Vasiyetler ve Taşıdığı Hükümler
Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları
Malın Üçtebirinden Fazlasını Vasiyet Etmenin Keraheti
Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları
Harbi Vasiyet Ettikten Sonra Varisleri Müslüman Olurlarsa, Onun Vasiyetini
Yerine Getirirler Mi?
Ölenin Velisi, Sıhhatini Yani Doğruluğunu Bildiği Takdirde Onun Borcunu
Öder...
Hadisin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri
Vasiyyet sözlük olarak
sipariş ve öğüt anlamına gelir. Fıkhı terim olarak, bir kişinin ölümünden
önce, yani sağlığında Ölümünden sonra yerine getirilmesini istediği şey
demektir.
islam Dini vasiyyet
konusuna önem vermiş ve buna ayrı bir bab ayırmıştır. Çünkü en hayırlı insan,
başkalarına da faydalı olandır. Hayatta iken özellikle din kardeşlerine faydalı
olup zekatıyla, sada-kasıyla, vakfıyla ve çeşitli bağış ve hizmetleriyle sosyal
dengeyi sağlayan kimse, ister ki ölümünden sonra da yaptığı bu faydaların
zincir halkalarına ilave edilsin ve böylece cari sadakanın sağlayacağı rahmet
ve gufran havasını ebediyyen teneffüs etsin.
Ancak kişinin
sağlığında yaptığı tasadduk ve hayırların ayrı bir yeri ve farklı sevabı söz
konusudur. Zira insanın sağlığı yerinde olup henüz birtakım emel ve arzuları
sürüp giderken mal ve servetin basit bir bekçisi bulunmadığını idrak etmesi ve
kazancının bir bölümünü müslümanların istifadesine bırakması büyük bir
fedakarlık sayıldığı gibi, sağlam ve köklü imanın da gereğidir. O bakımdan
öylesinin yapacağı bir hayrın, kuracağı bir hayır tesisinin anlamı çok
büyüktür. Yeter ki niyetine gösteriş karışmasın. [1]
îbn Ömer (r.a.) dan
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bir şeyi vasiyyet, etmek isete-yen mü'mun kişinin, vasiyyeti yazılı
olarak başucunda bulunmaksızın iki geceyi vasiyyetsiz geçirmesi hakkı
değildir." [2]
Ebu Hüreyre (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:
"Bir adam geldi
ve şöyle dedi: "Ya Resulellah! Ecir (sevap ve mükafat) bakımından hanefi
sadaka daha üstün veya daha büyüktür?" Efendimiz ona şu cevabı verdi:
"Ama baban hakkı için sana fetva verilecektir: Sen cimrilik duygusu
taşıdığın, sıhhatin yerinde iken, fakirlikten korktuğun, baki olmayı arzuladığın
halde tasaddukda bulunmandır ve artık can boğaza gelinceye ve falana ve filana
şu kadar şu kadar deyinceye kadar -ki zaten (ölümünden sonra) falana o kadar
olacaktır- ta-saddukta bulunmayı ihmal etme»" [3]
Yine Ebu Hüreyre
(r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Erkek veya kadın
Allah'a taatle altmış sene amel ettikten sonra kendilerine ölüm gelip hazır
olur da vasiyyet hususunda (varislere) zarar verirler ve o yüzden ateş onlara
vacip olur." [4]
Sonra Ebu Hüreyre
(r.a.) şu ayeti okudu: ,
Mealen; "Bütün bunlar
mirasçıları zarara uğratmaksızın yerine getirilir, bunlar Allah tarafından
tavsiye (emir) dir. Allah bilendir ve yüksek hilim sahibidir." [5]
a)
Hanefîlere göre: Vasiyyet: Ölüm sonrasına izafe edilen bir temliktir (birine
mülk kazadırmaktır). Bu temlik teberru
an-lammadır. Aynı zamanda bu ayın (eşyanın hakikati kendisi) olabileceği gibi,
bir menfaat de olabilir.
Vasiyyette bulunmak
müstehabdır. Ancak terekenin üçte birini aşmayacak nisbette olması söz konusudur.
