütün deriler; iç ve dışları temizdir. Son görüş Zührî'ye nisbet edilmektedir: deriler di-bâgatsız da kullanılabilir. [1060]

Burada ihtilâfların menşe'lerini araştırırken, hadislerde geçen ihâb, asab, cild gibi kelimelerin dildeki aldıkları manaya bakmada fayda görülmüştür. Çünkü ihtilafların bir kısmı, ihâb ve asab kelimelerine verilen manalar üzerine çıkmıştn.

İhâb kelimesi, derinin dibâgattan önceki durumuna verilen isim­dir. Dibâgattan sonra artık ona c İ1 d adı verilir. Bu incelik nazarı itibara alınmadan mutlak olarak ihâb ile deri kastedilir. Fakat hadis­lerde göreceğiz ki, bu inceliği kullananlar olmuştur. [1061] Cild mutlak mâ­nâda derinin adıdır. Asab ise, hayvanların mafsallarından alınan temizlenip sonra da kolye gibi boyna takılan bir kemik olarak tavsif edilmektedir. [1062]

Eldeki hadislerde, Peygamberimizce, ölü hayvanın etinin yenilme­sinin haram olduğu, derisinin kullanılabileceği[1063] ifâde edildiği gibi, görûlen hayvanların derilerinden «keşke jaydalansaydiniz» tarzında te­mennileri de vardır.[1064] Râviler: îbnu Abbâs, Seleme, Ummû Seleme, Âişe, Enes b. Mâlik ve diğer zevattır.

Abdullah b. Ukeym adlı râviye varan bir senetle sevkedilen hadis, bilhassa derilerin kullanılmasının menedildiğini iddia eden grubun en büyük delilidir. Nâsih-mensûh yazarlarından İbnu Şahin eserinde genel­likle mensûh haberleri Önce zikrederek açıklama yapar. Onun ilk zikret­tiği hadis bu Abdullah b. Ukeym hadisidir. Bu zat Efendimizin kendi kabileleri olan Cüheyne'ye gönderdikleri bir mektuptan söz eder. Ha­diste ihâb ve asab kelimeleri geçmektedir. Yine nakledildiğine göre bu mektup Efendimizin vefatından bir veya iki ay sonra kabilenin eline geçmiştir. İbnu Şahin bundan sonra konu ile ilgili îbnu Ömer ve îbn Abbâs hadislerini verir. Orada da hep nehiyden söz edilmektedir. Şevde, Ummu Esved., İbn Ömer, Seleme b. el-Muhabbik gibi zatlardan naklet­tiği haberlerde ise : «Her nevi derinin dibağatnun onun temizliği» oldu­ğu hususu belirtilir.   İbnu   Şahin    neshe kail değildir.  Onun ifâ­desine göre, tahareti belirten haberler, tarih bakımından Cüheyne'ye gittiği söylenen haberden eski değildir. Yani bunları mensûh sayacak bir durum mevcut değildir. îbnu Şâhin'in ve diğer bir takım ilim adam­larının belirttiklerine göre, Abdullah b. Ukeym hadisinde dibâgatlı ol­mayan deri ile asab'ın kullanılması menedilmiştir. Bu demektir ki; eğer deri dibâğat görürse kullanılabilecektir. Hadiste geçen ihâb, dibağatlı olmayan yaş deriye verilen addır; eğer dibâğat olmuş ise o artık[1065]ihâb değil, cild'dir, edîm'dir, cerâb v.s.dir.   el-Hâzimî 'nin   naklettiği, muhaliflerin ve nesih iddia edenlerin kanâatlerine göre; önceleri deri­lerin dibağatla kullanılmasına izin verilmişken, sonradan bu   neshe-dilerek   kaldırılmış, Abdullah b. Ukeym hadisi    nâsih'olmuştur. [1066] ve Hayber savaşı tarihlerini taşır. [1067] Halbuki Abdullah'ın hadisi, Efen­dimizin vefatından iki ay Önceki bir tarihe sahiptir. Görünüşte sağlam olan Abdullah b. Ukeym hadisinin, müsâade ihtiva eden hadislere; bil­hassa Meymûne hadisine karşı gelememektedir. Hadiste iztırâb mev­cuttur. el-Hâzimî'nin tercih ettiği yol: kelimelere verilen manadan neş'et eden  ve  nesih  gibi  değerlendirilmeğe   çalışılan  konuda,   Abdullah b. Ukeym hadisindeki Peygamberimizin kasdmın tamamen nehiy olmayıp sadece dibâgatsızlığı önleyici bir emir olduğunu anlama ve öylece ko­nuyu değerlendirme zarureti vardır. Yoksa meytenin derisinden istifâde konusunda zikrettiklerimizin dışında çeşitli lâfızlarla daha pek çok sa­hih hadisin[1068] âzahı güç olmaktadır. Ebû Dâvûd sünenini şerheden İbnu'l-Kayyinı'in fikrine göre de, ortada neshi gerektiren bir husus mevcut değildir. Zührinin kanâatini beğenir. [1069]

 

118/13- Arazinin Kiraya Verilişi Ve Nesih:

 

Peygamberimizden arazîlerin kiraya verilmesi ile ilgili olarak bir takım haberler vârid olmuştur. Ancak bu haberlerde zahirî bir tearuz tesbit edilmiş ki el-Hâzimî konuyu bir nesih vak'asi şeklinde eserinde işlemektedir. İbnu Ömerden gelen bir hadiste : «...Peygamberimizin gü­nünde arazîlerin, bir miktar buğday veya saman karşılığı kiraya veril­diği» hususunda bilgi verilmekte râvî miktar hakkında kesin bir beyânda bulunmamaktadır. Bu hadis, yanında İbnu Abbâs'tan gelen bir hadisin bir bölümünden, «... Peygamberimizin, kişinin arazisini kiraya vermeyerek arazi sahibi olmayan bir karâe§ine, ekip dikmek için vermesi daha uygun görülmekte, tarla sahibi için bunun daha hayırlı olacağından söz edilmektedir». Arazinin kiraya verildiği konusunda vârid haberler yanında, sahâbilerin kira lehindeki tatbikata ait haber­leri de geçmektedir. Arazi kirasının terkedildiği, Peygamberimizin kira işleminden sahâbileri ne h yettiğini belirten haberler de mev­cuttur. [1070]Ortada beliren iki fikir şöylece özetlenebilir.

a. Bir kişi, bir tarlayı, oradan çıkacak mahsûlden belirli bir mik­tarını almak üzere sahibi ile anlaşarak kiralayabilir ; arazî sahibi arazisini meşru görülen şartlar muvacehesinde kiraya verebilir.

b. Böyle bir akid fasittir ; arazî kiraya verile­mez; mü'min kardeşine arazînin o seneki intifamı bağışlaması, onun emrine tahsis etmesi gerekir. Son fikrin sahiplerinin delilleri, yukarıda arzına çalıştığımız, kiranın terkedildiğini, Peygamberimizin kirayı neh-yettiğini belirten haberlerdir.

Burada müzâraa dediğimiz belirli ortaklık şeklinin haram olmadı­ğını, arazîyi arazîsi olmayanın faydasına kullanmanın daha ha­yırlı olacağını belirtenler de olmuştur. Böyle düşünenlere göre ha­disler arasında çatışma yoktur. Peygamberimizin haram kıldığı zirâi ortaklık şekli, belirli meşru şekillerin dışındaki ortaklıklardır.

Konunun nesih ile ilgisi şuradan doğmaktadır. el-Hâzimî'nin belirt­tiğine göre Peygamberimiz bir ortaklığı feshetmiş ve masraf ödetmiş­tir. Neshe kail olanlar bu Rifâa haberini; ortaklığın önceleri meşru ol­duğu, sonradan Peygamberimiz tarafından kaldırıldığı şeklinde anla­maktadırlar. Belki de ortada meşru olmayan bir müzâraa şekli vardı ki, Efendimiz onu feshetti ve arazî sahibine ekini terketti, diğerine mas­raf ödedi. Bazı ilim adamları da ekin ortaklığını dünyevî bir me­sele, şer'î olmayan bir hüküm olarak görmekte, nesih olamayacağını savunmakta, diğer bazıları da: «kiraya verirdik...» sözünü, nehiy mev­cut olmasına rağmen halk yine arazi kira işi yapardı mânâsına anla­mıştır. Bu görüşlere itiraz edilmiştir.[1071]

 

III- Muamelât Meselelerindeki Nesih Örnekleri

 

A - Muaşeret Ve Topluluk Meseleleri İle İlgilî Örnekler :

 

119/1- Peygamberimizin Kadınlarla Bey'atı Ve Nesih:

 

el-Mumtehine sûresinin 12. âyetinde : «Ey Peygamber, mü'min ka­dınlar Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamalan, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evlâdlanm öldürmemeleri, elleriyle ayaklan arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, (emredeceğin) her hangi bir iyilik husu­sunda sana âsî olmamaları şartıyla - sana bey'atleşmeye gel­dikleri zaman bey'atlerini kabul et...» buyurulur. Peygamberimizden bey'atin icra şekli ile ilgili haberlerin farklılığını açıklayan ilim adam-lan, meselede nesih olabileceğini belirtirler. Kadınlarla, elleri üzerine bez koyduğu ve öylece bey'at ettiği konusunu belirten Âmir eş-Şa'bî hadisi[1072] yanında, onlarla sözle bey'at ettiğini[1073] «Haydi gidi­niz, sizinle bey'at ettim'» diyerek bey'atlerini kabul ettiğini, [1074]elini değ-mediğini[1075] belirten hadisler de vardır. Eli üzerine bez koyduğunu belir­ten hadis, meşhur mecmualarda bulunamamıştır.

el-Hâzimî, bey'atm sözle olduğunu belirten hadislerin daha güçlü olması sebebiyle, diğer hadislerin bunlarla muâraza edecek güçte olmadıklarını açıklar. Neshi bir ihtimâl olarak ileri sürer ve bez koyduğunu belirten hadis sahih ise mensûhtur der. [1076]

Diğer bazı ilim adamlarının belirttiklerine göre kadınların arzettiği-miz âyetin tamâmına inkiyâd edeceklerini ifâde etmeleri onların bey'atı idi. Peygamberimiz kendilerinin ellerini tutmadılar. Bu noktayı Hz, Aişe   yeminle   tevsik ederek ifâde etmektedir.[1077]

 

120/2 - Cenaze Takibinde Kadınlar:

 

Peygamberimiz, cenaze bekleyen kadınların evlerine dön­melerini emretmişlerdir. [1078] Diğer bir takım hadislerde ise, nehye-dildiklerini ve bu emrin azimet emri olmadığını; Peygamberimizin üzer­lerine düşmediğini ifâde eden sözler de vardır. [1079]Hadisi açıklayanlar; meselede nesih yoktur, sadece belki cenaze sahibine ruhsat tanındı, diğerlerine ise haramlik bakîdir, [1080]kerahet tenzihidir derler. Malik'e ve Medinelilere göre cenaze takibi sadece genç kadın­lara   mekruhtur; nesihten söz yoktur. [1081]

 

121/3 - Kabir Ziyareti: Yasak Edilişi Ve Ruhsat Verilmesi:

 

a. Meselenin Tasviri :

 

Peygamberimizin kabir ziyareti ile ilgili iki türlü tatbikatı olmuştur. Bunlardan birisi kabir ziyaretinden ashabım menedişi, diğeri ise aynı iş için onlara ruhsat ve müsâade vermesidir. Müsâade bir nehiyden sonra vuku bulmaktadır. Nesih vak'alarında durum bazan aksi de ola­bilmekte, yapılmakta olan bir iş menedilmektedir.

Kabir ziyaretinden menedümenin zamanı ile, sonradan meydana ge­len müsâadenin vakti hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye tesadüf edilememektedir. Bunu, konu ile ilgili sarih Peygamber emri­nin bulunmasına bağlamaktayız. Vak'ada neshin sübût bulması üzerine araştırıcı, bir başka nokta ile meşgul olmamıştır, Vak'anin özelliklerin­den birisi de nâsih haberin aynı hadisin bünyesinde bulunmasıdır.

Nesih konusuna dair yazılmış olan ilk eserlerden birinin müellifi ve nesih konusunda ümmetin kendisine pek çok şey borçlu olduğu imam eş-Şâfi'î, îhtilâfu'l-hadis'te bu meseleye temas etmemektedir. Aynı şe­kilde, İbnu Şâhin'in kitabında da, doğrudan kabir ziyareti ile ilgili bir bahis yoktur. Yalnız İbnu Şahin, kabir ziyaretinde kadınların durumunu işlemektedir. Gerek Şafiî'nin ve gerekse İbnu Şâhin'in bu durumlarını da, az önceki meselede olduğu gibi, konudaki kesinliğe bağlamak uy­gun olacaktır. Belki de belirttiğimiz gibi onlar; kabir ziyaretindeki men'in ve sonraki ibâhanın sarahatine binâen, meseleyi bir ihtilâf konusu olarak ele almamaktadırlar.[1082]

 

b. Hadisler, Rivayetler:

 

Kabir ziyaretini menedip sonradan da ona müsâade eden Peygam­berimizin bu tatbikatını belirten hadislerde, biribirinden farklı sözler az bulunmaktadır. Konu ile ilgili hadislerin râvüeri arasında bilhassa : Süleyman b. Büreyde, Abdullah b. Büreyde, Ebû Hureyre, İbnu Mes'ûd, Enes b. Mâlik, Âişe, Hayyân el-Ensârî, Ebû Zer, Ali, ibnu Abbâs, Mic-ma' b. Câriye, Ömer gibi isimlere Taşlanmaktadır.[1083]

el-Hâzimî'nin eserine temel olarak aldığı hadislerden ilkini Süley­man, babası Büreyde'den nakletmektedir. Hadis Müslim'de ve diğer eserlerde bulunmaktadır. [1084] Bu hadislerde zikredildiğine göre Peygam­berimiz : «Ben sizi kabir ziyaretinden nehyetmiş, menetmiştim. Şimdi artık ziyaret ediniz; zira kabir ziyareti size hatırlatır» buyurmaktadır. Hadislerin pekçoğu «hatırlatır» sözü ile biter. Diğer rivayetlerde bu hatırlatır sözü açıklanmaktadır. Ölümün hatırlatılması, kaibin rikkatini celbetmesi, âhireti hatırlatması gibi dünyadan el etek çekmeyi (tezeh-hüd ani'd-dünyâ) ifâde eden sözleri diğer rivayetlerde görürüz.

Abdullah b. Büreyde'nin naklettiği haberde ise daha farklı bilgi mev­cuttur. Burada, kabir ziyaretinden menediliş ve ruhsatı anlatan bir bölüm de vardır : «Uz. Peygamber kabir ziyaretinden nehyetti; bilahare bu konuda ruhsat verdi ve dedi[1085]

Kabir ziyaretinin bir başka mesele ile de irtibatı vardır: Efendimi­zin validelerinin kabirlerini ziyaret etmeleri. Bu ziyaret, Cenabı Hakka vâkî müracaat üzerine olduğu anlaşılmaktadır. Hadiste şöyle denilmek­tedir : «Hz. Peygamber, validelerinin kabrini ziyaret etti; kendileri ağ­ladı, etrafını da ağlattı ve dediler ki: Rabbimden, anama istiğfar için izin istedim, bana izin verdi. Sizler de kabirleri ziyaret ediniz, çünkü kabir ziyareti ölümü hatırlatı.[1086]

Kabirlerin ziyareti ile ilgili hadisler içinde, kadın ziyaretçilere temas eden hadisler de büyük yekûn tutmaktadır. Bu hadislerde z e v -vârâtu'l-kubûr tabiri geçmektedir. [1087] Kabirleri çokça ziyaret eden kadınlar manasına gelen bu tabir ile neyin kastedildiği pek anlaşı­lamamaktadır. Kaynaklar sadece bu haberlere dayanarak, kadınların ziyareti üzerinde durmuş, fikirler beyan etmişlerdir. Bizim görüşümüze göre Peygamberimizin dili ile lanetlenen bu kadınlar gurubu; güzel niyetlerle ; gerek asr-ı saadette ve gerekse sonraki devirlerde, şartlarına da riâyet ederek, yakınlarının kabirlerini ziyaret eden kadın­lar değildir. Aşağıda daha tafsilâtlı göreceğimiz gibi, böyle düşünmeğe bizi zorlayan deliller vardır.

Enes b. Mâlik'ten gelen bir haberden öğrendiğimize göre, Peygam­berimiz, muhtemelen ölen evlâdının kabrini ziyaret eden bir kadına : «Allah'tan kork, sabret»[1088] buyurmuş, kadın ise: beni bırak, uzak dur; benim başıma gelen musibet sana gelmedi demiştir. Kaynakların be­lirttiklerine göre kadın Peygamberimizi tanımamaktadır. Yine hadisler­den, asr-ı saadette kadınların ziyaret için kabristana git­tikleri haberini almaktayız. Hadislerde zikri geçen mevzulardan biri de kabirlerin namazgah haline getirilmesinin ve üzerlerine öteberi (belki kandil-mum) yakılmasının nehyidir. [1089]

 

c. Hükümler Ve Farklı Kanâalktr :

 

Kabir ziyareti ile ilgili nesih sabit olmakla beraber konu üzerinde fikir ayrılıkları da meydana gelmiştir. Ziyaretin önceden nehyedilip sonradan müsâade edildiği konusunda ilim adamlarının ittifakı, el-Hâ-zimi'ye nisbet edilmektedir. Halbuki el-Hazimî sadece erkeklerin ziya­reti konusunda müsbet manadaki ittifaktan söz eder.[1090] İbnu Hacer, Ha-zimî'nin görüşünü umûmî mânâda anlayarak, meseledeki mevcut ihti­lâfları verir. Onun kanaatına göre, kabir ziyaretini kerih görenler de mevcuttur. Bunların başında eş-Şa'bî ve en-Neha'î gelmektedir. [1091] Ekseriyetin üzerinde ittifak ettiklerin nokta; erkekler için bu ziyaretin m e s n û n olduğu tarzındadır. İbnu Abdilberr'in ifâdesine göre buradaki ibâha, nehyin umûmî oluşu gibi umûmîdir ; erkek kadın ayırımı gözetmeden herkese şâmildir. [1092]  İbnu Şahin, sadece bir cümle ile meseleye temas eder ve der ki: Kabir ziyaretinden nehiy sahihtir; ibâha konusundaki hadisler de sahihtir; bunlar evvelki hadis­leri nâsihtir. [1093]

Durumu, şöylece özetlemek mümkündür:

Kabir ziyareti hakkında ekseriyetin kanaati, mubah lığı yö­nündedir. Ufak bir gurup kerâhatine kaildir. Fakat onlar da bunun ten­zih veya talırim kerâhatı olduğunda ittifak edememektedirler[1094] Bu kü­çük ihtilâf nazarı itibara alınmadığı takdirde; şartlarına riâyet ile ka­dın erkek herkese kabir ziyareti tavsiye edilmiştir.

Ebû Hureyre ve İbnu Abbâs'tan gelen hadislerde zevvâra-tu'l- kubur lanetlenir. Bu kadınların durumunu biraz olsun anla­yabilmek için, ilim adamlarının, kadınların kabir ziyaretini yapabil­meleri için ortaya attıkları şarta bakmak lazımdır; onlar fitne ih­timâlinin yok olmasını, şartlarına riâyeti, kadının genç olmayıp, yaş-11 olmasını şart koşmaktadn'lar. Eldeki lanet hadislerinin dışında ka­lan ve ziyareti meşru gören kadınlar ile ilgili haberler de vardır. Yu­karıda Hz. Peygamber ile konuşmaları geçen kadının ziyareti menedilmemiştir; bu bir takrir ve tasvib olarak nitelendirilmektedir[1095] ve leh­te hüccettir. Hz. Fâtıma, her cum'a Hamza'nın kabirini ziyaret etmiş­tir. [1096]Âişe validemizin, kardeşi Abdurrahman'ın kabrini ziyaret ettik­leri vâkidir. [1097]

Zevvâratu'l-kubûr'a lanet ifâde eden hadislerin, ziyarete umûmî manada izin verilmesinden önceki devreye ait görenler de vardır. [1098]

 

d. Netice :

 

Kaynakların verdikleri bilgilere göre kabir ziyareti,   e d e b   dâire­sinde, başka bir niyete ve faaliyete bağlı kalmadan kadm-erkek her mü'min için   meşrudur. [1099] Kabir ziyaretinden ilk zamanlardaki nehyin ne gibi bir gaye gözettiğini bilemiyoruz. Putperestlikten ve ec­dada ait hatıralarla fazla öğünmekten[1100] henüz kurtulmuş olan kavme, belki de, başka sebepler tahtında Efendimizce uygun görülen bu hare­ket tarzının,   günümüz   için değeri ne olabilir? Şunu demek isti­yoruz : Şayet kabir ziyareti çığırından çıkarılırsa; çeşitli fitnelerin ve iffetsizliklerin kaynağı haline gelirse; kabristan, devlet reisine ve ilim sahiplerine, kabir ziyaretini toptan menedici bir salâhiyet tanınmış mı­dır? Nesihte Allah ve Rasûlü'nün; teknik tabiri ile vahyin hüküm sahibi olduğunu bilmekteyiz. Onların bize belirttiği son tatbikat esastır. Bunun dışında bir başka tatbikat imkânı,   eldeki mevcut ilmî delillere göre iddia edilemez.    Yalnız, şartlarına    uygun ehl-i hâl ve akdîn    seçtiği devlet   reisinin,   bazı özel tasarrufları hakkında fakîhlerin müsbet kanâatleri vardır. Müslümanlar, bu türlü fitneleri, hakları ol­madığı halde bir neshe kalkışmakla değil de, İslâmı; her yönüyle an­layarak, anlatarak, tatbik ederek nesilleri amel yönünden teçhiz ederek önlemelidirler. Eldeki naslara bakarak   a 1 t ı y ü z   sene öncesine ait kadınların ziyaretteki durumlarını beğenmeyip, onlar için ziyareti ha­ram sayan   el-Aynî 'nin bu ifâdesini anlamak güçtür. [1101]

 

122/4 - Cenaze İçin Ayağa Kalkma!

 

a. Meselenin Tasviri:

 

Cenaze için ayağa kalkma meselesi iki şıklı mütâlâa edil-, mektedir. Birincisi, cenazeyi takib eden kişilerin, o kabre bırakılmcaya kadar ayakta durmaları (kıyamları), ikincisi ise yakınından ce­naze geçen ve oturmakta olan kişinin kıyamı veya cenazeye kargı takınacağı tavırdır. Burada söz konusu kıyam; ayağa kalkış sonucudur. Sahabenin vereceği bilgilerle nesih vak'asının tesbitine Örnek olarak bu mesele de verilir.

Peygamberimizden gelen haberleri değerlendiren ilim sahipleri, baş­lıca iki fikir etrafında toplanmışlardır: cenazenin geçmekte ol­duğu yere yakın oturmakta olanlar, ayağa kalkacaklardır; sünnetteki tatbikat budur; cenaze için ayağa kalkılmaz. Peygamberimizin birkaç kere tatbik ettikleri bu usûl, sonradan onun tarafından kaldırıl­mıştır.

İkinci fikrin taraftarları, ayağa kalkma sünnetinin neshedilmiş ol­duğunu belirten haberleri, diğer tatbikatı nâsih görürler. Ayağa kalk­manın sünnet olarak devam etmekte olduğuna kail olan ilim adamları, bu işin, cenaze oradan uzaklaşmcaya kadar devam edece­ğini de ifade ederler,[1102]

 

b. Rivayetler :

 

Âmir b. Rebî'a adlı sahâbî Peygamberimizin : «.Cenazeyi gördüğü­nüz zaman, sizi geride bırakıncaya kadar ona kalkınız»[1103] dediğini nak­letmektedir. Cenaze için ayağa kalkılacağım savunanların delili olan bu hadisin aleyhinde konuşan olmamıştır.

Cenazeye kıyamın sebebi olarafe hadislerin bir kısmında zikredilen iki husus mevcuttur : Bunlardan biri; Peygamberimizin, ölüm korkunç; Allaha ilticayı gerektiren»[1104] bir şeydir sözün­de ifâdesini bulmaktadır. İkincisi ise; yine Peygamberimizin ifâdelerine göre, «mü'minlerin cenazeye değil de etrafındaki meleklere tazım için ayakta durmaları» hususudur. Câbir b. Abdillah hadisin­de geçen vak'ada, kendisi için ayağa kalkılan bir y a h û d cenaze-sidir. [1105] Meleklere tazim edildiğini belirten haberin râvisi ise Ebû Bür-de'dir. [1106] Zikrettiğimiz bu haberlerde belirtilen ayağa kalkma işinin men-sûh olduğunu kabul edenler ise şu hadislere dayanmaktadırlar :

Hz. Ali b. Ebî Talib'den nakledildiğine göre Efendimiz önceleri ce­naze için kıyam ederlerdi, sonradan bunu terkederek oturdular. [1107] İmam Ali'nin bir başka sözünde belirtildiğine göre ise Efendimiz ayağa kalk­mayı sadece bir cenaze için yapmışlardır. Bir başka ha­berden anlaşıldığına göre de Efendimizin bu tatbikatı; EhK kitâb'm tatbikatına hüsn-i zanla bir uyuştan ibarettir. Bilâhare n e s h vaki olmuş ve bu da terkedilmiştir. [1108] Bu meseleye temas eden daha geniş bir haberi el-Hâzimî nakleder :

«Leys der ki, son hadisi Mücâhid'e hatırlattım; o bana dedi ki, Ab­dullah b. Sahbere diyor ki, Ali ile birlikte oturuyor cenaze bekliyorduk, o esnada bir diğer cenaze oradan geçti, biz de ayağa kalktık, Ali bize sordu : Hangi delile istinaden ayağa kalktınız? Biz de : Peygamberi­mizin ashabının verdikleri fetva üzerine dedik. Ne imiş bu? dedi. Biz de : Yanınızdan bir cenaze geçiyorsa; müslüman, yahûdî, hristiyan ol­sun ayağa kalkınız; siz cenaze için değil, yanındaki melekler için ayağa kalkmış oluyorsunuz tarzında Peygamberimizin emirlerinin bulunduğunu, Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den duyduğumuzu söyledik. Bunun üzerine Ali şöyle konuştu : Peygamberimiz bir cenazeden başkası için ayağa kalkmadı. Bu cenaze yahûdî idi, Efendimiz de onlar gibi yaptı,   nehyolununca    da o işi terkettb. [1109]

Rivayetlerde verdiğimiz hadisleri dikkatle incelediğimiz zaman gö­rürüz ki, bunlar sahabenin verdikleri haber ve sahabenin vak'a ile ilgili şehâdetleridir. Hâdiselerin nakli ile birlikte Peygamberimizin emirleri nakledilmektedir. İkinci nesildeki tabiîler bile sahâbiden bu konuyu alır­larken, sözler hep vak'alar üzerinde konuşulmuş, cenaze esnasında sarfedilmiş ve hükümler belirtilmiştir. îmam Ali'nin konu ile ilgili etraflı ve derin bilgisi olduğu muhakkaktır ki kendisi hâdise hakkında kesin ve etraflı şehâdette bulunmaktadır.[1110]

 

c. Tahlil ve Netice :

 

Peygamberimizin bir veya birkaç cenaze için ayağa kalktıkları mu­hakkaktır. Burada onu ayağa kaldıran sebep üzerinde bizi düşündürücü ip uçları mevcuttur. Zahirde kalkış cenazeye hürmet için gibi görünürse de, Efendimizin ifâdelerinden; ölümün dehşetinin, insan cenazesi yanın­da giden meleklerin taziminin de kalkışta rolü bulunmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki, cesedin kendisine hürmetten çok daha ulvî sebep­ler için kıyam meydana gelmektedir. Pek fazla taraftar toplamayan bir görüşe göre ise Efendimiz, bir defa kalktığı cenazenin özel bir du­rumu ve kokusu mevcuttu.[1111] Şafiî'nin de aynı kanaati ileri sürdüğüne şâhid olmaktayız. Konumuz ile ilgili haberlerde Peygamberimizin fi'li yanında sözlü emirleri de bulunmaktadır. Sözlü emirleri, kıyam için ol­duğu gibi kalkılmaması için de vardır denilmektedir. el-Hâzimî tarafın-dan zikredilen ve oturmayı emreden bir hadis ise bulunmaktadır. Sözlü sünnetin yanında fi'lî sünnetin varlığı, kalkılmaması lehinde tefsir edil­mektedir. Şafiî'nin ifâdesine göre fiilden sonraki bu terk durumu nesih için delildir. Ayrıca neshi sahabe de haber vermektedir:

İmam Şafiî neshin varlığını şöyle anlatır : Peygamberimizin fiille­rinden sonra o fiili terkedişleri burada mevcuttur. RasuH ekrem'in son tatbikatı; eğer bu bir vâcib ise, sonuncu emirleri bunu neshetmiş olur. Eğer istihbâb nev'inden ise sonuncu emir de müstehap olur. Eğer birincisi rauhâb bir fiil ise, oturmada da kalkmada da beis yoktur. Bence oturma daha iyidir. Çünkü Efendimizin son fiili bu­dur. [1112] İbnu Şahin de neshe kail ilim adamlarındandır. [1113]

Hâdisedeki nesh fikrini farklı îzah edenler de mevcuttur. Bu cüm­leden olmak üzere meselâ îbnu Hazm : «Vâcibliğin-vücûbun-neshedilmiş olabileceğini» ileri sürer. Bu nevi bir değişikliği ise kendisi nesih olarak tavsif etmemektedir. [1114]Kâdî İyâz'ın meseledek nesh varlığı şeklindeki kanâatini, en-Nevevî teııkîd eder ve cem' mümkün olmadığı takdirde nesih yoluna başvurulabileceği iddiasını ileri sürer.[1115] Bu hâdisede ha­disler arasını cem'i mümkün gören bu âlimin kanaatim anlamak hayli güçtür. Bir usûl kaidesi olarak benimsenen bu görüşe göre; nesih oldu­ğu sabit olan bir konudaki hadislerin cem'i de gayet güzel ve ölçülü olarak yapılsa; hadislerin araları bulunsa acaba nesih ortadan kalka­bilecek midir?

Konumuzu şöyle bir toparlayacak olursak deriz ki : Efendimizin burada iki tatbikatı göze çarpmaktadır. Biri cenaze için ayağa kalkığı, diğeri ise ondan vazgeçip terkedişidir. Rivayetlerde tarihî bilgi ve Efendimizin tasrîhi gibi diğer destek unsurları mevcut değldir.

Usûl nokta-i nazarından mesele için bazı şeyler belki söylenebilir. En büyük itiraz belki: konunun şer'î bir mesele olup olmaması yönün­den gelecektir. Bu hâdiseyi, bir âdet-i Peygamberi olarak değerlendirme mümkün olduğu takdirde, usûlcü nesih meselesine temas bile etmeyecektir. Çünkü konu Serî hüküm sahası olmadığı yerlerde ne­sihten bahse zaten lüzum yoktur.[1116]

 

123/5 - Cenaze Konuncaya Kadar Oturma Yasağı Ve Bu Yasağın Neshedilmiş Olduğu:

 

a. Meselenin Tasviri:

 

Başlıkta zikrettiğimiz konu, bir önceki işlediğimiz nesh vak'asınm bir devamı olarak mütâlâa edildiği gibi müstakil olarak da düşünül­müştür. Müşterek kabul edilmesine en büyük sebep, aynı hadislerle beyan e'dilmiş olmasıdır. Aşağıda da arzedeceğimiz gibi, üzerinde nesh cereyan edip etmediği de münakaşalı olan bu konuyu, diğeri ile olan sıkı alakası yüzünden, bazı ilim adamlarının da görüşlerine uyarak ayrı bir örnek halinde incelemeyi uygun gördük.

Cenazenin, onu teşyi ve takip eden cemâatin omuzlarından yere in­dirilmesi veya bir diğer görüşe göre lahde (kabirdeki özel yerine) ko­nulmasına kadar geçen zaman içinde, orada hazır bulunanların ayakta kalmaları veya bu ayakta kalma sünnetinin bilâhare oturma ile değiştirilmiş olması söz konusu olmaktadır. İhtilâflar, «cenazenin konulması» tabirinden, mevcut iki görüşten hangisinin tatbikatta en son sünnet olduğuna kadar birkaç yerde vardır. Oturulmasının nâsih olan amel şekli olduğunu ifâde edenler yanında, ayakta durulacağını iddia edenler de olmuştur. Tarafların ellerinde delilleri de mevcuttur. Diğer bir fikrî ayrılık mahalli; cenazenin omuzdan yere konulması mı, yoksa kabirdeki yerine yerleştirilmesi mi, hususudur.[1117]

 

b. Rivayetler ve İhtilâflar

 

Cenazeye yolculuğu esnasında raslayanların ayağa kalkması konu­sunda verdiğimiz Âmir b. Rabî'a hadisi, bu konuyu da ihtiva eder. So­nundaki «Sizi geride bırakıncaya kadar  tâbiri bazı rivayetlerde : «konuluncaya kadar.,.» tarzında vârid olmuştur. Bu haber dışında «ko­nuluncaya kadar oturmayınız  sözleriyle emir tarzında gelen haberler de vardır.[1118] Bu haberlerden bazılarının râvisi   Ebû Sa'îd el-Hudrî'dir[1119]. Ebû Sa'îd hadisinin, Ebû Salih tarikıyla gelen bir rivayeti bize sahâbinin şehâdetlerini de aydınlatır : Ebû Salih der ki : «... biz bir ce­nazede idik. Ebû Hureyre Mervân'tn elini tuttu, birlikte oturdular. Cena­ze henüz yerine konmamıştı. Ebû Sa'îd el-Hudrî geldi, Mervân'm elini tutarak kaldırdı ve Efendimizin; cenaze yerine konulmadan etrafında-kilerin oturmalanm nehyeüiğini söyledi, Ebû Hureyre de bu sözü tasdik etti. [1120] Aynı konu ile ilgili ve oturmayı nehyeden bir hadisin de râvisi olan Ebû Hureyre'nin oturması hayli düşündürücüdür.

Küçük rivayet farkları bulunan diğer varyantlanyla birlikte bu ha­berler cenaze konulmadan   oturulamayacağını   ifâde eden haberlerdir. Taraftarları arasında: Hasen b. Ali, Abdillah b. AmrT Ebû Hureyre gibi sahâbilerle Ahmed b. Hanbel, îshâk bulunan ve mezkûr hadislere istinâd eden görüş yanında, oturmanın evlâ olduğunu; birinci hükmün ise mensûh durumda bulunduğunu ifâde eden bir diğer grup da mevcuttur. Bu grubun fikirlerini besleyen deliller arasında Ubâde b. es-Sâmit hadisi ile imam Ali'nin naklettiği bir haber meşhurdur. Ubâde'nin rivayetine göre Peygamberimiz, birlikte bulundukları br cenazede bir yahûdî hahamı veya bilginin suâline maruz kalmıştır. Adam Efendimizin tatbikatı için: «...biz de böyle yaparız» demiştir. Bunun üzerine Efendimiz ayağa kalkılmamasını istemiş ve «...Oturunuz ve onlara mu­halefet ediniz[1121] demiştir. Hz. Ali'nin verdiği haber ise bize hem bir sahâbî bildirmesi ve şehâdeti, hem de tarihî açıklama değerinde görün­mektedir : «... Medine'de ilk zamanlar cenaze konulmadan oturulmazdı, bilâhare oturulan... Peygamberimizin emirlerinden daima en son olan­ları alımr».[1122]Lâfız bakımından garîb karşılanan bu hadis az önceki ha­beri desteklemek için nakledilmektedir. [1123]

imam Şafiî konuyu bir önceki konumuz ile birlikte mütalaa eder ve neshe kânı olduklarını belirtir. [1124] Ahmed b. Hanbel ise meseleyi ayrı mütalaa edenlerdendir. Ona göre nesih, cenazeye ras­layanların ayağa kalkmaları konusundadır; burada nesih yoktur. Şafiî'­lerin meseleyi mensûh gördüklerini nakleden Nevevî, hadislerin arasının bulunabileceğini ifâde eder. [1125]İmam Buhârî,. cenazenin lahde değil, insanların omuzlarından yere konulacağı manasını tercih eder. [1126]Bilindiği gibi bu takdirde, kabristana girinceye kadar ayakta olan ce­maat, bir iki dakika daha ayakta kalır ve oturma yahutta oturmama meselesine lüzum kalmaz. İmam Ali'nin verdiği haberle de kuvvetlenen Şafiî'nin görüşü ve neshin mevcudiyeti, bilhassa meseleyi birlikte mu-tâlaa zarureti hasıl olduğu zamanlar için geçerli fikir olarak belirmek­tedir. [1127]

 

124/6 - Geceleyin Cenaze Defni

 

Peygamberimiz, zaruret olmadıkça cenazelerimizin geceleyin def-nedilmemelerini istemektedir. Sebep olarak; «onların işlerine geceleyin bakılmaz; gündüz meleklerine teslim edin, acele ediniz. gibi cümleler söylemişlerdir. [1128] Diğer taraftan îbnu Abbâs'tan gelen; Peygamberimi­zin geceleyin cenaze gömdüklerini belirten, hatta bunun bir kadın cenazesi olduğunu ifâde eden hadisleri İbnu Şahin nak­leder. [1129]Diğer kaynaklarda ise Peygamberimizin geceleyin defnedilmiş bir cenazeye uğradıkları belirtilir. [1130]Rivayete göre Peygamberimiz böy­le bir cenaze üzerine namaz da kılmışlardır. İbnu Şâhin'in ifâdesine gö­re bu meselede nesih mevcuttur, onu böyle düşünmeye sevkeden âmil, misâllerin bolluğudur. [1131]İmâm Nevevî, Müslim şerhinde geceleyin de­finden söz etmemektedir. [1132]İbnu Hacer'in belirttiğine göre geceleyin defnin nehyindeki sebep; karanlıkta kefenlerin normal ve güzel sarılamamasıdır. Nitekim asr-ı saadette böyle bir vak'a üzeri­ne Peygamberimiz gece defnini nehyetmişlerdir. İbnu Ha­cer'in belirttiğine göre zaruretler sebebiyle geceleyin defnedilmiş büyükler bile mevcuttur. [1133]İmâm Şafiî, gece ve gün­düz defin yapılabileceği kanâatmdadir, ona göre müsavidir gece ile gündüz. [1134] Bu bilgilerden anlaşıldığına göre ihtimâl nesih söz konusu de­ğildir; istisna vardır. [1135]

 

125/7- Cenazenin Önünden Yürüme :

 

Cenaze takibi islâmda sünnettir ve büyük ecri vardır, Zührî, Salim ve babası tarîkiyla sevkettiği bir hadiste, Peygamberimiz ve halîfeleri cenazenin önünden yürümüşlerdir. [1136]Diğer taraftan bir grup hadis daha vardır ki bunlarda cenazenin önünde yürünmemesi sözkonusudur. [1137]

İbnu Şâhin'in ifâdesine göre; cenazenin önünden yürüme islâmdaki ilk tatbikattır. Fakat konu ile ilgili olarak neshin tesbiti güçtür. Önden yürünmemesi ile ilgili emirler kat'î ve sabittir; yalnız bu hadislerin senetleri diğerleri kadar sağlam görülmemektedir; belki de Peygam­berimiz çeşitli durum ve sebeplere binâen, muhtelif cena­zelerde önde ve arkada yer almıştır. [1138]Ebû Sa'îd el-Hudrî, imâm Ali'den durumu sorar ve arkadan gidenin öndekinden fazla ve rüchânı olduğu cevabını alır. Ali'nin belirttiğine göre bu durumu Peygamberimizden kendisi yedi kere sormuş ve cevabını bu sorulara bina etmiştir.[1139] Ekseriyet meselede nesih görmezler.[1140]

 

126/8 - Cüzamlı İle Temaslar Ve Nesih:

 

Peygamberimizden, cüzamlılara devamlı bakılmaması, [1141] onlardan arslandan kaçıklığı gibi kaçılması, cüzam bulunan yerden sür'atle geçilmesi[1142] konularında hadisler nakledilmiştir. Yine bu nevi hadislerden anlaşıldığına göre Peygamberimiz cüzamlı ile bey'-atten çekinmişlerdir. [1143] Bu hadisler yanında Peygamberimizin, cüzamlı ile aynı kaptan yemek yediklerini belirten hadisler de var­dır. [1144]İbni Şahin eserinde bu konuyu da nakletmekte fakat başka açık­lamada bulunmamaktadır. [1145]

Peygamberimizden menkûl bu iki durum üzerinde fikirler beyan edilmekte; meselâ Ömer neshe kail bulunmaktadır. Yani, meczûm olan kişiden ictinâb ve kaçınma nesli edilmiştir. Fakat kay­nakların belirttiğine göre burada nesih mevcut değildir, bilakis hadis­lerin arası cem 'edilebilir ; yerine göre çekingen dav­ranma ve ihtiyat, yerine göre temas emredilmektedir. Tıbb yönünden de durum aynıdır; daha önceleri geriden hastalıkları teşhis ve tedâvî edilen cüzamlılar, bugün kendilerine daha yakın muamele görmekte­dirler. Neshi kabul etmeyenlerin, etmeyiş sebepleri beyan edilmemiş­tir. Belki de mesele bir şr'î hüküm olarak mütâlâa dümemektedir. [1146]

 

127/9 - Kadınların Döğülmesi Ve Nesih ;

 

Nisa sûresinin 34, âyetinde şöyle bir emir vardır : «... Şerlerinden, serkeşliklerinden yildığınız kadınlara gelince: onlara (evvelâ) öğüt ve­rin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklar(ın)da yalnız bırakın. (Yine kâr etmezse) döğü'n...». Âyetin emri hadislerle açıklanmaktadır. Durum böyle olmakla beraber, Peygamberimizden kadınların döğülm e melerini isteyen emirler sâdır olmuştur. [1147]Yine aynı veya benzeri hadislerde, dayak için ruhsattan söz edilmektedir. [1148]el-Hâzimî tarafından nakledi­len bu konu ile ilgili olarak müfessirlerin nesih lehinde veya aleyhinde bir beyânları yoktur. [1149]

Meselede şayet nesih varsa bile, âyetin de taraf olduğu bir nesih söz konusudur; bu da bizim çalışma sahamızın dışında kalmaktadır. Kal­dı ki âyetin nüzulünden evvelki devreye ait olabileceğini ifâde edenler de vardır. [1150] Bu durumda âyet ile bu hüküm neshedilmiş demektir.

Kadınların döğülmesinin kerih görüldüğü, fazlaca muztarr kalındığı takdirde onların vücûdlarıntla zarar îras etmemek üzere döğülebilecek-leri, zararın tazmini gerektirdiği, dökmemenin efdal olduğu da verilen bilgiler cümlesindendir,[1151]

 

128/10 - Boşama Şekilleri, Boşama İle İlgili Bazı Meseleler Ve Nesih İddiaları:

 

Gerek imâm Şafiî ve gerekse el-Hâzimî eserlerinde, bazı talâk me­selelerini incelemişler, bir kısmında mevcut nesihten söz etmişlerdir. Müstakil başlıklar altındaki bu meseleler, hep diğeri ile ilgilidir. Aşa­ğıda da göreceğimiz gibi, zikri geçen problemlerde nesih olsa bile, âyet­ler nesihte taraf olduğu için bizi ilgilendirmemektedir. Biz bu birkaç meseleyi aynı başlık altında göreceğiz : [1152]

 

a. Üç Talâktan Sonra Dönüş Ve Bunun Neshedildiği:             

 

Câhiliyet devrinden kalma bir âdete göre, isterse üç talâk vermiş olsun, erkek belirli bir müddet sonra kadına tekrar dönebiliyordu. Üçün­cü talâkın iddeti henüz bitmeden tekrar dönen koca artık bu işi devamlı yapıyor ve bir nevi kadına eziyet fikri güdüyordu. Asrı saadette vuku bulan bir tatbikat üzerine : «Boşamak iki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak ya güzellikle salmaktır[1153] âyeti indi. Kur'ân'daki nesih vak'alarını inceleyen bir takım eserler burada bir nesihten söz ederse de, Dr. Mustafa Zeyd, bunun : «Eski sünneti nâsih olmadığını, bilakis o güne kadar tatbik edilen ve başlangıcı bilinmeyen âdetin kaldırıcısı olan yeni bir teşriin vuku bulduğunu» belirtir.[1154]

Bir takım âlimlere göre ise, bu âdetin neshedilmesinde taraflar yine âyetlerdir : «Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlen­me müddeti beklerler (beklesinler). Eğer onlar Allah'a ve âlıiret günü­ne inanıyorlarsa[1155] âyeti, bir sonraki ve az önce kendisinden söz et­tiğimiz âyetle neshedilmiştir. [1156]Bu iddianın sübûtu mümkün görülme­mektedir. Dr. Mustafa Zeyd, Bakara sûresinin 228. âyetinin diğer âyetle tahsis gördüğünü savunur.  [1157]Meseleye nereden bakarsak bakalım, bizim aradığımız bir nesih çeşidi burada yoktur. [1158]

 

b. Eâiza Kadına Verilen Talâk :

 

Talâkın veriliş şekli; boşanma tarzının en güzel olan nev'i sünnette beyân edilmiştir. Kadının temiz olduğu durumda, kendisi ile temas edilmeksizin verilen talâk yanında, hâiz olan kadına da talâk verilme­sinden söz edilmiş ki imâm Şafiî bu konuyu nesih meselesi olarak ele almıştır. Kendisi kadınlara hâiz.iken talâk verilmemesine taraftardır. Kaynaklar bu konuda : «... kadınları boşayacağınız zamanı iddetlerine doğru boşayın...» (Talâk, âyet: 1) âyetinden bahs açarlar. Âdet gören kadının o halinde boşanmasının günahlığından söz eder, nesihten bahset­mezler. [1159]

 

c. Süknâ Meselesi; Kocası Ölen Kadının İddetini Nereden Beklemesi Gerektiği Hususu :

 

îddet müddetinin yine kitapla değişmesi, nafaka ve süknâ mesele­leri ile ilgili âyetler arasında düşünülen nesih veya tahsis durumları yanında, kadının başka yere intikâl hakkının bulunup bulunmadığı da nesih konusu yapılmıştır. Fakat eldeki deliller, vek'ayı nesih vak'ası olarak görmemize mânidir. îddetin yeri hakkında birkaç görüş serde-dilir :

a. Kadın iddetini dilediği yerde bekleyebilir;  evinden başka yere intikâlinde beis yoktur,

b. İhtiyâç  ânında çıkar.   Ekseriyet bu görüşte ittifak halindedir. Mevcut hadislerin arasını cemeden bu görüş yanında, hadisleri nesihle îzah edenler de vardır,

c. Evinden çıkamaz. Kur'ân'ın bu konudaki hükmü gelinceye ka­dar. Bu grup gündüzleri ihtiyâç için çıkmasına cevaz verirler. Kendile­rinin kanâatına göre intikal sonradan kaldırılmıştır.

