İslam’da Zekatın Yeri Ve Önemi
Zekat Önemiyle İlgili Hadisler
Hadislerin Işığında Müctehidlerin Tesbit Ve İhticacları
Diğer Rivayetler Ve Tahliller:
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İhticac Ve İctihadları
Köle, At Ve Eşeğin Zekatı Verilir Mi?
Konu Hakkında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları
Hadislerin Işığında Müctehidlerin İctihad Ve İhticacları
Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstinbat Ve İhticacları
Bal Ürününden Zekat Gerekir Mi?
Konuyla İlgili Hadis Ve Rivayetler
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların
İctihadları
Konuyla İlgili Hadis Ve Rivayetler
Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları
Tahakkuk Eden Zekati Vermekte Acele Etmek
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları
Zekatı Başka Yere Göndermeyip Belde Fakirlerine Vermek
Rivayetlerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları
Zekat Toplamakla Görevlendirilenler
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları
Kölelik Kaydı Altında Olanlara
Zekat Verilir Mi?
Konuyla İlgili Hadis Ve Rivayetler
Borçlu Olup Ödeme İmkanı Olmayana Zekat Vermek
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İctihad Ve İhticacları
Zekatı Allah Yolunda Ve Yolda Kalmışlar Harcamak
Konuyla İlgili Hadisler, Rivayetler
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların Görüş Ve Tesbitleri
Haşim Oğullarının Zekat Alması Haramdır
Konuyla İlgili Hadis Ve Rivayetler
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların
İhticacları
Zengin Verdiği Zekati Satın Alabilir Mi?
Kadının Kendi Kocasına Ve Evindeki Yetimlere Zekat Ve Sadaka Vermesi
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları
Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İhticac Ve İstidlalleri
Zekat, İslamın beş
şartından biridir. Farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur. O
bakımdan inkarı küfür, terki büyük günahtır.
Zekat'ın hicri ikinci
yılda veya Ramazan Orucu'nun farziye-tinden sonra farz kılındığı
belirtilmektedir. "İkinci yılında farz kılınmıştır" diyenler ise,
çoğunluktadır.
Zekat, Arapça bir
kelime olup mali ibadetin ismidir. Kök mana olarak "artma ve çoğalma"
demektir. Aynı zamanda temizlik, arınma, artma, salah-i hal gibi manalara da
delalet ettiği bilinmektedir.
Terim olarak,
belirlenmiş nisaba erişen para, ticaret malı, ürün, altın ve gümüş, aynı
zamanda davar gibi maddelerden belirli bir nisbeti çıkartıp müstahik olanlara
verilen sadakadır... Yerden çıkan ürünler ve bir de sene başında nisaba ermiş
mal ve paraya sene ortalarında ilave edilen, katılan mal ve paralar dışında
diğerlerinin sahiplerinin nezdinde üzerinden kameri bir yılın geçmesi şarttır.
Yerden çıkan ürünlerin senesinin dolması beklenilmeden harmanda iken çıkarılıp
verilir. Bunun gibi, sene başında nisaba ermiş para ve ticari mala sene
ortasında veya sonuna doğru katılan para ve ticari malların da senesinin
dolması beklenmez, senesi dolan nisaba tabi olup hepsinin senesi dolmuş kabul
edilerek zekatı çıkarılıp verilir.
Zekatın ferdi, ailevi,
ictimai birtakım faydaları söz konusudur:
Önce zekat, ferdi
yardıma alıştıran, maddeyi amaç olmaktan uzak tutan araç olarak belirleyen;
ruhu arındıran, vicdanı huzura kavuşturan, kişinin saygınlığını ve
güvenirliğini artıran, yalnız kendisi için değil, aynı zamanda ailesi, çevresi
ve toplum için çalıştığını öğreten mali bir ibadettir.
Aile fertlerini
yardıma, yardımlaşmaya, dayanışmaya alıştıran, komşular arasında sevgi ve saygı
bağlarını oluşturan, zayıf unsurları takviye edip muhtaç durumdan kurtarmaya
yönelik hikmeti taşımaktadır.
Toplum yapısında
zenginle fakir arasındaki mesafeyi kısaltan, boşluğu kapatan; sosyal adaletin
sağlanmasında nazım rol oynayan ilahi emirlerden biridir. O bakımdan zekatla
vergiyi birbirine karıştırmamak ve bunları eş anlamlı kelime
veya terim sanmamak gerekir. Vergi, devletin mükelleflerden alıp ülke düzenini
ve refahını sağlamaya yönelik bir anlam taşır, bunun nisbetini artırmak veya
eksiltmek devletin iradesine bağlıdır. Zekat ise, toplumu kaynaştırıp
kötülükleri önlemeye; iç huzur ve dayanışmayı sağlamaya, sosyal adaleti
kurmaya, kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmeye, sınıf farkını kaldırmaya yönelik
bir hikmeti yansıtır.
Aynı zamanda zekatın
verilecek nisbeti tahdid edilmiştir.
O bakımdan Kitap ve
Sünnet'te bu mali ibadet üzerinde yeterince durulmuş ve gereken her türlü
açıklama yapılmış; tahrik ve teşviklerde bulunulmuş; vermeyenler için ebedi
azab ile tehditler yapılmıştır.
Böylece
zekat ve sadaka, mal ve servetin amaç değil araç olduğunu vurgulamakta ve
kişisel çıkarın ön plana alınma hevesini kırmakta, ferdin toplumdan kopmaz bir
parça olduğunu kalp ve kafalara işlemektedir.
İbn Abbâs (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz Muaz'ı Yemen'e gönderdiğinde ona şöyle (talimatta bulunarak) buyurdu
ki:
"Şüphesiz sen,
kitap ehlinden bir kavme gidiyorsun. Onları önce Allah’tan başka ilah
olmadığına ve benim de Rasulüllah bulunduğuma şehadette bulunmaya çağır. Eğer
bu hususta sana itaat ederlerse, bu defa onlara, Allah'ın üzerlerine her gün ve
gecede beş vakit namaz farz kıldığını bildir. Bu hususta sana itaat ederlerse,
Cenab-ı Hakk'ın, zenginlerinden alınıp fakirlerine çevrilecek (verilecek)
sadakayı, (yani zekatı) farz kıldığını bildir. Bu hususta da sana itaat
ederlerse, artık onların nefis (çok kıymetli) mallarından sakın ve zulme
uğrayanın bedduasından kork. Çünkü onun bedduasıyla Allah arasında (engel)
hiçbir hicap yoktur."[1]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz vefat edince, Ebu Bekir (r.a.) (Onun yerine geçip) halife
oldu. Araplardan ise inkara sapanlar sapmaya başladı. Ebu Bekir (r.a.) onları
tenkil etmeyi, gerekirse kılıç kullanmayı kararlaştırdı. Bunun üzerine Hz. Ömer
(r.a.) ona:
"Sen nasıl olur
da şu insanlarla savaşırsın? Oysa Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İnsanlarla,
La ilahe illallah demelerine kadar savaşmakla emrolundum. Artık kim bu sözü
söylerse, canını ve malını benden korumuş olur; ancak (İslam hukukuna göre,
öldürülmesi gereken) haklı bir sebep müstesna. Hesabı ise Allah'a aittir."
Bunun üzerine Ebu
Bekir (r.a.) şöyle cevap verdi:
"Allah'a yemin
ederim ki, namaz ile zekat arasını ayıran kimselerle savaşacağım. Çünkü zekat,
maldan verilen bir haktır. Yine Allah'a yemin ederim ki, eğer onlar
Rasulüllah'a (s.a.v.) verdikleri bir oğlağı benden men'edip vermezlerse onlarla
savaşırım."
Hz. Ömer (r.a.) diyor
ki:
"Allah'a and
olsun ki, bu ancak Allah'ın Ebu Bekir'in göğsünü (kalbini haklı bir) savaşa
açması idi ve ben anladım ki Ebu Bekir haklıdır, hak üzeredir..."[2]
a)
Hanefîlere göre: "Zekat" kavramı, biri farz, diğeri vacip olmak üzere
iki kısma ayrılır. Farz olanı, nisaba eren malın zekatıdır; vacip olanı,
sadaka-î fıtr'dır.
Nisaba eren malın
-ister ticaret malı olsun, ister nakit olsun- zekatını senesi dolunca hemen
vermek gerekir. Sene geçtiği halde vermeyen kimse günah işlemiş sayılır. Bu,
İmam Kerhi'nin görüş ve ictihadıdır. İmam Muhammed de aynı görüştedir. Hatta bu
imama göre, zekat vermeyenin şahitliği kabul olunmaz. Aynı zamanda
geciktirilmesi caiz değildir. Nitekim İmam Şafii'nin de mezhebinin zahirine
göre de hüküm böyledir.
Ebu Bekir el-Cessas'a
göre: Bir malın senesi dolunca zekatı farz olmakla beraber hemen verilmesi
gerekli değildir; bir süre geciktirdikten sonra verilebilir.
el-Cessas'ın delili
ise şöyledir: Mal, üzerinden kameri yıl geçmeden önce helak olur, elden
çıkarsa, kişi onun zekatını vermekle yükümlü tutulmaz. Eğer zekat fevri (yani
hemen verilmesi gerekli) olsaydı, o malın da zekatını vermek gerekirdi. Böylece
ancak senesi dolan malın zekatı farz olur ve kişi ömrünün sonuna kadar bunu
ödemekle yükümlü tutulur.
İmam Maturidi'ye göre:
Zekatı mümkün olduğu vaktin hemen evvelinde vermek vaciptir.[3]
Nitekim ileride bu konuya geniş yer verilecektir.
Zekatın vücubunun
şartları, yani bir kimsenin zekat vermesinin vacip (farz) olabilmesi için
şartların gerçekleşmesi söz konusudur: Akıl, buluğ (ergenlik), hürriyet,
nisaba malik olmak, üzerinden kameri bir yılın geçmesi, borçtan fariğ olması,
asli ihtiyaç dışında kalması ve takdiren bile olsa nami (üreyip artma)
durumunda bulunması ve tam mülk olması...[4]
b) Şafiilere
göre: Zekat vermenin bir kimseye farz olabilmesi için, İslam, hürriyet, nisap
ve yılın dolması, yani üzerinden bir yılın geçmesi şarttır. O bakımdan zengin
olan çocuğun ve delinin de malından zekat çıkartıp vermek vaciptir.[5]
Aynı zamanda süresi
dolunca hemen verilmesi gerekir. Aksi halde mal sahibi günahkar olur.
c)
Hanbelilere göre: Diğer mezheplerde olduğu gibi, zekatın farziyeti kitap,
sünnet ve icma' ile sübut bulmuştur. Farziyetini inkar eden müslüman murted
olur ve hakkında murted hükmü icra edilir. Terkeden kimse günahkar olur; aynı
zamanda İslam Devleti yetkisini kullanarak ondan zekatını alıp gereken yerlere
dağıtır.
Zekat ancak şu beş
şartın gerçekleşmesiyle farz olur: İslam, hürriyet, nisaba malik olmak, mülkün
tamam olması, üzerinden bir yılın geçmesi.[6]
Böylece bu mezhebe
göre de zengin olan çocuğun ve akli dengesi bozuk olanın malından zekatı
çıkartıp vermek vaciptir.
d)
Malikilere göre: Bu mezhep imamları da Şafii ve Hanbelilerle aynı görüş ve
ictihaddadırlar.[7]
150 nolu İbn Abbas
hadisi sahihtir. Rasulüllah'ın (s.a.v.) Hz. Muaz'a olan bu talimatının, Tebuk
Seferinden dönüşünde gerçekleştiği söylenmektedir. Böylece hicri dokuzuncu yıla
tesadüf ettiğini söyleyebiliriz. Nitekim aynı hususu Vakıdi de Ka'b b. Malik
(r.a.) den yapılan rivayetle tesbit edip belirlemiştir.
Rasulüllah'ın (s.a.v.)
talimatında önce iki şehadet üzerinde durulmuştur. Çünkü bu ikisi dinin aslı ve
temelidir. Onlarsız hiçbir ibadet sahih olmaz. Böylece kafirlerin füruatla
muhatab tutulmayacaklarına delil var. Öyle ki, iki şehadeti getirip itaat
ettikleri takdirde namaz ve sonra da zekatla mükellef ve muhatab tutulacakları
söz konusudur.
Beş vakit namaza davet
edilmeleri emredilirken, bundan "vitir namazı"nm farz olmadığı ortaya
çıkıyor.
Hadisin son bölümünden
ise, İslam Hükümdarının yetkili organı vasıtasıyla zekatı alıp fakirlere
dağıtma yetkisinin bulunduğu anlaşılıyor. Ancak hükümdarın devlet yetkisini
kullanarak zenginin en nefis malını alıp dağıtmasının uygun olmayacağı da
tenbih mahiyetinde beyan buyurulmuştur.
Sonuç olarak, İbn
Abbas hadisi sahih ve ihticaca salihtir.
151 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir ve ihticaca salih görülmüştür.
Rasulüllah'ın (s.a.v.)
vefatından sonra dinden çıkanlar üç grupta toplanır:
1- Hz.
Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini red ve inkar edip peygamberlik iddiasında
bulunan Müseyleme ve Esved el-Anesi'yi peygamber kabul edenler.
2- Dini
hükümlerin çoğunu, mesela namaz, zekat ve diğer umuru red ve inkar edip
yeryüzünde ancak şu üç mescidde Allah'a secde edilebileceğini iddia edenler:
a) Mescid-i
Mekke,
b) Mescid-i Medine,
c) Mescid-i
Abdilkays.
3- Namazla
zekat arasını ayırıp "Biz namaz kılarız, ama zekat vermeyiz. Bugüne kadar
Hz. Muhammed'in (s.a.v.) şahsiyetinden dolayı zekat veriyorduk; bundan böyle
vermemize gerek görmüyoruz" diyenler.
Ebu Bekir Sıddik
(r.a.) ilk iş olarak iki yalancı ve sahtekar olup
peygamberlik iddiasında bulunan ve halkı ifsad edip kargaşalık çıkartan
Müseyleme ile Esved el-Anesi'yi tenkil ve yok etmek üzere asker gönderdi.
Allah'ın izniyle kısa zamanda bunlar imha edilerek büyük bir fitne ateşi
söndürüldü.
İkinci grup üzerine de
ordu gönderip tevbe edenleri bağışladı, etmeyenleri kılıçtan geçirmek suretiyle
bastırdı.
Üçüncü grubu da ihmal
etmedi ve hadiste ifadesini bulduğu gibi, onları da tenkil edip İslamın
farzlarını yerine getirmeleri için asker gönderdi ve kısa zamanda çoğunu İslam
çizgisine getirmeyi başardı.
Bütün bu olaylar zekatın
önemini, İslam nazarında işgal ettiği yeri göstermektedir.
Zira farzların hepsi
iki şehadet kelimesiyle içiçedir. Bunları birbirinden ayırmak, dinin
bütünlüğünü zedelemek olur. Allah'a ve Peygamber'e dosdoğru iman, imanın diğer
şartlarını kapsadığı gibi, İslami ahkamın, farz ve vaciplerinin hepsini de
kapsayıp içine almaktadır. O bakımdan Ebu Bekir Sıddik (r.a.), Rasulüllah'ın
(s.a.v.) "Ümirtu en ukatile'n-nas..." hadisini böyle açıklamış
ve uygulamıştır. Nitekim başta Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere ashabın tamamı onun
bu açıklama ve uygulamasını tasvip edip desteklemişler ve böylece hadisin
delalet ettiği hüküm üzerinde ashabın icmaı oluşmuştur. Artık o hadisi başka
türlü bir yoruma tabi tutmak, icmaa ters düşer.
Bu babda zekatı kabul
etmeyip vermeyenlerle savaşılması hakkında sahih rivayetler vardır. Abdullah b.
Ömer (r.a.), Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu belirtmiştir:
"İnsanlar Allah'tan
başka ilah olmadığına şehadet edinceye; bana ve getirdiğim şeylere (dini
ahkama) inanıncaya kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Böyle yaparlarsa, artık
kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar; ancak haklı bir sebeple
(mallarının alınması ve öldürülmeleri) bu genellemenin dışında kalır. Hesapları
ise Allah'a aittir."
Buhari, Müslim ve
Nesai'nin rivayet ettiği bu hadis de sahih rivayetlerden biridir ve ihticaca
salihtir.
1- Küfür
diyarına tebliğ ve irşad için giden mü’minlerin önce onları Allah'ın varlığına
ve birliğine ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Allah'ın son peygamberi olduğuna davet
etmeleri vaciptir.
2- Bu iki
şehadeti getirip inandıkları takdirde, önce onlara beş vakit namaz kılmaları
emredilir ve bunun faydaları anlatılır.
3- Bunu
kabul ettikleri takdirde, zekat vermeleri emredilir. Böylece kademeli bir irşad
ve tebliğ sürdürülür.
4- Allah'a
ve peygamberine iman edip müslüman olduktan sonra zekat vermeyenlerden İslam
hükümdarı zorla zekatı alıp fakirlere dağıtır. Bu, vaciptir.
5- Zekatını
gönül hoşnutluğu ve rahatlığıyla veren kimseler ise bu hususta kendi hallerine
terkedilebilir.
6- Zekat
konusunda zenginlerin en nefis ve lüks malı alınıp dağıtılmaz. Zira böyle bir
uygulama nefret doğurabilir; aynı zamanda zekatın hikmetine ters düşer.
7- Zekatın
farziyeti kitap, sünnet ve icma' ile sübut bulmuştur. O bakımdan terki büyük
günah, inkarı küfürdür ve inkar edenler hakkında İslam hükümdarı murted
ahkamını uygular.
Zekata tabi olan binek
hayvanları ile eti yenen davarlara Arapça'da "Mevaşi" denir.
"Binek hayvanları" denilince, at, katır, deve, eşek ve beygir akla
gelir. Ancak bunlardan daha çok at ve devenin zekatı söz konusudur. Katır ve
eşeğin zekatı verilmez. Katır hem üreme fonksiyonu yoktur, hem de yük taşımakda
kullanılır. Eşek her ne kadar üreme fonksiyonuna sahipse de daha çok yük taşıdığı
ve fazla üretilmediği için zekat kapsamına alınmamıştır.
Deve ile at zekat
kapsamına alınmıştır. Ancak bu iki binek hayvanından zekat verebilmek için
birtakım kıstas ve şartların gerçekleşmesi gerekir. İleride bu konuya yer
verileceğinden burada üzerinde durmaya lüzum görmüyoruz.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Ebu Bekir (r.a.) onlara bu konuda şöyle yazmıştır:
"Şüphesiz bu,
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin müslümanlara farz kıldığı sadaka (zekat) ile
ilgili farzlardır ki, Allah ve Rasulü bununla emretmiştir. Artık müslümanlardan
kimden bu sadaka (zekat) belirlenen ölçüde istenilirse onu versin; kimden de
belirlenen ölçünün üstünde istenirse, (mesela) yirmi beş deveden az devesi
olandan (zekat olarak bir deve istenirse) vermesin. Beşten ona kadar devede bir
koyun zekat verilir. Develer yirmi beş olunca, ta otuzbeşe kadar bir tane bir
yaşını bitirip ikinci yaşına giren dişi deve verilir. Eğer bu yaşta dişi deve
bulunmazsa, o takdirde üç yaşına ayak basmış bir erkek deve verilir. Develer
otuzaltı olursa, kırkbeşe kadar zekat olarak üç yaşına ayak basmış bir dişi
deve verilir. Kırk altıya ulaşırsa, altmışa kadar ondan dört yaşına girmiş bir
dişi deve verilir. Develer altmışbire ulaşırsa, yetmiş beşe kadar ondan bir
tane beş yaşına girmiş bir dişi deve verilir. Develer yetmişaltıya ulaşınca
doksana varıncaya kadar ondan iki yaşına ayak basmış iki tane dişi deve
verilir. Doksan bire ulaşırsa, yüzyirmiye kadar ondan iki tane dört yaşına
girmiş ve iyice gelişmiş dişi deve verilir. Develer yüzyirmiyi aşınca, o zaman
her kırk deveden bir tane üç yaşına ayak basmış dişi deve verilir. Her, elli
deveden dört yaşına girmiş bir dişi deve verilir.
Zekat farzında zekat
olarak verilecek develerin yaşları (mevcut sayısına) uygun düşmezse, artık kimin yanında beş yaşına girmiş bir dişi deve bulunmazsa, yanında dört
yaşına girmiş dişi deve bulursa, şüphesiz o kendisinden kabul edilir, ancak
kendisi için kolayına gelip mümkün olursa bir de iki koyun verir veya yirmi
dirhem verir. Kimin de yanında dört yaşına girmiş bir dişi deveyi gerektiren
nisbette deve bulunur, ancak dört yaşındaki deve temin edemezse, beş yaşına
girmiş bir dişi devesi olursa, onu verir ve o ondan kabul edilir; ancak zekatı
alan kimse ona ya iki koyun, ya da yirmi dirhem verir. Kimin de yanında, dört
yaşına girmiş bir dişi deveyi zekat verecek nisbette deve bulunur da, dört
yaşına girmiş deve bulamaz, sadece üç yaşına girmiş bir dişi deve bulunursa, bu
ondan kabul edilir ve onunla birlikte -kolayına gelirse- iki koyun veya yirmi
dirhem daha verir. Kimin yanında üç yaşına girmiş bir dişi deveyi zekat olarak
gerektirecek sayıda deve bulunur, ancak üç yaşında değil dört yaşına girmiş
dişi deve bulunursa, o kendisinden kabul edilir ve zekatı alan kimse ya ona
yirmi dirhem, ya da iki koyun verir. Kimin yanında üç yaşına girmiş bir dişi
deveyi zekat gerektirecek sayıda deve bulunur, ama üç yaşına girmiş dişi devesi
olmaz da iki yaşına ayak basmış bir dişi deve bulunursa, o kendisinden kabul
edilir ve ancak onunla birlikte -kolayına gelirse- iki koyun veya yirmi dirhem
verir. Kimin yanında üç yaşına girmiş dişi deveyi zekat olarak verecek sayıda
deve bulunur, ama üç yaşına girmiş dişi devesi olmaz da sadece üç yaşına girmiş
erkek deve bulunursa, bu ondan kabul edilir ve bununla birlikte başka bir şey
vermez. Kimin de yanında sadece dört devesi bulunursa, onlarda zekat olarak
birşey yoktur; meğer ki onların sahibi kendi arzusuyla bir şey vermek
istesin...
Yılın çoğunu otlakta
otlayıp karnını doyuran koyunların sayısı kırk olursa, yüz yirmiye kadar ondan
zekat olarak bir koyun çıkarılıp verilir. Yüzyirmiyi aşarsa, ta ikiyüze kadar
iki koyun zekat olarak verilir. İkiyüz biri bulursa, ta üçyüze kadar üç koyun
çıkartıp zekat olarak verir. Üçyüzü aşınca artık her yüz koyuna karşılık bir
koyun hesap edilerek verilir. Zekat olarak çok yaşlısı, gözünü kaybetmişi,
erkek keçi alınmaz; ancak zekatı alan kimse böyle arzu ederse mesele yok...
Ayrı ayrı zekata giren
baş hayvanları olan iki kimse, zekat nisbetini düşürmek için hayvanlarını birleştiremezler.
(Mesela her birinin kırk koyunu bulunan üç kişi bunları biraraya getirmek
suretiyle bir koyun zekat veremezler.) Bunun gibi davarlarda ortak olanlardan
her biri zekat için kendi hissesini ayırıp ona göre zekat takdir edemez.
