VAKIF. 2

Vakıf ve Sünnetteki Yeri 2

Konuyla İlgili Hadisler 2

Müctehidlerin Görüş ve İctihadları 2

Tahliller ve Rivayetler 4

Çıkarılan Hükümler 4

Müşa’ ve Menkul Malın Vakfı 5

Konuyla İlgili Hadisler 5

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri ve Görüşleri 5

Tahliller ve Rivayetler 6

Çıkarılan Hükümler 6

Îlgili Hadisler 6

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 7

Tahliller ve Rivayetler 7

Çıkarılan Hükümler 8

Evlada Yapılan Vakıf Onun Çocuklarını da İçine Alır 9

Konuyla İlgili Hadisler 9

Müctehidlerin Görüş İstidlalleri 9

Çıkarılan Hükümler 9

Kabe’ye Harcanmak Üzere Yapılan Bağışlardan Arta Kalamları 10

İlgili Hadisler 10

Tahliller, Görüşler ve Rivayetler 10

Çıkarılan Hükümler 11

 


VAKIF

 

Vakıf ve Sünnetteki Yeri

 

Vakıf, sözlükte hapsetmek anlamına gelir. Şeriatte ise, bir mülkü menafıi fakirlere, muhtaçlara, yolda kalmışlara ve sair hayırlı işlere sarfedilmek üzere Allah yolunda hapsetmek ve aslının vakfede­nin mülkünde kalmasını sağlamaktır.

Bunun gerçekleşmesiyle ilgili lafızlar ise hapsedip tuttum, vak­fettim, tesbil ettim (Allah yoluna bağladım, o'nun yoluna ayırdım) gibi kavramlardır.

Vakfın sayılmayacak kadar faydaları söz konusudur.. Her şeyden önce bir müslümanın yalnız kendi' nefsinden çalışıp kazan­madığı, toplumdan yana da bu çalışma ve hizmetini sürdürdüğünü gösterir. Sonra da elde edilen kazancın bir bölümünü sosyal adaleti sağlamaya çevirir ve bütün bunların üstünde fertleri toplumun bir parçası olduğuna inandırır. Kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma ruhunu pekiştirir. Aynı zamanda vakfedenin ölümünden sonra da amel defterinin açık kalmasına ve vakfettiği mülkten dolayı hasıl olan sevapların ona yazılmasına vesile olur.

O bakımdan İslâm tarihinde vakfe çok önem verilmiş * . sayılmayacak kadar vakıf eserler, müsseseler kurulmuştur. [1]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.u.) •Efendimiz şöyle buyurmuştur: 'İnsan ölünce ameli kesilir, ancak şu üç cihetten kesilmeyip devam eder: Cari bir sadaka, isti­fade edilen bir ilim, ken i dişine dua eden salih bir evlad.." [2]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ömer'e (r.a.) Hayber arazisinden bir parça isabet etmişti. Ömer (r.a.) Peygamber'e (s.a.v.) şöyle dedi: 'Ya Resu-lellahî Bugüne kadar elde edemediğim çok nefis bir arazi Hayber topraklarından bana isabet etmiş bulunuyor. Bu hu­susta ne emredersiniz?" Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: "istersen aslını (çıplak mülkiyetini) hapseder (elinde tutarsın ve (gailesini, gelirini) tasadduk edersin.." Bu­nun üzerine Ömer (r.a.) satılmamak, hibe edilmemek ve miras olarak taksim edilmemek üzere o malı fakirlerden, hısımlardan, köle (azad etme) den, misafirlerden ve yolda kalmışlardan yana tasadduk etti ve o mala tevelli eden kimse­nin örfe uygun ondan yemesini ve mal ( ve servet) sahibi kıhnaksızın başkasına yedirmesini belirledi." [3]

Amr b. Dinar hadisinde ise şu lafızlara yer verilmiştir;

'Vakıf üzerinde veli olan kimsenin ondan yemesinde ve mal ve servet sahibi kıhnaksızın dostuna yedirmesinde bir sakınca yoktur. Nitekim İbn Ömer (r.a.) babası Ömer'in (r.a.) sadaka (vakf) üzerinde velî olarak bulunuyordu ve Mekke halkından bazı kimselere ondan bağışta bulunurdu."

Osman (r.a.)den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'ye geldiğinde Rume kuyusu dışında orada tatlı bir su bulunmuyordu. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: Kim Rume kuyusunu satın alırda kendi kovasını müslümanların kovasıyla beraber o kuyuya indirir de buna karşılık Cennet'te daha hayırlısına erişmek ister?'

Osman (r.a.) devamla diyor ki: "Bu beyan üzerine o kuyuyu kendi öz malımla satın aldım.." [4]

 

Müctehidlerin Görüş ve İctihadları

 

a) Hanefîlere göre: îmam Ebu Hanife'ye göre, vakıf: Bir mal veya mülkün aynım vakıfın, yani vakfedenin mülkiyetinde tutmak, gelirin fakirlere ya da hayır yollarından birine tasadduk etmektir.

Bu tarife göre, vakfedilen mal veya mülkü vakfeden kimse bir daha geri alamaz, vakfından dönemez diye bir lüzum yoktur. Vâkıf dilediği zaman vakfından dönebilir ve o malı başkasına satabilir.

Ancak bu tarif çerçevesi içinde bir vakfın lüzumlu kalması iki yoldan biriyle gerçekleşebilir: a) Hakimin bu hususta yapılan vakfın lüzumuna karar vermesi ve devamlılığını sağlamasıyla; b) Bir malm veya mülkün gailesi (elde edilen geliri) nin vasiyet yoluyla hayır işlerine vakfedilmesiyle..

İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'e göre: Bir mal veya aynını Allah'ın mülkü hükmünde tutup gelirinin Allah'ın kullarına tahsis edilmesidir. Bu durumda yapılan vakıf artık umluluk kesbeder, ne satılır, ne hibe edilir, ne de miras olarak kalır.

Fukahamn çoğuna göre, vakıf konusunda imameyn'in görüş ve iihadına uyulur. .

Vakıf hakkında açık bir ayet yoktur. Daha çok sünnet ve icma' sabit olmuştur..

Vâkıftan vakfettiği mal veya mülkün giderilmesi kadının ikmüyle gerçekleşir. Şöyle ki: Adam malim vakfedip ona bir ütevelli tayin eder ve sonra bu hususta kadının verdiği bir karar tktur gerekçesiyle döner, bu yüzden durum kadıya intikal eder, o da ıkn-n lüzumuna karar verirse artık vakfın lüzumu kesinleşmiş olur î vâkıf dönüş yapamaz. Bu, tamamen İmam Ebu Hanife'nin irüşüdür.

Vâkıf vakfettiği mal veya mülkün ileride ibtalından endişe eder & o gün için kadıya başvurup bunun lüzumuna bir karar ikartamazsa, o takdirde yazdırdığı vakıfnameye şu cümleleri ilave etmesi gerekir: "Şayet ileride benim vakfettiğim şu malı herhangi bir adi veya vali iptal edecek olursa, bu mal ve mülk aslıyla ve içinde ulunan her şeyiyle vasiyetim olarak satılır, elde edilen para fakir-sre tasadduk edilir."

Böyle bir vasiyette bulunmak her zaman yararlıdır. Zira vâkıf Idükten sonra varisleri tarafından yürütülen vakıf mal ve mülk bir ün gelir de özelliğini kaybeder, yıkılmaya yüztutarsa o takdirde adıya başvurmadan mütevelli olan varisler onu satıp parasını fakir-ive tasadduk edebilirler..

Vakfın hükmü: İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, aülkün aynının kişiden zail olması Allah için hayır yollarında kul-anılmasıdır. İmam Ebu Hanife'ye göre, mülkün aslının kişinin elinde :aîması, gelirinin Allah için hayır yollarına sarfedilmesidir.

