4- ORUÇ.. 5

Ramazan Ve Bayramın Sübutuyla İlgili Şahitlik. 5

Konuyla İlgili Hadisler 5

Hadislerin Işığında  Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları 6

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 7

Bulutlu, Sisli Gün Ve Şek Günü. 8

Konuyla İlgili Hadisler 8

Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları 8

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 9

Çıkarılan Hükümler: 10

Bir Beldenin Hilali Görmesiyle Diğer Belde Sakinlerinin Ona Uyup Oruç Tutmaları Gerekir Mi?. 10

Konuyla İlgili Hadisler 10

Hadisin Işığında Müctehid İmamların Görüş Ve Tesbitleri 11

Rivayetin Tahlili 12

Çıkarılan Hükümler 12

Farz Oruçlarda Geceden Niyet Getirmenin Vücubu. 12

Konuyla İlgili Hadisler 12

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İctihad Ve İstinbatları 12

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 13

Çıkarılan Hükümler 14

Kendisine Oruç Farz Olanın Hükmü. 14

Konuyla İlgili Hadisler 14

Bu Konuda Müctehid İmamların İctihad Ve İstinbatları 15

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 15

Çıkarılan Hükümler 16

Orucu Bozan, İşlenmesi Mekruh Ve Müstehab Olan Şeyler 16

Konuyla İlgili Hadisler 16

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları 17

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 18

Çıkarılan Hükümler 19

Oruçlu İken Kusmak Veya Sürme Kullanmak. 19

Konuyla İlgili Hadisler 19

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İctihadları 20

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 21

Çıkarılan Hükümler 21

Oruçlunun Unutarak Bir Şey Yemesi Veya İçmesi 22

Konuyla İlgili Hadisler 22

Hadisler Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 22

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 23

Çıkarılan Hükümler 23

Oruçlu İken Gıybetten, Boş Ve Anlamsız Söz Ve Davranıştan Korunmak. 23

Konuyla İlgili Hadisler 23

Oruçlu İken Sıcaktan Dolayı Ağzı Çalkalamak Veya Yıkanmak. 24

Konula İlgili Hadisler 24

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 24

Tahliller Ve Rivayetler 25

Çıkarılan Hükümler 25

Oruçlu İken Eşini Öpen Kimsenin Durumu. 25

Konuyla İlgili Hadisler 26

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Tesbit Ve İctihadları 26

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 26

Çıkarılan Hükümler 27

Ramazanda Oruçlu Kimsenin Cünüp Olarak Sabahlaması 27

Konuyla İlgili Hadisler 27

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 27

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 28

Çıkarılan Hükümler 29

Ramazanda Orucunu Cinsel Temasta Bulunmak Suretiyle Bozan Kimseye Ne Gibi Kefaret Gerekir?. 29

Konuyla İlgili Hadisler 29

Hadis Ve Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin Tesbit Ve İctihadları 30

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 31

Çıkarılan Hükümler 32

Hiç İftar Etmeden Birkaç Günün Orucunu Birbirine Bağlamak (Savm-i Visal) 32

Konuyla İlgili Hadisler 33

Hadîslerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve Îhtîcacları 33

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 34

Çıkarılan Hükümler 34

İftar Ve Sahur Adabı 34

Konuyla İlgili Hadisler 34

Hadislerin Işığında Müctehid İstidlal Ve Îhticacları 35

Tahliller Ve Rivayetler 36

Çıkarlan Hükümler 37

Orucu Bozmayı Mübah Kılan Sebepler Ve Bozulan Orucun Kazası 38

Konuyla İlgili Hadisler 38

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları 39

Tahliller Ve Rivayetler 40

Çıkarılan Hükümler 41

Niyet Edilip Başlanılan Orucu Bozmak. 42

Konuyla Îlgili Hadisler 42

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 42

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 42

Çıkarılan Hükümler 43

Ramazanda Sefere Çıkmaya Niyet Ettiği Gün İftar Edebilir Mi?. 43

İlgili Hadis Ve Rivayetler 43

Müctehid İmamların İstidlalleri 44

Tahliller Ve Diğer Rivayet 44

Çıkarılan Hükümler 45

Yolculuk Halinde Olan Kimse Gittiği Beldede İkamete Niyet Etmediği Takdirde Namazı Seferi Duruma Göre Kılacağı Gibi, Oruç Da Tutmayabilir 45

Konuyla İlgili Hadisler 45

Rivayetin Işığı Altında Müctehidlerin Görüş Ve Tesbitleri 45

Çıkarılan Hükümler 46

Ramazanda Hastanın, Yaşlı Kimsenin, Gebenin Ve Süt Emzirenin Durumu. 46

Konuyla İlgili Hadisler 47

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri 47

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 48

Çıkarılan Hükümler 49

Ramazan Orucunu Birbiri Ardınca Veya Müteferrik Şekilde Kaza Etmek. 49

İlgili Hadisler 49

Hadis Ve Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri 50

Tahliller Ve Diğer Rivayerler 51

Çıkarılan Hükümler 52

Ölen Kişinin Adayıp Da Tutmadığı Orucu Onun Yerine Tutmak. 52

İlgili Hadisler 52

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları 53

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 53

Çıkarılan Hükümler 54

Tetavvu (Nafile) Oruç. 54

Konuyla İlgili Hadisler 54

Bu Konuda Müctehidlerin Görüş Ve Tesbitleri 54

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 55

Çıkarılan Hükümler 55

Zilhiccenin On Gününde Ve Özellikle Arafe Gününde Oruç Tutmak. 56

Konuyla İlgili Hadisler 56

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri 56

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 57

Çıkarılan Hükümler 57

Muharrem Ve Aşura Orucu. 58

Konuyla İlgili Hadisler 58

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri 59

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 59

Çıkarılan Hükümler 60

Şaban Ve Haram Ayları Orucu. 61

Hadislerin Işığında Müctehid Ve İstidlalleri 61

Hadislerin Tahlilli Ve Diğer Rivayetler 61

Receb Ayıyla İlgili Rivayetler: 62

Çıkarılan Hükümler 63

Pazartesi Ve Perşembe Günlerini Oruçlu Geçirmek. 63

Konuyla İlgili Hadisler 63

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Tesbit Ve İstidlalleri 64

Tahliller 64

Çıkarılan Hükümler 64

Yalnız Cuma Ve Yalnız Cumartesi Oruç Tutmak Mekruhtur 64

Konuyla İlgili Hadisler 65

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri 65

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 66

Çıkarılan Hükümler 66

Eyyamü’l-Biyd’de Ve Her Aydan Üç Gün Oruç Tutmak. 67

İlgili Hadisler 67

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri 67

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 67

Çıkarılan Hükümler 68

Bir Gün Oruç Tutup Bir Gün İftar Etmek. 68

İlgili Hadisler 68

Bu Konuda Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri 69

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 69

Çıkarılan Hükümler 69

Yolculuk Halinde Olanın Ve Bir De Savaşanların Nafile Oruç Tutması 69

Konuyla İlgili Hadisler 70

Bu Konuda Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri 70

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 70

Mezhep İmamlarının Görüş Ve İstidlalleri 71

Tahliller 71

Çıkarılan Hükümler 71

Nafile Orucu Başlamak Onu Gerekli Kılar Mı?. 71

Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri 72

Taliller Ve Diğer Rivayetler 72

Çıkarılan Hükümler 73

Ramazanı Bir Veya İki Gün Önce Oruç Tutmak Suretiyle Karşılamakta Bir Sakınca Var Mıdır?. 73

Konuyla İlgili Hadisler 73

Müctehid İmamların Görüş Ve İstidlalleri 73

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 74

Çıkarılan Hükümleri 74

İki Bayram Ve Teşrik Günlerinde Oruç Tutmak Haramdır 74

Konuyla İlgili Hadisler 75

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri 75

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 76

Çıkarılan Hükümler 77

İtikaf 77

Konuyla İlgili Hadisler 77

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Îstidlal Ve İhticacları 78

Hadislerin Tahlili 80

Çıkarılan Hükümler 82

Ramazanın Son On Günü Ve Kadir Gecesi 82

Konuyla İlgili Hadisler 82

Tahliller Ve Diğer Rivayetler 84

Çıkarılan Hükümler 84


4- ORUÇ

 

Oruç ibadeti, İslamın beş şartından biridir. Farziyeti kitap, sünnet ve icma’ ile sabit olmuştur. Terki büyük günah, inkarı küfürdür.

Bu ibadetin, hicretin ikinci yılında Medine'de farz kılındığı kesindir.

Oruç, bizden önceki semavi din saliklerine de farz kılınmış bir ibadettir. Ancak onlara bunun ne ölçüde ve muhtevada farz kılındığını bilmiyoruz. Bu konuda birtakım zayıf rivayetler varsa da, tarihi gerçeği yansıtır mahiyette değildir. Kur'an-ı Kerim'de oruç ibadetinin bizden önceki ümmetlere de farz kılındığı şöyle açıklanmaktadır:

"Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günlerde farz kılındı. Ola ki ko­runup sakınırsınız."[1]

Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz de bu konuda şöyle buyur­muştur:

"İslam beş (esas) üzerine kurulmuştur; Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed (s.a.v) in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak ve haccetmek."[2]

Elimizdeki tevrat nüshalarında orucun farsiyetine delalet eden açık bir belge yoksa da orucu ve bu ibadeti yerine getirenler hakkında bir takım övgüler vardır. Musa peygamber'in 40 gün oruç tuttuğu rivayetler arasında geçmektedir.

İncil'de de orucun farziyetini açıklayan bir belge mevcut değildir. Zekeriya bölümünde onun beşinci ayda perhiz etmesin­den söz edilir. Matta İncil'i 6/16 bölümünde oruçla ilgili şu sözler yer almaktadır: "Ve oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın; zira onlar oruç tuttuklarını insanlar görsünler diye su­ratlarını asarlar."

Şüphesiz oruç, namaz gibi hayatı disipline eden önemli bir ibadettir. Allah'ın hoşnutluğuna erişmek, O'na yakın olmak için insanın kendi iradesini ölçülü ve anlamlı biçimde kullanarak ye­mek, içmek ve benzeri ihtiyaçları yerine getirmekten belli bir süre nefsini alıkoyması, bir bakıma melekleşmeğe yönelmesidir. Bu ne­denle diyebiliriz ki oruç, irademizin en büyük terbiyecisi, vic­danımızın en usta geliştiricisidir.

Orucun diğer faydaları:

a) İradeyi kuvvetlendirir, dayanma gücünü artırır.

b) Nefsi terbiye edip disiplin altına alır.

c) Sıkıntı ve açlığa katlanma alışkanlığını doğurur ve geliştirir.

d) Fakir ve muhtaçları, aç ve perişan durumluları hatırlatır; onlara ilgi duyma idrakini uyandırır.

e) Hayatın yeme, içme ve benzeri ihtiyaçları yerine getir­mekten ibaret olmadığını, insanın daha yüksek ve kalıcı amaçlar için yaratıldığını kalp ve kafaya işler.

Oruç ile çevirisini yaptığımız "siyam"ın biri sözlük, diğeri ıstılahı olarak iki manası söz konusudur. Nevevi Müslim'in şerhinde, Hafız İbn Hacer, el-Fetih'te bu kelimeyi belirtilen düzeyde şöyle açıklamışlardır:

Siyam, lügatte: İmsak anlamına gelir. Şeriatte ise, özel şartlara göre özel bir zaman parçası içinde ve özel (belirlenmiş) şeylerden sakınıp uzak kalmaktır.

Özel şartlar, orucun vücubunun şartlarını ve ona ehil olma düzeyinde bulunmaya delalet eder. Özel zaman, kameri aylardan Ramazan'a delalet eder. Özel şeyler ise, şeriatın belirlediği yiye­cek, içecek maddelerinden sakınmayı ve cinsel ilişkide bulunma­mayı içermektedir.

 

Ramazan Ve Bayramın Sübutuyla İlgili Şahitlik

 

İslam dini, her konuda olduğu gibi, Ramazan'ın ve bayramın sübutunda da birtakım kolaylıklar getirmiş ve müslümanlara sıkıntı, zorluk getirecek teferruattan kaçınmıştır. O bakımdan gerek ramazan'ın, gerekse Ramazan Bayramı'nın sübutu konusunda hilalin çıplak gözle görülmesini şart koşmuş hava kapalı veya sisli bulunduğu dönemlerde Şaban ve Şevval'in otuz gün olarak tamamlanması söz konusudur.[3] Ayrıca gece ile gündüzün anor­mal şekilde uzun olduğu bölgelerle, yılın çoğunda bulutlu, sisli geçen yerlerde hesaba baş vurulması ve gece ile gündüzü normal, seyreden ülkeye göre ayarlanması emredilmiştir.

Şüphesiz ramazan ve bayramın sübutu için güvenilir şahide ihtiyaç vardır. Ancak hangi durumlarda kaç şahidin şehadetine it­ibar edilir? Bu konuda ilgili hadisleri ve müctehid imamların ictihad, istinbat ve ihticaclarını getirdiğimizde sorunun cevabı ortaya çıkmış olur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Ömer (r.a) dan yapılan rivayete göre adı geçen diyor ki:

"İnsanlar hilali görmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Rasulüllah'a (s.a.v) hilali gördüğümü haber verdim. Efendinimiz (benim bu şehadetim üzerine) oruç tuttu ve insanlarada emretti."

İkrime'nin yaptığı rivayete göre, İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir:

"Bedevilerden bir adam, Peygamber (s.a.v) Efendimize gelerek dedi ki:

"Doğrusu ben hilali gördüm, (yani Ramazan hilalini." Bunun üzerine efendimiz ona:

"Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ediyor musun?" diye sordu. O da:

"Evet" diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v) ona:

"Muhammed'in Rasulüllah olduğuna şehadet ediyor mu­sun?" diye sordu. O da:

"Evet" diye cevap verince, Ra­sulüllah (s.a.v) Efendimiz Bilal'e seslendi:

"Ya Bilal! Yarın oruç tutmaları için insanlara (ramazanın başladığını) duyur."[4]

Rebi'î b. Hıraş'ın peygamber (s.a.v) in eshabından yaptığı rivayete göre, o sahabi şöyle demiştir:

"İnsanlar, Ramazan'ın son günü hakkında (farklı görüş ortaya koydu). Bu sırada iki tane bedevi gelip peygamber (s.a.v) efendimizin huzurunda dün akşam hilali gördüklerine dair şehadette bulundu. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz, insanlara iftar etmelerini emretti." [5]

Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattabî, şek gününde (ramazan veya bayram olup olmadığı hakkında) insanlara hitapta bulundu ve bu arada şöyle dedi:

"Haberiniz olsun ki, ben, Rasulüllah'ın (s.a.v) eshabıyla oturdum ve onlar­dan (bu konuyu) sordum. Onlar da Rasulüllah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu bana anlattılar:

"Hilali görünce oruç tutun ve yine hilali görünce iftar edin; ona göre ibadetinizi sürdürün. Hava size kapalı, sisli olursa, onu otuz gün olarak tamamlayın. Eğer müslümanlardan iki şahit (hilali gördüklerine dair) şehadette bulunursa, o takdirde oruç tutun ve iftar edin."[6]

Mekke emiri el-Haris b. Hatıb (r.a) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Peygamber (s.a.v) Efendimiz hilali gördüğümüzde ona göre ibadeti yapmamızı bize tenbih buyurdu. Göremediğimiz takdirde, adil iki şahit şehadet ettiği tak­dirde, ona göre ibadeti yerine getirmemizi emretti."[7]

 

Hadislerin Işığında  Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: el-Hasan'ın yaptığı rivayette, İmam Ebu Hanife bu konuda şöyle demiştir: "Ramazan ve bayram hilali­nin sübutunda adil bir kişinin şehadeti kabul olunur."

Hava kapalı olduğu takdirde Şaban ayı otuz olarak tamam­lanır. Aynı şekilde ramazanın son gününde hava kapalı olursa, ramazan da otuz gün olarak tamamlanır.

Hanefilerden bir kısmına göre, hava açık olduğu takdirde, her cami ve mescidden bir, iki adamın şehadette bulunması söz konusudur.

el-Hasan'ıri görüş ve rivayeti, hilal'i görmenin ihbar babına girmesiyle ilgili olup şehadet babıyla ilgili değildir. Hava bulutlu olduğu takdirde bir adamın şehadeti yeterli kabul edilir. Çünkü ihbar (haber verme) de sayı şart değildir; ama şahitlikte sayı şarttır. Böylece diyanat hususunda bir kişinin haber vermesine iti­bar edilir. Mesela mevcut suyun temiz veya necis olduğu hakkında bir kişinin haberi yeterli sayılır. Ancak hilalin sübutu konusunda o kişinin adil olması şarttır.[8]

Böylece İmam Ebu Hanife ile İmam Hasan 935 nolu İbn Ömer hadisiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

b) Şafiilere göre: Kâsânî bu konuda İmam Şafii'den iki kavi rivayet edildiğini; bir kavline göre, adil bir adamın şehadetinin kabul edileceği, diğer kavline göre iki adamın şehadetinin kabul edileceğini belirtmiştir.[9]

el-Ğamravî bu konu hakkında şu bilgiyi vermiştir:

"Ramazan orucu, şaban ayının otuz gün olarak ikmaliyle veya hil­alin görünmesi ve bunun adil bir adamın veya iki adamın görmesinin sübutuyla vacip olur. Bir adamın şehadetinin kabul olunması için onun adil olması şarttır. Aynı zamanda o kimsenin köle ve kadın olmaması söz konusudur."

c) Hanbelilere göre: Müslüman halkın Şaban'ın otuzuncu akşamı (yani yirmi dokuzunu otuzuna bağlayan gece) hilali görmeye yönelmeleri ve böylece kendilerini ihtilaftan uzak tutma­ları müstehabdır.[10]

Ramazan hilali hakkında adil bir adamın şehadeti kabul olu­nur, ama diğer ayların hilalini tesbitte bir adamın şehadeti kabul olunmaz, şehadette bulunanların iki adam olması gerekir.

Böylece ramazan hilali hakkında adil bir kimsenin şehadeti kabul edilir ve ora halkının ona uyarak oruç tutması gerekir. Ancak İmam Ahmed, bu konuda haber verenlerin iki adam olması daha uygundur demiştir.[11]

Hanbeliler bu konuda İbn Abbas (r.a) dan rivayet edilen 936 nolu hadisle istidlal etmişlerdir ki bu rivayeti İkrime, İbn Abbas'dan nakletmiştir.

d) Malikilere göre: İmam Malik'e göre, Ramazan hilali konusunda ancak iki kimsenin şehadeti kabul edilir, bir kimse bu hususta yeterli değildir. İmam el-Leys, Evzai, İshak ve aynı ekole dahil olanlar da bu görüş ve ictihaddadırlar. Bunlar Zeyd b. el-Hattab rivayetiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.[12]

Nitekim Sahnûn'un İbn Kasım'dan yaptığı rivayete göre:

"Hilal'i gördüğünü söyleyen bir kişinin şehadetini İmam (yetkili emir veya kadı) reddedebilir mi?" sorusuna İbn Kasım şu cevabı vermiştir:

"Evet... Bu, İmam Malik'in kavlidir." Peki hilali yalnız başına gören adamın, imamın onun şehadetini reddetmesine rağmen o gün oruç tutması gerekir mi? sorusuna İbn Kasım yine "Evet..." diye cevap vermiş ve bunun İmam Malik'in kavli olduğunu söylemiştir.[13]

Böylece üç mezhebe göre, Ramazan hilali hakkında adil bir adamın şehadeti kabul edilir. İmam Malik'e göre kabul edilmez.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

935 nolu İbn Ömer hadisini aynı zamanda Daremî, İbn Hibban tahric etmiş; Hakim, Beyhaki ve İbn Hazm sahihlemişlerdir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüş, İmam Malik dışında kalan müctehid imamların çoğu onunla amel edilmeyi uy­gun görmüşlerdir.

936 nolu İkrime'nin İbn Abbas (r.a) dan yaptığı rivayeti aynı zamanda İbn Hibban, Darekutni ve Hakim tahric etmişlerdir. Tirmizi bu hadisin mürselen rivayet edildiğini belirtmiştir. Nesai de bunun "evla bi's-sevab" olduğuna dikkat çekmiştir.[14]

Bu babda Darekutni ve Taberani İbn Abbas (r.a) ile İbn Ömer (r.a) den Tavus tarikiyle bir rivayet yapmışlardır. O da şöyledir:

"Medine'de hazır bulunduğum bir sırada İbn Abbas ile İbn Ömer de (Allah ikisinden de razı olsun) orada idiler. Bir adam yanımıza geldi ve ramazan hilalini gördüğüne şehadet etti. İbn Abbas ile İbn Ömer onun şehadetinden sordular ve uygun kabul edilmesini emrettikten sonra şöyle dediler: "Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz, ramazan hilalini görme hususunda bir adamın şehadetini kabul edip uygun görürdü, ama iftar, yani ramazanın bitip şevval ayına girildiği hakkında hilali görme hususunda an­cak iki adamın şehadetini kabul ederdi."

Darekutni bu rivayet üzerinde durarak şöyle demiştir:

"Bunu rivayette Hafs b. Amr teferrüd etmiştir ki bu zat zayıftır."[15]

Sonuç olarak yukarıda tahlilini yaptığımız iki hadis de Ram­azan hilalinin rü'yetinde bir adamın şehadetinin kabul oluna­cağına açık biçimde delalet etmektedir. İmam Nevevi bu tesbitin en sahih tesbit olduğunu belirtmiştir.

Ramazan'ın çıkması hususunda rü'yeti hilal hakkında ise, müctehidlerin çoğuna göre bir adamın şahitliği yeterli değildir. İmam Ebu Sevr ise, bir adamın şehadetinin bu konuda da yeterli olduğunu söylemiştir.

Nitekim Nevevi, Müslim şerhinde şöyle demiştir:

"Şevval hi­lalinin rü'yeti hakkında adil bir adamın şehadetinin kabul edile­meyeceğinde bütün ilim adamları görüş birliği içinde bulunuyor; ancak İmam Ebu Sevr müstesna.."

937 nolu Rebiî hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzirî susup bir şey dememişlerdir. Ama hadisin ricalinin hepsi sahihtir. Burada kendisinden rivayet edilen sahabinin isminin meçhul ol­ması, hadisin sıhhatini bozmaz.

Aynı zamanda bu babda Ubeydullah b. Umeyr b. Enes b. Malik'in kendi halasından yaptığı bir rivayet vardır. O da şöyledir:

"Birkaç süvari Peygamber (s.a.v) Efendimize gelerek bir gün önce hilali gördüklerini söyleyip şehadette bulundular. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v) onlara iftar etmeleri ve sabah olunca na­mazgahta bulunmalarım emretti."

Bu hadisi Ahmed, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace tahric etmişlerdir. İbn Münzir ve İbn Hazm ise sahihlemişlerdir. Aynı zamanda İbn Hibban bunu kendi Sahih'inde Enes'den rivayet etmiştir.[16]

Bu sahih hadisten, zahiren müslüman oldukları bilinen bed­evilerin rü'yet-i hilal hakkında şehadetlerinin kabul edileceği anlaşılıyor. Nitekim İkrime hadisinde bir bedevinin bu konuda yaptığı şehadetin Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz tarafından kabul edildiğini yukarıda nakletmiş bulunuyoruz. Bu rivayet onu kuv­vetlendirmektedir.

938 nolu Abdurrahman hadisini Hafız İbn Hacer et-Telhis'te zikretmiş ve zayıf olduğuna dair bir görüş izhar etmemiştir. Yapılan incelemede hadisin isnadında sakıncalı bir yanı görülmemiştir.

İmam Malik daha çok bu hadisle istidlal etmiştir. Ebu Sevr de bununla ihticacın salih olduğuna kail olmuştur.

939 nolu Mekke Emiri'nin hadisi hakkında Ebu Davud ile el-Münziri susup bir şey dememişlerdir. Ama yapılan inceleme ve araştırmada, ricalinin sahih olduğu tesbit edilmiştir. Aralarında bir de Hüseyn b. Hars el-Cedelî bulunuyor ki, bu zat sadûk olarak bilinir, Nitekim Darekutni bu rivayeti sahihlemiştir.

Ancak ramazan hilalini görme hususunda adil bir adamın şehadetinin kabul edildiğine dair olan rivayetler ağırlık kazanmış ve o bakımdan müctehidlerin önemli bir kısmı bu 939 nolu hadisle, istidlalde bulunmamışlardır.

 

Bulutlu, Sisli Gün Ve Şek Günü

 

İslam dininin, ramazan ve iftar konusunda rü'yet-i hilali esas olarak belirlerken büyük bir kolaylık getirdiğini kaydet­miştik. Ancak gerek ramazanın başında, gerekse sonunda hava kapalı, yani bulutlu ve sisli olabilir. O takdirde ne yapılması gere­kir. Dinimiz bu hususta da kolaylık getirmiş ve böylece ramazan ayının başlayıp başlamadığı hakkında şüphe doğunca, şaban ayının otuz olarak tamamlanmasını emretmiştir. Çünkü kameri aylar bazan 29, bazan da 30 gün olur. Ramazanın sonunda hava kapalı olur da hilali görüp tesbit etmek mümkün olmazsa, o takdirde ramazan da otuz gün olarak tamamlanır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Ömer (r.a) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hilali gördüğünüzde oruç tutunuz, yine onu gördüğünüzde iftar ediniz. Hava size kapalı olursa ona göre (hesaplayıp) takdir ediniz."[17]

Bu hadis şu lafızla da rivayet edilmiştir:

"Ay yirmi dokuz gecedir. Hilali görmedikçe oruç tut­mayın. Hava size kapalı olursa, (gün) sayısını otuz olarak tamamlayın."[18]

Bir rivayette ise, Rasulüllah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğu belirlenmiştir:

"Ay ancak yirmi dokuzdur. Hilali görmedikçe oruç tut­mayın ve iftar etmeyin. Eğer hava size kapalı olursa, ona göre (hesaplayıp) takdir edin."[19]

Ebu Hüreyre (r.a) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hilalin görünmesiyle oruç tutunuz, yine onun görünmesiyle iftar ediniz. Hava size ka­palı, sisli olursa Şaban'ı otuz olarak tamamlayın."[20]

Abbas'tan (r.a) yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Hilalin görünmesiyle oruç tutunuz ve yine onun görünmesiyle iftar ediniz. Hilal ile sizin aranıza bulut girerse, (ayın) sayısını otuz olarak tamamlayın ve ayı (oruç tutarak) karşılamayın."[21]

Nesai'nin Ebu Yunus'dan, onun da Simak'dan, onun da İkrime'den, onun da İbn Abbas (r.a) dan yaptığı rivayette ise hadis şu lafızla nakledilmiştir:

"Ramazan ayını bir ve iki gün oruç tutmak suretiyle karşılamayın. Ancak sizden birinizin tut­makta olduğu orucu o günlere rastlarsa, bunda bir sakınca yoktur. Hilali görmedikçe oruç tutmayın, yine hilali görünceye kadar oruca devam edin. Ayın önüne bulut ve sis geçerse (sizinle ay arasını bulut ve sis kapatırsa), (ayın) sayısını otuz olarak tamamlayın, sonra iftar edin."[22]

 

Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Ramazanın başlangıcı, hava açık ise Şaban'ın 29'unu 30'una bağlayan akşam hilali görmekle gerçekleşir. Hava kapalı, sisli ise, Şaban ayı otuz gün olarak ta­mamlanır. Otuzuncu günün kesin olarak ramazanın başlangıcı olduğu bilinmediğinden o gün "şek günü" kabul edilir ve oruç tutmak mekruh sayılır.

Bunun gibi şevval ayının başlangıcını tesbitte hava kapalı ise, ramazan otuz gün olarak tamamlanır. Çünkü bu durumda asıl olan, ayın henüz tamamlanmadığıdır. O bakımdan bu asıl ancak kesin bilgi ile terkedilir.

Ama hava bulutlu ve sisli olduğu durumda bir kişinin -ister köle, ister hür, ister erkek, isterse kadın olsun- şehadeti kabul edi­lir.

Ancak bu kişinin Müslüman, akıl, baliğ olması gerekir.

Şevval ayının hilali hakkında ise, hava açık bulunduğu du­rumda ancak bir cemaatin şehadeti söz konusudur. Hanefilerin çoğu bu görüşte olmakla beraber İmam Ebu Hanife farklı bir ictihadda bulunarak şöyle demiştir:

"İster hava açık, ister kapalı ol­sun iki erkeğin veya bir erkek, iki kadının şehadeti kafi gelir. Şu şartla ki, bu iki erkek veya bir erkek iki kadının müslüman, hür, akil, ve baliğ olması gerekir. Bunların aynı zamanda zina isnad ettiklerinden dolayı hadd-i kazf (seksen değnek) cezası görmemiş bulunması söz konusudur."[23]

Böylece "şek günü", Şaban'ın yirmi dokuzundan bir sonraki gün oluyor. 29. gün hava kapalı olduğundan 30. günün ramazan olup olmadığı şüphelidir. O sebeple o gün hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün değildir. Gerçi günümüzde ki bilimsel tesbitlerle bunu kesin belirlemek mümkündür.

 

 

 

 

 

 

 

 

Nitekim Rasulüllah (s.a.v) bu inceliğe de işaretle "fakdurû leh" buyurarak kapıyı açık tutmuştur. Ancak İslam bütün kavim ve kabilelere, ülke ve milletlere hitap ettiğinden, herkesin veya her kesim ve bölgenin kesin hesaba baş vuramayacağını dikkate alarak bir ko­laylık getirmiştir.

Hem Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz bu kolaylığı getirirken, ka­meri ayların bazan otuz, bazan yirmidokuz olduğunu belirterek mü’minleri şüpheden kurtarmayı amaçlamıştır. Zira ibadetten maksat "zaman kavramı" değildir, zaman ona resmiyet ve ölçü sağlamak içindir.

Böylece ramazan olduğu kesin belirlenmeyen otuzuncu gün, şek günüdür ve o günde oruç tutmak mekruhtur. Ancak kişinin oruç tutmayı itiyad edindiği gün, şek gününe rastlarsa, o gün oruç tutmasında bir sakınca yoktur, kerahet kendiliğinden kalkar.[24]

b) Şafiilere göre: Şafiiler de bu konuda Hanefilere yakın bir görüş ve ictihad ortaya koymuşlardır.

Şöyle ki: İnsanlar Şaban'ın 29. günü akşamı hilali görmeğe çalışırlar da onlardan hiç kimse hilali göremez veya şahitliği ka­bul edilmeyen bir kişi (kadın veya çocuk) görürse, artık 30. gün oruç tutmak haram olur. Hava o gün için ister açık, ister kapalı ol­sun farketmez. Çünkü her iki durumda da hilal tesbit edilememistir. Ancak itiyad edip tuttuğu oruç o güne rastlarsa, o takdirde tahrinı onun hakkında kalkar ve oruç tutmasında bir sakınca söz konusu olmaz.

Bir de otuzuncu gün, şek günü olarak bilinir ve müslümanlar o gün oruca niyet etmeksizin sabahlar ve sonra da o günün ramazan olduğu anlaşılırsa, o takdirde ramazana hürmeten müslümanlar günün kalan kısmında bir şey yemekten ve içmekten kendilerini âlıkorlar ve ramazan çıkınca da o günü hemen kaza ederler.[25]

c) Hanbelilere göre: Hanbeliler bu konuda, diğer iki me­zhepten az farklı bir görüş ve ictihad ortaya koymuşlardır. Şöyle ki: Şaban'ın 29. günü akmamı hava açık olduğu halde hilal görülmezse, artık 30. günü oruç tutmak mekruh olur. Ama hava bulutlu ve sisli olursa, o takdirde 30. günü oruç tutmak vacip olur.[26]

d) Malikilere göre: Malikiler "şek günü" hakkında iki ta­rifte bulunmuşlardır. Birincisi: Şaban'ın 29. günü akşamı, köle, kadın ve çocuk gibi şehadeti kabul edilmeyen bir kişi hilali gördüğünü iddia ederse, onun iddiasına itibar edilmez ve bu du­rumda Şaban’ın otuzuncusunu "şek günü" olarak sayılır. İkincisi: Şaban'ın 29. günü akşamı hava kapalı olur da onu görenler olmaz­sa, o takdirde Şaban'ın otuzuncu günü "şek günü" sayılır. Adamın tutmakta olduğu mendup oruç o güne rastlarsa, yine orucu mendup kabul edilir. Ama bir yıl önce kazaya kalan ramazan orucunun kazası veya adak ve keffaret orucu o güne rastlarsa, yapılan niy­ete göre hüküm alır, yani vacip veya farz oruç olarak yerine getirilmiş kabul edilir. Şayet o günün ramazan olduğu ortaya çıksa, artık tutulan oruç ramazan yerine geçmez, çünkü ona niyet edil­miş değildir. Ramazan sonunda o bir günü kaza etmek gerekir.[27]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

950 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir. Metinde geçen "fekdurû leh" cümlesi üzerinde az farklı yorum yapılmıştır:

a) Ayın başlangıcını dikkate alarak otuz günü hesaplayın.

Bu yoruma göre, Şaban'ın 29. günü akşamı hava kapalı olur­sa, o takdirde Şaban'ın başlangıcı dikkate alınarak otuz gün ola­rak tamamlanır ve sonra Ramazan orucuna başlanır.

b) Şaban'ın 29. günü akşamı hava kapalı olursa, o takdirde hesaba baş vurulur ve ona göre belirlenir.

Bu yorum daha çok iklimi yağışlı olup yılın çoğunda havası kapalı olan ülkelerle ve bir de kutuplara yakın yerlerle ilgilidir. Nitekim İbn Şüreyh, Mutarrıf ve İbn Kuteybe bu yorumu benim­semişlerdir. Onlara göre: Öyle durumlarda ayın menzillerine göre hesap yapılıp takdir edilir.[28]

951 ve 952 nolu hadisler de sahihtir ve 950 nolu hadisi kuv­vetlendirmektedir. Ancak 951 nolu hadiste "gün sayısını otuz ola­rak tamamlayın" buyurulurken, 952 nolu hadiste, "ona göre (hesaplayıp) takdir edin" buyurulmuştur. Gerçi müctehidlerin çoğu bu iki anlatım tarzını aynı manaya hamletmişlerse de, şüphesiz aralarında nüans söz konusu olabilir. Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz ikinci anlatımda daha çok, yılın çoğunda bulutlu geçen bölgelerle, kutuplara yakın kesimlerde yaşayan yörelere işarette bulunmuş ve o gibi yerlerde hesaba baş vurup gereken takdiri yapmamızı emretmiştir. Çünkü bu anlatımı "otuz günü tamam­layın" manasına hamledecek olursak, yılın çoğunda kapalı geçen ve birkaç yıl o yüzden hilalin rü'yetine imkan olmayan bölgelerde, hep Şabanı otuz olarak tamamlarsak birkaç yıl sonra kameri ay­lar yer değiştirmeye başlar ve ayların günleri birbirine geçerek yıl ve ay hesabı alt-üst olur. O bakımdan "fekdurû" fiilini, hesaplayıp takdir etmek manasına hamletmek, yani o şekil manalandırmak daha isabetli olur.

953 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir, rical ve senedinde şüphe yoktur. Ancak bu hadis yılın çoğunda hava açık olan bölgelerle ilgilidir. Zira bir yıl hava kapalı olur da Şaban otuz ola­rak tamamlanır; bir sonraki yıl açık olur da Şaban'ın sonu, Rama­zanın başı kesin biçimde tesbit edilir ve ay hesabı doğrulmuş olur.

954 nolu İbn Abbas (r.a) hadisini aynı zamanda İbn Hibban, İbn Huzeyme tahric etmiş ve Hakim onu sahihlemiştir. Nitekim Tirmizi de bu rivayeti sahihleyerek istidlal ve ihticaca salih olduğuna işarette bulunmuştur.

Bu babda Huzayfe (r.a) nin yaptığı bir rivayet daha var ki, Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hilali görmedikçe ayı geçmeyin, (yani tamamlandığına hükmedip sonraki aya geçmeyin). Hilali görmediğiniz takdirde, gün sayısını (otuz olarak) tamamlayın. Sonra (ramazan ayını) oruç tutup hilali görünceye kadar devam edin. Hilali göremediğiniz takdirde, sayıyı tamamlayın (ramazanı otuz olarak tamamlayın)."[29]

Böylece hilalin tesbiti mümkün olmadığı zaman Şaban’ı ve Ramazan'ı otuz gün olarak tamamlamakta büyük kolaylık vardır. Şüpheli günde oruç tutmanın bir yararı yoktur. Çünkü dinin getir­diği kolaylığı zorluğa döndürme söz konusudur.

Nitekim yapılan rivayete göre, Ammar b. Yasir (r.a) şöyle demiştir:

"Şüphe edilen günde oruç tutan kimse, gerçekten Ebu Kasım Muhammed'e (s.a.v) isyan etmiş olur."[30]

Hem Huzeyfe, hem de Ammar hadisleri sahihtir. Huzeyfe hadisini İbn Hibban da tahric etmiştir. Ammar hadisi ise, hem İbn Hibban, hem de İbn Huzeyme tarafından tahric edilmiş ve Hakim, Darekutni ve Beyhaki tarafından sahihlenmiştir.[31]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Oruç, ramazan hilalinin rü'yetiyle sübut bulur.

2- Hava açık olduğu takdirde Şevval hilalini bir cemaatin görmesi gerekir. Aksi halde bir, iki kişinin şehadetine itibar edil­mez. (Bu, İmameynin ve onlara bağlı olanların ictihadıdır)

3- Hava açık olduğu takdirde Şevval hilalini iki erkek veya bir  erkek  iki   kadının  görmesi  yeterlidir.   Ancak  bunların Müslüman, akıl ve baliğ olmaları şarttır. (Bu, İmam Ebu Hanife'nin ictihadıdır.)

4- Şaban ayının 29. günü akşam hava açıksa hilal tesbite çalışılır. Hilal görülmediği veya hava kapalı olduğu takdirde Şaban otuz olarak tamamlanır.

5- Ramazan hilalini tesbitte, İmam Azam'a göre, hava kapalı olduğu takdirde bir kişinin şehadeti kafi gelir. İsterse bu kişi-köle veya kadın olsun fark etmez; yeter ki müslüman, akil ve baliğ bu­lunsun...

6- Ramazan hilalini gören bir kişinin kadın ve çocuk olması halinde şehadetine itibar edilmez. (Bu, Şafiilerin ictihadıdır.)

7- Şaban'ın 29. günü hiç kimse hilali görmezse, bu durumda otuzuncu gün oruç tutmak haram olur. (Bu da Şafiilerin icti­hadıdır).

8- 29. gün hava açık olduğu halde hilal görülmezse, otuzuncu gün oruç tutmak mekruh olur. Hava kapalı olursa, o takdirde otu­zuncu gün oruç tutmak vacip olur. (Bu, Hanbelilerin ictihadıdır).

9- Şek günü oruç tutmak mekruhtur.

10- İtiyad ettiği orucu şek gününe rastlarsa, o gün oruç tutmasında bir sakınca yoktur.

 

Bir Beldenin Hilali Görmesiyle Diğer Belde Sakinlerinin Ona Uyup Oruç Tutmaları Gerekir Mi?

 

Aslında bir belde halkının hilali görmesiyle diğer beldelerin de ona uyup oruç tutması, birlik bakımından tavsiye edilebilir. Ancak bunun birtakım sakıncaları da söz konusu olabilir. Şöyle ki:

Kuzey Afrika ülkelerinden birinde, mesela Fas veya Cezay­ir'de ramazan hilali görülüp tesbit edildiğini kabul edelim, Filipin­ler'de veya Endonezya'daki müslümanlar ona uyup oruca başladıktan bir gün sonra hilali görecek olurlarsa durum ne olur? Onların bulunduğu coğrafî konumlarına göre, Ramazan henüz girmeden oruca başlamış sayılırlar. Oysa Rasulüllah (s.a.v) Efendi­miz: "Hilali görünce oruç tutunuz, onu görünce iftar (bayram) ediniz" buyurmuş ve böylece müslümanlara kolaylık sağlamıştır.

O bakımdan bir beldede hilalin görünmesiyle diğer beldele­rin veya ülkelerin ona uyması hakkında müctehid imamların görüş birliği olmamıştır; kimi bunu tavsiye ederken, kimi uygun görmemiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Küreyb'den yapılan rivayete göre: Ümmü'l-Fazl onu Şam'a Muaviye'ye göndermişti. Küreyb diyor ki:

"Şam'a vardım ve Ummü'l-Fazl'ın ihtiyaçlarını temin ettim; derken ben henüz Şam'dan ayrılmadan ramazan hilali görülüverdi. Ben de hilali cuma gecesi gördüm. Ramazanı Şam'da geçirdikten sonra Medine'ye döndüm. Benim geldiğimi gören Abdullah b. Abbas (r.a) ora hakkında birtakım şeyler sordu. Sonra konu hilalin tesbitine geldi ve onu benden sordu:

"Şam'da hilali hangi gün gördünüz?" dedi. Ben de:

"Cuma gecesi gördük" diye cevap verdim. O bana:

"Sen de hilali görebildin mi" dedi. Ben:

"Evet, ben de gördüm, birçok kimseler de gördü de oruç tuttular ve Muaviye'de oruç tuttu" dedim. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas (r.a) şöyle dedi:

"Ama biz hilali cumartesi gecesi gördük ve hep oruç tuttuk, ya otuzu tamamlayacağız, ya da tekrar hilali görmüş olacağız (kuralını uyguladık)" Ben ona:

"İyi ama, Muaviye'nin hilali görmesi ve oruç tutması yeterli değil midir?" diye sorduğumda, şu cevabı verdi:

"Hayır, Ra­sulüllah (s.a.v) bize böyle emretti. (Yani bulunduğumuz beldede hilali görünce oruç tutun ve yine onu görünce iftar edin.)"[32]

 

Hadisin Işığında Müctehid İmamların Görüş Ve Tesbitleri

 

a) Hanefilere göre: Bir belde halkı 29, diğer belde halkı 30 gün oruç tutarsa durum ne olur? Otuz gün oruç tutan belde halkı bunu kadılarının yanında sübut bulan bir tesbite veya Şaban ayını otuz olarak tamamlamak suretiyle yerine getirirlerse, yirmi dokuz gün oruç tutan belde" halkına ramazandan sonra bir gün kaza etmeleri gerekir. Ancak otuz gün oruç tutan belde halkı bunu, hilali görmeksizin (mesela   hesaba dayalı olarak) yapmışlarsa, o takdirde diğer belde halkına bir günün orucunu kaza etmeleri gerekmez. Aynı zaman hilali görmeksizin ve Şaban ayını otuz olarak hesaplayıp tamamlamaksızın otuz gün oruç tutmuşlarsa, günahkar olmuş sayılırlar. Çünkü Ramazan'ı bir gün önce tutmuş bulunuyorlar. Yirmi dokuz gün oruç tutan diğer belde halkına bir günün orucunu kaza etmek gerekmez. Çünkü kameri ay bazan yirmidokuz olabiliyor.

Sözünü ettiğimiz bu iki belde durumu, birbirlerine yakın olduğu takdirde böyledir. Çünkü bunlar ihtilaf-i metali' söz konu­su olamaz. Beldeler birbirinden uzak bulunursa, o takdirde rü'yet-i hilal ve ramazan'ın başlangıcı konusunda bir beldenin hükmü diğer beldeye gerekmez. Çünkü beldeler arasındaki çok uzun me­safeden dolayı metali' farklılık arzeder. O bakımdan her belde halkı kendi metali'ini dikkate alarak yapacağı tesbite göre oruç tutar ve bayram eder.[33]

Nitekim Küreyb rivayeti buna delil teşkil etmektedir.

b) Şafiilere göre: Bir yer ve yöre halkı hilali gördüğü tak­dirde ona yakın olan yerlerdeki halka da aynı hüküm gerekir, yani onların da o yöre halkıyla birlikte oruç tutmaları vacib olur. Bu da ittihad-i metali'le gerçekleşir. Ama metali'de ittihad olmaz da, belde ve yöreler birbirinden çok uzak bulunursa, o takdirde, her yöre ve belde halkı kendi rü'yet ve tesbitiyle amel eder, diğerine uymaz.

Belde ve yöreler arasındaki mesafenin uzaklığına gelince: Bu, kasr-i salat'te kabul edilen mesafe değildir ve olamaz da. Ancak İmam Rafii bu mesafeye itibar edilir demiştir.[34]

Minhac sahibi ise, bu konuda şöyle demiştir:

"Hilal bir bel­dede görülürse, ona yakın olan belde halkına da aynı gün oruç tut­mak gerekir. Ama uzakta olan beldelere gerekmez. En sahih olan kavi budur. Uzak belde ise, kasır mesafesidir. Bazısına göre bu metaliin ihtilafıyla belirlenir. Nevevi diyor ki: Bana göre, bu ikinci görüş daha sahihtir." [35]

Böylece her iki mezhebin müctehidlerinin çoğu Küreyb hadisiyle istidlal etmiş bulunuyorlar.

c) Hanbelilere göre: Bir belde halkı ramazan hilalini gördüğü takdirde diğer İslam beldelerine de aynı gün oruç tutmak gerekir. İmam Leys'in ye Şafîilerden bir kısmının görüş ve ictihadı da bu doğrultudadır. İkrime'den yapılan rivayete göre, o şöyle demiştir:

"Her belde halkı için kendi rü'yetleri muteberdir." Nite­kim İmam Kasım, Salim ve İshak'm da mezhebi böyledir, yani on­ların ictihad ve istidlalleri bu doğrultudadır. Hepsi de Küreyb ri­vayetini delil seçmiş bulunuyor. [36]

d) Malikilere göre: Bu mezhebe göre, hilalin rü'yeti dünya üzerindeki bölgelerden birinde sübut bulduğu takdirde diğer bütün bölgelerin ona uyması vacip olur. Bu hususta yakın bölge ile uzak bölge arasında hilalin sübutunda fark gözetilmez, yani bir bölgede sübut bulduğu takdirde ona yakın ve uzak olanlar ona tabi’ olurlar. Şu şartla ki, hilali görüp tesbit eden beldeden bu ha­ber orucu gerekli kılacak bir şekilde diğerlerine ulaşmış olacak... [37]

Malikilerin ileri gelen fakih müctehidlerinden İbn Kasım bu konuda İmam Malik'ten bir rivayet yapmamıştır. O bakımdan ünlü fakih Sahnûn da kendi eserinde bu konuya yer vermemiş, sa­dece hilalin tesbit konusunu işlemiştir.

 

Rivayetin Tahlili

 

Küreyb rivayeti sahihtir ve ihticaca salihtir. Ancak ilim adamlarının hepsi bununla ihticac etmemiş, hilafına bir ictihad ortaya koymuşlardır. Nitekim mezhep imamlarının görüşlerini naklederken kısmen buna dokunmuş olduk. Kanaatımca en uygun ictihad ve görüş, Hanefilerin çoğuyla Şafiilerin ictihadıdır. Kâsânî'nin bu konudaki tesbitleri doyurucu anlam ve muhteva­dadır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir beldede tesbit edilen hilal, ona yakın olan beldeler için de geçerlidir.

2- Birbirinden uzak olan ülkeler için bu hüküm söz konusu değildir. Yani uzak ülkeler bu hususta birbirine uymazlar, çünkü ihtilaf-i metali’ durumu vardır. O bakımdan her ülke hilali görmek suretiyle oruca başlar ve yine onu görmekle bayram eder.

 

Farz Oruçlarda Geceden Niyet Getirmenin Vücubu

 

Ameller niyetlere göre sıhhat kazanır ve değer ölçüsünü alır. Niyetsiz amel noksan kalır ve bazan da sahih olmaz. O bakımdan İslam Dini, amelleri niyetle değerlendirmiş ve bu konuda Rasulüllah (s.a.v.): "Ameller niyetlere göredir ve herkese niyetinin karşılığı vardır.." buyurmuştur. Müctehidler bu hadis üzerinde durmuş ve birçok fıkhî hükümler çıkarmışlardır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Ömer'in (r.a.) Hz. Hafsa'dan (r.a.) yaptığı rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim fecirden önce oruca (niyet edip) onu (kalbinde ve kafasında) cem'etmezse, onun için oruç yoktur."[38]

Yapılan rivayete göre, Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

"Birgün Rasulüllah (s.a.v.) yanıma geldi ve sordu:

"Yanınızda bir şey var mı?"

Biz de Ona:

"Hayır, yoktur" diye cevap verdik. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v):

"O tak­dirde ben de oruç tutacağım" buyurdu.

Sonra başka bir gün yanımıza geldi. Biz Ona:

"Ya Rasulallah! Bize hediye edilen hays (hurma, çökelek ve yağ karışımı bir çeşit yemek) var" dedik. Bunun üzerine Efen­dimiz:

"Onu gösterseniz ya... Gerçekten ben bu gün oruç tutmaya başladım" dedi ve o yemekten yedi."[39]

Nesai'nin rivayetinde şu fazlalık da bulunuyor:

"Nafile oruç tutanın misali, malından sadaka çıkaran kimsenin misaline benzer: İsterse çıkardığı sadakayı verir, isterse yanında alıkoyup vermez."

Ümmü Derda (r.a.) diyor ki:

"Ebu Derda (r.a.) şöyle derdi:

"Yanınızda yiyecek var mıdır?" Biz ona:

"Hayır yoktur" dediğimizde, o şöyle derdi:

"Ben de zaten bugün oruç tut­mak istiyordum." Aynı şekilde Ebu Talha, Ebu Hüreyre, İbn Abbas ve Huzeyfe (r.a.) da yapmışlardır. [40]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İctihad Ve İstinbatları

 

a) Hanefîlere göre: Tutulacak orucun niyetle belirlenmesi ve niyetin geceden yapılması şart olmayan oruçlar üçtür:

1- Ramazan orucunun edası,

2- Zamanı belirlenmiş olan adak orucunun yerine getirilme­si,

3- Nafile oruç...

Bu üç oruca geceden niyet etmek ve ta'yinde bulunmak ge­rekli değildir. Gündüzün yarısından biraz öncesine kadar niyet etme süresi söz konusudur. O bakımdan geceleyin niyet getirmey­ip fecir doğduktan sonra uyanan kimsenin tutmak istediği oruç bu üç kısımdan biri ise, gün ortasından biraz öncesine kadar niyet süresi vardır; Çünkü bu gibi oruçlar için günün ekserinde niyetin mevcud olması gereklidir. En sahih görüş ve tesbit de budur.

O bakımdan sözünü ettiğimiz üç çeşit orucu mutlak niyetle eda etmek sahih kabul edilmiştir. İsterse bunlara niyet eden kim­se yolcu veya hasta olsun fark etmez.

Niyetin belirlenmesi ve geceden yapılması vacip olan oruçlar ise şunlardır:

1- Ramazan orucunun kazası.

2- Bozulup kaza edilen nafile oruç.

3- Keffaret oruçları bütün çeşitleriyle.

4- Mutlak adak oruç.

Bu dört çeşit oruçta niyeti hem geceleyin, yani fecir doğmadan önce yapması, hem de niyet ederken hangi orucu tuta­cağını belirlemesi gerekir.[41]

b) Şafiilere göre: Oruç için niyet etmek şarttır. Farz oruç için fecir doğmadan önce niyet getirmek de şarttır. Niyet için gece­nin son yarısı şart değildir. O bakımdan bu süre içinde bir şey ye­mek, içmek ve cinsel temasta bulunmakta bir sakınca yoktur. Öyle ki, akşam iftardan sonra oruca niyet getirip uyuyan ve gece yarısı kalkan kimsenin fecir doğuncaya kadar belirtilen şeyleri işlemesi caizdir, orucuna bir halel getirmez. Aynı zamanda niyeti­ni yenilemesine de gerek yoktur.

Nafile oruca ise geceleyin niyet getirmek şart değildir, zeval­den öncesine kadar bunun süresi vardır. [42]

c) Hanbelilere göre: Farz olsun, nafile olsun oruç için niyet şarttır, niyetsiz oruç sahih olmaz. Çünkü oruç kendi başına bir ib­adettir ve niyete ihtiyaç vardır.

Ramazan orucunun edası ve kazası, adak ve keffaret oruçlarının yerine getirilmesi için geceden niyet getirmek farzdır. İmam Malik ile İmam Şafii'nin de ictihadı bu doğrultudadır.

Hanbeliler bu konuda İbn Ömer, Salim'in babası ve Hz. Hafsa'dan yapılan rivayetle ihticac etmişlerdir. "Kim geceleyin niyet getirmezse, onun için (sahih) oruç yoktur" yani tutacağı oruç sahih kabul edilmez.

Ayrıca Ümret'in Hz. Aişe (r.a.) dan yaptığı şu hadisle de is­tidlal edilmiştir:

"Kim fecir dogmadan önce oruca niyet getirmezse, artık onun için oruç yoktur."

Hz. Hafsa hadisini Nesai, Ebu Davud ve Tirmizi tahric etmişlerdir. İsnadı sahih, ricali sıka (güvenilir) dir. Hz. Aişe (r.a.) hadisini ise Darekutni rivayet etmiş ve isnadının sahih, ricalinin sıka olduğu belirtilmiştir.

Nafile oruçlarda ise, niyeti fecirden önce getirmek şart değildir. Sabahleyin kalkıp orucu bozan şeylerden kaçınan ve bir süre sonra nafile oruç tutmaya niyet getiren kimsenin niyeti ve orucu sahih kabul edilir. [43]

d) Malikilere göre: İbn Kudame'nin tesbitine göre, Malikiler de bu konuda Hanbelilerle birleşiyorlar.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

971 nolu İbn Ömer hadisini aynı zamanda İbn Huzeyme ile İbn Hibban tahric edip sahihlemişlerdir. Darekutni de az değişik bir lafızla tahric etmiştir.

Ancak hadisin merfu1 ve mevkuf olduğu hakkında farklı görüş ve tesbitler ortaya çıkmıştır:

İbn Huzeyme ile İbn Hibban merfu' olduğunu belirt­mişlerdir. İbn Ebi Hatim bu iki tesbitten hangisinin daha sahih olduğunu bilmediğini belirtmiştir. Ebu Davud'a göre, merfu' olduğu sahih değildir. Tirmizi'ye göre, mevkuf olması daha sahihtir.

el-Ilel'de nakledildiğine göre, İmam Buhari bunun hata olduğunu ve hadiste ızdırap bulunduğunu söylemiştir.

Sonuç olarak, İbn Ömer'den nakledilen bu hadis mevkuftur. Nitekim Nesai'de aynı görüştedir. [44]

Bu babda Darekutni'nin Hz. Aişe'den (r.a.) naklettiği bir ha­dis daha vardır ki, ravileri arasında Abdullah b. Ubad bulunuyor ki, Şevkani bunun zayıf olduğunu belirtmiştir. Nitekim İbn Hibban da onu zayıflar arasında saymış ve o bakımdan rivayetinin ihticaca pek salih olmadığına işarette bulunmuştur. [45]

Yine bu babda Darekutni'nin Meymune bint Sa'd'dan yaptığı bir rivayet bulunuyor. Şöyle ki, Rasulüllah (s.a.v.): "Geceleyin niyet getirip (kalp ve kafasını oruç tutmakla) cem'eden kimse oruç tutsun. Böyle niyette bulunmayıp sabahlayan kimse oruç tutmasın" buyurmuştur.

Ancak bu hadisin isnadında Vakıdi bulunuyor. O bakımdan ihticaca elverişli sayılmaz.

972 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda Darekutni ve Beyhaki tahric etmişlerdir.

Nitekim Müslim bu hadisi şu lafızla nakletmiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz zevcelerinden bazısının yanına uğrardı da "yanınızda yiyecek bir şey var mı?" diye sorardı.

Eğer Ona:

"Hayır, yiyecek bir şey yok" denilirse, O da "Doğrusu ben de oruçluyum" derdi."

Ebu Davud, İbn Hibban ve Darekutni ise bu hadise yakın anlam ve elfazla rivayetler nakletmişlerdir.

Böylece bütün bu rivayet ve hadislerin zahiri, nafile oruç için geceden, yani fecir doğmadan önce niyet getirmenin şart ol­madığına delalet etmektedir. Nitekim cumhurun da görüş, istidlal ve ictihadı bu doğrultudadır.

Ebu Hanife, İmam Malik ve Hasan el-Basri, sonra da Mekhul ve Nahai, nafile oruca niyetlenen kimsenin orucunu bozması caiz değildir, aksi halde kendisine onun kazası gerekir demişlerdir.

Bu imamlar, Darekutni ve Beyhaki'nin sözünü ettiğimiz ri­vayetlerinin sonunda şu cümlenin de yer aldığını "Bunun yerine bir gün kaza edeceğim" dikkate alarak böyle bir hüküm çıkarmışlardır. Ne var ki, her iki muhaddisin de bu fazlalığın gayr-i mahfuz olduğunu söyledikleri tesbit edilmiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ramazan orucunun edası, muayyen olan adak orucu ve bir de nafile oruç için geceden niyet getirmek şart değildir.

2- Bu üç oruç için zevalden öncesine veya gün ortasından az öncesine kadar niyet getirmek yeterlidir. (Bu, Hanefîlerin icti­hadıdır)

3- Farz oruç için fecir doğmadan önce niyet getirmek şarttır. Ama nafile oruç için şart değildir. (Bu, Şafiilerin ictihadıdır)

4- Ramazan orucunun edası ve kazası ile adak ve keffaret oruçları için geceden niyet getirmek şarttır. Nafile için şart değildir. (Bu, Hanbelilerin ictihadıdır ki, bu hususta Şafiilerle birleşmişlerdir.)

