BÜYU’ BÖLÜMÜ.. 5

(ALIŞ-VERİŞ) 5

Alım-Satım ve Alım-Satımı Caiz Olan ve Olmayan Şeyler 5

Konuyla İlgili Hadisler 5

Müctehidlerin İstidlleri 5

Tahliller ve Diğer Rivayetler 6

Çıkarılan Hükümler 7

İhtiyaç Fazlası Suyun Satılması Men Edilmiştir 7

Konuyla İlgili Hadisler 7

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri 8

Tahliller ve Diğer Rivayetler 8

Çıkarılan Hükümler 8

Damazlık Hayvandan Döl Almayı Bir Baha-Bedel Karşılığı Gerçekleştirmek Caiz midir?. 9

Konuyla İlgili Hadisler 9

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri 9

Tahliller ve Diğer Rivayetler 9

Çıkarılan Hükümler 10

Beyü’l-Garer 10

Konuyla İlgili Hadisler 10

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri 11

Tahliller, Rivayetler 11

Çıkarılan Hükümler 12

Taksitle Satış (Bir Satışta İki Ayrı Satış Belirlenmesi) 12

Konuyla İlgili Hadisler 12

Tahliller ve İstidlaller 13

Çıkarılan Hükümler 14

Üzümün ve Üzümden Elde Edilen Şıranın İçki İmal Edene Satılması Haram Kılınmıştır 14

Konuyla İlgili Hadisler 15

Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri 15

Tahliller ve Diğer Rivayetler 15

Çıkarılan Hükümler 16

Henüz Sahip Olmadığı, Elinin Altında Bulunmayan Şeyin Satışı Men Edilmiştir 16

Konuyla İlgili Hadisler 16

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 16

Tahliller ve Diğer Rivayetler 16

Çıkarılan Hükümler 17

Satıcının Sattığı Bir Malı Bir Başkasına Da Satması 17

Konuyla İlgili Hadisler 17

Tahliller ve Diğer Rivayetler 17

Çıkarılan Hükümler 18

Müşteri Satın Aldığı Malı Kabzetmeden Önce Satabilr mi?. 18

İlgili Hadisler 18

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 19

Tahliller ve Rivayetler 19

Çıkarılan Hükümler 20

Konuyla İlgili Hadisler 20

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 21

Tahliller ve Rivayetler 21

Çıkarılan Hükümler 21

Almak Niyeti Olmadığı Halde Müşteri Kızıştırmak İçin Fiatı Artırmak. 22

Konuyla İlgili Hadisler 22

Müctehidlerin İstidlalleri 22

Tahliller, Rivayetler 22

Çıkarılan Hükümler 22

Biri Bir Malı Satın Almak Üzere İken Diğeri O Malı Almaya Kalkışması 23

Konuyla İlgili Hadisler 23

Müctehidlerin İstidlalleri 23

Tahlillerde Rivayetler 23

Çıkarılan Hükümler 24

Salahı (Olgunlaşmaya Yüztutması) Ortaya Çıkmadan Taze Meyveyi Satmak Menedilmiştir 24

Konuyla İlgili Hadisler 24

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri 25

Tahliller ve Rivayetler 25

Çıkarılan Hükümler 26

Alım Satımda Birtakım Şartlar İleri Sürmek. 26

Konuyla İlgili Hadisler 26

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 27

Tahliller ve Rivayetler 28

Çıkarılan Hükümler 28

Alım-Satımda Hile ve Aldatmadan Uzak Kalma Şartı 29

Konuyla İlgili Hadisler 29

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 29

Tahliller ve Diğer Rivayetler 30

Çıkarılan Hükümler 30

KaparoA (Pey Akçesi) Alımsatım Akdinde Kaparo. 30

Konuyla İlgili Hadisler 31

Tahliller ve Rivayetler 31

Çıkarılan Hükümler 32

Meclis Muhayyerliğinin Sübutu. 32

Konuyla İlgili Hadisler 32

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 33

Tahliller ve Rivayetler 33

Çıkarılan Hükümler 34

Riba (Faiz) 34

Konuyla İlgili Hadisler 35

Müctehidlerin Görüş ve İstihlalleri 35

Tahliller ve Rivayetler 35

Çıkarılan Hükümler 36

İçinde Riba (Faiz)in Cari Olduğu Şeyler 36

Konuyla İlgili Hadisler 36

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 37

Tahliller ve Rivayetler 38

Çıkarılan Hükümler 39

Bey’u’l-ıyne (Birine Veresiye Sattığı Malı Daha Düşük Fiatat Peşin Olarak Ondan Satın Almak) 39

Konuyla İlgili Hadisler 39

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 40

Tahliller 40

Çıkarılan Hükümler 40

Bir Malı Satarken Varsa Ondakiİ Kusur ve Arızayı Müşteriye Açıklamak Gerekir 41

Konuyla İlgili Hadisler 41

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacleri 41

Tahliller ve Rivayetler 42

Çıkarılan Hükümler 42

Davarın Memesinde İyice Süt Birikip Şişkin Bir Hale Geldikten Sonra O Davarı Satışa Çıkarma Konusu. 42

Konuyla İlgili Hadisler 43

Rivayetlerin Işığında Müctehidleri İstidlallerin. 43

Tahliller ve Rivayetler 43

Çıkarıan Hükümler 44

Narh Koymak. 44

Konuyla İlgili Hadisler 45

Hadisin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri 45

Çıkarılan Hükümler 45

İhtikar 45

Konuyla İlgili Hadisler 46

Hadislerin Işığında  Müctehidlerin İstidlalleri 46

Tahliller ve Rivayetler 47

Çıkarılan Hükümler 47

Satıc İhti 48

Konuyla İlgili Hadisler 48

Hadislerin ve Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 48

Tahliller ve Rivayetler 49

Çıkarılan Hükümler 50

Selem (Bedelini Peşin Ödeyerek Evsafı Belirnen Bir Malı Belirlenecek Bir Süre Somra Teslim Almak) 50

Konuyla İlgili Hadisler 50

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 51

Tahliller Rivayetler 51

Çıkarılan Hükümler 52

Karz (Faizsiz Borç Para Vermek) 53

Konuyla İlgili Hadisler 53

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri 53

Tahliller ve Rivayetler 54

Çıkarılan Hükümler 54

Hayvan İstikazında Bulunmak. 54

Konuyla İlgili Hadisler 55

Tahliller ve Rivayetler 55

Çıkarılan Hükümler 55

Rehin Verip Almak. 55

Konuyla İlgili Hadisler 56

Hadislerin Işığı Altında Müctehidlerin İstidlalleri 56

Tahliller ve Rivayetler 57

Çıkarılan Hükümler 58

Şirket ve Mudarabe. 58

Konuyla İlgili Hadisler 58

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 59

Tahliller ve Rivayetler 60

Çıkarılan Hükümler 61

Kafirlerin Hediyelerini Kabul Etmek ve Onlara Hediye Vermek. 61

Konuyla İlgili Hadisler 61

Konuyla İlgili İctihad ve Görüşler 62

Tahliller ve Rivayetler 62

Çıkarılan Hükümler 63

Hediyeye Hediyeyle Karşılık Vermek. 63

Konuyla İlgili Hadisler 64

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 64

Tahliller 64

Çıkarılan Hükümler 65

Kişinin Kendi Çocukları Arasında Adaleti Gözetmesi 65

Konuyla İlgili Hadisler 65

İlim Adamlarının Görüş ve İstidlalleri 66

Tahliller ve Rivayetler 66

Çıkarılan Hükümler 67

Babanın Kendi Evladının Malından Yaralanması 67

Konuyla İlgili Hadisler 67

Tahliller ve Rivayetler 68

Çıkarılan Hükümler 68

Kadının Kendi Malından ve Kocasına Ait Maldan Yetkisi 68

Konuyla İlgili Hadisler 69

Tahliller ve Rivayetler 70

Çıkarılan Hükümler 71


BÜYU’ BÖLÜMÜ

(ALIŞ-VERİŞ)

 

Alım-Satım ve Alım-Satımı Caiz Olan ve Olmayan Şeyler

 

İslam Dini, kitap ve sünnetiyle insan hayatının her yanıyla içice bulunuyor. O bakımdan İslam bütünüyle bir hayat nizamıdır. Re-sulüllah (s.a.v.) Efendimiz en son Peygamber olduğu gibi, aynı za­manda devlet adamı ve ordu kumandanıdır. Bir yandan ilahi emir ve yasakları insanlara tebliğ ile görevlendirilirken, diğer yandan Me­dine'ye hicret edip orada îslamî anlamda ilk şehir devletini kurmak, ilk yazüı anayasayı hazırlamak ve oluşturacağı mücahidlerle düşmanları sindirmekle de vazifeli kılınmıştır.

Böylece Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, kitap ve sünneti doğrultusunda insan hayatının vazgeçilmez bir parçası olan alım-satım konusunada ağırlık vermiş ve bu konuda da insan haklarını koruyup teminat altına almış, dürüst esnaf prensibini koyarak iş ve ticaret ahlakını ayakta tutmayı proglamlamış ve bunun uygulamada en çarpıcı örneklerini sergilemiştir.

Unutmamak gerekir ki, bir şeyi helal veya haram kılma yetkisi bütünüyle Allah'a ve O'nun peygamberine aittir. Cenab-ı Hak neyi haram kılmışsa, o kıyamete kadar haramdır, neyi de helal kılmışsa o da kıyamete kadar helaldir. Ancak zarurî haller birer istisna teşkil eder. Çünkü zarurî haller mahzurlu şeyleri mubah kılar. Şu şartla ki, belirlenen zarurî sınır aşılamamış olsun.. [1]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Resulülah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu duymuştur: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hak içkinin, ölmüş hayvanın, domuzun ve putların ahm-satımını haram kılmıştır." Bunun üzerine biri şöyle dedi: 'Ya Resulellah! Ölmüş hayvanın iç yağına ne dersin? Çünkü onunla gemiler cilalanıyor, deriler yağlanıyor ve insanlar onunla çıralarını yakıyor." Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle cevap verdi: "Hayır, o haramdır" dedikten sonra şöyle buyurdu: "Allah yahudileri kahretsin! Cenab-ı Hak ölmüş hayvanı har­am kılınca, onlar (hileye başvurup) iç yağını erittikten sonra satıp karşılığında aldıkları parayı yediler." [2]

tbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allah yahudilere lanet etsin! İç yağları olara haram kılınmıştı; bununla beraber onlar o yağları satıp değeri (olan parası) nı yediler. Çünkü Cenab-ı Hak bir kavme (millete) bir şeyin yenmesini haram kılınca, onun (ahm-satımını ve karşılığında alınan değerini (parasını) da haram kılmıştır." [3]

Ebu Cuhayfe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen hicamet yapanbir adamın (elindeki malzemeyi) satın aldı ve emretti de hicamet aletleri kırdırıldı. Sonra da şöyle dedi: "Şüphesiz Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kan paha (para) sını, köpek paha (para) sini ve zaniyenin zina karşılığı elde ettiği kazancı haram kıldı; dövme yapanı ve yaptıranı, riba (faiz) yiyeni ve yedireni la­netledi. Ayrıca tasvircileri de lanetledi." [4]

Ebu Mes'ud Ukbe b. Amr (r.a.) den yapılan rivayete göre. adı geçen şöyle demiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz köpek (satıp karşılığında) paha (para) almayı, zaniyenin mehrini, kahin (gaibden haber veren) in hulvan (verdiği haber karşılığı aldığı para veya benzeri şey) ni men'etmiştir." [5]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz köpek (satıp karşlığmda) paha (para) almayı men'etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Adam gelip köpeğin bedelini isterse, onun avucunu toprak ile dol­dur." [6]

Cabir (r.a.) deri yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

'Peygamber (s.a.v.) köpek ve kedinin (satılmasını ve) rşılığında paraj veya bir bedel alınmasını men'etmiştir." [7]       

 

Müctehidlerin İstidlleri

 

a) Hanefilere göre: Mal kapsamına girmeyen şeyleri satmak ra almak batıldır, hükümsüzdür. Meselâ akıtılmış kan, ölmüş hay-ı; gayr-i mutakavvim mal kapsamına giren içki ve domuzun semen ıra,   nakit   ve   benzeri   şey)   karşılığı   alım-satımı   batıldır ikümsüzdür).

Bunun gibi bir malın içki karşılığında alım-satımı da fasittir, muz karşılığı da böyle... [8] Ancak satış yapıldığı takdirde mülk de eder. Çünkü bu mezhebe göre, batıl olan alım-satım mülk ifade nez, ama fasit olan alım-satım mülk ifade eder.

Köpeğe gelinde: Talimli köpeği alıp-satmak caiz olduğu gibi, di, vahşi hayvan ve kuş türünüde -talimli olsun olmasın- alıp sat-ık caizdir. [9] 

Böylece Hanefiler 797 nolu Cabir hadisiyle istidlal etme-Lşlerdir.

b) Şafiîlere göre: Satışı yapılmak istenen şeyin aynının tahir imiz) olması şarttır. O bakımdan aynı necis olan içki, köpek ve te-izlenmesi mümkün olmayan necis olmuş sirke, süt ve yağ gibi mad-ilerin alım-satımı caiz değildir. Diğer bir husus da, satışı yapılmak tenen şeyin istifade edilir olması şarttır. O bakımdan haşeratm, yda vermeyen yabanî vahşi hayvanların, çalgı aletlerinin alım-ıtımı caiz değildir. Ancak çalgı aletlerinin aksamı mal sayıldığı tak-rde alım-satımı caiz olur. [10]

İstifade edilmesi mümkün olan fil, sırtlan, pars gibi vahşi hay-uıların ahm-satımma cevaz verilmektedir. Fil de bu cümledendir. [11] Kedi de bu kapsama girenlerdendir.

c) Hanbelîlere göre: Haşeratm, ölmüş hayvanın ve o hayvan­dan herhangi bir kısmın, yırtıcı canavarların -ki bunlardan maksat, av için ehlileştirilmesi ve talimi mümkün olmayanlardır- alım-satımı caiz değildir.

Bunlar gibi ölmüş hayvan etini, domuzu, kanı da alıp satmak caiz değildir. Kandan maksat akıtılmış kandır. İstifade edilmeyen haşeratm, eti yenmeyen ve aynı zamanda avcılıkta kullanılmayan yırtıcı kuşların da alım-satımı caiz görülmemiştir.

Köpek, hangi türden olursa olsun alım-satım kapsamına alınmaz, yani bu hayvanın satışı caiz görülmemiştir. Nitekim el-Hasan, Rebi'a, Hammad, Şafiî ve Davud da aynı görüş ve içtihadı izhar etmişlerdir. Cabir b. Abdillah, Ata, Nehat ise köpeğin semenini (değer parasını) almaya cevaz vermişlerdir. Ebû Hanife ise, her türlü köpeğin alım-satımına cevaz vermiş bulunuyor. Ancak kuduz, saldırgan köpeğin alım-satımı bu genellemenin dışındadır. [12]

Aynı zamanda av köpeği dışında diğer bir köpeğin veya kedinin j satışını yapıp semenini (karşılık parasını) almak da caiz değildir.        

d) Malikîlere göre: Ölmüş hayvanın kemiği, derisi, alkollü maddeler ve eti yenmiyen hayvan tersi (dışkısı) gibi necis kabul edi-. len şeylerin alım-satımı sahih değildir. Ölmüş hayvanın derisi tabak yapılsa bile yine de hüküm böyledir. Aynı zamanda ister yenmesi haram olan at, katır ve eşek olsun, isterse yenmesi mekruh olan yırtıcı hayvanlar, sırtlan, tilki, kurt ve kedi olsun bunların dışkısının alım-satımı da sahih değildir.

Bunun gibi temizlenmesi mümkün olmayan necis karışmış bir maddenin de alım-satımı sahih değildir. Meselâ zeytin yağı, bal ve te-reyağına necis karışmışsa, bunları temizlemek mümkün değildir.

Temizlenmesi mümkün olan necaset dokunmuş elbise ve benze­ri şeylerin alım-satımı sahihtir.

Köpek temiz olmakla beraber -ister korunmak, ister av, isterse başka maksatla beslenmiş olsun- alım-satımı sahih değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Efendimiz köpeğin semenini men'etmiştir. [13]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

793 nolu Cabir hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. Ha­liste geçen "meyte" den maksat, şer'î anlamda kesilmeyip herhangi )ir sebepten ölen hayvan demektir. O bakımdan İbn Münzir, "ölmüş layvamn alım-s atımının haram olduğu hakkında icma1 vardır" lemistir. Nitekim zahir olan şudur ki, ölmüş hayvanın bütün ;üzleriyle satışı caiz değildir.

Domuza gelince: Onun da bütün eczasıyla satışı haramdır. Bu hususta icma1 vaki olduğunu Fetih sanibi belirtmiştir. Ancak Ibn Münzir'in Evzaî'den, Ebû Yusuf ve Malikîlerden bazısından yaptığı rivayete göre, bazı zatlar domuz kılının az da olsa satışına ruhsat vermişlerdir.

Bunun gibi, hadis, ölmüş hayvanın iç yağının da alım-satımının haram kılındığına delalet etmektedir.

794 nolu İbn Abbas hadisi hakkında Ebû Davud bir görüş or­taya koymamışsa da İbn Hacer ricalinin sikat olduğunu belirtmiştir.

Ebu Cuhafe hadisi sahihtir. Hadiste geçen "semenü'd-dem" den maksat nedir? Bazısına göre, insan vücudundan hacamet ile kan alan kimseye verilen ücrettir. Onlara göre haccamat (kan alan kimseye) verilen ücret helal değildir. Bazısına göre ise, bizzat vücuttan alman kan pahasıdır. Onlara göre, kanı parayla satmak helal değildir.

Böylece bu iki yoruma göre de vücuttan hacamat ile kan almak­ta bir sakınca yoktur. Ancak bu kanı parayla satmak haramdır. Diğer görüşe göre, vücuttan herhangi bir aletle kan çekip alan kimseye ücret vermek helal değildir.

Hadiste geçen "semenü'1-kelb" den maksat, köpeği parayla sat­maktır ki, Resulüllah (s.a.v.) bunu yasaklamıştır. Hadisin zahirî an­latımından, köpeğin talimli olup olmaması arasında fark olmadığı, her ikisinin de ahm-satımımn haram kılındığı anlaşılıyor. Nitekim cumhurun da görüşü bu anlamdadır. Ebû Hanife'ye göre, talimli köpeğin ve bir de beslenip evi veya davarları korumak için alıkonan köpeğin satışı helaldir.

Atâ ve Nahaî ise, av köpeğinin alım-s atımının caiz olduğunu be­lirtmişlerdir. Bunlar Nesâî'nin Cabir (r.a.) den rivayet ettiği şu hadi­sle istidlal etmişlerdir: [14] "Resulüllah (s.a.v.), av köpeği dışında köpeğin semenini (bedelini, para karşılığı satışını) men'etmiştir. İbn Hacer, bu hadisin isnadındaki ricalin hepsi sikadır demiştir. Ancak sıhhatmda şüphe vardır diyerek ayrı bir görüş ortaya koymuştur.

Buna benzer bir diğer hadisi Tirmizî, Ebû Hüreyre'den rivayet etmiştir. Ancak isnadında Ebû'l-Muhezzim bulunuyor ki, bu zatın zayıf olduğu tesbit edilmiştir. Asıl adı Yezid b. Süfyan olup Ebû Hüreyre'nin (r.a.) halkasında bulunan tabiîndendir. îbn Maîn onun zayıf olduğunu, Nesaî, onun metrukü'l-hadis bulunduğunu belirt­miştir. [15]

Hadiste geçen "kesbü'l-bağyi" den maksat, zaniyenin zinaya karşılık aldığı ücrettir ki, Resulüllah (s.a.v.) bunu da haram kılmıştır. Böylece din, zinayı kesin olarak yasaklayıp haram kıldığı gibi, ona karşılık ücret almayı da yasaklayıp haram kılmış ve böylece zinayı bir geçim yolu olmaktan uzak tutmuş, bu hususta her türlü vasıta ve vesileyi haram saymıştır.

796 nolu îbn Mes'ud hadisi de sahihtir. 795 nolu hadisi kuvvet­lendirmekte ve 797 nolu hadisi desteklemektedir.

798 nolu Cabir hadisi üzerinde farklı tesbit ve yorumlar yapılmıştır. O bakımdan kedinin alım-satımı hakkında farklı görüş ve ictihadlar belirmiştir. Ebû Hüreyre, Mücahid, Cabir ve îbn Zeyd'e göre kedinin alım-satımı haramdır. Cumhura göre ise, kediyi alıp sat­mak caizdir. Çünkü cumhura göre hadiste zayıflık söz konusudur. Bazısına göre ise, hadisteki nehiy, tenzihi kerahete hamledilir, o bakımdan kediyi alıp satmak *nekarim-i ahlaktan değildir. Şüphesiz bu yorum, hadisi zahirinden, daha doğrusu hakiki manasından çıkartmak demektir, [16]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Mal kapsamına girmeyen akıtılmış kan, ölmüş hayvan; kıymetlendirme kapsamına girmeyen içki ve domuzun alım-satımı batıldır.                        .....

2- İçki ve domuzu para değil de başka bir mal ile mübadele et­mek veya bir mal karşılığı olarak alıp satmak da batıldır veya fasit­tir. Bu, Hanefîlerin içtihadıdır.

3- Talimli köpeği alıp satmak" caizdir. Bunun gibi vahşi hayvan­larında -talimli olsun olmasın- alım-satımı caizdir. Kedi de bu hükme dahildir. Bu da Hanefîlerin görüş ve içtihadıdır.

4- Aynı (kendisi) necis olan her şeyin alım-satımı caiz değildir, .ynı zamanda içine necis karışıp temizlenmesi mümkün olmayan ıvıların da alım-satımı haramdır. Bu, Şafiîlerin içtihadıdır. Han­eliler de aynı görüştedirler.

5- Vahşi hayvanların da alım-satımı caiz değildir. Çünkü bun-ırdan yararlanmak söz konusu değildir. Bu da Şafiîlerin görüşüdür.

6- Av için eğitilmesi mümkün olmayan vahşi hayvanların alım-' atımı haramdır. Bu, Hanbelüerin görüşüdür.

7- Ölmüş hayvanı, domuzu, akıtılmış kanı alıp satmak da ha-amdır. Bu, bütün imamların görüş ve içtihadıdır.

8- İmam Nahaî ise, köpeğin âlım-satımının caiz olduğunu belirt-oiştir.

9- Kedinin alım-satımı da caiz değildir. Bu da Hanbelîlerin ve tfalikîlerin görüş ve içtihadıdır.

10- Ölmüş hayvanın derisi tabak yapılsa bile alım-satımı caiz leğildir. Bu, Malikîlerin görüşüdür.

11- Yenmesi haram veya mekruh olan hayvanlarının tersinin idışkısmın) alım-satımı da caiz değildir. Bu da Malikîlerin görüşüdür. Diğer imamlardan bir kısmının farklı görüşleri söz konusudur.

12- Necis dokunup temizlenmesi mümkün olan eşyanın alım-satımı caizdir. Bu bütün imamların görüş ve içtihadıdır.

13- Böylece içkinin, ölmüş hayvanın, domuzun, putların alım-satunı caiz değildir, bunlar haram kılınmıştır,

14- Ölmüş hayvanın iç yağının da alım-satımı haramdır.

15- İnsan vücudundan herhangi bir aletle çekilip alman kanın alım-satımı m en1 edilmiş tir. Çünkü insan çok mükerrem ve muhte­remdir; onun hiçbir cüzü parayla satılmaz. [17]

 

İhtiyaç Fazlası Suyun Satılması Men Edilmiştir

 

"İnsanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Su, yaş ot ve ateş.." Bu üç şeyi satmak sahih olmadığı gibi, bunları icareyle vermek de sahih değildir. Ancak otlak, kişinin kendi mülkünde, kendi gayret ve mas-rafıyla vücut bulursa, o takdirde başkası ona ortak olamaz.

Böylece ırmak, pınar, çeşme, kuyu ve benzeri suları satmaya ce­vaz verilmemiştir. Çünkü o takdirde gerek komşular, gerekse toplum arasında birçok ihtilaflar ortaya çıkar ve kardeşlik bağlan gevşer. Ancak kuyunun satışına cevaz verildiği söylenir. Bu da onu ortaya çıkarmada büyük külfet ve masrafa yöneliktir. [18]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Îyas b. Abd (r.a.) den yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ihtiyaç fazlası suyu satmayı men'etmiştir. [19]

Tirmizî bunu tahric edip sahihlemiştir.

Cabir (r.a.) den buna benzer bir hadis rivayet olunmuştur: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz arta kalan suyun satışını yasak­lamıştır.” [20]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Havuzdaki veya kuyudaki suyu satmak batıldır, hükümsüzdür. [21] Kuyudaki ve nehirdeki suyu satmak caiz değildir. Ancak yaptırdığı havuzunda topladığı suyu satmaya cevaz verilmiştir. Şu şartla ki, havuz sıvanıp boyanmış olması veya bakır ya da benzeri bir madenden yapılmış olması söz konusudur. [22]

"Arza tebaan mürur hakkını, şirb hakkını, mesil hakkını ve aevatma/yani künküne ve gerizine tebaan suyu satmak caizdir. kat yalnız mürur hakkım, şirb hakkını satmak hususunda ihtilaf :dır. Bir kavle göre bunlar mücerred haklardan oldukları cihetle tstakillen satılmaları caiz değildir. Fakat fukahanm ekseriyeti ta-ından kabul edilen kavle göre, bunların müstakillen satılmaları da izdir. Amma hakkı mesilin ve muhrez olmayan bir suyun istakillen satılması bilittifak caiz delildir." [23]

Kişi suyu akar veya nehirden veya pınardan alıp testisine veya şka bir kabına doldurursa, onu ihraz etmiş olur ve böylece o. suya k kazanmış sayılır; Bu nedenle de ihraz ettiği o suyu satması caiz ir. Onda tasarruf edebilir. Bunun gibi yağmur suyunu da biriktirip : kapta toplarsa, onu ihraz etmiş olur. [24]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

807  nolu îyas hadisi, Kuşeyrî'ye göre, Şeyhayn'm şartına redir, Tirmizî ise bunu sahihlemiştir. O bakımdan hadis istidlal ve -ticaca salih görülmüştür.

808 nolu Cabir hadisini Müslim rivayet etmiştir. Aynı zamanda esâî de tahric etmiş bulunuyor. Her iki hadis de, kişinin veya aile-n ihtiyaç fazlası olan suyu satmalarının tahrimine delalet etmekte-r. Yine hadisin zahirinden, fazla suyun ister mubah bir arazide, is-rse memlûke olan arazide olsun aynı hükmün kapsamına girdiği iz konusudur. Aynı zamanda o su ister içmek için, ister başka bir ih-yaç için olsun, istet- hayvanları sulamaya, isterse ziraatte kul-ımlmaya yönelik bulunsun fark etmez.

Kurtubî'ye göre: Lafzın zahiri, içme ihtiyacından fazla olan

iyun satışının yasaklandığına delalet etmektedir.

Nevevî, Şafiî'nnTbazı ashabının şöyle dediğini nakletmiştir: "Sahrada olan suyun esirgenmeden verilmesi birtakım şartlara bağlıdır:                                             

Açıklama; Hakkı şirb: Umumî veya hususî bir ırmaktan bir tarlayı, hayvanları sula-ıak için zamanı veya miktarı belli ve belirli olan nasiptir. Hakkı şefe: Muhrez olmayan ulardan herkesin haiz olduğu içebilmek ha!'.!-.ıd;r. Hakkı mesîl: Bir hanenin veya başka ir mahallin harice.yani başkasının mülküne cuyu ve seli akmak ve damlalık-hakkıdır.

Mesîl,.suyun aktığı, geçip gittiği yerdir. Tesbîl, akıtmak manasında da kullanılır.

a)  O suya ihtiyaç hissettirmeyecek diğer bir suyun bulunma­ması,

b) Bu esirgemeden vermenin sadece davarları sulamaya yönelik bulunması, ziraat için kullanılmaması,

c) O suyun mâlikinin, suyun tamamına muhtaç olmaması... Ancak yukarıdaki açıklama, hadislerin açık delaletiyle daha uy­umlu görülmektedir. Nitekim Cânıi'u'1-Usûl sahibi hadisi şu lafızla rivayet etmiştir: "Suyun ihtiyaç fazlası olanı satılamaz." Aynı zamanda "İnsanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, yaş ot (mer'alarda yeşeren çayır ve benzeri yeşil otlar) ve ateş..." hadisi de bu manayı kuvvetlendir­mektedir. [25]

Medine'de Rume Kuyusuna sahip olan yahudinin kuyudaki suyu parayla satması, Müslümanlara ye fakirlere sıkıntı getir­diğinden Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Kim Rume kuyusunu satın alıp müslümanlara genişlik ve rahatlık sağlarsa, onun için Cennet vardır" buyurmuş ve bunun, üzerine Hz. Osman (r.a.) o kuyuyu satr-alıp müslümanlarm istifadesine bırakmıştır. Böylece bazı hallerde   a alıp satmanın caiz olduğu kendiliğinden anlaşılmış oluyor. Ancak sözü edilen satın alma, kuyusuyla birlikte gerçekleşmiştir. Bununla beraber ihtiyaç fazlası suyu satmanın haram olduğu hükmü her za­man geçerlidir. [26]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Havuzdaki, kuyudaki ihtiyaç fazlası suyu satmak batıldır.

2- Akar-ve nehir suyunu da satmak caiz değildir.

3- Ancak kişi yaptırdığı özel havuzunda topladığı suyu gere­kirse, satabilir.

4- Testi ve benzeri bir kaba doldurup ihtiyaç sahiplerine götürerek satmaya cevaz verilmiştir. Çünkü birçok yerlerde, Özellikle büyük şehirlerde, yol kenarlarında buna ihtiyaç vardır. Hem suyu alıp kendi testisine doldurup taşıyan kimse onun ihraz etmiş olur.

5- Boru, künk ve benzeri malzemeyi döşemek suretiyle kendi bağ ve bahçesine su getiren kimse, böylece suyu ihraz etmiş olur. O bakımdan o suyu satmasına cevaz verilmiştir. [27]

 

Damazlık Hayvandan Döl Almayı Bir Baha-Bedel Karşılığı Gerçekleştirmek Caiz midir?

 

İslâm Dini, insan ve hayvan neslini korumayı ve geliştirmeyi ıedef olarak seçer ve o bakımdan hem koruyucu hekimliğe ağırlık ve-ir, hem de insanların geçimine önemli katkısı olan, aynı zamanda jıda ihtiyacım karşılayan davarları çiftleştirme olayının bir baha bedel) karşılığı olmamasını emreder. Zira damızlık bir hayvandan löl almaya para karşılığı cevaz verilecek olursa, bunun topluma, özellikle fakir kesime birtakım sıkıntılar getireceği kesindir. Toplum yararına olup kalkınmayı hızlandıran bu gibi şeylerden dolayı bir para almamak en uygun bir davranış ve o top-lumdan yana güzel bir aizmettir. Aynı zamanda damızlık hayvanın menisi mal-i mütekavvim değildir. O bakımdan da satışı caiz görülmemiştir, [28]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r\a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:           

'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz damızlık hayvandan döl al­manın bir semen (baha ve bedel) karşılığı olmasını men'etti." [29]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre:

Kitab Kabilesinden bir adam, Peygamber (s.a.v.) Efendi­mizden damızlık hayvandan (para, bedel karşılığı) döl almak­tan sordu. Efendimiz onu bundan men'etti. O da şöyle dedi: 'Ya Resulellah! Biz damızlığı icare olarak (tekrar geri vermek üzere) alırız da (sonra sahibine) ikramda bulunuruz." Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona bu ikram hususunda ruhsat verdi." [30]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz damızlık hayvandan döl almanın satışını men'etti." [31]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Şafiîlere göre: Damızlık hayvandan döl almak karşılığında semen ödemek, bedel vermek caiz değildir. Bazısına göre, hadiste geçen ifadeden maksat, damızlık hayvanın belsuyudur ki, onu semen (baha, bedel) karşılığında satmak men'edilmiş tir. Diğer bir yorumla, damızlık hayvanı ücret karşılığı döl alma hususunda kullanmak de­mektir. Her iki yorumun aynı noktada birleştiğine göre, ikisi de caiz değildir. [32]

b) Hanefîlere göre: Fasit satışlardan biri de, damızlık hay­vanın belsuyunu satmaktır. Kimin yanında damızlık olarak boğa, deve, eşek ve benzeri bir hayvan bulunursa, bir kirase de onu yanındaki dişi hayvanla çiftleştirmek için isterse, damızlık sahibinin onu semen (para, bedel) karşılığında isteyen kimseye satması caiz ol­maz. Çünkü damızlık hayvanın menisi mal-i mütekavvim değildir. [33]

Damızlığı iare olarak isterde sahibi vermesze, onu başka bir ko­nuda kullanmak üzere kiralaması caiz olur. Kira süresi içinde, onun­la cinsi olan dişi hayvanı çiftleştirebilir.

c) Malikîlere   göre:   Damızlık   hayvanı,   dişi   cinsiyle çiftleştirmek üzere kiralamak, yani icarlamak caiz ve sahihtir. Ancak bu icarlama belirli bir süreyle sımrlanmalıdır. Meselâ bir veya iki gün.. Veya bir ya da iki defa çiftleştirmek üzere bir belirlemede bulu-nulmalidır. [34]

Şaftîler bu konuda hadisin zahiriyle istidlal edip "asbü'1-fahl" m aram olduğunu ihticac etmişlerdir. Hanefîlerle Malikîler ise, dolaylı ola başvurup iare veya icare yoluyla damızlıktan faydalanmaya ce-az vermişlerdir. Aslında bu görüş, hadisin zahiri delâletine uymamaktadır. [35]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

Bu bapta İmam Şafiî'nin Enes (r.a.) dan, Hâkim'in Hz. AH (r.a.) len, yine Ibn Hibban ile Bezzar'ın Hz. Ali (r.a.) den, Taberânî'nin 3era' (r.a.) den rivayet ettikleri hadisler bulunuyor. Bunlar birbirini kuvvetlendirmekte ve konuya ağırlık kazandırmaktadır. Ayrıca STesâî'nin Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet ettiği bir hadis bulunuyor si, mealen şöyledir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz teke (erkek keçi) nin belsuyunım (semen karşılığı satılmasını) men'etti,"

Az yukarıda da kısmen değindiğimiz gibi, hadiste geçen "asbü'l-fahl" dan maksat, damızlığın belsuyu olabileceği gibi, çiftte ştirmey e karşılık ücret de olabilir. Ancak Cabir hadisi birinci yorumu destekle­mektedir.                                         

Böylece bu konudaki hadislerin tamamı, hem damızlık hay­vanın bclsuyunu satmanın, hem de çiftleştirmek maksadiyle onu icarla tutmanın haram olduğuna delalet etmektedir. Çünkü belsuyu mütekavvim (tenavül ve intifa edilen mal, meta') türünden değildir. Aynı zamanda malûm da değildir. Sonra da teslimi kesin belirlenmiş de bulunmuyor. O bakımdan cumhurda bunun tahrimine kaildir. Çünkü amaç, bu gibi konularda hayvan besleyen kesimin birbirine yardımcı olması ve hayvan neslini artırıp geliştirin esidir.

Damızlığı icarlayıp o isim altında belsuyundan yararlanmak, sonuç ye mana1 itibariyle hadislerin zahirine ters düşmektedir. [36]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Damızlık hayvanı döl almak için semen karşılığı kullanmak haramdır.

2- Damızlık hayvanın belsuyunu semen karşılığı satın almaya cevaz verilmemiştir.

3- İare yoluyla sahibi verir de adanı onu kendi dişi hayvanıyla çifti eştirdikten sonra sahibine ikramda bulunursa bunda bir sakınca yoktur.

4- Damızlık hayvanı'icarlayıp sonra onu kendi cinsiyle olan hay­vanla çiftleştirmek caizdir. Bu, Ebû Hanife ile İmam Mâlik'in görüş ve ictihaddır. [37]

 

Beyü’l-Garer

 

Garer: Sonu belli olmayan, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kesin­likle bilinmeyen bir bakıma aldatmaca bir iş, bir olay anlamına gelir. Terim olarak, ihraz edilmeyen, elde edilip edilmeyeceği kesin belli ol­mayan bir malı, bir eşyayı satmak anlamında kullanılmıştır.

Mesela henüz yakalanmamış denizdeki balığı, havada uçan kuşu satmak bu cümledendir. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendi­miz bu kabil ahm-satımlan yasaklayıp haram kılmıştır. [38]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:

"Şüphesiz ki Peygamber (s.a.v.) Efendimiz haşat ve garer alım-satımını men'etti." [39]

Hasat: Küçük çakıl taşları demektir. Garer ise, yukarıda belirt­tiğimiz şekilde sonu meçhul olan bir şeyi satmaya kalkışmak ve bir bakıma aldatmaca yoluyla henüz ele geçmeyen ve geçmesi kesinlikle belli olmayan bir şeyi-satışa yönelmektir.

Hasat: Bazı arazi parçasını satmak isteyen kimsenin eline çakıl .taşı alıp müşteriye: "Bu taşı atıyorum, nereye kadar ulaşırsa arazinin o parçasını sana şu kadar semen (bedel, para) karşılığı satıyorum ve sattım" demesiyle ortaya çıkan ve kökü cahiliye devrine uzanan batıl bir alım-satım şeklidir.

îbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sudaki balığı satın almayın; çünkü gerçekten o garar (sonu belli olmayan aldatmaca satış) dır." [40]

îbn Ömer (r.a.), dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştır:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, habelü'l-habele'nin alım-mini men etmiştir."

Habelü'l-habele: Gebe olan devenin doğurmasına ve sonra da ıcak dişi yavrunun da gebe kalıp karnındaki cenini doğurmasına ir geciktirilen semen karşılığı bir satıştır.

Diğer bir yoruma ve izaha göre: Cahiliye devrindeki insanlar, i olan devenin doğurmasına kadar kesilen bir devenin etinden ı almalarıyla ilgili bir anlatım tarzıdır.

Diğer bir yorum ve anlatımla şöyle denilmiştir; "Cahiliye halkı slerin gebe olan dişi devenin doğurması ve doğan dişi yavrunun gebe kalıp doğurmasına kadar satışını yaparlardı. Peygamber (s.a.v.) m-bu tür alım-satımda bulunmaktan men'etti." [41]

Şehr b. Havşeb'in Ebû Said (r.a.) den yaptığı rivayete göre, adı n şöyle haber vermiştir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, davar-n karnında olan ceninleri, doğum olayı meydana gelinceye iar satın alınmasını (alınıp satılmasını); aynı zamanda da­ların memelerinde olan sütün sağılmadan Önce -belli bir îkle değilse- satışını, ganimet malı taksim edilmeden siye düşecek pay belli olmadan) satılmasını; toplanan ;âtm, müstehik olanın eline geçmeden satışının nlmasını ve dalgıcın "suya bir dalışta elime ne geçerse onu a şu kadara sattım" diye bir satışta bulunmasını yasak-tp haram kılmıştır." [42]

ibn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber liştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, taksim edilmeden önce limetlerin satışım men'etmiştir." [43]

Bu anlamda bir diğer rivayeti Ebû Davud ile Ahmed b. Hanbel, Ebû Hüreyre (r.a.) den nakletmişlerdir.

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) efendimiz yenilecek duruma gelmed­en meyvanın satışını; hayvanın sırtındaki yünün, memedeki sütün satışını yasaklamıştır." [44]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz mülamese ve münabeze suretiyle yapılan ahm-satımı men'etti." [45]

Mülamese: Adamın, satıcının kumaşına, evirip çevirmeden, (kalitesini kontrol etmeden) sadece el sürmesidir. Münabeze: Adamın kendi kumaşını diğer adama, o diğer adamın kendi kumaşını ona -dikkat etmeden ve karşılıklı rızalaşmadan- atmasıdır.

Enes (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz münakale, muhadare, münabeze ve mülamese şeklindeki alım-satımı men'etmiştir." [46]

Münakale: Başaktaki buğdayı arınmış buğday veya semen karşılığında satmaktır. Başaktaki buğdayın miktarı kesin bilinme­diğinden satıcı ve alıcıdan birinin aldanması söz konusudur.

Muhadare: Henüz olgunlaşmamış yeşil meyvayı semen karşılığında satmaktır. Bu da yeşil meyvanın olgunlaşmadan bir has­talık veya parazit neticesi dökülmesi veya çürüyüp yenilmeyecek bir duruma gelmesi gibi sebeplerden dolayı menedilmiştir. [47]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Yukarıdaki hadislerde satışı yasaklanan şeyler hakkında Hanefîlerin istidlal ve ihticacları aynı doğrultuda ce­reyan etmiş ve farklı bir görüş izhar eden ve hadisi bırakıp kıyas yo­lunu seçen olmamıştır. Çünkü hadislerin çoğu sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. [48]

b) Diğer üç mezhep müctehidleri de aynı hadisleri sened seçip idlal ve ihticacda bulunmuşlar ve farklı bir görüş izhar etmemişlerdir. [49] Sadece Hahefîler, efendisinden kaçıp izini kaybeden lenin satışı hakkında farklı ictihadda bulunmuşlardır. [50]

 

Tahliller, Rivayetler

 

820 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir.

821 nolu İbn Mes'ud hadisinin isnadında Yezid b. Ebi Ziyad bu-nuyor ki, bu zat Müseyyib b. Rafi'den, o da İbn Mes'ud'dan rivayet mistir. Hadisin mevkuf olduğu anlaşılıyor. Darekutnî de el-Ilel'de ınun mevkuf olduğunu belirtmiştir.

Ancak Ebû Bekir b. Ebî Asım'ın İmran b. Husayn'dan (r.a.) ri-.yet ettiği şu hadis buna şahit.olarak gösterilebilir: "Peygamber a.v.) sudaki balığın satışını men'etti."

823 nolu Şehr b. Havşeb'in Ebû Said'den naklettiği hadisi aynı manda Bezzar ve Darekutnî tahric etmiş, Hafız b. Hacer ise bunun ıyıf olduğunu belirtmiştir. Zira Şehr hakkında farklı tesbit ve irüşler ortaya çıkmıştır. Ancak Tirmizî onun rivayetini hasenle-iştir. Bey'-i garerle ilgili hadisler ise bu rivayeti kuvvetlendirmekte ! istidlale salih olduğunu göstermektedir.

824 nolu İbn Abbas hadisi istidlale salih görülmüştür. Çünkü m kuvvetlendiren sahih rivayetler vardır,

825  nolu Ebu Hüreyre hadisinin isnadında meçhul bir kişi ka­il edilen Ebû Davud bulunuyor. [51]

826  nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda Beyhakî tahric ;miştir. Ancak isnadında Ömer b. Feruh bulunuyor ki, Beyhakî ıun bu rivayette teferrüd ettiğini, kavî bir kişi olmadığını belirtiliştir. [52] Ancak İbn Main ve diğer muhaddisler onun sika duğunu söylemişlerdir.

Bu bapta Ebû Bekir b. Asım'ın îmran b. Husayn (r.a.) den rivay-; ettiği bir hadis bulunuyor ki, yukarıdaki rivayeti kuvvetlendirmek­idir. Şöyle ki: "Davarların memelerinde olan sütün sağılmadan önce satışı; ayrıca davarların karnındaki ceninleri, başağında olan buğdayın harmanlanıp hazırlanmış buğday karşılığında satışının yapılması, ana rahmindeki ceninin ve o ceninin yav­rusunun satışı ve bey-i garer men'edilmiştir."

827 nolu Ebû Said hadisi sahih olup ihticaca salihtir.

828 nolu Enes hadisi de sahihtir ve istidlale elverişlidir. [53]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kumaş ve emtia, arazi, bağ ve bahçe üzerine çakıl taşı atıp nereye dokunursa o kısmının satışını yapmak haramdır. Çünkü satılacak şeyin nisbeti kesin belli değildir.

2- Müşteriyi aldatacak, zarara sokup mutazarrır edecek her türlü alım-satım da yasaklanmıştır. Buna "Bey'-i garer" denir.

3- Henüz yakalanıp ortaya konmamış denizdeki balığı satmak da caiz değildir.

4- Davarın karnındaki cenine karşılık et satın almak da yasak­lanmıştır.

5- Bunun gibi ana rahmindeki yavruyu henüz doğmadan sat­mak da caiz görülmemiştir.

6- Davarların memelerindeki sütü sağmadan önce ve belli bir ölçek belirtmeden satmak da men'edilmiştir.

7- Efendisinden kaçıp izini kaybeden köleyi de satmaya cevaz verilmemiştir.

8- Savaşta elde edilen ganimeti, henüz savaşanlara taksim edilmeden ve kendisine ne kadar şeyin isabet edeceği kesin bilinmed­en satmak da men'edilmiştir.

9- Toplanan zekâtı, henüz muhtaçlara taksim edilmeden ve muhtaç olan bir kişiye neden ne kadar verileceği kesin belli olmadan satmak da caiz değildir.

10- Şebekeyi denize atarken bu şebekeyle ne kadar balık çıkarsa, onu sana şu kadar fıatla sattım deyip meçhul bir şeyi sat­maya kalkışmak da caiz değildir.

11- Henüz yenilecek duruma gelmemiş olan yeşil meyvayı sat­mak da men'edilmiştir.

12- Koyun, keçi, deve ve benzeri hayvanların kırkılmadık

nlerini, kıllarını satmak da men'edilmiştir. Çünkü nisbeti ve tartısı ili değildir.

13- Tenceredeki sütün içindeki yağ henüz toplanıp ortaya -ınlmadan o vaziyette satmak caiz değildir. Çünkü o sütten ne ka-r yağ çıkacağı meçhuldür ve dolayısıyla bey'-i garer kapsamına gır-

14- Satıcıyla alıcının mücerred ellerini kumaşa dokundurarak kalitesini, özelliğini belirtmeden, kontrol etmeden satışta bulun-

aları da caiz değildir.

15- Alıcıyla satıcının kendilerine ait kumaşları birbirine atıp ditesini belirlemeden, ne miktar olduğunu anlamadan benimkim M seninkinin karşılığında sattım diye alım-satımda bulunmaları ^yasaklanmıştır. Çünkü bu durumda taraflardan bin aldatılmış abilir. Aynı zamanda malın miktarı da meçhuldür.

16- Başağındaki buğdayı, harmanlanmış buğday karşılığında ıtmak da caiz değildir. Çünkü başaklardaki buğdayın kaç ölçek kaçağı meçhuldür. [54]

 

Taksitle Satış (Bir Satışta İki Ayrı Satış Belirlenmesi)

 

İslâm ticaret hukukunda buna "Bey'âtani fî Bey'atin" denir.

İslâm, cihanşümul olup bütün milletlere ve çağlara yöneldiği, medeniyet ve çağların önünde bulunduğu için koyduğu her kural, temel bilgi ve tema da evrensellik arzetmektedir. Ticaret hukukunun genel kurallarım, ana hatlarını belirlerken hem insan haklarının ye­terince korunmasına, hem de tüketicinin aldatılıp sömürülmemesine özen göstermiş ve bunun için kalıcı hükümler ve prensipler koy­muştur.

O bakımdan İslâm, fiatları dondurma cihetine gitmemiş, yani satışa arzedilen mallara narh koymamış, sağlam bir örf oluşturarak iman ve yüksek ahlak doğrultusunda toplum bünyesinde otokontrol sağlamayı öngörmüştür.

Aynı zamanda İslâmî Ekonomik Sistemde faize asla yer veril­memiş; ülkenin ekonomik dizginini yabancıların eline bırakmamak için de dış borçlanmaya pek kapı açmamış, ancak çok zaruri durum­larda kısmî, cüz'î bir kapı açarak ticarî münasebetlerin kopmasını önlemeyi planlamıştır.

Bir yandan da ihtiyaç maddelerinin stoklamp piyasadan çekilmesine cevaz vermemiş ve muhtekiri, biri maddî, diğeri manevî olmak üzere iki ayrı müeyyide ile cezalandırmayı ihmal etmemiş ve bu kalıcı tedbirlerle fiat artışlarını devamlı önleme kontrolünü sürdürmeyi emretmiştir. Böylece İslâmî Ekonomik Sistemde enflas­yon pek söz konusu değildir.

Sonra da satıcı ve alıcının zararına müncer olacak bütün tedbir­leri almış ve bunun için de birtakım müeyyideler koymuştur. Faize yol açacak olan bir ahm-satım tarzını haram kılmış ve tahrim hükmü hedef ve amacına kavuşsun diye, faize, fahiş fîatla mal sat­maya vasıta ve vesile olan bütün şeyleri de yasaklayıp haram kılmıştır.

Nitekim konumuzu oluşturan hadislerde taksitle satışlarda za­man farkından dolayı peşin ayrı, veresiye ayrı fıat istemenin faize yönelik bir ahm-satım şekli olduğuna dikkat çekmiştir. [55]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.b.) ?endimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Kim bir satışta iki 'm satış (işlemi) belirlerse, onun için en noksan olanı vardır; esi halde riba (faiz) söz konusudur." [56]

Simak'dan, o da Abdurrahman b. Abdillah b. Mes'ud (r.a.) den, da babasından rivayetle, Resulüllah'm: (s.a.v.) "bir satışta iki ayrı atış (işlemi) belirlerse,..."