Vakfın Şartları; Vakfın birtakım şartları vardır. Fukaha vakfm ana amacını dikkate alarak bu şartları şöyle tesbit edip belir-emişlerdir:

1- Vakfeden kimsenin âkil ve baliğ olması,

2- Hür olması,

3- Vakfedilen şeyin Allah'a yaklaştmcı bir anlam ve hüküm aşıması,       

4- Vakfedilen mal ve mülkün vâkıfın mülkiyeti altında bulun­ması,               

5- Vakfeden kimsenin hacr altında bulunmaması,

6- Vakfettiği şeyi bilmesi ve vakfedilen şeyin belli olması,

7- Vakfedilecek şeyin, bir başka şeyin gerçekleşmesine talik edilmemesi,

8- Vakfettiği şeyin satılmasını, parasının kendi ihtiyacına sarfe-dilmesini şart koşmamış bulunması,

9- Vakfedilen mülkün gelirinin ebediyen fekirlere sarfedilmesi gibi kesintiye uğramayacak bir anlamda açıklanması.. [5]

b) Şafiîlere göre: Vakıfda, yani vakfeden kimsede aranılan şartlar:

1- Sarfettiği sözün sahih ve geçerli olması,

2- Teberru'da bulunma ehliyetini haiz olması..

Böylece bu mezhebe göre, vakfeden kişinin müslüman olması şart değildir. Reşîd olup sözü sahih ve geçerli bulunan bir'kaflr de malını, mülkünü vakfedebilir. Böylece bir gayr-i müslimin kendi evi­ni veya işyerini mescid olarak vakfedebileceği hükmü ortaya çıkıyor. Ancak fukahadan bir kısmına göre, onun ölümüyle birlikte vakfettiği bina mescid olmaktan çıkar.

Sonra da sefih, müflis ve kendisiyle kitap akdi yapılan kölenin vakfetme yetkisi yoktur.

Vakfedilen şeyde aranılan şartlar:

1- Onunla intifa sağlamanın devamlı olması,

2- Vakfedildiği zaman mevcut olması, kişinin mülkiyetinde bu­lunması..

O halde yiyecek maddelerini, oyuncak aletlerini, nakit olarak dirhem ve dinarı tezyin için vakfetmek sahih değildir.

Taşınmaz mal ve mülkün, taşınır olan kitap ve mefruşatın vak-fedilmesi caizdir.

Vakıf ancak açık lafızla gerçekleşir ve sıhhat kazanır. Bunu sa­rih olanı, "Şunu vakfettim" veya "Şu arazim veya bağ-bahçemi vak­fettim", "Şu malımı tesbil ettim (Allah yolunda bağladım, O'nun yolu­na ayırdım)" gibi sözlerle gerçekleşir.

Bunun gibi "Şu malımı sadak-i muharreme olarak tasudduk et-" veya "Şu malımı vakfettim, satılamaz, hibe edilemez" sözleri de tıf hususunda sarih sayılır. [6]

Ebu Hanife'ye göre vakfın satışı caizdir, İmam Ebu Yusuf a, km Şafiî'ye göre caiz değildir. Çünkü 1083 nolu İbn Ömer hadi-ûe vakfedilen şeyin satılamıyacağı, hibe edilemeyeceği ve miras ol-ık taksim edilemeyeceği açık şekilde belirtilmiştir, o bakımdan am ebu Yusuf diyor ki: "eğer bu hadis İmam Ebu Henife'ye işmiş olsaydı, herhalde bununla amel eder, vakfın satüamıyacağını rlerdi." [7]

Böylece Şafulere göre, yapılan vakıf Aziz ve Celil olan Allah'a Likal eder, ne vakfedenin mülkü olur, ne de kendisine vakfedilen kişinin mülkü olur.

c) İmam Malik ile İmam Ahmed'e göre, yapılan vakıf kime pılmışsa onun mülkiyetine intikal eder. [8]

Kişi kendisi için vakıf yapabilir mi?

Yani vakfetmek istediği taşınır veya taşınmaz malı kendisi için ıkfedip gelirini yine kendi ihtiyacına sarfedebilir mi? Bu hususta üctehid imamların farklı yorum ve ictihadlan olmuştur:

a) Kişinin kendi nefsine vakfetmesi caiz ve sahihtir, çünkü bir lamın Hz. Peygamber'e (s.a.v.): "Yanımda bir dinar bulunu-yor, )nu nereye tasudduk edeyim)?" diye sorması üzerine Efendimiz ona ı cevabı vermiştir: "Onu kendi nefsine tasadduk eyle.." [9]

Böylece vakıftan maksadın Allah'a takarrub olduğu ve kişinin endi nefsinden yana harcamasında da Allah'a takarrubun söz konu-ıı olduğu ortaya çıkıyor. Nitekim Ebu Hanife ile îbn Ebî Leylâ, Ebu usuf ve imam Ahmed de aynı görüştedirler. Malikî'lerden Ibn a'ban, Şafiî'lerden îbn Süreye, îbn Şübrüme, îbn Siba've itretten irçok ilim adamı da bu görüşe katılmışlardır.

îmam Şafiî, İmam Malik, Hanbelilerden bir kısmı ise kişinin :endi nefsine vakıf- yapamıyacağını belrtmişler ye Resulüllah'm s.a.v.) şu hadislerini delil olarak göstermişlerdir: "Ürününü (gelir ve rallesini) Allah yoluna bırak.."

Bu emir ve tavsiyenin Hz. Ömer'e (r.a.) yapıldığını muhaddisler lelirtmişlerdir. [10]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1082 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir. îlim adamları hadiste geçen cari sadakayı vakf ile tefsir etmişlerdir.

İstifade edilen ilimden maksat, dünya ve ahiret düzeniyle ve yararıyla ilgili meşru ölçüler içinde olanıdır.

Böylece belirtilen düzeyde ilmî eserler yazıp insanların istifade­sine terkeden kimse de bir bakıma vakıf yapmış sayılır, aynı zaman­da bildiğini Öğretmek de bunun kapsamına girebilir.

1083 nolu İbn Ömer hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salih-tir.    '

Bu hadis, taşınmaz bir malın gailesini hayır işlerine sarfedü-mek üzere vakfetmenin meşruiyetine açık şekilde delalet etmektedir. O bakımdan dört mezhep de bu hadisle istidlal ve ihticacda bulun­muştur. Ancak İmara Ebu Hanife'ye bu hadisin ulaşmadığı söylenmektedir.

Böylece mescidlerin, sebillerin,kuyu ve benzeri kaynakların vakfedilmesinin sahih olduğunda müslümanlann icma'ı vardır. Aynı zamanda yapılan vakıf ile muhtaç hısımları da gözetmenin birçok yaran bulunduğuna işaret söz konusudur.

1084 nolu Osman hadisini Buhari talikan tahric etmiştir. Tir-mizî ise bu hadisi hasenlemiştir. Böylece hadis yapılan bir vakfın umuma teşmil edileceğinin, yani herkesin,istifadesine tei'kedümesi­nin cevazına delalet etmektedir. Çünkü Hz. Osman'ın satın alıp Müslümanların istifadesine vakfettiği kuyu bu anlamda bir hüküm içermektedir.