5- Ramazan orucunun kazası, bozulup kaza edilmesi gereken nafile oruç, keffaret oruçları ve mutlak adak orucu için hem niyeti belirlemek, hem de geceden niyet etmek şarttır. Bu, Hanefîlerin ictihadıdır.

6- Niyet edilip başlanılan nafile orucu bozan kimseye kaza gerekir. (Bu, Hanefîlerin ictihadıdır)

7- Niyet edilip başlanılan nafile orucu bozan kimseye kazası gerekmez. (Bu, diğer müctehidlerden çoğunun görüş ve icti­hadıdır.)

 

Kendisine Oruç Farz Olanın Hükmü

 

İslam'da temel kural olarak, teklif takate göredir. Kişiye güç getiremeyeceği bir teklif ve sorumluluk yükletilmemiştir. Nitekim Cenab-ı Hak dinin bu kuralını şöyle açıklamaktadır:

"Allah her kişiyi ancak gücünün yeteceğiyle mükellef tutar; herkesin kazandığı (iyilik ve güzellik) kendi yararınadır; yüklendiği (kötülük ve vebal) kendi zararınadır. Ey Rabbımız! Unuta­cak ya da yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbımız! Bize, bizden öncekilere yüklediğin ağır bir yükü yükleme. Ey Rabbımız! Güç getiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma."[46]

O bakımdan ilim adamları, müctehid imamlar Kur'an ve Hadisten hüküm çıkarırken bu temel kuralı hep göz önünde bu­lundurmuşlardır. Zira hiç kimsenin dini konuları ve hükümleri ilahi kuralın dışına taşırmaya veya çıkarmaya hakkı ve selahiyeti yoktur. Birtakım ilave ve kişisel taassupla dini hükümleri ve me­seleleri zorlaştırıp girift hale sokmak, taşınması zor bir külfet kalıbına dökmek ilahi murada ters düşer ve O'nun çizip sınırladığı teklif çerçevesini aşmış olur. Bu da çok büyük bir günah ve vebal sayılır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Rübeyyi' bint Muavviz (r.a.) dan yapılan rivayette adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz Aşûra günü sabahı Medine çevresinde yer alan Ensara ait köylere şu haberi gönderdi:

"Kim oruçlu olarak sabahladıysa, oru­cunu tamamlasın. Kim de iftar eder halde sabahladıysa, gününden kalan kısmı tamamlasın."

Bunun üzerine biz de o günden sonra hem oruç tutar, hem de küçük çocuklarımıza oruç tuttururduk ve biz Mescid'e giderdik, çocuklarımız için eğlenip oyalanmaları için renkli yünden yapılan oyuncakları önlerine korduk. Onlardan biri yiye­cek arzulayıp ağlamaya başlayınca o oyuncaktan verir ve iftar vaktine kadar oyalardık."[47]

Süfyan b. Abdillah b. Rebi'a'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Sakif Kabilesi'nin İslam'ı din olarak seçme arzusunu haber vermek üzere bir wrup temsilci Ra­sulüllah (s.a.v.) Efendimize geldiler ki, bunların gelişi ram­azana tesadüf etmektedir. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz on­lar için mescidde bir çadır kurdurdu. İslama girince, ayın kalan kısmında oruç tuttular."[48]

Abdurrahman b. Mesleme'nin amcasından yaptığı rivayete göre, amcası şöyle demiştir:

"Eslem kabilesi, Peygamber (s.a.v.) Efendimize geldi. Rasulüllah (s.a.v.) onlara:

"Bu gün oruç tuttunuz mu?" diye sordu. Onlar da:

"Hayır, tutmadık" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) onlara:

"Kalan gününüzü tamamlayın ve bugünün orucunu kaza edin" buyurdu. [49]

Hadislerin açık delaletinden şunlar anlaşılıyor:

a) Ramazan ayında gelip İslama girenlerin, İslama girdikleri gündeki durumlarıyla ayın kalan kısmını oruçlu geçirmeleri söz konusu oluyor.

b) Oruç tutmaya güç getirebilen çocuklara oruç tutturmanın ve onları oyalayacak şekilde birtakım oyuncaklar vermenin sünnet olduğu belirleniyor.

 

Bu Konuda Müctehid İmamların İctihad Ve İstinbatları

 

a) Hanefilere göre: Ramazan ayında gelip İslama giren kimseye, geçen günlerin orucunu kaza etmek gerekmez. Çünkü o günlerde oruç ona farz olmamıştı. Kalan günlerin orucunu tutması gerekir.

Ayrıca İslama girdiği günün orucunu da tutması gerekmez. Çünkü sabahleyin bu ibadetle mükellef bulunmuyordu. [50]

Ramazan orucu ergen (baliğ) olmayan çocuğa da vacip değildir. Çocuk âkil de olsa hüküm böyledir, değişmez. Aynı za­manda bu çocuk baliğ olduktan sonra, âkil olduğu dönemdeki oruçları da kaza etmekle mükellef tutulmaz; yani kendisine o günlerin orucunu kaza etmesi vacip olmaz. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz:

"Kalem üç kimseden (günah ve sevap yazma hu­susunda) kaldırılmıştır: Çocuk ihtilam oluncaya kadar, cinnet ge­tiren kendine gelip normal dengesini buluncaya kadar, uyumakta olan uyanıncaya kadar."

Bunun gibi çocuk ramazan günlerinden bir günde baliğ olur­sa, sabahleyin bu ibadetle mükellef olmadığı için o günün orucunu ileride kaza etmesi gerekmez. [51]

b) Şafiilere göre: Çocuk fecirden önce oruca niyet eder ve sabahlayınca baliğ olursa, o günü oruçlu olarak tamamlaması vac­ip olur, ileride o günü kaza etmesi gerekmez. Oruca niyet etmeksi­zin iftar eder halde baliğ olursa veya cinnetten sonra kendine ge­lirse veya İslam'a girerse o günü oruçlu geçirmesi gerekmez; aynı zamanda ileride kaza da etmez. En sahih kavi de budur. Hem bunların baliğ olduğu, kendine geldiği ve İslama girdiği günün ka­lan kısmında imsak etmeleri, yani yeme, içme ve benzeri orucu bozan şeylerden kaçınmaları da gerekmez. En sahih görüş de budur.

Oruç ibadetinde akıl, baliğ ve takat (güç yetirebilme), orucun vücubunun şartları olduğundan, çocuklar oruçla yükümlü değillerdir. Ancak çocuk yedi yaşına girince, oruç tutmaya güç getirebiliyorsa tutması için emredilir.

c) Hanbelilere göre: Ramazan ayında gelip İslama giren kafire, geçen günlerin orucunu kaza etmesi gerekmez, ama kalan günlerin orucunu tutması vacib olur. Bu hususda ilim adamlarının icmaı vardır. 

Ata’ geçen günlerin kaza edilmesinin gerekli olduğunu belirtmiştir. Oysa geçen günler, o, küfür halindeyken geçmiştir ki, bununla mükellef bulunmuyordu. O bakımdan geçen diğer ramazanları nasıl kaza etmesi gerekmiyorsa,  İslama girdiği ramazandan geçen günleri de öylece kaza etmesi gerekmez.

Çocuk oruçlu olarak bulunurken ergen olursa, o günün orucunu tamamlar ve kendisine o günü ileride kaza etmek gerekmez. Geçen günleri de kaza etmesi vacip değildir.

Çocuk baliğ olmadan önce, güç yetirdiği takdirde oruç tutmakla emrolunur. İtiyad edilsin diye biraz da

zorlanır.

d) Malikilere göre: İbn Kasım diyor ki:

"İmam Malik’e çocukların ne zaman oruçla emredileceğini sordum. Bana şu cevabı verdi:

"Kız ayhali, oğlan da ihtilam olunca" ve devamla şöyle dedi: "Bu hususta oruç namaza benzemez." (Yani çocuk yedi yaşına girince namaza emredilir. On yaşına girince buna zorlanır ve gerekirse dayak atılır. Oruç hakkında ise bu uygulanmaz.)

Yine İbn Kasım, bu konuda soruyor:

"İslama girdiği gün hakkında ne dersiniz?" İmam Malik şu cevabı veriyor:

"O günü kaza etmesini uygun görüyorum, ama onun vacib olduğunu söylemem."

Hanefi imamlarından Kasani, bu konuda İmam Malik’in görüş ve ictihadını belirtirken şu ifadeyi kullanmıştır:

"İmam Malik diyor ki:

"Kafirin İslama girdiği günün orucunu kaza etmesi gerekir." Oysa yukarıda naklettiğimiz üzere bu mezhepde en salahiyetli olan İbn Kasım ile Sahnûn, İmam Malik'in görüşünü nak­lederken böyle bir ifade kullanmamışlar, imamın, onun o günde oruç tutmasını uygun gördüğünü, ancak bunun ona vacip ol­madığını nakletmişlerdir. Sahih olan da bu tesbittir.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

980 nolu Rübeyyi' hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir.

Hadisin açık delaletinden anlaşılan o ki, ramazan orucu farz kılınmadan önce aşûra orucu farz idi. Aynı zamanda, güç getirdik­leri takdirde, alışıp itiyad edinsinler diye çocuklara oruç tutmayı  emretmek müstehabdır. Nitekim seleften İbn Sirin, Zühri, Şafii ve diğer birkaç ilim adamı da aynı görüş ve ictihadı izhar etmişlerdir. [52]

İlim adamlarının bir kısmı, oruç ile emredilecek çocuğun yaş sının üzerinde durmuş ve farklı görüşler ortaya koymuşlardır: Ki­mine göre, yedi, kimine göre, on, kimine göre, oniki...

İmam Evzai ise, "çocuk üç gün üstüste oruç tutmaya güç yetirebildiği takdirde, oruç tutmakla emrolunur" demiştir. Malikiler ise, çocuk hakkında orucun meşru olmadığını belirtmişlerdir. Nitekim az yukarıda bu hususa değinmiş bulunuyoruz.

Netice olarak cumhura göre, baliğ olmayan çocuğa oruç vacip değildir. Sahih olan tesbit de budur.

981 nolu Süfyan hadisinin isnadındaki ricalin çoğu sıkat (güvenilir) dir. İçlerinde sadûk olan bulunduğu gibi, rivayetinde sakınca olmayan da vardır. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüştür.

982 nolu Abdurrahman hadisini ise, Tirmizi de  tahric etmiştir. Ancak sıhhati üzerinde bir açıklama yapmamıştır. Bu­nunla beraber, onunla ihticac edenler çoğunluktadır.

Süfyan hadisi, ramazanda İslama giren kimseye, kalan günlerin orucunu tutmasının vacip olduğuna delalet etmektedir ki, buna muhalefet eden olmamıştır. Abdurrahman hadisi ise, ramazanda gelip İslama giren kimsenin, girdiği günün orucuyla yükümlü olmamakla beraber, hürmeten o gün akşama kadar ken­dini orucu bozan şeylerden alıkoymasının vacip olduğuna delalet etmektedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ramazan ayında İslama giren bir kimsenin geçen günleri kaza etmesi gerekmez.

2- İslama girdiği günü de kaza etmesine gerek yoktur. Ancak o günün kalan kısmını bir şey yemeyerek, içmeyerek geçirmesi, yani imsakta bulunması müstehabdır. İmam Malik'e göre ileride o günü kaza etmesi uygun olur.

3- Ergen olmayan çocuğun oruç tutması vacip değildir. Çünkü henüz ibadetle mükellef bulunmuyor.

4- Çocuk oruç tutmaya niyet getirip sabahladıktan sonra baliğ olursa, o takdirde o günü oruçlu geçirmesi vacip olur ve ile­ride kaza etmesi gerekmez.

5- Çocuk oruç tutacak güce sahipse, bu ibadeti yerine getir­mesi için emredilir. Müctehidlerden başta İmam Malik olmak üzere, bir kısmına göre, çocuk ergen oluncaya kadar oruç tutmaya zorlanmaz. Bu konuda oruç namaza kıyas edilmez.

6- Yine bu imamlara göre, çocuk on yaşına girdiği halde oruç tutmazsa, dövülmez.

7- Çocuk oruca niyet etmeksizin sabahladıktan sonra baliğ (ergen) olursa, o günün kalan kısmında imsak etmesi müstehabdır ve ileride o günü kaza etmesi gerekli değildir. Çünkü fecirden önce ergen olmamış ve aynı zamanda, oruca niyet ettiği halde sabahlamamıştır.                                       .

 

Orucu Bozan, İşlenmesi Mekruh Ve Müstehab Olan Şeyler

 

İslam Dini, insan hayatını dengede tutmak, ona ruhsal ve bedensel yönden afiyet vermek ve günlük işlerini düzende yürütmesini sağlamak; aynı zamanda onun kalbini daha çok Allah ve ahiret kavramıyla doldurmak için birtakım ibadetlerin yerine getirilmesini farz veya vacip, sünnet veya müstehab kılmış; insan haklarını layıkıyla korumayı, her hak sahibinin hakkını vermeyi ve böylece adil ölçüler, hakkaniyet değerleri içinde sağlam bir to­plum meydana getirmeyi murad etmiştir.

Sonra da ibadetleri belli sınırlar ve kurallar içine alıp onlara resmiyet kazandırmış ve rastgelelikten korumuştur. Çünkü İslam bütünüyle düzen, denge, prensip, kural ve esas dinidir. Her yönü ve yanıyla akla, mantığa, sağlam örfe ve ilme hitap eder. Her emir ve yasağıyla hayatın gerçek hikmetim belirler.

Bunun için İslam, oruç ibadetini farz kılarken, onu sayılı günlerle sınırlamış ve hikmet ve gayesine ulaşsın diye birtakım kurallara, yani farz, vacip, sünnet, müstehab, mekruh ve haram­lara göre düzenlemiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Rafi b. Hadic (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hacim ve mahcûm iftar etmiş (bu fiili işlemekle oruçlarını bozmuş) olurlar." [53]

Hacim: Bedenin bir tarafını hafif yarıp üzerine boynuz koya­rak kan alan; mahcûm ise, bu suretle kendisinden kan alınan kim­se demektir.

Sevban (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir adama uğradığında onun Ramazanda hacamet yaptığını gördü. O sebeple şöyle buyurdu:

"Hacim de, mahcûm da iftar etti (oruçlarını boz­du)"[54]

el-Hasan'dan, onun da Ma'kil b. Sinan el-Eşcai'den yaptığı rivayete göre, Ma'kıl şöyle demiştir:

"Ramazandan henüz onsekiz gün geçmiş bulunuyordu ki, ben hacamat ettirdiğim bir sırada Rasulüllah (s.a.v.) bana uğradı ve şöyle buyurdu:

"Hacim de, mahcûm da iftar etti (oruçlarını bozdular)."[55]

Bu konuda İmam Ahmed ve Ebu Davud'un, sonra da İbn Mace'nin benzer bir hadis rivayeti bulunuyor ki, onu Sevban (r.a.) den ve Şeddad b. Evs'den rivayet etmişlerdir. Aynı zamanda İmam Ahmed ve İbn Mace bir benzerini Ebu Hüreyre'den (r.a.); yine İmam Ahmed'in Hz. Aişe (r.a.) ile Üsame b. Zeyd'den (r.a.) benzeri bir hadis rivayeti bulunuyor.

İmam Ahmed bu konuda şöyle demiştir:

"Bu babda en sahih hadis, Rafı' b. Hadic el-Eşcaî'nin hadisi­dir." [56]

İbnü'l-Medeni ise bu babda en sahih hadisin Sevban ve Şeddad rivayetleri olduğunu belirtmiştir.

Böylece bu rivayetlere göre, ramazanda oruçlu iken kan veren ve onu hacametle alan kimsenin orucunun bozulacağı anlaşılıyor. Ancak bir de bu olaydan dolayı orucun bozulmaya­cağına dair bir takım rivayetler söz konusudur. O halde ilk akla gelen şudur: Önce bu fiilin orucu bozacağı beyan edilmiş, sonra bu hüküm kaldırılmıştır.

Hacamet sebebiyle orucun bozulmayacağına dair ri­vayetler:

İbn Abbas (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) ihramlı bulunduğu bir halde hacamat yaptırdı ve yine oruçlu bulunduğu bir sırada yine hacamat yaptırdı." [57]

Sabit el-Bünanî'den yapılan rivayete göre, adı geçen, Enes b. Malik'e (r.a.) soruyor:

"Sizler Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında oruçlu için hacameti mekruh görüyor muydunuz?" Enes (r.a.) bu soruya şu cevabı veriyor:

"Hayır, ancak oruçlu zayıf ve güçsüz düşer endişesi olduğu takdirde onu mekruh görürdük."[58]

Abdurrahman b. Ebi Leyla'dan, onun da ashabdan bazı kişilerden yaptığı rivayete göre, şöyle dedikleri nakledilmiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz oruçta visali (iftar etmeyip birinci günü ikinci güne bağlamayı) ve oruçluya hacamati men'etmesinin sebebi, onlara karşı olan merham­et ve şefkatiydi."[59]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Hacametin oruçlu hakkında ilk mekruh kılınma olayı Cafer b. Ebi Talib (r.a.) ile başlamıştır. Adı geçen oruçlu bulunduğu halde hacamet yaptırırken Rasulüllah (s.a.v.) ona uğramış ve "Hacim de, mahcûm da iftar etti (oruçları bozuldu)" buyurmuştur. Bu olaydan sonra Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz oruçlu için hacamata ruhsat vermiştir. Nitekim Enes (r.a.) oruçlu bulunduğu halde hacamat etti­rirdi." [60]

Bu hadisi rivayet eden Darekutni diyor ki:

"Bunların hepsi sıkat (güvenilir rivayetler) dir ve bunun için bir illet bilmiyorum."

Böylece Enes hadisi konuyu iyice aydınlatmakta ve açıklamaktadır. Şöyle ki, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, önceleri hacametin orucu bozduğu bir hüküm olarak bulunuyordu. Sonra melek Cebrail'in işaretiyle Rasulüllah (s.a.v.) o hükmü kaldırdı ve ümmetine bu konuda da bir kolaylık sağladı.

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Hacamet, yani kan aldırmak oruçlu hakkında mekruh değildir.[61] Böylece ne kan aldıranın, ne de alanın orucu bozulmaz ve bu işlemde bir sakınca da yoktur.

Hanefiler bu konuda İbn Abbas ve Enes hadisleriyle ihticac etmişlerdir. Çünkü Enes'in (r.a.) açık beyanına göre, hacamet et­tirmenin orucu bozacağıyla ilgili hüküm kaldırılmıştır.

Ancak oruçlu kimse hacametten veya gıybette bulunduktan sonra orucunun bozulduğunu sanarak bile bile bir şey yemek veya içmek suretiyle iftar eder, yani orucunu bozarsa, kendisine hem kaza, hem de keffaret gerekir. Bu konuda müftiye baş vurup hacamet veya gıybetin oruç bozup bozmadığını sorar, o da boz­duğunu söylerse, o takdirde adam bu fetvaya dayanarak hacamet veya gıybetten sonra orucunu bir şey ile bozarsa, kendisine sadece kaza gerekir.[62]

b) Şafiilere göre: Oruçlunun hacamet yaptırması, yani oruçlu halde kan aldırması orucunu bozmaz. Ancak ramazanda hacamet yaptırmamak evladır.[63]

Böylece Şafîiler de İbn Abbas ve Enes (Allah ikisinden de razı olsun) hadisleriyle ihticacda bulunmuş ve bu konuda Hanefi­lerle aynı görüşü paylaşmışlardır.

c) Hanbelilere göre: Oruçlu hacamet yaptırdığı takdirde, hem kendisinin, hem de bu ameliyeyi yapanın orucu bozulur. Nite­kim müctehid imamlardan İshak, İbn Münzir, Muhammed b. İshak, İbn Huzeyme de aynı görüştedirler. Tabiin'den Ata' ve Abdurrahman b. Mehdi'nin de kavli bu doğrultudadır. el-Hasan, Mesruk ve İbn Sirin ise, oruçlunun hacamet yaptırmasını uygun görmemişlerdir. Ashab-ı Kiram'dan İbn Ömer, İbn Abbas, Ebu Musa ve Enes (r.a.) ramazanda hacamet yaptırmaları gerektiğinde onu geceleyin yaptırırlardı.

Ashab-ı Kiram'dan Ebu Said el-Hudrî, İbn Mes'ud, Ümmü Seleme, Hüseyin b. Ali (r.a.) ile Tabiinden Urve ve Said b. Cübeyr oruçlu bir halde hacamet yaptırmakta bir sakınca görmemişlerdir. Nitekim İmam Malik, İmam Sevri, İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii hacamet sebebiyle orucun bozulmadığını belirtmişlerdir. [64]

Hanbeliler ise, bu konuda Rafı', Sevban, Şeddad b. Evs ve el-Hasan hadisleriyle ihticac etmişlerdir.

d) Malikilere göre: Yukarıda Hanbelilerin görüşünü nakle­derken İbn Kudame'nin, İmam Malik'in hacametin orucu boz­madığını belirtir anlamda rivayette bulunduğuna değinmiştik. Nitekim Sahnûn'un İbn Kasım'dan naklettiğine göre, İmam Ma­lik, hacametin oruç bozmadığını, hacamet yapan müslümana bir şey gerekmeyeceğini söylemiştir. Malikiler ba konuda Zeyd b. Es­lem ve İbn Abbas hadisleriyle ihticac etmişlerdir.[65]

Böylece hacametin oruç bozan sebeplerden biri olmadığında üç mezhep birleşmiş oluyor.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

999 nolu Rafi' hadisini aynı zamanda İbn Hibban tahric etmiş ve Hakim sahihlemiştir. İmam Tirmizi bu hadis hakkında İmam Ahmed'in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Bu babda en sahih rivayet, Rafı' hadisidir."

Ebu Hatim ise farklı bir tesbit ortaya koyarak: "Bu rivaye­tin Rafi' tarikiyle olması bence batıldır" derken; Yahya b. Main: "Bu rivayet, hacamet konusu babında olan hadislerin en zayıfıdır" demiştir.[66]

991  nolu Sevban hadisini İbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. İmam Ahmed, bu babda rivayet edilenlerin en sahihi budur diyerek hadisin ihticaca salih olduğunu söylemiştir.

Tirmizi el-Ilel'de buna değinerek Buhari'nin de sahihlediğine dikkat çekmiştir.

992 nolu Ma'kal hadisinin isnadında Ata' b. Saib bulunuyor ki, bu zat tabiindendir. Yaşlanınca hafızası zayıflamış ve o yüzden yaşlılığı dönemindeki rivayetlerine pek itibar edilmemiştir. Nite­kim İmam Ahmed onun hakkında şöyle demiştir: "Ondan önceleri hadis dinleyenler için bir endişe yoktur, rivayetleri sahihtir. Ama yaşlılığı döneminde ondan hadis dinleyenlerin rivayeti bir şey ifade etmez. Yahya b. Main de onun hadisiyle ihticac edilmez, demiştir.[67]

Bu babda Nesai ve Hakim'in Ebu Musa'dan naklettikleri bir hadis daha bulunuyor ki, Ali İbn el-Medeni onu sahihlemiştir. Ancak Nesai, hadisin merfu' sayılmasının hatalı olduğuna dikkat çekmiştir. O hadisin son bölümü de diğerlerinde olduğu gibi "Hacim de, mahcûm da iftar etti (oruçları bozuldu)" denilmektedir. Ayrıca bu babda Nesai'nin Bilal'dan ve Ali'den yaptığı rivayet­ler mevcuttur. Aynı zamanda Enes, Cabir, İbn Ömer, Sa'd b. Ebi Vakkas ve Ebu Yezid el-Ensari'den de rivayetler yapıldığı söz ko­nusudur. İbn Adiy el-Kamil'de, Bezzar da kendi müsnedinde on­ları tahric etmişlerdir.

Sonuç olarak, bu rivayetlerle istidlal ve ihticac edenlere göre, hacamet yaptıranın ve yapanın orucu bozulur. Ne var ki el-Mağribî, Buluğu'1-Meram şerhinde ve Dav'un-Nehar sahibi kendi eserinde, hâcimin orucunun bozulacağını ilim adamlarından hiç kimsenin söylemediğini belirtmiştir.[68]

Ebu Cafer et-Tahavi bu konuyla ilgili otuzdört kadar rivay­ete yer vermiş ve bunlardan onbeş tanesinin hacim ile mahcûmun orucunun bozulacağına dair bulunduğunu; ondokuz tanesinin de bozulmayacağına dair olduğunu belirtirken el-Eş'as'in bu konuda­ki yorumuna şöyle yer vermiştir. Adı geçen diyor ki:

"Eğer iftar­dan maksat orucun bozulması olsaydı, hâcimin zikredilmemesi gerekirdi. O halde gıybet ve yalan konusunda olduğu gibi, bu fiilin orucun sevabını düşüreceği söz konusu olabilir."[69]

Böylece et-Tahavi'ye göre, rivayetlerin ağırlığı, hacametten dolayı orucun bozulmayacağından yanadır.

994 nolu İbn Abbas hadisi, et-Telhis'te de belirtildiği gibi, dört vecih üzere rivayet edilmiştir:

a) Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ihramlı iken hacamet yaptırdı.

b) Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz oruçlu iken hacamet yaptırdı.

c) Rasulüllah (s.a.v.) ihramlı iken hacamet yaptırdı ve oruçlu iken de hacamet yaptırdı.

d) Peygamber (s.a.v.) ihramlı ve oruçlu iken hacamet yaptırdı.

Birinci cümleyi Buhari ve Müslim Abdullah b. Buhayne'den rivayet etmişlerdir ki, onun, Nesai ve diğer muhaddisler yanında muhtelif tarikleri vardır.

İkinci şekil ve cümleyi Eshab-ı Sünen, Hakem b. Muksim tarikiyle İbn Abbas (r.a.) dan rivayet etmişlerdir. Ancak Hakem b. Muksim'in mesmu'u olmadığı üzerinde durularak hadisin malûl olduğunu söyleyenler de var.

Üçüncü şekil ve cümleyi Şevkani'nin naklettiğidir. Dördüncü de öyle.

Ancak bu iki rivayeti İmam Ahmed ve Ali b. el-Medeni malûl saymışlar ve İmam Ahmed "Hadiste (oruçlu) lafzı yoktur, "muhrim" lafzı vardır" demiş ve İbn Abbas'ın arkadaşlarının da aynı görüşte bulunduğuna dikkat çekmiştir.

Nitekim el-Humaydi diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) hem ih­ramlı, hem de oruçlu değildi; Ramazanda fetih gazasına çıkmış bulunuyordu ki, sadece ihramlı idi."[70]

Ancak olayın iki durumda cereyan ettiği söylenebilir. Şöyle ki, bir seferinde Rasulüllah (s.a.v.) ramazanda yolcu olduğu halde oruçlu bulunuyordu. Bu durumda hacamet yaptırmış olabilir. Aynı şekilde ihramlı iken de hacamet ettirdiği söylenebilir.

İmam Şafii ve İbn Abdilber, bu olayın Veda Haccı'nda mey­dana geldiğini kaydetmişlerdir. Hafız İbn Hacer ise, onların bu görüşü üzerinde durmuş ve şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) veda haccında oruçlu değildi. Çünkü sahih tesbite göre, o günlerde Ümmü'1-Fazl O'na bir kâse süt göndermişti ki, Rasulüllah (s.a.v.) Arafat'ta vakfe halinde bulunuyordu ve o sütten içmişti."

996 nolu Abdurrahman hadisini aynı zamanda Abdurrezzak tahric etmiştir. el-Fetih'te bunun isnadının sahih olduğu belirtile­rek, kendisinden rivayet edilen sahabinin isminden söz edilme­mesinin bu sıhhate bir zarar vermeyeceğine dikkat çekilmiştir.

997 nolu Enes hadisi hakkında Hafız İbn Hacer şöyle demiştir:

"Bunun ravilerinin hepsi Buhari'nin yer verdiği kimse­lerdir."

Bu babda, Enes hadisini kuvvetlendiren bir diğer rivayet Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) yapılmıştır. Adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz hacamet konusunda (oruçluya) ruhsat vermiştir."

Ebu Said'in bu rivayetini Nesai, İbn Huzeyme ve Darekutni tahric etmişlerdir. Hafız İbn Hacer bu rivayetin isnadının sahih, ricalinin de sıkat olduğunu belirtmiştir.

Bunu kuvvetlendirir anlamda bir hadisi İmam Tirmizi ve Beyhaki şu lafızla rivayet etmişlerdir:

"Üç şey orucu bozmaz: Kus­mak, hacamet yaptırmak ve ihtilam olmak,"

Ancak bu rivayetin isnadında Abdurrahman b. Yezid b. Es­lem bulunuyor ki, bu zatın zayıf olduğu söz konusudur.[71] İmam Tirmizi de bu hadisin mahfuz olmadığını söylemiştir. Diğer bazı muhaddisler bunu Zeyd b. Eslem'den murselen rivayet etmişlerdir.

Bu konuda Bezzar'ın İbn Abbas'dan (r.a.) yaptığı rivayetin malûl olduğu; Taberani'nin Sevban (r.a.) dan yaptığı rivayetin ise zayıf olduğu anlaşılmıştır.

Böylece Cumhur, bu hadislerle istidlalde bulunup hacametin oruç bozmadığını ortaya koymuştur ki, sahih olan da budur.

Burada 994 nolu İbn Abbas hadisinin Rafi', Sevban ve el-Hasan hadislerini neshettiği söylenemez. Çünkü İbn Abbas'ın (r.a.) bu rivayeti onlardan sonra yaptığım tesbit mümkün değildir. Ama Enes hadisi onların neshedildiğini açıkça göstermektedir. Cumhur da buna ve bunu kuvvetlendiren diğer rivayetlere dayan­arak hacametin orucu bozmayacağını hükme bağlamışlardır.

 

Çıkarılan Hükümler 

     

1- Hacamet (kan vermek) orucu bozmaz.

2- Ramazanda vücutta sarsıntı yapacağı söz konusu olduğu takdirde kan vermemek, yani aldırmamak daha uygun olur.

3- Kan alan, yani hacamet yapan kimsenin de orucu bozul­maz.

4- İhramlı iken de gerektiğinde kan verilebilir veya hacamet yaptırılabilir.[72]

 

Oruçlu İken Kusmak Veya Sürme Kullanmak

 

Orucu farz kılan İslam dini, nelerin orucu bozacağını, nele­rin, yani hangi fiillerin bozmayacağını da belirleyip aydınlatıcı bil­gi vermiştir. Ancak dinimiz bu bilgileri ana kurallara, temel bilgi­lere göre düzenlemiştir. Şöyle ki, gıda özelliği olup adeten yenilip içilen şeylerin orucu bozacağı ve aynı zamanda kişinin iradesi da­hilinde gerçekleşeceği o kurallardan biridir.

Bu ve benzeri kuralların ışığında kusmanın veya göze sürme sürmenin orucu bozup bozmayacağı konusu işlenmekte ve müctehidlerin görüş ve tesbitleri yansıtılmaktadır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kime kusuntu galebe çalar (iradesi dışında taşıp çıkar) sa, ona (o günün orucu için) kaza gerekmez. Ama kim bile bile kendi iradesiyle ku­sarsa, artık o orucu kaza etsin."[73]

Abdurrahman b. Numan b. Hevze'den, o da ba­basından, o da dedesinden, o da Peygamber (s.a.v.) Efendi­mizden rivayet etmiştir. Rasulüllah (s.a.v.) iyileştirici, ra­hatlatıcı sürmenin gece uyumaya    hazırlanırken sürülmesini emretti ve şöyle ilavede bulundu:

"Artık oruçlu kimse (gündüzleyin) sürmeden sakınsın!"[74]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İctihadları

 

a) Hanefîlere göre: Oruçlu iken bile bile kendini kusmaya zorlar ve ağız dolusu kusarsa, orucu bozulur ve kendisine bir günün kazası gerekir. Ama oruçlu olduğunu unutarak kendini kusmaya zorlar, ve belirtilen şekilde kusarsa, orucu bozulmaz.

O halde çıkan kusmuk ağız dolusundan az olursa İmam Ebu Yusuf’a göre, bozulmaz. el-Mineh kitabında bunun en sahih kavi olduğu belirtilmiştir.[75]

Böylece kusuntunun galebe çalıp dışarı çıkmasıyla -ağız do­lusu bile olsa- oruç bozulmaz. Çünkü oruçlunun bunda bir sün'i yoktur. O bakımdan kişi sün'i olmayan bir olaydan dolayı muahaza edilmez.[76]

Kendini kusmaya zorlar da ağız dolusundan az bir nisbette çıkarırsa, Ebu Yusuf’a göre orucu bozmaz; ama İmam Muhammed'e göre bozar. Çünkü hadiste bu konuda az veya çok konusu üzerinde durulmamış, mutlak anlamda söylenmiştir.[77]

Bunun gibi vücudunun bir yerine yağ süren veya gözlerine sürme süren oruçlunun orucu bozulmaz. İsterse, bedenine dokun­durduğu yağın ve gözüne sürdüğü sürmenin tadını boğaz nahiye­sinde hissetmiş olsun fark etmez. Çünkü deri üzerindeki gözeneklerden içeri giren şeyler orucu bozmaz.

Ancak böyle yapmanın mekruh olduğu söylenebilir. Bu da, oruçlu iken susuzluğunu gidermek için bedeni üzerine su dökmesine kıyas edilerek mekruhtur denilmiştir.[78]

Vücuda sürülen yağın gözeneklerden içeri nüfuz etmesi oru­cu bozmaz. Çünkü tabii menfezlerden girmiş sayılmaz. Bu, fıkıhta söz sahibi olan ilim adamlarının icmaına göre çıkarılan bir hükümdür.

Tükürdüğü zaman gözlerine sürdüğü sürmenin izini ve ren­gini görecek olsa, yine de orucu bozulmaz.[79]

b) Şafîilere göre: Oruçlu olduğunu hatırladığı halde kasden kusarsa, orucu bozulur. Ama oruçlu olduğunu unuttuğu veya buna zorlandığı veya kusmanın orucu bozup bozmayacağını bilmediği halde kendi isteğiyle kussa bile yine de orucu bozulmaz. Ancak kusmanın orucu bozup bozmayacağını bilmemesini şu iki sebepten birine bağlamak gerekir:

a) Yeni İslam'a girdiği için henüz fıkhı meseleleri bilmiyor olması;

b) İlim adamlarından uzak bir yerde oturuyor bulunması...

Kusmanın oruçlunun iradesi dışında galebede bulunup çıkması da orucu bozmaz. Ama kendi isteğiyle kusarsa, kusuntu geri dönmese bile orucu bozar.[80]

Göze sürülen sürme, tadı boğaz nahiyesinde hissedilse bile orucu bozmaz.[81]

Böylece hem Hanefîler, hem de Şafiiler Ebu Hüreyre hadisiyle ihticac etmiş bulunuyorlar, ama Abdurrahman hadisini zayıf görüp onunla istidlalde bulunmamışlar.

c) Hanbelilere göre: Kim oruçlu olduğu halde kendini zor­layıp bile bile kusarsa, orucu bozulur ve ileride günü gününe kaza etmesi gerekir. Ama kusuntu onun iradesi dışında zorlayarak ge­lirse, orucu bozmaz. Çünkü oruçlunun bunda dahli söz konusu değildir. İlim adamlarından bu tesbit ve hükme muhalefet eden ol­mamıştır.

Hanbeliler de bu konuda Ebu Hüreyre hadisiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

Bu meselede az ve çok kusmak arasında bir fark yoktur, yani ikisi de orucu bozar. Bu, İmam Ahmed'den yapılan iki rivay­etten biridir. İkinci rivayete göre, ağız dolusu olduğu takdirde oruç bozulur şeklindedir. Hem az miktarda kusmak abdesti de bozma­maktadır.[82]

Sürme konusuna gelince: Göze sürülen sürmenin tadı boğazda hissedilse ve oruçlu onun boğaz nahiyesine indiğini bilse bile, yine orucu bozmaz.

Göze sürülen antimon ister iyileştirmek için olsun, ister mil ile dokundurulsun fark etmez, yani her iki durumda da orucu boz­maz. İmam Ahmed'in bu hususta kesin görüşü vardır.[83]

d) Malikilere göre: Göze sürülen ismid (antimon) un tadı boğazda hissedilir ve oruçlu da onun boğazına kadar nüfuz ettiğini bilirse, orucu bozulur, güne gün kaza etmesi gerekir, Boğazına nüfuz etmez, yani tadı boğazda hissedilmezse, orucu bozmaz. O bakımdan İmam Malik oruçlunun sürme kullanmasını mekruh görmüştür.[84]

Kusma konusunda Malikiler diğer mezheplerle aynı çizgide bulunuyorlar. Şöyle ki, oruçlunun iradesi dışında midesi bulanır da elde olmayarak kusarsa, orucu bozulmaz. Ama kendi irade ve isteğiyle kusarsa, kaza etmesi gerekir. Malikiler bu konuda Ebu Said el-Hudrî'den rivayet edilen şu hadisle ihticac etmişlerdir:

"Kusmak adamı zorlar da iradesi dışında çıkarsa, orucuna devam edip tamamlar, kaza etmesi gerekmez. Kendi isteğiyle kusmaya çalışır ve kusarsa, o artık orucunu iade eder (yani orucu bozulur, omı kaza etmesi gerekir.)"[85]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

1010 nolu Ebu Hüreyre hadisini aynı zamanda İbn Hibban, Darekutni ve Hakim tahric etmişlerdir. Ancak ravi Ata' bunu Ebu Hüreyre'den mevkufen rivayet etmiştir. Tirmizi ise, "Biz bu hadisi ancak Hişam b. Muhammed'den naklen biliyoruz ki, o da Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet etmiştir." diyerek kendi tesbitini belirt­miştir. İmam Buhari bu rivayeti mahfuz olarak görmediğini söylemiştir. Aynı zamanda Ebu Davud da mahfuz olmadığına dik­kat çekmiştir.

Hakim ise, Şeyhayn'in şartı üzere bunu sahihlemiştir.

Bu babda İmam Malik'in Muvattada ve İmam Şafii'nin el-Üm'de benzer bir hadisi nakletmişlerdir ki, şöyledir:

"Kim oruçlu olduğu halde bilerek kusarsa, ona kaza gerekir. Kime de kusmak galebe çalıp iradesi dışında kusarsa, ona kaza ge­rekmez."

Nitekim İbn Ömer, Zeyd b. Erkam ve Zeyd b. Ali de bu rivay­etlerin delaletine uygun hareket etmişlerdir.

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz kustu ve o sebeple orucunu bozdu" mealindeki Ebu Derda hadisini Buhari ve Müslim, is­nadında ihtilaf tesbit ettikleri için almamışlar. Beyhaki de aynı görüşü izhar etmiştir. Sonra ilim adamlarından önemli bir kısım bunu kasden kusmaya hamletmişlerdir.

Sonuç olarak bu babda birkaç rivayet bulunmakta ve birbiri­ni kuvvetlendirmektedir. O bakımdan müctehidler Ebu Hüreyre hadisiyle ihticacda bulunmuşlardır.

1011 nolu Abdurrahman hadisine gelince: İbn Main onun münker olduğunu belirtmiştir. Zehebi de, Abdurrahman'in önce bunu Said b. Ishak'tan rivayet ettiğini söylerken, sonra onun ismi­ni ters çevirerek şöyle demiştir:

"İshak b. Said b. Kab." Ar­kasından hadiste galat yaparak şöyle demiştir:

"O da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir."

Sonra da Numan b. Mabed bilinen bir ravi değildir. Bununla beraber İbn Şübrüme ve İbn Ebi Leyla bu hadisle istidlal ederek şöyle demişlerdir:

"Sürme orucu bozar."[86]

Tabiatıyla fukahanın çoğu bu hadisin zayıf olduğunu ve ihticaca salih bulunmadığını belirterek, sürmenin orucu bozmaya­cağını hüküm olarak ortaya koymuşlardır.

İbn Şübrüme ile İbn Ebi Leyla'nın bu konuda bir de delil ola­rak Buhari'nin talikan tahric ettiği ve Beyhaki ile Darekutni'nin mevsulen naklettiği İbn Abbas hadisini seçtikleri söz konusudur. Şöyle ki: "Orucun bozulması, bir şeyin girmesiyledir. Abdestin bo­zulması bir şey çıkmasıyladır."

O halde sürmenin tadı boğazda hissedilirse, içeri girmiş kabul edilir ve oruç bozulur.

İlim adamları bu iki zata cevap vererek şöyle demişlerdir: "Bu hadis cidden zayıftır" yani bununla istidlal ve ihticac edilmez. Aynı zamanda ravileri arasında Şa'be Mevla İbn Abbas bulunuyor ki bu zatın zayıf olduğu tesbit edilmiştir. Nitekim Zehebi onun hakkında şu bilgiyi vermiştir:

"İmam Ahmed'e göre, onun rivaye­tinde bir sakınca yoktur. Nesai'ye göre, o kavi değildir. Malik ise: "O sıka (güvenilir) değildir" demiştir. Yahya: "Onun hadisi yazılmaz" derken, Ebu Zür'a "Onun rivayeti zayıftır" demiştir.[87]

Rasulüllah'ın (s.a.v.) ramazanda oruçlu iken gözlerine ismid (antimon) sürdüğüyle ilgili üç, dört rivayet daha var ki, hepsi de zayıftır; istidlal ve ihticaca salih değildir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kusuntu kişinin iradesi dışında galebe ederek gelirse oru­cu bozmaz; ister az, ister çok olsun fark etmez.

2- Kişi kendi iradesiyle kusmak ister ve kusarsa, müctehidlerden bir kısmına göre, ağız dolusu olursa orucu bozar, az olursa bozmaz; diğer bir kısmına göre, az olsun, çok olsun her iki durumda da orucu bozar.

3- Oruçlu bir halde gündüzleyin göze sürme sürmek orucu bozmaz; isterse onun tadı boğazda hissedilmiş olsun.

4- Malikilere göre, tadı boğazda hissedilirse oruç bozulur.

5- Sürmeyi iftardan sonra kullanmak daha uygun olur.

 

Oruçlunun Unutarak Bir Şey Yemesi Veya İçmesi

 

İnsan, hilkatinin özelliği ve fıtratının gereği hata ve unut­mak gibi durumlarla içice bulunuyor. Bilmeden, arzulamadan bir hata yapabilir ve unutarak bir fiil işleyebilir. O bakımdan Cenab-ı Hak bu iki durumdan dolayı kullarını muahaza etmemekte ve günah yazmamaktadır. Ancak bu iki olaydan dolayı kul hakkına bir tecavüz meydana gelmişse, onu hemen telan etmek gerekir. Kul unutarak veya hata ederek böyle bir fiilde bulunduğunun farkına vardığı veya kendisine hatırlatıldığı an, vaki tecavüzü gi­derme yollarına baş vurup hak sahibini razı etmesi bir emr-i ilahi­dir.

İbadet konusunda bir hata yaptığı veya unutarak bir yanlışlıkta bulunduğu takdirde günahkar olmaz, ancak farkına vardığı takdirde onu telafi eder. Fıkıhta bunun telafi yolları ve çareleri belirlenmiştir.

Bunun için Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ümmetini endişeden kurtarmak ve bu konuda ilahi rahmetin gereği olan kolaylık sağlamak için şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimden hata ile, unutarak ve bir de zorlanarak yaptığı şeylerin (günah ve vebali) kaldırılmıştır."[88]

Diğer bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:

"Kalem üç kimseden (onların fiilini yazmaktan) kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, iyileşinceye kadar cinnet gibi bir derde mübtela olandan, büyüyünceye (ergen oluncaya) kadar çocuktan..."[89]

"Kalem üç kimseden kaldırılmıştır: İyileşip kendine gelinceye kadar akli dengesi bozuk olandan, uyanıncaya kadar uyuyandan, ergen oluncaya kadar çocuktan."[90]

Konumuz oruç olduğuna göre, oruçlunun unutarak bir şey yemesi veya içmesinden dolayı orucu bozulur mu? Bu sorunun cevabını ilgili hadisleri ve müctehid imamların tesbit ve ictihadlarını naklettiğimizde görmüş olacağız.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim oruçlu olduğu halde unutur da bir şey yer veya içerse, orucunu tamamlasın. Şüphesiz bu durum ile Cenab-ı Hak ona yedirip, içirmiştir."[91]

Diğer bir lafızla şöyle buyurulmuştur:

"Oruçlu unutarak bir şey yer veya unutarak bir şey içerse, bu ancak Allah'ın ona sevkettiği bir rızıktır ve (ondan dolayı) oruçluya kaza gerekmez."[92]

"Kim unutarak ramazanda bir gün iftar ederse, ona kaza ve keffaret gerekmez."[93]

"Sizden biriniz oruçlu iken unuturda yer ve içerse, or­ucunu (bozmayıp) tamamlasın."[94]

Şüphesiz bu konuda genel kural, giriş kısmında naklet­tiğimiz üç hadisle birlikte dördüncü olarak şu hadistir:

"Şüphesiz ki Cenab-ı Hak, ümmetimden (sadır olan) hata ve nisyan (unutmay) ı affetmiştir."[95]

 

Hadisler Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Ramazanda oruçlu iken unutup bir şey yemek veya içmek veya cinsel temasta bulunmaktan dolayı oruç bozulmaz.

Hanefiler bu konuda cinsel teması, yeme ve içmeye kıyasla aynı hükme dahil etmişlerdir. Çünkü cinsel temas da yeme içme anlamına gelen şehvet-i batndandır.

Ancak oruçlu unutarak bir şey yerken veya içerken, durumu­nu hatırlarsa derhal elindeki lokmayı ve ağzında çiğnemekte olanı atar. Cinsel temas halinde iken hatırlarsa, derhal geri çekilir. Aksi halde hem kaza, hem de keffaret gerekir.[96]

b) Şafîilere göre: Oruçlu unutarak bir şey yerse, orucunu bozmaz, devam eder. Ancak çok miktarda yerse, bir kavle göre, orucu bozulmuş olur, artık o gün devam etmez. Ama en sahih kav­le göre, ne kadar çok da yese yine de orucu bozulmaz. Unutarak cinsel temasta bulunmak da böyledir. Mezhebin açık tesbiti bu doğrultuda cereyan etmiştir.[97]

Böylece iki mezhep imamları yukarıdaki hadislerle ihticac edip görüş ve tesbitlerini belirlemiş ve aynı hükümde birleşmişlerdir. Ancak ileride değineceğimiz üzere, keffaret konu­sunda aralarında ictihad farkı vardır.

c) Hanbelilere göre: Bu mezhep imamları da yukarıda zik­redilen iki mezheple birleşmişlerdir; yani bunlara göre de oruçlu unutarak bir şey yer veya içerse, orucu bozulmaz ve kazası gerek­mez.[98]

d) Malikilere göre: Ramazanda oruçlu kimse unutarak bir şey yer veya bir şey içer veya cinsel temasta bulunursa, orucu boz­ulur ve kendisine sadece onu kaza etmesi gerekir.[99]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

Ebu Hüreyre hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. O bakımdan müctehidlerin çoğu onunla istidlal ve ihticacda bulunmuştur.

1028 nolu Darekutni hadisinin isnadı sahih ve ravilerinin hepsi güvenilirdir. Darekutni bunu Muhammed b. İsa b. Tabba'dan, o da İbn Aliyye'den, o da Hişam'dan, o da İbn Sirin'den ri­vayet etmiştir.

Bu da Ebu Hüreyre hadisi gibi, cumhur tarafından ihticaca salih görülmüştür.

1029 nolu yine Darekutni hadisini aynı zamanda İbn Huzeyme, İbn Hibban ve Hakim tahric etmişlerdir. Hafız İbn Hacer, Büluğu'l-Meram'da bunun sahih olduğunu belirtmiştir.

Bu babda Darekutni'nin Ebu Said'den naklettiği bir hadis vardır ki merfuan rivayet edilmiştir. Lafzı şöyledir:

"Kim ramazan ayında unutarak (bir şey) yerse, kendisine kaza gerekmez."

Hafiz İbn Hacer bu hadis hakkında şöyle diyor:

"Bunun is­nadı her ne kadar zayıfsa da ama uyulmaya elverişlidir. Çünkü ri­vayetteki "ramazan ayı" fazlalığı bunun derecesini düşürüyorsa da bu haliyle yine hasen sayılır ve ihticaca salih kabul edilebilir.[100]

Cumhur bütün bu rivayetleri dikkate alarak, "oruçlu bir va­ziyette unutarak bir şey yiyen veya içen veya cinsel temasta bulu­nan kimsenin orucu bozulmaz ve kaza da gerekmez" diyerek mese­leyi neticeye bağlamıştır. Ancak İmam Malik, İbn Ebi Leyla ve el-Kasimiyye, cumhurun hilafına bir tesbit ve ictihadda bulunmuş ve "öylesinin hem orucu bozulur, hem de kendisine kaza gerekir" demişlerdir.

Malikilerden bir kısmı delil olarak şunu ileri sürmüştür: "Bu konudaki hadisler "haber-i ahad"dır; o bakımdan onlarla ihticacda bulunmak istemedik." Şüphesiz bu sözler, kaideye muhaliftir ve beyan ettikleri itirazları anlamsızdır. Zira bu gibi sahih hadisleri "haber-i vahid"dir diye bir tarafa itecek olursak, amel edilecek pek az hadis kalır ve dini meselelerde birçok zorluklar ortaya çıkar.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Oruçlu iken bir şey yemek veya içmek orucu bozmaz ve ka­zasını da gerektirmez.

2- Yine oruçlu iken unutarak cinsel temasta bulunan kimse­nin de orucu bozulmaz ve kazası da gerekmez.

3- Oruçlu iken bir şey yerken veya içerken veya cinsel temas­ta bulunurken, oruçlu olduğunu hatırlar  veya kendisine hatırlatılırsa, derhal çekilmesi gerekir. Aksi halde Hanefîlere göre hem kaza, hem de keffaret gerekir. Müctehidlerin çoğuna göre, sa­dece kaza gerekir.

 

Oruçlu İken Gıybetten, Boş Ve Anlamsız Söz Ve Davranıştan Korunmak

 

İbadetin bir yönü, Cenab-ı Hakk'a karşı kulluğumuzu itiraf edip O'ndan başka tapılmaya layık bir ilahın olmadığını ortaya koymaktır; diğer yönü her iki hayatı düzen ve dengede tutup Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak ve Rasulüllah'ın sünnetiyle şekillenmektir.

O bakımdan ibadeti tam edep, terbiye, sevgi ve saygı havası içinde yerine getirirken dünya ve ahiretimiz için yararlı olmayan sözlerden, davranışlardan kaçınmamız ve her vesileyle nefsimize karşı hakimiyet kurmamız ve organlarımızı kontrol altında tut­mamız gerekir. Aksi halde yapılan ibadet tam anlamıyla amacına uygun olmamış ve istenilen mutlu sonuca bizi çevirmemiş sayılır.

Bilhassa bizi bir bakıma melekleştiren, irade hakimiyetimi­zin ortaya çıkmasına destek olan ve bizi nefis esaretinden kurta­ran; toplum hayatımızı maddi ve manevi bağlarla pekiştirip düzenleyen orucun dinimizdeki yeri oldukça önem arzetmektedir.

Bunun için her zaman gıybetten, faydasız söz ve dav­ranıştan, kırıcı ve üzücü çıkışlardan sakınmamız vaciptir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden birinizin oruç günü olunca, o günde edep ve terbiye dışı söz söylemesin; kırıcı anlamda bağırıp çağırmasın. Şayet biri ona dil uzatıp söver veya onunla vuruşmak isterse, o: "Ben oruçlu bir kimseyim" desin. Muhammed’in canını kudret elinde tutan zata yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah yanında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlu için, kendisini ferahlatacak iki ferahlık vardır. İftar ettiği zaman iftarıyla ferahlık duyar ve Rabbına kavuştuğu zaman, tuttuğu oruçla sevinir."[101]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim yalan sözü ve onunla amel etmeyi terketmiyorsa, Cenab-ı Hakk’ın onun (oruç sebebiyle) yeme ve içmesini terketmesine ihtiyacı yoktur." (Yani Cenab-ı Hak öylesinin orucunu kabul etmez ve ona feyiz, bereket ve rahmet havasını yeterince estirmez.)[102]

Açıklama:

Şüphesiz oruç tutan mü’min, yaptığı ibadetin mükafatını Allah yanında noksansız görmek ve bulmak istiyorsa, onun sevabını düşürecek her türlü söz ve davranıştan kaçınmalıdır. Dedikodu, yalan, sövüp saymak, kavga edip vuruşmak orucu bozmasa bile, sevabını iyice düşürür ve böylece oruçtan beklenilen amaç ve gaye tam anlamıyla gerçekleşmemiş olur.

O bakımdan mezhep imamları, müctehidler, bu gibi şeylerin orucu bozmadığında ancak sevabını düşürdüğünde ittifak halindedirler. Cumhurun da görüşü budur.

 

Oruçlu İken Sıcaktan Dolayı Ağzı Çalkalamak Veya Yıkanmak

 

İslam ibadeti sıkıntı versin, tedirginlik doğursun, eza ve ce­faya sebep olsun diye meşru kılmamış; bunun aksine ruh ve be­dene zindelik kazandırsın, sinir sistemini yatıştırsın, kalbe huzur versin, vicdanı arındırsın, ruhu geliştirip manen doyursun ve ferdi daha çok aile ve topluma bağlasın diye farz veya vacip ya da sünnet kılmıştır. Her şeyden evvel ibadetle insana kişilik ka­zandırmak, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul olmanın derin haz ve hikmetini kalp ve kafaya işlemek için ömür boyu ibadeti terketmememizi emretmiş ve bunun için birtakım maddi ve mane­vi mükafat ve müeyyideler koymuştur.

O halde çok sıcak bir mevsimde oruç tutan kişi, sıcaktan bu­naldığı ve sıkıntıya düştüğü takdirde bunu hafifletmek için başına soğuk su döküp yıkayabilir, boğazına kaçmamak kaydıyle ağzını çalkalayabilir ve yine bunaldığı takdirde banyo yapabilir. Önemli olan bu işleri yaparken suyu tabii menfezlerden içeriye kaçırmamaktır.

Çünkü İslam dini, kolaylığı, rahmet, bereket, şifa ve huzuru getirmiştir, Cenab-ı Hak Tâhâ suresinin baş kısmında bu inceliği şöyle beyan buyurmaktadır:

"Kur'an'ı sana sıkıntı çekesin (veya mutsuz olasın) diye indirmedik."                                                              

 

Konula İlgili Hadisler

 

Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Oruçlu olduğum bir günde neşelendim ve (eşimi) öptüm. Bunun üzerine (bir hata işlediğimi düşünerek) Rasulüllah'a (s.a.v.) geldim ve şöyle dedim:

"Bugün büyük (tehlikeli) bir iş yaptım! Oruçlu olduğum halde öptüm." Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bana:

"Oruçlu iken su ile ağzını çalkalamak hakkında ne dersin?" diye sordu. Ben de:

"Öyle yapmakta bir sakınca yoktur" dedim. Bunun üzerine buy­urdu ki:

"Artık öpmek neden sakıncalı olsun?"[103]

Ebu Bekir b. Abdirrahman'dan, o da Peygamber'in (s.a.v.) ashabından olan bir adamdan rivayet etmiştir. O sahabi şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizi oruçlu iken sıcaktan dolayı başına su dökerken gördüm."[104]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Oruçlu kimse (eşini) öper veya tenini onun tenine dokundurur ve o yüzden inzal vaki olursa, orucu boz­ulur. İnzal meydana gelmediği takdirde orucu bozulmaz. İnzal vaki olduğu takdirde sadece güne gün kaza gerekir. Çünkü bu du­rumda cinsel temasın asıl sureti mevcut değildir.

İmam Ebu Hanife'ye göre, serinlemek için buruna su çekmek, başa su dökmek, banyo yapmak ve ıslak elbise giyinmek veya bez parçasını ıslatıp vücuda sarmak mekruhtur. İmam Ebu Yusuf’a göre, bunların hiçbiri mekruh değildir. Çünkü bu konuda sakınca olmadığı hakkında sahih hadis rivayet edilmiştir ve aynı zamanda bu gibi fiiller ibadeti yerine getirme konusunda yardımcı olmakta ve birtakım sıkıntı ve meşakkati gidermektedir. O bakımdan belirtilen hususlarda İmam Ebu Yusuf’un kavliyle amel etmekte kolaylık vardır. Fetva da buna göredir.[105]

b) Şafiilere göre: Şehveti harekete geçmeyen kimse için (eşini) öpmesi mekruh değildir. Ancak bu gibi fiilleri terketmesi evladır. Şerefüddin Yahya en-Nevevî diyor ki: Şehveti harekete geçen kimse hakkında oruçlu bir halde eşini öpmesi tahrimen mekruhtur. En sahih olan kavi de budur.[106]

Bunun gibi oruçlu kimse ağzını çalkalarken ve burnuna su verirken suyu fazla kullanıp iyice ağzını doldurur ve burnuna iy­ice çeker ve bu yüzden su onun içine girer (yani boğaz veya mide­sine ulaşırsa orucu bozulmuş olur ve güne gün kaza etmesi gere­kir.

