İbnu Hibban ve Cerh-Tadil Metodu

Mehmet Ali Sönmez

Umran Yayınevi

 

 

 

Önsöz. 3

İbnü Hibban'ın Hayatı 3

İbnu Hibban'in Mezhebi 5

İbnu Hibban'ın Nübüvvet Görüşü. 5

İbnu Hibban'ın Sicistan'dan Çıkarılması 5

İbnu Hibbânın Öğretim Faliyeti 6

İbnu Hlbbânın Eserleri 6

Eserlerinden Mevcut Olanlar: Matbu Eserler 7

Iıı) Kitabu's-Sikat 7

Iv) Kitâb Meşahiri Ulemai'l-Emsar 7

V) Kitâbulukala Ve Nuzhati'l-Fudala. 7

Yazma Eserler 7

Eserlerinden Mevcut Olmayanlar 8

El - Hatîbü'l -Bağdadinin Verdiği Liste 8

Hediyyetü'l-Arifin'deki Ek Liste 9

Siyeru A'lami'n-Nubela'daki Ek Liste. 10

Râviyi Ta'dilde İbnu Hibbân'ın Metodu. 11

Râvinin Dininde Adaleti 11

Muaddilin Âdil Ve Hadis Sanatından Anlar Olmasının Gereği 11

Muaddilin Sayısı 11

Râvinin Rivayette Adaleti Ve Bunun Tesbiti 11

Ravide Aranan Akıl Şartı 12

Fakih Olmayan Sika Hafızın Hıfzından Rivayeti 12

Sika Olan Fakihin Hıfzından Rivayeti 13

Sikanın Ziyadesi 13

Cerh Ve Ta'dil Edildiği Bilinmeyen Ravinin Adaleti 13

Hasen Hadis. 15

Münker Hadisin Senedinde Bulunan Ravinin Adaleti 15

Sadece Zayıf Ravilerden Rivayette Bulunan Muhaddisin Adaleti 16

Ravileri Sika Ve Zayıf Olan Şeyhin Adaleti 16

Zayıf Şeyh İle Zayıf Ravi Arasında Kalan Muhaddisin Durumu. 17

Muhtalit'in Adaleti 17

1) Said B. Ebi 'Aruba (Ö. 150/767) 17

2) Said B. 'İyas El-Cureyri (Ö. 144/761) 17

3) 'Ata B. Es-Saib Es-Sakafi (Ö. 136/753) 18

4) 'Abdullah B. Ca'fer B.Ğaylan Er - Rakki (Ö.220/835) 18

5) Şerik B. 'Abdillah B. El-Harisen-Nehei (Ö.177/793) 18

Ücret Karşılığında Tahdis Cerhe Sebep Olmaz. 18

Perde Arkasından Hadis İşitme. 18

Sika Ravinin Zayıf Şeyhi'nin Düşürülmesi Onun Adaletini Düşürmez. 19

Sika Ravinin Az Hata Yapması Onun Mutlak Zatını Gerektirmez. 19

Sika Ravinin Vehme Düşmesi Onun Adaletine Dokunmaz. 20

Zayıf Şeyhini Gizlemeye Çalışan Muhaddisin Adaleti 20

Zayıf Şeyhini Zikretmeyen Muhaddisin Adaleti 21

Sahâbe'nin Adaleti 22

Tâbiün'un Adaleti 23

Etbâüt- Tabiinin Adaleti 23

Râvinin Cerhine Sebep Olan Haller 23

Müslümanları Dalalete Düşürmek İçin Hadis Uydurma. 23

Sevap Kazanma Zannıyla Hadis Uydurma. 24

Hadis Vaz'ını Helal Görüp Buna Cüret Etme. 24

Hâdiseleri Değerlendirmek İçin Anında Hadis Uydurma. 25

Kendisini İbadete Vermiş Yaşlının Hıfz Ve Temyizde Gafleti 25

Yaşlı Sika'nın İhtilatı 26

Telkin Kabul Etme. 26

Hadis Sanatından Anlamama. 27

Görmediği Ve İşitmediği Şeyhten Rivayette Bulunma. 27

Bilerek Haberleri Kalb, İsnadları Tesviye Etme. 27

Kendi Şeyhinden İşitmediği Hadisi Ondan Tedlis Yapmadan Rivayet 28

Kitaplarının Yok Olmasi Üzerine Başkalarının Kitaplarından Rivayet Etme. 29

Rivayetlerdeki Hataların Haddi Aşması 29

İtimat Ettiği Katibin Veya Kendi Oğlunun Telkinine Maruz Kalma. 30

Hadislerine Birşeyler Karıştırıldığını Bilip De Bundan Dönüş Yapmama. 30

Bilmeyerek Yaptığı Hatadan Dönmemekte İnat Etme. 31

Râvinin Fasık Ve Sefih Olması 31

Görmediği Şeyhten Tedlisle Rivayet 31

Bid'ate Davet Etme. 32

Surat Mezhebi 34

Gulat-I Şi'a. 34

Es-Sebeiyye. 35

Müşebbihe. 36

Nasbiyye. 36

Zeydiyye. 37

Sehabi 37

Muhtariyye. 38

Rafıza. 38

Kaderiyye-Mu'tezile. 39

Mürcie. 40

Kerramiyye. 43

Kıssacılık. 43

İbnu Hibban'ın Cerhde Sert Oluşuna Dair Tenkitler 44

Zehebi'nin Tenkitleri 45

İbnu Hacer El-'Askalani'nin Tenkitleri 47

Süyuti'nin Tenkitleri 48

İbnu Hibban'daki Mevzu* Istılahının İbnu'l-Cevzi'yi Yanıltması 49

İbnu Hibban'ın Cerh Ve Ta'dilinin Bazı Raviler Üzerinde Birleşmesi 49

Netice. 50

Bibliyografya. 51

 


 

 Önsöz

 

Sahih hadis musanniflerinin sonuncusu olan ve rical tenkidinde (cerh ve tadıl) kanaatine baş vurulan Ebu Hatim îbnu Hibbân el-Büstî dördüncü Hicrî asrın şüphesiz en büyük hadis imamlarından biridir. Hadis ricali tarihi alanında yazılmış müteehhir eserleri incelediğimizde hemen her şahıs hakkında onun fikirlerinin de alındığını görürüz.

Ancak onun bu değerlendirmeleri zaman zaman beğenilmez, hattâ ekseriyetin makbul sayılan görüşlerine de ba­zen ters düşerler ki, bu husus dikkatimi çekmiştir.

Onun cerhde müteşeddid olduğu ileri sürüldüğü gibi, tadilde mütesâhil olduğu da söylenmiştir. İbnu Hibbân birbiri­ne zıt olan bu iki tavır içerisinde bulunması mümkün müydü?

îbnu Hibbân, Sahih adlı hadis kitabına sahihin dûnun­da kalan haberleri de almıştır sözü, O'na yöneltilen bir başka ciddi eleştiriyi ifade etmektedir. Bu demektir ki, kitabına sahihi iltizam ettiği halde, bu şartında tesâhül göstermiş ve sahih şartını ihlâl etmişti. Bir hadis âlimi, O'nun eserinin en muteber Sahih mecmualara arasındaki yerini tayin etmeye çalışırken, kitabında tesâhül gösterdiğine ve tesakülde de el - Hâkim en Nîsâbûrî'den sonra geldiğine işaret etmiştir.

Hadis ilmindeki dirayeti teslim edilmiş bulunan îbnu Hibbân için, "Kitâbü's-Sikât'nda sika olarak zikrettiği bir çok kişiyi, daha sonra yazdığı Kitabü'l-Mecrûhîn'de zayıf olarak nitelendirmiştir" deniliyor. Bazısı da bunun tam aksini ileri sürmüştür. Netice itibariyle her iki halde, onun, bu gibi şahıs­ların durumu hakkında tenaküze düştüğü belirtilmiştir. Bu arada, O'nun bu şahıslara dair verdiği ilk kararından daha

sonra dönmüş olabileceği ihtimali üzerinde de durulmuştur. Nihayet bazı Önemli şahsiyetler hakkında ağır bir dil kul­lanmış olması sebebiyle, O'nu cerh ve tadilin filozofu olarak görüp, genel manada bu alandaki otoritesini hafife alan alimle­rimiz de vardır.

İşte, "İbnu Hibbân'm cerh ve tadildeki yeri hakkında bir araştırma" adlı bu tetkikte, bu ve diğer ilgili meseleleri ele aldık ve bunlara açıklık getirmeğe çalıştık. îbnu Hibbân'ın cerh ve ta­dildeki metodunun kesin tesbiti için, onun bu konulara tahsis ettiği bütün eserlerini incelemek gerekirdi. Usûl meseleleriyle alakalı teknik konuları ayrıntılariyle izah edici eserlerinin pek çoğunun bugün nerede oldukları bilinmemektedir. Çalışma­mızda bu hususun eksikliğini zaman zaman hissettik. Fakat elimizde bulunan üç kıymetli eseri :K. es- Sikât, K. el-Mecrûhîn ve Sahîh et-Tekâsîm ve'l-Envâ', bu alandaki lüzumlu ve yeterli malzemeyi temin edebilecek mahiyettedirler. K. es-Sikât Hay-darâbad'da basılmış bulunuyor. Matbu nüshayı elde edeme­diğimiz için, eserin yazma nüshasını kullandık.

Cerh ve tadile dair telif attan, Zehebi'nin, önceki telifâtı da özetlemesi bakımından, Mîzânü'l-Î'tidâl'i ile İbnu Hacer'in Tehzîbü't-Tehzîb ve Lisânü'l-Mîzân adlı kitaplarına geniş ölçüde baş vurmakta yarar gördük.

Araştırmanın birinci kısmını teşkil eden îbnu Hibbân'ın hayatı ve eserleri için temel biyografik kaynaklardan istifade edilmeye çalışılmıştır. İkinci kısımda îbnu Hibbân'ın tadilde takip ettiği yolu incelemeğe ve tesbite gayret ettik. Üçüncü kısımda ise O'nun râvileri hangi yönleriyle zayıf saydığı ve bu alanda uyguladığı usûl itibariyle ortaya çıkan yirmi sınıf mecrûhîn tabakasını birer birer ele aldık. Örneklere fazlasiyle yer verdik ki meseleler iyice açıklık kazansın.

Müellifin cerh alanındaki yerinin tesbitine çalışırken, il­gili şahıslar hakkında önceki münakkidlerin mütalalarını zik­retmeği uygun gördük. Bu bölümde ayrıca îbnu Hibbân'ın cerh ve tazif hükümlerinden bazılarına, sonraki münekkidlerin yaptıkları itirazlara yer verildi ve bunların münakaşası yapıldı. Bu arada, İbnu Hibbân'ın bir kısım raviîere dair menfi, kanaatinin etkisi altında kalarak o hadisleri Meuzûât'ına alan Îbnu'l-Cevzî'nin bu durumunu örneklerle izaha çalıştık.

İbnu Hibbân'ın cerh ve tadildeki yerini araştırmayı gaye edinen bu inceleme, hadis ilimlerinin çok karmaşık sayılan cerh ve tadil meselelerinde O'nun takip ettiği usûlün mahiyeti­ne ışık tutabilecek Önemli tesbitler yapmaktan ibarettir. Bu ko­nuya nihâî şeklini verebilmek için, ibnu Hibbân'ın bu mevzula­ra hasseten yer verdiğini bildiğimiz kayıp eserlerinin bulun­ması gereklidir. Onun için bu tetkik, şimdiki haliyle bir deneme olarak kabul edilebilir.

İbnu Hibbân'ın cerh ve tadildeki yeri mevzuunda şimdi­ye kadar müstakil ve örnek bir çalışma yapıldığını bilmiyoruz. Müellifin arapça olan kitaplarından faydalanarak meydana getirdiğimiz bu ilk çalışmada, vukuu muhtemel bazı hataların bir kısmı, matbu veya yazma nüshalardaki basım ya da istin­sah hatalarından ileri gelmiş olacaktır.[1]

 

İbnü Hibban'ın Hayatı

 

Ebû Hatim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed b. Hibbân et-Temîmî el-Bustî [2] zamanının ünlü hadis ve fıkıh âlimi.

Sicistan'ın tanınmış şehirleri arasında yer alan ve Herât ite Gazne arasında bulunan Büst şehrinde doğdu {270/884'ten birkaç yıl sonra) [3]. Arap asıllı bir aileye mensuptur. Tahsilini Büst, Herât (H. 301'den önce), Semerkant, Buhara, Şâş, Nesâ (303'ten önce) Merv, Nîsâbûr (311'den önce), Rey, Hemedân, Kerh, Tuster (310'dan önce)> Cundîsâbur, Ahvâz, Übülle, Basra (305'ten önce), Vâsıl, Kumm, Bağdâd (306'dan önce), Küfe, Mekke (308'den önce), Samarrâ, Musul (307'den önce), Sincâr, Nusaybin, Harran (318'denönce), Rakka, Menbic, Halep, Masîsa, Antakya, Tarsus, Saydâ, Beyrut, Hımts, Dımışk (316'dan önce), Askalân (310'dan önce), Fustât-ve Mısır (302'den önce) da yapmıştır[4].

İlim araştırmalarına Hicrî üçüncü yüzyılın sonlarında başlamıştır denir[5]. Onu en erken tarih olarak Hicrî 301'de Herât'ta ve 304 hatta 302'de Mısır'da görüyoruz [6]. Dolayısiyie tahsil hayatı verilen tarihden çok önce başlamıştır denebilir.

Başta Hadis, Tefsir ve Fıkıh olmak üzere, tıb, kelâm, astro­nomi gibi çeşitli İlim dallarında kazanmış olduğu bilgileri ikibinden fazla hocadan almıştır [7]. Bu âlimlerden en ünlüleri şunlardır: el-Hüseyin b. İdris b. Mübarek el - Harevî (ö. 301/913) [8], Muhammed b. İshak b. İbrâhîm en-Nîsâbûrî es - Serrâc (Ö.313/925) ki e! -Müsned sahibidir [9]; Muhammed b. İshâk b. Huzayme (ö. 311/923) ki es-Sahlh sahibidir [10]; Ömer b. Muhammed b. Buceyr (Ö.311/923) Mâveraünnehr muhaddisjdir[11]; Ahmed b. Yahya b. Zuhayr et - Tusterî (Ö.310/922) [12], Ebû Halîfe el -Fadl el-Cumahî el-Basrî (Ö.305/917) Basra muhaddisi [13]; Zekeriyyâ el-Basrî es-Sâcî (Ö.307/919) ilelü'l-hadis sahasında eser sahibi [14] Ahmed b. el-Hasan b. Abdilcebbâr es-Sûft (Ö.306/918) Bağdâd Misnid'i [15]; Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şu'ayb en-Nesâî (ö. 303/915) [16]; Mekke muhaddisi el - Mufaddal b. Muhammed b. İbrahim el-Cundî (Ö.308/920) [17]; el-Cezîre muhaddisi hâliz ve Müsned sahibi Ebû Ya'lâ Ahmed b. Alî ei-Mavsılî (Ö.307/919) [18]; Filistin muhaddisi Muhammed b. el-Hasan b. Kutaybe el-Askalânî (Ö.310/922) [19]; Harran muhaddisi ve Târih sahibi Ebû Arûba el-Husayn b. Mu­hammed (Ö.318/930) [20] Cürcân muhaddisi hafız Ebû İshâk İmrân b. Mûsâ b. Mucâşi' el-Cürcânî (Ö.305/917) [21] ve Horasan şeyhi el-Musnedü'!-Kebîr sahibi hafız el-Hasan b. Süfyân en-Ne-sevî(ö.303/915)[22]

Hayatı için bkz. ez-ZehebT, Tezkire, II, 669.

Ünlü talebelerinden el-Hâkim en-Nîsâbûri (Ö.405/1014) den öğrendiğimize göre İbnu Hibbân uzun tahsil seyahatlerinden sonra başta Semerkant olmak üzere Horasan'ın diğer şehirlerinde kadılık görevi yapmıştır [23]. Es-Süleymânî (Ö.404/1013)'den gelen bir haberde [24], İbnu Hibbân'ın Semerkant'ı H.329 veya 33O'da ter-kettiği ve Buhârâ'ya geldiği dolayısıyla Semerkant'ta uzun süre bu , görevde kaldığı anlaşılmaktadır. [25] Bu tarihden dört yıl sonra se­neler Önce tahsil için uğramış olduğu Nîsâbûr'a gelir (yıl 334/945) [26] Burada bir süre oturmuş ve bir kısım eserlerini okuttuktan sonra Nesâya veya başka bir şehre kadı olarak gitmiştir. 337/948 yılında Nîsâbûr'a tekrar döndü. Burada yaptırdığı Hânkâh'da kitaplarını okuttu ve üç yıl sonra (340/951) bu şehirden ayrılarak vatanı olan Sicistân'ın Büst şehrine gitti [27]. es-Süleymânî'den yapılan diğer bir nakfe göre, bu son dönüşünde Sicistân'ın bazı yerleşim merkezle­rinde kadılık görevinde buiunmuşîur. [28]

İbnu Hibbân'ın Büstte öldüğü ve oraya defnolunduğu riva­yet edilmiştir [29]. "Sicistân'da öldü, fakat kabri Büst şehrindedir ve hâlen ziyaret edilmektedir diye bir rivayet de vardır [30]. Kabrinin Si-cistân'dan Büst şehrine daha sonra nakledilmiş olması da muhte­meldir [31]. es-Sübkî de ölüm yerini Semerkant olarak gösterir [32]. Seksen yaşını aşmış olduğu halde 21 Şevval 354/20 Ekim 965 cu­ma gecesi ölmüş ve cuma namazından sonra Büstteki evinin yakınında yer alan SUFFA'ya defnedilmiştir [33]

 

İbnu Hibban'in Mezhebi

 

Şafii âlimlerini tanıtmak için yazılmış ilk eserlerden birinin müellifi olan İbnu's-Salâh, İbnu Hİbbân'i Şafii mezhebinden saya­rak onu Tabakât'ında zikretmiştir [34] Sübkî [35] ite İbnu Kesîr [36] de aynı görüşü paylaşırlar. [37]

 

İbnu Hibban'ın Nübüvvet Görüşü

 

"Nübüvvet İlim ve ameldir diye İbnu Hibbân'dan bu görüş nakledilir [38]. Bu tarifine karşt çıkılmış ve zındık olmakla itham edi­lerek durum Haüfe'ye yazılmıştır. Sonunda Semerkant'ı terketmek zorunda kalan İbnu Hibbân'm Halifece ölüme mahkûm edildiği nekledilmiştir [39]

ez-Zehebi bu hikâyeyi garip bularak der ki; İbnu Hibbân kibâr-ı eimmeden biri olmakla beraber o, hatadan masundur diye de iddia etmeyiz. Nübüvet ilim ve ameldir sözünün anlamı, söyle­yene göre değişir. Zındık filozof bu sözüyle, nübüvvetin müktesep olduğunu kasdeder ki küfürdür. Bu sözün bir müslüman tarafından söylenmesi caiz değildir. Fakat bu sözü, ilim ve amel nübüvvetin direğidir, çünkü Allah ilim ve amel sıfatiyle muttasif olmayan bir kimseden başkasına nübüvvet ve vahiy vermez; nebî, vahiy yardı-miyle âlim olur, amel-i sâlih de ilâhî ilmin bir mutezâsıdır anlamın­da söyler. Nübüvveti bu iki yüce vasıfla tarif etmek, Hz. Peygam­berin "Hac, Arafat'ta vakfedir" demesi gibidir, yani ilim ve amel nübüvvetin, Arafat'ta vakfe de haccın en önemli vasıfları olmak­tadır.[40] İşte İbnu Hibbân bunu söylemek istemiştir ve bundan dolayı mazurdur. Değilse bu söz, felsefenin tâ kendisidir [41]

 

İbnu Hibban'ın Sicistan'dan Çıkarılması

 

İbnu Hibbân Sicistân'da uzun yıllar ikamet etmiştir. Bu sıra; da ilim ve faziletiyle çevrede tanınmaya ve özellikle o yörenin ida­recileri olan Samanoğulları emirlerinin teveccühünü kazanmaya başlar. Semerkant'ta hadis ve diğer ilimleri okutmak için Emir Ebu'i-Muzaffer es-Sâmânî tarafından bir SUFFA inşa ettirilmiştir [42]. el-Hâkim en-Nîsâbûrî'nin de söylediği gibi o, bazı ilim çevrele­rinde kıskanılmağa başlar [43]. Neticede Semerkant'ı terketmeğe mecbur kalır. es-Sü!eymânî diye tanınan Ahmed b. Ali b. Amr el-Bîkendî {d. 311/ 6. 404/1013) [44] bunun sebebini şöyle açıklamıştır: İbnu Hibbân Karmatîler'e dair bir kitap yazıp Ebu't-Tayyib el-Mus'abî'ye takdim etti. Buna karşılık Emir de onu Semerkant'a kadı olarak tayin etti. Bu durumu Öğrenen Semerkant'lılar onu öldürmek istediler. Bunun üzerine İbnu Hibbân oradan kaçarak Buhârâ'ya {H. 329 veya 330) geldi [45]. Giyim pazarında bir süre dellâllık yaptı, sonra iki ay vade ile beşbin diheme bir elbiss satın almış, birgün geceleyin şehri terkederek parasını ödemediği giysi­yi de beraberinde götürmüştü. Sicistan'a en son dönüşünde Kar-matîler hakkındaki kitabını İbnu Bâbû'ya takdim ederek, Sicistan havalisinde idarî bir göreve tayinini sağlamıştı [46].

Sicistan'daki uzun ikameti döneminde kazandığı düşman­lardan biri de Yahya b. 'Ammâr olmuştu. Ebû İsmail' Abdulah b. Muhammed el-Harevi [47]'nin nakline göre Yahya b. 'Ammâr şöyle demiştir: İbnu Hibbân'ı Sicistân'dan biz çıkardık, kendisi ilmi buyük fakat dini büyük olmayan bir kişiydi; Sicistân'a gelince Allah gayr-ı mahduttur diyerek Allah hakkında haddi inkâr etti ve biz de onu Sicistân'dan sürdük [48]

es-Sübkî, akide ihtilafından dolayı cerhe yönelik sözleri değerlendirmede çok dikkatli olmanın gereğine İşaret ederek, bu­rada Ebû İsmâ'il el-Harevî'nin mücessimeden olduğunu, Rabbini şekle büründürmekten tenzih eden İbnu Hibbân' ı bu yüzden cerh ettiğini, Allah'ı cisimlendirdiği için cerhe ve Sicistân'dan sürülmeğe müstahak olanın esasen kendisinin olduğunu belirterek müellifi­mizi savunmuştur[49]

ez-Zehebî ise İbnu Hibbân1! ve karşı görüşte olanları hatalı bularak, esasen bu alandaki münakaşayı anlamsız görmekte-dir.[50]

İbnu Hacer"e göre burada haklı olan İbnu Hibbân'dır. Nübüvvet meselesine gelinde, İbnu Hibbân için "âJİmin düştüğü sürçme" tabirinin ez-Zehebî tarafından kullanılmış olmasını [51] da yerinde bulmaz, zira "nübüvvet ilim ve amelden ibarettir" sözünü İbnu Hibbân'ın felsefî anlamda söylemediğini belirterek onu Ze-hebî kendisi savunmuştu der ve İbnu Hibbân'ın sağlam akideli, son derece zeki, birçok ilim dalında söz sahibi ve hıfzının sınırsız olduğunu belirtir[52]

İbnu Kesîr de "Nübüvvet mükteseptir" sözünün felsefî bir vesveseden ibaret olduğunu ve bu sözün İbnu Hİbbân'a ait oluşunun ve ondan rivayet edilişinin sıhhatini ancak Allah 'in bile­ceğini kaydederek susmayı tercih etmiştir[53]

Nihayet İbnu Hibbân'dan da şu söz nakledilmiştir:[54] "Nübüvvet mükteseptir ve velî nebîden efdaldir diyen bir kimse zındık olacağı için katli vaciptir"[55]

 

İbnu Hibbânın Öğretim Faliyeti

 

Semerkant'a kendisi için yaptırılan SUFFA'da H.330 yılına kadar hadis ve fıkıh dersleri okutmuştur[56]. 340 senesinden sonra tekrar buraya dönüşünde aynı yerde tedris hayatına devam etmiş olmalıdır. Nisâbûr'a 337 yılında üçüncü sefer gelişinde, burada bir hânkâh yaptırmış ve orada bir kısım eserlerini okutmuştur[57]. Aynı şehre 334 yılında ikinci sefer gelişinide hadis okutmuştu, nitekim onun ilk hadis dersinde müstemli görevini üstlenen el-Hâkim en-Nîsâbûrî {ö 405/1014) olmuştur [58]. Ders vermek üzere kendi adına açılmış olan akademilerden biri de doğum yeri olan Büst şehrinde bulunmaktaydı[59]. Nihayet Nİsâbur'dan 340 tarihinde ayrılıp tekrar Sicistân'a (Büst veya Semerkant'a) dönmüş ve idâri görevinin yanısıra tedrisat ile de meşgul olmuştur. Hâkim en-Nisâbûrî'ye göre, Horasan'a yapılan İlim yolcuklarının amacı ondan icazet ata­rak kitaplarını rivayet etmek içindi[60]

Kendisiniden ders alan yetişmiş âlimlerden iki büyük İsim vermekle yetinelim: [61]Ebû 'Abdiliâh b. el- Beyyi'(ö.405/1014) ve Ebû Abdillâh Muhammed b. Mende (ö. 395/1004) . [62]

 

İbnu Hlbbânın Eserleri

 

İbnu Hibbân'ın eserlerine geçmeden önce ilim ve kültürü hakkında neler söylenmiştir kısaca görelim:

el-Hâkim en-Nisâbûrî: İbnu Hibbân, kendisinde arap dili, fıkıh, hadis ve va'z gibi ilimlerin biriktiği bir İlim kabıydı, üstün akıl sahibi kimselerden biriydi ve asrının imamıydı[63]

Abdullah b. Muhammed el-Usturâbâzî: "İbnu Hibbân dinde fakîh, âsâr hafızı, ülkeler arası ün yapmış alimlerdendi ve tıb, ast­ronomi dallarında da âlim idi"[64]

Yâkût : "İbnu Hibbân imam, allâme, fâzıl, mutkin bir kişiy-di.Pek çok hadis derlemiş, birçok ilim yolculuğu yapmış ve pek çok şeyhden ilim almış olup hadis metinlerine dair bilgisi ile meşhurdu. Onun deryalar gibi ilmi olduğu, eserleri insafla incelendiği takdirde anlâşılır"[65]

ez-Zehebî: "İmam, allâme.hâfız, mücevvid ve Horasan şeyhi olan İbnu Hibbân, hadis ilminin yanısıra astronomi, kelâm ve fıkıh alanında da marifet sahibiydi" [66]

el-Hatîbü'l -Bağdadî: "İbnu Hibbân sika, sebt, faziletli ve anlayış sahibidir [67].

İbnu's-Sem'ânî: "O asrının imamı İdi" [68].

İbnu Kesîr: "İbnu Hibbân, hafız, musannif ve en büyük müctehidlerden biriydi"[69].

 

Eserlerinden Mevcut Olanlar: Matbu Eserler

 

1) SAHİHU İBNİ HİBBÂN (el-İhsân fî Tertîbi Sahîhi İbni Hibbân): A. Muhammed Şâkir tarafından 1953 yılında tek cilt ha­linde basılmıştır. İbnu Hibbân'ın bu hadis alanındaki kıymetli ki­tabının asıl ismi şöyledir: "el-Müsnedü's-Sahîh 'ala't -Takâsîmi ve T -Anvâ min gayri vücûdi kafin-fî senedihâ ve lâ sübûti cerhin fî nâkilîhâ". Mevcut süneni beş ana kısma ayırmak ve her kısmı çeşitli nevler halinde detaylandirmak suretiyle çok yeni bir metod üzere hazırlanan eserin bu özelliği bozularak el-Emir 'Alâüddîn el-Fârisî (ö 739/1339) tarafından ilk defa klasik fıkıh mevzularına göre tertib edilmiştir.[70].

Fıkhî konular çerçevesinde eser üzerinde yapılan ikinci bir çalışma, İbnu Zurayk (Ö.803/1400) tarafından gerçekleştirilmiştir [71]

Eser üzerindeki ihtisar çalışmalarının ilki İbnu'l-Mulakkin (ö.804/1401)'e aittir [72]

Kitab'ın Sahîhân'a göre zevâidini tesbit için iki ayrı çalışma yapılmıştır:

I)  Moğoltay (Ö.762/1360) : "Tahrîcu Zevâidi İbni Hibbân al'as-Sahîhayn" [73]

2} Nuruddîn "Ali b. Ebî Bekr el-Heysemî (Ö.805/1405) : "Mevâridü'z-Zam'an fî (li-ilâ) Zevâidi Sahîhi İbni Hibbân" [74]

Ebu'l-Fazl el - Irâkî (ö.806/1403)"nin Sahih üzerinde bir "Etraf" çalışması vardır [75]

Eser içerisinde İbnu Hibbân'ın yaptığı yer yer izahlardan bir kısmı el-Hâfız ez-Zıyâüddîn tarafından tenkîd edilmek üzere "Meâhizu 'alâ Kitabi İbni Hibbân" ismiyle bir eser kaleme alın­mıştır [76]

II)  KİTABÜ'L-MECRUHİN mine'l-muhaddişin ve'd-du'afâ ve'l metrûkîn.

Mahmud İbrâhîm Zâid tarafından 1396/1976 yılında Ha-leb'de üç cilt olarak yayımlanmıştır [77]

 

Iıı) Kitabu's-Sikat

 

Bu kitap üzerinde el-Heysemî (ö.805/1405)'nin : "Tertîbu Sikâtı İbni Hibbân" adlı çalışması Emin Kaleci tarafından beş cilt halinde tahkikti olara baskıya hazırlanmıştır; Kitabın Haydarabad baskısı (1393/1973) dokuz ciltten ibarettir. [78]

 

Iv) Kitâb Meşahiri Ulemai'l-Emsar

 

Medine, Mekke, Basra, Horasan gibi üntü yerleşim merkez­lerinde oturan Sahabe, [79]Tâbi'ûn ve Etbâü't-Tâb'în'den meşhur zevatın özlü tercemelerini konu alan bu eser, Manfred Fleisch-hmmer tarafından 1959 yılında Kahire'de yayımlanmıştır [80]

 

V) Kitâbulukala Ve Nuzhati'l-Fudala

 

Muhammed Muhyiddîn 'Abdulhamîd tarafından şerh ve tahkîki yapılarak 1395/19751e yayımlanan (Beyrut) bu eser meka-rim-i ahlâka dair bir va'z ve nasihat  [81]kitabıdır. [82]

 

Yazma Eserler

 

Iı)Kitâbü'l- 'Azama [83]

Iıı) Muhtasar Fi'l -Hudud [84]

Iıı)Esmâü's -Sahabe [85] Târihu's-sahâbe adıyla Bey­rut'ta 1407/1988 yılında basılmıştır.

IV)TEFSİR : İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi A 1910' da kayıtlı olup 39. sûreden son sûreye kadar, 161 varak olarak göste­rilen {bkz. GAS , I, 191) bu tefsir müellifimize ait olmayıp, Ebu'l-Leys es-Semerkandî tefsirinden bir cüzdür. [86]

V) Hadisü'l Akran [87]

 

Eserlerinden Mevcut Olmayanlar

El - Hatîbü'l -Bağdadinin Verdiği Liste [88]

 

1) Kitâbü's-Sahabe : 5 Cüz [89],

2) Kitâbü't -TâbiTn :12cüz[90]

3) Kitâbü Etbâ'iT-Tâb'in :15 cüz,

4) Kitâbü Tebe'i'l -Eîbâ' :17 cüz [91],

5) Kitâbü Tübbâ'i 1 -Tebe" :20 cüz [92]

6) Kitâbü'l -FasI Beyne'n -Nakala: 10 cüz [93]

7) Kitâbü İleli Evhâmi Ashâbi't -Tevârih: 10 cüz [94]

8) Kitâbü İleli Hadîsi'z -Zührî: 20 cüz [95] .   

9) Kitâbü İleli Hadîsi Mâlik: 10 cüz [96]

10) Kitâbü İleli Menâkibi Ebî Hanîfe ve Mesâlibihî:10 cüz [97]

11) Kitâbü İleli mâ İstenede İ leyhi Ebû Hanîfe : 10 cüz [98].

12)  Kitâbü mâ Hâlefe's-Sevrî Şu'be: 3 cüz [99].

13)  Kiîâbü me'n-Ferede bihî Ehlü'l-Medîne mine's-Sünen 10 CÜZ [100]

14)  Kitâbü me'n-Ferede bihî Ehlü Mekke mine's-Sünen : 10 CÜZ, [101].

15) Kitâbü mâ İnde şu'be 'an Katâde ve Leyse "İnde Sa'id 'an Katâde : 2 cüz [102].

16) Kitâbü mâ Ağraba'l-Kûfiyyûn 'ani'l-Basriyyîn : 10 cüz [103].

17) Kitâbü mâ Ağraba'l-Basriyyûn 'ani'l-Kûfiyyîn : 8 cüz [104].

18) Kitâbü Esâmî men Yu'raf bi'l-Künâ : 3 cüz [105]

19) Kitâbü Künâ men yu'ref bi'l-Esâmî: 3 cüz [106].

20) Kitâbü'i-Fasli ve'l-VasI: 10 cüz.

21) Kitâbü't-Temyîz beyne Hadîsİ'n-Nadri'l-Hudânî ve'n-Nad-ri'İ-Hazzâz : 2 cüz [107].

22) Kitâbü'l-Fasl beyne Hadîsi Aş'as b. 'Abdi'i-Mâlik ve Aş'as b. Sivâr: 2 cüz [108].

23)  Kitâbü'l-Fasl beyne Hadîsi Mansûr İbni'l-Mutemir ve Mansûr b. Râzân : 3 cüz [109].

24) Kitâbü'l-Fasl beyne Mekbûlİ'ş-Şâmî ve Mefchûli'l-Ezdî: 1 cüz [110].

25) Kitâbü Mevkûfi mâ Rufi'a : 10 cüz [111].

26) Kitâbü Adâbi'r-Rehhâle : 2cüz : [112],

27) Kitâbü mâ Esnede Cünâde 'an 'Ubâde : 1 cüz [113],

28) Kitâbü'l-Fasl beyne Hadisi Nûr b. Yezîd ve Nûr b. Zeyd : 1 cüz [114],

29)  Kitâbü mâ Ca'ala Abdallah b. Ömer "Ubaydallâh b. Ömer: 2 cüz [115],

30) Kitâbü mâ Ca'ala Şeybân Süfyân ev Süfyân Şeybân : 3 cüz [116],

31) Kitâbü Menâkibi Mâlik b. Enes : 2 cüz [117],

32) Kitâbü Menâkibi'ş-Şâfil: 2 cüz [118],

33) Kitâbü'l-Mu'cem 'ale'l-Müdün : 10 cüz [119]

34) Kitâbü'l-Mukillîn mine'i-Hicâziyyîn : 10 cüz [120],

35) Kitâbü'l-Mukiliîn mine'l-lrâkıyyîn : 20 cüz [121]

36) Kitâbü'l- Ebvâbi'l-Mütefarrika : 30 cüz [122].

37) Kitâbü'l-Cem'i beyne'l-Ahbâri'l-Mutazâdde : 2 cüz [123],

38) Kitâbü Vasfi'l-Mu'addel ve'l-Mu'addil: 2 cüz [124],

39)  Kitâbü'l-Fasli beyne Haddesenâ ve Ahberenâ : 1cüz[125].

40) Kitâbü Vasfi'i- 'Ulûm ve Anvâ'ihâ: 30 cüz [126],

41) Kitâbü'l-Hİdâye üâ 'İlmi's-Sünen

Bu kitabı mutala ettiği anlaşılan el-Hatîb, eserin muhtevası ve müellifin uyguladığı metod hakkında şu bilgileri verir: İbnu Hibbân burada hadis ve fıkıh sanatını izhâr etmek istemektedir. Senetleriyle birlikte verdiği her hadiste teferrüt olup olmadığı, var­sa hangi yörenin teferrüdü olduğu belirtilir. Şeyhinden sahâbîye kadar isnadı oluşturan râvilerin doğum ve ölüm tarihleri, künye ve ait oldukları kabileleri, fazilet ve teyakkuz dereceleri hakkında bilgi verilir. Hadislerden fıkhî hükümler ve hikmetler çıkarılır. Hadisler­de taâruz varsa belirtilir Ve aradaki uyuşmazlık telîf edilir. Hadisin lafzı bir başka habere zıt düşerse, aradaki zıtlık güzel bir yolla gi­derilmeğe çalışılır. Böylece her haberde mevcut olan fıkıh ve hadîs sanatı birlikte [127]öğrenilmiş olur . [128]

 

Hediyyetü'l-Arifin'deki Ek Liste [129]

 

1) Kitâbü Tefsîri'l-Kur'an,

2) Kitâbü Savâibi'l-A'mâl,

3} Kitâbü'l-Cerhi ve't-Ta'dîl [130]

4) Kitâbü's-Sünen [131],

5) Kitâbü Şu'abi'l-İmân,

6) Kitâbü Sıfati's-Salât,

7)  Kitâbü Tabakâti'İ-İsbahâniyya [132],

8) Kitâbü Garâibi'l-Ahbâr,

9) Kitâbü't-Târîh [133]

10)  Kitâbü'l-Müsned [134],

11)  Kitâbü'l-Vasâya'l-İttibâ1[135] ve Beyânil-İbtidâ1 [136]

 

Siyeru A'lami'n-Nubela'daki Ek Liste

 

Bu kaynağın matbu nüshasına, basım hataları sebebiyle fazla itimat caiz olmamakla beraber, verilen isimleri aynen zikret­mekle yetineceğiz:

1) Kitâbü mâ İnferede bihî Ehlü'l-lrâk,

2) Kitâbü mâ İnferede bihî Ehlü Horasan,

3) Kitâbü mâ İnferede bihî İbnu 'Arûba' an Katâde ev Şu'be "an Katâde,

4) Kitâbü Kabûü'l-Ahbâr[137].

1) Kitâbü Şeraiti'l-Ahbar

Biyografik kaynakların hiçbirinde isminden söz edilmeyen bu eserin varlığını İbnu Hibbân'ın kendisinden öğreniyoruz. Cerh veta'dîl alanına giren teknik meselelerin ele alındığı ve müellifimi­zin cerh ve ta'dîldeki metodunun kesin çizgilerle tesbiti bakımın­dan büyük bir önem arz eden bu eserin kaybolmuş kitapları arasın­da bulunması, kendi açımızdan telafisi mümkün olmayan bir ek­sikliktir. [138]

2)  Et-Tenbih 'Ale'ttemvih

Yine sadece müelliften öğrendiğiniz kayıp eserlerden bir tanesidir [139].

3) Kitâbü İleü'l-Ahbar

İbnu Hibbân bu kitabını MSahîhMinden sonra imla ettire­ceğini bildirmiştir [140].

4)Kitabü'l-Mevlid

Hz. Peygamberin muhtasar bir sîretine dairdir [141]. "es-Sîretü'n-Nebeviyye" adıyla Beyrut'ta 1407/1987 yılında basılmıştır.

5) Kitabüt-Tevris Ve'l-Hacb [142]

6) Kitabü Füsuü's-Sünen

Hadislerin ışığı altında kelâmî meselelerin ele alındığı an­laşılmaktadır [143]

7)  Kitabü'l-Cemi Beyne'l-Ahbar Ve Nefyit-Te-Zaddi 'Ani'l-Asar

Aralarında zahiren zıtlık görünen hadislerin tevilini konu alan kıymetli bir eser olduğu kesindir [144]. el-BağdâoTnin verdiği (no. 37) kitap İle bir bağlantısı olabilir.

8) Kitabüt-Tarihi'l-Kebir

Kİtâbü's-Sikât ile Mecrûhîn'in ilk önceki karma hâli [145].

9)  El-Kitabu'l-Muhtasar Min Tarihi's-Sikat Müellif bununla Kitâbü's-Sikât'ı kasdetmektedir [146]. Ve nihayet Ebu'l-Mahâsin el-Huseynînin işaret ettiği:

el-MUNTAKA isimli bir kitabının da kayıplar arasında yer aldığını belirterek bu bahse son verelim [147].

İbnu Hibbân'ın hadis ve sünen ilimleri açısından bu çok değerli telifatından bir çoğunun zayi oluşunun başlangıç tarihi ne yazık ki çok eskidir. Bu kitaplar el-Hâkim'in yaşadığı dönemde İbnu Hibbân'ın kendi eliyle tesis ettiği Büst şehrindeki özel medre­se haline getirdiği ve aynı zamanda hem kütüphane hem de araştırmacılar için pansiyon olarak kullanıldığı evinde saklı bulu­nuyordu. Pansiyon masraflarını karşılayacak vakıf gelirleri vardı. Suffa adı verilen bu medresede istinsah çalışmaları yapılırdı. İbnu Hibbân vakf ettiği bu kitapların korunması ve diğer mâli işleri tanzim için bir vâsi tayin etmiş ve kitapların kütüphaneden dışarı çıkarılmamasını şart koşmuştu [148]

Hatîb-i Bağdadî, bu kıymetli eserlerin istinsah edilmek su­retiyle çoğapılması, ilim ehlinin yarış halinde onları yazmaları ve ciltleterek korumaları gerektiğine işaret ederken ne yazık ki geç kalmıştı. Çünkü bu eserleri kendisine tanıtan es-Siczî (Ö.477/1084) dahi müellifin kitaplarından çok az şey kaldığını esef­le belirtmekteydi. Hatîb-i Bağdadî kitapların zayi oluşunu iki faktö­re bağlıyor: birincisi, aradan uzun zaman geçmesi, devrin sultan­larının idarî zafiyetleri ve ülkenin bozguncu kötü kimseler tarafın­dan istilâ edilmedi; ikincisi ise yöre halkının ilim ve faziletten yok­sun olmaları ve bu eserlerin değerini küçümseyecek kadar idrak­sizlik [149]içerisinde bulunmalarıdır . [150]

 

Râviyi Ta'dilde İbnu Hibbân'ın Metodu

 

İbnu Hibbân'ın hadis ricalini tenkidcle kendine öz metodu vardır Bu yolu takip ederek ravileri tadîl etmiştir. Gerek Sahîh'inde gerekse Sikâfında yer alan râviler hep aynı tenkit süzgecinden geçmek suretiyle hadisi hüccet olan âdil sıfatını kazanmışlardır. İbnu Hibbân'ın ıstılahında adalet, dinde ve rivayette olmak üzere, iki önemli vasfı ifâde etmektedir. [151]

 

Râvinin Dininde Adaleti

 

İbnu Hibbân'a göre bir insanın dininde âdi! olması, onun hâl ve hareketleriyle ekseriya Allah'a İtaat yolunda bulunmasıdır. Ada­let vasfı, ancak kendisinde hiç bir masiyet bulunmayan bir insana verildiği takdirde, o zaman yer yüzünde âdil olabilecek tek bir insan yoktur hükmü ortaya çıkar. Çünkü insanlar hal ve hareketlerinde şeytana uymaktan kurtulmuş değillerdir. Öyie olunca, âdil bir kim­se, hal ve hareketleriyle zahiren Allah'a itaat eden kimsedir. Âdil ol­manın zıddı ise, hal ve davranışlarda Allah'a ekseriya isyan etmek [152]demektir . [153]

 

Muaddilin Âdil Ve Hadis Sanatından Anlar Olmasının Gereği

 

Hadis ilminin en Önemli konularından biri, bir muhaddisin dinde adaletinin tesbiti işidir. Muhaddisin rivayetinin makbul olabil­mesi için onun adaletle muttasıf olduğunu ortaya koyacak bir mu-addıle gerek vardır. Bu muaddilin de güvenilir, bir başka İfade ile kendisinin de âdil olması lazımdır. Bir muhaddisin adaleti, rivaye­tinde sadık olmadığı halde, bazen yaşadığı yörede bulunan âdil muaddiller tarafından açıklanmış olabilir Çünkü onun bu yönünü, ancak hadis sanatından anlayan bilebilir. İşte İbnu Hibbân, bir muaddilin yapacağı tadilin muteber olabilmesi için, onda hem adalet hem de hadis sanatını büme vasıflarını öngörmektedir. İbnu Hibbân'a göre bir muaddil, her hangi bir râviyi hem dinde hem riva­yette tadil edebilmesi için, âdil olmasının yanı sıra hadis sanatı­ndan da yeterince anlar [154]olması icabetmektedir. [155]

 

Muaddilin Sayısı

 

Bir râvinin adalet vasfına sahip olduğunu kabul etmek için o kimseyi tadîl eden muaddilin sayjsı hakkında İbnu Hibbân kendi görüşünü açıkça belirtmemiştir. Bu demektir ki, muaddilde öngördüğü iki temel vasfı taşıyan tek muaddilin, râvinin dinde ada­leti konusundaki tadilini yeterli bulmaktadır.

