Müctehidlerin Görüş ve İctihadları
Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri ve
Görüşleri
Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri
Evlada Yapılan Vakıf Onun Çocuklarını da İçine Alır
Müctehidlerin Görüş İstidlalleri
Kabe’ye Harcanmak Üzere Yapılan Bağışlardan Arta
Kalamları
Tahliller, Görüşler ve Rivayetler
Vakıf, sözlükte
hapsetmek anlamına gelir. Şeriatte ise, bir mülkü menafıi fakirlere,
muhtaçlara, yolda kalmışlara ve sair hayırlı işlere sarfedilmek üzere Allah
yolunda hapsetmek ve aslının vakfedenin mülkünde kalmasını sağlamaktır.
Bunun gerçekleşmesiyle
ilgili lafızlar ise hapsedip tuttum, vakfettim, tesbil ettim (Allah yoluna
bağladım, o'nun yoluna ayırdım) gibi kavramlardır.
Vakfın sayılmayacak
kadar faydaları söz konusudur.. Her şeyden önce bir müslümanın yalnız kendi'
nefsinden çalışıp kazanmadığı, toplumdan yana da bu çalışma ve hizmetini
sürdürdüğünü gösterir. Sonra da elde edilen kazancın bir bölümünü sosyal
adaleti sağlamaya çevirir ve bütün bunların üstünde fertleri toplumun bir
parçası olduğuna inandırır. Kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma ruhunu
pekiştirir. Aynı zamanda vakfedenin ölümünden sonra da amel defterinin açık
kalmasına ve vakfettiği mülkten dolayı hasıl olan sevapların ona yazılmasına
vesile olur.
O bakımdan İslâm
tarihinde vakfe çok önem verilmiş * . sayılmayacak kadar vakıf eserler,
müsseseler kurulmuştur. [1]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.u.) •Efendimiz şöyle buyurmuştur: 'İnsan
ölünce ameli kesilir, ancak şu üç cihetten kesilmeyip devam eder: Cari bir
sadaka, istifade edilen bir ilim, ken i dişine dua eden salih bir
evlad.." [2]
İbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Ömer'e (r.a.)
Hayber arazisinden bir parça isabet etmişti. Ömer (r.a.) Peygamber'e (s.a.v.)
şöyle dedi: 'Ya Resu-lellahî Bugüne kadar elde edemediğim çok nefis bir arazi
Hayber topraklarından bana isabet etmiş bulunuyor. Bu hususta ne
emredersiniz?" Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu:
"istersen aslını (çıplak mülkiyetini) hapseder (elinde tutarsın ve
(gailesini, gelirini) tasadduk edersin.." Bunun üzerine Ömer (r.a.)
satılmamak, hibe edilmemek ve miras olarak taksim edilmemek üzere o malı
fakirlerden, hısımlardan, köle (azad etme) den, misafirlerden ve yolda
kalmışlardan yana tasadduk etti ve o mala tevelli eden kimsenin örfe uygun
ondan yemesini ve mal ( ve servet) sahibi kıhnaksızın başkasına yedirmesini
belirledi." [3]
Amr b. Dinar hadisinde
ise şu lafızlara yer verilmiştir;
'Vakıf üzerinde veli
olan kimsenin ondan yemesinde ve mal ve servet sahibi kıhnaksızın dostuna
yedirmesinde bir sakınca yoktur. Nitekim İbn Ömer (r.a.) babası Ömer'in (r.a.)
sadaka (vakf) üzerinde velî olarak bulunuyordu ve Mekke halkından bazı
kimselere ondan bağışta bulunurdu."
Osman (r.a.)den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz Medine'ye geldiğinde Rume kuyusu dışında orada tatlı bir su
bulunmuyordu. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: Kim
Rume kuyusunu satın alırda kendi kovasını müslümanların kovasıyla beraber o
kuyuya indirir de buna karşılık Cennet'te daha hayırlısına erişmek ister?'
Osman (r.a.) devamla
diyor ki: "Bu beyan üzerine o kuyuyu kendi öz malımla satın aldım.." [4]
a)
Hanefîlere göre: îmam Ebu Hanife'ye göre, vakıf: Bir mal veya mülkün aynım
vakıfın, yani vakfedenin mülkiyetinde tutmak, gelirin fakirlere ya da hayır
yollarından birine tasadduk etmektir.
Bu tarife göre,
vakfedilen mal veya mülkü vakfeden kimse bir daha geri alamaz, vakfından
dönemez diye bir lüzum yoktur. Vâkıf dilediği zaman vakfından dönebilir ve o
malı başkasına satabilir.
Ancak bu tarif
çerçevesi içinde bir vakfın lüzumlu kalması iki yoldan biriyle gerçekleşebilir:
a) Hakimin bu hususta yapılan vakfın
lüzumuna karar vermesi ve devamlılığını sağlamasıyla; b) Bir malm veya mülkün gailesi (elde edilen geliri) nin vasiyet
yoluyla hayır işlerine vakfedilmesiyle..
İmam Ebu Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre: Bir mal veya aynını Allah'ın mülkü hükmünde tutup
gelirinin Allah'ın kullarına tahsis edilmesidir. Bu durumda yapılan vakıf artık
umluluk kesbeder, ne satılır, ne hibe edilir, ne de miras olarak kalır.
Fukahamn çoğuna göre,
vakıf konusunda imameyn'in görüş ve iihadına uyulur. .
Vakıf hakkında açık
bir ayet yoktur. Daha çok sünnet ve icma' sabit olmuştur..
Vâkıftan vakfettiği
mal veya mülkün giderilmesi kadının ikmüyle gerçekleşir. Şöyle ki: Adam malim
vakfedip ona bir ütevelli tayin eder ve sonra bu hususta kadının verdiği bir
karar tktur gerekçesiyle döner, bu yüzden durum kadıya intikal eder, o da ıkn-n
lüzumuna karar verirse artık vakfın lüzumu kesinleşmiş olur î vâkıf dönüş
yapamaz. Bu, tamamen İmam Ebu Hanife'nin irüşüdür.
Vâkıf vakfettiği mal
veya mülkün ileride ibtalından endişe eder & o gün için kadıya başvurup
bunun lüzumuna bir karar ikartamazsa, o takdirde yazdırdığı vakıfnameye şu
cümleleri ilave etmesi gerekir: "Şayet ileride benim vakfettiğim şu malı
herhangi bir adi veya vali iptal edecek olursa, bu mal ve mülk aslıyla ve
içinde ulunan her şeyiyle vasiyetim olarak satılır, elde edilen para fakir-sre
tasadduk edilir."
Böyle bir vasiyette
bulunmak her zaman yararlıdır. Zira vâkıf Idükten sonra varisleri tarafından
yürütülen vakıf mal ve mülk bir ün gelir de özelliğini kaybeder, yıkılmaya
yüztutarsa o takdirde adıya başvurmadan mütevelli olan varisler onu satıp
parasını fakir-ive tasadduk edebilirler..
Vakfın hükmü: İmam Ebu
Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, aülkün aynının kişiden zail olması Allah için
hayır yollarında kul-anılmasıdır. İmam Ebu Hanife'ye göre, mülkün aslının
kişinin elinde :aîması, gelirinin Allah için hayır yollarına sarfedilmesidir.