îbn Ömer hadisi az farklı lafızlarla çeşitli tariklerden rivayet edilmiştir:

a) Darekutnî şu lafza yer vermiştir; "Gökler ve yerler devam ettiği sürece mülkün aslını elinde tut, semeresini Allah yoluna bırak.."

b) Beyhakî'nin rivayetinde ise şu lafız yer almaktadır: Semeresi (ürünü) ni tasadduk eyle, aslım elinde tut.. Öyle ki artık onun aslı ne satılır, ne de hibe edilir.."

c) Buhari ise şu lafızları nakletmiştir: "Asîmi tasadduk eyle ki bu artık ne satılır, ne hibe edilir, ne de miras olarak bırakılır., ama ürünü (Allah yolunda muhtaçlara) tasadduk edilir.."

d)  Buhari ayrıca Müzaraa bahsinde hadisi şu lafızla tahric etmiştir:

"Aslıni tasadduk eyle ki bu artık satılmaz, hibe edilmez; ama ürünü infak edilir, artık sen onun ürününü tasadduk eyle.."

Şüphesiz bu şartları kimi Ömer'e izafe etmekte, kimi de Hz. Peygamber'e (s.a.v.).. Ama arada bir münafat söz konusu değildir. Zira en kuvvetli ihtimalle bu şartları önce Resulüllah (s.a.v.) be-yan etmiş ve o sebeple de Ömer (r.a.) onları anmıştır. [11]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Vakıf sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.

2- Kişinin cari sadaka olmak üzere mal veya mülkünü -ilâhî hoşnutluğu dileyerek- hayır yollarına vakfetmesi sünnettir.

3- Vakfeden hayatta iken vakfettiği şeyden dönebilir ve o malı satabilir. Bu, İmam Ebu Hanife'ye göredir.

4- Ancak vakfeden kadıya başvurur da yaptığı vakfı tescil etti­rir, yani böyle bir karar çıkartırsa, vakıf lüzumluluk ve devamlılık arzeder ve artık vakfeden bundan dönemez.

5- Bir malın veya mülkün gailesinin hayır yollarında harcan­ması şartıyla ölüm sonrası yapılan bir vasiyet de geçerlidir ve lüzumluluk arzeder.    '

6- Bir malı veya mülkü Allah'ın mülkü hükmünde tutup gelirini hayır işlerine tahsis etmek suretiyle yapılan vakıf, İmameyn'e göre lüzumluluk ve  devamlılık  arzeder ve  artık vakfeden bundan dönemez.

7- Bu durumda vakfedilen mal veya mülk artık satılamaz, hibe i edilemez ve miras malı olarak belirlenemez.

8- Vakfın ileride bir yetkili (kadı veya vali) tarafından ibtali endişe edildiğinde, vakfeden o durumda vakfettiği malın satılıp elde edilen parayı Allah yolunda, hayır işlerinde sarfedilmesini yazılı ola­rak şart koşarsa, yapılacak ibtal bu şartı değiştiremez.

9- Vakfeden isterse, malın aslım ve gelirini birden vakfedebilir. Bu, imam Ebu Hanife ile İmam Muhammed'e göredir.

10- Vakfeden malın aslını elinde tutar, sadece gailesini (elde edilen gelirini) hayır işlerine vakfeder. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) böyle yapmıştır. (Bu, İmam Ebu Yusuf a göredir).

11- Hanefîlere göre, vakfın dokuz, şartı söz konusudur ve bu şartlara riayet gereklidir.

12- Vakfedenin aklı başında olması, sarfettiği sözün neye dela­let ettiğini bilmesi ve teberruda bulunma ehliyetini haiz olması şarttır. (Bu İmam Şafiî'ye göredir).

13- Böylece bu imama göre bir kafir, bir zimmî malını veya mülkünü vakfedebilir. Yani vakfedenin müslüman olması şart değildir, sadece reşid olması ve akl melekesinin bozulmaması şarttır.

14-Vakfedilecek şeyden intifa sağlamanın devamlılık arzetmesi ve vakfedildiği zaman kişinin mülkiyetinde bulunması şarttır. (Bu daha çok İmam Şafiî'nin içtihadıdır).

15- Bu durumda vakfın satışı caiz değildir. İmam Ebu Hanife'ye göre, kadıya tescil edihnemişse, satışı caizdir.

16- Vakıf ancak birtakım açık sözlerle gerçekleşir: Vakfettim, şu malımı Allah yolunda bağladım gibi...

17- Allah adına yapılan vakıf artık Allah'a intikal eder ve artık ne vakfedenin mülkü olarak kalır, ne de kendilerine vakfedilen kim­selerin mülkü olur.

18- İmam Malik'e ve bir rivayete göre İmam Ahmed'e göre, kim­lere vakfedilmişse onların mülkü olur ve onlara intikal eder.

19- Kişi   kendi   nefsine   vakfedebilir   mi?   Bu   hususta müctehidlerin farklı ictihadları söz konusudur.

20- Vakıftan maksat, Allah'a takarrub (O'na yakın olma, rızasına erişme) dir. Takarrub niyet ve anlamı taşımayan bir vakıf, vakıf olamaz. [12]

 

Müşa’ ve Menkul Malın Vakfı

 

Muşa': Ortaklar arasında kullanılan hisselere ayrılmamış mal, lülk demektir. Menkul ise, taşınır mallar hakkında kullanılan bir avramdır.

Kişi muşa' bir mal veya mülkte hissesi ayrılmadığı halde o his-byi vakfedebilir mi? Bunun gibi, at, deve, silah ve benzeri taşınır iıalları vakfetmek sahih midir? Hadislerin açık delaleti bunların sa-ih ve caiz olduğunu göstermektdir. Ancak bunlar üzerindeki yorum-ardan kaynaklanan farklı ictihad ve görüşler ortaya çıkmıştır. [13]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber 'ermiştir:

"Ömer (r.a.), Peygamber'e (s.a.v.) dedi ki: "Hayber arazi­sinden (ganimet olarak) bana isabet eden yüz sehim bulunuy->r ki, bu güne kadar öylesine bir mala nail olmuş değilim.. Sen onu tasdduk etmek istiyorum" Bunun üzerine Resulüllah s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: "Aslını elinde tut, semer-3sini (gaile ve gelirini) tesbil eyle (Allah yoluna bağla, O'nun için ayır da insanlar yararlansınlar)." [14]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.). Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim Allah yolunda inanarak, sev­abını yalnız O'ndan bekleyerek bir at vakf ederse, şüphesiz ki o atın yedikleri, fışkısı ve idrarı, kıyamet gününde hasenat ol­arak onun terazisinde yer alacaktır." [15]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz haccetmek istedi. Bunun üzerine bir kadın kendi kocasına: "Beni Resulüllah (s.a.v.) Efendinizle beraber hacca gönder" dedi. Adam: "Yanımda sana haccetmen için verecek bir binitim yoktur" diye cevap verdi. Kadın ona: "Senin falan deven var ya beni onun üzerinde hacca gönder" diyerek hatırlatmada bulundu. Adam cevap verdi: "O deve Allah oylunda vaktfedilmiştir.." Sonra adam kalkıp Restilüllah'ın (s.a.v.) yanına geldi (ve durumu an­lattı). Resulüllah (s.a.v.) ona: Sen eşini deve ile haccr göndermiş olsaydın, yine o deve Allah yolunda (kullanılmış] olurdu." [16]

Ayrıca bu konuda Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in Halid b. Velic (r.a.) hakkında şöyle buyurduğu sahih senetle sabit olmuştur "Halid'e gelince, o, zırhını, atını ve (diğer savaş) aletlerini Al lah yolunda vakfetmiş bulunuyor."[17]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri ve Görüşleri

 

a) Hanefîlere göre: Bilindiği gibi muşa', ortaklar arasında kul-iılan fakat hisseleri ayrılmayan bir maldır. İleride hisselerin 'îlması mümkün olduğundan ortaklrdan birinin kendi hissesini sfetmesi caizdir. İmam Muhammed'e göre caiz değildir. Buhara mleri, İmam Muhammed'in görüşüne göre amel tmişlerdir ve fetva ona göre verilmiştir. Bununla beraber muşa1 olan bir malın ortak-dan birinin kendi hissesini -belli olmadığı halde- vakfetmesine ce-ı verilmiş ve bununla da amel edilmiştir. Nitekim İmam Ebu Yu-? da aynı görüştedir. Hicrî beşinci asırdan sonra gelen fakihler de am Ebu Yusuf 'un .kavliyle fetva vermişlerdir.