Aştığı takdirde, aşan kısım varislerin icazetine bağlı kalır, isterlerse
kendilerine düşen hisseden bunu karşılarlar, isterlerse o fazla kısmı yerine
getirmezler.
O bakımdan vasiyyet
ancak terekenin üçtebiri nisbetinde muteber ve sahih olur. Aynı zamanda murisi
bilerek kasden öldüren katile ve bir de varise vasiyet sahih değildir. Ancak
diğer varisler, varise yapılan vasiyete olumlu bakıp kabul ederlerse, o
takdirde sahih olur.
Varisler zengin
olmayıp muhtaç durumda iseler, kişinin vasiyyette bulunmaması daha uygun olur.
[6]
b) Şafiîlere
göre: Kafir olsun, hacr altında bulunsun, muslini ve gayr-i müslim her
mükellefin hür olduğu takdirde vasiyyeti sahihtir. Akli dengesi bozuk olan,
baygınlık halinde bulunan ve ergen olmayan kişilerin vasiyyeti ise sahih
değildir. Bir kavle göre, temyiz çağma giren çocuğun vasiyyeti sahihtir.
Genelm anlamda
vasiyyette bulunan kimsenin bu tür vasiyye-tinde aranan şart, günahı gerektiren
bir cihete sarfedilmemesidir. [7]
c) Hanbelî ve Malikî'lere göre: Vasiyyet
müstehab veya sünnettir. Serveti olan kimsenin bile vasiyyet etmesi farz
değildir.
"Zühr^-ve-^bû-Miclezle
göre, malı olan kimsenin vasiyyette bulunması vaciptir. Çünkü vasiyyetin
meşruiyeti ikitap, sünnet vaicma1 ile sabit olmuş ve Resulüllah (s.av.)
Efendimiz bunun gereğine işarette bulunmuştur.
Nitekim İbn Hazm de
aynı görüştedir. Zira sahabeden İbn Ömer, Talha, Zübeyir, Abdullah b. Ebî Evfa,
ayrıca Tâlha b. Mutarrıf, Tavus ve Şa'bi gibi tabiinin ileri gelenleri bunun
vücubuna kail olmuşlardır. Bunlar daha çok Bakara Suresi'nin 180. ayetiyle
istidlal etmişlerdir.
Diğer" Ulf görüşe
göre, ölene varis olmayan ana-babaya ve yakınlarına yasiyyette bulunmak
vaciptir. Nitekim ilim adamlarından Mesruk, İyas, Katade, İbn Cerir ve Zührî
bu görüştedirler.
Mezhep sahibi dört imama
gelince, onların içtihadına göre, sünnet veya müstehabdır. Ancak ahvale göre bu
hüküm değişebilir. Mesela üzerinde bir hak bulunan kimse, ölümünden sonra bu
hakkın ödenmesinde şüphe eder, varislerinin tavrından bu neticeyi çıkarırsa, o
takdirde o hakkın yerine getirilmesi için vasiyette bulunması farz veya
vaciptir. Mesela üzerinde farz hac, ödenmedik zekat veya yanında bir emanet
bulunuyorsa bunların yerine getirilmesi için vasiyette bulunması,
müctehidlerden bir kısmına göre vaciptir.
Varis olmayan hısımlarından
fakir olanlar ve salih kişiler için vasiyette bulunmak ise müstehabdır.
Başkasına veya
varislerine zarar verecek şekilde vasiyette bulunmak ise, kimine göre mekruh,
kimine göre haramdır. Nitekim İbn Abbas (r.a.): "Başkasına zarar verecek
şekilde vasiyyette bulunmak büyük günahlardandır" demiştir. [8]
Bunun gibi, içki
sofrası tertiplenmesi, kilise, bar ve benzeri yerlerin inşa edilmesi için
yapılan vasiyyet kesinlikle haramdır ve büyük günahlardandır.
Dört mezhebe göre de
kişi ölmeden önce vasiyyetinden rücu' edebilir.