Vakfın Şartları;
Vakfın birtakım şartları vardır. Fukaha vakfm ana amacını dikkate alarak bu
şartları şöyle tesbit edip belir-emişlerdir:
1- Vakfeden
kimsenin âkil ve baliğ olması,
2- Hür
olması,
3-
Vakfedilen şeyin Allah'a yaklaştmcı bir anlam ve hüküm aşıması,
4-
Vakfedilen mal ve mülkün vâkıfın mülkiyeti altında bulunması,
5- Vakfeden
kimsenin hacr altında bulunmaması,
6-
Vakfettiği şeyi bilmesi ve vakfedilen şeyin belli olması,
7-
Vakfedilecek şeyin, bir başka şeyin gerçekleşmesine talik edilmemesi,
8- Vakfettiği
şeyin satılmasını, parasının kendi ihtiyacına sarfe-dilmesini şart koşmamış
bulunması,
9-
Vakfedilen mülkün gelirinin ebediyen fekirlere sarfedilmesi gibi kesintiye
uğramayacak bir anlamda açıklanması.. [5]
b) Şafiîlere
göre: Vakıfda, yani vakfeden kimsede aranılan şartlar:
1-
Sarfettiği sözün sahih ve geçerli olması,
2-
Teberru'da bulunma ehliyetini haiz olması..
Böylece bu mezhebe
göre, vakfeden kişinin müslüman olması şart değildir. Reşîd olup sözü sahih ve
geçerli bulunan bir'kaflr de malını, mülkünü vakfedebilir. Böylece bir gayr-i
müslimin kendi evini veya işyerini mescid olarak vakfedebileceği hükmü ortaya
çıkıyor. Ancak fukahadan bir kısmına göre, onun ölümüyle birlikte vakfettiği
bina mescid olmaktan çıkar.
Sonra da sefih, müflis
ve kendisiyle kitap akdi yapılan kölenin vakfetme yetkisi yoktur.
Vakfedilen şeyde
aranılan şartlar:
1- Onunla
intifa sağlamanın devamlı olması,
2-
Vakfedildiği zaman mevcut olması, kişinin mülkiyetinde bulunması..
O halde yiyecek
maddelerini, oyuncak aletlerini, nakit olarak dirhem ve dinarı tezyin için
vakfetmek sahih değildir.
Taşınmaz mal ve
mülkün, taşınır olan kitap ve mefruşatın vak-fedilmesi caizdir.
Vakıf ancak açık
lafızla gerçekleşir ve sıhhat kazanır. Bunu sarih olanı, "Şunu
vakfettim" veya "Şu arazim veya bağ-bahçemi vakfettim",
"Şu malımı tesbil ettim (Allah yolunda bağladım, O'nun yoluna
ayırdım)" gibi sözlerle gerçekleşir.
Bunun gibi "Şu
malımı sadak-i muharreme olarak tasudduk et-" veya "Şu malımı
vakfettim, satılamaz, hibe edilemez" sözleri de tıf hususunda sarih
sayılır. [6]
Ebu Hanife'ye göre
vakfın satışı caizdir, İmam Ebu Yusuf a, km Şafiî'ye göre caiz değildir. Çünkü
1083 nolu İbn Ömer hadi-ûe vakfedilen şeyin satılamıyacağı, hibe edilemeyeceği
ve miras ol-ık taksim edilemeyeceği açık şekilde belirtilmiştir, o bakımdan am
ebu Yusuf diyor ki: "eğer bu hadis İmam Ebu Henife'ye işmiş olsaydı,
herhalde bununla amel eder, vakfın satüamıyacağını rlerdi." [7]
Böylece Şafulere göre,
yapılan vakıf Aziz ve Celil olan Allah'a Likal eder, ne vakfedenin mülkü olur,
ne de kendisine vakfedilen kişinin mülkü olur.
c) İmam
Malik ile İmam Ahmed'e göre, yapılan vakıf kime pılmışsa onun mülkiyetine
intikal eder. [8]
Kişi kendisi için
vakıf yapabilir mi?
Yani vakfetmek
istediği taşınır veya taşınmaz malı kendisi için ıkfedip gelirini yine kendi
ihtiyacına sarfedebilir mi? Bu hususta üctehid imamların farklı yorum ve
ictihadlan olmuştur:
a) Kişinin
kendi nefsine vakfetmesi caiz ve sahihtir, çünkü bir lamın Hz. Peygamber'e
(s.a.v.): "Yanımda bir dinar bulunu-yor, )nu nereye tasudduk
edeyim)?" diye sorması üzerine Efendimiz ona ı cevabı vermiştir: "Onu
kendi nefsine tasadduk eyle.." [9]
Böylece vakıftan
maksadın Allah'a takarrub olduğu ve kişinin endi nefsinden yana harcamasında da
Allah'a takarrubun söz konu-ıı olduğu ortaya çıkıyor. Nitekim Ebu Hanife ile
îbn Ebî Leylâ, Ebu usuf ve imam Ahmed de aynı görüştedirler. Malikî'lerden Ibn
a'ban, Şafiî'lerden îbn Süreye, îbn Şübrüme, îbn Siba've itretten irçok ilim
adamı da bu görüşe katılmışlardır.
îmam Şafiî, İmam
Malik, Hanbelilerden bir kısmı ise kişinin :endi nefsine vakıf- yapamıyacağını
belrtmişler ye Resulüllah'm s.a.v.) şu hadislerini delil olarak
göstermişlerdir: "Ürününü (gelir ve rallesini) Allah yoluna bırak.."
Bu emir ve tavsiyenin
Hz. Ömer'e (r.a.) yapıldığını muhaddisler lelirtmişlerdir. [10]
1082 nolu Ebu Hüreyre
hadisi sahihtir. îlim adamları hadiste geçen cari sadakayı vakf ile tefsir
etmişlerdir.
İstifade edilen
ilimden maksat, dünya ve ahiret düzeniyle ve yararıyla ilgili meşru ölçüler
içinde olanıdır.
Böylece belirtilen
düzeyde ilmî eserler yazıp insanların istifadesine terkeden kimse de bir
bakıma vakıf yapmış sayılır, aynı zamanda bildiğini Öğretmek de bunun
kapsamına girebilir.
1083 nolu İbn Ömer
hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salih-tir. '
Bu hadis, taşınmaz bir
malın gailesini hayır işlerine sarfedü-mek üzere vakfetmenin meşruiyetine açık
şekilde delalet etmektedir. O bakımdan dört mezhep de bu hadisle istidlal ve
ihticacda bulunmuştur. Ancak İmara Ebu Hanife'ye bu hadisin ulaşmadığı
söylenmektedir.
Böylece mescidlerin,
sebillerin,kuyu ve benzeri kaynakların vakfedilmesinin sahih olduğunda
müslümanlann icma'ı vardır. Aynı zamanda yapılan vakıf ile muhtaç hısımları da
gözetmenin birçok yaran bulunduğuna işaret söz konusudur.
1084 nolu Osman
hadisini Buhari talikan tahric etmiştir. Tir-mizî ise bu hadisi hasenlemiştir.
Böylece hadis yapılan bir vakfın umuma teşmil edileceğinin, yani
herkesin,istifadesine tei'kedümesinin cevazına delalet etmektedir. Çünkü Hz.
Osman'ın satın alıp Müslümanların istifadesine vakfettiği kuyu bu anlamda bir
hüküm içermektedir.
îbn Ömer hadisi az
farklı lafızlarla çeşitli tariklerden rivayet edilmiştir:
a) Darekutnî
şu lafza yer vermiştir; "Gökler ve yerler devam ettiği sürece mülkün
aslını elinde tut, semeresini Allah yoluna bırak.."
b)
Beyhakî'nin rivayetinde ise şu lafız yer almaktadır: Semeresi (ürünü) ni
tasadduk eyle, aslım elinde tut.. Öyle ki artık onun aslı ne satılır, ne de
hibe edilir.."
c) Buhari
ise şu lafızları nakletmiştir: "Asîmi tasadduk eyle ki bu artık ne
satılır, ne hibe edilir, ne de miras olarak bırakılır., ama ürünü (Allah
yolunda muhtaçlara) tasadduk edilir.."
d) Buhari ayrıca Müzaraa bahsinde hadisi şu
lafızla tahric etmiştir:
"Aslıni tasadduk
eyle ki bu artık satılmaz, hibe edilmez; ama ürünü infak edilir, artık sen onun
ürününü tasadduk eyle.."