Muaddilin sözüne güvenilir bir kimse olması gerektiğine göre, mecruh bir kişinin sözüne dayanılarak bir.şeyhin adaletinin düşemiyeceği tabiidir. Nitekim İbnu Hibbân, İkrime (ö.105/723) [156] hakkında cerhe yönelik sözler sarfeden Yezid b. Ebi Ziyâd'ın bu konudaki değerlendirmesini geçersiz saymış, mecruhun sözüyle âdilin mecruh olmasını muhal görmüştür [157].

 

Râvinin Rivayette Adaleti Ve Bunun Tesbiti

 

Rivayette adalet, râvinin hadiste sıdk ile şöhret bulmuş ol­masından ibarettir. Râvinin bu konudaki adaletini, İbnu Hibbân itibâr (sebr) işlemiyle tesbit eder ve Hammâd b. Sele-me(ö.167/783) [158] nin hadiste adaletle muttasıf olup olmadığını an­cak itibâr metodunu kullanmak suretiyle tesbit edilebileceğini örnek olarak verir: "Hammâd b. Seleme, Eyyüb'dan, O da İbnu Sîrîn'den, o da Ebu Hureyre'den, o da Nebi (a.s)'den rivayet etmiş olduğu bir hadisi ele alalım. Bu haberin, Hammâd'dan başka Eyyûb'un ashabından rivayet edilmediğini tesbit ettiğimizde, o za­man Hammâd'ı cerhetmede tavakkuf ederek, Hammâd'ın akra­nından bu haberi rivayet edenlerin tesbiîi için araştırma yapmamız gerekir. İlk önce araştırmayı, Hammâd'ın ashabı veya onlardan sadece bir tanesi kendisinden bu haberi rivayet edip etmediği üze­rinde olacaktır. Rivayet edilmiş olduğunu tesbit ettiğimiz takdirde, o zaman haberin Hammâd tarafından rivayet edildiğini kesin ola­rak öğrenmiş oluruz. Eğer bu haberi Hammâd'dan zayıf bir râvi rivayet etmişse, bunu Hammâd'a değil, o zayıf râviye nisbet ede­riz. İtibâr esnasında Hammâd'ın Eyyüb'dan rivayetinde mütâbi'inin bulunmadığı kesinleştiğinde, yine Hammâd'da tavak­kuf ederiz, ona zayıflık, gevşeklik gibi bir vasıf veremeyiz. Aksine, haberi, sikâttan olan bir râvinin, Eyyûb'un dışında İbnu Sîrîn'den rivayet edip etmediği araştırılır. Rivayet edildiği görülürse, haberin bir aslı olduğu anlaşılır. Sika bir râvinin rivayet etmediği ortaya çıktığı zaman araştırmaya devam edilir. Haberi İbnu Sîrîn'den başka, sika bir râvi Ebû Hureyre'den rivayet etmiş midir, etmemiş midir? Rivayet ettiği görülürse, haberin aslı olduğu bilinmiş olur; Böyle bir rivayet bulunmadığı takdirde, yine bakılır: haberi Ebû Hureyre'den başka birsahâbi Nebî (a.s)'den rivayet etmiş midir, etmemiş midir? Rivayet ettiği sabit olursa, haberin bir aslı olduğu sıhhat kazanır. Böyle bir rivayet mevcut olmadığı takdirde, o za­man bu haberin kendisi üç asla muhalif düşmüş durumdadır, do-layısıyle haberin mevzu olduğu ve bu haberle teferrüd eden her kimse, haberi uyduranın da o kişi olduğu kesinlik kazanır"[159].

Hammâd'dan itibaren Sahabe tabakasına varıncaya kadar sürdürülen bu araştırma neticesinde, Hammâd'ın bu rivayette te­ferrüd etmediği tesbit edildiği takdirde, İbnu Hibbân, Hammâd'ın rivayette adalet sahibi oluduğunu, kendisiyle ihticac, haberini de kabul edeceğini belirtir [160]

Râvinin hadisteki adalet veya cerhini itibâr yoluyla tesbite çalışırken, mutabaat-1 tâmme, mutâbaat-ı kâsira ve şâhid terimle­rinin İbnuHibbân'ın ıstılahında yer almadığı görülmektedir. [161]

 

Ravide Aranan Akıl Şartı

 

Râvinin ne rivayet ettiğini bilmesidir. İbnu Hibbân bu şartı şöyle açıklar: Iafızl2nn ' edilecek manayı ne zaman bozabile­ceğini anlayabilmek için yeterince dile hâkim olmalı, mevkufu müsned mürseli merfû olarak rivayet ve isimlerde tashtf yapmayı önleyebilecek kadar nad's sanatından anlamalıdır [162].

İmam Şâfi'inin sahih hadis ravisinde aranılan şartları ele alırken temas [163] ettiği akıl şartı için kullandığı İfâdeyi, İbnu Hibbân'da da aynen görmekteyiz . [164]

 

Fakih Olmayan Sika Hafızın Hıfzından Rivayeti

 

İbnu Hibbân'ın, rivayette adalet ve sıdkı bütünleyen şart­larından biri de râvinin "ilim" sahibi olmasıdır. Yani, râvinin rivayet ettiği hadisin manasını değiştirmeğe yol açacak hususları bilmesi­dir. Haberi naklettiği zaman veya onu hıfzından rivayet ederken yahut da haberde ihtisara gittiğinde o seviyede fıkıh bilgisine sahip olmalıdır ki, haber, Nebî s.a.v.'in kasdettiği manadan bir başka manaya gelecek şekilde bozulmasın [165].

Bu açıklamadan anlaşıldığına göre, fakîh olmayan ve fakat hafız ve sika bir rnunaddis, haberi ezberinden veya onu mana ile rivayet etmediği takdirde, rivayeti sahihdir. Bu vasıftaki bir muhad-disin rivayetlerinden ihticâca elverişli olmayanlar, sadece hıfzından nakletmiş olduğu hadislerdir. İşte İbnu Hibbân'ın, riva­yetlerinin bir kısmı İIe inticâc edilmeyen SİKA râvüer dediği, bu "fakîh olmadığı hâlde hıfzından rivayet eden SİKA muhad-dislerdir"[166].

Hıfzından rivayette bulunan SIKA ve HAFIZ muhaddisin fa-kih oliması şartını öngörmeğe iten sebebi, İbnu Hibbân şöyle açık-iar : "Hadis müzakere meclislerinde kendileriyle bizzat görüştüğümüz hadis hafızlarının çoğu, hadisin metnini ikinci pfana atmakta, turuk ve isnatları ezberlemeğe önem vermektedirler. Müşahedem odur ki, onların ezberlerinde olan sadece metinlerde geçen birkaç kelimeden ibarettir. İsnatları zikrettikten sonra bu bir kaç kelimeye,işaretle yetinmektedirler. Yeryüzünde Sünnet sa­natını mükemmel bir tarzda icra eden bir tek kişi gördüm O da Mu-hammed b. İshâk b. Huzeyme (ö. 311/923) idi. Hadisleri sahih ve ziyade lafızlariyle metin ve senetleriyle birlikte öylesine hıfzetmişti ki, bütün SÜNEN âdeta gözünün önündeymiş gibi kendinden emin olarak hıfzından rivayette bulunurdu. Netice olarak, SİKA-HAFIZ bir muhaddis fakih değilse ve hıfzından rivayet etmişse, bilmeye­rek metni kalbetmek suretiyle, metnin asıl manasını kaybetmesine yol açabilir. O halde bu durumda olan bir muhaddis, hadisi bir ki­taptan tahdis etmedikçe veya rivayetinde Sikâta muvafık düşme­dikçe, o haberiyle ihticacı caiz görmem" [167].

Bu izahdan anlaşılıyor kî, İbnu Hibbân'ın, fıkıh bilmeyen muhaddis İçin bu bilgiyi şart olarak ileri sürmesi bir genellemeden ziyâde kendi dönemindeki râviler için geçerlidir. Kaldıki o dönem­de kendi şeyhi gibi istisnalar da mevcuttur. Râvinin "fakîh olması", İbnu Hibbân'ın mutlak bir şartıdır diye İbnu Receb e!-Hanbelî'nin müellife itirazını yerinde[168] bulmuyoruz . [169]

 

Sika Olan Fakihin Hıfzından Rivayeti

 

Sika olan fakîhin hıfzından rivâyetiyle ortaya çıkacak duru­mu İbnu Hibbân şöyle açıklar: "Umumiyetle metinlere ehemmiyet veren SİKA FAKİH, hıfzından rivayette bulunurken, metin yönü ağır basmakta, senetler ise ikinci planda kalmaktadır. Müzakere­ler esnasında onları hep böyle gördük; metinleri hıfzetmeğe gayret ederler, isnatlara gelince, senedin başında "Kale Resûlullâh" de­mekle iktifa ederek, kendileriyle Nebî (a.s) arasında kalan raviler-den hiç birini zikretmezlerdi. Böyle olunca hıfzından tahdis yapan fakîh, rical isimlerinde tasnif yapabilir, isnatları maklûb, mevkufu merfû ve mürseii mevkuf hâle sokabilir. Onun isnada az ihtimam göstermesi, bu gibi yanlışlıklara yol açmaktadır. O halde, ihticâcın caiz olduğu haberleri, ancak ya bir kitaptan rivayet ettiği veya ez­berinden rivayette bulunmakla beraber, isnadında SİKAT'a muvafık düştükleri olacaktır. [170]Bunun dışında kalan rivâyetleriyle ih-ticâcf caiz görmüyorum"[171]

 

Sikanın Ziyadesi

 

İbnu Hibbân, sika muhaddisleri, fakîh olup hafız olmayan ve hafız olup fakîh olmayan diye iki tabakaya ayırıyor [172], fukaha ve muhaddislerin üzerinde görüş ayrılığına düştükleri "ziyâdetü's-sikât" meselesine kendi metodu ile bir çözüm getirmiş bulunuyor. Senette ziyadelik söz konusu olduğunda, yani sika fakihin isna­dına nisbetle, fakîh olimayan sika hafızın isnadında yer alan bir ziyâde makbul olmakta; fakîh olmayan sika hafızın metnine naza­ran, fakîh olup da hafız olmayan muhaddisin ziyadeli metni kabul edilmektedir. İbnu Hibbân Sahîh'ine aldığı hadislerin sıhhati için öngördüğü şartları belirtirken, SİKA'nın ziyâdesine dair değerlen­dirmesinde bu esasa bağlı kalmaktadır. Bu konuya temas ederken şu açıklamalarda bulunur: "Rivayetteki bazı ziyâde lafızlara gelin­ce, biz onları fıkıh tarafı ağır basan kimselerden gelirse kabul ederiz. Çünkü o kimsenin, rivayet ettiği şeyi bilerek ve anlayarak ri­vayet etmiş olduğundan emin olunur. Onun hakkında, acaba bu haberi mecrasından uzaklaştırdı mı veya manasını değiştirdi mi diye şüphe edilmez. Hadis ashabı daha çok isim ve senetleri hıfzetmeye önem verir, metni ihmâl eder. Fakİhler de umumiyetle metinlerin hıfzına, sağlamlaşmasına ve mana ile edasına çalışıp senetlerin ve muhaddis isimlerinin hıfzını mühîmsemezler. Bu yüzden, fıkıh yönü üstün gelen bir muhaddis bir haberi merfû ola­rak rivayet ettiği takdirde, onun ref'ini ancak kitabından rivayet et­mişse kabul ederim. Çünküo, müsnedi mürselden, mevkufu mun-katî'den ayırdedemez. Onun bütün çabası sağlam bir şekilde met­nin hıfzına yöneliktir. Keza hafız ve mutkin olan bir muhaddis is­nadı muhkemleştirmeye, isimleri hıfzetmeğe ağırlık verdiği, metin­lere ve metinlerdeki lafızlara dikkat sarfetmediği için, onun habe-rindeki bir ziyâdeyi kitabından rivayet ettiği takdirde kabul ederim. İşte lafızlardaki ziyâdelerin kabulünde ihtiyatlı olan .tutum bu­dur [173].

Metin veya senette ziyâdeyle infirat eden ve fıkıh yahut hıf iz yönü ağır basan birçok muhaddisin ismine ve bu yüzden orta­ya çıkan durumların, [174]yukarıdaki esaslar çerçevesinde Müellif ta­rafından nasıl mütalaa edildiğine Kitâbu'l-Mecrûhîn'de sık sık ras-lamak mümkündür . [175]

 

Cerh Ve Ta'dil Edildiği Bilinmeyen Ravinin Adaleti

 

Hâli meçhul olan râvi hakkında ne cerh ne de ta'dil vaki ol­mamışsa, şeyhlerinin hepsi ve kendisinden rivayette blunan râvi de âdil (sika) iseler, rivayet ettiği hadis de münker değilse bu zat İbnu Hibbân'ın nezdinde rivayette âdil (zabıt) tır. Yine İbnu Hibbân'a göre, tecrîh, ta'dilin zıddı olması itibariyle, kendisinden cerh bilinmeyen herkes âdildir. Cerh edilmeyen her râvi, cerhi ortaya çıkıncaya kadar adildir. Zira insanlar kendilerine gizli kalan hususlarda hüküm vermekle mükellef olmayıp eşyanın zahirine göre hükmetmekle mükelleftirler [176].

Ve yine şöyle der: "Mukil olan bir kimseden münker hadis varit oldu ise onun ta'dili, ancak ciddî bir araştırmadan sonra mümkündür. Eğer o, münkeri rivayetle beraber, ahbârda sikâta muvafakat ediyorsa bu, adi sayılır ve rivayetleri makbuldür. Çünkü insanlar, kadhi gerektirip neticede cerhe yo! açan bir şey kendile­rinden zahir olmadığı sürece, hallerinde selah ve adalet üzeredir­ler. Bu, râvilerden meşhur olanların hükmüdür. Kendilerinden, zayıflardan başkasının rivayette bulunmadıkları MEÇHUL kimse­lere gelince bunlar, her hâlü kârda metrûkturlar" [177].

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, hakkında cerh bilinme­yen, tevsik de edilmemiş bulunan bir kimseden, diğer iki şartla bir­likte, âdil bir râvînin rivayette blunması hâlinde, bu kimseyi İbnu Hibbân âdil saymaktadır.

Kendisinden rivayette tek kişinin infirad ettiği böyle bir râvi hadis ıstılahında mechûlü'l-ayn durumundadır. Cumhurun görüşüne göre iki adlin kendisinden rivayette bulunmasıyla bu cehalet zail olur. Fakat bununla onun adaleti sübut bulmuş olmaz. Halbuki İbnu Hibbân, âdil bir râvinin rivâyetiyle bu cehaletin zail olacağı, adaletinin de tahakkuk edeceği görüşündedir.

İbnu Hibbân bu prensibine bağlı kalarak K. es-Sikât'ına hâli böyle olanlardan pek çok raviyi kabul etmiştir, denir. Nitekim Seyf b. Muhammed'in tercemesinde, onun Mansûr'dan rivayet ettiğini, kendisinden de 'Amr b. Muhammed el-Ankazî'nin naklettiğini be­lirttikten sonra şöyle der:"Seyf'in babasını tanımıyorum. Zayıf olan Seyf veya başkası da olabilir. Ancak Seyf, rivayetlerinde sikâta muhalefet ettiği, haberlerinde âdillerin izinden gitmediği doğruluk kazanıncaya kadar benim nazarımda makbûlü'r-rivâyet olan bir kişidir. Aksi halde söz konusu zayıflığı kendisinden biliriz" [178].

Adil bir kimsenin bir şeyhten rivayeti o şeyhi tadil sayılır görüşünde olanlar da vardır. Fakat, sadece sikalardan rivayet et­tiği halinden bilinen bir kimse, bir şeyhten rivayet yapacak olsa, bu­nun nazarında o şeyhin sika olduğuna hükmedilir şartı da ileri sürüldüğü halde, böyle bir kayda İbnu Hibbân gerek duymamak­tadır.

Hatib-i Bağdâdî'ye göre, "ayni" (zâtı) hakkında cehaleti or­tadan kaldıran asgari şart, ilmiyle meşhur en az iki ve daha çok kimsenin ondan rivayette bulunmasıdır. Aksi halde mücerred iki kişinin rivâyetiyle ona adalet vasfı verilmez. Bazı kimseler bununla da adaletin sübut bulacağını zannetmişlerse de bu, bâtıldır. Çünkü kendisi adi olduğu halde, öbürünün adaletini bilmemesi mümkündür. Neticede bu âdil kimsenin o meçhul kişiden rivayette bulunması onun hakkında ta'dîl manasına gelmediği gibi, sıdkı hu­susunda da bir haber değildir [179].

İbnu Hibbân, mechûl şeyhten feferrüden rivayette bulunan şahsın sika olması, rivayetinin sikâta muhalif düşmemesi ve ayrı­ca o münferid râvinin cerh ve ta'cfıl sanatından anlar bulunması gibi şartlar çerçevesinde, o şeyhten cehalet vasfının kalkmış ola­cağında ısrarlıdır ve bu prensibini hem Sahîhi'nde hem de Sikât ve Mecrühîn'de takip etmektedir.

Nitekim Sikât'ına aldığı Eyyûb el-Ensârî hakkında şöyle der: "Eyyûb'un kim olduğunu bilmediğim gibi, kimin oğlu olduğunu da bilmiyorum". Onun tek râvisi olan Mehdî b. Meymûn (171-2/787-8) zabt ve itkan sahibidir [180]. Hakkında her hangi bir cerh hükmünün bilinmediği şeyhi Eyyûb'dan rivayet ettiği hadis münker de değildir. Neticede İbnu Hibbân, sika olan Mehdî'nin bu şeyhten rivayetini onun hakkında ta'dîl manasına geldiği ve sıdkı hususun­da da bir haber olduğu görüşündedir [181].

Usûl kitaplarında "mestur un veya "mechûlû'l-hâi" in tarifi yapılırken, bir başka ifâdeyle, "mechûlü'l-ayn" oian bir râviden cehaleti kaldıran haller belirtilirken ileri sürülen .şartlar şunlardı: ya iki âdil râvinin, tevsîk etmeden, ondan rivayet etmiş olmaları veya ondan rivayette infirâd eden râvinin onu aynı zamanda tevsîk et­mesi[182]. İbnu Kesîr de : "Râvîden cehalet, ondan iki âdil kimsenin rivâyetiyle kalkar. Fakat bununla adalet hükmü sâbiî olmaz, fonu Hibbân ile başkaları, iki adlin ondan rivayetleri ta'dîl hükmündedir görüşünü benimsemişlerdir" der [183]. Oysa ibnu Hibbân, başka­larının "mechûr saydıkları râvüeri tevsîk ederken ne usûl kitapla­rında belirtilen şartları ne de İbnu Kesîr'in kaydettiği bir şartı göz önünde bulundurmam ıştır.

İbnu Hacer zaman zaman müellifimizin meçhulü tevsîk usûlüne işaret ederken söz konusu râviler İçin bazen "mechûf", bazen "mechûlü'I-hâl" bazen de "mestur" tabirlerini kullanır [184]. Hal­buki İbnu Hibbân'ın ihticâc edilir hükmünde gördüğü kişiler [185], İbnu Hacer de dahil bütün usûlcülerin "mechûlü'l ayn" diye tarif ettikleri râvi durumundadır.

Adil bir kişinin rivayeti sayesinde "mechû!ü'!-ayn"den ceha­let vasfının kalkarak onun ihticâca ehliyet kazandığını gösteren daha açık bir örneği görelim : Ka'nebî'nin maruf olmayan Medineli bir kısım şeyhleri arasında Süleyman b. Ebî Hâüd el-Bezzâr"ın da ismi geçer. Ahmed b. Hanbel (ö.241/855), Ebû Hatim er-Râzî (Ö.277/890) ve İbnu 'Adî (Ö.365/975) onu tanımadıklarına dair ke­sin ifadeler kullanırlar. Kendisinden Ka'nebî gibi ünlü muhaddis rivayette bulunmakla, İbnu Hibbân onu artık mechûl görmemiş, Sikât'ına almıştır [186].

Kendisinden âdil bir kimsenin rivayette bulunduğu "mechûiü'l-Ayn'in, cerhi zahir oluncaya kadar, ihticâca ehil ol­duğuna cevaz verdiği için İbnu Hibbân bütün şimşekleri üzerine çekmiş durumdadır. Halbuki bu sınıfa giren ravîlerin hadisleriyle ihticâcı caiz görmede İbnu Hibbân yalnız değildir. Ona yöneltilen ağır tenkitler, onun ıstılahının tam olarak anlaşılmamış olması­ndan ileri gelmektedir. Kitâbü'l-Vuhdân türünden eserlerde, me­selâ Müslim <ö.261/874)'in "Kitâbü'l-Münferidât ve'l-Vuhdân"ında ravisi tek olan pek çok sahabe ismi vardır. Sahâbe'nin dinde adale­ti meşhurdur. Ancak sika olan tek râvileriyle cehâletü'l-ayn vasıf­lan kalkmış ve ayrıca rivayette adalet (sıdk) ile mâruf oldukları te-beyyün etmiş durumdadır. Adlin râvîden rivayeti, onu tâdîl için ye­terlidir görüşüne muhakkikînden sahip olanlar vardır ve böylesiyle ihticâc etmişlerdir. Ayrıca Buhârî'nin ricali arasında da tek râvisi olanlar mevcuttur. İbnu's-Salâh âdil bir râvinin bir kişinin ismini ve­rerek ondan nakilde bulunması onu tadîl demek değildir diyerek, ulemânın ekseriyetinin sâhıp olduğu bu görüşe muhalefet eden bazı hadîs alimleriyle bir kısım şâfi'îlerin de bulunduğunu kayde­der [187]. Nitekim Süleyman b. Eyyûb er -Râzî (ö;235/849) "mestur un tarifinde : "zahiren adaleti bilinen fakat batınî adaleti bilin­meyendir"  demiş  ve   buna  rağmen   "mestûr"un   rivayetini kabul etmiştir. Çünkü : "Eğer bir râvî reddini gerekli kılacak bir se­beple cerh edilmemişse, veya kendisiyle ilgili herhangi bir cerh bi­linmiyorsa, o râvi hakkında hüsn-i zanda bulunmak gerekir. Bu zahiren de olsa onun adaletini gösterir" diye de gerekçe gösterir. İbnu's-Salâh da bu münasebetle önemli bir noktaya işaretle şöyle der: "Öyle sanıyorum ki, bir çok meşhur hadis kitaplarında, hayli zaman önce yaşamış ve bâtınen adaletini tesbit imkânı kalmamış birçok râvi hakkında bu görüşle amel edilmiştir" [188]. İbnu's-Salâh ayrıca bunu teyid için Buhârî (Ö.256/869) ile Müslim (ö.251/874)'in "vuhdân" râvilerinden örnekler verir ve onların da bir tek kişinin rivâyetiyle RAVİ'inin mechûl ve merdûd olmaktan çıkabileceği görüşünde olduklarını kaydeder . [189]

 

Hasen Hadis

 

Görülüyor ki, içlerinde ibnu Hibbân'ın bulunduğu bir kısım muhaddislerin ihticâca ehil gördükleri bazı râviler gerçek anlamda ta'dil görmüş değillerdir. Bunlara ister "mechûl" ister "mestur"[190] ya da "mechûlü'l-hâl" adı verilsin, kendilerinden sika ravinin naküyie mechûl olmaktan kurtulmuş, fakat mestur denilen râvî durumunda bulunmaktadırlar. İbnu Hibbân'a gelince, onun bu durumda bulu­nan râvîlerden gelen hadisleri Sahîh'ine aldığı malûmdur. Amel edilme yönünden onların hadisleriyle diğer sika ve mutkin ravilerin hadisleri arasında bir fark görmemiş demektir. Öyleyse, onun ıstılahında yer almadığını gördüğümüz "hasen hadis" tabirinin ifâ­de ettiği hadîs çeşidi acaba bu gibi mechûl veya mestur ravilerin hadislerine tekabül edemez mi? Bu soruya müsbet cevap verebil­mek için bu tür hadisin özelliğini kısaca hatırlamamız yerinde olur.

İbnu's-Salâh, Hattâbî (Ö.388/998) ile Tirmîzî'nin fö.279/892) hasen hadisle ilgili tariflerini tahlil ettikten sonra,

Tirmizî'nin,hasen hadisle, hangi râvilerden gelen hadisleri kasdet-tiğini şöyle açıklamıştır : "Bu tür hadisler, isnadında râvileri 'mestur" olmaktan hâli bulunmayan ve ehliyetleri tahakkuk etme­yen hadislerdir. Ancak bu râviler, rivayetlerinde fazla hata yapan, gafil, hadiste kizb ile müttehem olan yani hadis rivayetinde kizbi kasden ihtiyar eden kimseler de değiller ve râvînin fışkına sebep olan şeylerden uzaklardır. Ayrıca hadisleri başka yönden veya bir çok yönlerden aynı veya benzerinin rivayet edilmesiyle maruf olur, dolayısiyle hadis şâz veya münker olmaktan uzak kaiır" [191].

Tirmizi'nin şeyhlerinden ve kendisinden önceki tabakaya mensup muhaddisferden bazılarının sözlerinde rastlanan [192], ha­sen hadis tabiri, Hicrî dördüncü asırda dahi henüz yeterince yay­gınlaşmamış olmalı ki İbnu Hibbân da sahih hadis derecesinin dûnunda kalan bu kısım hadisleri SAHİH adını verdiği kitabına alır­ken hasen tabirini kullanmamış olmalıdır. Nevevi: "Hasen hadis kuvvetçe sahihin dûnunda olmasına rağmen ihticâcda onun gibi­dir. Bu sebeple bir kısım âlimler onu sahîh çeşidine dâhil ettiler" derken, bununla İbnu Hibbân'ı, hocası İbnu Huzeyme (ö.311/923)'yi ve el-Hâkim (Ö.405/1014)'i kastetmiştir [193]. İbnu Hibbân'a, "ta'dilde tesâhül gösterdi" diye yapılan itiraz, onun bu ıstılahını anlamamaktan ileri gelir [194] Son devir âlimlerimizinden M. Zâhid el-Kevserî de müellif hakkındaki bu görüşünde ısrarlı görünmekledir [195].

Hâli maruf olmayan râvinin hadisinin beîli şartlar çerçeve­sinde, ibnu Hibbân'ın reyince, HASEN olduğuna İbnu'l-Cevzî (Ö.579/1200) de kanidir. Nitekim :

hadisinin senedindeki râvî Süleyman b. 'Abdillâh [196] 'in mechûl olduğunu, fakat onu İbnu Hibbân'ın Sikât'a aldığını [197] ve onun re­yine göre hadisin HASEN olduğunu belirtmiştir . [198]

 

Münker Hadisin Senedinde Bulunan Ravinin Adaleti

 

İbnu Hİbbân'ın hüccet saydığı hadisin râvilerinden [199]her bi­rinde şu beş şartın bir arada bulunması gerekmektedir: 1) dinde adalet, 2) hadîste sıdk, 3) akıl, 4) ilim, 5) haberin müdelles olma­ması [200]. İşte İbnu Hibbân'ın "sadûk" kabui ettiği ve haberiyle ihticâc ettiği râvi, bu beş vasfın kendisinde bulunduğu kimsedir. Sahîh'in-de hadislerini tahrîc ettiği rical ve sikâf-ına aldığı muhaddisler hep bu vasıflan taşıyanlardır [201].

Gerek Sikât'ta gerek Sahîh'de ismi geçen âdil, sadûk bir râvi münker bir hadisin senedinde yer almış ise, bu râvînin adalet durum ne olur? İbnu Hibbân, haberin münker oluşunun adil saydığı râviyle bir ilgisi bulunamayacağını, haberdeki münkerliğin şu sebeplerden birinden ileri gelebileceğini söyler: haberin isna­dında Sikât'ta ismi geçen şeyhten önce, haberiyle ihticâc edilme­yen bir râv? vardır, haber mürsel olabilir, şeyhten sonra gelen râvî, haberiyle ihticâc edilmeyen çok zayıf bir kişi olabilir, haber munkati olabilir veya isnatta semâmı belirtmemiş olan bir müdellis var­dır [202].

Görülüyor ki râvînin adalet ve sıdkı için gerekli olan bu beş vasfı taşımakla zabıt ve adi derecesine yükselmiş bir şeyh yukar­da geçen illetlerden biriyle münkerlik kazanmış bir haberin isna­dında bulunsa da, bu şeyh İbnu Hibbân'ca mecruh olmamaktadır. [203]

 

Sadece Zayıf Ravilerden Rivayette Bulunan Muhaddisin Adaleti

 

İbnu Hibbân elde beyyine olmadan bir müslümanın kadhi-ni, yeterli bilgiye sahip olmadan bir muhaddisin cerhini helâl görmez. Sadece zayıf ravilerden rivayette bulunan bir şeyh hak­kında karar verirken de onun insaf ölçüsü budur. Adil bir şeyhin si­kaların yanı sıra zayıflardan da rivayeti olabilir. Keza metruk bir râvî ayrı ayrı hem sika, hem müdellis şeyherden hadis nakledebi­lir. Bu yüzden, hem sika hem zayıf şeyhleri olan âdil râvinin hadis-leriyle, hem sika hem müdellis şeyhleri olan metruk ravinin hadis­lerini birbirinden ayırdetmek gerekir ki bu da itibar yolu ve derinle­mesine araştırma ile olur [204].

Bir râvinin, kendilerinden hadis naklettiği biri sika diğeri zayıf iki şeyhi bulunması halinde râvi hakkında menfi veya müsbet bir hükme varabilmek için itibar metoduna baş vurulur. Ancak iki şeyhi de zayıf ise, onun alelftlâk kadhine hükmetmeyi İbnu Hibbân uygun bulmamaktadır. Bu şeyhin hadisi, sikâtin rivâyetiyle karşılaştırılır. Böylece sikâtin rivayetine ters düşüp düşmediği or­taya çıkar. Böyle bir neticenin verilerinden yoksun iken o şeyhi kadh etmek ona haksızlık olur [205]

Nitekim İbnu Hibbân, bu durumda olan Muttarih b. Yezîd el-Kinânî'yi "leyse bişeyin" (^~i* ^-J) diyerek cerheden Yahya Ma'în (ö.233/847)in bu sözünü itimada şayan bulmamıştır. Mutta-rih'in sadece iki şeyhi vardır. Kendileri zayıf olduğu gibi her birinin sadece birer şeyhi vardır ve onlar da zayıftır. Muttarih'in isnadında bu zayıf şeyhlerden biri olması sebebiyle hadisleriyle ihticâc olun­maz. Yukarıda belirtildiği üzere, bazen sika râvinin zayıflardan ri­vayet ettiği bir vakıadır. O halde Muttarih'in durumu nedir? İbnu Hîbbân diyor ki, Muttarih için birSİKA'dan mervi sahîh bir hadis bulunduğu takdirde, ve bu hadisin isnadı âdil ravilerden müteşekkil ise, o zaman Muttarih'in hadisiyle ihticaca hükmolunur; infirâd ettiği haberleri de terk olunur. Sikâta uygun düşenlere itibâr, zayıflardan rivayeti de terk edilir . [206]

 

Ravileri Sika Ve Zayıf Olan Şeyhin Adaleti

 

Bir ravinin rivayette adaletine (zabtına) hükmetmek için o râvinin sika şeyhten [207]rivayet etmiş olması tek başına yeterli değil­dir. Kendisinden rivayet edenlerin de rivayetlerinde sıdk ile maruf olmaları lazımdır. Bunların bir kısmı sika, bir kısmı zayıf olduğu za­man şeyhin rivayette sıdkını tesbit gerçekten zorlaşır. Zayıf râvinin rivayetine bakarak şeyh hakkında cerh ite hükmetmek İbnu Hibbân'a göre caiz olmaz. Böyle bir yargıya, ancak şeyhin rivayet­lerini itibar metoduyla kontrol ve araştırma sonunda, varılmasının insaflı olacağını belirtir [208]. Hakkında ihtilaf edilen bu kısım şeyhle­rin rivayetlerine karşı İbnu Hibbân'ın genel tutumunu belirleyici bir örnek verelim: K. el-Mecrûhîn'de adı geçen İmrân b. Müslim el-Kasîr şeyhi sika oian bir muhaddistir. Kendisinden Basrah hemşehrilerinin yaptıkları rivayetler müstakim bir durumda olup sikâtın hadisini andırırlar. Fakat İmrân'ın bir çok münker hadisleri de vardır: Ancak bunları kendisinden iki zayıf râvi: Süveyd b. Ab-di'l-Azîz ile Yahya b. Süleym nakletmişlerdir. Acaba bu münkerier, şeyhten, bu zayıf râvilerin telkiniyle mi yoksa şeyhte meydana ge-İen bir ihtilat neticesinde mi varit olmuştur diye İbnu Hibbân te­reddüt etmektedir [209]

İbnu Hibbân yorucu araştırma sonunda İmrân'ın müstakim hadislerini bulunca, bunları onun mutkinier arasına girmesi için bir delil saymış, kendisinden sikaların rivayet ettikleri bu hadislerle ih­ticaca cevaz vermiştir. Beri yandan 'İmrân'ın hıfzının teğay-yüründen de şüphelendiği için bütün sorumluluğu zayıf râvîierine yüklemek istememiş ve netice olarak rivayette muîkin olmayan­ların İmrân'dan yaptıkları rivayetlerden el çekilmesine karar ver­miştir [210]

İşte İbnu Hibbân formülünü bu kısım muhaddisler hakkında kullanmaktadır . [211]

 

Zayıf Şeyh İle Zayıf Ravi Arasında Kalan Muhaddisin Durumu

 

Adalet (zabt) durumu karmaşık olan muhaddislerinden biri de iki zayıf râvi arasında kalan muhaddistir.[212] Durumu açıklığa ka­vuşmadığı için onu mutlak olarak mecruh kılmak mümkün değlidir. İbnu Hibbân'ın nazarında böylelerinin adalet durumu müştebeh-dir. K. el-Mecrûhîn'den vereceğimiz bir örnek müellifin tutumunu daha iyi belirleyecektir.

İbnu 'Adî (ö.365/975)'nin tazîf ettiği [213] Muhammed b. "Atiy-ye b. Sa'd el-'Avfî, sadece babası 'Atiyye (ö.127/744)'den rivayet etmiştir. Kendi râvîsi de yalnızca Esîd b. Zeyd el-Cemmâl'dir. Ba­bası hadiste çok zayıf t^A^Î oluprâvî Esîd ise hadis hırsızı U-oJ-lj^jdir[214]. İşte iki zayıf râvî arasında bulunan Muhammed b. 'Atiyye'nin zayıf olmayan bir şeyhten rivayeti sabit olur ve bu rivayeti itibar sonunda menfî çıkarsa, o zaman 'Atiy­ye'nin cerhi genellik kazanır diyen İbnu Hibbân, böyle bir itibâra şimdilik imkân bulunmadığı için Muhammed b. 'Atiyye İhticâctan düşmüş durumdadır ve bir sikadan rivayeti sabit olduğu, bunu da kendisinden sika bir râvînin naklettiği ve sikâta da muhalefet söz konusu olmadığı anlaşılıncaya  [215]kadar bu durumun devam ede­ceğini belirtir . [216]

 

Muhtalit'in Adaleti

 

Dininde adi, rivayetinde sıdk ile maruf sika muhaddislerin bir çoğunda ömürlerinin sonlarına doğru akıllarında vukua gelen bozulmaya İhtilal, bu illete yakalanmış sika muhaddise de muhtalit denmektedir. İhtilal halinde olan birisi, hadisin sthhati için râvîde bulunması lazım gelen "akıl" vasfını kaybettiği için bundan böyle rivayet edeceği hadislerde tabii olarak az ya da çok hataya düşecektir.

İbnu Hibbân muhtaliti, rivayetlerinde zaman zaman hata yaptığı bilinen bir s ika. muhaddise benzetir. Sika bir muhaddis hata yaptığı bilindiğinde, o rivayetinin terki vaciptir. İhticac edilmesi ge­reken rivayeti ise, hataya düşmediği malûm olandır. Muhtelit hakkında verilecek hüküm de böyledir, ihttlattan önceki devrine yetişmiş ve sağlam hâlinde ondan hadis almış olduğu malûm olan sika muhaddislerin hadisleri veya muhtelitin, bir başka cihetten sübût ve sıhhatinde şekkedilmeyen rivayetlerde, sikâta uygun düştüğü hadisler İbnu Hibbân'ca itimada lâyık görülmektedir [217]. Muhtelitin rivâyetlerindeki doğruluk derecesini tayinde müellifin ölçüsü, sika muhaddislerin muhtelitten ihtilaftan önce almış olduk­ları hadisleridir.

İbnu Hibbân'ın rivâyetleriyle ihticâc ettiği ve hadislerini Sahîh'ine aldığı bir kısım muhtelit sika muhaddisler incelendiğinde görülür ki, bunlar ihtilat döneminde hata yapmış, ihtilâta uğradık­ları tarihler belli olmuş, kendilerinden kimlerin ihtilattan önce, kim­lerin ihtilattan sonra hadis aldıkları belirlenmiş kimselerdir. İbnu Hibbân'ın Sikât'ında yer aian muhtelit muhaddislerden bir kaç misâl vererek, müellifin bu prensibine ne derece bağlı kaldığını görelim : [218]

 

1) Said B. Ebi 'Aruba (Ö. 150/767)

 

İbnu Hibbân, Basra fukahâsı ve mutkinlerinden olan bu ünlü muhaddisin Hicrî 145 tarihinde ihtilâta uğradığını ve bu hâlin beş yıl devam ettiğini belirtir. Bu illete yakalanmadan önce kendi­sinden İbnu'l-Mübârek (ö.181/797) ve Yezîd b. Zuray'(ö.182-3/798-9) tarafından rivayet edilmiş hadislerle ihticâc olunabile­ceği, ihtilaî sonrası hadislerinde menâkir ve evham çok olduğu için bunlardan da mütakaddimûnun rivayetlerine uymayanları terket-menin vacip olduğu görüşündedir. Bir başka deyişle bunların itiba­ra tabi tutulmak suretiyle tesbitinin gerektiğini söyler. Ayrıca İbnu Ebi 'Arûba'nin H. 155 yılında vefat [219]ettiği görüşünü zayıf bulur. [220]

 

2) Said B. 'İyas El-Cureyri (Ö. 144/761)

 

Basralı olan bu muhaddis ölümünden üç yıl Önce ihtilâta maruz kalmış, ihtilât halinde iken Yahya el-Kaltân (Ö.198/813) ta­rafından görülmüştür. İbnu Hibbân onun ihtilâfını fahiş bir ihtilât olarak görmediğini, [221]bu sebepten onu Sikât'ına aldığını söyler . [222]

 

3) 'Ata B. Es-Saib Es-Sakafi (Ö. 136/753)

 

Ömrünün sonlarında ihtilât etmiş ancak o.tarihtan önce rivayetinde güvenilirliği bilindiği [223]için ihtilâtı sebebiyle adalet yolun­dan ayrılacak derecede fahiş hata işlememiştir . [224]

 

4) 'Abdullah B. Ca'fer B.Ğaylan Er - Rakki (Ö.220/835)

 

Ölümüne kadar ihtitât hâli devam eden bu muhaddisin ih-tilât başlangıç tarihi İbnu Hibbân'a göre 218'dir. Gözlerini kaybe­den bu zat zaman zaman muhalif rivayetlerde bulunmakla bera­ber, müellif [225]onun ihtilâtının, ne dediğini bilmeyecek derecede ağır olmadığın söyler . [226]

 

5) Şerik B. 'Abdillah B. El-Harisen-Nehei (Ö.177/793)

 

Hadis imamlarından ve fukahâdan biri olan Şerîk'in hafı­zasının bozulması ömrünün sonlarına rastlar. Bundan dolayı ki­tabı olmadan yaptığı nakillerde evham vardır. İbnu Hibbân, onu Vâsıfta iken dinleyen Yezîd b. Hârûn (Ö.206/821) ve İshâk el-Az-rak {ö. 194/809)[227] gibi muhaddislerin semâlarında tahlilin bulun­madığını, bir çok evhamın yer aldığı rivayetlerinin ise müteehhir muhaddisler tarafından Kûfe'de rivayet edilenler olduğunu söyler [228]

 

Ücret Karşılığında Tahdis Cerhe Sebep Olmaz

 

Ücret karşılığında hadis rivayet etmeyi bir kısım hadis imamları caiz görmemişlerdir. Bu gibi muhaddislerden hadis yazı-lamayacağı görüşünde olanların başında İshâk b. Râhûye (Ö.238/852), Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855) ve Ebû Hatim er -Râzi (Ö.277/890) gelir, "Hadis satan kimseden hadis yazılmaz" sözü Ahmed b. Hanbel'e aittir [229]

Kur'ân ta'Iîmine karşılık ücret almanın cevazına kıyasla ücretle hadis rivayet etmeye izin veren imamlar da vardır, ki Tâbiûndan Mücâhid (0.102,3/720,1) bunlardandır [230]. Yine : hadisi­ni, Yakûbb. İbrâhîm {Ö.252/866) bir dinar karşılığınd ancak tahdîs edermiş [231].

İbnu Hibbân da hadis rivayetini parayla yapmada bir beis görmemiş olmah ki muhaddislerden "Abdullah b. ei-Hasan el-Herrânî (ö.292/904)'yi Sikât'ma almış bulunuyor . [232]

 

Perde Arkasından Hadis İşitme

 

Perde arkasından hadis işitmenin sıhhati bazı şartlara bağlanmıştır.[233] Hadis okunurken muhaddisin sesinden tanınmış ol­ması, hadisin kendisine kıraat olunması halinde onun perde ar­kasında hazır olduğunun bilinmesi, sesini tanıyan ve orada hazır olduğunu bildiren kişinin de sözüne güvenilir olması gibi [234].

Böyle bir semâ'ın sahih olamiyacağına kani olan imamlar­dan Şu'be (ö.160/776): "Yüzünü görmediğin halde sana hadis rivayet eden muhaddisten rivayette bulunma; zira umulur ki, had-desenâ, ahberena diyen onun kılığına bürünmüş bir şeytandır" dermiş [235].