Yapılan vasiyyet ancak
vasiyyeti yapanın ölmesiyle yürürlüğe girer ve kim için vasiyyet edilmişse,
ancak o ona müstehik olur.
Şarta bağlı
vasiyyetler, şartın gerçekleşmesiyle gerçekleşip yürürlüğe girer.
Varisler için vasiyyet
yapılmaz. Ancak müctehidlerden bir kısmına göre, diğer varisler buna cevaz
verdiği takdirde caiz olur. Çünkü Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Mekke'nin fetih
yılında: "Varis adına hiçbir vasiyet yoktur (yapılamaz)," Nitekim
Tirmizî bu hadisi hasenlemiştir. Her ne kadar haber-i ahad ise de müctehidlerin
hemen çoğu ve cumhur bununla istidlal ve amel etmişlerdir. Diğer bir rivayette
ise Resulüllah'm (s.a.v.): "Şüphesiz Cenab-ı Hakk her hak sahibinin
hakkını vermiş (ayırmış) bulunuyor. O bakımdan varis için vasiyyet yoktur"
buyurmuştur. [9]
1- Vasiyyet,
kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur..
2- Zengin
bir kimsenin başkasına ve varislerine zarar vermeksizin malının üçte birini
vasiyyet etmesi sahih ve müstehabdır.
3- Günahı
gerektiren şeylere sarfedilmek üzere vasiyette bulunmak haramdır.
4- Kişinin
üzerindeki hakka, yanındaki emanete yönelik bir vasiyyette bulunması vaciptir.
5- Kölenin,
esirin, çocuğun, delinin ve bunağın vasiyyeti sahih değildir.
6- Kişinin
kendi varislerine vasiyyeti sahih değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk her hak
sahibinin hakkını belirlemiştir.
7-
Müctehidlerden bir kısmına göre, varis için yapılan vasiyyeti diğer varisler
tecviz eder, yani rıza gösterirlerse sıhhat kazanır.
8- Varis
olmayan fakir hısımlara, salih kişilere ve muhtaç durumda olanlara vasiyyet
etmek müstehabdır.
9- İmam Şafiî'ye göre kafirin, hacr altında
bulunanın ve zim-mi'nin vasiyeti sahihtir.
10- Vasiyyet
ancak, kişinin vefatından sonra yürürlüğe girer.
11- Kişi
ölmeden Önce yaptığı vasiyyetten rücu' edebilir.
12- Yapılan
vasiyyetin terekenin üçte birini geçmemesi gerekir. Bu nisbetten fazla olan
kısım sahih ve geçerli değildir. Meğer ki varisler bunu tecviz edip
kendilerine düşen hisseden karşılamış olsunlar. [10]
Kişi hayatta iken
malında istediği gibi tasarruf edebilir. Ancak srafta bulunmak, halkın
deyimiyle har vurup harman savurmak ha-amdır, büyük günahtır. Zira Cenab-ı Hak
bize verdiği nimetlerden autlaka soracağım beyan buyurmuş ve israfa kaçmamamızı
tenbih uyurarak lüzumsuz yere harcamada bulunmamızı, ihtiyaç fazlası arf
etmemizi yasaklamıştır.
Kişinin ölümünden
sonra birtakım hayırların kendinden yana yapılmasını arzulaması ve ölmeden Önce
bunun için vasiyyette bulun-aası müstehabdır. Ancak varisleri mağdur etmemek
için en çok nalının üçtebirini vasiyyet edebilir, fazlası sahih ve geçerli
olmaz.
Aynı zamanda varise
vasiyyette bulunması da sahih ve geçerli leğildir. Zira Cenab-ı Hakk miras
hukukuyla her varisin hissesini be-irieirs iştir.
İbn Abbas (r.a.J dan
yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
"insanlar üçte
birden sarf-ı nazar edip dörttebire yönelmiş olsalar ya.. Çünkü Resulüllah
(s.a.v.) Efendimiz: Üçte bir, üçte bir fazladır.." buyurmuştur." [11]
Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir;
"Bende şiddetli
ağrıya sebep olan hastalğımdan dolayı Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz beni
sormaya geldi. Bunun üzerine ben O'na şöyle dedim: "Ya Resulellah!