Ancak muşa' bir malın mescid veya kabristan olmak üzere vak-Lilmesi caiz görülmemiştir. Bunda ittfak vardır. İster o muşa' kabil-ısmet olsun, isterse olmasın farketmez. [18]

İmam Ebu Hanife ile İmam ebu Yusuf e göre, hayvanları vakfet-îk sahih değildir. İmam Malik'ten de bu hususta bir rivayet mev-ttur. [19] Cumhur ise ilgili hadisleri dikkate alarak hayvanları kfetmenin sahih olduğuna kaildir.

b) Şafiîlere göre: Muşa' bir mal ve mülkün vakfı sahihtir. Bu işa' mal taşınamaz ve taşınır olabilir farketmez. [20] Talimli de fa köpeği vakfetmek sahih değildir.

İstifade edilir hayvanın vakfı da sahihtir. [21]

c)  Hanbelî ve Maliki imamlarına göre;'hayvanı vakfetmek hihtir. İmam Malik'ten yapılan bir rivayete göre sahih değildir. [22]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1090 nolu İbn Ömer hadisi aynı zamanda İmam Şafiî tahric mistir. Ricalinin tamamı sahihtir. Aynı zamanda bu hadisi îyhayn birkaç tarikle rivayet etmişlerdir. O bakımdan üctehidlerin hemen hepsi bu hadisle istidlal ve ihticacda bulun­uştur.

1091 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahihtir. Ancak haber-i ahad kapsamına girdiği için İmam Ebu Hanife ve bir rivayete göre İmam Malik bununla istidlal etmemişlerdir. Sonra da ilim adamlarından bir kısmı bu hadisi vakıf anlamında değilde doğrudan Allah yolunda savaşan mücahitlere binek bağışında bulunmak olarak yorum­lamışlardır. İmam Ebu Yusuf da aynı görüştedir.

1092 nolu İbn Abbas hadisini aynı zamanda İbn Huzayme kendi sahihinde tahric etmiştir. Buhariile Nesâî bunu muhtasar olarak nakletmiştir. Ebu Davud ile el-Münzirî bu rivayet hakkında bir görüş beyan etmemişlerdir. Ancak yapılan araştırma neticesinde ricalinin sika olduğu belirlenmiştir.

Bu bapta Ümmu Ma'kıl'dan da bir nadis rivayet edilmiş bulu­nuyor.

1094 nolu Halid hadisi de sahih kabul edilmiştir.

Böylece İbn Ömer hadisi muşa1 bir malın vakfının sıhhatma de­lalet etmektedir. Nitekim İmam Şafiî, İmam Malik ve İmam Ebu Yu­suf bu hadisle istidlal etmişlerdir. Çünkü Hz. Ömerin vakfettiği yüz sehim muşa' durumda bulunuyordu.

Ebu Hüreyre ve İbn Abbas hadisleri hayvan vakfının sıhhatma delalet etmektedir. Nitekim îtret (Ehl-i Beyt tarafdarı veya onlara mensup ilim adamları), İmam Şafiî ve cumhur bunun sıhhatma kail olmuşlardır. Ebû Hanife ise bunun sahih olmadığına kaildir. [23]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Muşa1  (ortaklar  arasında kullanılan, fakat  hisselere ayrılmayan mal) ister taşınmaz, isterse taşınır olsun vakfedilmesi sa­hihtir.

2-  İmam Muhammed'e göre, hisseler ayrılmadan vakfedilmesi sahih değildir.

3-  Muşa1 bir malın mescid veya kabristan olarak vakfı sahih' değildir.

4- Hayvanların vakfı sahihtir. İmam Ebhu Hanife ile İmam Ebû Yusuf a göre sahih değildir.

5- Talimli de olsa köpeğin vakfedilmesi sahih değildir.

6- Üç imama göre, istifade edilir ve alım-satımı caiz olan hay­vanın vakfedilmesi sahihtir.

7- Yapılan vakıf kime yapılmışsa artık o mal onun tasarrufuna "geçer, vakfedenin "tasarrufu kalkar. Bu, müctehidlerden bir kısmın göredir Üya vakfetmek veya tasaddukta bulunmak ve akrabaya vasiyet yoluyla vakfetmek

Şüphesiz kişinin yapacağı hayır ve hasenatta, iyilik ve yardımda akrabaya Öncelik tanıması sünnettir. Çünkü akrabanın ak­raba üzerinde birtakım hakları söz konusudur. Hem akrabasından ilgi ve yardımını kesenden Cenab-Hak rahmet ve yardımını keser.

O bakımdan vakıf konusunda da akrabaya yönelik bir işlem yapmak veya ölüm sonrası onlara yardımcı olmak üzere taşınmaz bir malın gelirini vakıf olarak belirleyip vasiyyet etmek sahih ve caiz görülmüştür.

 

Îlgili Hadisler

 

Enes (t.d.) den yapılan rivayete göre. adı geçen anlatıyor: "Ebu Talha (r.a.): "Ya Resulellah! Şüphesiz ki Cenab-ı Hak: "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda, O'nun rızası uğrunda) -harcamadıkça gerçek iyiliğe elbette erişemezsiniz. Her ne harcarsanız elbette Allah onu bilir" buyurmaktadır. Benim için en sevimli malım ise Beyraha (bahçem) dir. Artık o Allah için sadaîtadır ki onun gerçek iyiliğini ve benim için Al­lah yanında azık olmasını umuyorum. Artık Ya Resulellah! Sen onu Allanın sana gösterdiği şekilde yerine koy (kullan)." Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v,) Efendimiz: 'İyi, iyi... Bu karlı bir maldır, bu karlı bir maldır! Gerçekten (senin dediğini) duydum. Onu akrabana (tasadduk edip) bırakmanı

uygun görüyorum" buyurdu. Ebu Talha: "Ya Resulellah buyur­duğunuz şekilde yapacağım" dedi ve Beyraha bahçesini akra­bası ve amca çocukları arasında taksim etti." [24]

Diğer bir rivayete göre, olay şöyle nakledilmiştir: "Al-i îmran suresinin 92. ayeti nazil olunca, Ebu Talha (r.a.) şöyle dedi: "Ya Resulellah'. Görüyorum ki Rabbımız biz­den bizim malımızı istiyor. Sen şahid ol ki ben Beyraha adlı yerimi Allah için bırakıyorum." Resulellah (s.a.v.) ona: "Onu hısımlarına tasadduk eyle" buyurdu. Bunun üzerine ravi diyor ki, Ebu Talha onu (akrabasından) Hassan b. Sabit ve Ubey b. Ka'b'e ayırıp (tasadduk etti)." [25]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha-ter vermiştir:

"En yakın hısımlarını (bulundukları yolun eğri olduğu hakkında) uyar.." mealindeki ayet [26] inince Resulüllah [s.a.v.) Efendimiz Kureyş'i davet etti. Onlar da toplanıp geldil­er. Resulülah (s.a.v.) Efendimiz önce genel bir ifade kullana­rak davette bulundu ve arkasından her aile ve batımı ismini özel olarak anıp hitapta bulundu ve şöyle buyurdu: 'Ya Beni Kab b. Luî! Kendinizi ateşten kurtarın; ya Beni Mürre b. Kab! Siz de kendinizi ateşten kurtarın; ya Beni Abdişems! Siz de kendinizi ateşten kurtarın; ya Beni Abdimenaf. Siz de kendi­nizi ateşten kurtarın; ya Beni Haşim! Siz de kenidinizi ateşten kurtarın; ya Beni Abdilmuttalib! Siz de kendinizi ateşten kur­tarın. Ey Fatıma! Sen de kendini ateşten kurtarmaya bak, çünkü gerçekten ben sizi Allah'tan (O'nun vereceği cezadan) kurtarmaya sahip değilimdir; sadece hısımlık bağıyla size bağlı olup onungereğuıi yerine getirenim.." [27]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefüere göre: Adam hayatta iken, "Ben öldüğümde şu evimi ve şu hususlar için vakfettim" diye vasiyette bulunursa, öldükten sonra vasiyeti sıhhat kazanır. Ancak geriye bıraktığı malın üçte birini aşmadığı takdirde bu geçerlilik arzeder; aştığı takdirde aşan kısmı geçerli olmaz, meğer ki varisler bunu kendi hisseleriyle tamamlamış olsunlar.