Şüphesiz bu şartları
kimi Ömer'e izafe etmekte, kimi de Hz. Peygamber'e (s.a.v.).. Ama arada bir
münafat söz konusu değildir. Zira en kuvvetli ihtimalle bu şartları önce
Resulüllah (s.a.v.) be-yan etmiş ve o sebeple de Ömer (r.a.) onları anmıştır. [11]
1- Vakıf
sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.
2- Kişinin
cari sadaka olmak üzere mal veya mülkünü -ilâhî hoşnutluğu dileyerek- hayır
yollarına vakfetmesi sünnettir.
3- Vakfeden
hayatta iken vakfettiği şeyden dönebilir ve o malı satabilir. Bu, İmam Ebu
Hanife'ye göredir.
4- Ancak
vakfeden kadıya başvurur da yaptığı vakfı tescil ettirir, yani böyle bir karar
çıkartırsa, vakıf lüzumluluk ve devamlılık arzeder ve artık vakfeden bundan
dönemez.
5- Bir malın
veya mülkün gailesinin hayır yollarında harcanması şartıyla ölüm sonrası
yapılan bir vasiyet de geçerlidir ve lüzumluluk arzeder. '
6- Bir malı veya mülkü
Allah'ın mülkü hükmünde tutup gelirini hayır işlerine tahsis etmek suretiyle
yapılan vakıf, İmameyn'e göre lüzumluluk ve
devamlılık arzeder ve artık vakfeden bundan dönemez.
7- Bu
durumda vakfedilen mal veya mülk artık satılamaz, hibe i edilemez ve miras malı
olarak belirlenemez.
8- Vakfın
ileride bir yetkili (kadı veya vali) tarafından ibtali endişe edildiğinde,
vakfeden o durumda vakfettiği malın satılıp elde edilen parayı Allah yolunda,
hayır işlerinde sarfedilmesini yazılı olarak şart koşarsa, yapılacak ibtal bu
şartı değiştiremez.
9- Vakfeden
isterse, malın aslım ve gelirini birden vakfedebilir. Bu, imam Ebu Hanife ile
İmam Muhammed'e göredir.
10- Vakfeden
malın aslını elinde tutar, sadece gailesini (elde edilen gelirini) hayır
işlerine vakfeder. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) böyle yapmıştır. (Bu, İmam Ebu Yusuf
a göredir).
11-
Hanefîlere göre, vakfın dokuz, şartı söz konusudur ve bu şartlara riayet
gereklidir.
12-
Vakfedenin aklı başında olması, sarfettiği sözün neye delalet ettiğini bilmesi
ve teberruda bulunma ehliyetini haiz olması şarttır. (Bu İmam Şafiî'ye
göredir).
13- Böylece
bu imama göre bir kafir, bir zimmî malını veya mülkünü vakfedebilir. Yani
vakfedenin müslüman olması şart değildir, sadece reşid olması ve akl
melekesinin bozulmaması şarttır.
14-Vakfedilecek
şeyden intifa sağlamanın devamlılık arzetmesi ve vakfedildiği zaman kişinin
mülkiyetinde bulunması şarttır. (Bu daha çok İmam Şafiî'nin içtihadıdır).
15- Bu
durumda vakfın satışı caiz değildir. İmam Ebu Hanife'ye göre, kadıya tescil
edihnemişse, satışı caizdir.
16- Vakıf
ancak birtakım açık sözlerle gerçekleşir: Vakfettim, şu malımı Allah yolunda
bağladım gibi...
17- Allah
adına yapılan vakıf artık Allah'a intikal eder ve artık ne vakfedenin mülkü
olarak kalır, ne de kendilerine vakfedilen kimselerin mülkü olur.
18- İmam
Malik'e ve bir rivayete göre İmam Ahmed'e göre, kimlere vakfedilmişse onların
mülkü olur ve onlara intikal eder.
19-
Kişi kendi nefsine
vakfedebilir mi? Bu
hususta müctehidlerin farklı ictihadları söz konusudur.
20- Vakıftan
maksat, Allah'a takarrub (O'na yakın olma, rızasına erişme) dir. Takarrub niyet
ve anlamı taşımayan bir vakıf, vakıf olamaz. [12]
Muşa': Ortaklar
arasında kullanılan hisselere ayrılmamış mal, lülk demektir. Menkul ise,
taşınır mallar hakkında kullanılan bir avramdır.
Kişi muşa' bir mal
veya mülkte hissesi ayrılmadığı halde o his-byi vakfedebilir mi? Bunun gibi,
at, deve, silah ve benzeri taşınır iıalları vakfetmek sahih midir? Hadislerin
açık delaleti bunların sa-ih ve caiz olduğunu göstermektdir. Ancak bunlar
üzerindeki yorum-ardan kaynaklanan farklı ictihad ve görüşler ortaya çıkmıştır. [13]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber 'ermiştir:
"Ömer (r.a.),
Peygamber'e (s.a.v.) dedi ki: "Hayber arazisinden (ganimet olarak) bana
isabet eden yüz sehim bulunuy->r ki, bu güne kadar öylesine bir mala nail
olmuş değilim.. Sen onu tasdduk etmek istiyorum" Bunun üzerine Resulüllah
s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: "Aslını elinde tut, semer-3sini
(gaile ve gelirini) tesbil eyle (Allah yoluna bağla, O'nun için ayır da
insanlar yararlansınlar)." [14]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.). Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim Allah yolunda inanarak, sevabını yalnız O'ndan bekleyerek bir at
vakf ederse, şüphesiz ki o atın yedikleri, fışkısı ve idrarı, kıyamet gününde
hasenat olarak onun terazisinde yer alacaktır." [15]
îbn Abbas (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz haccetmek istedi. Bunun üzerine bir kadın kendi kocasına:
"Beni Resulüllah (s.a.v.) Efendinizle beraber hacca gönder" dedi.
Adam: "Yanımda sana haccetmen için verecek bir binitim yoktur" diye
cevap verdi. Kadın ona: "Senin falan deven var ya beni onun üzerinde hacca
gönder" diyerek hatırlatmada bulundu. Adam cevap verdi: "O deve Allah
oylunda vaktfedilmiştir.." Sonra adam kalkıp Restilüllah'ın (s.a.v.)
yanına geldi (ve durumu anlattı). Resulüllah (s.a.v.) ona: Sen eşini deve ile
haccr göndermiş olsaydın, yine o deve Allah yolunda (kullanılmış] olurdu."
[16]
Ayrıca bu konuda
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in Halid b. Velic (r.a.) hakkında şöyle buyurduğu
sahih senetle sabit olmuştur "Halid'e gelince, o, zırhını, atını ve (diğer
savaş) aletlerini Al lah yolunda vakfetmiş bulunuyor."[17]
a)
Hanefîlere göre: Bilindiği gibi muşa', ortaklar arasında kul-iılan fakat
hisseleri ayrılmayan bir maldır. İleride hisselerin 'îlması mümkün olduğundan
ortaklrdan birinin kendi hissesini sfetmesi caizdir. İmam Muhammed'e göre caiz
değildir. Buhara mleri, İmam Muhammed'in görüşüne göre amel tmişlerdir ve fetva
ona göre verilmiştir. Bununla beraber muşa1 olan bir malın ortak-dan birinin
kendi hissesini -belli olmadığı halde- vakfetmesine ce-ı verilmiş ve bununla da
amel edilmiştir. Nitekim İmam Ebu Yu-? da aynı görüştedir. Hicrî beşinci
asırdan sonra gelen fakihler de am Ebu Yusuf 'un .kavliyle fetva vermişlerdir.