Az su kullanıp içine kaçmazsa, o takdirde bir sakınca yoktur.[107]

Böylece İmam Ebu Yusuf ile İmam Şafii bu meselede birleşiyorlar.

c) Hanbelilere göre: Ağza su alıp çalkalamak, buruna su çekmek, ister abdest ve gusülle ilgili olsun, ister mücerred temiz­lik için olsun mutlaka orucu bozmaz. Çünkü ağız da burun ve göz gibi bedenin zahirinden sayılır. O halde oruçlu ağzını çalkalarken veya burnuna su çekerken, bir kasıt olmaksızın su boğazına kaçarsa bir şey gerekmez; yani orucu bozulmaz. Nitekim İmam Evzai, İshak ve İmam Şafii'nin iki kavlinden birine göre de hüküm böyledir. İmam Ebu Hanife ile İmam Malik'e göre, bu durumda oruçlunun orucu bozulur.[108]

Hanbeliler bu meselede Ömer hadisiyle istidlal etmişlerdir.

d) Malikilere göre: Sahnûn diyor ki:

"İbn Kasım'a sordum: Oruçlu ağzını çalkalarken su boğazına kaçarsa, İmam Malik'e göre ona kaza gerekir mi?" Cevap verdi:

"Eğer ramazanda ise veya kendisine vacip olan bir orucu tutuyorsa, belirtilen durumda orucu bozulur ve kendisine sadece kazası gerekir, keffaret gerek­mez. Ama nafile bir oruç ise, kazası gerekmez."

Ağız çalkalama olayı ister abdest için, isterse temizlik için olsun farketmez.

Yine İmam Malik'e göre, ramazanda oruçlunun serinlemek için veya susuzluğunun tesirini hafifletmek için ağzını çalkalamasında bir sakınca yoktur. Çünkü böyle yapmakla iba­dete kolaylık ve yardım sağlamış oluyor.[109]

 

Tahliller Ve Rivayetler

 

1040 nolu Ömer hadisini aynı zamanda Nesai tahric etmiş ve münker olduğunu söylemiştir. Hafız Bezzar ise bu konuda şöyle demiştir: "Biz Ömer'den sadece belirtilen anlamda bir rivayet yapıldığını biliyoruz. İbn Huzeyme ile Hakim bu hadisi sahihlemişlerdir.[110]

Böylece Nesai yalnız kalmış ve sahihtir diyenlerin görüş ve tesbiti ağırlık kazanmıştır. O bakımdan müctehidlerin çoğu bu ha­disle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.

1041 nolu Ebu Bekir b. Abdirrahman hadisini aynı zamanda Nesai tahric etmiştir.

İsnadındaki ricalin hepsi sıka (güvenilir) kimselerdir. O bakımdan hadis ihticaca salih kabul edilmiş ve müctehidlerin önemli bir kısmı bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İster abdest için, ister temizlik veya serinlemek için olsun, oruçlunun ağzına su alıp çalkalaması, burnuna su çekmesi hem mekruh değildir, hem de orucu bozmaz.

2- Ağıza alınan su, buruna çekilen su boğaza kaçarsa, Hanbeliler dışında kalan imamlara göre oruçlunun orucu bozulur ve güne gün kaza etmesi gerekir.

3- İmam  Malik'e  göre,  nafile  oruçlarda suyun  boğaza kaçması orucu bozsa bile kazası gerekmez.

4- Oruçlu iken serinlemek maksadıyla başına su döken veya elbisesini ıslatan veya ıslak bezi vücuduna saran kimsenin orucu bozulmaz. Ancak İmam Ebu Hanife'ye göre, böyle yapmak mekruhtur. İmam Ebu Yusuf ile diğer imamlara göre mekruh değildir.

5- Oruçlu iken kişi kendi eşini öperse, şehveti harekete geçmiyorsa bunda bir sakınca yoktur; geçiyorsa kerahet vardır. Öperken inzal vaki olursa, oruç bozulur ve güne gün kazası gere­kir.

6- Oruçlu adamın tenini eşinin tenine dokundurmasmdaki hüküm de böyledir; yani şehveti harekete geçerse kerahet yardır; inzal vaki olursa oruç bozulur ve güne gün kazası gerekir.

 

Oruçlu İken Eşini Öpen Kimsenin Durumu

 

Bilindiği gibi, insanda cinsel konuya ilgi fıtrîdir. O bakımdan bu fıtrî duygu zaman zaman kendini hissettirir. Evlenmenin bir yönü nesli devam ettirmeye, bir yönü de şehveti meşru sınırlar içinde teskine yöneliktir.

Ancak ramazanda oruçlu kimse, bir bakıma melekleşmek istemekte ve iradesini ortaya koyup nefsani duygularını yenmeğe çalışmaktadır. O bakımdan şehveti tahrik eden ve cinsel temasa yol açan davranışlardan kaçınmakta birçok faydalar vardır. Bu­nunla beraber, az yukarıda da kısmen değindiğimiz gibi, kendine hakim olan oruçlunun eşini öpmesine ruhsat verilmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ümmü Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz oruçlu iken (eşlerini)öperdi.[111]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz oruçlu iken öperdi ve yine oruçlu iken tenini eşinin tenine dokundururdu. Ama O, uçkuruna sahip olmada hepinizden daha çok kendine malik idi."[112]

Ömer b. Ebi Seleme (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden sordu:

"Ya Rasulallah! Oruçlu kimse (eşini) öpebilir mi?" Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"Bunu Ümmü Seleme'den sor" diye buyurdu. O da ona Rasulüllah'ın (s.a.v.) öyle yaptığını haber verdi. Bunun üzerine adam Peygambere (s.a.v.) gelip şöyle dedi:

"Ya Ras­ulallah! Şüphesiz Cenab-ı Hak senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır." Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"Ama Allah'a yemin ederim ki, ben sizden daha çok Allah'tan kor­kan ve daha çok O'na saygı duyup sakınan biriyim..." buy­urdu.[113]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Bir adam, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den, oruçlu iken mübaşeret (tenini eşinin tenine dokundurmak) tan sordu. Rasulüllah (s.a.v.) ona ruhsat verdi. Bir başkası gel­ip aynı şeyi sordu, ona ruhsat vermeyip men'etti. Ruhsat verdiği adam yaşlı idi, men'ettiği adam ise genç idi."[114]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Tesbit Ve İctihadları

 

a) Hanefilere göre: İmam Ebu Hanife, oruçlunun tenini eşinin tenine dokundurmasını, sarmaş-dolaş olmalarını ve el sıkışmalarını mekruh saymıştır. Çünkü ona göre, bu gibi dav­ranışlar fesada, orucu bozmaya yol açar. Diğer imamlara göre, öpmek, teni tene dokundurmak fahiş biçimde olmadığı ve şehveti tahrik etmediği takdirde sakıncalı değildir.[115]

b) Şafiilere göre: Mezhebin görüşünü bundan önceki bölümde belirtmiş bulunuyoruz.

c) Hanbelilere göre: Öperken veya tenini eşinin tenine do­kundururken meni veya mezi gelirse, orucu bozulur ve kazası gerekir. Bu iki sıvı akmadığı takdirde oruç bozulmaz.

İmam Ebu Hanife, İmam Malik ve İmam Şafii'ye göre, mezîden dolayı oruç bozulmaz ve o bakımdan kazası da gerekmez.[116]

d) Malikilere göre: İmam Malik, ramazanda oruçlunun kendi eşini öpmesini ve tenini onun tenine dokundurmasını hoş karşılamamıştır. Çünkü ona göre, böyle bir durumda inzal vaki olursa, hem kaza, hem de keffaret gerekir.

Ancak Sahnûn'un da belirttiği gibi, mücerred öpmek ve teni tene dokundurmak, meni dışarı çıkmadığı takdirde orucu bozmaz ve kazası gerekmez. Mezi çıkarsa, istihbaben onun kaza edilmesi söz konusudur.[117]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

1048, 1049, 1050 nolu hadisler sahihtir ve ihticaca elve­rişlidir. O bakımdan müctehidlerin çoğu bu üç hadisle istidlal ve ihticac etmişlerdir.

1051 nolu Ebu Hüreyre hadisi hakkında Ebu Davud ve el-Münzirî susup bir şey dememiştir. Hafız İbn Hacer de bu hadisi konu edinirken görüşünü belirtmemiştir. İsnadında Ebu'l-Anbes b. Ubeyd bulunuyor ki onun hakkında bir tesbit ortaya koy­mamışlardır. Bazı muhaddisler bu isim üzerinde birtakım şüpheler izhar etmişlerse de Zehebî, Mizan'da bu isme yer vermemiştir. et-Takrîb'de bu zatın makbul olduğu belirtilmiştir.[118]

Aynı hadisi İbn Mace, İbn Abbas hadisi olarak tahric etmiş ve merfu' olduğunu açıklamamıştır. Beyhaki ise Hz. Aişe'den merfuan rivayet etmiştir. Buna benzer bir rivayeti İmam Ahmed, Abdullah b. Amr'den rivayet etmiştir.

Ebu Cafer et-Tahavî ise, oruçlu iken eşini öpen kimsenin orucunun bozulacağına ve kendisine kaza gerekeceğine dair dokuz rivayete yer verdikten sonra orucu bozmayacağına ve kaza da gerektirmeyeceğine dair kırka yakın rivayeti toplayıp sıralamıştır. Böylece oruçlunun, inzal vaki olmaksızın öpmesinde ve tenini eşinin tenine sürmesinde bir sakınca bulunmadığı; aşırı olduğu takdirde kerahetin söz konusu olacağı hükmü ağırlık kazanmış bulunuyor.[119]

Bu babda birçok zayıf rivayet bulunuyor ki, onları buraya nakletmeye gerek görmedim.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Oruçlu kimsenin eşini öpmesi, tenini onun tenine dokun­durması mekruhtur. Bu, İmam Ebu   Hanife'nin kavlidir. İmameyne göre, mekruh değildir.

2- Bu gibi davranışlar fahiş biçimde olursa kerahet vardır, çünkü cinsel temasa yol açar. 

3- Bu gibi davranışlar orucu bozmasa bile terki evladır. Bu imam Şafii'nin kavlidir.

4- Şehveti tahrik eden öpme ve mübaşeret tahrimen mek­ruhtur. Bu, Şafiilerin ictihadıdır.

5- Öperken veya mübaşerette bulunurken meni veya mezi akarsa, oruç bozulur ye sadece kazası gerekir. Bu, Hanbelilerin görüş ve ictihadıdır. Diğer mezheplere göre, mezinin akması orucu bozmaz.

6- Sözü edilen iki sıvı akmadığı takdirde oruç bozulmaz. Bu, bütün imamların ittifak ettiği bir hükümdür.

7- Ramazanda bu gibi davranışlarda bulunmak pek doğru değildir ve hoş karşılanmaz. Bu, İmam Malik'in kavlidir.

8- Ramazanda öperken veya teni tene dokundururken meni akarsa, hem kaza, hem de keffaret gerekir. Bu, İmam Malik'in kavlidir.

9- Mücerred öpmek ve mübaşerette bulunmak orucu bozmaz ve kaza etmeyi de gerektirmez. Bu, bütün imamların görüş ve icti­hadıdır. Malikilerden Sahnûn da aynı görüşü izhar etmiştir.

 

Ramazanda Oruçlu Kimsenin Cünüp Olarak Sabahlaması

 

Şüphesiz fecir doğuncaya kadar birtakım ruhsatlar vardır, onları işlemekte bir sakınca yoktur. Akşam iftarından sonra yeme, içme ve cinsel temasta bulunma konulan bu cümledendir. Bir de sahur yedikten sonra uyur ve fecir doğmadan önce veya sonra ihtilam olmuş bir halde uyanan kimse söz konusudur. Bu, ister fecird­en önce, ister sonra ihtilam olsun, uyku halinde vuku' bulduğu için oruca hiçbir zararı yoktur. Çünkü bütünüyle iradesi dışında cereyan etmiş bulunuyor.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, bir adam, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize sordu:

"(Sabah) namazı vakti girer de ben de cünüp bulunursam, o takdirde oruç tutayım mı?" Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buy­urdu:

"Ben de cünüp olduğum bir halde (sabah) namazı vakti giriyor ve ben oruç tutuyorum."

Adam bu defa şöyle dedi:

"Ya Rasulallah! Sen bizim gibi değilsin; Cenab-ı Hak senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir." Peygamber (s.a.v.) ona şöyle dedi:

"Allah'a and olsun ki, sizden daha çok Allah'tan saygı ile korkmakta olduğumu ve ne­lerden sakınmamı sizden daha iyi bildiğimi ummaktayım."[120]

Hz. Aişe'nin (r.a.), Ümmü Seleme (r.a.) dan yaptığı rivayete göre:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ihtilam değil de cinsel temasta bulunduğu için cünüp olarak sabahlardı ve sonra ramazan orucunu tutardı."[121]

Yine Ümmü Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) ihtilam olarak değil, cinsel temasta bulunduğu için cünüp olarak sabahladı ve o gün iftar etmedi (oruç tuttu) sonra da kaza etmedi."[122] Çünkü temas fecirden önce yapılmıştır.

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Ramazanda kişi cünüp olarak sabah­larsa, onun orucu tamdır. Ashab-ı Kiram'dan bu konuda daha çok söz sahibi olanların hepsi de bu hususta görüş birliği içinde olmuştur: Ali, İbn Mes'ud, Zeyd b. Sabit, Ebu Derda, Ebu Zer, İbn Abbas, İbn Ömer ve Muaz b. Cebel bu cümlede yer alanlardandır. Allah hepsinden razı olsun.

Zira Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyur­maktadır:

"(Ramazanda) oruç (tuttuğunuz günlerin) gecesi kadınlarınıza cinsel yaklaşmada bulunmanız size helal kılındı. Onlar sizin için bir elbise; siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah, kendinize olan güveni kötüye kullanacağınızı biliyordu. (Bu hu­susta) tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Artık (geceleri) onlara yaklaşın ve Allah'ın size yazıp takdir ettiğini dinleyin, fecirde bey­az iplik siyah iplikten size seçilinceye (gündüzün aydınlığı gecenin karanlığından sıyrılıp ayrılıncaya) kadar yeyin, için sonra da oru­cu geceye kadar tamamlayın."[123]

Böylece Cenab-ı Hak ramazan gecelerinde fecir doğuncaya kadar cima'ı (cinsel yaklaşmayı) helal kılmış bulunuyor. O bakımdan cinsel temas gecenin sonuna doğru yapılır ve adam da fecir doğduktan sonraya kadar cünüp kalırsa, onun bu cünüplüğü oruca zarar vermez.[124]

b) Şafiilere göre: Fecir doğuncaya kadar yeme, içme ve cinsel temasta bulunma helal kılınmıştır. O bakımdan ağzında ye­mek bulunduğu halde fecir doğarsa, onu hemen ağzından atıverir ve cinsel temas halinde ise, zekerini hemen çekiverirse orucuna bir halel gelmez ve devam eder. Ama bu vaziyette az bir süre bile dursa, orucu bozulur.[125]

Böylece sözü edilen konuda Hanefilerle Şafıiler arasında fa­rklı bir ictihad olmamıştır.

c) Hanbeliler de bu konuda yukarıdaki hadislerle istidlal ve ihticacda bulunup geceleyin cinsel   temasta bulunan ve yıkanmayıp cünüp olarak sabahlayan, yani fecir doğduğu halde bu vaziyette olan kimse oruca devam eder.

Nitekim diğer üç mezhebin de ictihadı bu doğrultudadır.

Ebu Hüreyre (r.a.) o kimsenin bu vaziyette orucu bozulmuş sayılır demişse de, bu, önceleri iftardan sonra uyuyup fecir doğmadan önce kalkanlara artık yeme, içme ve cinsel temasın ya­sak olduğu dönemle ilgilidir ve Bakara suresi'nin 187. ayeti inince bu hüküm kaldırılmış oldu. O bakımdan Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği hadis mensuhtur, yani hükmü kaldırılmıştır.[126]

d) Malikilere göre: İmam Malik'in de ictihadı diğer imamlarınkinden farksızdır. Cünüp olarak sabahlayan kimsenin orucu tamamdır, devam etmesi gerekir, demiştir.[127]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

1057, 1058, 1059 nolu hadisler sahihtir. O bakımdan ictihade salih görülmüş ve müctehidler bunlarla istidlal ve ihticac etmişlerdir.

Her üç hadisten çıkarılan sonuç şudur: Kim, ister ihtilamdan, isterse cinsel temastan dolayı cünüp olur da fecir doğuncaya kadar yıkanmazsa, bu onun orucuna bir zarar vermez. Cumhurun da görüşü budur. Nevevi de icma'ın bunun üzerinde karar kıldığına dikkat çekmiştir. İbn Dakîk el-Iyd de bunun icma' veya icma' gibi bir durum arzettiğini belirtmiştir.[128]

Ancak az yukarıda da kısmen değindiğimiz gibi, Buhari ve Müslim'in Ebu Hüreyre (r.a.) den yaptığı rivayette, Rasulüllah'ın şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir:

"Cünüp olarak sabahlayan kimse için artık oruç yok­tur."[129]

Aynı hadis şu lafızla da rivayet edilmiştir:  

"Kime cünüp olduğu halde fecir erişirse (yani kim cünüp olarak fecre ulaşırsa) artık o oruç tutmasın."

Aslında bu hadisin hükmü kaldırılmıştır. Ne var ki Tabiin'den bazı kimseler bununla amel etmeyi uygun görmüşlerdir.

Bu hadisi ayrıca İbn Münzir Tavus'dan naklen rivayet etmişse de Hafız İbn Hacer bunun sahih olmadığını belirtmiş ve neden olarak da şunu göstermiştir:

"Çünkü İbn Münzir bunu doğrudan Tavus'tan değil, Ebu'1-Mihezzim tarikiyle rivayet etmiştir ki, bu zat zayıftır. Zehebi bu ravinin asıl adının Yezid b. Süfyan olduğunu belirterek şu bilgiyi vermiştir: "İbn Main onun zayıf olduğunu, "Nesai'nin ise onun metruk olduğunu söylemiştir. Şu'be diyor ki: "Ebu'l-Muhezzim'i gördüm, o öyle bir kimsedir ki, bir dirhem verilse bir hadis uydurmaktan çekinmezdi."[130]

İbn Dakiyk bu konuyu açıklarken şu bilgiyi veriyor:

"Cenab-ı Hak, "Ramazanda oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza cinsel yaklaşmada bulunmanız size helal kılındı" buyurmaktadır. Bu, oruç gecelerinde cinsel temasın mutlaka mübah olduğunu gerektiren bir hüküm ifade etmektedir. Bu cümleden olarak fecrin doğmasına yakın vakitte -ki, o süreye gusletmeyi sığdırmak mümkün olmaz- ayetin iktizası gereği cin­sel temasta bulunmak da mübahtır ve zaruri olarak da cünüp olarak sabah vaktine girilmiş olunur. Zira bir şeyin sebebinin mübah sayılması, o şeyin de mübah olması demektir."[131]

Böylece belirtilen durumda olan kimsenin orucu bozulmuyor ve ileride kazayı gerektirmiyor.

Şevkani diyor ki:

"Bu görüş ve ictihadı, adamın Hz. Peygamber'e (s.a.v.): Cenab-ı Hak senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir" sözü kuvvetlendirmekte ve bu olayın, Hudeybiyye sene­sinde inen yukarıdaki ayetten sonra meydana geldiğine delalet etmektedir. Orucun farz kılınmasının başlangıç tarihi ise, hicri ikinci yıldır. Hudeybiyye Andlaşması ise, hicri altıncı yılda meyda­na gelmiştir."[132]

Netice olarak konu şöyle özetlenip açıklanabilir:

Hicri ikinci yılda oruç farz kılındığında, akşamdan sonra uyuyuncaya kadar cinsel temas mübah idi. Uyuduktan sonra fecir doğmadan uyanılsa bile artık buna ruhsat yoktu. Bu durum mü'minlere sıkıntı veriyor ve bir kısmı nefsine hakim olamıyordu. Sonra Cenab-ı Hak o hükmü Bakara Suresi 187. ayetle kaldırdı ve fecir doğuncaya kadar cinsel temasa ruhsat verdi. Böylece Ebu Hüreyre hadisi bu ilk olayla ilgili bulunuyor ve Hz. Aişe (r.a.) ile Hz. Ümmü Seleme (r.a.) hadisleri bu ayet indikten sonraki donemle ilgili bulunuyor. O bakımdan Ebu Hüreyre (r.a.) hadisi­nin neshedildiği kesinlik arzediyor. Allah daha iyisini bilir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ramazan ayında geceleyin ihtilam olup uyandığında fecrin doğmuş olduğunu gören kimsenin oruca devam etmesi gerekir. Çünkü bu hal oruca engel değildir.

2- Bunun  gibi  gündüzleyin uyuduğunda  ihtilam  olan oruçlunun da orucu bozulmuş olmaz; çünkü bu olay onun iradesi dışında cereyan etmiştir.

3- Ramazan gecesi cinsel temasta bulunup o vaziyette uyuy­an veya uyumayan ve fecir doğduktan sonra kalkan kimsenin de orucu bozulmuş olmaz. Çünkü cinsel teması fecirden önce mübah sayılan bir süre içinde yapmış bulunuyor.

4- Fecir doğmadan az önce bir şey yerken veya içerken ya ela cinsel temasta bulunurken fecir doğarsa, o takdirde ağzındakini yutmayıp dışarı atması ve cinsel teması kesip zekerini dışarı çekmesi gerekir. Aksi halde orucu bozulur.

 

Ramazanda Orucunu Cinsel Temasta Bulunmak Suretiyle Bozan Kimseye Ne Gibi Kefaret Gerekir?

 

Şüphesiz ramazanda niyet edilip tutulmakta olan orucu za­ruri bir sebep yokken bile bile bozmak haramdır ve günahtır. O bakımdan bu sınırı aşan kimseye hem kaza, hem de keffaret gere­kir ki, bu bir bakıma bir cezadır.

Ancak oruçlunun orucunu bir şey yemek veya içmek sure­tiyle bozması ile cinsel temasta bulunmak suretiyle bozması aynı şey midir? Bu hususta müctehid imamların görüş, tesbit ve ictihadları farklıdır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Bir adam Rasulüllah (s.a.v.) Efendimize gelerek dedi ki:

"Ya Rasulallah! Helak oldum." Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"Seni helak eden şey nedir?" diye sorunca, o şu cevabı ver­di:

"Ramazanda eşimle cinsel temasta bulundum."

Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ona sordu:

"Bir köle azad etme imkanın var mı?" O da:

"Hayır" dedi. Efendimiz ona:

"Peki iki ay üstüste oruç tutabilir misin?" diye sordu. O da:

"Hayır, tutamam" dedi. Rasulüllah (s.a.v.) bu defa ona:

"Altmış miskini yedirecek imkanın var mı?" diye sordu. O da:

"Hayır yoktur" diye cevap verdi. Sonra o adam oturdu. Derken Peygamber (s.a.v.) Efendimize bir zembil hurma getirildi. Peygamber (s.a.v.) o adama:

"Bunu al da tasadduk et (orucun keffareti olarak dağıt)" buyurdu. Adam:

"Ya Ras­ulallah! Benden fakiri var mıdır? Şu iki kara taş (tepe) arasında bizim aileden daha muhtaç bir aile bulunuyor mu?" Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ön dişleri görünecek şekilde güldü ve şöyle buyurdu:

"Bu zem­bili al da çoluk-çocuğuna yedir."[133]

İbn Mace ise bu hadisin son kısmını şu lafızla rivayet etmiştir:

"Bir köle azad et" Adam:

"Köle bulamıyorum" dedi. Peygamber (s.a.v.):

"Öyleyse üstüste iki ay oruç tut" buyur­du. Adam:

"Buna gücüm yetmez" dedi. Peygamber:

"Altmış miskini doyur" buyurdu."

Şüphesiz bu anlatımda kuvvetli bir tertip söz konusudur.

Yine İbn Mace ile Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde, hadi­sin son bölümü şu lafızla rivayet edilmiştir:

"Onun yerine bir gün oruç tut"

Darekutni ise şöyle rivayet etmiştir:

"Ya Rasulallah! hem helak oldum, hem de helak ettim." Peygamber (s.a.v.) ona:

"Seni helak eden nedir?" diye so­runca, o:

"Eşimle cinsel temasta bulundum" diye cevap ver­di."

Bu anlatımın zahirinden, adamın eşiyle, kadın rıza göstermediği halde zorlayarak temasta bulunduğu anlaşılıyor.

 

Hadis Ve Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin Tesbit Ve İctihadları

 

a) Hanefilere göre: Ramazanda oruçlu bulunan kimse eşiyle cinsel temasta bulunur, yani iki sünnet yeri birleşirse hem kaza, hem de keffaret gerekir. Adam bunu zorlanmadan, hataen işlemeden ve unutmadan bilerek yaptığı takdirde orucu bozulur ve belirtilen keffareti yerine getirmesi vacip olur. Eşinin adamı zorla­mak suretiyle cinsel temasta bulunmasını sağlarsa, yine de adama hem kaza, hem de keffaret gerekir. Çünkü cinsel temas ancak penisin sertleşmesi ve zevk duyulmasıyla gerçekleşir. Bu da adamın arzusuyla temasta bulunduğuna delil sayılır.

Ama kadın istemediği halde adam zorla onunla temasta bu­lunursa, adama kaza ve keffaret, kadına da sadece kaza gerekir.

Adam kendi arzusuyla bile bile razamanda eşiyle cinsel te­masta bulunduktan sonra hastalanır da bu hastalığı oruca mani teşkil edecek derecede olursa, adamın üzerinden keffaret vecibesi kalkar.

Adam aynı günde birkaç defa temasta bulunursa, hepsi için bir keffaret yeterli olur. Ancak birinci temastan sonra keffaret öder ve sonra yine temasta bulunursa, o takdirde bu ikinci temas için de keffaret ödemesi gerekir.

İki ramazanda birer defa cinsel temasta bulunur ve birinci ramazandaki temasından dolayı keffaret vermemiş olursa, kendi­sine iki keffaret gerekir. İmam Muhammed'e ve meşayihin çoğuna göre, bir keffaret yeterli olur. Sahih olan da bu görüş ye ictihaddır.[134]

Hanefilere göre, ramazanda eşiyle cinsel temasta bulunan kimseye keffaret gerekmesi için fecir doğmadan önce oruca niyet etmesi şarttır. Aksi halde yalnız kaza gerekir. Aynı zamanda cin­sel temastan sonra iftarı mübah kılacak hastalık ve yolculuk gibi bir sebebin ortaya çıkmaması şarttır. Aksi halde yalnız kaza gere­kir.[135]

b) Şafiilere göre: Ramazanda bozulan oruçtan dolayı kaza ve keffareti gerektiren tek sebep cima', yani cinsel temastır. Bu­nun da on dört şartı vardır. O şartların gerçekleşmesi söz konusu­dur. Şöyle ki:

1- Geceden niyet getirmiş olması,

Yani fecir doğmadan önce o günkü oruca niyet etmesi şarttır. Aksi halde yalnız kaza etmesi gerekir.

2- Cinsel teması bilerek kendi arzusuyla yapması,

Unutarak yaparsa, orucu bozulmaz ve o bakımdan kaza ve keffaret de gerekmez.

3- Kendi irade ve ihtiyarıyla o fiili işlemesi,

Tehdit edilip zorlanarak temasta bulunursa, orucu bozul­maz.

4- Oruçlu halde cinsel temasta bulunmanın haram olduğunu bilmesi,

Eğer İslama yeni girmiş bulunuyor veya din alimlerinden çok uzak yerde yaşıyorsa, o takdirde konuyu bilmediğinden dolayı kendisine ne kaza, ne de keffaret gerekir. Çünkü bu durumda oru­cu bozulmamış kabul edilir.

5- Cinsel temasın ramazan ayında meydana gelmesi,

Şayet nafile veya adak ya da kaza orucu tutarken cinsel te­masta bulunursa, orucu bozulur, sadece kazası gerekir; keffaret gerekmez.

6- Orucun bozulmasında tek ve müstakil sebep olarak cinsel temasın bulunması,

O bakımdan önce orucunu birşey yemek suretiyle bozar, son­ra da cinsel temasta bulunursa keffaret gerekmez.

7- Cinsel temastan dolayı günahkar olacak yaşta olması,

O bakımdan ramazanda henüz ergen olmamış temyiz çağındaki bir çocuğun oruçlu iken cinsel temasta bulunmasından dolayı keffaret gerekmez. Aynı zamanda adam yolculuk halinde olur ve oruca niyet getirerek sabahlar, sonra da iftar vakti girmeden cinsel temasta bulunursa, kendisine keffaret gerekmez.

8- Orucunun sıhhatına tam inanmış bulunması,

Bu nedenle unutarak orucunu yedikten sonra bu fiilinin oru­cu bozduğunu zanneder ve o sebeple cinsel temasta bulunursa, yine keffaret gerekmez.

9- Cinsel temastan sonra cinnet getirmemesi,

Şayet cinnet getirirse, artık kendisine keffaret gerekmez.

10- Kendi nefsiyle bu fiile teşebbüs etmesi,

O bakımdan uyuduğu bir sırada eşi gelip onunla cinsel te­masta bulunursa, keza keffaret gerekmez.

11- Hata yoluyla cinsel temasta bulunmaması,

Gecenin henüz devam ettiğini, fecrin doğmadığını sanıp cin­sel temasta bulunduktan sonra gecenin bittiğini, fecrin doğduğunu farkederse, o takdirde keffaret gerekmez.

12- Cinsel temasın, penisin baş kısmının, baş kısmı kesikse o miktarın ferce girmiş olması,

Belirtilen miktar ferce girmezse veya sadece baş kısmın ucu hafif temas kurarsa, orucu bozulmaz ve dolayısıyla kaza ve keffa­ret gerekmez.

13- Cinsel temasın ferc veya dübürden gerçekleşmesi,

Mücerred penisin kadının bacaklarına veya karın nahiyesine dokunmakla inzal vaki olursa sadece kaza gerekir.

14- Cinsel temasta fail olması, mef’ul olmaması,

O bakımdan eşiyle cinsel temasa teşebbüs eden adama keffa­ret gerekir, eşine gerekmez.[136]

c) Hanbelilere göre: Kaza ve keffareti iki şey gerektirir: Bi­rincisi, ramazanda gündüzleyin, cinsel temasta bulunmak; ikincisi oruçlu olmak veya vücuben imsak etmiş durumda olmak...

Böylece cinsel teması ister diri, ister ölü, ister akıllı, ister mecnune, isterse behime ile yapmış olsun fark etmez. Aynı za­manda ister bu fiili kasden, ister unutarak, ister bilmeyerek, ister bilerek yapsın yine fark etmez. Kendi ihtiyarıyla veya zorlanarak, ya da hataen yapmış olsun yine de keffaret gerekir.

Bu mezhebin delili ise, ramazanda cinsel temasta bulunanla­ra Rasulüllah'ın (s.a.v.) temasta bulundukları vakit ne halde bu­lunduklarını sormaksızın hem kaza, hem de keffaret gerektiğini buyurmasıdır.

Cinsel temasta bulunurken fecir doğarsa, penisi çekse bile hem kaza, hem de keffaret gerekir. Kadın da isteyerek, hükmünü bilerek, oruçlu olduğunu unutmayarak cinsel temasa rıza göstermişse, ona da hem kaza hem de keffaret gerekir.

Ramazanda gündüzleyin oruçlu olduğu halde cinsel temasta bulunur ve aynı gün iftarı mübah kılacak bir hastalığa yakalanırsa, bu hal ondan keffareti düşürmez. Bunun gibi adam cinsel temasta bulunduktan sonra sefere çıkar veya hapse girer, kadın temastan sonra ayhali olursa yine de keffaret düşmez.[137]

d) Malikilere göre: Orucu bozan şeylerden dolayı hem kaza, hem de keffaret gerekir. Şöyle ki:

1- Guslü gerektiren cinsel temas

2- Kasden bilerek bir şey yemek veya içmek

3- Tabii menfezlerden bir şeyin içeri girmesi

4- Mücerred şehvetle karısına bakıp veya eliyle dokunup inzal vaki olması

5- İstimnada bulunması bu cümledendir; yani bunlardan birisini yaptığı takdirde hem kaza, hem de keffaret gerekir.[138]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

1070 nolu Ebu Hureyre hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. O bakımdan mezhep imamlarının hepsi bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.

Aynı konu değişik lafızla Darekutni’nin yaptığı rivayette Mualla b. Mensur’un, İbn Uyeyne’den yaptığı rivayette teferrüd ettiği söz konusudur. Beyhaki ise, Hakim’in Mualla b. Mensur’un kitabına baktığı ve: "Helak oldum ve helak ettim" sözüne rastlamadığını söylemiştir.[139]

O bakımdan müctehidlerin bir kısmı Darekutni’nin bu rivayetiyle ihticac etmemiştir. Başta İmam Ahmed olmak üzere fakihlerden bir kısmı, cinsel temasta sadece erkeğe keffaret gerekir demişlerdir. Oysa Darekutni’nin rivayetindeki "helektü ve ehlektü" yani "hem helak oldum, hem de helak ettim" sözü, keffaretin aynı zamanda kadına da gerektiğine işarettir. Ne var ki, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz o adama keffaretten söz ederken sadece onu muhatab ve yükümlü görmüş, eşine de keffaret gerekir deme­miştir. Müctehidlerin bir kısmı bu inceliği dikkate alarak kadına keffaret gerekmediğini istidlal etmişlerdir.

Sonra adamın "helak oldum" demesi, bu fiili bilerek kasden yaptığını göstermektedir. Çünkü helak, isyandan yana bir me­cazdır. O bakımdan unutarak cinsel temasta bulunana keffaretin gerekmeyeceğini, Hanbeliler dışındaki fakihler belirtmişlerdir. Cumhur da aynı görüştedir. Malikilerden bazısı da bu konuda Hanbeliler gibi ictihadda bulunmuştur.

Ebu Hüreyre rivayetinde "Eşimle cinsel temasta bulundum" ifadesi kullanılırken, bazı rivayetlerde bunun yerine "Ramazanda bir adam orucunu bozdu" lafzı kullanılmıştır. Hanefiler bu ikinci şıkkı dikkate alarak, ramazan orucu kasden ne ile bozulursa bo­zulsun hem kazayı, hem de keffareti gerektirir demişlerdir. Diğer müctehidlerden önemli bir kısmı, sadece cinsel temastan dolayı keffaret gerekeceğini söylemişlerdir ki, İmam Şafii, İmam Ahmed b. Hanbel başta gelenlerdendir.

Hadiste köle azad etme konusunda Rasulüllah'ın "rakabe" kelimesi kullanmasını mutlak anlama alan İmam Ebu Hanife, azad edilecek kölenin kafire de olabileceğini belirtmiştir. Diğer müctehidler ona cevapla şöyle demişlerdir: "Burada mutlak mukayyed üzerine hamledilir, katil keffaretinde olduğu gibi, mutlak anlamda ele alınıp hükme bağlanmaz. Cumhur da aynı görüştedir.[140]

"Altmış miskin" sözü üzerinde duran ilim adamlarından İbn Dakiyk el-Iyd diyor ki, burada it’âm kelimesi altmışa izafe etmiştir. O bakımdan keffaretin altmış fakire dağıtılması söz ko­nusudur. Bir kimse mesela altı miskine her gün altı keffaret ver­mek suretiyle on günde tamamlasa, altmış fakir ve miskine ver­miş olmaz. Cumhur da aynı görüştedir.[141]

Sonra hadisin zahiri keffaretin sıralanan tertibe göre gerçekleştirilmesine delalet etmektedir. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) biri bulunmadığı takdirde ikincisiyle emretmiştir. Bu da tertibin lüzumunu göstermek içindir. Hem (fa) harfiyle bildirilmesi de ayrı bir delalet olarak kendini gösteriyor. Cumhur da bu görüştedir.

Ancak konuyla ilgili rivayetlerin tamamı dikkate alınınca, hem tahyire, hem de tertibe delalet bulunduğu görülür. Ne var ki, tertibe delalet eden rivayetler daha çoktur ve o bakımdan ağırlık kazanmıştır.

Hadiste, Rasulüllah'ın (s.a.v.) o adama: "Bu zenbili al da çoluk-çocuğuna yedir" buyurması, mali sıkıntı içinde olandan oruç keffaretinin kalkacağına işaret vardır. Zira bu emirle, ileride vak­tin müsait, imkanın el verdiği takdirde sana gereken keffareti ödersin işareti mevcut değildir. Bununla beraber İmam Şafii'nin iki kavlinden birinde, "ileride mali imkana erişince bu keffareti ödemesi vacip olur" hükmü yer almaktadır. Cumhurun görüşü ise, aksini iddia edenlerin hilafınadır, yani geçim sıkıntısı içinde ol­mak, oruç keffaretini iskat etmez; mali imkana kavuşuncaya ka­dar bekler.

Bazılarına göre ise, "Rasulüllah'ın o zenbil hurmayı ona ve­rirken "ehline yedir" emrinden maksadın, sana nafakası vacip ol­mayanlara yedir" demektir. Şüphesiz bu yorumda zorlama vardır. Zira adam benim ailemden fakir var mıdır derken kendi çoluk-çocuğunu kasdetmiş ve Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz de ona, götür de onlara yedir buyurmuştur.

İbn Mace ve Ebu Davud'un rivayetinde: "Onun yerine bir gün oruç tut" emri üzerinde hayli durulmuş ve farklı yorumlar yapılmıştır. Diğer rivayetlerde keffaret söz konusu olduğuna göre, bu, keffaret dışında bir de güne gün kaza etmesinin gereğini vur­gulamaktadır.

Hadiste naklettiğimiz bu fazlalık, aynı zamanda Tabiin'den Said b. Müseyyeb'in Mursel'inde zikredilmiş ve Nafi’ b. Cübeyr, el-Hasan ve Muhammed b. Kab de bunu nakletmiştir.

Böylece İslam her konuda olduğu gibi, bu konuda da zorluk getirmemiş ve imkanlar nisbetinde ceza-i müeyyide koymuştur. Keffaret ödeyecek imkana sahip olmayan bir adamı mutlaka ona zorlamak elbetteki dinin yüksek hikmetine uymaz. Bununla bera­ber müctehidlerin farklı ictihadı da bir kolaylık getirmiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ramazanda oruçlu kimse kasden, bilerek cinsel temasta bulunursa, hem günah işlemiş olur, hem de kendisine kaza ve kef­faret gerekir.

2- Kadın istemediği halde kocası onunla cinsel temasta bulu­nursa, keffaret sadece kocasına gerekir.

3- Adam cinsel temasta bulunduktan sonra, oruca engel teşkil edecek bir hastalığa yakalanır veya sefere çıkarsa keffaret sakıt olur.

4- Aynı günde birkaç defa cinsel temasta bulunursa, bir kef­faret hepsine kafi gelir. Ancak birinci temastan sonra keffaret ödedikten sonra ikinci defa temasta bulunursa, ikinci bir keffaret ödemesi vacip olur.

5- Fecir doğmadan önce oruca niyet etmez ve öylece gündüze dahil olur ve cinsel temasta bulunursa, sadece kaza gerekir.

Buraya kadar sıraladığımız beş maddelik hüküm Hanefîlere aittir.

6-Oruçlu olduğunu unutarak cinsel temasta bulunur veya yanılarak bu fiili işlerse, orucu bozulmaz ve o bakımdan kaza ve keffaret gerekmez.

Bu üç mezhebe göredir. Hanbelilere göre, orucu bozulur ve aynı zamanda hem kaza hem de keffaret gerekir.

7- Ramazanda oruçlu olduğu halde gündüzleyin kasden bi­lerek bir şey yemek veya içmek de orucu bozar ve hem kaza, hem de keffareti gerekir.

Bu Hanefilerle Malikilere göredir.

8- Bunun gibi ramazanda gündüzleyin kasden orucunu he­rhangi bir şey, bir olay ile bozan kimseye de hem kaza, hem keffa­ret gerekir. Bu da sözü edilen iki mezhebin ictihadıdır.

9- Cinsel temasta bulunurken veya bir şey yerken, içerken fecir doğarsa, Hanbeliler dışında diğer mezheplere göre, derhal içinde bulunduğu fiilden vazgeçmesi gerekir. Aksi halde hem kaza, hem de keffareti mucip olur.

10- Keffaret gerekmesi için failin ergen, akıl olması ve fiili­nin kasde nıukarin bulunması şarttır.

Ayrıca Şafiilere göre keffaretin gerekmesi için 14 şartın gerçekleşmesi söz konusudur ki, bunu onlarla ilgili paragrafta açıklamış bulunuyoruz.

11- Şafiilerle Hanbelilere göre, keffareti gerekli kılan tek fiil, bilerek cinsel temasta bulunmaktır.

12- Hanefilerle Malikilere göre, orucu bozan herhangi bir şey de keffareti gerektirir; yeter ki kasde mukarin olup kişinin irade­siyle gerçekleşmiş bulunsun.

 

Hiç İftar Etmeden Birkaç Günün Orucunu Birbirine Bağlamak (Savm-i Visal)

 

İslam, ibadeti geniş rahmet olarak getirmiş ve sıkıntıya, zor­luğa, nefret ve bıkkınlığa sebep olmayacak ölçüde tutmuştur. Aynı zamanda insanın ruh ve beden sağlığını korumayı insana afiyet sunmayı prensip edinmiştir.

Günde beş vakit namaz fazla vakit olmamakla beraber in­sanı huzura ve dengeye kavuşturmakta ve günlük hayatımızı düzene sokmaktadır.

Yılda bir ay oruç, hayatı bir bakıma tersine çevirmeyi amaçlamakta ve ileride karşımıza çıkacak olan çok sıkıntılı günlere hazırlanmamızı, irade gücümüzü ortaya koymamızı alıştırmakta ve perhizi gerektiren bir hastalığın zuhurunda, ona dikkat etmemiz için önceden bir tecrübe geçirmemize imkan sağlamaktadır.

Aynı zamanda fecir doğduktan güneş batıncaya kadar kendi­mizi alışılagelmiş yiyecek, içecek ve benzeri şeylerden alıkoymamız, fazla bir sıkıntı ve meşakkat getirmemekte, üstelik bünyemizdeki fazla yağların erimesine yardımcı olmakta, sindirim sistemimizi dinlendirmekte ve sonra da sosyal hayatımıza renk ve mana katmaktadır.

O bakımdan dinimiz her ibadeti sınırlı tutmuş ve belli kural­lara bağlamıştır. Biz kendiliğimizden yeni kurallar koyamayız ve birtakım ilavelerde bulunamayız.

Bunun için Rasulüllah (s.a.v.) savm-i visali yasaklamış, günah saymıştır.

Bundan maksat iki günü veya birkaç günü iftar etmeksizin birbirine bağlamak suretiyle oruçlu geçirmektir. Şüphesiz böyle bir oruç, şâriin belirlediği hikmetine ters düşmekte ve Onun ölçü ve kurallarını aşmaktadır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz savm-i visali (iftar etmeksizin bir günün orucunu bir sonraki güne bağlayıp bitiştirmeyi) men'etmiştir." Bunun üzerine Rasulüllah'a (s.a.v.):

"Ya Rasulallah! siz öyle yapıyorsunuz ya" denilince, efendimiz on­lara şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ben sizden biriniz gibi değilim. Doğrusu gündüzleyin Rabbim beni hem yediriyor, hem de içiriyor."[142]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Visaldan sakının (bir günün orucunu iftar etmeksizin diğer güne bağlamaktan kaçının)"

Bunun üzerine kendisine denildi ki:

"Ya Rasulallah! Sen visalde bulunuyorsun." Efendimiz onlara şöyle ce­vap verdi:

"Şüphesiz ben sizden biriniz gibi değilim. Gece­lediğim zaman Rabbim bana yediriyor ve içiriyor. Artık siz güç getirebileceğiniz ameli (işlemekte) külfet edinin."[143]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şu haberi vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, (mü'minleri) visal (iftar etmeksizin bir günün orucunu ikinci... güne bağlamak) dan -onlara olan merhametinden dolayı- men'etti. Bunun üzerine Ona:

"Şüphesiz sen de visalde bulunuyorsun?" de­diler. Efendimiz onlara şu cevabı verdi:

"Doğrusu ben sizin durumunuz ve oluşunuzda değilim. Şüphesiz ki Rabbim bana yediriyor ve içiriyor."[144]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittiğini haber vermiştir:

"(Oruç konusunda) visal yapmayın. Sizden kim visal yap­mak istiyorsa, seher (sahur vaktine veya seher vaktine) ka­dar visal yapsın."

Bunun üzerine dediler ki:

"Ya Rasulallah! Sen visal yapıyorsun ya?" Cevap verdi:

"Doğrusu ben sizin durumunuz ve şeklinizde değilim. Gecelediğimde bir yedirici bana yediriyor, bir su veren de bana su verip içiriyor."[145]

 

Hadîslerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve Îhtîcacları

 

a) Hanefîlere göre: Visal orucu yasaklanmıştır. İmam Ebu Yusuf bunu, bir günün orucunu iftar etmeksizin ikinci güne bağlamak şeklinde yorumlamıştır. Bazısı ise, bunu gecelerinde if­tar etmek kaydıyla bütün seneyi oruçlu geçirmek şeklinde tefsir etmiştir.[146]

b) Şafîilere göre: Bütün bir yılı oruçlu geçirmek mekruh­tur. Savm-i visal hakkında biri haram diğeri mekruh olmak üzere imam Şafii'den iki ayrı kavi rivayet edilmiştir.

c) Hanbelilere göre: Savm-i visal mekruhtur. Bu mezhep salikleri, savm-i visali, iki veya daha fazla gün arasında iftar et­meyip oruç tutmak şeklinde yorumlamışlardır.

Hanbeliler de Hanefiler gibi, bu konuda yukarıda naklet­tiğimiz sahih hadislerle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.[147]

d) Malikilere göre: Savm-i visal haramdır. Bundan mak­sat, iftar etmeksizin gündüz ve geceyi oruçlu geçirmektir.[148]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

İlgili hadislerin dördü de sahihtir.

Bu babda ayrıca Buhari ve Müslim'in Enes (r.a.) den yaptıkları rivayet de konuyu daha da kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki: "Şüphesiz Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz visali yasakladı ve "Bunu ancak Nasara (hristiyanlar) yapıyor" buyurdu."

Aynı hadisi Taberani, Said b. Mensur ve Abd b. Humayd de tahric etmişlerdir ki, isnadının sahih olduğu söylenir. Yine Taberani'nin el-Evsat’ta Ebu Zer (r.a.) den ve Ebu Davud'un ashabdan bir adamdan bu konuda rivayet ettikleri bir hadis bulunuyor ki, lafzı şöyledir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz (oruçlu için) hacamet (kan aldırmak) ve muvaseleyî men'etti, fakat haram kılmadı."

1081 nolu Hz. Aişe (r.a.) hadisinde "Onlara olan merhame­tinden dolayı" cümlesi yer almaktadır ki, bu da savm-i visalin har­am değil mekruh olduğuna delalet etmektedir. Zira eğer haram ol­saydı, artık bu hususta ümmetine merhametten dolayı bu yasağı koyduğu söylenemezdi.

Nitekim Buhari'nin tesbitine göre, Rasulüllah (s.a.v.) muvaseleyi men'ettikten sonra ashabından bir kısmı bu tarz oruca pek hevesli bulunuyordu. Derken Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz sırf on­ları bütünüyle bundan vazgeçirmek için onlarla birlikte savm-i vi­sal yaptı bunu bir gün, sonra bir gün daha devam ettirdi. Arkasından hilali gördüler. Bunun üzerine Rasulüllah onlara:

"Eğer hilal görülmeseydi ben bu orucu biraz daha size artırır (sürdürürdüm)." buyurdu.

Cumhurun da dediği gibi, Rasulüllah (s.a.v.) bu suretle onla­ra, savm-i visalin hiç de kolay olmadığını, bünyeyi fazlasıyla sarsıp zayıf düşürdüğünü göstermiş oldu. Oysa bünyesi kuvvetli, sağlam yapılı mü'minin zayıf mü'minden hayırlı olduğu bilinmek­tedir.

Böylece visalin haram değil de mekruh olduğu ağırlık ka­zanmıştır. Nitekim Bezzar ve Taberani'nin Setnure'den yaptıkları rivayet de bunu pekiştirmektedir. Şöyle ki: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz visali men'etti, ama o azimet (anlamında) değildir."

Abdullah b. Zübeyr'in savm-i visalin cevazına kail olduğu tesbit edilmiştir. Ebu Şeybe'nin sahih isnadıyla yapılan rivayette, Abdullah'ın onbeş gün muvasele yaptığı belirtilmektedir.[149]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Savm-i vîsal men’edilmiştir, mekruhtur.

2- Güneş batınca iftar etmek kuvvetli sünnettir.

3- Vücudu zayıf düşürmekte mutlaka kerahet vardır.

4- İbadet sıkıntı doğurmak, dünyadan el, eteği çekmek için meşru kılınmamıştır.

 

İftar Ve Sahur Adabı

 

İslam dini, ibadeti kişilerin arzu ve ihtiyarına bırakmamış, onu birtakım kurallara bağlayarak düzende tutulmasını sağlamıştır. Özellikle farz ve vacip olan ibadetler belli çerçeve içine alınıp sınırları belirlenmiş ve başkasının onlarda bir fazlalık veya noksanlık yapmasına izin ve imkan verilmemiştir.

Sünnet olan ibadetler de birtakım kurallara bağlanıp uygu­lama yöntemleri tayin edilmiş ve Rasulüllah'ın (s.a.v.) belirlediği ölçü ve prensiplere bağlı kalanlar büyük ecirlerle müjdelenirken, bağlı kalmayanların muahaza edilecekleri haber verilmiştir. Ancak belirlendiği gibi tam uygulama imkanı olmadığı veya ona engel teşkil edecek bazı hususların ortaya çıkması halinde, kişinin muahaza edilmeyeceği de bir kural olarak ortaya konmuştur.

Oruç konusunda birçok önemli ve uyulması gerekli olan şeyler vardır. Şüphesiz iftar ve sahurun ayrı bir yeri ve anlamı her zaman söz konusudur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimizden duy­dum, buyurdu ki:

"Gece gelip, gündüz arkasını dönüp git­tiğinde ve güneş de ufukta batıp kaybolduğunda, artık oruçlu gerçekten iftar etmiş olur."[150]

Ebu Hüreyre (r.a.)dan yapılan rivayete göre, Rasulütlah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Aziz ve Celil olan Allah buyuruyor: "Benim kullarımın yanımda en çok sevileni, iftarı acele edenidir."[151]

Sehl b. Sa'd (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar iftarı acele ettik­leri sürece hep hayır içinde olacaklardır."[152]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, (akşam) namazını kılmadan önce birkaç yaş hurma ile iftar ederdi... Yaş hur­ma bulamayınca kuru hurmalarla iftar ederdi. Kuru hurma da bulamayınca birkaç yudum su içerdi."[153]

Selman b. Amir ed-Dabbiy (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz iftar edeceği zaman, hurma ile iftar etsin; onu bulamadığı tak­dirde su ile iftar etsin; çünkü su temizleyicidir."[154]

Muaz b. Zühre'den yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v) Efendimiz iftar ettiğinde şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Senin için oruç tuttum ve senin rızkın üzere iftar ettim."[155]

Ebu Zer (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

"Ümmetim sahuru (vaktin sonuna doğru) geciktirdiği ve iftarı da acele ettiği sûrece hayır üzere olacaktır."[156]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur:

"Sahura kalkıp (birşeyler) yeyin. Çünkü gerçekten sahurda bereket vardır."[157]

Amr b. As (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Bizimle kitap ehlinin orucu arasındaki fasl (ayrım ve alamet), seher vakti (sahur) ye­mektir."[158]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İstidlal Ve Îhticacları

 

a) Hanefilere göre: Oruçluya üç şey müstehabdır:

1- Sahur,

2- Sahurun geciktirilmesi,  

3- İftarı acele etmek...[159]

Sahur, hem gece kalkıp Allah'ı anmamıza, hem de vücud di­rencini korumaya yönelik bir sünnettir. Lüzumundan fazla yeme­mek kaydıyle bu sünneti ihya etmekte sayısız faydalar vardır: Be­dene ve ömre bereket sağlar, ruha da gıda verilmesine vesile teşkil eder; bünyenin güçten düşmesini önler ve rahat bir oruç tut­mamıza yardımcı olur.

Sahuru, şek vaktine girmeyecek kadar geciktirmek de müstehabdır. Şek vakti, fecrin kesinlikle doğup doğmadığı hakkında tereddüt edilen zaman parçasıdır. O bakımdan bulutlu ve sisli günlerde bu hususa çok daha iyi dikkat etmek gerekir.

İftarı ise, akşam namazından önce yerine getirmek müstehabdır. Ancak yemek faslının uzun sürmesi endişesi söz ko­nusu ise, o takdirde namazdan önce varsa birkaç hurma veya ben­zeri tatlı bir şeyle, yoksa üç yudum su ile iftar etmek ve öylece akşam namazını kılıp sonra yemek sofrasına oturmak müstehabdır.

Akşam yemeğinde bu yöntemi uygulamak, mideye de rahat çalışma imkanı verir ve namazdan sonra yenilen yemeğin daha iyi hazmedilmesine yardımcı olur. Ancak mideyi doldururcasına ye­mek sünnete aykırıdır ve aynı zamanda sağlığa zararlıdır. Onun için Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, mideyi üç bölüm olarak düşünmemizi, bir bölümünü yemeğe, bir bölümünü su ve benzeri meşrubata ayırmak, bir bölümünü ibadet, zikir ve taati rahatlıkla yerine getirmeğe ayırmamızı tavsiye buyurmuştur.

İftar ederken şöyle duada bulunmak da sünnettir:

"Allah'ım! Senin için oruç tuttum, Sana iman ettim, ancak sana güvenip dayandım ve Senin rızkınla iftar ettim (orucumu açtım). Ramazan'ın yarınki orucuna niyet ettim. İşlediğim ve işleyeceğim günah, kusur ve hatalarımı bağışla."

Diğer üç mezhebin de bu konudaki tesbit ve görüşü Hanefile­rin görüşüne benzer anlamdadır. Onları şöyle özetleyebiliriz:

Oruçluya birtakım şeyleri işlemek müstehabdır:

a) İftarı acele etmek. Bu  da  güneşin batma olayı gerçekleştikten hemen sonradır. İftarı namazdan önce yapmak da istihbab kapsamına girer.

b) İftarı hurma ile, yoksa tatlı bir madde ile, o yoksa su ile tek sayıya dikkat ederek yapmak,

c) İftardan hemen sonra me'sür dualarla Allah'a yönelip di­lekte bulunmak,

d) İftardan sonra daha çok şu duayı yapmak: "Allah'ım! Se­nin (rızan) için oruç tuttum; Senin rızkınla iftar ettim; Sana güvenip dayandım; ve ancak Sana iman ettim. Susuz­luk giderildi, damarlar ıslandı, ecir (sevap ve mükafat) sübut buldu. Ey fazl-ü keremi çok geniş olan! Beni bağışla.

Hamd o Allah'a ki bana yardım etti oruç tuttum; rızık verdi iftar ettim."

e) Az bir şey yemek ve içmek suretiyle de olsa sahura kalk­mak.

Çünkü sahur berekettir. Gece yarısı olunca vakti girer ve fe­cre yakın zamana kadar vakti devam eder. Fecre çok yakın bir za­mana geciktirmemek daha uygun olur. Zira o vakit fecrin doğup doğmadığı şüpheli olabilir.

f) Dili faydasız, lüzumsuz sözlerden alıkoymak,

g) Sadaka ve ihsanı çoğaltmak,

h) Daha çok ilimle meşgul olmak, Kur'an okumak, zikir, tes­bih ve salavat ederek boş zamanları değerlendirmek bu cümledendir.[160]

 

Tahliller Ve Rivayetler

 

1087 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir ve güneş batınca artık oruçlunun iftar ettiği söz konusudur. Böylece bu hadisin de, savm-i visal'in mekruh olduğuna delil teşkil ettiği söylenir. Zira güneş battıktan sonra oruçlu bir şey yesin, yemesin artık orucu nihayete ermiş ve bir bakıma iftar etmiş sayılır. Çünkü gece vakti oruca zarf değildir.

1089 nolu Sehl hadisi de sahih ve ihticaca salihtir. Nitekim müctehidlerin hepsi bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuştur.

1088 nolu Ebu Hüreyre hadisini İmam Tirmizi hasen ve gar­ip olarak belirlemiştir.

Bu babda Tirmizi'nin Hz. Aişe (r.a.) dan rivayet edip sahihlediği bir diğer hadis bulunuyor. Şöyle ki: Hz. Aişe'den, Peygambe­rin ashabından birinin iftarı acele ettiğini, aynı zamanda akşam namazını da acele edip kıldığını; diğerinin hem iftarı, hem de na­mazı geciktirdiğini soruyorlar. O da şu cevabı veriyor:

"O iki adamdan kimin iftarı ve namazı acele ettiğini bana bildirin."

On­lar da:

"Abdullah b. Mes'ud'un olduğunu söylüyorlar. Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a.):

"İşte Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz de böyle yapardı" diyor. Diğer sahabi ise, Ebu Musa'dır.

Bir başka hadisi de Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace şu lafızla rivayet etmişlerdir:

"İnsanlar iftarı acele ettikleri sürece, din hep ortada üstünlüğünü sürdürecektir. Çünkü yahudilerle hristiyanlar geciktirirler."

Burada dinin hep üstünlüğünü sürdürmesinden maksat, bid'at ve hurafeden, kişilerin mantık yoluyla ilaveler yapmasından uzak kalıp terütaze olarak ortada durmasıdır.

Bu konuda İbn Abdilber diyor ki:

"İftarın acele edilmesi ve sahurun geciktirilmesiyle ilgili hadisler hem sahih, hem de mütevatirdir."[161]

Nitekim Ömer b. Meymun el-Evdî'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Muhammed (s.a.v.) ın ashabı iftar husu­sunda insanların en acele edeni, sahur hususunda en geciktireni idi."