Kaynakların verdiği bilgilere göre, bu konudaki tatbikatların men­şei Kur'ân-ı Kerim'dir ve ilgili âyetler arasındaki münâsebetlerle tes-bit olunur, sünnetteki tatbikatlarda nesih düşünülemez.[1160]

 

129/11- Süt Kardeşliği Ve Nesih:

 

Süt kardeşliğinin (radâ'm) küçük veya büyük yaşta tesbiti konusun­daki bir nesihten de söz edilir. Nakle'dilen bir tek hadiseyi, -nesih değil de o zâta mahsûs sayanlar da vardır. Hz. Âişe'nin, diğer validelerimize karşı olan tekliflerini; büyüklerin emzirilmesini onlar hoş görmemişler, Âişe ise kendi yeğenlerine bu usûlü tavsiye etmiştir.

Mesele ile ilgili olarak radâ' müddetini iki yıl olarak görenler ya­nında onun daha fazla bir müddeti kapsadığını savunanlar da bulun­maktadır. [1161] Her hâl-u kârda Hz, Âişe'nin görüşü ile amel edilmemek­tedir.[1162]

 

130/12 - Muvakkat Nikâh; Müt'a Ve Nesih:

 

a. Meselenin Tasviri :

 

Kelimenin kökü olan m t a için hadis lügati kitapları : «Bir şey­den intifâ'da bulunmak» karşılığını verirler. Nikâh kelimesi ile terkib yapıldığı zaman :  «belirli bir müddet için evlenme» kastedilir. «Sanki ortada belirli bir zaman için kadından faydalanma hali mevcuttur» de­nilmektedir.[1163]

Belirli bir sebebe bağlı olarak ve belirli şartlar içinde müt'a, İsla-mın ilk zamanlarında meşru1 idi. Belirtildiğine göre bu haramlık ve ruhsat birkaç kere tekerrür etmiştir. [1164] Hatta bu yüzden nesih keyfi­yetinin bile iki kere tekerrürürden söz edilmektedir. [1165] îbnu Ab-bâs'a nisbet edilen ve sonradan caydığı belirtilen bir fikir ayrılığı o da şartlı olarak dışında Şî'â'nın ye Ibmı Cüreyc'in farklı kanatları var­dır. Şî'a, mutayı hâlâ   meşru'   görmektedir.[1166]

 

b. Rivayetler ve İhtilâflar :

 

Müt'a ile ilgili haberler çeşitli bilgiler ihtiva eder; içlerinde bu âde­tin ilk zamanlara ait olduğunu[1167] belirtenler olduğu gibi, peygamberimi­zin ilk izninden bahsedenler de vardır[1168] şüphesiz nehy i belirten haberler ise daha büyük yekûn tutmaktadırlar. [1169]

Kays b. ebî Hâzim adlı zatın belirttiğine göre; müt'a, gaza sı­rasında, erkeklerin kadınlarından uzakta olduğu bir zamanda geçici ola­rak verilmiş bir ruhsat idi. Bu hadisten sefer anlaşıldığı gibi, başka bir hadisten de sahabenin evlerinde otururlarken müt'a yaptıklarına dair bilgi mevcut değildir. [1170] Müt'anın ebediyyen haram kılındığına dair imam Ali'den, Rebi' b. Sebre'den, lyâs h. Seleme'den, Câbir b. Abdil-lah'tan haberler vardır. Rebi' b. Sebre haberinin, Ömer b. Âbdüaziz'in huzurunda da konuşulduğu ve adı geçen zâtın yeminle, peygamberimizin veda haecında bu nevi nikâhı haram kıldığım, nehyettiğini anlatmış­tır, [1171] îmânı Ali'nin verdiği haberlerde, hem nehiyden hem de Efendi­mizin bu iki ruhsat ve nehy i arasındaki nesihten söz edilir. Ri­vayete göre imâm Ali : «Peygamberimiz kadınları müt'a usûlü nikâh-lamayı nehyetti. Bu, önceleri kadın bulamayanlar içindi. Sonradan kadm ve erkek arasındaki mîrâs, iddet, talâk, nikâh hükümleri inince müt'a adeti nesholundu» buyurmuştur. [1172]

Nesih ve nehyin mevcudiyeti konusunda icmâ' bulunan bu âdetin hangi tarihte nehyedildiği üzerinde altı zaman ileri sü­rülmüştür. Bunlar; Hayber. fethi günü, Umretu'l-kazâ zamanı, Mekke fethi, Evtâs harbi, Tebûk savaşı günleri ile Veda Hacet tarihidir. [1173] Ek­seriyetin kabulüne mazhar olan zaman Hayber günüdür. [1174]

îmam Tahâvî'nin de belirttiği gibi, müt'a üzerinde nehyin ve hürmetin vârid olduğu hususunda iemâ' olduğu gibi, n e s i h d e kafi olarak cereyan etmiştir. İbnu Abbâs'ın farklı kanaatini Ali birkaç kere düzeltmiş, ikâzda bulunmuştur. Ömer'in aynı konudaki nehyi sabittir, ona itirazda bulunan olmamıştır. Bu husus sahabenin nehiy konusunda­ki mütâbaatlarına ve nehiy ve nesih hususundaki müsbet fikirlerine ve icmâ'larma delâlet eder. [1175]Haram kılma zamanı olarak Mekke fethini gösteren ve imâm Ali'nin bu husustan haberdar olmadığını ifâde edenler de vardır. [1176]Bütün bunlardan şu netice çıkmaktadır : Müt'anın ruhsat ve nehyinde tekerrür vardır. [1177] Veda Haccı tarihli olan nehiy artık bu konuda Efendimizden sâdır olan en son emirdir. [1178] îbnu Abbâs'tan men­kul uzunca bir hadiste bu durum etraf hca anlatılmakta ve ilgili âyetlere temas edilmektedir. [1179]

 

B - Suç Ve Cezalar, Harp Ve Sulh Meseleleri İle İlgilî Nesih İddiaları :

 

131/1 -: Müşriklerle Yardımlaşma Meselesi:

 

Bilhassa harb hâlinde, müslümanlarm bir başka gayr-i müslim veya müşrik millet veya ferd ile işbirliği yapması; onlardan yardım taleb etmesi meselesi de nesih konusu olarak verilmektedir. Aşağıda da ar-zedeceğimiz gibi, neshin tesbitine yardımcı olacak teknik veya rivayete müstenid deliller hemen hemen yok gibidir. Bir tek vak'a ve o vak'ada-ki diğer zamanlardakinden farklı davranış, el-Hâzimî'ye bu meseleyi eserine aldırmaya yetmiştir.

Rivayetlerde geldiğine göre Peygamberimiz, bazı muharebelerde, bilhassa Bedir'de kendisine vuku bulan müşrik yardımlaşma teklifleri­ni kabul etmemiş : «Biz müşriklerden yardım istemeyiz; biz müşrikler­den yine müşriklere karşı yardım talebinde bulunmayız[1180] demiştir. Âişe menşe'li bu haber diğer bir grup tarafından raensûh sayılmış ve müslümanlarm gerektiği zaman belirli şartlarla müşriklerden isti'âne edebilecekleri savunulmuştur. Peygamberimizin Safvân b. Ümeyye isimli kişiden isti'ânesi de nâsih olarak kabul edil­mektedir. Yine hadislerde belirtildiğine göre Peygamberiniz, daha son­raki zamanlarda, meselâ Yahudi Benî Kaynûka' kabilesine karşı olan seferinde, belirli kişilerle işbirliği yapmış ve onlara mükâfat vermiş­tir.  [1181]                                                                                               

Arzettiğimiz mesele ile ilgili   iki   fikir   mevcuttur :

a. Müşriklerle hiçbir şekilde istiâne ve   işbirliği   yapıla­maz.   Bu grup yukarıda geçen Âişe hadise dayanırlar. Kendi kanâat-larma göre diğer muhalif fikrin dayandığı hadislerin sıhhat yönleri, bu­nunla boy Ölçüşecek güçte değildir. Bunlar nesih iddiasını vâriâ gör­mezler,

b. Devlet   başkanı   bazı şartlarla müşriklerden yardım da isteyebilir ;    onlarla işbirliği de yapar. Şu şartta ki müslümanlar az ve yardıma muhtaç durumda bulunmalı, yardım isteyeceğimiz adam­lar da itimâda şâyân kimseler olmalıdır. Bu fikrin sahiplerine göre de, şartlar   yerine gelmediği zaman istiâne olamaz.[1182] Diğer taraftan en-Nevevî, şartları taşımayan bir istiâne talebinin sadece   mekruh olduğuna kanidir. [1183] Her iki grubun fikrinin biribirine yakın olması, tek­nik şartların bulunmaması, istiânedeki ileri sürülen şartların zor tahak­kuku, meselede nesih değil de, her iki durumun da meydana gelebile­ceği, sünnette bu konuda vüs'at olduğu fikrini uyandırmaktadır.[1184]

 

132/2 - Harbten Önce Düşmanı İslânıa Da'vet Ve Nesh:

 

Müslüman olmayan bir topluluk üzerine her hangi bir sebeple gaza gerekince İslâm kumandanlarının veya devlet reislerinin, önce o top­luluğa islâmı teklifleri Peygamberimizden gelen hadislerde istenmek­tedir. Halifeler de, sevkettîkleri ordu kumandanlarına yaptıkları konuş­malarda böyle emirler verdiklerini bilmekteyiz. Yine hadislerden, bazı topluluklara baskın tarzında ( g â r e t şeklinde) saldırılar tertip edil­diğine dâir bilgiler toplamak mümkündür. Bu ikili durum, ortaya bazı fikirlerin atılmasına sebep olunmuş ve nesih ihtimâlini düşündürmüş­tür. Konu ile ilgili üç fikir şöyledir :

a. Müşrikler önce îslâma çağrılırlar, sonra da üzerlerine gaza edi­lir, îslâmı tanıyıp tanımadıkları; ezan, namaza gidiş ve benzeri bazı alâmetlere bakılarak bilinir.   Davet   şarttır. [1185]

b. Birinci görüş   neshedilmiştir,   kendileri islâma ça-ğırılmadan doğrudan doğruya harbedilir. Ekseriyetin fikri budur. Bu grubun fikirlerine göre, davet ifâde eden hadisler,[1186] tarih bakımından daha önceki zamanlara; îslâimn ük günlerine aittir.

c. Cem   görüşü:   Bu görüş sahipleri, daveti gerekli gören hadisler ile neshi ifâde eden haberlerin arasını bulmaya çalışırlar. Şöy­le bir çözüm ileri sürerler : Harbedilecek topluluk, eğer o güne kadar kendisine   dâ'vet   erişmiş   bir cemâat ise, onlara ansızın bas­kın ve harp yapılır. Nitekim hadislerdeki bu türlü harpleri haber veri­len, Benû Mustahk ve Hayber halkı, kendilerine evvelce defâatla davet ulaşmış topluluklardır.     Hiç    davet    erişmemiş    bir topluluğa davet, vardır, meselede nesih mevcut değildir.

Nâfi, davete taraftar olan bir âlimdir, ona göre bu sünnettir. Kendilerine ğâret yapılan topluluklar evvelce davet edilen topluluklar­dır. [1187]Davet konusunda da; mescidin bulunuşu, ezan sesi bazı alimlere göre kâfi çağrıdır, nesih ile meselenin ilgisi yoktu. [1188]

 

133/3 - Haram Aylarında Harbetme Meselesi:

 

Bazı müellifler tarafından : «Eğer sahih ise, bu, sünnetin Kitap ile neshi nev'inden bir nesihtir[1189] cümlesiyle takdim edilen bu konuda, Bakara süresindeki şu âyet taraf olarak gösterilmektedir : «Sana haram olan o ayı, ondaki muharebeyi sorarlar. De ki: onda (o ayda) muhare­be etmek büyük (günâh) dır, (insanları) Allah yolundan menetmek, (zi­yaretçilerin) Mescid-i harâm'a gitmelerine mâni olmak, onun halkım oradan çıkarmak ise, Allah katında daha büyük günâhtır. [1190]

Haram aylarında harbedilmemesi an'anesi îslâmdan sonra da deşam etmiş midir? el-Hâzimî, İbnu îshâk'a dayanan ve uzunca olan bir ha­berde Receb'in son gününde meydana gelen, Bedir öncesine ait bir se­ferden ve bir kervanda Amr b. el-Hadramî adlı şahsın öldürülmesinden söz eder. Bu hâdise üzerine müşrikler : «Muhammed haram aylarında adam öldürttü, onun hürmetini ihlâl etti...» dedikodusunu çıkartmışlardı. Bazı ilim adamları az önce arzettiğimiz âyetin mensûh-1 u ğ u n u söylemektedirler. Onlar, Peygamberimizin Benû Sakîf adlı kabileye haram aylarda sefer yaptığını delil olarak ileri sürerler. Peygamberimizin bu hareketi ile ilk hükmün mensûhluğuna inanılmış­tır. Bazı ilim adamlarına göre de âyet muhkemdir ve haram aylarında harp yapılmaz. [1191] Kanâatımızca burada bizi ilgilendiren; ha­disin hadisle neshi nev'inden olan bir problem mevcut değildir.[1192]

 

134/4 - Harbte Müşrik Kadın Ve Çocukların Öldürülmesi:

 

Mevcut hadislerin incelenmesi neticesi, harpte kadın ve çocukların öldürülmesi konusunda   üç   fikir   belirtmiştir.

a. Mutlak olarak, kadın ve çocuklar   öldürülmezler.   Bu gruba mensûb âlimler Süleyman b. Büreyde'den ve diğer bazı râviler-den nakledilen ve Peygamberimizin «Öldürmeyiniz..,-» enirini ihtiva eden hadislere[1193] dayanırlar. Kendileri. Öldürmeye müsâade verildiği mânâsı çıkarılan, aşağıda zikredeceğimiz Sa'b b. Cüsâme haberini ve onun ih­tiva ettiği hükmü mensûh sayarlar.

b. Çocuklar ve kadınlar mutlak olarak   öldür ülebilirler Aksini haber veren nasslar mensûhtur.

c. Kadınlar ve çocuklar, harbe filen   iştirak öldürülürler, diğer durumlarda öldürülmezler. ederlerse

Bu üç grubun kendileri açısından meseledeki fikirlerini müdâfaala­rı vardır. Öldürülür tarafını tutanlara göre, Süleyman b. Büreyde'nin verdiği haber islâmm ilk yıllarına aittir. Sa'b hadisi ise, onlardan çok sonraki bir tarihi taşır. Bu hadisten Peygamberimiz  eh onlar da babalarındandır, babalarına aittir» buyurur. [1194] Buradaki ifâdeden, Pey­gamberimiz, maktul olarak bulunan kadın ve çocuklrın cesedlerini gö­rünce böyle söylediği için,   müsâade   mânâsı çıkarılmaktadır. Bazı ilim sahiplerinin belirttiklerine göre bu öldürme hâdisesi geceleyin ve farkında olmadan vuku bulmuş, kadın ve çocuklardan bazıları atların ayakları altında ezilmişlerdi. Peygamberimizin burada da rızâları ol­mamıştır. Şartlı olarak cevaza kail olanlarla neshi kabul etmeyerek c e m ' e kail olanlar; kadın ve çocukların harbe filen iştiraklerini kaide dışı saymakta ve hükmü muhkem kabul etmektedirler. Bu durumda amden katil yasak olmaktadır; nehyedilen kasıtlı öldürmedir; meselede nesih yoktur.[1195] Bu konuda, ilim sahipleri arasın­daki icmâ'dan da söz edilir. [1196]Züh r î, kadın ve çocukların öldürül­meyeceğine, Sa'b hadisinin mensûhluğuna taraftardır. [1197]

 

135/5 - Ateşle Kısas Ve Nesih:

 

Suçluların ateşle tecziye edilip edilemeyecekleri meselesi de nesih konuları arasında zikredilen bir meseledir. Yalnız burada Peygamberi­mizin farklı tatbikatları yerine, verdiği bir emr üzerine bir başka emir vermesi ile karşı karşıya kalınmaktadır. Rivayete göre Peygamberimiz bir askerî birliğe -.«Onları ele geçirirseniz ateşle yakınız» emrini vermiş sonra da peşlerinden adam göndererek öldürmelerim, yakmamalanm istemiştir. [1198]Peygamberimiz emirlerinin akabinde ge­rekçeyi de söylemektedir : «Ateşle ancak a t e ş i n sahibi olan Allah azâb edebilir». Bu hadis, Peygamberimizden evvelce sâdır olan emirleri nâsih görülmektedir. Fakat ilk emir olarak Peygamberimizin adam yaktırdığına dair bir rivayet mevcut değildir;. sadece Uranîler diye adlandırılan ve müslümanlara, Peygamberimize yaptık­ları iyiliğe karşı ihanet eden bir gruba yapılan tatbikat misâl göste­rilir.

Diğer taraftan, Muhammed b. Hamza'ya varan bir isnâd ile şevke-dilen haberde de aynı hâdise nakledilmektedir. [1199]Ateşle azâbetmenin cevazına kail olan imamlar da bu hadise istinâd ederler. Halbuki her iki hadiste de durum aynıdır; Peygamberimiz bir ân için verdiği ilk emirden   caymış   ve sebebini de belirtmiştir. Durum böyle olmakla beraber, ele henüz geçp esir durumuna düşmemiş düşmana ve onun mevzilerine ateş açmanın cevazını, Peygamberimizin Üsâme'ye verdiği emirlerden çıkaranlar da olmuştur[1200]

Sahabeden Ali ve Hâlid b. el-Velid, ateşle cezâlandırılabileceğine kaildir. îbnu Abbâsın kanâati ise farklıdır. Ali, İbnu Abbâs'ın fikrini kı­namıştır. [1201]Rivayet edildiğine göre imâm Ali bazı kimseleri ateşle ce­zalandırmıştır, fakat kendisi nesihten haberdar değildir. Konu ile ilgili olarak kat'î delillerle nesihten söz eden yoktur. Ateşle yakılma olayına dâir Uranîler hadisesi ve imâm Ali'nin tatbikatı ile Peygambe­rimizin Üsâme'ye olan emirleri vardır. Kaldı iki Uranîler vak'asım kısas sayanlar olduğu gibi m e n s û h görenler de vardır. Eğer nesih mevcut ise bu görüş doğrudur. Karınca ve arı yuvalarının yakıl­masını dahi caiz görmeyen bir takım ilim sahipleri, islâmda suçlunun öldürüleceğini,   yakıLamayacağını   savunmaktadırlar. [1202]

 

136/6 - Müsle Ve Neshedilişi:

 

Yukarıdaki vak'a ile birlikte zikredilen ve mesnedleri aynı olan bir diğer hâdise, müslenin neshi konusudur. Müsle kişinin ağız, burun, kulak, kol, bacak gibi uzuvları kesilerek tedricen ölüme terki 'demektir ve bir nevi işkence hâlidir. [1203] Peygamberimiz, kendisinden yar­dım gören ve müslümanlara ihanet ederek, develeri çalan, çobanı iş­kence ile Öldüren bir gruba; Uranîler'e bunu yapmıştır. [1204]Me­selede nesihten söz etmeyenler olduğu gibi, edenler de, âyeti taraf say­maktadırlar.

Bu durumda nâsih olan hükmü getiren nass, âyet olmak­tadır ve meali şöyledir : «Âllâha ve Rasûlü'ne (müminlere) harp açan­ların, yer yüzünde (yol kesmek suretiyle) fesadçılığa koçanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut (sağ) elleriyle (sol) ayakları­nın çaprazvârî kesilmesi, yahut da (bulundukları) yerden sürülmeleri­dir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Âhirette ise onlara (başkaca) pek büyük azâb da vardır».[1205] Nesih meselesine âyetin karışması hami­de bizim konumuzdan çıktığını ifâde etmekle beraber, îbnu Sîrîn'in, ta­rih de vererek belirttiğine göre Uranîler'e verilen cezalar şer'î hadleri tesbit eden âyetlerden önceki devreye ait olduğunu belirttiğini ifâde edelim. Onun görüşüne göre bu tatbikat sonradan âyet ile kaldınlmış[1206]

 

137/7- Nefl Ve Nesih Meselesi:

 

Peygamberimiz, harp ganimetlerinin taksimi ile ilgili âyetlerden önce, harpte yararlık gösterenlere husûsî mükâfatlar verir­di, bunlara n e f 1 deniyordu. Bilâhare bu tatbikat kalkmış, âyetlerde belirtildiği şekilde ganimetler tevzi edilmiştir. Muhariplere istihkakları dışında verilen bu   ödüller   sonradan kaldırılmıştır. [1207]

 

138/8- Seleb İle İlgili Hükümler Ve Nesih:

 

S e 1 e b ; karşılıklı çarpışan iki kişiden, öldürenin diğeri üzerindeki eşyayı ve silahları alması konusunda geçen bir keli­medir; bu eşyaya ve silahlara verilen isimdir. [1208] Seleb ile ilgili olarak iki   mesele   mevcuttur :

a. Selebin, beyyineli veya beyyinesiz verilişi,

b. Selebin, öldürülen tarafından alınması veya umûmî ganimete terki.

Peygamberimiz bazan muharipleri teşvik için : «Kim bir adam öl­dürürse selebi ona aittir» buyurmuş ve tatbikatı öyle cereyan etmiştir. Rivayete göre bu tatbikat Huneyn harbi tarihini taşımaktadır. Selebin umûmî olarak tevzii, ise Bedir tarihli olarak gösterilir. Bu durumda son emir «selebin m u b â r i z e ait olacağı» tarzındadır ve ilk hüküm neshediîmiştir. [1209] Diğer taraftan bazı âlimler meseleyi bir başka açıdan değerlendirirler ve derler ki : Kumandan harpten önce ister söylesin ister açıklamasın öldüren selebe müstehaktır, onu alır. Bazılarına göre de, önceden imâm, selebin Öldürene ait olduğunu açıklamamışsa, seleb umumî ganimete terk edilir. Meselede nesih yoktur.[1210]

Seleble ilgili ikinci durum; beyyineli veya beyyinesiz verilişi, konu le ilgili neshin bulunup bulunmayışıdır. Bu konuda ki görüş belirmiştir:

a. Karşısındaki düşmanı öldüren kişi, o şahsı öldürdüğünü söyler İse selebi kumandana verir. Kendisinden de   beyyine   isten­mez.   Bu fikir EvzaTye nisbet edilir,

b. Muharip olan şahıs selebi   beyyine   ile   verecektir. Kendisi müddeî durumdadır. Hadisçilerden bir grup bu fikri ileri sürer Birinci fikrin sahipleri kendi görüşlerini başka hadislerle de desteklerler.

Neshin tesbitinde tarih unsuru olarak; Be'dir ve Huneyn gazveleri günlerini gösterirler. İkinci fikre mensûb olanların iddiasına göre Hu-neyn'deki tatbikat, selebin öldürene ait olacağı tarzındadır ve beyyine gerekir. Burada beyyinenin lüzumu üzerinde durulmadığı gibi mâhiyeti de tamtılmamaktadır.[1211]

 

139/9 - Erkeğin Karısına Ait Bir Câriye İle Zinası

 

İslâmda, kadınlar da kendilerine ait câriye bulunduruyor ve hizmet­lerinde onları istihdam edebiliyorlardı. Böyle bir durumda erkek, karı­şma ait bir câriye ile zina ederse, meselenin çözümü için b e § tane görüş ileri sürülmüş ve bazıları tarafından nesih iddia olunmuştur. İhtilâf, erkeğe verilecek ceza üzerindedir; r e c m midir, yoksa had midir, görüşler şöyledir :

a. Böyle bir işi yapan erkek   r e c m e d i 1 i r . Pek çok imâm ile ekseriyete nisbet edilen bu görüş. Medinelilerin  çoğunluğunun da fikridir.

b. Zührî ve el-Evza'îye göre adam   c e 1 d   edilir,

c. Adam, «halal zannediyordum, bana haram olduğunu   bi'lmi yordum»   derse, re'y ashabına göre kendisine had bile gerekmez,

d. Adamın, konu ile ilgili şer'i hükmü bilmediği hakîkaten sabit ise   mazurdur;    had gerekmez,

e. Kadın halâl etmişse recm kalkar,   ta ' zir   gerekir.

Peygamberimizden konu ile ilgili olarak nakledilen hadislerden bi­rinde erkeğin cezası olarak : «Eğer erkek kadım zorla bu işe sürükle-mişse kadın hürdür, kadın ona uymuş ise kadın yine câriyedir; her iki durumda da erkek karısına benzeri bir câriye alacaktır»[1212] buyurulmaktadir. Diğer bir haber ise şöyledir : imân b. Beşir böyle bir vak'ada; eğer kann sana halâl ettiyse seni celdedeceğim, yoksa seni recme-deceğvm; sana Peygamberimizin hükmü ile hükmedeceğim demiş, araş­tırma neticesi kadının halâl kıldığı anlaşılmış ve adama celd yapılmış». Bu hadislere mensûh gözüyle bakan ilim adamları da vardır, onların kanâaatlarına göre bu haberlerdeki cezalar hep, şer'î hadlerin nüzulün­den önceki zamanlara aittir. [1213] Sahabeden Ali ve İbnu Ömer böyle bir suçluyu recmetmek taraftarı, îbnu Mes'ud ise; had değil t a -z î r   yanlısıdır. [1214]

 

140/10- El Kesmeyi Gerektiren Hırsızlığın Miktarı:

 

Erkek hırsızla kadın hırsızın o İrtikâb ettiklerine bir karşılık ve ce­za ve Allah'tan (İnsanlara) ibret verici bir ukubet olmak üzere ellerini fcesin. [1215] âyeti, hırsızlığın cezasını tesbit ederken, çalınacak eşya­nın değeri üzerinde beyânda bulunmamıştır. Peygamberimizden gelen haberlerde çeşitli değerler üzerinde el ksilmelerinin bulunduğun­dan söz e'dildiği için, İbnu Şahin bu konuyu nesih meselesi gibi ele al­mıştır. Müellifimizin, neshin varlığı üzerinde sarih beyânı da yoktur. O, sadece mevcut hadislerin arasını yine mevcut hadis ve izahlarla bul­ma yoluna gitmektedir. [1216]

Nakledilen hadislerde geçen miktarlar daha ziyâde; dörtte bir dînâr, üç dirhem, on dirhem, b i r kalkanın maddî değeri gibi değerlerdir ve bunların muhtelif kıymetlerinin bulunduğu zannolunmaktadır. îbnu Ömer'den gelen bir haberde Efendimizin üç dirhem değerindeki bir kalkanın çalınmasından dolayı el kestikleri kay­dedilir.[1217] Diğer taraftan on dirhem, rub' dinar ve bir dinar gibi ölçüler de zikredilmektedir. [1218]

Tahâvî meselede nesih görmez. Kendisi on dirhem ile ilgili hadislere taraftardır. Onun anlayışına göre meselede tearuz yoktur. Sa­hih olan hadislerdeki miktar ifâdeleri ayrı olsa bile değer olarak aynı­dırlar. [1219]Diğer bazı kaynaklar da bu fikre iştirâh halindedirler; m i c e n n diye adlandırılan kalkan miktar olarak aynı ölçüyü tutardı, o günde fazla bir değeri mevcut değildi derler. Tercih edilen görüş bu­dur. [1220]

Bu izahlar yanında; Zahirîlerin, az-çok her miktarda elin kesilmesi fikirleri mevcuttur. Hâriciler de aynı kanâattadır, cü­rüm olarak az çalmakla çok çalmanın onlarca farkı yoktur. [1221] Nevevî; Şafiî 'nin dörtte bir dinara, A Iı m e d b . H a n b e 1 'in üç dir­heme, Ebû Hanife 'nin on dirheme kail olduklarını nakleder ve 'meselede nesih söz etmez[1222] hadislerde, kıymeti üç dirhem ola­rak tasrih edilen bir kalkanın on dirhem şeklinde gösterilmesi fikrine karşı çıkar. Halbuki bu fikri ileri sürenler de ekseriyeti teşkil etmek­tedirler. Diğer bazı ilim adamlarına göre ise; dörtte bir dinar, üç dir­hem aynı değerdedir. [1223] Kanâatımızca meselede nesih yoktur, sadece değerler arasında denklik veya Peygamberimizin farklı iki tat­bikatı   vardır. Nitekim bu yol Ömer tarafından da tutulmuş, Halife yılların iktisadî durumuna göre el kesme cezalarında farklı tatbikat­larda bulunmuştur.[1224]

 

141/11- Köpeklerin Öldürülüşü ve Neshi

 

Peygamberimize vahyin bir müddet geç gelişi konusunda köpeklerin mevcudiyetlerinden bahsolunur ve Efendimizden bu hayvan­ların katli ile ilgili olarak lehte ve aleyhte haberler nakledilir. Köpekler öldürülecek midir? Yoksa bırakılacaklar mı? Öldürülmeleri veya terke dilişleri bazı şartlara mı bağlıdır? Mevcut hadislerde köpeklerin katli ile ilgili olan emirler büyük yekûn tutar. [1225]Bunun yanında bazı köpeklerin; meselâ av, bahçe ve bağ bekleyen, sürülerle gezen köpek­lerin öldürülmemesi emrini ihtiva den haberler de vardır. Köpeklerin Öldürülmesi olayını sahabenin şehâdetlerinden de anlamaktayız. [1226]Bu hadisler içinde Peygamberimizin siyah renkli ve vahşî olan köpek tipinin şeytân olacağını ifâdeleri de mevcuttur ki, bunun mânâsını anlamak hakikaten güçtür, tslâm şeriatında ihtiyâcsız köpek beslenmesi uygun görülmemektedir. Köpek; av, ekin, hayvancılık gibi bir hizmet için taşınır. Bu arada küçük ve kimsesiz hayvanın; köpek yavrusunun beslenebileceğinden de söz edilir. Îmâmu'l-Haremeyn Ebu'l Me'âlî, öldürme emrinin mensûhluğuna kaildir; Pey­gamberimiz Önce kati ile emrettiler. Sonra da katilden nehyettiler. Ke­pek bazı şartlarla istihdam edilebilir. Bu, evcil olanları içindir. Diğer taraftan kati meselesinin mensûhluğu, vahşî olan köpek için de aynı olmuştur. Ebu'l-Me'âlî'nin bu fikirlerini en-Nevevî de benimsemekte­dir. [1227]Kâdî îyâd'ın belirttiğine göre konu ile ilgili fikirler şöyledir :

istisnalar hariç köpeklerin katline bazı ilim adamları cevaz vermişlerdir. İmam Mâlik ve ashabının fikri böyledir. Diğer bazıları da siyah ve vahşî (el-esved el-behîm) tipi hariç her nevinin kullanılabile­ceğine; neshin, katlin kalkması tarzında olduğuna kaildirler. Kendisinin tercihine göre; nehiy önceleri genel mânâda idi; yani bütün köpeklerin kullanılmaması ve öldürülmesi tarzında idi, sonradan tavsif edilen si­yah ve vahşî nev'i hâriç diğer istisnalarla birlikte tamamının katledilmemesi   istendi, kullanılacak olanlar da belirtildi[1228]

 

142/12- Hastaların Okunması Ve Nesih Meselesi:

 

Arap dilinde er-Rukye, er-Rukâ, er-raky, el istirkâ, netice itibarıyla aynı şeyi ifâde eden deyimlerdir. Mastar olarak Türkçemizde hastanın okunması manasına alınabilir.[1229] Bunun. İslâm'dan önceki devrelerden kalma bir usûl olduğu belirtilir. Peygam­berimizden cevazı ve ademi cevazı konusunda haberler vârid olduğu için el-Hâzimî tarafından ihtimâlli olarak nesih meseleleri arasında verilmektedir.

Peygamberimizden gelen haberlerde rukyeden nehiy vardır. [1230]Yal­nız bu nehyin, Medine'yi teşriflerinde orada gördüğü ve   meşru   ol mayan   bir takım rukye türleri için vârid olduğu da söylenir, nehyin mutlak olduğunu ifâde edenlere de Taşlanmaktadır. [1231]

Rukyenin mutlak mânâda nehyini kabul eden âlimlere göre bu n e -h i y sonradan neshedildi. Çünkü Peygamberimizin ruhsat[1232] ve izin[1233] verdiğini haber veren hadisler olduğu gibi, «Aranızda bu işi yapan yok mu?» diyerek r u k y e c i arattığını da yine bu nevi ha­berlerden[1234] Öğrenmekteyiz.

Yalnız, nehiy ile müsâade konusu olan rukyeler ayrı ayrıdır. Bir kısmında şirke delâlet eden nesneler varken, diğerinde Allâhm isimleri ve Kur'ân sûreleri söz konusudur. Bu itibarla nehyedilen ve müsâade edilen bizce ayrı ayrı rukyelerdir. Nitekim gelen haberlerde belirtildiği gibi Mu'avvizât sûrelerinin hastalara okunduğu da bir gerçektir. Konu ile ilgili olarak nesih düşünmek müşküdir. el-Hâzimî de ihtimâl üzerine neshi düşündükten sonra, hadislerin arasını c e m ' e, eserinde yer vermektedir. [1235]

 

143/13 - Yılan Öldürme; Nehiy Ve Ruhsat:

 

Yılanların öldürülmesi meselesinde Peygamberimizden gelen haber­lerde, onların «göze ve hâmile kadınlara olan zararlarından» söz edilir. Zührî, yılanların zehirli mahlûklar oluşunu da, öldürülmelerinde sebep olarak görmektedir.[1236] Peygamberimiz : «Onlarla harp halinde olduğumuzdanberi bir türlü sulh temin edemedik» buyurmakta ve yılan­ların öldürülmelerini istemektedir. Bu hadislerden bazıla­rında : «Öldürmeyen kişinin peygamberimizden yana olmayacağı» da belirtilir. [1237] Öldürme emirlerinden bazılarında, kişinin bu işi-namazda iken bile yapabileceğinden söz edilir. [1238]

Köpeklerde olduğu gibi, yılanlarda da   bir   cinsin   mutlaka Öldürülmesi ayrıca istenmektedir. Bu nevi yılan   kısadır   ve başı Üzerinde iki adet   çizgi   mevcuttur. İbnu Ömer ve başka sahâbiler, e v  yılanlarının öldürülmelerinin Peygamberimiz tarafından   nehye dildiğini   de haber verirler. [1239] Ensârdan, yeni evli bir gencin Hen­dek harbi günlerinde evdeki bir yılanı öldürmesi neticesi, kendisinin Öldüğünü ve Peygamberimizin; evlerdeki yılanların, Medine'deki müslüman olan cinler olabileceği fikrine zâhip olmasının;  o yılanlara bir müddet evde kalma müsâadesi verilmesine veya onların çıkıp gitmesi için kendisine sözle işaret edilmesine sebep teşkil ettiği de gelen haber­ler arasındadır. İlim adamları, ev yılanlarına tanınan bu müsâadeyi ne­sih olarak görmemektedirler. [1240] Yılanın korkutulması diye de adlandırı­lan ve evden çekip gitmesini temin için yapılan konuşmanın mâhiyeti de ilim adamlarınca tesbit edilmiştir. Üç gün mü yoksa üç sefer mi inzâr edilecek konusu da ihtilâf mevzuu olmuş,   üç   gün   daha sahih görül­müştür. Böyle bir durumda ev sahibi: tarafından yılanlara, «Nûh ve Süleyman'a verdiğiniz söz hürmetine bize zarar vermeyin ve ortalıkta görülmeyin» denileceği ifâde olunmaktadır. [1241]

 

144/14 - Kâfire Mukabil Müslümâmn Öldürülmesi:

 

Kâfire karşılık müslümânın Öldürülmesi meselesi; karşıdaki şahsın z i m m î veya m u â h e d olması yönlerinden iki türlü ele alınmak­tadır. Bazı âlimlere göre kâfirin zimmî olması ayrı bir hüküm taşır, harbî olması yine bir ayrı hüküm taşır. Zimmî sözünün içine bütün muâhedelileri katmış bulunuyoruz. Diğer bir kısım âlimlere göre ise bu konuda tefrik cihetine gidilmemektedir. Mesele ile ilgili olarak nakledi­len iki grup hadis mevcuttur. Bunlardan bir kısmında, muâhedeli bir kişi, bir müsîüman tarafından Öldürülmüş, Peygamberimiz de : «Ben zimmetine en çok vefa gösteren kişiyim» diyerek, adı geçen şahsın hu­kukunu korumuştur. [1242]Diğer tür hadislerde ise Peygamberimiz : «Mü'­minin, kâfire mukabil öldürülemeyeceğini» belirtmekte­dir[1243] îmam Şafiî'nin belirttiğine göre son hadis, tarih bakımından daha sonradır; Mekke fethi günlerine aittir. Dolayısıyla amelde esas olan bu son emirdir. İmâm Ebû Hanîfe de aynı görüşü paylaşmaktadır.

Üzerinde nesihten söz edilen nokta, zimmîye karşılık müslümâmn Öldürülüp öldürülemeyeceği meselesidir. Kanâatımızca burada mesele hep birlikte mütâlâa edilmektedir. Eğer, muâhedeli gayri müslimlerin öldürülmesinde de müslümâmn öldürülmemesi esas İse, muâhedeli ol­mayanın durumu evleviyyetle ona bağlı olacaktır.

Muâhedelilerin öldürülmesinden dolayı müsîüman katilin öldürüle­ceğini savunan kişiler olarak, bizim naklettiğimizin aksine, imâm Şafiî ve Ebû Hanİfe gösterilmektedir. el-Hâzimî, imâm Şafii'yi, sâdece zim-mîden dolayı mü'minin öldürüleceği fikrine kail göstermektedir. Tir-mizi'nin nakline göre ise imâm Şafiî, mutlak mânâda mü'minin öldürül­me taraftarı değildir. [1244] Halbuki imam Şafiî, kendi eserinde zimmî ve muâhed kaydı koymadan, müslümâmn kâfire karşılık öldürülemeyece-ğini beyân etmektedir. [1245]

Arzına çalıştığımız mesele ile ilgili olarak rülmektedir :

a. Müslüman, zimrniye karşılık öldürülür. Hâzimî bu fikri, Şafiî ve Ebû Hanife'ye nisbet eder. Yukarıda gördük ki Şafiî'nin bu konudaki fikri berakistir.

b. Öldürülemez. Bu fikrin taraftarları olarak, sahabe, tâ-biûn ve âlimler topluluğu (eimme-i emsâr) gösterilir. [1246]Tirmizî'nin be­lirttiğine göre, Şafiî, Süfyân es-Sevrî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel bu fikirdedir. [1247]Öldürülebilir diyenlerin delilleri olan Beylemânî hadisinin, teknik yönden ihticâca elverişli olmadığı, fakat meselede tarih unsuru­nun mevcut olduğu ileri sürülerek, Fetih tarihli olan hadise bağlanıp, neshe kail olanlar da mevcuttur. [1248]

 

145/14 - Muhsanın Recm Ve Celd Edilmesi:

 

Bağından nikâh geçen; akıllı, hür bir erkekle evli olan kadın veya, hür bir kadınla evli hür erkek m u h s a n demektir. Böyle bir kadının veya erkeğin zina etmesi halinde kendilerine tatbik edilecek eezâmn ne olduğu üzerindeki ihtilâflarda, nesih meselesinden de söz edilmektedir. Beliren iki fikir şöyledir :

a. Zina eden muhsan kişiye önce   yüz   deynekceld yapılır, sonra da recm edilir. Bu fikrin sahiplerinin dayandığı hadiste : «... Ba­kire ile bakir erkeğe zinadan dolayı yüz deynek ve bir yil sürgün cezası, evli olana ise yüz deynek recm» cezası vardır. [1249] Ahmed b. Hanbel, îs-hâk b. Râhûye, Dâvûd b. Ali ez-Zâhirî bu hadisi muhkem görmekte­dirler.

b. Muhsan, sadece   recm   edilir; onlara celd yapılmaz. Ekseri­yetin fikri budur. Bu grup yukarıdaki hadisi mensûh görmemektedirler.

Tirmizinin beyanına göre, imâm Ali dahil bazı sahâbilerle, ilim adam­larından bir kısmına göre, bu konudaki amel bu hadise dayanmaktadır. Nitekim İmâm Ali kendisine getirilen bir cariyeyi önce   celdetmiş, sonra da   recmetmiş   ve:   çAllâhvn kitabının hükmüne göre döğ-düm, Rasûl'ünün sünnetine göre de recmettim demiştir. [1250]Neshe kail olanlar, Câbir b. Abdillah tarîkıyla bir şâhid hadis de sevkederler, orada sadece recm vardır, celd vak'ası yoktur. [1251] Yine meş­hur Mâiz hadisinde de durum aynıdır; bu hadis de, aynı grubun delil­leri arasındadır. [1252]T a h â v î, nesih meselesinde âyeti kerimeyi[1253] taraf olarak görür ve Peygamberimizden vârid olan recm ile birlikte celd vak'asmda; «Efendimiz, adı geçen şahısların muhsan olduğundan haberdar olmamıştır» der.

Bu meselede   Şafiî   de neshe taraftar görülmektedir. k â n î ,   ilk grubun fikrini benimseyen imamlardandır. [1254]

 

146/16 - Sarhoşa Ölüm Cezası Ve Neshedilişi:

 

Peygamberimizden gelen bazı hadislerde; dördüncü sefer içki içtiği sabit olan kişinin öldürülmesi emredilmektedir. Bu adet bazı hadislerde beşinci sefer içerse şeklinde de vârid olmuştur. Bu hadislerin râvilerinden bazıları; Abdullah b. Amr, Abdullah b. Ömer, Ma'bed b. Abdurrahman gibi zâtlardır. [1255] Bu konuda ihtimâli! bir nesih­ten bahsedilmekteyse de, ümmetin, «katlin olmayacağı üzerindeki itti­fakları» nesih iddiasını kuvvetlendirmektedir.

Şafiî eserinde, üzerine dört defa hadd icra edilmiş kişinin öldü­rülüp öldürülmemesi başlığı ile benzeri konuları işler ve neshe taraftar görünür. [1256] Tirmizî'nin dediğine göre, İslâmin ilk yıllarında tatbik edi­len bu emirler bilâhare ne sh edilmiştir. Belirtildiğine göre islâm âlimleri arasında bu konuda ittifak olduğu gibi, müslüman bir ferdin kanım helâl kılan konular arasında böyle bir mesele de zikredil­memektedir. [1257] T a h â v î   de, meselede neshe taraftardır; mesele hem nakil hem de nazar yönlerinden el alınmakta ve imâm tarafından, kat­lin mensûhluğu belirtilmektedir.[1258]

 

147/17- Kısas İle İlgili Bir Nesih Meselesi:

 

Yaralama hadisesinde, yaralayanan kısas icrası için; yaranın iyileşmesi veya iyileşmeyi beklemeden kısas ic­rası ile ilgili haberlerde bir tenakuz hali sezen el-Hâzimî, eserinde bu konuyu da nesih meselesi olarak zikretmiştir. Onun belirttiğine göre konu ile ilgili olarak iki fikir mevcuttur :

a.Yara iyileşinceye kadar kısas bekletilmelidir. Ekseriyetin görü­şü bu şekildedir. Bu fikrin sahibi olan âlimlerin delilleri olan hadisler­de, Peygamberimizin, böyle durumlarda kısası bir müddet için tehir et­tiği belirtilmektedir. [1259]

b.Aksi kanâat. Bu fikre göre bekleme olmayacaktır. Onların el­lerindeki hadislerde durum berakistir.

Mevcudiyeti iddia olunan nesih, yara iyileşmeden kısasın icrasını öngören fikirdeki tatbikattır. Amr b. Şu'âyb hadisi[1260]diye adlandırılan bir haberdeki durum konu ile ilgili neshe delil görülmektedir. Peygam­berimizden sâdır olan nesih üzerinde konuşana da raslanmamaktadır.[1261]

 

C - Adâb,Yeme-İçme, Giyinme Ve Diğer Bazı Konulardaki Örnekler :

 

148/1-2 - Kurban Eti:

 

a.   Meselenin Tasviri Ve Özellikleri :

 

Peygamberimizin sarih beyanlarıyla bilinen nesih örneklerinden biri de, Kurban eti ile ilgili bir nesih vak'asıdir. Bu vak'ada, kurban eti üe ilgili iki tatbikat mevcuttur; üç günden fazla eti elde tutmadan elden çıkartılması - bilhassa fukaraya tasadduku ve is­tenildiği şekilde etlerin; yenilebileceği, tasadduk edileceği, bir kenara bırakılıp (iddihâr) saklanabileceği. Sonradan verilen ruhsat ile evvelki tatbikatların tarihleri de bazı kaynaklarda belirtilmektedir.