Ancak muşa' bir malın
mescid veya kabristan olmak üzere vak-Lilmesi caiz görülmemiştir. Bunda ittfak
vardır. İster o muşa' kabil-ısmet olsun, isterse olmasın farketmez. [18]
İmam Ebu Hanife ile
İmam ebu Yusuf e göre, hayvanları vakfet-îk sahih değildir. İmam Malik'ten de
bu hususta bir rivayet mev-ttur. [19]
Cumhur ise ilgili hadisleri dikkate alarak hayvanları kfetmenin sahih olduğuna
kaildir.
b) Şafiîlere
göre: Muşa' bir mal ve mülkün vakfı sahihtir. Bu işa' mal taşınamaz ve taşınır
olabilir farketmez. [20]
Talimli de fa köpeği vakfetmek sahih değildir.
İstifade edilir
hayvanın vakfı da sahihtir. [21]
c) Hanbelî ve Maliki imamlarına göre;'hayvanı
vakfetmek hihtir. İmam Malik'ten yapılan bir rivayete göre sahih değildir. [22]
1090 nolu İbn Ömer
hadisi aynı zamanda İmam Şafiî tahric mistir. Ricalinin tamamı sahihtir. Aynı
zamanda bu hadisi îyhayn birkaç tarikle rivayet etmişlerdir. O bakımdan
üctehidlerin hemen hepsi bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunuştur.
1091 nolu Ebu Hüreyre
hadisi de sahihtir. Ancak haber-i ahad kapsamına girdiği için İmam Ebu Hanife
ve bir rivayete göre İmam Malik bununla istidlal etmemişlerdir. Sonra da ilim
adamlarından bir kısmı bu hadisi vakıf anlamında değilde doğrudan Allah yolunda
savaşan mücahitlere binek bağışında bulunmak olarak yorumlamışlardır. İmam Ebu
Yusuf da aynı görüştedir.
1092 nolu İbn Abbas
hadisini aynı zamanda İbn Huzayme kendi sahihinde tahric etmiştir. Buhariile
Nesâî bunu muhtasar olarak nakletmiştir. Ebu Davud ile el-Münzirî bu rivayet
hakkında bir görüş beyan etmemişlerdir. Ancak yapılan araştırma neticesinde
ricalinin sika olduğu belirlenmiştir.
Bu bapta Ümmu
Ma'kıl'dan da bir nadis rivayet edilmiş bulunuyor.
1094 nolu Halid hadisi
de sahih kabul edilmiştir.
Böylece İbn Ömer
hadisi muşa1 bir malın vakfının sıhhatma delalet etmektedir. Nitekim İmam
Şafiî, İmam Malik ve İmam Ebu Yusuf bu hadisle istidlal etmişlerdir. Çünkü Hz.
Ömerin vakfettiği yüz sehim muşa' durumda bulunuyordu.
Ebu Hüreyre ve İbn
Abbas hadisleri hayvan vakfının sıhhatma delalet etmektedir. Nitekim îtret
(Ehl-i Beyt tarafdarı veya onlara mensup ilim adamları), İmam Şafiî ve cumhur
bunun sıhhatma kail olmuşlardır. Ebû Hanife ise bunun sahih olmadığına kaildir. [23]
1-
Muşa1 (ortaklar arasında kullanılan, fakat hisselere ayrılmayan mal) ister taşınmaz,
isterse taşınır olsun vakfedilmesi sahihtir.
2- İmam Muhammed'e göre, hisseler ayrılmadan
vakfedilmesi sahih değildir.
3- Muşa1 bir malın mescid veya kabristan olarak
vakfı sahih' değildir.
4-
Hayvanların vakfı sahihtir. İmam Ebhu Hanife ile İmam Ebû Yusuf a göre sahih
değildir.
5- Talimli
de olsa köpeğin vakfedilmesi sahih değildir.
6- Üç imama
göre, istifade edilir ve alım-satımı caiz olan hayvanın vakfedilmesi sahihtir.
7- Yapılan
vakıf kime yapılmışsa artık o mal onun tasarrufuna "geçer, vakfedenin
"tasarrufu kalkar. Bu, müctehidlerden bir kısmın göredir Üya vakfetmek veya
tasaddukta bulunmak ve akrabaya vasiyet yoluyla vakfetmek
Şüphesiz kişinin
yapacağı hayır ve hasenatta, iyilik ve yardımda akrabaya Öncelik tanıması
sünnettir. Çünkü akrabanın akraba üzerinde birtakım hakları söz konusudur. Hem
akrabasından ilgi ve yardımını kesenden Cenab-Hak rahmet ve yardımını keser.
O bakımdan vakıf
konusunda da akrabaya yönelik bir işlem yapmak veya ölüm sonrası onlara
yardımcı olmak üzere taşınmaz bir malın gelirini vakıf olarak belirleyip
vasiyyet etmek sahih ve caiz görülmüştür.
Enes (t.d.) den
yapılan rivayete göre. adı geçen anlatıyor: "Ebu Talha (r.a.): "Ya
Resulellah! Şüphesiz ki Cenab-ı Hak: "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda,
O'nun rızası uğrunda) -harcamadıkça gerçek iyiliğe elbette erişemezsiniz. Her
ne harcarsanız elbette Allah onu bilir" buyurmaktadır. Benim için en
sevimli malım ise Beyraha (bahçem) dir. Artık o Allah için sadaîtadır ki onun
gerçek iyiliğini ve benim için Allah yanında azık olmasını umuyorum. Artık Ya
Resulellah! Sen onu Allanın sana gösterdiği şekilde yerine koy (kullan)."
Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz: 'İyi, iyi... Bu karlı bir maldır,
bu karlı bir maldır! Gerçekten (senin dediğini) duydum. Onu akrabana (tasadduk
edip) bırakmanı
uygun görüyorum"
buyurdu. Ebu Talha: "Ya Resulellah buyurduğunuz şekilde yapacağım"
dedi ve Beyraha bahçesini akrabası ve amca çocukları arasında taksim
etti." [24]
Diğer bir rivayete
göre, olay şöyle nakledilmiştir: "Al-i îmran suresinin 92. ayeti nazil
olunca, Ebu Talha (r.a.) şöyle dedi: "Ya Resulellah'. Görüyorum ki
Rabbımız bizden bizim malımızı istiyor. Sen şahid ol ki ben Beyraha adlı
yerimi Allah için bırakıyorum." Resulellah (s.a.v.) ona: "Onu
hısımlarına tasadduk eyle" buyurdu. Bunun üzerine ravi diyor ki, Ebu Talha
onu (akrabasından) Hassan b. Sabit ve Ubey b. Ka'b'e ayırıp (tasadduk
etti)." [25]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha-ter vermiştir:
"En yakın
hısımlarını (bulundukları yolun eğri olduğu hakkında) uyar.." mealindeki
ayet [26]
inince Resulüllah [s.a.v.) Efendimiz Kureyş'i davet etti. Onlar da toplanıp
geldiler. Resulülah (s.a.v.) Efendimiz önce genel bir ifade kullanarak
davette bulundu ve arkasından her aile ve batımı ismini özel olarak anıp
hitapta bulundu ve şöyle buyurdu: 'Ya Beni Kab b. Luî! Kendinizi ateşten
kurtarın; ya Beni Mürre b. Kab! Siz de kendinizi ateşten kurtarın; ya Beni
Abdişems! Siz de kendinizi ateşten kurtarın; ya Beni Abdimenaf. Siz de kendinizi
ateşten kurtarın; ya Beni Haşim! Siz de kenidinizi ateşten kurtarın; ya Beni
Abdilmuttalib! Siz de kendinizi ateşten kurtarın. Ey Fatıma! Sen de kendini
ateşten kurtarmaya bak, çünkü gerçekten ben sizi Allah'tan (O'nun vereceği
cezadan) kurtarmaya sahip değilimdir; sadece hısımlık bağıyla size bağlı olup
onungereğuıi yerine getirenim.." [27]
a) Hanefüere
göre: Adam hayatta iken, "Ben öldüğümde şu evimi ve şu hususlar için
vakfettim" diye vasiyette bulunursa, öldükten sonra vasiyeti sıhhat
kazanır. Ancak geriye bıraktığı malın üçte birini aşmadığı takdirde bu
geçerlilik arzeder; aştığı takdirde aşan kısmı geçerli olmaz, meğer ki varisler
bunu kendi hisseleriyle tamamlamış olsunlar.