1090 nolu Enes hadisini Tirmizi hasenlemiştir. İbn, Adiy, "bunun isnadında Cafer'in Sabit'ten yaptığı rivayette teferrüd ettiği bilinmektedir" demiştir. Ancak bu hadis Abdurrezzak ile meşhur olmuş, şöhret derecesine ulaşmıştır. Bu rivayette Abdurrezzak’a, Ammar b. Harun ile Said b. Süleyman en-Neşti tabi' olmuşlardır. Hafız İbn Hacer, Ebu Ya'lâ'nın İbrahim b. Cahcah'dan, onun da Abdülvahid b. Sabit'den, onun da Enes'den ri­vayet ettiği şu hadis üzerinde durmuş ve Buhari'nin görüşünü aktarmıştır:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz üç hurma veya ateş dokunmadık bir şey ile iftar etmeyi çok severdi." Buhari, bunun isnadında Abdülvahid'in bulunduğunu ve bu zatın münkerü'l-hadis olduğunu söylemiştir.

Taberani'nin el-Evsat'ta Yahya b. Eyyub tarıkıyla Enes'den yaptığı rivayette, adı geçenin şöyle haber verdiğini belirtmiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz oruçlu olduğu zaman, kendi­sine yaş hurma ve su getirilip onları yeyip içmedikçe (akşam) namazını kılmazdı. Yaş hurma olmayınca, kuru hurma ile su kendisine getirilinceye kadar beklerdi."

Bu hadisin ricali arasında Miskin b. Abdirrahman, Yahya b. Eyyub'dan rivayetinde teferrüd etmiştir.

Bu babda yine Tirmizi'nin rivayet edip Hakim'in sahihlediği Enes hadisi vardır ki, bu hadis merfuan şöyle nakledilmiştir:

"Kim hurma bulabilirse, onunla iftar etsin; kim de hurma bulamazsa, su ile iftar etsin. Çünkü su temizleyicidir."

1091  nolu Selman b. Amir hadisini aynı zamanda İbn Hibban ve Hakim tahric edip sahihi emişlerdir. Ebu Hatim er-Razi de bunu sahihlemiştir.

Bu manada bir diğer hadisi İbn Adiy, İmran b. Husayn'dan rivayet etmiştir ki, isnadı zayıftır. O bakımdan Selman hadisiyle ihticac edilmişse de İbn Adiy hadisiyle istidlal edilmemiştir.

1092 nolu Muaz hadisi murseldir. Çünkü Muaz b. Zühre, Rasulüllah'a (s.a.v.) ulaşmamıştır. Aynı hadisi Taberani el-Kebir'de ve Darekutni, İbn Abbas'dan rivayet etmişlerse de sened­inin zayıf olduğu tesbit edilmiştir.

Bu manada bir hadisi Ebu Davud, Nesai, Darekutni, Hakim ve başka muhaddisler İbn Ömer'den şöyle rivayet etmişlerdir: Yukarıdaki cümlelerden sonra şu fazlalık yer almaktadır:

"Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, ecir ve mükafaat sübut buldu, inşaallah."

Darekutni bunun isnadının hasen olduğunu belirt­miştir.

Bu babda Taberani'nin Enes'den (r.a.) yaptığı rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz iftar edince şöyle derdi:

"Bismillah... Allah'ım! Senin (rızan) için oruç tuttum, Senin rızkınla iftar ettim."

Ne var ki, bu hadisin isnadı zayıftır. Çünkü ricali arasında Davud b. Zibirkan bulunuyor ki bu zat metruktür. İbn Main, onun rivayetinin kayde değer olmadığını, Ebu Zür'a ise onun metruk olduğunu, Ebu Davud, onun zayıflar arasında yer aldığını; Cevzecanî ise onun yalancı olduğunu belirtmiştir.[162]

Bu babda İbn Mace'nin Abdullah b. Amr (r.a.) dan yaptığı rivayette, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir:

"Oruçlunun reddolunmayan duası vardır."

Nitekim İbn Ömer (r.a.) iftar ederken şu duayı da yapardı:

"Allah'ım! Her şeyi kapsayıp kuşatan geniş rahmetin hakkı için benim günahlarımı bağışla."

Enes ile Selman hadisleri iftarın hurma ile yapılmasının meşruiyetine delalet etmektedir. Enes hadisi ise, yaş hurmanın daha iyi olduğunu gösteriyor.

1093 nolu Ebu Zer hadisinin isnadında Süleyman b. Ebi Os­man bulunuyor ki, Ebu Hatim bu zatın meçhul olduğunu belirt­miştir. Zehebi de onun meçhul olduğuna dikkat çekmiştir.[163] Ancak bu babda Nesai'nin Ebu Leyla el-Ensari'den; Ebu Avane'nin de kendi sahihinde Enes hadisinin bir benzerini rivayet ettiklerini görüyoruz. Aynı zamanda Hafız Bezzar ve Nesai'nin buna benzer bir diğer hadisi İbn Mes'ud (r.a.) den rivayet etmişlerdir. Yine Nesai'nin bu konuda Ebu Hüreyre (r.a.) den yaptığı bir diğer rivayet bulunuyor.

Diğer yandan İbn Mace'nin ve Hakim'in bu konuda şu lafızla yaptıkları bir rivayet vardır:

"Sahur yemeğiyle gündüz orucu­na karşı yardım ve destek arzulayın. Gündüzün ortasında biraz uyumakla gece kalkıp ibadet etmekten yana yardım ve destek talep edin."[164]

Bunun hayli şahitleri bulunuyor. Ezcümle İbn Hibban'ın şu lafızla yaptığı rivayetini gösterebiliriz:

"Mü'mine sahur yemeği olarak hurma ne güzeldir."

"Şüphesiz Allah ve melekleri sahura kalkanları rah­met ve gufranla anarlar."

Yine İbn Hibban'ın yaptığı rivayette, bunları kuvvetlendirir anlamda şu lafızla bir hadis bulunuyor:

"Sahura kalkın da is­terse bir yudum su olsun için."

Rasulüllah'ın (s.a.v.) sahuru geciktirme hususundaki fiilini Zeyd b. Sabit (r.a.) şöyle bildirmiştir: "Rasulüllah'ın (s.a.v.) sa­hur yemesiyle namaza girmesi arasındaki zaman, adamın elli ayet okuyacak kadar (geçecek zaman) di."

Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir ki, isnadı sa­hihtir. Ancak belirtilen süre bir had değildir. Bundan çok veya az da olabilir. Sonra Rasulüllah'ın (s.a.v.) bu süreyi bir ihtiyat dönemi olarak belirlediği de söylenemez. Zira diğer hadisler ve müctehidlerin ictihad, istidlal ve ihticacları böyle bir ihtiyat vakti­ni tesbit ve tayin etmemiştir.

Bu babda Buhari'nin Enes'den yaptığı rivayette şöyle buyurulmuştur:

"Sahur berekettir; artık onu terketmeyin."

Böylece bütün rivayetler, sahurun meşruiyetine delalet etmektedir. Ancak sahur vacip değil, sünnettir.

 

Çıkarlan Hükümler

 

1- Güneş batınca iftar vakti girmiş olur ve bir bakıma oruçlu iftar etmiş sayılır.

2- Güneş batıp vakit girince hemen iftar etmek sünnettir.

3- Akşam namazını kılmadan önce birkaç taze veya kuru hurma ile iftar etmek müstehabdır. Hurma bulunmadığı takdirde bir veya üç yudum su ile iftar etmek müstehabdır.

4- İftar etmeyi akşam namazından önce yapmak, yani so­fraya oturup doyuncaya kadar yeyip öyle kalkıp namaz kılmak caizse de, müstehab değildir.

5- Sahura kalkmak sünnet veya müstehabdır.

6- Sahur berekettir.

7- Sahuru geciktirmek sünnettir. Ancak şek vaktine kadar geciktirmek uygun değildir. Şek vakti, özellikle bulutlu, sisli hava­larda fecr-i sadıkın doğup doğmadığı kestirilemediği zaman parçasıdır.

8- Sabah namazı için bir ihtiyat süresi belirlemeye lüzum yoktur. Rasulüllah'ın (s.a.v.) sahur ile sabah namazı arasında elli ayet okuyacak bir süre bulunması, ihtiyatî değil, sahurun ne ka­dar geciktirilmesiyle ilgili bir ölçüdür.

9- İftardan sonra me'sur duayı okumak müstehabdır.

10- Sofrada fazla oturup akşam namazını geciktirmek, sünnete aykırıdır.

 

Orucu Bozmayı Mübah Kılan Sebepler Ve Bozulan Orucun Kazası

 

Oruç ibadeti, müslüman, akıl, baliğ olup ayhali ve loğusa olmayan, aynı zamanda oruç tutamayacak kadar hasta olmayan ve yolculuk halinde bulunmayan her mükellefe farzdır. Böylece bu farz ibadeti yerine getiremediğimiz takdirde, onu ramazandar sonra kaza etmemiz de farzdır.

O halde oruç akli dengesini kaybedene, ergen olmayana, tu­tamayacak kadar hasta olana ve bir de yolculuk halinde bulunana -bu arazları devam ettiği sürece- farz değildir. Aynı zamanda ay­hali veya loğusa olan ergen kadınlara da -bu halleri devam ettiği süre içinde- farz değildir; yani belirtilen sebeplerden dolayı bu farz bir süre geciktirilmekte ve ileride arazlar kalkınca kaza edil­mesi gerekmektedir. Ancak ergen olmayan kimse, oruçla mükellef tutulmadığı için, bu dönemde tutmadığı oruçları, ergen olduktan sonra artık kaza etmez.

Cinnet, yani akli dengenin bozulması ve bir de arız olan has­talık birtakım hükümleri de beraberinde taşımaktadır. O bakımdan müctehidlerin bu konuda geniş araştırma ve tesbitleri olmuştur. Yeri gelince yeteri kadar açıklanacaktır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, ashabdan Hamza b. Amr el-Eslemi'nin Peygamber (s.a.v.) Efendimize şöyle dediğini haber vermiştir:

"Seferde oruç tutayım mı?"

Çünkü Hamza çok oruç tutan bir kimse idi. Efendimiz ona şöyle cevap verdi:

"İstersen oruç tut, istersen iftar et."[165]

Ebu Derda (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte çok sıcak bir mevsimde ramazan ayında (sefere) çıktık. Öyleki sıcağın tesir ve şiddetinden biz elimizi başımızın üzerine koyma ihtiyacını duyuyorduk. Aramızda yalnız Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ile Abdullah b. Revaha (r.a.) oruçlu bulunuyor­du."[166]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz seferde bulunuyordu. Derken bir adamın başına birçok kimselerin toplanmış bulunduğunu gördü ve sordu:

"Bu ne kalabalık?" Oradakiler Ona:

"Bir oruçlu" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Seferde oruç tutmak iyilik ve faziletten sayılmaz."[167]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Bizler Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber sefere çıkardık; oruçlu olan iftar edeni, iftar eden de oruçlu olanı ayıplamaz (kınamaz) dı."[168]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz beraberinde onbin kişi bulunduğu halde, Medine'ye gelişinin (hicretinin) sekizinci yılının sonunda, dokuzuncu yılının ortalarında Medine'den çıkıp beraberinde olan müslümanlarla Mekke'ye doğru ha­reket etti. Hem kendisi, hem de müslümanlar oruç tutuyor­lardı. Derken el-Kedîd mahalline geldiler ki, bu Usfan ile Kudeyd arasında bir suyun bulunduğu yerdi. Orada akşam olmadan hem kendisi, hem de beraberinde bulunan müslümanlar iftar ettiler..."[169]

Müslim aynı hadisi İbn Abbas'dan (r.a.), "onbin" sayısını ve bir de tarih zikretmeksizin rivayet etmiştir.

Hamza b. Amr el-Eslemî (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen Resulüllah (s.a.v.) Efendimize şöyle demiştir:

"Ya Resulellah! Seferde oruç tutmaya kendimde kuv­vet hissediyorum. O bakımdan oruç tuttuğum takdirde bana bir günah ve vebal var mıdır?

Efendimiz ona şu cevabı verdi:

"Seferde iftar etmek Allah'ın bir ruhsatıdır. Artık kim o ruhsatı alıp tutarsa iyi ve güzel (bir fiil yapmış) olur. Kim de oruç tutmayı arzularsa, ona da günah yoktur."[170]

Ebu Said ve Cabir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, bu iki sahabi şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle bir­likte sefere çıktık. O seferde oruç tutan tutuyor, tutmayan da tutmuyordu; kimse kimseyi ayıplamıyordu."[171]

Ebu Saîd (r.a.) den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte Mekke'ye doğru sefere çıktık ki oruçlu bulunuyorduk. Bir konakla­ma yerine gelip konakladık. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

"Sizler gerçekten düşmanınıza yaklaşmış bulunuyorsunuz! İftar etmek sizin için daha çok güç ve kuvvet sağlar."

Resulüllah'ın (s.a.v.) bu beyanı bir ruhsat idi; o bakımdan bizden kimi oruç tuttu, kimi de iftar etti. Sonra başka bir konaklama yerine gelip konakladık. Re­sulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Sizler sabahleyin düşmanınızla karşılaşacaksınız! Artık iftar etmeniz sizin için daha çok kuvvet sağlar, o bakımdan iftar ediniz."

Şüphesiz Resulüllah'ın (s.a.v.) bu beyanı bir azimet idi, o bakımdan iftar ettik.

Sonra da bu seferden sonraki seferlerde Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber oruç tutmaya başladık."[172]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: İftarı, yani oruç tutmamayı mübah kılan birtakım özürler vardır. Kasr-i salât yapılacak mesafeye yapılan yolculuk bu özürlerden biridir. Kasr-i salat mesafesinden maksat, deve yürüyüşüyle üç konaklık bir uzaklıktır ki, günümüzdeki mesafe birimine göre, 90 kilometre eder.

Bu, yolculuk yapan kimse için bir ruhsattır. O bakımdan gücü yettiği takdirde oruç tutması efdaldır. Ancak yanındaki ar­kadaşları oruç tutmuyorlarsa, o takdirde onlara uyması daha iyi olur. Bu da, bazı ilim adamlarına göre, yiyecekleri müşterek olduğu takdirde böyledir. Herkesin yiyeceği ayrı ise, o takdirde oruç tutmak isteyen kimse, tutmayan arkadaşlarına uymayabilir. İmam Şafii'ye göre, öyle de olsa, böyle de olsa iftar etmesi daha iy­idir. Çünkü Rasulüllah'a (s.a.v.) Efendimiz: "Seferde oruç tutmak iyilik ve faziletten değildir." buyurmuştur.

Hanefîler ise, Kur'an'daki "Oruç tutarsanız sizin için hayırlı olur" ayetiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

Seferde oruç tutmak zarar vermiyorsa, yani meşakkat ve sıkıntı getirmiyorsa, vücudu güçten düşürmüyorsa böyledir. Aksi halde tutmamak daha uygun ve daha faziletli sayılır.

Seferde tutmadığı oruçları, kaza edecek kadar yaşama im­kanı bulamayan, yani henüz ramazan çıkmadan ölen misafirin, seferi halde tutmadığı oruçlar için fidye verilmesini vasiyet etme­sine  gerek yoktur.  Çünkü oruç tutacak zaman bulamadan ölmüştür.

Seferde tutmadığı oruçları gününe gün ramazandan sonra kaza etmesi vaciptir. Şu şartla ki, ramazandan sonra yolculuk du­rumu sona erip eyleşik duruma geçmiş olsun.

Ölen kimsenin tutmadığı oruçları ve kılmadığı namazları onun velisi ve yakını onun yerine tutamaz ve kılamaz.

Ramazanda tutmayıp kazaya kalan oruçları ramazandan sonra kişi isterse üstüste tutup tamamlar, isterse aralıklı tutar.[173]

b) Şafiilere göre: Mübah bir yolculuğa çıkan kimseye orucu terketmek mübah olur. Aynı zamanda bu yolculuğun da uzun ol­ması, yani kasr-i salat yapılacak bir mesafede bulunması şarttır.

Sabahleyin fecirden önce oruca niyet eder de sonra yolculuğa çıkmaya karar verirse, artık bu durumda orucunu bozması caiz ol­maz. Ama yolculuk hali devam ederken, oruca niyet edip sabahlar ve sonra orucunu bozmak isterse, bir sakınca olmaz, yani bozabi­lir.

Yolcu kimse, yolculuk halinde tutmadığı oruçları güne gün kaza etmekle yükümlüdür. Bu da, ramazan çıktıktan sonrayla il­gili bir hükümdür. [174]

c) Hanbelilere göre: Yolcu için oruç tutmayıp iftar etmenin mübahlığı nass ve icma’ ile sabit olmuştur. Bununla beraber ilim adamlarının çoğuna göre, yolculuk halinde olan kimsenin oruç tut­ması, farzın yerine gelmesini sağlar ve kafi gelir.

Ebu Hüreyre'den (r.a.) yapılan bir rivayete göre, şöyle dediği nakledilmiştir:

"Yolculuk halinde olan kimsenin oruç tutması sahih olmaz."

İmam Ahmed de bu rivayete katılarak şöyle demiştir: "Hz. Ömer ile Ebu Hüreyre, yolculuk halinde oruç tutan kimseye, o günlerin orucunu iade etmesini, yani ramazandan sonra tutmasını emre­derlerdi."

İlim adamlarının çoğu bu rivayetle istidlal etmemiştir. Çünkü seferde oruç tutmayıp iftar etmeye cevaz verilmiştir ve Rasulüllah'ın (s.a.v.) zaman zaman seferde oruç tutmadığı sahih ri­vayetlerle sabit olmuştur.

İmam Ahmed'e göre: Seferde iftar etmek, oruç tutmakdan efdaldır. Bu, aynı zamanda İbn Ömer, İbn Abbas, Said b. Müseyyeb, Şa'bi ve Evzai'nin mezhebidir. Diğer üç mezhebe göre, oruç tut­mak efdaldır.

Seferde iftar etmenin, yani oruç tutmamanın mübahlığı an­cak, kasr-i salat yapılacak bir mesafeyle bağlantılı olduğu takdir­dedir. Bu da Hanefilerin görüşünü belirttiğimiz kısımda ifade ettiğimiz gibi, üç konak, yani 90 kilometredir.

Eyleşik halde iken oruca niyet eder ve sonra yolculuğa çıkarsa, yolculuk esnasında orucunu bozup iftar etmesi caizdir. Nitekim Amr b. Şurahbil, Şa'bi, İshak, Davud ve İbn Münzir'in de mezhebi budur.[175]

d) Malîkilere göre: Ramazanda sefere çıkan kimsenin, gücü yettiği takdirde oruç tutması daha iyi ve efdaldır. Ramazan­da seferi halde iken geceleyin oruca niyet getirir ve fecir doğduktan sonra kasden bilerek, zorlayıcı bir illet ve sebep ol­maksızın orucunu bozan kimseye hem kaza, hem de keffaret gerekir.

Ramazanda eyleşik halde iken oruca niyet getirir ve sonra sefere çıkar da orucunu bozarsa, kendisine sadece güne gün kaza gerekir.

Seferde oruca niyet etmediği halde gündüzleyin dönüp evine gelirse, o günün kalan kısmını imsak edip bir şey yememek, içmemek suretiyle geçirmesi hakkında İmam Malik'ten sorulunca, şöyle demiştir: "Günün kalan kısmında yiyip içmesinde kerahet yoktur."[176]

 

Tahliller Ve Rivayetler

 

1102 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir. Her ne kadar İbn Dakiyk el-Iyd, burada ramazan orucu tasrih edilmemiş, mutlak anlamda oruçtan sorulmuş diyorsa da [177] hadisin siyak ve sibakı, Hamza'nın sorduğu orucun ramazan orucu olduğunu açık biçimde gösteriyor. Zira Müslim'in rivayetinde, Rasulüllah'ın (s.a.v.) ona şu cevabı verdiği belirtilmiştir:

"Bu Allah'tan bir ruhsattır. Artık kim bu ruhsatı alıp amel ederse, güzel ve iyi (bir amelde bulun­muş) olur. Kim de oruç tutmak isterse, ona da bir günah ve vebal yoktur."

Bilindiği gibi, ruhsat ancak farz ve vacib amellerle ilgilidir.

Böylece hadis, seferde orucu bozup iftar etmenin caiz olduğuna ve bunun bir ruhsat anlamı taşıdığına delalet etmekte­dir.

1103 nolu Ebu Derda hadisi de sahihtir. Hadiste "ramazan ayında" sözü Müslim'in rivayetiyle ilgilidir. Buhari'nin yaptığı ri­vayette, ramazan ayından söz edilmemekte ve sadece "Peygamber (s.a.v.) Efendimizle beraber bazı seferlerine çıktık" sözüne yer ve­rilmektedir.

Müslim'in rivayetiyle maksad tamamlanıyor ve istidlal yapılmaya daha uygun görülerek müctehidlere bu konuda mal­zeme veriliyor.

İbn Hazm'ın, Ebu Derda hadisiyle ilgili, sözü edilen orucun tatavvu' olma ihtimali söz konusudur demesi de böylece çürütülmüş oluyor. Çünkü Müslim'in sahih rivayeti, sözü edilen orucun, ramazan orucu olduğunu kesin biçimde ortaya koymak­tadır.

Bazıları bu seferin, Mekke'nin fethiyle ilgili sefer olduğunu iddia etmişse de, çok yanlış bir yorum yapmış olmuşlar. Zira ha­diste Abdullah b. Revaha'nın da o seferde oruçlu olduğu belirtilmektedir ki, Abdullah b. Revaha'nın (r.a.) Mekke'nin fethinden önce Mute Savaşı'nda şehid edildiği tarihen sabittir.

Böylece bu hadis, seferde gücü yeten kimsenin oruç tut­masının mekruh olmadığına delalet etmektedir ki müctehidlerin çoğu bununla istidlal etmişlerdir.

1104 nolu Cabir hadisi de sahihtir.

Böylece seferde sıkıntı ve meşakkat arzettiği takdirde oruç tutmanın fazilet olmayacağı istidlal ediliyor. İmam Buhari'nin tesbit ve yorumu bu doğrultudadır.

Nitekim Müslim'in Cabir'den tahric ettiği sahih hadiste de­niliyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Mekke'nin fethi yılında ramazanda (seferi olduğu halde) oruçlu bulunuyordu. Tâki Kura'l-Ğamîm mevkiine geldi -ki, yanındaki insanlar da oruçlu bulunuy­ordu- bir tas su istedi ve insanlar görecek şekilde tası yukarıya kaldırdı ve içti. Böylece orucunu bozmuş oldu. Bunun üzerine ken­disine denildi ki:

"Buna rağmen insanlardan bir kısmı oruçlu bu­lunuyor, oruçlarını bozmadılar!" Peygamber (s.a.v.) : "Onlar asi olanlardır" buyurdu. Diğer bir rivayette ise şöyle tesbit edilmiştir:

"Ya Rasulallah! Oruç bazı kimselere sıkıntı ve meşakkat vermeğe başladı; onların hepsi Senin ne yapacağına bakıyor" denildi. Bu­nun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) ikindiden hemen sonra bir tas su istedi..."

Bu rivayet üzerinde hayli durulmuş ve usûl bakımından tah­lil edilerek birtakım neticeler çıkarılmaya çalışılmıştır. Ama ko­nuyla ilgili hadislerin tamamını biraraya getirip ortak noktaları tesbite çalıştığımızda, şu sonucu elde edebiliriz: Seferde oruç tut­mak caizdir. Gücü yerinde olan kimsenin tutması efdaldır. Rasulüllah'ın (s.a.v.) Cabir hadisinde "seferde oruç tutmak iyilik ve faziletten sayılmaz" sözüne gelince, Tahavi hadisteki "birr" sözünü kamil manada iyilik ve faziletle yorumlayarak onun en üst mer­tebe olduğuna dikkat çekmiştir.[178]

Aynı zamanda Ebu Cafer et-Tahavi bu konuyla ilgili olmak üzere ellinin üstünde rivayete yer vermiş ve ağırlığın, seferde oruç tutmayıp iftar etmenin mübah olduğu şıkkı üzerinde toplandığına yer yer işarette bulunmuştur.[179]

Nesai bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Seferde oruç tutmanız birr'den (iyilik ve faziletten) değildir. Allah'ın size verdiği ruhsata gerekli olun ve onu kabul edin!"

İbn Kattan diyor ki:

"Bu hadisin isnadı hasen ve muttasıldır. Aynı zamanda İmam Şafii de bu hadisi rivayet etmiştir. İbn Huzayme ise, birinci lafızla yapılan rivayeti tercih etmiştir.[180]

Seferde oruç tutmanın caiz olmadığını savunanların bu kon­udaki delillerinden biri de İbn Mace'nin Abdurrahman b. Avf’den merfuan yaptığı şu rivayettir:

"Seferde oruçlu olan kimse, hazarde (eyleşik halde) if­tar eden kimse gibidir."

Ancak yapılan araştırma ve incelemede, bu hadisin is­nadında İbn Lehî'a'nın bulunduğu görülmüştür ki, Şevkani bu zatın zayıf olduğuna dikkat çekmiştir.[181]

Yine bu grup, Ahmed, Nesai ve Tirmizi'nin tahric ettiği Enes b. Malik hadisiyle istidlal etmiştir ki, Tirmizi bu rivayeti hasenlemiştir. Enes (r.a.) diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buy­urdu:

"Şüphesiz ki Cenab-ı Hak yolculuk halinde olandan orucu ve namazın yarısını (üzerlerinden) indirip (kaldırdı)."

Ancak İbn Ebi Hatim bu hadisin muhtelefu fîh olduğunu be­lirtmiş ve o bakımdan istidlale salih olmadığına işarette bulun­muştur.

Sonra bir an için bu hadisi sahih kabul edelim. Yolcudan or­ucun kaldırılması, onu, yolculuk halinde tutmanın sahih olmaya­cağına delalet etmez ki...

Sonuç olarak şunu açıklayabiliriz:

İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ebu Hanife dahil olmak üzere cumhur, yolcunun gücü yettiği takdirde yolculuk halinde oruç tutması efdaldır demiştir. İmam Evzai, İmam Ahmed ve İshak ise, yolculuk halinde iftar etmenin efdal olduğunu belirterek bu husustaki ruhsat ile amel edilmesinin daha uygun olacağını söylemişlerdir.

Böylece seferde sıkıntı getirecek, meşakkat doğuracak ve bünyeyi güçsüz bırakacak durumlarda iftar etmek; bunun aksine durumlarda oruç tutmak efdaldır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v.) düşmana yaklaşıldığında ashabın iftar etmesini emir ve tavsiye buyurmuştur. Çünkü oruçlu bir vaziyette düşmanla çarpışmak, vuruşmak hayli sıkıntı getirebilir. Böyle olmadığı zaman ise, Cen­ab-ı Hak: "Eğer oruç tutarsanız sizin için hayırlı olur" buy­urmuştur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kasr-i salat yapılacak bir mesafeye yolculuk yapan kimse­nin oruç tutmayıp iftar etmesi caizdir. Çünkü bu hususta şâri' ruhsat vermiş bulunuyor.

2- Kasr-i salat yapılacak mesafe, deve yürüyüşüyle üç konaktır ki, bugünkü mesafe birimiyle 90 kilometrelik bir uzaklık söz konusudur.

3- Çıkılan yolculuğun mübah ve meşru maksada yönelik bu­lunması şarttır. Bu, İmam Şafii'nin ictihadıdır.

4- Seferde oruç tutmayıp iftar etmek bir azimet değil, ruh­sattır. O bakımdan gücü yeten kimsenin -şartlar elverdiği tak­dirde- oruç tutması efdaldır.

5- Seferde tutulan ramazan orucu, farz yerine geçer ve sonra kazası gerekmez.

6- Seferde yenilen oruçlar, güne gün kaza edilir, keffaret ge­rekmez.

7- Grup halinde yolculuk yapılıyor ve hepsinin yiyeceği bir arada bulunuyorsa, o takdirde arkadaşların çoğu oruç tutmuyorsa, azda kalanların onlara uyup oruç tutmaması efdaldır.

8- Seferde herkesin yiyeceği ayrı ise, o takdirde arkadaşları oruç tutmasa bile kişi tutabilir.

9- Seferde kazaya kalan oruçları, kaza edecek kadar zamana erişmeden ölen kimseden bu farzın kazası sakıt olur. Aynı zaman­da keffaret ve fidye verilmesi için vasiyet etmesine gerek yoktur. Ama oruç tutacak kadar zaman yaşadıysa, o takdirde fidye için vasiyet etmesi gerekir.

10- Fecirden önce oruca niyet eder ve fecirden sonra yola çıkmaya karar verirse, artık o orucunu bozması caiz olmaz.

11- Yolculuk halinde iken oruca niyet edip sabahlar ve sonra da orucunu bozarsa, bunda bir sakınca yoktur, keffaret de gerek­mez. Bu iki madde Şafiilerin ictihadıdır.

12- Eyleşik halde iken oruca niyet eder ve sonra yolculuğa çıkarsa, bu durumda orucunu bozmasında bir sakınca yoktur. Bu, Hanbelilerin ictihadıdır.

13- Ramazanda seferi halde iken geceleyin oruca niyet eder ve fecir doğduktan sonra ciddi bir sebep yokken orucunu bozarsa hem kaza, hem de keffaret gerekir. Bu, imam Malik'in ictihadıdır.

Ramazanda eyleşik halde iken oruca niyet getirir ve sonra sefere çıkarsa, bu durumda orucunu bozduğu takdirde kendisine sadece kazası gerekir. Bu da İmam Malik'in ictihadıdır.

14- Seferden dönen kimsenin günün kalan kısmını imsakla geçirmesi, ramazana saygı olsun diye  kendini yiyecek ve içeceklerden alıkoyması müstehabdır.

15- İmam Malik'e göre, imsak etmeyip yeme ve içmesine de­vam etmesinde bir sakınca yoktur.

16- Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre, gerek iftar edebilmek, gerekse kasr-i salat yapabilmek için çıkılan yolculuğun mübah bir amaca yönelik bulunması şart değildir. Ne niyetle çıkarsa çıksın, bu ruhsatlardan yararlanabilir.

17- Seferde oruç tutmak sıkıntı ve meşakkat doğurur, bünyeyi de iyice sarsacak olursa, iftar edilir ve bu vaziyette oruç tutmak efdal sayılmaz.

18- Sıkıntı ve meşakkat doğurmuyor, bünyeyi de halsiz yapmıyorsa, o takdirde yolculuk halinde oruç tutmak efdaldır.

19- Seferde kazaya kalan oruçları ramazandan sonra üstüste tutmak caiz olduğu gibi, dağınık olarak da tutmakta bir sakınca yoktur. Üstüste tutmak, keffaret orucuyla ilgilidir.

 

Niyet Edilip Başlanılan Orucu Bozmak

 

Ameller niyetle sıhhat kazanır ve ona göre karşılık görür. Niyet edilip başlanılan bir ibadeti zaruri bir sebep yokken bozmak meşru değildir. Böyle yapan kimse hem günahkar olur, hem de kendisine bazı amellerde keffaret gerekir.

O halde özellikle ramazan orucuna niyet edip, zorlayıcı bir sebep yokken onu bozmak asla doğru ve caiz değildir. Aksi halde bu hususta biri manevi, diğeri maddi müeyyide bulunuyor. Mane­vi müeyyide, günahkar olup muahaza edilmektir. Maddi müeyyide o orucu hem kaza, hem de keffaretle telafi etmektir.

 

Konuyla Îlgili Hadisler

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz fetih yılında Mekke'ye doğru hareket etti. Kur'al-Ğamîm mevkiine gelinceye kadar oruca devam etti ve çevresindeki insanlar da oruç tut­tular. Derken biri Ona:

"Ya Rasulallah! Doğrusu oruç şu in­sanlara sıkıntı ve meşakkat getirdi ve onlar sizin ne yaptığınıza (ve yapacağınıza) bakıyorlar" dedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz içinde su bulunan bir tas istedi ki, zaman olarak ikindiden hemen sonra idi. Ra­sulüllah (s.a.v.) o suyu içti, insanlar da Ona bakıp duruyor­lardı. Bu sebeple oradaki insanlardan bir kısmı iftar etti, bir kısmı ise oruçlarına devam ettiler. Rasulüllah'a (s.a.v.) bir kısmının oruca devam ettiği haber verilince şöyle buy­urdu:

"İşte onlar usat (asi kişiler) dir."[182]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, yağan yağmurla oluşan bir akarın kenarına geldi ki yaz mevsimi idi, yanındaki in­sanlar da süvari değil, yaya bulunuyorlardı. Kendisi ise bir katıra binmiş durumda idi. Arkadaşlarına seslenerek şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Şu sudan içiniz."

Ravi diyor ki, buna rağmen onlar içmekten kaçındılar. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) onlara:

"Ben sizin durumunuzda değilim, benim durumum daha kolay, çünkü binek üzerindeyim" buyurdu. Buna rağmen o insanlar yine su içip oruçlarını bozmaktan kaçındılar. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) uyluğunu çevirip bineğinden indi ve o sudan içti, arka­daşları da içtiler. Oysa Rasulüllah (s.a.v.) pek içmek iste­miyor, oruca devam etmeyi arzuluyordu."[183]

Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz fetih yılında ramazan ayında oruçlu olarak yola çıktı. Ta ki yolda bir su birikinti­sine geldi ki öğlenin evveli idi. İnsanlar ise iyice susamıştı; o yüzden boyunlarını uzatıp o suya iştiyak duyduklarını (ister-istemez) belli ediyorlardı. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz içinde su bulunan bir tas istedi ve o tası eline alıp insanların iyice görmesini sağladıktan sonra içti ve arkasından oradaki insanlar da oruçlarını bozup içtiler."[184]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

Bundan bir önceki konuda, bu meseleye yer verildi ve müctehidlerin görüş, tesbit ve istidlalleri açıklandı.

Böylece yolculukta oruç sıkıntı ve meşakkat doğuruyorsa, o takdirde niyet edilip tutulmaya başlansa bile orucu bozmak meşru'dur. Ancak bilindiği gibi, Malikilere göre bunun için hem kaza, hem de keffaret gerekir. Diğer üç mezhebe göre, sadece kaza gerekir.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

Cabir ve Ebu Said hadisleri sahihtir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüşlerdir. Böylece yolculukta oruç sıkıntı ver­diği takdirde iftar etmenin meşru olduğu hükmü ortaya çıkıyor. Aynı zamanda oruçtan dolayı sıkıntı duymayan kimsenin de bu hususta sıkıntı çeken arkadaşlarına uyması söz konusudur. Nite­kim Rasulüllah'ın (s.a.v.) arkadaşlarının durumunu hafifletmek ve onları rahatlatmak için, kendisi fazla sıkıntı duymadığı halde orucunu bozduğu buna misal teşkil etmektedir.

Buna rağmen orucunu bozmak istemeyenler kınanmıştır. Çünkü Rasulüllah'ın (s.a.v.) sözü ve davranışı onlar için yeterli ruhsattır. Buna uymadıkları için "usat" (asiler) olarak vasıflandırılmışlardır. Bu kelime burada daha çok, ruhsata uyma­makta direnme anlamında kullanılmıştır.

1121 nolu İbn Abbas hadisinin bir benzerini Buhari, Meğazi bölümünde Halid tarıkıyla tahric etmiştir ki, mealen şöyledir:

"Rasulüllah (s.a.v.) ramazanda (sefere) çıktı ki Onunla be­raber çıkanların bir kısmı oruçlu, bir kısmı iftarlı idi. Bineğinin üzerinde doğrulunca, içinde süt ve su bulunan bir kap istedi ve getirilince onu bineğinin üzerine koyduk­tan sonra oradaki insanlara durup baktı... (ve sonra onu içti...)"

Bu babda iki rivayet daha bulunuyor ki, biri diğerinin şahidi ve kuvvetlendiricisi oluyor. Böylece oruca geceden niyet getiren yolcunun gündüzleyin orucunu bozmasının caiz olduğu ortaya çıkıyor ve bundan dolayı keffaret gerekmediği anlaşılıyor. Nitekim cumhur da aynı görüştedir.

Ancak İbn Hacer'in de dediği gibi, bütün bunlar, yolculuk halinde iken geceden niyet getirip gündüzledikten sonra orucu bozmanın cevazına delalet eden rivayetlerdir. Bir de yolculuğa çıkmadan evinde oruca niyet ettikten sonra gündüzleyin sefere çıkan oruçlunun iftar etmesi caiz midir? Cumhur bunun caiz ol­madığını belirtmiştir. İmam Ahmed ve İshak ise bunun cevazına kail olmuşlardır. Müzeni de bu görüş ve ictihadı benimsemiştir. Nitekim Cabir hadisi bu hükmü ifade etmektedir. İbn Abbas hadi­si de buna şahit olan rivayetlerden biridir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Yolculuk halinde bulunan oruçlunun, geceden de niyet ge­tirmiş olsa, gündüzleyin orucunu bozması caizdir. Bundan dolayı keffaret gerekmez.

2- Evinde eyleşik iken oruca niyet eder ve sabah olunca sefere çıkarsa, Hanbelilere göre, orucunu bozması caizdir ve bu du­rumda keffaret de gerekmez.

3- Malikilere göre, bozması caiz değildir. Ancak bozacak olursa, sadece kazası gerekir. Ama seferi halde iken geceleyin oru­ca niyet eder ve gündüz olunca, zorlayıcı bir sebep olmaksızın oru­cunu bozan kimseye, bu mezhebe göre, hem kaza, hem de keffaret gerekir.

4- Hanefî ve Şafiilere göre, evinde iken oruca niyet eder ve sabah olunca sefere çıkarsa, artık o gün iftar etmesine ruhsat yok­tur. Zorlayıcı bir sebep olmadığı takdirde tamamlaması gerekir.

5- Yolculukta oruca niyet eden kimse, arkadaşları meşakkat duyar da oruçlarını bozarlarsa, onun da bozması evladır. Özellikle kafile başkanı olarak bulunuyorsa, önce onun iftar etmesi uygun olur.

 

Ramazanda Sefere Çıkmaya Niyet Ettiği Gün İftar Edebilir Mi?

 

Ramazan ayında evinde olup eyleşik sayılan kimse, sabah­leyin yolculuğa çıkmaya hazırlandığında, çıkmadan önce iftar edebilir mi? Bu sorunun cevabını ancak, ilgili hadisleri ve imam­ların ictihad ve istidlallerini nakledince vermiş olacağız.

 

İlgili Hadis Ve Rivayetler

 

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ramazanda (sefere) çıktı, Huneyn seferine... İnsanlar da muhtelif durumda idi: Kimi oruçlu, kimi de itar etmiş durumdaydı. Rasulüllah (s.a.v.) bineğine binip üzerinde doğrulunca içinde süt ve su bulunan bir kap istedi. Getirilince onu bineğinin üzerine koydu. Sonra insanlardan iftar edenler oruçlu olanlara bakıp: "İftar ediniz" diye seslendiler."[185]

Muhammed b. Kab anlatıyor:

"Ramazanda Enes b. Malik’e (r.a.) geldim ki, o yolcu­luğa çıkmaya hazırlanıyordu. Öyle ki, bineği hazırlanmış ve kendisi de sefer elbisesini giyinmişti. Bu sırada yemek istedi, getirilince ondan yedi. Bunun üzerine ben ona:

"Böyle yapman sünnet midir?" diye sorduğumda şu cevabı verdi:

"Evet, sünnettir." Sonra bineğine bindi..."[186]

Ubeyd b. Cebr'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ebu Busre el-Gıfarî ile birlikte Füstat'tan bir gemiye bindik ki, aylardan ramazan idi. Yiyeceği çıkartıp hazırladı ve sonra bana:

"Yaklaş" dedi. Ben de ona:

"Sen henüz evler arasında bulunuyorsun, (bulunduğun şehrin dışına çıkmamışsın)" dedim. Bunun üzerine bana şöyle dedi:

"Ebu Busrete! Rasulüllah'ın (s.a.v.) sünnetinden yüz mü çeviriyorsun?"[187]

 

Müctehid İmamların İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre: Sefere çıkacağı gün, ramazan ayında bulunuyor ve oruca niyet etmiş durumda ise, o gün artık günün evvelinde mukiym (eyleşik) olduğundan eyleşiklerin kapsamına girer ve o bakımdan içinde bulunduğu günü oruçlu geçirmesi gere­kir.

Yolculuk devam ediyorsa, ikinci ve üçüncü günleri artık böyle değildir; o günler de oruca niyet etse bile, gündüzleyin iftar etmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü seferi durumdadır ve o yüzden eyleşikler kapsamına girmemektedir. Meşayih de bu konuda şöyle demişlerdir:

"Her günün ilk cüz'ü (parçası), o günün oru­cunun vücubuna sebeptir. Sefere çıkan kimse, fecirden önce oruca niyet eder ve sabahlarsa, yani o günün ilk cüz'ünde eyleşik du­rumda bulunuyorsa o bakımdan eyleşikler hükmü altına girer ve aynı hitaba muhatab olur."[188]

b) Şafîilere göre: Oruca niyet etmiş bir halde sabaha dahil olursa, o gün içinde hastalandığı takdirde iftar edebilir; ama se­fere çıktığı takdirde iftar etmesi caiz değildir. Ama bunun aksine yolculuk halinde olan kimse ile hasta kimse oruca niyet ettikleri halde sabaha dahil olur, sonra da o gün içinde iftar etmek ister­lerse, bu caizdir. Ancak belirtilen durumda iken, henüz iftar et­meden, yani oruçlarını bozmadan yolcu evine gelir, hasta da şifaya kavuşursa artık iftar etmeleri, yani oruçlarını bozmaları haram olur. Sahih olan kavi de budur.[189]

Böylece iki mezhep bu meselede birleşmişlerdir.

c) Hanbelilere göre: Ramazanda eyleşik durumda iken oruca niyet eder, sonra gündüzleyin yolculuğa çıkmak isterse, bu hususta iki rivayet varsa da en sahih olanına göre, iftar edebilir. Nitekim bu Arar b. Şurahbil, Şa'bi, İshak, Davud ve İbn Münzir'in kavlidir de...

Diğer mezheplere göre iftar etmesi caiz değildir. Bu, aynı zamanda Mekhûl, Zühri, Yahya el-Ensari, İmam Malik, İmam Evzai, İmam Şafii ve rey tarafdarlarının kavlidir.[190]

d) Malikilere göre: İbn Kasım diyor ki:

"İmam Malik'e sor­dum, dedim ki: Şayet adam eyleşik olarak sabah vaktine girer ve ramazan ayında bulunur da oruca niyet etmiş olur ve aynı gün se­fere çıkarsa, iftar edebilir mi?" Cevap verdi:

"İftar edebilir ve ken­disine sadece o günü kaza etmesi gerekir. Ancak iftar etmesini pek hoş görmüyorum."

Yine İbn Kasım diyor ki:

"İmam Malik'e sordum, adam seferi halde iken oruca niyet etmiş bir halde sabah vaktine dahil olur, sonra aynı gün iftar eder, orucunu bozarsa kendisine ne gerekir? Cevap verdi:

"Hem kaza, hem de keffaret gerekir."

Bunun üzerine kendisine dedim ki bu iki kimse arasındaki fark nedir? İmam Malik şu cevabı verdi: "Eyleşik olan kimse oruç ehlidir, yolcu olarak çıkınca fıtr ehlinden oluyor, yani orucunu bozabilenlerden sayılıyor. İşte bu durumda ondan keffaret sakıt olmuş oluyor. Yolculuk halinde olup oruca niyet getiren ise, oruç tutmayı ihtiyar ettiğine ve bu husustaki ruhsatı terkettiğine göre, oruç ehlinden oluyor. O bakımdan iftar edecek olursa, oruç ehline gereken kaza ve keffaret ona da gerekiyor."[191]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayet

 

1122 nolu İbn Abbas hadisinin birtakım şahitleri vardır. O bakımdan istidlale uygun görülmüştür. Ancak bu konuda rivayet edilen hadisler farklı lafızlarla belirlenmiştir. Bu ve diğer rivayet­ler, kişi ramazanda oruca niyet edip sabaha dahil olur ve sonra aynı gün içinde sefere çıkmaya karar verirse, iftar etmesinin, yani orucunu bozmasının caiz olduğuna delalet etmektedir.

İmam Şafii, "Bu durumda olan kimsenin iftar etmesi caiz değildir; ancak Rasulüllah'ın (s.a.v.) Yevm-i Kedîd'de iftar ettiği sabit olduğu takdirde buna cevaz verilebilir" demiştir. 1106 nolu İbn Abbas'ın (r.a.) rivayet ettiği hadis ise, Rasulüllah'ın (s.a.v.) Yevm-i Kedîd'de iftar ettiğini isbat etmektedir. Ancak bu rivayet sözü edilen konu için hüccet olamaz. Zira Kedîd ile Medine arası sekiz konaktır. Demek oluyor ki, Rasulüllah (s.a.v.) eyleşik olduğu halde iftar etmemiştir. Bu da yolculuk halinde iken iftar edip se­ferde geceden niyet edilse bile oruç tutmanın gerekli olmadığını göstermiştir. Ama eyleşik bir halde oruca niyet ettikten sonra se­fere çıkmaya karar veren kimsenin orucunu bozmasının caiz olduğuna delalet eden Kadîd hadisi değil, 1122 nolu İbn Abbas hadisiyle 1119 nolu Cabir hadisidir. Fukaha da bu konuda bunlar­la istidlal etmiş bulunuyor.

Hafız İbn Hacer konumuzu oluşturan İbn Abbas hadisi üzerinde durarak diyor ki:

"Huneyn Gazası, Mekke'nin fethinden kırk gün sonra meydana gelmiştir. Mekke'nin fethi ise ramazanın bitmesine on gün kala gerçekleşmiştir. Böylece Huneyn Gazasının ramazanda cereyan ettiği söylenemez."[192]

Bu tesbite göre, İbn Abbas hadisiyle istidlalin doğru olmaya­cağı ortaya çıkıyor. 1123 nolu Muhammed b. Kab rivayetini ise Hafız İbn Hacer naklettikten sonra susup bir şey dememiştir. Oysa isnadında Abd b. Cafer bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Şevkanı bu bilgiyi verirken Zehebi bu zat üzerinde durmamıştır. O bakımdan   rivayetin   istidlal   ve   ihticaca   elverişli   olduğu söylenemez. Ancak bu manada birkaç rivayet daha vardır ki, kısmen buna kuvvet kazandırmaktadır.

1124 nolu Ubeyd hadisinin ricali sıkattır, yani hepsi de güvenilir kişilerdir. Ebu Davud ile el-Münziri bu hadis hakkında bir görüş beyan etmemişlerdir.

Bu babda Beyhaki'nin Ebu İshak'dan, onun da Meysere Amr b. Şurehbil'den yaptığı rivayete göre, Amr b. Şurehbil seferde oruçlu iken iftar ediyordu.

Böylece bu sahih rivayet de seferi halde olup geceden oruca niyet getiren kimse yola çıkacağı zaman orucunu bozabileceğine delalet etmektedir. Ancak bu durumda keffaret gerekir mi, gerek­mez mi? İmam Malik'in dışında kalan diğer müctehidler keffaretin gerekmeyeceğini belirtmişlerdir. İmam Malik ise, seferde iken ge­ceden oruca niyet getirip sabaha dahil olan kimse kendini eyleşik halde olan oruç ehli durumuna getirmiş sayılır ve o bakımdan zor­layıcı bir sebep olmadığı halde bu orucunu bozarsa kendisine hem kaza, hem de keffaret gerekir demiştir. Sahih hadisler bu görüşün hilafına sübut bulduğu için diğer müctehidlerin bu konudaki içti­hadı daha isabetlidir denilebilir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ramazanda oruca niyet edip sabah vaktine dahil olan ve sonra aynı gün sefere çıkmaya karar veren kimsenin o orucunu bozması caizdir. Bu, İmam Malik ile İmam Ahmed'in ictihadıdır.

2- O günkü orucunu bozması caiz değildir. Bu İmam Ebu Hanife ile İmam Şafii'nin ictihadıdır. Aynı zamanda İmam Ebu Hanife'ye göre, orucunu bozarsa, hem kaza, hem de keffaret gerekir. Çünkü eyleşik olarak o güne başlamış ve oruca aynı durumda iken niyet etmiştir.

Hanefîlerden bazı fakihler, böylesine sadece kaza gerekir demişlerdir. Bunların görüş ve ictihadında ümmet için kolaylık söz konusudur.

İmam Şafii'ye göre, bozması caiz olmamakla beraber, şayet bozarsa günahkar olur, güne gün kaza etmesi gerekir. Çünkü İmama göre, keffaret sadece cinsel temastan dolayı gerekir. Sefere çıkanın böyle bir hali yok da sadece yeme ve içme söz konusu ise, keffarete gerek yoktur.  

 

Yolculuk Halinde Olan Kimse Gittiği Beldede İkamete Niyet Etmediği Takdirde Namazı Seferi Duruma Göre Kılacağı Gibi, Oruç Da Tutmayabilir

 

Sefer, yani yolculuk halinde sıkıntı ve meşakkat vardır. Bu yalnız yolda değil, gidilen belde veya kasaba da da söz konusudur. Zira hiç kimse evinde olduğu kadar başka yerde rahat edemez. Gerçi bunun istisnaları olabilir, ama istisna genel kuralı değiştirmez.

Böylece şâri', yola çıkanlar için ibadet konusunda bir ko­laylık getirmiştir. Mesela, dört rekatli farzları iki rek'at kılmak, ramazan ise oruç tutmamak ve öğle ile ikindi, akşam ile yatsı na­mazları arasında cem'u takdim ve cem'u te'hîr yapmak bu cümledendir. Aynı zamanda mestlerin müddetini üç gün uzatmak da söz konusudur.

Ancak yolculuk halinde olup gittiği belde, kasaba veya köyde ne kadar süre kalırsa seferi hali devam eder? Bu hususta müctehid imamların farklı tesbit ve ictihadları olmuştur. Yeri ge­lince açıklanacaktır. Nitekim seferi namaz bahsinde buna kısmen yer vermiş bulunuyoruz.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bil­gi vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ramazanda (Mekke'nin) fetih gazasına oruçlu olarak çıkmış bulunuyordu. Taki el-Kedîd mevkiine geldi ki burası Kudeyd ile Usfan arasında bir yerdir. Artık ramazan bitinceye kadar hep iftar etti, oruç tutmadı.[193]

Az yukarıda da İbn Hacer'in tesbitini naklederek, Mekke'nin fethi, ramazanın yirmisinde gerçekleşmiştir. el-Kadîd'in ise Me­dine'ye uzaklığı sekiz konaktır. Böylece Resulüllah'ın (s.a.v.) Medine'den çıkıp buraya gelinceye kadar yolda yedi, sekiz gün oruç tuttuğu ve daha önce naklettiğimiz hadislerde belirtildiği gibi, düşmana yaklaşılınca iftar ettiği, yani oniki, onüç gün kadar oruç tutmadığı anlaşılıyor.

Bundan çıkaracağımız bir diğer sonuç şudur: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz fetihten sonra Mekke'de kaldığı günlerde oruç tutmamıştır. Çünkü orada ikamete niyet getirmemiş bulunuyor­du.

 

Rivayetin Işığı Altında Müctehidlerin Görüş Ve Tesbitleri

 

a) Hanefilere göre: Seferi olan kimse gittiği belde veya kas­abada 15 gün devamlı kalmaya niyet etmediği takdirde seferi ol­maktan çıkmaz, yani dört rek'atli namazları iki rek'at olarak kılar ve ramazan ise oruç tutmayıp iftar edebilir. Aynı zamanda mestle­rin mesh süresini üç gün uzatabilir.

Ancak bu mezhebe göre, gidilen yerde seferi olmaktan çıkabilmek için şu dört şartın gerçekleşmesi söz konusudur:

1- Bilfiil yol almayı terketmesi,

2- İkamet etmek istediği yer, eyleşmeye elverişli bulunması,

3- İkamete niyet ettiği yerin birden fazla olmaması,

4- Yolcunun kendi görüş ve reyinde müstakil olması..

O bakımdan yol kat'etmekten bilfiil ayrılmamışsa, ikamete niyet etse bile yine de seferi sayılır. İkamete elverişli olmayan çöl ve benzeri yerlerde seferi olmaktan çıkıp eyleşik duruma geçmeye niyet etse bile, seferi hali devam eder. Birden fazla yerde eyleşmeye niyet etse, yine de seferi olmaktan çıkmaz. Mesela, Mekke'ye giden kimse orada 15 gün ikamete niyet etse bile, hac mevsimi ise, ister istemez Mina'ya gitmek ve orada iki, üç gun kal­mak zorundadır. Bu durumda Mekke'de yine yolculuk hali devam eder. Birinin hizmetinde bulunuyor veya asker olarak görevini yapıyorsa, gittiği yerde ikamete niyet getiremez, getirse bile bir anlam taşımaz. Çünkü kendi reyinde müstakil değildir; efendisi­nin veya kumandanının direktifine ve talimatına bağlıdır.[194]

b) Şafiilere göre: Yolculuk halinde olan kimse gittiği yerde, giriş ve çıkış günleri hariç dört tam gün ikamete gittiği yerde, giriş ve çıkış günlerihariç dört tam gün ikamete (eyleşik olmaya) niyet getirdiği takdirde seferi olmaktan çıkar ve böylece dört rekatli farz namazları ikişer rek’at olarak kılar, Ramazan ise oruç tutmaya başlar. Bunun gibi gittiği yerde iş ve ihtiyacının dört günde bitmeyeceğini bilir, fakat dört günden fazla ne kadar kalacağını kestiremezse, yine de seferi olmaktan çıkar, eyleşik duruma geçer. Ama dört gün kalıp kalamıyacağını kesin şekilde kestiremiyorsa, bu durumda bugün, yarın ayrılırım düşüncesiyle kalıyorsa, o takdirde on sekiz gün seferi sayılır ve ibadetini ona göre yerine getirir.[195]

c) Hanbelilere göre: Yolculuk halinde olan kimse vardığı yerde mutlaka ikamete niyet getirir, bir süre belirlemez olursa veya o yerde yirmi vakitten fazla namaz kılacağına niyet ederse, o takdirde seferi olmaktan çıkar. Bunun gibi giriş ve çıkış günleri dahil işinin ancak dört günde biteceğini sanan kimse de seferi olmaktan çıkar. Ama ne zaman işinin ve hacetinin biteceğini kestiremiyorsa, o takdirde seferi olma durumu devam eder.[196]

d) Malikilere göre: Seferi olan kimse, gittiği yerde dört gün kalmaya niyet ettiği takdirde şu iki şartla seferi olmaktan çıkar:

1- Giriş ve çıkış günleri hariç dört tam gün kalmaya niyet etmiş olması

2- İkamet süresinde yirmi vakit namaz kılma imkanı bulması, yani bu süreyi dolduruncaya kadar kalmış olması.[197]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Seferi olan kimse, Ramazan ayında bulunuyorsa, gittiği yerde ikamete niyet ederse, seferi olmaktan çıkar ve hem orucunu tutar, hem de dört rek’atli farz namazları tam olarak kılar. Bunun gibi mestlerinin mesh süresini birgün bir geceye düşürür.

2- İkamete birden fazla yer için niyet ederse, ilk bulunduğu yerde ikamet süresini dolduruyor ve bunu önceden biliyorsa, o yerde seferi olmaktan çıkar. Ama ikamet süresi dolmadan diğer yere giderse, isterse tekrar ilk yere dönmüş olsun seferi olmaktan çıkmaz. Mesela, hac ibadeti için Mekke’ye giden kimse, orada ikamet süresini doldurmak üzere niyet eder, ama bu arada Mina'ya giderse, seferi olmaktan çıkmaz ve ikamet için yaptığı niyet hükümsüz kalır.

3- Şafîilere göre, giriş, çıkış günleri hariç en az dört tam gün ikamete niyet ederse, seferi olmaktan çıkar.

4- Hanefilere göre, onbeş gün ikamete niyet ederse, seferi ol­maktan çıkar.

5- Hanbelilere göre, en az yirmi vakit namazını kılacak ka­dar kalmaya niyet ederse seferi olmaktan çıkar.

6- Malikilere göre de, giriş ve çıkış günleri hariç dört tam gün kalmaya niyet ederse seferi olmaktan çıkar.

7- İkamete niyet ettiği gün, sabah vakti değilse, yani fecir doğmuşsa, zeval vaktine kadar oruca niyet getirme imkanı söz ko­nusudur. Artık o gün oruç tutması vacip olur.

 

Ramazanda Hastanın, Yaşlı Kimsenin, Gebenin Ve Süt Emzirenin Durumu

 

İslam, kişinin taşıyabileceğine göre teklifte bulunur; yapabi­leceği ölçüde onu ibadetle mükellef tutar. Güç getiremiyeceği veya sağlığını kaybetmesine sebep olacağı, çocuğuna bakamıyacak du­ruma gelmesini hızlandıracağı amellerde ya hafiflik getirir, yada bu teklifi bir süre kaldırır.

O bakımdan oruç tutamıyacak kadar yaşlanan erkek ve kadının bu ibadeti terketmesine ruhsat verilmiş; oruç tutamıyacak kadar hasta olandan bu ibadeti kazaya bırakmasına ce­vaz vermiştir. Bunun gibi, gebe olan kadına, karnında taşıdığı çocuğun sağlıklı gelişmesi için orucu kazaya bırakmasını, süt em­ziren kadına da aynı kolaylığı sağlayarak orucu geciktirmesini tavsiye edip ruhsat vermiştir.