İbnu Hibbân bu son görüşe karşıdır. Etbâü't-tâbi'inden ünlü muhaddis Muhammed b. İshâk b. Yesâr (ö.150/767), Fâtıma bintü'l-Münzir'den hadis dinlerken aralarında bir perde veya bir en­gel varmış. Hadislerini bu yolla aldığı için Tâbiûndan Hişâm b. 'Ur-va (0.145,6/762,3) tarafından cerh edilmişti. Fakat bunun, hadiste bir insanın cerhine sebep teşkil edemiyeceğini belirten İbnu Hibbân bu Semâ'ın geçerli olduğuna ve bunu bir cerh sebebi görmenin insafsızlık olacağına işaret eder. Irak ve Hicaz'ın büyük tâbi'un ulemâsının perde arkasından Hz. 'Aişe'den hadis almış bu­lunmalarını, yüzünü görmeden sadece sesini işittiklerini ve bu yol­la alınan hadislerin muhaddislerce makbul sayıldığını da bu çeşit tahammülün sıhhati için bir delil kabul etmiştir . [236]

 

Sika Ravinin Zayıf Şeyhi'nin Düşürülmesi Onun Adaletini Düşürmez

 

Bir hadisin senedinde birbirleriyle görüşme ihtimalinin bu-'und.u?ü 9pV6rı'l'r iki muhaddis [237]arasında bulunan zayıf bir râvî düşürüldüğü takdirde, yalnız güvenilir râvîlerden oluşan MUTTA­SIL bir senet meydana gelmiş gibi olur. Böyle bir isnatla karşılaşıldığında, sika ravilere bakarak senede itimat edilir, dolayı-sıyle hadisin sahih olduğu vehmine düşülür. Müteehhir muhaddis-lerden bir topluluğun ortaya çıkıp bu tür bir işleme başvurduklarına değinen  İbnu   Hibbân,  örnek olarak Bakiyye b. el-Velîd (Ö.197/812)'in haberlerini, bir kısım öğrencilerinin nasıl bu hâle soktuklarını gösterir [238]. Şöyle ki, Bakiyye, kendileriyle görüştüğü Ubaydullah b. örner (Ö.144/761), Mâlik b. Enes (Ö.179/795) ve Şu'be b. el-Haccâc (ö.160/776)'dan semâ' yoluyla hadis almıştır. Ayrıca bu sika muhaddislerin hadislerini, onlardan semâ'ı olan zayıf râvilerden de işitmiştir. Bakiyye zayıf şeyhler kanaliyle sika şeylerinden hadis rivayet ederken kendisini dinleyen bir kısım tale­beleri aradaki zayjfiarı atıp senedi muttasıl hâle getirmişlerdir [239].

'knu Hibbân'ın verdiği bu misâle dikkat edersek, burada zayıf râvîyi düşüren Bakiyye'nin kendisi değildir. Aralarında zayıf ravinin nazfediidiği Bakiyye ile sika şeyhlerinin birbirleriyle görüşmüş olmaları hususu gözönüne alınırsa, Bakiyye'nin râvi leri burada'-tedlîscn-tesviye" yapmış olmaktadırlar. İbnu Hibbân'ın ıstılahında bu tabire rastlanmaz. O sadece "tesviye" tabirini kul­lanmaktadır [240]

İşte kendileri sika oldukları halde bir kısım rivayetleri hüccet olmayan muhaddisler, İbnu Hibbân'a göre, Bakiyye ve emsalidir ki zayıf şeyhleri kendi irâdeleri dışında başkaları tarafın- dan haz-fedilmîş ve âdeta kendileri o isnatta müdellis durumunda kalmışlardır.

Fakat Bakiyye'nin diğerlerinden farklı olan bir durumu vardır ki o da müdellis olmasıdır. Bir kısım hadis imamları bu İşi bizzat Ba­kiyye'nin yaptığını düşünerek, onu ünlü muhaddislerden "menâkir* rivayet etmekle itham etmişlerdir.

İbnu Hibbân işin aslını araştırmak suretiyle neticede Bakiy­ye'nin de zayıf râvilerden ayrı- ca tedlîs yaptığını tesbit etmiştir:

"Hımış şehrine geldiğimde özellikle Bakiyye'nin durumunu araştırmağa çalıştım. Kendisinden rivayet edilen hadis nüsha­larının birer nüshasını çıkardım. Neticede onun sika, memûn ol­duğunu anladım. Ne var ki "müdellis" idi. 'Ubaydullah b. Ömer'den, Şu'be ve Mâlik'ten müstakim hadisler işitmişti. Bu imamlardan semâ'ı olan el-Mecâşİ b. 'Amr gibi yalancı, zayıf, metruk ve sadece künyeleriyle tanınan mechûl kimselerden de sika şeylerinin hadis­lerini işitmişti. İşte Bakiyye tedlis yapmak maksadiyle zayıf şeyhle­rini aradan çıkarmış ve : "Ubaydullah b. Ömer, Nâfi'den... naklen şöyle demiştir", ve "Malik Nâfi'den... naklen şöyle demiştir" diye rivayet ettiği olmuştur. Kendisinin bu şekilde tedlis yaptığı bilindiği halde, bir kısım talebeleri ondan tedlis yaptığı bu haberleri ta­hammül etmiş ve bunları rivayet ederlerken, sanki şeyhleri zayıf şeyhini çıkarıp da tedlis yapmamış gibi: "Bakiyye ıan Ubaydillâh..., Bakiyye 'an Mâlik..." diye aradan değersiz râvîleri çıkardılar. Ve böylece mevzu hadisler Bakiyye'nin üzerinde kaldı, hadisi uydur­muş olan asıl râvîler aradan çıkarak kurtulmuş oldular.

Hibbân bu semâ'ın geçerli olduğuna ve bunu bir cerh sebebi görmenin insafsızlık olacağına işaret eder. Irak ve Hicaz'ın büyük tâbi'un ulemâsının perde arkasından Hz. 'Aişe'den hadis almış bu­lunmalarını, yüzünü görmeden sadece sesini işittiklerini ve bu yol­la alınan hadislerin muhaddislerce makbul sayıldığını da bu çeşit tahammülün sıhhati için bir delil kabul [241]etmiştir . [242]

 

Sika Ravinin Az Hata Yapması Onun Mutlak Zatını Gerektirmez

 

Benzer isimlerde tashif yapmak, mürseli merfû veya müsnedi mevkuf kılmak yahut da bir hadîse başka bir hadîsi kat­mak gibi hatalar, muhaddisin kitabet esnasında bilmeden yaptığı ve yaşlanıncaya kadar öyte kaldığı hatalardır ki birçok muhaddiste görülebilir ve bu hataların sayılan azdır [243].

Sika muhaddislerin bu gibi hatalarla rivayetlerinde teferrüt etmeleri, bir kısım hadis imamlarınca mutlak surette mecruh, bütün haberlerinin zayıf sayılmasına yol açmıştır. Nitekim Yahya b. Sa'îd el-Kattân (ö. 198/813), Abdurrahman b. Mehdi (ö. 198/813), Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855) ve Yahya b. Ma'în (Ö.233/847) bu tutum İçerisinde bulunmuşlardır [244].

İbnu Hibbân bu görüşe karşı çıkmış ve muhaddislerde görülen bu hallerin, onların bütün hadislerini ihticâcdan düşürebi­lecek bir zafiyet olmadığını belirtmiştir. Bu orta yoldan hareketle, bu kısma dahil muhaddislerin infirad ettikleri haberlerin hüccet olamıyacağım, fakat sikâtın rivayetlerine uyanlar ile ame! edilebi­leceğini açıklamıştır. Bu gibi râvîlerin durumunu belirtmek için de formülünü ilgililerin tercemesinde kullanmıştır [245].

İbnu Hibbân bu tür râvileri üç kategoriye ayırır: 1) infirad et­tiği hadisle ihticâc edilmeyip diğer rivayetleri makbul olanlar; 2) sa­dece sikâta uygun rivayetleri hüccet olanlar; 3) sikâta muhalefet etmedikleri   makbul    olup   sikâta   uygun   rivayetleriyle [246]  ihticâc edilenler . [247]

 

Sika Ravinin Vehme Düşmesi Onun Adaletine Dokunmaz

 

"Hata ve vehim beşerin kurtulamadığı iki şeydir. RasûlulJâh <a.s) hâriç, dünyada hiç kimse hatadan beri olamaz. Hata yapan bir kimsenin hadisini terketmek caiz olsaydı, Sahabe, Tâbi'ûn ve onlardan sonra yetişmiş muhaddislerin hadislerin terketmek de caiz olurdu, zira onlar da hatadan masum olmamışlardır" diyen İbnu Hibbân [248], adaleti ve semâ'ının sıhhati sabit olan bu gibi sika muhaddislerin rivayetleri arasında hata artar da, bu hata sevabın­dan daha çok olursa, o zaman rivayetlerinden içtinaba müstahak olacaklarını, fakat adaleti kesinlik kazanmış bir kimsenin ancak cerh sebeplerinden biri sebebiyle adaleti zail olduktan sonra mecruh sayılabileceğini önemle belirtmektedir [249].

Sika, mutkin ve âdil bir muhaddisin hadisini terketmeyi ge­rektiren "hatanın çokluğu" kavramı, İbnu Hibbân'ın ıstılahında, ha­tanın savâba galip gelmesi anlamındadır. Hata savabı bastıracak derecede artmazsa, o zaman bu muhaddisin hata yapmadığı riva­yeti makbul olup, sadece hata yaptığı rivayetinden içtinap edilir [250].

İşte bu vasıfta oian bir çok muhaddis, bazı hadis imamların-ca mutlak surette cerh edilmişken, İbnu Hibbân onları yukarıdaki gerekçeye binaen Sikât'ına almış bulunuyor. Meselâ Hammâd b. Seleme (ö.167/783)'nin hadisini Sahîh'ine almayan Buhârî (ö.256/869)'yi insafa davet etmekte ve Hammâd'ı savunmak­tadır [251].

Yahya b. Ma'în (ö. 233/847)'nin mutlak olarak cerhettiği Dâvûd b. ez-Zibrikân (ö.180/796)'ın durumu da böyledir. Yahya b. Ma'în, Davud'un müzakere esnasında vehme düştüğünü, hıfzına dayanarak yaptığı rivayetlerde galatta bulunduğunu, neticede si­ka muhaddislere ait olmayan hadisleri onlardan rivayet ettiğini an­layınca, onun zafına hükmetmişti. İbnu Hibbân'ın kanâatine göre, Dâvûd bunların hiç birini bilerek yapmış değildir, rivayetlerinin ge­nelinde aynı durumda olduğunu görmek mümkün olmadığı için terke müstahak değlidir. Netice'oiarak Dâvûd, müellifimizin na­zarında, sikâta uyum gösterdiği rivayetinde "sadûk", infirad ettiği zaman da kendisiyle ihticâc edilmez bir durumdadır [252].

İbnu Hibbân, ezberinden tahdis ettiklerinde vehme düşmekten masum olmayan hıfız ve itkân sahibi ez-Zühri (ö.124/741), İbnu Cureyc (Ö. 1507767), es-Sevri (ö, 161/777) ve Şu'be (ö. 160/776) gibi hadis alimlerini ömek vererek Kûfeli seçkin hafız 'Abdulmelik b. Ebî Süleyman fö.145/762)'da da, onlarda ol­duğu gibi, çoğu kez hıfzından tahdis edende görülen vehmin bulunduğunu, ancak âdil ve sika bir şeyhi, düştüğü vehimler yüzünden terketmenin insafla bağdaşmayacağını, aksine sikanın rivayetlerine uygun düşenleri kabul, aşırılığa varmadığı sürece vehme düştüğü kesinlik kazanan rivayetlerini de terk etmenin ihti­yatlı bir tutum olacağını, aksi halde yukarıda ismi geçen imamların hadislerinin de terkedilmesi durumunda kalınacağını kaydeder [253].

Basra'nın etbâü't-tâbiîn içerisinde en faziletlilerinden olan Dâvûd b. Ebî Hind (Ö.137/754), rivayetlerinde mutkin olmakla be­raber, hıfzından tahdîs ettiği zaman yanılgıya düşerdi. Rivayetle­rinde müşahede edilen bu hata ve vehimler İbnu Hibbân'ın ölçüşünce az bir sayıda olduğu için, yine Sikât'ında yer almış bulu­nuyor [254]. İbnu Hibbân sikâttan saydığı bu gibi muhaddislerin du­rumunu [255]gibi lafızlarla anlatmak-ister . [256]

 

Zayıf Şeyhini Gizlemeye Çalışan Muhaddisin Adaleti

 

Sika bir muhaddis zayıf olan bir kişiden rivayet yapar ve bu şeyhinin tanınmaması için onu künyesiyle anar. Bu zayıf şeyhin künyesi ile sika bir muhaddisin künyesi aynı olabilir. Künye ben­zerliğinden ötürü hadisin bu sika muhaddise ait olduğu sanılır. Oy­sa hadis onun hadislerinden değildir.

İbnu Hibbân şeyhin bu şekilde gizlenişini izah ettikten son­ra [257] Süfyânü's-Sevrî (ö.161/777)'nin el-Kelbi'den rivayetini buna ömek olarak verir: "es-Sevrî: bize Ebu'n-Nadr tahdîs etti, derken, dinleyen zanneder ki Sa7d b. Ebî 'Arûba (ö.150/767)'yi veya Cerir b. Hâzim (ö.170/786)'i kastediyor. İbnu Hibbân'ın verdiği ikinci örnek el-Velîd b. Müslim (ö.195/810)'e aittir; bize Ebû 'Amrtahdîs etti" dediği zaman, bununla el-Avzâ'î(ö.157/773)'yİ kastediyor sanılır. Halbuki kastettiği kişi 'Abdurrahmân b. Yezîd b. Temîm-dir[258]

İbnu Hibbân böyle bir haberle ihticâcın niçin caiz olmaya­cağı hususunda gayet açıktır: rivayette kim olduğu bilinmeyen bir insanın künyesi vardır, râvî sika bile olsa, ismini vermediği şeyhin yalancı olması da ihtimal dahilindedir [259].

İşte sika muhaddislerden bir kısmının kendi zayıf şeyhleri­ne künye vermek suretiyle onları nasıl gizlediklerine dâir İbnu Hibbân'in verdiği bilgiler özet olarak budur. Verdiği örnekler, klasik usûl kitaplarında tarifi yapılan "tedlîs'üş-şüyûh"a tekabül etmekte­dir [260]. Fakat müellifimiz bu tabiri kullanmaz, bu İşin "tedlîs"" ol­duğunu söylemekle yetinir [261]

Sonuç olarak İbnu Hibbân, sika bir râvînin yaptığı bu çeşit tedlîsin onun hadiste adaletine dokunmayacağını, ancak tediîs yaptığı rivayetinin hüccet olmadığı görüşündedir [262].

Şeyhin tanınmaması [263] gayesiyle îedlîsü'ş-şüyûha başvuran müdelîisin cerhine hükmedenler de vardır. [264]

 

Zayıf Şeyhini Zikretmeyen Muhaddisin Adaleti

 

Kendilerini her türlü masiyetten koruyabilmiş ünlü hadis imamlarından Katâde (ö. 118/736), Yahya b. Ebî Kesîr (Ö.129/746), el-A'meş (Ö.148/765), ibnu Curayc (ö. 150/767), es-Sevrî (ö.161/777) ve daha bir çoğunun hadis çalışmalarında takip ettikleri yo! şu idi: hadis rivâyetiyle meşgul olan herkesten yazar, işittikleri hadisleri sahiplerinden rivayet ederlerdi. Onlar bazen güvenilir şeyhlerinden hadis almış bulunan ve haberleriyle ihticâc caiz olmayan zayıf râviierden de hadis dinlemişler, bunları edâ ederken zayıf râvileri zikretmeden onların ve aym zamanda kendi­lerinin şeyhleri olan sika muhaddislerden rivayet etmek suretiyle zaman zaman tedlîs yapmışlardır[265]

İbnu Hibbân'ın yaptığı bu izahtan anlaşılıyor ki yapılan bu iş, tedlîsü'l-isnâd'ın kendisidir. İşte sika râvinin adeietine dokun­mayan bu tür rivayet şekli için o sadece "tedlîs" tabirini kullanır.

Sika müdelîisin bu duruma göre rivayetleri iki kısımda mütala edilir: rivayetinde " haddesenî" veya "semi'tü" gibi sarih edâ sigalannı kullanmadığı haberler ki ihticâc caiz değildir. Müellif bu hükmünde Şâfi'i'ye tabi olur. Semâ'a delalet eden sarîh siga-lann yer aldığı haberlerinde tediîs yapmadığı anlaşılır, dolayısiyle bunlar müdelles hükmünün dışında kalır [266], İbnu Hibbân müdeües hadisi kabul etmeyişinin sebebini açıklarken şöyle der: "es-Sevrî ve el-A'meş gibi itkan sahibi imamların ancak "semâ'ı" beyân ettik­leri rivâyetieriyle ihticâc ederiz. Müdeilis sika dahî olsa, semâ'mı belirtmediği haberini kabul ettiğimiz takdirde, makâti' ve merâsiiin hepsini de kabul etmemiz icabeder. Sika müdeilis haberinde zayıf bir râviden tedlîs yapmış olabilir. Onun kimliğini açıkladığında ha­ber batıl olacaktır. Tedlîs yaptığı ravinin zayıf mı sika mı olduğunu bilmiyoruz"[267]

İbnu Hibbân, Etbâü't-tâbi'in âlimlerinden Süfyân b. "Uyeyne (Ö.198/813)'nin tedlîslerini bu hükme dahil etmez. Çünkü o, sade­ce sika ve mutkin râviden tediîs yapan muhaddisin yeryüzünde tek örneğidir. Dolayısiyle semâ'ını belirtmediği haberleri de İbnu Hibbân'ca makbul sayılmaktadır." O sadece mutkin sikalardan tediîs yapardı. Tediîs yaptığı hemen hiç bir haber yoktur ki aynı ha­beri kendi ayarında sika bir şeyhten semâ' ile rivayet etmemiş bu­lunsun" [268]

Süfyân'nın semâ'ını beyân etmediği rivayeti hakkında bu delile istinaden makbul sayma hükmünü, İbnu Hibbân, İbnu 'Abbâs'ın Nebî (a.s)'den işitmediği halde ondan rivayet ettiği ha­disler için verilen hükme benzetir. "Ashâb, Nebî (a.s)'den naklettik­leri haberlerin hepsinde semâlarını belirtmiş değillerdir. Bu gibi semâ'sız haberlerin Nebî (a.s)'den Ashâb'dan biri tarafından işitil-diği, ondan da bir başka sahâbînin alıp işittiği sahâbînin ismini zik-retmeksizin Nebî (a.s)'den rivayet ettiğini yakînen bilmekteyiz. İşte Ashabın bu tür rivayetlerini de kabul etmemizin sebebi, onların hepsinin şerefli, udûl olmalarıdır. Allah zayıf ve gevşekliği onlar­dan temizlemiştir. Rasûlullâh (a.s)'in sözünde, bütün sahabenin udûl olduklarına, İçlerinde mecruh ve zayıfın bulunmadığına en kuvvetli delil vardır. İçlerinde mecruh ve­ya zayıf yahut gayr-ı adi birisi bulunsaydı, sözündeki umûmu hükümden onları çıkarır ve "Sizden burada bulunanlardan fulan ve (ulan, bulunmayanlara tebliğ etsin" derdi. Kendilerinden sonraki­lere tebliğ emrini bütün ashaba vermiş olması onların topluca udûl olduklarına delalet eder. Rasûlullâh tarafından tadîl edilmek de bir .5*  kimse için kâfi bir şereftir" [269]

Nihayet İbnu Hibbân bir kısım müdelles haberler hakkında Önemli bir genelleme yaparak şöyle der: "Bir müdellisin semâ'ını beyan ettiği bir haberin sıhhatına hükmettiğim zaman o müdellisin semâ'ını zikretmediği aynı haberi Sahîh'e almada bîr beis görmem" [270]

İbnu Hibbân sika müdellisin bizzat dinlediği hadis ile tediîs yaptığı hadis arasını tefrik prensibini Sİkât ve Mecrûhîn'de uygula­mağa çalışmıştır. Bir çok müdellisin K. el-Mecrûhîn'de yer al­masının sebebi, müdellis olmalarının yanı sıra cerhe yol açan hal­lerden biriyle macruh olmalarıdır. Bunlardan bir kısmı da, müellifin tediîs saydığı fakat bazılarınca "irsât-i hafî" diye tanımlanan tediîs çeşidini yapan kimselerdir. [271]K. es- Sİkât'ta yer alanlar, üzerinde durduğumuz tediîs çeşidini yapan sika muhaddisleridir . [272]

 

Sahâbe'nin Adaleti

 

İbnu Hibbân'ın mevcut eserlerinin hiç birinde onun sahâbîyi nasıl tarif ettiğine dair her hangi bir kayda rastlayamadtk. Sohbet şartı olmaksızın Hz. Peygamberi sırf görmekle sahâbî sıfatının kazanılabileceği yolunda birçok muhaddis ve bir kısım usûlcüleriin görüşünü İbnu Hibbân'ın da paylaştığını, ayrıca bunun için temyiz kabiliyetine sahip olmayı da şart koştuğunu anlıyoruz[273]. Hz. Pey­gamberi sırf görmenin sahâbî olmağa kâfi gelmeyeceğini ileri süren İbnu Ma'in (ö.233/847), Ebu Zur"a (Ö.264/877), Ebu Hatim er-Razî (ö.277/890)ve Ebû Dâvûd (Ö.275/8S8) da temyîz çağında olmayı gerekli görmüşlerdir [274].

Kur'an'da "Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyan­lar, bu peygamber Muhammed ve inananlardır. Allah inananların dostudur.", "O gün Allah Peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacaktır"[275]meâlindeki âyetlerde sahabenin söz konusu edildiğini söyleyen İbnu Hibbân, ashabın güvenilir ol­duklarını bu âyetlerin ışığı altında şöyle izah eder: "İbrahim'e uy­duğu ve kıyamet gününde utandinlmayacağı Allah tarafından ha­ber verilenleri kizb ile cerh etmek asla caiz olmaz. Nebî s.a.v. 'in "Benim adıma bilerek yalan söyleyen cehennemdeki yerine hazir-lansm" sözüne gelince, buradaki hitâb ashâbdan sonra gelenler içindir. Çünkü Allah'ın kıyamet günü rüsvây etmiyeceğini bildirdiği kimseler için Hz. Peygamber'in Cehennem ateşinin vacip ol­duğunu söylemesi muhal olur. Tenzîle şâhid olanlar, Rasûluilah ile sohbeti bulunanlar hakkında kusur, eksiklik düşünmek helâl değil­dir, onları kadhetmek imanın zıddıdir, onlardan birine dil uzatmak nifakın kendisidir. Çünkü onlar, kendiliğinden konuşmayan, ko­nuşması ancak, bildirilen bir vahy ile olan Nebî s.a.v.'in verdiği hüküm gereğince kendisinden sonra insanların en hayırlı olan-larıdır.Rasûlullah'ın insanlara açıklamak üzere Allâh'dan aldığı risâlet görevini kendilerine emanet olarak verdiği kimseler de el­bette cerhedilmeye lâyık olmazlar. Rasûlüllah'ın indinde onlar şehadetleri caiz sâdık insanlar oldukları için Rasûluilah risâleti on­lara tevdî etmiş ve kendisinden gördüklerini kendilerinden sonra gelenlere aktarmalarını emretmiştir. Ashâb bu nitelikte olmasa­lardı, tebliğ işini onlara bırakmazdı. Aksi halde risâlete gölge düşmüş olurdu. Netice olarak Rasûluilah tarafından ta'dîl edilmek bir insan için yeterli bir şereftin[276]

İbnu Hibbân'a göre,Hz. Ömer'in bir kısım sahabeyi çok ha­dis rivayet etmekten menetmesi, Ebû Musa'dan beyyine isteme­si, Hz.Ali'nin onlara yemin verdirmesi ve İbnu Abbâs'ın: "Herkes bildiği gibi hareket etmeye başlayınca, biz Rasûlüllah'tan hadis ri­vayetini bıraktık" demesi gibi haberler bu üç büyük sahabînin Rasûlüllah'tan işittiklerini tebliğden menettiklerini göstermez; çünkü Rasûlüllah'ın "Sizden burada bulunanlar hazır olmayanlara tebliğ etsin" dediğini ve işittiklerini gizlemenin ashâb için helâl ol­madığını çok iyi bilen Ömer, Hz. Peygamberden sonra onun adı­na hadis uyduranların çıkacağından da çok emin bulunuyordu. Zi­ra "Allah, hakkı, Ömer'in lisan ve kalbi doğrultusunda indirdi" diyen Rasûlullâh'dır. Ve gene "bu ümmet içerisindeki muhaddes-lerden [277] biri de Ömer'dir buyurmakla onu, vahye ve tenzile şâhid olmuş mütkin, sika ve ileri görüşlü ashabtan biri addetmiştir. O halde Ömer'in onları çok rivayet yapmaktan menetmeye çalışmasının sebebi, kendilerinden sonra İslâm'da kendileri kadar yer tutmayan bazı kimselerin çok rivayet etme cüretini gösterip rivayette hataya düşmelerini veya dünyalık elde etmek gayesiyle Rasûluilah adına bilerek yalan söylemelerini önlemekti. Sika ve emîn kimseler tarafından kendisine hadis rivayet edilen Ali, Rasû­luilah adına yalan söylemekten sakınmayı öğretmek maksadiyle onlara yemin teklif ederek Ömer'in izinden gitmişti. Kısaca rivayet­te ricali teftiş işini ilk başlatan bu iki büyük sahâbî, bu usulleriyle bir yandan Hz. Peygamberden hadis rivayetinin kolay bir iş ol­madığını ashaba bildirmek istemişler, diğer yandan da ileriki nesil­lerde herkesin rivayet yapma cüretini kırmaya [278]çalışmışlardır. [279]

 

Tâbiün'un Adaleti

 

Tabiûn ricaline dair verdiği bilgilerden anlıyoruz ki, İbnu Hîbbân bir kimsenin tâbi'î olabilmesi için sahabeden birine mülâki olması, ondan hadis hıfzetmesi ve o sırada da akıl ve buluğ çağında (hıfzedebilme yaşında) bulunmasını yeterli görmüştür[280]. Diğer taraftan sahâbiye sadece likâi ve ondan hadis duyması ha­linde onu tâbî'î sayan el-Hâkim (ö.405/1014), "bir müddet onunla sohbet etmesi gerekir" şartını getiren el-Hatîb (Ö.463/1070), ve ni­hayet "sahâbîye mülaki olmakla tâbi'î sayılacağı" görüşünde olan ekseri hadisçiler, İbnu Hibbân'ın buluğ şartını aramamışlardır[281].

Tâbi'î olmak için bulûğ şartını sadece İbnu Hibbân getirdiği için el-lrâkî (Ö.806/1403)"hadisine göre bir insanın sahabeyi mücerred görme ile tâbi'î ola­bileceğini söyliyemeyerek İbnu Hibbân'a itirazda bulunmuştur [282].

Tâbi'ûn'un küçüklerinden olan Süleyman b. Mihrân el-'A'meş (ö. 148/765), Enes b. Malik {91/709)1 Mekke'de Makâm'da namaz kılarken görüp ondan bazı hadisler işitmiş , Vâsılla da hut­be irâd ederken dinlemiş, o sırada da buluğ çağında olduğu ve işit­tiklerini sonradan naklettiği için İbnu Hibbân'ca tâbi'i sayılmıştır. Bu arada el-A'meş'in Enes'ten müsned semâ't olmadığına yani ondan rivayetinin munkati olduğuna da İşaret etmiştir [283].

İbnu Hibbân, sahâbîyi gördüğünde, büiuğ çağında olrrîa-yan ve ondan hiç bir hadis hıfzetmeyen kimseyi, diğeriyle bir tut­maz, Nitekim Halef b. Halîfe {ö.181/797), sahabeden 'Amr b.Hu-rays (ö.85/704)'i gördüğü zaman babasının kucağında küçük bir çocuktu. Bu durumu sohbeti için itibar edilmez bir rüyet sayan İbnu Hibbân onu Etbâü't -tâbi'în tabakasına alır [284].

Sahabeyi idrak eden en-Nu'mân b.ei-Münzir el-Gassânî (Ö.132/749), rivayetleri tâbiûndan olduğu için müellifimize göre ge­ne etbâü't -tâbiîndendlr[285].

Keza Enes b. Mâük'i gördüğü halde ondan hadis dumamış olan 'Abdullah b.' Avn(ö.151/768)'i, bu yüzden ikinci tabakaya da­hil etmemiştir [286].

Tâbi'ûn 'un adaletine gelince , Hz. Peygamber "Ümmetimin en hayırlıları beni takip edenler, sonra onları takip edenler..." bu­yurarak tâbiünu sahabeden sonra en hayırlı nesil kılmıştır. Ashabın ağzından hadis duyup onlardan Kuran ve sünneti hıfzet­miş olan bu nesil döneminde, ashâbda görülmeyen bidat, dalalet, nifakın yanı stra hadisleri noksan veya ilavelerle rivayet kendini gösterdiği için İbnu Hibbân'a göre onlar, adalet bakımından ashâb ile mukayese edilemezler [287]. Kısacası rivayetin sıhhati için öngörülen adalet vasfının kazanılmasında TÂBİ'İ olma tek başına yeterli değildir, tâbi'ûndan olan bir râvi, bunun için , diğer hususları beraberinde getirmesi gerekmektedir. [288]

 

Etbâüt- Tabiinin Adaleti

 

İbnu Hîbbân, Hz. Peygamber'in :

hadisinden istidlal ederek, ümmetin, tâbiûndan sonra, en hayırlı olanları, kendileriyle sahabe arasında sadece bir nesil bulunan-Jardır ki bunların da etbâü't-tâbi'in olabileceğini söyler ve onların sünnet-i nebeviyyeye yaptıkları hizmeti şöyle açıklar: "Rasûlullâh-ın ashabından şifahen ilim ve hadis nakleden Tâbi'ûn'un talebesi olan bu nesil onlardan aldıkları haberleri tesbitte büyük gayret sar-fetmiş, dinî ahkâm üzerinde çalışmaları derinleştirmiş, hakkında sünnet varit olmayan meselelerde selefin kavlini tesbit etmiş, usûl [289]alanında açık delillerden sahih hükümler çıkarmış ve aynı yolu ta­kip ederek fürû meselelerini çözmeğe çalışmışlar. Onların bu gay­ret ve himmetleri neticesinde Allah Taâlâ Din-i mübîn'i hıfzetmiş, ayıplayıcıların saptırmalarından korumuş ve onları da hadiste söz sahibi kılıp her yerde kendilerine uyuian önderler mertebesine çıkarmtştır".[290]

 

Râvinin Cerhine Sebep Olan Haller

Müslümanları Dalalete Düşürmek İçin Hadis Uydurma

 

ZINDIKLAR: İlim adamı kisvesi allında olan, fakat içlerinde "zandaka" ve küfrü gizleyip, Allah'a ve ahirete inanmayan zındıklar, şehirleri dolaşarak halkın kalbinde din hakkında bazı şüpheler uyandırmak gayesiyle âlimler adına uydurdukları hadis­leri rivayet etmişler, kendileri dalalette olduğu gibi müslümanları da dalalete sürüklemeğe çalışmışlardır. Dış görünümlerine alda-narak onlardan bu düzmece haberleri işiten güvenilir muhaddisler de bunları kendi talebelerine öğretmişler, bu suretle bu haberlerin yaygınlaşmasına vesile olmuşlardır.

Zındıklar hakkında bu kısa bilgiyi veren İbnu Hîbbân[291], "zındıklığı" râviyi cerheden sebeplerin ilki olarak gösterir ve zan­daka tehlikesinin büyüklüğüne işaret etmek üzere bir kaç misal ve­rir [292].

Ravinin dinde adaletini yok eden bu zandaka inancından dolayı İbnu Hibban'ın cerh ettiği İki şahsı tanımaktayız.Bunlardan biri, tarih sahasında eser veren ve Hârûn Reşîd zamanında ölen Kûfeli Seyf b. Ömer ed-Dabbî ef-Useydî olup zındık olmakla suç­lanmış, uydurduğu hadisleri sika muhaddislere mal ederek rivayet etmiştir[293].

Zındıklardan ikincisi, Eyyûb b.'Abdisselam'dır. Cenâb-ı Hâlik'in gadabmın tesirine dair rivayet ettiği hadis şudur:

Kendisinden Hammâd b.Seleme (ö.167/783)'nin rivayette bulunduğu Eyyûb için İbnu Hibbân "şeyh" tabinini kullanır, zındığa benzediğini ve bu gibi mevzu haberlerle müslümanların kalbinde şek ve şüphe uyandırmağa çalışan bir "dehrT olduğundan da emin olduğunu belirtir ve bu yalancının {^UO bu gibi haberlerini ağza atmak ve yazmak helal değildir diye [294] tenbihde bulunur . [295]

 

Sevap Kazanma Zannıyla Hadis Uydurma

 

Müslümanları hayırlı ve faziletli ameller yapmağa teşvik et­mek, dinin çirkin gördüğü kötü hareketlerden alıkoymak, dolayısiy-le uhrevî cezalardan sakındırmak amacıyla hadis uydurmayı önemli bir cerh sebebi sayan İbnu Hibbân, bu gaye ile Allah katın­da makul olan bir iş yaptıklarını, bu yüzden mükâfat göreceklerini sanan bu gibi müsiümanlann, bu fikri şeytandan aldıklarını ve uy­durdukları haberleri de sika şeyhlere mal ettiklerini kaydeder[296].

Hz. Peygamberin hadisini kendüstek-leri istikametinde tevil ederek hadis vaz'ını meşrulaştırmaya çalışanlar arasında İbrâhîm b. Edhem'i örnek olarak alan İbnu Hibbân, bu zatın "Kim bilerek benim adtma yalan söylerse cehen­nemdeki yerine hazırlansın" hadisini, "Eğer o kimse, Nebi sihir­bazdır, şâirdir veya kâhindir derse "diye tevil ettiğini nakletmekte-dir[297].

Hayra yönlendirmek, serden vageçirmek maksadıyla ha­dis vazedenlerden biri de Meysere b. 'Abdirrabbİh el-Fârisî olup Kur'ân'ın fazailine dair bir çok hadis vaz'etmiştir. Miraç kıssasını tasvir eden yaklaşık yirmi yapraklık uydurma hadisinden bir kısmını örnek olarak zikreden İbnu Hibbân, hadislerini yazmak helâl olmaz diyerek onun cerhine [298] hükmetmiştir . [299]

 

Hadis Vaz'ını Helal Görüp Buna Cüret Etme

 

Çeşitli konularda uygun metinler hazırlayıp bunları Resû-lullâh'ın hadisleriymiş gibi sika şeyhlerin ismini vererek rivayette bulunmayı helal görme cüretini göstermek, İbnu Hİbbân'a göre ke­sin bir cerh sebebidir[300]. Bu işi âdeta meslek haline getirenler hakkı­nda , müellif   en  ağır  cerh hükmünü ifade eden "deccâl" "lâ tahillü kitabetti hadîsihî" gibi tabirler kullanır.  Hadis va'zı ile ün yapmış olan ve İbnu Hibbân'ın cerh ettiği isimlerden birkaç örnek verelim:

Ebü1 -Behterî Vehb B.Vehb (Ö.200/815).

Gece karanlığı çökünce odasına çekilip bütün gecesini uy­duracağı hadisleri düşünmekle geçiren, daha sonra kaleme aldığı bu hadisleri, Hişâm b. 'Urve (ö.145/762)'nin adını vermek suretiyle rivayet eden ve kendisinden Iraklılar ile Şamlıların rivayet ettiği Kadı Vehb'i, İbnu Hibbân ondan rivayet ve hadislerini yazmak caiz değildir diye cerh etmiştir[301].

Ebü Dâvûd Süleyman B/Amr En-Nahai (Û.In/Ix.Asır).

İbnu Hibbân onu, kendisini ibadete vermiş [302]2âhiren sâlih bir kişi olarak tanıtır ve bu haiine rağmen, hazırladığı sözleri hadis di­ye rivayet ettiği için, ondan hadis yazmanın helal olmayacağını kaydeder. [303]

 

Hâdiseleri Değerlendirmek İçin Anında Hadis Uydurma

 

Devlet adamları veya başkalarının davranışlarını destekle­mek ya da kınamak maksadıyla üretilen bir çok mevzu hadis vardır. Çeşitli hadiseleri değerlendirmek üzere anında ve akılları­na ne gelirse onu hadis olarak rivayet eden bu guruptaki yalancıfarın, İbnu Hibbân'a göre bir önceki vaddâ'lardan farkı, bu işi sürek­li olarak değil, zaman zaman yapmış olmaları ve hadis uydurmayı âdeta bir sanat haline getirip önceden konuları tesbit ederek ona göre metin hazırlığında bulunmamış olmalarıdır[304].

Bu amaçla hadis uydurup onu tahdis etmenin haram ol­duğuna, bunu yapanların cerhi lazın geldiğine, dolayısiyle onlar­dan hadis rivayet etmenin helal olmayacağına hükmeden İbnu Hibbân'ın bu yüzden cerhettiği isimlerden iki örnek verelinrEBÛ 'ABDİRRAHMÂN ĞIYÂS B.İBRAHİM: Halife el-Mehdi'nin güver­cinlere olan tutkusunu tasvip etmek suretiyle teveccühünü kazan­mak için bir hadis uydurduğuna dair müellifimiz şu haberi nakle­der: Gıyâs, ef-Mehdî'nin huzuruna girdiği zaman, önünde bir güvercin duruyordu. Gıyâs'a "Emîrü'l -Müminîn'e tahdîs et!" deni­lince , o da hemen "Fulan bana tahdis etti, o da fulandan rivayet etti ki Nebî s.a.v.şöyie buyurmuştur: "Mızrak, tabanlı (deve), tırnaklı(at) ve kanatlı(kuş) yarışlarından başkası için mükâfat al­mak helâl olmaz". Ğıyas'a derhal bir kese para verilmesini emre­den el-Mehdî, daha sonra Gıyâs gidecek olduğunda ona ."Sende­ki şu kafa var ya, şehâdet ederim ki o bir yalancı kafasıdır" diye, sa­hih hadiste yer almayan "ç^*" (kuş) kelimesini onun uydurdu­ğunu anlatmak istemiş idi. Sonra da güvercinlerin kesilmesini em­retmiş ve bu hevesinden vaz geçmiştir [305]

Vâki olaylar üzerine derhal ağzından çıkan sözleri hadis di­ye rivayet edenlerden biri de Kûfeli SA'O B. TARİF EL-İSKÂF'tır: Rivayetlerini İkrime(ö.1Û7/725)"den yapan ve kendi râvîleri de Kûfeliler olan Sa'd'ın hadis uydurmasına yol açan bir olayı İbnu Hibbân şöyle nakleder: Bir gün oğlu ağlayarak gelmişti ve öğret­meninin dövdüğünü söylemişti. Bunun üzerine Sa'd: "Vallahi şimdi ben onları nasıl rezil edeceğim, görsünler" diyerek İkrime ve İbni Abbas tarikiyle gelen bir hadiste Resûiullâh s.a.v.'in şöyle dediğini uydurmuştur: "Çocuklarınızın öğretmenleri sizin en şerli oian-lannızdrr.Onlar yetimlere karşı pek merhametsiz, yoksullara [306] karşı da çok insafsızdıriar. [307]

 

Kendisini İbadete Vermiş Yaşlının Hıfz Ve Temyizde Gafleti

 

İleri yaşlarda kendini özellikle ibadete vererek dünyadan el etek çekip hadis sanatını ve hıfzını ihmal neticesinde, herhangi bir kötü maksat gözetmeksizin, merfu hadisi mürsel, müsned hadisi mevkuf, isnatlarda değişiklik yaparak rivayet etmek gibi hatalara düşmek, İbnu Hibbân'a göre, önemli cerh sebeplerinden biridir ve bu hatalarda aşırılığa varan râvînin hadisleri terkedilmeye müsta­haktır [308]

Hadis ve senetlerde yapılan bu gibi değiştirmeler gaflet ve vehim eseri olduğu için İbnu Hibbân'ın bu guruptaki muhaddislere bakış açısı, bundarî önceki mecruh raviler karşısındaki tutumun­dan farklıdır. Son derece dindar olarak bilinmelerine rağmen bu yüzden mecruh duruma düşen muhaddîslerden bir kaç misal vere­rek müellifimizin tavrını daha yakından görelim:

Ebân B.Ebi 'Ayyaş (Ö.1407757 Den Sonra).

Geceleri uyumayıp ibadet eden, gündüzleri yemeyip içme-yip oruç tutan zamanının bu en ünlü dindar ve zahidi, bir kısım ha­dislerini Enes'ten duymuş, el-Hasan (ö. 110/728) 'nın da ilim mec­lislerine devam ederek ondan işittiklerini hıfzetmişti. Bilmeden yaptığı değiştirmelere gelince, İbnu Hibbân,onun mahfuzatını tah­dis eniği zamanlarda, eİ-Hasan'dan işittiklerin^ yani mürselleri) Enes'ten rivayet etmek suretiyle merfû şeklinde tanıttığı bin beşyüzü aşan hadis içerisinde, gerçekten Enes'e ait olan pek az hadisin mevcut olduğunu kaydeder. Maklüb hadislerinden bir kısmı müellifimiz tarafından tanıtılan Ebân b. Ebî 'Ayyâş'ı ,daha önceki imamlardan bir kısmı da "metrûkü'l –Hadis tabiriyle zayıf saymışlardır [309].

Yezid Er-Rakâşi (Ö. 120/737)

İbnu Hibbân'ın dindarlık yönünü edebî bir üslupla tasvir et­tiği, devrinin en büyük zahitlerinden biri olan Yezîd er-Rakâşî ge­celeri halvete çekilerek ağlar, hakikatlerin sırrına ermeğe çalışırdı. Ancak ibadet ve tâatla bu derece meşguluyeti onu, hadis sanatın­dan ve muhafazasından alıkoymuştu. Siğar-ı tabiînden olan er-Rakâşî.Enes b. Mâlik'ten işittiği hadisler ile, ei-Hasan el-Basri'den hıfzettiği akvâli birbirine karıştırmış, neticede, bilmeden, el-Ha-san'ın sözlerini"el-Hasan 'an Enes 'ani'n -Nebiyyi s.a.v." şeklinde kalbetmiştir. er-Rekâşi'nin rivayetlerinde Enes ve benzeri sika mu-haddislere ait olmayan hadislerin pek sık görüldüğünü belirten İbnu Hibbân, onunla ihticacın bâtıl olduğu ve kendisinden rivayette bulunmanın helâl olmayacağı hükmüne varmıştır[310].

Onun hakkında Şu'be (ö.160/776) de ağır bir dil kullanır­ken, hadisleri için "leyse bişeyin" diyen Yahya b. Ma'in {ö.233/847)'nin yanı sıra, Yahya b. Saîd el-Kattân (ö.198/813) da ondan hadis olmayı reddetmiştir [311].

 

Yaşlı Sika'nın İhtilatı

 

Sika bir muhaddisin hafızasında yaşlılık sebebiyle meyda­na gelen ihtilat (zayıf lık)ın , muhaddisin bütün hadislerinin terkine yeterli bir sebep olabilmesi için , İbnu Hibbân'a göre, onun ihtilat döneminde ne rivayet ettiğini bilmez, kendisinden istenen her şeye cevap verir, nasıl istenirse öyle tahdis eder, hadis nakline o haliyle devam eder olması ve önceki devreye ait sahih hadisleri, sonraki döneme ait zayıf hadislerine karışıp bunları ayırt etmenin imkânsız hale gelmesi gerekmektedir. İşte İbnu Hibbân'ın terke müstahak buiduğu muhtaiitin durumu bundan İbarettir [312].

İbnu Hibbân'ın, hadislerinin bu yüzden terkine hükmettiği muhtalit râvilerden bir kaç örnek verelim:

'Abdurrahman B. 'Abdillah B. Mes'ud El-Huzeü (Ö. 160/776)

Kendisinden Kûfelilerin hadis naklettiği, kendi kaynağı da el- Kasım b. Abdirrahman {ö. 120/737) olan ve ömrünün sonlarına doğru aklını tamamiyle yitirecek derecede şiddetli bir ihtilata ma­ruz kalan 'Abdurrahman daha önce sadûk olmakla beraber, İltilat halindeyken kendisine ne getirildiyse onu tahdis ettiği, rivayet et­tiği şekilde kendisinden alındığı ve birbirine karışan hadislerden hangilerinin sağlık, hangilerinin hastalık dönemine ait oldukları bi­linemediği için İbnu Hibbân onun bütün hadislerini zayıf kabul et­miştir [313].