Ölüm hastalığında da
bu hususta yapılan vasiyet geçerlidir. Ölüme ta'lik edilen vasiyet hükmündedir.
Ancak bu hususta imam-lariii görüş ve ictihadları farklıdır: İmam Ebu Hanife'ye
göre, adam sıhatta iken yaptığı vakf ne ise hastalığında da yaptığı vakıf odur,
lüzumluluk kesbetmez; rakabesi (sahipliği) varislere intikal eder. İmameyn'e
göre, ölüme ta'lik edilen vasiyet hükmündedir ve bıraktığı malın üçte birinden
geçerlidir; aynı zamanda lüzum kesbeder, rakabesi varislere intikal etmez.
O halde bir taşınmaz
malını sözlü olarak vakfedenin artık o maldan mülkiyet hakkı kalkmış olur. Bunun
mutlaka yazılı olması şart değildir. Nitekim İmam Ebu Yusuf ile diğer üç mezhep
sahibi imamların içtihadı bu doğrultudadır. Fetva da bunların görüşüne göredir.
İmam Muhammed'e göre,
yapılan vakfe bir veli tayin edilip ona teslim edilinceye kadar kişinin, yani
vakfedenin mülkiyetinden çıkmaz. Veliye teslim edilince artık vakfın mülkiyeti
vakfedenden kalkmış olur. [28]
Hısımlara yapılan
vakıf da böyle.. Vasiyet yoluyla da onlar adına vakıf yapılabilir. Ancak bu
husus imamlar arasında ihtilaflı meselelerden biridir.
b) Şafiîlere
göre: Kişi hayatta iken malının bir kısmını hem evlad ve hısımlarına, hem de
bir başkasına vakfedebilir. Bunu açık bir lafızla yaptığı takdirde artık
rakabesi o maldan kopar ve kim için vakfetmişse, o malın rakabesi (sahipliği)
ona geçer. Evlad ve torunlarına da vakfedebilir. [29]
Ölüm hastalığında ise,
kişinin bazı varisleri için yaptığı vakıf İmam Şafiî ile bir rivayete göre İmam
Ahmed'e göre caiz değildr. Diğer imamlar ise kişinin Ölüm hastalığında malının
üçte birini varisleri için vakfetmesi caizdir.
İmam Ahmed'den yapılan
bir diğer rivayete göre, ölüm has-tallığında kişinin malının üçtebirini
varisleri için vakfetmesi caizdir. Bu sebeple imama soruluyor: "Varis için
vasiyyet yoktur" hükmünü siz de kabul etmiyor musunuz? İmam ona: "Evet,
öyledir; kabul ediyorum; ancak vakıf vasiyyet değildir. Çünkü yapılan vakıf ne
satılır, ne hibe edilir, ne de miras olarak taksime uğrar; aynı zamanda varisleri
mülk olmaz, onlar sadece o vakfın gailesinden (elde edilen gelirinden)
istifade ederler" diye cevap veriyor. [30]
1099 nolu Enes hadisi
sahihtir ve istidlal ile ihticaca salihtir.. ancak Ebu Talha'mn akrabasına
yaptığı bu bağış bir tasadduk mudur, yoksa vakıf mıdır? Ebu Talha'mn bu
husustaki ilk teklifi, Beyra-ha adlı bahçesini Allah yolunda hayır olarak
vakfetme anlamına kapalı şekilde delalet etmekteyse de, Resulüllah'ın
(s.a.v.): "Onu akrabana (tasadduk edip) bırakmanı uygun görüyorum"
buyurması ve onun da öyle yapması, bir vakıf anlamında değil, bir bağış ve sadaka
anlamındadır. Ancak ilim adamlarından bir kısmı bunu vakıf konusunda bir delil
olarak dikkate almıştır.
Böylece kişi
sağlığında malının bir kısmını akrabasına tasadduk edebilir veya onlara
vakfedebilir hükmü ortaya çıkmış bulunuyor.
1102 nolu Ebu Hüreyre
hadisinin vakıfla pek ilgisi yoktur. Sa-> yakın akraba kavramı söz
konusudur. Ebu Hanife'ye göre, kara-baba ve ana tarafından olan her mahrem olan
hısımdır. Ancak -ek bağış, gerekse vakıf konusunda önce baba tarafından onlara
rilerek başlanır. îmam Şafiî ise bu kavramı daha da umumi tuta-k, baba ve ana
tarafından mahrem olsun olmasın, varis olsun ol-ısm her nıüslüman ve gayr-i
müslimi kapsamaktadır, diyerek ayrı - yorum ortaya koymuştur. [31]
îmam Ahmed ise, bu
kavramı îmam Şafiî gibi çok kapsamlı turken kafiri bunun dışında bırakmıştır.
îmam Malik'e göre, bu kav-m hasseten asabeyi (yani mirasta belli ve belirli
farzı olma-yan, rz sahiplerinden sonra kalanı alan hısımları) içine almaktadır,
anlar ister varis olsunlar, ister olmasınlar fark etmez. Önce bunların fakir
olanlarına bağış ve vakıf yapıhr. [32]
Ebu Talha'nm yaptığı
bağış veya vasiyyet birtakım faydaları ve ikümleri taşımaktadır. Şöyle ki:
1- Yapılan
vakıfta, kendisine vakfedilen kimsenin kabul etmesi ırt değildir.
Kişi bir mal
veya mülkünü bir kimseye veya
üesseseye vakfederse, o kimse ve müessesenin "kabul ettim" demesi ırt
değildir; yapılan vakıf sıhhat kesbeder. Ancak mevkuf aley (yani sndisine
vakfedilen kimse), bunu kabul etmeyip redderse, yapılan ıkıf hükümsüz kalır.
2- Cumhur-i
ulema buna dayanarak, malının üçte birini oimünden sonra musaleh (vasi tayin
edilen kişi) Allah yolunda dile-tği gibi sarfedebilir diye söyleyen kimsenin bu
vasiyet ve vakfı eçerlidir. Böylece vasi o malı Allah yolunda dilediği şekilde
sarfeder e fakat kendisi için ondan bir şey yemez, aynı zamanda vasiyet ede-in
varislerinde de vermez, îmam Ebu Sevr bu görüşe muhalefet etmiştir.
3- Kişi
sıhatta iken malının üçte birinden fazlasını tasadduk debilir. Çünkü Resulüllah
(s.a.v.) Ebu Talha'mn yaptığı bağış ve ta-addukta bir nisbet sormamış ve
belirlememiştir.
Sa'd b. Vakkas'm hasta
iken yaptığı üçtebir vasiyetini ise çok ;Örmüş ve varisleri mahrum bırakmanın
doğru olmayacağına şarette bulunmuştur. Böylece Ölüm hastalığında kişinin
isterse nalının üçte birini hayır yollarına vasiyet edebileceği hükmü ortaya
ıkmıştır.
4-Kişinin en
çok sevdiği ve gönül bağladığı malını tasadduk etmesi bir fazilet ve
fedakarlıktır ki, Allah'ın rızasını o mala olan ilgisinin çok üstünde
tuttuğunu gösterir. Böylesinin mükafatı da çok büyük olur.