Gördüğünüz gibi ağrı bende (had) safhaya ulaşmış bulunuyor ve ben mal sahibi
bir kimseyim* Sonra da bana varis olacak sadece bir kızım bulunuyr. Malımın
üçteikisini vasiyyet edeyim mi?" Resulüllah (s.a.v.): "Hayır.."
diye cevap verdi. Ben O'na: "Yarısını vasiyyet edeyim mi?" diye
sordum. O yine: "Hayır.." diye cevap verdi. Ben bu defa: "Üçtet
birini?.." dedim. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) bana: "Üçte
birini. Üçte biri çoktur veya büyük bir bölümüdür" buyurdu ve ilave etti:
"Şüphesiz ki sen kendi varislerini muhtaç, insanlara avuç açar durumda
bırakmaktansa, onları zengin bırakman hayırlıdır." [12]
Diğer bir lafızla
hadis şöyle rivayet edilmiştir:
"Resulüllah
(s.a.v.) Veda haccında, hastalığımdan dolayı gelip beni ziyaret etti veya
hastalandığım bir sırada Efendimiz beni sormaya geldi ve sordu: "Vasiyyet
ettin mi? Ben de: "Evet.." dedim. "Ne nisbette vasiyyet
ettin?" diye sordu. "Malımın tamamını Allah yoluna vasiyyet
ettim" dedim. Efendimiz: "Peki evladına ne bıraktın?" diye
sordu. Ben de: "Onlar engindirler" dedim. Peygamber (s.a.v.) bana:
"Sen malının nda birini vasiyyet et" buyurdu. Böylece durmadan o
buyur-ju, ben söyledim, derken sonunda bana: "Üçte birini vasiyyet ; bu
bile çoktur ve büyüktür.." buyurdu.! [13]
Ebu Derdâ (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) 'fendimiz şöyle buyurmuştur:-
"Şüphesiz Cenab-ı
Hak vefatınızda malınızın üçte biriyle, lasenatmızda fazlalık ve amelinizde bir
artıklık olsun diye nunla size tasaddukta bulunmuştur." [14]
Amr b. Harice (r.a.)
den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle aber vermiştir: 'Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz devesi üzerinde ashabına) hitapta bulunurken ben onun devesinin
boynunun ltında duruyordum ve devede o sırada geviş getirip ğzmdan akan köpüklü
salyası iki omuzun arasına akıyordu. *eygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle
buyurduğunu duydum: Şüphesiz ki, Cenab-ı Hak her hak sahibinin hakkını ayırıp
ermiştir; o bakımdan artık varise vasiyyet yoktur yapılamaz)." [15]
Ebu Umame (r.a.) den
yapılan rivayete göre, adı geçen şöylememiştir:
'Peygamber (s.a.v.)
Efendimizin şöyle buyurduğunu duy-lum: "Şüphesiz ki Allah her hak
sahibinin hakkını (ayırıp) ermiştir. Artık varise vasiyyet yoktur." [16]
İbn Abbas (r.a.) den
yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber
vermiştir:
"Varise
vasiyyette bulunmak caiz değildir; ancak diğer varisler öyle isterlerse
caizdir.." [17]
Amr, b. Şuayb'den, o
da babasından, o da dedesinden yaptığı rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Varise vasiyyet yoktur. Ancak diğer varislerin icazetiyle
caiz olur." [18]
Az yukarıda kısaca
belirttiğimiz üzere, ölüm ötesi yapılan vasiyyet ayrı bir özellik
taşımaktadır. Zira miras hukukuyla ölümden sonra murisin terekesinin kimlere ne
nisbette taksim edileceği kesin hatlarıyla belirlenmiştir. O bakımdan varise
vasiyyet yapılması yasaklanmış, her hak sahibinin hakkı belirlenerek adil bir
taksime imkan verilmiştir.
Ancak kişi hayatta
iken malında istediği gibi tasarruf edebilirse de ölümünden sonraya yaptığı
vasiyyetinde malının üçte birini aşamaz. Hatta bu nisbet varisleri sıkıntıya
sokacak olursa, müstehab olmaktan çıkar kerahetlik arzeder.