(Mesela iki kişinin ortak olarak ikiyüzbir koyunu bulunuyor ki bunlara karşılık
üç koyun zekat vermeleri gerekir. Hisselerini ayırdıkları takdirde her birinin
bir koyun vermesi gerekir.)
İki ortağa ait olan
hayvanların zekatında, ikisi arasında eşit olarak bir düzenleme yapılır.
(Mesela her ortağın yirmi koyunu bulunuyor. Böylece iki ortağa ait kırk koyunda
bir koyun zekat olarak verilir. Kalan 39 koyundan yirmisi birine bırakılınca,
o zekat olarak verilen koyunun değerinin yarısını nakit olarak, kendisine 19
koyun kalan ortağına öder.)
Adamın sadece yılın
çoğunu otlakta otlayarak karnını doyuran 39 koyunu bulunursa, zekat olarak
onda bir şey yoktur; ancak mal sahibi arzu ederse bir şey verebilir.
Halis gümüşte ise
(ikiyüz dirhem nisbetinde olursa) kırkta bir olarak hesaplanıp zekatı verilir.
Ancak yanında yüzdoksan dirhem bulunursa, onun zekatı yoktur. Meğer ki mal
sahibi bir şey vermeyi arzu etsin."[8]
Muaz b. Cebel (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz beni Yemen'e gönderdi ve her otuz sığırdan bir yaşını
doldurmuş bir erkek veya dişi buzağı; her kırk sığırdan iki yaşını doldurmuş
bir inek ve (İslama girmeyen) her ergen (vatandaş) dan bir dinar veya o
nisbette Meafîr kumaşı alırsın, diye emretti."[9]
Yahya b. Hakem'den yapılan
rivayette, Muaz b. Cebel'in (r.a.) şöyle dediğini haber vermiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, Yemenlilerden zekat almam üzere beni gönderdi. Her otuz
sığırdan bir yaşını doldurmuş bir buzağı ve her kırk sığırdan iki yaşını
doldurmuş bir inek almamı emretti. Yemenliler kırkla elli sığır; altmışla
yetmiş; seksenle doksan arasındaki sığırdan da zekat almamı teklif ettiler.
Ben (o nisbeti almadım) ve Medine'ye döndüğümde durumu Peygamber (s.a.v.)
Efendimize bildirdim. Efendimiz sözünü ettiğim iki sayı arasındaki nisbetten
bir şey almamamı emretti." Böylece Muaz iki farz arasındaki nisbette
zekat olmadığını zu'metti."[10]
a)
Hanefilere göre: Yılın çoğunu atlayarak geçiren beşden az sayıdaki devede zekat
farz değildir. Çünkü devenin zekat nisabı beştir. Böylece yılın çoğunu
otlayarak geçiren beş devede bir koyun zekat verilir. Bu dokuza kadar böyledir.
Çünkü bir koyun bir devenin kırkta birine tekabül etmektedir. On devede iki
koyun verilir ve bu ondörde kadar böyle devam eder. Develer onbeş olunca,
ondokuza kadar üç koyun verilir; Develer yirmi olunca, yirmi dörde kadar dört
koyun verilir. Develer yirmibeş olunca, otuz beş deveye kadar iki yaşında bir
dişi deve verilir. Otuzaltıdan kırkbeşe kadar bir tane üç yaşında dişi deve
verilir. Kırkaltıdan altmışa kadar dört yaşında bir dişi deve verilir.
Altmışbirden yetmişbeşe kadar beş yaşında bir dişi deve verilir. Yetmiş altıdan
doksana kadar iki tane üç yaşında dişi deve verilir...
Koyun ve keçiden en az
kırk tane olursa zekat gerekir. O bakımdan kırk koyundan bir koyun verilir ve
bu nisbet yüzyirmiye kadar böyledir. Yüzyirmibir olunca, ikiyüze kadar iki
koyun verilir. İkiyüzbirden dörtyüze kadar üç koyun ve dörtyüz olunca dört
koyun verilir. Sonra her yüz koyuna karşılık bir koyun hesap edilerek verilir.
Bu hususta koyun ve
keçi müsavidir, yani aynı nisab ve nisbete dahildirler.
Sığırda ise, yine
senenin çoğunu otlayarak geçiriyorsa, nisap otuzdur. Böylece sığırlar otuz tane
olunca, bir yaşını bitirmiş bir buzağı zekat verilir. Bu otuzdokuza kadar
böyledir. Kırk olunca altmışa kadar iki yaşını tamamlamış bir inek verilir.
Altmış olunca, bir yaşını tamamlamış iki tane buzağı verilir.[11]
b) Şafîilere
göre: Ganem olarak sadece deve, sığır, koyun ve keçi zekata tabidir. Atta ve
koyunla geyiğin çiftleşmesinden doğan hayvanda zekat yoktur. Devede ancak beş
tane olunca bir koyun zekat verilir. On devede iki koyun, onbeş devede üç
koyun, yirmi devede beş koyun, yirmi beş devede bir yaşını doldurmuş bir dişi
deve; otuzaltı devede iki yaşında bir dişi deve; kırkaltıda üç yaşında bir dişi
deve; altmış bir devede dört yaşında bir dişi deve; yetmiş altıda iki tane iki
yaşında dişi deve; doksan birde iki tane üç yaşında dişi deve; yüzyirmibirde üç
tane iki yaşında dişi deve verilir. Sonra da her kırk devede bir tane iki
yaşında dişi deve ve her elli tanede üç yaşında bir dişi deve verilir.
Belirlenen yaşta deve
bulunmazsa, ondan bir yukarı veya aşağı yaşta olan verilir ve arta kalan veya
eksik olan nisbet para olarak karşılanır. Tıpkı Ebu Bekir (r.a.) ın tesbitinde
belirtildiği gibi...
Nisaba eren koyun veya
keçiden zekat çıkartılıp verilir. Koyun türünden keçi veya keçi türünden koyun
çıkartılıp verilirse bu caiz olur. Ancak kıymeti göz önüne alınarak noksan kalan
tarafı parayla karşılanır.
Koyun keçi karışık bir
vaziyette olup nisaba ererse, hangisi daha çoksa, zekat o türden çıkartılıp
verilir.
Sığır ancak otuz tane
olursa nisaba erişir ve zekatı gerekir. Otuz sığırda bir yaşında bir sığır
(inek) verilir. Sonra her otuzda bir tane bir yaşında sığır (inek); her kırk
tanede iki yaşında bir inek verilir.[12]
Koyunların da nisabı,
Hanefilerde olduğu gibidir.
c)
Hanbelilere göre: Bu mezhep imamları, yukarıda naklettiğimiz hadislerle
istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır. Farklı bir tesbit ve ictihadları söz
konusu değildir.[13]
d) Malikiler
de bu konuda daha çok Şafiilerle aynı görüştedirler. Çıkarılan zekatın erkek
veya dişi olması hususunda az farklı değişik tesbit ve görüşleri vardır.[14]
774 nolu Enes hadisini
aynı zamanda İmam Şafii, Beyhaki ve Hakim tahric etmişlerdir. İbn Hazm ise bu
hadis hakkında şöyle demiştir:
"Bu kitap
(mektup) son derece sahihtir ki Hz. Ebu Bekir Sıddik (r.a.) onunla amel etmiş
ve hazır olan ilim adamlarından hiç kimse ona muhalefet etmemiştir."[15] Aynı
zamanda İbn Hibban bu rivayeti
sahihlemiştir. O bakımdan hadis istidlal ve ihticaca salihtir. Nitekim
müctehidlerin hemen hepsi bunu dikkate alarak hüküm çıkarmıştır.
775 nolu Muaz hadisini
aynı zamanda İbn Hibban tahric etmiş ve sahihlemiştir. Darekutni de öyle... İbn
Abdilber, et-Temhid'de bu hadisin isnadının muttasıl ve sahih olduğunu belirtmiştir.
İbn Hacer ise
et-Telhis'de, Bezzar ve Darekutni'nin İbn Abbas (r.a.) tarikıyla şu lafızla
olayı nakletmiş tir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Muaz'ı Yemen'e gönderdiğinde, her otuz sığırdan bir yaşında
bir dişi veya erkek sığır zekat olarak almasını veya üç yaşma girmiş bir dişi
sığır veya erkek sığır almasını emretti."
Ancak bu hadisin zayıf
olduğu tesbit edilmiştir.
776 nolu Muaz hadisini
aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiştir. Ancak isnadında Hasan b. Ammare
bulunuyor ki bu zat zayıftır.[16]
Ahmed b. Hanbel onun metruk olduğunu belirtirken İbn Main onun hadisinin bir
şey olmadığına dikkat çekmiştir. Diğer bir cemaat de onun metrukü’l-hadis
olduğunu söylemiştir ki, Ebu Hatim, Müslim ve Darekutni onlardan bir kısmıdır.[17]
Konuyla ilgili diğer
hadislerle daha detaylı bilgi verilmekte ve zekatın İslamdaki yeri ve önemi
üzerinde durulmaktadır:
"Sıîr"
denilen bir adamdan, o da Rasulüllah'ın (s.a.v.) iki zekat tahsildarından
rivayetle, o iki zat şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz karnında yavrusu olan hayvanı zekat olarak almamızı
yasakladı."
Süveyd b. Gafele
anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizin zekat tahsildarı bize geldi ve onun şöyle dediğini
işittim:
"Bize verilen
emirde ve alınan sözde, süt emen hayvanı zekat olarak almamamız; şirket
anlamında bir araya getirilen davarları ortaklar adına ayırmamamız ve her
ortağa ait davar belirlenip ayrılmışsa, onları biraraya getirmememiz söz
konusudur." Nitekim o tahsildara büyük hörgüçlü gösterişli bir deve
getirildiğinde almadı."[18]
Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz bu konuda ayrıca şöyle buyurmuştur:
"Üç şey
var ki, kim onları işlerse,
imanın tadını (gerçekten) almış olur:
1-
Kim yalnız Allah'a ibadet eder, ki O'ndan başka ilah yoktur.
2-
Gönül hoşluğuyla malının zekatını verir, her yıl belirlenmiş şekilde bu farzı
yerine getirir,
3-
Malın zekatını verirken yaşlanmışını, uyuzunu, hastasını, küçücük sıska kısır
olanını vermez.
Ama siz malınızın
vasatından (orta hallisinden) çıkartıp veriniz. Çünkü Allah onun hayrını sizden
istememekte ve şerrini emretmemektedir."[19]
Ubey b. Kab (r.a.)
diyor ki:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz beni zekat tahsildarı olarak gönderdi. Bir adama uğradım, malında
(zekat olarak) ancak iki yaşında bir dişi deve bulabildim. Ona, bu deveyi zekat
olarak vermesini söyledim. O da bana:
"Bunun ne sütü
var, ne de sırtı. Ben Allah'a, Onun rızasını tahsil için sütü ve sırtı olmayan
bir deveyi veremem; ama şu benim semiz bir devem var, onu al götür" dedi.
Ben de ona dedim ki:
"Emrolunmadığım
bir şey alacak değilim. İşte Rasulüllah (s.a.v.) sâna yakın bulunuyor. Birlikte
çıkıp o semiz deveyi de yanımıza alarak Rasulüllah'a (s.a.v.) gittik. Durumu
O'na arzettik. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
"O ilk deve senin
üzerine gereken zekat nisbetidir. Ama bununla sen nafile bir hayır yapmak
istiyorsan senden kabul ederiz ve ecrin de Allah'a aittir."
Adam, Peygamberin
(s.a.v.) bu beyanı üzerine:
"Ya Rasulallah!
Bu deveyi benden alıp kabul et" dedi. Rasulüllah (s.a.v.) o devenin kabul
edilmesini emretti ve adama bereketle dua etti."[20]
1- Deve,
sığır ve koyun ile keçinin zekat kapsamına girebilmesi için yılın çoğunu
otlakta geçirmeleri gerekir.
2- Yılın
çoğunu ağılda, çiftlikte yem ve ot vermek suretiyle geçiren davarlardan zekat
vermek gerekmez.
3- Deve,
sığır, koyun ve keçinin zekat nisabı kesin şekilde belirlenmiştir. Ona göre
hesaplanıp zekatları verilir.
4-
Müslümanlar tarafından işgal edilen gayr-i müslim bir ülkede yaşayan her ergen
gayr-i müslim vatandaştan yılda bir dinar cizye alınır.
5- Zekat
toplamak için tahsildar tutup görevlendirmekte bir sakınca yoktur.
6- İslam
Devleti, fakirlerin hakkını korumak için dilerse zekatı ayrı bir fonda
toplayıp öylece yerine ulaştırır. Bunun için tahsildar ve benzeri görevliler
ihdas edebilir.
7- Gebe olan
hayvanı zekat olarak almak men'edilmiştir. Çünkü bu, zekat verenin aleyhine
olur.
8- Henüz süt
emmekte olan kuzuların, buzağı ve oğlakların zekatı alınmaz. Bunun için
Rasulüllah (s.a.v.) zekata tabi hayvanların süt emme dönemini aşmasına dikkat
edilmesini tenbih buyurmuştur.
9- İki veya
daha fazla ortağın biraraya getirdikleri sürüden zekat alınırken, hepsi tek adamın
malıymış gibi hesaplanır. Bu, daha çok mal sahiplerinin lehine bir hükümdür.
10-
Ortaklardan her biri kendi hissesini ayırıp belirlemişse, artık onlardan her
birinden kendi nezdindeki davar sayısına göre zekat alınır; bu durumda
ortakların davarları birleştirilerek zekat nisbeti takdir edilmez.
11- Zekat
alınacak mal ve hayvanın vasat (orta) kalitede olmasına dikkat etmek
sünnettir.
12- Malın en
iyi ve en kalitelisini zekat olarak seçip almak sünnete aykırıdır.
13- Mal ve
davardan zekat verilirken yaşlı, uyuz, hasta, sakat ve benzerini seçip vermek
doğru değildir; böyle yapmak mekruhtur.
14- Malın en
kalitelisini ve en lüksünü zekat vermek isteyen kimse, bu hususta fazla olan
nisbeti tasadduk etmiş olur.
15- Görevli
tahsildar zekat olarak alacağı malın vasat kalitede olanına dikkat eder. Daha
üstün olanını isteme hakkına sahip değildir.
At ve eşek mülk
sayıldığı gibi, köle de efendisinin mülkü sayılır. Bu kurala bakılınca, sözü
edilen üç şeyden zekat vermek gerekir. Ancak dini hükümler bizim ferdi
mantığımıza göre değildir. Allah ve peygamberi nasıl buyurmuş, nasıl
belirlemişse öyledir ve ona göre uygulanır.
O bakımdan köleden
zekat verilmez. At ve benzeri binek hayvanından verilip verilmeyeceği ihtilaf
konusudur. Eşekten de zekat verilmeyeceğine dair ictihadlarda ittifak vardır.
Ancak ticari amaçla edinilenler bu hükmün dışındadır.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Müslümana,
kölesinden ve atından zekat çıkartıp vermek gerekli değildir."[21]
Ebu Davud'un yaptığı
rivayette, şu farklı sözler yer almaktadır:
"Atta, kölede zekat
yoktur, ancak (kölede) zekat-ı fıtr (fitre) vardır."
Müslim ve Ahmed ise şu
rivayeti nakletmişlerdir:
"Kölede zekat yoktur,
sadece sadaka-i fttr (fitre) vardır."
Ömer (r.a.) den
yapılan rivayette deniliyor ki:
"Şam halkı Hz.
Ömer'e (r.a.) gelerek dediler ki:
"Şüphesiz biz
hayli köle ve at edindik. Arzu ediyoruz ki bunlarda zekat ve malımızı temizleme
olsun." Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):
"İki sahibim
(yakın ve gönül dostum Rasulüllah ile Ebu Bekir) bu konuda ne yaptılarsa ben
de onu yapacağım" dedi ve Muhammed (s.a.v.) in ashabıyla bu konuyu
istişare ederek görüştü; Aralarında Hz. Ali (r.a.) da bulunuyordu. Hz. Ali söz
alıp şöyle dedi:
"Bunlardan zekat
vermek güzel şeydir; eğer senden sonra bunu (yanlış bir uygulamaya çevirip)
kesin bir cizye şeklinde kendilerinden alınmaya başlanmazsa."
Ebu Hüreyre'den
yapılan rivayete göre:
"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden
eşeklerde zekat olup olmadığından soruldu. Efendimiz şu cevabı verdi:
"Bu hususta
bana bir hüküm inmemiştir; ancak şu ayet inmiştir: "Kim zerre ağırlığınca
hayır işlerse onu (onun karşılığını) görür;
kim de zerre ağırlığınca şer işlerse, onu (onun karşılığını) görür."[22]
a)
Hanefîlere göre: Katır, beygir ve eşekte zekat yoktur. İsterse bunlar yılın
çoğunu otlaklarda otlamak suretiyle geçirmiş olsunlar. Çünkü bu türden maksat,
binek olarak kullanmak ve yük taşımaktır. Ancak bunlar ticari amaçla beslenir
ve üretilirse o takdirde ticari mal kapsamına girer ve zekatları gerekir.[23]
At ise ya alef (ahırda
yem vermek suretiy) le beslenir, ya da otlaklarda otlamak suretiyle beslenir.
Binmek, yük taşıtmak veya cihad için yem vermek suretiyle beslenirse onda zekat
yoktur, yani gerekmez. Çünkü o bu durumda bir ihtiyaç için beslenmektedir.
Zekata tabi mal ise, nami (artıp gelişen) maldır ve aynı zamanda ihtiyaçtan
fazla olması söz konusudur. Bunlar ticari amaçla yem verilip besleniyorsa,
bilicma' zekat gerekir.
Kırda, bayırda,
otlakta binmek, cihad ve savaş için besleniyorsa, onda zekat yoktur. Ticari
amaçla besleniyorsa, zekat gerekir. Üretmek amacıyla otlakta besleniyorsa ve
aynı zamanda erkek ve dişi karışık vaziyette ise, Ebu Hanife'ye göre onda zekat
vaciptir. Bu durumda o atların sahibi isterse her at başına bir dinar verir,
isterse kıymetini takdir edip her ikiyüz dirheme karşılık beş dirhem zekat
verir.[24]
Bu günkü para birimine
göre, atı kıymetlendirir ve kaç lira takdir ederse kırkta birini zekat olarak
verir.
İmam Ebu Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre, her hal-ü karda atta zekat yoktur.[25]
b) Şafîilere
göre: Maşiye denilen hayvanlarda zekatın gerekli olması için "neam"
olması, yani deve, sığır, koyun ve keçi olması şarttır. Bunlar dişi olsun,
erkek olsun nisaba erdikleri takdirde zekatları gerekir.
Bunların dışında kalan
yani "neam" olmayan at, katır, beygir ve eşek gibi evcil olan
hayvanların zekatı gerekmez.[26]
c)
Hanbelilere göre: Deve, sığır, koyun ve keçi dışında kalan hayvanlarda zekat
gerekli değildir. O bakımdan at ve eşeğin zekatı yoktur.[27]
d)
Malikilere göre de, deve, sığır, koyun ve keçi dışında kalan diğer hayvanlar
ticaret malı anlamında beslenmediği sürece zekata tabi değildir. Yani onlardan
zekat vermek gerekmez. Hatta dağ keçisi ve benzeri hayvanları ehlileştiren
kimseye de ehlileştirdiği hayvanların zekatını vermek gerekmez.[28]
787 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin ricalinin hepsi sahihtir ve sıka (güvenilir) dir.
Gerek bu hadis,
gerekse Ebu Davud'un isnad-ı hasenle Hz. Ali (r.a.) den rivayet ettiği "At
ve kölenin zekatını affettim" mealindeki
hadis, diğer üç mezhebin ictihadına dayanak sayılmakta ve İmam Ebu Hanife'nin
görüşüne muhalif bir hüküm taşımaktadır.
Ancak Ebu Hanife'nin
görüşünü kuvvetlendiren bir hadisi Darekutni, Beyhaki ve el-Hatib rivayet
etmiştir. Şöyle ki Rasulüllah (s.a.v.) buyuruyor ki:
"Her atta,
saime olursa, bir dinar veya on dirhem (zekat) gerekir."
Ne var ki, bu hadisle
ihticac doğru kabul edilmemiştir. Zira hem Beyhaki, hem de Darekutni bu hadisin
zayıf olduğunu belirtmiştir; sahih hadisle muaraza edecek güçte değildir. Aynı
zamanda Hz. Ömer'in bu konuda bir ikrarı söz konusudur. Şöyle ki:
"Ne Rasulüllah
(s.a.v.), ne de Ebu Bekir (r.a.) attan zekat almamıştır." Nitekim bu husus
ilgili hadis bölümünde belirtilmiş bulunuyor.
789 nolu Ebu Hüreyre
hadisi, birinci hadisi kuvvetlendirip tamamlamaktadır. Böylece bu hadisle
istidlal edenler, eşek türünde zekatın vacib olmadığını söylemişlerdir. Ancak
ticaret için olursa, müctehidlerin çoğuna göre, zekatı gerekir.
1- Zekat
kapsamına giren hayvanlar sadece deve, sığır, koyun ve keçidir. Bu, üç
mezhebin görüş ve tesbitidir. Ebu Hanifeye göre, bazı şartlarla atın zekatı
gerekir.
2- Kölenin
de zekatı vacip değildir. Sadece sadaka-i fıtri verilmesi gerekir.
3- At ve
benzeri hayvanlardan sadaka çıkartıp vermek hasendir, sevap kabul edilir.
4- Eşeğin de
zekatı yoktur. Ancak gerek at, katır ve beygir gerekse eşek ticari amaçla alınıp besleniyorsa, o takdird müctehidlerin çoğuna göre, zekatı
gerekir.
Altın ve gümüşün gerek
sosyal, gerek ticari, gerekse süs eşyası olarak hayatımızdaki yeri ve önemi
inkar edilemeyecek kadar büyüktür. Tarih boyunca bu iki kıymetli maden hep
yerini ve önemini korumuş ve birçok çağlarda para birimi olarak kullanılmıştır.
O bakımdan İslam dini,
bu iki madeni zekat kapsamına sokmuş ve fakirden yana sosyal adaleti sağlamaya
yönelik hükümler koymuştur.
Hz. Ali (r.a.) den yapılan
rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Ben sizin
için at ve kölenin sadakasını, yani zekatını affettim, (bunların zekatı
yoktur.) Ama sikke (damgalanmış basılı para) nin zekatını veriniz: Her kırk dirhemden
bir dirhem (hesaplayıp fakire veriniz). 190 dirhemde (fazla olarak bir nisbet)
yoktur; 200 dirhem olunca onda beş dir, hem zekat söz konusudur."[29]
Diğer bir rivayette
ise, şu lafızlar yer almaktadır:
"Ben sizin
için at ve köleden sadaka vermeyi affettim; (sikkenin) iki yüzden aşağı olan
nisbetinde zekat yoktur."[30]
Cabir (r.a.) den yapılan
rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Gümüşten beş
okiyyeden daha az nisbette sadaka (zekat) yoktur. Beş deveden aşağı sayıda
zekat yoktur. Hurmadan da beş veskden aşağı nisbette zekat yoktur."[31]
Ali b. Ebi Talib
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Senin ikiyüz
dirhemin bulunur ve üzerinden tam bir yıl geçerse, onda (zekat olarak) beş
dirhem vardır. Altında ise ancak yirmi
dinar olunca ondan zekat vermen gerekir. Böylece altın yirmi dinar olur ve
üzerinden tam bir yıl geçerse, onda (zekat olarak) yarım dinar vardır."[32]
O dönemde bir dinar,
bir miskale tekabül etmekteydi.
a)
Hanefilere göre: Altın ve gümüşün madrup olanında ve olmayanında, süs eşyası
yapılanında ve kap, kaçağında -ticarete niyet edilsin edilmesin- nisaba erdiği
takdirde zekat vacip olur.