5- Tasadduk
konusunda kişi hayır yapmak istediği malını bir veliye bırakıp onun dağıtmasını
isteyebilir.
Ancak yukarıda da
belirttiğimiz gibi, bu Talha'nm bu tasaddu-ku, vakıf anlamında değil, temlik
anlamında olabilir. [33]
1- Kişi sağlığında malının bir kısmını
çocukları, hısımları ve bunlar dışında kalan fakirler için vakfedebilir.
2- İmam Ebu Hanife'ye göre, bu vakıf lüzumluluk
kesbetmez; vakıf isterse bundan dönebilir. Ancak kadıya tescil ettirilirse,
artık lüzumluluk kesbeder.
3- Diğer imamların çoğuna göre, tescil edilsin
edilmesin lüzumluluk kesbeder.
4- Kişi ölüm
hastalığında malının üçte birini varislerine vasiyet edebilir, bunu onlara
vakbedebilir. İmam Şafiî ile bir riva-yette îmam Ahmed'e göre, bu tür vasiyyet
ve vakf caiz değildir. Çünkü varise vasiyyet yapılamaz.
5- Bir mal akraba için tasadduk veya vakıf
edilmek üzere vasiyyet edilirse, öncelik hangi akrabaya tanınır? Ebu Hanife'ye
göre, baba ve ana tarafından her zî-rahm olan mahrem bunun kapsamı içindedir.
Ancak baba tarafından olanlara öncelik tanınır. İmam Şafiî bu kavramı varis
olsun olmasın, müslüman olsun olmasın her hışma teşmil ederek çok kapsamlı
şekilde yorumlamıştır. İmam Ahmed de öyle ancak o kafir olan hısımları bunun
dışında tutmuştur. İmam Malik'e göre, bu kavram asabenin tamamını içine alır.
Ancak bunlardan fakir olanlarına öncelik tanınır.
6- Kişi
hayatta olup sağlığı yerindeyken malının üçte birinden fazlasını hayır
yapabilir, tasadduk edebilir ve vakıf olarak belirleyebilir.
7- Ölümden
sonra dağıtılmak veya vakfolmak üzere vasiyette bulunan kişi, ancak malının
üçte birini vasiyet edebilir.
8- Bu
durumda üçte birinden fazla vasiyette bulunmuşsa, fazla olan kısmı geçersiz
kalır, üçte biri yerine getirilir. Ancak varisler üçte biri aşan nisbete
kendilerine isabet eden mirastan kendi rızalarıyla karşılamak isterlerse, bunda
bir sakınca söz konusu değildir. [34]
Kişinin kendi evladına
malının bir kısmım vakfetmesi, sadece dıyla sınırlı kalmaz, karineyle onun
evladını bu hükmün kapma almış olur.
Ancak bu vakıf
işlemini kişi hayatta iken mi, yoksa Ölümden •aya mı yerine ge ter ilme sini
ister? Bu hususta bir önceki konuda .ca buna değinmiş ve ilim adamlarının görüş
ve ictihadlarma yer niştik. Burada tekrar etmek.istemiyoruz. Konu daha çok
torunlar maksızın sadece evlada yapılan vasiyetin torunalara teşmil ediğine
yönelik bulunuyor. [35]
Enes (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı gçen şu bilgiyi ver-tir:
"Hz. Hafsa'mn
(r.a.), Hz. Safiye için "O bir yahudinin ıdır" sözü Hz. Safiyye'ye
ulaşmış bulundu. O yüzden Hz. Saye ağlamaya başladı ve bu sırada Resulülah
(s.a.v.) onun tuna girmiş oldu, onu ağlar bir halde gördü. Hz. Safiyye rle
dedi: "Hafsa benim için, o yahidi kızıdır" demiştir. Bu-n üzerine
peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona: "Şüphesiz ki ı peygamber kızısın ve
doğrusu senin amcan peygamberdir sen peygamberin eşi olarak bulunu-yorsun. O
halde Hafsa ile sana karşı böbürleniyor?!" buyurduktan sonra Hz. Haf-ya
yöneldi ve ona şöyle uyarıda bulundu.: "Allah'tan kork Hafsa!!.." [36]
Ebu Bekre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
'Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz minbere çıktı ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki benim bu oğlum
(Hasan) seyyiddir. Cenab-ı Hak Müslümanlardan iki büyük kalabalık topluluğun
arasını bunun elleriyle (teşebbüsüyle) düzeltip sulha kavuşturacaktır." [37]
Üsame b. Zeyd (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hz. Ali'ye şöyle
demiştir: "Sana gelince ya Ali! Sen benim damadımsın ve aynı zamanda oğlumun
babasısm.." [38]
Yine Üsame b. Zeyd
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hasan ile
Hüseyin O'nun dizleri üzerinde bulunduğu bir sırada şöyle buyurdu: "Bu
ikisi benim oğlum ve kızımın oğullarıdır. Allah'ım, ben bu ikisini seviyorum,
sen de onları sev ve onları seveni de sev.." [39]
Bera' b. Azib (r.a.)
den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) hdimiz şöyle demiştir: "Ben
peygamberim, bunda hiçbir yalan ttur ve ben Abdülmuttalip'in oğluyumdur." [40]
Zeyd b. Erkam (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor
"Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz1 den duydum, buyurdu ki: lah'ım! Ansan ve ansarın
çocuklarını, çocuklarının tuklarını bağışla.." [41]
a)
Hanefîlere göre: Vâkıf (vakfeden) evladına vakfederken, mu evladıma
vakfettim" diyerek çoğul bir kelime kullanırsa, evim evladı da bunun
kapsamına girer. Sadece oğluma veya kızıma îfettim der tekil isim kullanırsa,
oğlun oğlu veya kızın oğlu bunun psamına girmez. Böylece vakfedenin oğlu Ölünce
o vakıf onun ;una intikal etmez, fakirlere sarfedilir. Ama evladıma, oğlumun pa
çocuğumun evladına vakfettim derse, bu nesilden nesile sürüp ler. [42]
b) Şafîîlere
göre: Vâkıf (vakfeden), "Bunu evladımın evladına kfettim" derse, bu
ifade, onun evladı ve torunları arasında eşitliği rektirir, yani her biri eşit
şekilde ondan yararlanır. Bunun gibi, vladıma ve onlardan tenasül eden
torunlarıma veya batnen ba'da tnin" derse yine aynı anlam ve hüküm ortaya
çıkar. Şayet: "Bunu Ladıma, evladımın evladına a'la olanına veya ilk
sırada olana, sonda onu izleyene vakfettim" derse, bu anlatım tarzı
tertibi gerekti ve böylece vakfedenin evladı hayatta iken torunlarına verilmez.
|z evladının çocukları da bu vakfa dahil olur... [43]
c) Diğer iki
mezhebin görüş ve içtihadı ise, buna yakın bir dam taşımaktadır. Ancak İmam
Malik ve İmam Ahmed'e göre, Lpılan vakıf kime vakfedelirse, mülkiyeti de ona
intikal eder, iylece o hem gelirinden yararlanır, hem de onun aslına tesahüb
ler. İmam Şafiî'ye göre mülk, vakfedilen kimsenin rakabesine dahil tnaz, Allah'a
intikal eder. [44]
1- Kişi vakfetmek istediği bir mal veya mülkü
hayır yollarına sarfedilmek üzere vakfedebileceği gibi, onu kendi evladına ve
evladının evladına., da vakfedebilir.
2- İmam Ebu
Hanife'ye göre, vakfeden, vakfettiğini istediği zaman satabilir ve parasını
kendi ihtiyaçlarında kullanabilir. Ancak kadıya tescil ettirdiği takdirde rücu'
hakkı kalkar.