İbnu Hacer'in belirttiğine göre nehiy, hicri dokuzuncu yılda vuku bulmuş, müsâade ise Veda Haccı esnasında verilmiştir. [1262] Müsâadeden haberdar olmayan sahabenin de bulunuşunu göz Önüne alırsak, müsaa­denin bir ilân şeklinde değil de münferid bazı müracaatlara cevap tar­zında cereyan ettiğini düşünebiliriz.

Peygamberimizin ifâdeleri yanında sahabenin de biribirlerine dikleri cevaplarda, ruhsatın zikrediîdiğini görmekteyiz. [1263]

Hadislerde kurban'i ifâde eden üç kelime kullanılmaktadır. Bu ke­limeler :   «udhiye,   nüsük,   hediyy   veya hedy» tabirleridir. [1264] Istılah olarak belki de farklı manaları bulunan kelimelerden bu­rada sadece kurban bayramı günlerinde kesilen hayvan kastolunmak-tadır. İçlerinde en çok zikri geçen kelime ise udhiye olup, hadis kitap­larındaki bablarda da; dahâyâ, lahmu'Hıdhiye tabirlerine raslamaktayız,

Hz. Âişe'den nakledilen Amre hadisinde yine böyle bir kelime ile karşılaşmaktayız. Peygamberimiz, etlerin üç günden fazla yenilmesini menedişinin sebebini anlatırken ifâdeleri arasında e d - D â f f e keli­mesi geçmektedir. Bununla, köyden bâdiyeden- şehre, maddî za­ruretler için inen ve müslümanlardan birşeyler isteyen kişiler[1265] kastolunmaktadır.

Peygamberimizin bu iki tatbikatına ait, rivayet ve münâkaşalara girmeden önce şunu belirtmede fayda vardır. Rasûl-i ekrem, etlerin elde tutulmasına ruhsat verirken, onları tasadduk edecek olanlara mânı ol­muş değildir. Durum ferdlerin ihtiyarına, hamiyyet-i diyniyyelerine bı­rakılmıştır.[1266]

 

b. Rivayetler:

 

M e n s û h olan hükmü belirten hadislerden bazıları şunlardır : îbnu Ömer'in rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz : «Sizden biriniz kurbanının etinden üç günden fazla yemesin.» [1267] buyurur :

Bir diğer haberin râvisi Ümmü' Atâ'dır. Ümmü Atâ, naklettiği ha­beri Zübeyr'den o da Hz, Peygamber'den nakleder. Burada da etlerin üç günden fazla elde tutulmaması, üç günden sonra onların yenilmemesi Hz. Peygamber'in sözüne dayanılarak Zübeyr tarafından tebliğ edilir. Ümmü Atâ, hediye olan kurbanlıkların etlerini sorar, aldığı cevapta onlar üzerinde muhayyer oldukları belirtim. [1268] İmam Ali'den nakledilen haberde de Peygamberimizin nehyinden bahsedilmektedir. Bu nakil ile ilgili olarak Hasreti Ali'nin farklı görüşleri vardır.

Buraya kadar arzettiğimiz hadislere gelince bunlar : Câbir b. Ab-dillâh, Muhârib, b. Disâr, Abdullah b. Vâkid b. Abdillâh b. Ömer, Enes b. Mâlik, Emre gibi zevata ait haberlerdir. Câbir'den muhtelif tarîklerle nakledilen haberde belirtildiğine göre Peygamberimiz sahabeye ruhsat vermiş, üç günden sonra da kurbanların etlerinden isti­fâdelerini ifâde buyurmuşlardır.[1269]Muhârib b. Disâr hadisinde Peygamberimiz, adı geçen etlerden yolculuklarda da faydalanılabile­ceğini belirtmişlerdir. [1270]Hz. Âişe'ye kadar dayanan Abdullah b. Vâkıd veya Amre hadisinde ise daha fazla tafsilât vardır : «Peygamberimiz, kurban etlerinden üç günden sonra faydalanmayı yasakladı. Abdullah b. Ebî Bekr dedi ki bu durumu Abdurrahmân kızı Amre'ye söyledim dedi ki : Âişe söyle dedi: Kurbân bayramına yakın, bâdiyeden bir ta­kım adamlar, Medine'ye - Hz. Rasül'ün gününde- geldiler. Efendi­miz, etleri üç gün bekletin, fazlasını tasadduk edin dedi. Âişe devamen dedi ki : bilâhare ey Allah'ın elçisi, halk kurbanlarından faydalanıyor; yağlan sızırıyor, kırba v.s. yapıyorlar denildi. Peygamberimiz olabilir; yadırganacak ne var? Ben size bayram öncesi gelenlere Îkran edebil­mek için o emri vermiştim; artık yiyiniz, saklayınız, tasadduk ediniz» buyurdular. [1271] Konu ile ilgili daha -başka hadisler de vardır.[1272]

 

c. İhtilâflar, İlgili Hükümler :

 

Kurban eti ile ilgili neshin üzerinde ittifaka yakın birlik mevcuttur, Hz. Ali'den nakledilen durum müstesna, aleyhte fikir beyân eden veya farklı tatbâkatta bulunan olmamıştır, îlim adamlarının meselemiz ile ilgili iki görüşü belirmiş olmaktadır. Ekseriyetin fikrine göre kurban etlerinden üç günden sonra da faydalanmak mümkündür. Yani evvelki durum neshedilmiştir. Kaynaklar verilen haberler üzerinde nes­he delâlet eden unsurları böyle ifâde etmektedirler. [1273]

Hazreti Âişe'nin yukarıda geçen hadisi, nâsih ve mensûüu en belir­gin tarzda tesbit eden kaynak haberdir. Burada ve diğer haberlerde belirtildiğine göre, etlerin yenilmesinden men, bir defaya mahsus olmak üzere ve sözü geçen sebebe mebni vuku bulmuştur. Kaldı ki buradaki etlerden yenilmesinin men'ini sadece   kurban   has sayanlar da vardır. [1274]Bu fikrin taraftarlarının belirttiklerine göre, hediye ve benzeri kurbanlardan sahiplerinin yemesine müsâade edilmesi bu fikri teyid et­mektedir. Nehiyden kasıt bu sayede fukaranın o etlerden istifâde et­mesini temindir. Tamamı fukaraya hediye edilen kurbanda ise bu ne­tice daha iyi istihsâl edilmiş olmaktadır.[1275]

Konumuz ile ilgili neshin zikredildiği, tarihen en eski kaynaklardan biri olan Şafiî'nin İhtilâfu'l-hadis'inâe tasadduk ihtiyarî görülmektedir. Farz sayılmamaktadır, Şâfü bu fikrini beyân ederken şu âyete dayan­maktadır : «... Allah'ın rızk olarak kendilerine verdiği dört ayaklı da­varlar (kurbanlıklar) üzerine malum olan günlerde Allah'ın adını an­sınlar. İşte bunlardan yeyin, yoksulu, fakiri de doyurun».[1276]Neshi an­mayan Şafiî, etlerin üçe ayrılarak bilindiği üzre taksimini de sözlerine ekler.

Müslim,   açtığı babın neshe taraftar olduğunu belirtecek bir ibare kullanır. [1277]Önce nehiy sonra da müsâade hadislerini verir.   İ b -n u   H a c e r   neshe kail olduğu gibi, bunun «ağır olan bir hükmün daha  hafifi ile değiştirilmesi» nev'inden bir nesih olduğunu da söyler[1278] Neshe kail olan   N e v e v î ,   bu vak'adaki nehyi tahrim değil de sa­dece kerahat olarak görenlerden de bahsetmektedir. [1279] Bazı müellifler, hadisin içinde geçen «iddehirû» emrini, [1280] bir kısmı da «min ecli'd-dâf-fe» sözü ile sonraki bölümü   neshi ifâde eden   bölüm olarak görür. [1281] T i r m i z î   de iki bab açarak meseleyi ele alır: bablardan ilki: «Üç günden sonra kurban etini yemenin keraheti babı,» diğeri ise: aynı ko­nudaki «ruhsat babı. [1282] Tirmizî her babın sonunu kısa fakat hüküm be­lirten cümleler ile bitirmektedir. İlk babı şöyîe kapatmaktadır : «Pey-. gamberimizin nehyi Önce idi, sonra ruhsat verdi». Diğerinde ise konu ile ilgili kısa ve toplayıcı hüküm verilmektedir : «Sahabe ve diğer ilim ashabında amel bu yolda idi.»

Eldeki hadisler ve diğer deliller incelendiği zaman görülür ki nesih ihtimâlini kuvvetlendiren en büyük müessir : Hz. Âişe mahreçli haber, sahabenin ve sonrakilerin   ruhsat   yolundaki tatbikatıdır.[1283]

Nesih   ihtimâlini kuvvetlendiren bir ikinci delil, yukarıda nak­lettiğimiz vak'aların tarihlerini belirten haberlerdir.   Bu hadislerin ve diğerlerinin sıhhati ve ricali üzerinde aleyhte konuşmalara raslamıyo-ruz. Neshin ihtimâl dahilinde bulunmasını kuvvetlendiren bu deliller arasında, vak'anın bir sefere mahsus oluşu, belirli bir gayeyi güttüğü­nü, zenginlerin fakirlerin ihtiyâcım gidererek bir müddet genişliğe ka­vuşmaları için bunu yaptığını Efendimizin bizzat beyânı[1284] yanında saha­benin, işin   muvakkatliğini   sezerek; yine geçen yıl gibi yapı­lıp yapılmayacağını sorması manidardır.   Bazı muhaddisler eldeki ri­vayetleri, delâletleri bakımından da taksime tabi tutarlar ; Câbir b. Ab-dillah hadisini etleri saklamağa ve yemeğe delil olarak görürler. Yine onların belirttiğine göre Seleme b. el-Ekva' hadisi etleri üç günden fazla yemeğe müsâade taraftarı değildir. Aleyhte ve ademi cevazda delil ol­maktadır. Bunu destekleyen diğer bir haber imam Ali'den gelen, veya onun konuşmasını duyduklarını nakleden diğer râvilerin hadisleridir. Ruhsat ile ilgili en büyük delil Hz. Aişe'ye dayanan haberdir. Bureyde haberi ile diğer bazı sahâbilerin yolculuklarında biribirlerini durumdan haberdar ettikleri hadisler de bu kabil rivayetler arasındadır. [1285]

Büyük bir ittifak grubunun fikrine aykırı olarak, üç günden sonra etlerin yenilemeyeceğini iddia eden azınlık; Ali, Abdullah b. Vâkid, ile bazı zahirîler olarak gösterilmektedir. [1286] Dikkate değer bir husus şudur: Abdullah b. Vâkid, Hz. Âişe'nin haberini nakleden râvilerden birisidir. Kaynaklar bize imam Ali'nin muhalefetini nakletmekle beraber kâfi derecede bilgi de vermemektedirler. Şafiî'nin belirttiğin göre : «Üp gün­den fazla kurban etlerinin elde tutulmasının nehyini» haber veren Ali ve Abdullah b. Vâkid haberleri ittifak halindedir. Bu haberlerden, ruh­satın bu zatlara vasıl olduğu ve olmadığı istidlal olunabilir. Yine Şafiî'­nin belirttiğine göre, ruhsattan haberdâr olsalardı kendileri bu fikirle­rinde ısrar etmezlerdi. [1287]İbnu Hazm'in belirttiğine göre Hz. Ali, yine Efendimiz gibi bir kıtlık senesinde eski tatbikata dönmüş ve aynı emri tatbik etmiştir. Yine belirtildiğine göre, îmam Ali bu tatbikatı ilân ettği zaman, Hz. Osman bâdiyeden gelenler tarafından sarılmış durumda idi. Bu bâdiye ehli de, o anda aç idi. İmam Ali belki de onların bu aç­lığım gidererek, talandan, muhasaradan ve benzeri kötülüklerden vaz­geçip geldikleri yere giderler ümidiyle bu şekilde davranmıştır. Bunun aksini düşünmemiz mümkün değildir; meseleyi, «îmam Osman'a cephe alan bir gurubun bol et yemesi için imam Ali'nin halkı mensûh olan bir sünnet ile amele çağırması» şeklinde anlamak bizce uygun bir çözüm tarzı değildir.[1288]

 

d. Tahlil ve Netice :

 

Kurban etlerine ait, belirli bir darlık, maddî sıkıntı ve misafir çok­luğu gibi durumlar neticesi; tamamen fakirlerin biraz genişlemesi ve darlıktan kurtulması niyetine matuf bir sünnet, yine Efendimiz tarafın­dan kaldırılmış; kurban sahiplerinin etlerden yiyebilecekleri saklaya­bilecekleri ve başkalarına ikram ve tasaddukta bulunabilecekleri ifâde edilmiştir. Durum tamamen geçicidir. Sahabe bunu bilmekte veya tah­min ederek Peygamberimize ertesi sene sormaktadır.

Yapılan tavsiye ve emirdeki menedisin tahrim olmadı­ğını savunanlar da olmuştur. Kaynakların verdiği bilgilere göre ilim adamlarının cumhuru ve fukahâ-i emsâr denilen âlimler topluluğu, nes­hin vukuuna ve yemenin cevazına kail bulunmaktadırlar. Zâhirîlefden küçük bir grup ile imam Ali'den nakledilen aleyhte sözler ve bir tatbi­kat dışında aleyhte fikir beyanı olmamıştır. îmam Şafiî'nin belirttiği gi­bi imam Ali'nin nesihten haberdâr olmadığı tahmini, kuvvetli görülebi­lir. Osman'ın muhasaradaki günlerinde imam Ali'nin tatbikatı ise belki de az önce arzettiğimiz tarzda olmuştur.

Peygamberinizin ilk tatbikatı ile son tatbikatında kendisine bilgi ve hareket kaynağı vahiy olmuş da diyebiliriz. Şahsî ictihadları bu işte âmildir demek de mümkün görülebilir. Fakat, vahyin devamlı kontrolü altında olan bir zatın, şahsî ictihâdlarmı bile aynı vahyin klavuzluğu al-tında gerçekleştirmesi aklen muhal sayılamaz. îmam Ali'nin tatbikatı, bizler için bir delil olabilir mi? Yani, herhangi bir beldede bir yetkili veya bir İm adamı; adı geçen darlık ve benzeri haller sebebiyle, kurban etleri üzerinde tasarrufa karışabilir mi?

Az önce de belirttiğimiz gibi, etlerin sahipleri tarafından yenme­mesi tasadduka mâni değildir. Peygamberimiz bu ruhsatı vermekle halki etlerin iddihânna teşvik etmemiştir.' Dolayısıyla müslümanlann, her türlü tasadâukta bulunmalarına Efendimizin son tatbikatı sebep gösterilmemeliâir. Fakat bu ruhsat alabildiğine meşrû'luk kazanmış ve bin-. terce senedir «Allah için kurban ev için et» prensibi yerleşmiştir.

îslâmın infâk prensiplerine göre, gerekli şartların tahakkuku za­manında zengin, kurbanı gibi çok daha kurbanlar alarak fukara ile ara­sındaki uçurumu kapatmakla mükelleftir. Ferdler için böyle olan durum cemiyetler için de aynıdır. Bugün dünya ekonomisinin büyük sermâye­lerine sahip İslâm diyarlarına komşu bölgelerdeki açlık ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtı yardımı ile geçinme haberleri bizleri derinden dü­şündürmelidir. Bunlar İslâm zengini için yüz karasıdtr. Bunların teda­visi, Hacc'da kesilen kurbanların herkesin kendi beldesinde kesmesine cevaz vermek gibi m,esnedsiz sözlerle halledilemez. Barem dahilinde de yetişkin ve besili kurbanı alacak fukaranın bulunduğu verilen haberler arasındadır. Dozerlerle et gömülmesi hikâyesi, özel teşkilâtlı et araba­larının her tarafa imkân ve varlık dağıtması hakikati ve faaliyeti ile ancak önlenebilir.[1289]

 

149/2 - Ehlî Eşek Eti Yenilmesi Ve Neshi:

 

a. Meselenin Tasviri:

 

Elimizdeki kaynakların hiçbirinde müslümanlarm ilk Zamanlarda eh­lî eşek eti yedikleri, sonradan bunun Hayber fethi sırasında kaldırıl­dığı şeklinde bir hâdiseden bahsedilmemektedir. Etin yenildiğine dair bir kayıt mevcut olmadığı gibi, nehiyden önce geçmiş bir zaman da mevcut değildir. Kuvvetli görüşe göre hâdise aynı sefer esnasında ol­muştur; ortada yakılmış bir takım ateşler ve kaplara konulmuş etler mevcuttur, yine kuvvetli görüşe göre onların Peygamberimizin emirle­riyle yenmeden dökülmesi ve kaplarının yıkanması söz konusudur.[1290]

 

b. Rivayetler, İhtilâflar :

 

el-Hâzimî'nin konu ile ilgili olarak verdiği, müsbet mana ihtiva eden; yani ehlî eşek etinden   faydalanılabileceğini   belirten iki hadis vardır. Bunlardan biri Ummu Nasr el-Muhâribiyye'ye aittir. Buharı tarafından K. ilim, 28. babta zikredilen bu hadiste Efendimiz eşek hakkında :Ot ve ağaç yemez mi?» diye sorduğu kişiden «evet» ceva­bım alınca; «öyle ise etinden ah buyurmuştur. Buradan, « E S I B » emrini «intifa' etme; yeme» manasına anlama taraftarı olunmaktadır. Abdurrahman b. Bişr tarafından rivayet edilen hadiste ise, yokluktan ve merkepten başka malı kalmadığından yakman bir kabile reisine Efendimiz onlardan ailesine yedirmesini söylemiştir.[1291] Bu iki hadis dışında ehlî eşek etinden faydalanılabileceğini ifâde eden habere raslamıyoruz.

Ehlî eşek etinin haram kılındığını, İbnu Abbâs, îmam Ali ve İbnu Ömer'in verdikleri haberlerden Öğrenmekteyiz. Bu hadislerde belirtil­diğine göre Peygamberimiz; müt'a nikâhı dışında, pençeli ve vahşî hayvanların etlerinin yenilemeyeceğini de beyan buyurmuş­lardır. [1292]

îbnu Abbâs'm naklettiği haberde, nehiy [1293]işinin Hayber günün'de vuku bulduğu; Ali'nin hadisinde yine Hayber gününde müt'a nikâhı ile birlik­te ehlî eşek etinden de nehyedildikleri, îbnu Ömer hadisinde ise zaman kaydı olmadan mutlak mânâda ehlî eşek etinden nehyedildikleri husus­ları yer almaktadır.

el-Hâzimî adı geçen tahrîm vesiylesiyle meydana gelen "durumu bir nesih vak'ası olarak değerlendirir. îbnu Şahin sadece biri müsbet, biri nehiy ihtiva eden iki haberi vermekle iktifa eder, nesihten söz et­mez. [1294]

 

150/3 - İçinde Ehli Eşek Eti Pişirilmiş Kapların Kırılması İle İlgili Emir Ve Neshi:

 

Ehlî eşek etlerinin, bir diğer konu ile olan ilgisinden evvelce bah­setmiştik. Hayber'de sahabenin karşılaştıkları bir açlık üzerine, o arazîdeki şahıslara ait bîr miktar eşeğin kesilerek etlerinin kaynatıldığı ve Peygamberimizin emri ile bu kapların kırılmalarının   is­tendiği bilâhare Efendimizin    yıkanmalarınrıza gösterdikle­ri nakledilmektedir. Bu durumda son amel, bu nevi muamele görmüş kapların yıkanması şeklinde tekarrur etmiştir.    Artık yıkama yerine kapların kırılması caiz değildir. [1295]Konu ile ilgili haberler içinde Sele­me b. el-Ekva'm haberinde: «...kırınız» emri ile; yıkanması teklif edil­diği zaman da: «yahut öyle yapınız» bölümü vardır. Diyebiliriz ki, ha­dislerin bir kısmı etlerin kaynatılmasına kadar olan bölümü ve Efen­dimizin dökünüz emrini ihtiva eder. Bir kısmında ise:  «kırınız;..  Ya­hut öyle olsun (yıkayınız)» bölümleri vardır. [1296]Sahabeden    bazıları, eşeklerin etlerinin:  henüz ganimet taksim edilmemiş durumda olduğu için mi, yoksa binit ve nakil hayvanı olduğu için mi, haram kılındığı­nı bilmediklerini söylerlerken, [1297]kırılma yerine yıkanma aleyhinde hiç bir ihtilâf  kaydedİImemektedir.  Yıkama işini  teklif eden zatın Ömer b. el-Hattâb olduğu belirtil?nektedirm. Burada dikkatimizi çekecek bir husus şudur:  Peygamberimizin «kırınız» emirleri ile, sahâbînin tekli­fi aynı zamanda mı oldu? Bir muhavere şeklinde verilen bu habere göre,   Peygamberimizin  ilk   emirlerinin  mesnedi,   sonraki   değiştirme­lerinin dayanağı nedir? Nevevî'nin belirttiğine göre bu,   v a h y   veya ictihâd-ı    peygamberi    olabilir. [1298]Bu nevi nesih olaylarında güçlük, birinci ve ikinci emirlerin istinâd ettikleri kuvvet ile, değiş-tiriş sebebinin bilinmesinde ortaya çıkmaktadır. Nitekim yukarıda da söylediğimiz gibi;  meselâ, İbn Abbâs ehli eşek etlerinin yenilmesinin hürmetini kendi kendine düşünmüş olacak ki «...den dolayımı yoksa... dan dolayı mı nehyedildi bilmiyorum» demektedir. [1299]

İbnu Şahin ve Şafiî bu meseleye eserlerinde yer ayırmamaktadır­lar, el-Hâzimî ise, nesih konusunda bilgi vermemekte sadece, hadis­leri nakl ile yetinmektedir. eî-JSsrem'in eserinin bizde mevcut iki cüzünde, bu konuya dair bilgi mevcut değildir. Nesih ile ilgili olarak en Nevevî'nin eserinde bir iki cümlenin dışında bilgi yoktur. İlk emri an­latan Nevevî:   «sonra    neshedildi,    yıkama hususu teayyün et­ti. Bugün kırmak caiz değildir, rnahn telef edilmesi...» cümleleri   ile durumu tesbit eder.[1300]

 

151/4 - Îçki Kaplarının, Diğer Hizmetlerde Kullanılmasının Nehyi Ve Aynı Konudaki Nesh:

 

a. Meselenin Tasviri:

 

Kabir ziyareti konusunda zikrettiğimiz Müslim hadisinde Peygam­berimiz, evvelki üç tatbikatını üç yeni sünneti ile değiştirdiğini açık­lamıştı. Bu misâl de yine bir yasağın kaldırılmasından ibarettir. İçki (hamr) in kullanıldığı devrede, şarap ve benzeri müskirat konulan kapların, içki dışındaki istimalden de men edilişi demek olan bu ha­dise, neshe dair yazılmış eserlerde Peygamberimizin tasrihi iîe tesbit olunan nesih vak'alarına misâl olarak verdikleri örneklerdendir.

SÖz konusu kaplardan h a n t e m , yeni ve içi yağlanmış bir tes­tidir. Önceleri bu kap için kullanılan isim sonradan topraktan mamul bütün kaplar için alem olmuştur. Kabın Özelliği; içine konulan suyu ve taneleri çabucak tehammür ettirmesidir. [1301] D ü b b â , kar' adı da verilen bir nevi kabaktır. Anadoluda «et kabağı» diye anılan bu kabağın içi boşaltılıp, içki imâli için kullanılırdı. Özelliği hantemin ay­nıdır. [1302] Hurma ağacının kütüğü alınıp, içi oyularak bir kap elde edil­mekte ve içine îçki kurulmaktaydı. Kullanılması nehyedilen ve n e -k îr adı verilen bu kaptan başka, [1303] içi ziftle veya kâr adı verilen katran cinsinden bir madde ile sırlanan müzeffet ve tnukay-yer   de aynı yasak hükmüne tâbi kaplardı. [1304]

Peygamberimiz bu kapların zâtını değil, istimallerini nehyetmişti. İstimallerine intibâz adı da verilmektedir, îçki dışında bu kaplar kuvvetli bir ihtimâlle, türkçede hoşaf (komposto) dediğimiz şerbete benzeyen mahallî bir şerbet içinde    çokça kullanılmaktaydı. tekinin har&mliğı ise bu vak'adan önce ayrıca ve sarahaten vuku buî-muştur.

Konu ile ilgili hadislerde siksık geçen      ne biz   ve   intibâz için şu tarifler yapılmaktadır:  «Hurma, kuru üzüm, bal, buğday, ar­pa gibi yiyecekler, su ile adı geçen kaplara konulmakta ve bir müd­det terkedümektedir.  Meydana gelen mâyi'in,  sarhoşluk veren  veya vermeyen her cinsine   n e b î z    adı verilmektedir.[1305] Bir diğer kay­nakta intibâz şöyle tanıtılmaktadır: «Adı geçen kaplara su ile beraber tadlanâırsın diye kuru üzüm, hurma ve sair yiyecekler konulur ve bu İçilirdi. Bu kaplar, Özellikleri icabı çabucak tehammüre vesile oluyor­du.  Kesafetleri,  kalınlıkları yüzünden de,  içinde içki bulunup  bulun­madığı  bilinmemekteydi.  Yanlışlık vuku bulması da mümkündü. İnti­bâz bu ameliyeyi yapmaktır. [1306]

Bu kaplar arasında, nehiyden hariç tutulan ve el-eskiye adı verilen deri kaplar; «zarfu'1-mâi minel cildi» diye tanımlanmışlar­dır. [1307]Ekseriyete yakın bir çoğunluğun görüşüne göre, bunlar baştan itibaren nehiy dışı kalmıştır. [1308] Yasak dışı bırakılmasına sebeb olarak; bu kapların, içlerine konulan içkiyi çabucak belirttiği, dolayısıyla karışıklığın önlenebilmesinin kolay olduğu gösterilir. Yine belirtildiğine göre deri kaplar, tehammür eden maddenin tesiri ile çok kere yarıl­maktadır. [1309]

 

b. Rivayetler:

 

Hadislerin  nehyi ifâde edenlerinde, kapların tamamı için  .hantemler tabiri kullanılır.  Bu  hadislerde Peygamberimizin,     hantemlerden  içmekten  menettikleri belirtilir. îmçân b. Husayn'a  daya­nan  iki  rivayette Peygamberimizin,  onları     hantemden  nehyettikleri anlatılır. Bu konuda sadece nehyi ifâde eden bir diğer hadis Ebû Hu-reyre'ye aittir. Hadisin baş tarafında konumuz ile ilgili olmayan bö­lümler de vardır. Abdülkays heyeti (Rabfa vefdi) hadisi diye anılan bu haberde, Peygamberimize gelen bir grub, kendisinden bazı konu­larda bilgi istemişler ve içeceklerden sormuşlardı. Peygamberimiz de onları:   hantemden,  dübbâ'dan,   nakîrden  ve. müzeff etten   nehyetmiş.[1310]

Hadislerin ikinci türünde, nehiyle birlikte, sonradan verilen mü­sâade de zikredilir. Bunlar içinde en fazla nakledilen hadis Büreyde hadisidir. Bu zatın belirttiğine göre Peygamberimiz: «ben sizi... yine ben sizi bazı kaplardan menetmiştim. Kaplar, bir şeyi haram veya he­lâl kılacak (varlıklar) değildir. İçiniz fakat müskirat haramdır» bu­yurmaktadır. İbnü Bürde'nin, oğlu vasıtasıyla gelen bir rivayetinde ise Peygamberimiz: «Sizleri bazı kaplardan içmekten menetmiştim, dilediğiniz kaptan içiniz; fakat müskirat içmeyiniz» buyurur. Bu ko­nudaki Salim hadisinin ise meali şöyledir: «Peygamberimiz dedi ki: Dikkat edin, ben sizi testiye kurduğunuz nebîzden menetmştim. Kapkaçak, bir şeyi halat kılmadığı gibi haram da etmez. Bu kaplardan (halal şeyleri) içiniz fakat müskirat içmeyiniz. [1311]

İçki kapları konusundaki hadislerden bir bölümü de, nehiy esna­sında istisnaî muamele gören deri kapları haber verir. İhti­lâfları verirken göreceğimiz gibi, bu nevi hadisler ister umûmî nehiy­den Önce, ister sonra olsun netice değişmemektedir. îbnu Ömer ve îbmı Amr hadisleri bu neviden haberlerdir. Abdullah b. Amr hadisinde, Rasûli ekrem'in, müzeffetler dışındaki ruhsatı zikredilir. Di­ğer haberde ise el-eskiye için tanınan ruhsat ve müsâadeden haber verilmektedir.[1312]

 

c - Bükümler, Farklı Görüşler:

 

Mesele ile ilgili iki görüş mevcuttur: Bunlardan biri ek­seriyetin   fikridir. Yani, içkinin haram kılındığı zamanlarda, bütün içki kaplarının da kullanılmasının nehyi sonradan kaldırılmıştır. Mevcut hadislerin tedkikinden neshin sübûtu anlaşılmaktadı.[1313] İkinci görüşe göre ise haramlık bakîdir. Adı geçen kaplara nebiz koy­mak, başka içecek şeyler kullanmak memnudur. [1314] Yalnız burada bir noktanın açıklanması gerekir. Sön görüş sahipleri, deri kapları bu iddianın dışında tutarlar. Onların fikirlerine göre, ilk zamanlarda umû­mî olan nehiy içinden, sonradan deri kaplar çıkarılmıştır. Bunlar da bir nevi kısmî neshin varlığını kabul etmektedirler. [1315]İkinci görüşe kâü olan ilim adamları arasında: İmam Mâlik, İshak b. Râhûye, Ahmed b. Hanbel vardır. [1316] Ekseriyet, İbnu Ömer hadisini istidlale elve-rişle saymamaktadırlar. Buna sebeb olarak hadisin muhtasarca riva­yet edilişini gösterirler. Kendilerinin, tamamını naklettikleri hadiste ise durum daha da vuzuha kavuşmaktadır.

Bu iki görüşün uzlaşması da mümkün görülmektedir. İlim adam­ları şöyle demektedirler: Önceleri bütün kaplara şâmil olan nehiy için­den, bilâhare görülen ihtiyâç ve lüzum üzerine önce deri kaplar çıka­rılmıştır. İbnu Ömer'in hadisi gibi deri kapları haber veren hadisler, meselenin bu safhasını aydınlatır. Daha sonra, aynı sebeblerin ve ih­tiyâcın artması, ortadan evvelce düşünülen mahzurların kalkması ne­ticesi müskirat olmamak kaydıyla diğer meşru içeceklerde, adı geçen kapların kullanılmasına izin verilmiştir. Deri kaplara müsâade edil­diği esnada veya bir müddet sonra müzeffetlerin hürmetinin bakî ol­duğuna kail olmuşlardır. Bazı ilim adamları da, deri kapların istisna edildiği bazı haberlerdeki bir edatın düşmesi -bilhassa yazıda- neti­cesi onların ve diğer kapların hürmetinin devam ettiği manası da çı­karılmış  olabileceğini ifade  etmişlerdir. [1317]

İbnu Hacer'in ve Buhârî şârihi el-Kastallânî'nin eserlerinde be­lirttiklerine göre ilk nehyin sebebi, kaplara fazla ihtiyaç tahmin edil­memesi ve Efendimizin kendi içtihâdları ile nehyi idi. Yahutta bu ko­nunun hükmünü Allah, efendimize bırakmıştı. [1318]

Muhaddislerden ve hadislerin sarihlerinden pek çoğu, incelediği­miz hâdisede neshin vuku bulduğu hakkında kuvvetli ifâdeler kuilanırlar. Müslim'in el-Câmi'inin sârini en-Nevevî, nesh görüşü­nü en kuvvetli fikir olarak verir. [1319]Aslında Nevevî bu konuda eserini şerh ettiği İmam'a tâbi olmuştur da diyebiliriz. Çünkü Müslim, eseri­nin kitabu'l-eşribe bölümünde açtığı babın daha başlığında neshi be­lirtir: «müzeffet, dübbâ', hantem, nekîr gibi kaplarda intibâzdan ne­hiy ve müskiratta olmamak üzere adı geçen kapları kullanmanın ha-lal olduğu;  evvelki nehyin nıensûhluğu babı[1320].

İmam M â 1 i k ' in, hürmetin devamına taraftar olduğunu az Önce ifâde etmiştik. Bu husus el-Muvatta'da da belli olmaktadır. îmam, Kitâbu'l-eşribe'de: «içinde nebiz yapmak menedilen kaplar» adıyla ibr bab açar. Burada, sadece nehyi haber veren îbnu Ömer ve Ebû Hureyre hadislerine yer verilir. Eserin sarihlerinden es-Suyûtî de nesh konusuna temas etmemektedir. [1321]

 

d. Netice;

 

îçki  kapları  konusunda,   ihtilâflar  bölümünde   mevcut  kanaatleri ve ilim adamlarının görüşlerini, bunlar içinde en kuvvetli olanını nak­letmiş bulunmaktayız, Başta da söylediğimiz gibi, meselemiz bu kap­lara konulan   n e b î z   adh içkinin, halal veya haram olması mesele­si değildir. Burada zikredilen;    içinde yıllar yılı içki kurulan kaplar­dan, içkinin haram kılınmasından sonra da istifâde edilip edilmeyeceği meselesidir.  Bu kapların kullanılabileceğini belirten ve neshi    haber veren hadislerde de açıklandığı gibi, müskirat olmamak kaydıyla bun­lardan istifade meşrû'dur. İlim a'damları, adı geçen kapların çabucak tahammüre vesile olduklarını söyleyerek, sık sık kontrol edilmesini is­terler. Deri kaplarda bu durumun mevcut olmadığını belirtirler. İbnu Hacer ile el-Kastallânî'nin eserlerinde belirttikleri, muhtemelen aynı kaynaktan almış oldukları;  «neshte hareket noktası nedir?  vahiy mi, yoksa Efendimizin şahsi fikri mi?» meselesine gelince, evvelki bahis­lerde bu konu ile ilgili bilgiler geçmiştir. Bu meselede «içtihadıyla yap­tı» veya «Allah, bu gibi konuları ona tefviz etti» desek bile, vahiy kon­trolü ve Allahın rehberliği, hidâyeti, yol göstermesi inkâr olunamaz. Mesele, iç içe ve girift bir manzara arzetmektedir.

Bazı ilim adamları ilk yasağa sebeb olarak: içkinin bırakılma za­manının yakın oluşu, eski alışkanlığı bu kapların hatırlatacağı ve yan­lışlığın meydana gelebileceğini göstermektedirler.[1322] Sonradan bu dü­şünceler ve endîşeler zail olunca ruhsat verilmiş oldu. Peygamberimi­zin, kapların halal veya haram kılmayacaklarını belirtmeleri manidar­dır.[1323]

 

152/5 At  Eti  Yemenin Hükmü  Ve Nesihle  İlgisi:

 

el-Hâzimî, Hâlid b. el-Velid'e dayanan bir senedle, Peygamberimi­zin: «Atın, katırların ve eşeğin etinin yenmesi haîâl olmaz»   dediğini nakleder. At etinin    yenilmeyeceğini   belirten başka haberler de vardır. [1324]

Bazı ilim adamları bu hadisin zahiri ile amel ederek, at eti yeme­nin haramlığına kail olmuşlardır. Bu görüşe muhalif olan ve at etinin yenilebileceğine    dâir ruhsatın varlığından söz eden    kanâat ise,    ekser iy etin   görüşü olarak tavsif edilmektedir. Ruhsat   ha­dislerinde; Peygamberimizin at eti ikram ettiği, Hayber gününde eşek etini haram kılarak at etine müsâade ettiği, ehlî eşek eti yemeden sa­habeyi nehyedip, at etine ruhsat verdiği şeklinde müsbet görüşe temel olacak hususlar yer almaktadır. [1325] Bu ikinci fikrin sahiplerine göre, bi­rinci hüküm yâni at etinin haram oluşu neshedilmiş bir tatbikattır, men-sâhtur.  Son hükmün ruhsat şeklinde olduğunu belirten ilim adamları Câbir b. Abdillâh hadisine dayanmaktadırlar. el-Hâzimî'nin belirttiği­ne göre, meselenin tarih açısından halli güç olsa bile neshi ifâde eden ruhsat hadislerinde geçen izin ve ruhsat tâbirleri, evvelce mevcut olan bir nehyin kaldırıldığına delil sayılır. Diğer taraftan etin yenilebilece­ğini belirten hadislerin, teknik yönden diğerlerine tercih edileceği fik­ri de vardir. [1326]Yalnız burada şunu söylemeğe mecburuz; nesih konu­sunda, hadislerin arasında yapılabilecek bir tercihin varlığı; bizim ne­sih değil de başka şeyler düşünmemize vesile teşkil edebilir.

Hâlid b. Velid'in naklettiği haberin belirli bir sebebe dayanan tek tatbikat ve emir olduğu da ileri sürülmektedir. Bu yüzden ilim adamla­rı adı geçen hadisi mutlak mânâda n e h y e delil olarak görmektedir­ler.[1327]

Nesih üzerinde durmayan fukahâ, Câbir hadisine dayanarak at eti­nin Hayber'de yenildiğini tesbit ederler. Şafiî ve ilim adamlarının cumhuru, at etini mubah görürler. Hürmete kâü olmaksızın, Ebû Hanîfe mekruh görmektedir. İmâm Mâlik ile îbn Abbâ-sm da aynı kanâati taşıdıklarını ifâde eden Nevevî nesihten söz etme­mektedir. [1328]

 

153/6 - Bir Yere Dayanarak Yemek Yeme Ve Nesih:

 

Peygamberimizin dayanarak yemek yiyip yemediği münâkaşa mev­zuu olmuş ve meselede nesih iddâ edilmiştir, İbnu Şâhin'in ifâ'desine göre Efendimiz dayanarak yemek yemişler fakat bu hüküm sonradan neshedilmiştir. Abdullah b. Sabit tarikli hadislerde ve diğer rivayetler­de, Peygamberimizin dayanarak yemek yediklerinin görüldüğü belirti­li. [1329]

Bu hadislerin yanısıra  diğer bir takım hadisler daha vardır ki bu­rada Peygamberimizin: «...den dayanarak yemek yemem...» dedikleri­ne şâhid olmaktayız. [1330] İbnu Şâhin'in belirttiğine göre, Peygamberimi­zin dayanarak yemek yemeden nehyedüişİ, Cibril'in getirdiği bir vahiy ile tahakkuk etmiştir. Rivayete göre Mekke'nin yukarı başında daya­narak yemek yemekte olan Peygamberimize Cibril gelip: «Pâdişâhla­rın, Meliklerin yemek yiyiş tarzı...-» diyerek, Peygamberimizin oturma­sını sağlamıştır. Bu haberi Atâ b. Yesâr rivayet etmektedir. [1331] Tarih olarak bu nesih iddiasına Mekke devrinin verilmesi hayli dikkat çekici­dir. Çünkü, bu devre hemen hemen hiçbir nesih vak'asının cereyan et­mediği bir zaman bölümüdür.

Teknik yönden de neshi kuvvetlendirecek delillere sahip bulunma­dığımız bir konu ile karşı karşiyayız. İlim adamları, burada geçen ittikâ sözünü de birbirinden farklı tefsir etmektedirler; bazılarına gö­re bu, yere değil de herhangi bir peyke veya sandalye üzerine oturmak,bir diğer gruba göre ise ittikâ; ellerinden biri üzerine dayanarak, vü­cûdunun yarı bölümünü bir yere yaslamak, anadoludaki tâbiri ile ya-mışmaktır. Diğer taraftan ittikâ; böbürlenmek ve büyük görünmek için yapılan bir oturuş şekli olarak da tavsif edilegelmiştir. Bazı âlimler, bu oturuş tarzının Peygamberimize has bir vasıf olarak görmekte, üm­meti için mekrûhluğundan söz etmektedir. Diğer bazıları ise Peygamberimizin, dayanarak; ittikâ halinde yemek yediklerini, bu du­rumda hiç görülmediklerini savunmaktadırlar. Durum ne olursa olsun nesih ididasmda bulunmak İçin eldeki deliller kâfi gelmemektedir. [1332]

 

154/7 - Ayakta Su İçmek:

 

Asr-ı saadette müslümanlarm ve Peygamberimizin ayakta su içip içmediklerinin tesbiti, müslümanlarm su içme konusundaki son emri öğrenip ona göre âmil olmalarını doğurur. Ebû Hureyre'den ve diğer bâzı sahâbilerden gelen haberlere göre Peygamberimiz, ayakta iken su içmeden ümmetini nehiy buyurmuşlardır. [1333]Bu haberlerin yanında; «ayakta su içerdik, yürürken ekmek yerdik» tarzında haberler de var­dır. Diğer bazılarında ise, meselâ Abdullah b. Abbas, Peygamberimi­zi ayakta su içerken gördüklerini haber vermektedir. [1334] İbnu Şahin, bu meseleyi eserinde zikretmekte fakat, neshin kafi olarak tes-bîtinin müşkil olduğunu belirtmektedir. [1335]

en-Nevevî, hadislerde geçen nehyin kerahete mahmul olduğunu belirtir, neshi tenkîd eder. Tarihî delil bulunmadığı için, ha­dislerin arasını cem'e, taraftar görünür. el-Mübârekfûrî, îbnu Hacer'den naklen konu ile ilgili olarak bir kaç îzâh tarzının varlığından söz eder. Onun belirttiğine göre mesele ile ilgili çözüm yolları şöyledir:

a. Tercih yolu: bu görüşe göre, ayakta su içmeye cevaz veren hadisler,  nehiy hadislerinden daha    e s b e t      bulunmaktadır.

Ebu Bekir el-Esrem bu yolu tutmaktadır. Eldeki mevcut nüshada bu kısım bulunmadığı için kontrol mümkün olmamıştır.

b. Nesih   meselesi görmek. Mübârekf ûrî'nin dediğine göre el-Esrem'in bu yöne de meyli vardır. îbnu Şahin de eserinde bu mesele­yi ele almaktadır. Yalnız neshin tesbitinde, tek yardımcı malzeme ha­lifelerin cevaz yönündeki amelleridir. îbnu Hazm ise aksi yönlü    bir nesihten söz eder; cevaz varken sonradan cevaz neshedildiği der.

c. Cem' görüşü. Bazı âlimlere göre burada ayakta içmek­ten maksad yürürken içmedir. Halbuki Peygamberimizin, mese­lâ   zemzemi   ayakta içtikleri vâriddir. Diğer bir takım âlimler de nehyin    tenzihi    olduğunu savunarak hadislerin arasını   cem'e taraftar olmuşlardır. îbnu Hacer bu görüsü en sağlam fikir olarak görür[1336]

 

155/8 - Tek Nefeste Su İçmek Ve Nesihle İlgisi:

 

Abdullah b. Ebî Katâde'nin rivayet ettikleri bir hadiste Peygam­berimiz: <sBİrintz su içtiği zaman, tek nefeste içsiıv» buyurmuşlardır. Bu hadisin isnadı, konu ile ilgili diğer hadislerden daha iyi görülmek­tedir. Aynı meseledeki diğer hadislerde, meselâ Enes b. Mâlik'in riva­yetlerinde Peygamberimizin suyu yudumlayarak; iki veya üç nefes alarak içtikleri nakledilmektedir. Üç nefeste suyun içilme­sini emreden hadisler[1337] yanında, tek nefeste su içmeye nehyeden ha­berler de vardır. [1338] Enes b. Mâlik'in naklettiği hadiste, üç nefeste iç­menin; sıhhî yönden daha iyi ve insanı daha doyurucu; kandırıcı, susuzluğunu giderici olduğu da Peygamberimizce be­lirtilmektedir. [1339]

Tek nefeste su içme âdetinin neshedüdiğini îbnu Şahin söylemek­te ve Abdullah b. Ebî Katâde hadisine, Enes hadisini tercih etmekte­dir. Müellifimizin belirttiğine göre, üç nefeste su içme tatbikatını haber veren hadisler Peygamberimizin ahlâkına daha uygun görülmek­tedir.[1340] Nesih ile ilgili başka iddiaya raslanaTnamıştır. [1341]          

 

156/9 - Fera' Ve Atîra Âdeti Ve Hükmü:

 

Başlıkta  zikrettiğimiz  iki kelimenin  ihtiva  ettiği  mânâlar     şöyle açıklanmaktadır;   yaygın okunuş tarzıyla    fera';    devenin ilâhlara kurban edilen    ilk    yavrusudur.    Bu kurban,  nehyedilen    bir câhili âdettir. [1342]

Atîra da belirli nezirler karşılığında veya karşılıksız olarak Re­cep ayında, câhiliyyet devrinde kesilen kurbana verilen isimdir. Buna Âtâir diye de ad verirlerdi. [1343] Atîranın bir diğer ismi de e r -Racebiyye' dir. [1344] Hadislerde geçen ve müsbet, mânâda karşı­lanan er-Racebiyye ile, tamamen putlara kesilen ve onlara adanan câhiliyetteki tatbikatın aralarında sadece isim benzerliği vardır.