Altın ile gümüş
birbirine eklenerek nisap miktarı sağlanabilir. Bu ekleme ya kıymet, ya da ecza
cihetiyle olabilir. Mesela birinin on miskal altını ve on mıskal değerinde
gümüşü olursa, ikisi birbirine eklenerek zekatı verilir. Bu İmam Ebu Hanife'ye
göredir. İmameyne göre, her birinin nisabı ayrıdır; o bakımdan zekat gerekmez.
Altının nisabı yirmi
miskaldır ve bunda yarım miskal zekat vardır. Sonra her dört miskalde iki
kıyrat zekat vardır. Gümüşün nisabı ise, ikiyüz dirhemdir ve bunda kırkta bir
hesabıyla beş dirhem zekat söz konusudur. Sonra nisap üzerine eklenen her kırk
dirhem için bir dirhem hesap edilerek zekat verilir. Bu, İmam Ebu Hanife'ye
göredir.[33]
Altın ve gümüş
karışımı veya altın ile bakır veya gümüş ile başka bir maden karışımı söz
konusu olduğunda, hüküm eksere göredir; yani karışımda nisbeti çok olan altın
ise, hepsi altın kabul edilerek; gümüş karışımı fazla ise hepsi gümüş kabul
edilerek zekatı çıkarılır.
b) Şafiilere
göre: Gümüşün nisabı ikiyüz dirhem, altının nisabı yirmi miskaldır. Bu da Mekke
tartı birimine göre belirlenir. Mağşuş (başka maden veya altın ile gümüş
karışımın) da, altın veya gümüş nisbeti nisaba ulaşmadıkça zekat gerekmez.
Kullanılması dinen
haram olan altın ve gümüş kap-kacağın zekatı gerekir. Kullanılması mübah
olanının ise zekatı gerekmez. Mesela kadınların süs olarak kullandıkları
bilezik, kolye, yüzük, halhal ve benzeri altın ve gümüşün zekatı vacip
değildir.
Aynı zamanda altın ve
gümüşün üzerinden tam bir yıl geçmesi gerekir.[34]
c)
Hanbelilere göre: Diğer mezheplerde olduğu gibi, altın ancak yirmi miskalı,
gümüş de ikiyüz dirhemi bulduğu takdirde nisaba ermiş sayılır ve kırkta bir
nisbeti dikkate alınarak yirmi miskalden yarım miskal, ikiyüz dirhemden beş
dirhem zekat çıkarılıp verilir.
Karışım halinde olan
altın ve gümüşten her biri nisap miktarına ulaşmadıkça zekat gerekmez. Mesela
dokuz miskal altın ile 150 dirhem gümüş karışımından oluşan bir madenden zekat
gerekmez; ikisi birbirini tamamlayamaz, çünkü cinsleri değişiktir.
d)
Malikilere göre: Diğer mezheplerde olduğu gibi, altının nisabı yirmi miskaldır;
gümüşün nisabı ikiyüz dirhemdir. Bu iki madenden mübah olan süs eşyasında zekat
yoktur. Mesela kadının takındığı bilezikler, kılıcın kabzasına nakşedilen altın
ve gümüş, bunlarla kaplanan diş, takılan burun bu cümledendir. Kullanılması
haram olan altın ve gümüşten mamul süs eşyasında zekat gerekir. Kap-kacak,
sürmedanlık, mil ve benzeri şeyler bu cümledendir. Ancak bunların zekatında
muteber olan tartıdır, kıymet değildir.
796 nolu Ali
hadisinin üç tarikten
rivayet edildiğini görüyoruz.
Asım b. Dümre, Hars el-A'ver ve Ebu Avane'den naklen aynı anlamda tesbitler
yapılmıştır. İmam Buhari'den bu hadis hakkındaki görüş ve tesbiti
sorulunca, "Her iki rivayet de
benim yanımda (görüş ve tesbitime göre) sahihtir" diye cevap vermiştir.
Nitekim Hafız İbn Hacer de bu hadisi hasenlemiştir. Darekutni ise hadisin
mevkuf olduğunu belirtmiştir.
Böylece hadis ihticaca
salih kabul edilmiş ve gümüşün zekatının vücubuna delalet ettiği dikkate
alınarak bu konuda dayanak seçilmiştir. Aynı zamanda zekat nisbetinin kırkta
bir olarak belirlenmesi söz konusudur. Nitekim bu hususta icma' vaki olmuştur;
yani gerek gümüşün nisap miktarı, gerekse kırkta biri üzerinden hesaplanıp
zekatının verilmesi hakkında farklı görüş izhar eden olmamıştır. Ancak İbn Hacer,
Endülüslü İbn Habib'in buna muhalefet ettiğini belirterek, adı geçenin dirhem
birimi hakkında her beldenin kendi birimine göre amel edebileceğini
söylemiştir.
Diğer yandan gümüşün
mağşuş olmayıp halis olması da söz konusudur. Ancak İmam Ebu Hanife, "mağşuş
(karışım) durumda olduğu takdirde hüküm çok olana göredir" diyerek diğer
imamlardan ayrılmıştır.
797 nolu Cabir
hadisinin bir benzerini İmam Ahmed ve Buhari ayrıca Ebu Said'den rivayet
etmişlerdir ki, hadis sahihtir ve ihticaca elverişlidir.
793 nolu Ali hadisi de
sahihtir.
Fıkhi ölçüler:
Dirhem 3,207 gr.
Miskal 1,5 dirhem 4.807 gr.
Okka 400 dirhem 1283 gr.
1- At, zekat
kapsamı dışında tutulmuştur; yani ticari amaç dışında tutulan atlardan zekat
gerekmez. Ancak İmam Ebu Hanife ye göre, bazı şartlar dikkate alınarak atın
zekatı gerekir.
2- Kölede
zekat yoktur.
3- Gümüş
madeni ikiyüz dirhemi bulunca nisaba ulaşır ve zekatı gerekir.
4- Karışım
durumda olan gümüşün kendisi nisap miktarını bulmadığı takdirde zekatı
verilmez. İmam Ebu Hanife'ye göre, karışım durumda olan madende gümüş çoğunu
oluşturuyorsa zekatı gerekir.
5- Altın ve
gümüşün zekatında, üzerlerinden tam bir yılın geçmesi şarttır.
6- Altının
nisabı yirmi miskaldır.
7- Altın ve
gümüşün zekatı tartı olarak kırkta bir nisbeti üzerinden verilir.
8-
Hanefilere göre, altın ve gümüşten imal edilip kullanılan süs eşyası, tartı
itibarıyla zekata tabidir; kadının takındığı altın ve gümüşten mamul bilezik,
küpe, yüzük, kemer ve benzeri şeylerin zekatı gereklidir.
Diğer üç mezhebe göre,
kadınların altın ve gümüşten mamul süs eşyasından -nisap miktarını bulsa bile-
zekat gerekmez. Erkeklerin mübah kapsamına giren konularda kullandıkları altın
ve gümüş de zekat kapsamına alınmaz. Diş kaplaması, takılan burun ve benzeri
şeyler bu cümledendir.
9-
Kullanılması haram olan altın ve gümüş kapların ve benzeri şeylerin zekatı
gerekir.
Zekat konusunda
genellikle zekatı verilecek bir şeyin üzerinden tam bir yılın geçmesi söz
konusu iken, ekin ve meyvanın zekatında ise, devşirilip elde edilmesi söz
konusudur.
Unutmamak gerekir ki,
elde edilinilen ürünlerin yani yiyecek maddelerinin -bazı istisnalarla- hemen
hepsi topraktan çıkmaktadır. İslam, insanın beslenmesiyle içice olan bu maddelerden
de zekat verilmesini farz kılarken, topraksız fakirlerle, arazi sahibi
zenginler arasında ekonomik denge kurmayı ve sosyal adaleti sağlamayı
planlamıştır.
Ancak yerden çıkan her
ürünün zekatı gerekli midir? Bu hususta birtakım farklı tesbit ve ictihadlar
vardır. İlgili hadisleri ve müctehid imamların ictihad ve istinbatlarını
nakledince konu kendiliğinden belirlenip anlaşılır.
Cabir (r.a) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Irmak ve
yağmurun suladığı ekinde uşür vardır. Deve (ve benzeri bir hayvanın taşıdığı su
ile, çevirdiği dolap) ile sulanan ekinin nısfü'1-uşür nisbetinde zekatı
vardır."[35]
İbn Ömer (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Göğün,
(gökten inen yağmurun) ve kaynak suların suladığı ekinde veya kökünün su
emmesiyle yetişen veya su birikintilerinden beslenip yetişen ekinde uşür
vardır. (Herhangi bir hayvan veya alet ile bir kaynaktan su çekilerek) sulanan
ekinden nısfü'1-uşür zekat verilir."[36]
Uşür'den maksat, elde
edilen ekinin onda biridir; "nısfü'l uşür"den maksat, yirmide
biridir.
Ebu Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Beş veskden
aşağı tahılda zekat yoktur. Aynı zamanda beş okiyyeden az olanında da zekat
yoktur. Beş deveden az olan sayıda da zekat yoktur."[37]
Ahmed, Müslim ve
Nesai'nin rivayetinde ise şu lafızlara yer verilmiştir:
"Beş veskten az hurma
ve tahılda zekat yoktur."
Ebu Said'den yapılan
bir diğer rivayette, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Vesk, altmış
sa’dır."
Ahmed ve Ebu Davud'un
yaptığı rivayette ise şöyle buyurmuştur:
"Beş veskden
aşağı nisbete zekat yoktur. Vesk, altmış mahtûm (sa’) dır."
Âta' b, Saib (r.a.)
den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Abdullah b.
Muğire, Musa b. Talha'nın toprağında yetişen hudrevat (sebzeler) den zekat
almak istedi. Bunun üzerine Musa b. Talha ona dedi ki:
"Böyle bir zekat
almaya hakkın yoktur. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Bunlarda zekat
yoktur."[38]
Hz. Aişe (r.a.) den
yapılan rivayette, diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, Abdullah b. Revaha'yı görevlendirip gönderirdi; o da henüz
yenilecek duruma gelmeden mevcut hurmayı takdir edip belirler; sonra da
Yahudi'yi o hurmaları satın almalarında serbest bırakır veya hurma sahipleri bu
takdire göre onlara verirlerdi. Ta ki meyva yenilmeden ve dağıtılmadan zekat
nisbeti hesaplanıp tesbit edilirdi."[39]
Attab b. Esid (r.a.)
den yapılan rivayette:
"Peygamber
(s.a.v.), mevcut bağlardaki üzüm ve meyvaları tesbit edip ne kadar zekat
gerektiğini takdir etmek üzere (bağ ve bahçe sahibi) insanlara görevli kişiler
gönderirdi."[40]
Yine Attab b. Esid
(r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, hurma oluşup henüz yenilmeden nasıl tesbit ve zekat
nisbetinin takdir edilmesini emrettiyse, üzümün de tesbit ve takdirini
emrederdi. Böylece üzümün zekatı zebîb (kuru üzüm) olarak alınırdı; nasıl ki
hurmanın da zekatı temr (kuru hurma) olarak alınırdıysa..."[41]
Zükri'den, o da Ebu
Ümame b. Sehl'den, o da babasından yaptığı rivayette, şöyle demiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz zekat konusunda cu'rûr (kötü, işe pek yaramaz hurma) dan ve
bir de levn-i hubeyki (çok adi hurma) dan alınmasını yasakladı."[42]
a)
Hanefilere göre: Ekin ve meyvaların zekatı kitap, sünnet ve icma' ile sabit
olmuştur. Ebu Hanife'ye göre, hudravat
denilen meyva ve sebzelerin zekatı onda bir nisbetinde devşirildiği gün
verilir. Ancak Rasulüllah'ın (s.a.v.) açıklamasından anlıyoruz ki, yerden çıkan
ekin ve sebzeler yağmur ile sulanıyorsa, onda biri zekat olarak verilir. Irmak
ve akarla sulananlar da öyle. Kuyudan, dolap ve kova, benzeri şekilde
sulananların ise yirmide biri zekat olarak verilir.
Dağda kendiliğinden
yetişen meyvanın da onda biri zekat olarak verilir. Yerden çıkan sebze ve
meyvenin azlığına, çokluğuna bakılmaz; çürümeden bir süre muhafaza edilip
edilmemesi de söz konusu olmaksızın zekatı verilir ve bu hadiste belirtildiği
üzere yağmur, ırmak ve akar suyuyla sulanıyorsa, onda biri, diğer şekilde
sulanıyorsa yirmide biri zekat olarak verilir.
İmameyne göre: Elde
edilen meyva ve sebzenin bir yıl dayanacak türden olması halinde uşr kapsamına
girer, yani onda veya yirmide biri verilir. Bir yıl dayanabilecek vasıfta ise,
beş vaska ulaştığı takdirde zekatı verilir. O halde bir yıl dayanamayan meyva
ve sebzeden hiçbirinin zekatı gerekmez. Böylece İmameyne göre, hudravattan
hiçbir şeyin zekatı gerekmemektedir.[43]
b)
Şafiilere göre: Bedenin direncini ve beslenmesini sağlayan gıda
maddesinden zekat verilir. Bu da meyvalardan hurma ve üzümün, tahıldan buğday,
arpa, pirinç, mercimek ve benzeri maddeleri kapsamaktadır. Diğer meyva ve
sebzelerden zekat verilmez.
Sözü edilen kut
özelliğindeki yiyecek maddeleri ancak beş vesk (altmış sa') miktarını bulunca
zekatı gerekir. Bu nisbetten az olanda zekat gerekmez.
Üzüm ile hurmaya
gelince, bunları kurutma söz konusu olduğu takdirde, kurutulduktan sonra, böyle
bir ameliye söz konusu olmadığı takdirde tazesinden zekat verilir.
Kut niteliğinde olan
iki madde biraraya getirilerek nisap sağlanmaz. Her cinsin ve türün kendi
özelliğine göre nisaba ulaşması gerekir.[44]
c)
Hanbelilere göre: Allah'ın yeryüzünde çıkardığı nesnelerden (gıda
maddelerinden) kurutulup bir süre kaldırılmaya elverişli olan ve beş vesk
nisbetine ulaşan meyva ve tahılların zekatı gerekir. Yağmur, ırmak ve akarla
sulanıyorsa, onda biri, dolap, kuyu ve benzeri ameliyeyle sulanıyorsa, yirmide
biri zekat olarak çıkarılır.
Kurutulup muhafazaya elverişli
olan hurma, üzüm, ceviz, badem, fıstık ve benzeri meyvalar ile ölçek kapsamına
girip depolanabilen buğday, arpa, pirinç, darı, mısır, fasulye, mercimek, nohut,
susam ve benzeri tahıl zekat kapsamına girer.[45]
d) Malikilere göre: Meyvalardan kurutulup depolanabilen
maddeler zekat kapsamına girer. Ancak devşirildiği günden hesaplanarak
üzerinden bir yıl geçmesi gerekir.
Bunun gibi
baklagillerden ve tahıl kapsamına girenlerden de zekat gerekir.
Kurutulup depolanmaya
elverişli olmayan sebzelerde zekat gerekmez.[46]
Diğer bir tesbite
göre: Kurutulup depolanmaya elverişli olan meyva ve sebzeler olgunlaşıp
yenilecek duruma gelince zekatı gerekir. Ancak nisbet olarak beş veska, yani
altmış sa'a ulaşması söz konusudur.[47]
805 nolu Cabir hadisi,
801 nolu İbn Ömer hadisi ve 802 nolu Ebu Said hadisi sahihtir; aynı zamanda
müctehidlerin çoğuna göre ihticaca salihtir.
808 nolu Ata’ b. Saib
hadisini, aynı zamanda Darekutni ve Hakim tahric etmiştir.
Hafız İbn Hacer bunun
zayıf olduğuna dikkat çekmiş ve Tirmizi de "Talha'nın böyle bir hadisi
Peygamber (s.a.v.) den murselen rivayet etmesi sahih değildir" diyerek bu
rivayetle amel edilemeyeceğine işarette bulunmuştur.
İbn Abdilber de,
"Musa her ne kadar Tabiîndense de Muaz'a ulaşmamıştır" demiştir, Ebu
Zür'a da aynı görüştedir.
Sözü edilen hadisi
Bezzar ve Darekutni, Hars b. Nebhan tarikiyle Ata' b. Saib'den, o da Musa b.
Talha'dan, o da babasından şöyle rivayet etmiştir: "Hudravatta zekat
yoktur." İbn Adiy bu rivayetin de zayıf olduğunu belirtmiştir. Ayrıca
Darekutni bu anlamda bir diğer hadisi Ali (r.a.) den rivayet etmiştir ki,
senedinde Sakar b. Habib bulunuyor ve bu zat cidden zayıftır. Zehebi onun maruf
olmadığını nakletmiştir.[48]
Bu babda bir diğer
hadisi Darekutni Muhammed b. Cahş'den rivayet etmişse de isnadında Abdullah b.
Şebib bulunuyor ki bu zatın hadis çaldığı söylenir.[49]
Zehebi onun vahi
olduğunu, Ebu Ahmed ise onun "zahibü'l-hadis" ile bilindiğini
belirtmiştir.[50]
Yine bu babda
Darekutni'nin Hz. Aişe (r.a.) den yaptığı bir rivayet vardır ki, senedinde
Salih b. Musa bulunuyor ve bu zat zayıf kabul edilmiştir.
809 nolu Hz. Aişe
hadisinin senedinde İbn Cüreyc ile Zühri arasında bir vasıta bulunuyor ki o,
maruf değildir. Abdurrezzak ile Darekutni aynı hadisi, arada sözü edilen vasıta
ile rivayet etmişlerdir.
810 nolu Attab b. Esid
hadisini Ebu Davud ile İbn Hibban tahric etmişlerdir. Nesai ise ikinci lafızla
onu rivayet etmiştir. Said b. Müseyyeb'in Attab'dan rivayet ettiği şüpheyle
karşılanmış ve Ebu Davud, onun Attab'dan duymadığına dikkat çekmiştir.
İbn Kani' ise, Said'in
Attab'a yetişmediğini söylemiştir, el-Münzeri de bunu teyid ederek diyor ki:
"Zira Said b. Müseyyeb, Hz. Ömer'in hilafetinde doğmuştur. Attab b. Esid
ise, Ebu Bekir Sıddik'in (r.a.) vefat ettiği yıl vefat etmiştir."
812 nolu Zühri hadisi
hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri susup bir şey dememiştir. Ancak isnadındaki
ricalin hepsi sahihtir. O bakımdan müctehid imamlar tarafından istidlal ve
ihticaca salih görülmüştür.
1- Yerden
çıkan ekinde, yağmur, ırmak, akar ve benzeri şeyle sulanıyorsa onda bir; dolap
ve benzeri külfetli şeylerle sulanıyorsa yirmide bir zekat gerekir.
2- Elde
edilen ürünün miktarı beş vesk (60 sa') olursa zekatı gerekir. Daha az olursa
zekat gerekmez.
3- Sebze ve
meyvelerin zekatı, az olsun, çok olsun bir ayrım yapmadan İmam Ebu Hanife'ye
göre zekatı gerekir.
4- Diğer
müctehid imamlara göre, meyvelerden kurutulup depolanmaya elverişli olan hurma,
üzüm ve benzeri şeyler zekata tabidir.
5- Hanbeli
ve Maliki mezhebine göre: Ceviz, badem, fındık, fıstık ve benzeri maddeler de
zekat kapsamına girer. Ebu Hanife ile arkadaşları da aynı görüşü izhar
etmişlerdir.
6- Tahıl
kapsamına giren maddelerin hepsinden zekat vermek gerekir. Ancak nisap
miktarına, yani beş veska (60 sa'a)
ulaşması söz konusudur.
7- Hurma ve
üzüm gibi zekata tabi olan meyvalar henüz devşirilmeden, tahsildar ondaki zekat
nisbetini tesbit eder.
8- Meyva ve
tahıldan zekat çıkarılıp verilirken işe yaramaz kötüsünden vermek doğru olmaz.
Malın vasatından (orta hallisinden) çıkartılıp verilmesi sünnete daha
uygundur.
9- Meyva,
sebze ve tahılın zekatı, bu maddeler yetişip olgunlaştığı veya devşirildiği
zaman verilir. İmam Malik'ten bir rivayete göre, kurutulup kaldırılmaya
elverişli olanların, olgunlaştığı günden hesaplanarak bir yıl geçmesi beklenir.
Bu rivayet ağırlık
kazanmamıştır.
Bal her ne kadar
arıların sistemli faaliyetiyle elde ediliyorsa da kendine göre birtakım
külfetleri ve masrafları söz konusudur. Arılar için müsait yer seçmek, petek,
kovan hazırlamak ve parazitlerden korumak için ilaçlamak bu cümledendir.
O bakımdan
müctehidlerin bir kısmı ilgili hadisleri dikkate alarak bu üründen zekat
vermenin gereğini belirtirken çoğu da bunun hilafına bir ictihadda bulunmuştur.
Birincilerin ictihadı
fakirlerden yanadır ve uygulanmasında birçok faydalar vardır.
Ebu
Seyyare el-Mû'temmî (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle
anlatmıştır:
"Rasulüllah'a
(s.a.v.) dedim ki:
"Ya
Rasulallah! Doğrusu benim bir miktar bal arılarım vardır." Bunun üzerine
Rasulüllah (s.a.v.) bana:
"O
halde onun uşrünü, yani onda birini (zekat olarak) öde!" diye buyurdu. Ben de:
"Ya
Rasulallah! Arıların bulunduğu dağı benim himayeme koruluğuma ver" dedim.
Bunun üzerine efendimiz o dağı benim himayeme verdi."[51]
Amr b. Şuayb'den, o da
babasından, o da dedesinden, o da Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den rivayetle,
Rasulüllah'ın (s.a.v.) baldan zekat aldığını belirtmiştir."[52]
Diğer bir rivayette
Beni Mutan kabilesinden Hilal adında bir adam kendisine ait bal arılarından
(onlardan elde ettiği baldan) zekat olarak ayırdığı uşrü Peygamber (s.a.v.)
Efendimize getirdi ve (arılarını beslediği) Selebe vadisinin kendi koruluk ve
himayesine bırakılmasını istedi. Arzusu yerine getirilerek vadi onun himayesine
verildi.
Hz. Ömer (r.a.)
hilafet makamına oturunca, Süfyan b. Vehb, Hz. Ömer'e (r.a.) bir mektup yazarak
balla ilgili zekatı sordu. Bunun üzerine Hz. Ömer ona şöyle cevap verdi:
"Eğer
Rasulüllah'a (s.a.v.) verdiği uşrü sana verirlerse, bu durumda sen de Selebe
vadisini onun himayesine bırak. Vermediği takdirde (üzerine varma). Çünkü bal
arısı sadece yağmur zübabıdır, yani yağmur ıslaklığının bulunduğu yerleri
kasdeder ve onun balından isteyen yiyebilir."[53]
Bu konuda Ebu Davud'un yaptığı
rivayette şu fazlalık vardır:
"Her on
kırbadan bir kırba uşür alınır."
a)
Hanefîlere göre: Bal, dağdan veya üşrî olan araziden alınırsa, ondan zekat
olarak üşür verilmesi gerekir. Araz-yi haraciye'den ise balın zekatı gerekmez.