3- İmam Ebu
Yusuf a göre ve İmam Muhammed'e göre, vakıf ke-sinleşince artık ne satılır, ne
hibe edilir, ne de varislere intikal eder.
4- İmam
Malik ve îmam Ahmed'e göre, bir mal vakfedildikten sonra artık onun mülkiyeti
Allah'a intikal eder, kimsenin rakabesi kalmaz, kendilerine vakfedilen kimseler
sadece onun gelirinden yararlanırlar.
5- Adam
"Şu malımı veya mülkümü oğluma veya kızıma vakfettim" derse, o
sadece onlarla sınırlı kalır, onların evladına intikal etmez. Kendilerinin
vefatından sonra vakfedilen mal veya mülk satılarak fakir ve muhtaçlara
verilir.
6- Adam
"Şu malımı veya mülkümü evladıma ve evladımın evladına.." vakfettim
derse, o mal artık nesilden nesile intikal eder.
7- Adam malını evladına vakfederken, önce
evladımdan en büyük olana ve ondan sonra büyük olana.." derse, bu tertip
geçerlidir ve-sürüp gider.
8- Adam
"Şu malı evladıma vakfettim" derse, Hanefîlere göre, kelimeyi çoğul
olarak kullandığı için torunları da bu vakfın kapsamına girer. İmam Şafii'ye
göre, bir rivayette torunlar girerse, diğer rivayete göre girmez.
9- Adam "Şu malımı evladıma ve evladımın
evladına neslen ba'de neslin vakfettim" derse, evladı hayatta iken
evladının evladına verilmez ve bu tertip devam edip gider. Bu daha çok İmam
Şafiî'nin içtihadıdır. Diğer imamlar da nüansla buna yakın ictihadda bulunmuşlardır. [45]
Şüphesiz Kabe-i
Muazzama, Allah'a ibadet için yeryüzünde apılan ilk mabeddir. Cenab-ı Hak bu
kutsal evi, Tevhid Inancı'nin ıihrakı, İslam Birliği'nin ana merkezi ve dünya
ahiret arasında öprü kurmanın en şaşmaz ölçüsü kılmıştır. O bakımdan Allah'a
in-irdiği son kitap doğrultusunda dosdoğru inanıp ibadet eden her ıü'min bu
kutsal mabede gidip arınmak, din kardeşleriyle bir araya elmek ve ahirete
yönelik oluşturulan tabloda yer almak, aynı za-landa İslam alemiyle bir.çok
konular üzerinde fikir teatisinde bu-anmak istediği gibi, Kabe'nin şan ve
şerefle ayakta kalması ve lü'minlerin ibadet ihtiyacına elverişli bir genişliğe
kavuşturulması fin de oraya maddeten de yardımda bulunmak ister.
Böylece Kutsal Kabe'ye
harcanmak üzere yapılan yardımlar ih-iyaç fazlası olduğu takdirde bu fazlalık
başka bir cihete harcanabilir ûi? Bunun cevabını verebilmek için konuyla ilgili
hadisleri ve rivayetleri görmemiz gerekir. [46]
hbu Vaıl (r.a.)
anlatıyor:
"Mescid-i
Haram'da Şeybe (b. Osman b. Talha b. Abdiuz-za) nm yanma oturdum, o bana şöyle
dedi: "Senin şu oturduğun yerde (bir zaman) Ömer (r.a.) gelip yakınıma
oturdu ve şöyle buyurdu: "Bir ara içimden gelen bir azimle istedim ki şu
Mescid'de sarı (altın) ve beyaz (gümüş) adına ne varsa hepsini müslümanlara
verip aralarında taksim ede-yim!." Bunun üzerine ben ona şöyle dedim:
"Sen (istesende) bunu yapa-
mazsın".
"Neden yapamam?" diye sorunca da şunu söyledim: "Çünkü senin iki
'gönül dostun olan) iki arkadaşın (Resulüllah ile Ebû Bekir) böyle
yapmadılar." Bu cevabın üzerine Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Onlar öyle
iki kişidir ki, kendilerine uyulur." [47]
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Resulüllah
(s.a.v.) Efendimizin şöyle suyurduğunu duydum: "Eğer kavminin cahiliye
veya küfür (dönemin)den (ayrılması) yeni olmamış olsaydı Kabe'nin (biriken
ihtiyaç fazlası) hazinesini Allah yolunda harcar ve kapısını zemin seviyesine
indirip ona Hicr tarafından girerdim (kapıyı o cihete naklederdim)." [48]
Her iki rivayet de
sahihtir. Hz. Ömer kendi hilafeti döneminde Kabe'ye bağışlanan kıymetli eşya ve
maddelerin hepsini, özellikle altın ve gümüşten mamul eşyanın tamamını muhtaç
müslümanlara dağıtmayı çok arzu ettiğini belirtmiş, ancak Resulüllah (s.a.v.)
ile O'nun halifesi Ebû Bekir (r.a.) m böyle yapmadıkları kendisine
hatırlatılınca, isteğinden vaz geçtiği anlaşılıyor. Aslında ihtiyaç fazlasını
harcamakta bir sakınca yoktur. Çünkü Kabe süslenecek, altın ve gümüşle dekore
edilecek bir manzaranın ötesinde ve üstünde Cenab-ı Hakk'm onu kutsal
kılmasıyla köklü, kalıcı bir anlam taşımaktadır. Duvarların taştan örülmesi,
kutsal Hacerü'l-Esved'in yine taş maddesi olarak orada bulunması bunun
delillerinden biridir. Hem İslam süsten, şatafattan uzak, dış görünüşe fazla
önem vermeyen, işin mana ve Özüyle ilgilenen bir dindir, İbadetin tanı
mahviyet, teslimiyet ve gösterişten uzak tutulmasını, sadelik içinde yerine
getirilmesini emreder.
O bakımdan Allah
(c.c.) neyi kutsal kümışsa, o kıyamete kadar kutsaldır. Allah'ın kutsal kıldığı
Kabe, taş ve topraktan ibaret bir mabeddir. Demek ki, kutsallık ona yapılacak
tezyinatta değil, onun Özüne ve taşıdığı manayadır.
Resulüllah (s.a.v.)
Efendimiz, Kureyş Kabilesi'nin cahiliyet döneminden yeni kurulmuş olduğunu
dikkate alarak Kabe'de, yani onun adına biriken şeyleri Allah yolunda harcamayı
arzu ettiği halde harcamadı. Bunun için kalp ve kafaların İslam'ın yüce ve
kalıcı esas ve prensiplerine iyice yatışması, kalplerin İslam'ın hikmet ve
felsefesiyle aydınlanması gerekiyordu.
İlim adamları bu iki
rivayetin ışığında birtakım farklı yorumlarda bulunmuşlardır:
a) Kabe'ye
gönderilen hediyeler vakıf anlamı taşır ve o bakımdan
korunması gerekir. Hem
Kabe'ye süs anlamında gönderilen altın, gümüş ve benzeri
eşyanın teşhirinde İslam'a ta'zim, düşmana korku anlamı bulunmaktadır.