O bakımdan dört mezhep
imamları, kişinin malının üçte birinden fazla vasiyyet hakkı yoktur konusunda
ittifak halindedir-ler. Ancak üçte biri aşan nisbeti varisler tecviz ederse, o
takdirde vasiyyet yerine getirilir; değilse, sadece üçtebir nisbeti geçerli
olur. [19]
1126 nolu İbn Abbas
hadisi sahih olup istidlale salihtir. Böylece kişi en çok malının üçte birini
vasiyyet edebilir ki, bu da varisleri mağdur durumuna düşürmüyorsa.. Aksi halde
üçtebir vasiyyet de fazla görülmüştür.
1127 nolu Sa'd hadisi
de sahihtir ve birkaç kanaldan nakledilmiştir. O bakımdan istidlal ve ihticaca
salih görülmüştür. Hadis, hastayı ziyaret etmenin sünnet olduğuna ve hastanın
vasiy-yette bulunmasını sağlamak için ona hatırlatmada bulunmanın müstehab
olduğuna delalet etmektedir. Ayrıca kişinin en çok malının üçte birini vasiyyet
edebileceğini ve yapılacak vasiyyetle varislerin sıkıntıya so-kulmamasmı
dikkate almanın gereğini göstermektedir. Böylece vaisler zengin bile olsalar ve
kişinin de büyük bir serveti bulunsa, yine .e malının üçte birinden fazla
vasiyyet te hakkı olmadığı kesinlik ar-ediyor.
1129 nolu Ebu Derda
hadisini aynı zamanda Ahmed, Beyhaki, ton Mace ve Hafız Bezzar tahric
etmişlerdir, ancak son üçü bunu Ebu rîüreyre'den şu lafızla rivayet
etmişlerdir: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hakk,
amelinizde bir fazlalık
olsun diye ölümünüzde malınızın üçte birini size
tasaddukta bulunmuştur.." Ancak Ibn Sacer bu rivayetin isnadının zayıf
olduğuna dikkat çekmiştir. Dare-kutnî ile Beyhaki ise bunu Ebu Ümame (r.a.) den
tahric ederek şu lafızla rivayet etmişlerdir: "Şüphesiz ki Allah
hasenatınız artsın, malınızda bir zekat olsun diye vefatınız zamanında
malınızın üçte birini size tasaddukta bulunmuştur,"
Ne var ki, bu
rivayetin isnadında îsmail b. lyaş ve onun şeyhi Utbe b. Humeyd bulunuyor ki,
bu iki zat da zayıftır. Zehebi İsmail'in şeyhi Utbe hakkında şu bilgiyi
vermiştir; "Ikrime'den rivayette bulunmuş ve zayıf olduğu
belirlenmiştir," Ebu Hatim ise, onun salihü'l-hadis olduğunu, İmam ahmed
ise zayıf bulunduğunu belirtmiştir." [20]
el-Akiyli onu zayıflar
arasında anmıştır.
Diğer bir husus ise,
hiç varisi bulunmayan kimsenin malının üçte birinden fazla vasiyyet edip
edemiyeceği konusudur. Varisi olan kimsenin üçte birinden fazla vasiyyet
edemiyeceğini belirtmiş ve cumhurun bunda müttefik bulunduğuna işaret etmiştik.
Hiç varisi yoksa, yine cumhura göre, üçte birinden fazlasını vasiyyet etmesi
doğru olmaz. Hanefîlerden bir kısmı ise buna cevaz vermiştir. Ayrıca İshak,
Şureyk ve İmam Ahmed'in de içtihadı bu doğrultudan. [21]
Yapılan rivayete göre, Hz. Ali (r.a.) ile İbn Mes'ud'un (r.a.) kavli budur.
1130 nolu
Amr hadisini Darekutnî
ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Tirmizi ise
sahihlemiştir. O bakımdan hadis istidlale s a* lih görülmüştür. Nitekim
müctehidlerin çoğu bu rivayeti delil göstermişlerdir. Böylece varise vasiyyet
yapılamayacağı hükmü ortaya çıkmış bulunuyor.