Bunun için ilâhî ruhsata uymakta büyük yarar vardır. Kişi bu ruhsatı aşarak kendini ibadet konusunda zorlarsa, hatalı bir yol seçtiğinden hazan günahkar da olabilir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Enes b. Malik el-Kâbî (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki Azîz ve Celil olan Allah misafir (yolculuk) halinde olan kimse) den orucu ve namazın yarısını kaldırmıştır. Gebeden ve süt emzirenden ise orucu kaldırmıştır." [198]

Seleme b. Ekva' (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Fazla yaşlılıktan veya iyileşmesi umulmayan bir has­talıktan dolayı oruç tutmaya güç getiremiyenlere bir yoksulu (sabah-akşam) doyuracak fidye gerekir.." mealindeki [199] ayet inince, ramazanda isteyen, (hasta ve yaşlı olsun, olmasın) herkes fidye verip iftar edebiliyor­du. Bunu izleyen ayet inince bu hüküm kaldırıldı."[200]

Abdurrahman b. Ebî Leyla'dan, onun da Muazb. Cebel (r.a.) den, Seleme hadisinin bir benzeri rivayet edilmiştir. Bundan sonra Cenab-ı Hak: "Artık sizden kim bu aya hazır olursa oruç tut­sun.. " ayetini indirdi. Böylece Cenab-ı Hak ramazan orucu­nu eyleşik olup sıhhati yerinde olan hakkında sabit kıldı. Hasta ve yolcu için bu hususta ruhsat verdi. Ayrıca yaşlı olup oruç tutmaya gücü yetmiyen kimse hakkında da mis­kinleri yedirmeyi sabit kıldı."[201]

Atâ'dan yapılan rivayete göre, İbn Abbas'ın (r.a.) şu ayeti [202] okuduğunu arkasından şöyle dediğini duymuştur : "Bu ayetin hükmü kaldırılmamıştır. Bundan maksat, yaşlı erkek ve yaşlı kadındır ki bunlar oruç tutmaya güçleri yet­memekte, o yüzden her günün orucuna karşılık bir miskine bir fidye verip yedirmektedirler."[203]

İkrime'den yapılan rivayete göre, İbn Abbas'ın (r.a.) şöyle dediği tesbit edilmiştir:

"Fidye, gebe kadın ile, süt emziren kadın hakkında da sabit olmuştur."[204]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri

 

a) Hanefilere Göre: Fazla hasta olup güç getiremiyen veya hastalığının artacağından endişe eden kimse, oruç tutmayıp iftar eder. İleride sağlığına kavuşursa, güne gün kaza eder. Müzmin bir hasatalık olup geçmesi söz konusu değilse, o takdirde, hastanın malî durumu müsaitse her gün için sabahlı-akşamlı bir miskini doyuracak kadar fidye verir. Malî imkanı yoksa istiğfarla yetinir. Bunun gibi, vücudundaki yaranın geç kapanacağından veya has­talığının devam edeceğinden korkan kimse de iftar eder ve sonra sağlığına kavuşursa, güne gün kaza eder.

Hamile kadın ile süt emziren kadının oruç tuttukları tak­dirde hastalanmaktan, aklî dengelerinin bozulmasından veya çocuğun aynı duruma düşmesinden korkarlarsa, iftar edip oruç tutmamaları caiz olur. Süt emzirdiği ister kendi çocuğu olsun, is­terse ona süt anneliği yapsın fark etmez.

Bu husustaki korku ve endişenin iki dayanağı söz konusu­dur. Biri, galebe-i zan, diğeri tecrübe veya uzman tabibin haber vermesi.. Ancak bu tabibin de müslüman, uzman ve âdil olması gerekir. [205]

b) Şafîiler de, hasta konusunda Hanefîlerle aynı görüş ve ictihaddadırlar.

Hasta olmadığı halde, oruç tuttuğu takdirde hastalanmak­tan korkan kimsenin bu vaziyette iftar etmesi caiz değildir. Ancak oruca başlayıp hastalık alameti kendini hissettirince, o takdirde iftar edebilir. Diğer üç mezhebe göre, oruç tutmadan, tuttuğu tak­dirde şiddetli hastalığa yakalanacağını zanneden kimsenin iftar etmesi caizdir.[206]

c) Hanbelilere göre: Hamile ile süt emziren kadınlar, oruç tuttukları takdirde kendi sağlıklarının tehlikeye girmesinden veya hem kendilerinin, hem de çocuklarının helak olmasından veya bir sakatlık, kötü bir hastalığın ortaya çıkmasından veya sa­dece çocuğun başına bir kötülük, hastalık ve sakatlık geleceğinden endişe ederlerse, oruç tutmayıp iftar ederler ve sonra normale dönünce güne gün kaza ederler.

Ancak sadece çocuğun helak olmasından endişe ederler de o yüzden oruç tutmayıp iftar ederlerse, kendilerine hem kaza, hem de fidye gerekir. Bu durumda süt emziren kadın ister emzirdiği çocuk öz evladı olsun, ister bu iş için ücretle tutulmuş olsun fark etmez.[207]

d) Malikilere göre: Gebe kadınla süt emziren kadın, rama­zanda oruç tuttukları takdirde hastalanacaklarını veya sıkıntılı durumlarının artacağını veya hem kendileri, hem de çocuktan do­layı veya yalnız çocuktan dolayı bir hastalık, sakatlık endişesi taşıdıkları takdirde oruç tutmayıp iftar edebilirler, ileride normal duruma gelince güne gün kaza etmeleri gerekir. Gebe kadına fidye gerekmez, ama süt emzirene gerekir. Ancak oruçtan dolayı kendi­lerinin helak olacağından veya çocuğun helak olacağından korkar­lar da ağır bir zarara uğrayacakları söz konusu olunca iftar etme­leri caizdir ve fidye vermeleri gerekmez.

Yaşlı kişilere gelince, oruç tutmaya güçleri yetmediği tak­dirde, iftar ederler ve fidye vermeleri müstehab olur. Artık onlara tutmadıkları günler sayısınca kaza etmeleri gei'ekmez. Hanbeli­lere göre, bunların fidye vermeleri vaciptir. Bu durumda ileride oruç tutacak kadar kendilerinde bir güç dahi bulsalar artık kaza etmezler. Ama fidye vermedikleri takdirde, böyle bir güce erişince kaza etmeleri gerekir.[208]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

1135 nolu Enes hadisini Tirmizi hasenlemiştir. Aynı zaman­da, İbn Malik'in Resulüllah (s.a.v.) Efendimizden rivayet ettiği tek hadis de budur.

Ebu Hatim bu hadisin muhtelefu fih olduğunu belirtmiştir. el-Münzirî ise, Enes b. Malik adında beş kişi biliyorum ki, yuk­arıdaki hadisi rivayet eden onlardan biridir, diyor.

O bakımdan müctehid imamların önemli bir kısmı bu hadi­sle istidlal etmemiştir. Zira bu konudaki diğer sahih hadislerden farklı bir hüküm taşımaktadır ki, o da yolculuk yapandan oruç ib­adetinin kaldırılmasıdır.

1136 nolu Seleme hadisini de müctehidlerin çoğu dayanak olarak seçmemiş ve istidlale salih görmemişlerdir.

1137 nolu Muaz hadisinin isnadında hayli ihtilaf söz konu­sudur. Seleme hadisinde sözü edilen "bundan sonra indirilen aye­tle bu hüküm kaldırılmıştır" denilirken, o nâsih olan ayet Muaz hadisinde açıklanmıştır. Seleme hadisinin bir benzerini Buhari İbn Ömer (r.a.) dan muallak ve mevsûl olarak  rivayet etmiştir. Ebu Nuaym, el-Müstahrac'de ve Beyhakî kendi eserinde tahrîc etmişlerdir. Şöyle ki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Medine'ye gel­diğinde, ramazan orucu henüz farz kılınmamıştı. Müslümanlar her ay üç gün oruç tutuyorlardı. Bu hal ramazan orucu farz kılınıncaya kadar devam etti. Ramazan orucu farz kılınınca müslümanlar onu gözlerinde çok gördüler ve bu kendilerine sıkıntı ve meşakkat getirdi. O bakımdan kim her gün bir miskini, yedirebiliyorduysa orucu terkediyordu ki, bunlar oruç tutmaya gücü olan kimselerdi. Sonra Allah'ın şu emri o hükümü kaldırdı:

"Oruç tutarsanız sizin için hayırlı olur."

Böylece müslümanlar oruç tutmakla emrolundular.

Bu hadisi aynı zamanda Ebu Davud, Şu'be ve el-Mes'ûdî tar­ikiyle A'meş'den daha uzun şekilde tahric etmiştir.

Bunun da isnadında hayli ihtilaf edilmiştir. Öyle ki, iftar ve it’âmın ruhsat olduğu takarrür edince, sonra bu ruhsat kaldırılmış oluyor ki bu durumda orucun kesinlikle farz olması gerekiyor. Oysa "Oruç tutarsanız sizin için hayırlı olur" ayetinden bu farziyet hükmü çıkmıyor. Zira hayırlı olur sözü vücuba delalet etmemekte­dir.

O halde en uygun olanı, Seleme hadisinde kapalı, Cabir had­isinde açık olarak belirtilen "Sizden kim ramazan ayına hazır olursa oruç tutsun" ayetiyle bu hükmün kaldırıldığıdır. Nitekim İbn Ömer de bu ayetin o hükmü kaldıran nâsih ayet olduğunu be­lirtmiştir.

Böylece cumhura göre: Miskinleri yedirme anlamındaki fid­yenin, oruç tutmaya gücü yetmiyenler hakkında baki kaldığı or­taya çıkıyor.

Seleften İmam Malik, Ebu Sevr ve Davud dahil olmak üzere bir cemaat, it'âm hükmünün mensûh olduğuna kaildirler. Yaşlı kimse oruç tutmaya gücü yetmediği takdirde her gün için bir mis­kini yedirmekle yükümlü değildir.

Katade ise, "oruç tutmaya gücü yeten yaşlı kişi için ruhsat verilmişti. Sonra onun hakkındaki bu ruhsat hükmü kaldırıldı, sa­dece gücü yetmiyen yaşlılar hakkında baki kaldı" demiştir.

İbn Abbas (r.a.) de bu ayetin muhkem olduğunu, sadece yaşlı erkek ve yaşlı kadına has bir hüküm taşıdığını belirtmiştir ki, nitekim 1138 nolu Ata' hadisinde bu husus açıklanmıştır.

Zeyd b. Eslem ile İmam Malik de bu ayetin muhkem olduğunu, oruç tutamıyan ve iyileştikten sonra ikinci ramazan gi­rinceye kadar kaza etmiyen; ikinci ramazandan sonra kaza edip her gün için bir fidye veren hasta hakkında inmiştir. O bakımdan hastalığı ikinci ramazan girinceye kadar devam ederse, artık ken­disine fidye gerekmez.[209]

Hasan el-Basrî ve diğer bazı ilim adamları, "Ve ala'llezîne yutîkunehu" cümlesindeki zamirin it’âma râci’ olduğunu, oruca râci' olmadığını; sonra da bu hükmün kaldırıldığını söylemişlerdir.

Bu bapta Darekutnî ile Hakim'in sahihlediği bir diğer İbn Abbas hadisinde şöyle denilmektedir:

"Yaşlı adama iftar edip her gün için bir miskini doyurması hakkında ruhsat verilmiş ve bun­dan dolayı üzerine oruç kazasının gerekmediği belirtilmiştir."

Her günün orucuna karşılık bir fidye verilmesi söz konusu olduğuna göre, fidyenin ölçü ve nisbeti nedir? Sorusu ortaya çıkıyor.

a) Bazı ilim adamlarına göre, hangi kut (geçim için gıda maddesi) olursa olsun, her gün için bir fidye olarak yarım sâ’ (yaklaşık 1667 gr.) olarak belirlenir.

b) Bazısına göre, buğdaydan yarım sâ', başka tahıldan bir sâ' ı belirlenir. Ebu Hanife'nin de ictihadı bu doğrultudadır.

c) Buğdaydan bir sâ', diğerlerinden yarım sâ' olarak belirle­nir. İmam Şafiî de aynı görüştedir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Oruç tutamıyacak, yani ona gücü yetmiyecek kadar yaşlı olan kişilerin iftar etmesi caizdir. Malî kudreti varsa, her günün orucuna karşılık fidye olarak bir miskini doyurur. Kudreti yoksa, istiğfarla yetinir.

2- Hastalık geçici ise, fidye vermeğe gerek yoktur. Tuta­madığı oruçları, iyileşince, yani sağlığına kavuşup oruç tutacak duruma gelince güne gün kaza eder.

3- Hamile kadın ile süt emziren kadın, oruç tuttuları tak­dirde kendi canlarından veya çocuklarının canlarından veya hem kendi, hem de çocuklarının canlarından endişe ederlerse, yani ağır hastalık, felç, zafiyet, ölüm ve benzeri arazdan korkarlarsa, o tak­dirde oruç tutmayıp iftar ederler ve ramazandan sonra normal du­ruma kavuşunca güne gün kaza ederler. Ancak İmam Ahmed'e göre, bu kadınlar sadece çocuk hakkında endişeden dolayı oruç tutmuyorsa, kendilerine hem kaza, hem de fidye gerekir.

4- İmam Malik'e göre, süt emziren kadın ölüm ve felç gibi bir endişeyle değil daha hafif bir durumun ortaya çıkmasından dolayı endişe eder de oruç tutmazsa, ona kaza ile birlikte fidye de gere­kir.

5- Malikilere göre, oruç tutamayan yaşlı kişilerin fidye ver­meleri müstehabdır.

6- Hanbelilere göre, bunların fidye vermesi vaciptir.

7- Gebe ve emzikli kadınların oruçtan dolayı duydukları endişenin sıhhati iki şeyden biriyle sabit olur: Biri, zann-i galib ve tecrübe; diğeri, uzman müslüman tabibin beyanı...

 

Ramazan Orucunu Birbiri Ardınca Veya Müteferrik Şekilde Kaza Etmek

 

Oruç tutmakla mükellef olan her müslüman, bir arızadan dolayı ramazan orucunu tutamazsa, ramazandan sonra o arıza kalkınca tutamadığı günleri birbiri ardınca kaza edebileceği gibi, müteferrik (dağınık) olarak da kaza edebilir. Kaza bir borç anlamı taşıdığına göre, fazla geciktirilmesi uygun olmaz. Çünkü her canlı gibi insan da hayata pamuk ipliğiyle bağlı bulunuyor; bu ipin ne zaman, nerede kopacağını bilemez. O halde insanların hayrına ve yararına farz kılınan orucu ilk fırsatta kaza   etmenin sayılamayacak kadar faydaları vardır.

Ancak bu konuda az farklı tesbitler ve ictihadlar söz konusu­dur.

 

İlgili Hadisler

 

İbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ramazan orucunun kazasını (oruç tutmayan kişi) isterse dağınık halde, isterse birbiri ardınca yerine getirir."[210]

Buhari'nin İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir: "Üzerinde oruç kazası bu­lunan kimsenin onu dağınık halde kaza etmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak: "Artık sizden kim bu aya hazır olursa oruç tutsun. Kim de hasta olur veya yolcu­luk halinde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde (kaza etsin)" buyurmaktadır.[211]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Önce [212] "Tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde birbiri ardınca (tutup kaza etsin)" buyurulmuştu. Sonra "birbiri ardınca" hükmü kaldırıldı."[213]

Yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ramazanda üzerimde (borç) olarak oruç kalırdı. (Rasulüllah'ın (s.a.v.) onun yanındaki yeri, durumu ve onun da Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizle meşgul olması sebe­biyle) o oruçları ancak şaban ayında kaza ederdim."[214]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan zayıf bir rivayete göre, bir adamın ramazanda hastalanması sebebiyle iftar etmesi ve sonra sağlığına kavuşunca o oruçları kaza etmemesi ve ikinci ramazanın girmesi üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu:

"İdrak ettiği ramazanın orucunu tutar, sonra geçen yılın kazaya kalan ramazan orucunu tutup kaza eder ve her güne karşılık bir miskini yedirir."[215]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim, üzerinde ramazan ayı oru­cu bulunduğu halde ölürse, onun her gününün orucuna karşılık bir miskin doyurulsun."[216]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Adam ramazanda hasta olur da sonra oruç tutmadan ölürse, onun tutmadığı günlere göre miskinler doyurulur, üzerinde kaza olmaz. Ancak adarsa, o takdirde onun velisi onun yerine kaza eder."[217]

 

Hadis Ve Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre: Hasta ve yolcu tutmayıp kaçırdığı günler sayısınca, -hasta sağlığına kavuşunca, yolcu da evine dönüp eyleşik duruma geçince- kaza etmeleri vacip olur. Ancak hasta iyileşip oruç tutacak güce kavuşunca, üzerindeki oruçları kaza edecek kadar yaşarsa ve yolcu da eyleşik duruma geçtikten sonra üzerindeki oruçları kaza edecek kadar yaşarsa, o oruçların kazası vacip olur. Aksi halde yaşadıkları süre içinde kaza edebildikleri günleri kaza etmeleri gerekir. Ama o günlerde kaza etmed­en ölürlerse, onların velisi olan kişi vasiyetleri gereği o günlere karşılık fidye verir ki, her fidye bir fitre miktarıdır. Ölen kişi, erişip de kaza yapmadığı günler sayısınca fidye verilmesini va­siyet ederse, varisleri onun bu vasiyetini bıraktığı mal ve servetin üçte birinden çıkartıp karşılarlar. Vasiyet etmediği takdirde, ne vasisine, ne de varisine bunu ödemek gerekir. İmam Şafii bu görüşün hilafını izhar etmiştir.

Ancak ölenin velisi veya varisi kendilerine isabet eden mira­stan murislerinin tutma imkanı olduğu halde ihmal edip kaza oru­cunu tutmadığı günler için fidye teberru edebilirler. Bunda bir sakınca yoktur.

İmam Ebu Hanife'ye göre, buna kıyasla farz ve vacip namaz­lar için de fidye teberru edilebilir. Vasiyeti varsa, malının üçte bi­rinden karşılanır. İmameyne göre vitir namazı için fidye verilmez, çünkü bu namaz da bir bakıma sünnet namazlar gibidir. Sahih olan da budur.

Bu durumda olup ölen kimsenin velisi onun yerine, üzerinde kalan oruçları ve namazları kaza edemez. İmam Şafii bunun hi­lafına bir görüş ortaya koymuştur.

Kazaya kalan ramazan orucunu, kişi isterse dağınık halde, isterse üstüste tutup kaza edebilir. Ancak üstüste tutması efdaldır.

Kazaya kalan ramazan orucunu, ikinci ramazan girinceye kadar kaza etmezse, bu durumda önce yeni başlayan ramazan or­ucunu eda eder, o bitince üzerinde kazaya kalan bir önceki rama­zan orucunu kaza eder. Bu durumda da fidye vermesi gerekmez. İmam Şafii'ye göre, özürsüz geciktirmişse, kendisine ayrıca fîdye de gerekir. [218]

Tuhfe sahibi diyor ki:

"Şer'î oruç ondört çeşittir. Bunun sekiz çeşidi Allah'ın kit­abında anılmıştır ki onlardan dördü birbiri ardınca tutulur: Ram­azan orucu, keffaret-i zihar orucu, keffaret-i kati orucu ve keffaret-i ifsad-i savm. Diğer dört oruç ise, sahibinin kendi arzusuna bırakılmıştır, isterse onları birbiri ardınca tutar, isterse dağınık halde tutar. Bunlar ramazan orucunun kazası, mut'a orucu, av­lanma cezası orucu, yemin keffaret orucudur.

Altı tanesi ise Sünnet'te anılmıştır: Ramazanda orucu kasden bilerek bozmaktan dolayı gereken keffaret orucu, adak orucu, tetavvu' oruç, yemin sebebiyle vacip olan oruç, itikaf orucu, bozu­lan nafile orucun kazası. İmam Şafii bu konuda üç yerde Hanefîlerle muhalif bir görüş ve ictihad ortaya koymuştur. Onlar da şunlardır: Keffaret orucunu üstüste tutmak vacip değildir, dağınık halde de tutulabilir. İtikaf orucu vacip değildir. Bozulan nafile orucu kaza etmek de vacip değildir. [219]

b) Şafiilere göre: Ramazan orucundan tutamadığı günleri ramazandan sonra tutma imkanı bulmadan ölen kimseye fidye ve kaza gerekmez. Aynı zamanda günahkar da sayılmaz. Çünkü o günlerin orucunu kaza edecek kadar yaşama imkanı bulamadan ölmüştür. Kaza etme imkanı bulduğu halde kaza etmeden ölürse, Kavl-i Cedid'e göre, velisi onun yerine tutmaz da onun terikesinden her gün orucuna bedel bir müdd yiyecek verir. (Müdd: Bir fi­tre miktarıdır.) [220] Adak ve keffaret oruçları böyledir; yani ölenin velisi onun yerine bu oruçları tutmaz, geriye bıraktığı mal­dan fidye çıkartıp dağıtır. Ama yabancı bir kimse, ölenin velisinin izniyle onun kazaya kalmış oruçlarını tutarsa, sahih olur. İzinsiz tutması sahih değildir.

Adam ölür de üzerinde namaz ve itikaf borcu, kazası bulu­nursa, onun yerine velisi veya varisi bunları yapamaz. Aynı za­manda bunlardan dolayı fidye vermek de gerekmez. [221]

Böylece Hanefîlerle Şafiiler arasında sözü edilen konu hakkında farklı görüş ve ictihad ortaya çıkmıştır.

Ramazan orucunun kazasını, ikinci ramazan girinceye kadar geciktiren kimseye, hem onu ikinci ramazandan sonra kaza etme­si, hem de her gün için bir fidye vermesi gerekir. Böylece yıllar te­kerrür ettikçe fidye de tekerrür eder. Sahih olan da budur.

İmkan bulduğu halde ramazan orucunu kaza etmez ve bu halde ölürse, terikesinden her güne karşılık iki fidye çıkartılıp verilir. Biri tutmayıp kaçırdığı için, diğeri de geciktirdiği için... Ta­bii fidye fakir ve miskinlere verilir. Fidyenin cinsi, fitrenin cinsindendir. Birkaç fidyeyi bir şahsa vermekte bir sakınca yoktur. [222]

c) Hanbelilere göre: Üzerinde ramazan orucu bulunan kimse ölecek olursa, şu iki durumdan biri söz konusudur:

a) Ka­zaya kalan orucu tutma imkanı bulmadan ölmüş olması,

b) Kaza etme imkanı olduğu halde kaza etmeden ölmesi... Birinci şık, ya kaza edecek kadar zaman bulmadan veya arız olan hastalık, yol­culuk gibi bir durum ortaya çıkmasından dolayı olabilir ve üçüncü bir ihtimal söz konusu değildir. Bu durumda ilim adamlarının çoğuna göre kendisine bir şey gerekmez. İkinci şık, ortada açık bir ihmaldan kaynaklanmış demektir. O bakımdan tutmadığı her gün orucuna karşılık, bıraktığı terikeden fakir veya miskine doyuracak kadar fidye vermek gerekir. İlim adamlarının çoğunun da görüş ve ictihadı bu doğrultudadır.

Hanbeliler bu konuda İbn Mace'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği ve Tirmizi'nin sahihlediği hadisle istidlal etmişlerdir:

"Üzerinde oruç (borcu) bulunduğu halde ölen kimseden yana her güne karşılık bir miskin yedirilsin."[223]

Üzerinde ramazan orucunun kazası bulunduğu halde onu kaza etmeyip ikinci ramazan girmiş olur ve sonra da ölürse, yine terikesinden her gün için bir miskin doyurularak fidyesi ödenir. Ölenin velisi ve varisi onun yerine oruç tutmaz.

Birinci ramazan orucundan kazaya kalanı tutmadan ikinci ramazan girer ve bunu bir özür olmaksızın geciktirirse, hem ka­zası gerekir, hem de her gün için bir miskini doyurması vacip olur. Bir özürden dolayı geciktirirse, sadece kazası gerekir.[224]

Kazaya kalan ramazan orucunu birbiri ardınca tutmak ge­rekli değildir; dağınık şekilde de kaza edilebilir. Nitekim ashab ve tabiinden birçoğunun da görüş ve ictihadı bu merkezdedir. İmam Malik, İmam Ebu Hanife, İmam Sevri, İmam Evzai ve İmam Şafii'nin de ictihadı böyledir. [225]

Hanbeliler bu meselede 1145 nolu İbn Ömer hadisiyle istid­lal etmişlerdir.

d) Malikilere göre: Ramazanda bir özürden dolayı oruç tut­mayıp iftar eden kimsenin özrü ortadan kalkar, mesela hasta ise iyileşir, yolcu ise evine dönmüş olur, bununla beraber bir aylık bir süre yaşadığı halde kazaya kalan bir aylık orucu tutmadan ölürse, bunun fidyesinin verilmesini vasiyet etmişse, terikesinin üçte bi­rinden çıkartılıp verilir. Vasiyet etmeden ölürse, varisleri bu konuda muhayyerdirler, isterlerse kendilerine düşen hisseden onun tutmadığı her güne karşılık bir fidye verirler, isterlerse bir şey vermezler ve bu hususta icbar da edilemezler. Aynı zamanda mu­risleri yerine tutmadığı oruçlarım da kaza etmezler..

Kazaya kalan ramazan orucunu üstüste, birbiri ardınca tut­mak vacip değildir. Ancak üstüste tutması müstehab sayılabilir. [226]

Böylece Malikiler de İbn Ömer ve Hz. Aişe hadisleriyle istid­lal etmişlerdir.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayerler

 

1145 nolu İbn Ömer hadisinin isnadında teferrüd eden Süfyan b. Beşer bulunuyor. Darekutni ise, bu hadisi Ata'nın Ubeyd b. Umeyr'den murselen rivayet ettiğini kaydetmiştir. Bu bakımdan isnadında bir zaaf olduğu söylenirse de İbn Cevzi bunu sahihlemiş ve şöyle demiştir: "Biz, Süfyan b. Beşer'i ta'n eden, ona zayıf diyen bir kimse bilmiyoruz."

Bu anlamda bir diğer hadisi Darekutni Abdullah b. Ömer'den rivayet etmiştir ki, isnadında Vakıdi ve İbn Lehi'a bulu­nuyor. Bu iki zatın zayıf olduğu ilim çevresince bilinmektedir.

Ayrıca bu babda Ebu Ubeyde, Muaz b. Cebel, Enes, Ebu Hüreyre ve Rafı' b. Hadic'den (Allah hepsinden razı olsun) rivayet edilen hadisler bulunuyor. Tarikleri üzerinde birtakım sözler söylense ve görüşler de belirtilse, biri diğerini kuvvetlendirmekte­dir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih olduğu söylenebilir.

1146 nolu İbn Abbas yorumu, İbn Ömer hadisini kuvvetlen­dirmektedir. Kaldı ki, bu konularda İbn Abbas dört Abdullah'tan biridir.

Buna karşılık Hz. Aişe'nin (r.a.) tetabbûun (kaza orucunu birbiri ardınca tutma) vacip olduğunu söylediği rivayetler arasında bulunuyor. Nitekim İbn Münzir'in bu anlamda Hz. Ali'den ve Hz. Aişe'den (r.a.) yaptığı rivayet bulunuyor. İbn Hacer ise, bu manaya daha çok Zahiriler meyletmişlerdir diyor. [227]

Kazaya kalan ramazan orucunun birbiri ardınca tutul­masının vücubuna kail olanların ihticac ettiği rivayetlerden biri de, Darekutni'nin Ebu Hüreyre (r.a.) den tahric ettiği şu hadistir:

"Kimin üzerinde ramazandan kalma kaza orucu varsa, onu ardarda tutsun, arada kesinti yapmasın."

Ancak Beyhaki bu hadisin sahih olmadığını, isnadında Abdurrahman b. İbrahim el-Kadı bulunduğunu ve bu zatın muhtelef fîh olduğunu belirtmiştir. [228]

Şevkani bu zatın ismini belirtirken sonunda "el-Kadı" derk­en, Zehebi bunun el-Kas olduğunu belirtmiştir. Böylece Zehebi de bu zatın zayıf ve münker olduğunu yansıtarak birtakım nakil­lerde bulunmuştur. [229]

1148 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir.

1149 nolu Ebu Hüreyre hadisini Darekutni tahric etmiştir. İsnadında Ömer b. Musa b. Vecih bulunuyor ki, bu zat cidden zayıftır. Aynı zamanda ondan nakleden ravi İbrahim b. Nafi'de zayıftır. Ebu Hüreyre'den mevkufen rivayet etmiştir. Ancak Dare­kutni bunu sahihlemiştir. Buhari, Ömer b. Musa'nın münkerü'l-hadis olduğunu; İbn Main onun sıka (güvenilir) olmadığını; İbn Adiy, onun hadis uydurduğunu belirtmişlerdir.[230] İbrahim b. Nafi'a  gelince:  Ebu  Hatim   onun  yalancı  olduğuna  dikkat çekmiştir.[231]

1151 nolu İbn Abbas rivayetini İbn Hacer sahihi emiştir. Aynı zamanda Darekutni, Said b. Mensur ve Beyhaki tahric etmiş, Abdurrezzak mevsulen rivayet etmiştir.

Abdulhak kendi Ahkam'ında diyor ki:

"Oruç kazasını yerine getirmeden ölen kimsenin tutmadığı günlere karşılık miskinlerin yedirilmesiyle ilgili hiçbir merfu rivayet sahih kabul edilmez."

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ramazanda bir özür ve arazdan dolayı oruç tutamayan veya tutmayan kimsenin özrü kalkıp araz giderilince, orucu kaza edecek kadar yaşadığı takdirde, kaza etmesi vacip ölür.

2- Kaza edecek zaman bulamadan ölen kimseden o oruçların kazası sakıt olur. Arkasından fidye verilmesine gerek yoktur.

3- Kaza edecek zamana eriştiği halde kaza etmez ve sonra da ölürse, o takdirde vasiyyeti varsa, bu oruçların keffareti ve fidyesi onun malının üçte birinden çıkartılıp fakirlere verilir.

4- İmam Şafii'ye göre, vasiyet etmeden ölse bile, malının üçte birinden çıkartılıp fakirlere verilir.

5- Ölenin veli ve vasisi, onun kılmadığı namazları kılamaz, tutmadığı oruçları onun yerine tutamaz. Bu İmam Ebu Hanife'ye göredir. İmam Şafii'ye göre, onun yerine oruç tutabilir, namaz kılabilir.

6- Kazaya kalan ramazan orucunu kişi isterse ramazandan sonra üstüste, isterse dağınık halde tutabilir. Bunda bir sakınca yoktur.

7- Kazaya kalan ramazan orucunu kaza etmeyip ikinci ram­azan başlarsa, o takdirde önce bu ikinci ramazanın orucunu tutar, sonra da birinci ramazandan kazaya kalan orucu ifa eder. Bu du­rumda olan kimsenin ayrıca fidye vermesine gerek yoktur.

8- İmam Şafii'ye göre, özürsüz geciktirip ikinci ramazana ka­dar kaza etmediği takdirde, hem kaza etmesi, hem de bu gecik­tirmeden dolayı fidye vermesi gerekir.

9- Yabancı bir kimse, ölenin üzerinde kazaya kalan oruçları, velisinin izniyle tutarsa, bu İmam Şafii'ye göre sahih olur.

10- İmkan bulduğu halde ramazan orucunu tutmaz ve kaza edecek kadar yaşadığı halde kaza etmez de öylece ölürse, terikesinden her güne karşılık iki fidye çıkartılıp verilir. Biri tutmadığı, diğeri geciktirdiği için... Bu da imam Şafii'nin kavlidir.

11- Üzerinde ramazan orucunun kazası bulunduğu ve bunu kaza edecek kadar yaşadığı halde kaza etmez ve öylece ölürse, va­siyeti varsa aynen uygulanır; yoksa varisleri bu hususta muhayy­erdirler, isterlerse fidye verirler, isterlerse vermeyebilirler. Bu, İmam Malik'in ictihadıdır.

12- Kazaya  kalan  ramazan  orucunu  üstüste  tutmak müstehabdır. Bu da İmam Malik'e göredir.

 

Ölen Kişinin Adayıp Da Tutmadığı Orucu Onun Yerine Tutmak

 

İslam fıkhında "nezr" yani "adak" konusuna ayrı bir bab ayrılmıştır. Çünkü kişi bu kavram çerçevesinde bir ibadeti veya bir hayrı kendisine vacip kılmakta ve ödemekle kendisini yükümlü hale getirmektedir.

Diğer ibadetlerin, daha çok mali olanların sosyal adaletten yana bir katılım anlamı taşıdığında şüphe yoktur. Adağın da bir yönü bu hikmetle içice bulunuyor.

O halde bir ibadeti veya hayrı adayan kimse, şartların gerçekleşmesiyle onu geciktirmeden yerine getirmesi gerekir. Aksi halde borçlu kalır ve o bakımdan ödemeden ölecek olursa, durum ne olur? İlgili hadislerle ve müctehidlerin istidlal ve ihticaclarıyla bu sorunun cevabını görmüş olacağız.

 

İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Bir kadın, Rasulüllah'a (s.a.v.) dedi ki:

"Ya Rasulallah! Doğrusu annem, üzerinde adak orucu bulunduğu halde öldü. Onun yerine o orucu tutabilir miyim?" Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona sordu:

"Ne dersin, annen üzerinde borç (para veya mal) bulunsaydı, sen de onu ödemiş olsaydın, ondan yana o borcu ödemiş olmaz miydin?" O da:

"Evet, ödemiş olurdum" dedi. Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"O halde annenden yana o adak orucunu tut!" buyurdu"[232]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim, üzerinde oruç (kazası) bu­lunduğu halde ölürse, onun yerine velisi oruç tutar."[233]

Büreyde (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Bir ara Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanında oturuyordum ki bir kadın çıkageldi ve şöyle dedi:

"Anneme bir cariye tasaddukta bulundum ve annem öldü." Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"Ecrin (sevap ve mükafatın) sana vacib oldu ve miras onu sana geri verir" buyurdu. Kadın devamla dedi ki:

"Ya Rasulallah! Annemin üzerinde bir de bir ramazan ayı orucu (kaza) olarak bulunuyordu; onun yerine o orucu tutayım mı?" Rasulüllah (s.a.v.) ona:

"Evet (onun yerine) oruç tut" buyurdu. Kadın devamla dedi ki:

"Doğrusu annem hiç hac­cetmeden öldü, onun için haccedeyim mi?" Rasulüllah (s.a.v.) şu cevabı verdi:

"Onun yerine haccet."[234]   

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Üzerinde ramazan veya adak orucu bu­lunduğu halde ölen kimsenin yerine velisi ve vârisi oruç tutamaz. [235]

Mecmeu'l-Enhür sahibi de bu konuya değinirken şöyle demiştir:

"Üzerinde oruç kazası bulunduğu halde ölen kimsenin yerine velisi ne oruç tutar, ne de onun kılmadığı namazları kılar. Çünkü Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Hiç kim­se diğer bir kimsenin yerine oruç tutamaz ve hiç kimse diğerinin yerine namaz kılamaz. Ama o oruç ve namazın (keffareti, fidyesi olarak) it'amda bulunur (fakirlere fidye verebilir)."[236]

b) Şafiilere göre: Üzerinde ramazan orucu kaza olarak bul­duğu ve onu kaza etmeye imkan bulunduğu halde kaza etmeden ölen kimsenin yerine o orucu, kavl-i cedîd'e göre velisi tutmaz. Kavl-i kadîm'e göre ise, tutabilir. Belki terikesinden her güne karşılık bir müdd çıkarılıp fakire verilir. Adak ve keffaret oruçları da böyledir.[237]

Böylece İmam Şafii, kavl-i kadîm'inde yukarıdaki üç hadisle ihticac ve istidlal ederek, ölenin velisinin onun yerine oruç tut­masının caiz olduğunu soylemişse de, kavl-i cedidinde bu istidlal ve ictihadından vaz geçerek, Hanefîlerin istidlal ettiği hadis ve ri­vayetlerle istidlal etmiştir.

c) Hanbelilere göre: Üzerinde adak orucu bulunduğu halde ölen kimsenin yerine velisi oruç tutabilir.   Bu, İbn Abbas, Leys, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr ve diğer birtakım fakihlerin kavlidir. Diğer ilim adamları ise, oruç tutmaz da onun yerine fakirleri yedirir, yani her gün için fitre miktarı bir fidye yiyecek verir, demişlerdir.

Hanbeliler bu konuda yukarıda naklettiğimiz üç hadisle is­tidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.[238]

Ramazan orucunun kazasını ise, ölenin velisi tutmaz; ona karşılık her gün için bir fidye verir. Bu da, ölen kimse, kazaya ka­lan ramazan orucunu tutmaya imkan bulduğu halde tutmayıp ölürse böyledir. İbn Abbas'ın da görüş ve ictihadı böyledir.[239]

d) Malikilere göre: Ölen kimseye vacip olan zekat ve diğer bütün şeyler hususunda, ölenin vasiyeti yoksa, varislerin o vaci­pleri onun adına yerine getirmesi zorlanamaz. Kendi arzularıyla yerine getirirlerse, bir sakınca yoktur. [240]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

1166 nolu İbn Abbas hadisi çeşitli tariklerden rivayet edil­miştir. Buhari'nin rivayetinde "üzerinde (adak olarak) bir aylık oruç bulunuyor" lafzı yer almaktadır. Buhari'nin diğer bir rivaye­tinde, "Bir adam Hz. Peygambere (s.a.v.) geldi ve sordu..." cümlesi bulunmakta; bir başka rivayetinde ise, "Annemin üzerinde onbeş günlük oruç bulunmaktadır" cümlesi zikredilmektedir. Bir diğer rivayette ise, "Annemin üzerinde üstüste tutulması gerekli iki aylık oruç bulunuyor" denilmektedir.

Bu değişik rivayetlerin değişik kişilerle de ilgili olması kuv­vetle muhtemeldir. Aynı zamanda hadisle istidlale engel teşkil et­memektedir. Ancak bu durumu dikkate alan müctehidlerin çoğu bu rivayetlerle istidlal etmemişlerdir.

1167 nolu Hz. Aişe hadisine gelince, İmam Şafii bunu sahihlemiş ve istidlalde bulunmuştur. Ancak kavl-i cedidinde bu is­tidlalinden vazgeçtiği anlaşılıyor.

Ebu Sevr, Evzai ve Ahmed de bu rivayetle istidlalde bulun­muşlardır. Beyhaki, el-Hilafîyat'ta şöyle demiştir:

"Bu, sabit bir sünnettir ki hadis ehlinden bir kimsenin bunun sıhhatinde farklı görüş izhar ettiğini bilmiyorum."

Oysa cumhur, ölen kimsenin üzerindeki kaza, adak ve keffaret oruçlarının velisi tarafından tutulmasının vacip olmadığını be­lirleyip hükme bağlamıştır. Nitekim İmam Malik, İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii (el-Cedid'de) ölen kişi adına mutlak anlamda oruç tutulmayacağını belirtmişlerdir. Ancak İmam Leys, İmam Ahmed, Ishak ve Ebu Ubeyd, ölen kimse üzerindeki oruçlardan sadece adak orucunun velisi tarafından tutulacağını söylemişlerdir.

Birinciler bu konuda daha çok Nesai'nin İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı şu rivayetle istidlal etmişlerdir:

"Hiç kimse bir diğer kimse (üzerinde kalan) orucu tutmaz ve hiç kimse diğer kimse üzerinde kalan namazı onun yerine kılmaz."

Bu rivay­etin isnadının sahih olduğunu Nesai belirtmiştir. Ayrıca Abdurrezzak'ın İbn Ömer ve Hz. Aişe (r.a.) dan rivayet ettiği şu hadisi de dayanak seçmişlerdir:

"Ölüleriniz (üzerinde kalan) oruçları tutmayınız, o oruçlara bedel fakirlere (fidye vererek) yediriniz."

İbn Hacer ise, bu son rivayetin zayıf olduğunu belirtmişse de bu hususta yalnız kalmıştır; yani ondan başkası böyle bir tesbit ve görüş izhar etmemiştir.

1168 nolu Büreyde hadisi üzerinde hayli durulmuş ve çeşitli yorumlar yapılmıştır. Daha çok hac konusu işlenirken bu hadise yer verileceğinden burada ilim adamlarının görüş ve tesbitlerini nakletmeye lüzum görmedik.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Üzerinde oruç kazası bulunduğu halde ölen kimsenin ye­rine velisi o orucu, tutmaz, isterse bu oruç adak orucu olsun.

2- İmam Şafii'nin kavl-i kadimine göre tutabilir.

3- Ölen kimsenin üzerinde kalan kaza oruçları için vasiyyeti varsa, o takdirde her güne karşılık bir fidye verilir. Vasiyeti yoksa, varisleri bu konuda muhayyerdirler, isterlerse fidye verirler, ister­lerse vermezler.

4- Hanbelilere göre, ölen kimsenin üzerinde adak orucu bu­lunuyorsa, velisi onun yerine tutabilir, bunda bir sakınca yoktur. Ramazan orucu için vasiyyeti varsa terikenin üçte birinden çıkartılıp verilir.

5- Malikilere göre, zekat dahil bütün vacip amellerden ölen kimse üzerinde kalan borç ne ise, onun varisleri sorumlu değildir; ne onun yerine o oruçları, ibadetleri yaparlar, ne de fidye ve keffaret ödemek zorundadırlar. Ancak vasiyyeti varsa, bunlar onun terikesinin üçte birinden çıkartılıp verilir.

 

Tetavvu (Nafile) Oruç

 

Tetavvu': Tefe'ul kalıbında, tekellüfle itaat etmek ma­nasınadır. Bu münasebetle vacibe ve lazimeden olmayan nesnede teberru' etmek anlamında kullanılır, teneffül gibi... Mesela, "tetavvaa bihi" denilince, "onu teberru’ etti" demek olur. Bu ma­nayla nafile ibadete, vacip ve lazım olmadığı için "tetavvu"' denil­miştir.

Böylece farz ve vacip namazlardan başka olan namazlar ge­nellikle tetavvu' kapsamına; farz ve vacip oruçlardan başka oruçlar da yine bu kavramın kapsamına girmektedir.

İslam Dini, insan hayatını maddi ve manevi alanlarda hare­ketli, dengeli ve faziletli kılmak için farz ibadetlerden sonra bir­takım tavsiye anlamında nafile ibadetler de getirmiştir. Boş vakit­lerini kahve köşelerinde, dünya ve ahirete fayda vermeyen yerlerde harcamaktan uzak tutmak için nafile ibadetleri, kitap ok­umayı, üretici olmanın yollarını aramayı tavsiye etmiş ve bunun için birtakım uhrevi mükafaatlar vaadetmiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Eyyub (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim ramazan orucunu tutar ve arkasından şevval ayından ona altı günlük oruç eklerse, işte bu bütün bir sen­enin orucu olur."[241]

Sevban (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim ramazan orucunu ve bay­ramdan sonra altı gün orucunu tutarsa, senenin tamamını oruçlu geçirmiş olur." "Kim bir iyilikle gelirse, ona onun on misli vardır."[242]

Şevval ayında altı gün nafile oruç tutmanın sünnet olup ol­madığı hakkında farklı görüş ve tesbitler olmuştur.

 

Bu Konuda Müctehidlerin Görüş Ve Tesbitleri

 

a) Hanefilere göre: İmam Ebu Hanife'ye göre, ramazan bayramından sonra şevval ayında ister üstüste, ister dağınık halde altı gün oruç tutmak mekruhtur.[243]

İmam Ebu Yusuf’a göre, altı günü üstüste tutmak mekruhsa da müteferrik (dağınık) halde tutmak mekruh değildir. Bununla beraber müteehhirinin hemen hepsi bu altı gün orucunu üstüste veya müteferrik tutmakta bir sakınca olmadığını belirtmişlerdir. Nitekim aynı şekilde Bahriraik'de de konuya yer verilmiş bulu­nuyor. Serahsi'nin el-Muhit'inde ise, en sahih tesbite göre, sözü edilen altı günlük orucu tutmakta hiçbir sakınca olmadığına değinilerek bilgi verilmiştir.[244]

Nitekim Mecmeu'l-Enhür sahibi bu konuda şöyle demiştir:

"Muhtar olan kavle göre, bayramdan hemen sonra şevval'dan altı gün oruç tutmak mekruh değildir. Çünkü bununla ramazan orucu arasında fasıla olarak bayram günü bulunuyor. O bakımdan kitap ehline benzeme söz konusu değildir ve mekruh da değildir, bilakis" müstehabdır ve sünnettir. Çünkü bu babda hadis varid olmuştur. Mekruh olanı ise, ramazandan sonra bayram günü iftar etmeyip oruç tutmak ve ona beş gün daha ilave etmektir.

Ancak şevval ayında sözü edilen altı günlük nafile orucu üstüste değil, dağınık vaziyette tutmak efdaldır, çünkü bu durum­da kerahetten ve kitap ehline benzemeğe özenmekten uzaktır." [245]

Böylece İmam Ebu Hanife rivayet edilen hadisleri haber-i ahad görüp istidlal etmemiştir. Diğer imamlar ve özellikle ulem-i müteehhirin hadislerle istidlal edip bu konuda Ebu Hanife'den ayrılmışlardır.

b) Şafiilere göre: Şevval ayında altı gün oruç tutmak sünnettir. Bunları üstüste tutmak daha faziletli ve sevaplıdır. Hatta bayramdan sonra üzerinde kaza veya adak orucu varsa, on­ları şevval ayında tutarsa, yine de bu sünnetin sevabını elde etmiş olur.[246]

Böylece İmam Şafii ve arkadaşları yukarıdaki hadislerle is­tidlal etmiş bulunuyorlar.

c) Hanbelilere göre: Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabdır. Bunu üstüste tutmakta bir sakınca olmadığı gibi, müteferrik de tutulabilir ve böylece her iyilik on misliyle karşılık göreceği dikkate alınarak senenin tamamının oruçlu geçirilmiş olduğu ortaya çıkar.

Bu orucun müstehab olduğu aynı zamanda Kâb el-Ahbar'dan, Şa'bi, Meymun b. Mehran ve İmam Şafii'den de rivayet edilmiştir. İmam Malik ise, bu orucu mekruh saymıştır.[247]

Böylece Hanbeliler de Eyyub ve Sevban hadisleriyle istidlal etmişlerdir.

d) Malikilere göre: İmam Malik diyor ki:

"Şevval ayında altı gün oruç tutmak mekruhtur. Fıkıh ehlinden bir kimsenin bu orucu tuttuğunu görmediğim gibi, seleften hiç kimseden de bu ko­nuda bana birşey ulaşmış değildir. Hem ilim adamları bunu mek­ruh saymakta ve bid'a olmasından endişe etmektedirler. Aynı za­manda ramazandan olmayan bir orucu ramazana ilhak etmek söz konusu olur ki, bu da doğru değildir."[248]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

Ebu Cafer et-Tahavi, İmam Ebu Hanife'ye çok bağlı bulun­duğundan dolayı olsa gerek tetavvu oruçların önemli bir kısmına yer verdiği halde şevval ayında tavsiye edilen altı gün orucundan hiç söz etmemiştir. İbn Dakiyk el-Iyd de bu konuya dokunmamıştır.

Ebu Eyyub hadisi sahih kabul edildiğinden müctehidlerin çoğu onunla istidlal etmiştir.

1176 nolu Sevban hadisini aynı zamanda Nesai, Ahmed, Daremi ve Hafız Bezzar tahric etmişlerdir.

Bu babda İmam Ahmed'in Cabir'den yaptığı bir rivayet vardır, Abd b. Humeyd de onu rivayetleri arasına almıştır. Ancak isnadında Amr b. Cabir bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Son yıllarında bunadığı söylenir. O bakımdan İmam Ahmed, "Amr b. Cabir birçok münker hadisler rivayet etmiştir. Ara sıra bu konuda yalan söylediği de haber verilmektedir" demiştir. Nesai onun sıka (güvenilir) olmadığını belirtmiştir. Onu ancak Ebu Hatim tezkiye etmiş ve şöyle demiştir:

"Hadiste selah derecesindedir ve yirmi ka­dar hadis rivayeti vardır."[249]

Bu babda Bezzar, Ebu Nuaym ve Taberani'nin Ebu Hüreyre'den; yine Taberani'nin el-Evsat'ta İbn Abbas (r.a.) dan; Darekutni'nin Bera' b. Azib (r.a.) dan rivayet ettikleri hadisler bu­lunuyor. Bütün bu rivayetleri bir araya getirip istidlal edenlere göre, şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabdır. Nitekim İmam Şafii, İmam Ahmed, İmam Ebu Yusuf ve Davud ez-Zahiri bu görüşte olanlar arasında bulunuyor.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ramazan bayramından sonra şevval ayında altı gün nafile oruç tutmak müstehabdır.

2- Bu oruç üstüste tutulabileceği gibi, değişik günlerde de tu­tulabilir.

3- Üzerinde ramazan orucu kazası veya adak orucu bulunan kimse sözü edilen ayda onlara niyet edip kaza ederse, nafile oru­cun sevabına da erişmiş olur.

4- Ramazan orucu tamamlanınca bayram günü mutlaka if­tar edilmelidir. Çünkü bayram günü oruç tutmak haramdır.

5- Bayram gününden başlayarak altı gün oruç tutmak tahrimen mekruhtur.

6- İmam Malik ve İmam Ebu Hanife'ye göre, Şevval ayında altı gün oruç tutmak mekruhtur. Ancak bu iki imamın bu konuda­ki görüşleri ağırlık kazanmamış ve müctehidler tarafından tasvip edilmemiştir.

7- Şevval ayında altı gün orucu vacip saymak mekruhtur ve bu niyetle tutulması caiz değildir.

8- Her iyilik on misliyle karşılık göreceği müjdesinden hare­ketle, otuz gün ramazan, altı gün de şevval orucu, toplam otuzaltı eder. Bunu onla çarptığımızda karşımıza 360 sayısı çıkar. Böylece bu iki orucun bir seneyi kapsadığı belirtilmiştir.

9- Kuvvetli bir ihtimalle sözü edilen altı günlük oruç hakkındaki hadisler İmam Malik'e ulaşmamıştır. Bu konudaki ifadesinden böyle anlaşılmaktadır.

10- Eshab-ı Kiram'dan bazı kişilerin bu orucu tuttuğu rivay­et yoluyla sabit olmuştur.

 

Zilhiccenin On Gününde Ve Özellikle Arafe Gününde Oruç Tutmak

 

Zilhicce, bilindiği gibi hac aylarından biridir. İlk on gününde oruç tutmak suretiyle ibadet ve taati artırmanın büyük sevapları söz konusudur. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin çoğu zaman devam edip kaçırmadıgı oruçlardan biri de, zilhiccenin ilk on günü idi. Buna ilaveten bir de hac menasikiyle meşgul bulunmadığında arafe gününün orucunu tutardı. Hac ibadetini yerine getirmek üzere Arafat'ta bulunan hacıların o gün oruç tutması mekruh sayılmıştır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Hafsa (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Dört şey vardı ki Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz onları hemen hemen hiç terketmedi:

1- Aşura orucu,

2- Zilhiccenin ilk on gün orucu,

3- Her aydaki üç gün oruç,

4- Sabahın iki rek'at (sünnet)ini."[250]

Katade (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Arafe günün orucu, biri geçmiş, diğeri gelecek olmak üzere iki yılın (günah ve kusurlarını) temizleyip bağışlatır. Aşura günün orucu ise, geçen bir yılın (içinde işlenen günah ve kusurları) temizleyip bağışlatır."[251]

Tabii kul hakkı bu genellemenin dışında kalır.

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette adı geçen diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz arafe günü Arafat'ta oruç tutmayı yasakladı."[252]

Ümmü'1-Fazl (r.a.) dan yapılan rivayete göre, onlar birkaç kişi olarak Rasulüllah'ın (s.a.v.) arafe gününde oruç tutup tutmadığında şüphe etmişler ve bu sebeple Ümmü'l-Fazl diyor ki: Rasulüllah'a (s.a.v.) biraz süt gönderdim. O sırada Arafat'ta insanlara hitap ediyordu. Gönderdiğim sütü alıp içti."[253]

Ukbe b. Amir (r.a.) , Rasulüllah'ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir.

"Arafe günü, bayram günü ve teşrik günleri biz İslam Ehli'nin bayramıdır. Bu günler yeme ve içme günleridir."[254]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre: Zilhiccenin ilk dokuz gününde oruç tut­mak müstehabdır. Hac ibadetini yapmakta olanlar için Arâfe günü oruç tutmak mekruhtur.[255]

b) Şafiilere göre: Arafe günü oruç tutmak sünnettir. Ancak yolculuk halinde olanla haç ibadetini yerine getirmekte olan kim­seye sünnet değildir. Yalnız, hacı mukim olur ve oruç tutması bünyesini zayıflatmayacağına inanırsa, tutabilir. Bu durumda daha uygun olanı, zilhiccenin sekizinci günü olan "yevm-i terviye"de de oruç tutmaktır. [256]

c) Hanbelilere göre: Arafe günü oruç tutmak müstehabdır. Aynı zamanda zilhiccenin ilk on gününü de ibadetle geçirmek müstehabdır. Ancak vakfe için Arafat'ta bulunan hacıya müstehab değildir. Zira oruç tuttuğu takdirde yeterince duada bulunmaya takat getirmeyebilir. Rasulüllah'ın da (s.a.v.) haccederken arafe günü oruç tutmadığı sahih rivayetle sabit olmuştur.[257]

d) Malikilere göre: Arefe günü oruç tutmak menduptur. Ancak hac ibadetini yapmakta olan kimseye, terviye günü oruç tutmak mekruh olduğu gibi, bu günde mekruhtur.[258]

Şafîilerle Malikilerin zilhiccenin ilk on gününde oruç tut­makla ilgili görüş ve kavilerini tesbit edemedim.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

1184 nolu Hz. Hafsa hadisini Ebu Davud da tahric etmişse de "Hafsa" isminden söz etmeyip "Rasulüllah'ın zevcelerinden bir kısmı" ifadesini kullanmıştır. Hadisin lafzı şöyledir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz, zilhiccenin dokuzuncu günü, Aşura günü, her aydan üç gün ve her ayın ilk pazartesi ve perşembe günleri oruç tutardı."[259]

Müslim'in Hz. Aişe (r.a.) dan yaptığı rivayette, yukarıda be­lirtilen mananın hilafına bir beyan yer almaktadır. Şöyle ki:

"Ben, Rasulüllah'ın (s.a.v.) (zilhiccenin) on gününde oruçlu olduğunu hiç görmedim."

Diğer bir rivayette ise şöyle denilmektedir:

"Rasulüllah hiçbir zaman (zilhiccenin) ilk on gününde oruç tutmadı."

İlim adamları, bu hadisi, bir arazdan dolayı Rasulüllah'ın (s.a.v.) tutmadığına hamletmişlerdir. Zira sözü edilen günlerde oruç tutmanın, ibadeti artırmanın meşruiyetine delalet eden sahih rivayetler vardır, onlardan bir kısmını nakletmiş bulunuyoruz.

1185 nolu Katade hadisi, ayrıca sahabeden Zeyd b. Erkan, Sehl b. Sa'd, İbn Ömer ve daha birkaç zattan da nakledilmiştir.

Ayrıca bu babda Enes (r.a.) den ve başka sahabiden de hadis rivayet edilmiştir.

Gerek Hafsa, gerekse Katade hadisleri sahihtir ve ihticaca salihtir.

1186 nolu Ebu Hüreyre hadisini Ebu Davud, Nesai, Hakim ve Beyhaki tahric edip sahihlemişlerdir. Ayrıca İbn Huzeyme de sahihlemiştir. Ancak isnadında Mehdi el-Hecerî bulunuyor ki, bu zatın meçhul olduğu üzerinde durulmuştur. Nitekim Ebu Hatim: "Onu tanımıyorum" derken, İbn Hazm: "O, Hilal'in oğludur ve meçhuldür" demiştir. [260] Ne var ki, ravilerden birinin meçhul sayılması, hadisin sıhhatına bir halel getirmemektedir. Çünkü Mehdi'nin rivayet ettiği zat, Mehdi'den rivayet eden zat sıkadır, yani güvenilir ravilerdir.

el-Akiylî ise, onu zayıflar arasında rivayet etmiştir.

Şüphesiz Rasulüllah'ın (s.a.v.) arafe günü oruç tutmadığı isnad-ı ceyyid ile sabit olmuş, ama ümmetini bundan men'ettiği ol­mamıştır.

1187 nolu Ümmü'1-Fazi hadisinin bir benzerini Buhari ve Müslim, Meymune hadisinden tahric etmişlerdir. Nesai, İbn Hibban ise İbn Ömer hadisinden tahric etmişlerdir. İbn Ömer diyor ki: "Rasulüllâh (s.a.v.) Efendimizle birlikte haccettim, arefe günü oruç tutmadı. Ebu Bekir (r.a.) ile birlikte haccettim, o da oruç tutmadı. Osman (r.a.) ile birlikte haccettim, o da öyle... Ve ben de o gün oruç tutmuyorum. Aynı zamanda tu­tulmasını emretmiyorum ve yasaklamıyorum da..."

İbn Ömer'in (r.a.) bu açıklaması, hac ibadetini yapanlarla ilgili bulunuyor.

Sonuç olarak şöyle diyebiliriz:

Arefe günü orucuyla ilgili bütün hadisleri biraraya getir­diğimizde, onun müstehab olduğunu ve hac ibadetini yapan kim­seye mekruh olduğunu söyleyebiliriz.