îslâmî devredeki Receb aylarında müslümanların kestikleri kur­banlar hakkında Peygamberimizin emirleri mevcuttur. [1345]Hatta bu ha­dislerden bazılarında ellide bir gibi bir nisâb da söz konusudur. [1346] Ge­rek islâmî gerekse gayr-i islâmî devirlerdeki tatbikatı içine alsın, fe­ra' ve atîra âdetinin dînî bir mesele olduğu ve fakat bir müddet son­ra Peygamberimizin emirleriyle bunun nesholunduğunu ileri süren ilim adamları vardır. Onlar mensûh olarak gördükleri bu tatbikatı nâ-sih olarak, Ebû Hureyre'den nakledilen: «fer'a da yoktur, atîra[1347] hadisini gösterirler. Ayrıca Peygamberimizin n e h y i n i tezammun eden haberler de vardır. [1348]

Görünüşte hadisler arasında mevcut olan tearuzu giderici yollardan birisine göre, meselede nesih vardır, İkinci bir fikre göre ise, ha­disler arasında tearuz bile yoktur, Câhiliyetteki tatbika­ta benzememek şartıyla Allah rızâsı için Receb ayına hürmeten kur­ban kesen İlim sahipleri bile bulunmaktadır; meselâ îbnu Şîrîn devam­lı olarak bu âdeti yerine getirmiş bir kimsedir.[1349] Yine belirtildiğine göre, kaldırılan sadece âtîradır, müslümanlar fera'dan daha önceleri nehy edilmiştir.

Kâdî İyâz'm, bu âdetlerin mensûhluğu konusunda ilim adamları arasındaki ittifaktan söz ettiği kaynaklarda belirtilmektedir. [1350] Görü­nüşe göre putlar için kesilen kurbanlar tarzındaki evvelki âdetler kal­dırılmış, Allah için kesilen; ister Receb'te ister başka zaman; ister hayvanın yavrularının ilki isterse sonuncusu olsun, tetavvu' olarak ke-silebilmiştir. Peygamberimizin; «Eğer Receb için böyle bir hayvan kesilecekse, kuzulardan (yaşı küçük olanlardan) değil de, büyüklerden kesilmesini istediği» de vâriddir. İbnu'l-Esîr de nesihten söz edenler arasındadır. [1351]

 

157/10 - Hicretin Vücûbu Ve Neshi:

 

Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye göçüşlerinden sonra da, mü'minlerin îslâm diyarında olmayanları, memleketlerini terkederek müsîümanlarm yanma gelmekle mükellef olup olmadıkları konusu da nesih meselesi olarak ele alınmış ve bazı fikirlerin ileri sürülmesine sebeb olmuştur.

Süleyman b. Büreyde tarafından rivayet edilen bir haberde, Pey­gamberimizin, seriyye kumandanlarına verdiği talimat arasında, düş­manların islâma daveti yanında müslüman olanların, müslümanların yanına göç etmeleri şartı da yer almaktaydı, Tabîi ki hicret etmedik­leri zaman statüleri başka olmakta, diğer müslümanların faydalandık­ları bazı nimetlerden onlar mahrum kalmaktaydı. [1352] Bu haberin yanın­da Mekke'nin fethinden sonra artık muhacerete lüzum kalmadığını belirten hadisler de varidr.[1353] Bu durumda hicretin son zamanı Mekke fethinden önceki günler olmaktadır. Tamamı nıüslüman olan yurdla-rın müslüman sâkinlerinin başka islâm diyarına veya o gün için Me­dine'ye göçlerine ihtiyâç duyulmamıştı. Bu hadislerle v ü c u b u n kalktığına    istidlal olunmaktadır.

Bazı islâm âlimlerine göre, hicretin şart koşulduğu devreler, Mek­ke fethinden önceki devrelerdir. Çünkü hicretin, Mekke fethinden son­ra menedildiğini belirten haberler sahihtir ve sabittir. Böylece islânun ilk yıllarında vacip olan hicret artık; farz olmaksızın raendûp ol­muştur. Medine'ye Efendimizin göçünü müteâkıb kalanlara Kureyş'in eziyetinin artması ve bazı politik durumlar hicreti ve bu sebeble çoğal­mayı gerekli kılınca, Efendimiz hicreti emir buyurdular, tik emir ve sonraki ruhsatı el-Hâzimî eserine almakta, fakat nesihle ilgili bir iddia­da bulunmamaktadır. [1354]

Hicret şüphesiz islâmm inanç ve amel meseleleri ile irtibâtlandı-rabileceğimiz bir konudur, fakat biraz geniş düşünüldüğü takdirde, meselede teknik yönden nesih tesbitine yarayarak deliller bulmak güç­tür. Nesüı yerine bir başka izah tarzı -kanâatımızca- daha uygundur.[1355]

 

158/11- Kedinin Artığı:

 

ibnu Şâhin'in, üzerinde nesihten söz etmeksizin verdiği nesih ko­nularından birisi de budur. Mesele şudur; kedinin bandığı kap, veya kedinin artığı temiz midir? değilmi? yıkamak gerekir mi gerekmez mi?.

Eldeki mevcud hadislerden bir kısmında Peygamberimiz; «... kö­peğin bandığı kabın, birisi toprak olmak üzere yedi kere yıkan­masını, kedininkinin ise bir kere yıkanmasını»[1356]emretmektedir. Hadis Ebû Hüreyre'den nakledilmektedir. Diğer taraftan Peygamberi­mizin: «...kedinin bandığı kaptaki sudan içtikleri, abdest aldiklam [1357]nakledilmektedir. Kedinin artığının necis olmadığı savunulurken, Ha-nefîler onu sadece kerahet kaydıyla temiz kabul etmektedirler. Konu­da nesihten söz eden olmamıştır. [1358]

 

IV. MİSÂLLERLE İLGÎLÎ GENEL DEĞERLENDİRME

 

Hz. Peygamber'in hadisleri arasında, üzerlerinde nesih iddia edilen veya tesbit olunan misâlleri genel olarak görmüş bulunuyoruz. Bu mi­sâllerin, burada arzedilenden daha da artıp kabarması mümkündür. Çünkü, bu ve benzeri vak'alarda, hadisler arasında görülen ve tama­men zahirî olan her nevi ihtilâf ve tenakuz hâli, hadisler arasında ge­rekli denklik mevcut olmasa bile, o mahalde nesihten -hiç olmazsa ih-timalli olarak- söz edilmesini mubah kılmıştır.

Misâllerin, çeşitli yönlerden incelenip tasnif edilerek bir genel de­ğerlendirilmeye gidilmesi, veya bu iş için bir deneme yapılması tara­fımızdan uygun görülmüştür. Bu sayede, hadiste nesih vak'alarına ko­nu olan misâllerin, îslâmın ta'limâtında oynadığı rol ortaya çıkacağı gibi, ayrıca bu ta'limâtın hangi bölümleri nesihten haberdâr olmuş, ne­relerde nesih cereyan etmemiş; iddiaların gerçeğe uygunluk nisbeti ne olmuş belirecektir. Misâllerin kesafet arzettiği konular ile, daha az vak'anm bulunduğu yerlerin, «neshin sübûtu yönünden» de bir sınıflan­dırılmasının yapılması gerekmektedir. Bu sayede, üzerinde nesih cere­yan ettiği tesbit olunan misâllerle, sabit olmayanların ayrılması da ko­laylaşacaktır. Diğer taraftan bu tasnif ve inceleme bize boş iddialarla, şüpheli vak'aları da verecektir. Burada şüphesiz olan nokta şudur; il­men üzerinde neshin varlığı sabit olan örnekler, her yönden bu gerçe­ğin ilmen tesbit edildiği misâller olmak zorundadır.

Arzettiğimiz misâller tedkik edilince görülecektir ki, neshin tesbi-tinde vazife gören malzeme; rivayet, dirayet ve teknik hususlar, bizim arzumuzun gerçekleşmesine bazan yardımcı olamayacaktır. Çünkü el­deki malzeme yer yer; misâlden misâle kifayetsiz de kalabilmektedir. Çoğu durumda meseledeki kapalılık sürüp gitmektedir. Misâllerin üze­rinde neshin cereyan ettiğinin tesbitinde, adı geçen malzeme içinde ri­vayet ve tarihî bilgilerin rolü kanâatımızca çok önemlidir. Bunlarla desteklenmeyen hiç bir usûl kaidesi, nesih konusunda bize sadra şâfî bir açıklık getiremeyecektir. Bir başka deyişle, tarihin ve rivayetin ki­fayetsiz kaldığı yerlerde, usûl kaidelerinin tatbiki yoluyla, neshin var­lığı üzerinde son sözü söylemek mümkün olamamaktadır.

Nihayet misâller arası kurulacak bağlar yardımıyla,    islâmı ta'lî-matta gerçekleştirilmek istenen umûmî tekâmülün seyrini takip    için, eldeki vak'alarm kronolojik tasnifi ve sıralaması iyi bir netice doğura­caktır. Ne yazık ki, tarihin karanlıkları böyle bir sıralama konusunda pek de cömert davranmamaktadır.[1359]

 

A. Misâllerin Dağılışı :

 

1. Temizlik Meseleleri :

 

Nâsih-mensûh  kitaplarının Kitâbu't-tahâre bölümlerin­deki misâller, manevî pislik (hades) ile maddi pisliğin giderilmesi (gusl ve abdest) konularını içine alır. Klasik eserlerdeki bu tasnifi biz iki bö­lüme ayırmış bulunmaktayız. Kaynaklarda sular ve gusl ile ilgili   o n kadar   misâl   zikredilmektedir. Bu misâllerden, üzerinde nesih sa­bit olmayan ve sular ile ilgili olan Örnek dışındaki nesih örnekleri ta­mamen ferdîdir,  kişinin kendisini ilgilendirir. İbâdet öncesi temizlik­lere aittir.  Misâllerin  tamâmına yakın ekseriyetinde:     «ilk tatbikata nisbetle   daha   kolay   olan ikinci bir emir» yer almaktadır. Bah­si geçen bu on misâlde umumiyetle islâmm ilk zamanlarındaki tatbi­kata yer verildiği için, vak'alann tarihî yönden zamanlarının tesbiti­ne yarayacak malzeme hemen hemen yoktur.    Sadece iksâl meselesi diye adlandırılan örnekte;   «Mekke fethinden önce veya sonra» kaydı verilmektedir.   Üzerinde  neshin  mevcudiyeti yönünden  ekseriyetin  it­tifak ettiği   tek   misâl   budur.

Misâllerdeki nesih  vak'alan,  içinde,  hakikaten     neshe     uğramış olanların, iddia edilenlere nisbetle daha az görülüşü, ister istemez biz­de,   «mübalağalı  değerlendirmeler yapıldığı» fikrini uyandırmaktadır. Bütün bu misâllerdeki ilk tatbikatın (mensûh hükmün),    Rasûl-i ek-rem'e izafesi de bir hayli güçlük arzeder. Öyle Örnekler mevcuttur ki, bunlarda  mensûh hükmün evvelce Peygamberimiz marifetiyle    sabit bir sünnet olduğunu tesbit bile mümkün değildir. Câhili bîr âdetin il­gisi, henüz müslümanlarca nasıl davranılacağı Allah ve onun elçisi ta­rafından  belirtilmemiş  bir  konudaki  tevakkuf hâli,  farklı anlayışlar sebebiyle tatbîkâtlardaki çeşitlilik, yanlış anlamalar, Peygamberimiz-ce düzeltilen hatâlar hep mensûh bir mesele durumuna sokulmuştur. Bu gibi hallerde, konu ile ilgili hükmün, yepyeni olarak beyânı, nesih olarak düşünülemez.

Abdest ile ilgili olarak da yine on kadar nesih iddialı vak'a verilmektedir. Bunlardan iki tanesi, küçük ve büyük abdest ile ilgili iddialardır. Abdest bozmanın şeklî yönünü ilgilendirmektedir. Dört tane misâl vardır ki, abdest ile ilgili olduğu halde, birisi hariç diğerleri teferruata ait meselelerdir. Nihayet iki misâl, teyemmüm konusunu işlemektedir. Bütün bu yirmi misâl içinde, neshin sabit ol­duğu üzerinde kesinlikle konuşulan vak'a hemen   yok    gibidir.

Oldukça tuhaf görülebilecek bir durum da şudur; arzettiğmıiz yir­mi misâlden bazılarında, bugün islâm cemâatinde, mensûh olduğu id­dia edildiği halde, bir diğer grup tarafından hâlâ amelde esas olan konular vardır. Bu durumun aksi de mevcuttur; nâsih haberlerle amel edenler de vardır; nesih meselesi âdeta taraflara göre izafîlik kazanmış bir haldedir. Bazı meseleler ise ihtiyarî kalmış; Örfle­re göre terkedilmiş veya amelde esas olarak alınmıştır, [1360]

 

2. İbâdetlerde Nesih İddiaları:

 

Namaz, oruç, hacc, zekât ibâdetleri ile bazı mâlî konulardaki ne­sih iddialarını tek başlık halinde toplamış bulunuyoruz. Bu bölüm, içinde, nesih vak'alarınm veya nesih cereyan ettiği iddia edilen Ör­neklerin sayıca en kabarık olduğu İbâdet, namaz ve ona bağlı konular­dır. Namaz üzerinde yetmişi aşkın örnek vardır ki, bu sayı umûmî ye­kûnun üçte birinden fazladır. Namaz mâlî olmayan bir ibâdettir. Bir kaç nev'i ve bazı meseleleri hâriç tutulursa cemiyetle ilgisi yoktur. Daha doğru bir ifâde ile, burada zikri geçen ve nesih meselesi gibi takdim edilen namaz konularının sosyal yönleri mevcut değildir. Mi­sâllerin, namaz üzerinde bu ölçüde kesafet arzetmesi bizde şu fikri uyandırmıştır: «Nesih meselesi İslâmın inanç sisteminde olmadığı gi­bi ahlâk esaslarında, genel kaidelerinde de olmamıştır. İbâdetlerin içinde; en ehemmiyetlilerinden olması münâsebetiyle namazda olmuş­tur. Daha ziyâde ferdî hareketlere ve konulara inhisar eden bu iddia­lar -eğer vârid ise- usûlcülerin de dedikleri gibi cüz'iyyâta ait meselelerdir. Çoğu furûatâ ait olan bu örneklerde, Peygamberimiz ibâdetin kemâlini hedef almıştır».

Namazla ilgili Örneklerin bir kısmı ibâdetin ifâ şekli ile ilgili, di­ğer bir bölümü ise namazın çeşitler ve miktarları ile alâkalıdır. Namaz­ların vakitleri ile ilgili nesih iddiaları yanısıra, namazla hayatın bir başka bölümünün münâsebetinden çıkan örnekler de vardır. Bahsi ge­çen    yetmiş    örneğin çoğunluğunda yine    nesih    değil     «yeniden hüküm koyma» yer almakta, sabit olmayan iddialar da bulunmaktadtr.

Oruçla ilgili on kadar Örnek vardır. Yukarıda da arzettiğîmiz gibi, bunların bazıları, Peygamberimizin eski bir sünnetini ügâ ve ye­rine, evvelce bilinmeyen neviden bir sünneti ibkâ mânâsını taşımamak­tadır. Aksine, evvelce kendi usûllerini tatbik ederek tutulan câhili oruçların yeniden ve İslama göre tanzimi şeklindedir. Kaldırılan tarzın Efendimize aidiyeti üzerinde kesin bilgi yoktur. Bu Örneklerde toplumu; hukuku, kul hakkını ve cemiyetin diğer yönlerini ve meselele­rini ilgilendiren bir husus mevcut değildir.

Beş misâlle hacc konusu, ibâdetler içinde en az nesih iddia­sına sahne olan yer olarak görünmektedir. Bu ibâdetteki nesih iddiala­rı da hep şüpheli görünmektedir. İçlerinden iki misâl ihramla ilgili, bir tanesi bir niyet meselesi, diğer ikisi ise; eski bir câhili âdetin yenilen­mesi ile, nesih konusu olup olmayacağı teknk yönden kavgalı olan; Ha­rem bölgesinin hıll ile hürmeti meselesidir.

Zekât ve mâlî konulardaki nesih iddiaları on i k i' yi aşkındır. Bu misâllerin çoğu cemiyeti ilgilendirir. Hukukla ve bilhassa kul hak­larıyla alâkalı yönleri vardır. Bilhassa ticâret ile ilgili; aldatma, alış­verişte taraflara yersiz müdâhale, bazı maddelerin alınıp satılması gi­bi örnekler, mâlî yönden .olduğu kadar, topluluk düzeni ve umûmî ahlâk açısından da tedkîke değer misâllerdir. Ticâretin düzenli, doğru ve hakka riayetkar olarak cereyanı ve köyden gelen mahsûlün değerince fiatla satılması konularındaki Peygamberimizin talimatı da nesih me­selesi olarak bu bölümde geçmektedir. Bazı gelir kaynaklarının ve za­naatların halâl kazanç sağlayıp sağlamadığı, faiz (ribâ) meseleleri, arazî kiralanması üzerine de üç ayrı misâl vardır. Bu misâllerde de neshin vücûdu diğer konulardakinden farksızdır. [1361]

 

3. Muamelât Meselelerindeki Nesih Örnekleri:

 

Muameleler, inançların dışında kalan veya inançların tezahürü ola­rak cemiyetin ferdlerinden zuhur eden davranışlar olduğu için, muaşe­ret diye adlandırdığımız konuyu bu bölüme almakta mahzur görmedik. Muaşeret konusunda sekiz tane misâl arzetmiş bulunuyoruz. Üç ta­nesi Ölüye karşı yapılacak vazifeler ile ilgili olup, üzerlerinde kafi nesih tesbiti yapıla.mamaktadır. Bu yüzden halen islâm toplulukları için­de, geceleyin cenaze defneden cemiyetler olduğu gibi, bu fiili mekruh görerek; zaruret olmadıkça gündüze bırakmayı evlâ sayanlar da mev­cuttur. Yani, iddia olunan her İki tatbikat da bölge bölge yürürlüktedir. Cenaze takibinde kadınların bulunması ile, cenazenin önün­den veya arkadan yürüme sünnetleri de aynı durumdadır.   Kadın­ların   bey'at   tarzları ile, kocaları tarafından  döğülmeleri   konusunda, âyetler de mevcut nesih iddialarında taraf olarak gös­terilmektedir. Bir    süt   kardeşliği   meselesi ile, bir kaç   bosanma   problemi de bu- bölümde yer alan nesih iddiaları arasında­dır.

Ceza   ve    harb    durumlarını ilgilendiren konularla    ilgili bir ayrı bölüm açmış bulunmaktayız. Buradaki nesih iddiaları   o n y e d i meseleyi bulmaktadır. Pek çoğunda nesüı tesbit edemediğimiz bu bö­lüm örnekleri, tezimizin ikinci bölümünde arzettiğimiz misâllerin için­de en çok üzerinde durulmağa değer problemleri içine almaktadır. Me­selelerde;  ferdî hukuk, Allah ve kul hakkı ile gayrı-müslhnlerin hu­kuku, insanî düşünce ve davranışlar iç içedir. Bu onyedi misâlden do­kuz tanesi   harp-sulh   meselelerini ilgilendirmektedir.  Hadler-1 e    ilgili olanların sayısı altıdır.      Hayvanlara    merhameti öngören iki misâl mevcuttur.

Bu bölümdeki misâllerin üzerinde mevcut nesih iddialarının tesbiti, neden bu konuda fazla misâlden söz edildiği hususu, meselelerin ger­çek değeri ileride yer yer zikredileceği için burada sözü kesiyoruz. Ni­hayet   âdâb   diye adlandırdığımız bölümde verilen   yedi   konu ile misâllerimiz son bulmaktadır. Yedi misâlden bir tanesi yemek yeme­nin âdabı, bir tanesi yiyecek cinsi, iki tanesi su içme ile ilgilidir. Di­ğer üç misâl;  iki çeşit kurbân âdeti," kedi arttığı ve hicretin lüzumu ve vucûbu konularındadır. [1362]

 

B. Îslânun Diğer Talimatı Ve Nesih Meselesi:

 

Eş-Şâfiî, el-Esrem, îbnu Şahin ve el-Hâzimi'ye dayanarak verdiği­miz misâllerin sayısı iki yüze yaklaşmaktadır.    Bunları   yüz   e 11 ? sekiz    meselede toplamış bulunmaktayız.     Aynı    kaynaklarda yer alan ve  münâkaşalar  sonucu üzerlerinde nesih cereyan etmediği ka-nâatına varılan otuz kadar misâl daha mevcuttur. Bu misâllerin bazı­ları, usûl yönünden nesih sâhâsı içine girebilecek meselelerdir. Bazı­ları da vardır ki, onların nesih meselesi olarak konuşulması    cidden tuhaf  karşılanabilir. Bu bölümde, Peygamberimizin  getirdiği    islâmî

talimatın hadis  kitaplarında sıralanan  konularını nazarı itibara ala­rak bir dökümünü verecek ve nesihten sözedilmeyen konulara kısaca temas edeceğiz. [1363]

 

1. Îtiltâdî Meselelerimiz Ve Nesih:

 

Çalışmamızın baş tarafında, nesihle uğraşan ilim adamlarının ve­ya topyekün islâmi ilimlerdeki söz sahiplerinin, ittifakla belirttikleri bir noktadan söz etmiş ve: «itikadı meselelerde nesh olayına raslan-madığım» belirtmiştik. Bu husus, usûl ilimlerinde ve neshi teknik yön­den tanıtan, hudûdlarmı çizen kanunlarda genel bir kaide şeklini al­mış; inanç meseleleri nesih kabul etmez sayılmıştır. Bu şüphesiz, ko­nunun kendi tabiatından ileri geldiği kadar, ortada böyle bir tek ör­neğin dahi bulunmamasından da ileri gelmektedir. Bu itibârla isîâmî musannefâtda ve bilhassa hadislerin toplandığı koleksiyonlarda; '  ki-tâbu'Hmân,  kitâbu'l-fiten, kitâbu'l-kader,  kitâbu' sıfati'I-cenneti ve'n-nâr... gibi adlarla anılan bölümlerde yer alan hadisler arasında nâsih-mensûh haber bulunmamaktadır. Bilgi, ilim ve bunlara bağlı mesele­ler de, netice itibarıyla inanç ile ilgili olan mefhumlardır. Bilgi ve me­selelerini konu alan; kitâbu'1-ilm, bed'ul-vahy gibi başlıklara dercedi-len hadislerde de nâsih-mensûh     bulunmamaktadır. Bu şu demektir; «Allahın elçisi, önceden tebliğ ve tesbit ettiği    bir inanç    prensibini, imân esaslarına ait bir meseleyi; âhiret, kabir ahvâli, ba's... gibi bir akâid umdesini, ilimle ilgili bir talimi sonradan bir başkasıyla değiş­tirmiştir». Hâl böyle olunca, üzerinde, nesih cereyan etmediği tevatür­le nakledilen bu mevzuda fazla durmayacağız. [1364]

 

2. İbâdetlerimiz:

 

Üzerlerinde nesihten söz edilen   misâlleri    incelerken, bunların % 70'inin ibâdet problemleri ile ilgili olduğunu görmüştük. Bu sonuç yanlış değerlendirilmemelidir. Bir tek meselesinde bile nesih cereyan etmiş ise, o ibâdeti toptan bu sayının içine almış bulunuyoruz. Meselâ, namazın bir rüknünde bir nesih cereyan etmişse,    biz bunu «namaz, üzerinde nesih vuku bulan bir ibâdettir» şeklinde değerlendirdik, bu demek değildir ki; namazın meselelerinin tamâmında nesih vardır. As­lında şöyle de diyebiliriz; meselâ oruçla ilgili yüz hüküm mevcut ise, bunun ancak beşinde nesihten sö? edilmiştir, diğer doksan beşi muh­kem sünnetlerdir. Bu nisbet, üzerinde nesihten en çok söz edilen na­mazda bile yüzde onu veya onbeşi geçmemektedir  İbâdetler içinde, teravih namazı, namazların farzları, itikâf... gibi bazı meselelerde ne­sihten hiç bahsedilmemiştir,

İbâdetler konusunda, verdiğimiz misâller yanında bazı örneklere daha rasladık. Bunları, üzerlerinde nesih sabit olmadığı; sadece bir ihtilâf olarak verildiği için misâller arasına almadık. Bu nevi konulan eserlerine alan müellifin kendileri de neshe taraftar değillerdir. Me­selâ duada ellerin kaldırılması, namazda secdeden doğrulurken ellerin toprağa değdirilmesi gibi konular bu nevidendir. [1365]

 

3. Muamelâta Ait Meseleler:

 

Üzerlerinde nesih cereyan etmeyen veya üzerlerinde nesih iddiası mevcut olmayan muamelât meselelerine    geçmezden   önce şu hususu ifâde  etmemiz gerekmektedir;  ibâdetlerde  olduğu gibi,     muâmelâtda da bazı meseleler verilmiş ki; bunlar, ya teknik yönden nesih savu-nulamayan veya nesih iddiaları ilmî yollarla tesbit olunamayan; ne­sih bulunmayan misâllerdir. Şafii'nin naklettiği; bakirenin nikâhı, ba­zı cizye meseleleri, nefy-i veled, talâk ile İlgili bir kaç mesele, hedi­yeden cayma, mükâteb kölenin satışı, nezir borçlusu olarak ölen kişi­nin durumu,  muhrimin  avcılığı konuları;  imâm'in üzerlerinde   neshi kabul etmediği konulardır.

îbnu Şâhin'in eserinde yer alan ve aynı sebeble terkettiğimiz; kö­le  katlinin cezayı gerektirip gerektirmediği,  cariyeye tatbik edilecek haddlerin miktarları, mehirler gibi konular da misâller arasınd yer almavıaktadır, Bunlardan ayrı olarak onbeş kadar konu vardır ki; bun­lar, el-Esrem,   İbnu Şahin ve el-Hâzimî'de,   hazan tek tek   hazan da müşterek olarak verilmektedir. Usûl kaideleri açısından adı geçen on­beş Örneğin nesih vak'ası olması zordur. Hurmaların tek tek veya çift çift yenileceği, Peygamberimiz validelerinin dirilip tekrar, müslüman olduktan sonra vefatları, Allah dilerse ben dilersem sözünün değeri, müşriklerin hediyelerinin kabulü veya reddi, saç uzatma ve ayırma, cenazeye ağıt tutma, tek ayaktaki ayakkabı ile dolaşma, unutmayı ön­leme tedbirleri, hadis yazma yasağı ve müsâadesi, beyaz giyinme, Pey­gamberimizin künyelerinin alınması, kertenkelenin katlı, Tübbâ' ile il­gili olarak Peygamberimizden sâdır olduğu söylenen iki ayrı fikir, Ah laktan başkasına veya bir başka kudsî eşya ve mefhûm adına   yemin etme, saç boyama... konuları bu neviden örneklerdir.

Muamelât meselesi olupta neshe konu olmayan mevzular ise şun­lardır; kayıp malların hükmü (lukata ve ahkâmı), selem ile ilgili meseleler, bazı icâre konuları, lıars ve müzârea meseleleri, borç alma ve borçların tasfiyesi, husûmât, dava usûlleri, şirketler, rehin konulan, köle âzâdı, hibe, şehâdetler, vasiyetler, akîka ve diğer bazı kurbanla­ra ait meseleler, hastalığa bağlı bazı tasarruflar, keffâretler, yemin­ler, m-al taksimi (ferâiz) meseleleri; hisseler, ikrah, hiyel konulan. [1366]

 

4. Fezâil, Kalbî Ameller Ve Ahlâkî Ta'ıimât:

 

İslâmm zühd ve takva hayatı ile ilgili meselelerinde; zikr, duâ gi­bi konularda, fezâil ve menâkıb hadislerinde neshe raslanmamaktadır. Bunların yanında, genelde ifâde ile «ahlâka menşe» olan her türlü prensipte de nesih cereyan etmemiştir. Ahlâk değerleri de cemiyete yön ve şekil veren, inanç esâsları gibi sabit kalan değerlerdir. Hadis kitaplarında geçen; Medine ve Mekke'nin, Kur'ân'in, kadir gecesinin, ashabın fezâilini muhtevi haberler ile kalbî amellere (rekâik) ait hadisler de neshten masun kalmıştır. [1367]

 

C. Neshin Tesbiti Açısından Misâllerin Durumu :

 

Bir islâmî hükümde neshin mevcudiyetini iddianın ne derece    zor ve mesîûliyetli olduğu hakkında, islâm âlimlerinde yerleşmiş fikir ve kanâatları defalarca arzetmiştik. Meselede kafi bir şârî beyânının bu­lunması, târihî araştırmaların tesbit ediciye yardımcı olması, o devri yaşayan sahâbînin şehâdetlerinin konuya    ışık tutması ve nihayet is­lâm âlimlerinin hiç olmazsa ekseriyetinin o konuda neshi?t varlığı üze­rinde ittifak etmesi şarttı. Bu hususlar sabit olunca, misâller üzerin­de neshin isbâtı yönünden söyleyeceğimiz sözlerin en çok   « ğ a 1 i b zannn»   olabileceğini belirtelim. Çünkü, bizim her tesbitimizin ak­si de yapılabilmekte, hatta görüşü üzerinde İsrar edenlere göre doğ­ru, sadece   kendi   fikri   olmaktadır.

Bu bölümde, neshin varlığı veya yokluğu itibarıyla misâllerimizi sınıflandırdık. Bu iki bölüm yanında, şüpheli veya ihtilaflı iddialar da mevcuttur. Şüpheliler; neshin varlığında şüphe edilen, veya yokluğu şüpheli olan; diğer bir tabirle, sabit olan veya olmayan yönlere yakın bulunan nesih iddiaları görülmektedir. Bunları da tek başlık altında toplamayı uygun gördük ve «şüpheli ve ihtilaflı olan nesih iddiaları» adını verdik. Bölümler şöyledir: [1368]

 

1. Sabit Olan Nesih Vak'aları:

 

Misâllerimiz içinde en az yekûn tutan bu bölümdür. Bura­daki yirmi üç misâlden ilk on ikisi749 üzerinde ittifak temin edilmiştir. îslâmî kaynaklarda bu on iki misâl mutlaka zikredil­mektedir. Diğer on bir tanesi üzerinde ise, bazı farklı görüşler dışında hemen hemen bir. fikir birliği vardır.

On iki misâl dört bolümde toplanmaktadır; ilk üç misâl, Peygamberimizin beyanıyla sabit olan nesih vak'alarına aittir, ikinci üç misâl, sahabenin sehâdetleriyle sabit olan nesih vak'aları, son üç misâl de islâm âlimlerinin ittifaklarıyla tesbit edilen Örneklerdir. Sı­ralanan diğer misallerimizden, Peygamberimizin beyânları; neshin mev­cudiyetini ifâde eden emirleri yoktur. Bazılarında sahabenin şehâdet-leri vardır. Fakat bu şehâdetleri de münferiddir; tamamını kapsamaz. İçlerinde bir kaç tanesinin tarihî malzemesi mevcuttur. Tümünde müşterek olan husus;  âlimlerin ittifakıdır.

Misâllerden kabir ziyaretini konu alan nesih, Peygamberimizin hadisinde her iki yönü de zikredilen bir örnek olduğu için aleyhte be­yâna raslamamaktayız. Kurban etlerinin üç günden ziyâde elde tutul­ması fikri de böyledir. Yalnız İmâm Ali'nin kanâati yine mensûh hü­küm yönündedir. Onun fikrine göre mezkûr etleri üç günden fazla tut­mak normal değildir. İçki kaplarının başka hizmetlerde kullanılacağı­nı yine Peygamberimizin hadislerinden anlamaktayız.

Ateşte pişen yiyeceklerin yenilmesinden sonra abdest alınıp alın­mayacağı konusunda, neshin mevcudiyeti üzerindeki ekseriyetin kanâ-atma sadece Hz. Âişe itiraz etmekte ve Peygamberimi­zin bu âdeti hiç terketmediklerini belirtmektedir. Cenazeye, geçtiği es­nada kıyam edilmeyeceği meselesinde de nesih görülmüş ve ittifak edil­miştir. Nevevî neshi tenkîd eder ve hadislerin arasınını c e m ' e taraftar görünür, imâm Şafii, cenaze kabre konuluncaya kadar oturul-mamasını Öngören emrin neshedildiğine kaildir. Diğer imamların ka-nâatlarıyla da bu konudaki nesih iddiası kuvvet kazanmaktadır.

İksâl meselesi üzerinde sahabe iki ayrı gruba ayrılmış, biribirinden farklı olarak fetva vermekteydi. Ömer'in teşebbüsü ile kurulan bir ilmi hey'ette görüşler birleştirildi ve guslün gerekliliği üze­rinde icmâ' tahakkuk etti. Oruçlunun kan aldırması meselesinde, Şa­fii orucun bozulmayacağı konusunda diğer âlimlerle fikir birliği et­mekle beraber, ayrıca ihtiyat da tavsiye etmektedir. Atâ, hem bozulacağına ve hem de keffâret gerektiğine kanidir. Derilerin dibâgatı da ittifakla neshi kabul edilen bir konudur. Sâdece İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye'nin,  neshin aleyhinde ifâdeleri mevcuttur.

Şî'a dışında, müt'amn cevazına kail olan bir fikir ve inanç grubu bilmemekteyiz. Ehlî eşek etinin hürmeti üzerinde ittifak eden ilim adamları, nesih üzerinde de aynı kanâati izhâr etmektedirler. Neve-vî başta olmak üzere, ehlî eşek etlerinin pişirildiği kapların yıkan­ması ile ilgili nesih iddiası üzerinde fikir birliği arzeden imamlar mev­cuttur.

Ramazanda cünüp sabahlayan mü'minin orucu büittifak geçerlidir, sahihtir. îbnu Huzeyme ve Îbnu'l-Münzir, hadislerde belirtilen ilk tat-bîkâtın kalktığını savunurlar. Gassalin guslü üzerinde Ebû Dâvûd başta olmak üzere bir çok imâm müsbet kanâat belirtir. Her namaz için ab-_ destin gerekliliği ve otururken imâma uyma konularında da ittifakla nesihten bahsedilir. Son mesele için küçük bir ihtilaf mevcuttur. Kıble­nin tahvilinde de nesih sabit olmakla beraber, âyetin de taraf olduğu ifâde olunmaktadır.

Namazda konuşma konusundaki nesih iddiasında Şafiî, hadislerin arasını bulmağa çalışır, ekseriyet nesih görür. İbnu Şahin ile Tahâvî mescidde cenaze namazı üzerindeki nesih iddiasında müsbet görüş ar-zederler. Rükûdaki tatbik konusunda, Tahâvî ve benzeri âlimler nesih­ten söz ederler. İlim adamlarının ekseriyeti, harpten önce düşmanın is-lâma daveti meselesinde neshi kabul etmekle beraber ayrı fikirler de serdedilmiştir. Sarhoşa ölüm cezası verilmeyeceği, ittifakla belirtilen nesih vak'asındaki nâsih hadislerin ve tatbikatın gereğidir. Kâdî İyâz'a göre, fera' ve alıra âdetleri üzerindeki neshin sübûtunda ilim adamla­rının ittifakları vardır.

Şüpheli ve ihtilaflı nesih vak'alarmdan bazıları da burada yer aldı­ğı takdirde, nesih sabit olan vak'aların adedleri, yaygın olan on onbes hadis iddiasından daha da fazla olacaktır. §urasını belirtelim ki, eldeki mevcut iki yüzü aşkın konu  içinde ancak sekizde bir kadarının isbât edilebileceği de düşündürücüdür. [1369]

 

2. Şüpheli Ve İhtilaflı Nesih Vak'aları:

 

Otuzbeş kadar vak'a mevcuttur ki, bunların üzerinde kesinlikle neshin varlığı veya yokluğundan söz edilememektedir. Bunla­rın bir kısmı belki şüpheli olmakta devam edecektir. Geri kalanlar üzerindeki müstakil ve derinliğine bir araştırma, misâllerin bir kısmını, sa­bit olan iddialar arasına; diğerlerinin de nesih sabit olmayanların ya­nına katacaktır. Bu misâller; ibâdet, muamelât ve temizlik meselele­riyle ilgili bölümlerin hepsi içinden seçilmiştir.

îkı cinsî münâsebet arasında guslün gerekmediği sabittir. Münâse­bette iade diye adlandırılan bu meselede İbn Şahin dışında nesihten bahseden bulunmamaktadır. Gusulde abdest alınmayacağı konusunda­ki nesih iddiasının da sahibi sâdece îbnu Şâhin'dir ve neshi sadece ih­timal dâhilinde görür. Nesihte ihtimâl, güçlü olmayan bir tesbitten öte­ye geçememektedir. Hamam yasağı ile ilgili nesih nesih iddiasını, yine diğerleri gibi şüpheli ve ihtimâlii gören âlim el-Hâzimî'dir. Abdest bo­zarken yonelinecek cihet konusunda bir kaç fikir birden savunulmakta, nesih şüpheli ve ihtilaflı bir durum arzetmektedir.

Bu gün islâm cemiyetlerinde, abdestli kişinin tenasül uzvuna tema­sının abdesii giderip gidermediği konusunda iki türlü tatbikat mevcut­tur. Nesih konusu olarak meseleyi inceleyenlerin, nâsih ve mensûh di­ye adlandırdıkları hadisler ve tatbikatlarla hâlen amel edilmektedir. Meselede nesih savunulduğu gibi aksi de müdâfaa edilmektedir. îbnu Şahin ile Şafiî, teyemmümün icra şekli ile; darbelerin adedi konusunda­ki neshi sâdece ihtimâlii görürler. Peygamberimizin cenaze namazla-rındaki aldıkları tekbirlerin adedleri üzerinde de ihtilâf vardır.

Konuyu çeşitli şekillerde açıklayanlar olduğu gibi, nesih hakkında şüpheli ve ihtilaflı fikirler serdedenler de vardır.    Hadislerin arasını cemedenlerin de sayıları kabarıktır. Ezanın cümlelerinin tek tek veya çift çift okunacağı, konusunda, İbnu Hacer nesihten söz ederken, Ta­hâvî onu kabul etmemektedir.

Tenasül uzvuna temas ve abdest meselesinde olduğu gibi, bugün bile iki tatbikata sahne olan meselelerden biri de, İmâmın ardındaki kıraat konusudur. İmâmın arkasında, sonradan gelen kişinin kaçırdığı rekatları Önceden kılıp sonradan imâma uyması meselesinde nesih id­diaları yanında, imâm Şafiî'nin namazın bozulacağı konusundaki fik­rini de ele almak durumu vardır. Borçluya kılınacak cenaze namazın-âaki nesih iddiası üzerinde şüphe izhâr edilirken, salât-i hav fin kılınış şekli konusunda, bir taraftan âyet nesihte taraf gösterilmekte, diğer taraftan Şafiî ve Tahâvî neshi savunmamaktadır. Namazda etrafa ba­kınma yoktur denilirken, mesele ile ilgili, çeşitli izahlara başvurulmak­ta ve nesih üzerinde ihtilâf edilmektedir. îbnu Şahin, namazda işaret konusunda ihtimâl üzere nesihten konuşurken, Tahâvî neshi söz konusu bile etmemektedir. Münafık cenazelere kılınacak namaz konusun­da iddia edilen nesih keyfiyetinde âyetin taraf olduğu savunulmakta­dır.

Bugün, Hanefî ve Şâfİî ilim adamlarıyla bu mezheplere müntesip müslümanlar arasında, sabah namazının kılımş vakti üzerinde farklı tatbikat mevcuttur. Biribirinden takriben kırk dakika kadar aralıklı iki vakitten herbiri için iddia edilen nesih dâvaları tutma­mış, ikisi de tatbikatta kalmıştır. Namazlarda kunut üzerindeki nesih iddiasını reddeden eş-Şâfiî'ye karşılık, mesele hayli ihtilaflı gösteril­mektedir. Seferde oruç konusundaki nesih iddiasına sadece imâm Şafiî taraftar görünmektedir. Sahurun vaktinin tâyini ile ilgili nesih iddiasın­da konuya âyet de karıştırılmaktadır. îhramlının koku sürünmesi, sığır-lardaki zekât miktarları, yüzük ve ipekli e§yanın giyilişi, arazî kiralama konularındaki nesih iddiaları da ihtilâfa ve şüpheli tesbitlere uğramış­tır.

el-Hâzimî tarafından ihtimâlli bir nesih iddiası olarak verilen, Pey­gamberimizin kadınlarla olan bey'at şeklinde, âyeti taraf gösteren îzah-çılar da mevcuttur. Zührî, harpte kadın ve çocukların öldürülmesi mev­zuunda bir neshe kâü olurken, ekseriyet aksi kanâati savunmaktadır. Ateşle kısas da bu neviden bir örnektir. Müsle üzerinde âyet taraf gös­terilirken, karısının cariyesi ile zina eden erkeğe üç türlü ceza müdâ­faa edilmiş, adamı cezasız bırakmağa meyilli olanlar bile olmuştur. Di­ğerleri gibi şüpheli ve ihtilaflı bir nesih meselesi de, kâfire karşılık bir müslümanın öldürülmesidir. Ihfuhsanın celd ve recmi üzerindeki mevcut nesih iddiasına sadece eş-Şâfiî taraftar görünmektedir. Yaraların iyi­leşmesine kadar, kısasın durdurulmasına ekseriyet taraftardır. Konu üzerindeki nesih iddiasının isbâtı da şüphelidir. [1370]

 

3. Sabit Olmayan Nesih İddiaları:

 

Nesih iddiaları içinde yüz kadarı vardır ki, bunlarda neshin tesbiti mümkün olmadığı gibi, bazılarında sadece bir veya iki âlim ne­sihten söz etmiş olmasına karşılık diğer bir takımlarında böyle bir iddia­da bulunan dahi olmamıştır. Bu netice, bir bakıma sevindiricidir; ha­dislerle ve Peygamberimizin sünnetiyle amel söz konusu olduğu za­man kendisinden bahsedilen mâsih-mensûh vardır» engeli pek te zan­nedildiği gibi mühim ve korkunç değildir. Yüzlerce vak'a içinden, ne­sih hakîkaten sabit olanların adedi iki düzineyi geçmemekte­dir. Bu kadar az vak'a İçin gösterilen tehalükü anlamak güç olmaktadır. Aynı netice bir diğer görüş açısından üzücüdür; ihtilâf dahî bu­lunmayan bir takım konulan ele alıp, ilgili hadisleri birbirine müteâ-nz gösterip, çekişme kapısı açmak. İnsanı teselli eden husus şudur; bunları yapanların iyi niyetleri vardır ve sadece sünnetin tertemiz meydana çıkması için münâkaşalar yapılmaktadır. Herkesteki endişe aynıdır; Peygamberimizin her meseledeki en son emrini, sünnetini, tatbikatını bulmak ve ona uygun amel etmek. Böyle düşünmeğe bizi mecbur eden sebebler; böyle değil de daha farklı düşünmeye şevke-den âmillerden daha kuvvetlidir ve husn-i zatın islâmda esastır.

Kendilerinden söz ettiğimiz bu yüz misâl, örnekleri topladı­ğımız başlıkların hepsinde mevcuttur; temizlik, ibâdetler ve muamele­lerin tamamında sabit olmayan nesih iddialarına Taslamaktayız.

Suyun pislik tutup tutmayacağı meselesini eserinde Şafiî    verdiği halde, kendisi de nesihten söz etmez. Başka nesih iddia edene de ras-lamadık. Cünüp sabahlama ve cuma guslünde de nesih mevcut değil­dir. Hanefîler cuma guslünde nesih kabul etmedikleri gibi,    guslü de ihtiyarî   görmektedirler. Ayakta küçük abdest    bozmada,    kabul edilmeyen bir nesih iddiasına sahne olmuştur. İbnu Şahin neshe kail­dir. Çıplak ayağa mesh meselesinde Şafiî kafi olarak neshin bulunma^ dığınıc savunmaktadır. Teknik yönden şer'î hüküm    olup olamayacağı ten söz eden olmamıştır, Teyemmümlünün imamlığı sahihtir ve mese­lede nesih yoktur. Yağlı yiyeceklerin yenilmesi sonucu abdestin yeni­lenmesi meselesine usûl açısından itirazları vardır. Namaz kılınabile­cek ve kılınamayacak mekânları belirten hadislerle, arzın tamâmının mescit ve temiz olduğu görüşü arasında tearuz bile görülmemektedir. Kadınların mescide çıkısı konusundaki ihtilâfları veren eş-Şafn, mese­leyi, Mekke'ye onların seyâhatları    tarzında    anlamakta ve haberleri uyuşturmaktadır. Kadınların elbiseleriyle erkeğin namaz kılması, uyu­yarak ve unutarak namazın geçirilmesi, namaz kılacak kişinin ayak­kabılarını koyacağı yer üzerindeki münâkaşalarda, hadislerde tearu­zun bulunmadığı, meselelerden bazılarının teknik açıdan nesih kapsa­mı içine girmediği savunulmaktadır. Âmin deyişteki cehir ve İhfâ ile, besmelenin açıktan veya gizli olarak okunması meseleleri, fıtrat ile il­gili hadisler, neshe konu olmamıştır ve imamların ifâdelerine göre bu meselelerde nesih yoktur. Başka hiç bir kimse tarafından nesih vak'a-sı olarak görülmeyen -yatsı sonu oturma ve yatma meselesinde el-Es-rem neshi savunmamıştır. îbnu Şahin bir vakitte iki namaz kılınabile­ceği konusundaki nesih meselesinde, ihtimâlli konuşur. Sabah nama­zından sonra yan tarafa yatış konusunda altı ayrı kaviden söz edilmek­tedir.