Hadisinde "safkateyni fî safkatin" denilmiştir. Ravi diyor ki: Bu, adamın satış yaparken şöyle demesidir: Bu mal veresiye alarak fiatı şu kadar, peşin olarak da şu kadardır.." [57]

 

Tahliller ve İstidlaller

 

832 nolu Ebû Hüreyre hadisinin isnadında Muhammed b. Amr :>. Alkâme bulunuyor. Gerçi bu zat üzerinde çok şeyler söylenmiştir. Kendisi oldukça meşhurdur ve hadis rivayetinde güzel bir yol izlerdi, ^ahya b. Main onun hakkında "sika" diyerek tezkiyede bulunmuştur. Yahya b. Kattan da "O saiih bir kişidir; ancak hadis hıfzetmede, in­sanların en kuvvetli hafızıdır denemez" diyerek görüşünü belirt­miştir, îbn Adiyy diyor ki: "İmam Malik Muvatta' da ondan rivayetler yapmıştır. O bakımdan onun rivayetinde bir sakınca olmadığını um­maktayım." Ebû Hatim ise: "O salihü'l-hadistir" demiştir. [58]

Ancak bu rivayeti kuvvetlendiren bir diğer meşhur rivayet vardır ki, Dareverdi ve Muhammed b. Abdillah el-Ensarî onu şu lafızla rivayet etmişlerdir: "Resulüllah (s.a.v.) bir satışta iki ayrı satış (belirlemey) i men'etti,"

Böylece birinci hadisle istidlal etmekte bir sakınca olmadığı or­taya çıkmış bulunuyor.

833 nolu İbn Mes'ud hadisini Hafız et-Telhis'de zikretmiş, fakat susup bir görüş ve tesbit beyan etmemiştir. Ancak Mecmeu'z-Zevaid'de, Ahmed b. Hanbei'in bu rivayetinin isnadmdaki ricalin hep­si sikadır denilerek hadisin sahih olduğuna işarette bulunulmuştur. Aynı zamanda bu hadisi Hafız Bezzar, Taberanî de tahric etmişlerdir.

Ayrıca bu bapta Darekutnî ve İbn Abdilberr'in îbn Ömer {r.a.) dan rivayet ettikleri bir hadis bulunuyor ki, mana itibariyle İbn Mes'ud'un hadisiyle beraberlik arzeder.

İmam Şafiî bu hadisleri manalandırıp hüküm çıkarırken şu ifa­deyi kullanmıştır.

"Bu malı sana peşin bin dirheme» veresi olarak bir yıl vadeyle ikibin dirheme sattım, artık sen hangisini istersen kabul et." (835).

İbn Rıfaa ise Kadı1 dan naklen şöyle belirtmiştir: "Mesele, müşterinin belirsizlik üzere kabul etmesiyle takdir edilmiş ve o bakımdan böyle bir alım-satımm caiz olmayacağı söz konusu olmuştur. Ama müşteri bu iki şıktan birini kabul ederek şöyle derse, beyi' sahih olur: "Peşin olarak bin dirheme kabul ettim" veya "Bir yıl vadeli olarak iki bin dirheme kabul ettim." Nitekim İmam Şafiî'nin de bunu ayrı bir yorum olarak ortaya koyduğu söylenir.

Diğer bazı yorumculara göre, hadisin delalet ettiği mana şudur: "Bir Ölçek buğdayı bir ay vadeyle bir dinara satın alır. Ay dolunca, yani vade tamamlanınca, satıcı borçlu olana gelip dinarını ister, vere­cek durumu yoksa, borçlu ona: "Senin benim nezdimdeki bir ölçek buğdayını iki ay vadeli olarak bana iki ölçek buğdaya sat." İşte bu tarz bir alım-satım, bir satışta iki ayrı satışın belirlenmesi demektir. Zira Ebu Hüreyre hadisinde "Onun için en noksan olanı vardır" cümlesi, az olan fiatı kabul etmekte bir sakınca olmadığını göstermektedir. İmam Evzâî bunun sahih olmadığını belirtmişse de ilim adamları onun bu yorumunu benims em emişlerdir.

İbn Reslan da yukarıdaki yorumu benimsemiş ve bu tür alım-satımm haram olmadığını, yani öne sürülen iki ayrı fıattan en az olanını kabul etmek suretiyle yapılan alım-satımm caiz olduğunu be­lirtmiştir.

Böylece bir malı satın alırken, mal sahibi "Peşin şu kadara, eli şu kadara" der, müşteri de en az fîat olan peşin fiatmı tercin > peşin olarak belirttiğin fîata göre satın aldım, kabul ettim derse, faiz sistemine girmez. Ama vadeli olanüatı tercih edip onu kabul rse, faiz sistemine göre alım-satım yapılmış olur. Ne yazık ki, ün böylesine sakıncalı bir alım-satım uygulaması sürüp gitmekte-Ebû Hüreyre hadisinde "Önün için en noksan olan fıat vardır" ılesinden sonra, "aksi halde riba söz konusudur" cümlesi yer al-ktadır.

İmam Şafiî'nin birinci yorumuna göre ise, peşin ayrı, vadeli ayrı fıat belirleyerek müşteriye teklifte bulunmak bizatihi ribadır, o amdan bu tür alım-satım haramdır.

Rey tarafdarları da îmam Şafiî'nin Ve İbn Reslan'm görüş ve yo-aundan olup, müşteri teklif edilen fiatlardan en aşağı olanım, yani ;in fîatı kabul ederse, bu faiz kapsamına girmez demişlerdir. İmam â Hanife de aynı görüştedir.

Diğer bazı ilim adamları öyle de olsa, peşin ayrı, vadeli ayrı .fîatı irleyip müşteriye söylemek faiz kapsamına girer ve caiz değildir.

Konunun önemine binaen Şevkanî'nin "Şifau’l-ğalil fi hükmi ziyadeti’s-semeni li-mücerredi’l eceli" isimli ıstakil bir eseri bulunuyor.

Kanaatimce peşin ve vadeli fîat teklifine açılacak küçük bir cevaz kapısını artık kapamak çok zor olur ve her geçen gün bu kapı rmadan genişletilir. Günümüzde olduğu gibi, mevcut alım-satım gulaması bütünüyle faiz sistemine dönüşmüş olur.

O bakımdan konuyu incelerken bu husustaki rivayetlerin tam­ımı ve ilim adamlarının yorum ve görüşlerini biraraya getirmek ve a göre bir sonuç çıkarmakta sayısız yarar vardır. Ebu Hüreyre hadisi hangi olayı hedef alarak ve İbn Mes'ud hadisi de hangi meseleyi dmlatmak maksadiyle söylendiğini tesbit etmek gerekir. Aksi İde birtakım sakıncalı sonuçlar ortaya çıkabilir.

Zeylâî bu konuya geniş yer verip diğer rivayetleri de biraraya tirmiş bulunuyor. Konunun baş kısmındaki iki hadisi naklettikten ara Semmak'in şöyle yorumda bulunduğunu belirtiyor: "Adamın usta bulunurken şöyle demesidir: Bu peşin olarak şu kadar, vadeli arak şu kajlar." Bezzar da bunu kendi müsnedinde Esved b. nir'den naklen rivayet etmiştir. Ayrıca Taberanî Mu'cemu'l-.sat'ta, Ahmed b. Kasım tarikiyle İbn Semmak b. Harb'den, o da ba-ısmdan merfuan şu hadisi rivayet etmiştir: "İki ayrı satışın bir tısta yer alması ribadır." Ancak bu hadisin'merfu1 değil mevkuf

olduğu ağırlık kazanmıştır. Ebu Ubeyd bu hadisi şöyle yorum­lamıştır: "İki ayrı satışın bir satışta yer alması, adamın karşısındaki müşterisine: "Şunu sana peşin olarak şu kadara, vadeli olarak da şu kadara satıyorum" demesi ve bu söz üzerine birbirinden ayrılmalarıdır.

İbn Hibban da bunu rivayet ettikten sonra sahihlemiştir.

Tirmizî ve Nesâî'nin Muhammed b. Amr b. Alkame- b. Vak-kas'dan, onun da Ebu Seleme'den, onun da Ebu Hüreyre'den (r.a.) ri­vayet ettikleri, "Resulüllah (s.a.v.) bir satışta iki ayrı satışın belirlen­mesini denetti.." mealindeki hadisi Tirmizi hasenleyip sahihlemiştir. İlim ehlinden bazısı bunu şöyle tefsir etmiştir: "Adamın şu elbiseyi sana peşin olarak on dirheme, vadeli olarak yirmi dirheme satıyorum" demesidir. Müşteri bunlardan birini kabul edip ayrılacak olursa, bu satışta bir sakınca yoktur. îmam Şafiî ise ayrı bir yorumda bulunmuştur. Ona göre bunun manası şöyledir: "Şu evimi şu kadar karşılığında sana satıyorum, şu şartla ki, sen de kendi hizmetçi (köle) ni bana şu kadara satmış olasın. Artık senin hizmetçin bana gerekli olunca, benim de evim sana gerekli olur."

Zeylaî, musannifin bu hadisi şöyle yorumladığını belirtmiştir: "Şu kölemi sanaj bana bir ay hizmet etmen üzere satıyorum veya şu evimi sana, içinde bir ay oturmam şartıyla satıyorum." Eğer hizmet ve evde bir aylık oturma semenden bir şeyin karşılığı olarak ele alınırsa, bu, alım-satımda icare olur; bir şey karşılığı değilse, alım-satımda iare olur ki, Resulüllah (s.a.v.) iki ayrı satışın yer almasını men'etmiş bulunuyor. [59]

Böylece sözü edilen hadisler farklı biçimde yorumlanmıştır. Ka­naatimce hadisleri bu yorumların hepsiyle değerlendirip sonuç çıkarmak en uygun yoldur ve bu durumda peşin ayrı, vadeli ayrı iki fıatla satış yapmanın haram olduğu ağırlık kazanmaktadır. Allah daha iyisini bilir.

Ancak Hanefî fukahasmın çoğuna göre: Peşin ayrı fiat, veresi (değişik vadelerle değil de yalnız) bir vadeye mahsus olmak üzere ayrı fıat üzerinden alım-satıma kesinlik kazandığı, yani bu ikisinden biri üzerinde akid yapıldığı takdirde cevaz vermişlerdir. Bununla be­raber takva yönünden böyle bir alım-satım da bulunmamak daha uy­gundur. [60]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir satışta iki ayrı satış belirlemek caiz değildir..

2- Belirlenen iki ayrı satıştan en noksan, fîatı en düşük olanım çip ona göre beyi' akdinde bulunmakta bir sakınca yoktur. Aksi ilde faizle satış yapma söz konusu olur.

Ancak Hanefî fukahasmdan bazısına göre peşin şu kadar, veresi ı kadar der ve tek fiat belirlerler ve alıcı bunlardan birini kabul lip akid yapılırsa bu caiz olur. Birden fazla vade belirleyip farklı fıat temek caiz değildir.

3- Bir malı satarken müşteriye, kölen bana bir ay hizmet etmesi artıyla bunu sana şu kadara satıyorum demek de caiz değildir. ünkü bu tür şartlı satışlar faize kapı açmaktadır.

4- Satıcı müşterinin durumunu önceden belirler de onun peşin eya veresi alacağım bilir ve ona göre tek fiat söyler, o da kabul derse, bu tür ahm-satım caizdir.

5- Vadeli satışta vade süresinin belirlenmesi şarttır. Aksi halde hm-satım bey-i fasit olur.

6- Vadenin kısa ve uzun olması söz konusu edilir de üç aylık ade için fıat şu, altı aylık vade için fıat şu... diye bir satış yapılırsa, ıu faizli satış kapsamına girer ve dinen caiz değildir. [61]

 

Üzümün ve Üzümden Elde Edilen Şıranın İçki İmal Edene Satılması Haram Kılınmıştır

 

İslâm Dininde yer alan genel kurallardan biri de "faydalı olan­ları celb edip zararlı olanları defetmektir." Zira maksat insanı her türlü zararlı şeyi kullanmaktan uzak tutup onun sağlığını, aklını   . korumak ye bu doğrultuda ona afiyet bahşetmektir. İlâhî buyruklar düzeyinde eğitilmeyen kimse, daha çok nefsine yenik düşerek bir­takım zararlı şeylere yönelerek maddi ve manevi sağlığım tehlikeye düşürür. Kendi akıl, zeka ve mantığını ilahi sistemin dışında tutmak suretiyle hayatını sürdürmek isteyenlerin çoğunun zararlı şeylerden kaçındığını, faydalı şeylerden yararlandığını tam anlamıyla görmek adeta mümkün değildir. Bunun için yardımcı olarak kitap indirilmiş ve peygamber gönderilmiştir.

Ayrıca İslâm ahlak ve hukukunun özelliklerinden biri de şudur: Allah ve Peygamberi neyi haram ve neyi helal kılmışsa, o hükr ü kaldırır anlamda ikinci bir hüküm indirûmemişse, indirilen ilk er m ve ilk nehyin hükmü kıyamete kadar hakidir.

Sonra İslam neyi kesinlikle haram kılmışsa, ona vasıta ve vesile olan her şeyi de yasaklayıp haram kılarak hükmün hedefine ulaşmasını öngörmüştür. [62]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı  geçen şöyle demiştir:

“Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şarap (içki) hakkında on kimseye lanet etti: Üzümü sıkıp şırasını kendisi için sıkılana, içkiyi içene, taşıyana, kendisi için taşınana, sakiliğini yapana, satışını yapana, bahasını alıp yiyene, satın ala-ta, kendisi için satın alınana..." [63]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle lemistir:

'İçki on veçhe üzerine haram kılınmıştır: İçki biaynihi, jnüviçen, şakiliğini yapan, s satıcılığını yapan, kendisi için satın alınan, üzümünü sıkıp, şıra yapan, kendisi için sıkılan, taşıyıcısı, kendisi için taşınılan, satış bedelini yiyen lanetlen­miştir." [64]

 

Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

Dört mezhebe göre de içkinin alım-satımı haramdır, ilim adam­larının da İçkinin ahm-satımmm caiz olmadığı hakkında icma'ı söz konusudur. Ancak İmam Ebu Hanife'ye göre, müslümanm içki alım-satımmda bir zimmîyi (gayr-i müslim bir vatandaşı) vekil etmesi caizdir. Ne var ki bu konuda vekil tutmak da sahih değildir. Çünkü Hz. Aişe'nin (r.a.) yaptığı rivayette Resulüllah (s.a.v.) m şöyle buyur­duğu bildirilmiştir: "Şarap (her türlü sarhoş edici içki) hususun­da ticaret haram kılınmıştır." Ayrıca Cabir (r.a.) den yapılan ri­vayete göre, adı geçen, Mekke'nin fethedildiği gün Resulüllah'm (s.a.v.) şöyle bu-yurduğunu duymuştur: "Şüphesiz ki Allah ve Re­sulü içkinin, ölmüş hayvanın, domuzun ve putların alım-satımını haram kılmıştır."

Hem içki haram bir necistir; onun alım-satımı haram olduğu gibi, o hususta birini vekil etmek de haramdır; tıpkı Ölmüş hayvan ve domuzda olduğu gibi... [65]

Şaîuler de bu tahrim üzerinde durararak yaş üzüm ve hur­manın, onları sıkıp içki yapana satılması haramdır demişlerdir. [66]

Maliki ve Hanbelîler de necis olan maddelerin alım-satımının haram olduğunu belirtmişlerdir. Böylece içki maddesini özellikle zik­rederek bunun alım-satımımn caiz olmadığını açıklayarak yuk­arıdaki hadislerle istidlal etmişlerdir. [67]

Ancak necis derken, eti yenen hayvan gübresi bundan istisna edilmiştir. [68]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

837 nolu Enes hadisini Hafız, et-Telhis'de nakledip ravilerinin sikat olduğunu belirtmiştir. [69] O bakımdan istidlal ve ihticaca sa~ lih görülmüştür.

838 nolu îbn Ömer hadisinin isnadında Abdurrahman b. Abdil-lah el-Gafikî bulunuyor ki, Yahya b. Main "Ben onu tanımıyorum" demiş, diğer bazı hadis alimleri onun maruf bir kişi olduğunu belirt­miştir, îbn Seken ise onu sahihi emiştir. (843)

Bu bapta Ebu Davud, Ebu Hüreyre'den, îbn Hibban ise îbn Ab-bas'dan, Hakim, îbn Mes'ud'dan, Taberanî Büreyde'den Muhammed b. Ahmed b. Ebi Hayseme tarikiyle şu lafızla rivayette bulun­muşlardır; "Kim üzüm toplama günlerinde üzümü saklar da onu bir yahudiye veya bir hıristiyana veya şarap yapan bir kimseye satmak isterse, gerçekten ateş (cehennem ateşi) ansızın (onun) basireti üzerine girmiş olur." Hafız İbn Hacer Bülûğu'l-Meram'da bu rivayeti has enlemiş tir.

Yine bu bapta Ebu Davud'un Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz ki Allah içkiyi ve ba­hasını (bedeli) haram kılmıştır. Ölmüş hayvanı ve bahasını haram kılmıştır. Domuzu ve bahasını haram kılmıştır." [70]

Ebu Davud'un yaptığı diğer bir rivayette, îbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Doğrusu Allah bir kavme bir şayin yenmesini haram kıldığında o şeyin bahasını da onlara haram kılar." [71]

îmam Ahmed'in isnad-ı.sahih ile îbn Abbas (r.a.) dan yaptığı ri­vayete göre, adı geçen diyor ki: Resulüllah (s.a.v.) Efendimizden duydum buyurdu ki: "Şüphesiz ki Allah içkiyi, onun şırasını sıkıp çıkartanı, kendisi için sıkılanı, onu içen, kendisine taşınanı, satıcısını, kendisi için satılanı, sakisini ve bardaklara doldu­ranını lanetlemiştir," [72]

Böylece içilmesi ve yenmesi haram olan her şeyin satışı ve ba­hası da haram kılınmış ve masiyet (Allah'a karşı günahı) gerektiren her şeyin alım-satımı da buna kıyas edilerek haram kılınmıştır. [73]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Üzüm ve ondan elde edilen şıranın içki imal edene satılması haramdır.

2- Üzümü içki imal etmek için sıkıp şırasını çıkarmak da haram kılınmıştır.

3- İçki içmek haramdır ve büyük günahlardandır.

4- içki taşımak, onun hammallığını yapmak da haramdır.

5- îçki satmak caiz değildir ve haramdır.

6- îçki satın almak da - satın alan içsin içmesin- haramdır.

7-İçki satışından elde edilen para da haramdır.

8- Böylece içki imal eden, kendisi için imal edilen, onu taşıyan, kendisine taşman, satışını yapan, onu satın alan, içki satıp para kaz­anan lanetlenmiştir.

9- Dinen yenilmesi ve içilmesi haram kılınan bir şeyin satış bedeli de haram kılınmıştır.

10- Genel kural olarak: Tahrimin hedefine ulaşması için ona vasıta ve vesile olan şeyler de yasaklanıp haram kılınmıştır. [74]

 

Henüz Sahip Olmadığı, Elinin Altında Bulunmayan Şeyin Satışı Men Edilmiştir

 

Kişinin mülkiyetinde olmayan, elinin altında bulunmayan ve te­mini zor olan gaib şeyleri satması doğru değildir. Mesela kaçıp izini kaybeden kölesini başkasına satması; başkasına satıp mülkiyetinden çıkardığı bir malı diğer müşteriye satmaya kalkışması men'edilip haram kılınmıştır.

Aynı zamanda yanında mevcut olmayan bir malı, varmış gibi gösterip satmak da ilim adamlarının çoğuna göre men1 edilmiştir.. Çünkü yanında bulunmayıp pazarda bulunan malı, satıcı henüz ken­disi, satın almadan onu başkasına satmasında bir takım sakıncalar söz konusudur. [75]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hakim b. Hizam (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah'a (s.a.v.) dedim ki: Ya Resulallah! Adam bana gelip, yanımda bulunmayan bir malı kendisine satmamı istiy­or. Sonra da ben gidip o malı pazardan satın alıyorum." Re-sulüllah (s.a.v.) bana: 'Yanında (mülkiyetinde) olmayan bir şeyi satma!" diye buyurdu. [76]

Amr b. Şuayb'den, babasından, dedesinden yapılan rivayete adı geçen, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu r vermiştir. " Semenini (bahasını) hemen peşin almak ve 2se) ahm-satimda bulunmak; bir ahm-satım akdinde iki ile sürmek... ve yanında olmayan (mülkiyetine girmemiş ) şeyi satmak helal olmaz." [77]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Henüz mülkiyeti altına girmeyen, ancak de sahiplenebileceği ihtimal dahilinde olan bir malı satmak batildır. Meselâ ileride varis olacak kimse, henüz murisi ölmeden önce onun terekesinden kendisine isabet edecek malı satmaya ışması doğru olmaz, batıl, yani hükümsüz sayılır. Çünkü o bu ımda teslimine kudreti yetmiyeceği ma'dum bir malı satmış oluyor. Bunun gibi, hayvanın memesindeki sütü de satmaya kalkışmak Idır. Çünkü ne kadar süt elde edileceği meçhuldür. Aynı zamanda püt olmaması da ihtimal dahilindedir. Ancak selemle ilgili alım-satım bu genellemenin dışındadır. [78]

b) Satıcının satacağı malı henüz eline geçirmeden satması caiz değildir. Ama başkasının yanında emanet olarak duran veya ortak ğu kimsenin yanında bulunan veya malı ödünç olarak verdiği bir jı rehin olarak verdiği bir malı ayrılma olayından sonra olmak üzere satmak caizdir. [79]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

847 nolu Hakim hadisini aynı zamanda İbn Hibban kendi sahi-ie tahric etmiş, Tirmizî ise bu hadisi hasenleyip sahihlemiştir.

848 nolu Amr hadisini Nesâî ile îbn Mace sahihlemiştir.

Birinci hadiste yer alan "Lâ tebi' ma leyse indeke" cümlesinin det ettiği mana ve hüküm üzerinde farklı yorumlar yapılmıştır:

a) Senin mülkünde olmayan ve kudretin dışında kalan şey...

Buna misal olarak da şunu vermişlerdir: Başkası tarafından gasbedilip geri almasına güç getirilmeyen köle ve bir de efendisinden kaçıp izini kaybeden kölenin bu vaziyette satışı caiz değildir. Çünkü her iki durumda da kölesini ele geçireceği meçhuldür.

Bunun gibi, kafeste beslediği bir kuşun kafesten çıkıp gözden uzaklaşması halinde onun satışı caiz değildir. Çünkü kuşun o kafese geri dönüp dönmeyeceği de bilinmemektedir.

b) Yanında hazır olmayan, mülkünde bulunmayan ve kendi havzen altında (kendi nahiyende ve elin altında) olmayan şey..

Şüphesiz selem bunun dışında kalır. Çünkü para peşin, mal sonra teslim edilmek üzere şartlarına uygun yapılan bir alım-satıma cevaz verilmiş ve buna "selem" denilmiştir.

c)  Senin mülkünde olmayan ve kudretin altında bulunmayan şey..

Birinci ve bilhassa üçüncü yorum daha isabetli kabul edilmiş ve ona göre bir uygulamanın yapılması uygun görülmüştür. Zira ahm-satım konusunda taraflardan birinin zarar ve mağduriyetiyle netice-lerîecek olan bir satış elbetteki caiz bir satış olamaz. [80]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Belirsiz ve temini güç bir malın satışı caiz değildir.

2- Kişinin kendi mülkü altında olmayan ve eli altmda bulun­mayan bir malı satması yasaklanmıştır.

3- Kendisinden gasbedilen, zorla alman bir malı geri almadıkça, onu başkasına satması caiz olmaz. Zira geri alacağı hem meçhuldür, hem de o mal gasibin elinde bulunduğu sürece onun elinde, tasarrufu altında değildir.

4- Kafesten kaçıp uzaklaşan bir kuşu da satmak caiz değildir. Ancak kafesten ayrılan kuşun tekrar kafesine dönmesi bir itiyad ha­linde sürüp gidiyorsa, onun satışına cevaz verenler olmuştur.

5- Selem muamelesi dışında parayı hemen peşin almak ve malı çok sonra teslim etmek konusu da farklı yorum ve tesbitlere sebep olmuştur. İleride buna geniş yer verilecektir.

6- Bir alım-satımda iki şart ileri sürmek caiz değildir. Bu konu da ileride açıklanacaktır. [81]

 

Satıcının Sattığı Bir Malı Bir Başkasına Da Satması

 

Ölçü ve miktarı, cins ve nevi belirlenmiş bir malı sattıktan son-, isterse saticı onu sattığı kimseye teslim etmemiş olsun, bir şkasına satamaz. Sattığı takdirde bu ikinci satış geçersizdir ve bi-ıci satış geçerlidir.

Bu daha çok, bazı muhterislerin ve ahde vefa duygusunu şımayanlarm ihtiras ve aç gözlülüğünden kaynaklanır. Malı ttıktan sonra bir başka müşteri çıkar da fazla bir fiat verirse, bu fa sattığı ve henüz teslim etmediği malı .buna satmaya kalkışır, inci adam almak istediği malın başkasına satıldığını bildiği halde 'a yere girip birinci satışı bozmaya çalışıyorsa, şüphesiz haram lemis olur. Onun gibi satıcı da caiz ve geçerli olmayan bir satış mu-aelesine tevessül ettiğinden dolayı günahkar sayılır. [82]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Semure (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efen-imiz şöyle buyurmuştur: "Hangi kadını iki veli evlendirise, o bi-inci olanmadır (onun evlendirmesi geçerlidir, ikinci velinin-:i geçersizdir). Hangi adam da (aynı malı) iki ayrı adama atarsa, o mal onlardan ilkine (satılmış olur)." [83]

Müctehidlerin -bazı istisnalarla- hepsine göre, iki ayrı kimseye atılan bir mal, birinci alıcıyadır, ikinci satış geçersizdir. [84]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

851 nolu hadisi el-Hasan Semure'den rivayet etmiştir. Ancak el-iasan'm bunu Semure'den duyduğu ihtilaf konusudur. Bununla beraber Tirmizî bu hadisi hasenlemiş ve Ebu Hatim ile Hakim sahihle-mişlerdir. Hafız îbn Hacer ise, hadisin sıhhati, el-Hasan'm Se­mure'den duymasına bağlıdır diyerek bunun tesbitini Ön görmüştür, [85]

Ancak yapılan ciddi tesbitlere göre, hadisin ricali sikat olarak belirlenmiştir. Aynı hadisi imam Şafiî ile imam Ahmed ve Nesâî, Ka-tade tarikiyle el-Hasan'dan, o da Ukbe b. Amir'den rivayet etmiştir.

Tirmizi, birinci tarikin daha sıhhatli olduğuna dikkat çekmiştir. O bakımdan hadisle istidlal ve ihticac uygun görülmüş ve müctehidlerin çoğu bunu sened kabul etmişlerdir.

Ancak imam Malik, Tavus ve Zührî bu tür ahm-satımda değişik bir yorum ortaya koymuşlardır. Şöyle ki: Bir kadını iki veli, iki ayrı kimseye nikah eder, ikinci zevç o kadınla cinsel temasta bulunursa artık o kadın bu ikinci kocanın olur, birinci tezvic hükümsüz kalır. Cumhur ise bunun hilafına beyanda bulunmuş ve ikinci zevç onunla cinsel temasta bulunsa bile, o birinci velinin yaptığı akitle birinci ad­ama aittir. [86]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir malı müşteriye sattıktan sonra, ikinci bir müşteri çıkar da satıcı ona o malı satarsa, bu ikinci akit hükümsüz ve geçersizdir; birinci akit sahihtir.

2- Bir malı iki ayrı akitle iki ayrı kişiye satan kimse aynı za­manda günahkardır.

3- Bir kadını iki velisi ayrı ayrı iki adama nikâh ettirirse, ilk ni­kah ettirenin akdi sahih olur, ikincisi geçersiz kalır.

4- Ancak bu durumda ikinci akitten sonra ikinci bir zevç olacak adam o- kadınla cinsel temasta bulunursa, artık bu akit geçerli olur, birinci akit geçersiz kalır. Bu, imam Malik, Tavus ve Zührî'ye göredir. Cumhur ise, böyle de olsa ikinci akit geçersizdir diyerek bu tür akitlerde bir kargaşaya imkan vermemeyi daha  sıhhatli görmüşlerdir,

5- Satılan mal muhayyerlik süresi içinde dahi olsa başka bir ad­ama satılamaz. Satılsa bile, akit geçersiz olur. [87]

 

Müşteri Satın Aldığı Malı Kabzetmeden Önce Satabilr mi?

 

Satın alınan bir malı kabzetmeden önce satmanın caiz olup ol-dığı ihtilaf konusudur. Bu baptaki hadislerin tamamım dikkate nlar, bu nehyin hemen her mal hakkında cari olduğunu lemislerdir. Sadece yiyecek maddelerine veya ölçülmemiş, tümamış bir maddeye has değildir. Zira Hakim b. Hizam ile Zeyd Sabit hadisleri umum ifade etmekte, diğer hadisler ise yiyecek ddesiyle ilgili bulunmaktadır.

Bir kısım ilim adamları ise, satın alman şey, Ölçü ve tartısı belli ıayan bir gıda maddesi ise, kabzetmeden önce onu başkasına satmakta birtakım sakıncaların bulunduğunu belirterek konuyu sadece aa bağlamışlardır. [88]

 

İlgili Hadisler

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendi-'z şöyle buyurmuştur: "Yiyecek maddesi olarak bir şey satın dığında, onu tamamiyle ele geçirmeden satma..." [89]

Ebu Hüreyre (t.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:        

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz yiyecek maddesinin satın alındıktan sonra tam anlamıyla onu ele geçirmeden (kabzetmeden) (başkasına) satılmasını menetti." [90]

Müslim ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir: "Kim yiyecek maddesi olarak bir şey satın alırsa, onu ölçmeden, tartmadan (başkasına) satmasın."

Hakim b. Hizam (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:                                                                   

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimize dedim ki "Ya Resulellah! Ben birtakım şeyler satın alıyorum, onlardan neler benim için helal ve haramdır?" O bana şu cevabı verdi: "Bir şey satın aldığın zaman, onu kabzetmedikçe (başkasına) satma." [91]

Zeyd'b. Sabit (r.a.) dan yapılan rivayete göre: "Peygamber (s.a.v.) Eferdimiz mal ve meta'ın, ne yerde satın alınıyorsa tüccar onu kendi eşyasının bulunduğu yere nakledip getirme­dikçe satılmasını men'etti." [92]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"(Alış-verişle uğraşanlar) pazarın üst kısmında yiyecek maddelerini cüzaf (götürü) olarak (ölçü ve tartıya sok-maksızın) alıp satıyorlardı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz on­ları, satın aldıkları yiyecek maddelerini kendi yanlarına nak­letmedikçe (başkalarına) satmalarını menetti." [93]

Buhari ve Müslim'de bu hadis şu lafızla rivayet edilmiştir:

"Onu tahvil etmedikçe (satın aldıkları yerden bulunduk-ı yere aktarmadıkça)...'’

Tirmizi dışında diğer beş hadis kitabında ise şöyle nakledilmiştir:

"Kim bir yiyecek maddesi satın alırsa, onu kabzetme-kçe (başkasına) satmasın!."

İmam Ahmed de şunu rivayet etmiştir:

"Kim bir yiyecek maddesini ölçekle veya tartı ile satın lırsa, onu kabzetmedikçe (başkasına) satmasın."

Ebu Davud ile Nesâl belirtilen hadisi şu lafızla rivayet etmişlerdir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, gıda maddesini ölçek ile atın alan bir kimsenin onu tamamen eli altına almadıkça tamamen kabzetmedikçe) satmasını men'etti."

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bir yiyecek maddesi satın alan kimse, onu tamamen kabzetmedikçe satmasın." [94]

Buhari ve Müslim'de ise şu lafızla bir rivayet yapılmıştır:

"Bir yiyecek maddesi satın alan kimse, onu Ölçmedikçe satmasın."

îbn Abbas bu hadisi rivayet ettikten sonra şunu ilave ediyor: "Sanıyorum ki her şey bunun (yiyecek maddesi) gibidir..'’[95]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Alım-satımda mübadele söz konusudur ki, bu teatî ile gerçekleşir. Buna bey'i müvaraza da denir. Çünkü bilfiil mübadele, teatiyle olur. Tetai ise alıp vermektir. Yani malı alıp seme­nini (bedelini) verip malı almaktır. [96]

Ahnvsatımm teatî ile münakit olacağını Mecmeu'l-enhür sahibi şöyle açıklamıştır: "Çünkü akdin cevazı karşılıklı rıza ile itibar olu­nur. O da teatî ile vücut bulmuş oluyor. Böylece ahm-satımm hakika­tti, bir mecliste iki tarafın rızasıyla semeni koyup müsmeni almaktır. Böylece eksere göre iki taraftan vermek gerekmektedir. Bazısına göre taraflardan birinin vermesiyle gerçekleşebilir. Bu karşılıklı verip alma yani teati hem nefis (kıymetli), hem de hasis kıymeti çok düşük eşyada geçerlidir ve sahih olan da budur." [97]

b) İmam Şafiî'ye göre: Ahm-satımın teatiyle yapılması caiz değildir. Çünkü örf-i şer'de beyi1 (alım-satım) icap ve kabul iledir. Sa­dece teatinin beyi' olduğu örf-i şer'de bilinmemektedir. [98]

c) Hanbelîlere göre: Ölçü veya tartı ile bir maddeyi satın alan kimsenin onu kabzetmedikçe (başkasına) satması caiz değildir. O malı kabzetmeden telef olursa, satıcının malı olarak kabul edilir ve aldığı bedeli müşteriye vermesi gerekir.

Bu aynı zamanda Osman b. Afvan, Said b. Müseyyeb, el-Hasan, Hammad'ın görüş ve mezhebidir. Ölçü ve tartı dışında kalan eşyanın ise kabzedilmeden satışı caizdir. [99]

d) Malikîlere göre: Ölçü veya tartı ile satılan bir yiyecek maddesini, kabzetmeden önce satmak caiz değildir. Mücazefe (ölçü ve tartı ile değil de götürü, göz kararıyla) satılan yiyecek maddeleri veya yiyecek maddesinden başka olup ölçü ve tartı ile satılan eşyanın kabzedilmeden önce satışı caizdir.

İmam Ahmed'den yapılan rivayete göre, yiyecek maddesi ister iü ye tartıyla olsun, ister bunun dışında olsun kabzedilmeden Önce turnası caiz değildir. [100]

Bu konuda Şafiîler de, satılan malın, müşteri tarafından teslim nmadıkça satıcının uhdesinde bulunduğunu ve orada iken telef ol-ak olursa, alım-satım akdi bozulur ve bedeli sakit olur, demişlerdir, bakımdan bu mezhebe göre, satın alman mal kabzedilmedikçe tısı sahih olmaz diye bir madde konulmuştur. [101]

Böylece mezhep imamları yukarıdaki hadislerle istidlal ve ihti-cda bulunurken kendilerine müsned olarak seçtikleri haber-ler tu olmamıştır. Bir kısmı Cabir ve İbn Abbas hadisiyle, bir kısmı 2,. îbn Ömer hadisiyle istidlal etmişlerdir. [102]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

853  nolu Cabir hadisi sahihtir. O bakımdan istidlale salih örülmüştür. Ancak hadisin zahiri sadece yiyecek maddeleriyle nırh bulunuyor.

854 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir ve Cabir hadisini kuvvetlendirmekte, ihticaca,salih olduğuna şahit bulunmaktadır. Bu da Cabir hadisi gibi, yiyecek maddesiyle ilgili bulunuyor. Müslim'in rivayetindeki "Kim yiyecek maddesi olarak bir şey satın alırsa, onu ölçeğe vurmadan satmasın" cümlesi, değişik bir hüküm ifade etmektedir. Şöyle ki, hadisin iki şekilde yorumlanması söz konusudur: Ölçek ile satın alman yiyecek maddesinin yine ölçek ile satılması veya ölçeksiz satın alman gıda maddesinin yine Ölçek ile satılması gerekiı. Her iki yorum da isabetli olabilir. Çünkü Ölçü ve tartı dışı satan alman bir yığın yiyecek maddesi henüz kabzedilmeden Önce o vaziyette satışı yapılacak olursa, satıcıyla alıcı arasında ihtilafa sebep olabilir. Bunun gibi ölçekle satın alman yiyecek maddesinin yine ölçekle satılmasını da büyük yarar vardır. En azından müşteri aldanmamış olur.

855 nolu Hakim hadisini aynı zamanda Taberanî, el-Kebir'de tahric etmiştir. İsnadında ise Alâ1 b. Halid el-Vasiti bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbit ve görüşler ortaya çıkmıştır: İbn Hibban-onun sika olduğunu; Musa b. İsmail ise zayıflardan sayıldığını belirt­miştir. Nesâî ise bu hadisin bir tarafını tahric etmiş bulunuyor. [103] Zehebi de bu zat hakkında kısa bilgi verirken îbn Hibban'm onun kuvvetli   olduğuna,   Ebu   Seleme'nin   onu   yalancı   saydığına değinmiştir. [104]

Hadis ihticaca salih görülmemişse de delalet ettiği hükme şahit olan bir çok rivayetler mevcuttur.

856 nolu Zeyd hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiş ve îbn Hibban--sahihlemiştir. Hadis sadece gıda maddelerine değil, diğer eşyaya da şamil   gelmekte ve satın alman bir malın, kişinin hav­zasına  girmedikçe,  yani  tasarrufuna imkan- verecek bir kabz gerçekleşmedikçe onun başkasına satışının yapılmasına cevaz verme­mektedir.

857  nolu İbn ömer ve 858 nolu îbn Abbas hadisleri sahihtir. Böylece pazarın üst kısmında satın alman gıda maddesinin alıcının satış yerine nakle dilme dikçe satılmasının caiz olmadığına delalet et­mektedir. Bu konuda Ahmed, Nesâî ve Ebu Davud'un yaptıkları ri­vayetler de belirtilen hükmü kuvvetlendirmektedir.

Rivayet edilen bu konudaki hadislerin önemli bir kısmı, satın alman gıda maddesi ister ölçekle, isterse yığın halinde satın alınmış olsun, kabzedilmedikçe, müşterinin onu başkasına satmasına cevaz verilmediğine deflet etmektedir. Cumhurun da görüş ve tesbiti böyledir.

Şevkanî'nin yaptığı tesbite göre, Osman el-Bettî, satın alman herhangi bir şeyi kabzedilmeden önce satmanın caiz olduğunu belirt­miştir ki, bu görüş, hadislerin açık delaletine ters düşmektedir.

İmam Malik ise, bu konuda ölçek ile satın alman gıda madde­siyle, Ölçeksiz yığın halinde olan gıda maddesi arasında fark olduğuna değinmiş ve yığın halinde olan maddeyi müşterinin kabzet­meden önce satabileceğini belirtmiştir. Nitekim bu konuda İmam Ah-med'in îbn Ömer'den (r.a.) merfuan rivayet ettiği bir hadis bulunuy­or: "Kim'ölçü veya tartı ile yiyecek maddesi satın alırsa, onu kabzetmeden satmasın!" Ebû Davud ile Nesâî ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmişlerdir: "Resulüllah (s.a.v.) bir kimsenin ölçek ile itin aldığı yiyecek, maddesini tamamen kabzetmeden önce ıtmasını men'etti."

Darekuthî ise bu konuda şu hadisi nakletmiş tir: "Resulüllah .a.v.) Efendimiz satın alman yiyecek maddesinde satıcı ile alıcının a' (ölçek) leri cereyan etmedikçe onun satışını men'etti." Yani rüşteri onu satın alırken belli bir Ölçek veya tartı ile satın alır ve sa-arken de belli ölçek veya tartı ile satar. Bu bapta Hafız Bezzar'm îbû Hüreyre'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis bulunuyor ki, îbn Hac­ir onun isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.

Böylece bu rivayetlerin önemli bir kısmı, müşterinin aldığı gıda Haddesini satabilmesi için onu kabzetmesinm şart olduğu hususu sa-lece Ölçek ve tartı ile alındığı takdirde caridir. Yığın, küme halinde satın alman madde kabzedilmeden önce de satılabilir.

Cumhur isej, bu konudaki bütün hadisleri bir araya getirerek, bu şartın her madde hakkında geçerli olduğunu belirtmiştir. [105]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Alım-satım ancak teatiyle caiz olup gerçekleşir. Buna bey'i muvazaa da denir.

2- Bey'in cevazı aynı zamanda karşılıklı rızayla gerçekleşir.

3- Satın alman yiyecek maddesinin kabzedilmedikçe başka bi­rine satılması caiz değildir.

4- Müctehidlerin bir kısmına göre, yiyecek maddesi olsun, başka bir madde olsun satın alındıktan sonra müşteri tarafından kabzedil-mesi ve öylece satılması caizdir. Yani müşteri satın aldığı bir şeyi kabzetmedikçe onu başkasına satamaz.

5- Ölçek veya tartı ile satın alman yiyecek maddesi de alıcı ta­rafından kabzedilmedikçe onu başkasına satması caiz değildir. Bu, ilim adamlarından bir kısmına göredir.

6- Ölçek veya tartıyla olmayıp küme halinde alman gıda madde­sini müşteri kabzetmeden önce satabilir. Bu müctehidlerin bazısına göredir. Diğer bazısına göre o da ölçek veya tartı ile alman gıda mad­desi gibidir.                                     

7- Ölçek veya tartı kapsamına giren gıda maddelerini ölçek veya tartı ile alıp yine ölçek veya tartı ile satmak gerekir.

8- Cumhura göre, satın alınan gıda maddeleri kabzedilmedikçe başkasına satılamaz, böyle bir alım-satım caiz değildir. [106]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Peygamber (s.a.y.) Efendimiz şehirlinin, kasabalının köylünün (satışiçin getirdiği) malı onun namına aracı olup satmasını men'etti." [107]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.u.) Efendi-iz şöyle buyurmuştur: "Şehirli-kasabah köylünün malını onun amına (aracı olup) satmasın." [108]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle dedi:

"Şehirlinin, kasabalının köylü namına satış yapması hu-usunda men'olunduk. İsterse o köylü onun ana-baba bir kardeşi olsun " [109]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, Resulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber verdi: "(Pazara mal ge-iren) süvarileri (şehir dışında) karşılamayın ve hiçbir şehirli-kasabalı köylünün malım onun namına (aracı olup) satmasın." [110]

Bunun üzerine İbn Abbas'a soruldu:

"Şehirli-kasabah köylü namına satmasın" sözünün an­lamı nedir?

"Onun için simsarlık yapmasın" demektir diye cevap verdi. [111]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Hanefîler yukarıdaki hadislerle istidlal ve ıhticacda bulunmuşlardır. O bakımdan bu mezhebe göre, Özellikle kıtlık günlerinde şehirli ve kasabalının köylüden yana onun namına onun malım satması mekruhtur. Bu da şehirlinin yaptığı satış fıatı haddini aştığı takdirde öyledir. Zira böyle bir satış şehirliye zarar ve­rir ve birtakım sıkıntılar doğurur. Böylece şehrin pazarına mal getir­mekte olan köylünün, taşralının malının, simsarların araya girerek pazara intikal edip halka arzedilmeden aracı olması ve örfün sınırım aşan bir fîatla satışını sağlamaları da mekruh kılınmıştır. [112]

b) Şafiîlere göre: Şehirlinin, kasabalının pazarda halka arze-dilmek üzere köylünün getirdiği malı mal sahibinin namına tedricen yüksek fîatla satmak üzere araya girmesi men'edilmiştir. Gerçi bu her ne kadar alım-satımm butlanını gerektirmiyorsa da harara kılınmıştır. Bunun gibi şehre mal getirip satmak üzere gelen süvarileri karşılayıp pazara intikal etmeden o malı satın almak da men'edilmiştir. Halk bu gibi malları aracı ve simsardan satın aldıktan sonra fahiş fîatla aldığını öğrenirse, malı geri vermekte mu­hayyerdirler. [113]

c) Hanbelîlere göre: Şehirlinin, köylünün malını onun namına alıp satması sahih değildir; şu şartla ki, köylü getirdiği malın günlük rayiç ve fiatını bilmiyorsa, şehirli de o malı halka yüksek fîatla sat­mayı düşünüyorsa, insanların da o mala ihtiyaca varsa... Bu şartlardan biri yoksa, beyi' sahihtir,' ancak böyle bir müdahele men'edilmiştir.

Nitekim ashabdan Talha b. Ubeydillah, îbn Ömer, Ebû Hüreyre, Enes ve Tabiinden Ömer b. Abdilaziz, îmam Malik, îmam Leys de aynı görüştedirler.

Bir rivayete göre, İmam Ahmed böyle bir alım-satım dan beis görmemiş ve yasak, İslam'ın ilk yıllarıyla ilgilidir demiştir. [114]

d) Malikîlere göre: Köylünün şehir pazarına getirip satmak istediği bir malı, şehir linin pazara intikal ettirmeyip o malı aracı ola­rak satması caiz değildir. Ancak şu iki şartla caizdir: Aracı olan kim­senin o malı şehirliye değil de mal sahibi olan. köylünün benzeri bir köylüye satması ve o malı şehirliye sattığı takdirde şehirlinin o malın rayicini (normal satış fiatını) bilmesi... [115]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

Yukarıdaki hadislerin hepsi sahihtir ve istidlale salihtir. Ancak hadislerin delalet ettiği mana ve hüküm üzerinde müctehidlerin az farklı yorum ve ictihadları söz konusudur.

İbn Dakîk el-Iyd'a göre hadislerin zahiri dikkate alınarak, irlinin aracı olup köylünün malını satması mutlaka haramdır, îr bunu bir ücret karşılığı, isterse ücretsiz yapsın farketmez.

Buharî'den yapılan rivayete göre, bu tarz bir satışın tı'edilmesi, ücret karşılığı olduğu takdirdedir. Böylece simsarlar konusudur. Çünkü bu, nasiha (hayırhahlık) babına giren bir me-ir.

el-Hadi'ye görej-bu baptaki hadislerin hepsi mensuhtur. Böylece zata bağlı olanlar kıyasa baş vurup, köylünün nasıl şehirliyi vekil iması caizse, getirdiği malını da onun aracı olup satması öylece züir.

Oysa yapılan ciddi tesbitlere göre, bu hadisleri nesheden sarih ; hadise rastlanmamıştır. [116]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Şehirlinin köylünün malını onun namına satmak için aracı naşı mekruhtur. Ancak şehirli o malı normal rayiç üzere emsaline gun satarsa bunda kerahet'yoktur ve bir de şehir halkının o mala tiyacı söz konusu değilse, yani piyasada o maldan yeterince varsa, . takdirde de aracı olmakta bir sakınca görülmemiştir.

Bu Hânefîlerin içtihadıdır.

2- Böylece simsarların aracı olup köylünün getirdiği malı fahiş ıtla satmaları men'edilmiştir.

3- Şehirlinin aracı olup köylünün malını onun namına satması, ıtlanı gerektirmez, sadece günahı gerektirir. Bu, Şafîîlerin icti-tdıdır,

4- Sözü edilen malı satın alan şehirliler, kendilerine fahiş fiatla itildiğim anlarlarsa, o malı geri vermekte serbesttirler,

5- Şehirli o malın fiatmı biliyor, ve günlük rayice göre satın ıyorsa, şehirlinin aracı olmasında bir sakınca yoktur. Bu, Han-ilüerin içtihadıdır.

6-  İnsanların o mala mutlaka ihtiyacı varsa, piyasada pek bu-.nmuyorsa, o takdirde aracı olmak haramdır. Bu  da Hanbeli-lerin tihadıdır,

7- Şehirli aracı olup o malı yine köylüye satıyorsa veya o malın at ve değerini bilen şehirliye satıyorsa, bunda bir sakınca yoktur, u, Malikîlerin içtihadıdır. [117]

 

Almak Niyeti Olmadığı Halde Müşteri Kızıştırmak İçin Fiatı Artırmak

 

Resulüllah (s.a.v.) dengeli, düzenli, hilesiz, aldatmacasız bir alım-satım sistemi getirmiş ve bunun ahlaki kurallarıyla birlikte maddi ve manevi müeyyidelerini de koyup belirlemiştir. "Bizi aldatan bizden değildir" hadisiyle uyarıda bulunmuş ve aldatılan müşterinin satın aldığı malı geri verme hakkına sahip bulunduğunu açıklamıştır.

Böylece ihtikarı, fahiş fiatla satmayı, müşteri kızıştırmayı, müşteriyi aldatmayı, alım-satım yapılırken üçüncü şahsın araya gir­mesini, pazarlığı yapılan bir mala istekli çıkıp fazla fıat vermeyi ya­saklamıştır. [118]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre; Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, köylünün satmak üzere getirdiği malı, henüz pazara götürmeden şehirlinin aracı olup o malı köylü namına satmasını ve bir de müşteri kızıştırmayı men'etti." [119]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz neceşi (alıcı ile satıcı arasına girip müşteri kızıştırmayı) men'etti." [120]

 

Müctehidlerin İstidlalleri

 

Dört mezhebe göre de alına-s atımda neceş (müşteri kızıştırmak [in araya girip yüksek fiat vermek; satın alma arzusu olmadığı halde atın almak isteyen kimseyi kızıştırıp değerinin üstünde bir fiatla atışı sağlamak) yasaklanmıştır.