Ebu'l - Yakzân Osman B. 'Umeyr

Şeyhleri arasmrda Enes b.Mâlik {ö.91/709)'in de bulun­duğu, kendisinden de el-A'meş (ö.148/765)'in, es-Sevri (Ö.161/777) ve Şerîk(ö.140/757'den sonra )"in hadis aldıkları Osman b. "Umayr'in ne rivayet ettiğini bilemiyecek ölçüde akit bo­zulduktan sonra yaptığı rivayetler daha önceki hadisleriyle karıştığı ve bunların tefriki de mümkün olmadığı için ne sikâtın ha­dislerine uygun gelen haberleriyle, ne de onlardan infirad ettiği ri-vayetleriyle ihticacı İbnu Hibbân caiz görmemektedir [314].

Bu örneklerden anlıyoruz ki, ihtiîatı mutlak olarak cerh se­bebi görmeyen İbnu Hibbân'ın cerh ettiği muhtelit raviler, ihtilatlan döneminde fahiş hata yaptıkları sabit olan ve bu tür zayıf hadisleri, sağlıklı döneme ait sahih hadislerine karışan ve bunların tefrikine de imkân bulunmayan muhaddislerdir. [315]                             .

 

Telkin Kabul Etme

 

Hadis rivayetinde yalan, bazen bilinçle söylenir, bazen ih­malden doğar. Kimi kez de hatalardan, gafletten oluşur. O kimse dikkatsiz, gafil ise, hadis sanatını özenle icra edemiyorsa, bu ek­siklerini fırsat bilip, çıkarları doğrultusunda onu yanıltacaklardır. Yanlış bilgi verip, arzuladıkları biçimde hadis rivayet etmesini sağlayacaklardır. İşte hadis terminolojisinde telkine maruz kalıp onu kabul etme diye tanımlanan bu hâl, hadis ravisini zayıf düşürücü bir sebep olarak kabul edilmiştir.Dinde âdil, sika bir in­san olarak bilinen bazı muhaddisler, ister kendi semâ'ından olsun ister olmasın, "bu hadis senin rivayet ettiğin hadislerdendir, al riva­yet et" diye telkin edilen hadisleri, hıfzında olmadığı halde, naklet-mişlerdir[316].

Hadis rivayetinde bu gibi gaflet ve dikkatsizliği affetmeyen İbnu Hibbân, telkine maruz kalma keyfiyeti kendilerine sonradan arız olanlar veya bu keyfiyet kendilerinde eskiden beri görülenler diye muhaddisleri iki sınıfta mütâla' a etmektedir. Sonradan mey­dana gelmişse, bu ihtilat halidir ki,bu za'fından istifade edilerek, telkîn yoluyla arzulanan biçimde, hıfzında olmayan hadisleri riva­yet etmesini sağlama yoluna gidilir. Muhtalitin zabtı ve rivayetleri­nin hükmüne dair İbnu Hibbân'ın görüşü bir önceki maddede ele alındı.

İbnu Hibbân'ın müstakil bir cerh nevi olarak gördüğü telkine maruz kalma, râviye sonradan arız olmuş bir hâl değildir. Muhad-disin telkini kabul etmesine yol açan gaflet ve dikkatsizliği, tahdis hayatının her döneminde kendini göstermiş bir durumdur. Hıfzet­tiği hadislerle, kendisine telkin olunan hadisleri birbirinden ayırdet-mek mümkün olmayan bu vasıftaki muhaddisten mervi hadisler­den hiç biri, İbnu Hibbân'ca hüccet sayılmamaktadır [317]

Nitekim telkini kabul etme yüzünden K. el-Mecrûhîn'de ismi geçen zayıf raviierden biri, Rişdîn b. Sa'd el-Mehrî {ö.188/803)'dir. İstenilen her hadisi, kendisinin olsun veya olmasın, kendi rivaye-tiymiş gibi nakletmiş, sorulan her hadisi okumuş olması, [318]müstakim haberlerinin maklub hale gelmesine yol açmıştır ki, İbnu Hibbân'ın onu zuafâdan saymasının sebebi budur . [319]

 

Hadis Sanatından Anlamama

 

Hadis külliyatından habersiz, rical hakkında bilgisiz, rivayet kaideleri konusunda câhil, kısaca hadis ilmi ve sanatını tahsil et­meden hadis rivayetine kalkışan kimseler farkında olmadan ya­lancı duruma düşerler. İbnu Hibbân'ın zayıf saydığı ravilerin oluşturduğu bu sınıfa, bu alanda çalışmaları olduğu halde, hadis rivayeti için henüz yeterli bilgileri olmayanlarda girmektedir [320].

Konuya tamamen yabancı olan bir kişinin, bu ağır ve so­rumlu işe nasıl cüret ettiğini gösterme bakımından İbnu Hibbân'ın verdiği bir misali görelim :

Basra muhaddislerinden biri anlatır: Basra mahallelerin­den el-Avka'daki bir mescitte müezzinlik yapan ve aynı zamanda sahip bulunduğu, Humeyd tarikiyle Enes'ten mervi, bir hadis sahi-fesinden de rivayet eden bir müezzin vardı. Daha sonra bu müez­zinin ölümü üzerine, yerine bir başka şeyhin geçtiğini ve Hu-meyd'den işitmiş gibi aynı Sahife'den rivayet etmekte olduğunu duyunca, mescide vardım ve onu her halinden iyi bir insan ol­duğunu anladım. İstediğim sahifeyi getirince, onun, bir önceki müezzinin tahdis ettiği sahife olduğunu gördüm ve ricam üzerine, "Haddesenâ Humeyd" diye okumağa başladı, kendisini sonununa kadar dinledim. Bitirdiğinde, Humeyd'i nerede gördüğünü sordum, bana, Humeyd'i görmediğini söyledi. Öyleyse görmediğin bir İn­sandan nasıl tahdis edersin diye sorunca, hayretle yüzüme baktı "Bu şekilde caiz olmuyor mü?" cevabını verdi, hayır dedim. Meğer onu bu göreve getirenler [321] "Önceki müezzin nasıl müezzinlik yapıp bu Sahiîe'den hadis okuttu ise sen de öyle yaparsın" demişler, o da bunu aynen yapıyormuş . [322]

 

Görmediği Ve İşitmediği Şeyhten Rivayette Bulunma

 

İbnu Hibbân'a göre önemli cerh sebeplerinden biri de, as­lında sahîh olan bir hadis mecmuasını, görmediği ve işitmediği şeyhten rivayet etmektir [323]. Meseta, "Haddesenâ Ebû Amr "diye­rek el-Avza'î (ö.157/773)'den rivayette bulunan Ebû Katâd.e künyeli bir şeyhin sahîfesini dinlemek üzere Yahya b. Ma'în (Ö.233/847) şeyhle buluşur. Bir ara şeyhin elindeki sahifenin ilk yaprağının baş tarafında : "Haddesenâ İsmâ'îl b. 'AbdiNah b. Semâ'a' diye semâ kaydını görür görmez şeyhin yalan söylediğini anlar ve onu terkeder [324].

Basra'nın el-Avka" mahallesinde bir şeyhin Katâde (ö. 117/735)'den rivayet etmekte olduğunu işiten 'Affân (Ö.220/835) bir müdüdet şeyhin derslerine devam etmiş, bir gün şeyhe: "Katâ-de'nin sana iltifatı nasıldı?" diye sormuş. Buna cevaben, Kaîâde-den hiç bir hadis işitmediğini söylemesi üzerine 'Affân : "Kendisin­den hiç bir hadis işitmediğin Katâde'den bize hadis rivayet ediyor­sun öyle mi!" deyince şeyh, "Allah Teâlâ bunu sizin İçin faydalı kılar ümidindeyim..." diye geri kalan hadisleri de yazmaları için 'Affân ve arkadaşlarını teşvike çalışır[325].

Görmediği ve işitmediği şeyhlerden işitmiş gibi hadislerini rivayet edenlerden biri de :

BAZAM EBU SALİH'dir. Ebu Tâfib'in kızı ve 'Alî b. Ebî Tâlib'in kız kardeşi Ümmü Hânî'nin azatlı kölesi olan mekteb-i sıbyân muallimi ve tâbiûndan sayılan Ebû Salih, daha önce Yahya el-Kattân <ö.l98/813)'ın terkettiği, Yahya b. Ma'în (ö.233/847)'in de "da'îfü'l-hadîs" dediği bir ravidir. İbnu Hibbân tarafından da zayıf sayılmasının sebebi, İbnu 'Abbâs (ö.68/687)'tan işitmediği halde hadis rivayet etmiş otmasıdır[326].

Ondan rivayette bulunan müfessir Muhammed b. Sâib el-Kelbî (ö. 146/763} de aynı durumdadır. İbnu Hibbân'ın verdiği bilgi­ye göre, el-Kelbî, İbnu 'Abbâs'ın tefsire dair rivayetlerini Ebû Sâlih'den yapmıştır. İbnu 'Abbas'ı ne görmüş, ne de ondan hadis işitmiş olan Ebû Sâlih'den el-Kelbî'nin işittiği hadislerin miktarı da çok azdır.[327] İbnu 'Abbâs'tan naklettiği tefsirin kaynağı ister Ebû Salih, ister başkası olsun her iki halde de el-Kelbî, görmediği ve işitmediği İbnu 'Abbâstan rivayet yaptığı için, İbnu Hibbân'ca zaytf sayılmış bulunmaktadır . [328]

 

Bilerek Haberleri Kalb, İsnadları Tesviye Etme

 

Haberleri kasıtlı oiarak maklûb hale getirmek ve is n âdi ar i tesviye etmek, İbnu Hibbân'ca râvintn cerhine sebep olan önemli hallerden biridir [329]. K.el-Mecrûhîn'e aldığı raviîerin çoğu bu nevi mecruhlar sınıfını teşkil etmektedirler. Meselâ Farh ismiyle tanı­nan ve Mâlik b. Enes (Ö.179/795) ile Medineülerden hadis rivayet eden Hafs b. Ömer el-'Adenî isnadları kalbedenlerden biridir. Mâlk b. Enesrn rivayet ettiği:  hadisini, Mâlikten maklûb isnatla nakletmiştir. Şöyle ki: Mâlikin :" "an Nâfi' 'an İbni' Ömer" ve" 'an 'Abdillâh b. Ebî Bekr 'an 'Urvete 'an Merv-âne 'an Busrete "ani'n-Nebiyyi s.a.v..,." diye bu hadis için iki ayrı senedini;" Mâlik 'an İbni "Ömer 'an Busra 'anin- Nebiyyi s.a.v...." şeklinde serdederek, ikinci senetteki Busra'yi birini senede idhal etmek suretiyle maklûb bir isnat meydana getirmiştir.

İşte İbnu Hibbân'ın, bu zat hakkında "infiradı halinde kendisiyle ih-ticâc caiz değildir" hükmüne varmasının sebebi, onun bilerek is­natları bu şekilde kalbetmiş bulunmasıdır [330].

Senedi veya metni maklûb hale getirenler için İbnu Hibbân'ın çok sık kullandığı bir tabir de "hadis hırsızı idi" formülüdür. Nitekim sahih metinleri.kendi imalatı olan isnatlarla rivayet eden Ca'fer b. 'Abdiivahîd el - Hâşimî'yi," o hadis çalar ve haberleri kalbederdi" diye tanıtmaktadır. Muham-med b.İsa'dan rivayet ettiği bir nüshada yaklaşık ikiyüz hadisin Maklûb halde bulunduğunu kaydeden İbnu Hibbân, bunlardan bazı örnekler verir ki, bir tanesi aşağıdadır:

İbnu Hibbân, bu hadisin kesinlikle çalıntı oiduğunu.Enes ve Katâde tarafından rivayet edilmediğini, hadisin bilinen tarikinin : "Humayd b. Hilâl 'an Abdüiâh b. es-Sâmit 'an Ebi ZerTşeklinde ol­duğunu belirtir [331].

Sika muhaddislerden maklûb hadis rivayet etmek, İbnu Hibbân'a göre bir nevi kizb ve hadis vazı demektir ki, "münkerü'l hadîs" diye tavsif ettiği rayiler genellikle bu yolda olanlardır [332].

İbnu Hibbân'ın "isnad tesviyesi" tabirini iki anlamda kul­landığını sanıyoruz. Birincisi, tedlisin bir çeşidi olan "tedlisü't -Tes­viye" nin kendisidir. Fakat daha önceden işaret ettiğimiz gibi, bunu tedlis saymayan müellifimiz, bu işe tevessül edenleri mecruhlar­dan addetmekteydi. İkincisi ise, yukarıda geçen sirkat, kalb etme ve sikâta ait olmayan hadisleri onlardan rivayet etmek anlamında kullanmıştır. Meselâ İbrâhîm b. 'Abdillah b. Hâlid hakkında bilgi ve­rirken, onun hadis çaldığına, hadis tesviye ettiğine dair şu örneği getirir ve bundan dolayı raviyi metrûklardan sayar:[333]

Netice olarak, sika muhaddisler adına hadis düzenlemek veya belli bir tarikle bilinen bir hadisi sahibinden çalarak bildiği bir raviye yamamak suretiyle haberi maklûb hale sokmak ve bunu bi­lerek yapmak, İbnu Hibbân'a göre raviyi adaletten düşürmeye ye­terli bir cerh sebebidir. Bu tür işleri yapmağa, ravinin gaflet ve ve­him gibi zafiyetleri de yol açabilirse de, burada kasıt olmadığı için , verilecek hüküm de farklı olacağından, müellif, bu durumda bulu­nanları ayrı bir sınıfta incelemektedir. [334]

 

Kendi Şeyhinden İşitmediği Hadisi Ondan Tedlis Yapmadan Rivayet

 

İbnu Hibbân bu tarzdaki rivayetin mahiyetini şöyle açıklar: muhaddisin görüştüğü ve kendilerinden semâ yoluyla hadis aldığı şeyhlerinin ölümünden sonra, muhaddis, şeyhlerinden rivayet edilen ve fakat kendisinin semâ'ı dışında kalıp hıfzetmediği bir kısım hadislerine muttali olduğunda, bu hadisleri şeyhlerinden tedlis yapmaksızın tahdis etmeğe kalkışır[335].

İbnu Hibbân, "sirkat-ı hadis " tabirini bu tür rivayet şekli için de kullanmaktadır. Meselâ, Muhammed b. Câbir b.Yesâr b. Talk el Yemânî, kitabına, kendisine ait olmayan hadisler ilhak edilen ve kendisine arz edilen hadisleri çalarak rivayet eden bir muhaddistir. Nitekim, etbâü' t -tabiinden olan Şerîk (ö. 177/793)'in, Ebû İshâk Amr b. 'Abdiilah(ö".127/744}kanalıyla rivayet ettiği bir hadis kendi mesmûâtından olmadığı halde onu kitabına ilhak ettiği henüz yeni yazılmış olmasıyla anlaşılmıştır [336].

İbnu Hibbân'ın verdiği bu örnekten anlaşılıyor ki, adı geçen Muhammed b.Câbir aynı zamanda Şerik'in talebelerinden biridir. Bu hadisi ondan işitmediği halde, işittiği raviyi atlamış ve Serik'ten dağrudan rivayet etmiştir. Tedlis de yapmadığına göre, hadisi edâ ederken semâ'a delalet eden bir cezm sığası kullanmış demektir. Bu bakımdan, İbnu Hibbân onu rnüdellis saymayarak* cerhine hükmetmiştir.

Yemen kadısı Muttarif b. Mazin el -Kinânî{ö.191/806) de şeyhlerinden işitmediği hadisleri onlardan tahdis etmenin yanı sıra, görmediği şeyhlerden yazmadığı hadisleri de rivayet ettiği için onu müellif bu nevi mecruhlardan sayarak, ondan rivayet yap­mağa cevaz vermemiştir [337]. Nitekim.şeyhleri arasında İbnu Cüreyc (ö. 150/767) ile Ma'mer {ö.152/769)'in de yeraladığı Mutta­rif, bu şeyhlere ait kendisinin işitmediği hadisleri yaztp kendisine arz etmek üzere Hişâm b. Yûsuf'a baş vurur ve ondan hadis nüshasını alarak yazar.Daha sonra bu hadisleri, Hişâm'dan dinle­meğe gerek duymadan , İbnu Cüreyc ile Ma'mertfen vasıtasız tah­dis etmeğe başlar [338]

Semâ'ı olmaksızın başkalarının kitabından tahdis yap­manın dikkat çekici bir örneği Hâlid el-'Abd'de görülür. Basra'da ikamet eden bu zatın rivayetleri İbnu'l -Munkedir(ö.130/747)ile el-Hasan el-Basri (ö. 110/728)"dendir. Hadis imamlarından Hişâm b. Hessân (ö.148/765)'ın ,eI-Hasan el -Basrî'den işittiği hadisleri içi­ne alan tomarı elde eden Hâlid el -'Abd, hadis tomarının asıl sahibi Hişâm'jn ismini silip "Haddesenâ el -Hasan" diye yazarak rivayet etmiş olduğundan, İbnu Hibbân onu da, [339]"hadis aşıranlardandir" sözüyle cerh etmiştir . [340]

 

Kitaplarının Yok Olmasi Üzerine Başkalarının Kitaplarından Rivayet Etme

 

İlim talebi yolunda diyar diyar dolaşarak tapladıklan hadis­lerin oluşturduğu kitapları çeşitli sebeplerle zayi olan bir kısım muddisler, bu hadisleri rivayet etme ihtiyacı hasıl olunca , başka­larının kitabına müracaat edip, mesmuâtınin veya mahfazalının sadece bir bölümünü ihtiva eden bu kitaplardan istisnasız tahdis etmeğe kalkışmışlardır [341].

Bu gibi muhaddislerin durumunu, muhtalit sika ravilerin bir benzeri olarak gören İbnu Hibbân, muhtalitlerin hadislerini muta-kaddim ve müteahhir diye iki kısımda değerlendirdiği gibi, bu tür muaddisleri de mutlak surette cerh etmeyip, kendilerinden, kitap­ları kaybolmadan önce, işitilen hadisleri sahih , kaybolduktan son­ra iştilenleri zayıf saymış ve ayrıca, kitaplarından tahdis ettikleri maruf hadislerle, sonradan rivayette bulundukları hadislerin birbi­rinden ayırt edilmiş olmasını da şart koşmuştur[342].

Bu sınıfa giren ravilerin durumunu incelerken İbnu Hibbân'ın ne derece titiz davrandığını anlama bakımından misal olarak 'Abdullah b. Lahî'a (ö.174/790)'nın karmaşık halini göre­lim:

"Uzun süren İlim yolculukları sonunda pek çok hadis ve ilim tahsil etmekle ün yapmış olan ibnu Lahfa sâlih bir şeyh idi. Kitap­ları yanmadan önce zayıf râvilerden de tedlîs yapardı. Kitaplarının yanma tarihi olanl70/786 senesinden önce kendisiniden semâ'ları olan 'Abdullah b. el- Mübarek (ö. 181/797), "Abdullah b . Vehb ve 'Abdullah b. Yezid el Mukri'nin (ö. 213/828) rivayetleri sa­hih, kendisinden, kitapları yandıktan sonra işitenlerinki ise değer­sizdir deniliyordu. İbnu Hibbân , onun bu iki dönemlik hadisleri hakkında verilen bu genel hükmü de sakıncalı bulmuş, mütekad-dimîn ile müteahhirînden gelen haberlerini dikkatli bir şekilde araştırdıktan sonra, müteahhirînin rivayetleri içerisine yabancı hadislerin karıştığını, mütekaddimînin rivayetlerinde de aslı olmayan bir çok hadisin varlığını müşahede etmiştir. Bu asılsız haberlerin nereden geldiğini itibar yoluyla tesbit etmeye çalışan İbnu Hibbân neticede şu karara varmıştır: İbnu Lahî'a, kendilerinden semâ'ı bulunan sika şeyhlerinden bir kısım duymadığı hadisleri zayıf ravilerden aldıktan sonra bu zayıf ravilerden tedlis yaparak rivayet etmişti. Yaptığı bu tedlisi nazarı itibara almayan bir kısım zararlı talebeleri, bu tür asılsız hadisleri, sika şeyhlerden semâ yoluyla almış gibi, ondan rivayet etmişlerdir. İşte kitapları yanmadan önce ondan hadis alan mütekaddimînin hadislerindeki zayıfların aslı bundan ibarettir. Müteahhirînin rivayetlerine gelince, kitapları yandıktan sonra, semâmdan olsun veya olmasın, kendisine okunmuş olan her hadisi rivayet etmesi, maruf hadislerine bir çok münkerlerin karışmasına yol açmıştır. İbnu Lahî'a'nın her iki döneme ait hadisleri hakkında netice olarak müellifimizin vardığı karar şöyledir: İçerisinde metruk ve zayıf kişilerden mervi müdelles haberlerin yer aldığı öncekilerin rivayetlerinden kaçınmak, [343]içerisinde kendi hadislerinden bir kısmının bulunmadığı sonrakilerin rivâyetleriyle ihticâcı terketmek vaciptir . [344]

 

Rivayetlerdeki Hataların Haddi Aşması

 

Dininde âdil, rivayetinde sadûk olan bir muhaddisin rivayet ettiği hadislerinde hata ve vehmin hâkim durumda bulunmasını, İbnu Hibbân o muhaddisi cerhedilmeye götüren bir sebep telâkki etmektedir. Hata ve vehmin aşın olması ölçüsüne gelince, müellifimiz, ravinin toplam rivayetlerindeki hata ve savapları mukayese ederek, hartgi taraf ağır basıyorsa, ona göre tercihini yapar. "Bir kimsenin hatası ve vehmi sevabına üstün geldiği, âdil bir kimsede de cerh emareleri aşırı derecede artış gösterdiği takdirde, o kimse terke müstahak olur. Keza kendisinde tadıl alâmetleri artan bir ravi de adalet vasfını kazanmayı hakkeder [345].

Savaba nisbetle hata ve vehmin ağır basması ölçüsü Çerçevesinde bu nevi zayıflar sınıfını teşkil eden ravilerin belli nisbette sahih hadislerinin de olması gerektiği, müellifin bu açıklamasından anlaşılıyor. Sahih olanları zayıflardan ayırmak itibar yoluyla mümkün olduğuna göre, sahih olanlarla amel etmek gerekmez mi? Kitabü'l-Mecrûhîn'de adlan geçen bu gibi fahiş hatalı ravileri incelediğimizde, bunlardan bir kısmının zafiyeti o kadar ağırdır ki makbul rivayetleri dahi İbnu Hibbân'ca muteber değildir. Nitekim bunlar hakkında: "İnfirad ettiği rivayetlerinden İcti-nab müstahab olduğu gibi, sikâta uygun rivayetlerini delil olarak almak da bana cazip gelmiyor" veya "kendisiyle ihticac edilmeyen münkerü'l-hadis durumuna düştü" ya da "her hâlü kârda kendisiyle ihticac olunmaz" ve nihayet "sikâta muvafık rivâyetleriyle de ihticac edilmez" diyerek hadislerinin tamamını merdud saymakta­dır [346].

Vehimlerinin çokluğuna, hatalarının fahiş olduğunu işaret ettiği bir kısım muharldisler daha vardır. Bunların zafiyeti bir öncekiler kadar ağır olmamalı ki, hata veya vehim taşımayan hadislerini makbul saymış ve bunları, aşağıdaki ifadeleriyle diğerlerinden ayırma yoluna gitmiştir. Müellifin bunlar için kul­landığı ayırıcı formüller şunlardır: "infiradı halinde delil olarak ona dayanmak caiz değildir", "infirad ettiği zaman kendisiyle ihticac edilebilir sınırının dışına çıkacak derecede hata yapmıştır",[347] "infiradı halinde haberiyle İhticac caiz olmamakla beraber, sikâtin rivayetine uygun düşen haberini itibar için kullanmakta bir zarar yoktur", "infirad ettiği ve sikâta muvafık düşmediği haberi delil olarak alınmaz" . [348]

 

İtimat Ettiği Katibin Veya Kendi Oğlunun Telkinine Maruz Kalma

 

Haddi zatında sika olan muhaddisin sahih kitabına, kendilerine güven duyduğu kâtibi veya oğlu, uydurdukları haberleri ilave edip, ona "bunlar senin hadislerindir" diye telkin etmişler ve neticede sahih hadislerine mevzu haberlerin karışmasını sağlamışlardır [349]

Kendilerine bel bağladığı bu gibi zararlı kimselerin sui istimaline kurban gittiklerinin farkında olmayan bu sika muhaddislerden bir kısmını, İbnu Hibbân mutlak surette mecruh sayarken, bir kısmını da Kitâbü's-Sikât'ına almış bulunmaktadır.

Muhaddisin hıfzettiği hadislerle, oğlunun kendisine kabul ettirdiği haberleri birbirinden ayırdetmek mümkün olmadığı veya sahih haberlerine bu tür münkerlerin galebe çaldığı yahut da sahih hadislerine kâtibi tarafından münkerler karıştırıldığına dair ikazları dikkate almayarak aynı minval üzere tahdiste ısrarlı olduğu gözlendiği takdirde ondan rivayetin caiz olmayacağını kesin bir dille ifade eden İbnu Hibbân onu metruk saymakta ve ondan hiç bir hadisin alınmayacağını belirtmektedir [350].

İbnu Hibbân'ın, kitaplarında muhtalit hadisler yer almış olmasına rağmen, onları K. es-Sikât'ında zikrettiği muhaddislere gelince, bunlar daha önce ndilerinîn rivayet ettikleriyle daha sonra telkin yoluyla rivayette bulundukları hadislerinin birbirinden tefrik edildiği ve bunları kabullendikleri bilinen kimselerdir. Onların makbul olan hadisleri, bizzat kendilerinin veya güvenilir kimselerin arzı vasıtasıyla rivayet ettikleridir. Oğulları ya da kâtiplerinin kendilerinden yapmış oldukları nakiller ise makbul değildir. Nitekim, Ahmed ve 'Abîd adlı iki oğlu tarafından sahih rivayetlerine birçok uydurma haberlerin karıştırıldığı Muhammed b.Yahyâ b. Hamza el-Hadramî, bunların hepsini kendi hadisleriymiş gibi kabul ve rivayet ettiği halde, isminin K. es-Sikât'ta geçmesinin sebebi, bu hadisleri birbirinden ayırmanın mümkün olmuş bulunmasıdır. "Ahmed ve kardeşinin babalarından rivayet ettikleri hadisten sakınılmasına" müellifimiz bilhassa dikkat çekmiştir [351].

Keza Mâlik b. Enes {ö.179/795)'de Medine'de kendi kâtibi Habîb. b. Ebî Habîb (Ö.218/833) yüzünden aynı sıkıntıya düşmüştür. İbn Hibbân'ın ifadesine göre, Habîb, Mâlikin hadis derslerinde kâtibi olarak eline hadis cüzünü alır, fakat derste hazır bulunanlara nüshalarını vermeden okurdu. Cüzdeki hadislerin bir kısmını okuyup bir kısmını atlamak suretiyle kıraatini tamamlayan kâtip, baştan sona bütün hadisleri okuduğunu bildirerek, hadis cüzünü şeyhlere verir, onlar da onu istinsah ederlerdi. Habîb'in okumayıp atladığı hadislerin, Malik'in hadisleri içerisine onun tarafından sokulmuş uydurmalardan ibaret bulunduğunu belirten İbnu Hibbân, Habîb'in kıraati yoluyla Mâlik'ten alınan hadislerin bilindiğini ve İbnu Bukeyr [352] ile Kutaybe'nin Mâlik'ten semâları Habib'in arzı vasıtasiyle olduğu için de, onların bu semâmın makbul olmadığını bildirmiştir . [353]

 

Hadislerine Birşeyler Karıştırıldığını Bilip De Bundan Dönüş Yapmama

 

Muhaddisin terkini ve hadislerinin reddini gerektiren ağır bir cerh sebebi de, hadislerine yapılan bazı ilavelerin farkına varmayıp, durumu öğrendikten sonra da ondan vazgeçmeyerek, kendi hadisiymiş gibi çekinmeden rivayete devam etmesi halidir. Böyle bir tutumun, diyanetin tam olmamasından ve kendisini cerhe götüreceğini umursamamaktan başka bir şeyle izah edilemiyeceğini kaydeden İbnu Hibbân için, yapılan bu iş az bir şey dahi olsa, sahibinin metruklar sınıfına girmesine yeterli bir sebeptir [354].

Bir kısım ravilerde bu hâl süreklilik arz ettiği gibi, bir kısmında da sadece yaşlılık döneminde kendini gösterir. Nitekim, gençliğinde münker hadislerden herhangi birşey tahdis etmemiş olan Hâni b.el-Mütevekkii el-İskenderânî (Ö.242/856), ancak yaşlandıktan sonra kendisine ait olmayan ve kendisine arzedilen hadisleri kendisinin sanarak rivayet etmiştir.[355] Bu yüzden rivayetinde münkerler çoğalınca, İbnu Hibbân'ın, kendisiyle ihticâc edilme vasfını tamamen yitirmiş saydığı zayıflar sınıfına girmiştir . [356]

 

Bilmeyerek Yaptığı Hatadan Dönmemekte İnat Etme

 

Rivayet etmekte olduğu hadiste, farkında olmadan dil sürçmesiyle hata yaptığı tebeyyün ettiği halde, hatasını düzeltmekten kaçınıp hadisi bilerek hatalı şekliyle rivayete (inatla) devam etmeyi yalancılığın kendisi sayan İbnu Hibbân, dolayısiyle yalan söylediği doğruluk kazanan bir kimseyi de terkedilmeye müstahak görür[357].

Tanınmış hadis imamlarından Abdullah b.el-Mübarek (ö.181/797), Ahmed b.Hanbel (ö.241/855) ve el-Humeydî (ö.219/834), rivayet ettiği hadisin galat olduğu kendisine açıklandığı halde onu ısrarla rivayet etmeyi, bütün rivayetlerinin sıhhatten düşmesine ve ondan hadis yazılmamasına yeterli bir sebep olarak görmüşlerdir. İbnu's-Salâh (Ö.643/1245) ise galata ısrarla rivayet etmenin cerh için yeterli olmayacağını, ancak inat olsun diye ısrar edildiği takdirde, adı geçen imamların hükmünün doğru olacağını söyleyerek, İbnu Hibbân'ın mutedil tutumunu benimsemiş görünmektedir. Nitekim müellif, raviye, yaptığı hatanın açıklanmış olmasını yeterli görmeyip hata yaptığını râvinin de bilmesi kaydını getirmiştir. [358]Ayrıca, râvinin cerh edilebilmesi için, hatayı açıklayan, hatasını açıkladığı râvinin nazarında, âlim olmalıdır şartını ileri sürenlerde vardır . [359]

 

Râvinin Fasık Ve Sefih Olması

 

Şehadet getirmek ve itikad edip gereğince amel yapmamak anlamındaki fısk; sevinç ve gadap neticesinde insanı aklın ve dinin yasakladığı davranışlar içerisinde bulunmaya götüren hafiflik diye tarif edilen sefeh [360] ravide adalet sıfatını yok eden hallerdir [361].

Bir kimsenin ekseri hal ve davranışlarında, Allah'ın emirlerine ittibâ, nehiylerinden sakınma kendini gösterdiği zaman o kimseyi âdil, haberini de makbul sayan İbnu Hibbân, bir kısım davranışlarında doğruluk görülmekle beraber, fısk ve sefeh kavramı içerisine giren kötü filleri alenen yapanı, rivayetinde doğru da olsa, âdil saymamaktadır. "Fasık âdil olmaz, âdil de mecruh olmaz. Adalet haddini tecavüz eden bir kimsenin doğruluğuna itimat olunmaz" [362].

Namuslu kadınlara dil uzatıp ırz ve namus düşmanı olmak suretiyle açık fışkından dolayı şâir el-Farazdak b.Galib (ö.110/728)'i [363], zahiri halleri Allah'a isyan doğrultusunda görüldüğü için Zİyâd b.Ebî Süfyân (Ziyâd b.Ebîh) {ö.53/672)'ı [364], keza iffetli evli kadınları zina ile itham etmesi sebebiyle Râşid Ebû Makît'i [365] İbnu Hibbân fâsık sayıp, terke müstahak olduklarını ve mutlak surette rivayetlerinden içtinap edilmesi gereğini vurgulamıştır. [366]

 

Görmediği Şeyhten Tedlisle Rivayet

 

Râvinin, muasırı olduğu, fakat görmediği bilinen şeyhten işitmediği hadisi rivayet etmesinin tedlis sayılıp sayılmayacağı ihtilaflı bir konudur. Hatib-i Bağdadî <ö.463/1070) böyle bir rivayetin tedlîs değil, irsal kabilinden olduğu, hüküm İtibariyle de mürselle bir tutulması gerektiği görüşündedir [367]İbnu Hacer el-'Askalâni (Ö.852/1448) ise bu tür rivayete mürsel-i hafî derken [368], diğer taraftan, İbnu's-Saiâh (Ö.643/1245) bu rivayet şeklini îedlîs yani tedlîs el-isnâd saymıştır [369]

İbnu Hibbân, muhaddisin, görmediği şeyhin hadisini rivayet ederken, onunla görüşmediğini belli etmemek için başvurduğu gizleme işini tedlisten sayar [370]. Bu çeşit tedlis yapmakla bilinen kişiler hakkında verdiği bilgilerden anlıyoruz ki, müdellis, şeyhinin muasırıdır ve bazen de onunla görüşmemekle beraber ona likâ'ı vardır [371].

Horasan'da kadılık görevinde bulunan fıkıh bilgini el-Haccâc b.Ertât en-Nehâ'î <ö.145/762)'nin tercemesinde, onun gördüğü ve görmediği şeyhlerden tedlis yaptığını, başta ez-Zührî olmak üzere kendileriyle görüşmediği bir çok şeyhten rivayetlerinin bulunduğunu ve "senin bir şeyhten bana rivayet ettiğin bir hadisi, o şeyhten duymamış olsam bile, ondan rivayet etmekte bir beis görmem" dediğini belirten İbnu Hibbân, onu, bu yüzden mecruhlar sınıfından saymıştır [372].

Tâbiûn'dan olan 'Atiyye b.Sa'd el-'Avfî (ö.111/729)"nin ismini de bu sınıfı teşkil eden müdellisler arasında saymış olmasını anlamak zordur. Çünkü, 'Atiyye'nin tercemesindeki izahlardan anlamadığımıza göre, 'Atiyye, şeyhi Ebû Sa'îd el-Hudrî (ö.74/693)'nin vefatından sonra, yine şeyhi müfessir el-Kelbî'den işittiği hadisleri ondan rivayet ederken, Ebû Sa'îd künyesini kullanmıştır. Bu künye ile el-Kelbî'yi murad ettiği halde, Ebu Sa'id el-Hudrî'yi kasdetîiğini îhâm etmekteydi [373]. Atiyye'nin burada tedlîsü'ş-şüyûh yaptığı açıktır. Müellifimiz, "sika muhaddislerin ihticâca elverişli olmayan bir kısım hadisleri" bahsinde, bu tür rivayet şeklini de tedlisten saymışsa da [374] konumuz olan tedlis bundan tamamiyle farklıdır. Buna rağmen 'Atiyye'nin tedlisü'l-isnâd yapmış gibi mütalaa edilmesini anlayamadık. [375]

Bu sınıfa giren müdellisler ve rivayet ettikleri hadisler hakkındaki hükme gelince, bu husustaki değişik görüşler, böyle bir rivayet şeklinin irsal veya tedlîs olduğuna göredir. Hadis mürsel veya müdelles de olsa, senedinde inkita var demektir, dolayısiyle zayıftır. Ancak râvi müdellis kabul edildiği takdirde, semâ'a veya ittisâla delâlet etmeyen edâ sığalarını kullandığı her rivayetinde, tedlis yaptığına hükmedileceği için, onlarla da amel edilmez. Rivayeti mürsel veya mürsel-i hafî olarak değerlendirilince, ravinin rivayette kullandığı bu gibi tamrîz sığaları tedlise hamledilmez.

İbnu Hibbân, "müdellis güvenilir (sika) bir kimse de olsa, HADDESENİ veya SEMİTU gibi kesinlikle hadisi işittiğine delâlet eden tabirler kullanmadıkça, haberiyle ihticâc caiz değildir" [376] diye müdellisler hakkındaki genel hükmüne, görmedikleri şeyhten tedlis yapanları da dahil etmiştir sanıyoruz. Nitekim, Tâbiûn müfessirlerinden ed-Dahhâk b.Müzâhim (ö. 105/723), tefsirle ilgili İbnu 'Abbâs (ö.68/687)'tan rivayetlerini, Rey şehrinde mülâki olduğu Sa'îd b.Cubeyr (Ö.95/713) vasıtasiyle elde ettiği, fakat onu zikretmeksizin kendisiyle likası bulunmayan İbnu "Abbas'tan tedlîs yaparak naklettiği halde [377], İbnu Hibbân, onu Kİtâbü'l-Mecrûhîn'e almamıştır. Keza, Ebû Hureyre (ö. 58/677)'den bir tek hadis işit­mediğine işaret ettiği e!-Hasan (el-Basrî) de aynı durumdadır [378]. Kendileri sika muhaddisler olduğu için, tedlîs yapmış olmaları mutlak bir cerh sebebi teşkil etmemektedir. İbnu Hibbân'ın mecruh telâkki ettiği müdellisîere gelince, onların rivayetlerinin ihticâcdan^ sakıt olmasının sebebi, rivayetlerinde tedlîsin ağır basmış! olmasıdır [379] veya müdellis olmalarının yanı sıra, diğer yönleriyle-de zayıf kimselerdir, yahut da gördükleri veya görmedikleri şeyhlerden tedlisle rivayet ederken, düşürmüş oldukları ravîler çok zayıf, hatta yalancı oldukları bilinen kimselerdir [380]

 

Bid'ate Davet Etme

 

Üçüncü halife Osman b.'Affan'ın katlini hazırlayan siyâsî ihtilaf[381] ve tefrikayı müteakip müslümanlar arasında silahlı ' çatışmaların başgöstermesine paralel olarak birçok itikadî mezhepler de vücut bulmaya başlamıştır. Bir taraftan Hz.Ali'yi tekfir eden havâric, diğer taraftan onun ulûhiyetini ileri süren ravâfizden es-Sebeİyye, birer siyâsî hizip görüntüsü içerisinde, nasları kendi görüşleri istikametinde tevil yapmak suretiyle mezheplerini meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Sahabe neslinin sonlarına doğru Ma'bed el-Cühenî (Ö.80/699) ile birlikte kader ve istitâe ihtilafı ortaya çıktı. EI-Hasanü'I-Basrî (ö.110/728) döneminde, mutezile ismiyle akılcı bir mezhep teşekkül etti. Bu ve daha birçok fırkalar zamanla kendi aralarında çeşitli fraksiyonlara ayrılmış ve birbirlerini tekfire kadar ileri gitmişlerdir [382].

İşte müslümanlar arasında zuhur eden bütün bu siyâsî-fikrî olaylara, ehl-i sünnet âlimleri bid'at adını vermiş, bunlara bulaşanları da mübtedî saymışlardır. Hadislerin şifahî rivayetleri, yazıya geçirilip tedvin ve tasnif edilme faaliyetlerini içine alan bu dönem muhadd islerinden bir kısmı da ister istemez belli bir tarafın görüşünü benimsemek zorunda kalmışlardır. İbnü Şîrîn (ö.110/728)'in: "Fitne ortaya çıkmadan önce isnattan sormazlardı, fitne çıkınca, râvî ehl-i sünnetten ise, hadisini aldılar, ehl-i bid'attan ise almadılar" [383] diye işaret ettiği FİTNE olayından bu yana, bu gibi inanç ve davranışlara kendini kaptırmış bulunan mübtedi' hadis râvilerinden hadis alınıp alınmayacağı hususu, hadis münakkidleri arasında münakaşa edilegelmiştir. Öyle bid'at vardır ki, sahibini küfre götürdüğü İçin, bu gibi mübtedilerin, ekseri hadisçiler nazarında rivayetlerinin merdud sayıldığını, Seyfüddîn el-Amidî (Ö.631/1233) nakletmiştir [384]. Bununla beraber onların içerisinde kizbin haram olduğuna inananlar bulunduğu için de, Fahrüddin er-Râzî (Ö.606/1209) onların rivayetlerini kabul ederiz demiştir [385].

Bid'atında mükeffer olmayan ravi hakkında ise yine çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bazılarına göre bunların rivayetleri mutlaka reddolunur; çünkü ravi, bu itikadı dolayısıyle fâsıktır. Bazıları, kendi mezhebi veya taraftarları lehinde yalan söylemenin helal olduğu inancına sahip olmayan mübtedi', ister bid'atına davetçi olsun isterse olmasın, onun rivayetini kabul etmişlerdir. İmâm Şâfi'î'nin bunlar arasında yer aldığı kaydedilmiştir. Zira "Kendi mezhebi lehinde yalancı şahitliği eaiz gören râfızadan el-Hattâbiyye dışında, ehlü'i-hevâ'nın şehâdetini kabul ederim", demişti [386].

Bazıları da, mübtedi' halkı kendi yoluna davet edici (dâ'î) olmadığı takdirde, haberlerinin kabul edilebileceğini söylemişler, davetçi olması halinde ise rivayetlerini makbul saymamışlardır[387]

Mübtedi1 hadis ravileri içerisinde, inandığı görüşlerin propagandasını yapan, onları savunan ve bu suretle mezhebinin imamı, önderi olma gayesini güden mezhep reislerinin rivâyetleriyle ihticâc etmeyi caiz bulmayan İbnu Hibbân, "sika bile olsalar, bunlardan hadis aldığımız takdirde, onların benimsedikleri görüşlerini ve kendilerini makbul saymış duruma düşeriz ki, böylece onların mezheplerine tâbi olmada, genç: yaştaki ilim talipleri için bir yol açmış olmayalım diye bu gibi dâilerin rivayetlerini atmak ihtiyatlı bir tutum olacaktır der [388]. Ayrıca, "Dâ1?j mübtedi'in rivayetiyle ihticâcın caiz olmadığı hususunda imam­larımızın ittifakı vardır ve aralarında görüş ayrılığı bulunduğunu bilmiyorum" şeklindeki beyanatı ile [389], İbnu's-Salâh'ın da belirttiği; gibi [390], müellifimiz en mutedil ve evlâ olan mezhebi benimsemiştir. Nitekim, dâî olamayan sika mübtedi'in hadisiyie ihticâc edilebileceği görüşünde hadis İmamlarının icmâ ettiğini de ileri sürmüş [391] ve benimsediği bu mezhebin haklı olduğunu savunurken şunları söylemiştir: "Dininde âdil, hadisinde sadûk, âkil ve rivayeti bozucu halleri bilen, rivayetinde tedlis de yapmayan her şeyhin hadisiyle ihticâc ederiz [392]. Yalandan kaçınmakla maruf, mürüvvete yakışmayan hallerden berî olmakla meşhur, diyanet ve ibâdetle muttasıf bu gibi muhaddislerin rivayetlerini, akidelerinden dolayı atmayı caiz görmeyiz [393]. Onları bu yüzden terkedecek olursak, bu durum sünenin tamamını terke yol açar ve geriye çok az şey kalır. Ayırım yapmadan hadisçilerin bu kesimini cerh etmek, kendi elimizle süneni yok etmek demektir. Benimsedikleri inançlardan ve muhalifleriyle aralarındaki ihtilaftan ötürü meydana gelecek sorumluluk kendileriyle Allah arasındaki bir meseledir. Bunu Allah'a havale ederiz. Onları dilerse azaplandırır, dilerse affeder" [394].

İbnu Hibbân'dan önce aynı yolu takip etmiş olan Buhârî (Ö.256/869) ve Müslim (Ö.261/874), Sahih'lerine, nasıl davetçilikle suçlu bulunmamış pek çok mübtedi'den hadis almışlarsa [395], İbnu Hibbân da aynı  şekilde onlara  Sahîh'inde yer vermiş bulunmaktadır [396].