Ölüm hastalığında da bu hususta yapılan vasiyet geçerlidir. Ölüme ta'lik edilen vasiyet hükmündedir. Ancak bu hususta imam-lariii görüş ve ictihadları farklıdır: İmam Ebu Hanife'ye göre, adam sıhatta iken yaptığı vakf ne ise hastalığında da yaptığı vakıf odur, lüzumluluk kesbetmez; rakabesi (sahipliği) varislere intikal eder. İmameyn'e göre, ölüme ta'lik edilen vasiyet hükmündedir ve bıraktığı malın üçte birinden geçerlidir; aynı zamanda lüzum kesbeder, raka­besi varislere intikal etmez.

O halde bir taşınmaz malını sözlü olarak vakfedenin artık o maldan mülkiyet hakkı kalkmış olur. Bunun mutlaka yazılı olması şart değildir. Nitekim İmam Ebu Yusuf ile diğer üç mezhep sahibi imamların içtihadı bu doğrultudadır. Fetva da bunların görüşüne göredir.

İmam Muhammed'e göre, yapılan vakfe bir veli tayin edilip ona teslim edilinceye kadar kişinin, yani vakfedenin mülkiyetinden çıkmaz. Veliye teslim edilince artık vakfın mülkiyeti vakfedenden ka­lkmış olur. [28]

Hısımlara yapılan vakıf da böyle.. Vasiyet yoluyla da onlar adına vakıf yapılabilir. Ancak bu husus imamlar arasında ihtilaflı meselelerden biridir.

b) Şafiîlere göre: Kişi hayatta iken malının bir kısmını hem evlad ve hısımlarına, hem de bir başkasına vakfedebilir. Bunu açık bir lafızla yaptığı takdirde artık rakabesi o maldan kopar ve kim için vakfetmişse, o malın rakabesi (sahipliği) ona geçer. Evlad ve torun­larına da vakfedebilir. [29]

Ölüm hastalığında ise, kişinin bazı varisleri için yaptığı vakıf İmam Şafiî ile bir rivayete göre İmam Ahmed'e göre caiz değildr. Diğer imamlar ise kişinin Ölüm hastalığında malının üçte birini va­risleri için vakfetmesi caizdir.

İmam Ahmed'den yapılan bir diğer rivayete göre, ölüm has-tallığında kişinin malının üçtebirini varisleri için vakfetmesi caizdir. Bu sebeple imama soruluyor: "Varis için vasiyyet yoktur" hükmünü siz de kabul etmiyor musunuz? İmam ona: "Evet, öyledir; kabul ediy­orum; ancak vakıf vasiyyet değildir. Çünkü yapılan vakıf ne satılır, ne hibe edilir, ne de miras olarak taksime uğrar; aynı zamanda varis­leri mülk olmaz, onlar sadece o vakfın gailesinden (elde edilen geli­rinden) istifade ederler" diye cevap veriyor. [30]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1099 nolu Enes hadisi sahihtir ve istidlal ile ihticaca salihtir.. ancak Ebu Talha'mn akrabasına yaptığı bu bağış bir tasadduk mu­dur, yoksa vakıf mıdır? Ebu Talha'mn bu husustaki ilk teklifi, Beyra-ha adlı bahçesini Allah yolunda hayır olarak vakfetme anlamına ka­palı şekilde delalet etmekteyse de, Resulüllah'ın (s.a.v.): "Onu akrabana (tasadduk edip) bırakmanı uygun görüyorum" buyurması ve onun da öyle yapması, bir vakıf anlamında değil, bir bağış ve sada­ka anlamındadır. Ancak ilim adamlarından bir kısmı bunu vakıf kon­usunda bir delil olarak dikkate almıştır.

Böylece kişi sağlığında malının bir kısmını akrabasına tasadduk edebilir veya onlara vakfedebilir hükmü ortaya çıkmış bulunuyor.

1102 nolu Ebu Hüreyre hadisinin vakıfla pek ilgisi yoktur. Sa-> yakın akraba kavramı söz konusudur. Ebu Hanife'ye göre, kara-baba ve ana tarafından olan her mahrem olan hısımdır. Ancak -ek bağış, gerekse vakıf konusunda önce baba tarafından onlara rilerek başlanır. îmam Şafiî ise bu kavramı daha da umumi tuta-k, baba ve ana tarafından mahrem olsun olmasın, varis olsun ol-ısm her nıüslüman ve gayr-i müslimi kapsamaktadır, diyerek ayrı - yorum ortaya koymuştur. [31]

îmam Ahmed ise, bu kavramı îmam Şafiî gibi çok kapsamlı tu­rken kafiri bunun dışında bırakmıştır. îmam Malik'e göre, bu kav-m hasseten asabeyi (yani mirasta belli ve belirli farzı olma-yan, rz sahiplerinden sonra kalanı alan hısımları) içine almaktadır, anlar ister varis olsunlar, ister olmasınlar fark etmez. Önce bunlar­ın fakir olanlarına bağış ve vakıf yapıhr. [32]

Ebu Talha'nm yaptığı bağış veya vasiyyet birtakım faydaları ve ikümleri taşımaktadır. Şöyle ki:

1- Yapılan vakıfta, kendisine vakfedilen kimsenin kabul etmesi ırt  değildir.   Kişi  bir  mal  veya  mülkünü bir kimseye veya üesseseye vakfederse, o kimse ve müessesenin "kabul ettim" demesi ırt değildir; yapılan vakıf sıhhat kesbeder. Ancak mevkuf aley (yani sndisine vakfedilen kimse), bunu kabul etmeyip redderse, yapılan ıkıf hükümsüz kalır.

2- Cumhur-i ulema buna dayanarak, malının üçte birini oimünden sonra musaleh (vasi tayin edilen kişi) Allah yolunda dile-tği gibi sarfedebilir diye söyleyen kimsenin bu vasiyet ve vakfı eçerlidir. Böylece vasi o malı Allah yolunda dilediği şekilde sarfeder e fakat kendisi için ondan bir şey yemez, aynı zamanda vasiyet ede-in varislerinde de vermez, îmam Ebu Sevr bu görüşe muhalefet etmiştir.

3- Kişi sıhatta iken malının üçte birinden fazlasını tasadduk debilir. Çünkü Resulüllah (s.a.v.) Ebu Talha'mn yaptığı bağış ve ta-addukta bir nisbet sormamış ve belirlememiştir.

Sa'd b. Vakkas'm hasta iken yaptığı üçtebir vasiyetini ise çok ;Örmüş ve varisleri mahrum bırakmanın doğru olmayacağına şarette bulunmuştur. Böylece Ölüm hastalığında kişinin isterse nalının üçte birini hayır yollarına vasiyet edebileceği hükmü ortaya ıkmıştır.