Çünkü o araziden haraç alınmaktadır. Bu, İmam Ebu Hanife'ye göredir ve onun
ictihadına göre, elde edilen bal az olsun, çok olsun zekatı verilir. İmam
Muhammed'e göre: Elde edilen bal beş "ferek"a ulaşırsa, nisaba
ulaşmış olur ve o takdirde zekat gerekir. İmam Ebu Yusuf’a göre: Elde edilen
bal on kırbeye ulaştığı takdirde nisaba ermiş olur ve bir kırbe zekatı gerekir.[54]
"Ferek" 36
rıtldır. Kırbe ise, 50 mendir. Rıtl, 130 dirhemdir. Kamus'da ise, bir ritim 12
okıyye olduğu ve her okıyyenin 40 dirhem ağırlığında bulunduğu belirtilmiştir.
Men ise iki rıtldır.
b) Şafiilere
göre: Bal zekat kapsamına girmeyen ürünlerden biridir. Ancak İmam Şafii Kavl-i
Kadim'inde, zeytin, zaferan, vers ve bal maddelerinden de zekat verileceğini belirtmişse
de Kavl-i Cedid'inde bu görüş ve ictihadından rücu' etmiştir.[55]
c)
Hanefilere göre: Balda üşür gerekir. Yukarıda belirtildiği gibi, balda nisap
10 ferektir.[56]
821 nolu Ebu Seyyare
hadisini Ebu Davud ve Beyhaki tahric etmiştir. Ancak bu hadis
"munkatı"dır. Çünkü bu Süleyman b. Musa'nın Ebu Seyyare'den
rivayetiyle belirtilmiştir. Oysa Süleyman b. Musa, ashabdan hiçbirine
ulaşmamıştır. Nitekim İmam Buhari de aynı görüştedir. O bakımdan bal ürününde
zekatın gerektiği hakkında sahih bir rivayetin olmadığını belirtenler
çoğunluktadır.[57]
822 nolu Amr b. Şuayb
hadisi hakkında Darekutni şöyle demiştir:
"Abdurrahman b.
Hars'den ve İbn Lehia'dan, onlar da Amr b. Şuayb'den müsneden rivayet
etmişlerdir. Yahya b. Said ise aynı hadisi Amr b. Said'den murselen rivayet
etmiştir." Hafız İbn Hacer bu rivayetleri dikkate alarak, "İşte
hadisin illeti budur. Zira Abdurrahman ve İbn Lehia itkan ehlinden değildir.
Ancak bu ikisine tabi olan Amr b. Hars sıkattan yanı güvenilir ravilerden biridir."
Bu babda Tirmizi'nin İbn
Ömer (r.a.) den yaptığı rivayette Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Balın her on
zıkta bir zık zekatı vardır."
Ancak bu hadisin
isnadında Sadaka b. Abdillah es-Semin bulunuyor. İmam Ahmed ve İmam Buhari onun
zayıf olduğunu tesbit etmiştir. Ebu Zür'a ise, onun Kaderi olduğunu ancak bu
konuda aşırı bir tutum içinde bulunmadığını belirtmiştir. İbn Nümeyr de onun
zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Yahya, Nesai ve Darekutni de onun zaafına
değinmişlerdir.[58]
Beyhaki'nin Sa'd b.
Ebi Ziab'dan yaptığı rivayette, "Peygamber (s.a.v.) Sa'd'i kendi kavmine
tahsildar olarak göndermiş ve Sa'd da kendi kavmine baldan üşür vermelerini
söylemiştir." Ancak bu rivayetin isnadında Münir b. Abdillah bulunuyor
ki, İmam Buhari, el-Ezdi onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir.[59]
Böylece baldan üşür
verileceği hakkındaki rivayetlerin hemen hepsi zayıftır. O bakımdan fakih
müctehidlerin çoğu bu hadislerle ihticac etmemiş ve bunları delil olarak
seçmemişlerdir.
1- İmam Ebu
Hanife'ye göre: Elde edilen bal az olsun, çok olsun zekatı gerekir.
2- Araziyi
Haraciye'de elde edilen baldan zekat alınmaz. Çünkü o araziyi kullananlardan
haraç alınmaktadır.
3- İmam
Muhammed ve İmam Ebu Yusuf’a göre: Baldan zekat gerekmesi için nisaba ermesi
şarttır.
4-
Hanbelilere göre de balda zekat olarak üşür gerekir.
5- Şafiilere
göre: Bal ürününde zekat gerekmez.
İslam her vesileyle
fakiri ve muhtacı korumuş; sosyal adaleti sağlamayı temel prensip olarak ele
almış ve bu hususta birtakım kükümler koymuştur. Yeraltı ve yerüstü ham
maddesinden elde edilen altın ve gümüşten zekat verilmesini emrederken cahiliye
devrinde toprağa gömülen veya önceki kavimler tarafından kalan altın, gümüş ve
bu ikisinden imal edilen zinet eşyasından da beşte bir zekat çıkartılıp
verilmesini farz kılmıştır.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Dört ayaklı
hayvanların yaralaması cubar (heder) dır. Maden de cubar (heder) dir. Rikaz
(define olarak bulunan altın, gümüş ve bunlardan imal edilen süs eşyasın) dan
beşte bir (zekat olarak) verilir."[60]
Rebia b.
Abdirrahman'dan, o da birkaç raviden rivayet etmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, Kabel toprağındaki madenleri Bilal b. Haris'e ıkta’
yoluyla verdi ki bu yer Fer’ nahiyesinde (Medine ile Nahle arasında deniz
kenarına yakın kesimde) idi. İşte oradaki madenlerden sadece zekat alınmaktadır
ve elyevm devam etmektedir."[61]
a)
Hanefilere göre: Maden ile rikaz aynı şeydir. Şeriatte ise, yer altında bulunan
madenlerdir. Bunlar ister kendiliğinden hılkatan oluşan madenler olsun, isterse
kafirlerin gömdüğü hazine olsun fark etmez. O bakımdan sözü edilen maden ve
rikazdan çıkartılıp verilen nisbete gerçekte "zekat" denilmez. Çünkü
zekatta şart olan şeyler bunda şart değildir.
Madenler genellikle üç
kısma ayrılır:
a) Ateşte
eriyip şekillenebilen
b) Sıvı
halde olan
c) Erimeyen
ve sıvı olmayan...
Eriyip
şekillenebilenler altın, gümüş, bakır, kurşun ve demir gibi madenlerdir. Sıvı
halde olan ise, zift, neft, ham petrol, tabii gaz ve benzeri maddelerdir. Hem
erimeyen, hem de sıvı olmayanı ise, arsenik, cevherler ve yakutlardır.
Ateşte eriyip
şekillenebilen madenlerden beşte bir çıkarıp (zekat olarak) vermek vacibdir.
Sarf mahalli ise, ganimetten çıkartılıp
verilen humus (beşte bir) in sarf yeridir.
Bu madenlerden beşte
biri çıkarılıp verildikten sonra gerisi onu bulana aittir. Ancak şu şartla ki,
onu bir kimsenin mülkü olmayan bir arazide bulması söz konusudur. Mesela
sahrada, dağda ve benzeri yerlerde bulunan madenler bu cümledendir.
Define olarak bulunan
madeni eşyadan beşte bir çıkartıp verebilmek ve gerisine sahip olabilmek için,
üzerinde cahiliye devri alameti bulunması gerekir. İslam ehline ait bir alamet
taşıyan maden, define yitik eşya gibidir ve o bakımdan hem onu bulan ona sahip
çıkamaz, hem de beşte biri çıkartılıp verilmez. Ancak üzerindeki damga ve
belirtide şüphe doğar, kesinlikle hangi devre veya kavme ait olduğu bilinmezse,
cahiliye devrinden kalma olduğu varsayılarak ona göre işlem yapılır. Başkasına
ait bir arazide bulunanından beşte biri çıkartılır ve gerisi mülk sahibine
kalır.
Kendi evinde veya bağ
ve bahçesinde madene veya rikaza rastlayan kimse, onun beşte birini çıkartıp
vermekle yükümlü tutulmaz, yani beşte birini vermesi vacip değildir. Böylece
tamamı ev ve mülk sahibine kalır.
Sıvı halde bulunan
maddelerde ise beşte bir veya zekat vacip değildir. Bunun gibi erimeyen ve
sıvı da olmayan maddelerden de bir şey çıkartılıp verilmez.
Denizden çıkarılan
anber, inci, mercan ve balıktan da beşte bir verilmez. Ancak bunları ticari
amaçla çıkarırsa, o takdirde ticari mal kapsamına girer.[62]
b) Şafiilere
göre: Maden, hilkaten yaratılan ve öylece raslanan maddedir. Bu konuda maden
denilince, sadece altın ve gümüşle ilgili bir anlam taşımaktadır. O bakımdan
demir, bakır, kurşun ve benzeri madenlerden bir şey çıkartıp (humus veya zekat
olarak) vermek vacip değildir. Aynı zamanda rastlanan bu maddeler ister ateşte
eriyip şekillenebilen türden olsun, ister sıvı, isterse ne sıvı, ne de eriyen
bir madde olsun fark etmez.
Bulunan altın ve gümüş
madeninden "rüb'u'1-üşür" yani kırkta biri zekat olarak verilir.
Altın ve gümüş zekatında olduğu gibi aynı şartlar bunlarda da aranır, ancak
üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir.
Bu konuda bir şart
daha söz konusudur; o da: Bulunan madenin mübah bir arazide veya bulan
kimsenin mülkünde olmasıdır.[63]
c)
Hanbelilere göre: Yerden çıkıp toprak cinsinden olmayan her şey
"maden" kapsamına girer. Çıkarılan şey ister altın, gümüş, billur,
akik, bakır ve benzeri madenler gibi katı madde olsun, isterse neft, yani
petrol ve benzeri bir şey olsun onun üşrü, yani onda biri zekat olarak verilir.
Ancak elde edilen maddenin üşrünün verilebilmesi için şu iki şartın
gerçekleşmesi söz konusudur: Tasfiye edildikten sonra nisaba ulaşması veya
kıymetinin nisap miktarına erişmesi gerekir.[64]
d)
Malikilere göre: Maden, Cenab-ı Hakk'ın yerde yarattığı altın, gümüş ve
benzeri maddelerdir.
Bunlardan sadece altın
ve gümüşün zekatı vaciptir. O da, zekat konusunda belirtilen şartlara göre
çıkarılıp verilir.[65]
830 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin birçok tariki ve elfazı vardır. Hadis sahihtir ve istidlal ve
ihticaca elverişlidir. Nitekim üç mezhep bu rivayeti dikkate alarak bu konuda
hüküm vaz'etmişlerdir.
831 nolu Rebia
hadisini aynı zamanda Hakim ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Böylece maden
konusunda Rasulüllah'ın (s.a.v.) sadece ikta'da bulunduğu tesbit edilmiş ve
madenlerden beşte bir zekatın çıkarılıp verilmesi hakkında Rasulüllah (s.a.v.)
dan bir rivayet tesbit edilememiştir. İmam Şafii de aynı görüşü izhar
etmiştir.
Sözü edilen bu hadisi
ayrıca Dareverdi, Rebi'a'dan mevsulen rivayet etmiştir.
Bu anlamda bir hadisi
de Ebu Uveys, Kesir b. Abdillah'dan ve nihayet İbn Abbas (r.a.) dan rivayet
etmiştir.
Rikaz konusunda
müctehidlerin tarif ve tesbitleri farklıdır:
İmam Malik ile İmam
Şafii, bu kavramın cahiliyet devrinde yere gömülen altın, gümüş ve kıymetli
madenlere delalet ettiğini belirtmiştir. İmam Ebu Hanife ve İmam Sevri, yerden
çıkarılan her maden bu kavramın kapsamına girer demişlerdir. Cumhur ise bunlara
muhalefet etmiş ve "maden"e "rikaz" denilmez diyerek Ebu
Hüreyre (r.a.) hadisiyle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.
1- Yerden
çıkan altın ve gümüş dışındaki madenlerin zekatı gerekmez.
2- Cahiliye
devrinde yere gömülen altın, gümüş ve bunlardan imal edilen zinet eşyasının
beşte bir zekatı verilir.
3- Madenler,
"rikaz" kapsamına girmez.
4- İmam Ebu
Hanife'ye göre: Yerden çıkıp ateşte erime özelliği taşıyan madenlerden zekat
vermek gerekir. Nisbeti ise, beşte birdir. Ganimetten ayrılan "humus"
nereye sarfedilirse, bu da oraya sarfedilir.
5- İmam
Şafii'ye göre: Yerden çıkarılan madenlerden sadece altın ve gümüşün zekatı
vaciptir. Bu da kırkta bir nisbetindedir.
6- İmam
Malik de İmam Şafii ile aynı ictihad ve görüştedir.
7- Hanbeli
İmam Ahmed'e göre: Yerden çıkan bütün madenlerin, -ister sıvı, ister katı
olsun- zekatı gerekir. Bunun nisbeti onda birdir.
Günümüzde başta petrol
olmak üzere yeraltından çok zengin maden kaynakları tesbit edilip çıkarılmakta
ve ülkelerin kalkınmasında çok nazım rol oynamaktadır. O bakımdan sosyal
adaleti sağlamaya yönelik olarak bu konuda Hanbelilerin ictihad ve tesbitleri
çok daha uygundur.
İctihad ictihadı
nakzetmeyeceğine göre, diğer müctehidlerin ictihadıyla da amel etmekte bir
sakınca yoktur.
Zekat, Cenab-ı Hakk'ın
zengin müslümanın malında belirleyip vermesini farz kıldığı belirli bir
nisbettir ve fakirin hakkıdır. O bakımdan zekatla geçinen fakirleri bekletmek
doğru değildir. Hatta bir kısım ilim adamlarına göre, zekatı geciktirmekte
vebal vardır.
Bu konuda bizi
aydınlatan üç rivayet söz konusudur:
Ukbe b. Haris (r.a.)
den yapılan rivayette, deniliyor ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ikindi namazını kıldırıp tamamlayınca yerinden süratle
kalkıp evine gitti ve çok geçmeden çıkıp geldi. Ben veya başka biri bunun
sebebini sorduğumuzda, buyurdu ki:
"Evde zekat
olarak medrup olmayan bir miktar altın bırakmıştım. Onu (fakir ve muhtaçlara
vermeden) gecelemeyi hoş görmedim ve o sebeple (muhtaçlara) dağıttım."[66]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittiğini haber
vermektedir:
"Zekat bir
mala karışmaya görsün, mutlaka onu yok eder."[67]
Hz. Ali (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
"Abdulmuttalib
oğlu Abbas (r.a.), Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden, henüz senesi dolmamış
malın zekatını vermek için ruhsat istedi. Rasulüllah (s.a.v.) bu hususta ona
ruhsat verdi."[68]
a)
Hanefilere göre: Senenin sonunda zekatı vermek gerekir. Geciktirilmesi doğru
olmaz. Nitekim el-Kerhi zekatı ödemenin fevri (yani senesi dolunca hemen çıkarılıp
verilmesinin gerekli) olduğunu belirtmiştir. Hatta İmam Muhammed: "Vakti
geldiği halde zekatını ödemeyenin şahitliği kabul olunmaz" demiştir. Ebu
Bekir el-Cessas ise geciktirmenin caiz olduğuna kaildir.[69]
Senesi henüz dolmadan
zekatı çıkarıp muhtaçlara vermek caizdir. Ancak bu suretle sene sonunda elde
kalan nakit veya ticaret malı nisaba ulaşmazsa, verilen zekat, tatavvu’ olur,
sadaka yerine geçer. Verilen zekatla birlikte kalan nisbet nisaba erişse bile
hüküm değişmez. İmam Şafii'ye göre, bu durumda zekat yerine geçer.[70]
b) Şafii ve
Hanbeli mezhebine göre: Eldeki nakit para, altın ve gümüşün, aynı zamanda
ticaret malının henüz senesi dolmadan zekatını çıkartıp vermek caizdir.
c) İmam
Malik'e göre: Senesi dolmadan yermek zekat yerine geçmez. Süfyan es-Sevri,
Davud ez-Zahiri ve Ebu Ubeyd b. el-Hars'in ictihadı bu doğrultudadır.[71]
836 nolu Ukbe hadisi
sahihtir ve ihticaca elverişlidir. Aynı zamanda zekatın senesi dolunca hemen
verilmesinin vücubuna delalet etmektedir.
837 nolu Hz. Aişe
hadisi de birinci hadisi desteklemektedir.
838 nolu Hz. Ali
hadisini aynı zamanda Hakim, Beyhaki, ve Darekutni tahric etmiştir. Ancak bu
hadis hakkında ihtilaf vaki olmuştur. Darekutni onun mursel olduğunu (senedinde
bir sahabinin düştüğünü) belirtmiş, Ebu Davud da bu tesbiti tercih etmiştir.
İmam Şafii ise, bunun sabit olup olmadığını bilemediğini belirtmiştir.
Bununla beraber Beyhaki'nin
yine Hz. Ali'den tahric ettiği bir diğer hadis buna şahitlik etmektedir. Şöyle
ki: Peygamber (s.a.v.) buyurdu:
"Doğrusu biz,
ihtiyaç vaki oldu da Abbas'dan iki yılın zekatını (vakti girmeden) aldık."
Yapılan tesbitlere
göre, bu rivayetin ricali sıkat (güvenilir) dir. Ancak hadiste bir inkita' söz
konusudur.
Bu konuda Taberani ve
Bezzar'ın İbn Mes'ud (r.a.) den rivayet ettikleri bir hadis daha var.
Deniliyor ki:
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz Abbas'tan iki yılın zekatını (henüz yıllanmadan peşin)
aldı."
Ancak bunun isnadında
Muhammed b. Zekvan bulunuyor ki, bu zat zayıftır.[72]
Bezzar ise bu hadisi
Musa b. Talha'dan, o da babasından rivayet etmiştir ki, onun da isnadında
zayıf kabul edilen Hasan b. Umare bulunuyor. Araştırıcıların çoğu onun metruk
olduğunu belirtmiştir.[73]
Diğer yandan aynı
rivayeti Darekutni İbn Abbas'dan (r.a.) nakletmiştir ki, onun da isnadında
Mendel b. Ali ve el-Arzemi bulunuyor ki, hadis alimlerine göre ikisi de
zayıftır.[74] Ne var ki bu rivayet
üzerinde en doğru tesbit, onun mursel olduğudur.
Özellikle Ahmed b. Hanbel, Mendel'in zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.
Hz. Ali'nin hadisi,
henüz senesi dolmayan bir malın zekatını önceden verebilmenin cevazına delalet
etmektir ki, İmam Şafii, İmam Ahmed ve İmam Ebu Hanife'nin de ictihadları bu
doğrultudadır.
1- Nisaba
eren malın zekatını sene sonunda vermek vaciptir. Geciktirilmesi doğru
değildir. Diğer üç imama göre, caizdir.
2- İmam
Muhammed'e göre, geciktirilmesi caiz değildir. Böyle yapanın şahitliği kabul
olunmaz.
3-
Hanefilerden Ebu Bekir el-Cessas'a göre, geciktirilmesi caizdir.
4- İmam
Malik'e göre, zekatın senesi dolunca verilmesi gerekir.
5- Senesi
dolmadan nisaba erişen mal ve nakdin zekatını vermek caizdir. Ancak İmam
Malik'e göre, bir, iki gün kala vermekte bir beis yoktur. Daha önce vermek
zekat yerine geçmez. Zira senesi dolmadan vermek, vakti girmeden farzı yerine
getirmek olur; nasıl öğle vakti girmeden öğle farzını kılmak caiz değilse,
zekat da öyle..[75]
6- Diğer üç
mezhebe göre, senesi dolmadan malın zekatını vermek caizdir.
Her mahalle, kasaba,
köy ve şehirdeki zenginler, yaşadıkları yerin fakirlerinden yana sorumludurlar.
O bakımdan kendi belde veya kasabasında fakir ve muhtaçlar dururken kişinin
zekatını başka bir belde veya kasabaya göndermesinde kerahet vardır. Ancak
başka yerde bulunan yakın hısımların bu genellemenin dışında tutulmasında bir
sakınca görülmemiştir.
Ebu Cuhayfe (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği belirtilmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimizin musaddıkı (zekat toplamakla görevli adamı) bize geldi ve
zenginlerimizden aldığı zekatı fakirlerimize verdi. O sırada ben yetim bir
çocuk olarak bulunuyordum, bana da ayakları uzunca bir deve verdi."[76]
İmran b. Husayn (r.a.)
zekat toplamakla görevlendirilmişti. Görevini yaptıktan sonra dönüp gelince,
ona:
"Topladığın zekat malı nerede?" diye soruldu. O da:
"Mal için beni
gönderdiniz. Biz, Rasulüllah (s.a.v.) zamanında onu nereden aldıysak, oraya
koyardık (kasabanın zengininden ahr, yine o kasabanın fakirlerine
dağıtırdık)" diye cevap verdi.[77]
Tavus'dan yapılan
rivayete göre, şöyle demiştir:
"Muaz'ın (r.a.)
mektubunda şu yazılı bulunuyordu:
"Kim bir yöre
veya bölgeden çıkar, başka bir yöre ve bölgeye giderse, onun zekat ve üşrü
kendi bölgesindeki kabile ve hısımlarına aittir."[78]
Muaz b. Cebel (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz onu Yemen'e gönderdi ve şu
talimatı verdi:
"Tahıl
zekatını tahıldan, koyun zekatını koyun ve keçiden,
deveyi deveden, ineği sığırdan al."[79]
a)
Hanefilere göre: Zekatı bir beldeden diğerine nakletmek mekruhtur. Ancak
gönderilecek belde veya kasabada zekat veren kişinin fakir hısımları bulunur
veya o beldedeki fakirler daha çok muhtaç durumda olurlarsa, o takdirde
nakletmekte bir sakınca görülmemiştir.[80]
b) Şafîilere
göre: İmam Şafii'nin bu konuyla ilgili görüş ve ictihadının en açık olanı
şudur: Zekat ve fitreyi başka bir beldeye nakletmek caiz değildir. Ancak Tuhfe
ve Nihaye kitaplarında, birbirine çok yakın komşu olan iki beldenin istisna
teşkil edeceği belirtilmiştir.[81]
c)
Hanbelilere göre: Aralarında kasr-i salat yapılacak kadar birbirinden uzak olan
iki belde arasında zekat nakletmek caiz değildir. Ancak belde halkı zekattan
müstağni bulunursa, o takdirde ona muhtaç durumda olan başka belde halkına
göndermek caiz olur. Aynı zamanda adam bir beldede, malı da başka beldede
olursa, en uygun olanı, zekatı malın bulunduğu belde halkına vermektir.
Bulunduğu beldede
zekatın bir kısmını verdikten sonra ona muhtaç kimse bulunmazsa, kalan kısmını
sırayla o beldeye, en yakın olan kasaba ve beldelerdeki fakirlere göndermek
müstehab olur.[82]
d)
Malikilere göre: Zekat kapsamına giren şeylerin zekatı, o şeylerin bulunduğu
belde halkından muhtaç olanlara verilir. Bir miktar artacak olursa, en yakın
beldeye nakledilir.