Ancak Hanefîler bunu mekruh saymış, Şafıîler bunu menhî ley'den kabul edip satıcı aldatılsa bile bu hususta onun için muhayy-ırîik söz konusu değildir, demişlerdir. Hanbelîler bunun caiz ol-nadiğını belirtmişlerdir. [121]

 

Tahliller, Rivayetler

 

Yukarıda geçen iki hadis sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir.

Neceş yoluyla yapılan bir alım-satım fasit midir, değil midir? Böyle bir alış-verişin mekruh veya haram olduğu kesindir. Ancak fas-x olup olmaması üzerinde durularak az farklı görüşler veictihadlar Drtaya konmuştur:

a) İbn Münzir, hadis alimlerinden bir gruba göre, böyle bir alım-satmun fasit olduğunu belirtmiştir. Nitekim Zahirîler ile imam Malik de aynı görüştedirler. Hanbelüere göre de meşhur olan tesbit budur. Ancak Malikilere göre, bu yolla aldatılan müşteri için hiyar, yani satın aldığı malı geri verme muhayyerliği vardır. Şafiîler ise bunun aksini söylemişlerdir. Yani onlara göre müşteri için -şart koşulmadığı takdirde- muhayyerlik yoktur. Yapılan alım-satım hileli de olsa sa­hihtir; ancak böyle bir satışta bulunan kimse mutlaka günahkardır. Hanefîler de Şafıîlerin görüşündedirler

b) îbn Hazm ve Îbnü'l-Arabî'ye göre, mislinin fiatım aşarsa, ha­ramdır. Zira Taberânî'nin Ibn Ebi Evfa'dan yaptığı rivayete göre, Re-sulüllah (s.a.v.) neceş yapanı lanetlemiştir. Şöyle ki: "Satın alma niyeti olmadığı halde fazla fiat vererek müşteri kızıştıran kimse ve faiz yiyen kimse hem hain, hem de melundur." [122]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ahş-verişte müşteri kızıştırmak için üçüncü şahsın değerinin üstünde fıat vermek suretiyle alıcıyı aldatması yasaklanıp haram kılınmıştır.

2- Böyle bir ahm-satımdan sonra müşteri aldığı malı geri verme muhayyerliğine sahiptir. Şafıîlerle Hanefîlerden bir kısmına göre, muhayyerlik hakkı yoktur.

3-  Bu yolla malın satışını değerinin üstünde sağlamak büyük günahtır.

4- Böyle bir alım-satım fasittir, sahih değildir.

imam Malik ile imam Ebu Hanife aynı görüştedirler, imam Şafiî'ye göre, fasit değildir.

5- Bu durumda satıcı da, müşteriyi kızıştıran da günahkardır. [123]

 

Biri Bir Malı Satın Almak Üzere İken Diğeri O Malı Almaya Kalkışması

 

Alım-satım akdini yapmak üzere olan din kardeşine engel olup ızarlığı yapılan bir malı bir başkasının satın almaya kalkışması ^la doğru bir davranış olarak kabul edilmemiş ve bu her yanıyla iygısızlık ve kabalık olarak vasıflandırılmıştır. Bunun gibi bir kim-min evlenmek üzere talip olduğu bir kıza bir başkasının talip ol-Lası da yasaklanmış ve birincisi kendi rızasıyla o kızdan vaz-sçmedikçe diğerinin onu istemeğe hakkı olmadığı belirtilmiştir.

Şüphesiz İslamm yasakladığı bu gibi müdaheleler önlenmediği ıkdirde din kardeşliğini zedeler, toplum ve aileler arasında soğuk ir havanın oluşmasına yol açar ve böylece müslümanlar arasındaki irleştirici bağların kopmasına veya gevşemesine sebep teşkil eder. [124]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, Peygamber (s.a.v.) Efendi-ıiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz din kardeşinin satın al-aak üzere olduğu malı satın almaya kalkışmasın ve kardeşi na izin vermedikçe, onun talip olup istediği kıza talip ol-aasm, istemeye kalkışmasın." [125]

Nesal ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Sizden biriniz din kardeşinin satın almak üzere olduğu lir malı, o satın almadıkça veya satın almaktan vaz­geçmedikçe satın almaya kalkışmasın."

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Adam, din kardeşinin talip olup istettiği kızı istemeye kalkışmasın ve onun pazarlığını yapıp belirlediği fiat üzerine fazla bir fiat ver-meye kalkışmasın." [126]

'Diğer bir lafızla hadis şöyle nakledilmiştir: "Adam, kardeşinin satın almak üzere olduğu malı araya girip satın almaya kalkışmasın ve din kardeşinin talip olup istettiği kızı istem­eye kalkışmasın."

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) Efen­dimiz açık artırma (müzayede) suretiyle bir su tası ile deve­nin sırtına atılan ince bir çulu sattı." [127]

 

Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Birinin satın almak üzere pazarlığını so­nuca bağladığı bir malı bir başkasının satın almaya kalkışması; biri­nin pazarlık yapıp natını belirlediği bir malı diğeri fıat artışı yaparak almaya kalkışması ve din kardeşinin talip olup istettiği kızı istemeğe kalkışması mekruhtur. [128]

Hanefîler burada "mekruhtur" sözünü mutlak anlamda kul-imışlardır. Sarihlerin beyanına göre, bu tahrimî bir kerahet fildir.

b) Şafiîlere göre: Birinin pazarlık yapıp fiatım belirlediği malı başkasının fıat artışı yaparak almaya kalkışması, haramdır. Bu fiat belirlenip istikrara varıldıktan sonra olduğu takdirde ha­mdır. Aynı zamanda birinin satın almak üzere olduğu malı satın naya kalkışmak da haramdır. [129]

Böylece Şalîîler hadislerde yer alan nehyi tahrim manasına onslardır.

c) Hanbelîlere göre: Satın almak üzere pazarlığı yapılan bir alı, bir değerinin araya girip satın almaya kalkışması ve pazarlığı ıpılıp fıatı belirlenen bir malı bir başkasının fazla fıat vererek satın maya kalkışması haramdır. Ancak satıcı alıcının fiatını kabul etme­ği veya satın almasına rıza göstermediği ve bunu izhar ettiği tak-.rde ikinci bir şahsın o malı satın almaya kalkışması haram sğildir. Nitekim müzayede muamelesi böyle olduğu için cevaz veril­iştir. Bunun gibi bir kıza talip olup onu isteten bir kimseye rağmen aşka birinin de o kıza talip olup istetmesi haramdır. Meğerki birinci adan vazgeçmiş bulunsun veya kızın velisi ona vermekten caymış ol­an... [130]

d) Malikîlere göre: Birinin pazarlık edip fiat üzerinde nlaşma yaparak satın almak üzere olduğu bir malı, başkasının fiat rtırarak satın almaya kalkışması haramdır. Henüz tam anlaşma apılmamış ve fiat belirlenmemişse, o takdirde birinin o malı yüksek iatla satın almaya kalkışması hilaf-ı evladır.

Böylece dört mezhep de yukarıdaki sahih rivayetlerle istidlal ıderek az farklı ictihadla başkasının satın almak üzere olduğu malı »ir diğerinin satın almaya kalkışmasını, fîatı belirlenip ittifak hasıl ittikleri bir malın bir diğerinin fazla fıat vermek suretiyle o ittifakı )ozmaya çalışmasını haram saymıştır. [131]

 

Tahlillerde Rivayetler

 

879 nolu îbn Ömer hadisini Müslim ve Buhari tahrıc Btmişlerdir. Aynı zamanda İbn Huzayme, îbn Carud ve Darekutnî de bu rivayeti nailetmişlerdir.

Hadis sahihtir ve istidlal ile ihticaca salihtir.

880 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir ve birinci hadisi kuv­vetlendirmektedir.

881 nolu Enes hadisini aynı zamanda Ebu Davud ile Nesâî tah-ric etmiş ve Tirmizî has enlemiş tir. Ancak isnadında Ebu Bekir el-Hanefî bulunuyor ki, îbn Kattan onu cehl ile muallel saymış, Buharı "Onun hadisi sahih değildir" demiştir. [132]

Ebu Davud ile Ahmed bu hadisi şu lafızla rivayet etmişlerdir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir su tası, bir de deve üzerine atılan ince çulu kaldırıp ashabına (bunları sizden kim satın alır) diye seslendi. Bunun üzerine bir adam: "O ikisi benim üzerime bir di­rhem" dedi ve sonra bir diğeri: "O ikisi benim üzerime iki dirheme dedi."

Böylece müzayede usulüyle satışın mubah olduğu ortaya çıkıyor. Nitekim bu rivayeti kuvvetlendiren birkaç rivayet daha mev­cuttur. [133]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Birinin satın almak üzere olduğu malı bir başkasının satın almaya kalkışması yasaklanıp haram kılınmıştır. Ancak birinci müşteri almaktan vazgeçer veya ikinci müşteriye izin verir veya satıcı birinci adama vermekten vazgeçerse, o takdirde ikinci bir adamın onu satın almaya kalkışması haram değildir.

2-  Adam bir malı satın almak üzere pazarlık yapar ve fıat üzerinde anlaşırlarsa, bir başkasının araya girerek fazla fîat vermek suretiyle o malı satın almaya kalkışması haramdır,

3- Bir adam bir kıza talip olur da onu istetirse, diğer bir adamın araya girip o kıza talip olması ve istetmesi de haramdır. Ancak birin­ci talip vazgeçtiğim veya kızın velisi birinci adama vermeyeceğini be­lirttikten sonra bir başkasının o kıza talip olmasında bir sakınca yok­tur.

4- Bir malı, özellikle ganimetten veya miras yoluyla elde edilen bir malı müzayede suretiyle satışa arzetmek caizdir. Elverir ki, o mal halkın ihtiyaç duyduğu bir gıda maddesi olmasın.

5-  Müzayedeye bir kaç kişinin kendi aralarında gizli anlaşma parak katılmaları da haramdır. Çünkü bu durumda mal asıl gerini bulmadan satılmış olur.

6- Resulüllah'.m (s.a.v.) müzayede suretiyle sattığı eşya, halkın da ihtiyaç duymadığı ve piyasada çok bulunan türden idi; aynı zamanda gıda maddesi değildir.

7- Bazı ilim adamları müzayedenin sadece ganimet ve miras alında caiz ve cari olduğunu söylemişlerse de, cumhur bu görüşü iddetmiştir. Zira Resülüllah'm (s.a.v.) müzayede suretiyle sattığı su abı ile çulun ganimet veya miras malı olduğunu gösteren bir kayıt evcut değildir.

8- Ancak Bezzar'ın Süfyan b. Vehb'den yaptığı bir rivayet bulu-ayor: "Resülüllah'm (s.a.v.) müzayede suretiyle alım-satımda bulun-layı menettiğini duydum."

Oysa bu hadisin isnadında İbn Lehîâ bulunuyor ki; bu zat ayiftır, rivayetiyle istidlal ve ihticac doğru değildir.

Böylece müzayede suretiyle satışın caiz ve mubah olduğu ^ırlık kazanıyor.

9- Yukarıdaki hadisler ve müctehidlerin istidlal ve ihticacları e, İslam cemaati arasında sağlam ölçülere, ahlakî kurallara, ardeşlik duygularına halel getirmeyecek, kin ve nefret oğurmayacak bir almı-satıma cevaz verildiği belirlenmiş oluyor. [134]

 

Salahı (Olgunlaşmaya Yüztutması) Ortaya Çıkmadan Taze Meyveyi Satmak Menedilmiştir

 

Meyva olgunlaşmadan önce birtakım afetlere, parazitlere maruz kalabilir ve böylece salâha ermeden dökülüp işe yaramaz hale gelebi­lir. Bu durumda olgunlaşmadan onu satın alan kimse hayli zarara girmiş olur. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ağaçtaki taze meyva olgunlaşmaya yüz tutmadıkça satılmasını yasaklamış ve bu doğrultuda birtakım topraktan çıkan gıda maddelerinin de olgun­laşmadan satılmasının doğru olmayacağını belirtmiştir.

Zira İslam hem satıcıyı, hem imalatçıyı, hem de alıcıyı, hem de tüketiciyi korumayı prensip edinen son dindir. Sıkıntı, bunalma bu dinin emir ve kurallarına uymamaktan-; huzur, güven denge, düzen, kadeşlik, hakları koruma, adil davranma ise onun emir ve kural­larına uymaktan kaynaklanır. [135]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, 'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, salahı (olgunlaşmaya yüz tutması) ortaya çıkıncaya kadar taze meyvanın alım-satımım yasakladı. Bu hususta hem satıcıyı, hem alıcıyı (böyle bir alım-satımda bu­lunmaktan) men'etti." [136]

Diğer bir rivayette ise şöyle denilmektedir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, afetten emin olup rengi sarı-kırmızı olmadıkça taze hurmanın, beyazlaşmadıkça sümbüldeki tahılın alım-satımını men'etti." [137]

Ebu Hüreyre (rla.) den yapılan rivayete göre, Resulilllah (s.a.vj endimiz şöyle buyurdu: "Salahı (olgunlaşmaya yüz tutması) or­ya çıkmadıkça yaş meyvaları alıp satmayın." [138]

Enes (r.a.) dartyapılan rivayete göre, "kızarıp siy ah lasın caya adar yaş üzümün, taneleri iyice sertleşip olgunlaşmcaya ka-ar tahıhn alun-satmunı yasakladı." [139]

Yine Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, "Resulüllah (s.a.v.) fendimiz, sarı-kırmızı rengini alıncaya kadar meyvanın lım-satınunı men'etti." [140]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Hanefîler hadislerde geçen hükmün aldırüdığını belirterek hurma (ve benzeri meyvalarm) salahı meyda-a çıksın, çıkmasın satışı caizdir. Çünkü bunlar mal-i mutekavvim jer'an tenavül ve intifa'ı mubah şeyler) dir. Bunlardan salahı meyda-a çıkmamış olanından hemen yararlanmak söz konusu değilse de leride yararlanmak mümkündür. Müşteri satın aldığı o hurma ve aeyvayı, sahibinin mülkünden ayrılsın diye koparır. Olgunlaşıncaya iadar ağacın üzerinde Çalmasını şart koşarsa, alım-satım fasit olur hükümsüz kalır). İmam Muhammed'e göre fasit olmaz.

Diğer üç imama göre, meyvanın salahı ortaya çıkmadıkça, yani ılgunlaşmadıkça alım-satımı caiz değildir.

Ağacın üzerinde olgunlaşmcaya kadar kalmasını şart koşmaksızm onu bekletmesinde Hanefîlerin çoğuna göre bir sakınca yoktur. [141]

b) Şafiîlere göre: Yukarıda belirtildiği gibi, bu mezhep imam-, lan meyvanın ancak salahı zahir olup ortaya çıktığı, yani olgun­laşmaya yüz tuttuğu zaman satışı caizdir. Ama olgunlaşmaya yüz tutmadan önce, ağaçtan koparılmak şartiyîe alım-satımı caizdir. Son­ra da bu durumda koparılan meyvanın istifade edilir olması söz ko­nusudur.

Bunun gibi henüz tarlada sararmayıp yeşil durumda olan tahılı alıp satmak da caiz değildir; ancak o vaziyette biçmek şartiyîe satışına cevaz verilmiştir. [142]

Hanbelî ve Maliki mezhep imamlarının da görüş ve istidlali, Şaflîlerinkine çok yakın bir anlam taşımaktadır. [143]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

885 nolu İbn Ömer hadisi sahihtir. Salahı meydana çıkmamış; yani olgunluğa yüz tutmamış bir meyvamn hem satışı, hem alışı men'edilmiştir. Satışı men'edilmiş, çünkü olgunlaşmadan önce bir afete, bir hastalığa maruz kalırsa, satıcısı kendi din kardeşinin malım batıl bir sebeple yemiş olur; parasını alıp karşhğında mal ver­memiş sayılır. Alımı da men'edilmiş; çünkü müşteri parasını zayi' etmiş olur ve aynı zamanda satıcıyı haksız bir meblağı alıp yemeye itmiş olur.

Hadiste yalnız hurmadan söz edilmesi, ona has bir hüküm ol­mayıp meyvalar için bir misal teşkil etmektedir. Nitekim ilim adam­larının çoğunun görüş ve yorumu bu doğrultudadır.

Meyvaların henüz olgunlaşmadan afetten kurtulmasının açık belirtilerinden biri, özellikle sıcak iklimlerde sabahları süreyya yıldızının doğmasıyla başlar. Nitekim Ebu Davud'un Ebû Hüreyre'den (r.a.) merfuan yaptığı rivayette şöyle buyurulmuştur: "Sabahleyin necin (süreyya yıldızı) doğmaya başladığında afetler' beldenin üzerinden kaldırılmış olur/' Diğer bir rivayette "Afet fe meyvadan kaldırılmış olur."

Süreyya yıldızının sabahleyin doğması, yaz mevsiminin evve-.de başlar.

Bİı konuda Ahmed b. Hanbel'in Osman b. Abdillah tarikiyle ptığı rivayette, adı geçen diyor ki: "İbn Ömer'den meyvalarm alım-tımından sordum, şöyle dedi: "Afet tehlikesi geçinceye kadar mey-larm alım-satımını Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz men'etti." Bunun terine ben ona: "Afet tehlikesi ne zaman geçer?" diye sorduğumda ı cevabı verdi: "Süreyya yıldızı (sabahları) doğmaya başlayınca."

Böylece 886 nolu İbn Ömer'den yapılan rivayet de sahihtir ve isilale salihtir.

887 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir ve yukarıdaki iki rivayeti kuvvetlendirmektedir.

888 nolu Enes hadisi sahihtir ve ihticaca salihtir. Özellikle reza-. ve siyah yaş üzüm konu edilmekte ve rengini alıncaya kadar itişinin yapılmasının caiz olmadığı belirtilmektedir. Bu, her mey­inin  kendine  has  rengini  almasını  bekleyip  öylece  satışının ıpılmasma bir Ölçü ve misal teşkil etmektedir.

Tahılgillere gelince, sümbülü yeşil olduğu sürece, içindeki tane.n henüz olgunlaşıp sertleşmediği söz konusudur.

889  nolu Enes hadisi de sahihtir ve her meyveyi kapsamakta, er   birinin   kendine   has   rengini   alıncaya   kadar   satışının ıpılmamasına delalet etmektedir.

Bu bapta rivayet edilen diğer hadisler ise şöyledir:

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, "Peygamber (s.a.v.) Efen-imiz, salahı ortaya çıkıncaya (olgunlaşmaya yüz tutuncaya) kadar Leyvanm satışım men'etti."

Bir rivayette "olgunlaşıp hoş bir duruma gelinceye kadar"; bir iğer rivayette "yenilecek duruma gelinceye kadar.." Duyurulmuştur.

Yine Cabir fr.a.) dan yapılan rivayete göre, şöyle buyurul-tuştur:

"Kardeşine yaş hurma satarsın da ona bir afet dokunursa, artık kardeşinden bir şey alma; onun malını nasıl haksız yere alabilir-n?" [144]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Henüz olgunlaşmamış, ağaç üzerindeki meyvayı satmak caiz

değildir. Ancak koparılmak şartıyla satışı yapılırsa buna cevaz veril­miştir. Bu, îmam Ebu Hanife'nin, imam Şafiî'nin ve İmam Yahya'nın görüşüdür.

2-  Salahı ortaya çıkmadan koparılmak şartiyle satılan mey-vanuı bir de istifade edilir olması söz konusudur. Bu da İmam Şafiî'nin içtihadıdır.

3- Tarladaki tahıl henüz sümbülünde olur ve sümbülü de sarar-   , mayıp yeşilliği devam ediyorsa, satışı caiz değildir. Ancak o vaziyette biçilmek şartiyle satışı caizdir. Bu da îmam Şafiî'nin içtihadıdır. Hanbelîler de aynı görüştedirler.

4- Henüz olgunlaşmamış bir meyvayı satmak caiz olmadığı gibi satın almak da caiz değildir.

5- Olgunlaşmamış meyvayı alıp-satmak caizdir. Bu, îmam Ebu Hanife'nin kıyas yollu içtihadıdır.

6- Olgunlaşmamış meyvayı, ağacın üzerinde kalması şartıyla satın almak caiz değildir. Çünkü böyle bir şart sakıncalıdır.

7- Sonuç olarak, satıcı ve müşteriyi ileride mağdur edip zarara sokacak bir satıştan kaçınmak gerekir. Olgunlaşmamış meyva ile henüz sümbülü yeşil duran tahılın satışının men1 edilmesi bu sebeple­dir.

8- Ancak günümüzde tam olgunlaşmadan bazı meyvalar satın alınıp ambalajlandıktan sonra ileride istifade etmek üzere soğuk hava depolarına konmaktadır. Böyle bir satışa müctehidlerin çoğu ce­vaz vermiştir. Çünkü meyva ağacın üzerinde değil, soğuk hava depo­sunda korunmaktadır. [145]

 

Alım Satımda Birtakım Şartlar İleri Sürmek

 

Alım-satımda taraflardan birini zarara sokmadığı, mağdur et­mediği ve karşılıklı rıza ile kabul edilen şart geçerli kabul ediliri, Bu­nun yanında bazı şartlar da var ki, müşterinin hem zaranyla, hem de; sömürülmesiyle neticelenir ki, dinimiz o tür şartlı alım-satnna cevaz vermemiştir.

Şartla ilgili bu iki ayrı alım-satım şeklini, hadis ve; rivayetler nakledildikten sonra daha iyi anlaş alıcağmdan burada misal ver­meye gerek görmedik[146]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Cabir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermistir:

"Kendisine ait deve üzerinde yol alırken, deve iyice yo­rulup yürümekten aciz kalıverdi. O da onu yabana salıvermek istedi?" Adı geçen devamla diyor ki: 'Peygamber (s.a.v.) Efen­dimiz gelip bana yetişti ve benim için dua edip deveye (hafifçe) vurdu. Derken deve öyle bir yol yürümeye başladı ki, o zamana kadar öyle (hızlı ve rahat) yürümemişti. Sonra Re-sulüllah (s.a.v.) bana: "Onu bana satıver" diye teklifte bulun­du. Ben de onu (birşey karşılığında Peygamber'e satmak iste­mediğim için) "Hayır satmayacağım" diye cevap verdim. Efendimiz az sonra yine bana: "Onu bana sat" diye teklif edince, O'na satıverdim, ancak üzerindeki yükü ehlime (ev halkıma) taşımasını bir istisna (şart) olarak belirledim." [147]

Buhari ve Ahmed bu hadisi şu lafızla nakletmişlerdir:

"Onu Peygamber'e (s.a.v.) sattım, fakat sırtına (binip) Me­dine'ye kadar (beni ve üzerindeki eşyayı taşımasını) şart koştum."

Böylece yapılan alım-satımda bu tarz bir şartın caiz olduğu anlaşılıyor. Buna karşın, "Şu evi veya atı veya deveyi sana şu kadara satıyorum, şu şartla ki sen de bana şu kadar süreye kadar şu kadar faizsiz ödünç veresin" diye bir, iki şart öne sürmek caiz değildir.

Nitekim Abdullah b. Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Pey­gamber (s.a.vJ Efendimiz şöyle buyurdu: "Selef ve beyi1, bir beyi'de iki şart, satın aldığını henüz kabzedip ele geçirmeden onu kâr etmek suretiyle bir başkasına satmak ve bir de yanında mev­cut olmayan bir şeyi satmak helal olmaz." [148]

Bir de alım-satımda geçerli olmayan ve bir hüküm ifade etmey­en şart vardır ki, alım-satımm cevazına halel vermez ve sıhhatim bozmaz, ancak ileri sürüldüğü takdirde geçerli sayılmaz. Meselâ köleyle olan hükmî karabet ancak onu azad edene aittir. Böylece kölenin alım-satımı yapılırken satıcısı, "Onun hükmü ka-rabeti, yani vela'ı bana ait olmak şartiyle bunu bana sattım" der ve alıcı da bu satışı kabul ederse, satıcının ileri sürdüğü şart geçersiz kabul edilir, ve ileride bu hususta bir hak iddia edemez.

Nitekim Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan bir rivayete göre, adı geçen, Berîre adındaki bir cariyeyi azad etmek için satın almak istedi. Onu satanlar velâ'm kendilerine ait olmasını şart koştular. Bunun üzerine Hz, Aişe (r.a.) diyor ki: "Durumu Resulüllah'a (s.a.v.) an­lattığımda şöyle buyurdu: Onu satın alıp azad et. Çünkü vela' (hükmî karabet) hakkı onu azad edene aittir." [149]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Satılan şeyde akidden ayrılması caiz olan ieyi istisna etmekte bir sakınca yoktur. Meselâ bir küme buğdaydan jir sa'ım, bir belli ölçeğini istisna edip satmak bu cümledendir. Ama ığacm üzerindeki meyveyi götürü olarak satarken o meyveden belli niktarıni tartı olarak istisna etmek caiz değildir. Çünkü ağaç izerindeki meyvanm ne kadar olacağını, istisna edilen nisbetin nüşterinin aleyhine bir sonuç doğuracağını hemen kestirmek nümkün olmadığı söz konusudur.

Alım-satımda kullanılan bazı şartlar bey'i fasit kılmaz. Meselâ şart koşulan şey zaten akit ile gerekmektedir. O bakımdan ondan söz stmek akdi bozmaz. Satın alman malın satıcı tarafından, karşılığında verilecek bedelin müşteri tarafından teslim edilmesini şart koşmak bu cümledendir. Zira bu, akdin iktiza ettiği bir şarttır. O bakımdan anılıp, şart koşulması akdin sıhhatim ve cevazım bozmaz.

Bir de akdin iktiza etmediği şart vardır ki, ileri sürüldüğünde akdi bozar. Meselâ şu merkebi sana, şuradaki nehri onunla geçmemen şartiyle sana sattım derse, bu beyi1 fasit olur,

Bey'a mülayim olmadığı halde şeriat o gibi şartlara cevaz ver-mişse, o takdirde ileri sürüldüğü takdirde bey'i fasit olmaz. Mesela, muhayyerlik ve vade süresini şart koşmak bu cümledendir.

Bey'a mülayim olmadığı gibi, ne şeraitte, ne de sağlam örfte yeri olmayan bir şartın ileri sürülmeşiyle beyi' fasit olur. Meselâ "şu evi size, onu mescid olarak kullanman üzere sattım" veya "şu yiyecek maddesini ve malı sana, fakirlere tasadduk etmen üzere sattım" derse beyi' fasit olur. Bunun gibi "Bunu sana üç milyona sattım, ama şu şartla ki bana bir yıl süreyle hizmet edeceksin" şeklindeki bir şart ile de beyi' fasit olur." [150]

Sonuç olarak bey'in iktiza ettiği, ona mülayim sayılan, şer'in uy­gun gördüğü, sağlam örfde cari bulunan şartlar dışındaki şartlar, bey'in cevazına engel olur ve o tür alim-satımlar hükümsüz sayılır.

b) Şafiîlere göre: Alım-satımda bey'in iktiza etmediği, şer'in uygun saymadığı şart ileri sürmek men'edilmiştir. Meselâ "Şu evimi sana sattım, şu şartla ki bana şu kadar borç para vereceksin" bu cümledendir. Bunun gibi sattığı tarlayı, içinde ekili bulunan ekini biçip kendisine teslim etmeyi, satın aldığı kumaşı, dikip öylece teslim etmesini şart koşması da batıldır.

Ama muhayyerlik, ayıptan uzak olması, borç ise sürenin belir­lenmesi ve kefil göstermesi gibi şartların ileri sürülmesi sakıncalı değildir. [151]

c) Hanbelîlere göre: Satılan taşınır, taşınmaz maldan belli ve belirli bir cüz istisna etmekte bir sakınca yoktur. Bu tür istisnalar alım-satımm sıhhatini bozmaz.

Satılan maldan belirsiz bir parçayı istisna etmek sahih değildir. Meselâ eti yenilen bir hayvanı satarken onun başını veya derisini ve sakatatını istisna ederse sahih olur, ama karnmdakini, iç yağını istis­na ederse sahih olmaz. Çünkü bu ikisinin nisbeti kesin belli değildir. Ebû Hanife ile İmam Şafiî'ye göre, bu tür satış caiz değildir.

Bu mezhebe göre de beyi'de ileri sürülen şartlar, sahih ve gayr-i sahih olmak üzere iki kısma ayrılır. Sahih olan şartlar ise üç kasımda mütalaa edilmiştir:

a) Bey'in muktezasından olan şartlar. Mal ve bedelini kabzetme, bedeli bir süre geciktirmeyle ödeme gibi şartlar bu cümledendir.

b) Akdin maslahatıyla ilgili şartlar. Bedelin sıfatıyla, yani ödeme şekliyle ilgili şartlardır ki, rehin, şehadet bu cümledendir. Satın alınacak kölenin hatip veya katip veya müslüman olması da öyle.

c) Satılacak malda belli bir menfaatin şart koşulması.

Satıcının sattığı evde bir ay oturması, sattığı at, katır, veya de­venin şu yere kadar satıcının nevalesini taşıması şartı bu cümledendir.

Gayr-i sahih olan şartlar da üç kisımda toplanmıştır:

a) Satıcıya mevcut akit ile birlikte bir başka akit şart koşmak.

Selef (bedelin önce ödenmesi, faizsiz borç vermesi) icar ve benze­ri şartları öne sürmek bu cümledendir. Bu gibi şartlar bey'i hükümsüz kılar..

b) Bey'in muktezasma münafi olan şartlar.

Satıcının alıcıya, aldığı malı hibe etmemesi, azat etmemesi gibi şartlarla satış yapması bu cümledendir.

c) Bir şarta talik edilen satış. Bunu sana satıyorum, ancak şu adam razı olduğu takdirde bu satış geçerlidir gibi bir şart bu cümledendir. [152]

d) MaliMlerin bu konudaki görüş ve içtihadı, Hanbelî Mezhe-ine yakındır. [153]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

894 nolu Abdullah b. Ömer hadisini îbn Huzayme ile Hakim sa-ihlemiştir. Aynı zamanda îbn Hibban ile Hakim hadisi şu lafızla ıhric etmişlerdir; "Selef ve beyi', ve beyi'de iki şart helal olmaz."

Her iki hadiste geçen "selef kavramı üzerinde durulmuş ve az ırklı yorumlar ortaya konmuştur;

a) Bağavî'ye göre, seleften maksat, karzdır.

b) îmanı Ahmed'e göre, kişiye ikrazda bulunduktan sonra o nis-etin üstüne bir fazlalık yaparak satışta bulunmaktır.

c) Bazan da selef, selem anlamında kullanılır.

Beyi'de iki şarta gelince, şöyle bir misalle açıklamak nümkündür: "Şu malı sana peşin olarak bin liraya veya vadeli olarak ki bin liraya sattım11 demektir ki bu bir satışta maksadı ayrı iki şart azammun etmekte (içermekte)dir.

895  nolu Aİşe hadisi sahihtir. Böylece bir köle veya cariyeyi ızad etmek şartıyla satın almanın cevazı söz konusudur.

Nevevî bu hadis üzerinde açıklama yaparken beyi'de şart konu­sunu dört kısma ayırmıştır:

1-  Akdin iktiza ettiği beyi'dir ki bu zaten beyi1 mutlak 3irakıldığı takdirde kendiliğinden bir şart olarak vücut bulur. Alman nalın tesliminin şart koşulması bu cümledendir.

2- İçinde maslahat bulunan şart.. Meselâ bedeli hemer ödeme imkanı olmadığı zaman rehin olarak bir şeyin verilmesinin şart koşulması bu cümledendir. Şartın bu iki kısmı caizdir.

3- Azad etmek şartiyle bir köle veya cariye satın almak da caiz­dir. Yukarıdaki hadis buna delalet etmektedir. Cumhur da bunun ce­vazına kail olmuştur.

4-  Akdin muktezasmı ve maslahatını aşan şart. Yani ileri sürülen şart ne bey'in muktezasmdandır, ne de müşteri için onda maslahat vardır. Meselâ, beyi'de satıcının menfaatinden yana bir istisna kaydı getirmek bu cümledendir. Bey'in bu şekli caiz değildir, batıldır.

Ayrıca Aişe hadisi, köle veya cariye satın alırken, satıcının o köle veya cariyenin velâ'mın kendisine ait olmasını şart koşsa bile, bu şartın geçerli olmadığına delalet etmektedir. Çünkü velâ hakkı,| köleyi azad edene aittir. Bunda icma' vardır.

Aynı rivayeti az farklı lafızlarla Buharı ve Müslim, Buharı, Nesâî ve Ebû Davud, sonra da yine Müslim rivayet etmişlerdir. Hepsi de velâ hakkının azad edene ait olduğuna delalet etmekte ve birinci rivayetin sıhhatini kuvvetlendirmektedir. [154]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Satışta akidden ayrılması caiz olan şeyi istisna etmekte bir sakınca yoktur.

2- Bir küme buğdaydan belirli bir ölçeği istisna etmek bu kabil­dendir.

3- Ağaç üzerindeki meyva götürü satılırken ondan şu kadar kilo meyvayı istisna etmek caiz değildir. Çünkü istisna edilen miktarın müşteri aleyhine bir sonuç vermesi söz konusudur.

4- Akdin muktez'asmdan olan veya maslahatı icap ettiren bir şart bey'in sıhhatini bozmaz.

5- Bey'in muktezasmdan olmayan, maslahatı gerektirmeyen ve şeriatın uygun gördüğü şarttan başka bir şart ileri sürmek bey'in sıhhatim bozar.

6- Bu nedenle, "sana şunu şu kadara sattım, şu şartla ki bana bir ay hizmet edeceksin" şeklinde bir şart fasittir.

7-  Muhayyerlik, ayıptan salim olması, gabn-i fahiş ile al-datılmaması gibi şartlar caizdir.

Bunlar daha çok Hanefîlerle Şafİüerin içtihadıdır.

8- Taşınır, taşınmaz malların satışında belirli bir cüz istisna et­mekte bir sakınca yoktur. Belirsiz bir parçayı istisna etmek ise caiz değildir

Bu daha çok Hanbelîlerin içtihadıdır.                 

9-Böylece beyi'de ileri sürülen şartlar, sahih ve gayr-i sahih ol­mak üzere iki kısma ayrılır.    

10- Sahih olan şartlar üç kısımdır.

11- Gayr-i sahih olan şartlar da üç kısımda toplanmıştır.

12- Beyi'de alıcı ve satıcıyı zarara sokacak her türlü şart ve is-sna caiz olmadığı gibi, bey'in maslahatına uygun olan, şer'in uygun Irdüğü şart ve istisna ile bey'e mülayim gelen ve onun mukte-ısından olan her şart ve istisna caizdir, bey'in sıhhatini bozmaz.      

13- Bir beyi'de iki şart caiz değildir,

14- Satıcı tarafından henüz kabzedilmemiş bir malın satışı caiz iğildir. Selem işlemi bunun dışında bir istisna teşkil eder.

15- Taşınır mallarda kabz işi, bâyi'nin o malı elinin altında bu-Lndurması demektir. Taşınmaz inallarda ise, satılacak malın iyi'nin tasarrufu altına girmesi söz konusudur. Bu iki durumda .üşterinin satın aldığı malı kaszetmesi mümkündür.

16- Kalite ve evsafı kesin belli olan bir malın huzurda bulundu-ılması şart değildir. Çünkü müşteriyi aldatma söz konusu değildir, elirlenen kalite ve vasfa uymadığı takdirde müşterinin o malı geri anne hakkı vardır.

17- Selem bahsi bu konuyu daha iyi açıklamakta ve tarafların aksızlığa uğramasını Önler mahiyette birtakım şartlar belirlenmek-;dir.

17- Kalite ve evsafı kesin belli olmayan bir mal hazırda olup iyi örülmedikçe satışı caiz değildir. Zira bu durumda müşterinin al-atılması söz konusudur. [155]

 

Alım-Satımda Hile ve Aldatmadan Uzak Kalma Şartı

 

îslâm Dini, piyasada bir narh koyma ve uygulama prensibini koymamış; bir bakıma serbest ekonomi sistemini getirerek bunu iman, ahlak, uhrevi sorumluluk ve maddi, manevi müeyyide ve sağlam örfe bağlayarak kalıcı bir ticari ahlak bütünlüğü ortaya koy­muştur.

"Kendi nefsin için arzu edip istediğini din kardeşin için de arzu edip istemedikçe (kâmil) mü'min olamazsın" prensibi doğrultusunda gerçek anlamda din kardeşliğini sağlam temele oturtmuş ve böylece karşılıklı hakların korunmasını sağlamıştır.

Belirtilen ideal anlamdaki prensiplerden kopuk bir serbest ekonomi, şüphesiz ki tüketici aleyhine işler ve toplum yapısında den­gesizlik ve huzursuzluk doğurur. [156]

 

Konuyla İlgili Hadisler   

 

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şu haberi vermiştir:

"Bir adam Resulüllah'a (s.a.v.) kendisinin ahş-verişte al­datıldığını haber verdi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Kiminle ahş-verişte bulunur da bir şey satın alırsan ona: (Dinde) hiçbir aldatmak yoktur de."[157]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­iştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında bir adam bir ^y satın alırdı, ancak aklında bir zayıflık vardı. Onun ev alkı Resulüllah'a (s.a.v.) gelerek dediler ki: 'Ta Resulellah! alan adamı alışverişten alıkoy, çünkü aklında zayıflık ardır." Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) o adamı çağırdı ve hş-verişten men'etti. Adam (üzüldü ve) şöyle dedi: "Ey Al-ıh'ın Peygamberi! Doğrusu ben ahş-veriş yapmadan dura-iam." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona şöyle bu-yurdu:  (satıcıya) de ki: İşte, işte... (Dinde) hiç aldatma yoktur." [158]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre:

"Munkız (adındaki) adamın başına cahiliyet döneminde )ir darbe vurulmuş ve bu beyin zarına kadar tesir etmişti. O güzden dilinde bozukluk meydana gelmişti. Bir şey satın Ilırken alış-verişte aldatılırdı. Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle tmyurdü: "Alım-satımda bulun ve de ki: (Dinde) aldatmak yok­tur." Sonra da sen üç günlük bir hiyar (muhayyerlik hakkına) sahipsin." [159]

Muhammed b. Yahya b. Hibbaridan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Dedem Münkiz b. Ömer, başına bir darbe vurulup dili rahat telaffuz edemiyen bir adamdı. Bu­nunla beraber o ticareti bırakmaz, devam ederdi. O sebeple de hep aldatılırdı. Bunun üzerine o, Peygamber (s.a.v.) Efen-dimiz'e gelip durumunu anlattı. Peygamber (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Mubayaada bulunduğun zaman, (dinde aldatma yoktur de; sonra da sen satın aldığın her meta1 ve kumaş hu­susunda üç gece muhayyerlik hakkına sahipsin, razı olduğun zaman aldığın meta'ı yanında tut; razı olmadığın zaman onu sahibine geri çevir." [160]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Fahiş fiatla satıp müşteriyi aldatmak, eğer piyasada belirlenen kıymet ölçülerini aşıyorsa, o takdirde "gabn-i fahiş" kapsamına girer. Meselâ on dirheme satın aldığı bir malı, bilir kişilerden bir kısmı beş dirhem, bazısı altı dirhem, bazısı da yedi di­rhem olarak kıymetlendiriyorsa ve hiçbiri onu on dirhem olarak kıymetlendirmiyorsa bu aldatmadır ve gabn-i fahiştir. Ama bilir kişilerden biri yedi, biri sekiz ve biri de on dirhem diyorsa, o tak­dirde bir aldanma ve aldatma söz konusu değildir.

Fahiş fiatla satıp aldatmanın hükmü, satın alman mal ancak açık bir aldatma söz konusu olduğu takdirde satıcıya geri verilir. Me­sela satıcı alıcıya: "Şu kumaş şu ülkenin imalatıdır ve met-resi dörtbin liradır" der, satıştan sonra o kumaşın başka bir ülkenin ima­latı olduğu ve metresinin de iki bin lira değer taşıdığı anlaşılırsa, bu durumda müşteri o malı satıcıya reddetme hakkına sahip olur. [161]

b) Şafiîlere göre: Gabn-i fahiş (fahiş fiatla satıp aldatma) ted-(ayıbını örtüp sahteleştirme) den uzak kaldığı takdirde müşterinin u satıcıya reddetmesini gerektirmez. Çünkü sünnete göre, alıcı ile tıcıdan biri diğerini aldatmadıkça zor duruma sokmaz. Meselâ (ıir pazarında satmak üzere malını getirmekte olanları şehre girm­en karşılayıp onları aldatmak suretiyle ucuz fıata mallarını satın şnak nafiz bir ahm-satım sayılmaz ve bu satıştan rücu' etme hak-n söz konusudur, yani onlar için satıştan rücu' etme hakkı vardır. [162]

c) Hanbelîlere göre: Gabn-i fahiş (fahiş fıatla mal satıp aldat-a) suretiyle yapılan satıştan dolayı müşterinin o malı geriye verme-için şu üç suretten birinin gerçekleşmesiyle caiz olur:

1- Şehir pazarına getirip satmak üzere yola çıkan satıcıları ihir dışında karşılayıp mallarını satın almak,

2- Alıcı olmadığı halde araya girip müşteriyi aldatmak için satın ıiinmak istenen malın fîatmı artırmak,

3- Satıcı ile alıcının piyasayı ve satılmakta olan şeyin fiatmı bil-Lemeleri ve satın aldıkları malın bedelinden indirim yapmayı iyice Bcerememeleri söz konusu olduğu durumda.

d) Malikîlere göre: Fahiş fîatla satın ahnan bir malı, adetin stünde de bir fiat artışı söz konusu olsa bile reddedilmez; ancak şu urumlarda reddedilmesi bir hak olarak belirlenir:

1- Böyle bir alım-satımda bulunan satıcı ile alıcı vekil veya va-iy olurlarsa,

2- Satıcı ile alıcıdan her biri diğerine uyarak alıcının satıcıya: Şu malı başkalarına sattığın gibi bana sat" demesi veya satıcının tlıcıya: "Şu malı başkalarından satın aldığın gibi benden satın al" de­nesi,

Bu durumda biri diğerini aldatır da fahiş fîatla satar veya çok ıoksan bir fıatla satın alırsa, satın alman malı reddetmek hakkına iahip olur.

3- Satıcı ve alıcıdan birinin diğerine güvenmesi ve bu durumda karşısındakinin güvenini kötüye kullanıp o malı fahiş fîatla satıp /eya alması suretiyle aldatması da satın alman malın reddini gerek­tiren sebeplerden biridir. [163]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

899 nölu Ibn Ömer hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir.

900 nolu Enes hadisini Tirmizî sahihi emiştir. Bunu aynı za­manda Hakim tahric etmiştir. Hadis, sefih kişiler üzerine hacr koy­mak, yani onları alım-satımdan men'etmenin sıhhatma delalet et­mektedir. Aynı zamanda birinci hadisle birbirini kuvvetlendirmekte olup satıcıyı insaf çizgisinde tutmaya ve dinde aldatmanın yeri ol­madığını hatırlatmaya yönelik bir uyarı hükmünü taşımaktadır.

901 nolu îbn Ömer hadisini aynı zamanda Buharı kendi tari­hinde, Hakim de Müstedrek'inde tahric etmiştir. Ancak isnadında Muhammed b. İshak bulunuyor. Raviler arasında bu ismi taşıyan onüç kişi vardır ki, hepsi de pek muteber sayılmamış, kimi meçhul, kimi zayıf, kimi yalancı olarak belirlenmiştir.

Ancak yukarıdaki iki hadis bunun bir bölümünü kuvvetlendir­mektedir. O bakımdan ilim adamlarından bir kısmı bununla istidlal etmiştir.

Ayrıca bu bapta imam Şafiî'nin, İbn Carudun, Hakim ve Dare-kutnî'nin Hz. Ömer b. Hattab'dan yaptıkları bir rivayet bulunuyor ki orada söz konusu olan adamın Hiban b. Münkir olduğu belirtilmiştir. Aynı rivayeti hem Darekutnî, hem de Taberânî tahric etmişlerdir. Nevevî bu rivayetin sahih olduğuna dikkat çekmiştir.

Böylece mal satın alındıktan sonra müşteri aldatıldığını anlar­sa, malı geriye verebilir sonucu ortaya çıkıyor. [164]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Fahiş fıatla satılıp müşteri aldatıldığı takdirde, onun o malı geri reddetme hakkı vardır.

2- Fahiş fîatla satış yapıp alıcıyı aldatmanın smın şöyledir: Piy­asa değeri kimine göre beş, kimine göre altı, kimine göre yedi lira olur ve bu mal on liraya satılırsa, o takdirde müşteri aldatılmış kabul edilir.

3- Bir tesbite göre yedi, birine göre dokuz, bir diğerine göre on lira değer taşıyor ve piyasada bu doğrultuda alım-satım cereyan ediy­or ve o malın satıcısı onu on liraya satıyorsa, bu gabn-i fahiş kap­samına girmez ve müşterinin o malı geriye verme hakkı yoktur. Bu daha çok Hanefî'lere göredir.

4- Sattığı malı, imal edildiği ülkeye değil de başka bir ülkenin lalatı olduğuna atfedip değerinin üstünde bedel aldığı takdirde, taşteri farkına varınca o malı geriye verme hakkına sahip olur.

5- Satılan mal tedlisten uzak tutulduğu takdirde, müşterinin hı geri verme hakkı söz konusu değildir. Bu daha çok Şanîlerin icti-adıdır.

6- Pazara getirilmekte olan malı şehir dışına çıkıp satın almak; lıcısı olmadığı halde almak isteyen adamı aldatmak için araya girip ızla fıat vermek ve satıcı ile alıcının piyasayı, malın gerçek değerini d bilmemek gibi hallerde yapılan satış gabn-i fahiş kapsamına girer, u, Hanbelîlere göredir.

7- Aldatılan müşteri vekil veya vasiy olursa; Satıcı ile alıcı birbi-ine uyar veya güvenir de satış yapar ve bu satışta taraflardan biri ldanırsa, satın alman malı geri vermek caiz olur. Bu daha çok Ma­kilere göredir. [165]

 

KaparoA (Pey Akçesi) Alımsatım Akdinde Kaparo

 

İtalyanca bir kelime olan "kaparo", daha çok alım-satımda cay­mayı Önlemek için verilen pey akçesi demektir.

İslâm'da alım-satım akdinde hıyar-i meclis, hıyar-i ayb ve üç günlük muhayyerlik gibi şartlara yer ve cevaz verildiğinden bir mal ve eşya karşılığı olmayan kaparoya lüzum görülmemiştir. Bununla beraber cumhurun hilafına Ahmed b. Hanbel'in buna cevaz verdiği görülmektedir. Oysa kaparo konusu birçok su-i isti'male müsait olduğundan bu ictihad ile amel etmenin pek yerinde olmadığı anlaşılmaktadır.

islâm fıkhında buna "urbûn" ve "urban" terimleriyle yer veril­mekte ve terkip olarak "Be'yû'l-urban" ve "Bey'ul-urburi" denilmekte­dir. [166]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Artır b. Şuayb'den, o da babasından ve dedesinden rivayetle, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Peygamber  (s.a.v.)  Efendimiz

buy'û'l-urban'ı men'etti." [167]

Zeyd b. Eşlem'den yapılan rivayete göre, ,Resulüllah (s.a.v.) E'fendimiz'den alım-satımda urbandan soruldu; Efendimiz onun helal olduğunu söyledi." [168]

Yahya'nın İmam Malik'den, onun da kendi tesbitine göre, sika (güvenilir) den yaptığı rivayete göre, Amr b. Şuayb'den, onun da ba­basından, dedesinden yaptığı rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Egendimiz alım-satımda kaparoyu (pey akçesini) men'etti." [169]

İmam Malik bu konuda şöyle diyor:

"Bizim görüşümüze göre -ki Allah daha iyisini bilir- bey'û'l-öan şöyledir: Adam bir köle satın alır veya bir hayvan kiralar, sonra kendisinden satın aldığı veya kiraladığı adama şöyle der: "Sana • dinar veya dirhem veya daha fazlasını veya daha azını veriyorum, y\e ki, eğer ben malı alırsam ve kiraladığım hayvana binersem, na verdiğim pey akçesi satın aldığım mala veya kiraladığım hay-nın icarına mahsup edilir. Ama malı satın almayı terkeder veya tyvanı kiralamaktan vazgeçersem, sana pey akçesi olarak verdiğim nin olsun.."

îşte bu karşılığı olmadığı için batıldır.. [170]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

906 nolu Amr b. Şuayb hadisi taşıdığı isnad yoluyla munkati' enedinden bir kişi düşen veya meçhul bir kişi zikredilen hadis) dir. itekim İmam Malik bu hadisi naklederken isim verme-den sika tab-ini kullanmış ve böylece mübhem bir durum meydana getirmiştir, ncak unutmamak gerektir ki, İmam Malik "sika" dan rivayet ederk-q güvenmeyeceği kişilerden hadis rivayet etmediğini ve etmiyeceğini elirtmek istemiştir.

Aynı hadisi îbn Mace, Malik'ten, onun da Abdullah b. Amir el-islemî'den rivayet ettiğini belirterek İmam Malik'in sika dediği ravi-dn Abdullah olduğunu belirtmek istemiştir. Oysa gerek Abdullah, ;erekse isnadında yer alan İmam Malik'in kâtibi Habib zayıf kabul ıdilmiş olup onların rivayetiyle ihticac edilmeyeceği söz konusudur.