Akşam namazının sünneti; evde ve mescitte kılınabileceği gibi bu sünnetin rek'atlarînde okunacak sûrelerde ve akşam namazından önce kılındığı söylenen iki rek'at namazda da nesihten söz eden olmamıştır. Adı geçen konulardaki hadisler arasında denklikten şüphe ile bahse­dilmiştir. Su ve çamurlu mahallere secde edilmesi ve secdeye varır­ken Önce hangi uzvun yere konulacağı meselelerinde de nesih yoktur. Şafiî'nin açtığı «münferid namaz» konulu serlevhada da nesihten bah-sedilmemektedir. Ezanın teşrii konusunu bize mesele olarak veren îbnu Şahin, nesihten bahis bile etmemektedir. Diğer imamlar tarafından, üzerinde nesih görülmeyen; ezan okuyandan başka birinin ikâmeti meselesinde de sadece İbnu Şahin nesih görmektedir. Halbuki mese­lede nesih yoktur. Namazda omuzlara kadar ellerin kaldırılması me­selesinde, hadisleri yekdiğerine tercih edenler bulunmakta, fakat ne sihten söz edene raslanmamaktadır.

Cum'a ile ilgili olan fakat tesbiti mümkün olmayan nesih iddiala­rı arasında; cuma sonu kılınacak namazların miktarı üzerinde şöyle bir çözüme varılmıştır; mesele müttesa''dır, duruma göre rek'atlerin adedi Peygamberimizn tatbikatlarında değişmiştir. Cuma günü, nısfu'n nehârda (gün ortasında) kılındığından söz edilen nama* konusunda da nesih yoktur. Cuma namazında Peygamberimizin^belir-li bir sûre üzerinde emirleri mevcut olmadığı için, gerek kendisi ve gerek bütün mü'minler dilediği sûreyi okuyabileceklerdir. Cuma günü varlığından söz edilen «duanın müstecâb olduğu saat-» konusunda da bir nesih yoktur. Cumada, namazın hutbeden önce kılındığı bir devre tesbit olunamamaktadır, dolayısıyla meselede nesihten söz edilemez. Yanilan imâmın fethedilmesi meselesindeki hadislerde tearuz mevcut değildir. Bir başka dostuna giden ziyaretçi mü'min, orada ev sahibinin izni ile imamlık edebilmektedir. Konu ile ilgili haberlerde tearuz yok­tur, îmâmla cemâatin safta duruş mahalleri, imâmın hata ettiği zaman cemâatin namazının durumu, teşehhüdde okunacak dualar üzerinde de nesih yoktur. Son meselede Peygamberimizden nakledilen çeşitli dualar vardır.

Salât-i vüstâ'nın hangi namaz olduğu meselesinde beliren ihtilâflar­da nesih düşünülmüş, fakat âyet taraf gösterilmiştir. Buna rağmen nes­hin tesbiti mümkün görülmemektedir. îkindi sonu hiçbir namaz kılın-mayacağında ittifaktan söz edilmektedir. Ibnu Şahin, konu ile ilgili nesih iddiasını reddeder. Mescitte istiJkâ meselesi dirayet ve rivayet yönünden neshe sahne olamayacak bir mesele olarak takdim edilirken, müntehir kişiye cenaze namazı kılınıp kûınmayacağında da nesih tes­bit olunamamaktadır. Müsâfirin tabî olacağı sefer müddeti, namazlar sebebsîz yere cem'i, istiskâ namazı, kasr-ı salât... meseleleri de aynı 'durumdadır; çeşitli sebeblerle nesih yok sayılmıştır. Kasr-ı salât konusundaki hadislerden, kısaltmayı derpiş edenler daha kuvvetli gö­rüldüğü için, hadisler arasında bir tearuz bile tesbit olunamamaktadır. Ka'be içinde namaz meselesinde, cemâatle namazın faziletini çe­şitli rakamlarla veren hadislerde nesih yoktur. Namaz kılan müminin namazım, Önünden geçen herhangi bir canlı bozmamaktadır; mevcut hadisler arasında tearuz yoktur. Necm sûresinde varlığı söylenen sec­de ile ilgili nesih iddiaları da semere vermemiştir; bugün, ilgili âyet­lerde secde eden imamlar olduğu gibi, etmeyenler de vardır.

Küsûf namazı, sabah namazında okunacak sureler, gece namazla­rının miktarı, duhâ ile ilgili meseleler, resme karşı namaz, rükûdan kalkışta okunan dualar, sehiv secdesinin zamanı hep nesih tesbit edi­lemeyen ve belki de nesih düşünülmesi normal olmayan mahallerdir. Zührî, sehiv secdesinin selâmdan sonra yapılmasını «en son emir» ola­rak görür.

Bunlar dışında, nesih iddialarının en çok yaygın olduğu, fakat is-bat olunamayan iddiaların da ençok bulunduğu namaz meselesinde bir kaç gayr-i sabit iddia daha vardır. Onlar; bayram -namazlarında oku­nan sureler, yemek vakti ezanın okunması, namazda uyuklama, vitir namazı ile ilgili altı ayrı nesih iddiası gibi konulardır. Hiçbirinde de ilmî usullere tevkif an nesih tesbiti mümkün değildir.

Oruçla ilgili sabit olmayan sekiz tane nesih iddiası var­dır. Bunlar oruç ibâdetinin kendi bünyesi ile ilgili değildir. Bir kısmı za­manlarına aittir, diğer bazıları da oruçlunun fiilleri ile ilgilidir.

Oruçlunun mübaşereti, oruçta visal keyfiyetinin kalktığı, cuma ve cumartesi günlerinde tek gün olarak oruç tutulması, Ramazan ayının artıp eksilmesinin mânâsı, belirli günlerde oruç, her ayda üç gün oruç­lu olma, Âşûrâ orucu; üzerinde nesih olmayan, oruç ibâdetine ait mese­lelerdir. Son meselede Tahâvî sarih olarak neshin olmadığını belirtir.

Dört tane hacc meselesinden söz edilmektedir ki, üzerlerin­de nesih tesbiti zordur. Hareme ve evlere -eski bir câhili âdete uya­rak- belirli deliklerden girme, Harem bölgesinin bir müddet halâl kılı­nıp sonra hürmetinin devam ettiği meselelerinde teknik yönden de ne­sih düşünülememektedir. Haçta iştirât konusunda âyet, iddia edilen nes­he taraf olmakla beraber nesih sabit görülmemektedir. İhramlı iken Efendimizin nikâhı konusunda, kuvvetli bir ihtimâle göre yanlış anla­ma vardır.

Muamelâta ait pek çok meselede de gayr-i sabit ve gayr-i vâ-rid nesih iddiaları olmuştur. Hacamatın gelirinden nehiy konusunda, nesih değil sadece tenzîhî kerahet düşünülmüştür. Necş âdetinin fena­lığından söz eden imâm Şafiî, nesihten bahsetmez. îmâm Mâlik.böyle bir alışverişte bey'in bâtıl olacağını savunur. Yaş ve kuru yiyecekle­rin -alış verişleri, trampaları hep başka, türlü çözümlenmiştir, nesih yoktur.

Alış-verişe dışarıdan müdâhale konusunda imâm Mâlik, bu fiili ya­saklayan hadisleri tercih eder. Şuf'a ve musarrât meselelerini imâm eş-Şâfiî nakleder, fakat nesih olmadığını da savunur. Peygamberimiz, köylünün malının şehirli marifetiyle satılması konusunda bazı tedbir­ler emrettiği gibi, köylünün malının henüz pazara girmeden yolda vu­rulmasına da karşı çıkmıştır. Bu iki konuda da nesihten bahsedilirse de isbatlanamaz.

Yukarıda yerlerinde arzettiğimiz cenaze meselelerine ait nesih iddiaları içinde üç tanesi vardır ki nesih tesbit olunamamak­tadır; bunlar, Cenaze takibinde kadınların bulunması, cenazenin gece­leyin defni, cenazenin Önünden veya ardından yürüme meseleleridir. Gece defi işinde, nesih değil istisnadan bahsedilmektedir.

Cüzamlı ile temas konusunda teknik yönden, nesih savunulmamış-tır. Kadınların döğülmeleri konusunda nesih mevcutsa eğer, âyet de taraftır. Yine bu mesele gibi, üç talâk sonu dönüş, hâize verilen talâk konularında da nesih iddialarına âyetler de ka­rış tırılmaktadır. \Radâ küçük yaşta sübüt bulmaktadır. Hz. Âİşe'den nakledilen hadisle amele taraftar olan bulunmamaktadır. Müşriklerle yardımlaşma işinde, devlet reisine geniş hak tanınmıştır; meselede ne­sih değil vüs'at vardır, başkanın, dilediği tarzda hareket serbestisin­den söz edilmektedir.

Harp-sulh, şer'î hadler konularında da sabit olmayan nesih iddia­larına Taşlanmaktadır. Haram aylarındaki harp konusunda, âyetin de nesihte taraf olması, meseleyi bizim inceleme sahamızın dışına çıkart­maktadır. Nefl, seleb ile ilgili hükümler ve el kesmeyi gerektiren hır­sızlığın miktarı konularında da kuvvetli bir nesih iddiası yoktur. Son meselede, verilen miktarların değerce o gün için eşitliklerinden bah-solunur. Yılan öldürme meselesi teknik yönden nesih dışı mütalâa edi­lirken, hasta okuma konusu teknik ve usûl yönlerinden nesih vak'ası olarak görülmemektedir.

îmam Nevevî, at eti yeme konusunda nesihten söz etmemektedir. Dayanarak yemek yeme, ayakta ve tek nefeste su içme meselelerinde;  cem, teknik yetersizlik, izahlarda ileri sürülen sebeblerdir. İbnu Şahin dışında, tek nefeste su içme meselesinde nesihten bahseden yoktur. Nihayet son iki meselede; hicretin vücûbu ve kedi artığı konularında da neshin mevcut olmadığı kabul edilmektedir. [1371]

 

D. Vak'alarda Târih Unsuru Ve Kronolojik Sıralama :

 

Çalışmamızın, neshin tesbit yollarını açıklayan bö­lümünde ifâde ettiğimiz d ö rt yol içinde, tarihî araştırma yoluyla yapılan tesbitlere, ilim adamlarının; iksâl, hacamat ve deri dibâğatla-ma misâllerini ömek olarak verdiğini görmüştük. Sonuncu misâli ör­nek olarak verenlerin sayısı da mahduttur. Yaptığımız araştırma so­nunda otuz kadar örnekte tarihten bahsolunduğunu gördük; bu, genel adedin ancak altıda biri kadardır. Verilen bu tarih­lerin içinde sarih olanlar olduğu gibi, umûmî tabirler de mevcuttur. Bu bölümde meseleyi iki kısma ayıracağız; târih. verilerek açıklanan ve açıklanmayan vak'alar ve nesih vak'alarmın tarihî sıraya konulu­su: [1372]

 

1. Târihî Bilgiler Açısından Örneklerin Durumu:

 

Burada târihî bilgiler sözüyle, nesih üzerinde konuşulurken, her­hangi bir zamandan bahsedilmesi sözünü kastediyoruz. Bu bahsediş is­terse o vak'a için sabit olmasın, biz târih olarak ondan söz edeceğiz. Eldeki târîhî malzeme ve rivayetler bol olsaydı, iddialar arasında ter­cihler, araştırmalar yapmak, zaman ve mekân münâsebetleri kurarak bazı kanâatlarm yanlışlığını belirtmek belki mümkün olabilecekti. Maa­lesef böyle bir çalışma ve tesbit için ancak çok az vak'a hakkında bil­giye raslamaktayız.

Verilen tarihler içinde, «islâmm ilk yıllan,...» deyimi gibi, oldukça geniş bir zamanı içine alanları vardır.. Hatta işin tuhafı, bu tâbir Me­dine devri islâmının ilk yılları için de kullanılmıştır. Bu itibârla böyle .  tâbirlerle zaman tesbiti çok güçtür.

Bu muğlak ifâdenin yanısıra, bir vak'a için birkaç târih verildiği­ne de şahit olmaktayız. Meselâ müt'a nikâhı İçin altı ayrı zamandan söz edilmektedir. Bu zamanların biribirinden aralıkları da fazladır. Biz vak'aları veya mevcut Örnekleri; târihleri belirtilen ve belirtilmeyen vak'alar olarak ikiye ayıracağız. Bu ayırımcla, vak'ada neshin sabit olup olmamasına, şüpheli oluşuna da bakmayacağız. [1373]

 

a. Târih Belirtilen Vak'alar :                                                     

 

Sekiz kadar v a k ' a d a ; islâmın ilk günleri, ilk zamanlar gibi tâbirler kullanılmıştır. Bu Örnekler; îksâl meselesi, çıplak ayağa abdestte meshetme, fâtihasız namaz kılma, namazda etrafa bakınma, namazda başkası, ile konuşma, namazda iken işaretleşme, namazda rukûda tatbik denilen hareketin yapılması, sahurun vaktindeki farklı­lık... gibi misâllerdir. Dört misâlde Uayber fethi tarih olarak verilmektedir; ateşte pişen yiyeceklerin abdesti gerektirip gerektirme­dikleri, müt'a nikâhının nehyedilmesi, ehli eşek etinin yenilmesinin haram kılınışı, ehli eşek eti pişirilen kapların dökülüp yıkanması. Dört ayrı vak'a için Mekke fethi günleri tarih olarak gösterili mektedir; İksâl meselesi, hacamatın orucu bozup bozmayacağı husu­su, müt'a nikâhı, seferde oruç ile ilgili hükümler. Kurban eti ve içki kapları ile ilgili iki nesih örneği için Abdülkays oğullarının Me­dine'ye gelişi veya sadece Medine'de» tâbiri kullanılmaktadır.

Bunlar dışında; abdestli iken tenasül uzvuna dokunma konusu için hicret öncesi veya hicret sonrası târihleri verilmektedir. Benû Mustalik gazvesi; teyemmüm ile ilgili nesih vak'ası ve harpten önce davetin terki misâlleri için gösterilen zamandır. Namazların cem'i için Tebiik harbi, s al ât-i havf için Hendek günleri, namazda kunut için Bi'r-i me'ûne vak'ast zikre­dilmektedir.

S e 1 e b ile ilgili misâl için Huneyn harbi târih olarak verilirken, müşriklerle yardımlaşma için Benî kaynuka' seferinden söz edilmektedir. Nihayet Veda Haca tarihli vak'alara işaret gerekir. Bunlar; müt'a nikâhı, namaz kılanın Önünden geçen­lerin namaza tesiri, hacamatın orucu bozup bozmayacağı vak'alarıdır. [1374]

 

b.Tarih Belirtilmeyen Vak'alar:

 

Bu bölüm nesih iddia edilen vak'aîarın beşte dördü için ay­rılabilir. Çünkü arzettiğimiz mahdut misâllerin dışındaki vak'alar için tarihten söz edilememektedir. Bizim kanâatimiz şudur ki; islâmî ilim­lerin diğer dallarındaki târihî bilgilere, ibâdet târihlerini konu eden rivayetlere ve diğer sünnete ait müdevvenâta tahsis edilecek bir araş­tırma, belki de tarih belirtilen nesih vak'alannın sayılarını artıracak­tır. Şurası unutulmamalıdır; islâmın ilk yıllarına ait, neshe yardımcı olacak malzemenin az bulunuşu bu tesbiti belki de mümkün kılmaya-caktır.

Diğer taraftan şöyle düşünmek de gerekmektedir; ilk müslüman-lar, nesih konusuna bizim bugün duyduğumuz ilgiyi-belki de, Rasûl-i ekrem'in sağlığı ve nesih vak'alarınm kendilerine göre azlığı sebebiyle-duymamışlardır. Çünkü bizim bugün yüzlerce vak'adan söz edişimiz, zaman aşımı neticesi aranın açılmasından doğan bazı ihtilâflara müs-tenitdir. [1375]

 

2. Tarih Belirtilen Örneklerin Kronolojik Sıralanışı:

 

a. Mekke Devri :

 

Mekke devrinde, Peygamberimizin daha ziyâde islâmm değişme­yen sabit, imân ve tevhide dair esaslarını tebliğ ettiği, bu devirde ne­sih vak'alannın pek bulunmadığı, daha Önce usûlcü Ş â 11 b î 'den de nakiller yapılarak anlatılmıştı. Tamamen cüz'iyyâta müteallik olan vak'alarda cereyan eden nesih olaylarının bu devrede az olacağı tabiî karşılanmaktaydı. Durum böyle olmakla beraber, bazı olaylarda ve onların açıklanması sırasında zikredilen; «fî evveli'l-islâm» «fî bidâ-yeti'l-islâm» gibi tâbirlerle, islâmın Mekke devrine atıflar yapıldığı da bir gerçektir. Bu nevi bir tarihlendirmeyi biz şu vak'alarda tesbit ede­bilmekteyiz; tenasül uzvuna temasın abdesti bozup bozmayacağı, imâ­mın ardında cemâatin fatihayı okuyup okumayacağı, namazlarda etra­fa bakınma konuşma ve işaretleşme. Bunlar dışında oruçla ilgili bir mesele daha vardır ki bunun bu devrede olması şüphelidir; sahurun son vakti.

îslâmın ilk günleri tâbirinin, Medine devrinin ilk yı­lına da isim olabildiğine Taslamaktayız. Müellifler, Mekke fethi gün­lerinde cereyan ettiğinden bile bahsedilen bu hadise için de aynı tâbi­ri kullanmaktadırlar. Burada, ilk yıllardan itibaren yirmi yıla yakın bir zaman, iksâlden dolayı gusül edilmediği mânâsını çıkarmak da güç­tür. [1376]

 

b. Medine Devri:

 

Kurban etinin taksimi ve üç günden ziyâde elde kalamayacağı me­selesinde sadece Medine'de tâbiri kullanılmaktadır. Bunu heyetlerin geldiği yıla hasrtesek hicrî dokuzuncu yıl olmaktadır, İçki ile ilgili kap­lar üzerine düşünülen nesih iddiaları da aynı yılın hâdiseleri arasında sayılması gerekir.

Hicretin ilk üç senesi ile ilgili bir vak'aya raslanmamaktadır. Dör­düncü sene vak'alarmdan Bi'r-i Me'ûne günü, namazda kunût misâli için verilen târihtir. Hicrî beşinci yıl; teyem­müm, salât-i havf, harpteıı önce davet misallerinin târihi olabilmekte­dir. Hudeybiye yılı olan altıncı sene ile ilgili bir vak'aya raslan-mamaktadır.

Hayber senesi olan yedinci yıl (muharrem ayı); ateşte pişen yiyeceklerin abdesti gerektirip gerektirmediği, Mut'a nikâhı, ehil eşek eli ve onların piştiği kapların kırdırılıp yikatüması, harpten önce İs­lama davet misâllerinin senesidir. Mekke fethi ve Huneyn v a k ' a s ı sekizinci hicrî yıla Taslamaktadır. Bu senede vukuundan bahsedilen nesih vak'aları; iksâl meselesi, müt'a nikâhıdır. Her iki vak'a için ayrıca başka târihlerden de bahsedilmektedir. T e b û k seferi zamanına tesadüf eden; misâlleri de, hacamatın oruçla il­gisi, müt'a nikâhı, namaz kılanın Önünden geçen şeyin namazı bozup bozmadığidır. [1377]

 

SONUÇ

 

Hz. Peygamber islâmın itikâd, teşri' ve ahlâk prensiplerinde Al­lah adma tebliğ yapan yegâne kaynak olunca, her asırda İslama bağ­lanan kişiler için örnek yaşayış yolu, onun sünneti ve çizdiği sınırlar olacaktır. Sahabe dışındaki bütün nesiller, Peygamberimizin kendisi ile görüşemedikleri için, onun sünnetine başvurma mecburiyetindedirler.

Sünneti, mâruz kaldığı çeşitli yıkıcı faaliyetlerden hadîse bağlı ola­rak geliştirilen ilimler kurtarmıştır. Bütün gayretlerini «sünnetin ve hadislerin sıhhatini tesbit» e yöneltmiş olan bu ilimlerin arzettiğimiz bu müşterek hedefleri, ancak hadisin gereği ile amel edilen topluluklarda gerçekleşmiş olmaktadır.

Hadisle amel konusuna ait problemlerin halli, Peygambe­rimizi yüzyüze göremeyen topluluklar için söz konusudur. Ümmetin bu konuda sağlam neticelere ulaşması için, ^Efendimizin teşri'deki otori­tesinin tesbitî» elzemdir. Eldeki mevcut delillere göre Peygamberimiz, vahyin mükemmelleştirici kontrolü altında Allah adına sâri' olarak vazifelendirilmiş görünmektedir.

Maddî ve manevî hayatını sünnetin gösterdiği şekilde tanzim ile mükellef olan ferd, sünnetten nasıl faydalanacaktır? Burada bizi ilk üç bahtiyar neslin islâmı alış ve tatbik şekilleri ilgilendirmektedir. Sa­habe, tabum ve etbâ', biribirinin ilmî ve amelî vârisleridir. Bu üç ne­silde sünnet, her türlü problemin çözümünde ilk müracaat mahallidir, İhtilâfların  hallinde, îslâmm peygamberinin tatbikatı hakemdir.

Tatbikatlar arasındaki farklılıkların bir kısmı islâmm geniş rah­met ve toleransına müstenid olduğu halde, diğer bir bölümünde, mese­leyi yanlış anlama, yanlış değerlendirme ve Peygamberin teşri ve ic­ra gücünü tesbitte gerçek ölçüde ulaşamama gibi kusurlar olabilmek­tedir.

îslâm coğrafyasının gelişmesi, yeni medeniyetlerle ve müntesible-riyle temas, zaman zaman yeni problemler doğurunca, Peygamber'in otoritesi yanında başka yollara sapma durumu görülmüştür. Biz bura­da re'y ehlini suçlamak istemiyoruz. Fakat diyoruz ki; hadis ve sün­net, ilk asırlardaki hız ve derinlikte tedkîke tabî tutulsa ve duraklama olmasaydı, bilâhare yapılan çalışmalarla bir takım kıymet­li mesaîler boş gitmeyecekti.

Sünnetin, mü'minlerin ferdî ve içtimaî hayatlarına damgasını vurmasına engel telakki edilen nesih olayları, aynı görüş ay­rılıklarına muvâzî olarak farklı değerlendirmelere tabî tutulmuştur. Nakil, ibtâl, izâle, tebdil ve tağyir olarak da ta­nıtılan nesih, ilk nesillerde; r e f ', terk gibi munis ifâdelerle anla­tılıyor, işin içine nazariyat ve mantıkî ıstılahlar sokulmuyordu.

İlk müslümanlardan itibaren hadis, sıhhati araştırılıp kendisi ile amel etmek; ferd ve cemiyetin problemlerini çözmede kay­nak olmak ve islâm cemaatinin şeklini çizip, hayatını tanzim etmek niyetiyle öğrenilir ve öğretilirdi. Çeşitli âmillerin tesiri ile bu an'anenin değiştirilmesi ve neshin bu âmillerden biri olarak takdimi iyi olmamıştır. Halbuki tezimizin seyri tâkib edilince görülür ki ortada bir yanlış tanıtma vardır. Nesih bizatihi hadisle ameli terke-dip re'yi ve insanî (beşerî) düşünce sistemlerini sünnet yerine koyma konusunda kâfi mâzaret değildir.

Bugünün ve yarının müslümanları elbette hadis bilgilerinin hedef, gaye faaliyet ve gelişmesinin yeniden gözden geçirecektir. On­ların ve gelecek her neslin mecbur olduğu bir çalışma da Peygambe­rimizin otoritesinin sınırlarını tesbit ve bu sınırları içinde sünnetin gü­cünün, görevlerini tanıma olacaktır.

Bugüne kadar yapılan çalışmalardaki ıstılah ve metod farklılıkla­rı, konunun dağıtılması, sınırlarının aşılması, farklı formasyona sahip kişilerin elinde-hedeflerin farklılığı neticesi-farklı sonuçlara ulaşılma­sı, ilim adamına bağlamamalı ve korkutmamaîıdir.

Neshin çeşitli ilim dallarında, o ilim müntesiplerinin Özel usulleri çerçevesinde araştırılması, geçmişte farklı tatbikatları doğurmuşsa, bugünün ve geleceğin âlimine düşen her iki yolu da iyice de­ğerlendirip ya tercihlere gitmek veya her iki yolun uzaklaştırıcı bir biçimde birleştirilmesine yardımcı olarak isabet noktalarını tesbit et­mektir.

Hadisçiler ve diğer ilim erbabı neshe şüphesiz aynı gky& ile bak­mıştır. Sünnete muhalif olmayan zümrenin tek emeli «en son Peygam­berin, o konudaki en   son   tatbikatına   erişmek». Bu gaye tek olunca, gidiş yollarının ayrılığı, neshi ıstılah olarak, vak'a  olarak farklı ele alışı neticeye tesir etmediği müddetçe zararlı olmayacaktır. Gördüğümüz bakış açıları muvacehesinde beliren iki yolun; neshin nazarî    ve    pratik    (rivayetle müstenid)  tesbitinin-şüphesiz bi­zatihi herbirine ait olmak üzere-eksikleri vardır veya olabilir. Nazari kaideler yanında yüzlerce misâl üzerindeki sathî de olsa bir    nazar, kavganın boşluğunu sergilemektedir.

Nesihte kendi başına nazarî usul kaideleri sonuç vermekten uzak­tır. «Belirli Örneklerden genel kanunlara varma»mn zararı yoksa da, «peşînen tesbit edilen kaide ve kânunlara vak'alarm uydurulması» ta­mamen sakat bir yol izleme olmakta ve nesihteki ilâhi ve nebevi hik­metleri gölgelemektedir.

Çalışmalarımız bizi söyle bir neticeye götürmüştür, ister âyet ister hadisle gerçekleştirilmiş olsun, isterse bu iki ilahi nassın mütekâbil görev alışı ile gerçekleşmiş olsun, nesih vak'ası Peygambe­rimizin bizzat kendisinin beyanı veya beyanım nakleden sahabenin şe-hadetleri ile varlığı talıakkuk eden bir değişiklik durumundadır. Bu­nun tesbitinde, hadisler, görgü şahidlikleri, tarihi (kronolojik) bilgi ya­nında, belirli ölçüde usul ve bilgileri de klavuzluk edecektir. Bunların topyekün görev almaması halinde vak'a üzerindeki nesh iddiası ihti­malden Öteye geçemez, ihtimal ise, yerini nesihte gerçek tesbite ve sağlam vesikaya, delile terketmek zorundadır.

Nesih olayının, hadisin amele inkılabı meselesinde bir   ayakbağı  olamayacağı    neticesine varmış bulunuyoruz. İlmi yollarla tesbiti yapılan nesih vak'alarının mahdutluğu bizim fikrimizi destekle­mektedir. Şüpheli vak'alar veya ihtimal;  sünnete, alim ve câhil üm­met ferdlerinin alakalarını kesmelerine, onu sadece bazı    kimselerin yaklaşabilecekleri nesneler olarak görmelerine müncer olması normal değildir. Nesh bu konudaki kâfi mazeret sayılmaz. Şüpheli vak'alarla, nesihten ihtimal yoluyla söz edilen hadislerde, büyük bir ihtimâlle Pey­gamberimizin bir kaç nevî sünneti vardır. Mesele geniş  (müttessa') bırakılmıştır. Bu durum insanlara bir rahmettir. îsbatsız nesh iddiala­rı bu yollan kapatır ve isabetsizce, «tatbikatı bire indirirse-» bu, ilim adına işlenmiş bir hata, bilmeden veya gafletle <dslâmın her zamanı kucaklayan büyüklüğüne, meselelere çözüm getirici vasfına karşı işlennıiş haksız bir cürüm olur. Nesh salahiyeti   Rasûlüllah   dı­şında    kimse y e    verilmemiştir.

Günümüzde ve geleceğin islâmiyyatçısı sünnetin ferd ve cemiyet' Üzerinde hükümranlığını temine yardımcı olmak üzere;

a. Rasûl-i ekremin dinimizdeki    gücünü    tesbite mecburdur..

b. îslâmı bize getiren zâtın tüm yaşayış üslubunun müslüman fercl ve cemiyete aksetmesi için neshi ayakbağı değil bir   terbiye   ha­reketi    olarak değerlendirmek,  ondaki incelikleri kavramak, kendi kendine rahmet yollarım, farklı çözüm imkânlarını tıkamamak duru­mundadır.

c. Sünnetteki nesh vak'alarınin, evvelce olduğu gibi yine çalışma sahası olarak seçilmesi terkedilmemelidir. Ne var ki eskilerin tesbit edemedikleri noktaların tesbitinde hakka boyun eğme, hatalı hareket­lerin tekrar edilmemesi, tekâmül için takibi gereken yoldur. [1378]

 

BİBLİYOGRAFYA[1379]

 

Abdûh Muhammed, Tefsiru cüz-i Amme, Mısır, Tarihsiz, Menar mat­baası; Risâletu't-Tevhîd, Mısır, 1326, Menar matbaası. Abdülhamid el-Cünidi, Dr., îbnu Kuteybe el-âlim en-Nâkid, Kahire,

1963. Ahmed b. Hanbel, el-imâm, el-Müsned,    Kahire, 1313,    Meymeniyye tab'ı, I-VI.

Ahmet Emin, Duhâ'l-İslam, II, cild, Dârul-kitâb neşri. Âirüdi, Seyfu'd-Din ebu'l-Hasen Ali b. Ebi Ali, el-İhkâm fi UsuU'1-ahkâm, III, cild, Kahire, tarihsiz. Arsal, Sadri Maksudi, Umumî Hukuk Tarihi, üçüncü baskı, İstanbul,

1948.

Azimâbâdî, Avnul-Ma'büd, Medine, 1388-1968. Aynî Bedru'd-Din, Umdetul-kârî, Âmire baskısı. Bağdadi, ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatib, el-Kifâye fi İlmi'r-

Rivâye, Haydarâbâd., 1357; Şerefu ashâbi'l-Hadis, (Doç. Dr. M.S.

Hatiboğlu   neşri)   Ankara,   1971;   İktizâu'Mlm   el-amel,  Beyrut,

1387 elbâni neşri. Bağdadi,  ebû Mansûr Abdülkâhir b. Tâhir,    Usûlû'd-din, İstanbul,

1346-1928.

Berki, Ali Himmet, Hukuk Mantığı ve tefsir, Ankara, 1948. Buhâri Muhammed b. İsmail, el-Câmi'u's-Sahih, İstanbul, Âmire bas­kısı.

Buhl, F., Kur'ân, İslâm Ansiklopedisi, IV, ikinci kısım. Bûti, M. Sa'îd Ramazan, Zavâbitu'l-Maslaha, Dimeşk, 1387-1967. Cerrahoğlu, İsmail Prof. Dr., Kur'an Tefsirinin Doğuşu ve buna hız

veren âmiller, 1968, Ankara. Cevheri, ebû Nasr İsmail b. Hammâd, es-Sıhah, Tâcu'llûğa ve Sıhâ-

hu'1-Arabiyye.  Dâru'1-fikr,  Mısır. Cezeri,  Mecdu'd-din  ebu's-se'âdât,  en-Nihâye fi  ğaribil-hadis,  Tâhir

Ahmed ve Mahmûd Muhammed neşri, Kahire,  1383-1963.

Çantay, Hasan Basri, Kur'ân-ı Hakim ve Meâl-i kerim, I-III, 1389-1969, İstanbul, Ahmed Said matbaası.

Dârimi, es-Sünen, Medine, 1386-1966.

Dihlevi, Şah Velİyyullah B. Şeyh Abdirrahim, Şerhu terâctmi ebva-bi'l-BuhAri, Dâru'l-maarif, 1323; Huccetullâhn-bâliğa, Kahi­re, Seyyid Sabık neşri; el-Feyzu'I-kebir, 1380-1960, Karaçi, Nûr-ı Muh. Bas.

Dineveri, ebû Muhammed Abdillah b. Müslim b. Kuteybe, Te'vilu muhtelifi'1-hâdis, Kahire, 1386-1966.

Ebu'1-Bakâ, el-Huseynî el-Kefevi, KüIUyyât, İstanbul, 1287, Amire tabı.

Elbânî, Muhammed Nâsıru'd-din, Silsiletu'l-ehâdis ed-Da'îfe, Beyrut.

el-Esrem, ebû Bekr, Nâsihu'l-hadis ve Mensuhüh, A.Ü.D.T.C. Fakül­tesi küt. îsmâil S. Sencer koleksiyonu, I, 1323, v. 2b-22a.

Evrin, M. Sadettin, Kur'ân Bilgisi, Ankara, 1971, I. cild.

Ebû Zehre, Muhammed, eş-Şâfiî, (Ter. Osman Keskioğlu), Ahmed b. Haııbel, ibn Hazm, ibn Teymiyye, Mısır, Tarihsiz.

Firûz-âbâdî, Kamus tercemesi, İstanbul, I. cild,

Gazâh, Huccetu'Mslâm ebû Hâmid,  el-Mustasfâ, Mısır,  1352-1937,

Hacı Halife, Keşfu'z-zünûn, İstanbul, 1971  (ofset).

Hallaf, Abdül vehhâb, İlmu usüli'1-fikh, (Tere. Prof. Dr. H. Atay) 1973.

Hamidullah, Muhammed Prof. Dr., İslâm Peygamberi, İstanbul, 1966, îslâm Tedkikleri Enstitüsü Dergisi, II.

Hatiboğlu, Mehmed S. Doç. Dr., İslâmî Tenkid zihniyeti ve Hadis Ten­kidinin doğuşu.

Hâzimi, ebü Bekr Muhammed b. Mûsâ, el-İ'tibâr, Haydarâbâd, 1319;

Humus,  1966-1386.

Hûli, Muhammed Abdülaziz, Miftâhu's-Sünne, Kahire, 1928. Hüseyin, M. Hidır, el-Hidâyetu'1-îsIâmiyye, Kahire, 5-6, Cüz, cild, 14, 1360.

Hudari, Muhammed bey, Usûlu'1-fıkh, 4. Baskı, Mısır, 1382-1962, Hü­seyni, M. Reşid Rızâ, Muhâveretu'l-muslih ve'1-mukallid (Tere, Diyanet neşri) 1974.

Hey'et, el-Mu'cemu'1-vasit, III. cild, Tahran.

Isfehâni, Râğıb, el-Müfredât fi garibi'I-Kur'ân, 1381-1961, Seyyid Gey-lâni  neşri;   Mufı-edâtu  elfâzi'l-Kur'an,  tarihsiz,  ofset.

İbnu'l-Cezeri, Muhammed, Gâyetu'n-Nihâye fi tabakâti'l-kurrâ, 1341-1932 G. Bergstraesser neşri.

İbnu Hacer el-Askalâni, Lisânu'l-mizân, Beyrut 1390-1970 (ofset), Fet-

Hadiste Nasih-Mensûh   367

hul-Bâri, Bulak, 1301, Nuzhetu'n-nazar, Nuhbe Şerhi. İbn Hazm, Muhammed Ali b. Hazm, el-îhkâm,   Zekeriyyâ Ali Yusuf

neşri, el-Fisal, Bağdâd, Tarihsiz, K.M. er-Raceb neşri, Mulahha-

su ibtâli'l-Kıyas, Dimeşk, 1379-1960. îbnul-kayyim, Muhammed b. ebi bekr, İ'Iâmu'l-Muvakkıln, 1374-1955,

Mısır;  es-Savâikul-Mursele,  Mekke,  1348. İbn  Kesir,   îmâdu'd-din İsmail,  Tefsir,  Kahire,   1376-1956,   el-Bâisu'l-Hasis, Dimeşk. îbnu  Kudâme, Muvaffaku'd-din Abdullah b.  Ahmed,     Usûlü'I-fıkh,

Yusuf ağa  (Konya), 4828. îbnu  Manzür,  Cemâlüddin  Muhammed,  Lisânu'1-Arab, Bulak,  1300,

IV. cüd. îbnu Şahin, Nâsihu'l-hadis ve mensûhuh,    Reşid efendi Ktp.   (İst.),

No.   120,   v.   128a-222b.

İzmirli, İsmail Hakkı, İlnv-i Hilaf Dersleri, İstanbul, 1330.

îbnu Teymiyye el-Harrâni, Raf'u'l-melâm, Bombay, tarihsiz.

Kâsımî, Muhammed Cemâlüddin, Kavâidu't-Tahdis, Kahire, 1380-1961, Muh. Behçet el-Baytar neşri.

Kastalânî, İrşâdu's-Sârî, Buhâri şerhi, Bulak,  1305.

Kazvini, ibnu Mâce, es-Sünen, Kahire, M.F. Abdülbâki neşri.

Kettâni, er-Risâletu'1-Mustatrafe, Karaçi, 1960-1379, Kirmanı, Buhâ­ri Şerhi, Kahire, tarihsiz.

Koçyiğit, M. Talat, Prof. Dr., Hadisçilerle Kelâmcılar Arasındaki Mü­nakaşalar, 1969, Ankara; Kitap ve Sünnette Nesih Meselesi, A.Ü.Î.F. Dergisi, 1963, S, 93-108.

Kurtubi,  Muhammed b.  Ahmed, Tefsir, üçüncü Baskı,  1387-1967.

Lucknowi,   Abdülhayy,  el-Ecvibetu*l-fâdıla,  Halep,  1384-1964.

Mâlik, b. Enes, el-Muvatta, M. Fuâd Abdülbâki neşri.

Muhsin Abdülhamid, Dr. el-Âlüsi Mufessirân, Bağdat.

Muh. Yûsuf Musa, Târihul-fıkh, Kahire,  1378-1958.

Meyânci, Ebu Hafs Ömer, Mâla yeseü'l-Muhâddise cehlüh, Bağdâd.1387.

Mustafa  Zeyd,   Dr.,   en-Nesli  fi'1-Kur'âni'I-kerim,   Kahire,   1383-1963.

Mubârekfüri, M. Abdurrahman, Mukaddimetu tuhfeti'l-Ahvezi, ta­rihsiz.

Müslim b. Haccâc, el-Camiü's-sahih, M.F. AbdüLbâM neşri.

Nallhıo, Carlo A. Prof. Dr., îslâm Hukuku, (tere, Doç. Dr. Akif Er-ginay), A.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, sayı 1-2, 1954.

Nedvi, Muhammed İsmail, Dr., et-Tahrif ve'n-nesh, el-va'yu'1-islâmi, Cumada, II,  1393-1973, Sayı 102, 75-80.

Nemeri, Yusuf b. Abdilberr, Câmiu beyâni'1-ihn ve fadlih, 1388-1968.

Nesâî, es-Sünen, Suyûtâ Şerhi ve Sindi hâşiyesiyle, Kahire, 1348-1930.

Nesefi, ebû Hafs Ömer, Medâriku't-tenzil, îsâ el-Bâbi neşri;

Nevevi,  Muhyiddin Zekeriyya, Müslim Şerhi, Beyrut,  1392-1972.

Neysâbûri, Hâkim ebü Abdillah, Ma'rifetu Ulümi'l-hadis, Dr. Seyyid Muazzam Hüseyin neşri, Beyrut.

Okiç, Muhammed Tayyib, Prof., Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Ted-kikler, Ankara, 1959.

Pezdevi, Fahru'l-îslâm Ali b. Muh, Usûlu'l-fiklı, (Şerhi ile), İstanbul, tarihsiz.

Râmehurmüzi, el-Hasen b. Abdirrahmân, el-Muhaddisu'1-fâsıl, Bey­rut,   1391-1971.

Serahsi, Usûl, Kahire, 1372, Ebu'1-vefâ neşri.

Seyyid Şerif el-Cürcâni, et-Ta'rifât, Der-i Saadet, 1308.

Subhi es-Sâlih, Dr.,  Mebâhis fi Ulûnu'I-Kur'ân, Dimeşk,  1381-1971.

Suyûti, Celâlüddin Abdurrahman, Tedribur-râvî, 1379-1959, Nemen-kânî neşri; Tenviru'l-Havâlik, Kahire, 1370-1951; el-İtkân, Mı­sır, tarihsiz, M'el-bâbi neşri.

Sibâ'i, Mustafa Prof. Dr., es-Sünne ve mekânetuhâ, 1380-1901, Kahi­re.

Sicistani, ebû Dâvûd, Es-Sunen, Kahire, 1369-1950 M.M. Abdülhamid neşri.

Sıddık Hasen Bahâdır Han, Husûlü'l-me'mûl, İstanbul, 1296.

Şâfi'i Muhammed b. İdris, er-Risâle, 1358-1940, A. Muhammed Şâkir

neşri;  Ihtilâfu'l-Hadis,  el-Umm kenarında,  Tarihsiz. Şâranî, Abdülvehhâb, el-Mizânu'1-Kübrâ, I. cild. Şâtıbî, Ebû îbrâhim, el-Muvâfakât, Mısır, tarihsiz. Şehristânî, Muhammed b. Abdilkerim, el-Müel, Kahire,  1389-1948. Şehrizûri, ebü Amr Osman, Ulûmu'l-Hadis, Haleb, 1389-1966. Şevkâni,  Muhammed  b.   Ali,  Neylu'l-evtâr,   1380-1961,  Mısır,   Tefsir,

(Fethu'l-kadir),  Mısır,  1349,  İrşâdu'l-fuhûl,  Kahire,  1337. Tahâvi, ebü Ca'fer Ahmed, Muşkilu'I-âsâr, I-IV, Dekken, 1333, Ş. Me'-âni'1-âsâr.

Tehânevi, Zafer Ahmed, Kavâid fi Ulûmi'l-Hadis, 1392-1972. Tirmizi, es-Sünen, Kahire, 1384-1964, Abd. Abdüllatif neşri. Topçuoğlu, Hamide Prof. Dr., Hukuk Sosyolojisi Dersleri (Sosyoloji

açısından Hukuk), I. cild, Ankara, 1963. Zehebi,   ebû  Abdillah Muhammed,  Tezkiratu'I-Huffaz,  Haydarâbad,

1375-1955;  Menâkıbu'1-imâm ebi Hanife,  1366, Kevseri neşri. Zerkâ,  Mustafa Ahmed, fH-Hadis en-Nebevi, Dimeşk,  1375-1956. Zerkâni, Muh. Abdilazün, Menâhilu'I-irfân, 1372, Mısır. Zimahşeri  Cârullah  ebul-Kâsım,  el-Keşşâf,  Kahire,  1373-1953;     Esâ-

su'1-belâga,  Beyrut,  1385-1965.T-pHdin   Pİ-A'lam.   1373-1954, ikinci baskı. [1380]

 



[1] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 1-2.

[2] el-En'âm,  50,   56,   106;  el-A'râf,   202;   Yûnus,   109.

[3] Sünnetin bu farklı ve ihatalı tarifi için bkz. Şâtıbi, el-Muvafakât, IV, 3.

[4] Müslim, zühd, 14; Ahmed b. Hanbel, IV, 174. İleride geçecek olan bu hadise çeşitli mânâlar verilmiştir.

[5] en-Nahl, 101.

[6] A. Emin, Duha'I-lslâm III, 36.

[7] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 3-6.

[8] Âlu tmrân, 144.

[9] es-Sebe', 28.

[10] el-Fetih, 29.

[11] lbnu'1-Esir, en-Nihâye fi garîbi'l-hadis, I, 152,

[12] el-Mâlde 67; el-Cinn, 23; Âlu îmrân, 20; el-Mâide, 99; er-Ra'd, 40; en-Nahl, 35; eş-Şûrâ, 48.

[13] Îbnu'l-Esir, I, 174.

[14] Âyetler ve açıklamaları için bkz. el-Mâide,  18; tbnu Kesir, Tef­sir, II, 33-34; Mâide, 19; İbrahim, 4; İbnu Kesir, II, 552; en-Nahl, 44.

[15] Müslim, talâk, 29, 34; Tirenizi, 66. sûrenin tefsiri; Ahmed, III, 328.

[16] el-Tevbe, 128-129.

[17] Muvatta', husnu'l-hulk, 8,                                            

[18] Şâfi'i,   er-Risâle,   91-93;   İbnu Hazm,  îhkâm,   I,   97-105 v.d.

[19] ŞâfTl, er-Risâle, 91-93; îbnu Hazm, îhkâm, I, s. 97-105 v.d.

[20] er-Risâle, 91-93; îbnu Hazm, îhkâm: I, 97-105; Gazali, el-Mustas-fâ, I. 83; el-Kâsımî, Kavâidu't-tahdis, s. 58 v.d.  

[21] Kâsimî, a.g.e.

[22] Bu konuda geniş bilgi için bkz., A. Koçkuzu, îslâm Dininde Ha­beri Vahiddin îtikâdî ve Teşrii Yönlerden Değeri ve Yeri, s. 58.

[23] îbn Kuteybe, Te'vil., 195-6.

[24] eş-Şâtıbi, el-Muvâfakât, IV, 3.

[25] Kavâidu't-tahdis, s. 269-270 (Şah Veliyyullah'tan naklen), Hücce-tullahi'l-bâliğa, Seyyid Sabık neşri, I, 271-272.

[26] Buhâri:  enbiyâ,  48;  Dârimi:  rikak,  68;  Ahmed b.  Hanbel -. I,  23; 24 v.d.

[27] Buhârî: biyel, 10; Salât, 31; mezâlim, 16; ahkâm, 20, 29, 31; Müslim akdiye,   5;  fezâil,   140;  birr,   88,   89,   95;  Ebû  Dâvud:  Tahâre,  93; akdiye, 7; Tirmizîr salat, 110; ahkâm, il; İbnu Mâce, kuzât, 13, 39; sehiv, 25, 26; İbnu Mâce, rühûn, 15; ikâme, 129,  133, 192; ahkâm, 5; Muvatta, akdiye, 1; Dârimi, fezâilu'l-Kur'ân, i; Ahmed b. Haıı-bel III, 33; V, s. 41, 454.