Adam Mısırlı olur, ama
Medine'de bulunuyorsa, Mısır'daki malının zekatının Medine muhtaçlarına
dağıtılmasına İmam Malik cevaz vermiştir.[83]
846 nolu Ebu Cuhayfe
hadisinin ricalinin hepsi sıka (güvenilir) dir. Ancak ravilerinden Eş'as b.
Sevvar hakkında hayli şeyler söylenmiştir.[84] Buna
rağmen yıllarca kadılık yaptığı ve kadri yüce bir zat olduğu söylenir. O bakımdan
müctehidlerin çoğu onun bu hadisiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
847 nolu İmran hadisi
hakkında Ebu Davud ve el-Münzeri bir şey söylememiştir. Ricalinin hepsi sıka
(güvenilir) dir. Ravileri arasında
İbrahim b. Ata'
da bulunuyor ki,
bu zat saduk (rivayetleri doğru olarak tesbit edip
nakleden bir ilim adamı) dır.[85]
848 nolu Tavus hadisim
aynı zamanda Said b. Mansur, isnad-ı sahih ile Tavus'dan rivayet etmiştir. O
bakımdan ihticaca salih görülmüştür.
Bu babda Buhari ve
Müslim'in Muaz (r.a.) den rivayet ettikleri diğer bir hadis şöyledir:
Peygamber (s.a.v.) Muaz'ı Yemen'e gönderdiğinde, ona, şöyle de buyurmuştu:
"Zekatı
onların zenginlerinden al ve yine
onların fakirlerinin (yararlanmasına) bırak."
Böylece Muaz hadisi,
bir belde veya bölgede toplanan zekatın, yine devletin yetkili organı
vasıtasıyla o beldenin fakir ve muhtaçlarına dağıtılmasının meşruiyetine
delalet etmektedir. Nitekim müctehid imamların hemen hepsi bu hadisle ihticac
etmişlerdir. O kadar ki, İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Sevri, zekatın başka
bir beldeye naklini caiz görmemişler, diğer imamlar bunu mekruh saymışlardır..
İkincilerin ictihadını
kuvvetlendiren birtakım rivayetler vardır; onlardan biri şöyledir: Rasulüllah
(s.a.v.) badiye halkından toplattığı zekatı Medine'ye getirtip Ensar ve
Muhacir'den muhtaç olanlara dağıtırdı.
849 nolu Muaz hadisini
Hakim sahihlemiştir. Ancak isnadında Ata' bulunuyor ki, bu zatın Muaz'dan
işittiği söylenemez. Çünkü yapılan tesbitlere göre, Ata'nın Muaz (r.a.) ın
vefatından sonra doğduğu anlaşılıyor. Nitekim Bezzar da: "Biz Ata'nın Muaz
(r.a.) dan işittiğini bilmiyoruz" diyerek bu tesbiti doğrulamıştır.[86]
Bu hadisle istidlal
eden ilim adamları, aynî olan şeyin zekatını aynî olarak vermenin vacip
olduğunu belirtmişler ye böylece onun kıymetlendirilerek para olarak
verilmesini caiz görmemişlerdir. Ancak ayn olarak o ve cinsi bulunmazsa, o takdirde
kıymeti takdir edilerek verilir. Nitekim İmam Şafii'nin ictihadı da böyledir.
imam Ebu Hanife'ye göre, kişi ayn ve kıymet olarak vermekte serbesttir.
1- Zekat
daha çok devletin yetkili kıldığı organ tarafından toplanır. Ancak İslam
Devleti, zekatı bütünüyle kendi tekelinde bulundurmaz, mal sahibinin de
dağıtmasına fırsat verir.
2- Zekat,
toplandığı beldenin fakirlerine dağıtılır. Ancak fakir ve muhtaçlar
gözetildikten sonra geriye bir miktar artarsa, onu en yakın komşu beldenin
fakirlerine göndermekte bir sakınca yoktur.
3- Koyun ve
keçinin zekatı yine ayn olarak koyun ve keçiden; deve ve sığırın da zekatı yine
ayn olarak deve ve sığırdan verilir. Ancak İmam Ebu Hanife'ye göre, bunların
kıymeti nakit olarak verilebilir; bunda bir sakınca söz konusu değildir.
Böylece İmam Ebu
Hanife, bu konuda Muaz hadisiyle değil, hilafında olan diğer rivayetleri
dikkate alarak ictihadda bulunmuştur.
İslam, zekatı farz
kılarken onun gelişigüzel dağıtılmasına cevaz vermemiş, İslam cemaati arasında
sosyal adaleti sağlamayı; zenginle fakir arasındaki uçurumu kapamayı ve din
kardeşliğini sağlam temeller üzerinde devam ettirmeyi amaçlamıştır. O bakımdan
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de zekatın nereye, kimlere verileceğini açıklayarak
konuyu sağlam esasa bağlamıştır:
"Zekatlar,
Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere (yoksullara), (zekat
toplamakla görevli) tahsildarlara; kalpleri (İslama) alıştırılıp
ısındırılanlara; (hürriyetlerine kavuşturulacak) kölelere, esirlere;
borçlulara; Allah yolunda (lüzumlu görülen) yerlere, cihada çıkanlara ve yolda
kalmışlaradır. Allah her şeyi en iyi bilen, her şeyi hikmetle
uygulayandır."[87]
Zekatın sarfedileceği
birinci ve ikinci sınıf, fakir ve yoksullardır. Ancak "fakir" ve
"miskin" kime denir? Bu husustaki rivayetler şöyledir:
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayette, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Miskin, şu
bir veya iki hurmayla veya bir, iki lokmayla geri çevrilen değil; (gerçek)
miskin, taaffüf (haramdan sakınıp yüz suyu dökmeyen iffet) gösteren kimsedir.
İsterseniz Allah'ın şu ayetini okuyunuz: "(Sadakalarınızı), kendilerini
Allah yoluna adayıp yeryüzünde dolaşmayan (kapı kapı gezmeyen) fakirlere
(verin) ki, onlar yüzsuyu dökmediklerinden, durumlarını bilmeyen, onları zengin
sanır. Onları (siz Allah yolunda olanlar) çehrelerinden tanırsınız; insanlardan
yüzsüzlük ederek istemezler."[88]
Diğer bir lafızla konu
şöyle rivayet edilmiştir:
"Miskin,
insanların etrafında dönüp dolaşan ve bir, iki lokmayla veya bir, iki hurmayla geri çevirilen kimse
değil; ama (gerçek) miskin, kendisini doygun kılacak bir
zenginlige sahip olmayan ve (muhtaç olduğu) bilinmediği için kendisine zekat ve
sadaka verilmeyen; aynı zamanda kalkıp insanlardan bir şey istemeyen
kimsedir."[89]
Enes (r.a.) den yapılan
rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Dilenmek
ancak şu üç kimse için helaldir:
1-
Kupkuru toprağa yapışırcasına fazla fakir olana,
2-
Aşırı borçlu olup ödeme imkanı olmayan borçluya,
3-
Diyet ödemekle yükümlü bulunup çok acınacak durumda olan katile."[90]
Abdullah b. Amr (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sadaka
(zekat), zengine ve bir de azası yerinde olup (çalışıp kazanacak) güç ve
kuvvete sahip olana helal olmaz."[91]
Ubeydullah b. Âdiy b.
el-Hıyar (r.a.) anlatıyor:
"İki kimse bana şunu
haber verdi: Onlar kalkıp Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize gitmişler ve O'ndan
sadaka (zekat) istemişler. Bunun üzerine Efendimiz onlara şöyle bir göz atmış
ve ikisini de güçlü, kuvvetli görmüş ve şöyle buyurmuştur:
"İsterseniz
size (zekat) vereyim, ama zenginin zekatta bir payı yoktur; aynı zamanda
çalışıp kazanacak güç ve kuvveti olanın da onda bir payı yoktur."[92]
a)
Hanefilere göre: Zekat verilecek kişinin fakir olması gerekir. O bakımdan
zekatı zengine vermek caiz değildir. Meğer ki zengin kişi, zekat toplamakla
görevlendirilmiş tahsildar olsun, o takdirde toplanan zekattan onun ücreti
karşılanabilir.
Zira Kur'an'da zekatın
sarf ciheti açıklanırken ihtisas ifade eden (lam) harfiyle başlanmıştır.
Böylece sözü edilen sekiz sınıf ancak zekat almakta istihkak sahibidir,
başkaları değil. Eğer zekatı bu sekiz sınıfın dışına sarfetmek caiz olsa, o
takdirde (lam) harfinin delalet ettiği ihtisas hükümsüz kalmış olur ki bu da
caiz değildir.[93]
Fakir ile miskin
kavramları hakkında farklı tarifler yapılmıştır. Onlardan bir kısmı şöyledir:
a)
el-Hasan'a göre: Fakir, el açıp dilenmeyendir. Miskin ise, dilenen kimsedir.
Böylece miskinin daha muhtaç durumda olduğu anlaşılıyor.
b) Katade'ye
göre: Fakir, kendisinde kötürüm olup ihtiyacı olandır. Miskin, kendisinde
kötürüm olmayıp muhtaç durumda bulunandır.
Bu tarife göre, fakir,
miskinden daha muhtaç olandır.
c) Bazı
alimlere göre: Fakir, az bir şeye malik olandır. Miskin ise, hiçbir şeyi
olmayandır.[94]
d) Şafîilere
göre; Fakir, hiç malı olmayan ve helal kazanç sağlayamayan kimsedir. Veya malı
ve helal kazancı olup kifayet miktarının yarısından az nisbette imkana sahip
olan kimsedir. Aynı zamanda kendisine yetecek kadar nafaka veren yakını da
bulunmuyor.
Miskin ise, ömrünün
çoğunda mal ve kazancı ancak, kendisine yetecek nisbetin yarısını karşılayacak
kadar olan kimsedir.[95]
c)
Hanbelilere göre: Zekat ancak Kur'an'da açıklanan sekiz sınıfa verilir. Nitekim
Ziyad b. Haris diyor ki:
"Rasulüllah'a
(s.a.v.) gelip bey'at ettim. O sırada bir adam gelip:
"Ya Rasulallah!
Zekattan bana da ver" diyerek istekte bulundu. Bunun üzerine Rasulüllah
(s.a.v.) ona şöyle buyurdu:
"Doğrusu
Cenab-ı Hak, zekat konusunda ne bir peygamberin, ne de başkasının hükmüne razı
olmayıp kendisi bizzat onu sekiz cüze ayırıp (sekiz sınıfa) verilmesini
emretmiştir. Eğer sen o sekiz cüz'den biriysen o takdirde hakkını
vereyim."[96]
Bundan dolayı zekatı,
Allah'ın belirlediği sekiz sınıftan başka yerlere sarfetmek caiz değildir.
Mesela cami ve mescid inşasına, köprü ve su kanallarına, yol yapımına, açılan
gedikleri kapamaya, ölüyü tekfine zekat vermek, yani zekatı bu gibi konulara
sarfetmek caiz olmaz.[97]
d)
Malikilere göre: Zekat ancak Kur'an'da belirtilen sekiz sınıfa verilir. Bu
sekiz sınıftan yalnız biri mevcut olursa, zengin zekatını ona verir. Nafakaları
kendisine gerekli olan yakınlarına, muhtaç da olsalar zekat vermesi caiz
değildir. Aynı zamanda zekat ölünün kefenine de sarfedilmez. Çünkü zekat ancak
hayatta olan fakir ve miskinlerin hakkıdır. Ölülere harcanamayacağı gibi, cami
inşasına ve benzeri konulara da sarfedilmesi caiz değildir.
Zekat mecusiye,
hristiyana, yahudiye ve köleye de verilmez. (Ancak köle, kendisiyle akd-i
kitabet yapılmışsa, o takdirde ona da verilmesi caiz olur.)[98]
859 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin isnadı sahihtir ve ihticaca elverişlidir.
860 nolu Enes hadisini
İmam Tirmizi hasenlemiştir. Ancak isnadında Ahdar b. Aclan bulunuyor ki, bu zat
hakkında bazı şeyler söylenmiştir. Bununla beraber Yahya b. Main, "O
salihtir" demiş ve Ebu Hatim er-Razi: "Onun hadisi yazılabilir"
diye tezkiyede bulunmuştur.[99]
861 nolu Abdullah b.
Amr hadisini de İmam Tirmizi hasenlemiştir. Ancak isnadında Reyhan b. Yezid
bulunuyor ki, Ebu Hatim er-Razi onun meçhul bir şeyh olduğunu belirtirken Yahya
b. Main onun sıka (güvenilir) olduğuna dikkat çekmiştir. İlim adamlarından bir
kısmı ise, sözü edilen hadisin isnadının sahih olmadığını belirtmiş ve mevkuf
olduğunu söylemiştir.[100]
Bununla beraber mezkur hadisin birçok şevahidi bulunuyor. O bakımdan istidlale
salih görülmüştür.
862 nolu Ubeydullah
hadisini aynı zamanda Darekutni tahric etmiş ve İmam Ahmed "Ne güzel
hadistir bu" diyerek ihticaca, salih olduğuna işarette bulunmuştur.[101]
1- Zekat
ancak Kur'an-ı Kerim'de belirtilen sekiz sınıfa verilir.
2- Zekat
verecek durumda olan kimse, mevcut zekatını bu sekiz sınıfa taksim edebileceği
gibi, onlardan bir veya ikisine de verebilir.
3- Zengine
zekat vermek caiz değildir.
4- Gücü,
kuvveti yerinde olup normal çalıştığı halde rızkını kifayet miktarı te'nıin
edemeyen kimseye de zekat verilir.
5- Gücü,
kuvveti yerinde olup çalışma imkanına sahip olan kimse buna rağmen çalışmayıp
şunun, bunun eline bakmakla karnını doyurmayı tercih ediyorsa, öylesine zekat
vermek caiz değildir.
6- Daha çok
ortalıkta dolaşıp dilenenlere değil, yüzsuyu dökmekten hicap duyduğu ve
vakarına yediremediği için halini başkasına arzedemeyen fakir ve muhtaçları
bulup zekatı onlara vermek çok daha uygun olur.
İslam Devleti, vergi
konusuna yöneldiği kadar zekat konusuna da yönelir ve lüzum gördüğü yer ve
bölgelerdeki zenginlerin zekatını toplayıp Kur'an'da belirtilen sekiz sınıfa
dağıtmak üzere tahsildarları görevlendirir. Böylece görevli kimsenin fakir ve
muhtaç olmasa bile, topladığı zekattan ücretini karşılamak caiz olur. Bu
konuda müctehidler arasında az farklı ictihad ve görüş söz konusu olmakla beraber,
ekserin re'yi ve ictihadı belirttiğimiz doğrultudadır.
Büsr b. Said'den
yapılan rivayete göre: İbn Sa'd el-Maliki ona şöyle haber vermiştir:
"Ömer (r.a.) beni
zekat toplamakla görevlendirdi. Toplayıp işimi tamamladığımda getirip hepsini
Hz. Ömer'e teslim ettim. O, bu husustaki hizmetime karşılık o zekattan ücret
almamı emretti. Ben de:
"Ben ancak Allah
için bu hizmeti gördüm" dedim. O bana:
"Sana verileni
al" buyurdu ve şöyle ilave etti:
"Çünkü ben de
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında bu hizmeti yaptım ve O benim hizmetime
karşılık (topladığım zekattan) ücretimi verdi. Ben de senin dediğin gibi
söyledimse de, Efendimiz: "Sen istemeden sana bir şey verilirse onu ye
ve tasaddukta bulun!" buyurdu.[102]
Muttalib b. Rebi'a b.
Haris b. Abdilmuttalib'den yapılan rivayete göre:
"Kendisiyle Fazl b.
Abbas kalkıp Rasulüllah'a gitmişler ve şöyle istekte bulunmuşlar:
"Ya Rasulallah! Bizi
şu zekat toplama konusunda görevlendirmen için size gelmiş bulunuyoruz; diğer
insanların sağladığı menfaati biz de sağlamak arzusundayız. Diğerlerinin
toplayıp size getirdiklerini biz de toplayıp getiririz." Bunun üzerine
Rasulüllah onlara şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki
sadaka (zekat) Muhammed'e ve Onun aline uygun ve layık değildir. Çünkü zekat
(bir bakıma zengin) kimselerin kiridir."[103]
Büreyde (r.a.) den yapılan
rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Biz kimi bir
iş (zekat toplama ve benzeri bir amel) için görevlendirir ve bundan dolayı onu güzel bir rızık (ücret) le rızıklandırırsak, artık
onun bundan başkasını ve fazlasını alması hiyanet olur."[104]
a)
Hanefilere göre: Âmile, yani zekat toplamakla görevli kimseye, onun
yardımcılarına ve çoluk-çocuklarına vasat şekilde yetecek kadar, topladığı
zekattan ücretleri verilir. Şayet amil topladığı zekatı zayi' eder, yani o mal
bir felakete uğrar veya zekat doğrudan devlet reisine getirilip teslim
edilirse, bu durumda görevli tahsildara bir ücret ödenmez, yani istihkak olarak
o zekattan ona bir pay ayrılmaz.
Görevli tahsildar
zengin bile olsa, yine de onun ücreti topladığı zekattan çıkartılıp verilir.
Ancak görevli kimse Haşimi olursa, o takdirde topladığı zekattan ona, fakir
bile olsa verilmez.[105]
b) Şafiilere
göre: Zekat toplamakla görevli olan kimse, topladığı zekattan ancak kendisine
takdir edilen nisbeti alabilir. Bu arada görevli bulunduğu için hiç bir
zenginden hediye de kabul edemez. İmam Şafii el-Ümm'de "Babü'l-Hediyeti Li'1-Vali
bisebe-bi'l-Velayeti" faslında bu konuya geniş yer vermiş ve birkaç sahih
rivayet naklederek Rasulüllah'ın (s.a.v.) bu hususta ne kadar duyarlı
davrandığını yansıtmıştır.[106]
c)
Hanbelilere göre: Zekat toplamakla görevli kimse köle bile olsa, topladığı
zekattan kendi ücretini alması caizdir. Bazıları bu görevli kimse kafir bile
olsa, yine topladığı zekattan onun ücretini ödemenin caiz olduğunu söylemişse
de bu doğru değildir. Çünkü görevli tahsildarda aranan şartlardan biri, emin
bir kimse olmasıdır; küfür ise emanete münafîdir, yani onunla uyuşmaz. Aynı
zamanda tahsildarın zengin olmasında da bir sakınca yoktur. Çünkü o ancak
yaptığı hizmete karşılık ücret almaktadır.
Yetkili organ
görevlendirdiği tahsildarın ya ücretini önceden belirler, ya da hizmet sonunda
misline verilen ücreti takdir eder; yani yetkili organ bu hususta muhayyer
bırakılmıştır.[107]
d)
Malikilere göre: Görevli tahsildara topladığı zekattan, isterse o zengin olsun
ücretini vermek caizdir. Çünkü o bu ücrete, ortaya koyduğu emeğinden dolayı
müstahık olmaktadır; fakir olduğu için değil... Ancak görevlendirilen kimsenin
adil ve arif olması, yani hem adil davranması, hem de bu hükümleri iyice bilmesi
şarttır. O bakımdan zekat toplamakla görevlendirilen kimsenin kafir, fasık ve
cahil olmaması söz konusudur.[108]
872 nolu Büsr hadisi
sahihtir; aynı zamanda istidlale salihtir. Görevli fakir olduğu takdirde,
kendisine yapılan teberruu kabul edebilir. Ancak görev esnasında bundan
kaçınması daha uygun görülmüştür.
873 nolu el-Muttalib
hadisi de sahihtir. Böylece Haşim oğulları'nın zekat kabul etmesi caiz
değildir. Cumhur da bu görüştedir. Ebu Hanife'nin ictihad ve re'yi de böyledir.
İmam Şafii'den bu hususta farklı iki görüş nakledilmiştir.
874 nolu Büreyde
hadisinin isnadındaki rical sahihtir ve sıkattır. Ancak Ebu Davud ile
el-Münzeri bu konuda bir görüş izhar etmemişlerdir.
Hadis, zekatla
görevlendirilen kimsenin kendisine takdir edilen ücretten fazlasını,
ayırmasının caiz olmadığına delalet etmektedir. Nitekim müctehid imamların da
görüş ve tesbiti budur. Tahsildar kendisine takdir edilen ücreti topladığı
zekattan ayırabilir; bunda bir sakınca yoktur. Çünkü o ücretle çalışmakta ve
emeğinin karşılığını almaktadır.[109]
1- İslam
hükümdarının zekat toplamak için bazı kimseleri ücretle tutup görevlendirmesi
meşrudur.
2-
Görevlendirilecek kimsenin güvenilir, adil ve müslim olması şarttır.
3- Aynı
zamanda görevlendirilecek kimsenin zekat ahkamını bilmesi de şarttır.
4- Bu hususta
kafirin, kitap ehlinin,
cahilin, fasıkın görevlendirilmesi
caiz değildir.
5- Tahsildar
zengin bile olsa, topladığı zekattan takdir edilen ücretini ayırıp alabilir.
6-
Tahsildarın görev esnasında teberru kabul etmesi doğru değildir. Ancak fakir
olup zekata müstahık bulunursa, o takdirde, istemediği halde kendisine
teberru'da bulunan şeyi müctehidlerin bir kısmına göre kabul edebilir.
7-
Zenginlerin gereken zekatlarını tahsildara değil de doğrudan hükümdara getirip
teslim etmeleri caizdir ve bu durumda o zekattan tahsildara bir ücret
verilmesi caiz görülmemiştir.
Bu kavram üzerinde
hayli durulmuş ve birtakım az farklı tarif ve yorumlarda bulunulmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de ise sadece bir yerde geçer; zekatın sarf ciheti belirtilirken
onlardan birinin de "Müellefetü'l-Kulûb" olduğu zikredilir.
Farklı tarif ve
yorumlara gelince, şöyle bir sıralamada bulunabiliriz:
1- İslam'in
ilk yıllarında, yani Medine döneminde yeni müslüman olanlarla ilgili bulunuyor.
Onların kalbini İslam'a daha iyi ısındırmak için kendilerine zekat verilmesi
emredilmiş veya bu anlamda ruhsat verilmiştir.
2- İmam
Zühri'ye göre: Yahudi ve hristiyanlardan İslam'a yeni girenler kastedilmiştir.
Bunlar zengin de olsalar yine de kalplerini son dine iyice ısındırmak ve
yatıştırmak için kendilerine zekat verilmesi caizdir.
3- Henüz
İslama girmeyen gayr-i müslimlerden İslama az-çok ilgi duyanlara işarettir.
Bunları İslama sokmak için kendilerine zengin bile olsalar zekat verilmesi
uygun görülmüştür. Çünkü gayr-i müslimlerden öylesi var ki ancak bu yoldan
İslam'a ısınıp girmesi söz konusudur.
4- Dış
görünüşüyle İslam'a giren, fakat kalben henüz yeterince ona ısınmayan
kimselere işarettir. Bunları daha
iyi ısındırmak ve kalplerindeki şüphe ve tereddüdü gidermek için
kendilerine zekat verilmesi emredilmiştir. Zengin olmaları buna engel teşkil
etmez.