Bazı tesbitlere göre, İmam Malik'in sika dediği kişi İbn .vehî'â'dır. îbn Adiy bu zatın da zayıf olduğunu söylemiştir. Zehebî ise Abdullah b. Amir el-Eslemî hakkında bir tesbit yapamamış, ama imam Malik'in kâtibi Habib hakkında şu bilgileri vermiştir: "İmam \hmed "O sika değildir" derken îbn Main "O bu alanda kayde değer bir şey değildir" demiş; îbn Davud "O insanların en yalancısıdır" diy-2rek yaptığı tesbiti ortaya koymuştur." [171]

Aynı hadisi Darekutnî ve Hatib Malik1 den, o da Amr b. Hars'den, o da Amr b. Şuayb'den rivayet etmiştir. İsnadında el-Haysem b. Yoman bulunuyor. Bu zat hakkında farklı tesbitler yapılmıştır: el-Ezdî onun zayıf olduğunu söylerken, Ebû Hatim onun saduk olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Beyhakî bu hadisi Malik

tarikiyle değil başka bir tarikle rivayet etmiş bulunuyor. Böylece mezkur hadis çeşitli tariklerle rivayet edilerek kuvvet kazanmış oluy­or. O bakımdan cumhur bu rivayetlerle istidlal ederek ahm-satımda pey akçesi (kaparo) almanın caiz olmadığım belirtmiştir. [172]

907 nolu Zeyd b. Eşlem hadisi mursel (senedinden bir sahabi düşen hadis) tir. Aynı zamanda isnadında İbrahim b. Ebî Yahya bu­lunuyor ki, bu zat zayıftır. O bakımdan cumhur bu rivayetle istidlal etmemiştir.

Sonuç olarak, Hanefî, Şafiî ve Maliki fukahası, başta müctehidler olmak üzere alım-satınıda kaparo (pey akçesi) almayı caiz görmemişler ve bunun karşılığı olmayan bir menfaat olduğunu belirterek İslâm'ın ahm-satım kural ve hükümlerine ters düştüğünü söylemişlerdir. İmam Ahmed ise, buna cevaz vermişse de ilim çevresince pek itibar görmemiştir.

Nitekim ilim adanılan alım-satınıda pey akçesi (kaparo) al­manın sakıncalı olduğunu belirtirken iki fasit şartı kapsadığına dik­kat çekmişlerdir. Biri, almak istediği malı almaktan vazgeçecek olur­sa bıraktığı kaparoyu satıcı meccanen bırakması, diğeri ise, satıcı satıştan vazgeçtiği takdirde aldığı kaparoyu müşteriye reddetmesi..

Seyyid Sabık, Fıkhü's-Sünne'de bu konuya yer vererek kısa bir açıklamada bulunmuş ve cumhurun görüşünü belirterek İmam Ah-med'in cevaz verdiğine değinmiştir. [173]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Alım-satınıda iki şart ileri sürmek caiz değildir. -

2- Ahm-satımda pey akçesi (kaparo) vermek ve almak istediği malı almaktan vezgeçtiği takdirde verdiği kaparoyu mal sahibine meccanen karşılıksız olarak bırakmak cumhura göre caiz değildir.

3-  İmam Ahmed'e göre, pey akçesi vermek ve satın almaktan vezgeçildiği takdirde onu mal sahibine karşılıksız olarak bırakmak caizdir.

Ancak hem bu husustaki hadis zayıf olup istidlale salih değildir, hem de bu tür iki şartlı bir ahm-satım sistemi İslâm'ın beyi' hususun­daki genel kaidezine ters düşmektedir.

4- O bakımdan kaparo konusunda cumhurun görüşüyle amel et­mek İslâm'ın ruhuna daha uygun ve koyduğu genel kurallara daha yakındır. [174]

 

Meclis Muhayyerliğinin Sübutu

 

Alım-satım muamelesi cereyan eder kert. s atıcı ile alıcı bulunduk-arı meclisten ayrılmadan muhayyeriğin sübutu söz konusudur. Yani Satıcı ile alıcı bulundukları mecliste birbirinden ayrılmadan önce pişman olabilirler ve bu durumda satış akdi bozulmuş olur.

Böylece İslâm, alım-satım konusunda bir rahatlık ve kolaylık getirmiş bulunuyor. [175]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hakim b. Hizamdan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Satıcı ile alıcı, birbirlerinden ayrılmadıkça her biri diğerine karşı muhayyerlik hakkına sa­hiptir. Eğer ikisi de doğru söyler ve açık beyanda bulunursa, alış verişleri onlar için mübarek kılınır. Yok eğer yalan söyler ve gerçeği gizlerlerse, alış verişlerinin bereketi silinip gider." [176]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Alım-satımda bulunan satıcı ile alıcı birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerlik hakkına sahip­tirler veya biri diğerine "muhayyersin" demedikçe, (ayrıldıkları takdirde beyi' (yapılan alış-veriş) kesinleşmiş olur." [177]

Diğer bir lafızla şöyl& buyurulmuştur: "İki adam alış-verişu bulunurken birbirlerinden ayrılmadığı süre içinde her bii'v-nin muhayyerlik hakkı vardır veya alım-satımda bulunurîc^ı birbirlerine muhayyerlik hakkı tanıdıkları   takdirde, ayrılınca da o muhayyerlik hakkı bakidir."

Başka bir anlatımla şöyle buyurulmuştur:

"Satıcı ile alıcı, birbirlerinden ayrılmadıkça her biri ar­kadaşına karşı muhayyerlik hakkına sahiptir. Ayrıldıkları sb&» man alış-verişleri kesinleşir. Ancak ahm-satım yaparken nm* hayyerlik şartı öne sürülmüşse, o takdirde muhayyerlik süresi doluncaya kadar yapılan ahş-veriş kesinleşmez."

Müslim'in tesbitinegöre, anlatım tarzı şöyledir:

"İki kimse karşılıklı alış-verişte bulundukları zaman, o mecliste birarada bulunup ayrılmadıkları sürece veya onlar­dan biri diğerine muhayyerlik hakkı vermesi durumunda yapılan beyi' akdini tamamlayıp tamamlamamak hususundu muhayyerdirler. Eğer biri diğerini, akid gerçekleştirip gerçekleştirmeme hususunda muhayyer kılar ve öteki de akdi ihtiyar ederse, böylece akdi gerçekleşmiş olur. Aynı za­manda alış-veriş akdini yapar da taraflardan biri yapılan akdi bozmadan birbirinden ayrılıp meclisi terkederlerse* yapılan akid yine kesinleşmiş olur. (Böylece muhayyerlik hakkı son bulmuş sayılır)."

Amr b. Şuayb (r.a.) den, o da babasından ve dedesinden yaptığı

yete göre, Peygamber (s.a.vj Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Satıcı iîe alıcı birbirlerinden (bulundukları meclisten) rılmadıkça muhayyerlik hakkına sahiptirler. Ancak mu-lyyerlik şartı ileri sürüp kabul etmiş olurlarsa, (o takdirde ıhayyerlik süreyi doluncaya kadar akid kesinleşmemiş püır). Onlardan birinin, arkadaşının akdi fesh eder korku-vla kalkıp oradan ayrılması helal olmaz." [178]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle mistir:

Vadideki malımı, mü'minlerin emiri Osman'a onun Hay-îr'deki malına karşılık sattım. Alış-veriş akdi yapılınca da, iş-verişi feshedip üzerime geri çevirir endişesini duyarak irisin geriye onun evinden dışarı çıktım. (Böylece meclis uhayy er ligine imkan bırakmadım). Zira bu konudaki sünnet yledir; Satıcı ile alıcı birbirlerinden ayrılıp (meclisi) terket-edikçe muhayyerlik hakkına sahiptirler." [179]

Böylece bu hadis akid zamanında malı görmenin şart ol­madığına, sadece satın alman malın sıfatını bilmekle yetinmenin yet-'li olacağına delalet etmektedir. [180]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: İmam Ebû Hanife'ye ya bu hadisler Laşmadığı veya bunlarla istidlal etmediği için, bu mezhebe göre [ım-satım akdinde "hiyarü'l-meclis" yani mecliste bulunulduğu irece muhayyerlik hakkı yoktur. Sadece akidde taraflar isterse iyarü'ş-şart ve bir de hiyarü'1-ayb söz konusudur. Böylece satıcı ile [ıcı arasında akid tamamlanınca, o meclisten ister ayrılsınlar, ister ayrılmasınlar alım-satım kesinleşmiş olur. Ancak mecliste satıcı alıcıya: "Bunu sana şu kadara sattım" dedikten sonra alıcı henüz "onu satın alıp kabul ettim" demeden satıcı bu satıştan vazgeçebilir.

b)  Şafiîlere göre: Hiyarü'l-meclis (satıcı ile alıcı akid yapılan mecliste bulunup ayrılmadıkları sürece her birinin muhayyerlik hakkı vardır ve yapılan satış kesinleşmemiş demektir.

Bu mezhebe göre, hiyarü'l-meclis ivazı gerektiren bey'in hemen her nevinde geçerlidir. Bedenen birbirlerinden ayrılmadıkları sürece isterse birlikte çıkıp birkaç menzil yürümüş olsunlar muhayyerlik hakkı devam eder. Ancak taraflar hiyarü'ş-şart teklif eder de kabul ederlerse, hiyarü'l-meclis hakkı kalkmış olur. [181]

Böylece Şanîler yukarıdaki hadislerle istidlal ve ihticacda bu­lunup "hiyarü'l-meclis" in nass ile sabit olduğunu belirtmiş ve bunun için birtakım kaydın bulunmasını konu edinmişlerdir:

1- Yapılan alım-satım akdinin muavaza akdi olması, bir ivaz karşılığında gerçekleşmesi,

2- İvazın fesadından dolayı akdin fasit olması,

Meselâ kendi mülkiyet ve tasarrufu altında olmayan bir aynı satması durumunda ivazlardan biri olan mebi1 fasit bulunuyor. O takdirde hiyarü'l-meclis geçerlidir.

Bu kayıtların dışında üç kayıt daha söz konusudur. [182]

Böylece Şafiîlere göre, hiyarü'l-meclis şu iki hususdan biriyle sakıt olur: Birincisi, satıcı ile alıcının yapılan akdi lüzumlu görüp sözlü olarak iltizam etmeleriyle; diğeri ise, bulundukları meclisdeıı bedenleriyle birbirinden aynim al arıyla..

c) Hanbelîler de; ilgili hadislerle ihticac edip hiyarü'1-m e elisin geçerli olduğunu belirtmişlerdir. İsterse böyle bir muhayyerlik şart koşmamış olsunlar yine de o hak söz konusudur. O bakımdan satıcı ile alıcıdan her biri mecliste bulundukları sürece yapılan akdi hem il­tizam etme, hem de feshetme hakkına sahiptirler, isterse o mecliste bir ay birarada bulunsunlar yine de bu hakkı kaybetmezler. [183]

d) Malikîlere göre: Bu mezhep imamları, Medine'nin örfünü dikkate alarak hiyarü'l-meclis e yer vermemişler, sadece hiyarü'ş-şart ve hiyarü'l-aybın bulunduğunu belirtmişlerdir. O bakımdan akdi ya­pan kimse akdi yaparken hiyarü'l-meclisi şart koşarsa, akid fasit olur. [184]

Böylece Hanefîlerle Malikîler bu konuda ittifak halindedir-ler. a sahih hadisleri dikkate alarak Şafiî ve Hanbelî imamlarının bu mudaki  istidlal  ve  ihticaclarmm  daha  isabetli  olduğunu iyleyebiliriz. Allah daha iyisini bilir.

Ibn Dakiyk el-Iyd, hiyarü'l-meclis ile ilgili hadisleri naklettikten >nra bu hadislerle amel etmeyen Hanefî ve Malikîlerin on kadar iti-Kina'yer vererek onlara ^arşı verilen cevapları da nakletmiş bulu-ıvor. (921)[185] Hacmimiz müsait olmadığından sözü edilen on kadar iti-z ve verilen cevapları kitabımıza almadık. [186]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

913 nolu Hakim b. Hizam hadisiyle 914 nolu Ibn Ömer hadisi shihtir. O bakıûıdan birçok sahabi ve tabiin bununla amel Uıûglerdir.

Ancak hadislerde geçen iftirak ve teferruk üzerinde durulmuş, unun sözlü mü, yoksa bedenen ayrılmak mı olduğu hususunda fa-ı görüşler ortaya çıkmıştır. Bedenen ayrılmak anlamına alanlar *ırhk kazanmıştır. Zira Sahabeden bir cemaat de aynı görüştedir ki, thü Berze el-Eslemî, İbn Ömer, îbn Abbas, Ebû Hüreyre onlar Irasında bulunuyor. Tabiinden Şüreyh, Şa'bi, Tavus, Atâ\ îbn Ebî lîüleyke de aynı görüştedir. Ayrıca Ibn Münzir'in tesbitine göre, Saîd \. müseyyeb, Zührî, fen Ebî Zi'b de aynı görüşü paylaşmışlardır ki, anlar Medine'li olarak bulunu-yor. Hasan Basrî,-Evzâî, îbn Cüreyc re diğerleri de hadisi bu doğrultuda yorumlamışlardır. Hatta îbn vcij Tabiînden Nehaî dışında hiç kimse bu tesbite muhalefet etme-niştir diyerek yorumun isabetine dikkat çekmiştir.

Bu hadislerim hükmünün kaldırıldığını iddia edenler ise, şu de-illeri ileri sürmüşlerdir: "Alım-satımda bulunduğunuz zaman ışhadda bulunun" buyurulmuştur. Eğer hiyarü'l-meclis sabit olsaydı, ayetin gayr-i mjifid olması gerekirdi. Çünkü şahit tutmak tefrikten bncedir. Sonra "Ticareten ân teradin" buyurulmuştur. Böylece karşılıklı rıza ile akid tamamlanmış olur. O takdirde hiyarü'l-meclis anlamsız kalıyor. "Müslümanlar şartlarina bağlıdırlar" hadisi de bu-bun lüzumsuzluğunu ortaya koymaktadır. Akidden sonraki muhayy­erlik, şartı ifsad eder.

Ancak bu görüş ve yorumlar birer ihtimal olmaktan ileri geçemez ve ihtimal ile hüküm verilemez.

915 nolu Amr b. Şuayb hadisini aynı .zamanda Beyhakî tahric etmiş ve Tirmizî hasenlemiştir.

Bu bapta bir de Ebû Davud ve îbn Mâce'nin sahih isnadla Ebû Berze'den rivayetleri söz komısudur. Şöyle |d: "Bir adam atını bir köle karşılığında diğerine sattı ve sonra da birbirinden ayrümayıp o gün ve geceyi birlikte geçirdiler. Sabah olunca kafile yola çıkmak üzere hazırlanmış oldu ve o adam atının yanma gidip onu eğerlemek istedi ve böylece yapılan akdi bozmak istedi. Atı ondan satın alan adam buna razı olmadı, derken aramızda Resulüllah'm sahabisi Ebû Berze hükmetsin dedi. Böylece Ebu Berze'ye geldiler. O da Re­sulüllah'm (s.a.v.) bu konuda verdiği hükümle aranızda hükmetmeme razı mısınız? diye sordu ve şöyle dedi: Resulüllah (s.a.v.) buyurdu ki: "Satıcı ile alıcı birbirinden (bulundukları yerden) ayrılmadıkça muhayyerdirler.." Görüyorum ki, siz ikiniz akidden son­ra birbirinizden ayrılmamışsınız. [187]

 

Çıkarılan Hükümler                                     

 

1- Alıcı ile satıcı akidde bulunduktan sonra bulundukları meclis­ten ayrılmadıkları sürece hiyarü'l-meclis hakkına sahiptir-ler. Onlar­dan biri veya her ikisi yapılan akdi bozabilir.                                     . ,

2- Akid yapıldığında veya yapıldıktan hemen sonra üç günlük veya daha fazla bir süre 'için muhayyerlik şartı kabul edilirse, hiyarü'l-meclis hükümsüz kalır,

3- Satıcı ile alıcı akdi yaptıktan sonra artık onun kesinlik ka­zandığını belirterek iltizam ettiklerini söylerlerse, yine hiyarü'l-meclis hükümsüz olur. Bu görüş ve ictüıad, imam Şafiî ile imam Ahmed'e aittir.

4- Hiyarü'l-meclis söz konusu olamaz. Akid yapıldıktan sonra"' artık taraflardan birinin pişman olması bir şey ifade etmez. Sadece hiyarü'ş-şart ve hiyarü'1-ayb geçerlidir..

Bu, îmam Ebû Hanife ile imam Malik'in görüş ve içtihadıdır.[188]

 

Riba (Faiz)

 

Riba, kök mana olarak büyümek, artmak, neşv-ü nema bulma imektir. Kur'an-ı Kerîm'de ise, bu kök manayla birlikte onun fazla-şmak, artmak, çoğalmak gibi manalara da delalet ettiğini irüyoruz.

Şüphesiz islâm'da faizin her çeşidi yasaklanıp haranı hnmıştır. Ancak başta Medine ve çevresi olmak üzere birçok yer-rde, daha çok Yahudilerin eyleştiği belde ve ülkelerde yaygın olan ı sömürü sistemi tuzağını kökünden kazıyıp atmak ve insanlığı bu bladan kurtarmak için içki ve benzeri umumu kemiren ibtilâlan ya-ak kılmada uygulanan kademeli ve tedrici tahrim metodu faiz akkmda da uygulanmıştır. Bu konuda Mekke'de inen Rûm Suresi y. ayet, Medine'de inen Al-i îmran Sûresi 130. ve nihayet Bakara üresi 275-278 ve aynı sûrenin 279 ayetleri bu tahrîmin kademeleri-. açık bir biçimde yansıtmaktadır.

Böylece inen en son ayetle bütün insanlığa bu konudaki ilâhî esaj verilmekte ve her türlü şüphe ve ihtimale yer verilmeyecek ekılde konu açıklığa kavuşturulmaktadır.

Bakara Sûresi 278, 279. ayetleri aynı zamanda ilim adam-ırmm çoğuna göre, Kur'an'm inen en son ayetleridir de.. O akımdan başka bir ayet veya hadisle hükmünün kaldırıldığı söz ko-usu olamaz.

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun, faizden arta kalanı ırakın, eğer gerçekten inanmışsanız (Rabbınızın emrine yun)."

"Yok eğer böyle yapmazsınız, artık Allah'a ve Peygam-er'ine karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe edip (faizden, aizcilikten vaz geçersiniz) sermayeniz sizindir. Artık ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğramış olursunuz." (Bakara:78, 279)

Bu iki ayet, faiz sisteminin sadece cahiliye devrinde Arapların [e Yahudilerin uyguladıkları sistemden ibaret olmadığını, bu kav-lamın çok yönlü ve kapsamlı bulunduğunu açıklamakta ve asıl ser-hayenin üstüne bir kuruş dahi ilave edilemeyeceğini vurgulamak-adır. İster aynı cins iki şeyi mübadelede, ister vadeli ödünç verme ve nal satmada hiç bir suretle faizin mubah olduğuna açılan bir pencere jeya esnek bir anlatım tarzı yoktur. Onun için Kuran ne kat kat 'aize, ne de vade farkı tarzındaki faize ve ne de bunun azma ve çoğuna cevaz vermemekte ve her türlü faizi tahrim kapsamına al­maktadır.

İbn Abbas'm cahiliye devriyle ilgili riba uygulamasını temel alıp bunun dışında kalan nakd ribasmı caiz gördüğü rivayet edilirse de yapılan ciddi araştırma ve tesbitlere göre, İbn Abbas'm (r.a.) bu hu­susta ikaz edildiği ve o da gerçeği ve obanın sadece cahiliye devrinde cari olan sistemle sınırlı olmadığını anlayarak bu görüşünden rücu' ettiği, aynı zamanda rücu' ettiğine dair şahit tuttuğu kesinlik ka­zanmıştır. [189]

Son çeyrek asır içinde daha çok dıştan finanse edilip İslâm'ın hayat damarlarını kesmeye yönelen çeşitli gruplar ortaya çıkmış ve son olarak bu zincirin halkasına bir de bilimsel açıdan tahripte bu­lunmaya yönelinilmiştir. Bu grup İbn Abbas'm nakd ribasma cevaz verdiğini sağlam bir delil olarak alırken onun bu görüşünden kesinli­kle rücu' ettiğini nakletmez ve böylece tarihi gerçekleri de tahrif edip işlerine gelen cümleyi delil almakta, gelmeyeni gözardı edip ilim adına çok çirkin bir ölçüsüzlük örneği vermektedirler.

Bir de hadisleri delil ve dayanak seçmeyip sadece Kur'an-ı Ke-rim'i tek kaynak kabul edip günümüze kadar ashap, tabiin, müctehid, müfessir ve diğer ilim adamlarını bilgisizlikle suçlayanlar ve Allah kelâmını kendi basit ve kısır mantıklarına, aynı zamanda hizmet etmek istedikleri zihniyet ve sistemin arzusuna göre yorum­layarak ilâhî muradın dışına çıkmakta ve Müslümanları yanıltmaya çalışmaktadırlar. Bunlar İslâm'ın her yanıyla yasaklayıp kuruşuna bile cevaz vermediği faizi yer yer mubah saymaktadırlar.

Oysa Yüce İslâm Dini, kalıcı kurallarını koymuş ve insanı ve onun emeğini haksız sebeplerle sömüren, parayı tek amaç olarak be­lirleyip toplumun önüne koyarak bütün kutsal değerlerin çiğnenmesini, hiçe sayılmasını mubah sayan her türlü akım, sistem ve görüşü reddetmiştir. İslâm'ın kalıcı ve hayat verip denge ve düzen, huzur ve güven sağlayıcı kurallarım gayr-i İslâmî sistemlere uydur­maya çalışmak, İslâm'ın bir hükmünü diğer bir sistemin getirdiği sıkıntıya feda etmek cinayetlerin en kötüsü, ilim adına yapılan ht r-zelerin en iğrencidir.

Zira hiç kimsenin, İslâm'ın hüküm ve kurallarını hedefinden ve amacından saptırma hakkı olmadığı gibi, onda istediği gibi tasarruf ve yorumda bulunamaz da.. Aksi halde İslâm ilâhî olma vasfını ve özelliğini kaybeder ve indî, maksatlı mü d aneleleri e değişik bir sis.e dönüşme felâketine uğrar. Gerçi Cenab-ı Hakk bu dini ve onun kutsal kitabını korumayı kendi üzerine almıştır. Ama bize düyen onu .ün safiyet ve tazeliğiyle korumak, her türlü yanlış yorumdan, ksatlı te'vilden uzak tutmaktır. [190]

 

Konuyla İlgili Hadisler             

 

îbn Mes'ud (r.a.) den yapıları rivayete göre, adı geçen şöyle haber •mistir:

'Şüphesiz ki Peygamber (s.a.v.) Efendimiz riba yiyeni, ye­reni, şahitliğini yapanları, kâtipliğinde bulunanlar', lanetleiştir." [191]

Nesâî'nin rivayet ettiğinde ise aynı hadis şu lafızla belirlen­iştir:

"Riba yiyen, onu yediren, şahitliğini ve kâtipliğini yapan dşiler bunu haram olduğunu) bildikleri zaman, kıyamet ününde Muhammed'in diliyle mel'ûndürler."

Abdullah b. Hanzele (r.a.) den yapılan rivayete göre ~ki bu zat iakkında gasılü'l-melâike, meleklerin gaslettiği adam denilmiştir adı geçene Resulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

"Adamın bilerek ribadan yediği bir dirhem otuz altı defa zina etmekten daha beter ve daha kötüdür." [192]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstihlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Ribanın gerçekleşmesi için iki bedelinde masum olması gerekir. O bakımdan bedellerden biri gayr-i ma'sûm olursa riba işlemi gerçekleşmez. Bu, imam Ebû Hanife ile imam Mu-

^hammed'e göredir, imam Ebû Yusuf a göre iki bedelin ma'sum olması şart değildir ve o bakımdan iki bedel ister ma'sum, ister gayr-i ma'sum olsun riba (faiz) tahakkuk eder.

Bu ictihadlara göre bir misal verecek olursak, darü'1-harb konu­su karşımıza çıkar. Şöyle ki: Bir müslüman darü'l-harbe tacir olarak girer de harbî olan kimseye bir dirhemi iki dirhem karşhğmda satar veya buna benzer fasit bir muamelede bulunursa, imam Ebû Ha-nife'ye göre caiz olur. imam Muhammed de aynı görüştedir, imam Ebu Yusuf a göre caiz olmaz. Çünkü Ebû Yusuf a göre, ribanm hürmeti Müslümanlar hakkında sabit olduğu gibi, kafirler hakkında da sabittir.. Çünkü bu konudaki görüşlerden sahih olanına göre, ka­firler de haram kılman şeylerle, yani tahrim hükümleriyle muhatab bulunuyorlar. [193]

Bunun gibi, darü'l-harpte islâm'a girip orada eyleşen ve Islamî ahkâmı bilmeyen kimsenin de riba ile iş görmesi tahrim kapsamına girmez.                             

b) Diğer üç mezhebe göre: Üç mezhep imamına göre, darü'l-îslâm'da haram olan riba darü'l-harpte de Haramdır.[194]

Böylece ribanm darü'l-harpte de haram olduğu görüşü ağırlık kazanmakta ve bu ictihad sözü edilen konudaki ilahî hükmün hikme­tine daha uygun düşmektedir. [195]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

923 nolu Ibn Mes'ud hadisini aynı zamanda Ibn Hibban ile Ham tahric edip sahihi emiştir. Müslim ise bunu Cabir'den şu lafızla hric etmiştir: "Şüphesiz ki Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz riba yeni, yedireni ve şahitlerini lanetledi ve hepsinin bu lanet-mede eşit olduğunu belirtti."

Bu bapta Nesâî'nin Hz. Ali'den (r.a.) ve Ebû Cuhayfe'den rivay-; ettiği hadis bulunuyor. Taberânî ise el-Evsat ve el-Kebir'de Abdul-ıh b. Hanzele'den bir hadisi bu mealde rivayet etmiştir.

924 nolu Abdullah b. Hanzele hadisi hakkında Mecmeu'z-svaid'de, ricalinin hepsi ı*ical-i sahihtir denilerek Ahmed b. Han-el'in bu rivayetinin sahih olduğuna dikkat çekmiştir. Nitekim İbn erîr'in Berâ'dan yaptığı şu hadis buna şehadet etmektedir: "Riba Hmışiki baptır; bunun en aşağı derecesi kişinin anasıyla zina tmesi gibidir." Ayrıca Beyhakî'nin Ebû Hüreyre (r.a.) den yaptığı u rivayet de Ahmed b. Hanbel'in naklettiği hadisi kuvve ti endir mek-sdir: "Riba yetmiş bapdır; bunun en aşağı (günahı) kişinin nasıyla cinsel temasta bulunması gibidir."

Bu mealde ayrıca İbn Cerîr'in ve İbn Ebî Dünya'nın nalettikleri ir hadis daha bulunuyor.

Sonra da Hakim'in Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet ettiği şu ha-ıis de konunun önemini ve ribanm ne kadar büyük ve taşınması zor dr günah olduğunu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır: "Riba yet-nişüç baptır; bunun en kolay (sanılan günah) yanı kişinin masını nikah etmesi gibidir. Ve ribanm en katmerlisi, nüslüman adamın ırz ve namusuna (dil uzatmak)tır." [196]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Riba (faiz) İslâm'a göre haramdır ve kesin yasaktır.

2- Faiz de, onunla iş görenler de lanetlenmiştir.

3- Buradaki lanet, faizle iştigal edenlerin ilâhî rahmetten uzak-aştıklarını,   taşınması   güç   günahlardan   birini   işlediklerini göstermektedir.

4- Faiz, kitap, sünnet ve icma1 ile yasaklanmıştır.

5- Faizin çoğuna da, azma da cevaz verilmemiştir.

6-  Faiz hakkındaki ilâhî beyan kesinlik arz etmektedir. Tahri-mine açıkça delalet eden ayetleri nesneden ikinci bir ayet ve hüküm mevcut değüdh\

7-  Faiz veren ve alanın, şahitliğini ve katipliğini yapanın günahta eşit oldukları söz konusudur. [197]

 

İçinde Riba (Faiz)in Cari Olduğu Şeyler

 

Faizin söz konusu olduğu işlemler ve maddeler ayrı bir başlık halinde işlenmiş bulunuyor. Kur'an-ı Kerim'de belli bir madde üzerinde durulmayarak faiz işleminin mutlak anlamda haram kılındığı belirtilirken hadislerle özellikle bazı maddelerin mübadelesi söz konusu edilmekte ve iki çeşit riba üzerinde durulmaktadır: Riba'l-fazl ve Riba'n-nesîe..

Hadislerde daha çok riba'1-fazl konu edilirken altı maddeye dik­kat çekilmiştir: Altın, gümüş, buğday, .arpa, hurma ve tuz.. Bu bir tahdit midir, yoksa diğer maddeler için bir misal mıdır? Şüphesiz ilim adamlarının bu husustaki görüş ve ictihadları fark-lıdır.

Sonra ikinci tür riba olan "Riba'n-nesîe" birinci vade farkından sonraki vade farklarından dolayı alman fazlalık mıdır, yoksa ilk satışta da belirlenen vade farkından dolayı alman fazlalık da bunun

kapsamına, girmekte midir? Bu hususta da az fark-lı yorumlan görüşler ve ıctıhadlar söz konusudur. [198]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Altını altınla satmayın; ancak mis­line satın. Bazısını bazısı üzerine artık tutmayın. Gümüşü gümüşle satmayın; ancak misli misline satın. Bir kısmını diğeri üzerine artık kılmayın. Ve bunlardan gaib (hazır ol­mayan) ı hazır olanla satmayın." [199]

Diğer bir lafızla hadis şöyle rivayet edilmiştir:

"Altını altın karşılığında, gümüşü gümüş karşılığında, üğdayı buğday karşılığında, arpayı arpa karşılığmda,tuzu uz karşılığında satmayın; ancak misli misline, elden ele peşin olarak) satın. Artık bu durumda fazla veren ve alan erçekten riba işlemi yapmış olur. Bu hususta fazla nisbeti lan da, veren de (günahta) eşittirler."

Diğer bir lafızla şöyle rivayet edilmiştir:

"Altını altın karşılğında, gümüşü de gümüş karşılığında »atmayın; ancak misli misline ve eşit olarak satın." [200]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılar rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Altını altınla (eşit) tartıda misli misline; gümüşü gümüşle (eşit) tartıda misli misline satın." [201]

Yine Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Hurma hurmayla, buğday buğdayla, arpa arpayla, tuz tuzla misli misline, elden ele (peşin olarak) satılabilir. Artık kim fazla alır ve verirse, gerçekten o riba muamelesi yapmış olur. Ancak bunların cin­sleri muhtelif (değişik) olduğu takdirde (fazla alıp vermekte bir sakınca yoktur)." [202]

Fazale b. tJbeyd (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Altını altın karşılğında an­cak (eşit) tartı tartıya satınız." [203]

Ebû Bekr (r.a.) den yapılar rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz gümüşü gümüşle, altını altınla ancak eşit şekilde (satmayı, mübadele etmeyi) yasakla­madı, (fazla alıp vermeyi ise yasakladı). Ve bize gümüşü altın karşılığında istediğimiz gibi satmamızı emretti; bunun gibi altını gümüş karşılğında istediğimiz gibi satmamızı da emret­ti." [204]

Böylece bu rivayet altının gümüş, gümüşün de altınla götürü ol­arak satışının caiz olduğuna delalet etmektedir.

Ömer b. Hattab (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah :.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: Altını gümüşle (satış yoluyla |iştirmek) ribadır, ancak elden ele verilip misli alınırsa a değildir. Buğdayı buğday karşılığında (satmak) ri-badır; cak misli misline elden ele (peşin) olursa riba değildir. Hur­iyi hurmayla satmak ribadır; ancak misli misline (eşit ola-t) elden ele alınıp verilirse riba değildir." [205]

Ubade b. Sabit (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber %.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Altını altınla, gümüşü gümüşle, Lğdayı buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla, tuzu zla misli misline, eşit şekilde elden ele (olursa satışı caiz-r). Bu sınıflar değişik şekilde mübadele edilirse, elden ele :şin olduğu takdirde istideğiniz gibi satınız." [206]

Ma'mer b. Abdillah (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen yle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu duy­dum: Yiyecek yiyecekle misli misline (eşit şekilde olduğu tak­dirde satılabilir)." O gün için bizim yiyeceğimiz arpa idi." [207]

el-Hasan'dan, onun da Ubade'den, onun da Enes b. Malik'den yaptığı rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyur­muştur:

"Bir nevi olduğu takdirde tartıya giren şeyler misli mis­line; ölçeğe giren söyler de bunun gibi misli misline (satılabilir). Neviler değiştiği takdirde artık biri fazla ola-bilir ki) bunda bir sakınca yoktur." [208]

Ebû Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, ki Ebû Hüreyre'den de aynı rivayet söz konusudur. Adı geçen bu iki sahabi diyorlar ki: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir adamı Hayber üzerine (oradaki ürünlerin zekat ve vergisini toplamak üzere) görevlendirdi. O adam ezik olmayan iyice kurumuş sağlam taneli hurmayı alıp geldi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: "Hayber'in hurmalarının hepsi böyle midir?" diye sordu. Adam şu cevabı verdi: "Doğrusu biz hurmadan bir sa' alıyor karşılıgında üç şa' veriyoruz." Bu haber üzerine Efendimiz yle buyurdu: "Öyle (işlem) yapma. Topladığın hurmaların ipsini dirhem karşılığında sat ve sonrao dirhemlerle iyi kal-ssi yüksek hurmadan satın al.." [209]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

Mezhep imamlarına göre: Şiddetle yasaklanıp haram kılman sid alım-satım işlemlerinden biri de faizdir. Aynı cinsten olan iki yden birinin bir ivaz karşılığı olmaksızın fazlalığı riba (faiz) dir. Üç Bzhebe göreise, faiz iki kısımdır: Nesîe ve fazl..

Birincisi, sözü edilen fazlalık, bedelin Ödenmesinin geciktirilme karşılığmda olanıdır. Mesela kış mevsiminde belli bir ölçek buğdayı yaz mevsiminde ödenmek üzere birbuçuk ölçek buğday ırşılğma satmak bu cümledendir. Burada fazla olarak verilecek mm ölçek buğday sadece vade farkından kaynaklanmaktadır.

İkincisi» vade farkından, yani bedelin geciktirilmesinden değil î aynı cins iki şeyin birini diğeri karşılığında satarken misli misline üt olarak değil bir fazlalıkla satışını yapmaktır. Mesela işlenmiş on •am atını onbeş gram işlenmemiş altın karşılığında alıp satmak bu imledendir.

İmam Şafiî'ye göre, riba üç kısımdır: Nesîe, fazl ve yed.

Birincisi, karz ribasıdır. Şöyle ki, biri diğerine, "Kızıyla evlen-Leşi veya başka bir menfaat sağlaması şartıyla belli bir miktar lünç vermesiyle gerçekleştirilen ödünç vermedir.

İkincisi, vade farkından, yani bedelin ödeme süresinin gecikti-ilmesinden dolayı alman fazlalıktır.

Üçüncüsü, aynı cins' iki şeyi, mesela buğdayı buğday arşıhğında elden ele misli misli peşin olmaksızın veresi satmaktır.

Bakara Sûresi'nin 278, 279. ayetleri her ne kadar cahiliye dev-indeki cari olan ribayı, yani vadesi dolan borcu Ödeyemeyen taraf ürenin biraz daha uzatılmasını ister, alacaklı da uzatacağı süreye :arşılık bir fazlalık koyar ve bu böyle sürüp giderken borç birkaç mis­ini aşmış olurdu şeklindeki bir uygulamayı yasaklamaktaysa da sa-lece o tür bir ribayı yasaklamakla sınırlı kalmamakta, vade arkından dolayı istenilen yüzdeliklerin hepsinin haram olduğuna de-alet etmektedir. [210]

Böylece dört mezhebe göre hem riba'n-nesîe, hem de riba'1-fazl kesinlikle ve bütün çeşitleriyle haramdır. Buna muhalefet eden ol­mamıştır. Ancak ayrıntılarında az farklı yorum ve ictihadlar olmuştur.

Riba'l-fazla gelince, günlük ahm-satımda hiç kimse aynı cin­sten iki şeyin aynı ölçü ve tartıda misli misline ve elden ele peşin ol­mak üzere satmayı, değiştirmeyi düşünmez ve buna lüzum da görmez. İslâm Dini belirtilen şartlarla aynı cins iki şeyin satışma ee-vaz verirken az veya çok sanat değeri, işleme payı olan bir malı voya daha göz dolduran bir cins buğdayı cinsi karşılığında satarken alıcının bu yüzden fazla aldatılabileceğini önlemek ve bu yoldan külfetsiz kazanç sağlamayı engellemek için bir fazlalıkla birlikte cin­si karşılığında satışını veya vadeli olarak satış muamelesinde buhuH masını yasaklamıştır.                                               

Faiz İşleminin Haram Kılındığı Maddeler:            

Faiz işlemi her maddede cari olabilir mi, yoksa birkaç meddeyle sınırlı mıdır? Belirtilen şartlar ve ölçüler doğrultusunda her maddede cari olduğunu söyleyenler olmakla beraber, hadislerde belirtileri maddelerle sınırlı bulunduğunu iddia edenler da olmuştur. Ancak dört mezhep imamlarına göre, faiz sistemi altir maddeyle sınırlı değildir. Onlara kıyasla diğer-maddelerde de caridir. Fazlalığın tah-rim illeti olduğuna bakılınca,' kıyasla o illet (menat) dikkate alınır ve böylece makis ile makisün aleyh arasında müşterek olan bu mert at düzeyinde diğer maddelere de teşmil edilmesi caiz olur. Nitekim müctehid imamlar da bu açıdan konuya eğilerek kıyas ve ictihadda bulunmuşlardır. Zahirîlere göre ise, faiz işlemi sadece hadiste açıklanan altı maddeyle sınırlıdır.

Ne var ki, fazlalığın tahrim illeti olarak belirlenmesi konusu imamlar arasında az farklı durumlar ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki:

a)  Hanbelîlere göre: Bu illet ölçek ve tartıdır. Ölçek veya tartıyla satılan her madde bunun kapsamına girer. Artık azlık-çokluk söz konusu olmaz. Aynı cins iki şey az da olsa böyledir.

Ölçek ve tartı kapsamına girmeyen, yani bunların dışında kalıp sayıya giren maddelerin kendi cinsiyle bir fazlalık sağlamak üzere satışı caizdir. Ancak bunda kerahet söz konusu olabilir.

b) Hanefîlere göre: Sözü edilen illet Ölçek ve tartıdır. Şu fark­la ki, bu mezhep imamlarına göre, aynı cins yiyecek maddesi yarım sa'dan aşağı olmamalıdır. Aksi halde faiz işlemi cari olmaz.

c)  Şafiîlere göre: Hadiste belirtilen maddeler iki kısımda to­planmıştır: Nakit ve yiyecek maddesi. O halde nakit ve yiyecek kap­samına giren her maddede faiz işlemi söz konusudur.

d) Maîikîlere göre: Fazlalığın tahrim illeti altın've gümüş ola-k nakit tir; yiyecek maddelerinde ise nesîe ve fazl ribalarma göre ğişiklik arzeder. Şöyle ki: Riba'n-nesîede tahrim illeti, mücerred ^ecek maddesidir. Tedavi için kullanılanı istisna teşkil eder. O [kundan insan için yiyecek maddesi olabilen her şeyde riban'n-nesîe Lramdır,

Riba'l-fazlın tahrim illeti ise, ikiye ayrılır: Birincisi, yiyecek addesinin kut (beldenin ana yiyecek maddesi) niteliğinde olmasıdır, incisi, o maddenin iddihara (kiler ve depoda saklanmaya elverişli üunmasıdır. [211]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

927 ve 928 nolu hadisler sahihtir. "Altını altınla.." anlatımı, lanmiş, işlenmemişini, süs eşyası olanını ve olmayanını, madrup ve ayr-i madrup olanım, karışık ve sahih olanım kapsamaktadır. Ne-îvî'nin bu husustaki tesbitine göre, altının bu anlam ve kapsamda mimi anmasında icma' vaki olmuştur.

Böylece altını altınla mübadelede, tartı bakımından ikisinin eşit iması ve peşin işlem görmesi söz konusudur. Diğer beş madde akkmdaki hüküm de böyledir. İbn Ömer ile İbn Abbas'a göre, riba'l-üzlda hir sakınca olmadığı rivayet edilmişse de daha önce de belirt-ığimiz gibi yapılan ciddi araştırma ve tesbite göre, her ikisi de bu örüş ve yorumlarından rücu' etmiştir. [212]

Buharî ve Müslim'de Üsame b. Zeyd (r.a.) dan yapılan riva-yete öre, Resulûüah (s.a.v.) Efendimiz: "Riba ancak nesîede vardır.." büy­ümüştür. Nitekim İbn Zübeyr, Zeyd b. Erkanı, Said b. Müseyyeb ve Jrve b. Sübeyr bu hadisle istidlal ederek riba'l-fazlı caiz olduğuna :ail olmuşlardır. Müslim ise bu rivayeti şu fazlalıkla nakletmiştir: Elden ele (peşin) olduğu takdirde riba yoktur.."

İlim'adamları Üsame b. Zeyd'in hadisinin sahih olduğunda itti-ak etmişlerdir. Bu durumda Ebû Said hadisiyle Üsame hadisinin ırasını telif etmek söz konusu olmuştur. Bazısına göre Üsame hadisi

mensûhtur, yani Ebû Said hadisiyle onun hükmü kaldırılmış ve riba'l-fazlın da haram olduğu belirtilmiştir. Ancak bu bir ihtimaldir ki bizi kesin sonuca götürmez. Sira nesh olayının vuku' bulduğu ihti­malle belirlenmez. Bazısına göre, "Riba ancak nesîede vardır" sözünden maksat, en büyük ve en galiz riba kasdedilmiştir. Böylece bu, riba'l-fazlm caiz olduğuna delalet etmez.

Müslim'in îbn Abbas'tan yaptığı rivayetin ise, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den nakledildiğini gösteren açık bir delil yoktur. Nitekim yapılan tesbitlere göre îbn Abbas bu sözünden rücu' etmiş ve işlediği hatayı anlayarak istiğfarda bulunmuştur.

Böylece hem riba'n-nesîenin, hem de riba'l-fazlm haram olduğu kesinlik arzediyor..

929, 930, 931 nolu hadislerin de istidlale salih olduğu söz konu­sudur. Hepsi de Ebû Said hadisini kuvvetlendirmekte ve her türlü şüphe ve ihtimali reddetmektedir.

934 nolu Ubade hadisinin isnadında Rebî' b. Sabih J?ulunu-yor. Ebû Zer'a onun sika (güvenilir) olduğunu söylerken bir cemaat onun zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Zehebî ise bu zat hakkındaki tesbit ve görüşleri bir araya getirerek geniş bilgi vermiş ve sonuç olarak ilim adamlarının Rebî1 hakkındaki görüş ve tesbitlerinin çok farklı olduğuna işarette bulunmuştur,. [213] Böylece Ubade hadisiyle istid­lalin elverişli olduğu ortaya çıkmış bulunuyor.

937 nolu Ebû Said ve Ebû Hüreyre hadisi sahihtir. Aynı zaman­da Müslim tahric etmiştir. Böylece aynı cinsten olan iki yiyecek mad­desini biri fazla olduğu halde değiştirmenin caiz olmadığı ve böyle bir ahm-satım ve mübadelenin riba sayıldığı anlaşılıyor. [214]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Nakit olarak belirlenen altın ve gümüşü misli misline aynı tartıda eşit ve peşin olarak satmak, değiştirmekte bir sakınca yoktur.

2-  Gıda maddelerini de misli misline, aynı ölçek veya tartıda peşin olarak satmak ve değiştirmekte bir sakınca yoktur. Mesela bir ölçek buğdayı  bir  ölçek buğdaya peşin  olarak  satmakta ve değiştirmekte bir sakınca söz konusu değildir.

3- Altım altınla, gümüşü gümüşle satıp değiştirirken bunların mis, olmasına ve olmamasına bakılmaz; madrup olanına ve ol-jmına da bakılmaz; aynı tartı nisbeti dikkate alınarak peşin tie değiştirilir.

4- Altını altın, gümüşü de gümüş karşılığında satarken bunu H veya birinin diğerinden fazlalığı söz konusu olduğu takdirde (faiz) kapsamına girer ve haram kabul edilir.

5- Yiyecek maddelerinden aynı cins iki şeyi de vadeli veya biri-üğerinden fazlalığı söz konusu olduğu takdirde faiz kapsamına : ve bu tür satış haram olur.

6- Hadiste riba kapsamına sokulan altı madde tahdit için ldir; fazlalığın tahrim illetinin altın ve gümüşte nakiddir, yi-k maddelerinde insanın yiyeceği gıdalardır. O bakımdan bu il-i birleşen her madde tahrim kapsamına alınmak üzere kıyas kbilir.

7- Altım gümüş karşılığında, gümüşü de altın karşılğmda peşin ak satmak ve almakta bir sakınca yoktur. Biri diğerinden fazla ilir, yani tartı cihetiyle eşit olmaları söz konusu değildir.

8- Gıda maddelerinden de cinsleri değişik olduğu takdirde birini iriyle peşin olarak alıp satmak, değiştirmek caizdir; biri ölçek ola-diğerinden fazla olabilir.

9- Altım gümüş veya gümüşü altm, buğdayı arpa.., karşılığında satarken bunu vadeli yapmak caiz değildir, riba kapsamına gir-

10- Cinsleri değişik olan bütün gıda maddeleri de böyleöv".

11- Yarım sa'dan az olan gıda maddelerini ve bir de sayı kap­ıma girenleri vadeli satmak veya değiştirmekte bir sakınca yok-

Bu, Hanefîlere göredir.

12- Kut (beldenin ana gıda maddesi) niteliğinde olmayan, iddi-1 edilmeye elverişli bulunmayan yiyecek maddelerinden aynı cins şeyi değiştirmek veya satmakta riba söz konusu değildir. Bu, İmam Malik'e göredir. [215]

 

Bey’u’l-ıyne (Birine Veresiye Sattığı Malı Daha Düşük Fiatat Peşin Olarak Ondan Satın Almak)

 

Dolaylı şekilde faizle muameleyi yürütebilmek ve kendi zannmca faiz günahından uzak kalmak isteyen tacirin, faizle kredi almaya gelen veya bir miktar paraya ihtiyacı olan adama veresiye mal sattıktan sonra o malı ondan daha düşük fiatla peşin almasına İslâm fıkhında "bey'-i ıyne" denir.

Muamele ve alım-satım işleminde zahiren faiz görünmüyorsa da işlem ve kelime oyunuyla dolaylı şekilde faizle iş görülmüş oluyor. O bakımdan Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu tür ahm-satımı yasak­layıp haram kılmıştır.

Bey'-i ıyne terkibini az farklı şekilde yorumlayanlar ve açıklayanlar olmuşsa da temelde aynı noktada birleşme söz konusu­dur. Şöyle ki:

er-Raflî'ye göre: Veresiye olarak bir malı birine satıp onun bede­lini henüz almadan peşin fakat düşük bir fiatla o malı satın almaktır. Kamus sahibi de buna yakın bir tarifte bulunarak şöyle demiştir: "Tacirin kendi malını vadeli olarak bir bedel karşılğmda satması ve sonra sattığı o malı satış natmdan düşük olarak almasıdır."

Şüphesiz bu tür bir alım-satım muamelesi faizcilerin, amaçtan ' sapıp elfaza bağlı kalarak dolaylı yoldan faize yönelenlerin ve kısacası muhtaçları sömürenlerin ortaya attığı bir hileli alış-veriştir. [216]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn îshak es-Sübey'î'nin kendi zevcesinden yaptığı rivayete göre, udi geçen kadın, Hz. Aişe'nin (r.a.) yanına girdiğinde beraberinde Zeyd b. Erkam'ın ümmülveledi (ondan çocuk doğuran cariyesi) değir­miş oldu. Bu cariye Hz. Aişe'den şunu sordu: "Ey Mü'm inlerin Anası! Bir köle oğlanı Zeyd b. Erkam'a veresi (vadeli) olarak Sekizyüz dirheme sattım ve sonra o köle oğlanı ondan peşin olarak altıyüz dirheme satın aldım.." Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a.) ona şöyle dedi: "Satın aldığın ve sattığın şey ne kötü! Şüphesiz Zeyd'in Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber yaptığı cihad batıl oldu (sevabı giderildi); meğerki tevbe

etmiş ola»" [217]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "insanlar dinar ve dirhemle cimri­lik yaptıkları, ıyne ile alım-sat unda bulundukları, sığırların kuyruğuna yapışıp uydukları ve Allah yolunda cihadı terk et­tikleri zaman Allah onlara öyle bir belâ indirir ki, onlar dinle­rine dönmedikçe Allah o belâyı onlardan kaldırmaz." [218]

Ebu Davud'un rivayetinde ise hadis şu lafızla belirtilmiştir: "Iyne ile alım-satımda bulunduğunuz, sığırların kuyruğuna yapışıp tuttuğunuz, ziraatle hoşnut olup yetindiğiniz ve (bu suretle) Allah yolunda cihadı terkettiğiniz zaman, Allah üzerinize öyle bir zül (horluk, hakirlik, aşağılık) musallat eder ki, siz dininize dönmedikçe Allah o züllü koparıp atmaz." [219]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları   

 

Mezhep imamlarından Ebû Hanife, İmam Malik ve İmam Ah-med'e göre bey'u'1-ıyne caiz değildir. İmam Şafiî'ye göre ise, caizdir. Şafiî ve arkadaşları bu konuyu beyi'le ilgili elfaz ve kurallar doğrultusunda değerlendirip bu sonucu çıkarmışlar ve böylece ilgili hadisleri dikkate almamışlardır.