1131 nolu Ebu Ümame
hadisini Tirmizî ve Hafız Ibn Hacer sa-hihlemislerdir. Ancak isnadında İsmail
b. lyaş bulunuyor. Bu zat, eğer Şamlı ravilerden rivayette bulunmuşsa onların
isabetli olduğu kabul edilmiş ve o bakımdan kavi olarak vasıflandırılmıştır.
Buradaki rivayeti, Şamlı ravilerden yapılmıştır. Ancak 1130 nolu hadis onu
kuvvetlendirmektedir.
1132 nolu îbn Abbas
hadisi, et-Telhis'de hasenlenmiştir. Ricalinin ise sika olduğu belirlenmiş,
ancak hadisin bir bakıma malul olduğu
gözden kaçmamıştır. Çünkü
rivayete göre bunu
îbn Abbas'dan rivayet eden Ata' el-Horasani'nin îbn Abbas'dan duymadığı
söz konusudur. Buhari ise, buna benzer bir rivayeti Ata' b. ebi Rebah tarikiyle
îbn Abbas'dan mevkufen nakletmiştir. Ebu-Davud ise bunu el-Merasil'de Ata'
el-Horasani'den tahric etmiş: Yunus b. Raşid ise bunu Ata'dan, İkrimeye vasi
ederek îbn Abbas'dan isnadım yapıp belirlemiştir.
Bununla beraber bu
konudaki rivayetlerin çokluğu birbirini kuvvetlendirmekte ve istidlale salih
bir düzeye getirmektedir.
1133 nölu-Amr b. Şuayb
hadisi hakkında et-Telhis'de "vahi" ta-, biri kullanılmıştır.
Bu bapta Darekutni'nin
Cabir (r.a.) den tahric ettiği bir hadis vardır ki, irsali tasvip görmüştür,
Yine Darekutni'nin Hz. Ali (r.a.) den tahric ettiği bir hadis bulunuyor ki
isnadı zayıftır.
Ancak hadislerin tamamı
varise vasiyyetin yasaklandığına delalet etmekte ve böylece şüpheleri
giderecek bir kuvvet arzetmekte-dir.
Bu konuda Bakara
Suresi'nin 180. ayetinin delalet eden-vücubunun hükmünün mü,
yoksa hem vücubunun, hem de cevazının mı hükmü kaldırılmıştır? Birtakım farklı
yorumlar söz konusudur. Cumhura göre, hem vücubu, hem de cevazı hadis ile
kaldırılmıştır. Nitekim îbn Abbas hadisi bunu çok açıkça belirtmektedir.
Diğer bir hususta bu
ayet, miras ayetiyle mi, yoksa konumuzu oluşturan "varise vasiyyet yoktur.."
hadisiyle mi neshedilmiştir? İlim adamlarının çoğuna göre, ayet umum ifade
etmekte, miras ayeti bunu hususlandırmaktadır. Böylece hem miras ayetiyle, hem
de zikredilen hadislerle neshedilmiş bulunuyor.
Bu konuda el-Müzeni,
Davud ez-Zahiri ve Sübki her ne kadar varisler tecviz de etseler üçte birden
fazla vasiyyet caiz değildir demişlerse de ilgili hadisler onların bu görüş ve
yorumunu reddetmektedir. Yani varisler tecviz ettiği takdirde üçte birden
fazla vasiyyet caizdir. [22]
Harbî, bilindiği gibi
darü'l-hapte (İslam'a karşı olan küfür diy-ırmda) yaşayan gayr-i muslinidir.