5- Bu terkip
ve kavramdan gayr-i müslimlerin ileri gelenleri kastedilmektedir.
Çevrelerindeki insanların İslam'a ısınmalarına engel olmamaları için,
kendilerine zekat verilmesi caiz görülmüştür.[110]
Bütün bu yorum ve
rivayetler birbirine yakınsa da, en uygun olanı, İslama girdiği halde kalbi
henüz ona tamamen yatışmayan kişilere işaret edilenini gösterebiliriz. Veya
İslama girmeyi düşünüp yakın ilgi içinde bulunan kişiler de söz konusu
olabilir. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ganimet malını dağıtırken
Ensar'a şöyle buyurmuştur:
"Doğrusu ben,
daha yeni müslüman olmuş, küfürden daha yeni kopmuş kişilere, kalplerini İslama
ısındırmak
için (daha çok) veriyorum"[111]
Yapılan sahih
rivayetlere göre: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, İslama meyledip bu inanç henüz
kalplerinde tam anlamıyla kök salmayan Ebu Süfyan'a, Safvan b. Ümeyye'ye,
Uyeyne b. Hısn'e, Akra' b. Habis'e ve Abbas b. Merdas'a yüzer deve vermek
suretiyle kalblerini daha çok yatkınlaştırmayı dilemiştir.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayette, adı geçen şu haberi vermiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimiz İslam adına kendisinden ne istendiyse, onu mutlaka (imkanları
nisbetinde) isteyene vermiştir. Bir defasında bir adam gelip O'ndan bir şey
istedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) zekat koyunlarından iki dağ arasında
otlatılıp korunanlarından bir haylisinin ona verilmesini emretti. Adam
koyunları alıp kendi kavmine dönünce onlara şöyle dedi:
"Ey kavmim!
İslam'a girin. Çünkü gerçekten Muhammed (s.a.v.) fakirlik ve ihtiyaçtan endişe
duymayacak kadar kişiye bağışta bulunuyor."[112]
Amr b. Tağlib (r.a.)
den yapılan rivayete göre, şöyle haber vermiştir:
"Rasulüllah (s.a.v.)
Efendimize bir miktar mal veya esir ve ganimet getirildi. Efendimiz onu bazı
adamlara verdi; bazısına da vermeyip onları gözardı etti. Kendilerine
vermediği kimselerin, bu davranışından dolayı Rasulüllah'ı (s.a.v.) kınadıkları
haberi Rasulüllah'a (s.a.v.) ulaştı. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) kalkıp
Allah'a hamd-u senada bulundu ve sonra şöyle buyurdu:
"Allah'a and
olsun ki ben birine veriyorum, birine vermiyorum; ama kendisine vermediğim adam
benim yanımda bana ötekinden çok daha yakın ve sevimlidir. Doğrusu ben bâzı
kavimlere, kalplerinde sabırsızlık ve tereddüt, hırs ve kararsızlık görüyorum
da o yüzden onlara (ganimet ve zekattan) veriyorum."[113]
Müellefetü'l-Kulûb ile
alakalı bu hüküm her devirde cari midir?
İslam Dini güç bulup
ülkeleri fethettikten sonra bu sınıfa zekat verilip verilmeyeceği hakkında
farklı ictihad ve yorumlar ortaya çıkmış bulunuyor:
a) Hz. Ömer,
el-Hasan ve Şa'bi'ye göre: İslam'ın izzet ve üstünlük sağlamasıyla bu sınıf
zekat kapsamı dışında tutulmuştur.
Nitekim İmam Ebu
Hanife ve İmam Malik'in de görüş ve ictihadı bu doğrultudadır.
b) İmam
Zühri'ye göre: Bu sınıfa zekat verilmesiyle ilgili hükmü nesheden, yani onu
kaldıran bir emir ve hüküm mevcut değildir. İslam devleti ihtiyaç duyduğu
takdirde yine bu sınıfı İslama ısındırmak için zekat
verebilir. Hz. Ömer kendi devrinde o günkü şart ve ortamı dikkate alarak bu sınıfa
zekat vermedi. Nitekim Kaadı Abdülvahab ve Kaadı İbn Arabi de aynı
görüştedirler. Öyle ki, ihtiyaç hissedildiği zaman bu sınıfa zekat verilebilir.
c) Ebu Cafer
en-Nuhas da bununla ilgili hükmün baki olduğunu belirtmiştir.[114]
d) Ahmed b.
Hanbel'e göre: İslam hükümdarı ihtiyaç duyduğu zaman bu sınıfa zekat
verebilir.
e) İmam
Şafii'ye göre: Kalplerini İslama ısındırmak için zekat kafirlere verilmez. Ama
içi, dışı bir olmayan ve İslamı tam anlamıyla içine henüz sindirmeyen
kararsızlara verilebilir.[115]
882 ve 883 nolu
hadisler sahihtir ve istidlale elverişlidir.
1- İslamı
zahiren kabul edip kalbi henüz tam anlamıyla İslama ısınmayanlara -zengin bile olsalar- zekat vermek caizdir.
2- Kafirler
İslama ısınıp girsinler diye kendilerine zekat vermek -müctehidlerin çoğuna
göre- caiz değildir.
3- İslam
hükümdarı uygun gördüğü zamanlarda sözü edilen sınıfa -zengin oldukları
takdirde- zekat vermeyebilir.
4- İmam Ebu
Hanife ve arkadaşlarına göre: İslamın
yayılıp güç bulmasıyla bu sınıfa zekat verme hükmü sakıt olmuştur.
Köle, başkasının mülkü
olup kendine ait bir mülkü söz konusu olmadığı için zekata müstehik değildir.
Ancak esir misali, kölelik kaydından kurtulabilmek için efendisiyle akd-i
kitabet yapan ve teklif edilen meblağı ödediği takdirde hürriyetine kavuşma
imkanı bulunan "mükateb köle"ye zekat vermek meşru ve caizdir.
Nitekim Kur'an-ı
Kerim'de zekatın sarf ciheti belirlenirken sekiz sınıftan birinin
"rikab" olduğu açıklanmaktadır.
Ancak ayette geçen
"rikab" kavramı üzerinde durulmuş ve farklı tarif ve yorumlar
yapılmıştır:
a) Ali b.
Ebi Talib (r.a.), Said b. Cübeyr, el-Leys, İmam Sevri, İmam Ebu Hanife ve İmam
Şafii'ye göre: Bundan maksat, kendisiyle akd-i kitabet yapılan kölelerdir.
Efendisiyle yaptığı yazılı sözleşmeye göre, takdir edilen mal veya parayı temin
edip getirdiği takdirde hürriyetine kavuşturulacaktır. Böylece muhtaç durumda
olan bu köleleri hürriyetlerine kavuşturmak için zekat vermek caiz ve
meşrudur.
b) İbn Abbas, Hasan el-Basri, İmam Malik, İmam Ahmed b.
Hanbel, Ebu Sevr ve Ebu Ubeyd'e göre: Bundan maksat, kendisiyle akd-i kitap
yapılan köleler değildir. Çünkü onlar "ğarimin" yani borçlular
kapsamına girmektedir. Burada "rikab"ın delalet ettiği mana, zekat parasıyla
köle satın alıp azad etmektir.
c) İmam
Zühri'ye göre, bu kavram her iki yorumu da kapsamaktadır. O halde zekat hem
kendisiyle akd-i kitabet yapılan köleye, hem de bu parayla köle satın alıp azad
etmeğe sarfedilebilir.
İbn Abbas (r.a.) diyor
ki:
"Müslüman
zenginin malından çıkardığı zekatla köle azad etmesinde bir sakınca
yoktur."[116]
Bera' b. Azib (r.a.)
diyor ki:
"Bir adam
Peygamber (s.a.v.) Efendimize geldi ve şöyle dedi:
"Ya Rasulallah! Beni
cennete yaklaştıracak, cehennem ateşinden uzaklaştıracak bir amele irşad eyle,
yol göster." Rasulüllah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu:
"Bir can (bir
insan) azad et ve köle (ve esirin) bağını çöz (hürriyetlerine kavuştur)".
Bunun üzerine adam:
"Ya Rasulallah! Neseme
ile rakabe bir değil mi?" diye sordu. Efendimiz ona:
"Hayır, bir
canı (insanı) azad etmek, onu yalnız başına hürriyetine kavuşturmandır. Köle
(veya esirin) bağını çözüp hürriyetine kavuşturmak ise, ona ödenecek para
konusunda yardımcı olmandır."[117]
Ebu Hureyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Üç kimse
vardır ki, onların hepsine yardım etmek Allah üzerine bir haktır: Allah
yolunda gazada bulunan (savaşıp cihad eden); yapılan sözleşme gereği istenilen
meblağı efendisine ödemeğe çalışan mukateb (köle) ve iffet ve namusunu korumak
için evlenen kimse."[118]
Mezhep imamlarının
hemen hepsi, zekat ile köle azad etmenin ve kendini azad ettirmek için
belirlenen meblağı temine çalışan köleye zekat vermenin caiz olduğunu belirtmişlerdir.
Ancak bu iki şıktan birine cevaz verip diğerinde tereddüt izhar edenler de
olmuştur. Cumhurun ise birinci görüşü benimsediği bilinmektedir.
887 nolu Bera'
hadisinin ricalinin hepsi sıkat (güvenilir) dir. O bakımdan istidlal ve ihticaca
salih görülmüştür.
888 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir ve istidlale, ihticaca elverişlidir.
Cenab-ı Hakk'ın bu üç
kimseye yardımda bulunmasına gelince: Her biri hakkında sebepleri
kolaylaştırması demektir. Onlara yardımı üzerine hak olarak alması,
sünnetullah gereği bir düzenlemedir.
1- Kölelik
kaydı altında olup azad adilmek üzere belirlenmiş bir meblağı temine çalışan
köleye zekat vermek caizdir.
2-
Müctehidlerin çoğuna göre, zekat parasıyla köle satın alıp azad etmek de caizdir.
Cenab-ı Hak, zekatın
sarf cihetini açıklarken sekiz sınıftan birinin de "ğarimin" olduğunu
belirtmiştir. Şüphesiz faizsiz ödünç vermek ne kadar faziletli ve uhrevi sevabı
mucipse, borcu zamanında ödemek de o kadar önemli ve faziletlidir. Ancak
borçlu bütün iyi niyet ve azmine rağmen borcunu ödeme imkanını bulamıyorsa, o
takdirde onu borçtan kurtarmak için müslüman zenginlerin zekat vermek
suretiyle ona bu konuda yardımcı olmaları gerekir. Zira zekatın birçok sosyal
faydaları yanında bir de ekonomik dengeyi, gelir dağılımını ayarlamayı ve
toplum bünyesindeki aşırı ekonomik açıklığı kapamayı sağlamak söz konusudur.
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre; Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Dilenmek,
(yardım istemek) ancak şu üç kimse için helaldir:
1-
Aşırı borçlu olup ödeme imkanı olmayan borçluya
2-
Kupkuru toprağa yapışırcasına fazla fakir olana
3-
Diyet ödemekle yükümlü bulunup çok acınacak durumda olan katile..."[119]
Kabisa b. Muharik
el-Hilali (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Kan davası veya
başka bir fitneden dolayı araları açılan iki kavim veya iki ailenin arasını
düzeltmek için aralarına girip mali destekte bulunmayı kendi üzerime almış
bulunuyordum. Bu sebeple Rasulüllah'a (s.a.v.) gelip bu hususta Ondan (maddî)
istekte bulundum. Bana: "Biraz bekle de bize zekattan getirilecek ve
ondan sana verilmesini emredeceğiz" buyurdu ve arkasından şunu ilave
etti: "Ya Kabîse! Şüphesiz dilenmek (mali yardım istemek) ancak şu üç
kimse için helal olur:
1-
İki kavim veya iki ailenin arasını düzeltmek için maddî yardımda bulunmayı
kendi üzerine alan üçüncü şahsın dilenmesi helal olur, ta ki bu hususta
gerekeni te'min edince artık istemekten vazgeçer.
2-
Malının başına bir felaket inip mali imkanı elinden giden adamın da dilenmesi
helal olur. Geçimini sağlayıp ayakta duracak duruma gelinceye kadar (zekat ve
sadaka) isteyip alabilir.
3-
Kendisine şiddetli fakirlik dokunup da kavminden az da olsa aklı eren üç
kişinin "falan adama şiddetli fakirlîk dokunmuş" diye hakkında görüş
izhar ettikleri kimseye de dilenmek helal olur. Geçimini sağlayıncaya kadar bu
onun için mübah sayılır.
Artık bu üçünden
başkasının dilenmesi, Ya Kabîse! haramdır, dilenip yiyen kimse haram yemiş
olur."[120]
a)
Hanefilere göre: Hangi cihetten olursa olsun borçlu bulunan ve onu ödeme
imkanı bulamayan kimseye zekat verilir.[121]
Borçlu, asıl ihtiyacından fazla nisap miktarı malı ve parası olmayan kimsedir.
b)
Hanbelilere göre: Borç altında olup ödeme imkanı elde edemeyen kimseye zekat
vermek caizdir. Bununla beraber, zekatı doğrudan alacaklıya verip borçlunun
borcuna mahsup etmesi şeklinde de bir uygulama caizdir.
İmam Ahmed'den rivayet
edilen bir diğer kavle göre: Borçlunun aldığı zekatı borcuna değil, başka
konularda harcaması söz konusu olduğu takdirde, zekatı doğrudan alacaklısına
vermek daha uygun olur. Borçlu dürüst bir kimse olup aldığı zekatı borcunu
kapamaya sarfederse, o takdirde zekatı ona vermek daha uygun olur.[122]
c) Şafiilere
göre: Borçluya zekat vermek caizdir. Ancak borçlu kimsenin şu iki durumdan
biriyle mevsuf olması gerekir: Kendi öz ihtiyacından dolayı borçlanmış olması
veya toplum ve ailenin maslahatı söz konusu olduğu için onların arasını
düzeltmeye, kan pahasını ödemeye yönelmiş bulunması...
Ayrıca borçlu olan
kimsenin mübah bir şeyden dolayı borçlanmış olması söz konusudur. Zina ve
benzeri bir haramı işlemek için borçlanan kimseye zekat verilmez. Diğer bir
husus da şudur: Borçlunun zekat alabilmesi için borcunun vaadesi gelmiş
olmalıdır. Henüz vaadesi gelmeyen bir borç için önceden zekat alması caiz
görülmemiştir.[123]
d)
Malikilerin görüş ve ictihadı, Hanbelilerinkine çok yakın bulunmaktadır.
889 nolu Enes hadisi,
854 nolu hadisin aynıdır ve gerek tahlil orada yapılmış bulunuyor.
890 nolu Kabîse hadisi
de sahihtir ve ihticaca elverişlidir.
1- Borç
altında olup ödeme imkanı olmayan kimseye zekal vermek caizdir.
2- Borçlu
kimsenin zekat alabilmesi için, asil ihtiyacındar fazla nisap miktarı mal ve
parasının bulunmaması gerekir.
3- Haram
işlemek için borçlanmış olmaması da şarttır. Hanbelilere göre, haram
işledikten sonra tevbe edip pişmanlık duyar ve borcundan kurtulmaya azmeder,
bununla beraber ödeme imkanı bulamazsa, o takdirde ona zekat vermek caizdir.
İmam Şafii ise, öylesine zekat vermenin caiz olmadığını belirtmiştir.
4- Borçlu
müsrif veya aldığı zekatı borcuna'değil başka yere harcayan bir kimse ise,
müctehidlerin bir kısmına göre, zekatı ona değil alacaklısına vermek daha uygun
olur.
5- Katilden
dolayı diyet gerektiğinden, katilin baba tarafından olan yakını kan diyetini
ödemek için sıkıntıya düşer veya iki cemaat, iki aile arasını bu ve benzeri
konuda düzeltmeyi amaçlar da o yüzden paraya ihtiyacı olur ve bunu karşılayacak
maddi güce sahip olmazsa, o takdirde zekat alması, yani zenginlerin o gibilere
zekat vermesi caizdir.
Farz kılınan zekatın
sarf cihetinden biri "fi-sebili'llah"tır, diğeri "İbn-i
Sebîl"dir. Bu iki terkip, kavram üzerinde durulmuş ve farklı yorumlar
yapılmıştır. Ancak cumhura göre: Birincisi Allah yolunda gaza eden, cihada
katılan demektir, ikincisi, evinden, yurdundan, yakınlarından kopup seferde
parasız kalan kimsedir.
Bu durumda olan iki
sınıfa, zengin bile olsalar zekat vermek caizdir.
Eba Said (r.a.) den
yapılan rivayete göre: Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle, buyurmuştur:
"Sadaka (zekat)
zengine helal olmaz, ancak Allah yolunda (gaza ve cihad için) bulunan zengine
ve bir de yolda kalmış zengine verilebilir ve bir de fakir olan komşuya verilir
ki, ona zekat verildiğinde, o ya onu sana bağışlar veya senin için dua
eder."
Diğer bir lafızla
şöyle rivayet edilmiştir:
"Zekat ancak şu
beş kimseye helal olur:
1- Zekat
toplamakla görevlendirilen tahsildara,
2- Aldığı
zekatı başkasına mal karşılığında satan fakire,
3- Borçlu
durumda bulunana,
4- Allah
yolunda savaşana,
5- Kendisine
zekat verilip onu bir zengine bağışlayan miskine"[124]
İbn Labis el-Huzai
(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Rasulullah
(s.a.v.) Efendimiz bizi, zekat olarak verilen bir deveye bindirip hacca
gönderdi."[125]
Ümmü Ma’kıl
el-Esediyye (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçenin kocası genç bir
deveyi Allah yoluna vakfetmiş bulunuyordu. Kadıncağız da umre yapmak istiyordu.
Bunun için kocasından o genç deveyi istediyse de kocası ona vermedi. Bunun
üzerine kadın kalkıp Rasulullah’a (s.a.v.) geldi ve durumu arzetti. Peygamber
(s.a.v.) onun kocasına, Allah yoluna vakfettiğigenç deveyi umre için karısına
vermesini emretti ve şöyle buyurdu:
"Şüphesiz hac ve
umre Allah yolunda bulunmaktır."[126]
Yusuf b.
Abdisselam’dan o da nenesi Ümmü Ma’kıl’dan rivayet etmiştir. Ümmü Ma’kıl (r.a.)
şöyle demiştir:
"Rasulullah
(s.a.v.) Efendimiz veda haccına giderken bizim de bir devemiz bulunuyordu ki
Ebu Ma’kıl onu Allah yoluna vakfetmiş idi. Hastalık gelip bize çattı ve Ebu
Ma’kıl (r.a.) vefat etti. Peygamber (s.a.v.) (Medine’den) çıkıp hareketle
(Mekke’ye) yöneldi. Haccını tamamlayıp (döndüğünde) kendisini ziyarete gittim.
Bana şöyle sordu:
"Ya Ümmü
Ma’kıl! Benimle birlikte hacca çıkmaktan seni alıkoyan neydi?"
"And olsun ki biz
de hazırlanıyorduk; derken Ebu Ma’kıl vefat etti ve üzerine binip haccettiğimiz
bir devemiz bulunuyordu ki, Ebu Ma'kıl onu Allah yolunda kullanılmak üzere
vasiyet etti. (O bakımdan sizinle birlikte haccedemedim), dedim. Buyurdu ki:
"O deveye
binip hacca çıksaydın ya... Çünkü hac ibadeti de Allah yolunda bulunmak
demektir."[127]
a)
Hanefilere göre: "Fi sebilillah"; Allah yolunda olup savaşmak
isteyen, fakat nafaka ve bineklerini kaybettiklerinden dolayı fakir kalıp
gazilere arkadan yetişemeyen şahıslardır. Bunlara, kazanmak güçleri olsa bile
zekat vermek helal olur. Çünkü savaş günlerinde onların kazanç elde etmeye
çalışmaları kendilerini cihaddan alıkoyar.
"İbn Sebil"
ise, yolculuk halinde olan kimse demektir. Vatanında malı, yetecek kadar
imkanı varsa da ona hemen ulaşma imkanı olmadığından, zengin de olsa, kazanma
gücü de bulunsa, yine de kendisine zekat vermek caiz olur. Ancak öylesi için
evla olanı şudur: Mümkünse istikrazda bulunur ve vatanına dönünce aldığı borcu
gönderir.[128]
b) Diğer üç
mezhebin de ictihad ve görüşü bu doğrultudadır.
O bakımdan
"fî-sebilillah" terkibini, savaş ve hac yolunun dışına çıkarıp diğer
hayır işlerine teşmil etmek doğru olmaz. Dört mezhebin ittifakı söz konusudur.
894 nolu Ebu Said
hadisini aynı zamanda Ahmed, İmam Malik, Bezzar, Abd b. Humeyd, Ebu Ya'lâ ve
Beyhaki tahric etmiş; Hakim de sahihlemiştir. Bazıları ise aym hadisin
irsalinde ta'lîl yaparak Ata' b. Yesar'dan rivayet etmişlerdir. Ancak ilim adamlarının
çoğu bunu Ebu Said'den rivayet ederek bu tarika ağırlık kazandırmışlardır.
Hadis sahih kabul
edildiğinden müctehidlerin çoğu onunla istidlalde bulunmuştur.
895 nolu İbn Lâbis
hadisi üzerinde hayli durulmuş ve farklı tesbitler yapılmıştır. O bakımdan
müctehidlerin çoğu onunla ihticacda bulunmamıştır.
896 nolu Ümmü Ma'kil
hadisine gelince: 884 de olduğu gibi Ebu Davud, Nesai, Tirmizi ve İbn Mace
tahric etmişlerdir. Ancak isnadında meçhul bir adam bulunuyor ve aym zamanda
isnadında İbrahim b. Muhacir b. Cabir el-Becelî
el-Kufî bulunuyor ki bu zat
hakkında hayli şeyler söylenmiştir:
a)
İbnü'l-Medeni onun kırk kadar hadis rivayet ettiğine dikkat çekerken,
b) Yahya b.
Said onun kavi olmadığını belirtmiştir.
c) İmam
Ahmed, onun rivayetinde bir sakınca olmadığım söylerken,
d) İbn Adiy,
onun hadisleri zuafa arasında
zikredilir demiştir.[129]
Bu sebeple
müctehidlerin çoğu bu hadisle de ihticac etmemiştir.
1- Allah
yolunda savaşa çıkan ve bu sebeple silah, binek, yiyecek maddelerine ihtiyaç
hisseden gazilere zekat vermek caizdir.
2- Allah
yolunda savaşan gazilerin çalışıp kazanma güçleri olsa bile, öyle günlerde
dünya işlerine dönüp kazanç sağlamaya çalışmaları onları savaştan
alıkoyacağından zekatla takviye edilmelerine cevaz verilmiştir.
3-
Memleketinde malı ve serveti olup seferde iken parasız kalan yolculara da zekat
vermek caizdir.
4- Bunun
gibi Hac yolunda parasını kaybeden veya sıkıntıya düşen kimseye de zekat
verilebilir. Bununla beraber gerek bunun, gerekse diğer yolcuların ödünç
almaları daha uygun kabul edilmiştir.
5- Hac için
bineğe muhtaç olanların, zekat veya vakıf binekleriyle haccetmelerine fukahadan
bir kısmı cevaz vermiştir.
Zekat, servetin
biriken kiri, fakir ve muhtaçların hakkı, ekonomik dengenin kurulması, fakirle
zengin arasındaki mesafenin kısaltılması anlamında dini bir vergidir.