İbnü'l-Kayyım da bu tür alım-satımın caiz olmadığını belirtmiş ve Evzaî'den naklen rivayet edilen şu hadisle istidlal etmiştir: "İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onlar alış-veriş (ismi altında) ribayı helal sayacaklardır."[220]

Îbnü'l-Kayyım devamla diyor ki: "Bu hadis mursel de olsa de­stek sağlamaya elverişlidir ve ilim adamlarının bunda ittifakı vardır." [221]

 

Tahliller

 

942 nolu Îbn Îshak hadisinin isnadında el-Galiye bint Eyfa' bu­lunuyor ki, imam Şafiî bu zatın rivayeti sahih değildir demiştir. Îbn Kesir ise Irşad'da bu zatın sözünü takrir etmiş bulunuyor. Zehebî ise Mizan'da bu raviye yer vermemiştir. Böylece onun sahih bir ravi ol­madığı iddiasında Şafiî yalnız kalmış bulunuyor.

Hz. Aişe'nin Zeyd b. Erkanı hakkındaki sözü, mutlaka şari'den bir beyana dayanmakta ve böylece bey'u'l-ıynenin haram olduğu anlaşılmaktadır.

943  nolu Îbn Ömer hadisini aynı zamanda Taberanî rivayet etmiş, îbn Kattan ise onu sahihlemiştir. Hafız îbn Hacer ise Büluğu'l-meram'da bunun ricalinin sikat olduğuna değinmiş, ancak Ebû Da­vud'un aynı hadisi Nafî'den, onun da îbn Ömer'den rivayetinde dik­kat çekerek bunun isnadında söylenecek sözler vardır, demiştir. [222]

Büluğu'l-meram sarihi Sıddık Hasan Has ise Ebû Davud'un rivaye­tinde Ebû Abdurrabman el-Horasanî bulunuyor ki ismi İshak'dır ve Atâ' el-Horasanî'den naklen rivayet etmiştir. [223]

Zehebî ise bu zatın asıl isminin îshak b. Esîd olduğunu belirt-ıiş ve Ebû Hatim'in "Onunla meşgul olmaya değmez" dediğini nak-îtmiştir. Ancak Yahya b. Eyyûb ve el-Leys ondan nakil yapmışlar ve ehebî kendi görüşünü de ortaya koyarak bu zat için: "O câizü'l? adistir" yani onun naklettiği hadisi almak caizdir demiştir [224] Ayrıca Ibn Hacer aynı hadisin Ahmed b. Hanbel'in Atâ'dan ri­ayetine değinerek ricalinin sikat olduğunu söylemiş ve ayrıca Ibn tCattan'm da sahihlediğini ilave etmiştir. [225] ve   istidlale   salih  bulunduğu   ortaya   çıkmaktadır.   Nitekim müctehidlerin çoğu bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmuştur. I -      îbn Ömer hadisi sadece bey'u'l-ıyne'nin tahrimine delaletle kalmıyor, aynı zamanda cihadı bırakmanın, diğer bir anlatımla cihad için gereken bütün hazırlıkları yapmamanın islâm ülkelerini aşağılayacağını, düşmanlarının üstünlük sağlayacağını da dile getire­rek Müslümanları uyarıyor, islâm ülkelerinde sadece ziraatle uğraşmanın yelerli olmayacağı, düşmanlara karşı üstün duruma gel­ebilmek için sanayi'a önem verilmesinin lüzumu ve özellikle savaş gücünü artırmanın kaçınılmaz bulunduğu üzerinde de duruluyor ve çok yönlü bir uyan hikmetini yansıtıyor. [226]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Ahş-verişte dolaylı yoldan faize kapı açmanın haram olduğuna işaret ediliyor.

2- Muhtaç bir kimseye veresi olarak mal sattıktan sonra o malı ondan daha düşük fiatla satın almanın dolaylı şekilde faiz olduğu be­lirtilerek ıynenin haram olduğu açıklanıyor.

3- Hanefî, Maliki ve Hanbelî mezheplerine göre, bey'ul-ıyne ha­ramdır.

4- imam Şafiî'ye göre, bey'u'l-ıyne caizdir.

5- Bu konuda ilim adamları Şafiî'nin görüşüyle değil, diğer üç mezhebin görüş ve içtihadıyla amel edilir diyerek görüş beyan etmişlerdir. [227]

 

Bir Malı Satarken Varsa Ondakiİ Kusur ve Arızayı Müşteriye Açıklamak Gerekir

 

Müslüman müslümanın kardeşidir, ne ona haksızlık eder, ne de onu haksızların eline teslim eder. Aynı zamanda müslüman müslümanı ve başkasını aldatmaz; kusurlu ve arızalı malı sağlam diye oha satmaz. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu konuda ümmetini uyararak şöyle -buyurmuştur: "Bizi aldatan bizden değildir." [228]

ingiliz ilim adamlarından Jon Devenport (Joun Davenpor) Hazretî Muhammed Ve Kür’an-ı Kerim adlı eserinde müslümanlarm ticaretteki dürüstlüklerini şöyle ifade etmiştir: Bir Yahudiyie alış-veriş ettiğinde fîat olarak ne isterse onun ancak üçte birini ver. Çünkü Yahudi aldatır. Bir hristiyanla alış-veriş yaptığında fîat olarak ne isterse onun yarısını ver. Çünkü o da aldatır. Ama Hz. Muhammed'e (s.a.v.} inanıp O'nun getirdiği esas ve pirensipleri kabul eden bir müslümanla ahş-verişte bulunduğun zaman o fiat olarak ne isterse onu ver. ünkü müslüman aldatmaz.."

Böylece iman kalpte kök salıp hücrelere sızdığı ve Allah'ın mut­lak hakim ve mutlak adil olduğuna inanıldığı, ahiretie mutlaka hesa­ba çekilinileceği gönülde yer ettiği takdirde artık böyle bir iman ve ir­fana sahip olan müslümanın başkalarını aldatması, yalan söylemesi, hileli iş yapması, açık ve dolaylı faiz verip alması asla düşünülemezi[229]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ukbe b. Amir (r.aj den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu duydum: "Müslüman müslümanm kardeşidir. Onun, içinde kusur ve arıza bulunan bir malı din kardeşine satması helal olmaz; meğer ki o ayıp ve arızayı ona açıklamış olsun.." [230]

Vasile (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendi­miz şöyle buyurmuştur: ırHiç kimsenin, içindeki ayıp ve arızayı açıklamadan bir şeyi (malı) satması helal olmaz. Ve hiç kim­seye ayıp ve kusuru bildiği halde açıklamamak helal olmaz" [231]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz yiyecek maddesi satmakta olan bir adamın yanından geçerken elini o maddenin (bulunduğu kaba, çuvala) soktu, bir de ne görsün o madde ıslak idi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bizi alda­tan bizden değildir." [232]

Adda' b. Halid b. Hevze'den yapılan rvayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bana bir mektup yazdı, (muhteviyatı şöyle idi): "Bu, Adda' b. Halid b. Hevze'nin Muhammed Resulüllah1 dan (s.a.v.)satın aldığı şeydir. O, Mu-hammed'den (s.a.v,) bir köle veya cariye satın aldı ki o köle veya cariyede hiçbir hastalık, hiçbir kaçma, hiçbir habislik yoktur; müslümanm müslümana satışıdır." [233]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacleri

 

Dört mezhebe göre de satıcı malım satarken mevcut kusur ve arızayı bildiği halde müşteriye söylemeyip gizlerse, hem günah işlemiş olur, hem de müşteri o malı satın aldıktan sonra içindeki ayıp ve arızayı görürse, onu iade etme hakkı vardır ve bu durumda satıcı o kusurlu, arızalı malı geri almak zorundadır. Ancak müşteri malı satın aldıktan hemen sonra o malda bir kusur veya arıza meydana gelirse, bu durumda müşterinin o malı iade etme hakkı söz konusu olamaz.

a) Hanefi'lere göre: Mutlak anlamda alım-satım, satılan malın ayıp ve arızalardan salim olmasını gerektirir. Aksi halde müşteri aldığı malı reddetme hakkina sahiptir. Satıcının rızasını almadan malı yanında tutup tesbit ettiği ayıp ve arızadan dolayı onun ftatını indiremez.

Bu konudaki genel kural şöyledir: Tüccara ğpre bir malda fîatın noksanlığını gerektiren bir kusur ve arıza varsa, o kusur sayıhr.Meselâ kölenin efendisinden kaçma huyu, hırsızlık yapma adeti, yatağına işeme arızası birer kusurdur ve kölenin değerini düşüren arızalardır. [234]

b) Şafiîlere göre de satın alınan bir malda kadimi bir ayıp ve arızaya rastlanırsa ve malın değerini düşürecek bir anlam taşırsa müşterinin o malı geri verme muhayyerliği vardır. [235]

c)   Diğer   iki   mezhep   imamlarının   da   ictihadları   bu doğrultudadr. [236]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

952 nolu Ukbe hadisini aynı zamanda Ahmed, Darekutnî, Ha-ım ve Taberanî tahric etmişler ve îbn Hacer onun isnadım hasenle-ûştir.   O  bakımdan 'müctehidlerin  çoğu bu  hadisle  istidlal tmişlerdir.

953  nolu Vasile hadisini İbn Mace tahric etmiş ve Hakini el-lüstedrek'te bunu nakletmiştir. Ancak isnadında Ahmed Ebû Cafer r-Razî ile Ebû Siba1 bulunuyor. Birincisi hakkındaki tesbit ve örüşler farklıdır. İkincisinin ise meçhul olduğu söylenir. Nitekim Ze-ebî de onun meçhul olduğunu belirtmiştir. [237]

954  nolu Ebû Hüreyre hadisini aynı zamanda Hakim tahric tmiştir. Ahmed b. Hanbel ve Daremî de bunun bir benzerini tahric tmişler ve rivayete kuvvet kazandırmışlardır. Böylece Ebû Hüreyre .adisiyle istidlal edilmiştir. Ayrıca îbn Hibban ve Taberanî de bu ri­ayete yer vermişlerdir.

955 nolu Adda1 hadisini Nesâî, İbn Carud tahric ederken Buharı nu talikan rivayet etmiştir.

Vasile hadisinde "hiç kimsenin" şeklinde bir ifade kullanılırken liğer bir rivayette "hiç bir müslümanm" şeklinde bir ifadeye yer ve-ilmiştir. Böylece İslâm hem bir müslümanm diğer bir müslümanı ıldatmasmı, hem de haksız yere herhangi bir kimseyi aldatmasını iarain kılarak insan haklarını, özellikle de alış-verişte bu haklara ri-lyet edilmesini teminat altına almıştır.

Ebû Hüreyre hadisinde "Bizi aldatan bizden değildir" şeklinde )ir anlatım tarzı rivayet edilirken diğer bir rivayette "Bizi aldatan >enden değildir" şeklinde bir anlatıma yer verilmiştir. Bunun anlamı şudur: "Benim getirdiğim doğru yolu yol olarak seçmemiş, benim ilim re amelime uymamış, güzel yolumu seçmemiştir."

Bu rivayetler ve anlatım tarzları, gerek alış-verişte, gerekse üğer konulardan başkasını aldatmanın kesinlikle haram olduğu or­saya çıkıyor. [238]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hiçbir kayıt kullanmaksızm mutlak anlamda yapılan alım-satım, satılan malın ayıpsız ve arızasız olduğuna delildir.

2- Bu durumda satın alınan malda bir ayıp ve arıza görülürse müşteri o malı geri verme hakkına sahiptir.

3- Müşteri bir malı salim şekilde satın aldıktan hemen sonra onda bir kusur ve arıza meydana gelirse o takdirde müşterinin o malı geri verme hakkı yoktur.

4-  Müşteri malı satın aldığında onda bir kusur ve arıza olduğunu görürde ve bu yüzden fıatımn indirilmesini isterse, bu doğru olmaz; ya aldığı fıata kabul eder ya da olduğu gibi reddeder. (Bu Hanbelüere göredir.)

5-  Ancak ticari kural olarak tacirlere göre bir malın fıatımn noksanlığını gerektiren bir kusur ve arızadan dolayı müşteri böyle bir istekte bulunabilir.

6- Alış-verişte müşteriyi aldatmak haramdır ve yasaktır.

7-  Alış-verişte veya başka bir konuda din kardeşini aldatan kimse, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in sünnet ve hidayetinin dışına çıkmış olur ve o yüzden büyük günah işlemiş sayılır.

8-  Alış-verişte müşteriyi aldatmak, kalitesiz malı çok yüksek kaliteli  diye  satmak,  fiatmı  düşürecek  bir  arıza  ve  kusur açıklamadan arızasız mal fıatına satmak kul hakkına taalluk eden bir konudur.

9-  Kul hakkından tevbe ve istiğfarla kurtulma şansı yoktur. Meğer ki o hakkı sahibine veya varislerine iade etmiş ola..

10- Hçbir ibadet ve dua kişiyi kul hakkının vebal ve sorumlu­luğundan kurtarmaya yeterli değildir. Zira onun davacısı bizzat in­sandır. Allah ise mutlak adildir. [239]

 

Davarın Memesinde İyice Süt Birikip Şişkin Bir Hale Geldikten Sonra O Davarı Satışa Çıkarma Konusu

 

Müşterinin gözünü doldurup hayvanın çok süt verdiğini ;östermek ve böylece hayvanı gerçek değerinin üstünde satmak, hile-i ve aldatmaca satışlardan biridir ve o bakımdan haramdır, caiz Leğildir,

insan haklarını en ince yanlarına kadar dikkate alıp koruyan ve naddeyi amaç olmaktan çıkartıp onu araç olarak tanıtan; kardeşlik ağlarını zayıflatan, toplum bünyesinde güvensizlik doğuran her .ürlü alım-satımı, söz ve davranışı yasaklayan îslâm Dini, bu yönüyle le insanlığın son umudu ve tek kurtuluş çaresidir. O bütün bu esas re kuralları vazederken hem manevî, hem de maddî müeyyideleri be­raberinde getirmiş ve eğitim yoluyla da bunların hikmet ve amacını salp ve kafalara işlememizi emretmiştir. [240]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle .buyurmuştur: ''Deve, koyun ve keçi (aynı zaman­da sıfır) in memesinde iyice süt birikmesini bekleyip onu öylece satmaya kalkışmayın: Artık kim böyle bir duruma geti­rilen bir hayvanı satın alırsa, onun sütünü sağdıktan sonra şu iki hususta muhayyerdir: Duruma razı olursa satın aldığı hav­yanı geri vermeyip yanında tutar; (aldatıldığına) Öfkelenirse, onu bir sa' hurma ile (süte karşılık olmak üzere) birlikte red­deder." [241]

Buhari ve Ebu Davud'un rivayet ve tesbitinde ise hafız su lafızla nakledilmiştir.”Kim,memesınde iyice süt birikmiş koyun ve keçiyi satın alır da onoun sütünü sağarsa,artık o bu durumda aldığına razı olursa , omu yanında tutar (geri vermez) veya (aldatıldığına) öfkkelenirse ,sağdığı süte bedel bir sa’hurma ile birlikte onu satıcıya geri veriyor.”

 Müslim’in rivayetinde ise buna yakın bir anlatım tarzı yer alıyor.Şöyle ki:

Kim,memesine iyice süt dolmuş sağılı bir deve veya memesi iyice süt dolmuş bir koyun satın alırsa, o ohayvanın sütünü sağdıktan sonra şu iki hususta muhayyerdir:Ya o hayvana razı olur, veya bir sa’hurma ile birlikte geri çevirilir.”[242]

Buhari dışında beşlerin rivayetinde ise şöyle buyurulmaktadır: "Kim memesinde iyice süt birikmiş bir hayvan satın alırsa, o üç güne kadar o hayvanı alıkoyma veya satıcısına reddetme hususunda muhayyerdir; reddettiği takdirde berab­erinde (sağdığı süte karşılık olmak üzere) buğday değil de sa­dece bir sa' hurma verir."

Ebû O smanen-Nehedî'den yapılan rivayete göre, Abdullah (r.a.) şöyle demiştir:

"Kim memesi iyice sütle dolmuş bir hayvan satın alır da (aldatıldığını anlar ve o sebeple) onu reddederse, artık berab­erinde bir sa' hurma ile reddetsin." [243]

 

Rivayetlerin Işığında Müctehidleri İstidlallerin

 

a) Hanelilere göre: Ebû Yusuf a göre, müşterinin gözünü dol­durmak için hayvanın memesindeki sütün birikmesini sağlamak ve öylece satmak, caizse de günahı gerektiren bir alış-veriştir.  O bakımdan onu satm alan kimse sağdıktan sonra aldatıldığını anlar­sa, onu geri vermekte muhayyerdir. Geri verdiği takdirde sağdığı sütün bedelini öder.

İmam Züfer'e göre sütüntbedeli olarak yarım sa' hurma, ya da yarım sa' buğday öder. [244]

b) Şafiîlere göre: Memesi süt dolu hayvanı satm aldıktan son­ra henüz sütü sağmadan durumu farkederse, o takdirde o hayvanı satıcısına reddeder ve başka bir şey, bir bedel ödemez. Çünkü sütü sağmadan reddetmiş bulunuyor.

Sütünü sağdıktan sonra satıcının hile yaptığını anlar ve o yüzden geri vermek isterse, beraberinde bir sa' hurma verir ki bu sağılan süte bedel sayılır. [245] Şafrîlerden bir kısmına göre, sağılan sütün bedeli, beldenin kutundan (ana gıda maddesinden) ödenir. Ma-likîler de aynı görüştedirler, yani onlara göre de sütün bedeli belde­nin galip olan kutundan ödenir. [246]

c) Hanbelîlere göre: Beldenin galib olan kutu hurma ise on­dan, hurma değilse galip olan kuttan ödenir. Böylece Hanbelîler ko­nuyla ilgili hadisleri biraraya getirerek hepsinden belirtilen hükmü çıkarmışlardır. [247]

d) İmam Ebû Hanife'ye göre: Memesi süt dolu hayvanı satm alınca, onu o ayıpla reddetme hakkı yoktur. Ancak" sütünün az olduğu, yani az süt verdiği anlaşılınca ona göre değerinden bir miktar indirmesini talep etme hakkı söz konusudur. Böylece Ebû Hanife bu konda kıyas yolunu seçmiştir. [248]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

960 nolu Ebû Hüreyre hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca sa-lihtir.

Hayvanın memesinde biriken sütü sağmayıp iyice dolup büyümesini beklemek ve ondan sonra onu o vaziyette çok süt veren bir hayvan görünümünde satışa çıkarmak "musarrat" tabiriyle ifade edilmiştir. Nitekim îmam Şafiî de tasriyeyi yorumlarken şu bilgiyi vermiştir: "Tasriye, koyun veya devenin yavrusunu tutup süt emme­sini önlemek ve memedeki sütü iyice çoğalıp memeyi şişkin hale"ge­tirmesini beklemek ve böylece müşteriye satılığa çıkarılan hayvanın çok ve bol süt verdiği zannını doğurmaktır."

Ebu Ubeyde de tasriyenin aslını şöyle manalandırmıştır: "iyice toplansın diye sütü memede alıkoymak tasriyedir."

Bu konuda deve ve koyun birer ölçü ve misaldir. Eti yenen ve sütü içilen her hayvan hakkında aynı hüküm caridir.

Böylece müşteri satın aldığı ve sütünün bol olduğunu sandığı hayvan konusunda aldatıldığını anlayınca onu geri verme hakkına sahiptir. Hadisin açık delaletinden bu rahatlıkla anlalaşüıyor. Ancak bu geri verme olayında sağılan süte karşılık bir sa' hurma verilmesi bir hüküm olarak yer almaktadır. Hurma dışında kalan buğday ve benzeri bir şey vermekte bir sakınca var mıdır? Buharî dışında beşlerin rivayet ettiği hadiste bir sa' hurma verilmesi konu edilirken ardından "semrâ değil" kaydı yer almıştır. Bundan, ancak hurmanın verilebileceği, buğdayın onun yerine, geçmiyeceği anlaşılıyor. Başka rivayetlerde ise "taam" sözüne yer verildiğine bakılırsa, taamdan maksadın ilk anda buğday olduğu hatıra gelir ve taamın sadece buğdaydan ibaret olmadığını vurgulamak için (lâ semrâ) denilmiş olabilir.

Nitekim Müsne-i Ahmed'de isnad-ı sahih ile yapılan riva-yette şöyle buyurulmuştur: "Taamdan bir sa' veya hurmadan bir sa'" bu tarz anlatım tahyire mi, yoksa ravinin şekkine mi delalet etmekte­dir? Her iki ihtimale göre de sağılan süte bedel buğday ve benzeri bir şeyin verilmesinin de yeterli olacağı anlaşılıyor. Çünki İslâmî hükümler yalnız hurma yetiştiren ülkerle bağlı olmayıp umumilik ar-zetnıekte ve bütün ülkelere hitap kudretini taşımaktadır.

Bu bapta Ebû Davud'un İbn Ömer (r.a.) dan yaptığı rivayette ise şöyle denilmektedir: "Hem o hayvanı geri verir, hem de onunla be-raber misli süt ye veya sütün iki misli buğday verir.." Ancak Hafız

bn Hacer bu hadisin isnadının zayıf olduğunu tesbit etmiştir. îbn ludame de bu hadisin metruk olduğuna dikkat çekmiştir. [249]

Hanefî imamlarının çoğunun bu hadislerle istidlal etmememler-tıin asıl sebeplerinden biri de şudur: Yapılan rivayetlerin bir psmında "taam", bir kısmında "temir", bir kısmında "birr veya tumh", bir kısmında da "sa'an min temir lâ semrâ" tabirleri geçmekte ve o yüzden hadis metinlerinde ıztırap bulunmaktadır. Sonra da hadisteki rivaletler ve hükümler genel kaidelere muhalif lüşmektedir, O bakımdan bu hadislerle değil, ana kaidenin ışığı altında kıyas yolunu seçmenin daha isabetli olacağı söz konusudur.

Hadislerle amel eden müctehidlerin ise buna karşı verdikleri cevaplar vardır. Kitabımızın hacmi kafi gelmediğinden onları buraya almaya gerek görmedik. [250]

 

Çıkarıan Hükümler

 

1- Satılık dişi hayvanın sütünü sağmayıp memede iyice birikme­sini ve hayvanın bol süt verdiği kanısını doğramasını sağlamak ha­ramdır, yasaktır.

2- Bü tür bir alış-veriş hileli alım-satun kapsamına girer.

3- O bakımdan sözü edilen hayvanı satın alan kimsenin bir ri­vayete göre en geç üç gün içinde onu satıcısına geri verme hakkı vardır. Diğer rivayetlere göre, farkına vardığı zaman geri verme hakla söz konusudur.

4- Bu durumda satıcısı o hayvanı geri almak zorundadır.

5- Sağılan süte bedel bir sa1 hurma veya buğday veya benzer bir gıda maddesi verilir.

6- Veya sağılan sütün bedeli nakit olarak belirlenerek ödenir. ,.

7- Sağılan sütü veya mislini vermek ise ihtilaflıdır. [251]

 

Narh Koymak

 

İslâm fıkhında buna "sür", "tes'îr" denir. Satışa arz edilen lara yetkili organlarca narh, yani kar haddi konması söz konusudur. İslâm Dini kendi sistemi ve bütünlüğü içinde bu konuyu ele almış ve piyasada fahiş fiatla mal satmayı önlemek, aynı zamanda tüketiciyi korumak için satışa arzedüen mallara narh koymayı, kar haddi belir­lemeyi uygun bir çare olarak görmemiş ve bu yüzden böyle bir müdahaleyi mekruh, hatta fukahanm bir kısmına göre gayr-i caiz saymıştır.

Zira İslam'ın temel haklarla, insan haklarıyla, yüksek ahlak ve sorumlulukla, Allah ve ahiret inancı ve korkusuyla ilgili koyduğu esas ve pirensipler dosdoğru uygulandığı ve nesiller bu çerçeve içinde eğitilip yetiştirildiği takdirde kardeş olan müslümanlarm birbirlerini aldatması, fahiş fiatla mal satması pek istisnaî bir olay olarak kalır.

Ama maddeyi amaç seçen ve bu yüksek ahlak ve kültürü, iman ve irfanı nesillere vermeyen, veremeyen ülkelerde devlet ister iste­mez piyasaya müdahale ihtiyacı duymakta, tüketiciyi korumak için belli bir kar haddi koymaktadır. Günümüzde kapitalist sisteme bağlı ülkelerde serbest ekonomi modeli seçilirken tüketici ezilmekte ve onu vurguncuların şebekesinden koruyup kurtaran müeyyidelere pek yer verilmemektedir. Bu sebeple de toplum bünyesinden güven sarsılmakta, kimse kimseye itimad etmemekte ve her alış-verişte al­datılırım endişesi duyulmaktadır.

Bu yönüyle de Yüce İslâm Dini, mallara narh koymak yerine kalplere ve kafalara iman ve ahlak sınırları yerleştirmekte ve "Sizden biriniz kendisi için arzu edip istediği şeyi mü'min kardeşi için de arzu edip istemedikçe (olgunluk ölçüsünde) iman etmiş sayılmaz" pirensibini işlemektedir. [252]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­miştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz döneminde piyasada fîatlar ü yükseldi. Derken ashab-ı kiramdan bir kısmı: tfYa Resu-ah! Fiatlara narh koysanız ya..1' diye istekte bulundular, [ıun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: eki daraltıp genişleten, fiatları ayarlayan, rızkı veren Al tır. Doğrusu ben, sizden hiçbirinizin ne bir haksızlık, ne kan ve ne de bir mal benden talep etmediği halde Allah'a ruşmayı umuyorum." [253]

 

Hadisin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: İnsanlar kar sağlasınlar dişe sari' alış-işi meşru kılmış ve gabn-i fahiş ile satışta bulunmayı haram niştir. O bakımdan sari' ahş-verişte kar sağlamayı men'etmediği i, kar konusunda bir tahdid de koymamış; sadece aldatmayı, hileli ısta bulunmayı yasaklamıştır. Böylece bir malda bulunmayan İlikleri varmış gibi göstermenin, satılan maldaki ayıp ve arızayı lemenin haram olduğunu belirtmiştir. Bunun için müşteriye, al-aldığı, hileli mal satıldığı takdirde satın aldığı malı geri verme kkım, yani tahyir hakkını tanımıştır. Böylece satıcı malım satark-gabn ve tedlis yapmamaya dikkat etmek zorunda bırakılmıştır.

si halde sattığı mal geri verilir ve itibarı kökünden sarsar.

b) Diğer üç mezhep imamları da: "Gabn-i fahiş" konusunda irttiğimiz gibi, az farklı yorumlar ortaya koymuşlardır. Şafıîler bir bis söz konusu olmadığı takdirde gabn-i fahiş sebebiyle malı geri rme muhayyerliği yoktur derken, Malikîler adetin fevkinde bir al-tma yoksa, malı geri verme muhayyerliği söz konusu olmaz mislerdir. Hanbelîlere göre, satıcı ile alıcının piyasayı ve fiatları medikleri takdirde fahiş fiatla satılan malı geri verme muhayyer -;i söz konusudur demişlerdir. Hanefîler de gabn-i fahişin, malın rçek değerini, yani fîatrnı takdir eden bilir kişilerin ölçüsünü aşan 3bettir diyerek bir sınırlama getirmişlerdir. [254]

Böylece dört mezhep de zaruri bir durum olmadığı sürece mala ırh konulmasını caiz görmemiş ve bunu mekruh saymıştır. [255]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- İslam'a göre, fevkalade bir durum yokken, yetkili organların fiatları, narh koyup dondurması caiz değildir.

2- Kar haddi, gabn-i fahiş, tedlis ve telbis sınırına varmadıkça serbest meşru bırakılmıştır.

3- Gabn-i fahiş ve tedlis yoluyla satılan bir malı geri verme mu­hayyerliği vardır.

4- Ancak tüccar zulümde bulunur da çok fahiş fiatla mal sat­maya başlar ve manevi hiçbir müeyyide tanımazlarsa, o takdirde yet­kili organ fiatları belli bir kar sınırında tutmak ve tüketiciyi koru­mak için narh koyabilir. [256]

5- Nitekim İmam Malik ve Şafiüerden bir kısmı kıtlık yıllarında aşırı kar sağlamayı önlemek, tüketiciyi korumak, kıtlıktan dolayı çok fahiş giatla mal satmaya özenen fırsatçıları durdurabilmek için piya­saya el koyup fiat tahdidi yapmanın caiz olduğunu belirtmişlerdir. [257]

6- Tabiinden Said b. Müseyyeb, Rebi'a b. Abdirrahman, Yahya b. Said el Ansarî de toplum maslahatı söz konusu olmadığı zaman te­sir   cihetine   girmenin,   yani   haddi   koymanın   caiz   olduğunu söylemişlerdir. [258]

7- Hidaye sahibi ise bu konuda şöyle demiştir;

"Sultanın insanlara karşı kar haddi koyup fiatları belli sınırda tutması uygun ve caiz olmaz. Ancak yiyecek maddesi satanlar te-hakkümde bulunup yiyecek maddelerinin kıymetini aşırı derecede yükseltiyorlarsa ve kadı da ancak fıat tahdidiyle müslümanlarm hu­kukunu koruyabiliyorsa, o takdirde ehl-i rey ve basar ile istişare ede­rek kar haddi koyabilir." [259]

8- Serbest piyasa* ekonomisini sağlam bir düzeyde işler durum­da tutabilmek için nesillerin dini konularda ciddi biçimde eğitilip yetiştirilmesi vaciptir. O bakımdan Hz. Ömer ticaret kural ve ah­lakından nasibini almayanları ticaretten men'etmiştir. İmam Ma-lik'in de bu hususta içtihadı vardır. [260]

 

İhtikar

 

İhtikar, bir ihtiyaç maddesini satın alıp piyasada azalmasını ve yüzden fîatımn yükselmesini beklemek maksadiyle o malı depoya laldırıp saklamak demektir. Şüphesiz böyle bir ticari tutum ve dav-•anışta ihanet ve tüketicilere zulüm söz konusudur.

O bakımdan sari1 (Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz) ihtikarı yasak-ayıp haram kılmıştır. [261]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Said b. Müsâyyeb'den, o da Ma'mer b. Abdillah el-Adevî'den ri­vayet etmiştir. Adı geçen diyor ki: Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz şöyle buyurdu: "Ancak günahkar suçlu ihtikar yapar." [262]

Ma'kıl b. Yesar (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Re-sulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Kim müslümanların piyasasına, onlara karşı aşırı fiat (kar) sağlamak için bir şey (ihtiyaç maddpsi) ile girerse, onu kıyamet gününde ateşten bir döşek, minder üzerinde oturmak Allah üzerine bir haktır»" [263]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kim müslümanlar aleyhine aşırı fit artırmayı dileyerek bir ihti­karda bulunursa, o günahkar ve suçludur." [264]

Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimizden duydum şöyle buyuruyor-du: "Kim müslümanlara karşı onların yiyecek maddelerini ih­tikar ederse, Allah onu cüzam ve iflas ile vurur.." [265]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.ü.) şöyle buyurmuştur: 'Ticari malı getirip piyasaya (az bir kar ile) süren merzuktur (rızıklanmış, bahtiyar); muhtekir isje merûndur." [266]

 

Hadislerin Işığında  Müctehidlerin İstidlalleri 

 

a) Hanefîlere göre: Hanefî imamları bu konuda biraz genişlik getirip kendi ictihadları doğrultusunda birtakım şartlarla ihtikara cevaz vermişlerdir. Şöyle ki:

1- Bir belde veya kasabada satın aldığı yiyecek maddelerini de­polar ve fakat bu yüzden halka bir zarar vermiş olmaz, yani o mad­deler piyasada bulunursa, o takdir de bir süre depolayıp sakla-masında bir sakınca yoktur.

2- Yakın bir kasaba veya beldeden satın alıp kendi beldesine nakleder ve piyasada o maddelerden pek az bulunur da depolayıp satışa arzetmediği takdirde halka zarar verecek olursa, bir süre de­polaması mekruhtur. Bu daha çok İmam Muhammed'in kavlidir. Ebû Yusuf tan da bu anlamda bir rivayet söz konusudur.

3- Cem'u'l-cevâmi'de ise şöyle denilmektedir: "Yiyecek maddele­rini uzak bir yerden satın alıp getirir de satışa arzetmiyerek onu de-polarsa bu mekruh değildir."

4- Bir beldeden satın alıp diğer bir beldeye naklettikten sonra [tikarda bulunursa, bu da mekruh sayılmaz.

5- Kendi tarla ve bahçesine ekip yetiştirdiği gıda maddelerini atışa azetmeyip depolarsa bu da mekruh değildir. Ancak efdal olanı jıdur: İhtiyacından arta kalanını müslümanlarm ihtiyacı bulunuyor-a onlara satmasıdır.

6- Depolamanın uzun süresi bir ay olarak takdir edilmiştir.

7- İhtikarın iki ayrı türü vardır: Biri Matlar yükselsin diye bek­itmek; diğeri kıtlık olsun diye bekletip satışa arzetmemek.. İkinci arün vebalı birincisinden çok daha büyüktür.

8- Ebû Yusuf a göre müslümanlarm umumuna zarar veren her iaddeyi  satışa  arzetmeyip  depolamak  ihtikardır.   İmam  Mu-lammed'e göre, halkın geçimiyle ilgili gıda maddeleriyle hayvanların ıeslenmesine yönelik olan maddeleri satışa arzetmeyip depolama1 tıtikardır.

9- Halka zarar verdiği takdirde yetkili organın muhtekiri, de-»oladığı malı satışa arzetmeye zorlaması caizdir.

10- Yiyecek maddelerini depolayıp satmayarak fahiş fisıtla sat-nayı beklemek mekruh olduğu gibi, mevcut maddeleri piyasaya, ih-,iyaç bulunduğunda fahiş fîatla satıp aşırı kar sağlama söz konusu )lduğu ve kadı (yetkili organ) da bunun önüne geçemediği takdirde, o naddelere narh koymak, yani kar haddi belirlemekte bilicma' bir sakınca yoktur. [267]

b) Şafiîlere göre: Bu mezhep imamları genellikle halka sıkıntı re zarar veren depolama üzerinde dururken daha çok ihtikar kap­samına giren maddelerin yiyecek, yani kut (beldenin ana yiyecek maddesi) niteliği taşıyanları olduğunu belirtmişlerdir.

c)  Hanbelîlere göre: Bu mezhep imamlarına göre, bir malın ihtikar kapsamına girip haram sayılması için üç şartın bulunması söz konusudur:

1- O malın satın alınması..

Başka bir yerden celb edip getirilen veya kendi mülkünden elde edilen bir maddenin depolanması ihtikar kapsamına girmez.

2- O maddenin müşteriler için kut (geçim gıda maddesi) olması.. O bakımdan helva, bal, zeytin ve benzeri katık anlamında olan

maddeler kut niteliği taşımadığından ihtikar kapsamına girmemek­tedir.

3- Satın alıp depoladığı maddeden dolayı halka sıkıntı getirmiş bulunması.. O bakımdan piyasada o maldan bulunuyor ve bir sıkıntı söz ko­nusu değilse, ihtikar da söz konusu olmaz. [268]

d) Malikîlere göre: Bu mezhebin önde gelen imamı Malik'e göre de dışarıdan celb edilen maddeleri depolayıp satışa arzetmemek ihtikar sayılmaz.

Böylece Hanefî mezhebine göre, ihtikar mekruhtur. Diğer üç mezhebe göre haramdır. [269]                           

 

Tahliller ve Rivayetler

 

975  nolu Said ve Ma'mer hadisini hem Tirmizî, hem de diğer muhaddisler tahric etmişlerdir. Hadis hasen veya sahih kabul edil" diğinden müçtehitlerin çoğu onunla istidlal etmişlerdir.

Böylece hadis, ihtikar yapan kimsenin suçlu günahkar olduğuna delalet etmekte ve bu manayla ihtikarın haram olduğu anlaşılmaktadır.

976 nolu Ma'kıl hadisini Taberânî el-Kebir ye el-Evsat'ta tahric etmiştir. Ancak isnadında Zeyd b. Murre bulunuyor. Mecmeu'z-Zevâîd'de bu zatın tercüme-i haline rastlanmadığı kaydedilmektedir, O bakımdan biraz ihtiyatla bu rivayete bakılmıştır. Geri kalan ricali­nin hepsi sahihtir.

977  nolu Ebu Hüreyre hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiştir. Ancak onun rivayetinde şu fazlalık da bulunuyor: "Ve gerçekten onun ilgisi Allah'tan kopmuş olur.."

Ancak bu hadisin isnadında Ebû Ma'şer bulunuyor ki bu zat zayıftır. Bununla beraber onun sika olduğunu söyleyenler de var. [270] Nitekim Zehebî Bu ismi taşıyan üç raviye yer verirken onların zayıf veya sika olup olmadıkları hakkında bir bilgi vermemiştir. [271] Ma'mer hadisiyle birbirini kuvvetlendirmekte olduğundan ilim adam­larının çoğu bununla da istidlalde bir sakınca görmemişlerdir.

978nolu Ömer hadisinin isnadında Heysem b. Rafı' bulunuyor. Ebû Davud'a göre bu zat münker hadis rivayet eder. Zehebî bu zatın ihtikârla ilgili rivayetinin münker olduğunu nakletmiştir. Sonrada bu konuyla ilgili onun rivayetini vürud sebebiyle naklederek şu bilriyi vermiştir: "Felrruh Mevla Osman şöyle haber verdi: Ömer (r.a.) mescide doğru gitti. Bu arada satışa arzedilmiş yiyecek maddelerini gördü ve hoşuna gittiğinden şöyle dedi: "Allah bu yiyecek maddelerini de, onları celbedip buraya kadar getirenleri mübarek eylesin." Bunun üzerine biri ona: "Ya Emirelmü'minin! Bu maddeler ihtikâr edil­miştir" diye haber verdi. O da: "Kim ihtikâr etmiş?" diye sorunca, "Ferruh Mevla Osman..." diye cevap verdiler ve bir de falan mevlâ Ömer diye' ilâve ettiler. Bu haber üzerine Hz. Ömer o iki adama dönüp "Sizi buna cesaretlendirip iten nedir?" diye sordu. Onlar da: "Kendi malımızın karşılığında satın alıp satıyoruz" diye cevap verdil­er. Hz. Ömer şöyle dedi: "Resûlüllah (s.a.v.) E fendimiz'den duydum, buyurdu ki: "Kim müslümanlar üzerine onların yiyecek maddel­erini ihtikâr ederse Allah onu iflas ve cüzam ile vurur."

Bunun üzerine Ferruh şöyle dedi: "Allah'a ve sana söz veriyor­um ki, bir daha ihtikâra donmiyeceğim." Mevlâ Ömer'i ise meczum olarak gördüm.." [272]

Ayrıca bu hadisin isnadında Ebû Yahya el-Mekkî bulunuyor ki, o da meçhuldür. [273]

Bununla beraber hadisin şe'vahidi bulunuyor; İbn Mâce ve Hâkim'in, aynı zamanda İshak b. Rahuye, Dâremî, Ebû Ya'lâ, el-Akîlî'nin İbn Ömer (r.a.) dan rivayet ettikleri şu hadis bulunuyor ki, 979 numara ile onu konunun baş kısmında nakletmiş bulunu-yoruz: 'Ticari malı getirip piyasaya (az bir kar ile) süren mezrûktur (rızıklanmış, bahtiyar); muhtekir ise mel'ûndur."

Şüphesiz bu hadis her ne kadar zayıf hadisler arasında yer almışsa da bu baptaki diğer rivayetlerle kuvvet kazanmaktadır.

Yine bu bapta ibn Ömer (r.a.) dan rivayet edilen bir diğer hadis şöyledir:

"Kim yiyecek maddelerini kırk gece satışa arzetmeyip kaldırır (da ihtikarda bulunur) sa o Allah'tan, Allah da ondan beri kalır (ilgisi kopar)."

Bu rivayetin sahih olup olmadığı da ihtilaf konusudur.

Bunların dışında birtakım rivayetler daha bulunuyor ki, konuya kuvvet kazandırmakta ve ihtikarın haram olduğuna delâlet etmekte-

Sonuç olarak diyebiliriz ki, ihtiyaç maddelerini satışa arzetmey­ip depolamak ve fıatlarm yükselmesini beklemek konusunda tahran ve kerahet illeti, halka, yani ihtiyaç sahiplerine sıkıntı verip onları zarara sokmaktır. Bu hususta yiyecek maddeleriyle diğer ihtiyaç maddeleri arasında fark yoktur. Ancak İmam Gazali İhyada bunun hilafına şöyle demektedir: "Kut (beldenin ana yiyecek maddesi) ol­mayan ve ona destek anlamı taşımayan maddelere yasağın kapsamı uzayıp geçmez." [274]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- ihtikar, halkın ihtiyaç maddelerini satışa arzetmeyip depola­mak ve fıatlarm yükselmesini veya kıtlığın başlamasını beklemek an­lamına gelir.

2- Bu manayla ihtikar yasaktır ve haramdır.

3- Uzak bir ülkeye veya beldeden satın alınıp getirilen maddele­ri satışa arzetmeyip depolamak ihtikar kapsamına girmez. Bu, Ha-nefîlere^ göredir.

4- Kendi tarla ve bahçesinden elde ettiği gıda maddelerim bir süre satışa çıkarmayıp saklamak da ihtikar sayılmaz. Buda hanefı-lere göredir.

5-  İhtiyaç maddelerim saklayıp halka sıkıntı ve zarar verme teşebbüsü önlenemediği takdirde piyasada istikrar sağlamak ve tüketiciyi korumak için yetkili organlar fiat tahdidine baş vurabilirl­er.

6- Müctehidlerin bir kısmına göre, ihtikar ancak ana gıda mad­delerinde söz konusudur. Katık olan maddelerle diğerleri bu kav­ramın dışında kalır.

7- Müctehidlerin bir kısmına göre ise, halkın ihtiyaç maddesi kabul edilen her- maddede ihtikar söz konusudur.

ıle alıcı arasında meydana gelen[275]

 

Satıc İhti

 

Ticari alanda alış-veriş doğrultusunda zaman zaman satıcı ile alıcı arasında birtakım ihtilaflar çıkabilir. Bir husumete yol açmaması ve kırıcı, bölücü bir hava doğurmaması için İslâm en âdil kıstasları koymuş ve ihtilafın giderilmesini kolaylaştırmıştır. Çünkü İslâm hukukunun anaçlarından biri de, toplum yapısında güveni ay­akta tutmak, din kardeşliğini kişisel çıkarların önünde bulundur­mak, ticari ahlakı sapasağlam ayakta tutmak ve her*hak sahibinin hakkını en adil ölçüler çerçevesinde vermektir.

O bakımdan günlük hayatımızın lâzim-i gayri müfariki olan (ayrılması mümkün olmayan) ve ondan kopmaz bir parça sayılan alış-veriş, yani ticari muamele ne kadar dürst ve adilane yapılırsa to­plum o nisbette rahat eder, huzur duyar ve güven besler. Bu mua­mele yaygın olduğu nisbette de birtakım ihtilaflara konu olabilir. Bu­nun için Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kalıcı kurallar ve hükümlei vaz'etmiş bulunuyor. [276]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v,. Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Satıcı ile alıcı ihtilafa düştüğü za man, aralarında beyyine (belge ve şahit) yoksa, söz, satıcımı sözüdür veya birbirine geri çevirirler (alıcı malı geri verii parasını alır)." [277]

îbn Mace'nin rivayetinde şu fazlalık yer alıyor: "Alım-satımdî mal aynen duruyorsa" yani satın alınan mal kullanılmamış v< zayi' edilmemişse.. İmam Ahmed'de yaptığı rivayette şu faz lalığı nakletmiştir: "Satılan mal da olduğu gibi duruyorsa.."

Darekutnt'nin Ebû Vail'den yaptığı rivayette ise, şöyle buyurulmuştur:

"Satıcı ile alıcı ihtilafa düşerse, satılan mal da harcanıp oratada yoksa, o takdirde söz, satıcının sözüdür (yani onun sözüne ve iddiasına itibar edilir)."

Ahmed ve Nesâî'nin Ebû Ubeyde'den yaptıkları rivayete göre, , adı geçen şöyle bilgi vermiştir: "Aralarında bir malın satışını ya­pan iki adam ona geliyor. Biri: Ben bu malı şu kadara satın aldım diyor, diğeri ise, ben bu malı şu kadara sattım diyor. Bunun üzerine Ebû Ubeyde: Buna benzer bir mesele Abdul­lah'a (r.a.) arzediliyor. o da ben bunun gibi bir meseleyi Pey­gamber (s.a.v.) huzurunda çözülürken bulundum. Resulüllah (s.a.v.) satıcıdan yemin etmesinin istenmesini emretti; sonra da satışda muhayyerlik söz konusudur: İsterse onu (geri) alır, isterse terkeder." [278]

Diğer bir yorumla, satıcı yemin etmediği takdirde alıcı muhayy­erdir, dilerse alır, dilerse terkeder. (Ancak birinci yorum daha isabet-[279]

 

Hadislerin ve Rivayetlerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Satıcı ile alıcı arasındaki ihtilaf, kusurlu fe arızalı malın geri verilmesi hususunda beş maddede toplanır:

1- Satılan malın sayısında ihtilaf..

Aralarında beyyine (yazılı belge veya şahit) yoksa söz Histerinindir; yemin etmesi gerekir. Çünkü sayıyı indiren, onun şu adar değil daha az sayıda olduğunu iddia eden odur.

2- Kabzedüen şeyin sayısında ihtilaf..

Bu da birinci maddede belirtilen şekilde çözülür.

3- Satılan malm vasfında ihtilaf..

Mesela Şam imalatı diye bir kumaşı satın aldığını, sonra da mm Mısır imalatı olduğunu iddia eden bir müşteri, bu iddiasıyla atıcıya baş vurursa..

Burada söz, yeminli olarak satıcınındır. Çünkü burada o, nüşterinin iddasmı inkar etmektedir.

4- Satılan malın miktarında ihtilaf..

Mesela tartı ile satın aldığı malın noksan çıktığım iddia ederse.. 3u durumda söz, yeminli olarak müşterinindir.

5- Satılan malm ta'yininde ihtilaf.

Mesela müşteri satın aldığı hayvanı geri vermek ister.. Satıcı se, bu benim sana sattığım hayvanın kendisi değildir derse..

Burada geriye verme olayı niyar-i şaı*t ve rü'yete bağlıysa, yani )na dayanıyorsa, söz yeminli olarak müşterinindir. Ama red, kadîmi 3İr ayıptan dolayı ise söz yeminli olarak satıcınındır. [280]

b) Şafiîlere göre: İmam Şafiî bu konuya kısaca değinerek şöyle demiştir:

"Satıcı ile alıcı arasında ihtilaf çıkarsa, mesela satıcı: ""Bunu sana sattım, ama ben muhayyer bulunuyorum.", müyteri de "Onu bana sattın, ama senin için bir muhayyerlik söz konusu edilmedi" derse, Ebû Hanife'ye göre, burada söz yeminli olarak satıcınındır. îbn Ebî Leylâ ise, söz müşterinindir. Ebû Yusuf da bu ikine görüşü be­nimsemiştir. [281]

Böylece İmam Şafiî'nin de îbn Ebî Leyla gibi bir görüşe sahip oldğu anlaşılıyor.

c) Hanbelîlere göre: Satıcı ile alıcı arasındaki ihtilaf, satılan mal hususunda üç maddede mütalaa edilir:

1- Maldaki ayıp ve arızanın kimin yanında zuhur etmesiyle ilgi­li ihtilaf..

Aralarında meseleyi çözecek beyyine yoksa, söz yeminli olarak müşterinindir. Mesala aldığı kumaş veya elbisenin yırtık çıkması bu cümledendir.

2- Satılan malm aynında ihtilaf..

Mesela satılan bir malı müşteri geri vermek istediğinde satıcı, bu benim sana sattığım mâl değildir, sen onu değiştirmişsin" demesi.. Eğer malı geri çevirme kadim bir ayıptan dolayı ise, söz yeminli ola­rak satıcınındır. Red hiyar-i şarttan dolayı ise, söz yeminli olarak müşterinindir.

3- Satış bedeli üzerinde ihtilaf..           

Mesela bir malı bir mal karşılığında satın aldıktan sonra onu bir ayıp ve arıza bulunduğu halde geriye vermek isterse, satıcı ona karşılık aldığı malı verdiğinde müşteri bu o değildir derse, burada söz yeminli olarak müşteriye aittir. [282]

d) Malikilere göre: Bu mezhebe göre de satıcı ile alıcının ihti­lafı satılan mal hususunda dört maddede toplanır:

1-  Satış anında ayıp ve arızanın görülüp görülmediğinde ihti­laf..