[28] Muvatta',   eşribe,   14;   Müslim,   fedâilu's-sahâbe,   95;   Ebû   Dâvûd. nikâh,  12; Dârimî, mukaddime, 19; Ahmed b. Hanbel, III, 12, 61; IV. 326. Hz. Peygamberin «Allah namına hayatı boyunca emirler vermesi ve yaptığı nehiyler» ifâdesi için bkz., Prof. Dr. M. Hami-dullah, îslâmda Devlet İdaresi, s. 5.

[29] Kasımı,   K.   et-Tahdis,   s.   58.

[30] îbn   Kuteybe,   Te'vil.,   196-200.   Efendimizin   teşri'dek'.   gücü,   ba zı  nesih  vak'alarmdaki   «müracaat' üzerine  fikrini  değiştirmesi» v.b. meseleleri açıklayış tarzı. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 7-13.

[31] Joseph  Scacht,   Şeriat,  İ.A.,  Cilt XI,  faslkül,   115,  s. 420-431.

[32] Mustafa  Ahmed  ez-Zerkâ',   Fi'1-Hadisi'n-Nebevî,   s.   12,   13;   Mu-hammed  Abdülaziz el-Hûlî, Miftâhu's-Sünne,  s.  10.

[33] a.g.e., s. 10-11.

[34] Örnek olarak mesela;  Mustafa Ahmed ez-Zerkâ,  a.g.e.  s.  10-19; Mustafa   es-Sibâ'i,   es-Sünne   ve   mekânetühâ   fi't-teşri'i'1-îslâmi, s. 61-67; Muhammed Abdül-Aziz el-Hûlî, a.g.e., s. 8-11; el-Kâsı-mî, Kavâidu't-Talıdis, s. 43, 51, 273; Sublii es-Sâlih, Ulûmu'1-Ha-dis, s. 291-300; Dr. Zübeyr Sıddikî, Hadis Edebiyatı Tarihi, s. 168 -171 v.b.

[35] A. Koçkuzu,  -Resûlüllah ve sünneti,»  Oku Mecmuası, ocak,  1971.

[36] lbnu'1-Esir, en-Niiıâye, III, 142.

[37] el-Haşr, 7.

[38] îbnu   Abdilberr,   Câmi'u   beyâni'1-ilm,   II,   230  v.d.;   Subhi   Salih, tere. 234 v.d.

[39] el-Ahzâb, 36.

[40] el-Ahzâb, 21.

[41] Nisa, 59.

[42] en-Nisâ, 36.

[43] en-Nisâ, 64; ayrıca aynı sûre, âyet: 58 ve 79.

[44] en-Nûr, 63.

[45] A. Koçkuzu, Oku Mecmuası, a.g. makale.

[46] ed-Dârimî, es-Sünen, Mukaddime, 39.

[47] Bkz.  A.   Koçkuzu,   «Hadislerde   Sünnete   Bağlanma»,   Oku   Mec­muası, Şubat, 1971.

[48] Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 10-11.

[49] Aynı eser, s, 9 v.d.

[50] el-Muvafakat, IV", 16-17.

[51] Ulûmu'I-Hadis, s. 296; el-Kifâye, s. 14-15; îbn Kuteybe, Te'vii., 206.

[52] M. Tayyib Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, s, 120.

[53] en-Nahl, 89.

[54] el-Mâide, 3.

[55] el-En'âin, 38.

[56] îbnu  Hazm,  el-İhkâm,  87; Hudarî, Usûl, s. 267.

[57] Aynı eser, s. 88; Hatîb, el-Kifâye, 8. v.d.; Mulıammed Emin Emîr-i Pâdşâh,   Teysûru't-Tahrir,   III,   22,   Diğer  usûl  kitaplarının  ilgili bölümleri.

[58] Abdülvehhâb Hallaf, Usûl,   (tere.," A.Ü.İF. Neşriyatından), s. 184.

[59] er-Risâle, s 91; Hudarî, Usûl, s. 267; Hallâf, Usûl, s. 184-186.

[60] Aynı eserler.

[61] er-Risâle, s, 92;  Hallâf, Usûl, s.  185; Subhi Salih, Ulûmu']-hadis, 241.

[62] a.g. eserler.

[63] Subhi Salih, Ulümu'J-hadis" (tere.), s. 240.

[64] er-Risâle, s. 93; Hallâf, s. 186.

[65] Bkz.   Subhî Salih,  a.g.e.,   s.  242 v.d.;  Koçkuzu,  Haber-i  Vahidin îslâm Dinindeki Değeri ve Yeri, s. 8, 9

[66] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 13-23.

[67] Ibnu  Hazm,   el-îhkâm.   I,   114;   es-Savâiku'1-Mürsele,  II,   s.   362 ayrıca bkz. el-Menhelu'l-hadis, I,  115-116; Hudari, Usûl, 235-236.

[68] Şâfi'î, el-Ümm, VII, 250 v.d.; Muhâmmed Yusuf Musa, Târihu'l -Fikhi'l-îslâmi s. 228 v.d.

[69] Şâfi'i, el-Ümm, VII, 255 v.d.

[70] Zehebi,   Tezkiratu'l-Huffâz, 48; Hatib, el-Kifâye, s. 28. 1,   2,   10;   Şevkânî,  İrşâdu'l-Fuhtil,   II,

[71] el-Hucurât, 6,

[72] ibnu Hazm, İhkâm, I, 96;  Sibâ'î,  es-Sünne ve mekânetuhâ.,  162; (Suyûtî,   Miftâhu'1-Cenn.e'den  naklen,   s.   3;   Hatib,   el-Kifâye,   s. 126;  Zehebî,  el-Muntekâ,  s.  21 v.d.»  ayrıca,  s.  10:  Râfiziye  göre kendi iöıâmma vahy gelir,  şeriatları neshedebilir.

[73] er-Risâle, 369-401; el-Umm, VII, 250 v.d.

[74] Talat Koçyiğit,  Hadisciler ile Kelâmcılar Arasındaki Münâkaşa­lar, S. 236; 243-251.

[75] el-Mu'temed, Beyrut, 1384/1964.

[76] Târihu  B'ağdâd,  XII,   172'den  naklen,  Dr.  Koçyiğit,  Kelamcılarla Hadisciler Arasındaki Münâkaşalar, s. 248.

[77] Amidî, îhkâra, II, 41; K. et-talıdis, 147.

[78] Seyyid Şerif, Ta'rîfât, 66

[79] Muhsin  Abdülhamîd,  el-Âîûsî  Müfessiran,  316.

[80] îbnu Hazm, îhkâm, I, '119, 298; es-Savâiku'1-mürseîe, I, 112; Nüzhetu'n-nazar, 39.

[81] Şevkânî,  îrşâd.u'l-fuhûl,  I,  48;  es-Savâiku'1-mürsele,  II,  406.    

[82] Serahsi, Usûl, I, 112, 322, 329; Abdtih, Risâletu't-tevhid, 17, 19, 156; Amme cüz'ü tafsiri, 132.

[83] İbnu Hazin, Ihk&m, î,  14,  130,  181-187; es-Savâiku'1-Mürsele, II, 334;  Ebû  Zehre,  Ahmed b.  Hanbel, 226;  Ebû Zehre, İbn Hazm, 181-187.

[84] Teşri'de haber-i vâhid için bkz. Âmidi, İhkâm, II, 75; Şevkâni, ir-şâd, II, 48; Ibmı Kudâme, Usûl, v. 77 a.; tbnu Hazm, thkâm, I, 112-113.

[85] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 23-30.

[86] tbnu Abdil-berr, Câmi'ü beyâni'1-İlm, 1. 76.

[87] el-Muvâfakât, IV, 3.

[88] ed-Dârimî, Sünen, Mukaddime, 34; el-Hatîb, İktizâu'1-llm, bütün' ilgili bölümlerdeki haberler ve hadisler.

[89] ed-Dârimî, Sünen, Mukaddime, 29.

[90] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 31-32.

[91] îbnu Mâce, ikâme, 32; duâ, 3, 2; mukaddime, 23; Ahmed b. Han-bel, IV, 294, 305, 318, 322; Müslim, zikr, 73; Ebû Dâvûd, vitr, 32; Tirmizî, de'avât, 68; Nesâî, isti'âze, 13, 18, 21, 64.

[92] Buhâri, ilm, 27; mezâlim, 25; nikâh, 83; Müslim, Talâk, 34; Rrmizî, 66. sürenin tefsiri,  1; Ahmed b. Hanbel, I, 33.

[93] Es-Sünne kable't-tedvin, s. 58.

[94] Müslim, imâm, 164; Ebû Dâvud, büyü' 50; Tirmizî, büyü'. 72; îbnu Mâce, ticâret, 36; Dârimi, büyü' 10; Ahmed b. Hanbel, II, 50, 242, 417, III, 466, IV, 45.

[95] Kâsımi, K. Tahdîs, 96, 97.

[96] Bahârî, imân, 3; savm, 1; şehâdet, 26; Hıyel, 3; Müslim,- imân, 8, 9; Ebû Davut; salat, 1; Nesâ'i, salat, 4; siyam, 1; imân, 23: Dârimi salat, 208; Muvatta' sefer, 94; Ahmed b. Hanbel, I, 162.

[97] K. Tahdîs, s. 95, 96.

[98] Kâsimî, K. Tahdîs, 97, 98.

[99] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 32-35.

[100] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 35.

[101] Dr. Abdülhamîd el-Cündî, îbnu Kutey.be, s. 194.

[102] Bu münâkaşalar hakkında kısa bir fikir edinmek için Bkz.( îbnu Kuteybe, Te'vilû muhtelifi'l-Hadis, s. 193-205.

[103] îbnu   Hazm,   Mullahhasu   İbtâli'l-kıyas   Cmukaddime;   Sa'îd   el-Efgânî, s. 5, 6.

[104] Reşid   Rızâ,   Muhâveratu'l-Muslin   ve'1-Mukallid   (Tere.   Diyanet neşri)  s. 154-191.

[105] el-Âmidi, el-İhkâm, I, 108; Subhi Salih, Ulûmu'l-hadis, s. 309.

[106] Subhi Salih,  a.g.e., s. 307; Zehebi, Menâkıb, s. 20 v.d.

[107] Şa'râni,   Mizan,   71;   Dr.   Abdül-hamîd   el-Cundî,   îbnu   Kuteybe, 193, 4.

[108] Serahsi, Usûl, I, 364.

[109] ez-Zehebî,  Menâkibu'1-İmâm,   s.  20   CKevserî neşri);  tbnu Hacer el-Heytemî,  el-Hayrâtu'1-Hisân, s. 77; Zafer Ahmed et-Tehânevî, Kavâid fî'Ulûmî'l-hadis, ilgili bölümler.

[110] Ibnu'l-Kayyım,   'İ'lâmu'l-Muvakki'în, I, 32.

[111] es-Savâiku'I-mürsele,   II,   376;   İbnu  Kudâme,   Usûl,   59   b.;   İbnu Hazm, îhkâm, 181-187.

[112] K. et-Tahdis, 276, 277.

[113] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 35-39.

[114] Dr. M. Yûsuf Mûsâ, Târihu'1-fikh., s.  180 v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 39.

[115] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 39-40.

[116] Bu söz, el-Bahru'r-râık'ta ve diğer bazı eserlerde nakledilmekte­dir. Fazla bilgi için bkz. Kâsımi, K. Tahdis, s. 95.

[117] Kâsımi, K. Tahdis, s. 96.

[118] Bu fikrin tam aksi bir kanâat,  «Kur'ân  ve hadisin daha kolay anlaşılacağı  ...» da ileri sürülmüştür; bkz, İslâm'da Birlik ve Fı­kıh Mezhepleri, s. 86; Kâsımi, K. Tahdis, 286-287.

[119] 13  Mart  1975 perşembe  günü, saat  18.45'de  radyoda yayınlanan ve   Turan   Dursun'ca   hazırlanan   din-ahlâk   konuşması.   Nâsih -Mensûh'a, «âyet ve hadislerde geçerli ve geçersiz olanlar» tarzın­da bir tarif veren konuşmacı sünnet taraftarları için aynı tabir­leri kullanmıştır.

[120] İyi niyetli bir uyarma için bkz. M. Zâhid el-Kevserî Makâlât, s. 163-171. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 40-42.

[121] Örnek olarak bkz. Raf'u'l-melâm,  İlgili bölümler.

[122] Bir makale sahibi, eser adı zikretmeksizin bu miktarların on-binleri bulabileceğini ifâde ediyor. Bizim için bu görüşün icabeti­ni tesbit mümkün olamadığı gibi, bu biraz da mübalağalı bü ifadedir. Fikir şudur: «îmâm Ebû Yusuf (R.AJ'un yalnız mensûh olarak yirmi bin (20.000) hadisi ezberinde bulundurduğunu fuka-hâ tasrih edip duruyor.» Sâdık ALBAYRAK, Mezhepsizlik ve Re­form, Yeni Müctehidler Hareketi, 3. Makale; içtihadın zati imkânı başlığı ile, Milli Gazete, 27, Nisan, 1977.

[123] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 42-45.

[124] Ahmed Emin,  Duha'I-İslâm,   II,  362.

[125] en-Nesh fi'1-Kur'âni'l-kerim, I, 289-395.

[126] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 45-49.

[127] Kur'ân'da nesh konusunu yazanlar ve eserlerinin Özellikleri hak­kında doyurucu bilgi için bkz. M. Zeyd adı geçen eser.

[128] Meselâ Âbdülkâdir el-Bağdâdî, eseri, yedinci bab (M. Zeyd, s. 369).

[129] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 49-50.

[130] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 50-51.

[131] M. Ca'fer el-Kettânî, er-Risâletu'1-mustatrafe, s. 68.

[132] Zîrikli, el-A'lâm, I, 192.

[133] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 51-52.

[134] el-Kettânî,  a.g.e., s.   68.

[135] Zirikli, el-A'lâm, III, 182.

[136] îbnu Hacer el-Askalânî, Fethu'1-Bâri, iÜ, 216.

[137] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 52.

[138] Keşfu'z-zünûn.  II,   1920   (muhtemelen buradan nakleden,  Ahvezi mukadimesi, 1, 292).

[139] el-A'lâm, VII, 142.

[140] Er-Risâletu'1-mustatrafe, s. 68.

[141] Miftâhu.s-sünne, s. 157.

[142] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 52.

[143] Subhi Salih, Ulümu'l-hadis, s. 90; Ahvezi, Mukaddime, s. 292.

[144] Keşf, II, 1920.

[145] Miftâhu's-sünneh, s. 157.

[146] A'lâm, I, 91.

[147] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 52-53.

[148] Keşf., II, 1920 (Buradan: Ahvezi, Mukaddime, II, 292.),

[149] Miftâh, s. 157.

[150] Risâletü'l-mustatrafe., s. 68.

[151] A'lâm, VI, 7.

[152] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 53.

[153] Keşf., II, 1920.

[154] A'lâm, IV,180.

[155] er-Risâletu'1-mustatrafe, s. 68.

[156] Aşağıda gelecektir. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 53.              

[157] Mustafa Zeyd, en-Nesh fi'l-Kur'âni'l-kerîm. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 53.

[158] Mustafa Zeyd, en-Nesh fi'l Kur^âni'I-kerim s. 368-374. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 5354.

[159] Ahvezî, Mukaddime, II, 293,

[160] a.g.e., II, 293. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 54.

[161] a.g.e., II, 293. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 54.

[162] Ahvezî, a.g.e. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 54.

[163] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 54-55

[164] A'Iâm, I, 194.

[165] er-Rîsâletu'I-mustatrafe, s. 63.

[166] Keşf., II, 1920.

[167] No: 1/1323, v. 2b-22a, Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 55.

[168] el-1'tibâr, s. 2-3.

[169] Bu vak'anm Nehcü'I-belâğa (102) dışında ilk kaynağım bulmak mümkün olmamaktadır. Zerkeşî, aynı hadiseyi nakleder, fakat kendisinden öncekilere ait bir kaynak vermez Cel-Burhân, II, 29). Ayrıca bkz, Kurtubî, Tefsir, II, 62.

[170] eşâre ilâ kıt'atin sâlihatin fi gusûni'l-ebvâb min kütübihi... velev kânet mevcûdeten le ağneti'l-bâhise'ani't-taleb... gayra en-nehâ bi  mevtirricali   teferrekat  ve  bi  eydi'n-nevâibi  temezzekat (s. 3).

[171] i'tibâr, s. 47; 99.

[172] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 55-59.

[173] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 59-61.

[174] a.g.e. V, 196.

[175] M. Fuâd Sezgin, GAS, I. ilgili bölüm.

[176] M. Zeyd, a.g.e. 129.

[177] Kitabın Paris nüshasına, tez yöneticim muhterem Profesör Dr. Mehmet S. Hatiboğlu'nun lütfetmesiyle, yıllarca sonra muttali ve sahip olduk. Kendisine burada ayrıca teşekkürler ederim.

[178] Keşfu'z-zunûn, II, 1920

[179] Ahvezî, Tuhfe, mukaddime, II, 292.

[180] îbnu Hacer el-Askalâni, Lisânu'l-Mîzân, IV, 283-285.

[181] îbıru'I-Cezerî,   Gayetu'n-nihâye  fi  tabakâti'I-kurrâ,   I,  588   «2387» terceme-i hâl  (Bu farklılık, metinlerin noktasız olan asıllanndaki kelimenin seb'in ve tis'in tarzında okunmaya elverişliliğinden oı-sa gerektir. 297 olarak gösterenler çoğunluktadır),

[182] Şâh Veliyyullah, Huccetullah., I. 105; Subhi Salih, s. 94.

[183] İbnu Hacer, Lisân, IV, 283-285.

[184] Zirikli, el-A'lâm, V, 196.

[185] Sofuoğlu, Müslim Tercemesi, I, 395 v.d.

[186] I28a — 222b arasındaki kısım.

[187] 128b-132b.

[188] 135a.

[189] 135b.

[190] 138a.

[191] 146a.

[192] 146b.

[193] Îbnu'l-Cezerî, Ğayetu'n-mhâye, I, 588.

[194] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 61-67.

[195] Ebû Zehre, eş-Şâfii (Keskioğlu tei'cemesi, s. 242).                      

[196] er-Râmehurmuzi,   ' ei-Mühaddisul-fâsıl " beyne'r-râvî    ve'1-vâ'i, Doktor Muhammed Accâc el-Hatîb :neşri,s7 67'3J67S......

[197] en-Neysabûri, Ulûmu'l-hadis, s, 85-87, D*v Seyyid Mu'azzâm neşri.

[198] Câmratu'd-Düveli 1-Arabiyyenin verdiği bilgi.

[199] el-Meyâncî, Mâ lâ yese'u'l-muhaddise cehlüh. Sâmerrâî

[200] Nureddin Itr neşri.

[201] Dâru'I-fıkr neşri

[202] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 67-71.

[203] İlâ-hiyât Fakültesi Dergisi, I9B3, s. 83-108.

[204] Mustafa Zeyd, en-Nesh fi'l-Kur'âni'i-kerim, s. 4.; Konu ile ilgili olarak Muhterem hocam Profesör M. Tayyib Okiç bir icmâi ver­mektedir. Burada yeni bazı çalışmalara da temas vardır. Bkz. Bazı Hadis Meseleleri üzerinde tedkikler, s. 117-122.

[205] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 71-72.

[206] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 72.

[207] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 73.

[208] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 74.

[209] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 77-78.

[210] İbnu  Manzûr,  Lisânu'1-Arab,  IV,  28-29.

[211] Râgıb  el-Isfehâni,  Müfredat,  s.  490;  Cevheri,   Sıhah,  I, 433.

[212] Şertûnî,  Akrabu'l-Mevârid,  II,  1294-1295.

[213] Râgıp, a.g.e.

[214] el-Câsiye, 29.

[215] İbnu Hazm.el-îhkâm, 440.

[216] Cevheri,   a.g.e.   Şertûnî,  a.g.e.;  îbnu  Manzûr,  a.g.e.

[217] îbnu Hazm,  a.g.e.;  Şertûni,  a.g.e.

[218] Sıhah, a.g.e.

[219] Firûzâbâdî,  Kamus Tercemesi,  İstanbul,  Küçük boy,  I,  1056-1057

[220] Râgıp, a.g.e.

[221] Ziraahşerî,   Esâsü'l-belâğa,   829-630.

[222] en-Nesh   fİl'-Kur'âjıi'l-kerim,   s.  64-73.

[223] îbnu  Manzûr,   Lisânu'1-Arab,  IV,  29-39.

[224] el-Mu'cemu'l-vasît,   II,   924-925.

[225] I.A.   VI,   998;  IX,  206.

[226] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 78-80.

[227] Bakara, 106.

[228] A'râf, 153.

[229] Hacc, 52.                                                   

[230] Câsiye, 29.

[231] H. Basri Çantay, II, 609.

[232] Subhi  es-Sâlih,  Mebâhis fl'ulümi'1-Kur an,  s.  295-298.

[233] Örnek olarak bkz. Mu'cem, nesh maddesi.

[234] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 80-81.

[235] îbnu Hazm, el-lhkâm, s. 441.

[236] Şâh Veliyyullah, el-Fevzu'I-kebir, s. 21, 22

[237] Şâtıbî, el-Muvâfakat, III. ilgili yerler.

[238] M.   Ebû  Zehre,   Şâfi'î;  M.  Zeyd,   en-Nesh  fi'1-Kur'âni'l-kerim,  s. 91-94.

[239] Hudarî bey, Usûl, s. 6-8.

[240] Şâtıbi, el-Muvâfakat, III.

[241] M. Zeyd, a.g.e., s. 53-110.

[242] M. Zeyd, a.g.e., s. 53 HO.

[243] Aynı eser.s. 53-110,

[244] M.   Zeyd,   a.g.e.,   Ta'rîfât,   s.   163.

[245] Külliyyât, s. 647, 648. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 82-85.

[246] İbnu Manzûr,  Lisân,  IX,  488-90;  Cevheri, Sıhah, III,  1220-21;  Fî-rûzâbâdi. III, 264.; Râgıb, el~Mufredât, s. 200.

[247] K. tefsir, sûre: 33/8.

[248] Hudud, 22; talâk, ıi; Ebû Dâvud, hudud, 17; Tirmizî, hudud, 1; îb­nu Mâce: talâk, 15; Dârimî, hudüd, l; Ahmed VI, 100, 10i, 144.

[249] Buhâri;  îmân,  36;  leyletülkadr,  4-, Muv&ttaa'  î'tiJcâf,   13;  Dârimî: savm, 56.

[250] îbnu Hazm, Ihkâm, 441.

[251] Şevkânî, Fethul-kadir.III, 187.

[252] Nesefî, Tefsir, II, 494.; Şevkânî, a.g.e.

[253] îbnu Kesir, Tefsir, II, 586.

[254] Hak Dini Kur'ân Dili..., IV, 3124.

[255] Nesefi, a.g.e.

[256] îbnu Kesir, Tefsir, II, 520,

[257] Hak Dini..., IV, 3002-3003,

[258] ŞevJiânî, Fethu'l-Kadir, III, 84-85; fonu Kesir, Tefsir, II, 520; Ze-mahşeri,  el-Keşşâf,  II,  416,

[259] Şâfi'i' er-Risâle, «. 122 «mad: 461

[260] Şâfi'i, Risale, s. 143.

[261] Şâfi'i, îhtilâfu'l-hadis, VII, 40. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 85-89.

[262] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 89.

[263] Neshin mâhiyetini arılatan îbnu Hazm, N S H harfleri içine sıkışıp kalmayı hoş görmez^ Ona göre kastedilen mânâ mühim­dir. Bu görüşle belki de farklı anlayışlar birleşebilecektir. îbnu Hazm, îhkâm, 446.

[264] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 90-92.

[265] Ihkâm, s. 445.

[266] Yaşar Kutluay, Yahudi ve îslâm Mezhepleri.

[267] M. Zeyd, en-Nesh fi'1-Kur'ân, ilgili bölüm. M. Zeyd, a.g.e.

[268] M. Zeyd, a.g.e

[269] Kutluay, a.g.e.

[270] Teysir-Tahrir, s. 181 v.d.; M. Zeyd, a.g.e.

[271] M. Zeyd, a.g.e.; Kutluay, a.g.e.

[272] Bunların çürütülmesi için bkz. M. Zeyd, a.g.e.

[273] Tekvin, bab: 4, âyet: 1.

[274] Tekvin, feab: 4; âyet: 3.

[275] Tekvin, bab : 22 âyet: 1-2; Çıkış, bab : 32, âyet: 21-29.

[276] Çıkış,  bâb:  16,  âyet: 25-26; bab: 20,  âyet r 8-12; bâb: 23,  âyet:  12; bâb: 31 âyet-. 16-17; bâb: 35, âyet: 1-3; Levililer, bâb: 23, ayet: 1-3; Teşriiye, 5; 12-15; Markos, 2/23-28; Lukâ, 6/1-11; Yuhanna: 5/10-18; Çıkış,,   32/21-29,

[277] Dr.   Muhammed   İsmail   en-Nedvî,   et-Tarif   ve'n-Nesh   fi'ş-şerî-ati'l-yehûdiyyeh,   el-Va'yu'l-îslâmî   dergisi,   sayı:   102,   1393/1973, s.   75-80   (yazının dayandığı  kaynaklardan  ikisi:  History  of the Jews, by Paul Goodman's, p. 61/Everyman's Talmud, p. 148).

[278] Nisa, 46; Bakara, 75, 79. âyetler.

[279] Dr. Nedvî, a,g.e.

[280] Matta, beşinci bab, âyet: 17-18.

[281] Markos, 7. bab, âyet: 14-23.

[282] Levililer, 11. bâb, âyet: tamamı / tesniye,  14. bâb, âyet: 3-8.

[283] Tekvin, 21. bâb, âyet: 14 / Levililer, 12. bâb, âyet: 13 / Yeşû', 5. bâb,  âyet: 2-9.

[284] Tesniye,  24.  bâb,  âyet:  1-3;  mubah kılar / matta,  5. bâb,  âyet; 31-32 haram kılmaktadır.  (22) : Resullerin işleri, 15. bâb, âyet 29.

[285] İbn Kuteybe, Te'vil., 195. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 92-96.

[286] Bkz. «îslâmî ilimlerde    neshin ele alınışı» başlıklı bölüm.

[287] Usûl-ı  fıkıhta,  meselelerin nazari  olarak ele  alınıp  tahlil  edil­mesinin sakatlığım belirtmesi bakımından dikkate şayan fikirler İçin Bkz. Şâtibi, el-Muvafakat. I. 29-56.

[288] Husûlu'l-me'mûl, s.147.

[289] Bkz. Zerkânî, Menâhil, II, 82-3. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 96-98.

[290] Huctarî'ye göre bu zat, islâm şerîatındaki değil Kur'ân-ı Kerim' deki neshi reddetmektedir. Usûl, s. 276.

[291] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 98-99.

[292] en-Nihâye, I, 104-109; Â^ıidi, Ihkâm, III, 103,

[293] Hudarî, Usûl, s. 276

[294] Âmidî, îhkâm, III, 103.

[295] Yûsuf, 35.

[296] Zerkâni, Menâhil, II, 77.

[297] Gazali, el-Mustasfâ. I, 71; Âmidi, Îhkâm. III, 103.

[298] Benzeri iddialar için bkz.  Menâhil, .II, 77-78. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 99.

[299] Hudarî, Usûl, s. 276. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 99-100.

[300] Âmidi, İhkâm, III. 106-125.

[301] Ebû Müslim'den  nakledilen  görüşlerde  bir  sarahat bulunmadığı gibi,  ondan bu konuda çeşitli fikirler de nakledilmektedir.  Ebû müslim   sadece  sem'an  neshin vukûu'nu  inkâr  ederdi,  diyenle­rin  yanında,  aynı  şerita içindeki neshi  kabuî  etmezdi diyenler de vardır. Bir üçüncü fikir onun Kur'ân'dakini reddettiği şeklin­dedir.  Bu  sağlam görülür.  Menâhii, Iî,  103; Hudari, Usul, 276.

[302] Menâhii, II, 103 v.d.

[303] Fussılet, 41-42.

[304] Menâhii, II,  103 v.d. Bakara suresinin 105 ve 106. âyetlerine atıf yapılır.

[305] M. Sadeddin  Evrin,  Kur'ân Bilgisi,  I,  27.

[306] M.  Sadeddin Evrin, a.g.e. 32.

[307] îbnu Hazm, el-lhkâm, s. 444-448.

[308] M. Zerkânî, MenâJıiluT-îrfân, II, 76 v.d.

[309] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 100-102.

[310] Carlo A. Nallino, islâm Hukuku, A. Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cild, XI, 545.

[311] İki örnek  için bkz.  Hallâf,  Usûl,   s.  337-369; Dr,  Mustafa Zeyd, en-Nesh., s.  19-20.

[312] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları:103.

[313] (Cî [Maddesi.

[314] Kânunun gerekçesi kastedilmektedir.

[315] Metnine.

[316] Hallâf, Usûl, s. 233  (tere, 345).

[317] A.   H.  Berki  Hukuk  Manüğı  ve  Tefsir,  s.   13,  95-97;  Topçuoflu, s. 190.

[318] a.g.e. 5. 5'teki dipnot.

[319] A. Himmet Berki, a.g.e. s. 109.

[320] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 103-105.

[321] Dr. Hamide Topçuoğlu, Hukuk Sosyolojisi Dersleri, I, 206, s. 594 v.d;

[322] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 105.

[323] Dr. Topçuoğlu, a.g.e., s. 206.

[324] Bunlar için ayrıca kaynak tesbitine lüzum görmüyoruz. Bir kaç gün önce   (23 Mayıs 1975)  İstanbul belediyesi adına konuşan bir yetkili,  eski kânunlarla,  hizmetleri karşılığı para alan belediyenin, bu paraların çok küçük miktarlar olması sebebiyle, milyon­larca   lira   açık   verdiğinden   radyoda   bahsetmiştir.   Ayrıca   ba­sında hergün bu nevi yazılara yer verilir. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 105-106.

[325] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 106.

[326] Bir  hukuk   sosyologu,   dogmatik  hukuk ilminin,  hukuk  sosyolo­jisine   muhtaç   olduğunu   belirtirken,   konuya   şöyle   temas   eder;

«Resmen mer'iyyette olan bir çok hukuk kâideleıinm niçin, ka­ğıtta kaldığını, en ağır cezalı bazı suçların neden takib edilme­diğini, kanunen suç sayılan bazı fiillerin meşru hareketler gibi hiç bir gizliliğe lüzum hissedilmeden nasıl tekrarlanabildiğim, yahut kanunî bir mecburiyet, bir müeyyide olmadığı halde fert­lerin behemehal bazı kaidelere göre hareket ettiklerini... izah edemeyen, yahut bunu tesadüfe atfeden bir hukukçu...», demsk ki kânunlarda, şu veya bu sosyolojik sebebe dayanan güçsüz­lük   ve  eksilik  halleri   olabilmektedir.   (Topçuoğlu,   s.   160).

[327] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 106-107.

[328] Kânunlara   meslek   teşekküllerinin,   entellektüel   zümrelerin,   çe­şitli kuruluşların karşı çıkışları kıyamlar, yürüyüşler, boykotlar.

[329] Dr.   Hamide   Topçuoğlu,   a.g.e.,   s.   160.

[330] A.  Hallâf,   Usûlu'l-Fıklı,  s.   264   (tere,   s.  367).

[331] a.g.e.,   s.   265   (tere.   368).

[332] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 107-109.

[333] Şâtıtai, el-Muvâfakât, II, 8-12; Hallâf, Usûl, s. 231  Cterc. 344).

[334] Maliki usulcüsü eş-Şâtıbî, usûl-i fıkhın bu konusuna, dört cilt­lik eserinin ikinci ciltlini tamamen tahsis eder. Burada   m a k â-sıt,      çeşitli  itibarlarla  bölümlere  ayrılır  ve   geniş   açıklamalar yapılır.

[335] İbnu'1-Esir, en-Nihâye, I, 419.

[336] Zavâbitu'I-maslaha^, s. 73.

[337] Ayet: 6.

[338] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 109-110.

[339] el-Hadid. 23.

[340] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 110-111.

[341] el-Bakara, 187.

[342] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 111-112.

[343] el-Enfâl, 65.

[344] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 112-113.

[345] el-Hâzimî, el-î'tibâr, s. 156 v.d.

[346] Nesei, Dahâyâ,  37,  nikâh,  66; Buhâri, hudûd,  31;  Müslim,  cilıâd, 49, edhi, 28, 29; Efoû Dâvûd, edâhî, 1; imâre, 19; Muvatta: dahâyâ, 7;   Ahmed b.   Hanbel,  Müsned:   I,  56,  VI,  51.

[347] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 113.

[348] Hâzimi,  î'tibâr,  s.  195.

[349] a.g.e., s. 232, 233.

[350] Hâzimi, a.g.e. s. 131 v.d.

[351] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 113-114.

[352] Menâhil, II, 78-90.

[353] Menâhil, II, 83 v.d.

[354] a.g.e., s. 83 v.d.

[355] Zavâbitu'I-maşlaha, s. 74.

[356] a.g.e., s. 74 (Konu ile ilgili geniş bilgi; tarafların delilleri ve ma-selenin, hukukun diğer dalları ile  irtibatı için eserin tamamın­da kıymetli bilgiler vardır. Ayrıca bkz.  s. 73-113.

[357] Dr. M. Zeyd, en-Nesh, s.  19-20; Menâhil, II, 70 v.d.

[358] Menâhil, II, 70 v.d.

[359] el-Hâzimi,  î'tibâr,  s.  32-34;  îbnu Hazm,  îhkâm,  486-471;  Âmidi, îfrkâm,  III.  126-128,  Sıddık Bahadır Han. Husul, 148 v.d.

[360] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 114-116.

[361] Şâtıbî,  el-Muvafakat,  III,  105 v.d.

[362] el-Hâzimi, el-î'tibâr, s. 28-34.

[363] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 116-117.

[364] Şâtıbî, Muvafakat, III, 102-103.

[365] a.g.e., III,  102-105.

[366] Şâtıbi, el-Muvâfakât, III, 103.

[367] Şâtıbî, ıa.g.e., III, 105.

[368] Meselâ bazıları için bkz.  Nesâ'i, talâk, 54. 75; Ahraed b. Hanbel, III, 407, V, 123; Müslim-. îmân,   199; Ebû Dâvûd: talâk, 42 vb.

[369] Muvafakat, III,   106.

[370] el-Fevzu'l-Kebir,  s. 21-22. Dehlevi'nin bu fikrini iki  ayrı açıdan kendilerine  destek  görenler için  bkz.  Dr. M.  Zeyd,  en-Nesh,  s. ve   Sadeddin   Evrin,   Kur'ân   Bilgisi,   s,   29.

[371] Şâfi'î,   er-Risâle,   madde:   359-420,   601-603,   655-736;   Şâtibî,   Mu­vafakat, III, 109-116.

[372] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 117-122.

[373] M.  Hamîdullah, İslâm Tedkiklerj Ens., Dergisi, C. 2,  cüz:  1, s. 2.

[374] Meselâ bkz., Pezdevl, Usûl, IH, 118, 154-182.

[375] M.   Hamîdullah,   a.g.   makale,   s.   3.

[376] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 122-124.

[377] Hudarî, usûl, s. 6.

[378] Dr. Mustafa Zeyd, en-Nesh, s. 55-110.

[379] Şâfiî, er-Risâle, s. 122; madde: 361.

[380] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 124-126.

[381] Gazali,  el-Mustasfâ,  I,  69; Sıddık  Han,  Husülu'l-me'mûl,  s.

[382] îbnu Hazm, el-Ihkâm, s. 438.

[383] Âmidî,   îhkâm,  III,   95-101;   Dr.   M.  Zeyd,  en-Nesh,   s.  55-110.

[384] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 126.

[385] Neshin mânâ ve şumûlü bölümünde bu konuda teferruatlı biigi .   vardır.   Ayrıca  bkz.,   İbnu   Hazm,   îhkm,   s.   444-448;   Şehristânî, el-Milel ve'n-nihâl, Âmidî, îhkâm, III, 103 v.d.; Sıddık Bahâdır Han, Husûlu'l-Me'mül, s. 147; Dr. M. Zeyd, en-Nesh, s. 19-57; Zerkânİ,  Menâhil,  II, 82, 83,  87 v.d,; Gazali, el-Mustasfâ, I, 72. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 127.

[386] Gazali,  Mustasfâ, I.  78;  Dr.  M. Zeyd,  en-Nesh,  s.   180-220

[387] Amidî, İhkâm, III, 105-106.; Sıddık Han, Husul, s. 147.

[388] Sıddık Han, Husul, s. 147.

[389] îbnu Hazm, İhkâm, T, 438; Âmidi, thkâm, 105 v.&; Husul, s. 147

[390] a.g.e., s. 450.

[391] a.g.e., s. 450; Husul, s.  14.

[392] Âmidî, İhkâm, III, 105-106.

[393] Sıddık Han, Husul, s. 147.

[394] Bkz. dördüncü bölüm,  (c) maddesi.

[395] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 127-128.

[396] Sıddık Han, Husul, s.  148.

[397] îbnu Hazm, îhkâm, s. 472-477.

[398] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 128-129.

[399] Bakara, 185.

[400] Nisa, 28.

[401] Husûlu'l-Me'mûl.s. 148.

[402] Krş., Husûlu'l-Me'mûl, s. 148.

[403] Âmidi, îhkâm, III, 126-129.

[404] îbnu Hazm,   îhkâm,   466-471;   Âmidî,   îhkâm,   III,   126-129;   Siddık Han, Husul,  s.   126-129.

[405] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 129-130.

[406] ibnu  Hazm, Îhkâm,  439.

[407] Sıddık Bahadır Han, Husul, s. 148.

[408] Aynı eser, s. 148.

[409] Âmidî, îhkâm, III, 131-133.

[410] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 131-132.

[411] Buhâri,   Ieyletu'I-kadr,   2,   3,;  i'tikâf,   1;  Müsİim,  sıyâm,  213,  218; Ebû Dâvûd, ramazan, 3; Nesâî, sehiv,  98; îbnu Mâce, siyam, 56; Muvatta', i'tikâf, 9; Ahmed b. Hanbel, III, 24, 495.

[412] îhkâm, 440.

[413] Husul,  148-149.

[414] Âmidî,   îhkâm,   III,   129-131.   Konunun  tamamı  için  ayrıca  bkz., Suyûtî,   İtkân,   II,   20-27. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 132-133.

[415] İbnu  Hazm,  îhkâm,   477-482;  Âmidi,  Ihkâm,   III,   133-136;   136-139; 139-145;   Sıddık  Han,   Husul.   s.   150-152.

[416] Dördüncü bölüm, Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 133.

[417] îbnu Hazm, îhkâm, 483-484; Husul, s. 152. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 134.

[418] Îbnu Hazm, thkârn, 448; Âmidî, îhkâm,    II,  147-7; Husû], s.  152. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 134.

[419] İbnu Hazm,  İhkâm,  s.  489.

[420] Siddik Han, Husul, s.  153.

[421] Âmidî,   îhkâm,  III,   148-149.

[422] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 134-136.

[423] Sıddık Han, Husul, s. 153-154. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 136.

[424] Sıddık Han, Husul, s.  154. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 136.

[425] Müstakillen ileride gelecek bir konudur.

[426] İbnu Hazm, înkâm, s. 444.

[427] Diğer farklarla birlikte bkz; Âmidi, îhkâm, III,  104-105.

[428] Konuyu  uzatmamak   için  zikretmediğim  meselelerden;   «ibâdet-lerdeki azalma, azalan şey açısından nesih midir?», «nesih emir­de  mi   yoksa  me'mûrun_ bihtemi   olur?*,   «vahy  zamanını   gör­meyenler ve nesh- gibi konular için bkz; îbnu Hazm, s. 443. 444, 485,  489;  Husul,   s.  156  v.d.

[429] İzmirli   İsmail   Hakkı,   tim-I   Hilaf  Dersleri,   s.   194-213.

[430] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 136-137.

[431] Konu ileride, «âyet ve hadisler arası nesh münâsebetleri» baş­lığıyla ^tekrar ele alınacaktır.

[432] Bkz., Şerlı-i Mevâkıf, bilhassa ikinci cild; Şerh-i Mekâsıd; Ten-kîhu'l-kelâm; Nakdu'l-kelâm, s. 205; îbnu Hümâm, Müsâyera ve şerhleri, s. 152 v.d.

[433] Meselâ,  Gazali,  el-Mustasfâ,  I,  69-83 ayrıca:  70

[434] A.   Bağdadi,   Usûlcu'd-din,   s.   23;   226-228.

[435] S. 14.

[436] S. 48.

[437] Bağdadî, a.g.e.   s. 50.

[438] Bağdadî,   a.g.e.   s.   196.

[439] s.;   îtkân,   II,   20-27;   Mebâhis,   S.   294-313.

[440] Bürhân,  II,  32;  Mebâhis,. s, 297,

[441] Mebâhis,   302,   303.

[442] en-Nesh,   s.   107-109;  Mebâhis,   s.   311-313.

[443] Mebâhis,   s.   312.

[444] Dr. M. Zeyd, en-Nesh fi'1-Kur'âni'l-Kerim, s. 338-34.

[445] İbnu Hazm hakkında ileri sürülen bu iddia için bkz., Dr. Mus­tafa Zeyd, a.g.e. s. 347-349.

[446] Aynı eser, s. 363 ve diğerleri, 341-395.

[447] Aynı eser, s. 411-380.

[448] Aynı  eser,   s.   480-503.

[449] Aynı eser, s. 503-584.

[450] Aynı eser,  s. 584-628

[451] Aynı eser, s, 778-804.

[452] Aynı eser, s. 628-776.

[453] Aynı eser.s. 805-838.

[454] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 138-141.

[455] Kâtip Çelebi, Keşf., II, 1920; Suyûti, Tedrîb, 382; Kettânî, er-Rî-sâle, 88; el-Hüli, Miftâh, s. 156-157; Subhi Salih, Ulûm, s. 113 v.d. eserler.

[456] Şâfi'î, thtilâfu'l-hadis; Kettânî, a.g.e., s.  129-130.

[457] Hûli,  a.g\e.(  s.  157.

[458] îbnu Kuteybe, aynı adlı eseri

[459] îbnu Fûrek'in 'aynı  adlı  eseri,  Kettânî,  s.  130.

[460] Kettânî, s. 130.

[461] Tahâvfnin aynı adlı eseri.

[462] Hatîb,  el-Kifâye, s.  432; Suyûtî, Tedrib, s. 387.

[463] Hatîb,  el-Kifâye,   s.  433.

[464] Aynı eser.

[465] el-Hâzimî, İ'tibâr, s. 8, elli aded tercih kaidesi, 8-22.

[466] Kâtip   Çelebi,  Keşf.,   II,   1636;   Kettârii,   Risale,   130;   Subhi   Salih, Ulûmu'l-hadis.,   s.   111-112.

[467] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 141-144.

[468] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 145-146.

[469] İbn Hazm, Ihkâm, IV, 477; Âmidî, îhkâm, III, 133.

[470] Zerkeşî,   el-Bürhân,  II,  29-31.

[471] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 146-147.

[472] Zerkeşî,  Burhan,   II,  32;   Çantay,  II,  502.

[473] Ihkâm, s. 136-139.

[474] Âmidi, a.g.e., s. 136.

[475] Keskioğlu, s, 238.

[476] Âmidî, s. 136 v.d.

[477] er-Risâle, s. 108. «324». madde.

[478] er-Risâle, s. 110, «330». madde.

[479] Keskioğlu, a.g.e.

[480] Keskioğlu, a.g.e.

[481] Tahâvi, Müşkilu'I-âsâr, i, 199.

[482] Âmidî, îhkâm, dokuzuncu mesele, s. 136.

[483] el-Mumtehine, 10.

[484] îbnu Hazm, İhkâm, 483.

[485] Kurtubî, ,el-Câmi'   XVIII, 61-62.

[486] M.   Zeyd,  en-Nesh,   s.   613    CÎbnu'l-'Arabi,   Ahkâmu'I-Kur'ân'dan naklen, s. 1775).

[487] M. Zeyd, en-Nesh, s. 612-613.

[488] Bakara, 144.

[489] M. Zeyd,  en-Nesh fi'1-Kur'ân,  s. 628-630.

[490] Bakara, 187.

[491] el-î'tibâr,  135;  el-Burhân, II, 32  (Bakara,  185).

[492] Âmidi, thkâm, s. 137.

[493] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 147-154.

[494] Şafiî, İhtilâf., VII, 41, 42.

[495] er-Bisâle, s. 106, "14» md.

[496] Yunus, 15.

[497] er-Risâlfe, s. 107, md. 315-7.

[498] el-Bürhân., II, 32.

[499] îbn Hazm, îhkâm, s. 480.

[500] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 154-156.

[501] âyet: 15.

[502] Çantay, I,  122   (Ayrıca konu ile ilgili olarak bkz., el-Bûrhân, II, 32).

[503] Müslim, hudûd,  12-14; Buhâri; dördüncü sûrenin tefsiri, başlıkta; Ebû Dâvûd, hudûd, 23; Tirmizî, hudüd, 8; İbnu Mâce, hudud, 7; Dârimi: Hudûd, 19; Ahmed, III, 476.

[504] Âyet: 2.

[505] Âmidî, îhkâm. s. 140; İbnu Hazm, Îhkâm, s. 480.

[506] Müşkilu'1-âsâr, III, 1-10.

[507] Buhâri, vesâya, 6; Ebû    Dâvûd, vesâyâ. 6; büyü' 88; Tirmizi, ve-sâyâ,  5-,  Nesâî, vesâyâ, 5;  İbn Mâce,  vesâyâ-, 6; Dârimî,  vesâyâ, 28; Ahmed, IV, 186, 187, 283, 239.