Aynı zamanda İbn Ömer'den, (r.a.) yapılan bir diğer rivay­ette, arefe gününde oruç tutulmasını tavsiye ettiği belirtiliyor. Şöyle ki: Sehm diyor ki:

"İbn Ömer'den (r.a.) şöyle dediğini işittim: "Kendisine cuma gününde ve bir de Arefe gününde oruç tutmaktan soruldu. Bu iki orucun tutulmasını emir ve tav­siye etti."[261]

Ebu Cafer et-Tahavî bu konuda on kadar rivayete yer vermiş ve rivayetlerin ağırlığının, arefe günü oruç tutmanın meşruiyetine delalet ettiğine işarette bulunmuştur.[262]

Nitekim adı geçen zat, İmam Ebu Hanife, İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'in kavlinin de bu doğrultuda olduğunu kay­dederek, Hanefîlerin görüş ve tesbitinin özetini vermekte ve böylece konuyu bağlamaktadır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hac ibadetini yapmakta olanların arefe günü oruç tutma­ları mekruhtur.

2- Diğerleri için mekruh değil, müstehabdır.

3- Zilhiccenin ilk on gününü oruç ve ibadetle geçirmek de müstehabdır. Bu, daha çok Hanefîlerle Hanbelilere göredir.

4- Aşura orucu da müstehabdır. Muharrem'in 9 ve 10. veya 10 ve 11. veya 9,10 ve'11. günleri oruç tutmak sünnete uygundur.

5- Her ay üç ğün oruç tutmak ve bu günleri kamerî ayın 13, 14 ve 15. günlerine rastlatmak müstehabdır.

6- Sabahın iki rek'at sünneti, ise, hem müekkeddir, hem de fazileti çoktur.

İleride hem Aşura, hem her ayda üç gün oruç konusuna geniş yer vereceğimizden burada sadece özetini yazmakla yetin­dik.

 

Muharrem Ve Aşura Orucu

 

Bilindiği gibi, Muharrem ayı, kamerî ayların birincisidir. Ta­rih boyunca bu ayda birtakım önemli olayların meydana geldiği ri­vayet edilir. Her şeyden önce Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz bu aya önem vermiş ve onu ibadetle süsleyerek gereken ilgiyi göstermiştir.

Zamanın kutsallığı, içinde cereyan eden olaylara nisbetledir. O bakımdan Muharrem ayında tecelli eden ilahi gufran ve rah­metten nasibimizi almak istiyorsak, bu hususta Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in sünnetine göre amel etmemiz söz konusudur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden soruldu:

"Ramazandan sonra hangi oruç daha üstündür?" Rasulüllah (s.a.v.) soruyu sora­na şu cevabı verdi:

"Allah'ın (mübarek saydığı) muharrem ayı..."[263]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, kendisinden aşura orucu sorulduğunda şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.) Efendim­izin tuttuğu hiçbir günün orucunun diğer günler üzerinde bir üstünlüğünü arzu (ve beyan) ettiğini bilmiyorum, an­cak bu (aşura) günün orucu müstesna... Hiç bir ayın da (ibadet ve prucunu) diğer aylardan üstün olduğunu arzu (ve beyan) ettiğini bilmiyorum, ancak ramazan ayı müstesna..."[264]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Aşura günü öyle bir gündür ki, Kureyş cahiliye döneminde o gün oruç tutardı. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz de o gün oruç tutardı. Medine'ye (hicret edip) gelince, o gün (yine) oruç tuttu ve insanlara o gün oruç tutmalarını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca, Efendimiz bu defa şöyle buyurdu:

"Artık isteyen aşura orucunu tutar, isteyen bırakır."[265]

Seleme b. Ekva' (r.a.) den yapılan rivayette diyor ki:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz Eslem kabilesinden bir adama şöyle duyuruda bulunmasını emretti: "Kim bugün birşeyler yemişse, günün geri kalan kısmında (hürmeten) bir şey yemesin. Kim de bir şey yememişse oruç tutsun. Çünkü bugün aşura günüdür."[266]

Alkame'den yapılan rivayete göre, el-Eş'as b. Kays, Ab­dullah (b. Ömer) in yanına girdiğinde onun aşura günü ye­mek yediğini görüyor ve soruyor:

"Ya Eba Abdirrahman! Bugün şüphesiz aşura günüdür." Hz. Abdullah ona şöyle diyor:

"Ramazan orucunun farziyeti ile ilgili emir inmeden önce bu oruç tutuluyordu. Ramazan orucunun farziyeti hakkındaki emir inince bu artık terkedildi. Eğer oruçlu değilsen (otur) sen de yemek ye."[267]

İbn Ömer'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Doğrusu cahiliye devri halkı aşura orucunu tutuyor­lardı. Aynı zamanda Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz ve müslümanlar da ramazan orucu farz kılınmadan önce bu orucu tutuyorlardı. Ramazan orucu farz kılınınca, Ra­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

"Şüphesiz aşura günü, Allah'ın günlerinden bir gündür. Artık dileyen o gün oruç tutar."

O bakımdan İbn Ömer (r.a.) ancak tutmakta olduğu nafile oruçlar aşuraya denk gelirse, o günü de oruçlu geçirirdi. [268]

Ebu Musa (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Aşura günü, Yahudilerin ta'zim gösterdiği bir gündür ki onlar bu günü bayram edinirlerdi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz bizlere: "Sizler de bugün oruç tu­tun!" diye buyurdu."[269]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz (Medine'ye) geldiğinde, Yahudilerin aşura günü oruç tuttuklarını gördü ve bunun üzerine onlara sordu:

"Bu nedir (bugün hangi gündür?)" Onlar da:

"Bugün salih bir gündür ki Cenab-ı Hak Musa'yı ve İsrailoğullarını düşmanlarından kurtarmıştır. O bakımdan Musa Peygamber bugün oruç tutmuştur" diye ce­vap vermişler. O sebeple Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz:

"Musa'ya (yakınlıkta) ben sizden daha haklı bir düzeyde bulunuyorum" buyurdu ve aşura günü oruç tuttu, oruç tu­tulmasını emretti." [270]

Muaviye b. Ebi Süfyan'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizden işittim, buyurdu ki:

"Şüphesiz şu aşura gününde oruç tutmanız size farz kılınmamıştır. Ben oruçluyum, kim arzu ederse oruç tutab­ilir, kim de arzu ederse iftar edebilir." [271]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Muharrem'in onuncu gününü dokuzun­cu günüyle birlikte oruçlu geçirmek sünnettir. Yalnız onuncu gününde oruç tutmak mekruhtur.[272]

b) Şafiilere göre: Muharrem'in onuncu ve dokuzuncu günleri oruç tutmak sünnettir.[273]

Aynı zamanda dört haram aylarında da oruç tutmak menduptur.[274] Muharrem de o dört aydan biridir.

Bilindiği gibi, haram ayları dörttür; üçü ardarda gelir, biri ise münferiden gelir. Ardarda gelen üç ay: Zilkade, Zilhicce, Mu­harrem. Münferiden geleni ise, Receb'dir. Hanefîlere göre, bu ay­larda oruç tutmak mendup değildir.

c) Hanbelilere göre: Aşura günü oruç tutmak müstehabdır. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz dokuzuncu günde de oruç tutardı. O bakımdan Muharrem'in dokuz ve onuncu günleri oruç tutmak müstehabdır. Nitekim Ata'dan yapılan rivayete göre, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Dokuz ve onuncu günleri oruç tutun, yahudilere benzemeyin!"[275]

Zira yahudiler Muharrem'in sa­dece onuncu gününde oruç tutarlardı.

Aşura orucuyla ilgili emir, yani Rasulüllah'ın (s.a.v.) "sizler de bugün oruç tutun" mealindeki emri, vücup için değil, tavsiye anlamındadır.

d) Malikilere göre: Bu mezhebin görüş ve ictihadı da Hanbeli Mezhebine uygundur. Onlara göre de Muharrem'in dokuz ve onuncu günleri oruç tutmak, aynı zamanda Muharrem ayını daha çok oruç ve benzeri ibadetlerle geçirmek müstehabdır. [276]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

Yukarıdaki hadislerin sıhhati ittifak halindedir. Bazılarında aşura orucunun vacip olduğu anlamı kendini hissettiriyorsa da, 1205 nolu sahih hadis bunun vacîp olmadığını net şekilde ortaya koymaktadır.

Ve bütün bu rivayetlerden, tetavvu' oruçlarının en üstününün ve en faziletlisinin Muharrem ayında tutulan oruç olduğu anlaşılıyor. Tirmizi'nin Enes (r.a.) den rivayet ettiği: "Rasulüllah’dan (s.a.v.) soruldu: Ramazandan sonra hangi oruç daha üstündür? Efendimiz cevap verdi: "Ramazana ta'zim olsun diye Şaban ayında tutulan oruç" mealindeki hadise gelince, bu iki rivayet arasında bir muaraza olduğu inti­baını veriyor.                                                       

Ancak Tirmizi'nin bu hadisinin isnadında Sadaka b. Musa bulunuyor ki, bu zatın kaviy olduğu söylenir. Nitekim İbn Main onun zayıf olduğunu söylerken, Nesai'den de bu anlamda bir tesbitin ortaya konduğunu görüyoruz. Ebu Hatim ise onun hakkında şöyle demiştir:

"Hadisleri yazılabilir, ancak kaviy değildir." [277]

Böylece tetavvu' (nafile) oruçlardan, Muharrem orucunun daha faziletli olduğu ağırlık kazanıyor.

Bu konuda Tirmizi'nin rivayet ettiği bir hadis de bu sonucu kuvvetlendirmekte ve şüpheleri gidermektedir. Şöyle ki: Hz. Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, Rasulüllah'a (s.a.v.) soruldu veya bir adam Ondan sordu:

"Ya Rasulallah! Ramazan ayından sonra hangi ayda oruç tutmamı emredersin?" Bunun üzerine Efendimiz ona şöyle buyurdu:

"Eğer ramazan ayından sonra oruç tutmak istiyorsan, muharrem ayında oruç tut. Çünkü bü ay Allah'ın ayıdır; onda bir gün vardır ki, Allah bir kavmin tevbesini kabul buyurmuştur ve bir kavmin de tevbesini kabul buyuracaktır."[278]

Bununla beraber, Şaban ayının faziletiyle ilgili rivayetler daha çoktur ve Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz daha çok o ay üzerinde durmuştur. İlim adamlarının araştırmasına göre, Ra­sulüllah (s.a.v.) Efendimizin Muharrem'in faziletiyle ilgili beyan­larının daha çok ömrünün son yıllarına rastlattığı söz konusudur. Böylece önce Şaban ayına ağırlık verirken, aldığı işaret üzerine bu ağırlığı Muharrem'e çevirip teksif etmiştir. Çünkü İslam kültüründe, bu ayın ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu ay aynı zamanda kameri ayların birinci ayı, yani yıl başıdır.

1199 nolu Hz. Aişe hadisiyle tarihi bir olaya atıf yapılıyor. Şüphesiz, gerek Hz. İbrahim'in Hanif Dininin izleri, gerekse Nuh peygamberin gemisinin selametle yol alıp Muharrem'in onunda Cudi'de karar kılması rivayeti araplar arasında az-çok bilinmek­teydi. O bakımdan cahiliye devrinde Kureyş kabilesinin de Mu­harrem'in onuncu gününde kendi ölçülerine göre oruç tuttukları olmuştur. İslam dini, cahiliye devrine ait bütün kötü, çirkin ve za­rarlı adetleri kaldırırken, faydalı olanlarına pek dokunmamıştır. Bu da o faydalı olanlardan biri olabilir.

Aşura kelimesi "aşire" den ma'duldür. Bu şekle sokulması mübalağa ve ta'zîmi yansıtmaya yöneliktir.

Hz. Aişe hadisi, aşura orucunun sünnet veya müstehab olduğuna kesin biçimde delalet etmekte ve "vaciptir" diyenlerin görüşünü reddetmektedir.                       

Böylece Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin Medine'ye hicret et­meden önce de aşura orucunu tuttuğu ağırlık kazanmakta ve Me­dine'ye hicretinden birkaç ay sonra yahudilerin de o gün oruç tut­tuğunu görünce, onuncu güne dokuzuncuyu da ekleyerek iki gün oruç tutmuş ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir.

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette ise, bu konu şöyle açıklanmaktadır:

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz aşura gününde oruç tutup ve oruç tutulmasını emrettiği zaman, ashab-ı kiram şöyle dedi:

"Ya Rasulaliah! Bu öyle bir gündür ki, yahudi ve nasara da ona ta'zim göstermektedir; (bu hususta bize neyi tavsiye eder­sin?)" Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İnşaallah gelecek yıl olunca dokuzuncu günü de oruç tu­tarız."

İbn Abbas (r.a.) devamla diyor ki:

"Önümüzdeki yıl gelmeden Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz vefat etti."[279]

İmam Ahmed ve Müslim'in rivayetinde ise konu şu lafızla be­lirtiliyor:

"Eğer önümüzdeki seneye (sağ) kalırsam, mutlaka dokuzuncu gününde de oruç tutacağım."

Bunu, "aşura günü oruç tutacağım" şeklinde yorumladığı söylenir.[280]

Bir diğer rivayette ise, şöyle buyurmuştur:

"Aşura günü oruç tutun ve Yahudilere muhalefet edin; Onuncu günden bir gün önce ve bir gün de sonra oruç tutup (üç güne çıkartın)."[281]

Ancak İmam Ahmed'in bu son rivayeti zayıftır. Davud b. Ali tarikiyle rivayet edilmiştir ki, Davud onu babasından, o da dede­sinden rivayet etmiştir. İbn Ebi Leyla da Davud'dan rivayet etmiştir. İbn Main: "Umarım ki yalan söylememiştir" derken el-Muhamilî, onun cahil olduğuna dikkat çekmiştir.[282]

Diğer iki hadis ise, müctehidlerce ihticac ve istidlale salih görülmüştür. Nitekim bugün amel bu hadislere göre sürdürülmektedir.

Nasârâ'nın da aşura gününe ta'zimi, birçok konularda Tev­rat ile amel ettiklerinden dolayıdır. Çünkü İsa (a.s.), İsrailoğullarına gönderilen bir peygamberdir ve Tevrat'ın bazı hükümlerini değiştirmiştir, çoğuyla amel etmiştir.

İmam Ahmed'in tesbit ve rivayetine göre: İbn Abbas (r.a.), Nuh (a.s) ın gemisinin bugünde Cudi üzerinde karar kıldığını ve Nuh (a.s.) in o gün oruç tuttuğunu Musa (a.s.) ın da şükür olsun diye oruç tuttuğunu söylemiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Muharrem ayını oruç ve ibadetle süslemek müstehabdır.

2- Muharrem ayının onuncu günü, aşura günüdür. Yalnız bu günde oruç tutmak mekruhtur. İlim adamlarının çoğunun görüş ve tesbiti bu doğrultudadır.

3- Müharrem'in dokuz ve onuncu günleri oruç tutmak, sünnet veya müstehabdır.

4- Aynı zamanda Müharrem'in dokuz, on ve onbirinci günleri oruç tutmak da müstehabdır.

5- Aşura orucu vacip değildir.

6- İslam birçok konuda olduğu gibi, aşura orucu konusunda da kitap ehlinden ayrılıp kendine has bir sünnet meydana getir­miştir.

7- Böylece hükmü kaldırılan konularda kitap ehline uy­mamız; diğer konularda onları taklîd etmemiz caiz değildir. Ancak Kur'an'la Tevrat'ta aynı hükme yer verilmiş veya Tevrat'taki bir hüküm nakledilip hadisle bizim için de geçerli olduğu belirtil­mişse, o takdirde bu sakınca söz konusu değildir.

8- Muharrem ayında bundan başka pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmanın ayrı bir fazileti vardır.

9- Muharrem ayında hayır ve hasenatı çoğaltmamız, geniş rahmete ve gufrana kapı açar.

10- Bu ayda Cenab-ı Hak, tevbe edip dönüş yapanların tevbesini daha çok kabul buyurur.

11- Bu ayda tutulan oruçtan ve yapılan, ibadetten dolayı ge­ride kalan bir yılda işlenen küçük günahların bağışlanacağı umu­lur. Kul hakkı hariç büyük günahların da bağışlanacağı söz konu­sudur.

 

Şaban Ve Haram Ayları Orucu

 

Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Şaban ayına ayrı bir özellik ver­miş ve Ramazandan sonra en çok bu ayı oruçlu geçirmiştir. Aynı za­manda bu ayın fazileti hakkında hayli bilgiler vermiş ve kendisi de bilfiil söylediklerini uygulamıştır.

Dört haram ayına da ilgi göstermiş ve ihya edilmelerini tavsiye buyurmuştur.

Şüphesiz Şaban Ayı, Ramazan'a hazırlanmaya yönelik bir hik­meti de taşımaktadır. Cenab-ı Hakk'ın, kendini ibadete veren mü'min kullarına Ramazan'da açacağı çok zengin manevi sofradan yeterince nasip almamız için, ona Şaban ayında hazırlanmaya başlamamız çok daha uygun olur. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu ayın ya çoğunu, bazan da tamamını oruçlu geçirmiştir. Özellikle bu ayın yarısında yer alan Berat Gecesi'nin dinimizde ayrı bir anlamı söz ko­nusudur.

Konuyla ilgili hadisler

Ümmü Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz yılın hiçbir ayını tam ola­rak oruç tutmazdı; ancak Şaban ayını tam olarak tutar ve onu Ramazan'a ulaştırıp (bağlardı)."[283]

İbn Mâce'nin rivayetinde ise, hadisin son cümlesi şu lafızla nak­ledilmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Şaban ve Ramazan ayında oruç tu­tardı."

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.av.) Efendimiz Şaban'da tuttuğu oruçtan fazlasını (başka aylarda) tutmazdı; O, Şaban'ın tamamında oruç tutardı."[284]

Diğer bir rivayette ise, şu sözler nakledilmiştir:

"Şabanda tuttuğu oruç kadar hiçbir ayda tutmazdı; Bir kaç gün dışında Şaban'ın çoğunu oruçlu geçirirdi; hatta bu ayın tamamım oruçlu geçirirdi."

Başka bir rivayette hadis şu lafızlarla nakledilmiştir:

"Resulüllah'ın (s.a.v.) hiçbir ayın değil Ramazan ayının orucunu tamamen tuttuğunu ve hiçbir ayda Şaban ayındaki kadar oruç tutmadığını gördüm."[285]

Bâhile Kabilesinden bir adamdan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e git­tim ve şöyle dedim:

"Ya Resulellah! Ben, bir yıl önce size ge­len adamım." Bunun üzerine Efendimiz sordu:

"Bedeninin çok zayıfladığını görüyorum (neyin var)."

Ben de şu cevabı verdim:

"Ya Resulellah! Gündüzleri hiçbir şey yemedim, sa­dece geceleri yedim." Resulüllah (s.a.v.):

"Kendine azap etmeni kim sana emretti?" diye sordu. Ben de şu cevabı verdim:

"Şüphesiz benim gücüm (buna) yetiyor." Efendimiz şöyle buy­urdu:

"Sabır ayı (ramazanda) oruç tut ve ondan sonra da bir gün oruç tut."

Ben de:

"Ya Resulellah! Benim gücüm (fazlasına) yetiyor" dedim. Buyurdu ki:

"Sabır ayında ve on­dan sonra iki gün oruç tut." Ben yine:

"Bundan fazlasına gücüm yetiyor" dedim. Bunun üzerine Efendimiz:

"O halde sabır ayında ve ondan sonra, üc gün oruç tut ve bir de haram aylarında oruç tut" buyurdu.[286]

 

Hadislerin Işığında Müctehid Ve İstidlalleri

 

Şâfiî, Mâliki ve Hanefî mezhebine göre: Receb ve Şa'ban ayında oruç tutmak menduptur. Hanbelîlere göre ise, yalnız Receb ayında oruç tutmak mekruhtur. Ama bu ayda bazan tutup bazan iftar et­mekte bir sakınca yoktur.

Haram ayları olan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb'de oruç tutmak, İmam Şafiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed'e göre menduptur. Hanefî imamlarına göre, sadece bu aylardan her birinde üçer gün oruç tutmak menduptur; tamamını oruçlu geçirmek mendup değildir.[287]

 

Hadislerin Tahlilli Ve Diğer Rivayetler

 

1 nolu Ümmu Seleme hadisini Tirmizî hasenlemiştir. Hadisin  açık delaletinden, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in Şaban ayının tamamını oruçlu geçirdiği anlaşılıyor. 2 nolu Hz. Aişe hadisinden de aynı mana anlaşılmakta ve biri diğerini kuvvetlendirmektedir. Ancak Hz. Aişe'den yapılan diğer rivayetten, Şaban'ın çoğunu oruçlu geçirdiği anlaşılıyor.

O bakımdan hadisteki "tamamını" sözünden, "çoğunun" murad edildiği söylenebilir. Tirmizî'nin yaptığı bir rivayette, İbn Mübarek'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Arapça konuşma tarzında, bir ayın çoğunu oruçlu geçirince, tamamını oruçlu geçirdi demek caizdir." Şüphesiz bu tür mecaz, az kullanılan cinstendir.

Şaban ayının tamamını veya çoğunu oruçlu geçiren Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in bunu daha çok Ramazan'a ta'zim olsun diye yaptığı bilinmektedir. Nitekim Enes'in (r.a.) yaptığı rivayete göre: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den soruldu:

"Ramazan'dan son­ra en üstün oruç hangisidir?" Cevap verdi:

"Ramazan'a ta'zim olsun diye Şaban ayının orucu."[288]

Bunun bir diğer hikmeti de, Receb ile Ramazan arasında yer alan Şaban ayından insanların gaflet etmemesini sağlamaktır. Çünkü bu ayda, özellikle Berat Gecesi'nde ameller Cenab-ı Hakk'a yükseltilir. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) ümmetinin oruçlu bulun­duğu halde amellerinin yükseltilmesini arzulamış ve sözü edilen ayın çoğunu oruçlu geçirmiştir. Nitekim Üsâme (r.a.) diyor   ki:

"Resulüllah'a (s.a.v.) dedim ki:

"Ya Resulellah! Şaban'da oruç tuttuğun gibi hiçbir ayda o kadar oruç tuttuğunu görmedim." Cevap verdi:

"Bu ay, Receb ile Ramazan arasında bir aydır ki insanlar ondan gaflet ederler. Bu öyle bir aydır ki, ameller onda Cenab-ı Rabbi'l-âlemîne yükseltilir. O bakımdan ben de oruçlu bulunduğum halde amellerimin yükseltilmesini arzu ediyorum."[289]

Böylece Şaban ayında oruç tutmak müstehab kapsamına giriy­or. Nitekim selef-i sâlihîn bu istihbabı dikkate alarak Şaban ayını oruç ve diğer ibadetlerle ihya etmeğe özen göstermiştir.

Sonra genel anlatımla Receb ayının orucuna yer verildiğini görüyoruz. Dört haram ayda ibadet ve oruca teşvik eden şâri', onlar­dan biri olan Receb'i de anıp teşvik etmiş oluyor.

 

Receb Ayıyla İlgili Rivayetler:

 

Receb ayının fazileti hakkında rivayet edilen hadislerin çoğu merfu', bir kısmı da mursel olarak nakledilmiş bulunuyor. Ancak bunların isnadı üzerinde hayli durulmuş ve güven verici bir sonuç çıkarılmamıştır. Kimi bu rivayetlerin zayıf ve münker olduğunu belirtirken, kimi de zayıf ve istidlale sâlih olmadıklarına dikkat çekmiştir. Nitekim İbn Sübkî'nin Muhammed b. Mansûr es-Sem'ânî'den yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Receb ayında oruç tutmanın istihbabı hakkında sabit bir sünnet varid ol­mamıştır. Bu konuda rivayet edilen hadislerin hemen hepsi haber-i vahidir, hiçbir ilim adamı o rivayetlerle ferahlık duymaz."[290]

İbn Ebî Şeybe'nin rivayetine göre, Hz. Ömer (r.a.), Recep ayında oruç tutmak isteyenlere şöyle demiştir:

"Oruç tutmayıp yemek yeyiniz. Çünkü bu ay, cahiliyye devrinde ta'zim edilen bir aydı."

Zeyd b. Eslem (r.a.) diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den Receb ayında oruçtan soruldu. Şöyle buyurdu:

"Şaban ayına bakın, ondan ne haber?"[291]

İbn Mâce'nin İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı rivayete gelince, sene­dinde iki zayıf ravinin bulunduğu söz konusudur. İbn Abbas (r.a.) diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Receb ayında oruç tut­mayı men'etti."

Evet bunun isnadında Zeyd b. Abdülhamîd ve Dâvud b. Atâ' bu­lunuyor ki, bu iki zatın da zayıf olduğu belirlenmiştir. Zehebî'nin tesbitine göre, Zeyd sadece yukarıdaki hadisi Süleyman b. Ali el-Emir'den rivayet etmiş ve Dâvud da bunu Zeyd'den rivayet etmiştir. Dâvud hem zayıftır, hem de bu rivayette teferrüd etmiştir.[292]

4 nolu Bâhile'li adamın hadisini aynı zamanda Nesâî tahric etmiştir. Ancak bu kişinin ismi üzerinde farklı tesbitler ortaya çıkmıştır:

a) Ebûlkasım el-Beğavî, Mu'cemü's-Sahabe'de, bunun Abdullah b. Hars olduğunu, Muceybe el-Bahile'nin ondan rivayet ettiği belirti­liyor.

b) Ebû Davud'un rivayetinde ise, Muceybe'nin babasından veya amcasından söz ediliyor. Nesâî'nin rivayetinde, onun sadece am­casından rivayeti konu ediliyor.

Böylece ismi ve kimden rivayeti ihtilaf konusu olunca artık o hadisle istidlal edilmiyor.

Hadiste: "Sabır ayında ve ondan sonra üç gün oruç tut" cümlesinden, Ramazân'ı müteakip üç gün oruç tutmanın müstehab olduğu anlaşılıyor. Oysa daha önceki hadislerle de açıklandığı üzere, Şevval ayından altı gün oruç tutulması söz konusu idi. O halde Şevval ayından üç veya altı gün oruç tutmakta kişinin serbest olduğu neticesi çıkıyor.

Yine hadiste: "Bir de haram aylarında oruç tut" deniliyor.

Bu, haram aylarının hepsini oruçlu geçirmeğe delalet eden bir an­latım değildir. Zira bu aylardan Muharrem'de zaten oruç tutmanın fazileti biliniyor ki, Aşûra orucu söz konusudur. Zilhicce'nin ilk on gününü veya dokuz ve onuncu günlerini oruçlu geçirmek de teşvik edilmiş bulunuyor. Receb ayında ise konu ihtilaflıdır. Bununla bera­ber birkaç gün oruç tutmanın müstehab olduğu neticesine varılmıştır. Zilkade ayında ise oruç tutmakla ilgili ona has bir rivayet yoktur.

O halde haram aylarında oruç tutmaktan maksat, bu ayların tamamını oruçlu geçirmek değil, onlardan her birinde birkaç gün oruç tutmanın faziletini belirtmektir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Şaban ayının çoğunu, Receb  ayının bir kısmını oruçlu geçirmek menduptur.

Bu, üç imamın görüş ve ictihadıdır.

2- Yalnız Receb ayını oruçlu geçirmek mekruhtur. Ama bu ayın bazı günlerinde oruç tutmakta bir sakınca yoktur.

3- Şaban ayının tamamını veya önemli bir kısmını oruçlu geçirmek müstehabtır.

4- Şaban ayından gaflet etmemek ve bu ay girince, Ramazan'a ta'zim olsun diye ibadeti artırmak da müstehabtır.

5- Aynı zamada Şaban ayının yarısında Berat Kandili'nin gece­sini namaz ve tesbihle, dua ve niyazla geçirmenin, gündüzünde oruç tutmanın büyük ecri ve sevabı vardır.

6- Üç aylar diye anılan: Receb, Şaban ve Ramazan'ı oruçlu geçirmenin istihbabı üzerinde durulmuştur. Şöyle ki, Ramazan ayını oruçlu geçirmek zaten farzdır. Receb ayının tamamını oruçlu geçirmenin müstehab olduğuna açıkça delalet eden sahih bir rivayet yoktur. Ancak haram aylarında oruç tutmanın fazileti işlenirken, dolayısıyle receb ayında da oruç tutmanın fazileti ortaya çıkıyor. Bu da tamamını değil, bir kısmını oruçlu geçirmeğe yönelik bir anlatımdır. Şaban ayının tamamını veya çoğunu oruçlu geçirmenin müstehab olduğuna dair sahih hadisler mevcuttur.

O bakımdan üç aylar orucu denilince belirttiğimiz manayı an­layıp ona göre bir yol tutmamız daha uygun olur. Bununla beraber Receb ye Şaban'ın tamamını oruçlu geçirmek isteyene de "Böyle yapma. Receb'de birkaç gün oruç tut, Şaban'ın çoğunu veya tamamını oruçlu geçir" denilmez.

 

Pazartesi Ve Perşembe Günlerini Oruçlu Geçirmek

 

Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, önemli bir olay ortaya çıkmadığı sıkıcı ve üzücü bir durum söz konusu olmadığı takdirde pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçirir ve bu iki günde oruç tutulmasını tahrik ve teşvikte bulunurdu.

Hadislerde ifadesini bulduğu üzere, bu iki günde günlük amellerin Cenab-ı Hakk'a arzolunduğu söz konusudur. O bakımdan mü'min kişinin ameli arzolunurken onun oruçlu bulunmasında büyük faydalar vardır.

Amellerin arzolunmasından maksat ne olabilir? Şüphesiz ki Cenab-ı Hak olmuş ve olacak her şeyi bildiği gibi, kullarının kalbinde ve kafasında dolaşan niyet ve düşünceleri de bilir. Ancak o kainatı çok duyarlı bir cihaz gibi işler duruma getirip şaşmayan belli kanunlar koymuş ve her şeyi o kanunlar çerçevesinde yerine oturtarak bir takım kural ve esaslara bağlamıştır. Amellerin pazartesi ve perşembe günleri görevli melekler tarafından O'na arzedilmesi de bi kural olarak belirlenmiş bulunuyor. Artık kıyamete kadar bu kuralın değişmesi veya aksaması düşünülemez. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın yanında söz ve hüküm değişmeyeceği gibi, O'nun koyduğu esas ve kurallar da değişmez.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan.yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz pazartesi ve perşembe orucunu seçip (devam ederdi)."[293]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Her pazartesi ve perşembe ameller arzolunur. Ben de oruçlu bulunduğum halde (o günlerde) amellerimin arzolunmasını arzuluyorum."[294]

Ebû Katade (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimizden pazartesi günü oru­cundan soruldu. Cevap olarak şöyle buyurdu:

"Pazartesi be­nim doğduğum gündür ve o günde (Kur'an veya vahiy) bana indirildi."[295]

Bu üç rivayet dışında iki sahih rivayet daha bulunuyor. Biri, Resulüllah'ın (s.a.v.) sözü edilen iki günde oruç tutmaya devam ettiğine; diğeri ise bu iki günde Cennet'in kapılarının açık tutul­duğuna dairdir. Şöyle ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz perşembe ve pazartesi günleri oruç tutardı."[296]

Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu:

"Cennet'in kapıları pazartesi ve perşembe günleri açılır."[297]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Tesbit Ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Pazartesi ve perşembe günleri oruç tut­mak müstehabtır. Çünkü bu iki gün, "eyyam-i fâzile" den sayılır. Diğer günlere nisbetle bugünlerde tutulan orucun sevap ve fazileti çok daha büyüktür. O bakımdan oruç tutmak suretiyle bu fazilete erişmek söz konusudur.[298]

b) Şafîîlere göre: Her pazartesi ve her perşembe günü oruç tutmak sünnettir.[299]

c) Hanbelîlere göre: Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak sünnettir. Bunlar, Ebû Davud'un Üsâme b. Zeyd (r.a.) den yaptığı şu rivayetle istidlal etmişlerdir:

"Resulüllah (s.a.v.) pazartesi ve perşembe günleri oruç tutardı. Kendisinden bu oruçtan sorulunca da şu cevabı verdi:

"Şüphesiz insanların amelleri pazartesi ve perşembe günleri arzolunur."[300]

d) Malikîlere göre: Her hafta pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak menduptur ve bu orucun (ruh üzerinde olduğu kadar) bedenin sıhhati yönünden de olumlu tesirleri söz konusudur.[301]

 

Tahliller

 

10 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda İbn Hibban tahric edip sahihlemiş; İbnü'l-Kattan ise, isnadında Rabi'a el-Cereşî bulunduğu için hadisin muallet olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü Rabi'a meçhul olarak kabul ediliyor. Hafız İbn Hacer, bu görüş ve tesbiti reddederek diyor ki:

"İbnü'l-Kattan hata etmiştir. Zira Rabi'a el-Cereşî sahabîdir."[302]

Nitekim İmam Tirmizî, Hz. Aişe'nin (r.a.) bu hadisiyle ilgili şöyle demiştir:

"Hz. Aişe'nin (r.a.) bu hadisi hasen ve sahihtir."

11 nolu Ebû Hüreyre hadisini İmam Tirmizî "hadis-i garîb" ola­rak belirlerken, Hafız İbn Hacer et-Telhîs'te bunu naklettikten sonra susup hakkında bir görüş ve tesbit beyan etmemiştir.

12 nolu Ebû Katade hadisi de sahihtir. O bakımdan istidlale el­verişli görülmüştür.

13 nolu Üsame b. Zeyd hadisini Nesâî tahric etmiştir, isnadında meçhul bir adamın bulunduğu söylenirse de muhaddis İbn Huzayme onu sahihlemiştir.       

Bu konudaki rivayetlerin tamamı, her hafta pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmanın istihbabına delâlet etmektedir. Nite­kim müctehidlerin görüş ve tesbiti de bu doğrultuda cereyan etmiştir.

O halde sözü edilen iki günde oruç tutmayı itiyad edinen kimse­nin bu itiyadı Şaban ayının son gününe rastlasa bile, şek günü olduğu dikkate alınmaksızın oruç tutmasında bir sakınca yoktur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Haftanın pazartesi ve perşembe günlerinde oruç tutmak, ki­mine göre sünnet, kimine göre müstehabdır.

2- Ameller bu iki günde Cenab-ı Hakk'a arzolunur.

3- Haftada iki gün oruç tutmak suretiyle ruha gıda, bedene zindelik vermek söz konusudur.

 

Yalnız Cuma Ve Yalnız Cumartesi Oruç Tutmak Mekruhtur

 

İslâm Dini, Cenab-ı Hakk'ın insanlara en son, en kalıcı mesajı olarak seçilip belirlenince, O, bu cihanşümul ve kalıcı özelliğiyle yürürlükten kaldırılan semavi dinlerin sadece birçok hükümlerim neshetmekle kalmamış, Kitap Ehli'nin adet ve geleneklerinden, bir­takım ibadetlerinden de uzak kalıp yepyeni bir ruh, bir dinamizm ve taze kan getirmiştir.

Cuma günü, mü'minlerin bir bakıma bayramı sayılır. O günü namaz ve hutbeyle değerlendirirken, cemaatleşme hikmetine yönelik bir kaynaşmaya kapı açılır ve böylece mü'minler o gün daha çok görüşme, buluşma, biraraya gelme imkanına erişir. Cuma na­mazından sonra ise, günlük hayata yeni bir şevk, duygu, bilgi ve düşünceyle dönülür ve daha güvenli bir ortamın vücut bulması sağlanır. O bakımdan cuma gününe ayrı bir özellik daha verip o gün oruç tutmaya özen gösterilmemesi tavsiye edilmiştir.

Cumartesi günü ise, Yahudilerin kendilerine tatil ve bayram seçtikleri gündür. Tevrat hükümlerine göre, Yahudilerin o gün alım-satımda bulunması; pazar kurması yasaklanmıştır. O bakımdan Müslümanlar'ın cumartesi gününde oruç tutmak suretiyle o güne bir özellik atfetmeleri sakıncalı görülmüş ve o günkü oruç kerahet kap­samına alınmıştır.

Pazar günü hakkında da birtakım rivayetler vardır; yeri gelince açıklanacaktır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Muhammed b. Abbad b. Cafer'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Cabir'e (r.a.) sordum, dedim ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz cuma günü oruç tutmayı men'etti mi?" Hz. Cabir şu cevabı verdi: "Evet..."[303]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Cuma günü oruç tutmayın; ancak bir gün de evvelinden veya bir gün sonrasından oruç tutmak suretiyle iki güne çıkararak (tutabilirsiniz)."[304]

Müslim'in rivayetinde ise hadis şu sözlerle nakledilmiştir:

"Geceler arasından cuma gecesini kalkıp ibadete has kılmayın (ayırmayın); gündüzler arasından da cuma gününü oruç tutmaya ayırmayın. Ancak sizden birinizin itiyad edip tutmakta olduğu oruç o güne rastlarsa (bunda bir sakınca yoktur)."[305]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Yalnız cuma günü oruç tutmayın!"[306]

Cüveyriye (r.a.) dan yapılan rivayete göre:

"Adı geçenin oruçlu bulunduğu cuma gününde Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onun yanına (hücresine) giriyor ve ona:

"Dün oruç tuttun mu?" diye soruyor. O da:

"Hayır, tutmadım" diye cevap veriyor. Peygam­ber (s.a.v.):

"Yarın da oruç tutacak mısın?" diye soruyor. O yine:

"Hayır, tutmayacağım" diye cevap veriyor. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona:

"İftar et (orucunu) boz!" diye emrediyor."[307]

"Cünadet el-Ezdî (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Cuma günü Ezd Kabilesi'nden yedi kişiyle birlikte -ki bunlardan bir kısmı kadın idi- Resulüllah'ın (s.a.v.) yanına girdik. Efendimiz yemek yiyordu. Bize:

"Yemeğe geliniz" diye buyurdu. Biz O'na:

"Ya Resulallah! Doğrusu biz oruçluyuz" de­dik. Bunun üzerine sordu:

"Dün oruç tuttunuz mu?" Biz de:

"Hayır, tutmadık" dedik. Sonra bize:

"Peki yarın oruç tutacak mısınız?" diye sordu. Biz:

"Hayır, tutmayacağız" dedik. Resulüllab (s.a.v.) bize:

"O halde iftar edin (orucunuzu) bozun" buyurdu. Biz de O'nunla beraber oturup yemek yedik. Resulüllah (s.a.v.) dışarı çıktı (Mescid'e girdi ve) minbere çıkıp bir tas su istedi. Su getirilince kendisi minber üzerinde o suyu içti ve oradakiler de ona bakıyorlardı ve Peygamber (s.a.v.) onlara cuma günü oruç tutmadığını gösteriyordu."[308]

Abdullah b. Büsr'den, onun da kızkardeşi Samma'dan rivaye edildiğine göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Cumartesi günü oruç tutmayın; meğer ki size farz kılınmış bir oruç ola... Cumartesi gününde biriniz ancak bir üzüm sapı veya bir ağaç kabuğu bulsa onu ağzına atıp çiğnesin (oruç tutmasın)."[309]  

İbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz cuma günü pek az iftar eder (o günü oruçlu geçirmez) di."[310]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Yalnız cumartesi ve yalnız pazar gün oruç tutma konusunda ünlü fakih Şemsüleimme el-Hulvanî diyor ki:

"Bu günlere ta'zim söz konusu değilse, bir sakınca yoktur."[311]

Rivayetlerin tamamını dikkate almak suretiyle yalnız cuma günü oruç tutmak, birçok fukahaya göre müstehabdır. Pazartesi ve perşembe günleri gibi.. Nitekim Bahrirâik'de de bu husus belirtilmiştir.

Bunun gibi Haram Aylar'ında perşembe, cuma ve cumartesi günleri de oruç tutmak müstehabdır. Haram ayları dörttür: Zilkade Zilhicce, Muharrem ve Receb.[312]

Fetâvâ-yı Hindiyye'de Hanefîlerin görüşü bu şekilde belirtilirk­en, El-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa adlı eserde ise, Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezhebleriııin bu konuyla ilgili görüş ve ictihadları şöyle nakledilmiştir:

"Mekruh olan oruçlardan biri de, yalnız cuma günü ve yalnız cumartesi günü oruç tutmaktır. Mâlikîler ise, yalnız cuma veya başka bir günü oruçlu geçirmekte kerahet yoktur demişlerdir."[313]

Bu iki ayrı tesbiti şöyle telif edebiliriz: Sırf ta'zim olsun diye belirtilen günlerde oruç tutmak mekruhtur. Ama kişinin böyle bir niyet ve itikadı yoksa, tutmasında bir sakınca yoktur.

Anlaşılan o ki, İmam Ebû Hanife ve arkadaşları yukardaki ha­dislerle istidlal etmemişlerdir.

b) Şafiîlere göre: Yalnız cuma günü ve yalnız cumartesi günü oruç tutmak mekruhtur. Aynı zamanda yalnız pazar günü de oruç tutmak mekruhtur. Ama bunlardan birini diğeriyle birleştirmek, yani cuma ile cumartesini veya cumartesi ile pazarı birleştirmek suretiyle oruç tutmakta kerahet yoktur.[314]

c) Hanbelîlere göre: Yalnız cumayı, yalnız cumartesini, şek gününü, Nevruz ve Mihrican günlerini oruçlu geçirmek mekruhtur. Ancak itiyad edip tutmakta olduğu oruç bu günlere tesadüf ederse, o takdirde bir sakınca söz konusu değildir.[315]

Hanbelîler de Şafiiler gibi, yukarıda konumuzu oluşturan hadis­lerle istidlal etmiş bulunuyorlar.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

20 nolu Muhammed hadisi, 21 nolu Ebû Hüreyre hadisi, 22 nolu Müslim hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. O bakımdan muctehidlerin çoğu bunlarla istidlal etmişlerdir.

23 nolu İbn Abbas hadisinin isnadında Hüseyin b. Abdillah b. Ubeydillah bulunuyor ki bu zat hakkında farklı tesbitler söz konusu­dur: İbn Maîn onun sıka (güvenilir) olduğunu belirtirken, diğer hadis imamları onun zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir.[316]

Zehebî ise bu zat hakkında şu bilgileri toplamıştır: Ahmed b. Hanbel'e göre, onun hayli münker rivayeti vardır. Ebû Zür'a ve başkası onun kaviy olmadığını söylemiştir. Nesâî ise, onun metruk olduğunu belirtmiştir.[317]

25 nolu Cünadet hadisini aynı zamanda Hâkim tahric etmiş ve Nesâî, ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir.

İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife bu konuda 27 nolu İbn Mes'ud hadisiyle istidlal etmişlerdir.

Yalnız cuma günü oruç tutmanın mekruh olmasının sebeplerin­den biri, o günün mü'minlerin bayramı sayılmasıdır. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz cuma günü bayram gününüzdür. Artık siz bay­ram gününüzü oruç gününüz yapmayınız."[318]

26 nolu Abdullah hadisini aynı zamanda İbn Hibban, Hâkim, Beyhakî tahric etmişlerdir ve İbn Seken onu sahihlemiştir. Ebû Dâvud ise kendi süneninde, Mâlik'in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Bu hadis yalandır, (uydurmadır)." Ayrıca hadisin muzdarip olduğunu söyleyenler var.

Hafız İbn Hacer ise, bu tesbit ve görüşlere katılmamıştır. Ebû Dâvud bu hadisin mensuh olduğunu söylemiştir.[319]

Böylece yalnız cuma ve yalnız cumartesi günleri oruç tutmanın mekruh olup olmadığı hakkında birçok rivayetler vardır. Tirmizî'nin yaptığı rivayete güre. Hz. Aişe (r.a.) bu konuda şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ay içinde cumartesi, pazar ve pa­zartesi günlerinde ve bir diğer ay içinde ise salı, çarşamba ve perşembe günleri oruç tutardı."

Ne var ki, konumuzu oluşturan hadislerde yalnız cuma ve yalnız cumartesi günü oruç tutmanın mekruh olduğu belirtilmekte­dir. Burada ise, hem cuma, hem de cumartesi gününü oruçlu geçirmekte bir sakınca olmadığına işaret edilmektedir. Böylece rivay­etler arasını telif mümkün oluyor.

İbn Mes'ud hadisi de kuvvetli bir ihtimalle bu ikinci şıkkı yansıtmakta ve Resulüllah'ın (s.a.v.) ay içinde oruç tutarken bu iki günü pazartesiyle birlikte oruçlu geçirdiği anlaşılmaktadır.

 

Çıkarılan Hükümler                       

 

1- Yalnız  cuma ve  yalnız  cumartesi  günü  oruç  tutmak mekrûhtur. Bu, İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in ictihadıdır.

2- Yalnız cuma ve yalnız cumartesi veya yalnız pazar günü oruç tutmakta bir sakınca yoktur. Hanefilerin çoğu bu görüşe katılmamıştır. Ancak bu günlere ta'zim olsun diye tutulursa, o tak­dirde mekruhtur. Bu, İmam Ebû Hanife ile İmam Mâlik'in icti­hadıdır.

3- Cuma ve cumartesi günlerini ardarda oruçlu geçirmekte bîr sakınca yoktur.

4- Cumartesi ve pazar gününü de ardarda oruçlu geçirmek mekrûh değildir.

5- Yahudiler ta'zim gösterip cumartesini dinlenme ve ibadet günü seçtikleri için onlara özenerek bir müslümanın böyle bir itikadla cumartesi günü oruç tutması tahrîmen mekruhtur.

6- Cuma günü, mü'minlerin bir bakıma haftalık bayramıdır. O bakımdan bayram gününde oruç tutmanın pek doğru olmayacağı söz konusudur.

7- İlim adamlarından bir kısmına göre: Yahudiler cumartesi, Hristiyanlar da pazar günü oruç tutmadıklarına göre, müslümanların onlara muhalefet olsun diye o günlerde oruç tutma­larında bir sakınca-söz konusu değildir.

Ama bu görüş ve yorum ağırlık kazanmamış ve ilim adam­larının çoğu buna iltifat etmemiştir.

 

Eyyamü’l-Biyd’de Ve Her Aydan Üç Gün Oruç Tutmak

 

İslam Dini, aylık hayatımızı dengeli, düzenli geçirmemiz, ruhla beden arasındaki köprünün sapasağlam kalabilmesi; dünya ile ahiret arasındaki irtibatın kopmaması ve tek kelimeyle madde ile mana arasında yıkılmaz bir dengenin ouşturulması ve korunması.için, günde beş vakit namaz kılmayı emrederken, bunun dışında nafile na­mazları ve nafile oruçları da tavsiye etmiş bulunuyor. Farz oruç ile zekat ve hac da şüphesiz bu dengenin omurgasını oluşturuyor.

O bakımdan hayatımızın her ayını ibadetle süslememiz ve bir­kaç gününü oruçlu geçirmemiz kadar faziletli, yönlendirici, yaklaştırıcı bir şey düşünülemez.

Kamerî ayın 13, 14 ve 15, günlerine "Eyyam-ı Biyd" denilmiştir. Geceleri mehtaplı olup ay yansıttığı ışıkla çevremizi aydınlattığı için bu üç günü, ilahi düzen ve düzenlemeyi daşünevek, O'nun sonsuz kudretinin eserini görerek, her şeyi insandan yana yaratıp hizmete sevkettiğini anlayarak oruç tutmak kadar güzel ibadet ve asil kulluk düşünülemez.

Böylece ister her ayın 13, 14, 15. günlerini oruçlu geçirelim, is­terse her ayda başka günlerde üç gün oruç tutalım, her iyilik on mis­liyle karşılık göreceğine göre, biz ibadetinizle aynı tamamını oruçlu geçirmiş gibi oluruz.

 

İlgili Hadisler

 

Ebû Zer (r.a.) den yapılan rivayete göre, Res'ulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur:

"Ya Ebâ Zer! Aydan üç gün oruç tut­mak istediğinde, ayın onüç, ondört ve onbeşinci günleri oruç tut."[320]

Ebû Katade (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Her ay üç gün ve bir de ramazan­dan ramazana oruç tutmak, senenin tamamını oruçlu geçirmek olur."[321]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bîr aydan cumartesi, pa­zar ve pazartesi günlerinde; diğer aydan ise salı, çarşamba ve perşembe günlerinde oruç tutardı."[322]

Ebû Zer (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur:

" Kim her aydan üç gün oruç tutarsa, bu senenin tamamını oruçlu geçirmek olur. Çünkü Cenab-ı Hakk kendi kitabında bunu doğrulayarak şöyle buyurmuştur: "Kim bir iyilikle gelirse, ona on katı vardır." Böylece her güne karşılık on gün söz konusudur.[323]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Kamerî ayın onüç, ondört ve onbeşinci günleri oruç tutmak müstehabtır.[324]

b) Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre: Her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günleri oruç tutmak menduptur.                             

c) Malikîlere göre, sözü edilen üç günü kasdedip oruç tutmak mekruhtur.[325]                                                                      

İmam Mâlik bu konuda Hz. Aişe Hadisiyle istidlal edip Resulüllah'ın (s.a.v.) her ay mutlaka sözü edilen üç günde değil, değişik üç günlerde de oruç tuttuğunu dikkate almıştır.                         

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler                           

 

37 nolu Ebû Zer hadisini İbn Hibban tahric edip sahihlemiştir. Nesâî ile Tirmizî sözü edilen hadisi şu lafızla rivayet etmişlerdir:

"Re­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize aydan eyyam-ı biyd'de oruç tutmamızı emretti: Onüç, ondört ve onbeşinci günler.."

38 nolu  Ebû Katade hadisi sahih olup istidlale salih görülmüştür.

39 nolu Hz. Aişe hadisi mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Ricali, rical-i sahihtir.

40 nolu Ebû Zer hadisini İmam Tirmizî hasenlemiştir. Bu babta Sünen sahiplerinin İbn Mes'ud (r.a.) den rivayet ettikleri bir hadis daha bulunuyor ki, İbn Huzayme onu sahihlemiştir. Lafız olarak şöyledir:

"Resulüllah (s.a.v.) her ayın gurresinde üç gün oruç tutardı."

Gurre, birçok manalara geldiği gibi, her ayın, yani kamerî ayın dolunayının ilk üç günü hakkında da kullanılmıştır.

Bu bapta bir de Ebû Dâvud ile Nesâî’nin Hafsa (r.a.) dan yaptıkları rivayet vardır. Şöyle ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz her ay üç gün oruç tutardı: Pazartesi, perşembe ve diğer cu­madan pazartesi günü.."

Müslim'in bu konuda Hz. Aişe’den yaptığı rivayette, deniliyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz her ay, hangi ay olursa ol­sun üç gün oruç utardı."

Nesâî'nin İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ne hazarda, ne seferde eyyam-i biyde iftar ederdi (yani orucunu bozmaz, tutardı)."

Böylece her ayda üç gün oruç tutmak hakkındaki rivayetleri biraraya getirdiğimizde, kişi bu hususta muhayyerdir, dilerse kameri ayın 13, 14 ve 15. günlerini, dilerse başka günlerden üç günü oruçlu geçirebilir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Her ayın 13, 14 ve 15. günleri oruç tutmak menduptur. Bu, İmam Ahmed ile İmam Şafiî'nin görüş ve ictihadıdır.

2- İmam Ebu Hanife'ye göre, sözü edilen, günlerde oruç tutmak sünnettir.

3- İmam Mâlik'e göre, kameri ayda hangi günler olursa olsun üç gün oruç tutmak menduptur.

4- Her ay içinde tutulan üç gün orucun cumartesi veya pazara rastlamasında bir sakınca yoktur.

5- Kamerî ayın özellikle onüç, ondört ve onbeşinci günlerini tayinen oruçlu geçirmek mekruhtur. Bu İmam Mâlik'in görüş ve icti­hadıdır.

6- Her iyilik on misliyle olduğuna göre, her ay üç gün oruç tut­mak ayın tamamını oruçlu geçirmek gibi sevaplıdır.

 

Bir Gün Oruç Tutup Bir Gün İftar Etmek

 

Üzerimizde birçok haklar vardır. Her hak sahibinin hakkını vermek ve ödemek zorundayız. Rabbımızın, eşimizin, çocuklarımızın, yakınlarımızın, kendi nefsimizin, komşularımızın, çevremizin ve Müslümanların birtakım hakları söz konusudur. Kendini zühd-ü tak­va düzeyinde tutmak veya o düzeye ulaştırmak için geceleri kalkıp namaz ve ibadette bulunmak, gündüzleri oruç tutmak suretiyle gününü dolduran kimse, bir bakıma güzel ve faziletli amelde bulu­nuyorsa da, diğer bakımdan kendini güçsüz düşürmekte ve dünyevî işlerini, hizmetlerini layıkıyla yerine getirememektedir.

Oysa İslâm iki hayata birden sarılmamızı, her ikisi içinde gerektiği ve emredildiği şekilde çalışmamızı emretmektedir. Ne ahireti dünyası için, ne de dünyayı ahireti için terketmeğe cevaz verir. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyası için, yarın ölecekmiş gibi ahireti için çalışan mü'min, Resulüllah'ın (s.a.v.) sünnet çizgisinde bulunuyor de­mektir.

Sonra da yukarıda sözünü ettiğimiz hak sahiplerinin haklarının neler olduğunu belirleyip onları imkanlar elverdiği nisbette yerine getirmek vaciptir. Gece ve gündüz kendini ibadete vererek çalışmayı, kazanmayı ihmal eden kimse, dolayısıyla eşini, çocuklarını, hısımlarını ve çevresini ihmal etmiş olur.

Bunu için Yüce İslâm Dini senenin tamamını oruçlu geçirmeyi mekruh sayarken, bir gün oruç tutup bir gün iftar etmeyi, bu konuda çok arzukâr olanlara müstehab saymıştır.

 

İlgili Hadisler

 

Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz (ona) şöyle buyurmuştur:

"Her ay üç gün oruç tut!"

Abdullah diyor ki:

"Ben bu tavsiyeye karşı şöyle dedim:

"Ben bundan daha güçlüyüm (daha fazla oruç tutabilirim)". Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) durmadan beni(m için günleri çoğaltıp) yükseltti; ta ki şöyle buyurdu: "bir gün oruç tut, bir gün iftar et. Çünkü bu, en üstündür. Bu kardeşim Davud (a.s.) ın orucudur."

Yine Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Devamlı oruç tutan kimse oruç tutmamış olur."

Ebu Katade (r.a.) den yapılan rivayete göre, Hz. Peygamber’e (s.a.v.):

"Ya Resulallah! Seni tamamını oruçlu geçiren kimsenin durumu nedir?" diye sordu. Efendimiz ona şu cevabı verdi:

"O ne oruç tutmuştur, ne de iftar etmiştir" veya "O ne oruç tutyor, ne de iftar ediyor."

Ebu Musa (r.a.) den yapılan rivayete göre, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kim senenin tamamını (veya devamlı surette) oruç tutarsa cehennem onun üzerine daraltılır."

Efendimiz bu sözü söylerken ovucunu yumarak ifadenin anlaşılmasını kolaylaştırdı.

 

Bu Konuda Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre: Bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek müstehabtır. Bu tarz oruç, Davud (a.s.) in orucudur. O da bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. 

b) Şafiilere göre: Bayram ve teşrik günleri dışında yılın tamamını oruçlu geçirmek, kendine bir zarar gelir veya bazı hakları yerine getiremez olur korku ve endişesini duyan kimseye mekruhtur. Böyle bir korku hissetmeyen ve gücünü muhafaza edebileceğinden emin olan kimse için müstehabtır. Bununla beraber, bazı ilim adamlarının itimade daha uygun gördüğü gibi, bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek efdaldir.

c) Hanbelilere göre: İmam Ahmed bu konuda şöyle demiştir:

"İki bayram günü ve bir de Teşrik günleri iftar edip senenin tamamını oruçlu geçirmekte bir sakınca olmadığını umuyorum. Hanbeli fakihlerinin ileri gelenlerinden çoğu ise, bu orucu mekruh saymışlar. Çünkü böyle bir oruçta meşakkat ve zaaf söz konusudur. Ama Ebu Talha’nın (r.a.) Resulullah’ın (s.a.v.) vefatından sonra kırk sene bayram ve teşrik günleri hariç bütün yılı oruçlu geçirdiği rivayetler arasında bulunuyor.  

Gücü yeten kimsenin bir gün oruç tutup bir gün iftar etmesi, mendup olan oruçların efdalıdır.

d) Malikilere göre: İmam Malik ve İmam Ahmed’den yapılan rivayetin bir benzeri yapılmıştır. Yani ona göre, gücü yeten kimsenin bayram ve teşrik günleri dışında bütün seneyi oruçlu geçirmesinde bir sakınca yoktur. Bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek ise, efdaldir.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

Yukarıya naklettiğimiz dört hadisin de sahih olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.

46 nolu Ebû Musa hadisini aynı zamanda İbn Hibban, İbn Huzayme, Beyhakî ve İbn Ebî Şeybe tahric etmişlerdir. Ayrıca Hafız Bezzar ile Taberânî de kendi eserlerinde buna yer vermişlerdir. Mecmeu'z-Zevâid'de Ebû Musa hadisinin ricalinin rical-i sahih olduğu belirtilmiştir.[326]

Bu bapta İmam Ahmed'in ve İbn Hibban'ın Abdullah b. Şehîr'den rivayet ettikleri bir hadis bulunuyor. Şöyle ki:

"Devamlı, bütün yıl oruç tutan kimse (gerçekte) ne oruç tutmuştur, ne de iftar etmiştir."

Böylece Abdullah b, Amr, Ebû Katade ve Ebû Musa hadisleri, bütün seneyi oruçlu geçirmenin mekruh olduğuna delalet etmektedir. Zira yukardaki hadisin manasını şöyle yorumlayanlar olmuştur: Öylesine oruç sevabı hasıl olmamıştır. Çünkü muhalefet söz konusu­dur. İftar etmemiştir, çünkü bir şey yemek ve içmekten kendini alıkoymuştur."