Burada söz yeminli olarak müşteriye aittir.

2- Satılan maldaki ayıp ve arıza müşterinin razı olup olmadığı hakkında ihtilaf.. Ayıp satışta gizli kalmış ve sonra farkına varılarak müşteri buna  razı  olmuş  şeklinde  bir ihtilafa da-yanıyorsa, müşterinin o malı yeminsiz olarak geri verme hakkı vardır. Satıcının iddiası muteber değildir. Ancak satıcı bu hususta şahit gösterirse, durum değişir.

3- Ayıp ve arızanın kadimi olup olmadığı üzerinde ihtilaf..

Ayıp hafif olur da satış anında pek farkına varılmazsa, söz ye­minsiz olarak satıcınındır. Beyyine varsa, ona göre karar verilir.

4- Gizli ayıb ve arızanın mevcut olup olmadığı, yani satış vak­tinde o malda böyle bir ayıbın bulunup bulunmadığı hususunda ihti­laf edilirse, burada söz yeminsiz olarak satıcıya aittir. [283]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

986 ve 987 hadisler Abdullah b. Mes'ud (r.a.) den rivayet edil­diği gibi, meal bölümünde naklettiğimiz rivayetler de ondan yapılmış ve böylece adı geçen sahabiden muhtelif tariklerle aynı rivayete yer verilmiştir: îmanı Şafii Said b. Salim tarikiyle rivayet etmiştir, An­cak isnadında ismi geçen İsmail b, Ümeyye ile Ali b. Cüreyc hakkında farklı tesbitler olmuştur. Aynı zamanda isnadında geçen Ebû Ubeyde'nin kendi babasından duyduğu da şüpheyle karşılanmıştır. Ayrıca Ebu Ubeyde'nin kendi babasından duyduğu da şüpheyle karşılanmıştır. Ayrıca Ebu Ubeyde tarikiyle Ahmed, Nesâî ve Davre-kutnî rivayet etmişler ve Hakim bu rivayeti sahihlemiştir. îma/n Şafiî ayrıca aynı hadisi Süfyan b. Uclan tarikiyle Avn b. Abdul­lah'tan, o da İbn Mes'ud'dan rivayet etmiştir. Ancak isnadında inkıta1 söz konusudur. Zira Avn'm İbn Mes'ud'a yetişmediği belirtilmektedir.

Tirmizî ile İbn Mace de isnad-i münkati' ile rivayet etmişler ve Taberanî bu rivayeti şu lafızla nakletmiştir: "Satıcı ile alıcı satışta ihtilafa düşerlerse reddedişirler (satıcı sattığı malı geri alıp bedelini müşteriye iade eder),"

Hafız İbn Hacer bu hadisin ravileri sikattır, diyerek istidlale sa-lih olduğuna işarette bulunmuştur. [284]

Fukaha ihtilaf konusu ortaya çıktığında daha çok Resulüllah'm (s.a.v.) şu genel kuralıyla amel edilecek diyerek konuyu bu çerçeve içinde çözmeyi uygun görmüştür: "Davacıya beyyine (belge ve şahit); davalıya da yemin düşer.." Şöyle ki: Davacı ister satıcı, is­ter alıcı olsun, davasını isbat için ya yazılı belge ibraz etmesi, değilse şahit göstermesi gerekir. Aksi halde davalıya yemin ettirilir ve bu suretle ihtilaf giderilir. Davacı beyyine ortaya koyduğu takdirde onun iddiasına göre, koyamadığı takdirde davalı yemin ederse bu defa da­valının iddiasına göre hükmedilir. [285]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Satıcı ile alıç: arasında ortaya çıkan ihtilaf, müctehidlerin is­tidlalleri doğrultusunda çözülür.

2- Davacıya beyyine, davalıya yemin düşer.

3- İhtilaf satılan malın sayısında,  aynında, satış bedeli üzerinde, malın vasfında, miktarında olabilir. Bunlardan her biri icti-hadde belirlenen kıstasa göre ele alınıp çözülür. [286]

 

Selem (Bedelini Peşin Ödeyerek Evsafı Belirnen Bir Malı Belirlenecek Bir Süre Somra Teslim Almak)

 

İslâm hukukuna göre, mevcut olmayan bir malın satışı caiz değilse de, halkın ihtiyacı dikkate alınarak selem şeklinde cereyan eden alış-verişe cevaz verilmiştir. Nitekim selem işlemi İslâm'dan önce de Medine ve çevresinde çok yaygın idi. Buna çok alışan ve ih­tiyaçlarını bu yolla karşılayıp durumlarını düzelten halkı bu yaygın alım-satımdan men'etmenin birtakım sıkıntılar doğuracağı kesinlik arzediyordu. İslâm, üreticinin haksızlığa uğramaması, malın bedelini peşin veren alıcının da mağdur olmaması için selemi birtakım şartlara ve kurallara bağlamış ve böylece bu konuda da adil bir düzenleme getirmiştir.

Şüphesiz İslâm bu adil düzenlemeyi getirirken de diğer yandan müslüman cemaati ticari ahlak konusunda eğitip iman ve takva düzeyinde onları yönlendirmeyi ihmal etmemiştir. Zira en çok su-i isti'male müsait olan konulardan biri ve belki de başta geleni ticari işlemlerdir. O bakımdan İslâm fıkhında buna ağırlık verilmiş ve kon­ulan kurallar, Kitap ve Sünnet'e göre eğitilip yetiştirilen toplumlara yönelik özellikte düzenlenmiştir. Bu nedenle İslâm, kitap ve sünnete göre eğitilip yetiştirilmeyen, ticari ahlaktan habersiz olup aşırı ka­zanç hırsı içinde bulunan kişilerin ticaretle uğraşmasına izin vermez. [287]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.)' dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.y Efendimiz Medine'ye (hicret edip) gel­diğinde, Medine'liler meyvem ve diğer gıda maddeleri) alım-satımmda bir ve iki yıl üzeri ide (vadeli) satış yapıyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kim bedeli peşin vadeli satış yaparsa belli ölçü ve tartıya belirli süreye görejyapsın."[288]

Abdurrahman b. Ebzâ ve Abdullah b. Ebî Evfa'dan yapılan ri­vayete göre, bu iki zat şöyle demişlerdir: "Bizler Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber birtakım ganimetler elde ederdik ve bu sırada Şanı dolaylarında yaşayan Nebît kavminden bazı (tacir) kişiler bize gelir ve biz de onlara belli bir süreye kadar vadeli olarak buğday, zeytin yağı ve arpa hususunda bedeli peşin vererek alış-verişte bulunurduk.." Bunun üzerine bu iki zata soruldu: "Onların ziraatı var mıydı, yok muydu?" Sözü edilen iki zat şu cevabı verdiler: "Bizler onlardan bu hususu sormazdık” [289]

Diğer,bir rivayette ise şöyle buyurulmuştur:

"Bizler Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekir ve Ömer zamanında buğday, arpa ve zeytin yağı hususunda vadeli mal alır peşin para öderdik ve satış akdi yaptığımız kimselerin yanında o maddelerin (olup olmadığına bakmaz) görmezdik." [290]

Ebu Said’den yapılan rivayete göre, adı geçen, Resulüllah (s'd.v.)'Efendimiz 'in şöyle buyurduğunu haber ver­miştir: "Kim bir şeyde selem işlemi yaparsa, artık (belli süre sonra alacağı) malı başkasına çevirip (satmasın) ve onunla başka bir akidde bulunmasın." [291]

îbn Ömer (r..a.)' dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim bir şey ile selemdu bulunur­sa, onun sahibi üzerine ödemesinden başka bir şart getirme­sin."

Diğer bir lafızla şöyle buyurulmuştur:

"Kim bedelipeşin olmak üzere belli vadeli bir mal satın alırsa, artık vadesi (ve cinsi, evsafı) belirlenen maldan başka bir şey almasın, aksi halde (satıcı başka mal ge-tirip teslim et­mek isterse, selem yapan alıcısı) re'sü'1-malı (ödediği bedeli) alsın." [292]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Selem, vadeli malı peşin parayla satın al­maktır. Bu da ancak sıfatı ortaya konabilen, miktarı belli olan mal­larda caizdir. Sıfatı zapdedilemeyen, yani beliıienemiyen ve miktarı meçhul olan bir malda selem işlemi caiz değildir.

Altın ve gümüş dışında kalan ve ölçü ile tartıya giren her mal Lakkında selem işlemi caizdir. Altın ve gümüşe gelince, İslâmî ticari isteme göre, bu ikisi nakit para kabul edilir. Taneleri birbirine yakın ilan sayı kapsamına giren ceviz ve yumurta gibi maddelerde de bu şlem caizdir.

Bu mezhebe göre, selem işleminin caiz olabilmesi için sekiz jartın gerçekleşmesi söz konusudur:

1- Teslim edilecek vadeli malın cinsinin belirlenmesi,

2- Nev'inin belirlenmesi,

3- Evsafının belirlenmesi,

4- Miktarının belirlenmesi,                 

5- Vade süresinin belirlenmesi,

6- Re'sul-malın miktarının belirlenmesi,

7- Malın teslim edilmesi gereken yerin belirlenmesi

8- Re'sü'l-malın (verilen bedelin) kabzedilmesi.. [293]

b) Şafiîlere göre: Selem, zimmette mevsuf olan bir satıştır ki, alış-verişte şart olan hususlardan başka şu şartların gerçekleşmesi söz konusudur:

1- Re'sü'1-mal (satın alınacak mala karşılık verilen bedel) m me­cliste teslim edilmesi,

2- Satın alınacak malın vadeli olması,

3- Teslim edilecek yerin belirlenmesi,

4- Vade süresinin belirlenmesi,

5- Satılan malın teslimine kudretin yetmesi,

6- Malın miktarının belirlenip açıklanması,

7- Malın evsafının belirlenmesi.. [294]

c) Hanbelîlere göre: Zimmette mevsuf olan ivaza karşılık ivaz (bedel) ı teslim etmek, yani mal vadeli olup zimmette vasıfları belir­lenmiş bulunan ve bedeli olan para mecliste teslim edilen bir satış muamelesine "selem" denir.

Selemin caiz olması için şu altı şartın gerçekleşmesi söz konusu­dur:         

1-  Satın alman vadeli malın sıfatları zaptedilebilir cinsten ol­ması,

2- Satın alınan vadeli malın evsafının belirlenmesi,

3- Belli ve belirli bir ölçek ve tartı veya sayıda olması,

Yani vadeli olarak satın alman malın- ölçü, tartı ve sayısı belli olup çerçevesinin çizilmesi,

4- Vadeli malın teslim edilecek sürenin belirlenmesi,

5-  Satın alman   malın mahallinde mevcut cins   ve türden ol­ması,

6-  Peşin olarak Ödenecek paranın mecliste teslim edilmesi.. [295]

Görüldüğü gibi, mezhep imamlarının bu husustaki görüş ve is­tidlalleri ve ictihadları arasında çok az fark bulunyor. Belli şartlarda hemen hepsi birleşmiş oluyor.

d) Malikîlere göre: Sahnûn'un İbn Kasım'dan yaptığı tesbit-lere göre, İmam Malik selem konusunu üç bölümde işlemiştir: Ne gibi eşya ve maddelerin selem işlemine girebileceği, selemi bozan şeylerin neler olduğu ve vadenin belirlenmesinde gereken açıklamanın yapılması.. Bu başlıklar altında birçok fer'î meseleye yer verilmiş ve fakat konu metodlu biçimde işlenmemiştir. [296]

 

Tahliller Rivayetler

 

Selem, hem vezin, hem de mana bakımından selef olarak tanımlanır. Selef, vadeli satış anlamına gelir; daha çok mal vadeli, bedeli olan para peşin şekilde yorumlanır ki selem de bu demektir.

993 nolu İbn Abbas hadisinde daha çok şu üç şart üzerinde du­rulmuştur: Belli ve belirli ölçü, belli ve belirli tartı, sonra da belirli vade süresi.. Nitekim cumhur da te'cilin itibar edilmesi konusunu bu hadise dayanarak istidlalen belirtmiştir.    .

Ancak bu anlatım tarzının, peşin bir selem olamıyacağı istidlal edilebilir mi? Bu hususta ilim adamlarının ihtilafı vardır. Peşin ol­maz diyenler îbn Abbas'm şu sözünü dejil olarak göstermişlerdir: "Bahşiş verilinceye kadar veya tahılın hasad zamanına kadar selefte bulunmayın, vadeli mal alıp satmayın, her- halde bir süre belirleyin.."         

Peşin olur diyenler ise buna itiraz ederek, yapılan nakl îbn Ab-jas'a aittir, yani hadis mevkuftur ve istidlale salih değildir elemişlerdir.

Satın alman malın teslimi için belirlenen sürenin miktarı da ih­tilaflıdır: Ebû Hanife'ye göre, bu hususta yakm ve uzak süre arasında fark yoktur. îmanı Malik'in arkadaşları ise, belli bir süre gereklidir, ancak pazarlar ve ticari muhitlere göre süreler değişebilir. Ama en az süresi üç gündür demişlerdir. el-Hadî ve Ibn Kasım'a göre onbeş gündür. Ayrıca İmam Malim selemi tahılın hasad zamanına veya hacıların ilk kafilesinin hacdan dönünceye kadar bir şarta bağlamak da caizdir. İmam Malik bu hususta Hz. Aişe'nin şu hadisiyle istidlal etmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir Yahudiye adam göndererek "bana iki elbiseyi elim genişleyinceye kadar (vade tanıyarak) gönder" demiştir." İbn Münzir, Nesâî'nin naklettiği bu ri­vayeti sahih görmemiş, ta'ııda bulunmuştur.

994 ve 995 nolu Abdurrahman ile Abdullah b. Ebî Evfa hadisleri sahihtir ve ihticaca salihtir. Böylece vadeli olarak teslim edilecek malın, selem akdi yapılırken parayı peşin alanların yanında veya ülkelerinde veya belde ve kasabalarında belirlenen malın mevcut olup olmadığına bakılm ayacağı, yani bunun şart olmadığı istidlal edilmiştir. Nitekim İbn Reslan diyorki: "Kendisiyle selem akdi yapılan kimsenin yanında madum (yok) olan bir malın başkası yanında mevcut olduğu ve bunun için de o tür bir malın selem yoluy­la öatışmın caiz olacağında hilaf bulunmadığı söz konusudur."

İmam Ebû Hanife selem yoluyla satılan bir malın akid anından mevcud olması, yani kendisiyle selem akdi yapılan kişinin oturduğu belde ve yörede o tür malın mevcut olduğu ve olacağı şarttır diyerek diğerlerinin görüşüne katılmamıştır. Sevrî ve Evzaî de bu hususta imam Ebû Hanife'ye muvafakat etmişlerdir. Ancak cumhur bu görüşün hilafını benimsemiş ve bir mal, bir madde hakkında selem akdi yapıldıktan sonra o mal kesintiye uğrarsa, akid münfesih olmaz demişlerdir. İmam Şafiî'den yapılan bir rivayete göre, bu durumda akid fesh olur. İmam Ebû Hanife ile onun görüşünde olanlar şu hadi­sle istidlal etmişlerdir: "Peygamber (s.a.v.) zamanında bir adam diğerine peşin bedel verip vadeli hurma satın alarak selem işleminde bulundu. Ne var ki o yıl hurma olarak o adam bir şey çıkarmamış oldu. O yüzden davalaştılar ve durumu Hz. Peygamber'e (s.a.v,) ar-zettiler. Resulüllah (s.a.v.) hurma verecek zata: "Şu adamın malını ne sebehle kendine helal kılıyorsun? Aldığın bedeli (parayı- ona) geri ver!" buyurdu ve sonra ilave etti: "Hurmanın olgunlaşmadıkça vadeli satışını yapmayın.."

Ebû Davud'un rivayet ettiği bu hadis sahih kabul edilerek istid­lale salih görülmüştür. Hurma hakkındaki bu nassa diğer maddeler kıyas edilir.

997 nolu İbn Ömer hadisinin isnadında meçhul bir adam vardır. Çünkü Ebu Davud bu hadisi Muhamnıed'den, o da Süfyan'dan, o da Kesir b. îshak'dan, o da Necranh bir adamdan, o da İbn Ömer'den ri­vayet etmiştir ki, Necranh adamın kim olduğu bilinmemektedir. İsnadında meçhul bir ravi bulunan bir hadisle ihticac edilmez.

Böylece selem işlemiyle vadeli olarak verilecek malın halen mevcut olmasının anlamı, kendisiyle selem yapılan kişinin bulun­duğu belde ve yörede o tür bir yiyecek maddesinin mevcut olması veya yetiştirilmekte olduğu demektir.

Sora vadesi dolup mal teslim alınmadan onu başka bir kimseye satmak caiz değildir. Selem akdinden başka bir cihete çevrilemez. Nitekim İmam Ebu Hanife İmam Malik ve el-Hadî de aynı görüştedirler. İmam Şafiî ile İmam Züfer'e göre, başka bir cihete sarfı caizdir. Çünkü bu zimmette karar kılan bir ivazdır, tıpkı karzda olduğu gibi..

Fukahanın çoğuna göre, selem işleminde mal teslim edilin-ceye kadar bir şey rehin alınabilir. Nitekim Tabiîn'den Said b. Cübeyr bu konuda alınacak rehin mazmun riba olur ^demiştir. İbn Ömer, Evzâî ve el-Hasen'den de bu manada rivayet yapılmıştır. İmam Ahmed'den yapılan iki rivayetten biri de buna delalet etmektedir. Diğer ilim adamları ve müctehidler ise buna ruhsat vermişlerdir. Bu ikincilerin dayanağı ise, Hz. Aişe'nin (r.a.) yaptığı şu rivayettir: "Doğrusu Pey­gamber (s.a.v.) Efendimiz bir Yahudiden bir miktar yiyecek maddesi­ni vadeli olarak satın aldı ve buna karşılık demirden bir zırh rehin ol­arak ona bıraktı.."

Buharı bu konuda bir başlık koyarak "Babü'r-Rehni Fi's-Selem" demiş ve bu hadise yer vermiştir. [297]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Mevcut olmayan bir malın satışım yapmak caiz değilse de se­lem işlemi bu konuda bir istisna teşkil eder.

2- Selem, para peşin mal vadeli olmak üzere ihtiyaçtan kaynak­lanan bir satış muamelesidir. Dört mezhebe göre de caizdir,

3-  Selem işleminin caiz olabilmesi için imamların ictihadları bölümünde açıkladığımız üzere birtakım şartların gerçekleşmesi söz :onusudur.

4- Hadiste ise, daha çok şu şartlara yer verilmiştir: teslim edile-;ek malın belli Ölçü ve belli tartıda olması ve ona göre belirlenmesi, lynı zamanda vade süresinin belirlenip açıklanması..

5- Teslim edilecek malın, kendisiyle selem akdi yapılan kişinin yanında, evinde ve bulunduğu yerde mevcut olup olmadığını sorup öğrenmek şart değildir. Fukahadan bir kısmına göre, o malın belirti­len noktalarda mevcut olması, yani üretilip pazarlanması gerekir. Aksi halde selem işlemi caiz olmaz.

6-  Teslim edilecek malın, teslim alınmadan başka bir cihete sarfı caiz değildir. Müctehidlerden bir kısmına göre caizdir.

7-  Selem  işleminde rehin olarak bir  şey  almak  caizdir. Müctehidlerin bir kısmına göre caiz değildir.

8- Selem işleminde gabn-i fahiş1 ten, mal sahibini ihtiyaç içinde bulunduğundan bilistifade sömürmekten kaçınmak hem takvanın, hem de ticari ahlakın gereğidir.

9-  Selem işleminin sağlıklı ve insaflı biçimde yürütülebilmesi için, toplumun çok iyi eğitilmesi söz konusudur. Zira îslam bu gibi işlemlere cevaz verirken önce iyice eğitilmiş bir müslüman cemaati­nin oluşmasına dikkat eder. [298]

 

Karz (Faizsiz Borç Para Vermek)

 

Karz: Sözlük olarak kesmek, mükafatlandırmak, şiir söylemek ve bir de kalp krizi geçirmek gibi manalara gelir. Ayrıca sağa-sola saparak yürümek anlamına da delalet eder.

İslamî terim olarak, daha çok faizsiz ödünç vermek manasında yaygındır.

İslâm, ticari hayata gereken öemi ve ağırlığı verirken bunu hiçbir zaman hayatın gayesi olarak ortaya koymaz, gerçek gaye ve amaca erişmenin bir aracı olarak belirler. Bunun için de parayı, ser­veti hedef olarak göstermez, dünyada hür ve müstakil yaşamayı, ahirette ebediyen mutlu olup kalmayı hedef olarak gösterir ve parayı bu iki mutluluğun elde edilmesi doğrultusunda kazanılmasını ve bu uğurda harcanmasını Ön görür. Bu yüksek gayeyi . ıhrip eden faizi, fahiş fiatla satışı, İhtikarı ve benzeri gayr-i meşru kazançları yasak­layıp haram kılmış; faizsiz ödünç vermeyi insan olmaıım, müslüman kabul edilmenin, din kardeşliğini pekiştirmenin, güvenli ve huzurlu bir İslâm cemaati oluşturmanın gereklerinden biri saymıştır.

Zira İslam'a göre, kapitalist sistemde parayı ve servet sahibi ol­mayı kendilerine tek hedef seçenlerin bu hedefe ulaşabilmek için her şeyi mubah sayacaklarında şüphe yoktur. Nitekim günümüze kadar çeşitli ülkelerde kabul edilen ve işler durumda olan sistemin fertleri nasıl saptırdığını ve kutsal değerleri, mevcut mevzuatı çiğneyip geçmekte bir sakınca görmedikleri görülmekte ve bilinmektedir. O bakımdan da sözü edilen ülkelerde toplum yapısında güven sarsılmış, kimsenin kimseye itimad etmediği bir ortam doğmuştur.

İşte parayı sadece bir mübadele aracı kabul edip onu meşru yol­dan kazanmayı ve yine meşru ölçüler içinde asıl gayeye yönelik ola­rak harcamayı emreden İslâm, bunun için karz sistemini ortaya koy­muş ve bunun dünyada da. ahirette de sağlayacağı saadeti en çarpıcı sözlerle belirlemiştir. [299]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.)Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bir müslüman diğer bir lüslümana iki defa karzda bulunur (faizsiz ödünç para verirse), bir defa (ona) sadaka vermiş gibi olur.'[300]

Enes (r.a.)' den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a,v.) Efen-imiz şöyle buyurmuştur: "Sadaka on misliyle, karz (faizsiz dünç) ise onsekiz misliyle (karşılık gören bir iyilik) dir." [301]

Ebû Hüreyre (r.a.)' den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim din kardeşinden dünya gam e gussesinden bir gusseyi (sıkıntı ve üzüntüyü) kaldırıp [iderirse, Cenab-1 Hak da onun ahiret gam ve gusselerinden »ir gussesini kaldırıp giderir. Kim de sıkıntı da olana kolaylık ağlarsa, Allah da hem dünyada, hem de ahirette ona kolaylık [ağlar.. Kul din kardeşinin yardımında olduğu sürce Allah da «um yardımında olur." [302]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri

 

a) Hanefîlere göre: Emsali olan şeylerde karz caizdir, mesela ilçü ve tartıya giren, tanelerin büyüklüğü birbirine çok yakm olup sayı kapsamına giren yiyecek ve diğer şeyler bu cümledendir. Emsali olmayan ve taneleri arasında farklılık arzeden sayısal şeylerde karz caiz değildir. Mesela hayvanlar, elbiseler bu cümledendir.

Bu genel kuralın ışığı altında Hanefîler ne gibi maddelerde is­tikrazın caiz olup olmadığını misallendirmişlerdir. Meslâ, ekmeğin tartılarak istirkrazı, cevizin ölçülerek istikrazı, buzun tartılarak is­tikrazı, altın ve gümüşün tartılarak istikrazı caizdir. [303]

b) Şafîîlere göre: Birine karz olarak ödünç vermek, yani faiz­siz ödünç vermek mendüptur. Bunun ifade tarzı ise şöyledir: "Sana karz olarak verdim", "sana vadeli olarak ödünç verdim", "bunu mis­line karşılık al", "bedelini geri vermen üzere bunu sana temlik et­tim".. Karşı tarafında "Ben bu ödünç verdiğini kabul ettim" demesi şarttır. İkrazda bulunanın ehliyetli olması, hacr altında bulunma­ması şarttır.

İstikrazda bulunan kimsenin verilen karzı almasıyla ona malik olmuş olur.

İkrazda bulunan (mukriz) verdiği karz aynen duruyorsa, ona rücu' edebilir, geri alabilir. Sahih olan kavi de budur. [304]

c) Hanbelîlere göre: Diğer mezhepler de olduğu gibi, karz, ki­tap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur. Mukriz hakkında men-dup, mukteriz için mubahtır.                                                             ;

Karz ancak tasarrufu caiz olan şeylerde sahih olur. Çünkü buda mal üzerine yapılan bir akiddir. İcap ve kabul hususundaki hükmü beyi' (ahş-veriş) hükmü gibidir. Karzde muhayyerlik şartı söz konusu değildir. Zira mukriz istediği zaman verdiği ödünç şeyin mislini istey­ebilir. Mukteriz de imkan bulduğu zaman borcunu öder. Selem işlemi caiz olmayan şeylerde karz de caiz değildir. O bakımdan sadece satışı caiz olan şeyler ikraz edilebilir. Ancak ademoğlu ve mücevherat bu genellemenin dışında kalır. Çünkü bunlarda selem işlemi de caiz değildir.

Daha çok ölçek ve tartıya giren şeylerin karz edilmesi söz konu­sudur. Bir de taneleri arasında az fark bulunan sayısal şeylerde de caizdir. O bakımdan İmam Ebû Hanife ölçü, tartı ve belirtilen sayı kapsamına girmeyen şeylerde karz işlemi caiz değildir demiştir. [305]

d) Maükîlere göre: Selem işlemine uygun olan her şeyde karz da caiz ve sahihtir. Meselâ ölçü, tartı ve sayı kapsamına giren şeyler bu cümledendir. Çünkü bunlarda selem işlemi caizdir. Buğday, arpa ve benzeri tahıl ölçü kapsamına girdiğine ve selem işlemine uygun olduğuna göre, karz de caiz oluyor. Bunun gibi hayvanlarda ve ticaret mallarında da karz caizdir. Çünkü bunlarda selem işlemi de sahihtir.

Ancak mukrizin verdiği karzdan dolayı istikrazda bulunandan hediye kabul etmesi haramdır. Meğerki karz işleminden önce de ara­larında bu tür hediyeler verilip alınmış olsun, yani böyle bir adetin cari olduğu bilinsin, o takdirde haram değildir.

Bunun gibi mukriz verdiği karzda kendinden yana bir menfaat sağlayacak bir şart ileri sürmesi de haramdır. [306]

Diğer üç mezhep imamlarının da bu görüş ve tesbitlerde olduğunu anlatmaya gerek görmüyoruz. Yani onlara göre de menfaat celbeden her karz haramdır. [307]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1003 nolu îbn Mesûd hadisinin isnadında, hadis bilginlerinin tesbitine göre metruk sayılan Süleyman b. Beşir bulunuyor. Zehebî bu zat hakkında kısa bilgi vermiş ve Yakubel-Fesevî'nin onu zayıflar arasında saydığını belirttikten sonra bu zatın künyesinin İbn Yesir olabilceğine işarette bulunmuştur. [308]

Darekutnî ise, bu hadisin İbn Mes'ud üzerinde mevkuf olduğunu belirtmiştir. [309]

1004 nolu Enes hadisinin isnadında Halid b. Yezid b. Abdirrah-man eş-Şami bulunuyor ki, Nesâî bu zatın sika (güvenilir) olmadığına dikkat çekmiştir. îbn Main onun zayıf olduğunu, İmam Ahnıed onun kayda değer bir şey olmadığını, Darekutnî de onun zuafa arasında bulunduğunu belirtmiştir. [310]

935 nolu Ebû Hüreyre hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. [311]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Emsali olan şeylerde karz caizdir.

2- Karz, faizsiz ödünç vermektir.                                         

3- Menfaat celbeden bir ikraz haramdır. O bakımdan daha önce bir hediyeleşme adeti söz konusu değilse, mukirizin müstakrizden he­diye alması haram sayılmıştır.

4- Karz, yani faizsiz ödünç vermenin sevap ve fazileti sadakanın fevkindedir, Zİra ancak muhtaç durumda olan bir müslüman din kardeşinden ödünç para veya mal ister.

5- Karzm meşruiyeti kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuşturl

6- Karz işlemi icap ve kabul ile gerçekleşir.                         

7- Selem işlemi caiz olan her şeyde karz işlemi de sahih ve caiz­dir.

8- Karz işleminde muhayyerlik şartı olmaz. Zira mukriz istediği zaman verdiğini mislini isteyebilir, müstakriz de imkan bulduğu za­man borcunu öder.

9- Hayvanlarda karz işlemi caiz değildir. Diğer bazı imamlara göre o da caizdir.

10- Karz, daha çok ölçü, tartı ve sayı kapsamına giden şeylerde sahih olur.

11- Sayı kapsamına giren şeylerde tanelerin büyüklük, küçüklük bakımından birbirine yakın olması söz konusudur.  O bakımdan ceviz karz olarak verilirken sayı ile değil ölçek ile verilir. [312]

 

Hayvan İstikazında Bulunmak

 

Hayvan istikrazında bulunmanın caiz olup olmadığında fukaha ikiyi ayrılmıştır. Bir kısmına göre, hayvanda tam misil bulup ödemek pok zor olduğundan böyle bir istikraz taraflardan birinin zararına Dİabilir. O balamdan caiz değildir. Böyle diyenler daha çok rey taraf-darı olanlardır. Tam mislini bulup vermek çoğu zaman mümkün ol­masa bile diğer eşyanın çoğunda olduğu gibi yaklaşık misli bulunabi­lir ve o yüzden hayvan istikrazı caizdir diyenler daha çor rivayetlerle istidlal edenlerdir. [313]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre den yapılan rivayete göre ,adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir sinn (üç yaşında bir deve) istikrazında bulundu (ödünç aldı) ve aldığı sinnden daha hayırlı bir sinn (mukrize) verdi ve şöyle buyurdu: "Sizin en hayırlılarınız ödemeyi en güzel yerine getirenlerinizdir." [314]

Ebu Rafı' (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bir tane erkek deve ödünç aldı. Sonra sadaka (zekat) dan develer ona getirildi ve.ödünç aldığı devenin yerine bir erkek deve vermemi bana emretti. Bunun üzerine ben: "Gelen develer arasında ancak (ödünç aldığınızdan) hayırlı yedi yaşına basmış erkek deve bulunuy­or" dedim. Efendimiz bana: "Onu o adama ver. Çünkü insan­ların hayırlısı ödemede en güzel sakilde davranıp verendir" buyurdu. [315]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber  verdi:

"Bir bedevi Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ve Pey­gamber (s.a.v.) de olan borcunu almak istedi. Bunu üzerine Peygamber (s.a.v.) Havle bint Kays'e haber göndererek ona şöyle dedi: "Eğer yanında hurma bulunyorsa, bize hurma ge-Hnceye kadar bir miktar ödünç ver"..  [316]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1013 nolu Ebû Hüreyre hadisini Tirmizi sahihlemiştir. O bakımdan istidlale salih görülmüş ve müctehidlerin bir kısmı bu ha­disle istidlal etmiştir. Buharı ve Müslim'de ise hadis şu lafızla nakle­dilmiştir:

"Bir adamın Resulüllah'ta (s.a.v.) alacağı bir hakkı bulunu­yordu. Adam alacağını isterken biraz kaba davrandı. Derken as-hab-ı kiram ona (hışımla) yönelmek istedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) "ona dokunmayın, kendi haline bırakın; çünkü hak sa­hibinin söz hakkı vardır" buyurdu, sonra ilave etti: "Bir sinn (üç yaşındaki deve satın alıp ona verin." Asha- b-ı Kiram: "Biz onun sana ödünç verdiği sinnden daha hayırlısını bulmuş oluyoruz (yanımızdaki deve onunkinden daha çok iyidir).." Efendimiz onlara: !>nu satın alıp alacaklıya verin, çünkü sizin en hayırlınız, demede en güzel davrananızdır»" buyurdu.

Bu bapta Nesâî ve Bezzar'm Irbad b. Sariye'den rivayet ettiği ir hadis bulunuyor: "Irbad diyor ki: Peygamber (s.a.v.) Efendimize İti yaşını doldurup yedi yaşma ayak basan bir erkek deve sattım ve onra gelip ödeme işini bitirmek istedim: Size ödünç sattığım devenin ledelini (parasını) ödeyin, dedim. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ben sana ancak bir necibe (yedekte bulundurulan çok güzel ve iyi teve) vereceğim" Sonra da beni çağırdı ve ödeyeceğini en güzel ekilde ödedi. Arkasından bir bedevi geldi ve Peygambere "size ödünç (attığım yedi yaşma ayak basmış erkek devemin bedelini ödeyiniz." ledi. Efendimiz ona da (göz dolduran bir erkek deve vererek borcunu kledi."

1014 nolu Ebu Rafı1 hadisi sahihtir ve istidlale salihtir. Ha-disin ıçık delaletinden, Resulüllah'm (s.a.v.) ödünç olarak aldığı deveyi kendisi için değil, m uslum ani arın hizmetinde kullanılmak üzere ^eytülmale aldığı anlaşılıyor. Zira o deveye bedel olarak zekat devele­rinden biri verilmiş bulunuyor. Zekat ise Peygamber'e (s.a.v.) yasak kılınmıştır, imam Şafiî de hadisi böyle yorumlamıştır.

Bu hadislerin hepsi de hayvanın istikrazının caiz olduğuna de­lalet etmektedir. Nitekim cumhur da buna cevaz vermiştir. Küfe alimleri, daha çok rey tarafdarlan bunun caiz olmadığını kıyas yoluy­la istidlal ederek belirtmişlerdir. Onlara göre bu da bir çeşit alım-satım işlemidir. Peygamber (s.a.v.) ise hayvanı hayvan karşılğmda satmayı men'etmiştir. [317]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Davarlardan birini istikrazda bulunmak caizdir.

2- Karşılığını öderken daha iyisini -önceden böyle bir şart ileri sürülmemişse- vermekte bir sakınca yoktur.

3- Daha iyisinin veilmesi şartiyle yapılan bir istikraz caiz değildir.

4- Öderken iyi ve alicenap davranmak sünnettir. [318]

 

Rehin Verip Almak

 

Rehn: Sözlükte sübut ve devam manasına gelir. Bazısına gör e,hapsetmek anlamına da delalet eder. Fıkhı terim olarak, alman ödünç şeyden dolayı satıcıya güven vermek üzere malî kıymeti haiz bir şeyi satıcının yanına, borcu ödeyinceye kadar bırakmaktır. Bu, bir bakıma bir teminattır..

Alım-satımm cari ve caiz olduğuna göre her şeyin rihni de caiz­dir.

Rehn, kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.

Rehn'in rükünleri üçtür: iki tarafı kapsayan akid (akdi ya­panlar), yani rahin (rehin bırakan) ile mürtehin (rehin bırakılan). Üzerine akid yapılan şey ve üçüncü olarak bu işlemde kullanılan ke­lime ve cümle..

islâm, ödünç, vadeli ahm-satımlarda alıcıya bîr kolaylık, satıcıyı da zarara uğramaktan korumak için rehin sistemini meşru kılmıştır. [319]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Resulüllah (s.a.v.) Efen­dimiz Medine'de bir Yahudiye zırhını rehin bırakmak sure­tiyle ondan ev halkı için (veresiye) arpa satın aldı." [320]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete gö/-e:"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir Yuhadiden veresiye olarak bir miktar yiyecek maddesi satın aldı ve ona demirden mamul zırhını rehin ola­rak bıraktı.." [321]

Diğer bir lafızlahadis şöyle rivayet edilmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz vefat edince, daha önce veresiye satın almış olduğu otuz sa' arpadan dolayı zırhı arpayı satan) yahudinin yanında rehin olarak bulunuyordu."

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Efendimiz şöyle buyuruyor: "Rehin olarak bulunduğu zaman (hayvanın) sırtına, ona harcanana karşılık binilir. Rehin olarak bulunduğu za­man (hayvanın) memesindeki süt de ona harcanana karşılık içilir. Rehin hayvana binen ve onun sütünü içen kimseye o hayvanın nafakası gerekir." [322]

Diğer bir lafızla hadis şöyle nakledilmiştir:

"Hayvan rehin olarak bulunduğu zaman, mürtehine ona, yem yedirmesi gerekir ve memesindeki süt de içilir, ancak onun sütünü içene o hayvanın nafakası gerekir." [323]

 

Hadislerin Işığı Altında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanelilere göre: Eyleşik durumda da, yolculuk halinde de rehin işlemi meşru' ve caizdir. Rehin olarak bırakılacak şeyin mal kapsamına girmesi ve ayırd edilmemiş muşa' durumunda olmaması, rahin tarafından işgal edilir halde bulunmaması, mülk anlamı ve hükmü taşımayan otlak ve benzeri umuma ait şeylerden olmaması, necis ve o hükmünde bir vasıf taşımaması şarttır.

Rehin akdinin gerçekleşmesi kabz ile olur. Böylece icab ve ka­bulden sonra rehin bırakılan rehin olarak verilen malı kabzederse, akid tamamlanmış qlur>t                                    -

Aynı zamanda rehin bırakanın rehin edeceği mal üzerinde ve­layetinin bulunması gerekir. Malı hacr altındaysa veya kendisi o malın velî veya vasisî bulunuyorsa veya o malı başkasından emaneten almışsa velayeti haiz olmadğmdan bunlardan hiçbirini rehin ola­rak veremez. [324]

b) Şafiîlere göre: Rehn ancak icap ve kabul ile sahih olur. Yapılan akidde mürtehine (kendisine rehin verilene) zarar verecek bir şart ileri sürülürse rehn hükümsüz kalır. Bunun gibi rehin bırakana zarar verecek bir şart da rehni hükümsüz kılan sebep- lerd-en biridir.

Rehnin ayn olması şarttır. O bakımdan başkasında ki alacağını rehin olarak vermesi sahih değildir. Muşa1 olan (birkaç ve iki kişi arasında ortak olarak bulunan) mal rehin olabilir; bu hususta ortağın veya ortakların iznini almaya gerek yoktur.

Rehin bırakılan, rehin bırakanın izniyle ve huzuruyla rehni sa­tabilir. [325]

Rehin bırakan, rehin bırakılanın yanına bıraktığı rehinden, aynına noksanlık vermeyen her türlü menfaati sağlayıp istifade edeb­ilir. Rehnin aynına zarar verecek tasarruflarda bulunabilmesi için mürtehinin iznini alması şarttır.

Kendisine rehin bırakılan rehin akdinde, rehinden istifade edeceğini şart koşarsa, rehin hükümsüz olur. Bazısına göre, şart hükümsüzdür, akid sahihtir. O bakımdan kendisine rehin bırakılan akidde ileri sürdüğü intifa ile ilgili şarta dayanarak rehinden istifade edemez. [326]

Eyleşik ve seferi halde rehin akdi caizdir. Ancak Mücahid, Dah-hak ve Zahiriyye'ye göre seferde caizdir.

c) Hanbelîlere göre: Rehin işlemi seferde caiz olduğu gibi eyleşik durumda da caizdir.

İbn Münzir diyor ki: "Bu görüşe Mücahid'den başka muhalefet eden bir kimse bilmiyoruz. Rehin ancak kabz ile sahih olur. Bu aynı zamanda Ebu Hanife ve Şafiî'nin görüş ve içtihadıdır. Hanbelî fuka-hasma göre, ölçü ve tartı giren cinsten ise bunların rehin işlemi an­cak kabz ile lüzum kazanır. Diğer şeylerde ise iki ayrı görüş vardır: Birine göre, ancak kabz ile gerekli olur; diğerine göre mücerred akid ile gerekli olur. Alım satımda olduğu gibi, akidin yapılmasıyla satış gerçekleşmiş sayılır. İmam Ahmed de bu görüştedir.

Böylece alım-satımı caiz olan her şeyde rehin işlemi sahihtir.

Ancak rehin işleminin kabz ile sahih olduğunu söyleyenlere yapılan rehin taşınır mal ise kabz edilmekle; taşınmaz mal ise, rehin bırakanın o malı mürtehine bırakıp ara yerden çekilmesi ve bir engel koymamasıyla gerçekleşir. [327]

c) Malikîlere göre: Bu mezhep imamlarına göre de alım-aı sahih olan her şeyin rehni de sahihtir. Aynı zamanda rahinin, rehin veren kimsenin mümeyyiz olması şarttır.

Bu mezhebin diğer mezheplerin çoğundan bu konuda ayrıldığı LSİardan biri şudur: Rehin sadece icap ve kabul ile gerçekleşir;

rehin bırakanın :"ben şu malımı sana rehin olarak verdim"; ken-Le rehin bırakılan da: "Ben de onu rehin olarak kabul ettim" de-yle  sahih olur, isterse rehin bırakılan o rehni kabzetmemiş ol-

Bu durumda artık rehin bırakınm rücu' hakkı söz konusudir. [328]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1016 nolu Enes hadisini aynı zamanda Tirmizî tahric ederek sa-emiştir. Hadis rehin işleminin meşruiyetine delalet etmektedir, ı zamanda rehnin yalnız yolculuk halinde değil, eyleşik durumda . de cevazını açıkça ortaya koymakta ve aksini idda edenlerin iş ve ictihadlarmm isabetli olmadığını göstermektedir.

Ayrıca bu hadis, aynı haram olmayan eşyada gayr-i müslimlere :i ahm-satımda bulunmanın, benzeri muameleleri yürütmenin ve İ harbe değil ehl-i zimmete rehin olarak silah bırakmanın ce-na delalet etmektedir. Aynı zamanda bir malı, bedeli ileride ımek üzere satın almanın meşru olduğu da bundan istidlal olunmaktadır.

1018 nolu Ebû Hüreyre hadisi sahihtir. Ancak bu hadis fa-lafizlarla rivayet edilmiştir. Birinci şekil bizim naklettiğimizdir. ıcisi, "er-rehnü merkubün ve mahlubun" şeklindedir. Yani rehn van ise binilir, süt veriyorsa sütü sağılıp istifade edilir. Bunu ekutni ile Hakim rivayet etmişlerdir. Ancak bu rivayetin A'meş'e ar uzanıp orada mevkuf olduğu söylenir. Tirmizi de aynı iştedir.

Böylece rehin bırakılan hayvandan kendisine rehin bırakılanın onu beslediği takdirde yararlanması caizdir. Hadis bu manaya delaletmektedir. Bazıları hadis mücmeldir; yani hayvana binme ve sütünü sağma hususunda rehin bırakan mı, rehin bırakılan mı yarar­lanır hususu net anlaşılmıyor demişlerse de kendisine rehin bırakılanın yararlanmasına delalet ettiği kesindir. Çünkü Hammad b. Seleme kendi Cami'inde bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir: "Bir koyunu rehin alan mürtehin, ona yedirip, onu beslediği nisbette sütünü içebilir. Sağılan süt, hayvana yedirdiği yemin bahasını aşarsa, aşan kısım riba olur."

îmam Ahmed, Ishak, Leys ve Hasan da bu hadisle istidlal edip mürtehinin, yedirdiği yem nisbetinde sütünden yararlanabileceğini belirtmişlerdir, imam Ebû Hanife, imam Şafiî ve İmam Malik ise, kendisine rehin bırakılanın kendisine verilen rehnin hiçbirşevinden yararlanamayacağını, bütün faydaların, yani hayvandan yararlan­maların rehin bırakana ait olduğunu, aynı zamanda hayvanın günlük yeminin de rehin bırakana ait bulunduğunu belirtmişlerdir. Hadisler ise bunların hilafına bir tecviz anlamı taşımaktadır. [329]

Bu bapta Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan bir rivayet de şöyledir:

"Rehn, onu rehin olarak bırakan sahibine karşı kilitlene-mez. O rehinden yararlanmak da gereken (masrafım yapıp onu) ödemek de sahibine düşer."

Rehnin kilitlenmesini şöyle yorumlamışlardır: "Cahiliye dev­rinde rehin bırakan belirlenen sürenin sonunda borcunu ödemezse, kendisine rehin bırakan onun bıraktığı rehne sahip olurdu ve böylece konu kapanırdı, islâmiyet gelince, bu adeti kaldırdı ve rehin sahibine karşılık kilitlenemez diyerek yeni bir hüküm koymuş oldu.

Hadis, rehin olarak bırakılan hayvandan ancak rehin bırakanın istifade edebileceğine ve hayvanın gerekli masraflarını da onun karşılamasının gereğine delalet etmektedir. Böylece bu hadis, İmam Ebû Hanife, İmam Şafiî ve İmam Malik'in içtihadının isabetine bir delil ve karine olmaktadır.

Bu hadisi hem imam Şafiî, hem de Darekutnî rivayet etmiştir. Hakim, Beyhakî ve İbn Hibban ise bunu sahilemişlerdir. [330]

lbn Mace bu hadisi başka bir tarikle rivayet etmiştir ki, Ebû Davud, Bezzar ve Darekutnî onu sahihi emişlerdir. îbn Kattan ise bu­nun İrsalini, Ebû Hüreyi'e'yi zikretmeksizin Said b. Müseyyeb'den yapmıştır.

Hafız lbn Hacer Telhis'de bununla ilgili Darekutnî ve Bey-hakî'de çeşitli tariklerle yapılan rivayetlerin hepsinin de zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Bulûğu'1-meram1 da ise, bu hadisin ricali­nin sikat olduğu belirtilmiş ve ancak Ebû Davud ile başkaları yanında mahfuz olanının ise irsal durumunda bulunduğunu ilave etmiştir. [331]

Şârih Sıddîk Hasan Han ise. hadiste geçen "ğunm" ve "ğurm" kelimelerini şöyle manalandırıp yorumlamıştır: "Ğurm, hayvandan elde edilen fazlalık (süt sağmak; binek olarak kullanmak) dır. Gurm lise, Onun helak olması ve nafakasıdır. [332]

îbn Hazm ise bu hadisi ayrı bir tarikten sevkederek şu lafızla nakletmiş tir:

"Rehin kilitlenemez. Rehn, onu rehin olarak bırakana aittir. Ondan elde edilecek fazlalık ve onun helak olması, aynı zamanda masrafı onu rehin bırakana aittir.

îbn Hazm bunun isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.

Bütün bu rivayetlere rağmen Ebû Hüreyre hadisinin vasıl, ir­sal, refı1 ve vakfı hakkında ihtilaf söz konusudur. O bakımdan Buharı ye diğer hadis kitaplarında nakledilen Enes ye Aişe hadislerine mua-i raza da etse, bununla değil diğerleriyle amel etmenin daha isabetli olacağı sonucuna varılmıştır. [333]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Rehn işlemi kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.

2- Alım-satımı caiz ve sahih olan şeylerin rehin işlemi görmesi de caizdir.

3- Rehin işlemi hem yolculuk halinde, hem de eyleşik durumlar­da caiz ve sahihtir.

4- Rehin edilecek şeyin umuma ait otlak, ve benzeri cinsten ol­maması gerekir.

5- Rehin işlemi, icap, kabul ve kabz ile gerçekleşir, (Bu üç me­zhebe göredir.) İmam Malik'e göre, mücerred icap ve kabul ile gerçekleşir.

6- Rehin bırakanın rehin olarak bırakacğı mal üzerinde velayet­inin bulunması şarttır. O bakımdan emanet bir mal rehin olarak bırakılamaz. Çünkü kişinin onun üzerinde velayeti söz konusu değildir.

7- Rehin akdinde bir şart ileri sürmek, rehne zarar verecek bir şart koşmak rehin akdini hükümsüz bırakan sebeplerdendir.

8- Rehnin ayn olması şarttır. O bakımdan başkası nezdindeki alacağını rehn bırakması caiz değildir.

9- Mal-i muşa1 (birkaç kişi arasında ortak olan mal) rehin ola­rak bırakılabilir. Bu îmam Şafiî'ye göredir. îmam Ebû Hanife'ye göre bırakmaz.

10- Kendisine rehin bırakılan, rehin bırakanın izniyle ve huzu­ruyla rehni satabilir.

11- Kendisine rehin bırakılanın rehinden istifade etmesi caiz değildir. Bu, üç îmama göredir. İmam Ahmed'e göre yapacağı masraf karşlIğmda ondan yararlanabilir..

12- Rehin bırakan, aynına zarar veremeyecek şekilde rehinden istifade edebilir.

13- Böylece rehin masraf isteyen bir hayvan ise, onun yi-yeceği ve sair masrafı rehin bırakana aittir.

14- Rehn ölçü ve tartı kapsamına giren bir madde ise, kabz edil­mesiyle işlemi gerçekleşir. Bunun dışında taşınmaz bir mal ise, rehin bırakanın   onu  rehin  bırakılana  bırakıp   aradan  çekilmesiyle gerçekleşeceği söz konusudur.

15- Rehin bırakanın mümeyyiz olması, aklî dengesinin yerinde bulunması ve hacr altında olması gerekir.