4-Kişinin en çok sevdiği ve gönül bağladığı malını tasadduk et­mesi bir fazilet ve fedakarlıktır ki, Allah'ın rızasını o mala olan ilgisi­nin çok üstünde tuttuğunu gösterir. Böylesinin mükafatı da çok büyük olur.

5- Tasadduk konusunda kişi hayır yapmak istediği malını bir veliye bırakıp onun dağıtmasını isteyebilir.

Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu Talha'nm bu tasaddu-ku, vakıf anlamında değil, temlik anlamında olabilir. [33]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Kişi sağlığında malının bir kısmını çocukları, hısımları ve bunlar dışında kalan fakirler için vakfedebilir.

2-  İmam Ebu Hanife'ye göre, bu vakıf lüzumluluk kesbetmez; vakıf isterse bundan dönebilir. Ancak kadıya tescil ettirilirse, artık lüzumluluk kesbeder.

3-  Diğer imamların çoğuna göre, tescil edilsin edilmesin lüzumluluk kesbeder.

4- Kişi ölüm hastalığında malının üçte birini varislerine vasiyet edebilir, bunu onlara vakbedebilir. İmam Şafiî ile bir riva-yette îmam Ahmed'e göre, bu tür vasiyyet ve vakf caiz değildir. Çünkü varise va­siyyet yapılamaz.

5-  Bir mal akraba için tasadduk veya vakıf edilmek üzere va­siyyet edilirse, öncelik hangi akrabaya tanınır? Ebu Hanife'ye göre, baba ve ana tarafından her zî-rahm olan mahrem bunun kapsamı içindedir. Ancak baba tarafından olanlara öncelik tanınır. İmam Şafiî bu kavramı varis olsun olmasın, müslüman olsun olmasın her hışma teşmil ederek çok kapsamlı şekilde yorumlamıştır. İmam Ahmed de öyle ancak o kafir olan hısımları bunun dışında tutmuştur. İmam Malik'e göre, bu kavram asabenin tamamını içine alır. Ancak bunlar­dan fakir olanlarına öncelik tanınır.

6- Kişi hayatta olup sağlığı yerindeyken malının üçte birinden fazlasını hayır yapabilir, tasadduk edebilir ve vakıf olarak belirleyeb­ilir.

7- Ölümden sonra dağıtılmak veya vakfolmak üzere vasiyette bulunan kişi, ancak malının üçte birini vasiyet edebilir.

8- Bu durumda üçte birinden fazla vasiyette bulunmuşsa, fazla olan kısmı geçersiz kalır, üçte biri yerine getirilir. Ancak varisler üçte biri aşan nisbete kendilerine isabet eden mirastan kendi rızalarıyla karşılamak isterlerse, bunda bir sakınca söz konusu değildir. [34]

 

Evlada Yapılan Vakıf Onun Çocuklarını da İçine Alır

 

Kişinin kendi evladına malının bir kısmım vakfetmesi, sadece dıyla sınırlı kalmaz, karineyle onun evladını bu hükmün kap­ma almış olur.

Ancak bu vakıf işlemini kişi hayatta iken mi, yoksa Ölümden •aya mı yerine ge ter ilme sini ister? Bu hususta bir önceki konuda .ca buna değinmiş ve ilim adamlarının görüş ve ictihadlarma yer niştik. Burada tekrar etmek.istemiyoruz. Konu daha çok torunlar maksızın sadece evlada yapılan vasiyetin torunalara teşmil edi­ğine yönelik bulunuyor. [35]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı gçen şu bilgiyi ver-tir:

"Hz. Hafsa'mn (r.a.), Hz. Safiye için "O bir yahudinin ıdır" sözü Hz. Safiyye'ye ulaşmış bulundu. O yüzden Hz. Sa­ye ağlamaya başladı ve bu sırada Resulülah (s.a.v.) onun tuna girmiş oldu, onu ağlar bir halde gördü. Hz. Safiyye rle dedi: "Hafsa benim için, o yahidi kızıdır" demiştir. Bu-n üzerine peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona: "Şüphesiz ki ı peygamber kızısın ve doğrusu senin amcan peygamberdir sen peygamberin eşi olarak bulunu-yorsun. O halde Hafsa ile sana karşı böbürleniyor?!" buyurduktan sonra Hz. Haf-ya yöneldi ve ona şöyle uyarıda bulundu.: "Allah'tan kork Hafsa!!.." [36]

Ebu Bekre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

'Peygamber (s.a.v.) Efendimiz minbere çıktı ve şöyle buy­urdu: "Şüphesiz ki benim bu oğlum (Hasan) seyyiddir. Cenab-ı Hak Müslümanlardan iki büyük kalabalık topluluğun arasını bunun elleriyle (teşebbüsüyle) düzeltip sulha kavuşturacaktır." [37]

Üsame b. Zeyd (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hz. Ali'ye şöyle demiştir: "Sana gelince ya Ali! Sen benim damadımsın ve aynı zamanda oğlumun babasısm.." [38]

Yine Üsame b. Zeyd (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hasan ile Hüseyin O'nun dizleri üzerinde bulun­duğu bir sırada şöyle buyurdu: "Bu ikisi benim oğlum ve kızımın oğullarıdır. Allah'ım, ben bu ikisini seviyorum, sen de onları sev ve onları seveni de sev.." [39]

Bera' b. Azib (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) hdimiz şöyle demiştir: "Ben peygamberim, bunda hiçbir yalan ttur ve ben Abdülmuttalip'in oğluyumdur." [40]

Zeyd b. Erkam (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz1 den duydum, buyurdu ki: lah'ım! Ansan ve ansarın çocuklarını, çocuklarının tuklarını bağışla.." [41]

 

Müctehidlerin Görüş İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Vâkıf (vakfeden) evladına vakfederken, mu evladıma vakfettim" diyerek çoğul bir kelime kullanırsa, ev­im evladı da bunun kapsamına girer. Sadece oğluma veya kızıma îfettim der tekil isim kullanırsa, oğlun oğlu veya kızın oğlu bunun psamına girmez. Böylece vakfedenin oğlu Ölünce o vakıf onun ;una intikal etmez, fakirlere sarfedilir. Ama evladıma, oğlumun pa çocuğumun evladına vakfettim derse, bu nesilden nesile sürüp ler. [42]

b) Şafîîlere göre: Vâkıf (vakfeden), "Bunu evladımın evladına kfettim" derse, bu ifade, onun evladı ve torunları arasında eşitliği rektirir, yani her biri eşit şekilde ondan yararlanır. Bunun gibi, vladıma ve onlardan tenasül eden torunlarıma veya batnen ba'da tnin" derse yine aynı anlam ve hüküm ortaya çıkar. Şayet: "Bunu Ladıma, evladımın evladına a'la olanına veya ilk sırada olana, son­da onu izleyene vakfettim" derse, bu anlatım tarzı tertibi gerekti ve böylece vakfedenin evladı hayatta iken torunlarına verilmez. |z evladının çocukları da bu vakfa dahil olur... [43]

c) Diğer iki mezhebin görüş ve içtihadı ise, buna yakın bir dam taşımaktadır. Ancak İmam Malik ve İmam Ahmed'e göre, Lpılan vakıf kime vakfedelirse, mülkiyeti de ona intikal eder, iylece o hem gelirinden yararlanır, hem de onun aslına tesahüb ler. İmam Şafiî'ye göre mülk, vakfedilen kimsenin rakabesine dahil tnaz, Allah'a intikal eder. [44]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Kişi vakfetmek istediği bir mal veya mülkü hayır yollarına sarfedilmek üzere vakfedebileceği gibi, onu kendi evladına ve ev­ladının evladına., da vakfedebilir.