Nitekim Zahirîlerle İshak bu rivayetlere dayanarak, bütün se­neyi oruçlu geçirmenin mutlaka mekruh olduğunu belirtmişlerdir. İmam Ahmed'den de ayrıca buna yakın bir rivayet yapılmıştır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bayram ve teşrik günleri de dahil olmak üzere senenin tam­amını oruçlu geçirmek haramdır. Zira bayram ve teşrik günleri yeme Ve içme; meşru şekilde eğlenme ve Hakk'a şükretme günleridir. O bakımdan bu günlerde oruç tutmak haram kılınmıştır.

2- Bayram ve teşrik günleri hariç senenin tamamını oruçlu geçirmek mekruhtur. Bu, Hanefîlerin görüş ve ictihadıdır.

3- Oruç tutmaya gücü yetip güçsüz duruma düşmeyeceğinden emin olan kimselerin bayram ve teşrik günleri hariç bütün seneyi oruçlu geçirmelerinde bir sakınca yoktur. Bu, diğer üç mezhebin görüş ve ictihadıdır.

4- Yine bayram ve teşrik günleri hariç bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek suretiyle oruca devam etmek mendup ve efdaldır. Dört mezhebin de görüşü budur.

 

Yolculuk Halinde Olanın Ve Bir De Savaşanların Nafile Oruç Tutması

 

Yolculuk halinde olan kimseye, dinimiz sıkıntı ve meşakkat doğuracak bir takım amelleri yerine getirmemesi için ruhsat vermiş ve birtakım amelleri hafifletmiştir. Zira dinin hikmetinde ve özünde kolaylık prensibi söz konusudur. Hem ibadet gönül rahatlığı içinde sıkıntı duymadan, meşakkat çekmeden yapıldığı takdirde daha çok huzur verir ve gönül yatışkanlığına vesile olur. Ancak bu kural mut­lak anlamda düşünülmemelidir. Bazı takva sahibi mü'minler daha çok meşakkatli ibadetten zevk alıp huzur duyar ve daha çok gönül yatışkanlığma erişir. O bakımdan kendine güvenip kudreti olanların seferde oruç tutması daha hayırlı sayılmış ve bazı nıüctehidlere göre, dört rekatlı farz namazları tam olarak kılmalarına cevaz verilmiştir.

Bunun gibi yolculuk halinde olan veya savaş günlerini yaşayan kimseler, daha çok huzur ve güven duyup daha çok Hakk'a yak­laşmayı arzuluyorlarsa, o takdirde nafile namaz ve nafile oruç tutmalarında bir sakınca yoktur. Ancak böyle durumlarda oruç onları güçten düşürüyor ve daha ciddi yol almalarına veya daha güçlü savaşmalarına engel teşkil ediyorsa, o takdirde oruç tutmamaları hayırlı olur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, hazarda olsun, seferde olsun eyyam-ı biyd (kameri ayların 13,14 ve 15. günleri) iftar etmeyip oruç tutmuştur."[327]

Ben bundan daha güçlüyüm (daha fazla oruç tutabilirim)". Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) durmadan beni(m için günleri çoğaltıp) yükseltti; ta ki şöyle buyurdu:

"Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. Çünkü bu, oruçların en üstünüdür. Bu, kardeşim Dâvud (a.s.) in orucudur."[328]

Yine Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Re­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Devamlı oruç tu­tan kimse oruç tutmamış olur."[329]

Ebû Katade (r.a.) den yapılan rivayete göre, Hz. Peygamber'e (s.a.v.):

"Ya Resulallah! Senenin tamamını oruçlu geçiren kim­senin durumu nasıl ve nedir?" diye sordu. Efendimiz ona şu cevabı verdi:

"O ne oruç tutmuştur, ne de iftar etmiştir" veya "O ne oruç tutuyor, ne de iftar ediyor."[330]

Ebû Musa (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim senenin tamamı (veya de­vamlı surette) oruç tutarsa cehennem onun üzerine da­raltılır". Efendimiz bu sözü söylerken avucunu yumarak ifade­nin anlaşılmasını kolaylaştırdı.[331]

 

Bu Konuda Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek müstehabtır. Bu tarz oruç, Dâvud (a.s.) in orucudur. O da bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi.[332]

b) Şafiîlere göre: Bayram ve Teşrik günleri dışında yılın tam­amını oruçlu geçirmek, kendisine bir zarar gelir veya bazı hakları ye­rine getiremez olur korku ve endişesini duyan kimseye mekruhtur. Böyle bir korku hissetmeyen ve gücünü muhafaza edebileceğinden emin olan kimse için müstehabtır. Bununla beraber, bazı ilim adam­larının itimade daha uygun gördüğü gibi, bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek efdaldır.[333]

c) Hanbelîlere göre: İmam Ahmed bu konuda şöyle demiştir:

"İki bayram günü ve bir de Teşrik günleri iftar edip senenin tamamını oruçlu geçirmekte bir sakınca olmadığını umuyorum."

Hanbelî fakihlerinin ileri gelenlerinden çoğu ise, bu orucu mekruh saymışlar. Çünkü böyle bir oruçta meşakkat ve zaaf söz ko­nusudur.

Ama Ebû Talha'nın (r.a.), Resulüllah'ın (s.a.v.) vefatından sonra kırk sene, bayram ve teşrik günleri hariç bütün yılı oruçlu geçirdiği rivayetler arasında bulunuyor.[334]

Gücü yeten kimsenin bir gün oruç tutup bir gün iftar etmesi, mendup olan oruçların efdaldır.[335]

d) İmam Mâlik'den de İmam Ahmed'den yapılan rivayetin bir benzeri yapılmıştır. Yani ona göre, gücü yeten kimsenin bayram ve teşrik günleri dışında bütün seneyi oruçlu geçirmesinde bir sakınca yoktur. Bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek ise, efdaldır.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler     

 

Yukarıya naklettiğimiz dört hadisin de sahih olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.

Ebû Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim Allah yolunda (savaş ha­linde) bir gün oruç tutarsa, Cenab-ı Hak onun yüzünü Cehennem ateşinden yetmiş yıl uzaklaştırır."[336]

 

Mezhep İmamlarının Görüş Ve İstidlalleri

 

Dört mezhep imam ve fakihlerine göre, seferi halde olan veya savaşa çıkan kimsenin kudreti yettiği ve daha fazla manevi haz duy­duğu takdirde nafile oruç tutmasında bir sakınca yoktur. Nitekim Resulüllah'ın (s.a.v.) bazı seferlerinde nafile oruç tuttuğu sahih rivayet­lerle sabit olmuştur.

 

Tahliller

 

52 nolu İbn Abbas hadisinin isnadında Yakub b. Abdillah el-Kummî ve Cafer b. Ebî Muğire el-Kummî bulunuyor ki, bu iki zat üzerinde birçok şey söylenmiştir.

Zehebî bu zatlar hakkında şu bilgiyi vermiştir: Darekutnî onun hakkında: "Kaviy değildir" derken, Nesâî:" Onun hadisini almakta bir sakınca yoktur" demiştir. İmam Buhari ise onun rivayetini talikan tahric etmiştir.[337]

Böylece hadis, seferde eyyam-i biydde (13, 14, 15. günler) oruç tutmanın müstehab olduğuna delalet etmektedir.

53 nolu Ebû Said hadisi ise, bunu, "kendisine zarar vermediği, güçten düşürmediği takdirde" şeklinde yorumlamış ve bir hakkın el­den gitmesine sebep olmadığı şartıyla müstehab olabileceğini belirtmiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Seferi halde olan kimse, gücü yetiyor, işi aksamıyor ve sağlığı bozulmuyorsa, arzu ettiği takdirde nafile oruç tutabilir.

2- Seferde özellikle kameri ayların 13, 14 ve 15. günlerini oruçlu geçirmek müstehabtır.

3- Allah yolunda cihad etmekte olan kimsenin de gücü yettiği, zaafa uğramadığı ve savaşmasına bir engel teşkil etmediği takdirde oruç tutmasında bir sakınca yoktur. Aksine bir durum ortaya çıktığı takdirde kerahet hükmü söz konusudur.

4- Böylece, her iki durumda da kişi muhayyer bırakılmış ve bazı kıstaslarla nafile oruç tutmasında bir sakınca olmadığı belirtilmiştir.

 

Nafile Orucu Başlamak Onu Gerekli Kılar Mı?

 

İslam fıkhında farz ve vacip olmayan ibadetlere bazan "tatavvu", bazan de "nafile" denilmektedir. Aslında bu iki kelime eş anlamlı sayılabilir; zira biri diğerinin yerine kullanılmakta ve aynı manayı ifade etmektedir.

Şüphesiz başlanılan farz veya vacip orucu tutmak vaciptir. Onu bozmak yeniden tutulmasını gerektirir. Aksi halde kışının üzerinde ödenmesi vacip olan bir borç olarak kalır. Nafile oruç ve namazlara gelince bu hususta müctehid imamlann ve diğer fakihlerin göruş ye tesbitleri farklıdır. Kimine göre, başlanıp da tamamlanmadığı tak­dirde nafile vücuba dönüşür ve artık o bozulan orucun kazası gerekir. Kimine göre ise, vücuba dönüşmez ve o bakımdan kazası da gerekmez.

Ebû Cuhayfe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Selman ile Ebû Derda'yı birbirine kardeş yapmıştı. Selman (r.a.), Ebû Derda'yı ziyarete gitti ve (onun eşi) Ummu'd-Derda'yı perişan, lime lime bir entari içinde gördü. Kadına:

"Ne bu halin?" dedi. O da şu cevabı verdi:

"Ne yapalım senin kardeşin Ebû Derda'nın (dünyalık konusunda bir haceti yoktur (dünyalıkla hiç meşgu (olmamaktadır)." Az sonra Ebû Derda (r.a.) geldi ve Selman için yemek yapıp hazırladıktan sonra şöyle dedi:

"Ya Selman! Buyur sen ye; çünkü ben orcum." Bunun üzerine Selman ona:

"Sen yemeği yeyinceye kadar ben de yemem" dedi. Ebû Derda (ister istemez oturup onunla birlikte yemek yedi.

Gece olunca Ebû Derda kalkıp ibadet etmek istedi. Selman ona:

"Uyu" dedi. O da uyudu. Bir süre sonra yine o kalkıp ibadet etmek istedi. Selman ona:

"Uyu" dedi, o da uyudu. Gecenin sonuna doğru Selman ona seslendi:

"Şimdi kalk" dedi. Kalkıp namaz kıldılar. Sonra Selman ona şöyle dedi: Şüphesiz ki Rabbın senin üzerinde hakkı vardır, nefsin de senin üzerinde hakkı vardır, ehlin (eşin ve çocukların) da senin üzerinde hakları vardır. Artık sen her hak sahibinin hakkın vermeye bak."

Sonra Ebû Derda kalkıp Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ve olup bitenleri O'na anlattı. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.):

"Selman doğru söylemiştir" buyurdu."[338]

Ümmu Hani' (r.a.) dan yapılan rivayete göre:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir ara Ümmu Hani'i ziyarete gitmişti. On­dan içecek bir şey istedi ve verilen meşrubatı içtikten sonra kalanını Ümmu Hani'e verdi, o da alıp içti ve şöyle dedi:

"Ya Resulellah! Bana gelince, oruçlu idim!." Resulüllah (s.a.v.) ona:

"Tetavvu’ (nafile) oruçlu olan kimse kendi emiridir. İsterse oruç tutar, isterse iftar eder" buyurdu."[339]                  

Diğer bir rivayette ise aynı olay şu lafızla nakledilmiştir : 

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz meşrubatı içti ve (arta kalanını) içsin diye Ümmu Hani'e uzattı. Ümmu Hani':

"Doğrusı ben oruçluyum, ama senin artığını reddetmeyi hoş görmedim" dedi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Eğer tutmakta olduğun ramazan kazası ise, onun yerine bir gün kaza ediver; eğer tetavvu' (nafile) ise, istersen kaza et, ister sen kaza etme (bir sakıncası yoktur)."[340]                     

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:               

"Hafsa'ya bir miktar yiyecek hediye edilmişti ve biz iki­miz de oruçlu olarak bulunuyorduk. Bunun üzerine o yemeği yemek suretiyle orucumuzu bozduk. Biraz sonra Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz yanımıza geldi ve O'na şöyle dedik:

"Ya Resulellah! Doğrusu bize bir miktar (yiyecek) hediye edildi ve iştahımız çekti, iftar ettik." Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Bozmanızda bir sakınca yoktur. Onun yerine başka bir gün oruç tutunuz."[341]

 

Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Tetavvu' (nafile) oruçta özürsüz iftar et­mek (orucu bozmak) helal olmaz. Serahsî'ye göre, en sahih kavi de budur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, ziyafet özür sayılır. Mezhebin en açık görüşü de budur. Ancak davet sahibi, sadece davet ettiği kişinin hazır bulunmasına razı olmakla yetinir de önün yemek yemesi üzerinde durmazsa, o takdirde oruçlu bulunan davetlinin iftar etmesi doğru olmaz. Bununla beraber davetli kişi, bo­zacağı nafile orucu ileride kaza edeceğine güveniyorsa, davet münasebetiyle orucunu bozar. Bu durumda davet sahibini üzmemiş olur. Nitekim Şemsüleimme el-Hulvanî bu görüşü beğenip, sözü edilen konu hakkında en güzel kavi olarak belirlemiştir. Şüphesiz bu da, zevaldan önce olursa mübahtır. Zevaldan sonra ise, ara yerde ana-baba hakkı da söz konusu değilse artık bozmaz.

Vacip oruçta ise ziyafet bir özür sayılmaz.[342]

Böylece Hanefîlere göre, nafile oruca niyet ettikten sonra onu bozan kimseye kazası gerekir. Zira niyet edip başlamakla onu ken­dine gerekli kılmış oluyor. Bozunca da kazası gerekiyor.

b) Şafiilere göre: Nafile oruç veya namaza başlayan kimse için onları yarıda bırakıp kesmek caizdir ve bundan dolayı kendisine o oruç veya namazın kazası da gerekmez. Üzerindeki kaza orucuna başlayan kimsenin -bir özür söz konusu değilse- onu bozması ha­ramdır. Bozduğu takdirde kazası gerekir.[343]

c) Hanbelîlere göre: Tetavvu' (nafile) oruca başlayan ve akşam olmadan önce bozan kimseye o orucu kaza etmek gerekmez. Ancak başladığı nafile orucu tamamlaması müstehabtır. Hanbelîler de bu konuda Şafiîler gibi, konumuzu oluşturan hadislerle istidlal etmişlerdir.

Nafile hac ve nafile umre bu genellemenin dışındadır. Yani na­file hac veya umreye niyet edip başladıktan sonra onu tamamlama­dan yarıda bırakan kimseye kazası  gerekir. Şafiîler de aynı görüştedirler.[344]

d) Mâlikîlere göre: Başlanılan nafile orucu tamamlamak fa­rzdır. Onu kasden bozduğu takdirde kaza edilmesi de farzdır. Ancak nafile oruca niyet edip başladıktan sonra ana-babasından biri veya hocası, ona olan şefkatlarından dolayı iftar etmesini emrederse, o tak­dirde bozmasında bir sakınca yoktur ve kaza etmesi de gerekmez.[345]            

 

Taliller Ve Diğer Rivayetler   

 

56 nolu Ümmu Hani' hadisini aynı zamanda Darekutnî, Taberânî ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Ancak isnadında Semmak bulunuyor ki, bu zat üzerinde farklı tesbitler yapılmıştır. Nesâî: "Sem­mak rivayette yalnız kalınca ona pek itimad edilmez" derken; Bey­hakî: "Semmak'ın isnadı hakkında söylenecek söz vardır" demiştir. Tirmizî de aynı görüştedir.[346]

Ayrıca hadisin isnadında Harun İbn Ümmi Hani' bulunuyor ki, İbn Kattan: "Bu zat maruf değildir" demiştir. İbn Hibban onu sıkat (güvenilir hadisçiler) arasında anmamıştır.[347]

Yine aynı hadisin isnadında Yezid b. Ebî Ziyad bulunuyor ki, bu zat üzerinde de hayli durulmuştur. İbn Adiy: "Onun hadisi yazılabilir" derken; Zehebî: "Saduktur, ancak hafızası bozuktur" demiştir.[348]

O bakımdan İmam Ebû Hanife bu rivayetle istidlal etmemiştir.

58 nolu Hz. Aişe hadisini Nesâî tahric etmiştir. İsnadında ise, Zümeyl bulunuyor. İmam Buhari: "Onun rivayeti hüccet olarak alınmaz" derken, İbn Hibban onun kaviy olduğunu belirtmiştir. Ze­hebî onun münker rivayetlerinden biri de, Hz. Aiye'den naklettiği ha­distir ki, rivayetin sonunda, "onun yerine başka bir gün oruç tutu­nuz" cümlesi ise, rivavetinin münker olduğunun bir başka delilidir.[349]

Nitekim Mâlik b. Enes, Ubeydullah b. Amr, Ziyad b. Sa'd ve başka ravilerin Hz. Aişe'den mürselen yaptıkları rivayette sözü edi­len cümle yoktur. En sahih olan da budur.

Sonuç olarak Zümeyl'in rivayetiyle istidlal ve ihticac doğru değildir, diyebiliriz. Zira yetkili muhaddisler onun rivayetinin münker veya zayıf olduğunu belirtmişlerdir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Başlanılan nafile orucu, ortada bir sebep yokken bozmak muübah değildir. Ona niyet etmekle bir bakıma onu kendine vacip kılmış oluyor. O bakımdan bozduğu takdirde kaza etmesi gerekir.

Bu, Hanefîlerle Mâlikîlerin görüş ve ictihadıdır.

2- Başlanılan nafile orucu, ziyafet ve benzeri sebeplerden dolayı bozmakta bir sakınca yoktur. Aynı zamanda kazası gerekmez.

Bu, Şafiîlerle Hanbelîlerin görüş ve ictihadıdır.

3- Nafile oruca niyet edip başladıktan sonra, ana-babasından biri veya hocası, ona olan şefkatından dolayı orucunu bozmasını em­rederse, bozar ve bundan dolayı o orucun kazası da gerekmez.

4- Nafile hac ve umreye başladıktan sonra onu yarıda bırakıp tamamlamayana, kazası vacip olur.

 

Ramazanı Bir Veya İki Gün Önce Oruç Tutmak Suretiyle Karşılamakta Bir Sakınca Var Mıdır?

 

İslâm, birtakım ibadetleri farz veya vacip kılarken, onları belli çerçeve içine almış ve birtakım kurallara bağlamıştır. O bakımdan her mü’min istediği şekilde bu kuralların dışına çıkamaz veya o kurallardan bir kısmını kaldıramaz.

Bu bakımdan yılda bir ay oruç farz kılınırken de bunun sınırları belirlenmiş ve sayılı günlerde tutulması emredilmiştir. Artık biz o sayılı günleri ne aşma, ne de noksanlaştırma hakkına sahip bulunuy­oruz. Şöyle ki: Ramazan'ı, ona ta'zim olsun diye bir veya iki gün oruç tutmak suretiyle karşılamamız doğru olmadığı gibi, ramazan olup olmadığı kesinlik kazanmayan Şaban'ın sonunda da -şek günü olduğundan- oruç tutmamız yasaklanmıştır.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz elbette ramazanı bir gün veya iki gün orucuyla (karşılayıp) öne almasın. Meğer ki, adam (itiyad edindiği günlerde oruç tutar da) orucu o güne rastlarsa, bunda bir sakınca söz konusu değildir."[350]

Muaviye (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir :

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ramazandan önce minber üzerinde bulunduğu bir sırada şöyle buyurdu:

"Oruç şu ve şu gündedir; biz ise (oruç tutmak suretiyle) öne geçmiş bulunuy­oruz. Artık isteyen (birkaç gün oruç tutmak suretiyle) öne geçer,  isteyen geri kalıp (ramazan başlayınca tutmaya başlar)."[351]

İmran b. Husayn (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bir adama:

"Bu ayın son kısmında oruç olarak bir şey tuttun mu?" diye sordu. Adam da:

"Hayır..." diye cevap verdi. Resulüllah (s.a.v.) ona:

"Rama­zanı (tamamlayıp) iftar edince, onun yerine iki gün oruç tut" buyurdu."[352]

Diğer bir rivayette hadisin bu son cümlesi şu lafızla nak­ledilmiştir:

"Şaban'ın son günlerinde oruç tuttun mu?"

 

Müctehid İmamların Görüş Ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Ramazanı bir veya iki oruç tutmak sure­tiyle karşılamak mekruhtur. Ama adet edindiği oruç o günlere rast­larsa, bunda bir sakınca yoktur.[353]

Ancak ilim adamlarından bir kısmı ramazandan önce havassın birkaç gün oruç tutmasına fetva verilebilir demişlerdir.[354]

b) Şafiîler göre: Ramazandan önce bir veya iki gün oruç tut­mak suretiyle onu karşılamak haramdır.[355]

c) Hanbelîlere göre: Ramazanı bir veya iki gün oruç tutarak karşılamak mekruhtur.[356]

d) Mâlikîlere göre: Ramazandan önce bir veya iki gün oruç tutmak mekruh değildir.[357]

Üç mezhep 67 nolu Ebu Hüreyre hadisyle; Mâlikîler ise Muaviye ve İmran hadisiyle istidlal etmişlerdir.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

67 nolu Ebû Hüreyre hadisi sahihtir ve istidlale elverişlidir. O bakımdan Mâlikîler dışında kalan müctehidlerin hemen hepsi bu ha­disle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

68 nolu Muaviye hadisinin isnadında Kasım b. Abdirrahman Ebû Abdirrahman Mevlâ Benî Ümeyye bulunuyor ki, bu zat hakkında birçok şeyler söylenmiştir. Aynı zamanda Heysek b. Humayd bulunuyor ki, bu zatla ilgili farklı görüş ve tesbitler ortaya kon­muştur. Kasım b. Abdirrahman Ebû Abdirrahman'a gelince:

Ahmed b. Hanbel, İbn Hibban onun birçok muaddalat rivayet ettiğine dikkat çekmişlerdir. İbn Main ise onun sıka olduğunu belirt­miştir. Nitekim Tirmizî de aynı şeyi söylemiştir.[358]

Heysem'e gelince:

Ebû Dâvud onun rivayette güvenilir olduğunu ve kaderi mezhe­bine bağlı bulunduğunu belirtirken Ebû Müshir el-Gassanî, onun zayıf ve aynı zamanda kaderi olduğunu söylemiştir.[359]

O bakımdan müctehidlerin önemli bir kısmı Muaviye hadisiyle istidlal etmemiştir.

Şafiîler bu konuda bir diğer hadisle istidlal ederek, "Şaban ayının 16'sından itibaren oruç tutmak mekruhtur" demişler ve bu hu­susta kesin bir ifade kullanmışlardır. Onların dayandığı hadisi el-Alâ' b. Abdirrahman babasından, o da Ebû Hüreyre (r.a.) den rivaye­tle Resulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir.

"Şaban ayının yarısı, olunca artık oruç tutmayınız!"[360]

Bu hadisi ashab-ı sünen tahric etmiş ve İbn Hibban sahihlemiştir. O bakımdan Şafiîlerden er-Revyânî şöyle demiştir:

"Rama­zandan bir veya iki gün önce oruç tutmak haramdır." Zira bu bapta Ebû Hüreyre (r.a.) (67 nolu) hadisi bulunuyor. Şabanın yarısından itibaren oruç tutmak ise mekruhtur. Zira bu hususta yine Ebû Hüreyre (r.a.) hadisi mevcuttur."[361]

Ebû Cafer et-Tahâvî ise, bu konuda kırka yakın rivayeti to­playıp naklettikten sonra, Şaban ayının yarısından sonra da oruç tut­manın mübah olduğuna dair rivayetlerin ağırlık kazandığını ve sıhhat derecelerinde şüphe olmadığını belirterek Hanefîlerin bu me­sele hakkındaki görüş ve ictihadlarının isabetini belirtmiştir.[362]

Nitekim cumhur da Şaban'ın yarısından sonra da tetavvu' oruç tutmanın cevazına kail olmuş ve 78 nolu Ebû Hüreyre hadisinin zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Aynı zamanda İmam Ahmed ile İbn Main, sözü edilen hadisin münker olduğunu, Beyhakî ise, onun zayıf hadis­ler arasında yer aldığını belirtmiştir.

 

Çıkarılan Hükümleri        

 

1- Ramazanı bir veya iki gün oruç tutmak suretiyle karşılamak mekruhtur.

2- Ancak kişinin itiyad edindiği oruç günleri sözü edilen günlere rastlarsa, o takdirde o günlerde oruç tutmasında bir sakınca yoktur.

3- Şaban ayının tamamını oruçlu geçirenler için de aynı hüküm söz konusudur.

4- Ramazanı bir veya iki gün oruç tutmak suretiyle karşılamak haramdır. Bu, Şafiilerin görüş ve ictihadıdır.

5- Ramazanı bir veya iki gün oruç tutmak suretiyle karşılamak, mekruh değildir. Bu, Mâlikîlerin görüşüdür.

6- Şaban ayının yarısından sonra oruç tutmakta bir sakınca yok­tur. Bu, üç mezhebin görüşüdür.

7- Şaban ayının yarısından sonra oruç tutmak mekruhtur. Bu, Şafiîlerin görüş ve ictihadıdır.

 

İki Bayram Ve Teşrik Günlerinde Oruç Tutmak Haramdır

 

Ramazan ve Kurban bayramı günleri, mü'minlerin birbirlerini ziyaret etme, çocukları sevindirme, hısımlar arasında daha sıcak ve samimi ilgi kurma, dost ve yakınlarla birlikte oturup yemek yeme ve meşru ölçüler içinde eğlenme, aynı zamanda fakir ve muhtaçları, kimsesizleri sevindirme günleridir. O bakımdan oruç tutulması ya­saklanmış ve umumi havaya katılınması emredilmiştir.

Böylece şâri', oruç ibadetini Ramazan ayıyla sınırlarken, iki bayram ve teşrik günlerinde mü'minlerin oruç tutmamasını bir hüküm olarak koymuş ve nafile ibadetlerin de ne zaman yapılmasının uygun olduğunu belirlemiştir.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Said (r.a.) den yapılan rivayete göre:

"Resulüllah (s.a.v.) in bayram: Fıtr ve Nahr günlerinde oruç tutmayı men'etmiştir."[363]

Fıtr, Ramazan Bayramı; Nahr ise Kurban Bayramı demektir.

İmam Ahmed ve Buhari’nin aynı hadisi rivayetinde şu lafızlara yer verilmiştir:

"İki günde hiçbir oruç (tutmak) meşru değildir."

Müslim'in rivayet ve tesbitinde ise, şu lafızla belirlenmiştir:

"İki günde oruç tutmak sahih değildir."

Ka'b b. Mâlik (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği tesbit edilmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onu ve Evs b. el-Harsan'ı teşrik günlerinde görevlendirip göndererek (şöyle demelerini emir buyurdu):

"Cennet'e ancak mü'min olan girebilir. Mina günleri ise yeme, içme günleridir."[364]

Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir :

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Mina günlerinde, bu günlerin yeme ve içme günleri olduğunu, bu günlerde hiçbir oruç tutulamayacağını duyurmamı emretti."[365]

Mina günlerinden maksat, teşrik günleridir.

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­miştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz yılda şu beş gün oruç tutmayı yasakladı: Fıtr günü, nahr günü ve üç gün de teşrik günleri.."[366]

Hz. Aişe ile Hz. Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçenler şöyle demişlerdir:

"Teşrik günlerinde oruç tutmaya ruh­sat verilmemiştir; ancak hediy bulamayan kimse müstesna, (o, o günlerde oruç tutabilir)."[367].

Hediy, hacca niyet eden kimsenin Mina'ya göndereceği kurbanlıktır.

Buhari'nin Hz. Aişe ile İbn Ömer'den yaptığı rivayette ise, şöyle dedikleri tesbit edilmiştir:

"Umre ile haccı birleştirip temettü’de bulunan kimseye, Arafe gününe kadar oruç tutmaya (ruhsat verilmiştir). Hediy bulamadığı ve oruç da tutmadığı takdirde Mina günleri (teşrik günleri) oruç tutar."[368]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş Ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Şek günü de dahil olmak üzere şu altı günde oruç tutmak yasaklanmıştır:

1- Ramazan bayramı günü,

2- Kurban bayramı günü,

3- Teşrik günleri (üç gün),

4- Şek günü..

Her ne kadar İmam Şafiî, teşrik günlerinde müt'a orucunu tut­mak caizdir demişse de bu görüş ve ictihad, Hanefîlere göre hükümsüzdür. Çünkü sözü edilen günlerde men edilen oruç, bütün oruçları kapsamı içine almaktadır.[369]

b) Şafiilere göre: Bayram günü ve bir de teşrik günleri oruç tutmak sahih olmaz. Bu, İmam Şafiî'nin Kavl-i Cedîd'ine göredir. Kavl-i Kadîm'e göre ise, hacc-i temettü' yapan kimsenin sözü edilen teşrik günlerinde oruç tutması caizdir; şu şartla ki, hediy (kurbanlık hayvan) te'min edemiyor veya almaya gücü yetmiyor olsun.[370]

c) Hanbelîlere göre: İki bayram günü ne farz, ne de nafile oruç tutmak caizdir. Çünkü bu günlerde oruç tutmaktan men edilmiş bulunuyoruz. Buna rağmen biri bu günlerde oruç tutarsa, asi sayılır ve tuttuğu oruç farz yerine geçmez, yeterli olmaz.

Böylece bayram günü ne nafile, ne adak, ne kaza, ne de keffaret orucu tutulur. Zira bu günlerde oruç tutmak caiz değildir.

Teşrik günlerinde ise, nafile oruç tutmak caiz değildir. Farz oruç tutmakta ise iki ayrı rivayet vardır. Birine göre, caiz değildir; diğerine göre caizdir.

İkinci rivayetle amel edenler, Hz. Aişe ile İbn Ömer hadisiyle is­tidlal etmişlerdir ve bu durumda diğer farzlar da buna kıyas edilebi­lir.[371]

d) Mâlikîlere göre: Teşrik günlerinden ilk gün hariç, diğer iki günde, oruç tutacağını adayan kimsenin oruç tutması caizdir. Ama o günlerde ramazan orucu kaza edilmez. Aynı zamanda zihar veya kati keffaret oruçlarına başlanılmaz.[372]

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

81 nolu Ebû Said hadisi sahihtir. Bu bapta Ömer b. Hattab ile Ebû Hüreyre (r.a.) dan Buharî ve Müslim'in yaptığı bir diğer rivayet bulunuyor. Ayrıca Müslim, aynı konuda Hz. Aişe'den (r.a.) yaptığı bir diğer rivayetinde teferrüd etmiş bulunuyor. Nevevî, Müslim'in bu ri­vayetinin sahih olduğunu Müslim şerhinde belirtmiştir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; İki bayram gününde oruç tutmanın haram olduğu hakkında ilim adamlarının icma'ı vardır, ister bu iki günde nafile, ister adak, isterse keffaret olsun hiçbir oruç tutulmaz. Nitekim İmam Şafiî ve cumhur, bu iki günde oruç tutacağını adayan kimsenin adaması bir hüküm ifade etmez ve onu kaza etmesi de gerekmez demişlerdir. İmam Ebû Hanife'ye göre, adaması bağlantı ya­par ve kazası gerekir. Aynı zamanda adadığı orucu bu iki günde tu­tarsa, kerahetle yeterli olur.

82 nolu Ka'b b. Mâlik hadisi üzerinde fazla durulmamıştır. Muhaddislerin bir kısmına göre, istidlale salihtir.

83 nolu Sa'd b. Ebî Vakkas hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiştir. Mecmeu'z-Zevâid'de bunun ricalinin sahih olduğu be­lirtilmiştir.[373]

84 nolu Enes hadisinin isnadında Muhammed b. Halid et-Tahhan bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Zehebî bu zat üzerinde dur­mamış ve herhangi bir tesbitte bulunmamıştır.

Bu bapta Darekutnî'nin Abdullah b. Hazafe'den yaptığı bir ri­vayet bulunuyor ki, lafzı şöyledir:

"Bu günlerde oruç tutmayın. Çünkü bu günler yeme, içme ve cinsel sevişme günüdür."

Ancak bu hadisin isnadında Vâkıdî bulunuyor. O bakımdan zayıf ka­bul edilmiş ve istidlale salih görülmemiştir.

Bu anlamda bir diğer hadisi Darekutnî Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet etmiştir. Ancak onun da isnadında Sa'd b. Selam bulunuyor ki, Vâkıdî ile aynı ayarda sayılmıştır. Zehebî bu isim üzerinde de dur­mamıştır.

Taberâni'nin İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı bir rivayet bulunuyor. Ancak onun isnadında İsmail b. Ebî Habib bulunuyor. Bu zatın zayıf olduğuna Şevkanî dikkat çekmiştir.

Bu bapta Ebû Ya'la'nın ve Abd b. Humeyd'in Amr b. Halde'den yaptıkları bir rivayet bulunuyor ki, isnadında Musa b. Übeyde er-Rebezî yer almaktadır ki bu zatın.zayıf olduğu söylenir. Nitekim Ze­hebî bu zat hakkında şu malumatı vermektedir: İmam Ahmed: "Onun hadisi yazılmaz" demiş; Nesâî: "O zayıftır" tesbitinde bulun­muş; İbn Maîn: "O, kayda değer bir ravi değildir" görüşünü ortaya koymuştur. İbn Sa'd ise, onu sıka (güvenilir) olduğunu, ancak rivay­etinin ihticace salih olmadığını söylemiştir. Yakub b. Şeybe ise: "O, saduktur, ama zayıftır" diyerek tezkiye etmiştir.[374]

Bu konuda Müslim'in kendi sahihinde rivayet edip İbn Hibban'ın tahric ettği bir diğer hadis de şöyledir:

"Teşrik günleri yeme ve içme günleridir."[375]

İbn Hibban bu anlamda başka bir hadisi Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet etmiştir. Yine İbn Hibban, Hâkim ve Bezzar, Ukbe b. Amir (r.a.) dan şu hadisi rivayet etmişlerdir:

"Teşrik günleri, yeme, içme ve namaz günleridir. Artık o günlerde bir kimse oruç tutmasın."

Rivayet edilen bu ve benzeri hadislerle istidlal edilerek, teşrik, günlerinde oruç tutmanın haram olduğu hükmü ortaya konmuştur.

Bununla beraber ashab-ı kiram'dan bu konuda, farklı görüş ve ictihadların rivayet edildiğini görüyoruz:

İbn Münzir'in Zübeyr b. Avvam (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, onun bu günlerde oruç tutmaya mutlak cevaz verdiği anlaşılıyor. Ashabdan Ebû Talha'mn da aynı görüşte olduğu nakledilmektedir.

Hz, Ali, Abdullah b. Amr ve birkaç sahabinin bu günlerde oruç tutmanın mutlaka caiz olmadığını söyledikleri haber verilmektedir. İmam Şafiî'den de en meşhur olan kavi bu doğrultudadır.

İbn Ömer, Aişe ve Ubeyd b. Umeyr (Allah hepsinden razı olsun), hacc-i temettü' yapıp kurban kesmeğe gücü yetmeyen kimse dışında başkasının teşrik günlerinde oruç tutmasının caiz olmadığını belirtmişlerdir.[376] İmam Mâlik de aynı görüştedir.

İmam Evzâî ve onun ekolünde yer alanlara göre, teşrik günlerinde muhsar ve karın olan hacılar da oruç tutabilir.[377]

Böylece ilim adamlarının bir kısmı Ka'b, Sa'd ve Enes hadisleriyle; bir kısmı da Hz. Aişe hadisiyle istidlal etmiştir. Dört mezhep imamları da bu konuda farklı ictihad ortaya koymuşlardır. Hadis ve rivayetlerin hem çokluğu, hem de farklı anlam taşıması bu konuda farklı görüş ve ictihadların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İki bayram: Ramazan ve Kurban bayramı günleri oruç tut­mak haramdır. Zira bu günler yeme, içme ve meşru ölçüler içinde eğlenme, dost ve yakınlarla bir araya gelme ve ikramda bulunma günleridir.

Bu, Hanefîlerin görüş ve ictihadıdır.

2- Teşrik günleri olan, zilhiccenin onbir, oniki ve onüçüncü günlerinde oruç tutmak haramdır.

3- Şek günü de oruç tutmak caiz değildir.

4- Hacc-i temettü' yapan kimsenin, kurban kesmeye durumu müsait değilse, teşrik günleri oruç tutabilir. Bu, İmam Şafiî'nin Kavl-i Kadîm'i ve İmam Mâlik'in görüşüdür.

5- Bayram günlerinde hiçbir oruç tutulmaz. Teşrik günlerinde ise, nafile oruç tutmak caizdir. Bu, Hanbelîlerin görüşüdür.

6- Böylece müctehidlerin bir kısmına göre, bayram ve teşrik günlerinde oruç tutan kimse asi sayılır, yani Resulüllah'ın (s.a.v.) tavsiyesine uymayıp kendi arzusuna göre amel etmiş olur. Ekserin görüş ve içtihadı bu doğrultudadır.

7- Bayram veya teşrik günü oruç tutacağını adayan kimsenin de bu adağı hükümsüz sayılır. Zira bu günlerde oruç tutmak yasak­lanmıştır. Yine ekserin görüş ve ictihadı da bu anlamdadır.

8- Sözü edilen günlerde oruç tutmayı adayan kimsenin o günlerde oruç tutamayacağına göre, bilahare adadığı orucu kaza et­mesi gerekir mi? Müctehidlerin çoğuna göre gerekmez.

 

İtikaf

 

İtikaf: Sözlük olarak, iyi olsun, kötü olsun bir şeye gerekli ol­mak ve nefsi ona bağlamak anlamına gelir. Terim olarak, Cenab-ı Hakk'a yakınlık sağlamak niyet ve azmiyle cami ve mescide gerekli olup bir süre orada kalıp dışarıyla ilgiyi kesmektir.

İtikafın meşruiyeti sünnet ile sabit olmuştur. Yapılan sahih ri­vayetlere göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz her ramazanın son on gününde Mescid'e kapanıp itikaf niyetiyle orada taat ve ibadetle meşgul olur ve zaruri ihtiyaçları dışında dünya işlerinden uzak kalırdı.

Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle birlikte ashabından da bazı kişiler itikafta bulunurdu. O'nun vefatından sonra da hem ashabı, hem de zevceleri bu sünneti sürdürmüşlerdir.

İtikaf: Vacip, müekked sünnet ve müstehab olmak üzere üç kısıma ayrılır:

Vacip olan itikaf, adanılan itikaftır. Müekked Sünnet olan iti­kaf, ramazanın son on gününde yapılan itikaftır. Müstehab olanı ise, bu ikisi dışında yapılandır.[378]

İslâm, insan ruhunu geliştirmek, kalbini kutsal hava ile doldur­up yatışkanlığa kavuşturmak, onu bir süre dünya dağdağasından uzak tutup Mevlası'yla başbaşa bırakmak ve merhamet duygusunu, çok feyizli çizgiye yaklaştırmak ve onu arındırmak suretiyle kamil olma düzeyine eriştirmek için birçok ibadetleri meşru kılmıştır. İtikaf da o ibadetlerden biri ve merğub olanıdır.

Kendini bütünüyle dünyalığa verip kutsal değerlerden, manevi hazlardan uzak kalan kişiler çok sürmez maddeyi ilahlaştırma basi­retsizliğine mübtela olurlar ve tedavisi çok zor derûnî bir hastalığa yakalanırlar. Dönüş yapmadıkları, manen tedavi görmedikleri tak­dirde gelecekleri çok karanlık olur.

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçenin şöyle haber ver­diği bildirilmektedir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, ramazanın son on gününde itikaf ederdi. Bunu vefat edinceye kadar (böylece) sürdürdü" [379].

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:                                                                                   

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, ramazanın son on gününde itikaf ederdi."[380]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­miştir:                                                                                     

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ramazanın son on gününde itikaf ederdi. Bir sene (ramazanda) itikaf etmedi. Ama gelecek yıl yirmi gün itikaf etti."[381]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz itikaf etmek istediği za­man, sabah namazını kıldıktan sonra itikaf edeceği yere girerdi. Ramzanın son on gününde itikaf etmeği murad edince, kendisi için bir hibâ' (çadırımsı bir örtü) konulmasını emre­derdi. Nitekim Hz. Zeyneb de kendisi için bir hibâ' konul­masını emretti, onun için hibâ' kondu. Peygamberin (s.a.v.) diğer zevceleri de hibâ' konulmasını emrettiler ve onlar için de hibâ' konuldu. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz sabah na­mazını kıldıktan sonra, bir de ne görsün, çadırımsı örtüler ko­nulmuş. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

"Onlar iyilik mi arzu ediyorlar?"

Kendisi için konulan hibâ'nın sökülmesini emret­ti. Böylece ramazan ayında itikaf etmeyi terketti ve tâ ki Şevval ayının son on gününde itikaf etti."[382]

Tirmizi'nin yaptığı rivayette şöyle deniliyor:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz itikaf etmek istediği zaman, sabah namazını kıldıktan sonra itikaf yerine girerdi."

Nâfi'in, İbn Ömer (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz itikaf etmek iste­diği zaman onun için (itikaf edeceği yere) yatağı (döşeği) veya üzerinde yattığı şeriri Mescid'deki Tevbe Ustüvanesi'nin önüne veya arkasına konurdu."[383]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, ayhali olduğu halde, hücresinde bulunup Mescid'de itikaf etmekte olan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in o hücreye doğru uzattığı başını tarardı... Hem Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz itkaf ha­linde bulunduğu süre içinde eve ancak insanın birtakım tabii ihtiyacı için girerdi."[384]

Yine Hz. Aişe (r.a.) diyor ki:

"(İtikatta bulunduğum zaman) bir ihtiyaçtan dolayı eve girmem gerektiğinde, içeride hasta bile bulunsa, onun halini sormaz ve öylece geçip giderdim."[385]

Hz. Safiyye (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz itikafta bulunuyordu, ben geceleyin gelip onu ziyaret edip konuştum. Sonra evime dönmek üzere kalktım, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz de be­nimle birlikte kalktı ve beni evime döndürmek üzere dışarı çıktık."[386]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v) Efendimiz mu'tekif bulunduğu halde hastanın yanından geçer ve tavrını değiştirmeksizin yoluna devam ederdi de hastayı sormak için ona meyletmezdi.."[387]

Yine Hz Aişe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Mu'tekife (itikaf eden kimseye) sünnet olan şudur ki, hiçbir zaman hastayı ziyaret edip sormamak, hiçbir cenazeye hazır olmamak ve hiçbir kadına dokunmamak ve onunla cin­sel yaklaşmaya yol açan davranışta bulunmamak va ancak lüzumlu olan ihtiyacı için dışarı çıkmak. İtikaf ancak oruç ile olup (gerçekleşir) ve itikaf ancak cemaati olan cami'de (caiz) olur."[388]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre:

"Ömer (r.a.), Pey­gamber (s.a.v.) Efendimiz'den sorarak şöyle demiştir:

"Ben cahiliyet döneminde Mescid-i Haram'da bir gece itikaf etmek üzere nezretmiş (adamış)tım (Şimdi nezrimi yerine getirmem gerekir mi ?)." Efendimiz ona:

"Nezrini yerine getir" buyur­muştur."

Buhari ise bu rivayetin sonunda şu cümleyi de nakletmiştir:

"Ve bir gece itikaf et."[389]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Mu'tekif (itikaf eden kimse) üzerine, adamadığı takdirde oruç gerekli değildir."[390]

Huzeyfe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçenin İbn Mes'ud'a (r.a.) şöyle dediği belirlenmiştir: "Elbette sen çok iyi bilir­sin ki, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"İtikaf ancak üç mescidde (sahih) olur" Veya Resulüllah (s.a.v.):

"İtikaf ancak cemaat mescidinde olur" buyurmuştur.[391]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kadınların (eşlerin) den bazısı ile -eşi müstehaza olup kan gördüğü halde- birlikte itikaf etmiştir. Hatta bazan müstehaza olan kadının, gelen kandan dolayı altına teşt (leğen) koyduğu olurdu."[392]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Îstidlal Ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: İtikaf aslında sünnettir. Ama adamak suretiyle vacip olur. Meselâ "Allah için bir gün veya bir hafta ya da bir ay itikaf etmeyi kendime gerekli kılıyorum" derse, bu bir adamak olur ve belirlediği şekilde itikaf etmesi gerekir. Veya "Allah has­tama şifa verirse bir ay oruç tutacağım" der ve hastası da şifa bulur­sa, bir ay oruç tutması vacip olur.

İtikafın sıhhatinin şartları şunlardır: İtikaf edecek kişinin müslüman, akıl olması, cenabetten, ayhali ve loğusalıktan temizlen­miş bulunması.. Ayrıca itikafa niyet etmesi ve vacip olan itikafta ise, mu'tekifîn oruçlu bulunması da şarttır.[393]

İtikaf: Vacip, müekked sünnet ve müstehab olmak üzere üç kısıma ayrılır. Vacip olan itikaf, adanılan itikaftır. Müekked olanı, ramazanın son on gününde yapılan itikaftır. Müstehab olanı ise, bu ikisi dışında yapılan itikaftır.

Niyet edilip itikafa giren kimsenin, yaptığı itikaf vacip ise, oruçlu olması ve itikafının ezan ve ikaamet okunup içinde cemaatle namaz kılınan bir cami veya mescidde yerine getirmesi gerekir.

Kadınlar ise, cami ve mescidlerde değil, evlerinin uygun bir odasında itikafa girerler. Cami veya mescidde itikafa girmeleri kera­hetle caizdir.

İtikafa giren kimsenin, itikaf süresinde cinsel temasta bulun­ması yasaktır.

b) Şafîîlere göre: İtikaf her vakitte müstehabdır. Kadir gecesi'nin feyiz ve rahmetine erişmek için ramazanın son on gününde iti­kafa girmek ise efdaldır.

İtikaf ancak mescidde yerine getirilirse sahih olur. İçinde ce­maatle namaz kılınan cami'de yerine getirilmesi daha uygun olur.

İmam Şafiî'nin Kavl-i Cedîd'ine göre, kadının evinde mescid ola­rak belirlenen ve ona göre düzenlenen kısmında itikafa girmesi sahih olmaz.

Mescid-i Haram'da itikafa gireceğini adayıp belirleyen kimse­nin, onu aynen yerine getirmesi vacip olur. Bunun gibi Mescid-i Nebî (Ravza-i Mutahhara) veya Mescid-i Aksa'da itikafa gireceğini adayan kimsenin de bu adağını aynen yerine getirmesi gerekir. Ancak bu iki mescidde itikafa gireceğini adayan kimsenin, onların yerine Mescid-i Haram'da itikafa girmesi yeterli olur. Mescid-i Haram'da itikafa gi­receğini adayan kimsenin ise, bu adağını ancak Mescid-i Haram'da yerine getirmesi gerekir.[394]

İtikaf için girilen yerde kısa bir süre bile olsa durmak şarttır. Bazısına göre, en az bir gün bulunmak şarttır.

İtikaf, cinsel temasla hükümsüz olur. Cinsel temasa yol açan davranışlarda bulunup inzal vaki olursa, yine de itikaf hükümsüz olur; En sahih kavi de budur.

İtikaf esnasında güzel koku sürmenin, süslenmenin ve oruçlu bulunmamanın bir zararı yoktur, yani bu gibi davranışlarda bulun­makta bir sakınca görülmemiştir. Yalnız geceleyin itikafa girmek de sahihtir.

Oruçlu olarak itikaf edeceğini adayan kimseye, oruçlu olarak itikafa girmesi vacip olur.

Aynı zamanda itikafa niyet etmek de şarttır. Zarurî ihtiyaç dışında itikafta bulunduğu yerden çıkarsa itikafı bozulur, yeniden başlaması gerekir.

İtikafın sahih olabilmesi için, itikafa giren kimsenin müslüman, âkil olması ve cenabetten, ayhalinden temizlenmiş bulunması gere­kir.

Birkaç gün üstüste itikafa gireceğini adayan kimseye, o günleri ardarda itikafla geçirmesi vacip olmaz. Adadığı günleri ayrı ayrı za­manlarda itikafa girerek tamamlayabilir. Ama bir gün için itikafa gireceğini adayan kimsenin, o günün saatlarını ayırarak aralıklı itikaf etmesi caiz olmaz, belirlediği günün tamamını itikafta bulunarak tamamlaması gerekir.

İtikafta bulunduğu yerden elini, ayağını veya başını dışarı çıkarmasında bir sakınca yoktur.[395]

c) Hanbelîlere göre: İtikaf sünnettir. Ancak kişi onu adarsa vacip olur. Aynı zamanda oruçsuz olarak itikafa girmek caizdir. Meğerki kişi itikafla birlikte oruç tutmayı adamış olsun; o takdirde oruç tutması vacip olur.

İtikaf ancak cemaatle namaz kılınan cami'de caiz olur. Kadınlar ise, herhangi bir cami ve mescidde itikafa girebilirler. Çünkü cemaatle namaz kılmak onlar üzerine vacip değildir. Ancak kadın mescidde bulunduğu sürece kendisini gözlerden uzak tutup koruyacak perde arkasında bulunması müstehaptır.

İtikaftan ancak belli bir hacet veya cuma namazına katılmak için çıkılır. Lüzumlu ihtiyaçlar dışında çıkmak caiz değildir. Aynı za­manda kişi itikaf süresince hastayı sormak üzere çıkmaz ve cenaze namazına katılmaz.

İtikaf esnasında cinsel temasta bulunmak, itikafı bozar. Vacip bir itikaf ise, yeniden başlanması gerekir.   

İtikaf günlerinde kişi ticaretle ve sanatla meşgul olmaz. Namaz kılmak, Kur'an okumak, Allah'ı anmak, Peygamber Efendimiz'e salât-ü selam getirmekle vaktini değerlendirir.

İtikafa giren kimsenin bulunduğu cami veya mescidde yemek yemesi, nikah akdinde bulunması caizdir.

İtikaf esnasında bulunduğu cami veya mescidde ayhali olan kadın, o cami veya mescidi terkeder ve cami avlusunda veya evinin bir odasında itikafını sürdürür.[396]

Böylece Şafiî ve Hanbelî imamları, itikafa giren kimselerin oruçlu olmasının vacip olmadığı hususunda 107 nolu İbn Abbas hadisiyle istidlal etmişlerdir. Hanefî ve Mâliki imamları ise, diğer hadis­lerle ve bir de Bakara Suresi 187. ayetle istidlal ve ihticac etmişlerdir.

d) Mâlikîlere göre: İtikaf ancak oruçlu bir vaziyette yapılır. Kasden orucunu bozan kimsenin itikafı da bozulmuş olur. Bir has­talıktan dolayı orucunu bozarsa, itikafını yarıda bırakır ve sonra sağlığına kavuşunca, kaldığı yerden tamamlar.

İtikafa girmiş bulunan kimse gece veya gündüz unutarak eşiyle cinsel temasta bulunursa itikafı bozulur ve yeniden itikafa girmesi gerekir. Aynı zamanda itikafta bulunan kimsenin kendi eşiyle cinsel temasa yol açacak şekilde oynaşması ve tenini onun tenine dokun­durması da itikafı bozar.

itikafta bulunan kimsenin cuma günü cuma namazı içinçıkmasında ve ihtilam olup da elbisesini yıkamak üzere bulun­duğu yerden ayrılmasında bir sakınca yoktur. Diğer lüzumlu ih­tiyaçlarını gidermek veya karşılamak üzere çıkması ve işini bitirir bi­tirmez itikaf yerine dönmesinde de bir sakınca görülmemiştir.

İtikafta bulunan kimsenin cenaze namazına katılması ve hastayı ziyaret etmesi uygun görülmemiştir. Ama kendisini meşgul et­meyecek kadar az ve hafif ölçüde alım-satımda bulunmasında bir sakınca yoktur. Saç ye tırnak kesmesi doğru değildir. Güzel koku sürünmesi sakıncalı görülmemiştir. Bunun gibi nikah ahdi yapması ve yaptırması da itikatı bozmaz.[397]

 

Hadislerin Tahlili

 

96, 97 ve 98 nolu hadisler sahihtir ve istidlale salihtir. Hepsi de itikafın meşruiyetine delalet etmekte ve onun sünnet olduğunu yansıtmaktadır. Aynı zamanda adanmadığı takdirde vacip ol­madığına dolaylı şekilde delalet vardır.

Ayrıca ramazanın son on gününü itikaflı geçirmenin müstehab olduğu da bu rivayetlerden istidlal edilmiştir. Ramazanda belirtilen son on günde itikafa girilmediği takdirde gelecek yıl kaçırılan o itikafı kaza etmek de müstehab sayılmıştır. Ancak müctehidlerin çoğu bu rivayetle istidlal etmemiştir.

99 nolu Hz. Aişe hadisi sahih sayılmış ve birçok hükümler taşıması bakımından üzerinde hayli durulmuştur. Bundan istidlal edilen hususlar şunlardır:

a) İtikafın ilk vaktinin sabah namazından sonra olması müstehabdır. Nitekim İmam Evzâî ile İmam Leys ve es-Sevrî'nin de ictihadları bu doğrultudadır. Eimme-i Arbaa ise, ilk vaktinin güneş batmadan biraz önce başlayacağını belirtmişler ve yukarıdaki hadisi tevil edip Resulüllah'ın (s.a.v.) gecenin evvelinde itikafa girdiğine kail olmuşlardır. Ancak sabah namazından sonra kendisine itikaf için ayırdığı yere çekildiği dikkate alınarak "sabah namazından he­men sonra itikafa girerdi" denilmektedir.

b) Camilerde itikafa giren kimsenin bir köşede perde asmak suretiyle kendine özel bir yer ayırması müstehabdır.

c) Kişinin zevceleriyle birlikte aynı yerde itikafa girmesi uygun değildir.

d) Ramazanın son on gününde bir sebepten dolayı itikafa giremiyen kimsenin Şevval ayının son on gününde girmesinde bir sakınca yoktur.

Buharî'de ise, Resulüllah'ın (s.a.v.) ramazanın son on gününde terkettiği itikafı Şevval’in ilk on gününde yerine getirdiği belirtilmek­tedir. Bu rivayetle istidlal eden ilim adamları, itikafa girilen günlerde oruç tutmanın vacip olmadığını söylemişler ve Şevval'in ilk gününün bayram günü olduğuna, o gün oruç tutmanın haram olduğunu dikkate alarak hüküm çıkarmışlardır.[398]

Aynı zamanda bu hadisle istidlal edenler şu hükmü de istinbat etmişlerdir:

İbadete başlanıp girildikten sonra onu bırakıp çıkmak caizdir. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) itikafa niyet edip girdikten sonra onu bırakıp çıkmıştır,

100 nolu Nâfi’ hadisinin İbn Mâce Süneni'nde geçen ricalinin hepsi de sıka (güvenilir) dir. Mescidde itikafa giren kimsenin kendine bir yaygı veya minder gibi bir şey kullanması caizdir. Nitekim Resulüllah'ın (s.a.v.) böyle yaptığı hadis metninden açıkça anlaşılmaktadır. Böylece cami ve mescidde ibadet için bir yer belirle­mekte bir sakınca görmeyenler olmuşsa da bunun sadece itikada ilgi­li bulunduğuna şüphe yoktur.

101  nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir ve birkaç hüküm taşımaktadır. Şöyle ki:

a) İtikafa giren kimsenin itikaf süresince temizlenmesi, taran­ması ve güzel koku sürünmesi caizdir, bunda bir sakınca yoktur.

b) İtikafta bulunan kimsenin temizlenme hususunda başkasının yardımından yararlanmak için başını veya bedeninin bir kısmını dışarı çıkarmasında bir sakınca yoktur.

c) Tabiî ve zaruri ihtiyaçları gidermek için dışarı çıkmak da caizdir.

d) İtikafta olan kimse, hacetini gidermek üzere dışarı çıkınca gittiği yerde bir hasta ile karşılaşırsa, onu sormaz, ziyarette bulun­maz. Sadece yanından geçip ne maksatla çıkmışsa onu yerine getirir. Nitekim 102 nolu Hz. Aişe hadisi buna delalet etmektedir.

103 nolu Hz. Safiyye hadisi sahih kabul edilmiştir. Hadisten birkaç hüküm istinbat edilmiş ve ihticace salih görülmüştür:

a) İtikafta olan kimsenin eşinin veya bir yakınının gelip yardımcı olması, ihtiyaç görülen konularda konuşması caizdir.

b) Gelen eşinin yalnız başına gecenin karanlığında ayrılıp evine gitmesinde bir sakınca görüyorsa, itikaftaki kişi onu evine kadar götürebilir.

104 nolu Hz. Aişe hadisi de, itikaftan çıkıp hacetini yerine getir­mek isteyen kimsenin hasta sormasının müstehab olmadığına delalet etmektedir.

Ancak bu hadisin isnadında Leys b. Ebî Süleym bulunuyor ki bu zat hakkında bazı şeyler söylenmiştir: İmam Ahmed'e göre, muzdari-bu'1-hadistir. Yahya b. Maîn ve Nesâî'ye göre zayıftır. Abdülvaris'e göre, Leys, ilim kabıdır.[399]

105 nolu hadisi aynı zamanda Nesâî tahric etmiş ve ancak o, "es-sünnet" lafzını zikretmemiştir. Böylece bu hadisin ravilerinden sadece Abdurrahman "kalet es-sünnetü" lafzını nakletmiştir. Bu zat Medineli olup Kureyş Kabilesi'ndendir. Müslim kendi sahihinde on­dan rivayet tahric etmiş, Yahya b. Maîn onun sıka olduğunu söylemiştir.