İbnu Hibbân'ın, dâi olan mübtedi'in ihticâc ehli olmadığı yolunda hadis imamlarının müttefik bulunduğuna dair iddiasına karşı İbnu Kesîr fö.774/1372): "Dâ'î olanla olmayan arasında eş-Şâfi'î bir ayırım yapmamıştır. Hem ikisi arasında ne fark var? İşte Buhârî, 'İmrân b.Hattân harici olduğu, üstelik de Hz.Ali'nin katili 'Abdurrahmân b.Mülcem'i şiirleriyle methettiği halde, onun hadisini Sahîh'ine kabul etmiştir. Ondan daha büyük dâ'î mi olur" diyerek [397], böyle bir ayırıma taraftar olmadığını belirtmek istemiştir. Ancak raviyi İbnu Hibbân da duafâdan saymadığına, Ebû Dâvûd (Ö.275/888) ile el'-'lclî (ö.261/874)'nin de hakkında müsbet kanâatleri olduğuna göre [398], onun dâ'î olmadığı anlaşılıyor.

Dâ'î olmayan sika mübtedi'den hadis alınabileceğine dair imamların icmâ'ı olduğunu belirten İbnu Hibbân'ın bu iddiasını İbnu Hacer el-'Askalânî (Ö.806/1403) garip bulmuş, "ittifak yerine ekseriyet deseydi daha doğru olurdu" demiştir [399]. el-'lrâkî de, el-Hatîb'den naklen, mübtedi'in rivayeti Mâlik tarafından mutlak surette reddedildiğine işaretle, bu hususta ittifakın bulunmadığı kanâatini belirtir [400]. Gerçekten de, Ebû Dâvûd ile en-Nesâî (ö.303/915)'nin hocası olan İbrahim b.Ya'kûb ei-Cûzecânî (Ö.259/872): "Dâ'î olmayan râvinin rivayeti bidatini takviye edici olursa kabul edilmez" diyerek, bu işi iyice mukayyed hale getirmiştir [401].

Bid'ata davet edici olmayı ravinin cerhi için yeterli sebep olarak gören İbnu Hibbân'ın, bu şartına ne derece sâdık kaldığını tesbit bakımından, K.ei-Mecrûhîn veya Sikât'ta adı geçenlerden mensup oldukları mezheplere göre örnekler vermekte yarar görüyoruz. [402]

 

Surat Mezhebi

 

Eş-Şurât, haricîlerden bir fırkanın adıdır. Bunlara el-Muhakkimetü'l-ûlâ da denir. Günahkâr olan her müslümanı tekîîr eden bu fırkaya göre, 'Atî, Osman, cemel harbine katılmış olanlar, Mu'âviye ve taraftarları, Tahkîm'e rıza gösterenler ve iki Hakem bunların hepsi kâfir kimselerdir [403]

İbnu Hibbân'ın, hadisleriyle ihticâc ettiği bidat ehlinden bir kısmını bu mezhebe mensup muhaddisler teşkil eder ki, bunlar görüşlerinin davetçisi olmayan güvenilir râvilerdir. Nitekim Şurât  | Mezhebİ'nden olan Dâvûd b.el-Husayn (ö. 135/752) ile hocası 'İkrime (Ö.107/725) bunlardandır.

Dâvûd b. el-Husayn'in tevsiki ihtilaflı bir konudur. Haricî görüşü taşımış olması sebebiyle hadislerinin mutlaka münker olduğunu söyleyenler vardır [404]. Bir kısım münekkitler de, onun, esasen kavî olmadığını, fakat ondan Malik b.Enes'in yaptığı rivayetlere itimat ettiklerini, değilse hadisini metruk nitelikte bulduklarını söylemişlerdir [405]. Bazıları da, onun münker olan hadisleri, şeyhi "İkrime'den rivayet ettiği hadislerdir, diğerlerinden naklettiği hadisler ise "müstakim" sayılır derken, onun "sâühü'l-hadis" olduğu da söylenerek, hadislerinin delil olarak kullanılmaya elverişli olduğu belirtilmek istenmiştir [406]. Buhârî ile Müslim'in Sahih'lerinde, Davud'un pek az hadisi yeralır. Şahitlerle desteklenmek üzere Buhârî'nin kitabında sadece bir hadisi bulunduğu belirtilir [407].

Aynı mezhepten olan 'İkrime'ye gelince, Davud'u haricî olduğu için cerhedenler İkrime'yi tevsîk ederler [408]. İbnu Hibbân bunu bir çelişki olarak görüyor ve "dâ'î olmadığı için 'İkrime'nin hadisiyle ihticâc edildiyse, Dâvûd b. El-Husayn de dâ'î değildi. İkisi arasında bu bakımdan bir fark yoktur. Davud'un rivayetini terk eden İkrime'ninkini de terk etmeliydi. Biz ikisinin de hadisleriyle ihticâc ederiz, çünkü ikisi de dâ'î değillerdi"[409] demektedir. Görülüyor ki İbnu Hibbân, rivayetlerinin bir kısmında infirad ettiği, dolayisiyle hafızasının da zayıf olduğu ileri sürülen Davud'a, bu noktada da güven duyup,[410] Şurât Mezhebi'ne mensup oluşundan ötürü yapılan ithamı yerinde bulmayarak ona sika ravilerden saymıştır . [411]

 

Gulat-I Şi'a

 

Hz.Ali ve onun soyundan gelen imamları beğenmede taşkınlık gösterip, imamlardan bazısını ilâhlaştıracak kadar bu hususta ifrat gösterenlere ğâlî şîa adı verilmiştir [412].

İbnu Hibbân'a göre, Ebûbekir ve Ömer'e dü uzatmadan, onlara kin tutmadan ehl-i beyte sempati duyan bir şî'î râvî, ğâlî olmadığı ve hadisinde de mutkin, sadûk görüldüğü sürece, onun haberiyle ihticâc edilir, teşeyyü'ü cerhi gerektirmez. Nitekim, Basralı Ca'fer b. Süleyman {ö.178/794) ile 'Alî b.el-Kâsım Şî'adan oldukları halde mezheplerinde ğulüvve kaçmadıkları için müellif onlara hadiste itimat ederek K.es-Sikât'ına almış bulunmaktadır [413].

Rivayetlerine İbnu Hibbân'ın değer vermediği asıl şî'î râvî, mezhebindeki tutumunda aşırılık (ğulüv) görülen kimsedir. İbnu Hibbân'm, haklarında dâî yerine genellikle ğâlî tabirini kullandığı bu türden zayıf ravilerde, ayrıca ravinin ta'n edilmesine sebep olan zabta mütaaHik kusurlu haller de kendini gösterir. Bunlardan birkaç örnek verelim.

Haram B. 'Osman El-Ensari(ö. 149/766). İsnatları kalb, mürselleri refetmek suretiyle rivayette zayıflığını ortaya koyan bu zat, şî'ilikte de ifrata kaçtığı için, İbnu Hibbân onu "münkerü'l-hadîs" olarak zayıf görmüştür. Sîka olmadığına dâir Malik b. Enes (ö.179/795)'ten de rivayet vardır [414].

El-Haris B. "Abdillah (Ubaydillah) El-Hemedani (Ö.165/781). "AH b.Ebî Tâlib'in sohbetinde bulunan Kûfeli ei-Hâris, hem teşeyyü'de gâlî, hem de hadis rivayetinde vâhî olması sebebiyle İbnu Hibbân rivayetini makbul saymamıştır. Yahya b.Ma'in (ö. 233/8 47)'ce de zayıf bir râviydi. 'Alî b. Ebî Tâlib'den rivayet ettiği hadislerin sayısı dördü geçmez. Hz.Ali'ye ait bulunan bir sözü, ondan merfû' olarak rivayet etmiştir ki, bunu, müellifimiz örnek olarak vermektedir [415].

Hakim B.Cübeyr El-Esedi. Merviyyâtmın azlığı ile bilinen bu şî1 râvi, mezhebinde ifrata vardığı, rivayetinde de çok vehme düştüğü için İbnu Hibbân'ın ölçüşünce zayıf bir durumdadır [416]. Râvîleri arasında Şerik (Ö.177/793) ile es-Sevrî (ö.161/777)'nin yer aldığı Hakîm'e, önceki büyük imamların bir kısmı da itimat etmediklerini belirtmişlerdir [417].

Şfflikte ğulüvve daldığını isbat eden en açık delil, Hz.Ali'nin ilk halife olduğuna dair uydurduğu şu hadistir:[418]

İbnu Hibbân, onun vehminden ötürü münker sayılan hadislerinden de örnekler vermiş ve böylece ravinin zafiyetini belgelerle isbata çalışmıştır.

Sabit B.Ebi Safiyye (Ö.148/765). Haberlerinde pek fazla vehme düşmüş olan Kûfeli Sabit, teşeyyü'de de fazla iferi gitmiş bulunduğundan, İbnu Hibbân nazarında, hadisleri delil olma vasfını yitirmiştir [419]. İbnu Matn (ö.233/847)'in zayıf dediği bu zatın râfrzî olduğu da ileri sürülmüştür [420].

Ebu Kudame Habbetü'l-'Urani (ö.76/695). Hz.Ali'den hadis rivayet edip şi'a taraftarlığında aşırı bir tutum içerisine giren Ebû Kudâme'nin, İbnu Hibbân hadiste de vâhî olduğunu kaydeder ve bu kanâatini, Yahya b.MaTn'in bu ravîye yönelik "leyse bişeyin" şeklindeki menfi hükmüyle teyit eder [421]. "Sıffin'de Ali tarafında, Bedir savaşında bulunmuş sahabeden seksen kişi vardı" diye Zehebî'nin muhâ! saydığı bir haberin de kaynağıdır[422].

İbnu Hibbân'ın, Sikât'a dahil ettiği bir kısım şî\ ravîler daha vardır ki kendilerinde ğulüv görülmediği halde, müellifimiz, onların Alî b.Ebî Tâlib'den rivayette teferrud ettikleri hadislerine itimat etmediği gibi, ayrıca sikâtın rivayetleri doğrultusundaki haberleri dışında kalan hadislerinin de hüccet [423] olamıyacağını belirtmiştir . [424]

 

Es-Sebeiyye

 

Sebeîyye, Abdullah b.Sebe'ye taraftar olanlardır. Hz.Ali'ye: "Hak olan ilâh sensin" dediği için Hz.Ali onu Medâin'e sürgün olarak göndermiştir. Hz.Ali hakkında: "O ölmedi ve öldürülmedi. İbnu Mülcem'in katlettiği kişi, Ali'nin suretine giren şeytandır.

Ali bulutların içindedir. Gök gürlemesi onun sesi, şimşek de kılıcıdır. O, kıyametten önce yeryüzüne İnerek her yerde adaletle hükmedecek." dermiş [425].

İbnu Hibbân'ın cerhine mevzu olan râvilerden bir kısmı da bu fırkaya mensup bulunanlardır. Bunlardan ikisini yakından tanıyalım:

Muhammed B. Es-Saib El-Kelbi (Ö.I40/757). Müfessir ve tarihçi olan el-Kelbî'yi, İbnu Sebe'nin dostlarından biri olarak tanıtan İbnu Hibbân [426] onun telsirci yanını da kesin bir dille tenkit " etmektedir: "Kelbî, İbnu Abbâs'ın tefsirini, Ebû $âlih aracılığiyle rivayet etti. Ebû Salih ise İbnu 'Abbâs'ı görmüş değildir. Görmediğine göre İbnu Abbâs'tan nasıl tefsirini dinlemiş olabilir. Üstelik Kelbî'nin ondan işittiği şeyler de çok azdır. Ama yeryüzü Kelbî'ye her türlü cevheri sağlar, yeter ki o işteşindi! Onun rivâyetiyle ihticâc şöyle dursun, kitaplarda adım zikretmek bile helâl olmaz. Allah Teâlâ kendi kelâmını tefsir etm^ jçin Rasûlünü göndermiştir. Kelbî gibilerin tefsirine ihtiyaç yoktur, çünkü Rasûlünün Sünneti tefsirdir. Allah Resûlü'nün tefsir etmediği âyetler ise müteşâbih olanlardır." [427].

İbnu Hibbân, Kelbî'yi METRUK sayarak, bir kısım hadis imamlarının [428] tarafında yer alırken, Süfyânü's-sevrf (0.161)777) ile Şu'be (ö. 160/776) gibi onun tefsirini beğenen âlimler de vardır. . Onlara göre Kelbî'nin hadis yönü zayıftır. Özellikle Ebû Salih kanaliyle İbnu "Abbâs'tan yaptığı nakiller MÜNKER'dir. Sahîh olanlara gelince, bunlar Süfyân ve Muhammed b.ishâk {ö.150/767) tarafından tedlîs yaparak rivayet edilmiş bulunmaktadır [429].

Kelbî'ye ait tefsir ve onun şahsiyeti hakkında, başta Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855) olmak üzere öteki bazı imamlardan gelen son derece menfî tenkitleri de dikkate alan İbnu Hibbân, sonuç olarak, Kelbî'nin dindeki mezhebinin tümüyle yalan olduğu hükmüne varmıştır [430].

Cabir B.Yezid El-Cu'fi (Ö.128/745). Kûfeli olan bu şî'a âlimi, İbnu Hibbân'a göre, Hz.Ati'nin dünyaya geri döneceğine (irca1) inanan bir Abdullah b.Sebe taraftarıydı. Onun bu inançta olduğuna dair itimat ettiği" haberler Süfyân es-Sevrî ile Zaide b.Kudâme (ö.1ö1/777)'ye aittir [431].

Câbir b.Yezîd'in: "Yanımda ellibin hadis var ki hiçbirini tahdis etmiş değilim" diye konuşmuş olması, İbnu Hibbân'ı, ona karşı kesin tavır almaya sevkeden önemli bir âmil gözükmektedir [432]. Onun kezzâb olduğuna bu sözünü yeterli gören İbnu Hibbân ayrıca fikrini teyiden Ebû Hanîfe'nin de şu sözünü nakleder; "Cabir el-Cu'fî'den daha yalancı birine rastlamadım; ona hangi reyi götürmüşsem, o reye dair muhakkak bana bir hadis naklettiği olmuştur..."[433].

Her ne kadar Süfyân es-Sevrî (ö.161/777) ile Şu'be (Ö.160/776) ondan hadis almış iseler de, bunun onlar tarafından tevsik anlamına gelmiyeceğine işaret eden İbnu Hibbân, "çünkü, der, zayıf raviden rivayeti terk etmek, Sevrî'nin mezhebinden değildi. Ahbârın yazıya geçirilmesine ve bunun için durmadan seyahatler yapılarak hadisleri toplamaya rağbet artsın diye, sağlam zayıf demez her ravîden hadis alıp, duyduğu hadisleri de olduğu gibi edâ ederdi. Şu'be ve öteki şeyhlerimiz ele Câbir ei-Cu'fî'de gördükleri bazı hadisleri, teşhir etmek gayesiyle, yazmaktan kendilerini alamadılar" [434].

Câbir el-Cu'fî hakkında İbnu Hibbân'dan farklı düşünmeyenler arasında bilhassa Yahya b.Ma'în {Ö.233/847), Süîyân b.'Uyayne (0.(198/813) ve en-Nesâî (Ö.303/915) de bulunmaktadır [435]. Ebû Dâvûd (Ö.275/888) da onu: "leyse 'indî'l-kaviyye fi hadîsihî" ifadesiyle zayıf saymış ve Sünen'inde ondan sadece sehiv secdesine dair bir tek hadis iahric etmiştir [436].

Kısacası,[437] Câbir el-Cu'fî bir kısım hadis imamları nezdinde itibar görmüş ise de, taşıdığı bozuk akide ile hadiste yalancılığı yüzünden İbnu Hibbân'ca mecruhlar sınıfından addedilmiş bulunmaktadır . [438]

 

Müşebbihe

 

Allah Taâia'nın irâde, kelâm, ilim ve benzeri sıfatlarının, insan irâdesi, kelâmı ve ilmi cinsinden olduğunu ileri süren mezhebe müşebbihe denmiştir [439]. Ebû Hanife'ye göre, ilâhî sıfatları inkârda Cehmiyye ne kadar ifrata gitmişse, ispatta da Müşebbihe o derece tefrite kaçmıştır [440].

İbnu Hİbbân'ın, müşebbihe fırkasına mensup râvilerden cerhlerine hükmettiği kişiler arasında ünlü müfessir Mukâtil b.Süleymân el-Horâsânî (Ö.150 veya daha sonra/767) de vardır.

Mukâtil'in tefsir ilmindeki yerini ve ilminin vüsatini, İbnu'l-Mübârek (Ö.181/797), eş-Şâfi'î (Ö.204/819) ve Mükâtil b. Hayyân (ö. 150/767) takdir etmişlerdir [441]. Onun hadisteki durumuna gelince, Mücâhid ile ed-Dehhâk'tan yaptığı rivayetlerde isnadı mazbut değildir; kezzaptır, cesur bir deccâldir şeklinde uğradığı ağır tenkitlerin  yanı  sıra, Buhârî (Ö.256/869)  tarafındandan da "seketû 'anhu" diye tanıtılmış, İbnu 'Adî (ö. 365/975) ise: "Hadislerinin umûmu üzerinde mütâbeat bulunmamasına rağmen, pek çok tanınmış sikât ondan hadis almışlardır. O, hadisi yazılabilir zayıf bir râvidir" demiştir [442].

Mukatil'i üç ayrı cihetten ele alan İbnu Hibbân, "O, Rabbı mahlûkâta benzetirdi" İfadesiyle onun müşebbiheden olduğuna kanidir ve Ebû Hanîfe'nin, Ebû Yûsuf'u uyarırken: "Horasan'da iki sınıfa dikkat et; bunlar Cehmiyye ve Mukâtiliyye'dir" sözüne de itimat etmektedir [443].

İbnu Hibbân, Mukatil'i müfessir olarak da beğenmediğini: "İlm-i Kur'ân'ı Yahudi ve Nasârâ'nm kitaplarından alırdı" diye ifade eder [444]. Onun hadis rivâyetindeki ehliyetini: "Hadiste yalan söylerdi" sözüyle çok zayıf görmüş ve bu hükme varırken de, Vekî b.el-Cerrâh (ö. 197/812) ile hocası en-Nesâî (ö.303/915)'nin menfî kanaatlerini dikkate almıştır [445].

Ebû Hanîfe'nin yukarıdaki sözünde "mukâtiliyye" tabirini kullanmış olması, ayrıca Tâbiûn'un ünlü şahsiyetlerinden Muğîre b. 'Abdirrahmân'ın, bir kavim tarafından Mukâtil'in başkan olarak tanınabildiğine hayret etmiş bulunması [446] gösteriyor ki, MükatİI Horasan diyarında bir ekol tesis etmişti. İşte tefsir ve hadiste zayıf oluşunun yanısıra, mezhebinin başını çektiğine dair güvenilir kaynaklı sözler, İbnu Hibbân'ı, Mükâtil'e karşı menfî kesin tavır almaya götürmüştür denebilir. [447]

 

Nasbiyye

 

Ali b. Ebî Tâlib'e buğzedip lanet ederek düşmanlık gösteren ve başkalarını ondan üstün görenlere Nasbî denir ki bunlar, Hz.Muâviye ve Hz.Osman taraftarlarıdır [448].

Bu mezhebe mensup mübtedi'adan İbnu Hibbân'ın ta'n ettiği bir tek muhaddis biliyoruz ki, o da Harîz b. 'Osman er-Rahabî el-Humusî (Ö. 163/779) dir. Hz.Muaviye'nin tarafında yeraldığı kesinlikle bilinen Hariz'in, müfrit bir Ali düşmanı olduğu hususu ihtilaflı bir noktadır. Hz.Ali'ye dil uzattığı ve lanet ettiği söylenmiş ise de, onun: "Bizim imamımız bize, sizin imamınız da size" dediği; "Sen Ali'ye rahmet dilemiyormuşsun öyle mi" diyenlere karşı da: "Allah ona yüz kere rahmet etsin" cevabını verdiği ve "Ben Ali'ye asla sebbetmiş değilim" diye yemin ettiği rivayet edilmiştir. Ali hakkında önceleri ileri geri lafettiği, fakat bunu sonraları bıraktığı da söylenmiştir [449].

Adalet ve zabt bakımından durumunun ne olduğu meselesine gelince, Onu, Ahmed b.Hanbel (Ö.241/855), tadilin en yüksek mertebesine delâlet eden "sikatün sikaün" tabiriyle ta'dîl etmişti. Aralarında İbnu Ma'în'in de yeraldığı imamlardan bir cemâatin kanatma göre, Harîz güvenilir bir muhaddistir. Tevsikte sertliği ile tanınan Ebû Hatim er-Râzî {Ö.277/890) tarafından: "Şam'da ondan daha güvenilir bir kimse bilmiyorum" ifadesiyle tezkiye edilmiş durumdadır [450].

Harîz'in adalet ve zabt açısından istenilen mertebede bulunduğunun bir önemli delili de, Buhârî'nin ricalinden olması ve iki hadisinin Sahîh'de tahrîc edilmiş bulunmasıdır [451].

Harîz b.Osman'ın cerhini ve haberlerinin reddini gerektirecek bir hâli sabit olmadığına, aksine büyük imamlarca itimada şayan görüldüğüne göre, yine de zayıf mıdır? İbnu Hibbân evet diyor, "çünkü Harîz, mezhebine davetçi idi. Ali b. Ebî Talib'e sabah akşam yetmiş kere lanet ederdi. Daha sonra bu tutumundan vazgeçtiğine dair haber ise mahfuz değildir" [452]. Hariz'in cerhi için bu sebebi ileri süren İbnu Hibbân, onun münker sayılabilecek hadislerinden hiçbir örnek vermemiştir. Başkaları tarafından Harîz'de görülen adalet emmâreleri, İbnu Hibbân'ın nazarında, onun tevsikini gerektirecek kemiyette değildi denebilir. [453]

 

Zeydiyye

 

Zeyd b. 'Alî b. el-Huseyn b. 'Alî(ö. 122/740) taraftarlarıdır. Bunlar imametin, yalnız Fâtıma'nın çocuklarına ait olduğunu ileri sürerler. Zeydiyye usûlde mutezilîdir. Sonraları üç ayrı kola ayrıldılar ve büyük günah işleyenlerin ebedî cehennemde kalacağına İnandılar [454].

Bu fırkaya mensup olup da İbnu Hibbân tarafından zayıf sayılmış olan ve hadis rivâyetiyle iştigal eden bir tek muhaddisi tanıyoruz ki, o da Hârûn b.Sa'd el-İclî'dir. Kûfeli olan bu zatın aşırı bir Alî taraftarı olduğuna, İbnu Hibbân'dan önce, İbnu Ma'in {ö.233/847) de işaret eder [455]. Ebû Hatim er-Râzî (Ö.277/890) tarafından "lâ be'se bihî" deyimiyle ta'dîl edilen [456] Hârûn hakkındaki İbnu Hibbân'ın değerlendirme ölçüsü, onun mezhebine davetçi oluşu, râfızîlikteki ifratı ve Zeydiyye'nin başına geçmiş bulunmasıdır. Zeyd b. Alî'ye ait darağacının yanında itikâfa girişi dahi, İbnu Hibbân açısından, bir ifrat alâmeti olmaktadır [457]. Müellifin, "ondan ne hadis almak, ne de onunla ihticâc etmek caiz değildir demesi [458], haddizatında sadûk olan [459] bu şahsın bu gibi tutumundan ileri gelmektedir. [460]

 

Sehabi

 

Alî b.Ebî Tâlib'in ölmeyip bulutlarla birlikte dolaştığına ina­nan bir kısım gulât-ı şî'âya verilen özel bir addır [461]. İbnu Hibbân'ın mecruh saydığı dât mübtedi'ler arasında Şî'a'nın bu müfrit koluyla anılan iki râvî görüyoruz. Bunlardan biri, Furat b. el-Ahmet'tir. Hakkında: zayıf, sika ve sâlihü'l-hadîs diye birbirine ters hükümlü değerlendirmelere konu olan [462] Kûfeli Furât, sehâbî inancıyla şî'ilikte ğulüvve daldığı için İbnu Hibbân onu mecruhlardan saymış ve "Ondan rivayette bulunup onunla ihticâc etmek helal olmaz" hükmüne varmıştır [463].

'Amr b.Câbir el-Hadramî de aynı inancı taşıyan şî'î bir râvidir. İbnu Hibbân onu: "Mısır ehtindendir ve kendisinden İbnu Lahî'a {ö.174/790) ile Basralılar hadis almışlardır" diye tanıttıktan sonra, onun, Kûfelilerin etkisiyle Sehâbî olduğu ihtimali üzerinde durur ve Câbir b. 'Abdillah (ö.78/697)"ın rivayet etmediği bazı hadisleri, ondan rivayette tek kaldığı için de haberiyle ihticâcm helâl olmayacağını belirtir [464]. Kendi râvilerinden olan İbnu LahVa da, onun hakkında: "ahmak", en-Nesâî (Ö.303/915) ise "sika değildir" demişlerdir.[465] Hakkında, "sâlihü'l-hadistir" diye nisbeten müsbet düşünen sadece Ebû Hâlim olmuştur . [466]

 

Muhtariyye

 

Şî'a'nın bölümlerinden biri olan Keysâniyye'nin kurucusu Muhtar b. Ebî 'Ubeyd es-Sakafî (Ö.67/686) taraftarlarının adıdır. Bunlar, Allah'ın BEDA (ilim ve irâde değiştirme) yapabileceğini caiz görürlerdi. Bu yüzden aynı iddiada olmayanlar tarafından kâfir sayılmışlardır [467].

İbnu Hibbân, Muhtârî olduğunu söylediği 'Abdullah b. Miknef'i, "rivâyetiyle ihticâc caiz değildir" diye nitelendirdiği ravilerden sayarken, onun dâ'i olduğundan bahsetmektedir. Ancak Muhtârî oluşunun yanı sıra, bir de Enes b. Mâlik (ö.9l/709)'ten semâ'ı malûm olmadığı halde ondan rivayetlerinin olmasıdır. Böyle bir rivayetin mümkün olamayacağını, dolayısiyle senedinde inkitâın söz konusu olduğunu belirten İbnu Hibbân, bu iki sebepten ötürü onu zayıf saymış bulunmaktadır[468].

'Abdullah b.Şerik el-'Amirî de muhtârî ravilerden biridir. İlk zamanlarda el-Muhtâr es-Sekafî'nin taraftan olduğu, fakat daha sonra bundarrtevbe ettiği söylenirse de, İbnu Hibbân bunu kabul etmiş görünmüyor [469]. İbnu Hibbân'ın kanâatine göre, "hadisiyle ihticâc etmektense, ondan kaçınmak evlâdır", çünkü teşeyyü'de ifrata düşmüş ve ayrıca da sikâtın hadislerine benzemeyen rivayetlerde bulunmuştur [470].

Ahmed b.Hanbel {ö.241/855) ile Yahya b.Ma'în (Ö.233/847) tarafından ievsîk edilen bu şahsın "kezzâb" olduğunu da İbrahim b.Ya'kûb el-Cûzecânî (ö.259/872) belirtmiştir [471].

İbnu'l- Cevzî (Ö.597/1200), Hz.'Alî'nin menkibesini yansıtan bir hadisini Mevzû'ât'ına alırken,[472] İbnu Hibbân'ın fikrini dikkate almıştır . [473]

 

Rafıza

 

Râfızîlerin rivâyetiyle ihticâc ihtilaflı bir meseledir. Bu konuda üç ayrı görüş ileri sürülür: 1- Hiç bir ayırım yapmadan ihticâcdan men1, 2- Yalan söyleyen ve hadis uyduran hariç, ayırım yapmadan diğerleriyle ihticâca ruhsat, 3- Sadûk olan ve ne rivayet ettiğini bilen râfızînin rivayetinin kabulü, fakat dâ'î olan râfızînin, sadûk dahi olsa, rivayetinin reddi [474].

Mezhebine dâ'î olan rafızî bir ravinin, rivayetinde güven verici bile olsa, rivayetinin reddine giden İbnu Hibbân'ın, bu mezhebinde nasıl yürüdüğünü birkaç örnekle yakından göreiim.

İbnu Hibbân'ın şeyhierince yakından tanınan 'Abbâd b. Ya'kûb er-Revâcinî (ö.250/864) Kûfeli olup râfrzî bir muhaddistir [475]. Buhârî (ö.256/869)'nin, Tirmizî (ö.279/892). İbhu Mâce (Ö.273/886) ve İbnu Huzeyme (ö.311/923)'nin ricalinden olan [476] "Abbâd, İbnu Hibbân'a göre, râfıziliğine davet faaliyetlerinde bulunmuş, ayrıca meşhur muhaddislerden onlara ait olmayan münker hadisler rivayet etmiş bulunmakla terkedilmeye müstahaktır [477].

Ehl-i Beyt'in fezâiline ve muhaliflerinin ayıp ve kusurlarına dair bu muhaddisten gelen hadislerin bir kısmını İbnu'l Cevzî Mevzû'âfına almış, bu hadislerin mevzûiyyetine hükmederken de İbnu Hibbân'ın râvi hakkındaki menfî görüşünü esas almıştır [478]

mevzu hadisini Şerîk (ö.177/793)'ten rivayet eden de odur [479].

Kütüb-i Sitte'den dört Sünen sahiplerinin kendisinden rivayetleri bulunan Kûfeli Yûnus b.Habbâb da müfrit Ali taraftarlığı ile tanınır. Yahya b. Ma'în (ö.233/847) başta olmak üzere Buhârî (Ö.256/869) ile Nesâî lö.303/915), onun zayıf (münkerü'l-hadîs) olduğu görüşünde birleşmişlerdir [480].

Onun hadisteki yeri konusunda İbnu Hibbân da onlardan farklı düşünmez; "Rafızîlikte aşın olan fena bir adamdı, Osman b. 'Affân için Resûlullâh'ın iki kızını da o öldürdü diye iddia ederdi. Mezhebine davet edici olduğu için ondan rivayet helâi olmaz. Kaldı ki, sika imamlardan rivayet ettiği münkerlerle ve güvenilir muhaddislerden aşırıp tekrar onlardan rivayette bulunduğu sahih hadislerle de teferrüd etmiştir" [481].

İbnu Hibbân'ın, mübted'i bir râvinin mezhebinde davetçi oluşu yolunda ileri sürülen görüşlere muhalefette bulunduğu da ol­muştur. Nitekim, Nasr b. Müzâhirn (ö. 212/827) hakkında hadis munakkitieri arasında hâkim görüş, onun katı ve müfrit bir râfızî, hem yalancı hem de hadisinde çok hata yapmış bulunmasıdır [482]. Hadis imamlarınca ağır bir dille tenkit edilerek zayıf gösterilen bu şahıs,[483] İbnu Hibbân'ın nazarında sika bir muhaddistir [484]

 

Kaderiyye-Mu'tezile

 

Allah Teâlâ'nın ezelî sıfatlarının hepsini nefyeden, Ketâmu'llâh'ın mahlûk olduğuna inanan bu isim altındaki fırkaya göre Allah, ne insanların yapıp kazandıklarının, ne de canlı hayvanların işlerinden herhangi birinin yaratıcısıdır. Kendi kesblerini takdir edenler, bizzat insanlardır. Allah'ın, ne onların yaptıklarında, ne de diğer canlıların işlerinde bir yapıcılığı ve takdiri vardır [485].

İbnu Hibbân'ın, bazen kaderi bazen de mutezilî diye andığı bu itikada mensup muhaddisler arasında, aşırılığa kaçanlar {dâ'î) bulunduğu gibi, bu inancı benimsemekle yetinip, mezhebine taraf­tar kazanmak ve Önder olmak gayesiyle faaliyet göstermeyen sika, mutkin olanlar da vardır. Müellifimizin, bu iki farklı sınıftaki ravilere karşı aldığı tavrın farklı olacağı tabiîdir. Onun itimada lâyık gördüğü kaderi muhaddisler, hadisin sıhhati için ravide aranan makbul sıfatları taşıyan gayrı dâî kimselerdir. Aşın tutumları sebe­biyle güvenilir olmadıklarını beyan ettiği raviler ise, fikrî yönden bozuk olmalarının yanısıra, ravinin cerhini gerektiren öteki haller içerisinde de bulunanlardır [486].

Nitekim Ahmed b.Hanbel (ö.241/855)"in, kaderî olduğuna işaret ettiği, İbnu Sa'd (ö.234/848)'m da: "lem yekûn bi'lkavî" diye, sebebini açıklamadan, zayıf saydığı 'Abdu'l-'alâ b. 'Abdu'l-'alâ el-Basrî (ö. 189/804) [487], Buhârî'nin de ricali arasında yer almış ve diğer hadis imamlarınca tevsik edilmiş durumdadır [488]. Onun kaderci tutumunu, İbnu Hibbân, hadislerinin sıhhatini bozucu bir cerh sebebi olarak görmemiştir, çünkü dâ'î değildir. Onu Sikât'ına almış olmasının sebebi de budur [489].

Keza etbâü't-tâbiînden olan 'Abdullah b. Ebî llebîd (ö.?), ibâdete düşkünlüğü ile bilinen ve hadisleri Buhâri ile Müslim tarafından kabul edilmiş olan sika bir rnuhaddistir [490]. Kader görüşüne bağlılığı sebebiyle cenazesinde Safvân b.Süleym (ö.132/749)'in hazır bulunmadığına dikkati çeken İbnu Hibbân, onun bu akidesini, cerhi gerekli kılan bir hal olarak görmemiş olmalı ki, Sikâfında ona yer vermiştir [491].

İbnu Hibbân'ın, asıİ merdûd saydığı kaderî mutezitî râvîler, bu yolda dâ'î ve imam olanlardır. Nitekim, bir müddet el-Hasan el-Basrî (ö.110/728)'nin derslerine devam ettikten sonra ondan ayrılarak kader hakkında ilk defa fikir yürütüp Basra kaderci ekolünün kurucusu sayılan Ma'bed b.Hâlİd el-Cühenî (Ö.80/699) [492], haddi zatında sadûk ve İbnu Ma'în (Ö.233/847) tarafından tevsîk edilmiş bulunmaktadır [493], Ancak onun derslerine devam edilmemesi yolunda, el-Hasan el-Basrî de ilgilileri ikaz etmiştir [494].

Ma'bed el-Cühenî'nin, İbnu Hibbânca mecruh sayılmış olmasının sebebi, onun mezhebinde dâ'î olması ve netice itibariyle bu görüşünde önderlik yapmış bulunmasıdır [495].

İbnu Hibbân'ın mecruhlar listesine aldığı kadercilerden biri de 'Amr b. 'Ubeyd b.Keysân b. Bâb el-3asrî (ö.143/760)ıdir. el-Hasan el-Basri'nin meclisine devam edip ondan ilim öğrendikten sonra Vâsıl b. 'Atâ ile birlikte itizâl eden [496] bu kelâm bilginin ibâdet ve zühde olan düşkünlüğüne ve el-Hasan el-Basrî'nin meclisinden ayrılanların başını çektiğine hasseten İşaret eden İbnu Hibbân'a [497]göre, "Amr b. 'Ubeyd'in üç özelliği vardır ki, bunlar bir ravînin adalet vezabt sıfatlarının kaybolmasına yolaçabilen hallerdendir [498]. Bu özelliklerden birincisi, onun vazettiği mezhebe taraf toplamak üzere propaganda çalışmalarında bulunmak suretiyle isim babası olduğu 'Amriyye fırkasının vücut bulmasına önayak olmasıdır . İbnu'l-Mübârek (ö. 181/797) ile Yahya b.Ma'în (ö,233/847)'de, dâ'îliği sebebiyle 'Amr b. 'Ubeyd'in rivayetleri terkedilir ve yazılmaz görüşündelerdir [499].

'Amr b. 'Ubeyd'in, müellifimize göre, ikinci zayıf hali, rivayet ettiği hadislerde yalancı durumuna düşmüş olmasıdır. Fakat bunu bilerek değil, vehim eseri yapmıştır [500]. Ez-Zehebî'nin konu İle ilgili verdiği bilgilere göre, "Amr'ın hadisteki kaynaklan el-Hasan el-Basrî ile Ebû Kılâbe (ö. 104/722)'dır. Ondan rivayet edenler arasında, Hammâd b. Zeyd (ö. 179/795), Hammâd b. Seleme  (Ö.167/783) ve Yahya el-Kattân (ö.198/813) gibi hadis imamları da bulunmaktadır [501].

Yahya b.Ma'în (ö.233/847) iie en-Nesâî (Ö.303/915) gibi rical tenkit imamları da ağır cerh tabirleriyle 'Amr b.'Ubeyd hakkındaki görüşlerini belirtmişlerse de, müellifimizin temas ettiği "vehim" halinden bahsetmemişlerdir [502].

'Amfin, Cemel vakasına ismi karışmış olan iki tarafı (aşıklık ile suçlamakla [503], ashâb'a yönelttiği bu "şetmi'Yıi, İbnu Hibbân, onun cerhine üçüncü bir sebep olarak görmektedir [504].

İbnu Hibbân'ın, hakkında münakaşaya giriştiği kaderî mutezilî muhaddislerden biri de İbrahim b.Muhammed b.Ebî Yahya el-Eslemî (ö.184/800)dir. Mâlik (ö.179/795)ıin Muvatta'ından daha hacimli bir K.el-Muvatta'ın müellifi olan [505] bu âlimin itikat bakımından kaderî olduğu, ancak dâ'î olmadığı, hadis imamları çevresinde hâkim olan görüştür. Ondan hadis alınmamasının öğütlenmiş ve bu yüzden terkedilmiş olmasının menşei, kaderî oluşunda değil, yalancılığında (kezebe fi'l-hadîs) dır. Bunu İbnu Hibbân güvendiği muhaddislerden nakleder [506]. Allah'ın sıfatları ve halk-ı Kur'ân inancı açısından Cehm b.Safvân (Ö.128/745) taraftan olması da, bu muhaddislerin ona yönelttikleri bir başka önemli tenkittir [507].

İbrahim b.Muhammed'in; fikren kaderî olmakla beraber, hadiste sika olduğunu söyliyerek hadislerini kullananlar arasında İbnu Cüreyc (Ö.150/767), eş-Şâfi'l (Ö.204/819) ve'İbnu Mâce .(Ö.273/886) vardır. Hattâ İbnu 'Adî (ö.365/975), bû zatın hadisleri içerisinde münker olan hiç bir hadis bulunmadığını söylemiştir [508] Hem kaderî, hem Cehm b. Safvân'ın kelâmı istikametinde yürüdüğü, üstelik hadiste de yalan söylediğine işaret eden İbnu Hibbân [509] onun hadis nakli yönünden zayıf olduğunda ısrarlıdır. İbnu Cüreyc ve eş-Şâfi'î gibi iki büyük alimin bu zata karşı olumlu tutumlarına gelince, İbnu Hibbân bunu şöyle açıklar: "Ondan İbnu Cüreyc ve eş-Şafii rivayet etmişlerdir. İbnu Cüreyc'in ondan rivayeti azdır. Bunları tahdis ederken de şeyhinin tanınmasını istemez. Nitekim her seferinde asıl ismini zikretmekle beraber bazen dedesine bilinmeyen bir künye verir (İbrâhîm b. Muhammed b. Ebî 'Amir gibi). Zaman zaman babasının ismini verecek yerde, onu künyesiyle anar (İbrâhîm b. Ebî 'Atâ gibi). Kimi kez de bu künyeyi dedesine verir {İbrâhîm b. Muhammed b. Ebî 'Atâ gibi). Şâfi'î'ye gelince, O, Şâfi'î'nin küçük yaşta dinlediği bir kaynaktı. Ondan işittiği hadisler, çocukluk hafızasına nakşolunmuştu. Ömrünün sonlarında Mısır'a gittiğinde, orada büyük eserler yazmaya başladı. Bunun için haberlere muhtaçtı. Beraberinde kaynak kitapları da yoktu. Yeni eserlerinin malzemesi, hıfzında kalan bilgilerdi. İşte bu şeyhinden rivayet etmiş olmasının sebebi budur. Bazen bu rivayetlerini de o şeyhinin künyesi altmda serde-der" [510].

Görüldüğü üzere, İbnu Hibbân, kaderî olan bu âlimi bu inancından dolayı tazif etmiş değildir. Asıl cerh sebebi, hadisteki zafiyetidir. Netice olarak diyebiliriz ki, fikrini yaymak ve kendisine uyulan bir önder olmak gibi bir çaba sarfetmeyen kaderî-mutezillî ravilerden mecruhlar listesinde adına rastladıklarımızı incelediğimizde, bunlar ya zabt yönünden zayıf, ya da hadiste çeşitli halleriyle yalancı durumuna düşmüş kimseler olarak görürüz [511]. Dâ'î olan mecruh kaderilerde de, genelde bu vasıflarının yanısıra, tanınmış muhaddislere münker haberler nisbet etmiş veya rivayetlerinde onlara ters düşmüş [512]oldukları göze çarpmaktadır . [513]

 

Mürcie

 

İrca: tehîr etmek, ümit vermek diye iki anlama gelir. Büyük günah sahibi hakkında verilecek hükmü kıyamet gününe tehir edenlere mürciî denmiştir. Bu, ircâ'ın tehîr manasıdır. İkinci manaya göre mürciî, ümit ve reca verendir. Bu görüşe göre, imana günah zarar vermez, küfre de tâat fayda vermez [514]. "İman ne artar ne de eksilir" görüşü de, mürcieden el-Ğassâniyye kolunun isim babası olan Gassân el-Kûfî'ye aittir [515]. Fakat, Gassân'ın "İman artar ama eksilmez" dediği de ileri sürülmüştür [516].

Ehl-i bid'attan hadis alınıp alınmayacağı yolundaki hadis imamları arasında görülen ihtilafın, mürcie hakkında da geçerli olduğu görülür. Nitekim başkalarının nazarında güvenilirliği sabit olmuş bir kısım mürciî râviler, mesela Mâlik b.Enes (ö.179/795) tarafından, irca sebebiyle reddedilmiştir. Keza İbnu Ebî Ravvâd mürciî olduğu İçin onunla münasebetin kesilmesine dair İbnu 'Uyeyne (Ö. 198/813)'den uyarı vardır [517].

Mürcieden olan râvileri tenkit noktasında, mücerret irca fikrini benimsemiş olmayı cerh için yeterli bir sebep görmeyen İbnu Hİbbân, mürciî râvileri dâ'î olanlar ve olmayanlar diye iki kısımda ele almış bulunmaktadır.

Mesela tâbiûndan olan Salim b.'Aclân el-Attâs {ö.132/749) irca akidesini taşıyan bir muhaddis idi. Onun güvenilir olduğu görüşünde, Ahmed b.Hanbei (Ö.241/855), Ahmed b. 'Abdillâh el-İclî (Ö.261/874), İbn Sa'd (Ö.234/848) ve en-Nesâî (Ö.303/915) müttefiklerdir. Ebû Hatim er-Râzî (Ö.277/890) de onun "nakiyyü'l-hadis" olduğunu söylemiş ve ircâ'ına kulak asmamıştır. Mezhebinde inatçılığı ve davetçiliğini ileri süren el-Cûzecânî (Ö.259/872) olmuştur. Buhârî İse onun mürcieden olduğunu bile bile kendisinden aldığı hadislerden iki tanesini Sahîh'inde tahric etmiştir [518].

İbnu Hibbân ise, onun irca akidesini taşımış olması, haberleri mudal ve maklûb hâle sokması ve nihayet fena bir işle suçlanarak öldürülmüş bulunması gibi sebepler ileri sürüp Sâlim'i zayıf kabul etmektedir [519]. İbnu Hibbân, Sâlim'in mezhepte dâî olduğunu açıkça ifade etmemekle beraber, onun öldürülme sebebini aşırı bir irca gibi görmüş olmalıdır. Nitekim İbnu Hacer ei-'Askalânî (Ö.852/1448), Buhârî'nin ricalinden olan bu muhaddisi savunurken, İbnu Hİbbân'ın "fena bir şeyle itham olundu" diye ileri sürdüğü.bu hadisenin, kişiyi zayıf kılmaya yeterli bir sebep olama­yacağını; öte yandan, haberleri maklûb ha!e getirmesi yolundaki iddiasını isbat edebilecek bir tek örnek veremediğini söylemiş ve İbnu Hibbân'ı burada ifrata varmış olmakla suçlamıştır [520]

İbnu Hibbân'ın, bir kısım münekkitlerin tevsîkine muhalefet ederek zayıf hükmünü verdiği mürciî muhaddislerden biri de Mekkeli "Abdulazîz b. Ebî Ravvâd (ö.159/775)'dır. Rivayetleri 'İkrime ile Nâfi'den olan 'Abdulazîz, İbnu'l-Mübârek'e göre nâsın en çok ibadet edeniydi. Kendisinden 'Abdurrazzâk <ö.211/826)"ın da hadis aldığı bu zat, Ebû Hatim er-Râzî (ö.277/890)"nin nazarında "sadûk" ve müteabbid idi. Keza onun hakkında "sâlihü'l-hadîs" tabirini kullanmakla Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855) tadîl etmiş, mürciî olduğunu da şüpheli bulmuştur [521]

Görünen odur ki 'Abdulazîz'in zayıflığına hükmeden İbnu 'Adî (Ö.365/975) ile müelüfimizdir. İbnu 'Adî, bu zatın tercemesi münasebetiyle ondan geldiğini söylediği şu mevzu hadisi verir:

Ez-Zehebî (Ö.748/1347) de, 'Abdulazîz'den sonra uydurulan böyle bâtıl bir haberin onun tarafından tahdis edildiğini iddia ettiği için İbnu 'Adî'yi ayıplamaktadır [522].