İnsanları Allah yoluna davet edip Cenab-ı Hakk'ın son mesajını O'nun kullarına
tebliğ eden Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bu ulvî ve çok şerefli hizmeti ve
vazifeyi kimseden bir karşılık beklemeden, bir ücret talep etmeden yerine
getirmekle mükellef bulunuyordu. Böylesine yüce bir makamı ve şerefi ihraz eden
bir peygamberin insanlara el açması, onlardan zekat ve sadaka alıp geçimini
sağlaması elbette ki bir nakise ve itibarını zedeleyen bir leke olurdu.
Zaten hizmetlerin en
güzeli, en şereflisi, Allah rızası için, kimseden bir ücret ve karşılık
beklemeden yerine getirileni değil midir?
O bakımdan Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, gerek kendi salısına, gerekse ailesine zekat ve sadakayı uygun
görmemiş, sadece getirilen hediyeleri kabul etmek nezaketini göstermiştir.
Ancak Rasulüllah'ın
(s.a.v.) "âl"i kimlerdir? Bu hususta ilim adamlarının ve müctehid
imamların az farklı tesbit ve yorumları vardır ki, onların görüş ve
ictihadlarını belirtirken buna yer vereceğiz.
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Hz. Ali'nin
(r.a.) oğlu Hz. Hasan, sadaka (zekat) hurmalarından bir tane alıp ağzına
koydu. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona: "Kin
kih!..." diye seslendi ve şunu ilave etti:
"Bizim sadaka
(zekat) yemediğimizi bilmez misin?"[130]
Rasulüllah'ın (s.a.v.)
(azadlı) kölelerinden Ebu Rafi' (r.a.) Benî Mahzun kabilesinden bir adamı zekat
toplamak üzere gönderdi. O adam, Ebu Rafı'a şöyle öneride bulundu:
"Zekattan sana da bir
şey isabet etsin diye benimle arkadaşlık et, yanımda bulun!" Ebu Rafi'
ona:
"Hayır, Rasulüllah'a
gidip O'ndan sormadıkça sana bu hususta arkadaşlık edemem" diye cevap
verdi ve kalkıp Rasulüllah'a (s.a.v.) geldi, durumu sordu. Efendimiz ona:
"Şüphesiz sadaka
(zekat) bize helal değildir ve kavmin azadlı köleleri onların nefislerinden
sayılır" buyurdu.[131]
Cüveyriye bint
el-Haris (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz onun yanına (bulunduğu hücreye) giriyor ve ona:
"Yiyecek bir
şey var mıdır?" diye soruyor. O
da:
"Hayır vallahi bir şey
bulunmuyor, sadece cariyeme zekat olarak verilen bir parça kemikli koyun eti
var" diye cevap veriyor. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona:
"Onu getir de
önümüze koy, çünkü o (zekat olarak)
asıl yerine ulaşmış bulunuyor (ve onu
alan ona sahip olunca bir miktarını hediye olarak göndermiş bulunuyor.)"[132]
Ümmü Atıyye (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz bana zekat malından bir koyun gönderdi. Ben de ondan bir
miktarını ayırıp Hz. Aişe'ye (r.a.) gönderdim. Bir süre sonra Rasulüllah
(s.a.v.) eve geliyor ve Hz. Aişe'ye:
"Yanınızda
yiyecek bir şey var mıdır?" diye
soruyor. O da:
"Hayır, sadece
senin Nüseybet'eye gönderdiğin koyundan onun bize gönderdiği bir parça et bulunuyor"
diye cevap veriyor. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.):
"Şüphesiz o
zekat koyunu asıl yerine ulaşmış bulunuyor" (o, o kadının mülkiyetine
intikal edince, onun malı oluyor ve o da bize ondan biraz hediye göndermiş
bulunuyor) "buyurdu."[133]
a)
Hanefîlere göre: Haşim Oğullarının zekat alması haram kılınmıştır. Haşim
oğulları: Al-i Abbas, Âl-i Ali, Al-i Cafer, Âl-i Akiyl ve Abdülmuttalib oğlu
Haris'in çocuklarıdır. Nitekim el-Kerhî de aynı isimler üzerinde durup kapsamlı
bir tarif yapmıştır.[134]
b) Şafiilere
göre: Cumhur-i Şafîiyye, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ehl-i beytine zekat
verilmesinin caiz olmadığında ittifak etmiştir. İsterse onlar, ganimetten
kendilerine ayrılan beşte birin beşte birinden mahrum edilsinler, yine de
kendilerine zekat verilmez. Ancak müteehhirinden bazı zatlar ki, Herevî, İbn
Yahya ve İbn Ebi Hüreyre onlara dahil bulunuyor, ehl-i beytin hakkı beşte birin
beşte biri kendilerine verilmediği takdirde muhtaç durumda iseler zekat verilmesine
cevaz vermişlerdir. Nitekim Fahri Râzî, Kaadı Hüseyin, İbn Şekîl ve İbn Ziyad
da buna fetva verenler arasında bulunuyor.[135]
c)
Hanbelilere göre: Haşim oğullarına zekatın helal olmadığında ihtilaf yoktur,
yani buna muhalefet eden olmamıştır.
Çünkü zekat,
Rasulüllah'ın (s.a.v.) ifadesiyle, insanların kiri ve pasıdır.
Aynı zamanda Haşim
oğullarının azatlı kölelerine de zekat helal değildir. Ancak ilim adamlarının
çoğuna göre, azatlı kölelerine zekat vermek caizdir. Zira onlara ganimetin
humusü'l-humusu (beşte birinin beşte biri) verilmemektedir.
Muttalib oğullarına
gelince: Onların zekat alıp alamayacağı hakkında farklı iki rivayet vardır.
Onlardan biri, Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah'ın görüşüdür ki, ona göre,
Muttalib oğullarına da zekat almak helal değildir. Çünkü Haşim oğulları ile
Muttalib oğulları aynı ağacın iki dalı mesabesindedir. İkinci rivayet ise, Ebu
Hanife'nin kavlidir ki, ona ve onun ekolünde olanlara göre, Muttalib oğulları,
muhtaç durumda iseler fakir ve miskin kapsamına girmektedir; o bakımdan zekat
almaları helaldir.[136]
d)
Malikilere göre: Peygamberin (s.a.v.) âlinden maksat burada sadece Haşim
oğullarıdır. Böylece Malikilerle Hanefılerin görüş ve tesbitleri aynı noktada
birleşmiş oluyor.[137]
900 nolu Ebu Hüreyre
Hadisi sahihtir. Ancak Müslim'de "Bizim sadaka (zekat) yemediğimizi bilmez
misin?" cümlesi yerine, "Şüphesiz sadaka (zekat) bize helal
değildir" cümlesi yer almaktadır.
İmam Ahmed ve Tahavî ise,
son cümleyi şu lafızla rivayet etmişlerdir:
"Muhammed'in
âline sadaka (zekat) helal olmaz."
Hafız İbn Hacer bu
hadisin isnadının kaviy olduğunu belirtmiştir. Ayrıca bu mealde bir diğer
hadisi Taberani ile Tahavi, Ebu Leyla el-Ansarî'den rivayet etmiştir.
Haşimi'nin Haşimi olan
zata zekat vermesi helal olur mu?
Bu konuda Hakim'in Hz.
Abbas'tan tahric ettiği şu rivayeti dikkate alanlar, bunun caiz olduğuna kail
olmuşlardır, Abbas b. Abdilmuttalib (r.a.) anlatıyor:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimize dedim ki:
"Ya Rasulallah! Sen
insanların zekatını bize haram kıldın; ama bizim birbirimize zekat vermemiz
helal olmaz mı?" Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi:
"Evet, helal
olur."
Bu hadisin
ravilerinden bir kısmı ittiham edilmiş ve isnadı üzerinde durulmuştur. O
bakımdan müctehid imamların çoğu bununla istidlal ve ihticac etmemişlerdir.
Haşim oğullarına zekat
haram kılınırken, tetavvu' anlamında olan sadaka helal mıdır? Şafiilerle
Hanbelilere göre, tetavvu' anlamında sadaka almaları helaldir. İmam Ebu
Yusuf’a göre, o da helal değildir.[138]
901 nolu Ebu Rafı'
hadisini aynı zamanda İbn Huzeyme ve İbn Hibban tahric edip sahihlemişlerdir.
Ayrıca bu konuda bir hadisi Taberani, İbn Abbas (r.a.) dan rivayet etmiştir.
902 nolu Cüveyriye
hadisi ile 903 nolu Ümmü Atıyye hadisi kimine göre sahih, kimine göre hasendir
ve istidlale salihtir. Nitekim bu babda Buhari'nin Hz. Aişe (r.a.) dan rivayet
ettiği şu hadis olayı kuvvetlendirmekte ve gerek Peygamber'in (s.a.v.) gerekse
Haşim oğullarının, zekat alan bîrinden aldığı zekattan yaptığı bağışı kabul
etmelerinde bir sakınca olmadığına açık biçimde delalet etmektedir: Hz. Aişe
(r.a.) diyor ki:
"Rasulüllah'a
(s.a.v.) bir miktar et getirildi. Ben de (durumu bildiğim için) peygamber'e
(s.a.v.):
"Bu Berîre'ye verilen
sadaka (zekat) tır" dedim. Peygamber (s.a.v.):
"Bu ona zekat
ve bizim için de bir
hediyedir" buyurdu. [139]
1-
Peygamber (s.a.v.) Efendimize ve âline zekat helal kılınmamıştır.
2-
Peygamber'in (s.a.v.) alinden maksat, müctehidlerin çoğuna göre, Haşim
oğullarıdır; bir kısmına göre ise, Muttalib oğulları da buna dahildir.
3- Haşim
oğullarının azat ettikleri kölelere zekatın helal olup olmadığı ihtilaf
konusudur. Ebu Rafı' hadisinden onlara da helal olmadığı anlaşılıyor. Ancak
müctehidlerin biv kısmı bu konuda başka delil ve rivayetler toplayarak farklı bir hüküm çıkarmışlardır.
4- Peygamber
(s.a.v.) Efendimizin zevceleri ile Haşim oğullarının zevceleri bu hükmün
kapsamına girmekte midir? İbn Battal, fukahanın bu konuda görüşünü naklederken,
zevcelerin bu hükmün dışında kaldığını belirtmişse de İbn Kudame el-Muğni'de,
Hz. Aişe'nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Şüphesiz ki biz
Muhammed'in aline zekat helal değildir."
Hafız İbn Hacer bu
hadisin Hz. Aişe'ye isnadının hasen olduğunu belirtmiştir. İbn Münîr de İbn
Battalın görüşüne katılarak onlara zekat vermenin haram olmadığına dikkat
çekmiştir.
Zekat ve sadaka iman
doğrultusunda gönül hoşluğuyla verildiği nisbette hikmetine yönelik anlam
taşır. Verdiği akit ve mala gözünü takıp kalbî temayülünü bir türlü koparamayan
kimse bir bakıma o zekat veya sadakayı kerhen vermiş sayılır. Cenab-ı Hak ise, "Sevdiğiniz
şeylerden (Allah yolunda, O'nun rızası uğrunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe
erişemezsiniz, Her ne harcarsanız elbette Allah onu bilir"
buyurmaktadır.
O halde verilen zekat
ve sadaka, yapılan yardım ve sağlanan destek her yanıyla gönül rahatlığı ve o
yardımı yapabilmenin vereceği vicdan huzuru içinde gerçekleşmeli ve fakir ve
muhtaçlara verilen zekat ve sadakayı veren kimse onlardan satın almaya
kalkışmamalıdır.
Ömer b. Hattab (r.a.) den
yapılan rivayete göre şöyle haber vermiştir:
"Atımı Allah
yolunda kullanılmak üzere (bir adama) verdim. Atımı kendi yanında tutan adam
onu zayi' edecek bir çizgiye getirmiş oldu. O bakımdan atı ondan satın almak
istedim ve onun o atı ucuz bir fiatla satacağını sanıyordum. Durumu Peygamber
(s.a.v.) Efendimize sordum, bana şöyle buyurdu:
"Onu satın
alma ve verdiğin sadaka (zekata avdet etme, isterse onu sana bir dirheme versin
geri dönüp alma. Çünkü sadaka (zekat) (gibi bir hayrına pişman olup) dönen
kimse, kusmuğuna dönen gibidir."[140]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Hz. Ömer' (r.a.) bir atı Allah yolunda (kullanılmak
üzere bir adama) verdi veya onu Allah yolunda tasadduk eyledi. Sonra da o atın
satışa çıkarıldığını görünce, onu satın almak istedi. Bunun üzerine durumu Hz.
Peygambere (s.a.v.) arzedip sordu. Peygamber (s.a.v.) ona: "Verdiğin
sadakaya dönme" diye emretti...[141]
İlim adamları bu
hadisleri yorumlarken farklı hükümler ortaya koymuşlardır. Çoğuna göre, farz
olan zekatı kişi muhtaç kimseye verdikten sonra, bu onun malı olur ve o kimse
aldığı zekatı satmakta serbesttir. Zekatı veren kimse isterse, onu satın
alabilir. Nitekim bir önceki konuda buna yakın bir anlatım söz konusudur. Ömer
ve İbn Ömer hadislerinde ise, farz olan zekattan söz edilmemekte, Allah
yolunda yapılan tasadduk konu edilmektedir. O bakımdan verilen sadakayı,
tasaddukta bulunan kimsenin satın almasının mekruh veya haram olduğu
söylenebilir. Kusmuk haram olduğundan, dönüp satın almanın tahrimine
hükmedilmiştir. Bu anlatımın tenfîr anlamında belirtildiğini dikkate alanlar
ise, dönmenin mekruh olduğuna kaildirler.
Şüphesiz sadakanın en
üstünü, kişinin kendi yakınlarının ihtiyacını karşılaması ve karınlarını
doyurmasıdır. Nitekim zekat konusunda da fakir olan akrabaya öncelik tanınması
bundandır. Ancak kocanın kendi karısına, kadının da kendi kocasına farz olan
zekatı vermesi caiz midir, değil midir? Müctehid imamların tesbit ve
ictihadları farklıdır. Ama bunların birbirlerine tasaddukta bulunmasına genel
anlamda cevaz verildiğini biliyoruz.
Abdullah b. Mes'ud'un
(r.a.) eşi Hz. Zeyneb (r.a.), Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber
veriyor:
"Ey kadınlar
topluluğu! Tasaddukta bulunun, isterse bu sizin takındığınız zinet eşyasından
olsun."
Zeyneb devamla diyor
ki:
"Bu hadisi
dinledikten sonra kocam Abdullah'a döndüm ve ona dedim ki:
"Sen eli hafif
bir adamsın (elinde avucunda yetecek kadar mali imkanın yoktur). Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz ise bize tasaddukta bulunmamız için emretti. O bakımdan git
de Rasulüllah'a sor: Sana vermem eğer yetecekse (tasadduk olarak yerini
bulacaksa) vereyim, değilse sizden başkasına harcayayım?"
Kocam Abdullah bana:
"Sen git sor" dedi. Bunun üzerine kalkıp gittim, o sırada Ensar'dan
bir kadının Hz. Peygamberin kapısının önünde beklemekte olduğunu ve aynı hususu
sormak üzere geldiğini gördüm. Rasulüllah'ın (s.a.v.) üzerinde bir mehabet bulunuyordu;
derken Bilal dışarı çıkıp ne istediğimizi sordu. Ona:
"Rasulüllah'a git de
iki kadının kapıda beklediğini ve kendileri için kocalarına tasaddukta
bulunmanın kafi gelip gelmeyeceğim sorduklarını söyle; ama bizim kim
olduğumuzdan söz etme" dedik. Bilal içeri girdi ve konuyu sordu. Peygamber
(s.a.v.) ona:
"O iki kadın
kimlerdir?" diye sordu. O da:
"Ensardan bir kadın
ile Zeyneb..." diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v.) ona:
"Hangi
Zeyneb?" diye sordu. O da:
"Abdullah'ın eşi
Zeyneb" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu:
"Onlar için
iki ecir (sevap ve mükafat) vardır: Biri yakınlık ecri, diğeri sadaka
ecri."[142]
Buhari ise son cümleyi
şöyle rivayet etmiştir:
"Zinetimi kocama
ve evimdeki yetimlere infak etmem benim için kafi gelir mi?"
Selman b. Amir (r.a.)
dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Miskine
sadaka vermek sadece bir sadakadır; ama onu hısımlara vermek iki sadakadır;
Biri sadaka, diğeri sıla-i rahm."[143]
Ebu Eyyüb (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sadakanın en
üstünü, içinde kin ve düşmanlık tutan hısımlara verilenidir."[144]
a)
Hanefîlere göre: Evli çiftlerin birbirine zekat vermesi caiz değildir.
Özellikle adamın kendi eşine zekat vermesi ittifakla caiz değildir; ama kadının
kendi eşine zekat vermesi imameyne (İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed) göre
caizdir. İmameyn bu husustaki Zeyneb hadisini farz olan zekatla değil, tatavvu'
olan tasaddukla yorumlamışlardır.[145]
b) Şafiilere
göre: Adamın kendi eşine zekat vermesi caiz değilse de, kadının kendi kocasına
zekat vermesi caizdir. İmam Şafii bu hususta Zeyneb hadisiyle istidlal ve
ihticacda bulunmuştur. İmam Sevri de aynı görüş ve ictihaddadır.[146]
c)
Hanbelilere göre: Erkeğin kendi eşine zekat vermesi bilicma' caiz değildir.
Çünkü eşine nafaka vermek erkek üzerine vaciptir. Kadının kendi eşine zekat
vermesine gelince: Bu hususta iki rivayet vardır: Birine göre caiz değildir ki
Ebu Bekir bu rivayeti ihtiyar etmiştir. İkinci rivayete göre, caizdir. Nitekim
İmam Şafîi, İbn Münzir ve ilim ehlinden bir cemaatin ictihadı bu doğrultudadır.
Bunların delili, Zeyneb hadisidir.[147]
d)
Malikilere. göre: İbn Kasım'dan yapılan rivayette, kadının kendi kocasına zekat
vermesi caiz değildir. Aynı zamanda kocanında kendi karısına zekat vermesi caiz
değildir. Çünkü kadının nafakası erkek üzerine vaciptir.
Sahnûn bu meseleyi İbn
Kasım'dan sorarken, İmam Malik'ten duyup duymadığını da soruyor. İbn Kasım ona:
"Bu mesele o kadar açık ve nettir ki, İmam Malik'ten sormaya gerek
görmedim." diyor.[148]
912 nolu Zeyneb hadisi
sahihtir ve istidlale salihtir. Ancak hadiste geçen "tasadduk"tan
maksat hem farz, hem de tatavvu’ olan sadaka mıdır, yoksa sadece tatavvu' olan
mıdır? Bu hususta farklı yorumlar yapılmıştır.
913 nolu Selman
hadisini aynı zamanda Nesai, İbn Hibban, Darekutni ve Hakim tahric etmiştir;
İmam Tirmizi'de hasenlemiştir.
İslamın muhtaçlardan
yana gerçekleştirdiği yardım kollarından biri de "Zekatü'1-Fıtr"
veya "Sadaka-i Fıtr" diye anılan "Fitre"dir. Buna
"Sadaka-i Re's" yani "Kişinin başının sadakası"da
denilmiştir.
Bayram namazından önce
çevredeki fakir ve muhtaçlara, sabah-akşam doyuracak şekilde mali yardımda
bulunmanın sayılmayacak kadar faydaları vardır. En azından ekonomik dengenin
sağlanmasına destek olur, fakirle zengin arasındaki mesafeyi iyice kısaltıp
kardeşlik duygularını geliştirir.
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, ramazandan ramazana fakir ve muhtaçlara verilmek üzere
zekat-ı fıtri müslümanlardan köle, hür, erkek, kadın, küçük ve büyük (nisaba
malik olan) her kişi üzerine hurma veya arpadan bir sa’ (olarak belirleyip)
farz kıldı.[149]
Buhari'nin rivayetine
göre: Ashab-ı Kiram Fıtr sadakasını bayramdan bir gün veya iki gün önce
verirlerdi.
Said (r.a.) diyor ki:
"Biz zekat-ı
fıtri yiyecekten veya arpadan veya hurmadan veya kurutulmuş yoğurttan veya
kuru üzümden bir sa' olarak çıkartıp (muhtaçlara verirdik)."[150]
Diğer bir rivayette
ise, Ebu Said'in (r.a.) şöyle dediği tesbit edilmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz aramızda iken biz zekat-ı fıtri taamdan bir sa' veya
hurmadan bir sa' veya arpadan bir sa' veya kuru üzümden bir saf veya kurutulmuş
yoğurttan bir saf çıkartıp (verirdik). Bizim bu şekil çıkarıp vermemiz
Muaviye'nin Medine'ye gelmesine kadar sürdü. O şöyle dedi:
"Ben Şam buğdayının iki müddünü bir sa’ hurmaya muadil görüyorum!"
Böylece halk onun bu sözüyle amel etmeye başladı. Ben ise öteden beri neden ne
kadar çıkartıp veriyordumsa yine öyle vermeye devam ettim."[151]
Nesai ise Ebu Said'in
(r.a.) şöyle dediğini nakletmiştir:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz sadaka-i fıtri taamdan bir sa' veya arpadan bir sa' veya
hurmadan bir sa' veya kurutulmuş yoğurttan bir sa' farz kıldı."
Böylece fıtr konusunda
"ekıt" yani kurutulmuş yoğurdun da asıl olduğu anlaşılıyor.
Darekutni'nin İbn
Uyeyne tarikiyle Ebu Said'den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle dediğini
nakletmiştir:
"Biz, Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz zamanında (sadaka-i fıtr olarak)
sadece undan bir sa' veya hurmadan bir saf veya sülttan bir sa' (buğdaya benzer
bir tür arpa), veya kuru üzümden bir sa' veya arpadan bir sa' veya kurutulmuş
yoğurttan bir sa' çıkartıp (verirdik)."
Bunun üzerine
İbnü'l-Medînî, Süfyan b. Uyeyne'ye diyor ki:
"Hiç kimse bu
konuda undan söz etmiyor." Süfyan b. Uyeyne şu cevabı veriyor:
"Hayır, un da bu
konu içindedir, yani sadaka-i fıtrda asıl olan maddelerden biridir."
Bu rivayetle ihticac
eden Ahmed b. Hanbel, undan sadaka-i fıtr verileceğini belirtmiştir.
İbn Ömer (r.a.) diyor
ki:
"Şüphesiz
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz sadaka-i fıtrin insanlar henüz (bayram) namazına
çıkmadan önce ödenmesini emretti."[152]
İbn Abbas (r.a.) diyor
ki:
"Rasulüllah
(s.a.v.) Efendimiz, sadaka-i fıtri oruçluyu boş ve anlamsız söz ve
davranışların (kir ve pasından) arındırmak, haya dışı şeylerin (is ve izinden)
temizlemek ve miskinlere taam olmak üzere farz kıldı. Artık kim onu (bayram)
namazından önce verirse, o makbul bir sadaka olur; kim de (bayram) namazından
sonra verirse, o sadece sadakalardan bir sadaka olur."[153]
İshak b. Süleyman
er-Râzî anlatıyor:
"Malik b. Enes'e:
"Ya Eba Abdillah! dedim. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sa'ının miktarı ne
idi?" Cevap verdi:
"Irak rıtlıyla
beş rıtl ve bir de rıtlın üçte ikisi idi. Bunun bu kadar olduğunu ben takdir
ettim." Bunun üzerine ona dedim
ki:
"Ya Eba Abdillah! Sen kavmin şeyhine, ileri gelen fakihine
muhalefet etmiş oldun" O da bana:
"Sözünü ettiğin
şeyh kimdir?" diye sordu. Ben de:
"Ebu Hanife'dir.