Böylece itikafa giren kimsenin hasta ziyaret etmesi, cenaze namazına çıkması caiz değildir. Bazısına göre, cuma namazına çıkması da caiz değildir; aksi halde itikafı bozulur. Nitekim İbn Hacer'in Hz. Ali (r.a.) den yaptığı rivayette de bu hususlara yer verilmiş ve onları işlemesi caiz değildir denilmiştir.[400]

Ne var ki, müctehidlerin önemli bir kısmı bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmamıştır. Nitekim İbn Mes'ud (r.a.), Hasan el-Basrî, İmam Şafiî, İmam Ahmed, İmam İshak ve onlara uyanlara göre, iti­kaf için oruç şart ve vacip değildir. Zira bir saat veya çok az bir süre bile itikafa girmek caizdir ve yeterlidir. Böyle kısa bir süre içinde za­ten oruç tutmak söz konusu olamaz. Bunlar bu konuda 96 ve 97 nolu hadislerle istidlal etmişlerdir. Aynı zamanda 98 nolu hadisi de şahit olarak ele alıp ona göre istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

İtikaf için orucun şart olduğunu, İbn Abbas, İbn Ömer, İmam Mâlik, İmam Evzâî, îmam Sevrî ve İmam Ebu Hanife istidlal etmişlerdir.

Hadisin son kısmında "îtikaf ancak cemaati olan camide (caiz) olur" cümlesi üzerinde de hayli durulmuştur. Hadisle istidlal etmey­enler bu cümleyle de istidlal etmemişlerdir. O bakımdan konu hakkında müctehidlerin görüş ve tesbitleri farklıdır. Bununla bera­ber cumhura göre, her cami ve mescidde itikaf caizdir. Ancak kadınların kendi ev ve odalarında itikafa girmeleri gerekir. İmam Ebu Hanife bunu, evde mescid olarak ayrılan yer olarak belirtmiştir. Ayrıca İmam Mâlik'e göre, erkeklerin de kendi evlerinde itikafa gir­meleri caizdir. Çünkü itikaf nafile bir ibadettir ve bu ibadet için en elverişli yer, kişinin kendi evidir.

106 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir. Buharî'nin tesbit ve nak­linde hadisin son kısmı şöyle belirtilmiştir: "O halde bir gece itikaf eyle..".

İlim adamları bu cümle üzerinde durarak itikafın oruçsuz bir halde yerine getirilmesinde bir sakınca olmadığını söylemişlerdir. Çünkü oruç gece değil ancak gündüz tutulabilir. Böylece nezre dayalı itikaf için de orucun vacip olmadığı ortaya çıkıyor. Müslim'in bir ri­vayetinde ise son cümle şu lafızla nakledilmiştir:

"O halde bir gün it­ikafa gir.."

İbn Hibban bu iki değişik rivayetin arasını te'lif ederek şöyle demiştir:

"Bu konularda gece denilince gündüz, gündüz denilince gece söz konusu olur."[401]

Ancak Beyhakî'nin Said b. Beşir tarikiyle yaptığı rivayette, Hz. Ömer'in (r.a.) şöyle dediği belirtilmiştir:

"Ömer şirk döneminde iti­kafa girmek ve oruç tutmak üzere adamış bulunuyordu. Ömer (r.a.) İslam'a girdikten sonra Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ona yaptığı adamayı yerine getirmesini emretti."

Beyhakî, "Hadiste oruçtan söz edilmesi gariptir ve Said b. Beşir bu rivayette yalnız bulunuyor" demiştir. Nitekim Nesâî ile İbn Main bu rivayetin zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir. [402]

107 nolu İbn Abbas hadisini Darekutnî tahric etmiş, Beyhakî ise meykufen rivayet etmiştir. Hakim ise merfuan rivayet ettikten sonra "İsnadı sahihtir" demiştir. [403]

Bu sahih rivayetle Ebu Hanife de istidlal etmiştir.

106 nolu İbn Ömer hadisiyle, kafirin küfür döneminde yaptığı adağın İslam'a girmesiyle sakıt olmayacağı hükmü istidlal edilmiştir.

108 nolu Huzeyfe hadisini aynı zamanda İbn Ebî Şeybe tahric etmiş ve fakat merfu’ olduğunu belirtmemiştir. Hadisin son kısmında ravinin şüpheli bir anlatıma yer vermesi, onunla istidlalde bulunmaya engel teşkil etmiş ve o bakımdan müctehid imamlar bu rivayeti pek dikkate almamışlardır.  Zira rivayette şek, hadisin zayıf olduğunun bir başka delili ve illeti sayılır. Ancak "Cemaati olan mescid" sözü, İmam Ebû Hanife ile İmam Ahmed'in görüşünü kuvvetlen­dirmektedir. Ondan bir önce "îtikaf ancak üç mescidde (sahih) olur" cümlesine gelince: Üzerinde hayli durulmuş ve  Ancak "üç mescid için hazırlık yapılıp yola çıkılır.." hadisinde yer alan üç mescid için yola çıkmanın efdaliyeti, onlarda itikaf etmenin lüzumuna delalet et­mez.

109 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir. Kadının kocasıyla birlikte mescidde itikafa girmesinin ve müstehaza (bir illetten dolayı rahimden kan akan) kadının o vaziyette itikafa girmesinin caiz olduğu anlaşılıyor. Ancak müctehid imamların bu konu hakkında tesbit ve ictihadları farklıdır.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İtikaf sünnettir. Ancak adandığı takdirde vacip olur. Üç mezhebin görüş ve ictihadı bu anlamdadır.

2- İtikaf müstehabdır. Ancak adanılırsâ vacip olur. Bu İmam Şafiî'nin görüş ve ictihadıdır.

3- Ramazanın son on gününde itikafa girmek müstehabdır.

4- Vacip olan itikafın oruçlu bir halde yerine getirilmesi vacip­tir. Bu, üç mezhebin görüş ve ictihadıdır.

5- İtikaf müstehab olsun, vacip olsun ancak oruçlu bir halde caiz ve sahih olur. Bu, İmam Mâlik'in görüş ve ictihadıdır.

6- İtikaf ancak cemaatle namaz kılınan bir camide yapılabilir. Kadınların cami ve mescidde itikafa girmeleri mekruhtur. Bu, İmam Ebû Hanife ile İmam Şafiî ve İmam Ahmed'in görüş ve ictihadıdır.

7- Mescid-i Nebî veya Mescid-i Aksa'da itikafa gireceğini adayan kimsenin, bu mescidlerin yerine Mescid-i Haram'da itikafa girmesi de yeterli sayılır.

8- İtikafta bulunan kimse cinsel temasta bulunursa, itikafı hükümsüz olur; yeniden itikafa girmesi gerekir.

9- İtikafın sıhhatinin şartlarına riayet gerekir. İtikafa girecek kimsenin müslüman, âkil olması, cenabetten, ayhali ve loğusalıktan temizlenmiş bulunması şarttır.

10- Az bir süre için niyet edip itikafa girmek de caizdir.

11- İtikafta bulunan kimse ancak lüzumlu ve zarurî ihtiyaçları için çıkabilir.

12- İtikaf esnasında süslenmek ve güzel koku sürünmekte bir sakınca yoktur.

13- Mu'tekifîn bulunduğu yerden başını veya el ve ayağını dışarı çıkarmasında bir sakınca yoktur.

14- İtikaf için perde ile çevrili bir yer düzenlemek müstehabdır.

15- İtikafta bulunan kimse hasta ziyaretinde bulunmaz, cenaze namazına çıkıp katılmaz.

16- Kadınların kendi evlerinde itikafa girmesi caizdir.

 

Ramazanın Son On Günü Ve Kadir Gecesi

 

Ramazan bütünüyle rahmet ve gufran ayıdır. Ruhları serinlete­cek, kalpleri yatıştıracak, vicdanları geliştirecek, merhamet duygu­larını harekete geçirecek manevi, kutsal hava bu ayda esmeye başlar. Kul ve millet hakkı dışında kalan günahlar bu ayda bağışlanır, ilahi rahmet ve gufran kapıları bu ayda mü'minlerden yana bütün genişliğiyle açık tutulur. Arınmak isteyenler için bütün imkanlar se­ferber edilir. Melekler bu ayda durmacfan rahmet saçıp mü'minlerle kaynaşır.

O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ramazan girince ibad­etini daha da arttırır ve esen rüzgardan daha cömert olurdu. Rama­zanın son on gününde itikafa girer ve o günleri daha çok ibadet, taat, zikir, tesbih ve tahmidle ihya eder; Cenab-ı Hakk'ı razı etmenin bütün inceliklerini düşünür ve uygulardı.

Ramazanın son on gününde gizlenen Kadir Gecesi ise, ilahi rah­metin haşmet ve genişliğiyle tecellisine mazhar bir gecedir. Başta büyük melek Cibril (a.s.) olmak üzere sayısı belirsiz rahmet melekleri bu gece yeryüzüne iner ve Cenab-ı Hakk'a yönelip ibadet eden mü'minlerle müsafahada bulunur, rahmet kanatlarını onlara dokundururlar. Aynı zamanda o mü'minler için rahmet ve gufran dilerler. Kadir Gecesi böylece fecir doğuncaya kadar hep selam, selamet, rah­met ve gufranla dopdolu geçer.                                                  

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, ramazanın son on günü gi­rince geceyi ihya eder, ev halkını uyandırır, eteğini toplayıp bütün ciddiyet ve heyecanıyla ibadete yönelirdi."[404]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim Kadir Gecesi, inanarak ve sevabını yalnız Cenab-ı Hakk'tan bekleyerek kalkar (da iba­det ederse), geçmiş günahları bağışlanır."[405]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Ya Resulellah! Eğer hangi gecenin Kadir gecesi olduğunu bilirsem, o gece ne diyeyim? Bu hususta ne dersiniz?" dedim. O bana:

"De ki: Allah'ım! Şüphesiz ki sen affedic­isin, affetmeyi seversin; beni de affet" diye tavsiyede bulundu.[406]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kim Kadir Gecesi'ni iştiyakla ar­zuluyorsa, onu yirmi yedinci gece arayıp arzulasın!" Veya:

"Onu yirmiyedinci gece arayıp arzulayın!"[407]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendimize gelerek şöyle dedi:

"Ey Allah'ın Peygamberi! Doğrusu ben yaşlı bir kimseyim, aynı zamanda hastalıklı bir insanım; o bakımdan gece kalkıp ibadet etmek bana çok zor geliyor. Artık sen bana bir gecede (ibadeti) em­ret de umarım ki Cenab-ı Hakk o gecede beni Kadir Gecesine muvaffak kılar." Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona:

"Sana gereken yedinci (yirmi yedinci) gecedir (o geceyi ihya eyle)."[408]

Muaviye b. Ebi Süfyan (r.a.) den yapılan rivayete göre, Re­sulüllah (s.a.v.) Efendimiz Kadir gecesi hakkında şöyle buyurmuştur:

"O, yirmi yedinci gecededir.."[409]                                    

Zirr b. Hubeyş'den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Ubey b. Kâb'ın (r.a.) şöyle dediğini işittim:

"Ona birisi diyor ki:

"Abdullah b. Mes'ud (r.a.) şöyle diyor:

"Kim bütün bir yıl gece kalkıp ibadet ederse, Kadir Gecesi'ne tesadüf eder." Bu­nun üzerine Ubey (r.a.) şöyle diyor:

"Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Cenab-ı Hakk'a yemin ederim ki, Kadir Gecesi Ramazan'dadır... Vallahi ben onun hangi gece olduğunu biliyorum, o yirmi yedinci gecedir. Alametleri ise şunlardır: O gecenin sabahında güneş çok beyaz pırıl pırıl doğar.."[410]                                                                 

Ebû Said (r.a.) dan yapılan rivayete göre:

"Resulüllah (s.a.v) Efendimiz Ramazan'ın ilk on gününde itikafa girdikten sonra ikinci on günde keçeden mamul küçük bir kubbede itikafa girdi ki o kubbenin süddesi üzerinde hasır bulunuyordu. Resulüllah (s.a.v) o hasırı eliyle tutup kubbe cihetine itti ve son­ra başını dışarı çıkartıp insanlara konuştu. İnsanlar da O'na yaklaşıp yerlerini aldılar. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Doğrusu ben ilk on günde itikaf yaptım ve bu geceyi arzulayıp durdum. Sonra ikinci on günde itikaf yaptım. Sonra da bana gelindi ve denildi ki: "Kadir gecesi Ramazan'ın son on günündedir." Artık sizden kim itikafa girmek istiyorsa, itikafa girsin."

Bunun üzerine insanlar da Peygamber (s.a.v.) ile bera­ber itikafa girdiler. Peygamber (s.a.v.) bu konuda şöyle buyur­du:

"Doğrusu o bana tek gecede gösterildi ve ben o gecenin sabahında çamur ve su üzerinde secde ediyorum."

Peygamber (s.a.v.) yirmi birinci gecenin sabahı kalktı ve yağmur yağıyordu ve Mescidde su damlıyordu ve böylece ben çamur ile suyu gördüm ve o gece Ramazan'ın son on günü idi."[411]

Abdullah b. Üneys (r.a.) den yapılan rivayete göre: Resulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kadir Gecesi'ni gördüm, ama sonra bana unutturuldu ve kendimi o gecenin sabahında su ve çamur üzerinde secde eder gördüm."

Ravi diyor ki:

"Yirmi üçüncü gecede üzerimize yağmur yağdı ve Resulüllah (s.a.v) Efendimiz bize namaz kıldırıp ayrıldığında alnında ve burnunda su ve çamur izleri bulunuyordu."[412]

Ebû Bekir (r.a.) den yapılan rivayete göre, o, Resulüllah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu işitmiştir:

"Kadir Gecesi'ni Ramazan'ın kalan dokuzunda veya yedisinde veya beşinde veya üçünde ya da son gecesinde arzulayıp arayın."

Ravi diyor ki:

"Ebû Bekir (r.a.) Ramazan'ın ilk yirmi gününde yılın sair günlerindeki gibi namaz kılar dua ederdi. Son on gün girince büyük bir gayret gösterir namaz ve ibade­tini artırır."[413]

Ebû Nadre'nin Ebû Said'den yaptığı rivayette, Ebû Said kendis­inin rivayet ettiği hadiste diyor ki:

"Peygamber (s.a.v) nasın (mü'minlerin) yanına çıka geldi ve şöyle buyurdu:

"Ey insan­lar! Şüphesiz Kadir Gecesi açıkça ortaya çıktı ve ben de size onu haber vermek üzere çıktım; derken beraberlerinde şeytan bulunan iki adam tartışıp her biri kendisinin haklı olduğunu savunuyordu. O yüzden Kadir Gecesi (nın hangi gece olduğu) mı unuttum. Artık siz onu ramazanın son on günüde arzulayıp arayın: Dokuzunda, beşinde, yedisinde..."[414]

İbn Abbas (ra.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kadir Gecesi'ni Ramazanın son on gününde arzulayıp arayın: Kalan yedinci, kalan dokuzun­cu, kalan beşinci günlerde.."[415]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in ashabından bazı adamlar rüyalarında Kadir Ge­cesi'ni ramazanın kalan yedisinde görmüşlerdi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:

"Sizin gördüğünüz rüyanın son yedi güne tevafuk ettiğini görüyorum. Artık kim Kadir Gecesi'ni arayıp görmek istiyor­sa onu son yedi günde arasın."

Peygamber (s.a.v) bu konuda şunu da buyurdu:

"Sizin rüyanızın son on günle ilgili olduğunu görüyorum. O halde Kadir Gecesi'ni son on günün tek günlerinde arayın."[416]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Kadir Gecesi'ni ramazanın son on gününde arzulayıp arayın."[417]

 Buharî'nin rivayetinde "Son on günün tek sayılarında arayın..." buyurulmuştur.

 

Tahliller Ve Diğer Rivayetler

 

130 nolu Abdullah b. Üneys hadisini kuvvetlendirir anlamda birçok rivayetler daha vardır. İshak'ın kendi Müsned'inde yaptığı ri­vayete göre, Benî Beyaze'den bir adam, Peygamber (s.a.v) Efendimize şöyle demiştir:

"Ya Resulellah! Benim bir çöl hayatım vardır ki (daha çok orada) olurum. O bakımdan bana Kadir Gecesi'ni emir buyur.." Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) ona:

"Yirmi üçüncü geçe (mescide) in" buyurdu.

İbn Ömer'den merfuan yapılan rivayette deniliyor ki:

"Kim Ka­dir Gecesi'ni arzu edip araştırmak istiyorsa, yedinci gece araştırsın."

İbn Abbas'ın (r.a.) Ramazan'ın yirmi üçüncü gece ev halkını uy­andırdığı rivayet edilmiştir. Abdurrezzak'ın Yunus b. Seyf tarikiyle yaptığı rivayette, tabiînden Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: "Ashabın sözü, Kadir Gecesi'nin yirmi üçüncü gece olduğu üzerinde bir doğrultu arzetmektedir." Tabiîn'den Mekhul da Kadir Gecesi'ni Ramazan'm yirmi üçüncü gecesi olarak kabul ederdi.[418]

131 nolu Ebû Bekre hadisini Tirmizî sahihlemiştir. Onu kuvvet­lendirir anlamda Ahmed b. Hanbel'in Ubade b. Samit (r.a.) den rivay­et ettiği bir hadis bulunuyor. Böylece Ramazan'da Kadir Gecesi'ni son on gün içinde ve daha çok ramazanın bitimine dokuz, yedi ve beş veya üç gün kala aranması söz konusudur. Aynı zamanda en son gece aranması da böyledir.

İmam Şafiî diyor ki:

"Benim yanımda rivayetlerin en kuvvvetlisi, Kadir Gecesi'nin Ramazan'm yirmi birinci gecesiyle ilgili olanıdır."

132 nolu Ebû Nadra hadisi sahihtir. Böylece mü’minlerin bir mesele üzerinde tartışıp iddialaşmaları; birinin diğerini haksızlıkla ittiham edip sırf kendini haklı göstermeye çalışması iyi karşılanmamış ve bu gibi davranışların manevi cezaya sebep olduğu ortaya çıkmıştır.

Böylece hadisin zahiri delaletinden Kadir Gecesi'nin Rama­zan'ın son on günü içinde belirtilen üç gecede aranması söz konusu­dur.

133 nolu İbn Abbas hadisi 132 nolu Ebû Nadra hadisini kuvvet­lendirmekte ve sözü edilen üç geceden birinde Kadir Gecesi'nin tecelli edeceği neticesini vermektedir.

Buhari'de ise, bu hadis şu lafızla rivayet edilmiştir:

"Kadir Ge­cesi Ramazan'ın son on günündedir: Dokuz gün geçtikten veya yedi gün kala.."

Bu, Kadir Gecesi'nin Ramazanın yirmi birinci veya yirmi üçüncü gecesi olduğuna delalet etmektedir.

134 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir ve istidlale elverişlidir. Kadir Gecesi'nin Ramazan'ın son yedi gününde aranmasına delalet etmekte ve diğer rivayetlerden kısmen ayrılmaktadır.

135 nolu Hz. Aişe hadisi sahihtir ve ihticace salih görülmüştür. Kadir Gecesi'nin Ramazan'ın son on gününde tek sayılı günlerinde olduğuna delalet etmekte ve daha önceki hadisleri kuvvetlendirmek­tedir.

Böylece Kadir Gecesi'nin ramazanın son on gününde yıllara nisbetle yer değiştirdiği ve daha çok tek günlerin gecesinde aranmasının isabetli olacağı ağırlık kazanmış oluyor. Yirmi yedinci gecenin ise bu konuda ayii bir yeri ve anlamı söz konusudur.

Cumhur bu sahih rivayetlere dayanarak Kadir Gecesi'nin özel bir yeri ve anlamı bulunduğunu hükme bağlamış ve buna muhalefet eden olmamıştır. Aynı zamanda bu gecenin Muhammed (s.a.v.) ümmeti için mahza rahmet, gufran, inayet ve bereket kılındığını be­lirtmiştir.

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ramazan'ın son on gününü başta itikaf olmak üzere ihya et­mek müstehabdır.

2- Kadir Gecesi  Ramazan'ın son on gününün gecelerinden bi­rine tesadüf etmektedir.

3- Kadir Gecesi daha çok Ramazan'ın son on gününün tek sayılı günlerinde arzulamak müstehabdır.

4- Kadir Gecesi'nin Ramazan'ın yirmi yedinci gecesine tesadüf ettiği ağırlık kazanmıştır.

5- Kadir Gecesi, yıllara nisbetle Ramazan'ın son on gününde yer değiştirmekte ve daha çok tek sayılı günlerde tezahür etmektedir.

6- Kadir Gecesi'ni namaz ve sair ibadetle ihya etmek, o gecede bol bol dua ve istiğfarda bulunmak, dilek ve temennileri arzetmek sünnettir.

7- Kadir Gecesi rahmet meleklerinin yeryüzüne inip Cenab-ı Hakk'a yönelen mü'minler için dua ve istiğfar ettiği bir gecedir.

8- Kadir Gecesi'ni, inanarak ve sevabını yalnız Allah'tan bekley­erek ihya edenlerin -kul ve millet hakkı dışında- diğer günahları af­fedilir.

9- Kadir Gecesi'nde daha çok "Allah'ım! Sen affedicisin, affet­meyi seversin; beni de affeyle" duasını dile getirmek müstehabdır.

 

 

 



[1] Bakara: 2/183.

[2] Buhari, iman: 1, 2, tefsir-i sûre: 2, 30, Müslim, iman: 20, 21, Tirmizi, iman: 3, Nesai, iman: 13, Ahmed: 2/26, 93, 120, 143.

[3] Nesai, Siyam: 13; Ahmed: 1/376.

[4] Tirmizi, savm: 7, Nesai, siyam: 8.

[5] Ebu Davud, Savm: 14; Ahmed: 6/126.

[6] Nesai, siyam: 8.

[7] Ebu Davud, savm:13.

[8] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 2/80.

[9] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/80, es-Siracü’l-Vehhac Ala Metni Minhac: 136.

[10] İbn Kudame, el-Muğni: ¾.

[11] Şemsüddin, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/8, 9.

[12] Şemsüddin, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/9.

[13] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/193.

[14] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/209.

[15] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/210 Ancak Zehebi Mizanü'l-İ'tidal'de Hafs b. Ömer isminde 31 ravi tesbit etmiştir ki, bunların birçoğu güvenilir değildir. Darekutni bunlardan hangisini kastetmiştir, bilemiyoruz.

[16] Ebu Davud, salat: 249, İbn Mace, siyam: 6. Ahmed: 5/57, 58.

[17] Buhari, savm: 5, 11, Müslim, siyam: 6, 9, 18, Ebu Davud, savm: 4, 6, 7, Tirmizi, savm: 2, Nesai, siyam: 9, 13, 17, İbn Mace, siyam: 7, Daremi, savm: 2, Ahmed: 5/13, 63, 145.

[18] Buhari, salat: 18, eyman: 20, Müslim, siyam: 5, 6, 7, 9,  Nesai, siyam: 14, 15, Ahmed: 1/218, 235, 340, 3/200, 6/33.

[19] Buhari, salat: 18, eyman: 20, Müslim, siyam: 5, 6, 7, 9, Nesai, siyam: 14, 15, Ahmed: 1/218, 235, 340, 3/200, 6/33.

[20] Buhari, savm: 11, Ahmed: 2/456.

[21] Ebu Davud, savm: 6, 7, 11, Tirmizi, savm: 2, Nesai, siyam: 13, 32, 37, 38, Ahmed: 1/221, 226, 4/314.

[22] Ebu Davud, savm: 6, 7, 11, Tirmizi, savm: 2, Nesai, siyam: 13, 32, 37, 38, Ahmed; 1/221, 226, 4/314.

[23] Bilgi için bak: Kasani/Bedayiu's-Sanayi': 2/81.

[24] Bilgi için bak: Haşiyetü't-Tahtavi: 354.

[25] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa'dan özetlenerek: 1/553, 554.

[26] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa'dan özetlenerek: 1/553, 554.

[27] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa'dan özetlenerek: 1/553, 554.

[28] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/213.

[29] Ebu Davud, savm: 6, 7, 11, Tirmizi, savm: 2, Nesai, siyam: 13, 32, 37, 38.

[30] Tirmizi, savm: 3, Buhari, savm: 11, Nesai, siyam: 37.

[31] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/215.

[32] Müslim, siyam: 28, Ebu Davud, savm: 9, Tirmizi, savm: 9, Nesai, siyam: 7, Tirmizi, Nesai, siyam: 7, Ahmed: 1/306.

[33] Kasani, Bedayiu's-Sanayi’: 2/82, 83'den özetlenerek.

[34] Fethü'l-Vehhab bi Şerhi Menheci't-Tullab: 1/115.

[35] es-Siracü'l-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 137.

[36] İbn Kudame, el-Muğni: 3/7.

[37] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/550.

[38] Tirmizi, savm: 33, Nesai, siyam: 66, 68, Daremi, savm: 10.

[39] Ebu Davud, savm: 71, Müslim, siyam: 169, 170, Nesai, siyam: 67, Ahmed: 6/49, 207.

[40] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/221.

[41] Haşiyelü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 352, 353'den özetlenerek.

[42] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 137, 138.

[43] İbn Kudame, el-Muğni: 3/22-24'den özetlenerek.

[44] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/219.

[45] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/219.

[46] Bakara: 2/286.

[47] Buhari, savm: 47, Müslim, siyam: 136, 137.

[48] İbn Mace, siyam: 52.

[49] Ebu Davud, savm: 65.

[50] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/87'den özetlenerek.

[51] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/87'den özetlenerek.

[52] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/22.

[53] Buhari, savm: 32, Ebu Davud, savm: 28, Tirmizi, savm: 60, İbn Mace, siyam: 18, Daremi, savm: 26, Ahmed: 2/157.

[54] Ahmed: 5/277, 280, 282, 283.

[55] Ahmed: 2/157, 5/210, 276, 277.

[56] Neylü'l-Evtar: 4/224.

[57] Buhari, tıb: 11, Ebu Davud, savm: 28, 29, 30, Tirmizi, savm: 59, 61, İbn Mace, siyam: 18, Taberani, siyam: 30, 32.

[58] Buhari, savm: 32.

[59] Ebu Davud, savm: 30, Ahmed: 5/363, 364, Buhari, savm: 32, Tirmizi, savm: 59.

[60] Müsned-i Ahmed: 6/282.

[61] Mecmeu'l-Enhür: 1/248.

[62] Mecmeu'l-Enhür: 1/240.

[63] es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 141.

[64] İbn Kudame, el-Muğni: 3/36, 37'den özetlenerek.

[65] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/198.

[66] Şevkani, Fethü'l-Kadir: 4/225.

[67] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal:3/71, 5641 nolu Atâ'.

[68] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/225.

[69] et-Tahavi, Şerhu Maani'l-Asar: 2/98-102'den özetlenerek.

[70] Bilgi için bak: Neylül-Evtar: 4/227.

[71] Zehebi bu zat üzerinde durmamış ve herhangi bir tesbiti nakletmemiştir. Şevkani ise onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/228.

[72] Kan vermede boynuz kullanmak şart değildir. Bugün artık bu konuda daha sıhhi aletlerle bu ameliye gerçekleştirilmektedir. Mesele, kan vermek veya birinden kan almaktır.

[73] Ebu Davud, savm: 33, Tirmizi, savm: 24, 25, İbn Mace, siyam: 16, Daremi, savm: 25, Tâberani, siyam: 47, Ahmed: 2/498.

[74] Ebu Davud, savm: 36, 37, Buhari, et-Tarih.

[75] Mecmeu'l-Enhür: 1/242.

[76] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/92.

[77] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/93.

[78] Mecmeu'l-Enhür: 1/244'den özetlenerek.

[79] Fetevay-i Hindiyye: 1/203.

[80] Zekeriya el-Ensari, Fethü'l-Vehhab bi Şerhi Menheci't-Tullab: 1/120.

[81] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 140.

[82] İbn Kudame, el-Muğni: 3/52.

[83] İbn Kudame, el-Muğni: 3/38'den özetlenerek, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/38.

[84] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/197.

[85] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/200.

[86] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/229.

[87] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 2/274, 3701 nolu Şa'be.

[88] Taberani, Sevban (r.a.) dan Camiu's-Sağîr: 1/24.

[89] Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Nesai, İbn Mace, Camiu's-Sağîr: 1/24.

[90] Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Camiu's-Sağîr: 1/24.

[91] Buhari, savm: 26, Müslim, siyam: 171, Daremi, savm: 23, Ahmed: 2/425.

[92] Darekutni, Neylü'l-Evtar: 4/231.

[93] Ebu Davud, savm: 39, İbn Mace, siyam: 15, Daremi, savm: 23.

[94] Müsned-i Ahmed: 2/395.

[95] İbn Mace, talak: 16.

[96] Haşiyetü't-Tahtavi: 360.

[97] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 140.

[98] Bilgi için bak: el-Muğni: 3/51.

[99] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/208.

[100] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/231.

[101] Nesai, Sıyam: 42; Ahmed: 2/283, 6/244; Buhari, Savm: 2; Müslim, Siyam: 120; Ebu Davud, Savm: 29; Taberani, Siyam: 57.

[102] Buhari, Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace, Camiu’s-Sağir: 2/181.

[103] Ebu Davud, savm: 33, 35, Ahmed: 1/21, 52.

[104] Ebu Davud, Ahmed: 3/292, 319, 379, 5/376, 6/96.

[105] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/248.

[106] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 141.

[107] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 140.

[108] İbn Kudame, el-Muğni: 3/44, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/44.

[109] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/200.

[110] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/235.

[111] Buhari, savm: 23, Müslim, siyam: 65, 66, 71, 73, Daremi, savm: 2, Ahmed: 6/193, 256.

[112] Buhari, savm: 23, Müslim, siyam: 32, İbn Mace, siyam: 20, Daremi, vudu': 81, Ahmed: 1/445, 6/40, 42, 59.

[113] Müslim, siyam: 74, 79, Ahmed: 6/67, 122.

[114] Ebu Davud, savm: 35, İbn Mace, siyam: 20.

[115] Bilgi için bak: Mecmeu'l-Enhür: 1/248, Haşiyetü’t-Tahtavi: 372.

[116] Bilgi için bak: Şemsüddin İbn Kudami, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/39.

[117] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/195'den özetlenerek.

[118] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/237.

[119] Bilgi için bak: Ebu Cafer et-Tahavi, Şerhü Maani'l-Asar: 2/88-96.

[120] Müslim, siyam: 79, Ahmed, Ebu Davud.

[121] Buhari, savm: 25, Müslim, siyam: 78, 80, Nesai, taharet: 122, İbn Mace, siyam: 27, Taberani, siyam: 10, 12, Ahmed: 1/243, 6/36, 183, 216.

[122] Buhari, savm: 25, Müslim, siyam: 75, 77, Ahmed: 6/308, 312.

[123] Bakara: 2/187.

[124] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/92'den özetlenerek.

[125] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 141.

[126] İbn Kudame, el-Muğni: 3/75, 76'dan özetlenerek.

[127] Bilgi için bak: Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/206.

[128] İbn Dakiyk el-lyd, İhkamü'l-Ahkam Umdetü'l-Ahkam: 2/210.

[129] Buhari, savm: 22, 35, Müslim, siyam: 75, 78, 80.

[130] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 4/426, 9701 nolu Yezid.

[131] İbn Dakiyk el-Iyd, İhkamü'l-Ahkam Umdetü'l-Ahkam: 2/211.

[132] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/239.

[133] Buhari, savm: 30, nefakat: 13, edeb: 68, 95, keffaret: 2, 4, Müslim, siyam: 91, Ebu Davud, savm: 19, Taberani, siyam: 28, 29, Ahmed: 2/208, 241, 281, 516.

[134] Mecmeu'l-Enhür Şerhü Mülteka'l-Ebhur: 1/240.

[135] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/560.

[136] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/561.

[137] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/562.

[138] Sahnun, Müdevvenetü’l-Kübra: 1/198, 199’dan özetlenerek.

[139] Şevkani, Neylü’l-evtar: 4/240.

[140] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/241.

[141] Ihkamü'l-Ahkam Umdetü'l-Ahkam: 2/214, 215, sahifeden özetlenerek.

[142] Buhari, savm: 49, temenni: 8, Müslim, siyam: 59, Ebu Davud, savm: 24, Daremi, savm: 14, Taberani, siyam: 37, Ahmed: 2/23, 112, 261, 3/30, 59, 5/363, 6/89, 93.

[143] Buhari, savm: 49, Müslim, siyam: 58, Daremi, savm: 14, Taberani, siyam: 38, Ahmed: 2/231, 237, 244, 315, 345, 418. 

[144] Buhari, savm: 48, 49, 50, Müslim, siyam: 59, 60.

[145] Buhari, savm: 48, Ebu Davud, savm: 24, Daremi, savm: 14, Ahmed: 3/8.

[146] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/79.

[147] Bilgi için bak: İbn Kudame, el-Muğni: 3/109.

[148] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/559.

[149] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/245.

[150] Buhari, savm: 33, 43, 44, Ebu Davud, savm: 19, 30, Müslim, siyam: 51, Tirmizi, savm: 12, Ahmed: 1/39, 48.

[151] Tirmizi, savm: 13, Ahmed: 2/238, 329.

[152] Ebu Davud, savm: 31, Ahmed: 2/450.

[153] Tirmizi, savm: 10, Ebu Davud, savm: 21, Ahmed: 3/164.

[154] Ebu Davud, savm: 21, Tirmizi, zekat: 26, Nesai, savm: 28, İbn Mace, siyam: 25, Ahmed: 2/17, 18.

[155] Ebu Davud, savm: 22.

[156] Müsned-i Ahmed.

[157] Nesai, siyam: 18, 19, İbn Mace, siyam: 22, Daremi, savm: 9, Ahmed: 2/ 377, 477, 3/32.

[158] Müslim, siyam: 46, Ebu Davud, savm: 15, Tirmizi, savm: 17, Nesai, siyam: 27, Daremi, savm: 9, Ahmed: 4/197, 202.

[159] Haşiyetü't-Tahtavi: 373.

[160] Bilgi için bak: İbn Kudame, el-Muğni: 3/76-78, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/76. Abdurrahrnan el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/577.

[161] Bilgi için bak: Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/247.

[162] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal:2/7, 2606 nolu Davud.

[163] Mizanü'l-İ’tidal: 2/214, 3493 nolu Süleyman.

[164] İbn Mace, siyam: 22.

[165] Buhari, savm: 33, Müslim, siyam: 99, 103, 104, 105, Ebu Davud, savm: 42, Nesai, siyam: 56, 58, 74, İbn Mace, siyam: 10, Taberani, siyam: 24, Ahmed: 6/46, 193, 202, 207.

[166] Müslim, siyam: 108.

[167] Buhari, savm: 36, Ebu Davud, savm: 43, Daremi, savm: 15, Ahmed: 3/317, 319.

[168] Buhari, savm: 37, Müslim, siyam: 95, 99, Tirmizi, savm: 19, Ebu Davud, savm: 42, Nesai, siyam: 59, Taberani, siyam: 23, Ahmed: 3/45, 50.

[169] Buhari, savm: 34, cihad: 106, meğazi: 47, Müslim, siyam: 87, 88, Nesai, siyam: 60, Taberani, siyam: 21, Daremi, savm: 15, Ahmed: 1/ 266, 334, 344, 5/376.

[170] Buhari, büyu': 95, Müslim, siyam: 105, Nesai, siyam: 57, Ahmed: 6/345.

[171] Müslim, siyam: 97, Nesai, siyam: 59, Taberani, siyam: 26.

[172] Ebu Davud, savm: 42, Müslim, siyam: 102, Ahmed: 3/35.

[173] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/249, 250'den özetlenerek.

[174] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 143, Yahya Zekeriya el-Ensari, Fethü'l-Vahhab bi Şerhi Menheci't-Tullab: 1/122.

[175] Şemsuddin, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/17,19'dan özetlenerek.

[176] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/202.

[177] Bilgi için bak: İbn Dakiyk el-lyd, İhkamü'l-Ahkam: 2/223.

[178] Şerhü Meani'l-Asar: 2/63.

[179] Bilgi için bak: Şerhü Meani'l-Asar: 2/62-71. sahifeler.

[180] Şevkani, Fethü'l-Kadir: 4/252.

[181] Şevkani, Fethü'l-Kadir: 4/252.

[182] Müslim, siyam: 91, 92, Tirmizi, savm: 18, Nesai, siyam: 49.

[183] Müsned-i Ahmed:3/46.

[184] Müsned-iAhmed: 1/366.

[185] Buhari, hac: 82.

[186] Tirmizi, savm: 75.

[187] Ebu Davud, savm: 45, Ahmed: 2/158, 165, 188, 210, 3/24, 5/409, 6/7.

[188] Kasani, Bedayiu's-Sanayi': 2/94, 95'den özetlenerek.

[189] el-Gamravia, es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 143.

[190] Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/19.

[191] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/202, 203.

[192] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/256.

[193] Buhari, meğazi: 47.

[194] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/478.

[195] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala’l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/480.

[196] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala’l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/479.

[197] Kitabu’l-Fıkhi Ala’l-Mezahibi’l-Arbaa: 1/479.

[198] Ebu Davud, savm: 44, Tirmizi, savm: 21, Nesai, siyam: 51, 62, İbn Mace, siyam: 12, Ahmed: 4/347, 5/29.

[199] Bakara: 2/184.

[200] Buhari, tefsir: 2, 26, Müslim, siyam: 149, Ebu Davud, savm: 2, Tirmizi, savm: 75, Nesai, siyam: 63, Daremi, savm: 29.

[201] Müsned-i Ahmed: 5/246.

[202] Bakara: 2/184.

[203] Buhari, Tefsir-i sûre: 2, 25.

[204] Ebu Davud, savm: 3, 43.

[205] Haşiyetü't-Tahtavi Ala Meraki'l-Felah: 373, 374'den özetlenerek.

[206] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/573.

[207] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/575'den özetlenerek.

[208] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/575, 576'dan özetlenerek.

[209] Bilgi için bak: Neylü'I-Evtar: 4/259.

[210] Darekutni, Neylü'l-Evtar: 4/260.

[211] Buhari, savm: 40.

[212] Bakara: 2/185. ayette.

[213] Darekutni, isnad-ı sahih ile, Neylü'l-Evtar: 4/260.

[214] Buhari, savm: 40, Müslim, siyam: 154, 175, 177, Tirmizi, savm: 65, Ahmed: 6/124, 131.

[215]  Darekutni, İsnad-ı sahih, mevkuf, Neylü'l-Evtar: 4/261.

[216] Tirmizi, savm: 23, İbn Mace, siyam: 50, Taberani, siyam: 53.

[217] Ebu Davud, savm: 41.

[218] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/249, 250'den özetlenerek.

[219] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/250.

[220] Müdd, fitre nisbetinden farklıdır, ancak biz kolaylık olsun diye onu fitre nisbetiyle yorumladık.

[221] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 144.

[222] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 145.

[223] İbn Kudame, el-Muğni: 3/81, 82.

[224] Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/83.

[225] Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/88.

[226] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/212, 213'den özetlenerek.

[227] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 4/261.

[228] Şevkani, Neylü'l-Evtar: 4/261.

[229] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 2/545, 4803 nolu Abdurrahman.

[230] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 2/224, 6222 nolu Ömer.

[231] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 1/69, 234, 235 nolu İbrahim.

[232] Buhari, vasaya: 19, Ebu Davud, eyman: 24, Nesai, eyman: 35, Taberani, nüzûr: 1, Ahmed: 6/7.

[233] Buhari, savm: 42, Nesai, siyam: 153, Ebu Davud, savm: 41, İbn Mace, siyam: 50, Ahmed: 6/69.

[234] Müslim, siyam: 158, selam: 35, Ebu Davud, vasaya: 12, eyman: 24, İbn Mace, sadakat: 3, Ahmed: 5/349, 351, 361.

[235] Fetava-yi Hindiyye: 1/208.

[236] Mecmeu'l-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/250.

[237] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 144.

[238] İbn Kudame, el-Muğni: 3/83.

[239] İbn Kudame, el-Muğni: 3/82'den özetlenerek.

[240] Sahnun, el-Müdevvenetü'l-Kübra: 1/212.

[241] Müslim, siyam: 204, Tirmizi, savm: 52, Daremi, savm: 44, Ahmed: 5/ 417, 419.

[242] İbn Mace, siyam: 33, Ahmed: 5/280.

[243] Feteva-yi Hındiyye: 1/201.

[244] Feteva-yi Hindiyye: 1/201.

[245] Me'cmeu'l-EnhürŞerhu Mülteka'l-Ebhur: 1/255.

[246] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 146.

[247] el-Muğni: 3/102, 103, Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhü'l-Kebir; 103'den özetlenerek.

[248] Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/10.

[249] Zehebi, Mizanü’l-İ'tidal: 3/250, 6341 nolu Amr.

[250] Nesai, siyam: 83, Ahmed: 6/287.

[251] Ahmed: 5/226, 297, 304, 6/128.

[252] Ebu Davud, savm: 63, İbn Mace, siyam: 40, Ahmed: 2/304, 446.

[253] Buhari, savm: 65, eşribe: 99, Müslim, siyam: 111, 112, Ahmed: 6/339, 340                                     .

[254] Daremi, savm: 47, Ebu Davud, savm: 50, Tirmizi, savm: 58, Nesai, menasik: 195, Ahmed: 4/152.

[255] Feteva-yi Hindiyye: 1/201, 202, Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/556.

[256] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 146, Ebu Yahya Zekeriya, Fethü'l-Vehhab: 1/12.

[257] İbn Kudame, el-Muğni: 3/105, 106, Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/105.

[258] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/556.

[259] Ebu Davud, savm: 61, Ahmed: 5/271, 288, 42.

[260] Zehebi, Mizanü'l-İ’tidal: 4/195, 8824 nolu Mehdi.

[261] Ebu Cafer et-Mahtavi, Şerhu Maani'l-Asar: 2/72.

[262] Fazla bilgi için bak: Ebu Cafer et-Tahtavi, Şerhu Maani'l-Asar: 2/71, 73, sahifelerine.

[263] Müslim, siyam: 202, 203.

[264] Müsned-i Ahmed: 1/222, 312, 367.

[265] Buhari, tefsir: 2, 24, savm: 69, Müslim, siyam: 111, 112, 116, 120, 121, Ebu Davud, savm: 63, Tirmizi, savm: 48, Daremi, savm: 46, Taberani, siyam: 33, Ahmed: 2/57, 143,4/29, 50.

[266] Müslim, siyam: 124.

[267] Buhari, savm: 69, Ebu Davud, savm: 63, Tirmizi, savm: 48, Daremi, savm: 46, Taberani, siyam: 33, Ahmed: 1/424, Müslim, siyam: 120, 121.

[268] Müslim, siyam: 117, Ahmed: 2/143.

[269] Buhari, savm: 69.

[270] Buhari, savm: 69, menakıb: 52, tefsir: 10, 20, enbiya: 24, Müslim, siyam: 127, 130, Ebu Davud, savm: 63, Daremi, savm: 46, Ahmed: 1/ 291, 310, 2/359, 4/409.

[271] Buhari, savm: 69, Taberani, siyam: 34, Ahmed: 4/95.

[272] Feteva-yi Hindiyye: 1/202.

[273] el-Gamravi, es-Siracü'l-Vehhac: 146.

[274] Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa.

[275] İbn Kudame, el-Muğni, Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhü'l-Kebir: 3/104.

[276] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbâa: 1/557.

[277] Zehebi, Mizanü'l-İ'tidal: 2/31-2, 3879 nolu Sadaka.

[278] Tirmizi, savm: 39.

[279] Müslim, siyam: 132, İbn Mace, siyam: 41, Ebu Davud.

[280] Müsned-i Ahmed: 1/236.

[281] Müsned-i Ahmed: 1/241.

[282] Bilgi için bak: Zehebi, Mizanü’l-İ'tidal: 2/13, 2633 nolu Davud.

[283] Ahmed: 5/201, 6/54,95, Ebû Dâvud, savm: 57, Nesâi, siyam: 35, Buhari, savm: 53, Müslim, siyam: 35, 70, müsafirîn: 139, 141, Tirmizî, savm: 56.

[284] Buharî, savm: 52, Müslim, siyam: 176, İbn Mâce, siyam: 4, 30.

[285] Buharî, savm: 52, Müslim, siyam: 70-176, Ebû Dâvud, savm: 59, Tirmizî, savm: 36, İbn Mâce, siyam: 30, Taberânî, siyam: 56, Ahmed: 6/39, 84, 107, 128.

[286] Ebû Dâvud,  İbn Mâce, siyam: 43, Ahmed: 5/28.

[287] Abdurrahman el-Cezîrî, el-fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa :1/557.

[288] Tirmizî, zekât-zühd: 28.

[289] Nesâî, siyam: 70, Ahmed: 5/201.

[290] Şevkanî, Neylü’l evtar: 4/277.

[291] Şevkanî, Neylületvar: 4/277.

[292] Zehebî, Mîzanü'l-İ'tidal: 2/104.

[293] Tirmizî, savm: 44, Nesâî, siyam: 36, 70, İbn Mâce, siyam: 42, Ahmed: 6/80, 106.

[294] Tirmizî, savm: 44, Ahmed: 2/ 268, 329.

[295] Ahmed: 5/297, 299.

[296] Nesâî, siyam: 70, 76, 83, Tirmizî, savm: 44, İbn Mâce, siyam: 42, Ebû Dâvud, savm: 53, 59, 68, Dâremî, savm: 41, Ahmed: 2/329-5/200-6/80.

[297] Müslim, birr: 35, Ebû Dâvud, edeb: 47, Taberânî, hüsnü'l-hulk: 17, 18, Ahmed: 2/ 268, 389, 404, 465.

[298] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/201, Kâsânî, Bedayi'u's-Sanayi': 2/79.

[299] el-Ğamravî, es-Siracülvehhac: 146.

[300] İbn Kudame, el-Muğnî: 3/108.

[301] Bilgi için bak: el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/556.

[302] Şevkanî, Neylülevtar: 4/278.

[303] Buhari, savm: 63, Müslim, siyam: 145, 146, Tirmizî, savm: 40, 41, İbn siyam: 37, Dâremî, savm: 39, Ahmed: 2/248, 286, 303, 532-3/296.

[304] Buharî, savm: 63, Müslim, siyam: 146, Ebû Dâvud, savm: 50, Ahmed: 2/ 422, 458, 495, 526.

[305] Müslim, siyam: 148, Ebû Dâvud, savm: 50, Tirmizî, savm, 41, Ahmed: 1/288-2/365, 392, 394, 407, 422-3/ 313- 5/ 225- 6/444.

[306] Müsned-i Ahmed: 1/288.

[307] Buharî, savm: 63, Ebû Dâvud, savm: 51, Ahmed: 2/189- 6/324, 368, 430.

[308] Müsned-i Ahmed: 5/81.

[309] Ahmed: 6/369, Ebû Dâvud, savm: 52, İbn Mâce, siyam: 38, Dâremî, savm: 40.

[310] Tirmizî, savm: 41, Nesâî, siyam: 70, İbn Mâce, siyam: 37, Ahmed: 1/406.

[311] Fetâvâ-yı Hindiyye:1/201.

[312] Felâvâ-yi Hindiyye: 1/201.

[313] El-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/558.

[314] el-Ğamravî, es-Siracülvehhac Şerhün Alâ Metni'l-Minhac: 146.

[315] Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhülkebîr: 3/107, 108.

[316] Şevkanî, Neylülevtar: 4/279.

[317] Mîzanü’l İ'tidal: 1/537- 2012 nolu Hüseyin.

[318] Müsned-i Ahmed: 2/302, 532.

[319] Şevkanî, Neylülevtar: 4/282.

[320] Ebu Dâvud, siyam: 84, Tirmizi, savm: 53, Müsned-i Ahmed: 5/162.

[321] Müslim, siyam: 181, 195, 196, 203, Ebû Davud, savm: 53, 56, 67, Müsned-i Ahmed: 2/263, 384- 4/24, 25, 26- 5/ 27, 28.

[322] Tirmizî, savm: 44.

[323] Tirmizî, savm: 40, 53, İbn Mâce, siyam: 29, Ahmed: 2/ 90- 4/19- 5/34, 246, 247-6/146.

[324] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/201.

[325] Abdurrahman el-Cezîrî, el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/556.

[326] Şevkani, Neylülevtar: 4/285.

[327] Buhrari, cihad: 36, Müslim, siyam: 167, 168, Tirmizî, fezail-i cihad: 3, Nesaî, siyam: 44, Ahmed: 2/315.

[328] Buharî, enbiya: 37, savm: 56, 57, Ebû Dâvud, ramazan: 8, savm: 53, Nesâî, siyam: 76, 77, 78, 85-Ahmed: 2/158, 188, 189, 194, 195, 198, 200, 201, 216.

[329] Buharî, savm: 57, 59, Müslim, siyam: 186, 187, Nesâî, siyam: 71, 78, İbn Mâce, siyam: 28, Ahmed: 2/164, 189, 190, 199, 212- 6/ 455.

[330] Tirmizî, savm: 56, Nesâî,  siyam: 72, 73, 75, Müslim, siyam: 196, 197, Ebû Dâvud, savm: 53-Dâremî, savm: 37, Ahmed: 4/24, 25, 26, 426, 431, 433-5/ 297, 311.

[331] Müsned-i Ahmed: 4/ 25, 26, 414.

[332] Kâsânî, Bedayi'u's-Sanayi': 2/79.

[333] el-Ğamravî, es-Siracülvehhac: 147.

[334] İbn Kudame, el-Muğnî, Şemsüddin İbn Kudame, eş-Şerhülkebir: 3/111.

[335] Abdurrahman el-Cezîrî, el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/557.

[336] Nesâî, siyam: 70.

[337] Zehebî, Mizanü'l-İ’tidal :4/452- 9815 nolu Yakub.

[338] Buharî, savm: 51, menakıb-i ensar: 50, edeb: 67, 86, Tirmizî, zühd: 64.

[339] Müsned-i Ahmed: 6/341.

[340] Müsned-i Ahmed: 6/343, 424.

[341] Müslim, siyam: 169, Ebû Davud, savm: 72, Tirmizî, savm: 35, Nesâî, siyam: 67, Ahmed: 6/49.

[342] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/208.

[343] el-Ğamravî, es-Siracülvehhac Şerhün Ala Metni'l-Minhac: 147.

[344] İbn Kudame, el-Muğni: 3/89.

[345] Abdurrahman el-Cezîrî, el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/558.

[346] Şevkanî, Neylülevtar: 4/289.

[347] Bilgi için bak: Zehebi, Mîzanü'l-İ’tidal: 4/288- 9179 nolu Harun.

[348] Şevkanî, Neylülevtar: 4/289.

[349] Bilgi için bak: Mîzanü'l-İ'tidal: 2/81-2905 nolu Zümeyl ve Neylülevtar: 4/289.

[350] Buhari, savm: 5, 14, Müslim, siyam: 21, Ebû Davud, savm: 7, 11, Tirmizi.

[351] İbn Mâce, siyam: 3.

[352] Müsned-i Ahmed: 4/432, 434, 442.

[353] Kâsânî, Bedayi'us-Sanayi': 2/79.

[354] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/200.

[355] Abdurrahman el-Cezîrî, el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa :1/ 559.

[356] Abdurrahman el-Cezîrî, el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa :1/ 558.

[357] Abdurrahman el-Cezîrî, el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa :1/ 558.

[358] Zehebî, Mîzanü'l-İ'tidal: 3/373-6817 nolu Kasım.

[359] Zehebî, Mîzanü'l-İ'tidal: 4/ 321-9298 nolu Heysem.

[360] Ebû Dâvud, savm: 12, 35, Dâremî, savm: 34, Şerhu Maahi'l-Asar: 2/82.

[361] Şevkanî, Neylülevtar: 4/291.

[362] Ebû Cafer et-Tahâvî, Şerhu Maanil-Asar: 2/85.

[363] Müslim, siyam: 139, 141, 142, İbn Mâce, siyam: 36, Taberânî, siyam: 36, hac: 136, Ahmed: 2/511, 529-3-/46, 66, 67, 85, 96.

[364] Müslim, siyam: 144.

[365] Müsned-i Ahmed, Neylülevtar: 4/293.

[366] Darekutnî, Neylülevtar: 4/293.

[367] Sahih-i Buharî, siyam.

[368] Buharî, savm: 68, Taberânî: 255.

[369] Kâsânî, Bedayi: 2/79.

[370] el-Ğamravî, es-Siracülvehhac: 142.

[371] Şemsüddin Îbn Kudame, eş-Şerhülkebir: 3/110, 111.

[372] Sahnûn, el-Müdevvenetü'l-Kübrâ: 1/211.

[373] Şevkanî, Neylülevtar: 4/292.

[374] Zehebî, Mîzanü'l-İ’tidal: 4/213-8895 nolu Musa.

[375] Müslim, siyam: 142, 143, Dâremî, savm: 47, 48, Taberânî, hac: 135, Ahmed: 4/152-5/75.

[376] Bilgi için bak: Neylülevtar: 4/294.

[377] Muhsar: Bir sebepten dolayı hacdan alıkonan hacı adayı.

[378] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı: 2/239.

[379] Buhari, itikat: 1, 6, Müslim, itikaf: 2, Ebû Dâvud, savm: 77, 78, Tirmizî, savm: 71, İbn Mâce, siyam: 58, 61, Ahmed: 2/281.

[380] İbn Mâce, siyam: 58, Ahmed: 2/133, 281.

[381] Tirmizî, savm: 78, Ebû Dâvud, savm: 77, Ahmed: 5/141.

[382] Buharî, itikaf: 6, Nesâî, mesacid: 18, İbn Mâce, siyam: 59, Ahmed: 6/226.

[383] İbn Mâce, siyam: 61.

[384] Buharî, hayz: 3, itikaf: 19, Nesâî, hayz: 20, 21, İbn Mâce, taharet: 61.

[385] Müslim, hayz: 7, İbn Mâce, siyam: 63, Ahmed: 6/81.

[386] Buharî, bed'-i halk: 11, Ebû Davud, savm: 78, edeb: 81, Ahmed: 6/337.

[387] Ebû Davud, savm: 80.

[388] Ebû Davud, savm: 81, Ahmed: 6/168.

[389] Buharî, itikaf: 16, Ahmed: 2/10.

[390] Darekutnî, Neylülevtar: 4/300.

[391] Ebû Davud, savm: 80, Sünen-i Said.

[392] Buharî, hayz: 10, Dâremî, vüdu': 94.

[393] Kâsânî, Bedayi’: 2/108, 109'dan özetlenerek.

[394] el-Ğamravî, es-Siracülvehhac Şerhün Alâ Metni'l-Minhac: 147, 148.

[395] el-Ğamravî, es-Siracülvehhac: 149, 150.

[396] İbn Kudame, el-Muğnî: 3/117-155.

[397] Sahnun, el-Müdevvenetülkübra: 1/225, 230.

[398] Bilgi için bak: Neylülevtar: 4/297.

[399] Zehebî, Mîzânül-İ'tidal: 3/420- 6997 nolu Leys.

[400] Şevkanî, Neylülevtar: 4/299.

[401] Şevkanî, Neylülevtar: 4/300, Zeylâî, Nasburrâye: 2/489.

[402] Zeylâî, Nasburrâye: 2/489.

[403] Şevkanî, Neylülevtar: 4/300.

[404] Buharî, leyletü'l-kadr, Müslim, itikaf: 7, Ebû Davud, ramazan: 1, Nesâî, kıyamulleyl: 17, İbn Mâce, siyam: 57, Ahmed: 6/ 41, 67, 68.

[405] Buharî, iman: 25, 27, 28, 35, savm: 6, teravih: 1, leyletü'l-kadr: 1, Müslim, müsafirin: 173, 176, Ebû Davud, ramazan: 1, Tirmizî, savm: 1, Nesâî, kıyamulleyl: 3, savm: 39, 40.

[406] Tirmizî, daavat: 84.

[407] Buharî, leyleti'l-kadr: 2, 3, teheccüd: 21, Müslim, siyam: 205, 206, Ebu Davud, ramazan: 5, Tirmizî, savm: 7, Taberânî, itikat: 10, 11, 14, Ahmed: 2/ 27, 74, 157, 158- 6/ 56, 73, 204.

[408] Müsned-i Ahmed: 1/240.

[409] Müslim, siyam: 207.

[410] Müslim, müsafirin: 79, Ahmed: 5/130.

[411] Müslim, siyam: 214, İbn Mâce, siyam: 62.

[412] Ahmed: 3/24, Buharî, ezan: 135, itikaf: 9, leyletülkadr: 2, İbn Mâce, siyam: 56, Ahmed: 3/69, 74, 86.

[413] Müsned-i Ahmed: 2/37, Sünen-i Tirmizî.

[414] Müslim, siyam: 217, Ahmed: 2/291-3/10.

[415] Buhari, leyletülkadr: 3, Müslim, siyam: 209, Ahmed: 6/50.

[416] Buharî, leyletülkadr: 2, tabir: 8, Müslim, siyam: 205, Taberâni, itikat: 14, Ahmed: 2/17.

[417] Buharî, leyletülkadr: 3, Müslim, siyam: 219, Tirmizî, savm: 72.

[418] Bilgi için bak: Neylülevtar: 4/309.