Mekke'de ölen 'Abdulazîz'in es-Sevrî  {ö.161/777) tarafından namazının kılınmadığını onun mürciî olduğunun bir delili sayan İbnu Hibbân, onun, "İman artar ve eksilir" diyen SÜNEN taraftarlarına karşı aşırı kin beslediğini de hatırlatır ve onu, mezhebinde bir nevi aşırı tutum içerisine girdiğini belirtmek ister. Müellifimiz, onun bu hâli ile takvası arasındaki tezada dikkati çeker ve hadisteki zafiyetini de şöyle izah eder: "Dünyadan el etek çekerek kendini o derece ibadete vermiştir ki, artık ne rivayet ettiğini bilmez olmuştu. Nâfî'den naklettiği birtakım haberlerini işiten her muhaddis onların mevzu olduğundan şüphe etmezdi. Bunları bilerek değil, tevehhüm eseri rivayet etmekteydi. Sırf sevap kazanmak niyetiyle hadis rivayetiyle iştigal edip de, rivayeti erindeki vehmi aşırı boyutlar kazanan bir kimse, kendisi fazilet sahibi dahi olsa, onunla ihticac sakıt olur" [523]. İbnu Hibbân'ın önemli bir tesbiti de, bu zatın, Nâfİ' kanalıyla İbnu Ömer'den mevzu bir hadis nüshasını rivayet etmiş olmasıdır. Müellif, ağıza alınmasının dahi helal olmayacağına işaret ettiği bu nüshadan birkaç münker hadisi Örnek olarak vermek suretiyle ravi hakkındaki olumsuz fikrini teyit etmek ister [524].

Zehebî (Ö.74S/1347) de, havf-i ilâhî ile dopdolu, ibadete bu kadar düşkün olan 'Abdulazîz'in mürciî oluşuna hayret etmekten kendini alamamış ve onu tenkiste ifrata vardığı için de İbnu Hibbân'ı kınamıştır [525].

Salih b.Muhammed et-Tirmizî de, İbnu Hibbân'ın muasırı olup onunla görüşmüş olan mürciî-cehmî bir kimsedir. İbnu Hibbân onun zayıf ve merdud olduğuna hükmederken hakkında şu bilgileri verir: "Salih b.Muhammed her şeyden önce içki satar ve içilmesini de mubah görürdü. Tirmiz kadılığına rüşvetle gelmişti. Hadis ehlinin tepesinde adetâ bir kıfıç gibiydi. İman söz ve ameldir diyenleri cezalandırırdı. Nitekim hadis ehlinden sâlih bir kişi, onun emriyle, ibret olsun diye, boynuna ip bağlanıp çarşı pazar dolaştırılmıştıH[526].

Cehmî-mürciî olan ve bidatına davet edici olduğunu ispat eden bu şahıstan, hadis ashabının hadis yazmadığını, fakat ehl-i rey çevrelerinde itibar gördüğünü müşahede ettiğini kaydeden İbnu Hibbân, bu yüzden onun rivayetlerinden kaçınılması için tanıtmaya gerek duyduğunu, değilse ondan hadis yazmanın da, rivayet etmenin de helâl olmayacağını önemle belirtir [527].

Ez-Zehebî'nin  de,   Kur'ân'ın  mahluk  olduğu  fikrini. savunduğuna işaret ettiği [528] Sâlih b.Muhammed'i, K.es-Sikât'ta İbnu Hibbân bir münasebetle: "o, deccallardan mürciî bir deccai idi" diye ağır bir dille itham da etmiştir [529]

Ebû Mutî1 el-Hakem b. 'Abdillâh el-Belhî (ö.199/814)'nin de adalet durumu münakaşa edilmiştir. Belh şehrinde kadılık görevinde de bulunmuş olan bu fıkıh alimi, Ebû Hanife'nin ashabından olup, hadislerini es-Sevrî ve Hammâd b.Seleme (ö.167/783)'den almış, fıkıh alanında da hemşehrilerine faydası dokunmuştur. Cehm b. Safvân ile aynı fikir paralelinde olduğunu gösteren: "Cennet ve cehennem yaratıldılar, sonunda da yfck olacaklardır" sözünün sahibi olduğunu, el-'Ukaylî (Ö.323/934) nakletmiştir [530].

İlim ve diyaneti İbnu'l -Mübarek (Ö.181/797) tarafından beğenilen el-Hakem [531]'i, İbnu Hibbân şöyle tanıtır: "Belh şehrinde mürcie mezhebinin başkanlarından biriydi. Sünnete ve ona bağlı kalanlara buğz bağlayanlardandı. İmanın artışı küfür, noksanlığı da şirktir hadisini o rivayet etmiştir. Söyleşini reddetmek için hadis sanatından anlamaya gerek yoktur" [532].

Görülüyor ki, el-Hakem, kendi ülkesinde irca akidesinin bayraktarlığını yapmak ve inancı doğrultusunda hadis nakletmek gibi halleriyle İbnu Hibbân'ın tevsik ölçüsüne ters düşmüş bulunmaktadır.

İbnu Hibbân, Ebû Hanîfe (ö.150/767)"yi de zayıî ravilerden saymıştır. Ebu Hanîfe'yi, sâhibü'r-rey, münakaşa ve münazarada güçlü, efâl-i seyyieden zahiren içtinap eden diye tanıttıktan sonra müellif, imam hakkındaki tenkitlerine geçer. Hadis ilmindeki yeri ve itikadî durumu hakkında menfî görüşlerini dile getirir: "Hayatında rivayet ettiği hadis sayısı yüzotuzdur. Bunlardan ancak on tanesini sahih olarak rivayet edebilmiş, geri kalanlardan bir kısmının senetlerini kalbetmek, bir kısmınında bilmeden metinlerini tağyir etmek suretiyle hataya düşmüştür. Neticede yaptığı hataların, isabet ettiği noktalardan, sayıca daha fazla olduğu ortaya çıkınca rivayette kendisiyle ihticâcın terki gerekir." [533],

İbnu Hibbân'ın, Ebu Hanîfe'yi zayıf saymasının ikinci sebebi, imamın dâ'î mürciî olduğu iddiasıdır. Müellifin bu hususta ileri sürdüğü deliller, çeşitli kaynaklardan gelen haberlerdir. Nitekim, "Kûfe'de Kur*an'ın mahlûk olduğu fikrini ilk defa ortaya atan Ebû Hanîîe'dir" sözünü Ebû Yûsuf'tan; "Ebu Hanîfe mürciî idi ve buna bizi de davet ederdi" sözünü el-Mukri'den; "Küfründen dolayı iki defa tevbeye davet edildi" sözünü es-Sevrî'den, nihayet, "Babam Kur*an mahluktur inancında idi" sözünü de oğlu Hammâd'dan nakletmektedir [534]. "Sika ve memun değildir",

"Ondan hadis rivayet edilmesinin caiz olduğu görüşünde değilim", "Hadiste yetimdir" gibi olumsuz ifadelerin sahibi olan rical münakkitlerine de itimat ederek Ebû Hanîfe'in ircâ'ya davet edici olduğuna kanaat getirip, onunla ihticâcın caiz olmayacağı hükmüne varır [535].

İbnu Hibbân'ın telifatının bir listesini veren müellifler, onun, mevzuu Ebu Hanîfe olan, "Kitâbu 'İlel-i Menâkib-i Ebî Hanîfe ve Meşâlibihî" ile "Kitâbu İlel-i mâ İstenede ileyhi Ebû Hanîfe" başlıkları altında iki ayrı eser telif ettiğini kaydet m işlerse de [536] müellifin kendi eserlerinde bu kitaplara dair herhangi bir kayda rastlamış değiliz. Ama hadis imamlarının Ebû Hanîfe'yi cerhe yönelik kavillerini bir araya getirmek maksadıyla Kitâbu't-Tenbîh 'ale't-Temvîh adlı bir eser yazdığını müellifin kendisinden öğreniyoruz [537].

İbnu Hibbân, ehi-i reye karşı bir taassup içerisinde bulunmadığını, içtihatta rey veya kıyasa yer verdiler diye genel bir ayıplama eğilimi göstermediğini, Ebû Hanîfe'ye furû' çerçevesi içerisinde tâbi olduğu için her hangi birfakthi zayıf saymadığını, kısaca hiç kimseyi haksız yere ne cerh ne de ta'dil ettiğini şu sözlerle ifade eder: "Muhalifimiz dahi olsa kimseyi töhmet altında bırakmak gibi bir alçaklığa düşmek istemeyiz. Herkese nasibi ne ise onu veririz. Adalet vasfına lâyık olanı âdil, cerhe müstahak olanı da mecruh kılarız. Hadis rivayetinde adaletli oldukları bizce belli olunca Züfer ile Ebû Yûsuf'u Sikât'a aldık. Kendileriyle ihticâc caiz olmayacağı bizce doğruluk kazananları ve onlara benzemeyenleri de zayıflar sınıfına aldık" [538].

Gerçekten K. el-Mecrûhîn'de Ebu Hanîfe mezhebinden olan birçok isimlere rastlamak mümkündür. İbnu Hibbân, bu gibi ravilerin tadiline niçin karşı çıktığını açıklamıştır ki, cerhe götürücü sebeplerin çoğu ravinin zabîiyla ilgilidir. Nitekim Rabî'atü'r-Rey'den ders alan ve ebû Hanîfe ile sohbeti olan ve onun fıkıh bilgisinden istifade etmiş bulunan Vâsıt kadısı Kûfeli Esed b. 'Amr el-Becelî <ö.190/805)'yi zayıf kabul etmesinin sebebi, mensup olduğu mezhep doğrultusunda hadis tesviyesinde bulunmuş olmasıdır [539].

İbnu Hibbân, Muhammed b. el-Hasan eş-Şeybânî (ö.189/805)"yi de sadece hadis ilmindeki durumu dolayısiyle değil, aynı zamanda iman-amel münesebeti ve halk-ı Kufan alanındaki ircâî görüşüyle tanıdığı kanâatine binaen zayıflardan saymıştır [540]. Bu iki noktada Ebû Hanîfe'ye muhalefet ettiği söylenen mezhebin iki büyük imamından Ebû Yusuf Ya'kûb b.İbrâhîm (ö.192/807)'e Sikât'ında yer verirken, sebebini şöyle açıklamıştır: "O, mutkin bir şeyh idi. Furû1 dışında, iki ashabının mesleğine girmiş değildi. İman ve Kufân mevzuundaki görüşü de onlarınkine zıttı. İman söz ve amelden ibarettir, artar ve eksilir diyordu. Ebû Hanîfe'nin de cehmî olarak öldüğünü söylemiştir" [541]. Züfer b. el-Hu-zeyl el-'Anbârî (ö.158/774)'nin K.es-Sikât'taki tercemesinde de, müellif: "İki ashabının izinden gitmedi. Onlar içerisinde kıyası era İyi şekilde o kullanırdı, ancak hakka en ziyade dönen de yine o idi" diyerek Züfer'in sika vasfını kazanmaya layık olduğunu belirtmiştir [542]. Ebû Hanîfe'nin hocası Hammâd b. Ebî Süleyman (ö.119/737) da, irca görüşünde olmasına rağmen,[543] Kur'ân mahlûktur demediği için müellifimizce sika kabul edilmiştir . [544]

 

Kerramiyye

 

Kerrâmiyye, adını Muhammed b.Kerrâm (ö.255/868)'dan alan bir mezheptir. Mezhebinin müşebbihe arasına sokulmasına sebep olan kelâmî esas akidesi, zât-ı ilâhînin bir cevher olduğunu kabul etmekten ibarettir. Bir başka akide de, imanın sadece iki şehâdeti söylemelin ibaret olduğu, kalbî tasdik ile amelin lüzumu olmadığı akidesidir. Bu mezhep bilhassa Horasan'da yayılmış bir mezheptir [545].

İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhîn'de özel bir maddede ele almadığı Muhammed b. Kerrâm'ı, "hiç kimsenin değer vermediği inançları ve hadisleri şuradan buradan toplayacak kadar ilim ve kabiliyet bakımından güçsüz bir insandı; imanı, marifetsiz ameldir diye tarif etti" diye tanıtıp, onun haberlerinin reddine hükmetmiştir. İbnu Kerrâm hakkında müellife atfedilen bu tenkitleri İbnu Hacer ile ez-Zehebî nakletmektedir [546]. Hadis alanındaki zayıflığının yanısıra mezhep imamı olarak birçok taraftar kazanmış olduğu için, İbnu Hibbân tarafından onun cerhediimiş olması tabiîdir. [547]

 

Kıssacılık

 

Mevzu hadislerden birçoğunu, kıssacı ve bu yolla yardım toplayanların cami, mescit ve toplantı yerlerinde yaptıklar; va'z nasihatlar sırasında uydurdukları hadisler teşkil eder. fonu Hibbân, kussâs ve dilencilerin hadis uydurma faaliyetlerinin SÜNEN'de açtığı yaranın, öteki yalancıların yaptıklarına nisbetle, daha derin oluşunu şu sebeplere bağlamaktadır: 1- Halka hitabeden bu kıssacilar, avam seviyesinde genellikle güzel konuşan kimselerdir. 2- Lisanları arapça olan dinleyiciler, uydurulan sözleri rahatlıkla anlayıp zabtedebilmişlerdir. 3-Uydurulan hadis, o anda kalabalık bir cemâat tarafından işitilerek, ağızdan ağıza dolaşmak suretiyle meşhur hale gelmiştir. 4-Dinleyiciler bilhassa hadis ilminden habersiz kimselerdir. 5-Uydurulan sözler, halka cazip gelecek niteliktedir. 6- Kıssacılar, cahil oldukları için hadis uydurmada büyük bir cüret ve cesaret göstermişlerdir. 7- Bunlar çıkarcı, riyakâr ve utanmaz olduklarından, halka kendilerini kabul ettirebilmişlerdir [548].

İşte halkın manevî duygularını istismar etmesini en utanç verici bir şekilde beceren bu mesûliyetsiz kişileri İbnu Hibbân mecruh tiplerin yirminci nevi olarak göstermiş ve bunlardan bazı örnekler vermiştir. er-Rusâfe mescidinde Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855) ile Yahya b. MaTn (Ö.233/847) gibi devrin en ünlü iki hadis imamının gözleri önünde cereyan eden meşhur hadiseyi naklederek, konuşmacının ne derece cüretkâr, utanmaz, hilekâr ve kaygısız bir kişi olduğunu ve bu iki imamı kaynak göstererek rivayet ettiği o mevzu haberin artık cemâat tarafından işitilmiş olması nedeniyle de yapılabilecek hiç bir şeyin kalmadığını üzülerek kaydeder [549].

Kıssacılıkla ilgili bir olaya da İbnu Hibbân'ın kendisi şahit olmuştur. Rakka ile Harran arasında bulunan Tâcerân şehrindeki büyük camide, namazdan sonra bir genç ayağa kalkarak, İbnu Hibbân'ın şeyhlerinden biri olan Ebu Halîfe'den naklen Enes b.  Mâlik'e kadar varan bir senet vermek suretiyle:"Her kim bir müslümanın ihtiyacını karşılarsa, Allah da buna karşılık o kimsenin şu kadar ihtiyacını giderir..." diye uzunca bir hadis söyler ve cemaattan yardım ister. Bu sözün, şeyhi Ebû Halîfe'ye ait olmayan uydurma bir haber olduğunu anlayan İbnu Hibbân, yanına çağırdığı gencin ifâdesini alır ve neticede, gencin ne Basra'ya gittiği ne de Ebû Halîfe'yi gördüğü ortaya çıkar. Bunun üzerine: "Ebû Halîfe'yi görmedinse, nasıl ondan rivayet edersin?" sorusuna, İbnu Hibbân gençten şu hayret verici cevabı alır: "Bizimle münakaşa etmek mürüvvet noksanlığından ileri gelir. Ben sadece bu isnadı bilirim. İşittiğim her hadisi de bu isnatla rivayet ederim". Bu dilenci kıssacının davranışına karşı İbnu Hibbân da onu terketmekten başka bir şey yapamamıştır [550].

Kıssacı ve dilencilerin, muhaddislerin bulunduğu meclislerde, onların yüzlerine karşı, bile bile hadis uydururlarken ne kadar rahat olduklarını gösterme bakımından İbnu Hibbân, Yezîd b. Hârûn (ö.206/821)'un başından geçen bir olayı nakleder. Bu ünlü muhaddisin hazır bulunduğu bir toplulukta bir dilenci ayağa kalkarak: "Haddesenâ Yezîd b.Hârûn 'an Zi'b b.Ebî Zi'b..." diye [551] söze başlayınca, Yezîd b.Hârûn gülmekten kendini alamaz. Meclis dağıldıktan sonra dilenci yakalanır ve: "Yahu, Ebû Zi'b'in oğlunun adı Zi'b değil, Muhammed'dir" diye ikaz edilince, şu cevabı verir: "Ne olmuş yani, babasının adı Ebû Zi'b (yani kurdun babası) olduğuna göre, onun oğlu da Zi'b'den başka ne olabilir?" [552].

Ünlü hadis munakkitferinden İshâk b.Râhûye {Ö.238/852), kendisinden sadaka isteyen güçlü kuvvetli birisine: "Zengin ve çalışmaya gücü yetene sadaka vermek helâl olmaz" hadisini hatırlatarak, çalışıp kazanmasını ve sadaka istememesini tavsiye etmişti. Adam bunun üzerine sinirlenmiş ve imamın yanıldığını, kendisinin ise haklı olduğunu isbat etmek üzere bir takım acayip ravi isimlerinden oluşan bir senet okuyarak, çalışmanın iyi bir şey olmadığım, çalışmamanın hayırlı olduğunu, zira çalışma yorgunluğa, yorgunluk hastalığa, hastalık da ölüme sebep olacağını, dolayısiyle çalışan insan ölümünü kendi eliyle hazırlamış olacağını, oysa Allah: "lâ taktulû enfuseküm" buyurduğunu, sadaka olarak verilen hurmaların her bir çekirdeğine karşılık bir sevap kazanılacağını ifade eden, o anda peşpeşe üç ayrı hadis uydurabilmiştir [553]

İbnu Hibbân bütün bu örneklerden haklı olarak şu neticeye varmıştır: Bu kissâs ve dilencilerin, Ahmed, Yahya ve İshâk gibi muhaddislerin varlığına aldırış etmeden hadis uydurma cesaretini gösterdiklerini düşünürsek, mescit ve toplantılarda avam tabakasıyla başbaşa kaldıkları zaman elbette hadis uydurma cesaretlerinin daha da artmış olduğunu anlarız [554].

İşte İbnu Hibbân'ın, yirmi sınıfa ayırdığı mecruh ravüerin sonuncuları, anlattıkları kıssalarda uydurdukları hadislere yer veren ve bu hadisleri de sika muhaddislerden duymuş gibi rivayet eden kıssacılar ile dilencilerdir.

İbnu Hibbân zayıf ravilerin cerhini gerektiren sebepleri yirmi kısma ayırmış ve Kitâbü'l-Mecrûhîn'de zikrettiği her şahsı niçin cerhettiğini belirtmek suretiyle onun, mecruh râvilerin teşkil ettiği yirmi ayrı sınıftan birine dahil olduğunu göstermek istemiştir. Bu yirmi çeşit sebepten her hangi biriyle, bir ravi zayıflık sıfatını kazanınca, rivayet ettiği hadis de, zayıf hadisin muayyen bir türü halini alır. Buna karşılık, bir ravi birden fazla cerh sebebiyle de zayıf duruma düşebilir. Onun rivayet ettiği bu zayıf hadis de, değişik nitelikte ayrı bir zayıf hadis nevini meydana getirmiş olur. İşte İbnu Hibbân'ın, asgari hadde göre taksim ettiği cerh sebeplerinin, bir başka ifadeyle zayıf hadis nevlerinin sayısı da, bu sebepten dolayı artmış olacaktır. Zayıf hadis çeşitlerinde meydana gelebilecek bu artışın belli bir sayıya ulaşabileceğini nazarî ve amelî olarak tesbit mümkündür. İşte İbnu's-Salâh:

"İbnu Hibbân zayıf hadisleri kırkdokuz kısma ayırdı" derken [555], müellifimizin yaptığı bu yirmilik taksim çerçevesinde meydana gelebilecek artışı kasdettiğini ve bunun, kendi hesabına göre kırkdokuza baliğ olduğunu ifade etmek istediğini sanıyoruz.

Râvilerin cerhine hükmederken, hemen her münakkitte görülen, sert veya gevşek bir tutum sözkonusudur. İbnu Hibbân'ın tadilde iri adımlı olduğu söylenirse de, cerhe yönelik tenkidinde sert bir tavır takındığına dair görüşler daha ağır basmaktadır. Onu bu şekilde değerlendirmek, aslında tadil edilmesi gereken bazı ravilerin, İbnu Hibbân tarafından cerhedilmiş olduklarını düşünmek demektir. İşte bu düşüncede olanların İbnu Hibbân'a yönelttikleri tenkitlerin haklılık derecesini tesbit bakımından, bu konu üzerinde de kısaca durmayı yararlı gördük. [556]

 

İbnu Hibban'ın Cerhde Sert Oluşuna Dair Tenkitler

 

Müellife yöneltilen tenkitlere geçmeden önce, onun cerhde takip ettiği metodu hatırlamakta fayda vardır. Kitâbü's-Sikât'ının mukaddimesinde, bir kısım ravileri tevsik veya tazifte bir kısım imamlara muhalefet edebileceğine İşaret ederek: "Bir şeyhin sika olduğu, bana göre, doğruluk kazanmışsa, bunun İçin elimde sağlam deliller var demektir. Bir kimseyi de, açık burhanlara dayanarak zayıflığına hükmederim. Bana göre sika olan bir şeyh, imamlarımızın bazısınca zayıf; benim nazarımda zayıf durumda olan bir şeyh de onların indinde sika sayılmış olabilir" demiştir [557]. Müellifin bir raviyi cerhederken çok ihtiyatlı hareket ettiğine dair kendi ifadelerinden daha önce aktarmalar yaptık. Ayrıca verdiğimiz örneklerde de gördük ki, meselâ, rivayetlerinin çoğunu zayıf bir şeyhten yapan râviyi mutlak surette cerh etmekten kaçınmıştır. Çünkü münker rivayetlerin sadece kendisine veya şeyhine hatta her ikisine de ait olabileceğini düşünmüştür. Böyle bir durumda, münkerlerin kime ait olduğu tavazzuh etmeden önce bir müslümana cerh ıtlakını helal görmemekte, aksi halde o müslümanın kıyamette hasım olarak karşısına çıkacağına inanmaktadır [558].

Sika şeyhlerden, mütâbil bulunmayan hadisler rivayet etmek suretiyle hata yaptığı ileri sürülen bir kısım raviler, bazı imamlarca mutlak surette metruk sayıldığı halde, İbnu Hibbân, onların infirat ettikleri hadisleri bırakıp, sikâta uygun düşenlerini kabul etmektedir [559]. Keza, rivayetlerinde çok hata ve vehmi görülen bir ravi hakkında Yahya b.Ma'în (Ö.233/847): "hadisi bir şey değil" derken, müellifimiz böyle bir genelleme yapma yerine, hadislerinden: sikâtın hadislerine muhalif Olanlar atılır, sikâta muhalif olmayanlar itibar için yazılır, sikâta uygun düşenlerle ihticac edilir diye üç ayrı gurupta mütâlâa etmiştir [560].

Hadisinin azlığı sebebiyle itibara elverişli olmayan ve bu yüzden adaletle muttasıf olduğu yakinen bilinmeyen bir ravinin adaletine hükmetmenin sorumluluğunu İbnu Hibbân şöyle ifade eder: "Böyle bir ravinin infirad ettiği hadisi kabul etmekle, haramı helal, helali de haram kılmış veya Rasûlullah'in söylemediği bir sözü ona isnat etmiş olabiliriz. Keza kendisinde cerh sebeplerinden biri görülmeyen, dolayısiyle cerhe müstahak olmayan bir kimseyi cerh etmenin de hiç bir yolu yoktur. Elde kesin bilgimiz olmadan bir kimseyi cerh etmekten veya mecruhu tadil etmekten Allah'a sığınırız" [561]

Haksız yere raviyi cerh veya tadil etmedeki mesuliyetin idrakiyle dopdolu olduğunu gördüğümüz İbnu Hibbân'ın, bazı imamların ihticaca ehil buldukları bir kısım ravileri cerh ettiği doğrudur. Zaten bunu kendisi de bilmektedir. Ancak, bazı durumlarda önceki imamlarla anlaşamadığı için onun tazifi ile diğerlerinin tevsiki arasında ortaya çıkan taarruzun sebebi, ravinin tevsiki için başkalarının nazarında yeterli olan delil, İbnu Hibbâb'ın nazarında yeterli olmamış demektir. [562]

 

Zehebi'nin Tenkitleri

 

İbnu Hibbân'in, yaptığı tenkitlerde çok şedid olduğunu ve zaman zaman tecavüzkâr bir dil kullandığını ileri sürenlerden biri ez-Zehebî (ö.748/1347)'dir. Müellifin cerhdeki şiddetini belirtirken, "yerin dibine batma", "mütehevvir" şeklinde ifadeler kullanmaktadır. Nitekim, İbnu Hibbân, Buhârî'nin şeyhlerinden olan 'Arim, Muhammed b.Fadl es-Sedûsî (ö.224/838)'yi mecruh kılmıştır. Çünkü: "Ömrünün sonlarına doğru ihîilata maruz kaldı ve aklı o kadar karıştı ki rivayet ettiği şeyleri anlamaz hale geldi. Rivayetlerine bu yüzden bir yığın münker hadisler karıştı. İhtilattan sonra kendisinden rivayet edilen hadislerden kaçınmak lazımdır. Kendisinden kudemânın rivayet ettikleri hadislerin, ihtilattan önce işiîildiği kesinlikle bilinirse, onlarla ihticac eden kimsenin mecruh olmayacağını ümit ederim. Önceki ve sonraki döneme ait hadisler birbirinden tefrik edilemezse hepsi de terkedilir, hiçbiriyle ihticac edilmez" [563]

Zehebî, 'Arim hakkında Dârekutnî (ö.385/995)'nin: "İhtiiat dönemindeki hadisleri içerisinde hiçbir münker hadis kendini göstermemiştir" hükmünü naklettikten sonra, "bu söz, kendi asrında, en-Nesâî"den başka, bir eşine rastlanmayan asrın hafızının sözüdür. Bunun sözü nerede, yerin dibine batıran mütehevvir İbnu Hibbân'ın sözü nerede? Bir yığın münker hadis rivayet ettiğini söylediği halde, onlardan bir tek örnek dahi verememiştir" diyerek [564] müellifi yermiştir.

'Arim'ın ihtilattan önce sadûk bir muhaddis olduğuna işaret eden İbnu Hibbân, onun ihtilattan sonra hadislerine münkerier karıştığı yolundaki görüşünde yalnız kalmış değildir [565].

İbnu Hİbbân'ın, Eflah b.Sa'îd el-Kubâ'î'yi aynı zamanda hem Sikât'ta hem de K. el-Mecrûhîn'de zikretmek suretiyle tevsîk ve'tazîf etmiş olması, ez-Zehebî ile İbnu Hacer'in ağır eleştirilerine imkân vermiştir. İbnu Hibbân, "Sikâttan mevzu hadisler rivayet eder olduğundan, ne onunla ihticâc, ne de ondan rivayet mutlak surette helal değildir" ifadeleriyle Eflah'ın tazîfine hükmettikten sonra, sözünü ettiği münkerlerinden örnek olarak şu hadisi vermiştir:[566]

Bu haberin bu lafızlarla batıl olduğunu belirten müellif, aynı manadaki asıl sahih olan hadisi de zikreder [567].

Eflah'ın, İbnu Ma7n (Ö.233/847) ile Ebû Hatim (Ö.277/890) tarafından tevsik edildiğini belirten Zehebî [568], bu hadisin sahih-ğarîb olduğuna hükmederek, İbnu Hibbân için de: "yer yer sikayı tazîf ederken, ağzından çıkanı kulağı İşitmez olur" demiştir [569].

İbnu Hibbân'ın, Eflah'ı her iki eserinde de zikrettiğini İbnu Hacer farketmiştir. Eflah'ı dördüncü tabakadaki sikalar listesinde zikredip de, onu aynı zamanda cerhetmiş olmasını İbnu Hibbân'ın gafletiyle izah eden İbnu Hacer, onun bâtıl saydığı söz konusu hadisin Müslim ile Ahmed b.Hanbel tarafından tahrîc edildiğini kaydeder ve meşhur bir sika muhaddis olan Eflah'ı, onun tazîf etmesinin bir galat olduğunu ileri sürer [570]. İbnu'l-Cevzî  (Ö.597/1200) de İbnu Hibbân'i taklit ederek bu hadisi Mevzû'ât'a aldığı için büyük bir gaflet içerisinde bulunduğuna, İbnu Hacer ayrıca dikkat çekmiş bulunuyor [571].

Zehebî'nin tenkidine İbnu Hibbân'ın konu oluşunun sebeplerinden biri de, Osman b.'Abdirrahmân et-Terâifî (ö.203/818)'yi tazîf etmesidir. Müellifimiz onu şöyle tanıtır: "Zayıf ravîlerden aldığı birçok şeyleri sikalardan tedlîs yaparak rivayette bulunur. İşitenlerce uydurma olduklarından şüphe edilmeyen bu çeşit hadisler, onun rivayetlerinde çokça tekerrür ettiği için, bunlar kendisine nisbet edilmiş ve münakkitier nazarında mecruh görülmüştür. Bana göre, onun bütün rivâyetleriyle ihticac caiz değildir [572].

Harrânlı bu hadis âliminin [573], hadis nakli bakımından: "doğru bir kişidir", "kendisinde bir beis yoktur" tabirleriyle, bazı imamlarca itimada layık görüldüğünü ileri süren Zehebî, müellifin tenkidini yerinde bulmamış ve "âdeti üzere, bu ravi için de gürültü kopardı" demiştir [574].

İbnu   Hibbân'ın   tedlîsie   itham   ettiği,   dolay isiyle mecruhlardan saydığı muhaddis sadece bu değildir. Bu muhaddis hakkında kullandığı "vaz'" sözü, burada bu kavramın ihtiva ettiği zayıflığa delalet edebiür [575]. İbnu Hibbân'ın, raviyi sırf tedlis yaptığı İçin cerh etmediği de usûlü gereğidir. Müdelüs ravinin onun nazarında mecruh olmasının sebebi, bu yolla rivayetlerinde münkerlerin pek artmış bulunmasıdır. Aynı durum bu ravi için de söz konusudur. Kaldı   ki, bu muhaddis, Buhârî tarafından da  da zayıf  gösterilmiş,   üstelik   Muhammed b. "AbdîJlâh b. Numeyr (Ö.234/848) de onun hakkında "kezzâb" dır diye hüküm vermiştir [576].

İbnu Hibbân iie Zehebî'nin, hakkında farklı görüşlere sahip oldukları bir muhaddis de, Sa'îd b.'Abdirrahmân et-Cumahî (ö.176/792)'dir. Yahya b.Ma'în (ö.233/847)'in: "güvenilir", Ahmed. b.Hanbei (ö.241/855)'in: "bir beis yoktur", Ebû Hatim er-Râzî (ö.277/890)'nin de "delil oiarak alınmaz" dedikleri [577] Bağdâd kadısı el-Cumahî, İbnu Hibbân'ın değerlendirmesine göre "sika muhaddislerden mevzu hadis rivayet eden bir kişidir. Bu hadisleri işitenlere, bunları o, bilerek yapıyormuş gibi gelir" [578]. Münker hadislerinden, İbnu Hibbân'ın örnek verdiği üç hadisten bir tanesi şudur:

Müellifimizin belirttiğine göre, burada el-Cumahî fahiş bir hata işlemiştir. Onun şeyhi "Ubaydullâh b. 'Ömer, bu sözü, yukarıdaki senette görüldüğü gibi, Nâfi'den rivayet etmiş değildir. Onun senedi şöyledir: '"Ubaydullâh b.'Ömer 'an Yûnus b.'Abîd 'ani'l-Hasan 'an Ömer..." [579].

Bu hadislerin münker olduğunu Zehebî de kabul etmekle beraber, el-Cumahî'ye, İbnu Hibbân'dan gelen ağır tenkide tahammül edememiş olmalı ki, müellifi "hassâf, kassâb" diye nitelendirmiştir [580].

İbnu Hibbân'ın cerhine her zaman itimat etmekte olduğu görülen İbnu'l-Cevzî (Ö.597/1200), Müslim'in de ricalinden olan el-Cumahî hakkındaki görüşünü.de benimseyerek, onun bir hadisini Mevzû'atı'na almakta tereddüt etmemiştir [581].

İbnu Hibbân'ın, Süveyd b.'Amr ei-Ke!bî (ö.203/818)'yi zayıf sayması da tenkide yol açmıştır. Hammâd b.Seleme {ö. 167/783) ye Iraklılardan rivayette bulunan Süveyd, müellifin fikrince: İsnatları kalbeden, sahih isnatlara vâhî metinler koyan bir muhaddisîir ki, kendisiyle asla ihticâc caiz değildir [582]. Süveyd'İ bu tarzda itham için müellifin istinat ettiği zayıf hadislerinden biri şöyledir:

Süveyd'in verdiği bu isnatta yer alan ravilerden hiç birinin hadislerinden olmayan bu haber, aslında mevkuf olup 'Alî b. Ebî Tâüb'e aittir. Bu mevkuf habere, yukarıdaki sahih senedi koyarak onu ref etmeyi İbnu Hibbân fahiş bir hata olarak görüyor [583]

Müellifin Süveyd hakkındaki fikrini Zehebî, aşırı ve cüretkârane bulmaktadır; çünkü Süveyd, hem Müslim'in ricalinden, hem de Ebû Şeybe'nin muhaddis iki oğlunun şeyhlerinden olup, İbnu Ma'în (ö.233/847) ile ef-'İclî (ö.261/874)'nin de olumlu görüşlerini almıştır [584].

Ünlü Medîne fakîhi olan tâbiûndan Rabî'a b. Ebî Abdirrahmân Ferrûh (Rabî'atûr-Re'y) (Ö. 130/747) hakkında, tanınmış hadis imamları ve kitap sahipleri müsbet görüş beyan ederek, onunla ihticâc ettikleri halde, onu, İbnu Hibbân'ın "Zeylü'z-Zu'afâ [585] sına almış bulunmasını, Zehebî isabetsiz bir hüküm olarak görmektedir .[586]

 

İbnu Hacer El-'Askalani'nin Tenkitleri

 

İbnu Hacer, bir kısım raviier hakkında İbnu Hibbân'ın tazîî hükmü ile diğer imamların tevsîk hükümleri arasında bir nevi hakemlik yaparak İbnu Hibbân'ın haksız olduğunu ileri sürmüştür.

Nitekim, Müslim b. 'Atiyye el-Fukaymî'yi, "Atâ (ö. 114/732) ve emsâlî muhaddislerden yaptığı rivayetlerde tek kalmış ve münker hadis rivayet etmiş olması nedeniyle, zayıf gören İbnu Hibbân, onun bu yönünü ortaya koymak üzere münkerlerinden şu hadisi de nakleder:[587]

İbnu'l-Cezvî de, müellifin yönlendirmesiyle, bu hadisi Mevzû'ât'ma sokmuştur [588].

Her iki müellifin de : "bu hadis asılsızdır" iddialarını yerinde bulmayan İbnu Hacer, söz konusu hadisin Ebû Mûsâ'l-Aş'arî'den hasen bir senetle ve aynı lafızlarla Ebû Dâvûd (ö. 275/888)'un Sünen'inde geçtiğini, "Tahrîcu Ehâdîs li'r-Râfi'î" adlı eserinde bil­dirmiştir [589].

İbnu Hacer (ö. 852/1448)'in müellifimize yaptığı bir diğer iti­raz da, Yûnus b. Ebî'l-Furât el-İskâf'ın durumu hakkındadır. İbnu Ma'în (ö. 233/847)'nin : "bir beis yoktur", Ahmed b. Hanbe! (ö. 241/855)'in :" umarım ki sikadır" dedikleri ve Ebû Dâvûd ile NesâTnin güvenilir kabul ettikleri, ayrıca Buhâri'nin de ricalinden olan Yûnus b. Ebi'l-Furât [590]/ın, İbnu Hibbân nazarında, cerhini gerekli kılan zayıf hali : "rivayeti az olmasına rağmen, hadisinde münkerlerin artmış olmasından ibarettir [591].

İbnu Hacer, herkesin sika telakki ettiği ve ayrıca etbâü't-tâbiîh münakkitlerinden Hişâm ed-Destüvâl (ö. 153/770)'nin de kendisinden hadis aldığı Yûnus hakkındaki olumsuz muhtevalı bu tenkidiyle İbnu Hibbân'in müşterek görüşe muhalefet etmek sure­tiyle tek kaldığını (şezze) ileri sürmüştür [592].

İbnu Hacer, el-Hâris b. 'Umeyr ef-Basrînin durumu ile ilgiü olarak da müellifimize muhalefet etmiştir. Yahya b. Ma'în (ö. 233/847) ile Ebû Hatim er-Râzî (Ö.277/890)"nin nazarında sika olan, hadisi Kütüb-i Sitte'nin dört Sünen'inde yer alan ve Buhârî'nin de Sahîh'de kendisinden ta'likan rivayet ettiği [593] el-Hâris maddesinde, İbnu Hibbân ondan bahsederken :[594] birtakım mevzu hadisleri sika muhaddislerden rivayet ettiğini söylemiş, bu tenkidine mesned teşkil etmek üzere de aşağıdaki asılsız haberi zikretmiştir:

İbnu Hacer, Emâlî adlı eserinde [595], önceki imamlardan, el-Hâris'eyöneltilmiş herhangi birta'na rastlamadığını, dolayısiyle İbnu Hibbân'ın tevhînde ifrata vardığını söyliyerek, onun bu görüşüne itiraz etmiştir [596]. İbnu'l-Cevzî'nin verdiği bilgiye göre, el- Hâris'in "kezzâb" olduğuna, İbnu Hibbân'ın şeyhi İbnu Huzey-me{ö.311/923) de kani imiş [597].

Hakkında ihtilaf bulunan muhaddislerden biri de, Ziyâd b. 'Abdillâh b. et-Tuîeyl (ö.183/799)dir. İbnu Hacer, Ziyâd b. 'Ab-dillâh'ın iercemesinde şunu nakleder:" Salih Cezere der ki, Ziyâd nefsinde zayıftır, fakat el-Meğâzî alanında insanların en çok itima­da lâyık olanıdır. 'Abdullah b. İdrîs de der ki: İbnu İshâk'ta ondan daha güvenilir birini bulamıyorum. İbnu Hibbân ise ifrata kaçarak demiştir ki: O, bir haberde infirâd etmişse bu haberle ihtiacâc caiz değildir" [598]

İbnu Hibbân'm: "infirâd ettiği haberle ihticâc caiz değildir" sözü, bu muhaddis için hadisini bütünüyle terk etmeyi gerektiren bir vasıf değildir. Nitekim, rivayetlerinde fahiş hata yapar, çokça vehme düşerdi, dedikten sonra, sikâta uygun düştüğü rivayetlerini itibâr için kullanmanın sakıncasız olabileceğini de belirtmiştir [599].

Ebû Zur"a (ö. 264/877), onun doğru sözlü olduğunu; Ah-med b. Hanbei (ö. 241/855), onun hadisinin, doğru sözlü kimsele­rin hadisini andırdığını söylemişlerdir. Ayrıca Buhârî, Şahih'te, o-nun hadisini takviyeli olarak tahric etmiştir. Buna karşılık, Ziyâd'ın zayıf bir kimse olduğu yolunda, Nesâ'î, İbnu Ma'în ve İbnu'l-Medînî'den görüş nakledilmiştir [600]. İbnu Hibbân, "Bilâl ezanı da ikâmeti de ikişer ikişer yapardı" mealinde Ziyâd'ın rivayet ettiği hadisi münker sayarken, yalnız da kalmış değildir [601].

İbnu Hacer'in ifadesine göre, İbnu Hibbân'ın tazîfte yanıldığı ravilerden biri de İsmâ'îl b. 'Ayyaş (ö.181/797)'tır. İbnu Hibbân, İsmail'in, gençlik devresinde mutkin bir hafız, yaşlılık döneminde  ise   hadisleri  karıştıran  bir ravî halinde olduğu kanaatindedir. Buna göre, Şamlı olması hasebiyle gençliğinde o yörenin muhaddislerinden hıfzettiği hadisleri sağlamdır. Yöre itibariyle kendisi için yabancı sayılan İrak ve Medine muhaddislerinden, yaşlılık döneminde rivayet ettiği hadislerde pek çok hatalara meydan vermiştir[602]. İşte hıfzının karışmış olması yüzünden bilmeden yaptığı hataların, hadisinde haddinden fazla artış gösterir bir duruma geldiği için İsmâ'îl b. 'Ayyâş'ın ilk dönemdeki hadisleriyie de ihticac edilemeyeceğini, müellif önemle belirtmektedir [603].

İsmail b. 'Ayyâş'ın zayıflık derecesine misal olmak üzere İbnu Hibbân onun şu hadisini zikretmiştir:

Bu haberin kesinlikle bâtıl olduğuna dair İbnu Hibbân'ın fikrini [604] benimseyen İbnu'l-Cevzî (Ö.597/1200) de bu hadisi Mevzû'ât'ına almıştır [605]

İbnu Hacer, gerek bu hadisin Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde yer almış olması, gerekse müellifin ravi hakkındaki menfi görüşü sebebiyle bütün tenkitlerini doğrudan İbnu Hibbân'a yöneltmiştir. Savunmasını şöyle özetlemek mümkündür: 1. Haberin bâtıl olduğuna dair İbnu Hibbân'ın elinde burhanı yoktur. 2. "Bu sözü Resûiullâh söylemedi, Ömer de rivayet etmedi, Sa'îd ile Zühri de tahdis etmedi ve bu isnatla Evzaînin hadisinden de değildir" demesi [606], yetersiz bir incelemenin yol açtığı menfi bir şehadettir ki merduddur; 3. İsmâ'îl b. 'Ayyaş hakkındaki sözü de makbul değildir, çünkü Şamlı olmayanlardan yaptığı rivayetler zayıf, Şamlılardan yaptığı ise cumhurun nazarında kavidir ve bu hadis de bu sonuncu rivayetlerden biridir.Kaldi ki ismail'i her iki durumda da tevsik eden imamlar vardır. Bu hadisi rivayette o, yalnız kalmış da değildir. Nitekim el-EvzâTden rivayetle el-Veiîd b.Müslim, İsmail ile mütâbaat halindedir [607].

İbnu Hacer*in, müellifimize son olarak yaptığı itirazın konusunu Asbağ b. Zeyd el-Verrâk (ö. 159/775) teşkil etmektedir. Ahmed b.Hanbel'in, İbnu Ma'în ve en-Nesâî'nin tevsikiyle [608], rivayetlerinin sahih olması beklenen Asbağ için İbnu Hibbân:" hatasının çok olması yüzünden hadisiyle ihticacı caiz görmem" deyince [609], İbnu'l-Cevzî müellifi devreye sokarak, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde geçen Asbağ'ın bir hadisini mevzu saymıştır[610].