O, bir sa'ın sekiz rıtl olduğunu söylemiştir." Bunun üzerine İmam Malik
fazlasıyla öfkelendi ve sonra yanında oturanlara şöyle seslendi:
"Sen dedene ait
sa'ı, sen amcana ait sa'ı, sen de nenene ait sa'ı getir!" Böylece birçok
sa' (sa' miktarı ölçek) biraraya toplanmış oldu. Sonra İmam Malik o sa'ları
getirenlere sordu:
"Bunlar hakkında
hafızanızda ne gibi bilgi var?" Onlardan biri şöyle dedi:
"Babam, kendi
babasından naklen bana haber verdi ki, dedem, Peygamber (s.a.v.) zamanında
sadaka-i fıtri bu sa' ile verirmiş." Bir diğeri şöyle dedi:
"Babam, kendi
kardeşinden naklen bana şöyle haber verdi:
"O, Peygamber
(s.a.v.) zamanında bu sa' ile fıtrayı verirmiş." Bir üçüncüsü ise şöyle
dedi:
"Babam kendi
anasından rivayetle bana şu haberi verdi: Annem fıtrayı bu sa' ile Peygamber,
(s.a.v.) Efendimize teslim edermiş..."
Bunun üzerine İmam
Malik devamla şöyle dedi:
"İşte ben bu
sa’ların her birini beş rıtl ve bir de bir rıtlın üçte ikisi olarak hesaplayıp
takdir ettim."[154]
a)
Hanefilere göre: Sadaka-i fıtr (fitre) her hür olan müslümana, asıl
ihtiyacından fazla nisaba malik olduğu takdirde vaciptir. Bunun nisabında nema
(artma ve çoğalma) itibar edilmez. Kurbanın vücubu ile akrabaya nafaka da aynı
nisaba bağlı bulunuyor.
Sadaka-i fıtri, sadece
şu dört maddeden vermek vaciptir: Buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm.
Buğdaydan yarım sa',
diğerlerinden birer sa' verilir. Aynı zamanda buğday ve arpa unundan da
verilebilir. Bunlardan aynen verilebileceği gibi, kıymetleri takdir edilerek
nakit olarak da verilebilir.
Bir sa', Bağdad
rıtlıyle yirmi estardır. Estar ise dört buçuk miskaldır.[155]
Sadaka-i fıtrin vücup
vakti, bayram günü fecr-i sadık doğunca başlar. O bakımdan fecirden önce ölen
kimsenin fitresi gerekmez; ama fecirden önce doğan veya İslama giren kimse için
gerekir. Bununla beraber bayramdan bir gün veya birkaç gün önce vermekle bu
vücup yerine gelmiş olur.[156]
b) Şafiilere
göre: Ezher olan kavle göre, bayramın ilk gecesi vacip olur. Böylece güneş
battıktan sonra ölen kimsenin fitresi çıkartılıp verilir; ama sözü edilen
vakitte doğan çocuğun fitresi gerekmez. Bayram namazından sonraya
geciktirilmemesi sünnettir. Bayram gününden sonraya bırakmak ise haramdır.
Kafir kimsenin fitre
vermesi gerekmez; ancak müslüman kölesi ve müslüman yakını varsa, onların
fitresini vermesi gerekir. Kölenin de fitre vermesi gerekmez. Bayram gecesi ve
bayram günü kendisinin ve nafakası vacip olanların nafakasından fazla bir
yiyecek maddesi olmayan kimsenin fitre vermesi gerekmez. Aynı zamanda fitre
olarak verilecek nisbetin, kişinin evinden, muhtaç olduğu hizmetçisinden fazla
olarak artması şarttır.
Fitre verilen maddenin
cinsi, üşür kapsamına giren şeylerdir. Aynı zamanda kurutulmuş yoğurttur.
Bunlardan beldenin kut'u [157] ana
gıda ve geçim maddesi hangisi ise ondan vermesi vacip olur.[158]
Kut niteliğinde olan
maddeden bir şa' verilir. Bir sa', 693 dirhemdir ve böylece bir sa', iki kilo
ikiyüz yirmibeş gram eder.[159]
c) Hanbelilere
göre: Sadaka-i fıtr, müslüman olup bir gün ve bir gecelik yiyeceğinden fazla
gıda maddesi bulunan kimseye farzdır. Aynı zamanda kişinin hem kendi fitresini,
hem de nafakası kendisine vacip olan yakınlarının ve çocuklarının fitresini
vermekle mükelleftir.
Sadaka-i fıtr, kut
olarak belirlenen maddeden, ister buğday, ister arpa, ister hurma ve üzüm olsun
bir sa' verilmesi gerekir. Kut olarak kurutulmuş yoğurtla geçinenler
fitrelerini bu maddeden verirler. Aynı zamanda buğday ve arpa unundan da verilebilir.
Kut olarak belirlenen maddelerin kendisi değil kıymetini takdir edip vermek
caiz değildir.
Bayram namazına
çıkmadan önce fitreyi vermek müstehabdır. Vücup vakti ise, ramazanın son günü
güneş batınca başlar. Güneş batmadan önce doğan çocuğun ve İslama giren gayr-i
müslimin fitre vermesi vacip olur. Güneş battıktan sonra ise vacip olmaz.
Bununla beraber
fitreyi henüz vücup vakti girmeden bir, iki gün önce vermekle farz yerine
gelmiş olur.[160]
d)
Malikilere göre: Sadaka-i fıtr hür olup ödeme imkanı bulunan her müslümana
vaciptir. Kendi kut'undan ve nafakası, kendisine gerekli olan yakınlarının
nafakasından fazla bir miktar elinde bulunuyorsa, o takdirde vermesi vacip
olur. Ancak bu fazlalığın sırf bayramın birinci gününün kut'undan arta kalan
nisbet olması söz konusudur.
Sadaka-i fıtır, kut
olarak kullanılan şu dokuz maddeden verilir:
"Buğday, arpa,
buğdaya benzer bir tür arpa, darı, çavdar, pirinç, hurma, kuru üzüm,
kurutulmuş yoğurt, kurutulmuş süt...
Bayram günü fecir
doğunca fitrenin vücup vakti girmiş olur. Bayram namazından önce verilir.
Bununla beraber bayramdan bir, iki gün önce vermek de kafi gelir, iki günden
önce vermek ise, caiz değildir.[161]
Sözü edilen
maddelerden kut olarak hangisi kullanılıyorsa, ondan bir sa' olarak çıkartılıp
verilmesi gerekir.
919 nolu İbn Ömer
hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. Sadaka-i fıtrin farziyetine delalet
etmektedir. Ancak İmam Ebu Hanife bunu vücuba hamletmiştir. .
922 nolu İbn Ömer
hadisi sahihtir. İmam Şafii bayram namazına çıkmadan önce verilmesini istihbab
anlamına hamletmiştir.
1- Sadaka-i
fıtr vacip veya farzdır. Davud ez-Zahiri'ye göre, müekked sünnettir.
2- Sadaka-i
fıtr'ın farz olduğunu belirtenlerin tesbit ve ictihadı ağırlık kazanmıştır.
3- Sadaka-i
fıtr yılda bir defa ramazandan ramazana verilir.
4- Bayram
sabahı fecrin doğmasıyla farziyeti tahakkuk eder.
5- Bayram
namazından önce verilmesi sünnet veya müstehabdır.
6- Bayramdan
bir, iki gün önce verilmesinde bir sakınca yoktur.
7- İmam
Malik'e göre, iki günden daha fazla bir süre önce verilmesi caiz değildir.
8- Sadaka-i
Fıtr, asıl ihtiyaçtan fazla nisaba ulaşan nakit veya gayr-i menkulden verilmesi
gerekir.
9-
Müctehidlerin bir kısmına göre, asil ihtiyacından sonra bir günlük ve bir
gecelik nafakası olan kimsenin vermesi gerekir. Birincilerin görüş ve ictihadı
daha sahih ve isabetli kabul edilmiştir.
10- Asıl
ihtiyacından fazla nisap miktarı varlığı olan kimse hem kendinin, hem de nafakası kendi üzerine gerekli olan
yakınlarının fitresini vermekle yükümlüdür.
11- Sadaka-i
Fıtr, fakir ve muhtaçların hakkıdır.
12- Vaktinde
ödenmeyen sadaka-i fıtr kişinin üzerinde borç olarak kalır.
13- Sadaka-i
fıtr, buğday arpa, hurma ve kuru üzümden verilir. Ancak Ebu Hanife'ye göre, bu
dört maddeden biri verilebileceği gibi, bunların kıymeti takdir edilerek de
verilebilir.
14- Diğer
imamlara göre, bu dört maddeye kurutulmuş yoğurt, darı ve benzeri maddeler de
dahildir.
15-
İmam Ebu
Hanife'ye göre, buğdaydan
yarım sa', diğerlerinden bir sa’
verilmesi gerekir. Diğer imamlara göre hepsinden de birer sa' verilmesi
gerekir. Şöyle ki: Beldenin kut'u, yani ana gıda maddesi buğday ise, ondan,
hurma veya kuru üzüm, ya da kurutulmuş yoğurt ise ondan verilmesi daha
uygundur. Buğday, arpa ve benzeri hububatın unundan da verilebilir.
[1] Buhari, zekat: 41, 63, meğazi: 60, tevhid: 1, Müslim,
iman: 29, 31, Ebu Davud, zekat: 5, Tirmizi, zekat: 6, Nesai, zekat: 46, İbn
Mace, zekat: 1, Daremi, zekat: 1, 9, Ahmed: 1/233.
[2] Buhari, zekat: 1, murteddîn: 3, istisna': 2, Müslim,
iman: 32, Ebu Davud, zekat: 1, Tirmizi, iman: 1, Nesai, zekat: 3, cihad: 1,
Ahmed: 1/11, 19, 36, 48, 2/423.
[3] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/2, 3'den özetlenerek.
[4] Mecmeu'l-Enhür: 1/192, 193.
[5] Şeyhülislam Zekeriya el-Ansari, Minhacü't-Talibin: 29.
[6] Muvafakuddin İbn Kudamî, eş-Şerhül-Kebir: 2/436-440.
[7] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-
Arbaa: 1/591.
[8] Buhari, Ebu
Davud/zekat: 5. Nessi/zekat: 5, 10. Ahmed: 1/100, 102, ,110,119
[9] Ebu Davud/zekat: 5/12. Nesai/zekat: 8. Ahmed: 5/230,
233, 240, 248, ' 288
[10] Ebu Davud/zekat: 5, 12. Nesai/zekaî: 8. Ahmed: 5/230,
233, 240, 248, 288.
[11] Mecmeu'l-Enhür: 1/197-200.
[12] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac:
116-119'dan özetlenerek.
[13] Bilgi için bak: İbn Kudame, el-Muğni: 2/439-472.
[14] Bilgi için bak: Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 2/306-
314.
[15] Bilgi için bak: Zadü'l-Mead, zekat bahsi
[16] Şevkani, Neylü’l-Evtar: 4/149.
[17] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 1/514, 1918 nolu Hasan.
[18] Nesai, zekat: 12. Ahmed: 4/315.
[19] Nesai, zekat: 12, Ebu Davud, zekat: 5, Ahmed: 4/315.
[20] Müsned-i Ahmed: 5/142.
[21] Müslim, zekat: 9, Ebu Davud, zekat: 11, Nesai, zekat:
16, 17, İbn Mace, zekat: 15, Ahmed: 2/249, 279, 470, 477.
[22] Buhari, Müslim, Müsned-i Ahmed, Neylü'l-Evtar: 4/153.
[23] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/35.
[24] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’:1/34.
[25] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 1/34.
[26] Ebu Yahya Zekeriya Ensari, Fethü'l-Vehhab: 1/102.
[27] İbn Kudame, el-Muğni: 2/491'den özetlenerek.
[28] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa:
1/596.
[29] Tirmizi, zekat, Ebu Davud, zekat: 5, 11, Nesai, zekat:
18, İbn Mace, zekat: 4, 15, Daremi, zekat: 7, Ahmed: 1/18,92, 113, 121, 132,
145, 146, 148.
[30] Müsned-i Ahmed, Nesai.
[31] Müslim, zekat: 3, 6, Ebu Davud, zekat: 2, Nesai,
zekat: 5, 18, 23, 24, İbn Mace, zekat: 6, 9, Daremi, zekat: 11, Taberani,
zekat: 1, 2, Ahmed: 2/402, 403, 3/6, 30, 45, 49.
[32] Ebu Davud.
[33] el-Mevsalî, el-İhtiyarli-Ta'lîli'l-Muhtar: 1/110, 111.
[34] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 124.
[35] Müslim, zekat: 8, Ahmed: 3/341.
[36] Buhari, zekat: 55, Müslim, zekat: 8, Ebu Davud, zekat:
5,12, Tirmizi, zekat: 14, Nesai, zekat: 25, İbn Mace, zekat: 17, Daremi, zekat:
29, Ahmed: 1/ 145, 3/341, 353, 5/233.
[37] Müslim, zekat: 3, 6, Ebu
Davud, zekat: 2, Nesai, zekat: 5, 18, 23, 24, İbn Mace, zekat: 6, 9, Daremi,
zekat: 1, 2, Ahmed: 2/402 ,403, 3/16, 20, 45, 59, 73, 74, 79, 86.
[38] Sünen-i Esrem, Neylü'l-Evtar: 4/159.
[39] Ebu Davud, büyû’: 35, İbn Mace, zekat: 18, Taberani,
müsakai: 1, 2, Ahmed: 2/24, 226, 367, 6/163.
[40] Tirmizi, zekat: 17, İbn Mace, zekat: 18.
[41] Tirmizi, zekat: 17, Nesai, zekat: 100.
[42] Ebu Davud, zekat: 17, Nesai, zekat: 27, Taberani,
zekat: 34.
[43] Bilgi için bak: Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 2/53, 56,
Mecmeu'l-Enhür: 1/215.
[44] Bilgi için bak: Ebu Zekeriya Yahya Nevevi,
Minhacü't-Talibin: 27.
[45] Bilgi için bak: İbn Kudame, el-Muğni: 2/548-550.
[46] Bilgi için bak: Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/294.
[47] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa,
1/619.
[48] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 2/317, 3092 nolu Sakar.
[49] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/160.
[50] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 2/438, 4376 nolu Abdullah.
[51] İbn Mace, zekat: 20, Ahmed: 4/236.
[52] İbn Mace, zekat: 20, 21.
[53] Ebu Davud, zekat: 13, Nesai, zekat: 29.
[54] Mecmeu'l-Enhür: 1/217.
[55] Bilgi için bak: Ebu Zekeriya Nevevi,
Minhacü’t-Talibin: 28.
[56] İbn Kudame, el-Muğni: 2/577, 578.
[57] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/164.
[58] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 2/310, 3872 nolu Sadaka.
[59] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 4/193, 8810
nolu Münir.
[60] Buhari, zekat: 66, diyat: 28, 29, musakat: 3, Müslim,
hudud: 45, 46, Ebu Davud, diyat: 27, Tirmizi, zekat: 16.
[61] Ebu Davud, imaret: 36, Taberani, zekat: 8, Ahmed:
1/306.
[62] el-Fıkhu Ala’l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/614.
[63] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/615.
[64] el-Fıkhu Alal-Mezahibi'l-Arbaa: 1/614.
[65] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/613.
[66] Buhari, zekat: 20.
[67] Şafii, Buhari, kendi tarihinde.
[68] Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Daremi,
zekat: 12.
[69] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/33.
[70] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/51.
[71] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/170.
[72] Şevkani, Neylül-Evtar: 4/169.
[73] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 1/513-515,
1918 nolu Hasan.
[74] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 4/180, 8757
nolu Mendel.
[75] Geniş bilgi için bak: Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra:
1/284.
[76] Tirmizi, zekat: 21.
[77] Ebu Davud, İbn Mace, zekat: 41.
[78] Sünen-i Esrem, Neylü'l-Evtar: 4/170.
[79] Ebu Davud, İbn Mace, zekat.
[80] Feteva-yi Hindiyye: 1/190.
[81] Abdurrahman b. Muhammed (Buğyetü'l-Müşterşidin):
1/105.
[82] İbn Kudame, el-Muğni: 2/531, 532.
[83] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/286, 287.
[84] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/263, 264,
996 nolu Esas.
[85] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/170.
[86] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/171.
[87] Tevbe: 9/60.
[88] Bakara: 2/273.
[89] Buhari, zekat: 53, tefsir: 2, 48, Müslim, zekat: 101,
102.
[90] Ebu Davud, zekat: 26, Tirmizi, zekat: 23, İbn Mace,
ticaret: 25, Ahmed: 3/ 114, 127.
[91] Ebu Davud, zekat: 24, Tirmizi, zekat: 23, Nesai,
zekat: 90, İbn Mace, zekat: 26, Daremi, zekat: 15, Ahmed: 2/164, 192, 5/326.
[92] Ebu Davud, zekat: 24, Nesai, zekat: 91, Ahmed: 1/202,
4/224, 5/290, 362.
[93] Kasani, Bedayi': 2/43.
[94] Kasani, Bedayi': 2/43'den özetlenerek.
[95] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu
Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/625.
[96] İbn Kudame, el-Muğni: 2/526, 527, Ebu Davud.
[97] İbn Kudame, el-Muğni: 2/527.
[98] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/297-299'dan
özetlenerek.
[99] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/179.
[100] Bilgi için bak: Mizanü'l-İ'tidal: 2/62, 2816 nolu
Reyhan.
[101] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/179.
[102] Müslim, zekat: 12, Ebu Davud, zekat: 28, imaret: 10,
Nesai, zekat: 94, Ahmed: 1/52.
[103] Müslim, zekat: 167, Ahmed: 4/166.
[104] Ebu Davud, imaret: 10.
[105] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/220.
[106] Bilgi için bak: el-Ümm: 2/58.
[107] İbn Kudame, el-Muğni: 2/517, 518’den özetlenerek.
[108] Abdurrahman el-Ceziri, el Fıkhu Ala'l
mezahibi'l-Arbaa: 1/623'den özetlenerek.
[109] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/186.
[110] Bilgi için bak: C. Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam
Fıkhı: 2/173.
[111] Sahih-i Müslim, zekat: 139.
[112] Müsned-i Ahmed: 7108 İsnad-ı sahih ile...
[113] Buhari, cumua: 29, humus: 19, fezail-i ashab: 9.
Ahmed: 3/57, 76, 246.
[114] el-Cami'u li-Ahkami'l-Kur'an: 8/179, 180.
[115] Bilgi İçin bak: Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam
Fıkhı: 2/174-706.
[116] Buhari, zekat: 49.
[117] Darekutni, Müsned-i Ahmed: 4/299.
[118] Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, nikah: 5, cihad: 12,
İbn Mace, ıtk: 3.
[119] Ebu Davud, zekat: 26, Tirmizi, zekat: 23, İbn Mace,
ticaret: 25, Ahmed: 3/ 114, 127.
[120] Müslim, zekat: 109, Ebu Davud, zekat: 26, Nesai,
zekat: 80, Daremi, zekat: 37, Ahmed: 3/477, 5/60.
[121] Mecmeu'l-Enhür: 1/221.
[122] İbn Kudame, el-Muğni: 2/705'den özetlenerek.
[123] Abdurrahman, Buğyetü'l-Müsterşidîn: 105.
[124] Ebu Davud, Zekat: 25, İbn Mace, Zekat: 27, Taberani,
Zekat: 29; Ahmed: 3/59.
[125] Buhari, Ta’likan.
[126] Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Menasik: 79.
[127] Ebu Davud, menasik: 79, 80.
[128] Haşiyetü't-Tahtavi: 392, Bedayiu's-Sanayi': 2/46.
[129] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/67, 225 nolu İbrahim.
[130] Buhari, zekat: 60, cihad: 188, Daremi, zekat: 16,
Ahmed: 2/409, 44/4, 476.
[131] Tirmizi, zekat: 25, 60, Nesai, zekat: 97, Ahmed:
4/186.
[132] Buhari, zekat: 61, İbn Mace, libas: 25, Müslim, zekat:
169, hayz: 101, 102, Nesai, feri': 4, Ahmed: 6/429, 430.
[133] Buhari, Müslim: Ümmü Atıyye'den.
[134] Kasani, Sedayiu's-Sanayi': 2/49'dan özetlenerek.
[135] Abdurrahman, Buğyetü'l-Müsterşidîn: 106, 107'den
özetlenerek.
[136] İbn Kudame, el-Muğni: 2/519'dan özetlenerek.
[137] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/193.
[138] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/195.
[139] Buhari, zekat: 61, 62, hibe: 7, nikah: 18, talak: 14,
17, feraiz: 19.
[140] Buhari, hibe: 30, cihad: 137, fezail-i ashab: 56.
Müslim, hibat: 2, 4.
[141] Buhari, hibe: 30, cihad: 137, fezail-i ashab: 56,
Müslim, hibat: 2, 4. Ebu Davud, zekat: 10, adahî: 20, Tirmizi, zekat: 32,
Nesai, zekat: 100, İbn Mace, sadakat: 2, Ahmed: 2/7, 50.
[142] Buhari, hayz: 6, Müslim, iman: 132, lydeyn: 4, zekat:
46, 47, Tirmizi, zekat: 12, iman: 6, Nesai, zekat: 82, İbn Mace, fiten: 19,
Daremi, zekat: 23, Ahmed: 1/376, 6/423.
[143] Müsned-i Ahmed, İbn Mace, Tirmizi.
[144] Buhari, nefakat: 2, Müslim, zekat: 95, Ebu Davud,
zekat: 39, Nesai, zekat: 6, 53.
[145] Mecmeu'l-Enhür: 1/224.
[146] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/199.
[147] İbn Kudame, el-Muğni: 2/513.
[148] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/298'den özetlenerek.
[149] Buhari, zekat: 70, 71, 78, Müslim, zekat: 12, 13, 16,
Ebu Davud, zekat: 18, İbn Mace, zekat: 21, Daremi, zekat: 27.
[150] Buhâri/, zekat: 73, Tirmizi, zekat: 35, Nesai, zekat:
33, 38, İbn Mace, zekat: 21, Ahmed: 6/347, 359.
[151] Nesai, zekat: 31, 33, Ahmed: 2/102, 137.
[152] Buhari, zekat: 74, 76, Müslim, zekat: 15, 22, 23, Ebu
Davud, zekat: 19, 20, İbn Mace, zekat: 21, Ahmed: 2/21.
[153] Ebu Davud, zekat: 18, İbn Mace, zekat: 61.
[154] Darekutni, Neylü'l-Evtar: 4/207.
[155] Bir miskal, birbuçuk dirhem ve 4.8 gramdır. Böylece
bir sa' yaklaşık ola rak üç kilo altıyüz küsur gram eder.
[156] Fetevay-i Hindiyye: 1/191, 192'den özetlenerek.
[157] Beldenin temel gıda maddesi.
[158] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 129, 130'dan
özetlenerek.
[159] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 130.
[160] İbn Kudame, el-Muğni: 2/645-680’den özetlenerek.
[161] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Ârbaa: 1/629, 630'dan
özetlenerek.