[508] Mâide, 6.

[509] Müslim, tahâre, 29; Ahmed, II, 201, 471.

[510] îbnu Hazm, 481.

[511] Aynı eser.

[512] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 156-157.

[513] Nahl , 44.

[514] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 158.

[515] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 158.

[516] Aynı sûre, 101.

[517] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 158.

[518] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 158.

[519] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 159.

[520] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 159.

[521] Yûnus,  15.

[522] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 159.

[523] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 159.

[524] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 159-160.

[525] Âmidi, el-İhkâm, s. 140-142.

[526] Amidî, el-îhkâm, s. 144-145.

[527] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 160-163.

[528] Husûlü'l-me'mûl, s. 150-152.

[529] Îbnu Hazm, îhkâm, s. 177-482.

[530] el-Âmidî, îhkâm, III, 133-136. 274A   îbn Kuteybe, Te'vil, 195-196.

[531] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 163.

[532] Îbnu Hacer, Fethu'1-Bâri, I, 242; II, 46, 302; III, 485, Kirmanı, Bu-hâıl Şerhi, VI,  83;  'Avnu'l-Ma'bûd, II, 83; IV, 357.

[533] Nisa, 63.

[534] A'râf, 3.

[535] Îbnu Hazm, el-İhkâra, 458.

[536] Kirmanı, Buhârî   Şerhi, VI, 83.

[537] Şâtibî, Muvafakat, III, 64.

[538] Cemâleddin el-Kâsimî,  Kavâ'idu't-tahdis,  s.  95.

[539] Şâtibî, Muvafakat, a.g. yerler.

[540] Gazâlî, Mustasfâ, I, 83.

[541] Sıddık Han, Husul, s. 156,

[542] İhkâm,  459-461.

[543] İhkâm, s. 461; M. Zeyd, en-nesh, s. 208.

[544] îbn Salâh, Mukaddime, s.  250-51; Tedrîb, s. 382-384; el-î'tibâr, s. 7-8; Kudari, Usûl, s, 298; el-Ecvîbetu'1-fadıla, s. 190-191. Geçersiz yollar için bkz. Mustasfâ,  I, 83; Hudari, s. 298.

[545] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 164-169.

[546] Kabir ziyareti  (misâl: 121/3); Kurban etleri  (misâl.- 148/1); İç­ki kapları   (misâl; 151/4). Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 169-170.

[547] el-î'timâr, s, 7; Menâhil, II, 106; Husul, s. 156.

[548] İtmu Hazm, el-îhkâm,  s.  458,  459.

[549] el-Ecvibetu'1-fadıla, s. 191, 192.

[550] Ateşte pişen yiyecekler   (misâl:  16/6); Cenazeye kıyam   Cmisâl: 122/4); Cenaze için  oturma   »misâl:   123 Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 170-171.

[551] îksâl (misâl: 10/103); Hacamat (misâl: 90/1); Dibâgât Cmi-Sâl:  117/12). Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 171-172.

[552] Mut'a (misâl: 130/12); Ehli eşek eti (misâl: 149/2); Kapların kı­rılması   (misâl: 151/3).

[553] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 172.

[554] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 175-176.

[555] Ebû  Dâvûd,  tahâre,  34;  Tirmizî,  tahâre,  49;  Nesâî,  miy&h,  i, 2; îbnu Mâce, tahâre, 76; Ahmet, I, 235. ,284, 308; m, 16, 31, 86; IV, 172, 330.

[556] Ebû Dâvûd,  tahâre,  33;  Tirmizi,  tahâre,  89,  91,  93; Ebü Dâvûd, tahâre, 37; miyâh, 3; İbnu Mâce, tahâre, 75; Dârimi, vudû', 55.

[557] Buhârî, vudû 33; Müslim,  tahâre, 89, 91, 93; Ebû Dâvûd, tahâre, 37,   Tirmizi,   tahâre,   68;   Nesâi,   tahâre,   50-52;  miyâh,   7-8;   İbnu Mâce,  tahâre,  31; Darimî, vudû, 59; Ahmet, II, 245, 253, 265, 271 v.d.

[558] Buftâri, vudû,  68;  Müslim, tahâre, 94-96; Ebû Dâvud, tahâre, 36; Tirmizî,   tahâre,   51;   Nesâî,   tahâre,  45,   139;fusl,   i;   İbnu  Mâce, tahâre, 25; Dârimî, vudû1, 54; Ahmet, II, 259, 265, 288 v.d.

[559] İhtilâfu'l-hadis,  107;   (tamamı için 105-125).

[560] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 177-178.

[561] Ebû, Dâvûd, tahâre, 89; Tirmizî, tahâre, 87; Ahmet, VI, 146, 166, 17 v,d.

[562] Buhâri,   gusi,  27;  Müslim,   hayz,  21,  22;  Ebû  Dâvûd,  tahâre,  87, 88; Nesâi, tahâre,  162,  165; îbim Mâce, tahâre, 99; Muvatta', ta­hâre,   78;   Ahmet,  VI,  26,  85,   91,   102,   103,   119,   143,   191,   192,   200, 260, 279.

[563] Tahâvi   Şerhu   Me'âni'1-âsâr,   I,   127   (tamamı   için:   124-130.).

[564] îbnu Şahin, v. 146.

[565] Fethu'1-Bâri,   I,   335-337.

[566] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 178-179.

[567] Müslim, siyam, 75, 78, 80; Buhâri, savm, 22, 35; Ebû Dâvûd, Savm, 36; Nesâî, tahâre, 122, I; Mâce, siyam, 28; Dârimî, savm, 22; Mu­vatta' siyam, 9, 10, 11, 12; Ahmet, I, 211, 213 v.d.

[568] Ahmet, VI, 31, 36, 38, 68.

[569] el-t'tibâr, s. 138.

[570] Ayın eser, s. 138.   

[571] Feth, IV, 126.

[572] Ayın eser, s. 127 (tamamı: 123-128). Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 179-180.

[573] Ebû Dâvûd, tahâre, 127; cenâiz, 35.

[574] İbnu Şahin, v. 134 a.  (bu hadîs başka yerde bulunamadı).

[575] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 180.

[576] Nesâî, tahâre,  168; Müslim, hayz, 27; Tirmizi, tahâre, 107 v.d.

[577] İbnu Şahin, v. 148 b.

[578] Avnu'l-ma'bûd, I, 368-70.

[579] İbnu  Şahin,   v.   148  b.   Fethu'1-bâri,   I,   323-4;   Avnu'l-Ma'bûd,   I, 367-8. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 180-181.

[580] Buhâri, cum'a, 2, 3, 5,  6,  12, 26; ezan,  161; şehâdât,  18; Müslim, müsâfirin, 26, 27; cumu'a, i, 2, 4, 6, - 8; Ebû Dâvûd, tahâre, 127, 128; Tirmizî, cumu'a, 29; Nesâi, cumu'a, 7, 8, 11, 25; siyam, 81; îb­nu Mâce, ikâme, 78, 80, 83; Dârimi, salât, 190; Muvatta', cumu'a, 2, 4, 5,; Ahmet, I, 15, 46, 265 V.d.

[581] Ihtilafu'l-hadis,   isi;  Meâhi'I-âsâr,   115-120.

[582] îhtilâfu'l-hadis, s. 177 v.d.

[583] Şerhu   Meâni'1-âsâr,   I,   115-120;   Neylui-evtâr,   I,   272-278.

[584] îbnu Şahin, ilgili varaklar.

[585] îbnu Şhin, v. 132 b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 181-182.

[586] Ebû Dâvûd, cenâiz, 35; îbnu Mâce, cenâiz, 8; Tirenizi, cenâiz,  17; Ahmet, ir, 423, 280, 454, 472; IV, 246.

[587] Ahmet, I, 103, 130.

[588] îbnu Şahin, v. 133 b.

[589] îbnu Şahin, a.g. v.

[590] Neyi, I, 279.

[591] Ebû Dâvud, Sünen, III, 272-3 (3162 numaralı hadis).

[592] Neyi, I, 279. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 182-183.

[593] îbnu Şahin, v. 134 a ve devamı.

[594] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 183.

[595] Hazimi, s. 244.

[596] îbnu Mâce, edeb, 38; Ebû Dâvûd, hammâm, 3; Tirmizî, edeb, 43; Dârimî, istizan,  23; Ahmet, III,   132,   139,  173K 179,  267. Izârla gi­rilmesini   emreden  haberler   için  bkz,   Tirmizî,   edeb,   43;   Nesâi, gusl, 2; îbnu Mâce, edeb, 38; Ahmet, I, 20; II, 321, 339.

[597] en-Nihâye, IV, 17.

[598] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 183-184.

[599] Ebu Dâvûd, tahâre, 82, 83.

[600] Hazimi, s. 29.

[601] îhtilûfu'l-hadis VII, 88.

[602] Hazimî, s. 29; Buhâri, vudû, 34; gusl, 29; Müslim, lıayz, 86; Alımet b. Hanbel, I, 63, 64; II, s. 47.

[603] Diğer kaynaklarla birlikte ayrıca, îbn Şahin, v. 129 b 132 a

[604] Buhâri, gusl, 28 Müslim, hayz 87, 88; Ebû Dâvûd, tahâre, 83; Ne-sâi,  tahâre  128;  ibnu Mâce,  tahâre,  111; Dârimi,  vudû1,  75; Ah­met, n, 234, 393, 471, 520; VI, 47. 112.

[605] Hâzimi, s. 30; îbnu Şahin, v. 132 a.

[606] Nihâye, III, 477.

[607] a.g.e. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 184-185.

[608] Meâni'I-âsâr, I, 56; Kirmânî, IH, 152 v.d.

[609] a.g.e.

[610] İhtilâfü'l-hactis, VII, 89, 90.

[611] İbnu Şahin v. 129 b, 130 b, 13i a.

[612] îbnu Şahin, v. 132 a.

[613] Dehlevî, Terâcümi ebvâbi'l-Buhâri, 37, 39.

[614] Şâfi'i,  İhtilâfu'I-hadis  (el-Umm kenarı, VII)  s. 91 ve 94.

[615] Me'âni'1-âsâr, I, 53 v.d.

[616] Fethu'1-Bârî, I, 339.

[617] Nevevî, Müslim şerhi, IV, 36, aynı fikirler için bkz. Avnu'1-Ma'bûd, I, 363-368. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 185-187.

[618] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 187.

[619] Buhâri,  vudû,  II;  salât,  29-,  Ebû Dâvûd,  tahâre,  4;  Nesâî, tahre, 20 ayrıca bkz. Buhârî, vudû, 12; îbnu Mâce, tahâre, 18; Muvatta', kıble, 3, Tirmizî, tahâre, 6; Nes&i, tahâre,  19, Ahmet, V, 421.

[620] îbnu Şâliin, 138 b.

[621] Îbnu Şâliin, 139 a; el-Hâzimî, s. 34-39.

[622] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 187-188.

[623] İhtilâfu'l-hadis, VII, 269-272.

[624] Îbnu Şahin, v. 139 b; 140 a.

[625] Fethu'1-Bârî, I, 215.

[626] Umdetu'l-Kâri, I, 706 v.d.

[627] İbnu Şahin, v. 139 a.

[628] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 188-189.

[629] en-Nihâye,  II,  335   (Ayrıca  diğer kelime  için bkz.  III,  415).

[630] Buhârî vudû, 60-62; mezâlim, 28; Müslim, tahâre, 73, 74; müsâfi-rin,   187-,  Ebû Dâvûd,  tahâre,   12;  Tirmizî,  tahâre,  9;   Nesâi, ta­hâre,  16, 23; İbnu Mâce, tahâre,  13;  Dârimî, vudû, 9; Ahmet, I, 284; IV, 246; V, 382, 394, 402.

[631] İbnu Şahin, 138 a. b.

[632] Feth, I, 234.

[633] Avmı'l-Mâ'bûd, î, 45.

[634] Feth, I, ,45; Avn., I, 284.

[635] İbnu Şahin, 38 a.

[636] İbnu Şahin, 38 a.

[637] İbnu Şahin, 38 a. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 189-190.

[638] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 191.

[639] Ebû  Dâvûd,   tahâre,   70;   Tirmizî,   tahâre,   62;   Nesaî,   tahâre,   118, ayrıca bkz. Ahmet, IV, 22, 23.

[640] îbnu Şahin, v.  141 b; el-Nâzimi,  el-1'tibâr,  s. 40.

[641] el-Hâzimî,   a.g.e.

[642] Buhâri, ilim, 52;  salât, 9;  hacc,  21; Ebû Dâvûd,  tahâre,  69; Tir-mizi,  tahâre,  61;  Nesâi,  tahâre; gusl,  30; îbnu Mâce, tahâre,  63; Dârimi vudû', 50; Muvatta', tahâre, 60, 61; Ahmet, II, 223; V, 194; VI, 406-407. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 191-192.

[643] İbnu Şahin, v. 144 a - 146 b.

[644] Meânil-âsâr, I, 71-79.

[645] a.g.e.

[646] İbnu Şahin, v. 14i b; 143 b.

[647] el-Hâzimî, a.g.e.

[648] el-Hâzimî, a.g.e.

[649] Avnu'l-Ma'bud, I, 310-314. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 192-193.

[650] Bu nevi hadisler için bkz. Euhâri, vudû\ 54; Ebû Dâvûd, tahâre, 65, 112; Tirraizi, tahâre, 44, 45; Nesâî, tahâre, 100; İbnu Mâce, ta­hâre 72; Dârimi, vudû' 3, 46; Muvatta', tahâre, 23; Ahmed, III, 132, 154, 260; V, 351.

[651] Meâni'1-âsâr, I, 41-43.; İbnu Şahin,  v.  139 b,  140 a; Ebû Dâvûd, I, 290 (170 numaralı hadis).

[652] Meâni'I-âsâr,   I,   41-43.

[653] ibnu  Mâce,  tahâre,   72; İbnu  Şahin,  v.   139 b.  v.d.

[654] îbnu Şahin, v. 139 b, 140 a.

[655] Aynı eser.

[656] Avmı'l-Ma'bûd, I, 291 v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 194-195.

[657] Hâzimî, İ'tibâr, 61-62; İbnu ŞâMn, 145 b Meshi haber veren di­ğer haberler için bkz. Ebû Dâvûd, salât, 22; Ahmed, I, 159.

[658] el-Hâzimî, a.g.e.

[659] İhtilâfu'l-hadis, VII, 203 v.d.

[660] Fethu'I-Bârî, I, 232.

[661] îbnu Şahin, v, 145 b, 146 a.

[662] Aynı eser.

[663] Aynı eser.

[664] Aynı eser.

[665] Aynı eser.

[666] el-Hâzimî, s. 61-62. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 195-196.

[667] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 196-197.

[668] Müslim, hayz, 90; Ebü Dâvûd, tahâre, 75; Nesâi, tahâre, 12; îbn. Mâce, tahâre, 65, Ahmet b. Hanbel, II, 265, 271, 427, 458, 470, 479, 503, 529; IV,  30, 397, 413; V, 148,  188,  190,  192; VI, 89, 306, 326, 328, 426, 427.

[669] eî-t'tibâr, s. 47.

[670] Ebû Dâvûd, tahâre, 74; Tirmizî, tahâre, 59, 62; Nesâî, tahâre, 122 Ayrıca bkz. Buharı, et'ime, 53; Müslim, tahâre, 74, hayz, 90; Tir­mizî, tahâre, 85, et'ime, 41; Nesâî, tahâre, 121; İbnu Mâce, tahâre. 65; Dârimî,  vudû,  51; Ahmet b.  Hanbel,  I,  264,  273; III,  375; V, 189; VI, 319.

[671] Buharı, vudû', 50; Müslim, hayz, 91; Ebû Dâvûd, tahâre, 74; Mu-vatta', tahâre, 19; Ahmet b. Hanbel, I, 267, 281, 366; II, 389.

[672] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 197-198.

[673] îbnu Hacer, Fethu'1-Bari, I, 270; Kirmanı, III, 58.

[674] el-1'tibâr, s. 49.

[675] îbnu Şâhin,v. 137 b.

[676] îbnu Şahin, v. 137 a.

[677] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 198-199.

[678] Tahâvi, Meâni'1-âsâr, I, 69.

[679] İbnu Şahin, v. 317 b.

[680] el-Hâzimî,  el-İ'tîbâr,  s.  52, aynı  fikirler için  bkz.  Kirmanı,  Bu-hâri şerhi.  III,   58;   İbnu  Hacer,  Fetlı,  I.   270;   Avnu'l-Ma'bûd,  I, 316-320, Neylu'l-evtâr, I, 228.

[681] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 199-200.

[682] îbnu Şahin, v. 149 a.

[683] Ahmet b. Hanbel, s. 44, 48.

[684] Tirmizî, tahâre, 40 (Ahvezi, I, 174-179).

[685] îbnu Şahin, v. 149 b.

[686] İbnu Şahin, v. 149 a-b,- Ahvezî, I, 174-179.

[687] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 200-201.

[688] İmam Şâfi'I, İhtilâfu'1-hadis, s. 94-98.

[689] Tirmizi,  tahâre,   10;  İbnu  Mâce,  tahâre,  90.  Ayrıca bkz. Buhâri. temenni 7; Dârimî, siyer, 18; Ebû Dâvûd, tahâre, 121; Tirmizi, ta­hâre,  110;  Nesâî, tahâre,  146; Alımed, IV, 264,  320, 321.

[690] el-Hâzimî, s. 58-61.

[691] el-Hâzimi, aynı sayfalar.

[692] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 201-202.

[693] İbnu Şahin, v. 147 a.

[694] Ebû Dâvûd, tahâre, 124, Ahmed, IV, 203.

[695] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 202-203.

[696] fbnu Şahin, v. 140 a.

[697] Buhârî, vudû', 52; eşribe, 12; Müslim, hayz, 95; Tirmizi, tahâre, 66; Nesâî, tahâre, 124; îbnü Mâce, tahâre, 68; Ahmed, I, 223, 227, 329, 337, 373.

[698] İbnu Mâce, tahâre, 68.

[699] v. 140 a, v. d.

[700] îbnu Mâce, tahâre, 67; Buhâri, tıbb, 57.

[701] Ahvezi, I, 296-297. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 203-204.

[702] Ebû Dâvûd,  salât,  24; Tirniizi,  salât,  119; İbn Mâce,  mesâcid, 4; dârimî, salât, 111; Ahmed, III, 83, 96.

[703] Aynı kaynaklar.

[704] Kelimeler için bkz. en-Nihâye, I, 267; I, 245; I, 301. '

[705] Hadisler için bk. Tirmizî, mevâkît, 141; tb. Mâce, mesâcid, 4.

[706] Avnu'l-Mabûd, II, 154-161. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 205-206.

[707] Şafiî, îhülâfu'l-hadis, s. 166-177; Avnu'l-Ma'bûd, II, 273.

[708] Buhâri, cumua, 13; Müslim, salât, 136; Ebû Dâvûd, salât, 52; Dâri-mî, salât, 57; Muvatta', kıble, 12; Ahmed, II, 16, 151, 438, 475. 52ft V, 192, 193 V.d.

[709] Şafii, İhtilâf, a.g. sayfalar.

[710] Buhâri, ezan,  163; Müslim, salât,   144;  Ebû Dâvûd, salât, 53; Tir-mizî, cumua, 36; Muvatta, kıble, 15; Ahmed, VI, 91.

[711] el-Esrem, v. 12 a v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 206-207.

[712] en-Nihye, ÎV, 319.

[713] en-Nihye, ÎV, 319.

[714] Ebû Dâvûd, salât, 86; tahâre, 132; Ahmed, VI, 101.

[715] en-Nihâye, II, 480.

[716] Müslim, salât, 274; Ebû Dâvûd, tahâre, 133; îbn Mâce, tahâre, 131, Ahmed, VI, 204.

[717] Avnu'l-Ma'bûd, II, 28-30; el-Esrem, V. nb-12a. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 207.

[718] Buhâri, mevâkit, 37; Müslim, mesâcid, 309, 314, 315; Ebü Dâvûd, salât, 11; Tirmizi, salât, 161, 17; Nesâî, mevâkit, 52-54; îbn Mâce, salât,  10; Dârimî, salât, 26; Muvatta', salât, 25; sefer, 77; Ahmed, 100, 243, 267, 269, 282; V, 22.

[719] 149. dipnottaki kaynaklar.

[720] el-Esrem, v. 3 a,

[721] Meselâ; Avnu'l-Ma'bûd, II, 103 vd. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 207-208.

[722] Müslim, cenâiz, 103; Ebû Dâvûd, nikâh, iftitâh, 76 v. d.

[723] Ebû Davut, salât, 88; nesâî, kıble, 25 v. d.

[724] el-Esrem, ag. v.

[725] el-Esrem, ag. v. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 208-209.

[726] Buhâri, ezan, İli, 113; de'avât, 4; Müslim, salât, 72; Ebû Dâvûd, salât,  168;    Tirmizi, salât, 70, 71; Nesâî, iftitâh, 33;    îbnu Mâce, ikâme,   14;  Dârimi,  salât, 38,  39;  Muvatta', nida,  44;     Ahmed b. Hanbel,  II,   238,  459.

[727] Benzerleri için, Buhâri, fatiha tefsiri, 2; ezan, 113; Müslim, salât. 26, 87; Ebû Dâvûd, salât, 128, 178; Nesâî, ikâme, 38; tatbik, 23, 101; sehiv, 440, iftitâh, 4, 33-36; tbnu Mâce, ikâme, 13, 14; Dârimi, sa­lât, 38, 71; Muvatta', nida, 45; Ahmed b. Hanbel, II, 233, 270, 376, 440, 450, 497; IV, 401, 405, 409.

[728] Fethu'1-Bâri,, II, 217-221.

[729] El-Esrem, v. 15 a ve devamı. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 209.

[730] el-î'tibâr, 79.

[731] Ş. Me'âni'1-âsâr, I, 199-205

[732] Hâzimî, İ'tibâr, 79-83. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 210-211.

[733] el-Esrem, v. I8b-l9b.

[734] Ş. Me'ânil-âsâr, I, 167-76. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 211.

[735] en-Nihâye, I, 152.

[736] îbnu  Şahin,   v.   166b.

[737] el-Esrem, v. I66b-168b; Tahâvî, Ş. Me'âni'1-âsar I, 408-413 Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 211-212.

[738] Buhârî; vudû, 75; de'avât, 5; Müslim, zifcr, 56; Ebû Dâvud, edeb, 98; Tirmizi, de'avât, 116. Benzerleri: Tirmizî, mevâkit, 194; Ahmed, VI, 121, 133; I, 220. Emir tarzında: Tirmizi, mevâkît, 94; Ebû Dâ-vûd, tetavvu', 4.

[739] el-Esrem, v. 7a v.d.  

[740] aynı eser.

[741] Avnu'I-Ma'bûd, IV, 128-42 Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 212.

[742] el-Esrem, "v. 7b-8a.

[743] îbnuMâce, salât, 12; Ahmed, I, 374

[744] Tirmizî, istizan, 31; Ahmed, I, 412, 444, 463.

[745] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 212-213.

[746] Esrem; v.7a; Avnu'l-Ma'bud, IV, 184-186 Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 213.

[747] Esrem, v. 6a. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 214.

[748] Buhârî, salât, 95; ezan, 14; Müslim, müsâfirin, 303; Nesâî, ezan, 38; Dârimî, salât, 145; Ahmed, III, 280.

[749] Bulıârî, ezan, 14; Ebû Dâvûd, tetavvu', İl; Nesâî, mevâkit, 38; îbnu Mâce, ikâme, 110; Dârimî, salât, 145; Ahmed, III. 129, 280, 282; V, 55, 131.

[750] Buhârî,  ezan,  14,  16;  Müslim, müsâfirin, 304; Ebû Dâvûd, tetav­vu'   11; Tircnizi,  salât,  145; Ahmed, IV, 4, 86; V, 54, 56, 57.

[751] Avnu'l-Ma'bûd, IV, 160-164. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 214-215.

[752] Esrem, v. 4a; Fethu'1-Bâri, II, 246-7. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 215.

[753] Şâfi'i, İhtilâfu'l-hadis, 218-221; Ş. Meâni'1-âsâr, I, 306-309. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 215.

[754] el-Hâzimî,   s.   77  v.d.

[755] Ş.Meâni'1-âşâr, I, 254-56,

[756] Tirmizî, salât, 84; Nesâî, tatbik, 38, 93; Dârimî, salat, s, 74: Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 215-216.

[757] Tirmizi, salât, 84; Nesâi, tatbik, 38, 93; Dârimî, salât, s. 74. Btıhârî, cenâiz, 4, 55, 61, 65; menâkıbu'l-Ensâr, 38; Müslim, cenâiz, 63-65, 69, 70, 72; Ebû, Dâvûd, salât, 245; cenâiz, 53, 54, 58, 215; Tirmizî, cenâiz, 37, 62; Nesâi, cenâiz, 43, 71, 72, 76, 94; îbnu Mâce, cenâiz, 53, 32, 33; Muvatta, cenâiz, 14, 15; Ahm©d, II, 230, 281, v.d.

[758] Müslim,  cenâiz,  72;  Ebû Dâvüd,  cenâiz,  54; Tirmizî,  cenâiz,  37; Nesâî, cenâiz 76-, İbnu Mâce, cenâiz, 25; Ahmed, IV, 367 v.d,

[759] Tirmizî, cümu'a, 34; İbnu Mâce, ikâme, 156; Muvatta, ideyn 9; Ah­med, I, 73.

[760] Ş. Me'ânil-asâr, I, 493-501.

[761] İ'tibâr, s. 125.

[762] el-î'tibâr, s. 125-126.

[763] Aynı eser. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 216-217.

[764] îbnu Şahin, v. 155a-156b.

[765] Aynı eser.

[766] Fethu'1-Bâri, II, 62-66.

[767] Aynı eser. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 217-218.

[768] el-Hazimî, el-İ'tibâr, s. 66 v.d.

[769] Tirmizi, salât, 32; İbnu Mâce, ezan, 3; Ahmed, IV, 169.

[770] îbnu Şahin, v. 152b ve devamı.

[771] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 218-219.

[772] Avnu'l-Ma'bûd, II, 207-208.

[773] Bkz., îbn Fadlân Seyahatnamesi, s. 48 (terceme).

[774] Buharı, ezan, 1-3; enbiyâ, 50; Müslim, salât, 2, 3, 5; Ebû Dâvûd, salât, 29;  Tirmizî, salât,  27; Nesâi,  ezan,  2;  îbnu Mâce, ,ezan, 6; Dârimî, salât, 6; Ahmed, III, 103, 189.

[775] el-İ'tibâr, s. 70 v.d.

[776] el-î'tibâr, s. 70 v.d.

[777] îbnu Şahin, v. 157 a-b.

[778] Fethu'1-Bâri, II, 67-69.

[779] Feth., II, 67-69.

[780] Ş. Me'âni'1-âsâr, I, 130-132. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 219-220.

[781] Müslim, salât,  21, 25, 26; Ebu Dâvûd, 115; Tirmizî, salât, 76,  110; Nesâî, sehiv, 2; îbnu (Mâce, ikâme, 15, 72; Dârimî, Salât, .92; Ah­med, II, 8; V, 423.

[782] Nesâî, tatbik, 97.

[783] Ş.Meâni'1-âsâr, I,  195-197. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 220.

[784] Ş. Me'âni'1-âsâr, I, 336-338.

[785] Müslim, cumua, 67-69; Ebû Dâvûd, salât, 237; Tirmizî, cumua, 24; Nesâî, cumua, 42; îbnu Mâce, ikâme, 95; Ahmed, II, 249, 442, 499 v.d.

[786] Müslim, cumua, 72; müsâfirin,  105; Buhâri, cumua, 39; teheccud, 25, 29; Tirmizî, cumua, 24; Nesâî, imame, 64; cumua, 43, 44; îbnu Mâce, ikâme, 95; Dârimî, salât, 144,  146, 207; Muvatta', sefer, 69; Ahmed, II, 6, 11, 17, 35, 63, 75, 77. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 220-221.

[787] el-Esrem, v. 5a v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 221.

[788] Aynı eser, v. 5b ve d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 221-222.

[789] el-Esrem, v. 5b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 222.

[790] el-Hâzimî, el-1'tibâr, s. 119 v.d.

[791] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 222-223.

[792] el-Esrem, v. 3a-b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 223.

[793] en-Nihâye, II, 12.

[794] Müslim, salât, 38, 141; Ebû Dâvûd, salât, 132; tetavvu', 13; Tirmizî, salât,  116,  166, birinci sûrenin tefsiri,  1;  Nesâi, iftitâh,  23;  îbnu Mâce, ikâme, 1, 172; Muvaata', nida, 39; Ahmed, II, 204, 215, 241, 250, 290. 457, 468, 487; III, 43; IV, 167; VI, 142, 275.

[795] A'râf, 204.

[796] Ebû Dâvûd, salât, 133; Tirmizî, salât, 116; Nesâi, iftitâh, 28; Muvat-ta\ nida, 44; Ahmed, II, 240, 302; V, 345.

[797] el-Hâzimî, î'tibâr, s. 98 v.d. 22

[798] Hâzimi, el-î'tibâr, s. 100 v.d.

[799] Ş.Me'nnî'1-âsar, I, 215-220; Ayrıca bkz., Feth, II, 195-202.

[800] Hanefî âlimi Bağdadlı Merhum Eînced Zehâvi'nin bu fikirde ol­duğunu, Konya Yüksek îslâm Enstitüsü Tefsir öğretmeni Dr. Hü­seyin Küçükkalay nakleder. Konu ile ilgili geniş bir araştırma için bkz.   Tirmizi,  el-Câmiu's-Sahih,   nşr.   Ahmed  Muhammed  Şâkir, î, 124-128.

Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 223-225.

[801] Nesâî, imame, 9; Tirmizî, salât, 147; Buhârî, ezan, 50; Ahmed, III, 438. îzinle, Ebû Dâvûd, tahâre, 43; Tirmizi, salât, 148; Ahmed, V, 250, 260.

[802] Aynı hadisler.

[803] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 225-226.

[804] I'tibâr, s. 106-108.

[805] Müslim, müsâfirîn,  181, 184, 185; zühd, 74; Ahmed, I. 249, 283, 347, 354, 365, 369; Ebû Dâvnld, salât, 69, 81.

[806] Ş. Me'âni'1-âsâr, I, 306-309; el-Esrem, v. 4a; Fethu'1-Eâri, ÎI, 160-161. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 226-227.

[807] îtibâr, s. 105 v.d.    

[808] Aynı eser.

[809] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 227-228.

[810] İbnu Mâce,  ikâme,  47;   Ebû Dâvûd,  salât,  85;   Ahmed,  IV,   145, 154: 156.

[811] ibnu Şahin, v. 162b.

[812] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 228.

[813] Şafii, Ihtilafu'l-hadis, s. 61; Ş. Me'âni'1-âsâr, I, 261-266.

[814] Aynı eserler. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 228-229.

[815] Buhâri, salât, 18; ezan, 51, 74, 82, 128; taksîr-i salât, 17; sehiv, 9; merdâ, 12; Muslini; salât, 77, 82, 86, 89; Ebû Dâvûd, salât, 68; Tir-mizî,  salât,  150; Nesâi-,  eimme,   16,  38,  40;  iftitâh,  30; tatbik, 22; îbnu Mâce, ikâme,  13, 144; Darimi, salât, 44, 71; Muvatta', nida, 56;  cemâ'a,   16,  17;  Ahmed,  II,  230,  314,  341,  378,  411, 420,  438, 440, 459, 467,  475;  III,   110,  154,   162,   200,   217,   300,  334;  IV,  401,  405;  VI,

v     51,  68,   148,   194.

Son  cümle  bulunmayan bir  rivayet.   (Enes b.  Malik'ten),  bkz., Ebu'I-Hasen ed-Deylemt, Slret-i İbn Hafif, Ank,  1955, s.  211.

[816] el-Hâzimî, el-İ'tibâr, 108 v.d.

[817] İbnû Mâce, ikâme,  142; Ahmed, VI, 224; Buhârî, vudû, 45; ezan, 39, 68; hibe, 14; hums, 4; meğâzî, 83; tıbb, 22; Müslim, müsâfirm, 117; Nesâî, imame, 40; İbım Mâce, cenâiz, 64; Ahmed, VI, 45, 117.

[818] İ'tibâr,   108 v.d.

[819] Avmı'l-Ma'bûd,   II,  310-312.

[820] Fethu'1-Bârî,  II,   144-152.

[821] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 229-231.

[822] Buhâri, cihâd,  98;  meğâzî,  29; Müslim,  mesâcid,  202-206; Tirmizî, Bakara tefsiri, 31;  Nesâî;  salât,  14; İbnu Mâce, salât,  6; Ahmed, I,  79,  81,  113,  122,   126,   135,   137,   146,   150,   152,   404,   456.

[823] Esrem, v. 17 a-b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 231.

[824] Nesâî,   raevâkit,   36;   Müslim,   müsâfirin,   299;   Dârimî,   salât,   143; Ahmed, VI, 96.

[825] İbnu Şahin, v. 185 b.

[826] Ebû Dâvûd, tetavvu',  10;  Ahmed,  I,  124,  144.

[827] Aynı eser.

[828] Ş. Me'âni'1-asâr, I, 300-306.

[829] İbnu Şahin, v. 180 a-b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 231-232.

[830] Buhâri,  ferâiz,  4,   15;   zekât,   18;  Müslim,  ferâiz,   14;  Ebû Dâvûd, vesâyâ, 17; Nesâî, cenâiz, 67; İbnu Mâce, sadakat, 13; Ahmed, II, 70. Ayrıca, Ahmed, Nesâî, cenâiz, 67; îbnu Mâce, sadakat, 13; Ah­med,  II, 70. Ayrıca, Ahmed, III, 260; II, 381, 290, 399, 452.

[831] Buhârî, havale, 3, kefâle, 3; Ebû Dâvûd, büyü' 9; cenâiz, 67; Ah­med, II, 290, 318, 335, 380, 399, 453, 464, 527; III, 330; V, 297, 302, 304, 311;

[832] el-î'tibar, s.  129.

[833] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 232-233.

[834] İbnu  Şahin,  v.   180 b-181  a.

[835] îbnu Şahin, v.  181 a.

[836] Ebû Dâvûd, cenâiz, 47.

[837] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 233.

[838] Buhâri, salât, 85; istizan, 44; Müslim, libâs, 75; Tirmizi, edeb,  19; Mesâi, sâcid, 28; Dârimî, istizan, 27; Muvatta', sefer, 87; Ahmed, IV, 39, 40.

[839] Müslim, libâs, 72; Ebû Dâvûd, edeb, 31; Ahmed, III, 349.

[840] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 233-234.

[841] el-î'tibâr, s. 62 v.d.

[842] Müslim; mesâcid, 15; Ebû Dâvûd; sâlat, 200; Muvatta', kıble; Ah­med:   I,   295,   304,   322,   357;   III,   284.

[843] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 234.

[844] el-Esrem,  v.  15 b-16 a. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 235.

[845] İbnu Şahin, v.  165 a  (Tirmizi, salat, 24).

[846] Öğle ile ikindi,  Tirmizî, salât, 24; cumu'a, 42; Buhâri; taksir,  13, 15,   17;   hacc,   89;   Müslim,   müsâfirin,   46-49,   51,   53,   57;  fedâil,   10; Ebû Dâvûd; menâsik, 59;  Nesâi, mevâkit, 42, 45, 47; îbnu mâce. ikme, 74; Dârimî; salât, 182; Muvatta' sefer, i, 2, 5, 6; Ahmed. II, 129.  Akşam ile yatsı, Buhâri,  taksir-i  salât,   14,  16;  mevâkit,  18; hacc,   93,   96-99;   umre,   20;   cihâd,   136;   Müslim,   müsâfirin,   42-45, 48, 50,  3,  4, Ahmed,  II, 4, 7,  8,  34,  51,  56,  77,  80,   106,   125,   150,   152; 157.

[847] Ş.   Me'âni'1-âsâr,   I,   160-167.

[848] Aynı  eser. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 235-236.

[849] Meselâ İmâm-ı  A'zam  bu fikirdedir. Aynı eser,  I, 321-327.

[850] Esrem, v.  16 b.

[851] Esrem, v. 16 b v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 236.

[852] Esrem, v.   15 b.

[853] Ş. Me'âni'1-âsâr, I, 415-428. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 236-237.

[854] Esrem, v. 16 b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 237.

[855] ÎMüâfu'l-hadis, VII, 67, 211.

[856] Buhârî,  cihâd, 98; meğâzi, 29; Müslim, mesâcid, 202-206; Tirmizi, ikinci sûrenin tefsiri, 31; Nesâî, salât,  14; İbnu Mâce, salât, Ah-med, I, 79, 81, 113,  122, 126,  135,  137,  146,  150,   152, 404, 456.

[857] Bıüıâri;   salâtu'1-havf,   1,  2,  3;  meğâzi,  31;  ikinci  sûrenin  tefsiri, 44;  Müslim,  müsâfirin,  305-307, 309,  310,  312;  Ebû Dâvûd,  sefer, 12-15,  17-19; Tirmizî, cumu'a, 46; Nesâî; imame, 41; taksir, 1; sa­lât-i havf,  1-3; sefer, 4, 7; Ahmed, I, 232 v.d.

[858] el-Esrem,  v. 3a v.d.; î'tibâr,  s.   117 v.d.

[859] Şafi'i,   İhtilâf,   VII,   221;   Ş.   Me'ani'1-âsâr,   I,   309-320. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 237-239.

[860] Ebû Dâvûd, menâsik, 92; Nesâî, kıble, 6; Buhârî,  zekât, 55; Ah­med, I, 212, 360; Müslim, hacc, 396,  ayrıca,  Ahmed, V, 206; VI, 12, 14.

[861] Buhârî,  teheccüd,  25;  Ahmed, VI,   13.

[862] İbnu Şahin, v.  169 b.

[863] Ş.   Meâni'1-âsâr,  I,  389-393. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 239.

[864] Nesâî,  sehiv,   11;  I,  275,   306.

[865] Ebû Dâvüd, cihâd,   16.

[866] Avnu'l-Ma'bûd, III,  184-186.

[867] Aynı eser. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 240.

[868] îhtiiâfu'l-hadis,   s.   274-285. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 241.

[869] Ebû Dâvûd, salât, 170.

[870] îbmı Şahin, v. 159 b-160 a.

[871] Aynı eser.

[872] Ş.   Me'âni'I-âsâr,   I,   453-458. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 241-242.

[873] Ebû Dâvûd;  salât,  109; Ahmed, IV,  64; V, 377.

[874] Ebû Dâvûd;  salât,  109; Ahmed, IV,  64; V, 377.

[875] Müslim; salât, 265, 266, 270; Ebû Dâvûd, salât, 109; Nesâî, kıble, 7; İbnu Mâce; ikâme, 38;  Ahmed, I, 247, 347; II, 425; IV, 86,  164; V, 58, 149, 15 v.d.

[876]  ibâr, s. 76 v.d.

[877] îbnu Şahin,  163 b.

[878] Aynı  eser, II, 399. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 242-244.

[879] Tevbe, 84.  

[880] Buhârî, cenâiz, 23; dokuzuncu sûrenin tefsiri, 13; libâs, 8; Nesâî, cenaîz, 40; Ahmed, II, 18; Müslim, münâfikîn, 4; fedâilu's-sahâbe, 25; Ebû Dâvûd, cenâiz, 1; Tirmizi, dokuzuncu sûrenin tefsiri, 13; Îbnu cenâiz, 31.

[881] İbnu Şahin, v.  179 b~180 a. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 244.

[882] Ebû Dâvûd, ceııâiz, 50; Nesâî cenâiz, 70; îbnu Mâce,   Cenâiz,  29;

[883] Ebû Dâvûd, cenâiz, 50; Nesâi cenâiz, 70; îbnu Mâce, cenâiz, 31. Ahmed, II, 444, 4555, 505.

[884] Ş.  Me'ftni'1-âsâr, I,  492; İbnu Şahin,  178 b.

[885] Ş. Me'âni'1-âsâr, I, 293 b.

[886] Aynı eser; İbnu Şahin, v. 178 b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 244-245.

[887] Ş.   Me'âni'1-âsar,  I, 492-493.

[888] Ahmed,   II,   443.

[889] ihtilâfu'I-hadis, s. 226;  Ş. Meâni'I âsâr, I, 327-332. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 245-246.

[890] ihtilâfu'I-hadis, s. 226;  Ş. Meâni'I âsâr, I, 327-332. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 246.

[891] el-Esrem,   v,   6 b;   Ş.   Me'âni'I-âsâr,   I,   296-300. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları:246.

[892] Ebû Dâvûd, salât, 8; İbnu Mâce, salât,  12; Tirmizi, salât, 3; Ne-sâi, mevâkît, 27; Dârlmî, salât, 21; Ahmed, III, 465; IV, 140; V, 429.

[893] Muvatta, salât, 3; Tirmizî, mevâkit, 27; Dârimi, salât, 21; Ahmed, V, 429.

[894] Serahsi, Mebsût, I,  141.

[895] Ş.   Me'âni'I-âsâr,   I,   176-184.

[896] Muvatta: salât, 3; Tirmizî, salât, 1; Nesâî, mevâkît, 6,  15, 17, 24; ezan,   12, el-Hâzimî,   s.   101-103.

[897] İhtilâfu'1-hadis,  207 v.d.

[898] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 246-247.

[899] el-Esrem,   v.   17   a.;   Ş.  Me'âni'I-âsâr,   I,   334-336. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 247.

[900] îbnu  Şahin,  v.   169 b.

[901] el-esrem,   v.   14 b v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 248.

[902] l'tibâr,  S.  77 ve  236.

[903] Hadisler için bkz. Nesâi,  ziynet,  110 kıble,  12; Buharı, libâs,  91; Nesâi, ziynet, Ahnıed, VI, 247. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 248-249.

[904] el-Mu'ceımı'l-müfehres,  II, 536   (Nakli  gerekli görülmeyecek ka­dar bol misâl).

[905] İbnu Şahin, v.  168 b v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 249.

[906] Buhârî, salât, 31; Müslim, mesâcid, 88, 89; Ebû Davûd, salât, 190, 191,   193; Nesâi, sehiv. 24, 25; îbmı Mâce, ikâme, 132, 133-, Muvat-ta, nida, 61, 62, 63; Ahmed b. Hanbel, I, 190, 193, 204, 205, 206, 379, 429,  438,  455;  III,  72,   83,  84,   87.

[907] el-ftibâr,   s.   115.

[908] Ş.   Me'âni'I-âsâr,   I,   438-443;   Avnu'l  Ma'bûd,  III,   358. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 249-250.

[909] EN-Nihâye   fi  ğaribi'I-hadîs,  III,   114.

[910] Müslim, sıyâm, 14, 24; mesâcid, 26, 28, 30; Ebû Dâvûd, salât, 116, 146; Nesâî tatbik,  I; Ahmed, I, 378, 414, 418, 426; II, 78, 81; IV, 422; V,   3.   tbn   Mes'ûd   ve   tatbik   için  bkz.   Te'lifu   muhtelifi 'I -ha-dis, s. 21.

Hadiste Na-sih-Mensûh   25]

[911] Buhâri,  ezan,  118;  Müslim,  mesâcid,  26,  28-31,   114;  Ebu Davud, salât    115,    116,   137,    144,    145,    155,    177,   181;   Tirmizi,   salat    78, 110;  Nesâî, iftitâh,  1,  11; tatbik,  7, 38, 99; sehv, 31, 35; îbnu Ma-ce, ikâme,   17,  19, 27; Dârimî, salât, 68, 70, 78; Ahmed, I, 287; IV, 119,   120,   316-319,   340;   V,   247.

[912] Ş.   Me'âni'I-âsâr,   I,   229-232. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 250-251.

[913] el-Esrem,   v.   6   a, Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 251-252.

[914] Buhârî,   ezan,   et'ime,   58;   Müslim,   mesâcid,   64-66;   Ebû   Dâvûd. et'ime,   10;  Tirmizî,  mevâkit,  145;  Nesâî,  imame,  51; İbnu Mâce, ikâme, 34; Dârimî, salât 58; Ahmed, II, 20, 102; 100, 110, 161, 231. 238,   249;   IV,   49,   54;   VI,   40,   51,   49,   291,   303, 314.

[915] Ebû  Dâvûd,   et'ime,   10.

[916] îbnu   Şahin,   v.   163 b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 252.

[917] Muvatta',   tahâre,   10.

[918] îbnu  Şahin,   v.   158 a.

[919] Ahmed  "b.   Hanbel,   I,   256.

[920] İbnu Şahin, v.  157 b-158 a. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 253.

[921] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 253.

[922] îhtüâfu'l-hadis,  s.  63 v.d.;  Ş.  Me'âni'1-âsar,  I,  277-296;  el-Esrem, Ebû bekr,  v.  8  a-b.

[923] el-Esrem,   a.g.e. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 253-254.

[924] el-Esrem,  v.  8 b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 254.

[925] Tahâvî,  Ş.  Meâni'1-âsâr, I,  277-296;  el-Esrem,  v.  9 fe. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 254.

[926] Ahmed b.   Hanbel,   II,   180,   206,   208;  V,   242;  V,   7.

[927] el-Esrem,   v.   9  b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 254-255.

[928] Ş.   Me'ânî'1-âsâr,   I,   292  v.d.;   el-Esrem,  v.   10  a. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 255.

[929] el-Esrem,   v.   8  a,   10   a. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 255.

[930] En-Nihâye  fi  ğaribi'l-hadis,   IV,   111.

[931] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 256.