Ancak îbn Hacer bu
görüşün isabetli olmadığını belirtmiş ve Aişe hadisi bu görüşe kapı
açmamaktadır demiştir.
b) Kabe'de
toplanan bağışlardan ihtiyaç fazlasını Allah yolunda dağıtmak caizdir. Nasıl
ki, Kabe'yi tamir etmek, yeniden yapmak caiz ise. Nitekim îbn Zübeyr, Mekke
emiri bulunduğu yıllarda hayli zedelenen Kabe'yi yıkıp yeniden İbrahim (a.s.)
m kurduğu temel üzerine yükseltmiş ve hayatta olan sahabe ile diğer ilim
adamları onun bu teşebbüsünü tasvip etmişlerdir.
c) Ebu Vail hadisiyle istidlal edenler ise,
Kabe'nin altın ve gümüşle tezyin edilmesinin caiz olduğuna kail olmuşlardır.
d) îmanı
Şafiî'ye göre, Kabe'yi altın ve gümüşle süslemek caiz değildir. [49]
Emevî Halifelerinden
Velid b. Abdilmelik bu görüşe dayanarak Ravza-i Mutahara'mn tavan kısmını
tehzib ve tezyin etmiş, o devrin ileri gelen devlet adamı ve aynı zamanda hadis
alimi Ömer b. Abdülaziz onun bu teşebbüsüne muhalefet etmemiş ve kendisi
hilafet makamına getirilince de yapılan tehzip ve tezyine dokunmamıştır.
Altın ve gümüşün
tezyinde kullanılanı değil, kapkacak olarak imal edileni haram kılınmıştır. O
bakımdan Cami ve mescidlerin kandil ve benzeri eşyasının altın ve gümüşten
olmasında bir sakınca olmadığı istidlal edilmiştir.
e) İlim
adamlarından bir kısmı ise, Kabe ve camileri altın ve gümüşle süslemenin, altın
ve gümüş kandiller asmanın cevazı hususunda Ebu Vail hadisiyle istidlal
edilemeyeceğim belirtmişlerdir. Halife Velid'in böyle yapması, Ömer b.
Abdilaziz'in tasvip etmesi bir hüccet olamaz. Böylece belirtilen iki madde ile
tezyinde kerahet söz konusudur.
Ancak Kabe örtüsünün
altın ve gümüşle süslenmekte olduğu, altın oluğun bulunduğu dikkate alınınca,
bu konuda icma1 meydana geldiği söylenebilir ve o takdirde bu kerahet Kabe'nin
tezyininde söz konusu olamaz. Diğer cami ve mescidler için söz konusu olabilir. [50]
1- Kabe'yi
altın ve gümüşle süslemekte bir sakınca yoktur.
2- Kabe'nin örtüsünün en nadide kumaştan
yapılması ve üzerindeki yazıların altın ve gümüşle işlenmesi caizdir.
3- Kabe'ye çeşitli İslam devletlerinin başkan ve
kralları tarafından gönderilen kıymetli eşya, altın ve gümüş, ihtiyaç fazlası
olduğu takdirde veliyyülemr onu Allah yolunda, Müslümanların ihtiyaçları
doğrultusunda harcayabilir.
4- Ancak
Mescidü'l-Haram'a vakıf olarak gönderilen bir eşyanın muhafazası mümkün olduğu
sürece korunur. Bu da gelir getiren bir vakıf olduğu takdirde
gelirinden yararlanılarak Kabe'nin
ihtiyaçlarına harcanır, değilse olduğu gibi muhafaza edilir.
Altınoluğun muhafaza edildiği gibi..
5-
Gerektiğinde Kabe, İbrahim Peygamber'in (A.S.) attığı temelden sapmamak üzere
yıkılıp yeniden yapılabilir veya tamir
edilebi-' lir. Nitekim Halife Ömer (r.a.) ve Halife Osman (r.a.)
zamanında iki defa genişletilip tamir görmüş ve ikinci Selim zamanında esaslı
şekilde bu mescid genişletilmiş ve tamamlanmadan vefat edince oğlu Sultan Murad
tamamlamıştır. Böylece Kabe birçok defa tamir görmüş ve çevresi ise zaman zaman
genişletilerek bugünkü duruma getirilmiştir. [51]
[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[2] Müslim /vasiyyet: 14 - Ebu Davud/vasaya: 14 -
Nesai/vasaya: 8
[3] Buhari/şürût: 19, vasaya: 28; eyman: 33 -
Müslim/vasiyyet: 15 - Ebu Davud/ vasaya: 13 - Tirmizi/ahkam: 36 - Nesai/ihbas:
2 - İbn Mace/ sadakat: 4 -Ahmed:2/11, 12
[4] Müslİm/şürb: 1- Tirmizî/menakib: 18 - Nesâî/ihbas: 4
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[5] Celal YILDIRIM/ Kaynaklarıyla İslam Fıkhı: 3/185-188
[6] Bilgi için bak: el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 302-304
[7] Bilgi için bak: Fıkhüs-sünnet: 3/523
[8] Bilgi için bak: Fıkhüs-sünnet: 3/523
[9] Ebu Davud/zekat: 45 - Nesâî/zekat: 54 - Ahmed: 2/251,
471
[10] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[11] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[14] Nesâî/ihbas: 3 - Îbn Mace/sadakat: 4
[15] Buhari/cihad: 45 - Nesâî/hayl: 11 - Ahmed: 2/374
[16] Ebu Davud/menasik: 79
[17] Buhari/cihad: 89, zekat: 49- Müslimfte]a£:J.1ı.Ebu
Davad/zekat:22
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[18] Celal Yıldırım/ Kaynaklarıyla İslam Fıkhı: 3/193
[19] Fıkhü's-sünnet; 3/253
[20] es-Siracülvehhac:302
[21] Bilgi için bak: Fethülvehhab bi-Şerhi
Menheci't-Tullab: 1/259
[22] Bilgi için bak: Fıkhüs-sünnet: 3/522, 523
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[23] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[24] Tirmizî/teisir: 26 - Müslim/iman: 348 - Nesaî/vasaya:
6 - Ahmed: 2/360
[25] Daremî/zekat: 23 - Buhari/vasaya; 10 - Müslim/zekat:
44 - Ebu Davud/ zekat: 45 - Nesaî/ihbas: 2 - Tirmizî/tefsîr: 3 - Ahmed:
3/184,262,385
[26] Şuara Suresi: 214
[27] Müslim/iman: 348 - Tirmizî/tefsir: 26 - Nesâî/vasaya:
6 - ahmed: 2/332, 360
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[28] es-Siracülvehhac; 303-305'den özetlenerek .
[29] es-Siracülvehhac; 303-305'den özetlenerek .
[30] Fıkhü's-sünnet: 3/526, 527
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[31] Neylülevtar: 6/31, 32
[32] Neylülevtar: 6/32
[33] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[34] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[35] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[36] Tirmizî, Müsned-i Ahmed/Neylülevtar: 6/34
[37] Buhari/sulh: 9, fezail: 22, fiîen: 20, menakıb: 25 -
ebu Davud/sünnet: 12 -Tirmizî/menakıb: 30 - İbn Mace/cumua: 27
[38] BuhariAefsir: 2, sûre: 8- Ebu Davud/lukata: ... Ahmed:
5/204
[39] Müslim/fezail: 57, 59 - Buhari/Übas: 60,- İbn
Mace/mukaddeme: 11 -Ahmed: 2/249, 288
[40] Buhari/cihad:52, 61, 97, 168, meğazi: 54 -
Müslim/cihad: 28, 80 -Tir mizî/ cihad: 15 - Ahmed: 4/280, 281, 289, 304
[41] Müslim/fozaM: 172 - Buhari/tefsir: 63
-Tirmizî/menakıb: 65 - Ahmed: 3/139, 156, 213-4/369, 370, 372, 374
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[42] Mecmeu'l-enhür: 1/754'den özetlenerek
[43] Bi!giiçinbak:es-Sirqcü!vehhac:305
[44] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[45] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[46] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[47] Müsned-i Ahmed: 3/410
[48] Buharî/ilim: 48, temenni: 9, hac: 42 - Müslim/hac: 405
- Nesâî/menasik:128 Müsned-i Ahmed: 6/102, 176, 180
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[49] Bilgi İçin bak: Neylülevtar: 6/37
[50] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[51] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/