16- Kendisine rehin bırakılan rehni kabzettikten sonra artık re­hin bırakanın rücu hakkı yoktur. Meğer ki borcunu ödeyip rehni geri almış olsun..

17- Müctehidlerin bir kısmına göre, rehin bırakılan rehinden ona yaptığı masraf nisbetinde yararlanabilir. Süt veren hayvansa o nisbette   sütünden,   yük   taşıyan   hayvansa   o   nisbette   yük taşımasından istifade etmesinde bir sakınca yoktur.

18-Böylece ictihad içtihadı nakz edemeyeceğine göre, birbirine muhalif iki ictihaddan herhangi biriyle amel etmekte bir sakınca yok­tur. O bakımdan bırakılan rehinden rehin bırakan istifade edebi­leceği gibi, rehin bırakan da ona yedirdiği yem ve bakımı için sarf ettiği meblağ nisbetinde yararlanabilir. [334]             

 

Şirket ve Mudarabe

 

Şirket: Sözlükte birkaç şeyin bîraraya getirilip birbirine arıştırıhnası veya o şeylerin birbirine karışıp bir şey haline gelmesi smektir.

Fıkhı terim olarak, iki veya daha fazla kişi arasında ihtiyarî ol-rak biraraya gelip bir mal veya sermayede ortak olmaları durumudur.

Şirketin gerek aile, gerekse toplum ve ülke yararına birçok İümlu yanları vardır. Güçlerin birleşmesi imkanların artmasına ve aha verimli ve kalıcı iş alanlarının kurulmasına sebep olur. O akımdan İslâm Dini, ferdî imkanı dar çerçeve içinde tutup kısır bir ^ılışma yapmaktansa ortak çalışmayı teşvik etmiş ve bunun için bir­ikim manevi mükafatların da vaade dildi ğini belirtmiştir. Ancak or-aklık yapacak kişilerin inanmış, doğru ve ticari ahlaka sahip olma-arı her zaman söz konusudur. Şahsî çıkarını ön plânda tutan veya tıanet içinde bulunan kişilerle şirket kurmak doğru değildir ve yleleriyle kurulan şirklerin sonu ya iflas ya da kısa vadelidir

Böylece şirket (ortaklık) kitap, sünnet ve icma' ıie sabit Imuştur. O bakımdan şartlarına riayet edilerek kurulan bir şirketin ıçüncü.. ortağı Cenab-ı Hak'tır. [335]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllak (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Cenâb- Hak buyuruyor: Biri diğerine hıyanette bulunmadığı sürece ben iki ortağın ıçüncüsüyüm. Biri diğerine hıyanette bulunduğu takdirde ben aralarından çıkarım.." [336]

Saib b. Ebî Saib (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Pey­gamber (s.a.v.)Efendimize şöyle demiştir:"Cahiliyet devrinde sen benim ortağım olarak bulunuyordun. Ve sen ortağın hayırlısı idin; benimle ihtilafa düşmez, çekişmez, muaraza edişmezdin." [337]

îbn Mace ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir: "Sen benim ortağım idin. Ne güzel ortaktın sen; ne  be­nimle ihtilafa düşer, ne de muaraza edişirdin.." [338]

Ebu Minhal'dan yapılan rivayete göre, Zeyd b. Erkam ile Bera' b. Azib (r.a.) ortak bulunuyorlardı. Bir miktar gümüşü, yarı peşin, yarısı da veresiye aldılar. Onların bu alım-satımı Resulüllah'a fs.a.u.J ulaşınca onlara şöyle emretti: "Nakid (peşin) aldığınızı geçerli kılın; veresiye aldığınızı geriye verin.." [339]

Ubeyde b. Abdillah (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:                                      

"Ben, Ammar ve Sa'd Bedir gününde bize ihanet isabet edecek (ganimet, köle ve cariye) de ortak olduk. Sonra Sa'd iki esirle geldi; ben ve Ammar ise bir şeyle gelmedik." [340]

Bu rivayet, bedenlerde şirket kurmak, ortak olmanın cevazına hüccet sayılmıştır.

Rüveyfi1 b. Sabit (r.a.) anlatıyor:

"Bizden birimiz Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında kardeşinin arık devesini, elde edeceğini ganimetin yarısını ona vermek üzere alırdı..." [341]

Hakim b. lîizam (r.a.) dan yapılan rivayete göre. adı geçen bi­rine kar ortaklağmda bulunmak üzere ödünç mal verip alım-satımda bulunmasını söylerken Islak ciğer taşıyan (canlı hay­van) da kullanmamasını, denizde taşınmamasını, sel yatağında konaklamamasını şart koşar ve aksi halde bunlar­dan birini yaptığın takdirde malım (dan zayi' olan kısma) zam in olursun (yani o malı tazmin edersin) derdi." [342]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Müdarebe: Kâr ortaklığı anlamına gelir. Şöyle ki: Bir taraftan mal ve sermaye, diğer taraftan o malı ve ser­mayeyi ticari amaçla çalıştırma söz konusudur. Şüphesiz kendisine sermaye verilen mudarip emindir. Çünkü bir mübadele söz konusu olmaksızın kendisine kâr ortaklığı doğrultusunda mal vesermaye ve­rilmiş oluyor. Onun malda tasarruf etmesi bir bakıma vekil olduğu içindir. Kâr sağladığı takdirde o ortaktır. Sermaye, yani mal sahibi­nin şartına uymayıp muhalefet ederse, o takdirde gasip kabul edilir. Karın tamamı ona bırakıldığı takdirde, o bu durumda istikrazda bu­lunan müstakrizdir. Kârın tamamı mal ve sermaye sahibine verilmek üzere anlaşma yapılırsa, bu durumda o teberruda bulunan bir vekildir. Müdarebe akdi bir sebeple bozulursa, bu durumda müdarib ücretli sayılır ve kendisine ecr-i misi verilir.

Mal ve sermayenin kasıt, ihmal ve kötü niyet olmaksızın helak olması halinde ise, mudarib buna zamin olmaz, yani o mal ondan taz­min edilmez.

Müdarebe ancak ortaklığın sahih olduğu mal ile gerçekleşebilir.

Aynı zamanda sağlanan kârın mal sehibi ile onu kullanan mu­darip arasında belirlenen nisbete dayalı olması şarttır. Aksi halde or­taklık caiz olmaz, yani müdarebe geçersiz sayılır, Taraflardan birine' kârdan yüzde üzerinden değil de belirli bir rakam verilmesi şart koşulması halinde, bu faize kapı açtığından caiz değildir.

Mudarib elindeki mal ve sermayeyi, o mal ve sermaye sahi­binin iznini almaksızın bir diğer mudaribe kâr ortaklığı anlaşmasıyla verebilir. [343]

b) Şafiîlere göre: Belirtilen kâr ortaklığına "müdarebe" denil­diği gibi "kırad" da denilir. Bunun sıhhatinin birtakım şartları vardır: Malın (sermayenin) dirhem veya dinar olması (nakid olarak ortaya konması), belli belirli bulunması, mudaribe teslim edilmesi, verilen malın ticarette kullanılması ve bu hususta belli bir konuyla sınırlanmamış olması, belli şahıslarla alım-satımda bulunma şartı konmaması, kâr ortaklığı için belli bir süre belirlenmemesi, kâr or­taklığının belirlenmesi ve kar nisbetinin taraflara ne nisbette yansımasının önceden belirlenmesi..

Taraflardan her birinin müdabereyi fesh etme yetkisi vardır. [344]

Böylece iki mezhebin görüş ve içtihadı arasında bazı farklar bu­lunuyor. Ama ana temada birleşiyorlar.

c) Hanbelîlere göre: Müdabere mutlak olarak sahih olduğu gibi birtakım kayıtlarla da sahihtir. Yani mal sahibi sözü edilen kâr ortaklığının belli bir beldede, belli şahıslarla yaphmasını ve belirli malların alınıp satılmasını şart koşabileceği gibi, mudaribi bu husus­larda serbest de bırakabilir. [345]

d) Malikîlere göre: Malikîler bu konuda daha çok Şafıîlerin görüşüyle birleşmektedirler. Yani onlara göre de, müdabere mutlak olmalı, belli şehir, belli şahıs ve belli mal ile kayıtlanın amalidir. Aynı zamanda bu mezhebe göre, mudarib ticari amaçla seferde bulunduğu sürece nafakasını müdarebe malından karşılayabilir. Yeter ki, eldeki laal bu masrafı karşılar nisbette olsun. Diğer mezheplere göre, ancak nal sahibinin izniyle nafakasını mevcut sermayeden karşılayabilir. [346]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

958 nolu Ebû Hüreyre hadisini Hakim sahihlerken İbn Kattan, ravi Sa'd b. Hibban'm meçhul olduğunu dikkate alarak muallel olduğunu belirtmiştir. Oysa İbn Hibban sözü edilen zatı sika ; güveniliri er) arasında zikretmiştir. Ebû Dâvud ile el-Münzirî bu hu­susta susup bir tesbit ortaya koymamışlardır.

Bu konuda aynı anlamda bir diğer hadisi Ebû Kasım el-Asbahanî Terğib ve Terhîb'de tahric etmiştir.

Böylece rivayeti kuvvetlendiren şahit bulunuyor ve o bakımdan müctehidlerin çoğu bu hadisle istidlal etmişlerdir. Daha çok ortaklık konusunun yalan, hile ve aldatmadan, hıyanet ve zarara sokmaktan uzak kalmasına yönelik bir anlam taşımakta ve 1029 nolu Saib hadi­sini Hakim sahihlemiştir.

. Saib'in bu rivayeti birçok tarikten naklen rivayet edilmiş ve biri diğerini kuvvetlendirir anlamda belirlenmiştir, Ebû Nuaym el-Ma'rife'de, Taberânî el-Kebîr'de Kays b. Saib tarikiyle tahric etmişlerdir. Ayrıca Abdullah b. Saib'den bu anlamda rivayet yapıldığını görüyoruz. Ancak Ebû Hatim el-Ilel'de sözü edilen Abdul­lah'ın kavî olmadığına dikkat çekmiştir.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'le ortaklık yapanın Abdullah mı, yoksa Saib mi olduğu da ihtilaf konusudur. Sonra da Saib'in İslâmiyet'i kabul etmesi ve Peygamber'in sohbetinde bulunması hu­susunda da farklı tesbit ve yorumlar bulunuyor. İbn Abdilberr'e göre, Saib müeellefetü'l-kulûbdandır. İslâm'a girmiş ve Muaviye dönemine kadar yaşamıştır. îbn Hişam ise, îbn Abbas'tan naklen rivayet ede­rek, bu zatın Peygamber (s.a.v.) Efendimizle birlikte hicret ettiğini ve Ci'râne gününde Huneyn ganimetinden ona da bir pay verdiğini kaydetmiştir. îbn İshak'a göre, bu zat Bedir savaşında kafir olduğu halde öldürülmüştür.

Bütün bu ve benzeri ihtilafları dikkate alan müctehidler bu ri­vayetle pek istidlal etmemişlerdir. Ancak mana yönünden doğrudur ve Hz. Peygamber'in İslâm'dan önce de çok güvenilir ve doğru bir kişi olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda ortaklık konusunda çok yumuşak, anlayışla ahlaklı ve hoşgörülü davranmanın sünnet olduğuna delalet etmekte ve müminlere gözel bir misal vermektedir.

1031 nolu Ebû Minhal hadisi sahihtir. Gümüşü gümüşle elden ele, misli misline alıp satmanın cevazına, veresi işlem yapmanın caiz olmadığına delalet etmektedir. Nitekim "riba'n-nesîe" bahsinde bu husus açıklanmış bulunuyor.

Aynı zamanda bu hadis, nakit üzere ortaklık yapmanın caiz olduğuna delalet etmektedir. Cumhur temellük kapsamına giren her şeyde ortaklık caizdir diyerek bu konuyu sadece dirhem ve dinara bağlı kılmamıştır.

1032 nolu Ebû Ubeyde hadisi münkati'dir. Çünkü bunu Ebû Ubeyde'nin kendi babası Abdullah b. Mes'û'ddan duymadığı söz ko­nusudur. O bakımdan müctehidlerin çoğu bu hadisle istidlal etme­miştir. [347]

1033 nolu Rüveyfı1 hadisine gelince, bunun isnadından Ebû Da-vud Şeyban b. Umeyye el-Katbanı bulunuyor ki bu zat meçhuldür. Geriye kalan diğer ricali ise sikadır. Ayrıca Nesâî bunu ayrı bir tarik­ten tahric edip ravilerinin hepsinin sika olduğunu belirtmiştir. Böylece müctehidlerin bir kısmı bu hadisle istidlal etmiş bulunuyor. İmam Şafiî ise, bu hadisle istidlal etmemiş ve Bedir ganimetinin tam­amının Resulüllah'a (s.a.v.) ait olduğunu delil göstermiştir.   

Sonra da Resulüllah'm bu tür bir ortaklığı tasvip ve takrir ettiği bilinmemektedir. Ayrıca sahabenin icma'ı söz konusudur ki, böyle bir icma'm vukuunu isbat eden olmamıştır.

1034 nolu Hakim hadisini aynı zamanda Beyhakî tahric etmiş ve Hafız îbn Hacer isnadının kavî olduğunu belirtmiştir.

Böylece müdarebenin caiz ve meşru olduğu ortaya çıkıyor. Nite­kim ashabdan Ali (r.a.) den Abdürrezzak'm yaptığı rivayete göre, müdarebede mal bir vediadır; sağlanacak kâr da, tarafların öncede anlaştıkları üzeredir. Ayrıca İmam Şafiî'nin ibn Mes'ûd'dan yaptığı rivayete göre, İbn Mes'ud (r.a.) Zeyd b. Celide bir miktar mal mükaraza olarak vermiştir. Mükarazadan maksat, kâr ortaklığıdır. Aynı zamanda Hz. Ömer'in (r.a.) bir yetimin malını müdarabe olarak verdiği, yani kâr ortalığı yapılmak üzere bir adama verdiği rivayetler arasında bulunuyor.

Buna benzer bir çok rivayetler bulunuyor ki, hepsi de as-habın. üdarebe yoluyla işlemde bulunduğunu göstermektedir.

İbn Mace işe Süheyb'den (r.a.) şu hadisi tahric etmiştir:

"Üç şeyde bereket vardır: Vadeli satışta, kâr ortaklığında p bir de satış için değil evde kullanılmak üzere buğdayı ar­aya karıştırmakta.."

Ancak bunun isnadında Nasr b. Kasım bulunuyor ki bu zat meçhuldür. [348] Zehebi de bu zatın pek bilinmediğini belirterek sa-ece tabiînin küçüklerinden biri olduğunu kaydetmiştir. [349]

Hadis, mal sahibinin ileride tehlike doğuracak şeyleri dik-kate Larak birtakım şartlar ileri sürmesinin caiz ve sahih olduğuna dela-ît etmektedir. [350]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Müdarebe, diğer bir anlatımla kırad caizdir. Meşruiyeti jünnet ve ashabın icma'ıyla sabit olmuştur.

2- Kâr nisbeti yüzde üzerinden önceden tesbit edilir.

3- Taraflardan biri "ben şu kadar net kar isterim" diye bir şart leri süremez. Zira böyle bir şart, konuyu kâr ortaklığından çıkartıp âiz durumuna geçirir ki bu da haram kılınmıştır.

4- Mal ve sermaye sahibi sağlanacak kârın tamamım mudaribe )irakabilir;

5- Mudarib de elde edeceği kârın tamamım mal sahibine kendi ızasıyla verebilir.

6- Müdarebe  işleminde  elde  edilecek kârın yarı  yarıya bölüşülmesi şart değildir.

7- Mal, sermaye müdaribin elinde, bir kasıt olmaksızın helak Dİursa, bu ondan tazmin edilmez. Çünkü mudarib emindir ve aynı za­manda vekildir.

8- Kasıt, ihmal, su-iisti'mal olduğu tebeyyün ederse, tazmin edi­lir.

9- Müdarib elindeki sermayeyi bir diğer müdarib bulup kulla­nabilir. Burada asıl mal sahibinin iznini alması şart değildir. (Bu daha çok imam Ebû Hanife'nin içtihadıdır.)

10- Mal ve sermayenin nakid olması gerekir.

11- Malın mudaribe teslim edilmesi şarttır.

12- Malın ticari amaçla kullanılması,

13- Belli bir mal ve konuyla sınırlandırılmış olması da şarttır. (Bu daha çok îmam Şafiî'nin ve îmam Malik'in içtihadıdır.)

14- Müdarebede yer şahıs, mal teyininde bulunup şart koşmak îmam Ahmed'e göre caizdir. Mal sahibi mudaribi tamamen serbest de bırakabilir.

15- Müdaribin seferde bulunduğu sürece nafakasının mevcut maldan karşılanması caizdir, yeter ki mal sahibi buna izin vermiş ol­sun.

16- Cumhura göre ve müctehidlern çoğuna göre, ticari anlamda temellük kapsamına giren her malda müdarebe caiz ve sahihtir.

17- Taraflardan biri istediği zaman müdarebeyi fesh edebilir.

18- Herhangi bir sebeple müdarebe akdi bozulursa, mudaribe ecr-i misl verilir. [351]

 

Kafirlerin Hediyelerini Kabul Etmek ve Onlara Hediye Vermek

 

İslâm, devletler arasındaki münasebete geniş yer vermiş ve bu-un için bir takım kurallar koymuştur. Müslüman ülkenin yabancı tültür istilasına uğramaması ve kendi kültürüyle örnek bir ümmet ie millet olarak ayakta dimdik durabilmesi için bütün önlemleri ılmış ve bu düzeyde ciddi, yönlendirici, şahsiyetini koruyucu bir iğitim sistemi ortaya koymuştur.

O bakımdan gayr-i müslim ülke liderlerinden ve İsâm ilkeleriyle ticari münasebette bulunan kurum ve şirketlerden gönderilen hediyeleri kabul etmekte ve onlara hediye göndermekte air salanca olmadığı anlaşılıyor. Bu aynı zamanda islâm ülkesinde yaşamakta olan zimmî (gayr-i müslim vatandaş) lar hakkında da geçerli bir sünnettir. Kötüye kullanılmadığı, gayr-i meşru sebepler taşımadığı sürece reddedilmez. [352]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Bz. Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi ver­miştir:

"Kisra (İran-Acem krah) Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e hediye gönderdi, Efendimiz onun hediyesini kabul buyurdu. Kayser (Rum-Bizans krah)ona hediye gönderdi onu da kabul buyurdu. Bunun gibi birçok kral ve hükümdarlar da ona he­diye gönderdiler ve o hepsinin hediyesini kabul buyurdu." [353]

Müezzin Bilal'dan (r.a.) rivayet edilin vîf hadîste, adı geçen şöyle demiştir:"

"Kalkıp yürüdüm, tâki ResûlülHâfTin (s.a.v.) yanma vardım. Orada çökertilmiş cjjşrt: $eve ^e ürerlerinde taşıdıkları yük bulunuyordu. KesûlüftahHâ'n (s.â\v.) izin iste­dim.. Bana şöyle buyurdu: "Müjde,.AUalv-s,enin b.oçlarını karşılayacak kadar (imkân) goiîdermlş felilünıiyor" ve sonra şöyle devam etti: "Şu çöken dört deveyi görmedin mi?" ? Ben de: "Evet gördüm" diye cevah verdim. "İşte onların boyunları (devenin kendileri) ve üzerlerinde bulunan şeyler sana olsun. Çünkü üzerlerinde giyecek ve yiyecek maddeleri bulunuyor ki onları Fedek emiri bana hediye göndermiş bulunuyor. Artık sen onları al ve borcunu öde diye emretti. Ben de öyle yaptım. [354]

Esma bint Ebî Bekir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:        

"Kureyş (müşriklerinin şirklerinde ısrar edip durduk­ları) bir zamanda annem bir şeyler arzulayârak bana geldi ki kendisi o sırada müşrikle olarak, bulunuyordu. Bunun üzerine anneme ilgi göstermem hususunda ResuIüllah (s.a.v.) Efendimiz'den sordum. O bana: “evet ilgi göster"diye buyurdu." [355]             

Buharı rivayeti şu fazlalığıyla nakletmiş bulunuyor: İbn Uyeyne dedi ki: "O sebeple Cenâb-ı Hak şu ayeti indirdi: "Allah ı uğrunda sizinle savaşmayanlara ve sizi yurdunuzdan varmayanlara iyilikte bulunmanızı, adaletle davranmanızı sn etmez. Şüphesiz ki Allah adaletle davranıp insaf gülerine bağlı kalanları sever." [356]

Âmir b. Âbdillah b. Zübeyr'den yapılan rivayete göre, adı geçen yle demiştir:

"Kuteyle bint Abdıluzza b. Sa'd müşrike bulunduğu sırada, (mü'mine olan) kızı Esma'ya, keler, çökelek ve yağ gibi ediyeler getirdi. Bunun üzerine Esma (r.a.) (bu hediyeleri) abul etmedi. Bu olaya vakıf olan Hz. Aişe (r.a.) durumu Pey-amber (s.a.v.) Efendimiz'den sordu. O sebepte "Allah din ğrunda sizinle savaşmayanlara ve sizi yurdunuzdan Lkannayanlara.." ayetini indirdi. Cenâb-ı Peygamber (s.a.v.) sma'ya o hediyeyi kabul etmesini ve annesini evine almasını mretti.." [357]

Iyaz b. Himar'dan yapılan rivayete göre, adı geçen, Peygamber  (s.a.v.) Efendimize bir hediye veya bir deve bağışladı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona: 'İslâmiyet'i kabul edip bu dine girdin mi?" diye sordu. O da: "Hayır.." deyince, Efendimiz şöyle buyurdu: "Doğrusu ben müşriklerin yaptıkları bağışı almaktan men'edilmiş bulunuyorum." [358]

 

Konuyla İlgili İctihad ve Görüşler

 

Hediye verip almak Resulüllah'm (s.a.v.) sünnetlerinden biridir. Fertleri birbirine ısındırmak, aralarında kardeşlik veya vatandaşlık bağlarım kuvvetlendirmek ve böylece ferdin toplumun bir parçası olduğunu zihinlere işlemekte hediyenin önemli yeri ve anlamı vardır.

Ancak hediye veren ve onu kabul eden de ilim adamları kıyas yoluyla birtakım şartların olmasını gerekli görmüşlerdir. Şöyle ki:

Hediye verende aranılan şartlar:

a) Hediye ettiği şeye malik bulunması,

b) Kısıtlama altına alınmamış olması,

c) Ergenlik çağına irmesi,

d) Muhtar bulunması, yani kendi ihtiyariyle hareket edecek ir­adeye sahip bulunması.                                                

Kendisine hediye verilen kimsede aranılan şartlar:

1- Hediyenin verildiği zaman mevcut bulunması, yani doğmuş olması, hayatta bulunması,

2- Hediye almak için hileli yollara baş vurmaması..

Hediye edilen şeyde aranılan şartlar:

1- Hakikaten o şeyin mevcut olması,

2- Alınıp satılacak cinsten olup kıymet taşıması ve ahm-satımı mubah olan nesnelerden sayılması,

3- Kabzedilmesi mümkün olan şeyden olması,

Meselâ denizdeki balık, havadaki kuş hibe edilemez; çünkü kab-zedilip ele geçirilme ve başkasına teslim edilme durumunda değildir.

4- Hibe edenin mülkünün kopmaz bir parçası olmaması, Meselâ evin bir odası hibe edilemez.

5- Müfrez olup muşa1 durumda olmaması.

Bu Hanefîlere göredir. İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed, û Sevr ve onlara bağlı olanlar bu şartı uygun görmemişlerdir. [359]

Malın tamamını teberru' etmek caiz midir?

Bu hususta ilim adamlarının farklı ictihad ve görüşları vardır:

a) Muhammed b. Hasan ve Hanefîlerden birtakım tahkik ehline re, hayır yollarına da olsa kişinin malının tamamını hibe, teberru' naesi sahih değildir.  Böyle yapmak isteyenin sefih olduğuna ıknıedilip tasarrufuna kısıtlama getirilir.

b)  Cumhura göre, bir insan isterse malının tamamını teberru ebilir. [360]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1042 nolu Ali hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar tahric etmiş | Tirmizî has enlemiş tir. Ancak bunun isnadında Nuyevr b. Ebî Fa-Ite bulunuyor ki, bu zat zayıftır. [361] Bununla beraber bu hadisi üvvetlendiren birtakım şahidler bulunuyor. O bakımdan üctehidlerin br kısmı bu rivayeti dikkate almışlar ve istidlalde bu-inmuşlardır.

1043 nolu Bilâl hadisi hakkında Ebû Davud ile el-Münzerî sus-p konuşmamışlarsa da yapılan ciddi tetkiklere göre, isnadındaki ri-ılin hepsinin sika olduğu anlaşılmıştır. O bakımdan istidlale ve ihti-ıce salih görülmüş ve dayanak olarak belirlenmiştir.

Aslında bu uzunca bir rivayettir ki Ebû Dâvud onu BAB EL-tf AM YAKBELÜ HEDAYA'L-MÜŞRÎKÎN bölümünde nakletmiştik

Bu bapta birçok rivayetler bulunuyor. Bazısı şöyledir:

Buhari ve Müslim'in tesbitine göre, Ukeydir Dume (adındaki mîr), Resulüllah'a (s.a.v.) sündüsten mamul bir cübbe hediye tmiştir,

Ebû Davud'un tesbitine göre, Rum meliki, Peygamber (s.a.v.) Efendimize uzunca bir kürk hediye etmşti ki sündüsten imal edilmiş ulunuyordu. [362]

Yine Ebû Davud'un Enes (r.a.) den yaptığı rivayete göre: Melik Zi-Yezen, Resulüllah'a (s.a.v.), otuz üç deve karşılığında satın almış olduğu bir hülle hediye olarak göndermiştir. [363]                       

Buharî'nin tesbitine göre, Eyle sahibi, Peygamber (s.a.v.) Efeni dimiz'e beyaz bir katır hediye olarak göndermiştir.

îbn Huzayme ve îbn Ebî Asım'm rivayetine göre, Kabt emiri, Resulüllah'a (s.a.v.) iki cariye ve bir de katır hediye göndermiştir. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) bu katıra Hunayn savaşında binmiştir. Resulüllah o cariyelerden birini (Mariye admdakini) kendine ayırmış ve ondan İbrahim adında bir erkek evladı dünyaya gelmiştir.

Bütün bu rivayetler ve hadisler, kâfirlerin göndereceği hediyele­ri kabul etmenin cevazına delalet etmektedir.

1044 nolu Esma hadisi sahihtir ve istidlal ile ihticace salihtir.

1046 nolu Amir hadisi mursel olarakVivayet edilmiştir; çünkü ravi burada onun da babasından rivayet ettiğine değinmemiş tir. Bu hadisi aynı zamanda İbn Sa'd, Ebû Davud ve Hakim, Abdullah b. Zübeyr hadisi olarak tahric etmişlerdir. Taberani ise Ahmed b. Han-bel'in tesbitine uygun rivayette bulunmuştur, ancak isnadında Mus'ab b. Sabit bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Nitekim Yahya b. Main ile Ahmed b. Hanbel bu zatın zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir. [364]

1047 nolu.Iyad hadisini îb Huzayme sahihlemiştir. Ricali sikat olmakla beraber hadis murseldir. [365]

Resulüllah'm (s.a.v.) adı geçen müşrikin getirdiği hediyeyi al­maması, önemli bir sebbe dayanmaktadır, ilim adamları birtakım ih­timal ve yorumlarda bulunmuşlardır. [366]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hediye verip almak sünnet doğrultusunda meşrudur.

2- Kâfir ve gayr-i müslimlerin hediyeleri kabul edilir; aynı za­manda onlara hediye vermek de caizdir.

3- Çocuğun, delinin hediyesi kabul edilmez; çünkü bunlar ehil değildirler.

4- Çocuğa ve deliye hediye verilebilir.

5- Verilecek hediyenin mevcut olması gerekir. O bakımdan hav-aki kuş, denizdeki balığı hediye etmek sahih değildir.

6- Şer'an ahm-satım kapsamına giren ve kıymet taşıyan her şey •diye olabilir,

7- Şer'an haram kılınıp kıymet taşıyan içki, domuz eti, akıtılmış in, uyuşturucu maddelerin hediyesi sahih ve caiz değildir. Nitekim anların ahm-satımıda caiz değildir.

8-  Müslümanm    müslümana    hediye    vermesi,    yani lüslümanîarın hediyeleşmesi güzel sünnetlerden biridir.

9- Resmî görevli bulunduğu için, resmî görevde blunmadığı za-Lanlarda kendisine hediye vermeyenlerin, resmî göreve girdikten rara hediye vermeleri.bir maksada bağlı olduğundan kabul edilmesi üz değildir.

10- Resmî görevli kimsenin başkasından hediye istemesi de öyle.

11- Hediye veren kimsenin sonradan başa kakması son de-rece ırkin bir davranıştır.

12- Hediye küçük olsun, büyük olsun; kıymeti yüksek olsun cuz şey olsun muteberdir ve manevî değeri yüksektir. O bakımdan erilen hediyeyi küçümsemek sünnete aykırıdır.

13- Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz kendisine verilen hediyeyi red-etmemiş, az olsun,  çok olsun değerli olsun, değeri düşük olsun bir ynm yapmadan memnuniyetini belirtmiştir. [367]

 

Hediyeye Hediyeyle Karşılık Vermek

 

Hediyeleşmekten maksat, az yukarıda da belirttiğimiz gibi, fer­tler, komşular, hısımlar, dostlar ve toplumlar arasında sıcak ve sami­mi bir hava oluşturmak, din kardeşliğini pekiştirmek ve maddenin gaye değil, asıl gayeye, amaca erişmek için bir araç olduğunu ortaya koymaktır.

O bakımdan başkasından hediye beklerken ve başkası hediye verirken onun karşılğmı unutmamak, en azından misliyle veya daha hayırlısıyla mukabele etmek sünnet kılınmıştır. Zira kişi ne kadar zengin olursa olsun kendisine verilen bir hediyeden hoşnutluk duyar, memnun olur. ve hediye verene karşı içinde sıcak bir ilgi ve dostulk havası doğar. Nitekim Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz hediyeleşmeyi çok sever ve kendisine verilen bir hediyeyi -imkânları nisbetinde-karşılıksız bırakmazdı. [368]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hediye kabul eder ve onun karşılığında hediye verirdi." [369]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Bedevilerden biri, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e hediye rerdi. Bunun üzerine Efendimiz de onun karşılığında ona bir ıcdiye verdi ve sordu: "Hoşnut oldun mu?" Bedevi de: "Hayır.." üye cevap verince, Efendimiz verdiğini artırdı ve yine sordu: j'Hoşnut oldun mu?" Bedevi yine: "Hayır.." dedi. Peygamber ^s.a.v.) biraz daha artırdı ve yine sordu: "Şimdi memnun oldun mu?" Bedevî bu defa "Evet.." diye cevap verdi. Sonra Re-şulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Bundan böyle iste­dim ki sadece Kureyş kabilemden veya ansarımdan veya Sa-kafliden hediye kabul edeyim (de başkasından almayayım).." [370]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

Dört mezhep imamları bu konuda görüş birliği halindedirler. Peygamber (s.a.v.) E fendimiz'den bu davranışını kimi müstehab, kimi mendup, kimi de sünnet olarak vasıflandırmışsa da çoğu sünnet olduğunu belirtmiştir.

Böylece fukaha "hibe" kavramı üzerinde durup onu şöyle ta-rif etmişlerdir:

"Hibe bir akiddir. Konusu, bir kimsenin kendi malını, pa-rasını hayatta iken bir karşılık beklemeksizin başkasına bağışlamasıdır."

O halde bir kimse malını başkasına mubah kılar da ondan ya­rarlanmasını sağlamayı diler ve fakat temlikte bulunmazsa, o hibe değil iare (emanet) olur.

Bunun gibi mal-i mütekavvim olmayan, şer'an alım-satımı caiz görülmeyen içki, Ölmüş hayvan, uyuşturucu madde ve benzeri mur­dar ve zararlı maddeleri bağışta bulunmak hediye kapsamına girmez. Ölüm sonrası bir malını şuna buna vermek üzere vasiyet eden kimse­nin de verilecek bu malı hediye değil vasiyet olur.

Mutlak anlamda hibe, ivaz iktiza etmez, yani karşılık söz konu­su olmaz. Ancak hibe verilen kişi arzu ederse onun karşılığını yine hibede bulunmak suretiyle cevaplayabilir.

Hibe konusunda teşvik mahiyetinde birçok hadisler rivayet edil­miştir. Biz buraya onlardan birkaç tanesini teberrüken naklediyoruz:

"Bana koyun ve keçinin ayakları bile hibe edilse kabul ederim. Pişirilen o ayaklara davet edilsem icabette bulunur­um." [371]

Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Resulüllah'a (s.a.v.) sordum, dedim ki: Ya Resulellah! Be­nim iki komşum bulunuyor; hangisine bağışta bulunayım?" Efendimiz şu cevabı verdi: "Kapısı sana en yakın olana.." [372]

Ebu Hüreyre den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hediyeleşin. Çünkü gerçekten hediye göğüsteki kini alıp götürür. Hiç bir komşu bir komşusunu hakir görmesin, isterse (hediye ettiği) koyunun ayağının bir çatalı olsun (yine küçümsenıeyip kabul etsin)." [373]

"Kime kardeşinden, yukardan bakmaksızın, nıutalli'% ol­maksızın bir iyilik gelirse onu geri çevirmesin; çünkü d Al­lah'ın ona sevkettiği nzıkdır." [374]

 

Tahliller

 

1054 nolu Hz. Aişe hadisi sahih olup istidlal ve ihticace salihtir.

1055 nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda İbn Hibban kendi sahihinde tahric etmiştir. Mecmeu'z-zevâid sahibi bu hadisin ricali­nin sahih olduğunu belirtmiştir.

Buna benzer bir hadisi Ebû Davud ile Nesâî Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet etmişlerdir. İbn Mace de benzeri bir rivayeti naklettikten sonra Resulüllah'm (s.a.v.) verilen hediyeye karşılık altı dişi deve ver­diğine değinir.

Hakim de bu rivayeti naklettikten sonra Müslim'in şartına göre sahihtir diye kaydetmiştir.

Ancak Hz. Aişe hadisini İbn Ebî Şeybe şu lafızla nakletmiş tir: "Resulüllah (s.a.v.) kendisine verilen hediyeyi daha hayırlısı ile karşılardı.."

Muhaddislerin bir kısmına göre, Hz. Aişe hadisi mualledir. Bu-ıri: "Bu hadisi Veki1 ve Mudır Hişam'dan aldığını zikretmemiştir, jylece ravilerden îsa b. Yunus bunu Hişam'dan nakletmede te-rrüd etmiş oluyor. Nitekim Tirmizî ile Bezzar da: "Biz bu hadisi an­ık îsa b. Yunus tarikiyle biliyoruz" demişlerdir.

Malikilerden bir kısmı bu hadisle istidlal edip verilen hedi-yeye înk bir hediye ile karşılıkta bulunmanın vacip olduğunu belirt-işlerdir. Ancak Resulüllah'm (s.a.v.) bu husustaki mücerred fiili icuba delalet etmez. O bakımdan ilim adamlarının çoğu bunun innet olduğuna kaildirler.

Bu bapta Tirmizî'nin Ebû Hüreyre tr.a.) den rivayet ettiğine göre: Fezare kabilesinden bir adam, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e i altındaki develerden bir dişi deve hediye etti. Peygamber (s.a.v.) Efendimizde ona karşılık bir şeyler verdi ki, (azlığı) o adamı biraz eklendirdi. O sebeple Peygamber (s.a.v.) ın minber üzerinde şunu uyurduğunu duydum; "araplardan bazı adamlar var ki, onlar-an biri hediye veriyor ve ben de yanımda bulunan imkâna öre ona karşılıkta bulunuyorum ve bu sebeple o adam bana fkelenmiş oluyor.."

Böylece kişi verdiği hediyeye karşılık fazla bir şey beklememeli-ir. Çünkü herkes imkânı nisbetinde hediye verebiliyor. Hatta Ibn keslân bu hadisi dikkate alarak diyor ki: "Zamanımızda niyetlerin iozuk olduğunu dikkate alırsak hiç kimseden hediye kabul etmeme-aiz uygun olur." [375]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hediyeleşmek sünnettir.

2- Mü'minler birbirine hediye verirken gönül hoşnutluğuyla bunu yerine getirmeli ve daha fazla bir karşılık beklememelidir.

3- Verilen hediyeyi küçümsemek doğru değildir ve sünnete aykırıdır.

4- Verilen hediyeye karşılık daha hayırlısını verme imkânı var­sa o davranışı seçmek müstehabdır. [376]

 

Kişinin Kendi Çocukları Arasında Adaleti Gözetmesi

 

Aile bir bakıma kutsal bir müessesedir. Bu müessese karşılıklı sevgi, saygı, anlayış, güven ve destek ile ayakta durabilir ve çocuklar arasında gerek sevgi, gerekse bağış hususunda eşitliği, adaleti sağlamaya dikkat etmekle gelişir.

O bakımdan bir baba veya annenin kendi çocuklarından birini fazla sevdiğini açıkça farkettirmesi veya birine daha çok ilgi gösterip destek sağlaması sünnete ve ilahi tavsiyeye aykırıdır. Cenâb-ı Hak, Kuran-ı Kerim'de: "Babalarınızdan ve çocuklarınızdan hangisi­nin fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz.." [377] buyuruyor. [378]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Numan b. Beşir "(r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Çocuklarınız arasında ada­leti gözetiniz, çocuklarınız arasında adaletten ayrılmayınız,

çocuklarınız arasında adil davranınız.." [379]                   

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Beşir'in eşi, kocasına şöyle dedi: Şu köleni çocuğuma bağışla ve beni Resulüllah'ın huzuruna çıkar veya Re-bulüllah'ı şahit eyle (da yapacağın bağışı açıkla)." Bunun üzerine kalkıp Resulüllah'a geldi ve şöyle dedi: 'Talanın kızı (benim eşim ve) benden kölemi onun çocuğuna bağışlamamı istedi.." Peygamber (s.a.v.): "O erkek çocuğun kız kardeşi var mıdır?" diye sordu. O da: "Evet, vardır" diye cevap verince, Re-sulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bu oğlana verdiğinin mislini hepsine verdin mi?" dedi. O da: "Hayır.." diye cevap verdi. Pey­gamber (s.a.v.) ona: "Bu uygun bir davranış değildir ve ben ancak hak olan şeye şahit olurum buyurdu." [380]

Ebu Davud ise bu hadisin son kısmını şu lafızla rivayet etmiştir:

"Beni haksızlığa şahit tutma. Senin çocuklarının senin üzerinde hakkı, onlar arasında adaleti gözetmendir.."

Numcm b. Beşir (r.a.) dan yapılan rivayte göre: Babası Beşir onu alıp Resulüllah'ın huzurura getirdi ve şöyle dedi: "Doğrusu ben şu oğluma bir köle bağışladım ki o köle bana aitti.." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: "Buna bağışlandığının bir mislini diğer çocuklarına da bağışladın mı?" diye sordu. O da: "Hayır.." diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona: "Verdiğini geri al.." buyurdu." [381]

Müslim'in yaptığı rivayette ise şu lafız kullanılmıştır:

"Bana malının bir kısmını bağışladı, tasaddukta bulundu. Ama Anıre bint Revaha babama şöyle dedi: "Sen Resulüllah'ı (s.a.v.) bu olaya şahit tutmadıkç razı olmam.." Bu istek üzerine babam bana yaptığı bağışa Resulüllah'ı (s.a.v.) şahit tutmak üzere kalkıp Resulüllah'a gitti. Resulüllah (s.a.v.) bab­ama: "Bunu diğer çocuklarına da yaptın mı?" diye sordu. O da: "Hayır.." deyince, Peygamber (s.a.v.) ona: "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adaleti gözetiniz" buyurdu. O sebeple babam bana yaptığı bağıştan rücu' etti (vazgeçti)."[382]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Yaptığı bağıştan (pişman olup) dönen, kustuktan sonra kusmuğuna dönen gibidir.." [383]

İbn Ömer ve İbn Abbas "(r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygam­ber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bağışta bulunup onu verdikten sonra pişman olup dönmek adama helal olmaz, an­cak baba kendi çocuğuna verdiği bağıştan dönebilir. Bağışta bulunduktan sonra pişman olup geri dönen adamın misali, yiyip doyduktan sonra kusan ve sonra da kusmuğuna dönen öpeğin misaline benzer.." [384]

 

İlim Adamlarının Görüş ve İstidlalleri

 

Bilindiği gibi, varislere ölüm sonrası vasiyet yasaklanmıştır. iira Cenab-ı. Hak her hak sahibinin hakkını Kur'an'da belirlemiş ve lunun açıklamasını hile kimseye bırakmamıştır,

O bakımdan kişi ölümünden sonra varisleri için değil, hayır ve ıasenat niyetiyle Cenab-ı Hakk'ın rahmet ve gufranını arzula-yarak nalının en çok üçte birini vasiyet edebilir. Hiç bir varis buna itiraz îdemez ve itiraz hakkı da söz konusu değildir.        

Hayatta iken çocuklarına, yakınlarına yardımda bulunabilir, anları maddeten destekleyebilir. Bu destekleme miras hukukunda belirlenen paylara göre değil, adaletten sapmamak üzere kişinin rızasına bırakılmış bir tavsiyedir. Böylece kişi kız ve erkek evladına hayatta iken bağışta bulunurken binalar arasında eşitliğe dikkat et­melidir. Mesela bazı bölgelerde baba ve anne daha çok erkek çocuğa meyleder ve kazançlarının önemli bir kısmını ona bağışlayarak ekon­omik yönden güçlenmesini arzu ederler, böylece kız çocuklarına ya hiçbir şey vermezler, ya da az bir şey vermek suretiyle meseleyi geçiştirirler, islam Dini, kitap ve sünnetiyle bu tarz bir adaletsizliğe karşıdır. İlgili hadislerde Resulüllah'ın (s.a.v.) Numan b. Beşir'e yaptığı tavsiye ve verdiği.bilgi son derece açıktır.

Birden fazla kadınla evli olan kimse de eşlerinden birine fazla miktarda mali yardımda bulunur da diğerini ihmal eder, adil davran­mazsa, sünnete aykırı davrandığından ve evde nahoş bir hava oluşturduğundan dolayı günahkar sayılır.

Mali destek ve yardımda bulunma hususunda nasıl adil davran:, mak gerekiyorsa, sevgi ve iltifatta da adaletten ayrılmamak gerekir. Aksi halde aile reisi olan baba ve ikinci derecede ana bile öz çocukları arasına kin ve kıskançlık tohumlarını atmış olurlar.

O bakımdan müctehidlerin hemen hepsi bu hadis ve rivayetleri dikkkate alarak gerek mali yardım ve destekte, gerek sevgi ve ilgide çocuklar arasında adaleti gözetmenin sünnet, hatta bazısına göre vacip olduğun belirtmişlerdir. [385]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1061 nolu Muna hadisini Ebu Davud ve el-Münzerî tahric ederken bir görüş ortaya koymayıp susmuşlardır. Yapılan ciddi tes-bitlere göre, ricalinin hepsi sika olup itimade şayan kişilerdir.

Bu bapta Taberanî'nin îbn Abbas (r.a.) dan rivayet ettiği hadis her ne kadar zayıfsa da diğer rivayetlerle takviye gördüğünden istid­lale elverişli kabul edilebilir. Hadis şu lafızla rivayet edilmiştir: "Bağışta evladınız arasında eşitliği sağlayınız. Eğer ben birini üstün tutsaydım, herhalde kadınları (kız çocuklarını) üstün tutardım."

Evet hadisin isnadında Said b. Yusuf bulunuyor ki, muhaddisle-rin tesbitine göre bu zat zayıftır. Nitekim îbn Main onun için "zayıftır" derken, Nesâî "o Kavi değildir" demiştir. [386] Ancak Hafız îbn Hacer onun isanadını hasenlemiştir.

Sözü edilen iki hadisle istidlal edenler, evlad arasında adaleti gözetmenin vacip olduğunu söylemişlerdi ki, Tavus, Sevrî, îmam Ah­med, İshak ve Malikîlerden bir kısmı o gruba dahil olanlardır. Bun­lardan bazısı ise, gayr-i adil yapılan bir bağış hükümsüzdür. İbn Hac­er de aynı görüştedir, imam Ahmed'e göre, sahihtir ancak kişinin böyle gayr-i adil bağıştan rücu' etmesi vaciptir. Aynı zamanda ev­ladından biri diğerlerine nisbetle daha çok sıkıntıda ve borç altında bulunursa, ona bir miktar fazla bağışta bulunmak adalete munafi sayılmaz.

İmam Ebu Yusuf a göre, eşitliğe riayet etmek vaciptir. Cumhura göre müstehabdır. Böylece evladından bir kısmını üstün tutup fazla bağışta bulunursa kerahetle sahih olur. Zira cumhur hadisdeki emri nedb üzere hamletmişlerdir.

Numan hadisleri farkıyla rivayet edilmişse de sıhhatlarmda şüphe yoktur. Nitekim ilim adamları bu rivayetleri ele alıp ona yakın yorumda bulunmuşlardır. Kitabımızın hacmi müsait olmadığından nakledemedik.

Bu bapta Müslim'in rivayetinde şu lafız kullanılmıştır:

"Bağış hususunda evladınız arasında adaleti gözetiniz, nasıl ki onların size iyilik ve ilgi göstermelerinde adil davran­malarını istiyorsanız.."

imam Ahmed ise şu lafızla rivayeti nakletmiştir: "Evladınızın size iyi ve saygılı davranması nasıl sizi memnun ediyorsa, siz de onlara bağışta bulunduğunuzda eşitliğe riayet ediniz.."

Ebu Dâvud ise şu lafızla nakletmiştir:

"Evladınızın sizin üzerinizdeki hakkı, aralarında adaletle davranmanızda1; nasıl ki sizin onlar üzerindeki hakkınız, size iyilikte bulunup saygı göstermeleridir.."

Bütün bu az değişik falızlar tek manada bilrleşmektedir ki, Re-sulüllah (s.a.v.) onu şu cümlesinde beyan buyurmuştur: "Bu oğluna yaptığın bağış nisbetinde diğer çocuklarına da yaptın mı?."

1065 nolu Ibn Abbas hadisi sahihtir. Yapılan bağıştan rücu' et­menin çok çirkin bir hareket olduğu belirtilmektedir. Ancak babanın evladına yaptığı bağıştan rücu' etmesi bu genellemenin dışında kalır. Nitekim 1066 nolu Tavus hadisi bu istisnaya yer vermekte ve ba­banın rücu'unda bir sakınca olmadığına, hatta gayr-i adil bir bağışsa rücu'nun vacip olduğuna işaret edilmektedir.

Tavus hadisini aynı zamanda ÎJ)n Hibban tahric etmiş ve Ha-kiaa sahihlemiştir. [387]

Bu hadisle istidlal edenler, yapılan bağışta rücu1 etmenin har­am olduğuna kail olmuşlardır. Çünkü kusmuk haramdır, ona benze­tilen şey de haramdır. Buhari'nin rivayetinde ise, kusmuğuna dönen köpeğe benzetilmiştir ki, bu cümle rücu'un haram olmadığına delalet eder. [388]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ana-babamn  çocuklarına  eşit  anlamda ilgi  ve  sevgi göstermesi sünnet veya vaciptir.

2- Ana-baba çocuklarına bağışta bulunurken aralarında eşitliği korumalı yani kız-erkek ayrımı yapmaksızın hepsine eşit biçimde bağış yapmalıdır.

3- Kişi hayatında çocuklarına yapacağı bağış ve yardımda miras hukukundaki nisbete göre hareket etmekle yükümlü tutulmamıştır.

4- Ölüm sonrası miras taksiminde oğlana iki, kıza bir pay veri­lirken, ölmeden önce yapacağı bağışta her ikisine eşit,biçimde verme­kle adaleti sağlamış olur.

5- Çocuklarından sadece birine veya ikisine bağışta bulunup diğerlerine aynı nisbette bağışta bulunmayan ve onları mahrum bırakan kimse, emr-i Resulüllah'a aykırı davrandığından yaptığı bağıştan rücu' etmesi gerekir. Bazısına göre, rücu' etmediği takdirde yine de bağış sahihtir, ancak bağışı yapan günah işlemiş olur.

6- Çocuklarından biri çok muztar durumda olur, diğerlerine nis-betle daha çok yardım edilmesi gerekirse, o takdirde ona daha fazla bağışta bulunmakta bir vebal yoktur.

7- Kişi ancak evladına yaptığı bağıştan dönebilir, yani yaptığı bağışı geri alabilir. Başkasına yaptığı bağıştan rücu' etmesi, kimine göre haranı, kimine göre mekruhtur.

8- Yapılan bağışta başa kakmak mekruhtur.

9- Bağışı bîr menfaat karşılığı düşünerek yapmak, sevabını alıp götürür. O bakımdan yapılan bağışta sırf Allah'ın hoşnutluğu gözetilir. [389]

 

Babanın Kendi Evladının Malından Yaralanması

 

Babab ile evladı arasındaki münasebet kan bağına, soy bağına birtakım haklara dayanır. Zira sorumluluğun sınırım bilen ve ev­ladını yetiştirip hayırlı bir unsur olma düzeyine getiren, ona edep ve terbiye verip salih bir kişi olmasını sağlayan babanın bu güzel dav­ranışı ve emeği, Cenab-ı Hakk'ın yanında meşkur ve makbuldür. Böyle bir baba her zaman övülmeğe layıktır.