2- İmam Ebu Hanife'ye göre, vakfeden, vakfettiğini istediği za­man satabilir ve parasını kendi ihtiyaçlarında kullanabilir. Ancak kadıya tescil ettirdiği takdirde rücu' hakkı kalkar.

3- İmam Ebu Yusuf a göre ve İmam Muhammed'e göre, vakıf ke-sinleşince artık ne satılır, ne hibe edilir, ne de varislere intikal eder.

4- İmam Malik ve îmam Ahmed'e göre, bir mal vakfedildikten sonra artık onun mülkiyeti Allah'a intikal eder, kimsenin rakabesi kalmaz, kendilerine vakfedilen kimseler sadece onun gelirinden ya­rarlanırlar.

5- Adam "Şu malımı veya mülkümü oğluma veya kızıma vakfet­tim" derse, o sadece onlarla sınırlı kalır, onların evladına intikal et­mez. Kendilerinin vefatından sonra vakfedilen mal veya mülk satılarak fakir ve muhtaçlara verilir.

6- Adam "Şu malımı veya mülkümü evladıma ve evladımın ev­ladına.." vakfettim derse, o mal artık nesilden nesile intikal eder.

7-  Adam malını evladına vakfederken, önce evladımdan en büyük olana ve ondan sonra büyük olana.." derse, bu tertip geçerlidir ve-sürüp gider.

8- Adam "Şu malı evladıma vakfettim" derse, Hanefîlere göre, kelimeyi çoğul olarak kullandığı için torunları da bu vakfın kap­samına girer. İmam Şafii'ye göre, bir rivayette torunlar girerse, diğer rivayete göre girmez.

9-  Adam "Şu malımı evladıma ve evladımın evladına neslen ba'de neslin vakfettim" derse, evladı hayatta iken evladının evladına verilmez ve bu tertip devam edip gider. Bu daha çok İmam Şafiî'nin içtihadıdır. Diğer imamlar da nüansla buna yakın ictihadda bulun­muşlardır. [45]

 

Kabe’ye Harcanmak Üzere Yapılan Bağışlardan Arta Kalamları

 

Şüphesiz Kabe-i Muazzama, Allah'a ibadet için yeryüzünde apılan ilk mabeddir. Cenab-ı Hak bu kutsal evi, Tevhid Inancı'nin ıihrakı, İslam Birliği'nin ana merkezi ve dünya ahiret arasında öprü kurmanın en şaşmaz ölçüsü kılmıştır. O bakımdan Allah'a in-irdiği son kitap doğrultusunda dosdoğru inanıp ibadet eden her ıü'min bu kutsal mabede gidip arınmak, din kardeşleriyle bir araya elmek ve ahirete yönelik oluşturulan tabloda yer almak, aynı za-landa İslam alemiyle bir.çok konular üzerinde fikir teatisinde bu-anmak istediği gibi, Kabe'nin şan ve şerefle ayakta kalması ve lü'minlerin ibadet ihtiyacına elverişli bir genişliğe kavuşturulması fin de oraya maddeten de yardımda bulunmak ister.

Böylece Kutsal Kabe'ye harcanmak üzere yapılan yardımlar ih-iyaç fazlası olduğu takdirde bu fazlalık başka bir cihete harcanabilir ûi? Bunun cevabını verebilmek için konuyla ilgili hadisleri ve rivay­etleri görmemiz gerekir. [46]

 

İlgili Hadisler

 

hbu Vaıl (r.a.) anlatıyor:

"Mescid-i Haram'da Şeybe (b. Osman b. Talha b. Abdiuz-za) nm yanma oturdum, o bana şöyle dedi: "Senin şu otur­duğun yerde (bir zaman) Ömer (r.a.) gelip yakınıma oturdu ve şöyle buyurdu: "Bir ara içimden gelen bir azimle istedim ki şu Mescid'de sarı (altın) ve beyaz (gümüş) adına ne varsa hepsini müslümanlara verip aralarında taksim ede-yim!." Bunun üzerine ben ona şöyle dedim: "Sen (istesende) bunu yapa-

mazsın". "Neden yapamam?" diye sorunca da şunu söyledim: "Çünkü senin iki 'gönül dostun olan) iki arkadaşın (Resulüllah ile Ebû Bekir) böyle yapmadılar." Bu cevabın üzerine Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Onlar öyle iki kişidir ki, ken­dilerine uyulur." [47]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle suyurduğunu duy­dum: "Eğer kavminin cahiliye veya küfür (dönemin)den (ayrılması) yeni olmamış olsaydı Kabe'nin (biriken ihtiyaç fazlası) hazinesini Allah yolunda harcar ve kapısını zemin se­viyesine indirip ona Hicr tarafından girerdim (kapıyı o cihete naklederdim)." [48]

 

Tahliller, Görüşler ve Rivayetler

 

Her iki rivayet de sahihtir. Hz. Ömer kendi hilafeti döneminde Kabe'ye bağışlanan kıymetli eşya ve maddelerin hepsini, özellikle altın ve gümüşten mamul eşyanın tamamını muhtaç müslümanlara dağıtmayı çok arzu ettiğini belirtmiş, ancak Resulüllah (s.a.v.) ile O'nun halifesi Ebû Bekir (r.a.) m böyle yapmadıkları kendisine hatırlatılınca, isteğinden vaz geçtiği anlaşılıyor. Aslında ihtiyaç faz­lasını harcamakta bir sakınca yoktur. Çünkü Kabe süslenecek, altın ve gümüşle dekore edilecek bir manzaranın ötesinde ve üstünde Cen­ab-ı Hakk'm onu kutsal kılmasıyla köklü, kalıcı bir anlam taşımaktadır. Duvarların taştan örülmesi, kutsal Hacerü'l-Esved'in yine taş maddesi olarak orada bulunması bunun delillerinden biridir. Hem İslam süsten, şatafattan uzak, dış görünüşe fazla önem vermeyen, işin mana ve Özüyle ilgilenen bir dindir, İbadetin tanı mahviyet, teslimiyet ve gösterişten uzak tutulmasını, sadelik içinde yerine geti­rilmesini emreder.

O bakımdan Allah (c.c.) neyi kutsal kümışsa, o kıyamete kadar kutsaldır. Allah'ın kutsal kıldığı Kabe, taş ve topraktan ibaret bir mabeddir. Demek ki, kutsallık ona yapılacak tezyinatta değil, onun Özüne ve taşıdığı manayadır.

Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, Kureyş Kabilesi'nin cahiliyet döneminden yeni kurulmuş olduğunu dikkate alarak Kabe'de, yani onun adına biriken şeyleri Allah yolunda harcamayı arzu ettiği halde harcamadı. Bunun için kalp ve kafaların İslam'ın yüce ve kalıcı esas ve prensiplerine iyice yatışması, kalplerin İslam'ın hikmet ve felsefe­siyle aydınlanması gerekiyordu.

İlim adamları bu iki rivayetin ışığında birtakım farklı yorum­larda bulunmuşlardır:

a)  Kabe'ye  gönderilen hediyeler vakıf anlamı taşır ve  o bakımdan   korunması   gerekir.   Hem   Kabe'ye   süs   anlamında gönderilen altın, gümüş ve benzeri eşyanın teşhirinde İslam'a ta'zim, düşmana korku anlamı bulunmaktadır.