[932] Tirmizî;  salât,  177;  Nesâi, tatbîk, 27; İbnu. Mâce, ikâme,  145.

[933] Ebû  Dâvûd,   vitr,   5;  îbnu  Mâce,   ikâme,   120.

[934] Buharı,   cenâiz,  4;  Ebû  Dâvûd,  vitr,   10;  Ahmed,  I,  301.

[935] Buhâri,  üçüncü  sûrenin  tefsiri,  9;  Ahmed,  II,  255.

[936] Buhâri,  vitr,  7;  i'tisâm,   16;  Müslim,  mesâcid,  299;  Nesâi,  tatbik, 26; îbnu Mâce, ikâme,  120; Dârimî, salât, 216; Ahmed, II, 396; III,' S.   167,   184,   232,   249.

[937] Nesâi,   tatbîk,   32. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 256-257.

[938] îbnu   Şahin,   v.   161   b.

[939] itibâr, s. 91-93.

[940] İhtilâfu'l-hadis,   VII,   285-287.

[941] Âl-i  îmrân  128.  Konu ile  ilgili  diğer görüşler ve münâkaşalar için  bkz.   Ş.   Me'âni'1-âsâr,  I,   g41-254;   itibâr,  s.  86-97.

Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 257-258.

[942] el-Hâzimi,   s.   140.

[943] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 259.

[944] Buhâri,  savm, 32; Ebû Dâvûd, savm, 28; Tirmizi, savm, 69; Mu-vatta, sıyâm, 18; Dârimî, savm, 26; Ahmed,    II, 157, 258, 364-, in, 465,   480;   IV,   123,   124,   125;   V,   210,  276,   277, 280, 282, 283.

[945] eri-Nihâye,  I,  347.

[946] îhtilâfu'l-hadîs,  VII,  237;  el-Hâzimi,  s.  139.

[947] el-Hâzîmi,  s.   143.

[948] Buhârî, tıbb,  11; Ebû Dâvûd, savm, 28, 29, 30; Tirenizi, savm, 59, 61;  Muvatta,. sıyâm,  30,  32; îbn, Mâce, sıyâm,  18. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 259-260.

[949] Ihtilâfu'l-hadis, VII, 237   (el-Hâzimî, s. 141).

[950] Şâfi'î,   İhtilafu'l-hadîs,   VII,   237,   238.

[951] Şafi'i,   Ihtilâfu'l-hadis,  VII,  238.

[952] îbnu Şahin, Nâsihu'l-hadis, v. 187 a.

[953] Fethu'1-Bâri,  IV,   151-155.

[954] Neylu'l-evtâr,   IV,   225-228.

[955] Neyi,   IV,   226.

[956] el-Hâzimi,   s.   144-143;   Feth,   IV,   151-155.

[957] Fethu,   I-Bârî,   a.g.   sayfalar. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 260-262.

[958] Ahmed ta. Hanbel,  VI,  40, 223.

[959] Buhârî, savrn, 23; büyûTIî; Müslim, siyam, 65, 67, 68; Ebû Dâvûd, savm, 35-38; Tirmizi, savm 32; İbnu Mâce, sıyâm, 20; Dârimî, vu-dû', 81; Muvatta'; sıyâm, 2; Ahmed, I, 40, 42, 59, 126, 128, 154, 174, 201,  204, 206, 216, 230, 266.

[960] Îbnu Mâce,  sıyâm, 20.

[961] el-Esrem,  v.  21 b.

[962] Ş.  Me'âni'1-âsâr, II, 88-96. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 262-263.

[963] Buhârî,  savm, 47;  Ebû Dâvûd, savm,  24; Dârimî,  savm,  14; Ah­med, III, a.

[964] Buhârî, savm, 48; i'tisâm, 5; Tirmizî, savm, 62; Dârimî, savm, 14; Ahmed,  II,  281; III,  8,  57,   170.   173,  202.

[965] el-Esrem,  v. 22 b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 263.

[966] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 263.

[967] Ahmed,  I,  288;  Buhâri,  savm,  63,

[968] Tirrnizi,   savm,  41;  Nesâî,  sıyâm,  70;  İbnu  Mâce,  siyam,  37; Ah­med,   T,   406.

[969] el-Esrem, v. 21 b; İbnu Şahin, v. 182 a.

[970] îbnu Şahin, v. 184 a v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 264.

[971] Ebû Dâvûd,  savm,  52;  Dârimî,  savm,  40;  Ahmed b. Hanbel, IV, 189.

[972] Ş.   Me'âni'1-âsâr,  II,   80-81. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 264.

[973] îbnu Şahin, v. 187 a.

[974] İbnu Şahin, v.  188 a.

[975] el-Esrem, v. 21 b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 265.

[976] el-Esrem, v. 20 b. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 265.

[977] el-i'übâi-, s. 143.

[978] Buhârî, savm, 34, 38; meğâzi, 47; Müslim, siyam, 87-90; Nesâî, si­yam, 49, 54, 55, 61; Drimi, savm, 15; Muvatta', sıyâm, 21; Ahmed. î,    s.   219,   244,    259, 261, 266,. 291, 325, 340, 342, 348, 350, 366.

[979] İ'übâr, S. 143-144.

[980] İhtilâf, VII, 83.

[981] el-İ'tibâr, s. 146. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 266.

[982] Aynı eser.

[983] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 266.

[984] Buhâri,   ikinci  sûrenin  tefsiri,   24;   savın, 1, 69; menâkıbu'l-ensâr, 26; Müslim,  siyam,  111,  112,   114:   116,      120,      121;      Ebû     Dâvûd, savm, 63;  Tirmizi,  savm,  48; Dârimi,  savm, 46; Muvatta',  siyanı, 33;~  Ahmed,   II,   58,   143;   IV,   29,   50;   VI, 162.

[985] Ş.   Me'âni'1-âsâr,  II,  73-80; Ayrıca tokz., Kirmanı,  IX,  77 ve   149; Fethu'l-Bâri.JV,  213.

[986] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 267.

[987] Müslim, hacc,  6,  9;  Nesâî,  menâsik, 4:4; Muvatta', hacc, 20.

[988] el-Hâzimî, s. 147-8.

[989] en-Nihâye, V, 146.

[990] Müslim,  hacc, 45;  Nesâi,  menâsik, 41;  Ahmed, VI, 38, 245.

[991] el-Hâzimî,   î'tibâr,   s.   147-148.

[992] Şâfi'î,   îhtilâfu'l-hadis,   s.   287-289.

[993] Tahâvî,   Ş.   Me'âni'I-âsâr,   II,   136-138.

[994] el-Hâzimi,   el-î'tibr,   s.   151. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 268-269.

[995] Bakara, 189.

[996] Buhârî, Umre,  18.

[997] el-Hâzimî, î'tibâr,  s.  151-2.

[998] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 269-270.

[999] Müslim,   nikâh,   41-45;   Ebû  Dâvûd,   menâsik,   38;   Tirmizî,   hacc, 23;  Nesâî, menâslk, 91; nikâh, 38; Ibnu Mace, nikâh, 45; Dârimî, nikâh,   17;   Muvatf:   Hacc,   70,   73;   Ahmed,   î,   57, 64, 65, 68, 73.

[1000] îbnu   Mâce,   nikâh,   45;   Ahmed,'   î, 221, 228, 252, 328, 337, 359.

[1001] Ş.   Me'âni'I-âsâr,   II,   268-273.

[1002] İhtilâfl-hadis,   s.   238-40.

[1003] Buhârî, nikâh, 15.

[1004] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 270.

[1005] î'tibâr, s. 152-153.

[1006] Bakara, 196.

[1007] Tahâvî,  Ş.  Me'âni'1-âsâr,  II, Kitâbu'1-hacc; îbnu Hacer,  Fethu'l-Bâri,   III,  299-496; Ahvezî, III,   536-683 v.d

[1008] Ahmed b. Hanbel, II,  212. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 270-271.

[1009] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 271.

[1010] Ebû   Dâvûd,   zekât,   5;   Tirmizi,   zekât,   15;   Nesâî,   zekât, 8; İtanu Mâce,  zekât,   12;  Dârimî,   zekât,  5;  Muvatta1,   zekât,  24;  Ahmed, V, 230, 233, 240, 247.

[1011] î'tibâr, s. 133.

[1012] î'tibâr, s. 133.

[1013] Feth, III, 256-6.

[1014] Ahvezî, III, s. 256-258. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 272-273.

[1015] Müslim,  fezâil,  140; îbnu Mâce,  rühün,  15;  Ahmed b. Hanbe], I,162; III, s. 152.

[1016] el-Hâzimî, î'tibâr, 169-170. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 273.

[1017] Meselâ İbn Şahin, v. 210 b;  Hâzims,  î'tibâr, s. 233 v.d.

[1018] Nesâî,   ziynet,   39;   Ahmed,   II,   440.

[1019] Ebû Dâvûd,  hâtem,  8; büyü',  36; îbnu Mâce, ticârât, 8; Ahmed, II,   334,   378.

[1020] Buhâri, cenâiz 2; nikâh, 71; libâs, 27, 36, 45; merdâ, 4; edeto, 124; istizan, 68; Müslim, eşribe, 27, 28; libâs, 2; Ebû Dâvûd, eşribe, 17; Tirmizi,  eşribe,   10; edeb, 45;  Nesâi cenâiz, 53; îbnu Mâce, cihâd, 21;  libâs,   16,   18;  Dârimî,  eşribe,  25;  istizan,  20.

[1021] îbmı Şahin, v. 211 b.

[1022] Hâzimî, s. 234 v.d.

[1023] Avnu'l-Ma'bûd, IX. 87-98.

[1024] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 273-274.

[1025] Nesâî: büyü, 94; Dârimi, büyü, 78, 79; Ahmed, II, 299, 332, 347, 415.

[1026] Buhârî, icâre, 18; büyü, 39-, Müslim, müsâkât, 65; Ebû Dâvûd, bü­yü, 38; İbnu Müce, ticârât, 10; Ahmed, I, 90,- 134: 135, 241, 250, 258. 292 v.d.

[1027] El-Hâzimi, el-î'tibâr, s. 177.

[1028] Avn, IX, 290 v.d.

[1029] ihtilâfu'l-hadis, s. 344. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 274-275.

[1030] Nihâye, V, 21.

[1031] Buhâri, büyü',  58,  64,  70; şurût, 8; Müslim, nikâh, 52; büyü', il; birr, 30, 32; Ebû Dâvûd, büyü', 44; Tirmizî, büyü', 65; Nesâî, nikâh, 70; büyü', 17, 19, 21; İbnu Mâce, ticârât, 14; Dârimi, büyü', 33; Mu-vatta', büyü', 96; Ahmed, I, 274, 277, 287, 288, 360 v.d.

[1032] Avnu'l-Ma'bûd, IX, 304 y.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 275-276.

[1033] Buhâri,  büyü",  79;  Müslim,  müsâkât,   101,  102,  104;  Nesâi, büyü', 50 v.d.

[1034] îbnu Mâce,  ticârât,  50; Dârimî, büyü, 41;  Ahmed, II, 437; III, 8, 297, 298,

[1035] el-Hazimî, î'tibâr, s. 168.

[1036] A.g. hadisler.

[1037] İbnu Mâce, ticârât, 49; Dârimi, büyü.', 41; Ahmed, II, 43; Buhârî, büyü', 78; Müslim, müsâkât, 81-83, 85, 90'; Ebû Dâvûd, büyü', 12; Nesâî, büyü, 50; İbnu Mâce, ticârât, 48; Dârimi, büyü', 41; Ahmed, II, 262, 437; İÜ,  10, 47, 49, 51, 53, 58, 61, 66, 73, 82, 93, 97; V, 38, 49, 200, 271, VI, 19, 21, 22. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 276-277.

[1038] İhtilâf, s. 327 ve diğer muameleler ile ilgili bölümler.

[1039] Ebü Dâvûd, büyü', İS.

[1040] İhtilaf, s. 320.

[1041] İhtilâf, s. 321.

[1042] İhtilâf, s. 328.

[1043] Nesâî, eymân, 45; Ahmed, II, 392. Ayrıca, muvatta', büyü', 23-25; Buhâri, şirb, 17; büyü', 75, 82, 91, 93; Müslim, büyü', 59, 67, 72, 73, 74, 81-85, 103, 104, 45; büyü', 28, 32, 33, 35, 39, 74; İbnu Mâce, ticâ­rât, 54; ruhun, 7; Dârimî, mukaddime, 28; büyü', 23; Ahmed, II, 5, 7, 16, 63, 64 v.d.

[1044] Avnul-Ma'bûd, IX, 215. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 277.

[1045] Hadisler için bkz. Mu'cem, I, 245.

[1046] İhtilâf, s. 186-189. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 278.

[1047] İhtilâf, s. 258-285.

[1048] Buharı, hıyel, 14; şerike, 8, 9; şuf'a, 1; Ebû Dâvûd, büyü', 73; Tir-mizi; ahkâm, 33; Nesâî, büyü', 109; îbnu Mâce, şuf'a, 3; Muvatta', şuf'a, 1, 4; Ahmed b. Hanbel, III, 296, 399.

[1049] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 278.

[1050] En-Nihâye fi ğaribi'I-hadis, III, 27

[1051] Ebû Dâvûd, büyü',  71;  Tirmizi, büyü', 53;  Nesâi, büyü', 15; îbnu Mace, ticârât, 43; Ahmed b. Hanbeî, VI, 49, 208, 237.

[1052] Buhârî,  büyü1,  65;  Müslim, büyü',  23,  26,  28; Ebû Davûd, büyü', 46; Tirmizî, büyü', 29; Nesâî, büyü', 14; İbnu Mâce, ticârât, 42; Dâ-rimî, büyü', 19; Ahmed, II, 248, 259, 273 v.d.

[1053] İhtilâf, S. 333-336.

[1054] Hadisler için bkz. Mu'cem, I, 245. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 278-279.

[1055] Mu'cem, I, 245.

[1056] İhtilâf, 189, 191; Avnu'l-Ma'bûd, IX, 305 v.d. 

[1057] Nevevî-Müslim şerhi, X, 162-163.

[1058] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 179.

[1059] el-Hâzimi, s, 54-58.

[1060] Nevevi, Müslim şerhi, IV, s. 54; Avnu'l-Ma'büd, XI, 179, 80.

[1061] en-Nıhâye, I, 83.

[1062] Aynı eser, III, 245.

[1063] Buhârî, zekât, 61; Müslim, bayz, 100, 101; zebâih, 30; Ebû Dâvûd, libâs, 38, 39; NesâJ, fer', 4,5; Dârimî, edâhi, 20; Muvatta, sayd, 16; Ahmed b. Hanbel, I, 262, 265, 314, 330, 372; III, 476; V, 329, 334.

[1064] Aynı kaynaklar.

[1065] îbnu Şahin, v. 150-152; Müslim şerhi, IV, 54.

[1066] el-Hâzimi, î'tibâr, s. 54-56.

[1067] a.g.e. Seleme hadisleri.

[1068] Ebû Dâvûd, libâs, 38, 39; Nesâi, fer, 6; Dârimî, edâhi, 20; Muvatta', sayd,  18; Ahmed, VI, 73, 104,  148, 153 ayrıca, Buhâri, büyü', 101, 102; zebâih, 30; Tirmizi, büyü', 61; libâs, 7; Dârimî, e<iahî, 20 v.d.

[1069] Buhâri, hars, 18; Müslim, büyü', 89, 91, 96, 102; Tirmizî, ahkâm 42; Nesâi, eymân, 45; İbnu Mâce, rühûn, 7; Aımed, I, 286; III, 354, 373, 464. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 279-282.

[1070] Kira lehindekiîer, Bulıârî, şurût, 7; hars, 7, 18; Müslim, büyü', 99, 117; Ebû Dâvud, büyü, 30; Nesâi, eymân, 45; İbnu Mâce, ruhun, 9; Dârimî, büyü, 75; Ahmed, I, 182. Nehiy hadisleri, Buhâri icâre, 22; hars, 18; meğazî, 12; Müslim, büyü, 86, 87, 99, 108, 109, 111, 1122, 115; Ebü Dâvûd, büyü', 30, 31; Nesâi eyman, 45 v.d.

[1071] el-Hâzimî, l'tibâr, s. 171-175. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 282-283.

[1072] İ'tibâr, s. 228.

[1073] Buhârî, ahkâm, 49; Müslim, imâre, 88; îbnu Mâce, cihâd, 43; Ah-med, VI, 365.

[1074] Buhârî, Talâk, 20; imâre. 88; İtanu Mâce, cihâd, 43.

[1075] Buhârî, şurüt, 1; 60, sûrenin tefsiri, 2; Ahmed, VI, 270.

[1076] i'tibâr, s. 228.

[1077] Nevevî, XHI, 10-11. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 284-285.

[1078] İbnu Mâce, cenâiz, 50

[1079] Buhârî, cenâiz, 29; î'tisâm, 27; Müslim, cenâiz, 34, 35-, Ebü Dâvûd, cenâiz 40; îbnu Mâce, cenâiz, 50; Ahmed, VI, 408.

[1080] îbnu Şahin, 174 a

[1081] Fethu'1-Bârî, III, 90-91, 154-158; Nevevî, Müslim şerhi, VII, 2; Av-nu'l Ma'bûd, VIII, 449. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 285.

[1082] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 285-286.

[1083] el-Hâzimi, el'Ftibâr, 131 v.d.

[1084] Müslim, Cenâiz,  106; edâhi, 37; Ebû Dâvûd, cenâiz, 77; eşribe, 7; Tirmizî: cenâiz, 100; danaya 39; eşribe, 40; İbnu Mâce, cenâiz, 47; Ahmed b. Hanbel, I, 145, 452 v. diğerleri. Ayrıca, Buhârî, cenâiz, 31, 32; Ebû Dâvûd, menâsik, 96; cenâiz, 77; Nesâî, cenâiz, 100.

[1085] el-î'tibâr, 131.

[1086] Müslim, Cenâiz,  105; Ebü, Dâvûd, cenâiz, 77;  Nesâi, cenâiz,  ıoi; İbnu Mâce, cenâiz, 48. Aynı konudaki hadisler için, İbnu Şahin, v. 172 b. 173 a.

[1087] Tirmizî, cenâiz, 61; İbnu Mâce, cenâiz, 49; Ahmed. b. Hanbel, II, 337, 356; III, 443. Biraz farklı ifâdelerle, Tirmizi, salât, 121; cenâiz, 61;  Nesâi, cenâiz, 104; İbnu Mâce, cenâiz, 4g; Ahmed, I, 229, 287, 324, 337; II, 337, 356 v.d.; îbnu Şahin, 172 b - 173 a. Bu hadislerde kabirlerin mescid ittihazı ile sürüç ittihazı geçmektedir.

[1088] Fethu'1-bâri, III, 118; Umdetu'1-kâri, III, 77-78.

[1089] îbnu Şahin, 172 b - 173 a. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 286-287.

[1090] l'tibâr, s. 131-132.

[1091] Fethu'I-Bâri, III, 116; Umde, III, 77-78.

[1092] Umde, IV, 76.

[1093] îbnu Şahin, 173 a; ayrıca bk. el-EIbânî, silsiletu'l-ahâdîsi'd-da'ife, II, 28.

[1094] Neylü'l-evtâr, IV, 126.

[1095] Umdetu'1-karî, III, 77, 78.

[1096] Umde, II, 78.

[1097] Aynı eser, aynı yer.

[1098] İtibâr, 132. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 288-289.

[1099] Umde, IV, 76-77; Neyi, IV, 126.

[1100] Tekâsür, 2.

[1101] Umdetu'1-kâri, IV, 78 Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 289.

[1102] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 290.

[1103] Buhâri, cenâiz, 47-49; Müslim, cenâiz, 73-75, 76-80; Ebû Dâvüd, cenâiz, 43; Tirmizî, cenâiz, 51; Nesâî, cenâiz, 45-47, 80; îbn Mâce, cenâiz, 35; Ahnıed b. Hanbel, I, 60, 64, 68, 73, 82, 131, 138, 141, 337; II, 168; III, 25, 40, 47, 48, 51, 54, 295, 319, 329, 335, 346, 354, 445.

[1104] Nihâye, III, 443-444.

[1105] îbn Şahin, v. 176 b; Hâzimi, 120.

[1106] Hâzimi, s. 120. intilaf, 258.

[1107] el-Hâzimî, s; 121

[1108] el-Hâzimî, s. 121.

[1109] a.g.e. s. 121.

[1110] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 290-292.

[1111] İbnu Şahin, v. 178 a.

[1112] Ihtilâfu'l-hadis   (el-Umm kenarı),  VII,  238;  Fethu'1-Bârî,  III,  145 v.d.

[1113] İbnu Şahin, v. 178 b.

[1114] Fethu'1-Bârî, II, 145.

[1115] Müslim Şerhi, VII, 27; Feth, III, 145.

[1116] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 292-293.

[1117] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 293-294.

[1118] Müslim, cenâiz, 76; Ahmed b. Hanbel, III, 38.

[1119] Bulıâri; cenâiz, 49; Tirmizi, cenâiz, 35, 51; Nesâî, cenâiz, 44, 45, 80; Ahmed b. Hanbel, III, 25, 41

[1120] İbnu Mâce, cenâiz, 35; Hâzimî, s. 129.

[1121] Ebû Dâvud, cenâiz, 43; Tirmizî, cenâiz, 35; İbnu Mâce, cenâiz, 35.

[1122] El-Hzimî, s. 131.

[1123] a.g.e. s. 13i.

[1124] ihtilâfu'l-hadis, VII, 257

[1125] Müslim Şerhi, VII, 26-29.

[1126] Fehu'I-Bârî, III, 143.

[1127] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 294-295.

[1128] îbnu Mâce, cenâiz, 30; îbnu Şahin, v. 174 b - 175 a.

[1129] ibnu Şahin, v. 174 a - 175 a.

[1130] Buhârî, cenâiz, 55.

[1131] îbnu Şahin, gösterilen yer.

[1132] Nevevî, Müslim şerhi, VII, 26-29.

[1133] Fetlıu'I-Bâri, III, 166-167.

[1134] Avnu'l-Ma'bûd. VIII, 481,

[1135] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 295-296.

[1136] Ebû Dâvûd, cenâîz, 45; Tirmizî, cenâiz, 36; Nesâî, cenâiz, 56; îbnu Mâce, cenâiz, 16; Muvatta', cenâiz, 8; Ahmed, II, 8, 122.

[1137] Tirmizi, cenâiz, 26; îbnu Mâce, cenâiz, 16.

[1138] İbnu Şahin, v. 176 b.

[1139] İbnu Şahin, gösterilen yer.

[1140] Tenviru'l-havâlik,  I,  174-175; Avnu'l-Ma'bûd, VIII, 464. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 296-297.

[1141] İbnu Mâce, tıbb, 44; Ahmed, I, 78, 233.

[1142] Buhârî, tıbb, 19; Ahmed, II, 443.

[1143] Müslim, selâm, 126; İbnu Mâce, tıbb, 44.

[1144] Ebû Dâvûd, tıbb, 24; Tirmizî, et'ime, 19; İbnu Mâce, tıbb, 44.

[1145] îbnu Şâhiin, v. 194 a - 195 a.

[1146] Nevevi, Müslim şerhi, XIV, 228; Ahvezi, V, 538 v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 297.

[1147] îbnu Mâee, nikâh, 51; Dârimî, nikâh, 34.

[1148] Ebû Dâvûd, nikâh, 42; Dârimî, nikâh, 34; Buhâri, nikah, 93.

[1149] Kurtubî, Tefsir, V, 172.

[1150] Avnu'l-Ma'bûd, VI, 183 v.d.

[1151] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 297-298.

[1152] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 298.

[1153] Bakara, 229.

[1154] Dr. Mustafa Zeyd,  en-Nesh firl-Kur"âni'l-kerim, s. 606.

[1155] Bakara, 228.

[1156] Avnu'l-Ma'büd,   VI,   264  v.d.  el-Hâzimî'nin fikirleri   ve  meseleyi veriş şekli için bkz. î'tibâr, 183-184.

[1157] Dr. Mustafa Zeyd, a.g.e. s. 605-606.

[1158] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 298-299.

[1159] Şâfü, İhtilâf, s. 316; Tâhâvî,   Ş. Me'âni'İ-âsâr, III, 51-55. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 299.

[1160] Bakara, 234, 240; Avnu'l-Ma'bûd, VI, 407-410. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 299-300.

[1161] Emiş   miktarları  ile  ilgili  âyetler dışında bkz.  el-Hâzimî,  İ'tibâr, s. 187 v.d.; Avnu'l-Ma'bûd, VI, 53-70.

[1162] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 300.

[1163] en-Nikâye, IV, 292.

[1164] el-î'tibâr, s. 178; Feth, IX, 145.

[1165] Feth, IX, 145.

[1166] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 300-301.

[1167] Tirmizi, nikâh, 28; Müslim, nikâh, 27; îzin hadisleri için; Müslim, nikâh, 14, 19, 20; Nesâi, nikâh, 71; îbnu Mâce, nikâh, 44; Ahmed b. Hanbel, III, 405.

[1168] Aynı hadisler.

[1169] Buhâri, meğâzî, 38; et'ime, 6; Nesâi, nikâh-71; sayd, 31; Îbnu Ma-ce, nikâh, 44; Dârimî, edâhî, 21; nikâh,  16; Ahmed, I, 79; II, 404,

[1170] Meâ.ni'1-âsör, II, 24; el-Hazimî, el-î'tibâr, s. 178.

[1171] Maâni'I-âsar, III, 25; Feth. IX, 144; el-î'tibâr, s. 178.

[1172] el-î'tibâr, s. 179.

[1173] Avnu'l-Ma'bûd, VI, 62.

[1174] Gösterilen yer.

[1175] Meâni'1-âsâr, III, 27

[1176] Fethu'1-Bâri, IX, 145.

[1177] Meâni'1-âsâr, III, 24-27; El-İ'tibâr, s. 178 v.d.

[1178] El-î'tibâr, S. 179.

[1179] Gösterilen yer. Konu ile ilgili olarak ayrıca bkz. Şafiî', îhtilâfu'l-hadis, VII, 254-255; îbnu Şahin, v. 188 a v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 301-302.

[1180] Ebû Dâvûd,  cihâd,  142; îbnu Mâce, cihâd, 27; Dârimî, siyer, 53; Ahmed, VI, 68, 149.

[1181] Ahmed, II, 454; En-nihâye, II, 228.

[1182] el-Hâzimî, el-İ'tibâr, s. 220-221.

[1183] Nevevî, Müslim şerhi, XII, 198.

[1184] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 303-304.

[1185] Buhârî, cihâd, 102; fezâilu's-sahâbe, 9; meğâzî, 38ı Müslim, cihad, 12; Ebû Dâvûd, cihâd, 82; İbnu Mâce, cihâd, 38; Dârimi, siyer, 8; Ahmed, V, 398.

[1186] Buhârî, ifk,   13;   Müslim,  cihâd,   1;  Ebû Dâvûd,  cihâd,  92; Ahmed, II, 31, 32, 51.

[1187] Nevevî, a.g.e., XIII, 35.

[1188] Avnu'l-Ma'bûd, VII, 296. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 304-305.

[1189] el-Hâzimî, î'tibâr, s. 220.

[1190] Bakara, 217.

[1191] Kurtubî, Tefsir, III, 43.

[1192] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 305-306.

[1193] Ebû Dâvûd, cihâd, 82; Tirmizî, diyât, 14; siyer, 48; îbnu Mâce, cl-hâd,  38;  Dârimî,  siyer,  5;   Muvatta1,  cihâd,   11;   Ahmed,  IV, 240; V, 358.

[1194] Buhârî, cihâd, 146; Ebû Dâvûd, cihâd, 113.

[1195] Ş. Me'âni'1-âsâr, III, 220.

[1196] Nevevi, XII, 48.

[1197] Avnul-Ma'bûd, VII, 329-333. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 306-307.

[1198] Buhârî,  cihâd,  107,  149; Tirmizî, siyer, 20; Dârimî, siyer, 23; Ah-med, II, 307, 338, 453.

[1199] Ebû Dâvûd, cîhâd, 122; Tirmizî, siyer, 20; Ahmed, II, 307, 338, 453.

[1200] El-I'tibâr, s. 197.

[1201] Tirraizi, hudûd, 25; Buhâri, cihâd, 149; istitâbe, 2; Ebü Dâvûd, hu-düd, i; Nesâi, tahrimu'd-dem 14; Ahmed, I, 217, 282, 322;

[1202] Avn, VII, 333. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 307-308.

[1203] Îbnu'1-Esir, Nihâye, IV, 295.

[1204] Buhârî, megâzî, 36; tıbb, 29; diyât 22; Müslim, kasâme, 10; Nesâi, tahâre, 190; tahrîm, 7, 8; Ahmed, III, 170.

[1205] Mâide, 33.

[1206] Avnu'l-Ma'bûd, VII, 327. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 308-309.

[1207] Ş. Me'âni'1-âsâr,  III, 275-311;  Nevevi, XII,  53-57; Avnu'l-Ma'bûd, VII, 410-423. Tenfil ve Seleb ile ilgili geniş bilgiler için bkz., Dr. M. Hamidullâh, îslâmda Devlet İdaresi, s. 202-203. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 309.

[1208] ibnu'I-Esir, Nihâye, II, 387.

[1209] Ş. Me'âni'1-âsâr, III, 393.

[1210] Nevovi, XII, 57-67.

[1211] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 309-310.

[1212] Buhâri, ikrah, 6; Ebû Dâvûd, hudûd, 27; Nesâi, ikrah, 70; Ahmed, V, 6.

[1213] El-Hâzimî, l'tibâr, s. 206-207.

[1214] Tuhfetu'l-Ahvezi, Tirmizi Süneni şerhi, V, 13 v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 310-311.

[1215] el-Mâide, 38.

[1216] îbnu Şahin, v. 213 a - 2i4 a.

[1217] Müslim, hudûd, 6; Tirmizi; hudûd, 16; Ebû Dâvûd, hudud, 12; Ne-sâî, sârik, 8, 10; tbnu Mâce, hudûd, 6; Tirmizi, hudûd, 21; Dârimî lîUdud, 1; Ahmed, II, 6, 54, 64, 80, 82, 143.

[1218] Müslim, hudûd, i; Ebû Dâvûd, hudûd, 12; Tirmizi, hudud, 16; Ne-sâî, sârik, 9, 10; Ahmed, VI, 36.

[1219] Nevevî, Müslim şerhi, XI, 180, v.d.

[1220] Ahvezi, V. 3-6.

[1221] Nevevî, Müslim şerhi, XI, 180 v.d.

[1222] Aynı eser. XI, i.

[1223] Ahvezî, V, 1,

[1224] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 311-312.

[1225] îbnu Mâce, sayd, 1.

[1226] Müslim, müsâJcât, 45; Ahmed, II, 14.

[1227] En-Nevevi, Müslim şerhi, II, 182 v.d.

[1228] Avnu'l-ma'büd, Ebû, Dâvûd Süneni şerhi, I, 138; Tuhfetu'I-ahve­zî, V, 65, v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 313.

[1229] İbnu'1-Esir, en-Nihâye, II, 254-256.

[1230] Müslim, selâm, 62, 63; ftmu Mâce, tıbb, 34.

[1231] el-Hâzimî, f tibâr, s. 241-243.

[1232] Buhârî; tıbb, 37; Müslim, selâm, 52, 56, 57, 59, 60; îbnu Mâce, tıbb, 34, 35; Tirmizî, tıbb, 15; Alımed, III, 118, 110, 127; VI, 30, 61.

[1233] Buhâri, tıbb, 26; İbmı Mâce, tıbb, 34.

[1234] Buhârî, fezâilu'l-Kur'ân, 9; tıbb, 33, 34.

[1235] İ'tibâr, s 243. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 314.

[1236] el-Hâzimi, l'tibâr, s. 239.

[1237] Buhârî, bed'i halk, 14; Müslim, hacc, 66, 67, 75; selâm, 128-130, 135; Ebû Dâvûd,  ikâme,  165; Nesâi,  sehiv,   12; İbnu Mâce Nesâi,  cihâd, 48.

[1238] Tirmizi, salât, 170; Ebû Dâvûd, ikâme, 165; Nesâi, sehiv, 12; îbnu Mâce, ikme,   146; Dârimi, salât  178;  Ahmed, II, 233, 248, 255, 284, 473, 475, 490.

[1239] Tirmizi, sayd, 15; Alımed, VI, 29, 49, 157; III, 430,

[1240] Nevevî, XIV, 229-236.

[1241] Avnu'l-Ma'bûd, XIV, 163 v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 315

[1242] Böyle bir durumda efendimizin kısası için bkz. îbnu Mâce, diyât, 32; Ahmed, V, 36, 38, 50, 51, 52.

[1243] Buhâri, ilim, 39, cihâd, 17, diyât 24, 31; Ebû Dâvûd, diyât, 11, 147; Tirmizi, diyât, 16; Nesâi, kasâme, 19, 14.

[1244] Ahvezî, IV, 670.

[1245] îhtilâfu'l-hadis, s. 388.

[1246] el-Hâzimî, î'tibâr, s. 190-192.

[1247] Ahvezî, IV, 570 v.d.

[1248] Ahvezî, a.g.e. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 316-317.

[1249] Müslim, hudûd,  12-14; Ebû Dâvûd, hudûd, 23; Buhâri, 4. surenin tefsiri,  terceme  kısmi;  Tirmizî,  hudûd,  8;  îbnu Mâce, hudud, 7; Dârimî, hudüd, 19; Ahmed, III, 476.

[1250] Ahvezî, IV, 706; t'tibâr, s. 203 v.d.

[1251] Eulıârî, ahkâm, 19; talâk, 11; Müslim, hudûd, 16, 22; Ebû Dâvûd, hudûd, 23; Tirmizî, hudûd, 5; Nesâi, cenâiz, 63.

[1252] Buhârî, ahkâm, 21; hudûd, 28; Ebû Dâvûd, 27; Dârimii, hudûd, 12; Ahmed, I, 8, 261; III, 431, 479; IV, 60, 66; V, 91, 102, 374, 378; VI, 399.

[1253] Nisa,  15.

[1254] Ahvezî, IV, 706-707. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 317-318.

[1255] Ebû Dâvûd, hudûd, 36;  Ahmed,  II,  36,  519; Nesâî, eşribe, 42; Dârimi, hudûd, 10.

[1256] Şâfi'i, İhtilâful-hadis, s. 533 v.d

[1257] Tirmizî şerhi, Tuhfetu'l-ahvezi, IV, 719-724.

[1258] Tahâvî, Ş. Me'âni'1-âsâr, III, 159-162. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 318-319.

[1259] Ahmed b. Hanbel, II, 217.

[1260] Ahmed b. Hanbel, II, 217.

[1261] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 319.

[1262] îbnu Hacet", Fethu'I-Bârî, X, 20.

[1263] A.g.e., 20.

[1264] Îbnu'1-Esir, en-Nihâye, III, 76; V, 47; V, 254.

[1265] en-Nihâye, II, 124.

[1266] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 320-321.

[1267] Hâzimî, l'tibar, s. 155; İbnu Şahin, v. 195 a.

[1268] Hâzimi, ftibar, 155; İbnu Şahin, v. 195 v.d.; Avnız'l-Ma^ud, VIII, 8.

[1269] Gösterilen yerler.

[1270] îtibâr, 155 v.d.

[1271] Nevevi, Müslim şerhi, XIII, 135.

[1272] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 321-322.

[1273] Müslim, cenâiz, 106; edâhi, 37; Ebû Dâvûd, eşribe, 7; Tirmizi, edâ-hi, 14; Nesâ'i, cenâîz, 100; dahâyâ, 36; İbnu Mâce, edahi, 16; Mu-vatta, dahâya, 8; Ahmed; III, 63, 66; 85, 388; V, 76, 350, 356, 357, 359/.

[1274] Fethû'1-Bâri, X, 23-24; Şafii, İhtilâf, VII, 247-248.

[1275] Gösterilen yerler.

[1276] Hacc, 28.

[1277] Nevevi, XIII, 128.

[1278] Fethu'1-Bârî, X, 24.

[1279] Nevevî, XIII, 128.

[1280] Avnu'l-Ma'bûd, VIII, 8-9.

[1281] Neylul-Evtâr, V, 145.

[1282] Ahvezî. V. 98-99.

[1283] Şafii, İhtilâf.,  VII, 246; Müslim,  edâhi,  28;  Ebû Dâvüd, edâhi,  9; Nesâi, dahâyâ, 37; Muvatta'; Dahâyi, 7 v.d.

[1284] îbnu Şahin, v. 195, v.d.

[1285] el-Ayni, Umdetu'I-kâri, X, 73-74.

[1286] Aynı eser ve aynı yerler.

[1287] el-Hazimî, el-1'tibâr, s. 175 ve devamı.

[1288] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 322-325.

[1289] Geniş bilgi için bkz. Risale, Fıkra, 671-673, 658-673, 235-240; Mus­tafa Zeyd, s. 125-132. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 325-326.

[1290] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 326.

[1291] Ebû Dâvûd, etime, 33   (Buhâri, ilim, 28).

[1292] Buhâri, zebâih, 28; meğâzî, 38; hıyel, 4; Müslim, sayd, 22; nikâh, 29-32 Tirmizi: et'ime, 6; sayd, 11; Nesâi: nikâh, 71; sayd, 31; İbnu Mâce: nikâh, 44; Dârimi, edâhî, 21; Muvatta', nikâh, 41; Ahmed, II,   366;   IV,   90,   132,   194,  297.

[1293] îbnu Şahin, Nâsihu'l-hadis, v. 22i a.

[1294] Fethu'I-Bâri,  IX,   563. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 326-327.

[1295] Nevevi, Müslim  şerhi, XIII, 94.

[1296] Dökülme emrini taşıyan haberle için bkz. Buhâri, zebâih, 34; Ah­med,  IV,  48.  Ayrıca,  Buhâri,  şerike,  3;   zebâih,   15;  Nesâî,  sayd, 17; Ahmed, III, 476; IV, 348; Buhâri, zebâih, 36; Ebû Dâvûd, edâ-hi,   14; Ahmed, II,  117;  Müslim, sayd, 26, 28, 29;  Nesâi, sayd, 31. tbnu Mâce, zebâih,  13; Ahmed, IV,  354, 356, 381; V, 367. Kırma ve yıkama emri ile birlikte, Buhârî, zebâih,  14; Ahmed, IV, 48.

[1297] Müslim,  sayd, 33.

[1298] Nevevi, a.g.e.,  XIII,   94.

[1299] Müslim, sayd, 32.

[1300] Nevevî, a.g.e.,  XIII,  94. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 327-329.

[1301] îbnu'1-esir,   en-Nihâye,   I,   448.

[1302] A.g.e. II, 96.

[1303] A.g.e. V, 104.

[1304] A.g.e. II, 304.

[1305] A.g.e. V, 6, 7.

[1306] Nevevi,   Müslim   şerhi,   I,   185,   186.

[1307] Nihâye, II, 381.

[1308] Nevevi, Müslim  şerhi,  XIII,   168.

[1309] Fethu'I-Bârî,   X,   53;   îrşâdü's-sâri,   VIII,   306. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 329-330.

[1310] el-Hâzimî,   s.   230  v.d.

[1311] Konu  ile  ilgili  diğer  hadisler  için  bkz.   Bııhâri,  imân,  40;  ilim, 25; mevâkıt, 2; zekât, 5; hüms, 2; menakib, 1, 5; megâzi, 69, eşri-69, 4,  8;  edeb, 98; h.  âhâd,  5;  tevhid,  56; Müslim: İmân,  23,  25, 26, 28;  eşribe, 33, 45, 57; Ebû Dâvud, eşribe, 7,  9;  Tirmizî eşribe, 5; Nesâi, ceııâiz,  100; îmân, 25; zinet, 43; eşribe, 5, 9, 23, 26, 28, 29, 32,  34,  36,  37,  48; îbnu Mkce,  eşribe,   13;  D&rimî,  eşribe,   14;  Ah-med  b.   Hanbel,   I,   119,   138,   228,   274,   276,   291, 304, 334, 340, 352, 361, II,  14, 27, 41,  42, 43,  56,  58, 78,  211,  241, 279,  355, 414, 491,  501, III, 23, 57, 90, 237, 379, 432, IV, 86, 87, 206, 207, 213, 428, 429, V, 57, 64,  65,   359,   446,   VI,   31,   47,   80,   97,   98,   112,   123,   131,  172, 203, 242, 244,  314,  332.

[1312] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 330-331.

[1313] Nevevi,  Müslim  şerhi,   I,   186.

[1314] el-Hâzimî,   el-1'tibâr,   231;-Fethu'I-Bârî,  X,   50.

[1315] î'tibar,  s.  231 v.d.

[1316] î'tibar,  s. 231 v.d.; Fetlı X, 50 v.d.; Nevevî, Müslim I,  186.

[1317] Feth.  X,   51;  îrşâd.  VIII,  306.

[1318] Gösterilen yerler.

[1319] Nevevî,   Müslim şerhi,  I.   185,   186.

[1320] A.g.e-X;   III,   158 v.d.

[1321] Süyûtî,   Tenviru'l-havâlik,   II,   178-179. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 331-333.

[1322] Fethu'I-Bârî,   X,  51;  Dr.  Mustafa Zeyd,  en-Nesh,  s.  133-134.

[1323] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 333-334.

[1324] Ebû  Dâvüd,   et'ime,  25;  Nesâi,  seyd,  30;  İbnu  Mâce,  zebâih,   14; Ahmed,  III,   356,  362;  IV,  89

[1325] Buhârî, mağuzî, 38, zebâih, 27, 28; Müslim, sayd, 36, 37,- Ebû Dâ­vüd, et'ime 25, 33; Tirmizi, et'ime, 5; Nesâî, sayd, 65-71, 81; îbnu Mâce, zebâih, 12, 14; Dârimi, edâhî 22; Ahmed, III, 322, 356, 36i, 362,   385;   IV,   89,   90.

[1326] el-Hâzimf,   i'tibar,   s.   162,   163.

[1327] A.g.e.   s.   163,   164.

[1328] Nevevî, XIII, 95 v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 334-335.

[1329] Buharı, et'ime,  13;  Ebû  Dâvud,  et'ime,  16; Dârtmî,  et'ime,  31.

[1330] Ahvezî,   V,  s,  557-558.

[1331] Müslim, eşribe, 116.

[1332] Dârimi,  eşribe, 23; Tirmizi, eşribe, 12; Ahmed, II,  12, 24, 29, 108; îbnu Şahin, v. 198 a, 209 a v.d. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 335-336.

[1333] Îbnu Şahin, v. 209 a.

[1334] Nevevi,  Müslim  Şerhi,   XIII,   194.

[1335] Ahvezt, VI, 5, 6.

[1336] Buhâri,  eşribe,   26;   Tirmizi,  eşribe,   14. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 336-337.

[1337] îbnu Mâce, eşribe,  18ı Dârimi, eşribe, 20.

[1338] Ebû D&vûd, tahâre,  18.

[1339] Ahvezî, VI, 7.

[1340] îbnu  Şahin,  v.  209 b.  v.a.

[1341] Meselâ,  Ahvezî VI,  7,  8. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 337-338.

[1342] Îbnu'1-Esir,   en-Nihâye,   III,   435.

[1343] en-Nihâye,  III,   178.   Fera  ve  atiranm  her ikisinde  de     putlara kurban etme mâselesi vardır. Kanları putların başlarına sürü­lürdü,   îslâmi  devredeii  atîralarla  ilgisi,   sadece  isim  benzerliği şeklindedir.

[1344] Nevevî,   XIII,   135-137.

[1345] Dârimi,  edâhi,  8;  îbnu  Mâce,  zebâih,  2.

[1346] Ahmed, VI,   158, 251.

[1347] Buhâri, akîka, 3, 4; Müslim, edâhi, 38; Ebû Dâvûd, edâhi,- 19;. Tir-mizî,  edâhî,  15;  Nesâi,  fera',  1;  İbnu Mâce, zebâih,  2.

[1348] Nesâi,   fera',   1;   Ahmed,   II,   409.

[1349] î'tibâr,   s.   159   v.d.

[1350] Nevevî,   XIII,   137.

[1351] en-Nihâye,   III,   178   ve   435. Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 338-339.

[1352] Müslim,  cihâd, 2; Ebü Dâvûd, cihâd, 82; Tirmizi, siyer,  47; Îbnu Mâce,   cihâd,   38;  Dârimî,   siyer,   8;   Ahmed,  V,  352,   358.

[1353] Buhâri,   cizye, 22; cihâd.  194; Ebû Dâvûd, cihâd, 2; Nesâl, bey'a, 15.

[1354] î'tibâr,    s.   208-209.

[1355] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 339-340.

[1356] Ebû Dâvûd,  tahâre,  37;  Tirmizî,  tahâre,  69.

[1357] ibnu Mâce,   tahâre,  32;  Ahmed,  V,  296.

[1358] Meselâ,   Ahvezî,   I,   307-312 Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 340.

[1359] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 341-342.

[1360] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 342-343.

[1361] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 343-344.

[1362] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 344-345.

[1363] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 345-346.

[1364] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 346.

[1365] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 346-347.

[1366] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 347-348.

[1367] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 348.

[1368] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları:348.

[1369] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 349-350.

[1370] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 350-352.

[1371] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 352-357.

[1372] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 357.

[1373] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 357.

[1374] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 358.

[1375] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 358-359.

[1376] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 359.

[1377] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 359-360.

[1378] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 361-364.

[1379] Listeye dipnotlarda geçen eserler alınmıştır.

[1380] Dr. Ali Osman Koçkuzu, Hadisde, Nâsih Mensûh, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 365-368.