Özellikle mali imkanın önemli kısmıyla ömrünün bir bölümünü evladının okuyup yetişmesi için harcayan bir babanın evladı üzerinde bir çok haklan va: hr. O bakımdan baba, arzu ettiği takdirde ev­ladının malından bir şeyler alıp istifade edebilir ve evladının ona en­gel olmaması gerekir.

Böylece islam Dini, babayla evlad arasında öylesine sağlam ve kalıcı bağlar geliştirmiştir ki, biri diğerine bakmakla kendini yükümlü kabul eder ve baba sormadan evladının malından yararla­nabilir. Şüphesiz bu ruhsat, sefih olmayan, savurganlığı adet haline getirmeyen babalarla ilgilidir. Sarhoş, müsrif, kumarbaz ve sefih bir babaya böyle bir ruhsat vermek, onun evladını da periyen etmekten ve fakirliğe sürüklemekten başka bir şeye yaramaz. O halde ev­ladının malından sormadan alma yetki ve ruhsatını taşıyan bir ba­banın, aldığı nisbeti meşru yolda ve israftan uzak ölçüde harcaması gerekir.

Şüphesiz bu kültürün ve güzel adet ve sünnetlerin yaşanması son derece lüzuludur. Özellikle İslam Cemaati bu ve benzeri köklü, kalıcı kültürle ayakta durma ve varlığını sürdürme şansına sahiptir. [390]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz sizin en temiz, en güzel (ve en meşru) yediğiniz şey, kazancınızdan olanıdır ve doğrusu evladınız da sizin kazancınızdan bir bölümüdür." [391]

Diğer bir lafızla şöyle buyurulmuştur:

"Adamın oğlu, onun kazancının en güzel ve en iyisinden-dir. O bakımdan onların malından gönül rahatlıyıgla yeyiniz."

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, bir adam Resulüllah (s.a.v.) Efendimize şöyle sormuşdu: " Benim hem malım, hem de evladım vardır. Babam ise malımı olduğu gibi harcamak istiy­or.." Resulüllah (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: "Sen de, malın da babana aitsinizdir." [392]

Amr ö. Şuayb (r.a.) den, o da babasından ve dedesinden yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Bedevilerden bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendinıiz'e gelerek dedi ki; "Şüphesiz bab­am malımı olduğu gibi harcamak istiyor.." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Sen ve malın babana aittir. Sizin yediğiniz en güzel, en iyisi, kazancınızdan olanıdır ve şüphesiz evladınız sizin kazancınızdan bir bölümdür. Artık (evladınızın) malından gönül hoşnutluğuyla yeyiniz." [393]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1069 Nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda İbn Hibban kendi sa­hihinde ve Hakim tahric etmişlerdir.

Aynı hadisi Ahmed b. Hanbel az değişik lafızla rivayet etmiş ve :im onu tahric ederken Ebu Hatim ile Ebu Zer'â onu sahihle-lerdir. Ancak İbn Kattan bunu ta'lîl kapsamına sokup bir defa mare'nin kendi halasından, bir defa ise anasından rivayet ettiği konusu olduğuna dikkat çekmiş ve bu her ikisinin de maruf ol-lığını belirtmiştir.

Hakim ise bunu kendi Müstedrek'inde Hammad b. Ebi syman tarikiyle şu lafızla rivayet etmiştir: "Evladınızın malı ih-ıç duyduğunuzda sizindir.."

1070 nolu Cabir hadisi sahihtir; ricalinin hepsi sikadır.

Hadisi aynı zamanda başka tarikle Taberani rivayet etmiştir. rhaki ve Bezzar da tahric ederek hadisin ihticaca salih olduğunu termişlerdir.

Böylece babanın kendi evladının malında bir bakıma onunla or-olduğu hükmü ortaya çıkıyor. îbn Reslan ise, hadiste geçen "ve lüke li-ebîke.." cümlesi üzerinde durarak burada yer alan (lâm) •finin ibahe için olup temlik anlamında olmadığı belirteker şöyle niştir: "Zira evladın malı kendisine aittir. Zekatını o vermekle kelleftir ve babası ise ancak miras yoluyla ona sahip olur."

1071 nolu Amr hadisini aynı zamarda îbn Huzayme ve îbn Ca-l tahric etmişlerdir.

Bu bapta Bezzar'm Semure'den rivayet ettiği bir hadis bulunuy-Taberani de îbn Mes'ud (r.a.) den rivayet etmiştir. Ebu Ya'la ise . Ömer'den bu anlamda bir rivayete yer vermiştir.

Bütün bu rivayetler birbirini kuvvetlendirmekte ve hadisin ihti­da salih olduğunu göstermektedir.

Ancak bu konda en uygun ve isabetli yorum, İbn Reslan'ın yorumudur ki yukarıda değinmiş bulunuyoruz.

Müctehidlerin çoğu da aynı yorumu benimsemiş ve ona göre ıuç çıkarmışlardır. [394]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Baba kendi evladının malından ihtiyaç duyduğu takdirde nsiz alabilir,

2- Evladın malı babasına mubahtır.

3- Baba evladının malına ortak değildir.

4- Baba evladının malinin zekatını vermekle mükellef tutul­mamıştır.

5- Herkes kendi kazancının zekâtını vermekle mükellftir.

6- Baba sefih olduğu takdirde, evladının malında tasarrufa yet­kili değildir. Sadece nafakasını karşılayacak kadar o maldan kendi­sine verilir.

7- Evlad Ölünce, malının tamamı babasına kalmaz. Eşi, anası ve çocukları varsa babası arta kalanı alır.

8- Muhtaç durumda olan ana-babaya evladın bakması vaciptir. [395]

 

Kadının Kendi Malından ve Kocasına Ait Maldan Yetkisi

 

Karı ile koca ailenin temelini oluşturan iki önemli unsur olarak ulunuyor. Namus ve iffetlerini korudukları, malî imkanlarına göre ir hayat, düzeni ortaya koydukları, her çeşit israf ve aşırılıktan açındıkları ve komşularına, hısımlarına aynı zamanda çevrelerine aydalı birer insan olma duygu ve düşüncesiyle hareket ettikleri ürece aile yuvası gerçek hüviyetine kavuşmuş olur ve devamlılık ar-eder.

Koca nasıl evi korumakla ve huzurlu yuva haline getirmekle lükellef bulunuyorsa, kadın da ikinci derecede sorumluluk aşımakta ve aileyi korumakla yükümlü bulunmaktadır. Şüphesiz şlerin sorumlulukları birbirini tamamlamakta ve aileyi istenilen Lüzeye getirmektedir. Tek taraflı fedakarlık ve sorumluluk duygu-uyla hareket yeterli değildir.

Ailenin reisi sayılan erkek israfa kaçmamak, aileyi sıkıntıya lokmamak şartıyla hayır ve hasenatta bulunabilir. Zira İslam top-umunda yerini alan her kişi yalnız kendisi ve ailesi için değil o toplu-uk için de çalışır ve faydalı bir insan olma idraki içinde günlük ıayatmı tanzime yönelir. Kadın da kendine ait malda, israfa saçmamak, lükse kapı açmamak şartıyla tasarruf etme, hayır ve has-înatta bulunma yetkisine sahiptir. Aynı zamanda kocasından izin al-nak suretiyle onun malından meşru Ölçüler çerçevesinde bir harca-Tiada bulunabilir; kapıya gelen, komşuluk eden, muhtaçlara ardıma olabilir. Hatta ilim adamlarının bazısına göre, hayır konu­lunda ölçülü ve dikkatli olduğu takdirde kocasından izin istemesine  gerek yoktur. [396]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kadın ifsada (bütçeyi bozma, ai­leyi sıkıntıya sokma, düzeni bozmaya) kaçmaksızm kocasının (eve getirdiği) gıda maddesinden (fakir ve muhtaçlara) har­carsa, yaptığı bu harcamanın ecri (sevap mükafatı) kendisine olur; aynı zamanda kocasına da kazandığının ecri (sevap ve mükafatı) vardır. Evdeki kiler işleriyle görevliye de bunun bir benzeri sevap vardır. Bunlardan bir kısmı diğerinin sevabını az da olsa noksanlaştırmaz." [397]                                    

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kadın kocasının kazancından onun emri (izni) olmaksızın bir şey harcarsa, (kadının elde ettiği sevap ve mükafatın) yarısı kocasmadır." [398]

Yine Ebu Hüreyre (r.a.) den mevkufen yapılan rivayete göre, adı geçenden, kocasının evindeki (para ve yiyecek) den (hayır olarak) har­cayan kadın hakkında sorulduğunda, adı geçen şöyle cevap vermiştir: "Hayır, ancak kendisine ait yiyecek madedelerinden (hayır ol­arak) harcayabilir ve bundan hasıl olan sevap ikisi arasında müşterek olur. Kadının, kocasının izni olmaksızın onun

malından harcaması kendisine helal olmaz." [399]

Esma bint Ebi Bekr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçer, peygamber (s.a.v.) Efendimize şöyle diyor: "Ya Resulellah! Benim t>ir şeyim yoktur, sadece (kocam) Zübeyr'in bana getirdiği aesneler vardır. Onun eve getirdiği şeylerden az bir miktar [sevap olarak) harcamamdan dolayı bana bir vebal var mıdır?" Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: •Elinden geldiğince (imkânın yettiğince) az az harca, kapta to­playıp (cimrilik yapma), sonra onun misliyle ceza görürsün.." [400]

Bu hadis şu lafızla da rivayet edilmiştir: Esma (r.a.) Peygam­ber (s.a.v.) dan şöyle sormuştur: "Şüphesiz (kocam) Zübeyr şiddetli bir adamdır.. Yoksul bir kimse bana gelip dilenmekte­dir ve ben de Zübeyr'in izni olmaksızın onun evindeki yiyecek maddelerinden o yoksula tasaddukta bulunmaktayım.." Pey­gamber (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: "Az az (tasadduk olarak) ver, kapta toplayıp (cimrilik yapma), sonra Allah o nisbette

sana karşı ceza hazırlar.." [401]

Sa'd (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Kadınlar Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e bey'at ettikleri zaman, Mudar Kabilesin1 den olduğu sanılan düzgün konuşma yeteneği olan bir kadın şöyle sordu: "Ey Allah'ın Peygamberi! Doğrusu biz (kadınlar) babalarımız ve evladımız üzerine yük olarak bulunuyoruz.." Ebu Davud diyor ki: "Ben bu rivayette şu cümleyi de görüyorum: "ve kocalarımız..) Bizim için bunların malından neler helaldir?" Peygamber (s.a.v.) Efenidmiz şu cevabı verdi: "Ratb (depolanmayan ekmek ve yaş sebze ve meyve) den hem yersiniz, hem de bağışlayabilirsiniz.." [402]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Bayrama Resulüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber hazır oldum. Resulüllah (s.a.v.) hutbeden önce ezansız ve ikametsiz olarak namaza başladı. Sonra da Bilal'a dayanarak ayağa ka­lktı ve Allah'tan korkmamızı emretti. O'na taatte bulunmayı tahrik ve teşvikte bulundu; cemaate öğüt verip birtakım hatırlatmalarda bulundu. Sonra ayrılıp gitti ve kadınların bu­lunduğu yere geldi; onlara da vaaz-u nasihatta bulunup bir­takım şeyler öğütledi ve onlara şöyle buyurdu: "Tasaddukta bulunun; çünkü çoğunuz Cehennem odunu (yakıtı) olarak bu­lunuyorsunuz.." Bunun üzerine yanağında siyah ben bulunan seçkin bir kadın ayağa kalkıp sordu: "Neden ya Resulüllah?" Efendimiz cevap verdi: "Çünkü siz kadınlar çok şikayetçi olur (kocanızın haline razı olmaz) siniz ve kocalarınıza karşı nankörlük edersiniz,."

Kadın diyor ki, bunun üzerine orada hazır bulunan kadınlar zinet eşyalarından küpe ve yüzüklerinden (çıkarıp)

Bilal'in eteğine attılar.. [403]

Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Hiç bir kadına, kocasınının izni İmaksızm bir bağış ve bahşişte bulunması caiz değildir.." [404]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1072  nolu Aişe hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. İöylece hadis, kadının eşinin malından ifsada gitmemek kaydiyle Lem evin ihtiyaçları için, hem de muhtaçlara bir şeyler vermek için tarcamada bulunabileceğine delalet etmektedir. Bundan dolayı hasıl lan sevabın bir misli kocasına, bir misli de evdeki hizmetçiye verilir.

Ayrıca hadisin açık delaletinden, kadının ifsada gitmeksizin ko-asının malından birşeyler tasaddukta bulunması için ondan izin al­masının lüzumlu olmadığı anlaşılıyor ve kadının malından da ifsada gitmeksizin harcamada bulunabileceğinin cevazına işaret vardır.

1073  nolu Ebu Hüreyre hadisi hakkında Ebu Davud ve el-llünziri susup birşey dememişlerdir. Ancak isnadında bir sakınca ol-nadığı tesbit edilmiştir.

Bu bapta Tirmizî'nin Ebu Ümame (r.a.) den rivayet ettiği bir ıadis bulunuyor ki, Tirmizî onu has enlemiş tir. Meali şöyledir: "Kadın ucasının evinde (ki şeylerden) ancak onun izniyle infakta bulunabi-ir." Bunun üzerine soruldu: "Ya Resulellah! Yiyecek maddesi husu-mndada mı?.." Cevap verdi; 'Yiyecek maddesi bizim en üstün nalımızdır.."

Böylece birinci hadisi açıklar mahiyette bir kayıt söz konuşu­lur, o da kadının kocasına ait inaldan ve yiyecekten ancak onun iz-ııyle harcamada bulunabilir ifadesidir.

Bu rivayetlerin ışığı altında konuyu tahlil eden ilim adamları farklı görüş ve ictihadlarda bulunmuşlardır. Kimi, kadın mala nok­sanlık vermeyecek şekilde az şey -izin almaksızın- harcayabilir. Nite­kim Hz. Aişe hadisi buna delalet etmektedir derken, kimi de kocası icmalen de olsa ona bu hususta izin vermişse o takdirde harcamada bulunabilir demiştir. Buhari de aynı görüştedir. Kimi de kadının in­fakta bulunmasından maksadın, mal sahibinin malından onun çoluk çocuğuna yapacağı harcamadır ki bunda kocasından izin almasına gerek yoktur. Yabancılara infakta bulunabilmesi için izin alması gerekir diyerek ayrı bir yorum ortaya koymuşlardır.

îlim adamlarından bir kısmı ise, kadının kocasının malında bir hakkı vardır, onun evini ve eşyasını gözetmesiyle bu hak doğmaktadır. O bakımdan kocasından izin almaksızın -ifsada gitme­mek şartyle- harcamada bulunabilir. Hizmetçinin ise böyle bir hakkı yoktur diyerek değişik bir yorum belirlemiştir. Hafız İbn Hacer ise, şöyle demişir: "Kadın, kocasının malında olan hakkım tastamam alıp harcayabilir. Bunun dışında izinsiz bir harcamada bulunamaz.."

1075 nolu Esma hadisi sahih olup istidlale salihtir. Rivayetin açık delaleti, kadının kocasının malından izin almaksızın az şey ta­saddukta bulunabileceğini göstermektedir. Böylece Hz. Aişe hadisiyle birleşmekte ve konuya ağırlık kazandırmaktadır. Nitekim 1076 nolu rivayet de bunu desteklemektedir. Böylece ilim adamları Tirmizi'nin rivayet ettiği Ebî Umame hadisindeki izin alma meselesini inceleye­rek oradaki nehyin tenzihi kerahet anlamında olduğunu ve tenzihi kerahetin cevaze engel teşkil etme-yeceğini belirtmişlerdir.

Aynı zamanda kadının harcamasından doğan ecrin bir mislinin de kocasına verileceği ifadesi, bu manayı desteklemektedir.

1077 nolu Sa'd hadisi hakkında Ebû Davud bir görüş ve tesbit belirtmemiştir. Ancak isnadındaki ricalin hepsi sahihtir, sadece Mu-hammed b. Sevvar hakkında farklı tesbitler yapılmışsa da İbn Hib-ban onun sika olduğuna dikkat çekmiştir. [405]

Sa'd hadisi, kadının kendi oğlunun, babasının ve kocasının malından izinsiz yemesinin ve hediye etmesinin caiz olduğuna delalet etmekte ve 1072, 1073 nolu hadisleri kuvvetlendirmektedir. Ancak bu cevazın yiyecek maddelereriyle ilgili olup depolanıp kaldırılmaya müsait olmayan yiyecekleri kapsamaktadır. Bunların dışında kalan maddeleri hediye edebilmesi için izin almasnm gereği üzerinde du­ranlar olmuşsa da üzerinde ittlak hasıl olmamıştr.

1078  nolu Cabir hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. Hadis, kadının kendi malım kocasından izin almaksızın hayır yol­larında harcayabileceğinin cevazına delalet etmektedir. Aynı zaman­da hayır işlerine öncülük eden kişilerin hayır ve sadaka toplayıp muhtaçlara dağıtmalarının caiz olduğuna açık delalet vardır.

1079  nolu Abdullah hadisini aynı zamanda Beyhakî tahric etmiş, Hakim Müstedrek'te nakletmiştir. Ancak isnadında Amr. b. Şuayb bulunuyor ki, bu zat hakkında az farklı tesbitler yapılmış ve fazla hadis  rivayet etmesinden dolayı hakkında şüphelenenler olmuştur, İbn Main ise onun sika olduğunu belirtmiş, Ahmed b. Han-bel onun rivayetine itibar edilebilir demiştir. [406]

Bütün bu rivayetleri bir araya getirip sonuç çıkaran ilim adam­alarının görüş ve ictihadları az farklı olmuştur:

a) Kadin reşide (ergin, olgun, akıllı) bile olsa, kocasının malından ancak onun izniyle bağışta bulunabilir.

b) Leys'e göre, ne malın üçte birinde, ne de ondan az nisbetinde kadın izinsiz bağışta bulunamaz. Ancak önemsiz şeyleri bağışlamasında bir sakınca yoktur.

c) îmam Malik ve Tavus'â göre, kadın malın üçte birinde tasar­ruf edip kocasının iznini almaksızın bağışta bulunabilir. Bundan faz­lası için izin alması gereklidir.

d) Cumhura göre, kadın sefihe (savurgan, müsrif) olmadığı tak­dirde kocasının malından alıp bağışta bulunabilir ve izin alması şart değildir.

Cumhurun bu husustaki delilleri hem kitaba, hem de sünnete dayanmaktadır. Buhari de aynı görüşü izhar etmiştir. [407]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kadının kocasının eve aldığı yiyecek maddelerinden az şey tasaddukta bulunması caizdir. Bunun için kocasından izin alması

şart değildir.                                              .

2-  Önemli harcamalarda kadının kocasından izin alması gere­kir.

3- Kadın sefihe (savurgan, müsrif ve dengesiz) olduğu takdirde, kocasının izni olmadan onun malından bağışta bulunması caiz değildir.

4- Kadının kendine ait zinet ve maldan tasaddukta bulunabil­mesi için kocasından izin alması şart değildir. Sefihe olmadığı tak­dirde kendi malında tasarrufa yetkilidir.

5- Kadının kendi kocasının malında bir hakkı vardır. Zira o evin işlerini düzenlemekte ve kocasının malını, çocuklarını gözetip koru­maktadır. O bakımdan israfa kaçmamak, aile bütçesini sars- mamak şartiyle harcamada bulunabilir, muhtaçlara sadaka olarak verebilir.

6- Kadınları ayrı bir yerde toplayıp onlara vaaz-u nâsihatta bu­lunmakta bir sakınca yoktur. Yeter ki, vaaz-u nasihat eden kimse sa-lih bir kişi olsun.

7-  Hayır işlerinde harcamak üzere müslümanlardan yardım istemek caizdir.

8- Kadınlar hayır yollarında harcanmak üzere istenen yardıma katılıp gerekirse zinet eşyasını .verebilirler.

9- Bir fitne söz konusu olmadığı takdirde kadınları camiler-den, vaaz ve irşad meclislerinden men'etmek doğru olmaz.

10- Özellikle kadınlar depolanmaya müsait olmayan günlük yiy­ecek maddelerinden, fakir ve muhtaçlara - aile bütçesini sars- ma­mak, ifsada gitmemek şartiyle- verebilirler. Bunun için kocalarından izin almalarına gerek yoktur.

11- Evin aile reisi olan koca, eşine harcama Ve hayır yapabilir­sin şeklinde genel anlamda izin vermişse, o takdirde kadın ifsada yol açmaksızın istediği gibi harcama ve bağışta bulunabilir.

12-  Kadının yaptığı bağış ve verdiği sadakanın sevabının bir misli de kocasınadır. [408]

 



[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[2] Buharî/meğazî: 51, büyü1: 105,112- Müslim/Buyu': 93, feri': 8- ibn Mace/ ticarat: 11- Ahmed: 2/213, 362- 3/217, 324, 326, 340

[3] Müslim/müsakaî; 12, 13, 14, 74- Buharî/enbiya: 50, büyü1:103, 112-Nesâî/feri1:9- Daremî/eşribe: 9-Teberanî/sıfatü'n-nebî: 26- Ahmed: 1/21, 247,294-2/117

[4] Buhari/libas: 86, 96, büyü1: 20, 113

[5] Buharı/ büyü1: 25, 113, icare: 20, talâk: 51 - tıb: 46, libas: 86, 96- Müslim/ müsakat: 40- Ebû Davud/büyu1: 26, 63- Tirmizî/büyu': 46, 49, 50, nikâh: 37, tıb; 23- Nesâî/sayd: 15, büyü1: 91, 92- İbn Mâce/ticarat: 9- Dâremî/ büyü': 34- Taberânî/büyu1: 68- Ahmed; 1/235, 278, 289, 350- 4/118, 120

[6] Ebû Dâvud/et'ime: 32, buyu': 62-Tirmizî/büyu': 49- İbn Mace/ticarat: 9, seyd: 20- ahmed: 3/297,317, 339, 349, 353, 386

[7] Müslim, Ebû Davud- Ahmed- Neylülevtar: 5/162

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[8] Mecmeu'l-enhür; 2/47

[9] Fetâvâyı Kadıhan: 2/133

[10] Ebû Zekeriya Nevevî/Minhacü't-talibin: 39

[11] Ebu Yahya Zekeriya Anşarî/Fethülvahhab: 1/158, 159

[12] Şemsüddin Ibn Kudame/eş-Şerhülkebir: 4/13

[13] Abdurrahman el-Cezirî/el-Fıkhu Alâ Mezahibi'l-Arbaa: 2/231

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[14] Neylülevtar: 5/163

[15] Zehebî/Mizanü'l-rtida!: 4/426- 9701 nolu Yezid (Ebû'l-Mühezzib)

[16] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[17] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[18] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[19] Ebu Davud/büyu": 61- Tirmizî/büyu': 44-Nesâî/büyu1:96- Ibn Mace/ ruhun: 18- Dâremî/ruhûn: 69- Âhmed: 3/338, 339, 356,417

[20] Müslim/müsakat: 34, 35

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[21] Fetava-yı Kadıhan: 2/134

[22] Fetava-yı Hindiyye: 3/121

[23] Istılahat-i Fıkhiyyo Kamusu: 5/33

[24] Fetava-yı Hindiyye: 3/121

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[25] Ebû Davud/büyu': 60- İbn Mace/ruhûn: 16- Ahmed: 5/364 

[26] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[28] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[29] Buharî/icare:21- Ebû Dâvud/büyu": 40- Ibn Mâce/ticarat: 9- Daremî/büyu' 80

[30] Müslim- Nesâî/büyu1: 94

[31] Tirmizî/büyu':45

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[32] el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 179

[33] Gayri mütekavvim mal, sefan tenavül ve inîifaı mubah olmayan şeydir. Meselâ besmele ile kesilen bir hayvanın eti, mal-i mütekavvimdir. Denizdeki balık, havadaki kuş ihraz edilmediği sürece gayr-i mütekavvimdir

[34] el-Fıkhu Aİa'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/225'den özetlenerek

[35] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[36] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[37] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[39] Müslim/büyu': 4- Ebu Davud/büyu': 24- Nesâî/büyu": 27- Ibn Mace/ ticarat: 23- Daremî/büyu1: 29- Ahmed: 2/25, 376

[40] Müsned-i Ahmed: 1/388

[41] Buhari/büyu1: 61, Müslim/ büyü1: 5, 6- Ebu Davud/büyu: 24- Tirmizi/ b,üyu" 16- Nesâî/büyu': 67, 68- İbn Mace/îicaraî: 24- Taberanî/büyu': 62-Ahmed:1/56; 166

[42] ibn Mace/ticarat: 24- Ahmed: 3/42

[43] Ebu Davud/ticarat (büyü1); 22- Ahmed: 2/387

[44] Müsned-i Ahmed: 2/387

[45] ibn Mace/ticarat: 24- Ahmed: 3/42

[46] Buhari/büyu': 63, 93- Tirmizi/büyu1: 69- Müslim/büyu': 1,3- Ebu Davud/ büyü1: 24- Nesaî/büyu': 23, 26- İbn Mace/ticarat; 12- Ahmed: 2/319

[47] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[48] Bilgi için bak: Mecmeu'l-enhür: 2/49-51

[49] Bilgi için bak: es-Siracüivehhac: 179-180, eş-Şerhü'l-kebir: 4/27, 28, el-Müdevveneîü'l-kübra: 4/205-214

[50] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[51] Zehebî/Mizan'ül-ilidal: 4/521 -10164 nolu Ebu Davud

[52] Şevkanî/Neylülevtar: 5/168

[53] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[54] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[55] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[56] Ebu Davud/büyu': 53

[57] Müsned-İ Ahmed: İ/398

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[58] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 3/673-8015 nolu Muhammed

[59] Bilgi için bak: Nasburraye: 4/20, 21

[60] Celal Yıldırım: Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Konya, Uysal Kitabevi; C.3, s.329

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[61] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[62] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[63] Tirmizî/büyu': 59- Ibn Mace/eşribe: 6

[64] Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, İbn Mace/Neylülevîar: 5/174 

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[65] İbn Kud^me/el-Muğnîve eş-Şerhülkebir: 4/41

[66] es-Siracülvehhac. 182

[67] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibil Arbaa: 2/231

[68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[69] Neylülevtar: 5/174 (.843) Neylülevtar: 5/174

[70] Hafız Zekiyüddin/et-Terğib ve't-Terhİb: 4/29

[71] Hafız Zekiyüddin/et-Terğib ve't-Terhib: 4/29

[72] Hafız Zekiyuddin/et-Terğib vet-Terhib: 4/29

[73] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[74] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[75] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[76] Ebu Davud/büyu1; 68-Tirmizi/büyu': 19- Nesaî/büyu": 60- İbn Mace/ ticarat: 20- Ahmed: 3/402,'434

[77] Ebu Davud/büyu1: 68- Tirmizî/büyu1: 19- Nesaî/büyu1: 60, 72

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[78] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/240' dan özetlenerek

[79] es-Siracülvehhac: 192

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[80] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[81] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[82] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[83] Ebu Davud/nikah: 21-Tirmizî/nikah: 19- Nesâî/büyu': 96- Ahmed: 5/8,18

[84] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[85] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/176

[86] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[87] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[88] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[89] Müslim, Müsned-i Ahmed/Neylülevtar: 5/178

[90] Müslim, Müsned-i Ahmed/Neylülevtar: 5/178

[91] Müsned-i Ahmed: 3/402

[92] Ebu Davud/büyu": 65

[93] Buhari, Müslim, Nesaî/Neylülevtar; 5/178

[94] Buhari, Mü.s!im, İbn Mace/Neylülevtar: 5/178

[95] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[96] Bilgi için bak: Kâsânî/Bedayi1:5/138

[97] Mecmeu'l-enhür: 2/4'den özetlenerek

[98] Kâsânî/Bedayi': 5/134

[99] İbn Kudame/ el-Muğnî

[100] Şemsüddin İbn Klidame (eş-Şerhülkebir: 4/115,116)

[101] Bilgi için bak: es-Siracülvehhac: 191

[102] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[103] Neylülevtar: 5/178, 179

[104] Mizanü'Mtidal: 3/98- 5726 nolu. Alâ'

[105] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[106] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[107] Buharî/büyu1: 58, 64- Müslim/büyu': 11, 12- Ebu Davud/büyu': 45-Tir mizî/ buyu'; 11-Nesaî/büyu': 16,17-İbn Mâce/ticarat: 15- Ahmed: 1/163,368

[108] Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce/Neylülevtar: 5/185

[109] Buharı, Müslim/Neylülevtar: 5/185

[110] Buharı, Müslim, Nesâî, ibn Mâce/Neylülevtar: 5/185

[111] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[112] Mecmeu'l-Enhür: 2/64'den özetlenerek

[113] Ebu Zekeriye Yahya en-Nevevî/Minhacüttalibin: 41

[114] Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhülkebir: 4/43

[115] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/274

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[116] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[117] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[118] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[119] Buharî/hiyel: 6- Müslim/nikah: 51- Ahmed: 2/238

[120] Buharî/büyu': 60, sürüt: 11, hiyei: 6- Müslim/büyu': 13

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[121] Bilgi için bak: Mecmeul-Enhür: 2/63, Minhac: 41, el-Muğnî: 4/42, 43

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[122] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[123] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[124] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[125] Müsned-i Ahmed- Neylülevtar: 5/179

[126] Buharî- Müslim- Neylülevtar: 5/179

[127] Müsned-i Ahmed- Nesâî- Neylülevtar: 5/179

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[128] Mecmeulenhür: 2/63

[129] Ebû Zeke riya Yahya en-Nevevî/Minhacüttalibin: 41

[130] Bilgi için bak: el-Muğnî: 4/279

[131] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[132] Şevkanî/Neylülevtar: 5/190

[133] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[134] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[135] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[136] Buharî, Müslim, Nesâî, İbn Mace- Neylülevtar: 5/195

[137] Nesâî, İbn Mace- Neylülevtar: 5/195

[138] Nesâî, Ibn Macg- Neylülevtar: 5/195

[139] Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ibn Mace, Neylülevtar: 5/195

[140] Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ibn Mace, Neylülevtar: 5/195

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[141] Mecmeulenhür: 2/15, 16

[142] Gİ-Ğamravî/Gs-Siracülvehhac: 199, 200'den özetlenerek

[143] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'IMezahibi'l-Arbaa: 2/294, 295

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[144] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[145] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[146] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[147] Müslim/mü sakat: 109- Buharî/şürut: 4- Ebu Davud/büyu': 77- Ahmed: 3/26.

[148] Tirmizî/büyu': 19- Buharî/büyu': 73- Nesâî/büyu1: 60, 71, 72- Daremî/

büyü1: 26- Taberanî/büyu1: 69

[149] Buharî- Müslim- Neylülevtar: 5/203

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[150] Fatava-yı Hindiyye: 3/133-135"den özetlenerek.

[151] es-Siracülvehhac: 180

[152] İbn Kudame/el-Muğnî: 4/48-591 dan özetlenerek.

[153] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/229

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[154] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[155] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[156] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[157] Buharî- Müslim/1533- 4

[158] Tirmizî/büyu1:28- Ebû Davud/büyu': 66- Nesâî/büyu1; 12- Ibn Mace/ ahkam: 23- Ahmed: 3/217

[159] Müsned-i Humeydî/Neylülevtar: 5/206

[160] Buharî/tarih- Neylülevtar: 5/20.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[161] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/285

[162] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'İ-Mezahibi'l-Arbaa: 2/285     .

[163] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/284, 285

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[164] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[165] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[166] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[167] Ebû Davud/büyu'67- ibn Mace/ticarat: 22- Tabarânî/büyu': 1

[168] Musannef-İ Abdurrezzak/Neylülevtar: 5/173

[169] Tenvîrü'l-hevâlik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 2/118

[170] Tenvîrü'l-hevâlik Şerhün Ala Muvatta'i Malik: 2/118

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[171] Zehebî/Mizanü'l-Vtidal: 1/452-1694 nolu Habib

[172] Bilgi için bak: Neylüievîar: 5/173- İbn Dakiyk el-lyd/lhkamü'l-ahkam: 3/140, 14.

[173] Fıkhu's-Sünne;3/100, 101

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[174] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[175] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[176] Buharî-Müslim

[177] Buharı-Müslim

[178] Buharî/büyu1: 19, 22, 42, 43, 44, 46, 47- Müslim/büyu1: 43, 46, 47- Ebu Davud/büyıT: 51- Tirrnizî/büyu1: 26- Nesâî/büyu': 4, 8, 9- Daremî/büyu': 15-Ahmed:2/4, 9

[179] Buharî/Neylülevtar: 5/212

[180] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[181] Ebû Zekeriya Yahya en-Nevevî/Minhacü'Malİbin: 41

[182] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/170, 171

[183] Bilgi için bak: eİ-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/170, 171

[184] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/170, 171

[185] Bilgi için bak: lhkamül-Ahkam Şerhü Umdeti'l-Ahkam: 3/102-109

[186] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[187] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[188] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[189] Bilgi için bak: Fahruddin Razi- Tefsirü'l-Kebir: 2/530- el-Muğnî: 4/123-Neylülevtar: 5/217

[190] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[191] Buharî/libas: 86, 96- Müslim/mü sakat: 106- Ebu Davud/büyu': 4- Tirmizi/ . buyu1: 2- Nesâî/zînet: 25- Ibn Mace/ticarat: 58- Daremî/büyu': 4- Ahmed: 1/82, 88

[192] Müsned-i Ahmed- Neylülevtar: 5/214

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[193] Bilgi için bak: Kâsânî/Bedayi1:5/192

[194] Ibn Kudamo/el-Muğnî: 4/162

[195] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[196] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[197] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[198] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[199] Müslim/müsakat: 75, 77, 91- Buharî/büyu1: 77, 28, 81- Ahmed: 3/4, 9- 6/ 22- Taberânî/büyu': 30, 34, 35

[200] Müslim/müsakat: 75, 77, 91- Ahmed: 3/4, 9- 6/22

[201] Buharî/büyu1: 87- Müslim/müsakat: 81, 83, 85, 90- Ebu Davud/büyu1: 12-Nesâî/büyu': 50

[202] Ebu Davud/büyu1:13- Tirmizi/büyu1: 23- Nesâî/büyu": 42, 44- Taberanî/ büyü': 20

[203] Müslim/müsakat: 81, 83, 89, 90- Nesâî/büyu': 47, 50- Ebu Davud/büyu1: 13- Ahmed: 2/293- 3/5, 66, 97

[204] Buharî/büyu1: 81-Ahmed: 5/314

[205] Buharı/büyü': 54- Müslim/müsakat: 79- Ebu Davud/büyu1:12- Nesâî/ buyu1: 41, 44, 46- Ibn Mace/tic: 50

[206] Buharî/büyu':78-Müslim/müsakaî:81, 83, 85, 90- Ebu Davud/büyu1; 12-Nesâî/büyu': 50- Ibn Mace:48

[207] Müslim/müsakat: 93- Ahmed: 6/400

[208] Darekutnî- Neylülevtar: 5/218

[209] Buharî/Ttisam: 20, meğazi: 39- Müslim/müsakat: 94, 95- Nesâî/büyu": 41 -Daremî/büyu': 40- Taberani/büyu': 21

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[210] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'^Arbaa: 2/244

[211] Bilgi için bak: Kâsânî/Bedayi: 5/192-200- İbn Dakiyk el-lyd/ihkamü'l-     ahk&m: 183-183- İbn Kudame/el-Muğnî: 4/124-143- Kitabü'l-fıkhi Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/250-251

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[212] Biigi için bak: Neylülevtar. 5/216

[213] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 2/41-2741 nolu Rebİ1

[214] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[215] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[216] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[217] Darekutnî- Neylülevtar: 5/232

[218] Müsned-i Ahmed: 2/28

[219] Ebû Davud/büyu": 54- Ahmed: 2/84

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[220] Neylülevtar: 5/234

[221] Mezhep imamlarının bu konuyla ilgili görüşleri hakkında bak: el-Muğnî: 4/256, 257- Neylülevtar; 5/234, 235- Fetava-yı Hindiyye: 3/208

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[222] Fethülallam Li-Şerhi Büluğu'l-meram: 2/31

[223] Fethülallam Li-Şerhi Büluğu'l-meram: 2/31

[224] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal: 1/184-737 nolu Îshak

[225] Fethülallam Lİ-Şerhi Büluğu'l-meram: 2/31

[226] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[227] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[228] Müslim/iman: 164- Ebû Davud/büyu': 50- Tirmizî/büyu: 72- jbn Mace/       j ticarat: 36- Daremî/büyu': 10- Ahmed: 2/50, 242,417- 3/466- 4/4

[229] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[230] Buharî/mezalim: 3, ikrah: 7, birr: 6, 32- Ebû Dâvud/eyman: 7, imaret: 36, edeb:38-Tirmizî/hudud:3, birr. 18, tefsir: 9- Ibn LaceTicarat: 45-Ahmed: 2/6, 8, 91-3/491- 4/66

[231] Buharî/büyu1:19- Ahmed: 3/491

[232] Müslim/iman: 164- Ebû Davud/büyu': 50- Tirmizî/büyu": 72- ibn Mace/' ticarat: 36- Daremî/büyu1:10- Ahmed: 2/50, 242, 417- 3/466- 4/45

[233] Tirmizî/büyu': 8- Ibn Mace/ticarat: 47

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[234] Bilgi için bak: Mecmeu'l-enhür. 2/40-42

[235] Bilgi için bak: es-Siracülvehhac: 186, 187

[236] Bilgi için bak: et-Muğnî: 4/85

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[237] Bilgi iÇifBıkf Mizanü'l-itidal: 4/527^10217 nolu Ebû Siba1 ve Neylülevtar: 5/239'

[238] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[239] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[240] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[241] Buharî-Müsİim

[242] Müslİm/büyu1: 28- Darernî/büyu': 19-Ahmed: 2/259, 317

[243] Müslim- Ebu Davud- Nesâî- Tirmizi- İbn Mace

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[244] İbn Kudame/el-Muğnîve eş-Şerhü'l-kebir: 4/82

[245] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/201

[246] İbn Kudame/et-Muğnî: 4/82- el-Fıkhu Ala'İ-Mezahibi'l-Arbaa: 2/201

[247] Bilgi için bak; el-Muğnî: 4/82, 83

[248] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/202

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[249] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/243

[250] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[251] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[252] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[253] Tirmizi/büyu1:73- Ebu Davud/büyu': 49- İbn Mace/ticarat: 27- Daremî/ büyü': 13-Ahmed: 3/85, 156,28.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[254] Bilgi için bak: Fıkıh kitapları "gabrr-İ fahiş" bölümü.. Ayrıca el-Fıkhu Ala'l Mezahibi'l-Arbaa: 2/284, 285

[255] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[256] Seyyîd Sabık/Fıkhu's-Sünnet: 3/106

[257] Fıkhu's-Sünnet: 3/106

[258] Fıkhu's-Sünnet: 3/106

[259] Fıkhu's-Sünnel: 3/106

[260] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[261] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[262] Müslim/müsakat: 129, 130- Ebu Davud/büyu1: 40, 47- Ibn Mace/ticarat: 6- Daremî/büyu': 12- Ahmed: 3/453, 454- 6/400

[263] Müsned-i Ahmed: 5/27

[264] Müsned-i Ahmed: 3/453, 454- 6/400- Taberanî/büyu1: 56, 58

[265] Ibn Mace/ticarat: 6- Ahmed: 1/21-2/33, 351

[266] Ibn Mace/ticarat: 6- Daremî/büyu1: 12

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[267] Bilgi için bak: Fetava-yı Hindiyye: 3/214

[268] İbn Kudame/el-Muğnî: 4/283'den özetlenerek

[269] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[270] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/249

[271] Mizanü'l-i'tidal: 4/575

[272] Mizanü'l-hidal: 4/322- 9303 nolu Heysem

[273] Mizanü'l-i'tidal: 4/322- 9303 nolu Heysem

[274] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[275] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[276] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[277] Ebu Davud/büyu": 82- Tirmizi/büyu1: 43, ticarat: 19- Daremî/büyu': 16-Taberanî/büyu'rSO

[278] Nesâî/büyu1: 82- Ahmed: 1/466

[279] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[280] Bilgi İçin bak: el-Fıkhu Ala'l MezahibiTArbaa: 2/209, 210

[281] Bilgi için bak: ei-Ümm: 3/90

[282] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l MezahibiTArbaa: 2/210- ei-Muğnî: 4/109   

[283] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l MezahibiîArbaa: 2/212, 213'den özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[284] Neylülevtar: 5/253

[285] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[286] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[287] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[288] Müslim/müsakat: 128- Buhari/selem: 1,2,7- Ebu Davud/büyu': 55-Tirmizî/büyü': 68- Nesâî/büyu': 63- Ibn Mace/tİcarat: 59- Daremî/büyu': 45- Ahmed: 1/217,222

[289] Müsned-i Ahmed: 1/217, 22, 353

[290] Buhari/büyu1: 55- Nesaî/büyu': 60- Ahmed: 4/380, 354- Buhari/selem: 2; 3, 7

[291] Ebu Dâvud/büyu': 57- ibn Mace/ticarat: 60

[292] Taberanî/büyu": 93, 94- Darekutnî

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[293] Mecmeu'l-enhür; 2/97-107' den özetlenerek

[294] es-Sİracülvehhac: 205-207

[295] İbn Kudame/el-Mugnî: 4/312-334'den özetlenerek

[296] Sahnûn/el-Müdevvenetülkübra: 4/2-123

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[297] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[298] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[299] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[300] ibn Mâce/Neyiülevtar: 5/259

[301] İbn Mâce/sadakaî: 19

[302] Ebû Dâvud/edeb: 60-Tirmizi/hudud: 3, birr: 19-İbn Mâce/mukaddeme: 17-Ahmed: 2/202, 414

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[303] Bilgi için bak: Fetava-yı Hindiyye: 3/201-205

[304] Bilgi için bak: es-Siracülvehhac: 210, 211

[305] Bilgi için bak: İbn Kudame/el-Muğnî: 4/352-357

[306] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/343'den özetlenerek. Bilgi için bak: el-Müdevvenetülkübra: 4/133-140

[307] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[308] Mizanü'l-i'tidal: 2/198-3433 nolu Süleyman

[309] Neylülevtar: 5/259

[310] Zehebi/Mizanü'l-i'tidal: 1/645-2475 nolu Halid-Ayrıca bilgi için bak: . Neylülevtar: 5/259

[311] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[312] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[313] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[314] Müslim/müsakat: 121-Tirmizi/büyu': 75

[315] Müslim/müsakat: 118,119- Ebu Davud/büyu': 1.1-Tirmizî/büyu1; 73-Nesaî/büyu': 64- !bn Mace/ticarat: 62- Daremî/büyu1:31- Ahmed: 6/390

[316] Ibn Mâce/Neylütevtar: 5/259    

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[317] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[318] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[319] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[320] Buhari/büyu': 88- Ahmed: 1/329, 347, 404

[321] Buhari/cihad: 89, meğazi: 86- Tirmizî/büyu': 7- Nesaî/büyu': 58, 83- ibn Mâce/rühûn: 1- Daremî/büyu": 44- Ahmed: 1/236, 300

[322] ibn Ma.ce/rehn: 2- Buharî/rehn: 4- Ebû Davud/büyu': 76- Tirmizî/büyu': 31-Ahmed: 2/228, 473

[323] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[324] Bilgi için bak: e!-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/324-327

[325] Bilgi için bak: es-Siracülvehhac: 212-216

[326] Bilgi için bak: el-Fıkhu Aia'i-Mezahibi'l-Arbaa: 2/328-330

[327] lbn Kudame/ei-Muğnî: 4/366-371'dn özetlenerek

[328] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibİ'l-Arbaa: 2/321, 322'den özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[329] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/264

[330] Bilgi için bak: Neylülevtar: 5/265

[331] Fethülallam li-Şerhi Bülûği'l-meram: 2/40

[332] Fethülallam li-Şerhi Bülûği'l-meram: 2/40

[333] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[334] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[335] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[336] Ebû Dâvud/büyu1: 26

[337] Ebû Dâvud/edeb: 17- Îbn Mâce/ticarat: 63- Ahmed: 3/421

[338] Ibn Mâce/ticarat: 63

[339] Müsiim/müsakat: 86- Nesaî/büyu': 49- Ahmed: 4/371

[340] Ebû Dâvud/eyman: 47, büyü': 29- Nesâî/büyu': 105

[341] Ebû Davud/taharet: 20

[342] Darekutnî/Neylüievtar: 5/300

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[343] Bilgi için bak: Mecmeu'l-enhür: 2/321-329,. Bedayi1: 6/79-112

[344] el-Ğamravi/es-Siracülvehhac: 279-284

[345] Fıkhu's-sünnet: 3/206

[346] Rıkhu's-sünnet: 3/208

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[347] Bilgi için bak: Neylüievtar: 5/299

[348] Neylülevtar: 5/301

[349] MizanÜ'l-i'tidal: 4/253-9043 nolu Nasr

[350] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[351] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[352] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[353] Tirmizî, Müsned-i Ahmed/Neylülevtar: 6/3

[354] Muhtasar-ı Ebû Dâvud/Neylülevtar: 6/3

[355] Buharı/hibe: 29, cizye: 18, edeb: 8- Müslim/zekat: 34-Ahmed: 6/344

[356] Mümtahine Suresi: 8

[357] Müsned-i Ahmed:4/4

[358] Ebû Dâvud/imaret: 35-Tirmizî/siyer: 23- Ahmed: 4/162

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[359] Bilgi için bak: Fıkhu's-sünnet: 3/540

[360] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[361] Şevkanî/Neylülevtar: 6/3

[362] Sündüs: İnce atlas türünün genel adıdır.

[363] Hülle: Değeri yüksek iki elbise (izarve rida')..

[364] Zehebî/Mizanü'l-İ'tidal: 4/118-8558 nolu Musab

[365] Mursel hadis: Senedinden bir sahibinin düştüğü hadistir..

[366] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[367] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[368] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[369] Buhari/hibe: 11- Ebu Davud/büyu1:80- Tirmİzî/birr: 34- Ahmed: 2/359-4/37-6/90

[370] Ebû Dâvud/büyu': 80- Tirmjzî/menakıb: 73- Ahmed: 2/292

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[371] Tirmizî/edahî: 14- Ahmed: 2/479, 481, 512

[372] Taberanî/ciran

[373] Tirmizî/veiâ: 6- Ahmed: 2/405

[374] Müsned-i Ahmed: 4/221

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[375] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[376] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[377] Nisa Suresi: 11

[378] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[379] Ebû Davud/büyu1: 83- Buhari/hibe: 12,13- Müslim/hibat: 13- Nesaî/ nuhl:1-Ahmed.; 4/275,278; 375

[380] EbûDâvud/büyu': .83- Müslim/hibat: 29- Ahmed: 3/326

[381] Buharı/hibe: 12- Müslim/hibat: 9,10, -17- Tirmizî/ahkâm: 30- Nesaî/ nuhl:1-; İbn Mace/hibe: 1- Taberanî/akzîye: 39-Ahmed: 4/268, 269, 271, 272

[382] Müslim/hibe: 13

[383] Buharî/hibe: 14, 30, buyu': 62- Müslim/zekat: 100, hibe: 2, 3- İbn Mace/ hibal: 5- Taberani/zekat 49- Ahmed: 1 /217, 250-2/182

[384] Buharî/hibe: 14, 30, büyü1:62- Müslim/zekat: 100, hibe: 2,3- Ibn Mace/ hibat: 5- Taberani/zekat: 49- Ahmed: 1/217, 250-2/182

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[385] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[386] Bilgi için bak: Mizanü'l-i'tidal: 2/163- Neylülevtar: 6/8

[387] Bilgi için bak: Neylüİevtar: 6/12,13

[388] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[389] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[390] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[391] Ebû Dâvud/büyu1: 77- Nesaî/büyu': 1- Ibn Mace/ticarat: 64- Daremî/büyu1: 6-.Ahmed: 2/214-6/41, 173, 201, 202

[392] Ebû Dâvud/büyu1:72- Ahmed: 2/214-6/41- Ibn Mace/ticarat: 64

[393] Ebû Dâvud/büyu': 72- Ahmed: 2/214-6/41

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[394] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[395] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[396] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[397] Müslim/zekat: 79, 80- Ebu Davud/zekat: 44- İbn Mace/ticarat: 65- ahmed: 6/44, 278

[398] Müsned-i Ahmed: 6/44

[399] Neylülevtar: 6/18

[400] Müslim/zekat: 44

[401] Müsned-i Ahmed: 6/345, 346, 353

[402] Ebû Dâvud/zekat: 44

[403] Buhari/hayz: 6, zekat: 44- Müslim/iman: 132

[404] Ebu Davud/büyu1: 84- Nesaî/zekat: 58- Ahmed: 2/179, 184, 207

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[405] Bilgi için bak: Neylülevtar: 6/21

[406] Zehebî/Mizanü'i-i'tidal: 3/263- 6383 nolu Amr

[407] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[408] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/