Ancak îbn Hacer bu görüşün isabetli olmadığını belirtmiş ve Aişe hadisi bu görüşe kapı açmamaktadır demiştir.

b) Kabe'de toplanan bağışlardan ihtiyaç fazlasını Allah yolunda dağıtmak caizdir. Nasıl ki, Kabe'yi tamir etmek, yeniden yapmak caiz ise. Nitekim îbn Zübeyr, Mekke emiri bulunduğu yıllarda hayli zede­lenen Kabe'yi yıkıp yeniden İbrahim (a.s.) m kurduğu temel üzerine yükseltmiş ve hayatta olan sahabe ile diğer ilim adamları onun bu teşebbüsünü tasvip etmişlerdir.

c)  Ebu Vail hadisiyle istidlal edenler ise, Kabe'nin altın ve gümüşle tezyin edilmesinin caiz olduğuna kail olmuşlardır.

d) îmanı Şafiî'ye göre, Kabe'yi altın ve gümüşle süslemek caiz değildir. [49]

Emevî Halifelerinden Velid b. Abdilmelik bu görüşe dayanarak Ravza-i Mutahara'mn tavan kısmını tehzib ve tezyin etmiş, o devrin ileri gelen devlet adamı ve aynı zamanda hadis alimi Ömer b. Abdülaziz onun bu teşebbüsüne muhalefet etmemiş ve kendisi hilafet makamına getirilince de yapılan tehzip ve tezyine dokunmamıştır.

Altın ve gümüşün tezyinde kullanılanı değil, kapkacak olarak imal edileni haram kılınmıştır. O bakımdan Cami ve mescidlerin kandil ve benzeri eşyasının altın ve gümüşten olmasında bir sakınca olmadığı istidlal edilmiştir.

e) İlim adamlarından bir kısmı ise, Kabe ve camileri altın ve gümüşle süslemenin, altın ve gümüş kandiller asmanın cevazı husu­sunda Ebu Vail hadisiyle istidlal edilemeyeceğim belirtmişlerdir. Ha­life Velid'in böyle yapması, Ömer b. Abdilaziz'in tasvip etmesi bir hüccet olamaz. Böylece belirtilen iki madde ile tezyinde kerahet söz konusudur.

Ancak Kabe örtüsünün altın ve gümüşle süslenmekte olduğu, altın oluğun bulunduğu dikkate alınınca, bu konuda icma1 meydana geldiği söylenebilir ve o takdirde bu kerahet Kabe'nin tezyininde söz konusu olamaz. Diğer cami ve mescidler için söz konusu olabilir. [50]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kabe'yi altın ve gümüşle süslemekte bir sakınca yoktur.

2-  Kabe'nin örtüsünün en nadide kumaştan yapılması ve üzerindeki yazıların altın ve gümüşle işlenmesi caizdir.

3-  Kabe'ye çeşitli İslam devletlerinin başkan ve kralları ta­rafından gönderilen kıymetli eşya, altın ve gümüş, ihtiyaç fazlası olduğu takdirde veliyyülemr onu Allah yolunda, Müslümanların ih­tiyaçları doğrultusunda harcayabilir.

4- Ancak Mescidü'l-Haram'a vakıf olarak gönderilen bir eşyanın muhafazası mümkün olduğu sürece korunur. Bu da gelir getiren bir vakıf olduğu  takdirde  gelirinden  yararlanılarak  Kabe'nin  ih­tiyaçlarına harcanır, değilse olduğu gibi muhafaza edilir. Altınoluğun muhafaza edildiği gibi..

5- Gerektiğinde Kabe, İbrahim Peygamber'in (A.S.) attığı temel­den sapmamak üzere yıkılıp yeniden yapılabilir veya tamir   edilebi-' lir. Nitekim Halife Ömer (r.a.) ve Halife Osman (r.a.) zamanında iki defa genişletilip tamir görmüş ve ikinci Selim zamanında esaslı şekilde bu mescid genişletilmiş ve tamamlanmadan vefat edince oğlu Sultan Murad tamamlamıştır. Böylece Kabe birçok defa tamir görmüş ve çevresi ise zaman zaman genişletilerek bugünkü duruma getirilmiştir. [51]

 



[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[2] Müslim /vasiyyet: 14 - Ebu Davud/vasaya: 14 - Nesai/vasaya: 8

[3] Buhari/şürût: 19, vasaya: 28; eyman: 33 - Müslim/vasiyyet: 15 - Ebu Davud/ vasaya: 13 - Tirmizi/ahkam: 36 - Nesai/ihbas: 2 - İbn Mace/ sadakat: 4 -Ahmed:2/11, 12

[4] Müslİm/şürb: 1- Tirmizî/menakib: 18 - Nesâî/ihbas: 4

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[5] Celal YILDIRIM/ Kaynaklarıyla İslam Fıkhı: 3/185-188

[6] Bilgi için bak: el-Ğamravî/es-Siracülvehhac: 302-304

[7] Bilgi için bak: Fıkhüs-sünnet: 3/523

[8] Bilgi için bak: Fıkhüs-sünnet: 3/523

[9] Ebu Davud/zekat: 45 - Nesâî/zekat: 54 - Ahmed: 2/251, 471

[10] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[11] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[14] Nesâî/ihbas: 3 - Îbn Mace/sadakat: 4

[15] Buhari/cihad: 45 - Nesâî/hayl: 11 - Ahmed: 2/374

[16] Ebu Davud/menasik: 79

[17] Buhari/cihad: 89, zekat: 49- Müslimfte]a£:J.1ı.Ebu Davad/zekat:22

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[18] Celal Yıldırım/ Kaynaklarıyla İslam Fıkhı: 3/193

[19] Fıkhü's-sünnet; 3/253

[20] es-Siracülvehhac:302

[21] Bilgi için bak: Fethülvehhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 1/259

[22] Bilgi için bak: Fıkhüs-sünnet: 3/522, 523

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[23] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[24] Tirmizî/teisir: 26 - Müslim/iman: 348 - Nesaî/vasaya: 6 - Ahmed: 2/360

[25] Daremî/zekat: 23 - Buhari/vasaya; 10 - Müslim/zekat: 44 - Ebu Davud/ zekat: 45 - Nesaî/ihbas: 2 - Tirmizî/tefsîr: 3 - Ahmed: 3/184,262,385

[26] Şuara Suresi: 214

[27] Müslim/iman: 348 - Tirmizî/tefsir: 26 - Nesâî/vasaya: 6 - ahmed: 2/332, 360

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[28] es-Siracülvehhac; 303-305'den özetlenerek     .

[29] es-Siracülvehhac; 303-305'den özetlenerek     .

[30] Fıkhü's-sünnet: 3/526, 527

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[31] Neylülevtar: 6/31, 32

[32] Neylülevtar: 6/32

[33] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[34] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[35] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[36] Tirmizî, Müsned-i Ahmed/Neylülevtar: 6/34

[37] Buhari/sulh: 9, fezail: 22, fiîen: 20, menakıb: 25 - ebu Davud/sünnet: 12 -Tirmizî/menakıb: 30 - İbn Mace/cumua: 27

[38] BuhariAefsir: 2, sûre: 8- Ebu Davud/lukata: ... Ahmed: 5/204

[39] Müslim/fezail: 57, 59 - Buhari/Übas: 60,- İbn Mace/mukaddeme: 11 -Ahmed: 2/249, 288

[40] Buhari/cihad:52, 61, 97, 168, meğazi: 54 - Müslim/cihad: 28, 80 -Tir mizî/ cihad: 15 - Ahmed: 4/280, 281, 289, 304

[41] Müslim/fozaM: 172 - Buhari/tefsir: 63 -Tirmizî/menakıb: 65 - Ahmed: 3/139, 156, 213-4/369, 370, 372, 374

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[42] Mecmeu'l-enhür: 1/754'den özetlenerek

[43] Bi!giiçinbak:es-Sirqcü!vehhac:305

[44] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[45] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[46] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[47] Müsned-i Ahmed: 3/410

[48] Buharî/ilim: 48, temenni: 9, hac: 42 - Müslim/hac: 405 - Nesâî/menasik:128 Müsned-i Ahmed: 6/102, 176, 180

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[49] Bilgi İçin bak: Neylülevtar: 6/37

[50] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/

[51] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/