Asbağ'ın tevsik edildiğini ileri süren İbnu[611] Hacer, söz konusu hadisin asbağ tarikiyle El-Hâkim tarafından el-Müstedrek'e alındığını, dolayısiyle hadisin mevzu olduğu hususunun münakaşa götürebileceğini belirtmiştir. [612]

 

Süyuti'nin Tenkitleri

 

Süyûtî (Ö.91 l/l505)'nin de, İbnu Hibbân1! iki hadis ravisiyle ilgili görüşlerini eleştirdiğine dair kaynaklar bilgi vermektedir. Yahya b. Zehdem b. e!-Hâris el-Gİfârî, bu ravilerden bindir. Babasından mevzu bir hadis nüshası rivayet etmiş olduğu için, İbnu Hibbân onu itimada layık görmemiştir [613]. İbnu'l-Cevzî de, onun: "Allah'ın bir horozu var ki, pençeleri arzın tabanında, ibiği de arşsn altındadır..." mealinde olan bir haberini mevzu sayarken İbnu Hibbân'ın cerhine itimat etmiştir [614].

Bu ravi ile ilgili olarak Ebû Hatim er-Râzî (ö.277/890)"in: "doğru sözlü olduğunu ümit ederim", İbnu 'Adî (ö.365/975)'nin de: "sanırım onda bir beis yoktur" tarzındaki ifadelerine bakan es-Süyûtî, İbnu Hibbân'ın görüşüne katılanlar yoktur diye İbnu'l-Cevzî'yi, doiayısiyle de müellifi eleştirmiştir[615].

Süyûtrnin, İbnu Hibbân'a karşı çıkmasına yol açan ikinci şahıs, İsmâ'îl b. Recâ' el-Hısnrdir. İsmâ'îl, rivayetlerini, etbâü't-tâbiînin tanınmış muhaddislerinden olan Mûsâ b. A'yan el-Cezerî (ö.195/810)'den [616] yapmış, kendisinden de el-Cezîre yerlileri hadis almışlardır [617] İbnu Hibbân bu zattan bahsederken, "onun, sikâttn hadislerine benzemeyen rivayetleri vardır ve münkerü't-hadistir" demekte, bu görüşüne mesned olarak da şu hadisini delil getirmektedir:

İbnu Hibbân: " Bu haber bâtıldır. Onu ne A'meş tahdis etmiş, ne Sald rivayet etmiş, ne Ebû Hureyre isnâd etmiş ve ne de Resûlullâh söylemiştir" diyerek [618] bu haberin sıhhatine karşı çıkmıştır. .

İbnu Hibbân'ın, râvi hakkındaki sözlerini ve hadisinin de bâtıl olduğu yolundaki fikrini yerinde buimayan Süyûtî, İsmâ'îl ile ilgili el-'İclî (Ö.261/874) ve el-Hâkim (ö.405/1014)'nin tevsik edici ifadelerini dikkate almıştır. Müellifi taklîden bu hadisi mevzulardan saymış buiunan İbnu'l-Cevzî'yi de kınamış ve hadisin mevzu değil zayıf olabileceğine dair el-Beyhakî (6.458/1065)'nin hükmünü be­nimseyerek, adı [619]geçen ravinin ihtilaflı olduğunu belirtmiştir. [620]

 

İbnu Hibban'daki Mevzu* Istılahının İbnu'l-Cevzi'yi Yanıltması

 

İbnu Hibbân, Kitâbü'l-Mecrûhîn'de, "MEVZU" tabirini metin itibariyle uydurma hadis için kullandığı gibi, uydurma senetle rivayet edilmiş sahih metinli hadis için de kullanmıştır. Eğer bir ravi, sahih bir senetle geldiği malum olan sahih bir hadisi, bu hadise ait olmayan bir isna! ile rivayet ederse, İbnu Hibbân bu senet İtibariyle o hadisi bâtıl, mevzu sayar, ravisini de: "sikalardan, onlara ait olmayan hadis rivayet eden bir kişidir diye tanıtır. Bu vasıftaki ravilerin tercemelerinde, onların işledikleri bu tür hataları göstermek maksadiyle de hadislerinden örnekler verirken, hadisin mevzu olduğunu belirtmekle yetinir.

İşte İbnu1! Cevzî (Ö.597/1200}"yi yanıltan da budur. Onun K.el-Mevzû'ât'ına kaynak teşkil eden eserlerin başında hiç kuşkusuz İbnu Hibbân'ın K.el-Mecrûhîn'i gelmektedir. İbnu Hibbân'ı şahit göstermek suretiyle Mevzûât'ında yer verdiği hadislerden bir kısmı, İbnu Hibbân'ın senet itibariyle mevzu hükmettiği hadislerden ibarettir. Onun, tafsilata girmeden, "hadis mevzudur" ıtlâkmı görerek, metninin mevzu olduğunu zannetmiş ve onu Mevzûât'ına almıştır [621].

Nitekim ravinin kendisine has olan senedinden ötürü müellifimizce bâtıl sayıldığı halde, İbnu'l-Cevzî'nin metin bakımından da uydurma olduğuna hükmettiği hadislerden bir tanesi, el-Hâris b. 'Abîde el-Hımsî'ye ait bulunmaktadır. Hadis şudur:[622]

Hadisi bu isnatla rivayet eden el-Hâris, İbnu Hibbân[623]'ın verdiği bilgilere göre, sika muhaddislerden, onlara ait olmayan hadis rivayet  eder  olmakla  beraber,   az   hata yapan sika raviler

sınıfmdandir [624]. Bu yüzden İbnu Hibbân, ona, rivayetinde tek kaldığı hallerde güvenmemekte, rivayetini sikâta uyum gösterdiği zaman makbul saymaktadır. Bu durumda olan ravileri tanıtmak üzere de   formülünü kullanmaktadır [625].

İbnu Hibbân, el-Hâris maddesinde, bu hadisi, onun infirâd ettiği hadislerine ömek olsun diye vermiştir. Ravinin haddi zatında sika olduğunu da yukarıdaki formülüyle belirtmek istemiştir. İbnu'I-Cevzî ise bunun farkına varmamış olmalı ki, hadisin metnini mevzu zannederek kitabına dere etmiştir . Oysa bu hadisin: "İbnu Huseym 'an İsmail b. "Ubeyd b. Rifâ'a 'an ebîhi 'an ceddihi" şeklinde mahfuz olan bir isnadı vardır ve el-Hâris de kendi isnadiyle sikâta muhalefet etmiştir [626]. Ve en önemlisi de İbnu Hibbân'ın, hadisi bu mahfuz isnatla,[627] Sahîh'inde tahric etmiş bulunmasıdır . [628]

 

İbnu Hibban'ın Cerh Ve Ta'dilinin Bazı Raviler Üzerinde Birleşmesi

 

İbnu Hibbân'ın cerh ve tadilinin bazı raviier üzerinde birleşmiş olması, bir başka ifadeyle aynı şahsı hem tazif, hem de tadil ederek onu hem K. el -M ec ruhîn 'de hem de K.es-Sikât'ta zikretmiş bulunması, değişik şekillerde izah edilmeye çalışılan önemli bir meseledir. Bu durum, onun tenâkuze düşmüş ve gaflet göstermiş veya içtihadından rücû etmiş olmasından ileri gelmiştir denilmek suretiyle, meseleye iki ayrı tarzda yaklaşılmıştır.

İbnu Hacer'in tesbitine göre, İbnu Hibbân'ın aynı şahsı iki ayrı kimse zannederek, hem sika, hem zayıflar tabakasına alması gaflet ve tenakuzunun bir eseridir. Bu gibi durumlarda İbnu Hibbân'ın cerh ve tadilinden son sözü olarak hangisi öne alınır münakaşasına gelince, İbnu Hacer bunu da, raviye yöneltilen müsbet veya menfî tenkitler çerçevesinde ele alarak tayin etmeye çalışmıştır. Şöyle ki, râvi hakkındaki genei kanâat tazîf veya tadîi yönünde yoğunluk kazanmışsa, İbnu Hacer de aynı eğilimi göster­miş ve İbnu Hibbân'ın da aynı kanâati taşımış olabileceğini, do-layısiyle raviyi K.el-Mecrûhîn'de veya K.es-Sikât'ta zikrettikten sonra söz konusu raviyi, gaflet eseri, ayrıca tevsik veya tazîf et­tiğini düşünmüştür [629].

İbnu Hibbân'm hem cerh hem de tadiline takılan râvilerin bu durumlarını inceleyerek, müellifin esas kanâatini tesbit etme yo­lunda ileri sürülen görüşlerden ikincisi, söz konusu ravileri ilk önce tezif ettiği ve daha sonra bu içtihadından rücu ederek onları tadîl ettiği şeklindedir. Bu tesbitin, İbnu Hacer" in kinden daha geçerli ol­duğuna biz de kaniyiz. Esasen bir munakkitin, bir şahıs hakkındaki içtihadının muhtelif olması, ilk defa İbnu Hibbân'da görülen bir hu­sus değildir. Nitekim ez-Zehebî (Ö.748/1347), İmam ŞâfiT hakkın­da Yahya b. Ma'în (ö.233/847)"in menfî tutumunu münakaşa eder­ken: "Ayrı ayrı zamanlarda bir şahsın cerh ve adalet durumuna dair sorulan suallere bir munakkid muhtelif cevaplar verebilir" der [630]. Aynı şeyin İbnu Hibbân için de söz konusu olduğunu düşündüren bazı ipuçları vardır. Mesela, etbâü't-tâbi'înden olan İshâk b.Yahyâ b. Talha, müellifimizin haklarında iki ayrı içtihadı olan muhaddis-lerden biridir ki hem K.el-Mecrûhîn'de hem de K.es-Sikât'ta yer almış bulunuyor. İbnu Hibbân, onun cerh durumuna dair birinci eserinde: "Hıfzı ve anlayışı kötü idi; hata yapar bilmez, rivayet eder anlamazdı" [631] demiştir. Bu şahsın K.es-Sikât'taki maddesinde de: "Hata Ve vehmi sebebiyle İshâk'ı zu'afâya dahil etmiştik. Daha sonra, haberlerini iyiden iyiye araştırdım ve neticede, mütâbiî ol­mayan haberlerinin terkine, sikâta muvafık düşenlerle ihticâc et­meye,  istihare sonunda, hükmettim" [632] diyerek, iik içtihadından rücû ettiğini açıkça belirtmiştir. Müellifimizin son sözü tadîl olduğuna göre, İshâk'ı tekrar K.el-Mecrûhîn'de zikretmesinin sebebi ne olabilir diye bir sorunun akla gelmesi tabiidir. Bunun sebebi ancak şu şekilde açıklanabilir: Müellifin kendi beyânından da anlaşılacağı üzere [633], K.es-Sikât ile K.el-Mecrûhîn, ondan önce telîf ettiği K.et-Târîh'in'in birer ihtisarı oiarak vücut bulmuş ve ayrı ayrı zamanlarda kendisi tarafından imla ettirilmiş kitaplardır. Fakat bu iki ihtisardan ilk imla ettirdiği K.el-Mecrûhîn olmalıdır. Adı geçen raviyi bu kitabında zayıf saydı, aynı ravinin güvenilir sıfatını tesbite yarayacak delilleri bulduktan sonra, önceki kavlinden dönerek onu, daha sonra imla ettirdiği K.es-Sikât'ına aldı ve bu durumu da, düştüğü bir kayıtla izah etti. Bunun aksini düşünmek mümkün değildir.

Zehebî de telîf tarihi itibariyle Mecrûhîn'İn Sikât'tan mukaddem olduğunu düşünmüş olmalı ki, aynı durumda olan iki şahıs: Safvân b.Ebî's-Sahbâ ile Muhammed b. Salih el-Medenî'ye dair bilgi verirken, İbnu Hibbân tarafından onların tazîf edildiğine işaret etmiş ve: "onları SONRA'dan sikât içerisinde zikretti" diye ilave etmiştir[634]

Süyûtî de aynı kaydı (rücû1) İshâk b. Ebî Yahya el-Ka'bî için koymuş olmakla [635], İbnu Hacer'in: "İbnu Hibbân burada da çelişkiye düştü" şeklindeki ifadesini [636] yerinde bulmuyor demek­tir.

Son olarak şu noktaya da işaret etmeliyiz: İbnu Hibbân, K.es-Sikât'ın mukaddimesinde, her iki kitabın, K. et-Târîh'in birer muhtasarı olduğunu ve buna niçin gerek duyduğunu izah ederken, Kitâbü's-Sikâft için hep "Kitâbü'l-evvel hazâ" demektedir [637]. Bu sözüyle, ilk önce imla ettirdiği kitabın o olduğunu değil, belki de önemini kasdetmiş olabilir. Veya onu daha sonra imla ettirmiş olmakla beraber, ihtisar tarihi itibariyle mukaddem olduğunu belirtmek İstemiştir.

İbnu Hibbân'ın, yukarıda verdiğimiz İshâk b. Yahya örneğinde, ilk sözünü tashih ettiğine dair yaptığı kayıt, haklarında ihtilaf ettiği öteki şahısların hepsinde görülmez. Böyle bir kaydı koymayı unutmuş olabilir ihtimali dikkate alınmadığı takdirde, bu husus, İbnu Hacer'in tenkitlerine haklı bir gerekçe olma durumundadır.

İbnu Hibbân'a göre, "Cerh ve ta'dîli belli olmayan bir ravi, cerhedildiği ortaya çıkıncaya kadar, âdildir, rivayetiyie ihticac caizdir". Bu görüşü dikkate alınarak, acaba K.es-Sikât'ında sika olarak nitelendirdiği bir kısım raviyi, sonraki araştırmasıyla aksini ortaya çıkardığı için, K. el-Mecrûhîn'inde zayıf olarak zikretmiş olamaz mı, diye sorulabilir. Bu husus da, meseleye çözüm getirebilecek bir yoldur. Ancak K.el-Mecrûhîn'i daha sonra yazdığına dair yine elde kesin delillerin olması gerekmektedir. [638]

 

Netice

 

İbnu Hibbân uzun süren ilim yolculuğu sonunda, başta hadis olmak üzere, fıkıh, tefsir ve kelâm ilmi alanında tahsil et­tiği bilgi malzemelerini değerlendirmek suretiyle İslâm Ale-mi'nde haklı olarak itibar gören son derece kıymetli eserler vücuda getirmiştir.

Yaşadığı yörede tesis ettiği kütüphanesi, o yörede vukua gelen bazı tahripkâr olaylar yüzünden, maalesef zamanımıza kadar ancak bir kaç kitap olarak intikal edebilmiştir.

İbnu Hibbân bütün hayatını Sünnet'i öncekilerden inti­kal etmiş şekliyle korumaya ve onu gelecek nesle emanet edebil­meye adamış nadir imamlardan biridir. Muayyen bir şehirde uzun süre oturmamış olması, zamanının hadis ravilerini bulup onları teftiş etmek ve haklarında verdiği kararı ilgililere şifa­hen duyurmak ve hatta hadis uyduranları mahalli idarelere şikâyet etmek suretiyle onların rivayet faaliyetlerine mani ol­makla açıklanabilir.

İbnu Hibbân planlı bir çalışma gerçekleştirmiştir. Ha­dis ve Sünnet ilmi alanında yaptığı ilk hazırlık çalışması ravi-lerden sika olanlarla olmayanların tesbitinden ibarettir. Bu su­retle K. es-Sikât ile K. el-Mecruhîn adlı iki târih vücuda getir­miştir.

İbnu Hibbân tadil alanında, ana çizgileriyle kendisin­den önceki imamların yolundan gitmiştir. Bazı bakımlardan farklı tutumuyla dikkati çekmiş ve bu yüzden tenkitlere hedef olmuştur. Nitekim hafız olmayan sika fakîhin hıfzından riva­yetine karşı olduğu gibi, fakih olmayan sıka hafızın hıfzından rivayetini de sakıncalı görmüştür. Kendine has bu anlayışı ne­ticesidir ki, sikanın ziyadesinin makbul olduğu meselesinde çok makul bir çözüm yolu getirmiştir.

İbnu Hibbân, önceki imamların hilafına, mestur veya meçhul raviyi, belirli şartlar dahilinde âdil saymak suretiyle onların hadislerini Sahîh'ine almıştır. Onun nazarında amel edilebilir olan bu hadisler, haddi zatında hasen hadisler olmalıdır. Amel edilme açısından Sahih ile hiç bir farkı olma­makla beraber, sıhhat bakımından onun durumunda olan bu tür hadislerin Sahih'inde yer almış bulunması, müellifin bu ki­tabında iltizam ettiği şartları ihlal ettiğini göstermez. Esasen Sahih 'ine kabul ettiği hadisler için Sahih tabiri yerne, "kendile­riyle amelin caiz olduğu" hadisler ifadesini sık sık kullanmış olması da bu görüşümüzü teyid etmektedir.

îbnu Hibbân'ın tadilde mütesâhil bir tutum içerisinde bulunduğunu ileri sürmek zordur. Bu alanda, ifrat ve tefritten kaçındığı ve orta bir yolu iltizam ettiği söylenebilir.

îbnu Hibbân, ravilerin eksik yönlerini, zayıf taraflarını inceleyerek, durumlarını ortaya çıkarmış ve bunları, cerh doğrultusundaki hükmüne mesnet olarak zikretmiştir. Ravile­rin hadis ilminde ve rivayetinde ehliyetsiz oluşlarına sebep ola­rak yirmi hâl tesbit etmiş, ehil bulmadığı her raviyİ bu haller­den biri veya birkaçı içerisinde göstermek suretiyle onları yirmi sınıfla toplamıştır. îbnu Hibbân cerhde de, müteşeddid değil, mutedil bir tutum içerisinde hareket etmiştir diyebiliriz. Ebû Hanîfe başta olmak üzere bazı büyük şahsiyetler hakkında elin­de bulunması gereken lehde delillerin olmayışı sebebiyle, onları adalet ve zabt yönünden zayıf saymıştır ki, bu hareketini taas­sup ile açıklamak haksızlık olur. Bu gibi istisnaî hallere baka­rak, müellifi, cerh ve tadilin filozofu diye nitelendirip, onun ta­dil ve cerhdeki otoritesine gölge düşürmek de yerinde bir tenkit sayılmamalıdır.

îbnu Hibbân'ın hadis sahasındaki planlı çalışmasının ikinci kademesi Sahih'inin vücut bulmasıdır. Bu kitabını ken­dine has bir metodla düzenlemiştir. Eserini bu tertip ve terkipte hazırlayabilmiş olması, onun hadis sanatına hakkiyle vükufi-yetini ve ayrıca fıkıh ve kelâm alanındaki dirayetini izah et­mektedir.

Ashâb döneminden itibaren kendi asrına kadar yapıla-gelmiş bulunan cerh ve tadil alanındaki çalışmaları sürdürme­ye samimiyetle gayret göstermiş ve bu arada kimseye de haksızlık etmemiş olduğu hususunda emin görünmektedir. .

Bazı şahısları hem sika hem zayıf olarak nitelendirdiği bir vakıadır. Bunun bir çelişki olduğunu ileri sürme yerine, me­seleye, zayıf olarak kabul ettiği bir kişiyi, ilk önce yayımladığını tahmin ettiğimiz Mecruhlar eserinde zikretmiş, daha sonra or­taya çıkan yeni bilgiler ışığında aynı şahsı sika sayarak Sika­lar kitabına almış, dolayısiyle daha önci imla ettirerek yayı­mladığı Mecruhlar kitabındaki listeden ismini çıkarması mümkün olamamıştır, şeklinde yaklaşmak daha yerinde ola­caktır.

Îbnu'l-Cevzî, Mevzâtında zikrettiği birçok hadisi îbnu Hibbân'ın K. eUMecrûhîn'inden iktibas etmiştir. Hadislerin mevzûiyyeti senet itibariyle olduğu halde, onların metin olarak uydurma sayılmış olma hatası tamamiyle Îbnu'l-Cevziyye ait görülmektedir. [639]

 

Bibliyografya

 

'Abdulkâhir el-Bağdâdî, Ebû Mansûr b. Tâhir, El-Fark Beyne'l-Fırak, Kahire 1969.

'Alî el-Kârî, "Alî b. Sultân Muhammed el-Herevî, Şerhu Şerhi Nuhbeti'l-Fiker, istanbul 1327/1909.

C. Brockelmann, İslâm ansiklopedisi. İstanbul 1968.

C. Brockelmann, GAL, Geschichte der Arabischen Litteratur. Leiden, E.J. Brili 1943-9.

El-Cürcânî, et-Ta'rîfât. istanbul 1283/1866. Emin Kal'acî, Târîhu Esmâi's-Sikât liVİclî, 1986.

Ebu'l-Mehâsin el-Huseynî, Muhammed b. 'Alî b. el-Hasan, Zeylu Tezkireti'l-Huffâz, Dımaşk.

Fuat Sezgin, GAS: Geschichte der Arabischen Schrifttum. Leiden, 1967.

Goldziher, İ, Eîudes sur la Tradition lslâmique. Parts 1952. Hacı Halife, Keşfu'z-Zünûn. İstanbul 1971.

El-Hatîb el-Bağdâdî, Ebubekr Ahmed b. 'Alî, El-Kifâye fî 'İlmi'r-Rivâye. (Birinci baskı).

El-Hâkim en-Nisâbûrî, Muhammed b. 'Abdillah Ebû 'Abdillah, Ma'rifeiü 'Ulûmi'i-Hadis. Beyrut.

İbnu 'Abdi'l-Berr, Câmi'u Beyâni'l-'İlmi ve Fadlihi. (El-Müniriyye 1364).

İbnu 'Abdi'l-Berr, Ebû 'Amr Yûsuf, El-İntikâ fi Fedâili's-Selâseti'l-Eimmeti'l-Fukahâ.EI-Meâhid 1350.

İbnu 'Arrâk, Ebu'l-Hasan 'Aİî b. Muhammed el-Kinânî, Tenzîhü'ş-Şerî'ati'l-Merfû'a 'ani'l-Ahbâri'ş-Şenî'ati'l-Mevdû'a. Mısır (Birinci baskı).

İbnu'l-Cevzî, Ebu'I-Ferec 'Abdurrahman b. 'Alî, El-Mevzû'ât el- Kübrâ. Medine 1386.

Ibnu'l-Esir, 'Atî b. Muhammed, El-Kâmil fi't-Târih. Beyrut 1386.

İbnu'l-Esir, 'Alî b. Muhammed, El-Lübâb fi Tehzîbİ'i-Ensâb. Beyrut.

İbnu Hacer el-'Askalânî, Ebu'l-Fadl Ahmed b. 'Alî, El-Kaviü'l-Müsedded fi'z-Zebbi 'ani'l-Müsned lİ'l-İmâm Ahmed. Haydarabad 1319.

İbnu Hacer el-'Askalânî, Hedyü's-Sârî Mükaddimetu Fethi'l-Bârî. (El-Mektebetü's-Selefiyye).

İbnu Hacer el-'Askâlânî, Lİsânü'l-Mîzân. Beyrut 1390.

İbnu Hacer el-'Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb. Haydarabad 1325.

İbnu Hacer el-'Askalânî, Ta'rîfü Ehli't-Takdîs bi-Merâtibi'l-Mevsûfîn bi't-Tedlîs. Mısır 1322.

İbnu'l-Hanbeiî, Muhammed b. İbrâhîm b. Yûsjf el-Hanefî, Kafvü'l-Eserfi Safv 'Ulûmi'l-Eser. Mısır 1326.

İbnu Hibbân, Ebû Hatim Muhammed, K.. el-Mecrûhîn mine'l-Muhaddisîn ve'd-Du'afâ ve'i-Metrûkîn. Haleb 1396/1976.

İbnu Hibbân, Sahîh. Mısır 1371/1952.

İbnu Hibbân, K. es-Sikât. Topkapı Sarayı Ktb. III Ahmed kısmı, nr. 2995.

İbnu Hibbân, K.es-Sikât, Topkapı Sarayı Ktp. Medine kısmı, nr. 490; Haydarabad 1393/1973, C. 1-9.

İbnu Hibbân, Meşâhîru 'Ulemâi'l-Emsâr. Kahire 1379/1959.

İbnu'i-'İmâd el-Hanbelî, Şezerâtü'z-Zeheb iî Ahbâri men Zeheb. Lübnan.

İbnu Kesîr, İsmâ'îl b. Ömer, El-Bâ'isü'l-Hasîs Şerhu İhtisar 'Ulûmi'l-Hadîs. Kahire 1399/1979.

İbnu Kesîr, El-Bidâye ve'n-Nihâye. Beyrut 1966.

İbnu Receb el-Hanbelî, 'Abdurrahmân b. Ahmed, Şerhu 'İleli't-Tirmizî. Bağdad 1396.

İbnu's-Salâh, Ebû Amr Osman b. 'Abdirrahmân, 'Ulûmü'l-Hadîs, Mısır 1326.                                                    "

İbnu's-Salâh, Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye. Süleymâniye Ktp. Hamidiye kısmı, nr. 537.

El-lrâkî, Zeynüddîn 'Abdurrahmân b. El-Hüseyn, Et-Takyîd ve'l-İzâh, Medine 1389/1969.

İsmail Paşa el-Bağdâdî, İzâhü'l-Meknûn, İstanbul 1971. İsmail Paşa El-Bağdâdî, Hediyyetü'l-'Arifin. İstanbul 1955.

J.VV.Fück, The Encyclopaedia of İslam, New Edition, London 1971.

Kehhâle, Ö.R., Mu'cemü'l-Müellifîn. Beyrut.

El-Kettânî, Muhammed b. Ca'fer, er-Risâletü'l-Müstatrafa. İstanbul 1986.

El-Kettânî, Er-Rahmetü'l-Mürsele. Bulak 1323/1905. El-Kevserî, Muhammed Zâhid, Makâlât. Kahire 1388/1968.

el-Kıftî, Cemalüddîn Alî b. Yûsuf, İnbâhu'r-Ruvât 'alâ Enbâhi'n-Nuhât. Kahire 1374.

El-Leknevî, Muhammed Abdulhayy, er-Ref'u vel-Tekmîl fi'l-Cerhi vet-Ta'dîl. Haleb 1388/1968.

Mehmet S. Hatiboğlu, Hilafetin Kureyşîliği, A.Ü. İlahiyat Fak. Dergisi, 1978 Ankara, XXIII.

Muhammed el-'Azîm el-Abâdî, Gunyetü'l-Elmal Delhi. Muhammed Nurşâh, İkfârü'l-Mülhidîn. Karaşi 1388.

es-Safedî, Salahuddîn Halîl b. Aybek, El-Vâfî bi'l-Vefeyât. VViesbaden 1981.

Es-Sem'ânî, Ebû Sa'd "Abdulkerîm b. Muhammed, El-Ensâb. Beyrut 1400/1980.

Es-Sübkî, Tâcüddîn Ebû Nasr 'Abdulvahhâb b. 'Alî, Kâ'ide; fi'l-Cerhi vet-Ta'dîl. Haleb 1389.

Es-Sübkî, Tabakâtü'ş-Şâfi'iyyetn-Kübrâ. Mısır 1384/1965.

Es-Süyûtî, Celâlüddîn 'Abdurrahmân b. Ebî Bekr, Tedrîbü'r-Râvî. Mısır 1307.

Eş-Şâfi'î, Muhammed b. İdrîs, Er-Risâle. Mısır (İlk baskı).

Eş-Şehristânî, Ebu'l-Feth Muhammed b. Ahmed. EI.Mİlel ve'n-Nihel. Kahire 1387/1968.

Eş-Şevkânî, Muhammed b. 'Alî, el-Fevâidü'l-Mecmû'a fi'l-Ehâdîsi'l-Mevdû'a. Kahire 1380/1960.

Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları. Ankara 1980.

Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, Ankara 1969.

V.F. Büchne,r, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1966. Yâkût, b. 'Abdillâh el-Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân. Beynjt.

Ez-2ehebî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru A'lâmi'n - Nübeiâ. Beyrut 1404/1984.

Ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz. Haydarabad 1377/1958. Ez-Zehebi, Er-Ruvât,"*fc- Sikât. Mısır 1324. Ez-Zehebî, Mîzânü'l-rtidâl fî Nakdi'r-Ricâl. Mısır 1382/1963. Zİrikli, Hayruddîn, El-A'lâm. Beyrut 1373-8/1954-9. [640]

 



[1] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 1-2.

[2] Bk2. es-Sem'ânf, el-Ensâb, II, 209. Soy kütüğü tam olarak şudur: Muhammed b. Hibbân b. Ahmed b. Hibbân b. Muâz b. Ma'bed b. Sahfd(Şehfd) b. Hediyye (Hudbe) b. Murrs b. Sa'd b. Yezfd b. Mum» b. Zeyd b. Abdi İlah b. Dârim b. Hanzele b. Mâlik b. Zeyd b. Menât b. Temim b. Murr b. Udd b. Tâbiha b. llyâs b. Mudar b. Nizâr b. Ma'ad b. Adnan {bkz. Yâkût, Mu'cemü'l-Büldân, I, 414; ez-Zehabf, Siyer, xvı, 52-93).

[3] Bkz. ez-Zehebf, Siyer, xvl, 93.

[4] Bkz. Yakut, aynı eser, I, 416.

[5] ez-Zehebf, Mizan, III, 506.

[6] Herâftaki hocası Muhammed b. Abdirrahmân'ın ölüm tarihi 301/913, Mısır'daki ho­cası Ishak b. Yûnus al-MencinikPnîn ölüm tarih İse 304/916 olduğu unutulmamalıdır. Bu iki alimin hayatı için bkz. ez-Zehebf, Tezkire, II, 697; İli, 889.

[7] Bkz. Ibnu Hibbân, Sahih, 1,114.

[8] Hayatı için bkz. ez-Zahebf, aynı eser, II, 695; İbntı Hibbân, K.es -Sİkât, IV, 25a .

[9] Hayatı için bkz. ez-Zehebî, aynı eser, il/731; jbnu Hibbân aynı eser, 111,113 a '

[10] Hayan için bkz. ez-Zehebî, aynı eser, H, 720, Ibnu Hibbân, aynı eser, IV, 300b *

[11] Hayatı içine bkz. Aynı eser, 11,719.

[12] Hayatı için bkz. Aynt eser, II, 757

[13] Hayatı İçin bkz. Aynı eser, II, 670.

[14] Hayatı için bkz. Aynı eser, 1,709.

[15] Hayatı için bkz. Aynı eser, 1,709.

[16] Hayatı için bkz. Aynı eser, II, 693.

[17] Hayatt için bkz. Aynı eser, II, 756.

[18] Hayatı İçin bkz. Aynı eser, II, 707,

[19] Hayaü için bkz. Aynı eser, II, 764.

[20] Hayatı için bkz. Aynı eser, II, 774.

[21] Hayatı için bkz. II. 762.

[22] Hayatı İçin bkz. Aynı eser, II, 703. Diğer şeyhlerinden bir kısmının İsimleri için ayrıca bkz. Yâkût, MucemO'l-Büldan, 1,416; es-Serrîanî, el-Ensab, II, 209; ibru/s-Salâh, Tabakâtü'ş-Şa-fi'iyye, v.Sa; ez-ZehebT, Siyer, xvı, 93.

[23] Bkz. Es-Sem'ânT, el-Ensab, II. 209.

[24] Bkz.YâkÛt,Mucem,l,419.

[25] Bkz. İbnu Hacor, Lisân, V. 114..

[26] Es-Sem'ânî, el-Ensâb, II, 204

[27] Aynı eser, II, 209-210; ez-Zehebî, Siyer, xvi, 102.

[28] Bkz.Yâkût,Mucem,t,419.

[29] es-Sem'ânî, e!-Ensâb, II, 210.

[30] EbûAbdillah el- Ğonc&r tarafından Târîhu Buhar&Ua söylenmiştir. (YâkDt, aynı eser ve yer)

[31] Aynı yer.

[32] es-SubkT, Tabakâtû'ş-Şafilyye, III, 132.

[33] es-Sem'ânî, aynı esef ve yer; Yakut, aynı yer; ez-Zehebî Tezkire, 111,419-

Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 3-5.

[34] Bkz. Ibnı/s-Salah, Tabakatü>Şâffiyys, v.9a-b

[35] 6s-SûbW,Tabakatû>Şâfriyye, III, 131.

[36] İbnu Kesir, el-Bifdaye, xı, 259.

[37] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 6.

[38] Skz. ez-Zenebl, Tezkire, İli, 922

[39] Aynı yer.

[40] Bkz. ez-Zehebî, Siyer, xvı, 96; Tezkire, III, 922.

[41] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 6.

[42] İbnu Hacer, Usan, V, 114.

[43] Bkz.Yakut,Mucem,l,419.

[44] Bu âlim hakkında bkz. ez-Zehebî, Tezkire, III, 1036.

[45] O dönemde Mavaraünnehir'da hüküm sûren Samanoğıriları emirleri şunlardır: Ahmed b. İsmâîl (295^01/907-913), Nasr b. Ahmed (301-331/913^43), Nûtl b. Nasr (331-343^43-954), I. Abdulmeük b. Nûh (343-350/954-961), I. Mansûr b. Nûh (350-365/961 -976), bkz. V.F. Bûchner,!. Ansiklopedisi, x, 141, Samanîler maddesi.

[46] Bkz.Yakût,Mucenı,l, 419.

[47] "ZemmüT-Kelfim" ite Menâkibu Ahmed b. HanbeP adlı eserlerin müellifi. Bu zat hakkında bilgi için bkz. ez-Zehebî, Tezkire, IV, 1183.

[48] Zehsbî, aynı eser, III, 921.

[49] es-SubW, Tabakâtü'Cış-ŞâfTiyye. II, 13; III, 132. Aynı müeill, Kâidetun fi'l-Cerhi vst-Ta'dîla. 13.

[50] ez-ZBhebT, Tezkire, III, 921.

[51] Bkz.Zehebî, Mizan, III, 507.

[52] lbnuHacer,Usân,V,114

[53] İbnu Kesîr, el-Bidâye,xı, 259.

[54] Kcz.MuhammedNijrşâh,lk»ru'I-Mülhidtn,s.115.

[55] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 7-8.

[56] Bkz. İbnu Hacer, Lisân, V, 114. ez-Zehebî, Siyer, xvı, 94

[57] es-Sem'ânî, ei-Ensâb, II, 209.

[58] Aynı yer.

[59] Yâkût, Mu'cem, 1,418.

[60] es-Sem'ânî, aynı eser, 11,210.

[61] Diğar alimlerin İsimleri için bkz. es-Sem'anT, aynı eser, II, 203; YfikÛt, Mu*cem, 1,41&-417; ez-Zehebî, Siyer, xvı, 94.

[62] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 9.

[63] YâkÛt, Mu'cem, 1.418.

[64] Aynı eser, 1,415.

[65] Bkz. es-Ssm'ânt, el-Er,sâb, II, 209.

[66] ez-ZehebT, Mîzân, III, 506; Siyer, xvı. 92.

[67] el-Emîr Alâüddîn el-Farist, Sahîhu İbni Hibbân, 1,54.

[68] es-Sübkî, Tabakâtu'ş-Şâ^iyya, !ll, 132.

[69] İbnu KesTr, eJ-Bidâyo, xı,259.

Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 9-10.

[70] Yazmalar için bkz. Brockeimann, GAl, S.1.273; F. Sezgin, GAS, 1.190. (Beyrut 19B7, 9 cilt)

[71] Bkz. Ebu'l-Mahasin sl-HusâynT (Ö.765/13B3), Zeylu Tezkira, s. 196.

[72] Bkz. H.Haiife, Keşfu'z-Zunûn, II, 1075

[73] Ebu'l-Mahasin Bİ-Huseynî, aynı eser, 3.368; İbnu Hacer, Lisan, VI.74.

[74] K. Halife, Keşfu'z-Zunûn, II, 1400. Muh. b. 'Abdirrazzâk tarafından Kahlrtfde (?) neşredil­miştir; bkz. F. Sezgin, GAS, 1,190.

[75] Bkz. Ea-SüyûtT, ÎEKdrtb. s. 32.

[76] Bkz. Ebu'l-Mahasin el-HÛseynî, Zeylu Tezkire, s. 196.

[77] Yazma nüshaları için bkz. F. Sezgin, GAS.1,190; ez-ZeheOTden Oğrendlfiimizs göre {Mîzân, II, 44) K.el-MecrQhIn'9 İbnu Hibbân'ın ayrıca bir de Zeyt'I vardır

Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 10-11.

[78] Kit&bu'*Sikafın yazma nüshaları için bkz. F.SezgIn. GAS.,1,190; Emin KaTacî, Târih Es-maf't-Sikat lil-ldl, 1966 (Mukaddime) s.20, dip not 34..

Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 11.

[79] Bkz. Fuat Sezgin, GAS, 1,191, Brockelmann. GAL, S.1,273.

[80] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 12.

[81] F. Sezgin, aynı yer.

[82] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 12.

[83] Aynı yor.

[84] Aynı yer.

[85] Aynı yer.

[86] Prof. Dr. I. Cerrahofifu bu cüzün bnu hibbân'a ait olduğunu bir makata ile ele almıştır. (Bk. A.U.İlahiyat Fakültesi 1983

[87] F. Sezgin, aynı yer.

Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 12.

[88] Yakut, Mu"cem, 1,417-418; el-HatTb-f-Baödadf (Ö.463/1D72) nin verdifii bu listenin şifahî kaynağı Mes'ûd b. Nasır es-SIczî (ö.477/1084)'dîr.

[89] Ayrıca bkz. ea-SüyûO, Tedrîb, s. 201; İsmail Paşa el-Bafidadî, Hediyye. 11.45.

[90] Ayrıca bkz. İ. Paşa el-Bağdâdî, aynı yer.

[91] Aynı yer.

[92] Bkz. Aynı yer; HatTb'In bu listesini esas alan ez . Zehebî, ricale dair olan bu beş kitabı Târîhü's-Sİkât" diye tek isim altında zikreder {bkz. Siyer, xvı,95).

[93] Ibnu Hibbân'ın sık sık işaret ettiği bu kitabının (bkz. K-e^Meörûhîn, 1,288,11,73,249; K.Es^ Sikât, 1,66b, 199b) mevzuu, imamların ihtilaf ettikleri şeyhler, ihtilaf sebepleri ve müellifin tercihi.

[94] Bkz. İsmail Paşa, aynı yer; ez-Zehebl, aynı yar.

[95] ZührTnin menakibini, hakkındaki haberleri ve şemâiiini K.el-llerde zikrettiğine dair müelli­fin kaydı vardır (Mecr. 1,40). Zehebî de "lleiü Menâkibfz-ZührT diye bir eserden söz eder (Siyer, aynı yer).

[96] İsmail Paşa el-Bağdâdî, HadiyyB, 11,45.

[97] Aynı yer.

[98] Aynı yerde kitabın ismi şöyledir: K. mâ üsnide İlâ Ebî Hanîfe.

[99] ez-ZBhebrde (Siyer, xvı, 95): "K. mâ halefe fiîıi SüfySn Şu'be", ve yine aynı yerde, Hatibin listesinde görülmeyen bir isim : 'Mâ Halefe fîhi Şu'be Süfyan".

[100] Ayrıca bkz. I. Paşa el-Bağdâdî, aynı yer.

[101] Aynı yer.

[102] Müellifimizin verdiği bilgiye 9&a Şu"bepnin Katade'den aldığı bazı hadisler, Şut» isminin yanlışlıkla Sa7d okunarak, SaTd'e mal edilmiştir, iste aynı şayhtsn rivayetleri otan bu iki ali­min rivayetlerini tesbit etmek üzere bu eseri kaleme almış oJmaİJdır.(bkz. K. tf-Mecrûhîn, 1, 59

[103] Bkz.İ. Paşa el-Bağdâdl, «m" yer.

[104] Aynı yer.

[105] Aynı yer.

[106] IbnuVSalah, isimleriyle bilirden ravilerin künyelerini konu alan bir kitab Ibnu Hibbân taraft-ndan yazılmıştır derken (UIÛmû'l-HadTs, s. 137) bu eseri kasdetmiş olmalıdır.

[107] Bu iki raviden bîri zayıf ö\&*ri sikadır, aynı şepten rivayet ettikleri için hadislerinin tBfrikl bu kitabın ete aldığı bir husustur. Bkz. K.E*-MBcrûhTn, 58.

[108] Bkz. i. Pasa eJ-BağdadT, Hediyye, ||, 45; Ibnu Hibbân, K. El-Mecrûhln, 1.59.

[109] Bkz. i. Paşa, aynı yer

[110] Aynı yer.

[111] Aynı yer.

[112] Aynı yar.

[113] Aynı yer.

[114] Aynı yer.

[115] Aynı yer.

[116] Bkz. I. Paşa el-BağdadT, Hediyye, II, 45.

[117] Aynı yer.

[118] Aynı yer. Ibnu Hibbân, İmam ŞâffTnln hayatına dair müstakil bir eser yazdığına işaret et­mektedir : bkz. Kitâbû's-Sikat, IV ÖBa-b.

[119] Aynı yar.

[120] Aynı yer.

[121] Aynı yer.

[122] Aynı yer.

[123] Aynı yer.

[124] Aynı yer.

[125] Aynı yer.

[126] Aynı yer.

[127] Bkz.Yâküt,Mu'cam, 1,418.

[128] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 12-16.

[129] C. II, s. 44-45.

[130] Müellifin Kitâbü'J-Mecrûhlrı'i olmalıdır.

[131] "Et-Takâsfm ve'l-Anvâ'" olabilir.

[132] Bkz. H. Halife, Keşf, 1,521; II, 1407. Ö.R. Kehhâle tsfahânlı muhaddislerden bazısı hakkında bu Kitaptan faydalanır (M. el-Mûet, III, 264)

[133] Keşfu'z-Zunûn'da : "Muhaddislerin usûlüne göre yazılmış bir tarihdir" denir: I, 277. K. es-Sikât ile Mecruhta olabilir.

[134] Et-Tekâslmve'l-Envâ'ın kendisi olabilir.

[135] "Kitâbü Vasfİ'l-lbtâ' ve Beyâni'l-lbtidâ' ", bkz. İbn es-Salâh, Ta bak ât, v. 9b.

[136] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 16.

[137] ez-Zehebi, Siyer, xvı, 95.

[138] İbnu Hibbân, es-Sikât, 1, 66 b ; Mecruhta, II, 209.

[139] İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhfn, III, 63.

[140] İbnu Hibibân, e s-Sah İh, 1,126.

[141] İbnu Hibbân, es-Sikât, I, 66a.

[142] Bkz. ibnu Hibban, Slkât, II, v. 101a.

[143] Aynı eser, I, v. 138b.

[144] Aynı yor.

[145] tbnu Hibbân, K.es-Slkât, 1,66b.

[146] İbnu Hibbân, Sanfh, 1,126,

[147] Ebu'l-Mahâsin el-Hüs&ynf, Zeylû Tezkire, s. 333.

[148] Bkz. Yâkût, Mu'cem, I, 419.                                                      

[149] Aynı yer. İbnu Hlbbân'ın hayatı İçin ayrıca bkz. Ibnu'1-Esfr, el-Lübâb, 1,151; e) Kıflf, fcıbâh, 111,122; es-Satedf. e!-Vâff, II, 317-318; Ibnü'l-lmad, Şezerât, III, 1$; C. Brockel-mann, tslâm Ansiklopedisi, V, 753, İbnu Hibbân maddesi; J. W. Fück, The Encyclo-paedta ol İslam, III, 799, Ibn Hibbân maddesi.

[150] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 17-19.

[151] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 23.

[152] Bta.fbnuHibbân,Sahîîı,l,112.

[153] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 23.

[154] Bkz. İbnu Hibbân. Sahih, 1,112-113; Ta'dfle yetkili muhaddislerden örnekler için bkz. İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhîn, II, 77.                                             

[155] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 23-24.

[156] Tercemesi için bkz. ez-ZehebT, Mizan, m, 93,                                                        '

[157] ibnu Hibbân, es-Sifcât, 1,174a.

Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 24.

[158] Tercemesi için bkz. İbnu Hibbân, Meşânîr, 3.157.

[159] İbnu Hibbân, Sahîh, i, 117-118. Ibnu's-Salâh İtibar bahsinde müellifimizin verdiği bu misali Kullanmıştır, bkz. 'Ulûmu1!, Hadîs, s. 31.

[160] İbnu Hibbân, aynı eser, 1,118.

[161] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi:24-26.

[162] İbnu Hibbân, Sahftı, I.113

[163] eş-ŞâfiT, er-Risâle, s-68-

[164] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 26.

[165] İbnu Hibbân, aynı yer.

[166] İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhîn-1, 93.

[167] Bkz. ibnu Htbbân, K.el-Mecrûhîn, 1, 93.

[168] İtirazı için bkz. Şerhu İleli1-Tîrmizî,s. 4B3-484.

[169] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 26-27.

[170] İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhîn, 1,93

[171] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 28.

[172] Hem fakîh ham da hafız olan Ûçûncû bir tabaka burada mevzu dışında kalmaktadır.*

[173] 8kz. İbnu Hibbân, Sahih, 1,120.

[174] Ömekoiarakbkz.c. 111,3.127-128,146; Ziyâdetû's-sika meselesinde ulemanın görüşleri İçin bkz. el-Hâkim erv-NîsâbûrJ, Ma'rifa, a.130-135; eJ-Hatîbül-BağdadT, el-Kifâya, s. 597-602; Ibnu's-Salah, Ulûmû'l-Hadîs, a. 32-33; ibnu Recab el-Hanbelî, Şerhu 'İlelit-Tirmizi, s. 306-316.

[175] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 28-29.

[176] İbnu Hibbân, K. es-Sikât, I, 66b.

[177] Bk2. İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhin, II, 192-193; K. es-Sikât, 1,191a.

[178] Bkz. İbnu Hacer, Lisân, II, 134. İbnu Hacer bu örneği İbnu Hibban'ın certiBdilmsyen meç­hulleri sika saydığına dair açık bir delil olarak vermiştir.

[179] el-Kifâye, s. 149,150.

[180] Tercemesl İçin bi«. İbnu Hibiban, Meşahîr. s. 159.

[181] Ibnu Hibbân, K. es-Sikât, I, 69b; krş. İbnu Hacer, Lisan, 1,492.

[182] Bkz. AliyyO'l-Kârf, Şerhu Nuhba, s. 153-154; es-Süyûîî, Tedrîb, s. 115

[183] !bnuKesTr,eJ-Baisqi-HasTs,s.82.

[184] fonu Hacer, Usan, 1,331,Vlt, 58.

[185] Örnekler İçin bkz. eZ-Zehebî. MTz&n, II, 99,513; III, 425.

[186] Bkz. İbnu Hacer, Lisân, III, 83; IV, 277. İbnu Hibbân, K.es-Sikât, IV. 8b.

[187] İbnu's-Salâh, Ulûmü'l-Hadfe, 9.42.

[188] Aynı eser, s.42-43.

[189] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 29-34.

[190] Aynı eser, s. 43.

[191] İbnu's-Salâh, 'Ulûmü'I-Hadfs, s, 13.

[192] Aynı eser, s. 12.

[193] Bkz. es-Süyûtr, Tedrfb, s.52.

[194] Aynı eser, s.31-32.

[195] M. Zâhid el-Kevsorı, Makâlât, s. B6.

[196] TercBmesİ için bkz. ez-Zehebf, Mfeân, II, 212.

[197] Bkz. İbnu Hibbân, K. »s-SIkât, 1,103 b. '

[198] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 34-36.

[199] Bkz. İbnu Arrâk el-Kİnânf, TenzOıü'ş-ŞerPa, II, 175; bir başka örnek için bkz. Makâlât, aynı yer,

[200] İbnu Hibbân, K. al-Mecrûhto, I, 8; Sahfh, 1,112; os-Sikât, I, 66a

[201] es-Sikât, I, 66b.

[202] Aynı yar.

[203] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 36.

[204] Bkz. İbnu Hibbân, K.el-Kecrûhfn, II), 27.

[205] Aynı asar, ili, 27

[206] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 37-38.

[207] İbnu Hibbân, K.el-Mecrühfn, İli, 27.

[208] Aynı eser, 11,123.

[209] İbnu Hibbân, K.el-Mecrühfn, II, 123.

[210] Aynı yer.

[211] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 38-39.

[212] AynıeSBr, I, 346; 111,113.

[213] Bkz. 82-Zeheb'f, Mfeân, 111, 649.

[214] İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhı'n, il, 273, (, 180-181, II, 17; krş. Mfzân, İli, 79.

[215] İbnu Hibbân, aynı eser, II, 274.

[216] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 39.

[217] Bkz. İbnu Hibbân, Sahili, 1,121

[218] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 40.

[219] İbnu Hibbân, es-Sikât, 1,239a; Meşâhfr, s. 158; krş. ez-Zehebf, Mizan, II, 151; İbnu Re-ceb el-Hanbelf, Şerhu Ifel, s. 404; es-Süyûtf, Tedrfb, s. 264.

[220] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 41.

[221] İbnu Hibbân, es^ikât, 1,238; Meşâhfr, s. 153; krş. az-Zehebr, Mizan, II, 127; es- Sûyûtf, Tedrfb, s. 264.

[222] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 41.

[223] Bkz. İbnu Hibbân, as-Sikât, I, 284a; Msşâhfr, s. 167; ez-Zehebf, Mfzân, III, 70; İbnu Re-ceb 6İ-Hanbelf, Şerhu 'Del, s. 394.

[224] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 41.

[225] İbnu Hibbân, K. es-Slkât, IV, 24a; krş. ez-Zehebi1, Mfzân, II, 404.

[226] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 42.

[227] İbnu Hibbân, K. es-Sikât, I, 248; Meşâhff, s. 170; krş ez-Zehebf, Mlzân, II, 270-274.

[228] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 42.

[229] Bkz. Bl-Hatfbü'l-Bağdâdf, el-Kİfaye, s. 241; İbnuVSalâh, 'Ulûmü'l-Hadfs, s. 45.

[230] Tercemes! İçin bkz. İbnu Hibbân, Meşâhfr, s. 82.

[231] ei-Hatib, aynı eser, s. 242-244.

[232] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 42-43.

[233] Bkz. İbnu Hacer, Lisân, lil, 271; ez-Zahebf, Mfzân, II, 406; tercemesi İçin bkz. İbnu Hibbân, K. es-Sikât, IV, 22b.

[234] Ibnu'-s-Salâh, aynı eser, s. 57.

[235] Aynı yer.

[236] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 43-44.

[237] Bkr İbnu Hibbân, as-sikât, I, 300a - b; krş. ez-Zehebf, Mteân, II, 468.

[238] Bta. İbnu Hibbân, K.el-MecrÛhfn, I, 94.

[239] Aynı yer.

[240] Aynı yer.

[241] Bkz. İbnu Hibbân, es-Sikât, I, 300a - b; krş. ez-Zehebf, Mfzân, II, 46S.

[242] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 44-46.

[243] Bkr İbnu Hibbân, K. al-Mecrûhfn, I, 90.

[244] lbnu Hibbân, K. I-Mecrûhfn, I, 90.

[245] Aynı yer, Tercemeierinde bu İfadenin kullanıldığı ba2i raviler için bk2. aymeser, I, 108,110,114,120,134,143,144,174,197,206,210,212,224,233,253,260,277,280,292, 296; III, 113, 118,146.

[246] Aynı eser, II, 284.

[247] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 46-47.

[248] Bkz. K. as-Sikâl, I, 326b; Sahih, 1,115.

[249] Bkz. İbnu Hibbân, Bs-Sikât, 1,326b.

[250] İbnu Hibbân, Sahih, I, 115.

[251] Bkz. K. es-Sikât, I, 221 b; Sahili, 1,115; krş. ez-Zehabf, M hân, I, 290-295.

[252] Bkz. İbnu Hibbân, K. el-Mecrühfn, I, 288; krş. ez-Zehebı', Mizan, II, 7.

[253] İbnu Hİbbân, es-Sikât, \y 265 a.

[254] Bkz. es-Sikât, I, v. 299 a; tercemasİ İçin bkz. tbnu Hibbbân, Meşâhfr, s. 151; Zahobf onu "hüccet" lafzıyla ta'dil etmiş ve ondan Buhârfnin niçin hadis çıkarmadığını bil­mediğini belirtmiştir (Mizan, 11,11).

[255] Bkz. es-Sikât, IV, 26b; Krş. tbnu Hacer, Lisân, II, 413, IV, 271,375,396,469, 474.V, 39, 170, 2O2.VI, 141,155; ez-Zehebf, Mfzân, !l, 89.

[256] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 47-49.

[257] İbnu Hibbân, K. al-Macrûhı'n, I, 91.

[258] Bkz. İbnu Hibbân, K. el-MecrÛhfh, |, 91; II, 55.

[259] Aynı yer.

[260] Bkz. ibnu Kesir, el-Bâ'İs, s. 46; es-Süyûtf, Tedrfb, s. 79.

[261] K. el-Mecuhfh, I], 55; es-Sevrf nin yaptığına tedlfs yerine TEZYİN de denmiştir (bkz. Tedrib, s. 80).

[262] İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhfh, I, 91.

[263] Bkz. Ibnu's-Salâh, 'Ulûmü'l-Hadfe, s. 29; Tedrfb, aynı yer.

[264] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 49-50.

[265] Bkz. İbnu Hibbân, K. el-MecrÛhftı, I, 92.

[266] Aynı yer, ayrıca bkz. Sahih, 1,122.

[267] İbnu Hibbân, es-Sikât, I, 66 b; Sahih, 1,122.

[268] Aynı yer.

[269] İbnu Hibbân, Sahili, i, 122-123; Süyûtfyo göre (Tedriîb s.79) İbnu Hibbân, Süfyân'm tedlisini kibârn tabiinin irsal iyi a mukayese etmiştir. Oysa biz böyle bir kıyaslamaya rastlamadık. Ayrıca Sûfyan'ın semâ'ını belirtmediği rivayetlerini ert-Nesâi"tedlfs saymıştır (bkz. İbnu Hacar, Ta'riT, s.9).

[270] Sahih, I, 123.

[271] Örnekler için bkz. İbnu Hibbân, es-Sikât, 1,316b ve IV, 54b, Krs. İbnu Hacer, Lisân, V, 145, 205-206, VI, 44, ve aynı müellif, Ta'riT, 7,8,16,19.

[272] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 51-53.

[273] Bkz. es-Süyûtf, Tedrib, a. 202; şahabı* tarifindeki ihtilaflar için bkz. Ibnu's-Saiâh, Ulümü'l-Hadfs, s. 118; el-Hatib, el-Kİfâye, *. 99; Aliyyü'l-Kârf, Şerhu Nuhbe, s. 182.

[274] Bkz. es-Sûyûtf, aynı yer.

[275] Ali Imrân, 68; Tahrı'm, 8.

[276] Bkz. İbnu Hibbân, as-Sikât, 1,16b. 195a, K.el-Meerûhfh, I, 33-34, es-Sahih, 1,123. 5 4

[277] Muhaddes : Kendisine ilham edilecak kişi

[278] İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhın, I, 35- 38.

[279] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 53-55.

[280] İbnu Hibbân, as-Sikât, I, 228a, 303b.

[281] Bkz. Ibnu's-Saiâh, 'Ulûmü'l-Harîs, s. 123.

[282] Bki. es-Süyûtl", Tedrib, s. 212.

[283] Bkz. İbnu Hibbân, »s-Sikât, I, 228, A'meş'in Enes'ten hiç bir hadis işitmediğini söyle* yenlerden biri da Alf b. el-Medfnf (6. 234/848)*dîr. bk2. el-lrâkf, et-Takyıd, s. 318.

[284] İbnu Hibbân, es-Sikât, I, 228 a; krş. es-Sûyûtf, Tedrib, s. 212.

[285] İbnu Hibbân, es-Sikât, I, 308b.

[286] Aynı eser, I, 254b, Mefahir, s. 150.

[287] İbnu Hibbân, es-Sİkât, I, 67a; K.l-Mecrûhfn, I, 34.

[288] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 55-57.

[289] Bkz. İbnu Hibbân, es-Sikât, I, 196 a.

[290] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 57.

[291] İbnu Hibbân, K. al-Mecrühih, I, 62-53.

[292] Aynı asar, I, 63. Tarihi bilgi İçin bkz. Prof Dr. Talat Koçyiğİt, Hadis İstılahları, s. 473-476.

[293] İbnu Hibbân, aynı asar. I, 345; krş. ez-Zahebf, Hf2ân, II, 255.

[294] Bkz. İbnu Hibbân, K. st-Mecrûhfn, 1,165; k/ş. ez-Zehebf, Mizan, I, 290; jbnu'l   Cavzi bu hadisi, müellifimizin hükmün» uyarak Mevzüât'ına almıştır. (1,126).

[295] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 61-62.

[296] İbnu Hibbân, K. al-MecrühıVı, I, 64.

[297] İbnu Hibbân, K. ei-Mecrûhfn, E, 64.

[298] Aynı eser, II), 11-12; krş. ez-Zehebf, Mizan, IV, 230.

[299] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 62.

[300] ibnu Hibbân, K. »l-Mecrûhfn, I, S4-65 .    

[301] İbnu Hibbân, K.ai-Mecrûhın, İli, 74; krş. ez-Zehebf, Mizan, IV, 353-354.

[302] İbnu Hibbân, aynı eser, I, 333; dîğar örnekler için bkz.!, 134,189,19a, 204. 244-246,265,270,275,294,297.

[303] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 63.

[304] İbnu Hibbân, aynı eser, I, 65.

[305] İbnu Hibbân, K. el- Macrûhfn, I, 65-66; III, 200-201; krş. ez-Zehebf, Mfeân, III. 337-338.

[306] İbnu Hibbân, K.el-Mecruhm, I, 66,357; başka bîr örnek için ayrıca bk2.1, 353; krş. «•Zehabı, Mfcân, II, 122-124.

[307] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi:63-64.

[308] İbnu Hibbân, aynı eser, I, 67.

[309] Bkz. İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhın, I, 96-97; krş. ez-Zshebf, Mizan, I, 11; K.el-Mecrûhfn'de zikredilen bir hadisini, İbnu'l-Cevzf, müellifimizin görüşünü benimse­yerek, Mevzûât'ına almıştır. (İÜ, 179).

[310] Bkz. İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, III, 98; Bu kabil hataları sebebiyle hadisleri alınma­yan diğer ravilar İçin bkz. aynı eser, 1,111,196,212,217,224,235,256; II, 22,29.

[311] Aynı sser, III, 98; kr?. ez-Zahebf, Nllzân, IV, 41 a.

Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 65-66.

[312] Bkz. İbnu Hibbân, aynı »ser, I, 68.

[313] Bkz. İbnu Hibbân, K.Bİ-Mecrûhı'n, M, 48; krş. az-Zshebf, Mizan, II, 574-575.

[314] İbnu Hibbân, K.eJ-MecrûhıVı, II, 95-96; Diğer imamların görüşleri için bkz. ez-Zehebı Mizan, III, 50-51; müellifimizin aynı hüküm çerçevesinde mutala'a ettiği diğer muhtalİtlsr için bkz. I, 253,261, 267, 270, 298; II, 173.

[315] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 66-67.

[316] Bkz. İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhfn, I, 68-69; kr*. Ibnu'a-Satâh, Uİümffl-Hadte, 45; os-Süyûtr, Tedrib, s. 125.

[317] Bkz. İbnu Hibbân, K. el-Macrûhfh, f, 68-69.

[318] Aynı eser, I, 303; diğer örnekler için bkz. II, 237; kr$. ez-Zehebf, Mizan, II 49-50, IV, 204.

[319] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 68-69.

[320] İbnu Hibbân, K. sl-Mecruhfh, I, 70.

[321] Aynj eser ve aynı yer;   bu maddeyle ilgili barı örnekler için aynca bkz. 284,292,303;!l,23.

[322] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 69-70.

[323] Bkz. İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, I, 71.

[324] Aynı eser, I, 72.

[325] Aynr yer.

[326] Bkz. ibnu Hibbân, K.el-Mocrûhfn, I, 185; kr$. ez-Zehebf, Mfzân,!, 296.

[327] İbnu Hibbân, aynı essrda, II, 253-255; Süfyân es-Sevrî, el-Kelbfden sahih hadisler ri­vayet ederken tedlı's yapardı; bkz. Aynı eser, il, 256; krş. Mızân, III, 556-559.

[328] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 70-71.

[329] İbnu Hibbân, K. ei-Mecrûhıh, I, 73.

[330] Aynı eser, I, 257; krş. ez-Zahgbf, Mfzân, I, 560; diğer örnekler için bkz. İbnu Hibbân, aynı eser, I, 258; il, 309.

[331] İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhfn, I, 215-216

[332] Aynı eser, III, 79; diğer bazı örnekler için bkz. I, 202,207,355; II, 289,299,310; 111,66.

[333] Bkz. K. el-Mecnihfn, I, 116; krş. az-Zehebf, Mfiân, I, 40-41.

[334] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi:71-73.

[335] İbnu Hibbân, aynı esar, I, 74.

[336] İbnu Hibbân, K. »I-Mecrûhfn, Ü, 270

[337] Aynı eser, ili, 29.

[338] Bkz. İbnu Hibbân, K. I-Mecrûhfn, II), 30; ŞâfiTnin de şeyhlerinden biri ola; Mularrif hakkında munakkitlerin görüşleri için bkz. ez-Zehebf, Mfzân, IV, 125-126

[339] İbnu Hibbân, aynı eser, 1,280.

[340] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 73-74.

[341] Aynı eser, I, 75.

[342] İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhfn, 1,75 • 76

[343] BkzJbnu HIbbân,K.e|.Mecrûhih,l[,i1-13.

[344] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 75-76.

[345] İbnu Hibbân,K.el-Mecrûhm,l,76;lll,104.

[346] Bu sınıfta mütâlâa edilen ravilerden haklarında bu tür formüller kullanılan-lar için bkz.K.el-Mec.,1,102,192,194,249,261,272,233,289; tll,23T24.

[347] Aynı eser, l,195,206,212,261,267,297,307,340;]|,194;ll[,87-88.

[348] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 76-77.

[349] Bkz.İbnu Hİbbân,K.el,Mecrûhih,l,77.

[350] Bu sınıfa giren zayıflardan bazı örnekler İçin bkz. Aynı eser,l,355;ll, 217-219;lll,141-142;krş.oz-Zehebr, Wfzân,ll,173;ll!,393;IV,456.

[351] BkzJbnu Hibbân, K. es-SIkât, IV,77a;krş.İbnu Hacer el-'Askalânf, Usan, V.422-423.

[352] İbnu Hibbân,K.el-Mecrûhfn,l,265;krş.ez-Zehebf, Mfzân, 1,452

[353] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 78-79.

[354] İbnu Hibbân, aynı eser,l,77.

[355] İbnu Hibbân,K.el-Mecrûhfn,l,77;IM,97;krş.ez-Zehebf, Mfzân, IV,491,

[356] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 79-80.

[357] ibnu Hibbân, aynı eser, 1,78-79.

[358] Bkz. İbnu's-Salâh, 'Ulûmü'l-Hadfs, s.46; İbnu Kesfr, el-Bâisü'1-Hasfs, s.86; es-Süyûtî, Tedrîb,s.125; el-irâkf.et-Takyid, 155-56.

[359] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 80.

[360] Seyyidİ Şerif el-Cürcâni,et-Ta'riTât,s.81,110.

[361] İbnu Hibbân, aynı eser,l,79.

[362] Bkz.İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, l,79.

[363] Aynı eser, İl, 204; krş.ez-Zehebf,Mfzân,lll,435.

[364] İbnu Hibbân, aynı eser,l,305; krş.Mfzân.ll ,86-87.

[365] İbnu Hibbân, aynı eser, 1,297; krş.Mfzân, 11,36.

[366] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 81.

[367] el-Hatîb el-Bağdâdf, el-Kifâye, s.546.

[368] Bkz. 'Alf el-Kârf, Şerhu Şerhi Nuhbe, s.118-119.

[369] Bkz.İbnu's-Salâh, 'U)ûmü'l-Hadfs,s.28.

[370] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhih, l,80.

[371] Aynı eser, 1,227; el-Haccâc b.Ertât maddesi.

[372] Aynı ©ser, 1,225; krş. ez-Zehebf, Mfzân, 1,458.

[373] BkzJbnu Hibbân,K.eİ-Mecrûhfn, H,176;krş.ez-Zehebf,Mizân,lll,79-80.

[374] İbnu Hibbân, aynı eser, 1,91; müellifin bu değerlendirmesini dikkate alan İbnu'l-Cevzf, onun bir hadisini mevzu saymıştır (bkz. el-Mevzû'ât,l,114-115).

[375] Onun tedlisü'ş-Şuyün yapmış olduğuna da işaret etmek istemiş olabilir.

[376] Bkz.İbnu Hibbân, aynı eser, 1,92.

[377] BkzJbnu Hibbân,K.el-Mecrûhfn, 1,81.

[378] Aynı yer.

[379] Bkz.Aynı eser, 11,111-112.

[380] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 81-84.

[381] Aynı eser, 1,288,

[382] Bkz. 'Abdu'l-Kâhirel-Bağdâdf, el-Fark, s.17-21.

[383] BkzJbnu Hibbân,K.el-Mecrûhfn,l,82.

[384] Bkz. el-lrâkf, et-Takyfd,s.149.

[385] Aynı yer.

[386] Bkz.İbnu's-Salâh, 'Ulümü'l-Hadfs.s.43-44

[387] Bkz.lbnu'3-Salâh,'Ulûmü1l-Hadfs,3.44.

[388] ibnu Hibbân, Sahîh,l,120; K.el-Mecrühm,l,81.

[389] K.el-Mecrûhfn,lll,63.

[390] Bkz.'UltJinü'l-HadfsT44.

[391] Bkz. K.es-Slkât.1,212 b.

[392] fbnu Hibbân, Sahflı,l,112,120.

[393] Bkz.İbnu Hibbân, Sahıh,I,120,

[394] Aynı yer; K.es-Sİkât,l,212 b.

[395] Bkz!İbnuıs-Salâh)'Ulûmüıl-Hadfs,s.44.

[396] İbnu Hibbân, Sahih, aynı yer,

[397] Bkz.İbnu Kesir, el-B;iis,s.83.

[398] Bkz.İbnu Hacer el-'Askalâni", HedyüVSârf,s.432-433; Bid'at ehlinden hadis  nakli hakkındaki ihtilaflar için  bkz.Prof.Dr.Talat Koçyiğil, Hadisçilerle Kelâmcılar Arasındaki Münakaşalar, s.264 ve devamı.

[399] 'Alf el-Kârf, Şerhu Şerhi Nuhbe,s.l59.

[400] el-'lrâkf, et-Takyı'd,s.15O.

[401] Bkz.es-Süyûtf,Tedrib,s.119; krş.lbnu's-Salâh.'Ülûm el-hadfs,s.44; İbnu Hacer de aynı görüştedir (Usân,l,H).

[402] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 84-88.

[403] Bkz. 'Abdu'l-Kâhir el-Bağdâdf, ei-Fark,s.81 ;eş-Şehristanf, el-Milel.1,116-117.

[404] İbnu Hacer, Hedyü's-Sârf,401.

[405] Ez-Zehebf, İzân,ll,5-6.

[406] Bkz. ez-Zehebî, Mı zan, İt, 5 - 6.                                .

[407] Bkz. İbnu Hacer el-'Askalânf, Bedyü's-Sârı, s. 401.

[408] İkrime hakkındaki görüşler için, bkz.ez-Zehebf, aynı eser, llt,93-97.

[409] İbnu Hibbân, K.es-Sikât, 1,229 b.

[410] Aynı yer.

[411] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 88-89.

[412] Bkz. Eş-Şehristânı, el-MİIel,l,173.

[413] fbnu Hibbân, K.es-Sikât,l,2l2 b.

[414] Bkz.İbnu Hibbân,K.el-Mecrûhfn,l,269; Bu raviye yöneltilen olumsuz tenkitler için ayrıca bkz. ez-Zehebf, Mfzân, i,468-69.

[415] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhın,l,222;krş.ez-Zehebf,Mfzân,lı435.

[416] İbnu Hibbân, aynı eser, 1,246.

[417] Bkz. Ez-Zehebf, Mfeân.1,583.

[418] İbnu Hibbân, aynı yer. İbnu'l-Ceyzı", bu hadisi Mevzûâfına alırken (1,372) İbnu Hibbân'ın değerlendirmesini dikkate almıştır.

[419] Bkz.İbnu Hibbân,K.el-Mecrûhih,l,206,

[420] Bkz.Ez-Zehebf, Mızân,!,363-364.

[421] İbnu Hibbân, aynı eser, 1,267; Hz.Ali adına uydurduğu hadisler için bkz.İbnu'l-Cevzf, Mevzuat, 1,341-342.

[422] Bkz.Ez-Zenebi", ayni eser, I, 450.'

[423] Bu sınıfa dahil iki şi"\ muhaddîse dair Ibnu Hibbân'ın kanaati hakkında bkz. İbnu Hacer el-'Askalânf, Lisân,Vl,31-32.

[424] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 89-91.

[425] Bkz-Es-Seyyid eş-Şerit el-Cürcânf, et-Ta'rîfâi, s.79; 'Abdu'l-Kâhİr el-Bağdâdf, el-Fark, s.233-234.

[426] İbnu Hibbân, K .e I-Mecruh in, 11,2 53,

[427] Bkz.İbnu Hibbân,K.el-mecrûhın,ll,255-256.

[428] Bkz.Ez-Zehebf,Mızân,lll,556-558; ibnu Hibbân, aynı yer.

[429] İbnu Hibbân, aynı eser, 11,253,256.

[430] Aynı eser, II, 255.

[431] Aynı eser, 1,209.

[432] Bkz.İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn,l,208.

[433] Aynı eser, 1,209.

[434] Aynt yer; krş.Ez-Zehebf, Mı"zân,l,379.

[435] Bkz.Ez-Zehebf, aynı yer.

[436] Bkz.Ez-Zehebf, Mîzân, 1,383; Şfîler Câbir'den K.et-Tefsfr adlı bir eser de rivayet etmişlerdir, bkz.Goldziher, Etudes,s.136,4.dİpnot.

[437] Müellifin cerhettlği sebef râvilerden bir kısmı İçin ayrıca bkz. 1,285; 11,298.

[438] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 91-94.

[439] Bkz.Abdulkâhir el-Bağdâdı, el-Fark,s.228-30.

[440] Ez-Zehebf, aynı eser, IV.173.

[441] Aynı yer.

[442] Bkz.Ez-Zehebf, Mizan, IV,173-174.

[443] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, III, 15.

[444] Aynı eser, 111,14.

[445] Aynı eser, 111,15.

[446] Aynı yer.

[447] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 94-95.

[448] Bkz. İbnu Hacer el-Askalânf, Hedyü's-Sârî, s.268.

[449] Bkz.Ez-Zehebî, Mfzan, 1,475.

[450] Bkz.Ez-Zehebf,Mızân,l,475.

[451] Bkz- İbnu Hacer el-'Askalanı, Hedyu's-Sârr,s.396.

[452] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, 1,268.

[453] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 95-97.

[454] Bkz.Eş-Şehristânf, el-Mİlel, 1,154-55; 'Abdulkâhir el-Bağdâdf, el-Fark, s.22,34.

[455] Bkz. Ez-Zehebf, Mfzân, IV, 284.

[456] Aynt yer.

[457] İbnu Hİbbân, K.el-Mecrûhfn, lil,94.

[458] Bkz. aynı yer.

[459] Bkz. Ez-Zehebı", aynı yer.

[460] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 97.

[461] İbnu Hibbân, aynı eser, II, 208; ez-Zehebf, aynı eser, III, 250.

[462] Bkz. İbnu Hacer el-'Askalânı, Lisân, IV.429; ez-Zehebf, Mizan, 111,340.

[463] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhın, II, 208.

[464] Aynı eser, II, 63.

[465] Bkz. Ez-Zehebf. aynı eser, 111,250.

[466] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 98.

[467] Bkz. 'Abdulkâhiret-Bağdâdf, el-Fark,s.38;eş-Şehr!stânî, el-Mi!el,l,147-49.

[468] İbnu Hibban,K.el-Mecrûhfn,II,6; krş.ez-Zehebf, Mfzân, II,507.

[469] İbnu Hibbân, aynı eser, II, 26.

[470] Aynı yer.

[471] Bkz.İbnu Hibbân, aynı eser, il, 439.

[472] BkzJbnu'l-Cevzf, el-Mevzû'at, 1,363,365.

[473] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 98-99.

[474] Bkz.Ez-Zeheb!~,Mfzân, 1,27.

[475] İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhın, I!, 172.

[476] Bkz. İbnu Hacer et-'Askalânf, Hedyü's-Sârf, s.412 ; ez-Zehebf, Mizan, 11,379,380.

[477] BkzJbnu Hibbân, K.el-Mecrûhı"n.ll,172.

[478] BkzJbnu'l-Cevzı,el-Mevzûâl, l,397;ll,26.

[479] İbnu Hibbân, aynı yer.

[480] BkrEz-Zehebı, Mîzân,IV,479.

[481] jbnu Hibbân, aynı eser, 111,139-142.

[482] Bkz. İbnu Hacer ei-'Askalânf, Lisân, V!,157; ez-zehebı, Mizan, IV.253-54.

[483] İbnu Hacer el-'Askaiânf, aynı eser ve yer,    '

[484] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 99-101.

[485] Bkz.'Abdulkâhfr el-Bağdâdf, el-Fark,s.114-15;  Mutezile  mezhebine mensup olanların hadisçilerle olan mücadeleleri hakkında etraflı bilgi için bkz.Prol.Dr.Taiat   Koçyiğit,   Hadisçiterle   Keiâmcılar   Arasındaki Münakaşalar, s.) 6-82.

[486] Bkz.lbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, III.36.

[487] Bkz.İbnu Hacer el-Askalâm, Hedyü's-Sârî,s.416; ez-Zehebî,Mîzân, 11,531.

[488] Aynı yerler.

[489] Bkz.İbnu Hacer, aynı eser, s.416.

[490] Bkz.Ez-Zehebf, Mfzân, 11,531; es-Süyûtf, Tedrib,s.12O.

[491] Bkz.İbnu Hibbân, K.es-Sikât.1,123 b; Meşâhfr,s.137.

[492] L>kz.İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhın, lll,35-36.

[493] Ez-Zehebı, Mfzân,lV,141.

[494] Bkz. Aynı yer; Evzâfnin, onun katline fetva verdiğini nakleden İbnu Hacer'in bu görüşü zayıf olabilir. Bkz.Prof.Dr.M.SaitHatiboğlu, Hilafetin Kureyşiliği, A.Ü.İ.Fak.Der.XX!ll, s.169.

[495] İbnu Hibbân, aynı eser ve yer.

[496] Bkz. Abdulkâhir el-Bağdâdf, el-Fark, s. 120-21; eş-Şehristânf, el-Milel,!,48-49.

[497] BkzJbnu Hibbân,K.el-Mecrûhfn.ll.eg.

[498] İbnu Hibbân, aynı eser, II, 69.

[499] Bkz.Ez-Zehebf,Mızân,NI,27S,277.

[500] İbnu Hibbân, aynı eser ve yer.

[501] Bkz.Ez-Zehebî, aynı eser, III, 273; Yahya el-Kattân'ın, son zamanlarında, Amr'dan hadis atmayı terkettiği kesindir diye ez-Zehebf kayıt düşmüştür (III, 276).

[502] Bu imamların tenkitleri hakkında bkz. ez-Zehebf, aynı eser, III, 274.

[503] Bkz.Abdulkâhir ef-Bağdâdı", el-Fark,s.121.

[504] İbnu Hibbân, aynı eser ve yer.

[505] Bkz.Ez-Zehebf, Mfzân,l,59.

[506] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhin, 1,105.

[507] Aynı eser, 1,105-107.

[508] Bkz. Ez-Zehebf, aynı eser ve yer; İbnu Mâce'nİn Sünen'lnde sadece bir hadisi tahric edilmiş bulunuyor (Mfzân, 1,61).

[509] Aynı eser, 1,105.

[510] Bkz.lbnu Hibbân, K.el-Mecrûhîn, 1,107.

[511] Örnek İçin bkz. Aynı eser, 1,277,329.

[512] Bu ravilerden bazı misaller İçin bkz. Aynı eser, il, 164,200,210; kr. İbnu Hacer, Usan, VI, 243; ez-Zehebf, Mizan, 11,367; III,338,356;IV,366.

[513] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 101-106.

[514] Bkz. Eş-Şehristânf, el-Mİlel, 1,139; 'Abdulkâhir el-Bağdâdf, e I-Fark, s. 202; el-Curcânf, et-Ta'rffât, s. 140.

[515] Bkz.Eş-Şehristânî, aynı eser, 1,141.

[516] Bkz. 'Abdulkâhir el-Bağdâdî, aynı eser, s.203.

[517] Bkz. El-Hâkim en-Nisâbûrı, Ma'rifa, s.136.

[518] Yapılan bu değerlendirmeler için bkz. ibnu Hacer, Hedyü's-Sârf, s.404; ez-Zehebf, Mızân, II, 112.

[519] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, 1,338.

[520] İbnu Hacer, aynı eser ve yer.

[521] Bkz. Ez-Zehebf, Mızân, I!, 628.

[522] Aynı eser, II, 628-629.

[523] Bkz.İbnu Hİbbân, K.el-mecrûhmJI, 136.

[524] Aymeser, II, 137-38.

[525] Bkz. ez-Zehebî, Mfzân, II, 629.

[526] Bkz.İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, 1,366.

[527] Aynı yer.

[528] Bkz.Ez-Zehebı, Mfzân, 11,300-301.

[529] Aynı eser, il, 300.

[530] Verilen bu bilgiler için bkz. Aynı eser, 1,574-75.

[531] Bkz. ez-Zehebf, Mizan, I, 574.

[532] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhîh, 1,250.

[533] Aynı eser, III, 62-63; Müellifin bu tenkidine karşı verilen cevaplar İçin bkz. et-Kevserf, Tenib, s.90-91.

[534] Bkz.İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhın, 111,64-72.

[535] Aynı eser ve yer; Ebü Hanffe'nin tevsik edilişine dair bkzJbnu 'Abdİ'l-Ber el-İntikâ, s.32,127 ve Câmi'u Beyân, II, 148.

[536] Bkz.Yakut, Mu'cem'ü'l-Büldân, I, 417.

[537] İbnu Hibbân, aynı eser, III, 64.

[538] Bkz. İbnu Hibbân, K es-Sikât, 1,324 a.

[539] Bkz. İbnu Hibbân, K.e I-Mecruh m, 1,180; krş. Ez-Zehebf, Mfzân, I, 206-207.

[540] Bkz. İbnu Hibbân, K.el-mecrûhfn, II, 276.

[541] Bkz.İbnu Hibbân, K.es-Sİkât, t,324 a; krş. fbnu Hacer el-'Askalânı, Usan, VI, 300.

[542] İbnu Hibbân, aynı eser, 1,236 b.

[543] ibnu Hibbân, aynı eser, 1,84 b; krs.Ez-Zehebf, Mfzân, II, 71.

[544] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 106-112.

[545] Bkz. Eş-Şehristânf, el-Milel, 1,108,113; "Abdulkâhir el-Bağdâdı, el-Fark, s.215.

[546] İbnu Hacer el-'Askalânf, Lisân, V,353-54, Ez-Zehebf, Mfeân, IV, 21.

[547] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 113.

[548] Bkz. İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhîn, 1,85, 88.

[549] Bkz. İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, 1,85.

[550] Aynı eser, I, 85-66.

[551] Adamın Zi'b b.Ebf Zi'b dediği, kendisini dinlemekte olan Yezfd b. Harun'un şeyhi Muhammed b.Ebf Zi'b {ö.159/775)'dir.

[552] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, 1,86.

[553] Bkz. İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhın, 1,87-88.

[554] Aynı yer.

[555] Bkz. İbnu's-Salâh, 'Ulûmü'l-Hadfs,s.17.

[556] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 114-117.

[557] Bkz. İbnu Hibbân, K.es-Sikât, 1,66 b; Sahih, 1,118.

[558] Bkz. K.sl-Mecrûhin, 1,197, 306; 11,100,198; 111,114.

[559] Aynı eser, 1,296.

[560] Bkz. ibnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, 1,346-47.

[561] Aynı eser, II, 28.

[562] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 117-118.

[563] BkzJbnu Hibbân, K.el-Mecrûhih,11,294-95.

[564] Bkz. Ez-Zehebf, Mfzân, İV, 7-8.

[565] Bkz. ez-Zehebf, Mizan, IV,7-8.

[566] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, 1,176.

[567] Aynı eser, 1,177.

[568] Bu iki imamın Eflah için kullandıkları tadil lafzı: "sâlihü'l-hadfs" tir. bkz. Ez-Zehebf, aynı eser, I, 274.

[569] Aynı eser, I, 275.

[570] Bkz. İbnu Hacer, el-Kavlü'l-Müsedded, 3.32-33, Er-Rüvâtü's-Sİkât, s.13; krş. ibnu 'Arrâk, Tenzfh, il, 224.

[571] İbnu Hacer, aynı eser ve yer.

[572] İbnu Hibbân, K.el-Mecruhfn, II, 96-97.

[573] Ez-Zehebf, Mizan, II, 45.

[574] Aynı yer.

[575] Bkz. es-Süyûti, el-Leâl, I, 52.

[576] Bkz. Ez-Zehebf, Mfzân, III, 45,46.

[577] Aynı eser, II, 148.

[578] İbnu Hîbbân, aynı eser, 1, 323.

[579] İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhîn, i, 323.

[580] Bkz.Ez-Zehebı, Mizan, fi, 148.

[581] Bkz. İbnu'i-Cevzt, el-Mevzû'at, II, 211; krş. İbnu 'Arrâk, Tenzih, İl, 167.

[582] İbnu Hibbân, a.g.e, i, 351

[583] Bkz. İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhm,1,351-52.

[584] Bkz. ez-Zehebf, Mfzân, II, 253.

[585] K.el-Mecrûhfn'in elimizdeki matbu nüshasında Rabi'a maddesi yoktur. Zehebf nin ismini verdiği Zeyl ise, müellifimizin diğer kayıp eserlerinden biri olmalıdır.

[586] Bkz- Ez-Zehebf, aynı eser, fi, 44

Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 119-123.

[587] Bkz. İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhfn, III, 8-9 ; krş. Eş-Şevkânf, el-Fevâid, s. 488.

[588] Bkz. İbnu'l-Cevzf,el-Mevzû'ât, 1,182.

[589] Bkz. İbnu' Arrâk, Tenzih, 1, 207; Ez-Zehebf, Mı'zân, IV, 105; El-Fukaymf, müellifin aynı zamanda sika saydığı bir ravidir. Onun için, İbnu Hacer, el-Fukaymf maddesinde (Lisân, VI, 30), buna işaret etmekle yetinmiş bulunu­yor.

[590] Bkz. İbnu Hacer, Hedyü's-Sârf, s,454-55; Teha'b, XI, 446.

[591] Bkz. İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhfn, III, 139.

[592] İbnu Hacer, Hedyü's-Sârf, s. 455; krş. Ez-Zehebf, Mfzân, IV, 483.

[593] Bkz. Ez-Zehebf, aynı eser, 1,440; Es-Süyûtı", el-Leâl, I, 118-119.

[594] Bkz. K. el-Mecruhı'n, I, 223.

[595] Bkz. Es-Süyûtf, el-Leâl, 1,119, terceniesi İçin de bkz, İbnu Hacer, Tehzib, II, 153.

[596] Bkz. es-Süyûtf, aynı yer.

[597] İbnu'l-Cevzf, hadisi mevzu sayarken, müellif ile şeyhini taklit eder (el-Mevzû'ât, I, 245.

[598] Bkz. İbnu Hacer, Hedyü's-Sâri, s.403-404.

[599] İbnu Hibbân, aynı eser, I, 307.

[600] Bkz. Ez-Zehebf, Mfzân, II, 91-92.

[601] Bu konudaki görüşler İçin bkz. İbnu Hibbân, aynı eser, 1,307; İbnu 'Arrâk, Tenzih, II, 98.

[602] İbnu Hibbân, aynı eser, 1,125.

[603] Aynı yer.

[604] Bkz. ibnu Hibbân, aynı eser, 1,125.

[605] İbnü'l-Cevzf, el-Mevzû'ât, İt, 46.

[606] İbnu Hibbân, aynı yer.

[607] Bkz. İbnu Hacer, el-Kavlü'l-Müsedded, s. 5-12; krş. es-Süyûtı, el-Leâl, I, 55-56.

[608] Aynı yerler.

[609] Bkz. İbnu Hibbân, aynı eser, 1,174.

[610] Bkz. İbnu'l- Cevzî, el-Mevzû'ât, II, 243.

[611] İbnu Hacer, el-Kavlü'l-Müsedded, s.6-7.

[612] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 124-128.

[613] İbnu Hibbân, aynı eser, ili, 114.

[614] Bkz. İbnu'l-Cevzf, aynı eser, III, 204.

[615] Bkz. İbnu 'Arrâk, Tenzih, 1,189; ez-Zehebf, Mfzân, İV, 376.

[616] Mûsâ b. A'yan'ın tercemesi İçin bkz. İbnu Hibbân, Meşâhir, s. 186.

[617] Bkz. İbnu Hibbân, K.el-Mecrûhfn, 1,130.

[618] Aynı yer.

[619] Bkz. İbnu 'Arrâk, Tenzih, İl, 131; krş. Eî-Zehebf, Mîzân, I, 228.

[620] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 128-129.

[621] Bu tesbiti yapan es-Süyütfdir (bkz.el-Leâl, 61; krş. Muhammed el-Kettânf, er-Rahmetü'l-Mürsele, s.12).

[622] Bkz. İbnu Hibbân, aynı eser, I, 224-225.

[623] Bkz. jbnu'l-Cevzf, el-Mevzû'ât, II, 237.

[624] Aynı yer.

[625] Aynı eser, I, 90.

[626] Bkz. İbnu 'Arrâk- Tenzih, II, 190-191.

[627] Bkz. Aynı eser, II, 190.

[628] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 130-131.

[629] Bu durumdaki raviler münasebetiyle ibnu Hacer'in müellifimize yönelttiği tenkitler İçin bkz. Tehzib 1,304; Usânö'l-Mfzân, II, 439-10; İli, 159;VI, 18 228; El-Kavlü'l-Müsedded, s.38-39. İbnu Hibbân'ın elindeki nüshada eksik olan Önemli bir kelimeden (hayyen) Ötürü, Buharfnîn görüşünü ters anla­yarak onun ricalinden olan Bişr b. Şu'ayb'J tazff ettiğine dair tenkit için de bkz. Hedyü's-sârî, s.393. K.el-Mecrûhfn'in elimizdeki nüshasında bu İsim geçmemektedir.

[630] Bkz. Ez-Zehebı, Er-Ruvâtü's-Sikât, s.7.

[631] Bkz. İbnu Hibbân, K. el-Mecrûhih, 1,133.

[632] Bkz. İbnu Hibbân, K.es-Sikât, IV, 201 a-b.

[633] Bkz. aynı eser, I, 66 b.

[634] Ez-Zehebf, Mfzân, II, 316 ve III, 581; bu muhaddlslerln tercemeleri İçin bkz. İbnu Hibbân, aynı eser, IV, 17 a ve 1,301 a.

[635] Bkz.Es-Süyûtı, ei-Leâl, II, 7.

[636] Bkz. İbnu Hacer, Usan, I, 380.

[637] Bkz. İbnu Hibbân, K.es-Sikât, 1,66 b.

[638] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 131-134.

[639] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 135-137.

[640] Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez, İbnu Hibban Ve Cerh Tadil Metodu, Umran Yayınevi: 139-142.