Böylesi vasiyyette bulunduktan ^onra varisleri İslamiyet'i din olarak seçerse,
murislerinin vasiyyetini infaz ederler mi? Bu hususta farklı yorum ve görüşler
vardır. [23]
Amr b. Şuayb'den, o da
babasından, o da dedesinden rivayet- le şöyle haber vermiştir: "As b.
vail, öldükten sonra kendi adına yüz kölenin hürriyetine kavuşturulmasını
vasiyyet etti. (Onun varisleri ise islam'a girmiş oldular ve onun Olumundan
sonra) oğlu Hişam elli köle azad etti. Oğlu Amr ise o da elli köle azad etmeyi
arzuladı ve ancak durumu Resulüllah'a arzetti: 'Ya Re-sulellah! Doğrusu babam
yüz köle azad edilmesini vasiyyette bulundu. Hişam onun adına elli köle azad
etti ve geriye elli köle daha azad etmemiz kaldı. Bu durumda ben onun adına
elli köle azad edeyim mi?" diye sordu. Efendimiz şöyle buyurdu:
"Eğer o müslüman olsaydı onun adına yaptığınız azad etmeler, ondan yana
yaptığınız tasadduklar veya onun için yaptığınız hac ona ulaşırdı.. (Ama
müslüman olmadığı için ulaşmaz...)" [24]
Amr b. Şuayb'm bu
rivayeti hakkında Ebu Davud susup bir açıklama yapmamıştır. el-Münziri ise, Amr
hadisinde ihtilaf bulunduğunu belirtmiştir. Ancak bu zatın baba ve dedesinden
yaptığı rivayetlerin hemen hepsi hasen olarak kabul edilmiştir. İmam Tirmizî
ise onun birçok rivayetlerini sahihi emiştir. Bu bakımdan müctehidlerin çoğu ve
ilim adamları bu hadisle istidlal etmişlerdir.
[25]
1- Kafirin
vasiyyeti sahihtir.
2- Kafirin
veya zimmî'nin yaptığı vasiyyeti, müslüman olan varisleri yerine getirmekle
yükümlü değillerdir. Özellikle bir günaha ve İslam aleyhine yönelik ise tenfizi
haramdır.
3- Kafirin
yaptığı vasiyyetler yerine getirilse bile, sevap olarak ona hiçbir şey ulaşmaz.
Çünkü sevabın kanalı, dosdoğru imandır.
4- Kafirin
dünyada işlediği iyilikler, güzel amellerin karşılığı dünyada kendisine
verilir. Ahirette onlar için hiçbir nasip yoktur. Çünkü yapılan iyilik ve güzel
işlerde Allah rızası söz konusu değil, halkın görmesi ve beğenmesi söz
konusudur. [26]
Haklar; genel anlamda
ikiye ayrılır: Allah hakkı ve kul hakkı..
Cenab-ı Hak kendi
hakkından vazgeçebilir. Çünkü O, mer-aamet edenlerin en merhametlisidir. Kişi
tevbe ve istiğfarda bulunup pişmanlığını samimi olarak dile getirirse, Allah
gafur ve rahimdir, onu bağışlaması umulur.
Kul hakkına gelince,
onun davacısı Allah'ın kullarıdır. Ce-nabı Hakk ise mutlak surette adildir.
Kişi o hakları ödemediği takdirde, kıyamet gününde mutlaka Cenabı Hakk o
hakları alıp sahibine verir. Affedilmesi söz konusu değildir. Ancak hak sahibi
hakkını helal ederse, o takdirde kul hakkı kalkmış olur.
Kişinin insanlara olan
borcu da kul haklarının kapsamına girer. Ödemeden ölen kimsenin varisleri
tekfin, teçhizden sonra onun terekesinden o borçları ödemekle yükümlüdürler. [27]
Sa'd el-Etval'dan
yapılan rivayete göre, bu zatın kardeşi ölüyor ve geriye üçyüz dirhem ile çoluk
çocuğunu bırakıyor. Sa'd diyor ki, ben onun bıraktığı üçyüz dirhemi onun çoluk
çocuğuna harcamak istedim. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurdu: "Şüphesiz ki senin kardeşin borcuna karşılık tutuklu bulunuyor.
O bakımdan onun adına borcunu öde.." Sa'd ise şöyle demiştir: "Ya
Resulellah! Doğrusu onun adına borcunu Ödedim, ancak bir kadın kardeşimde iki
dinar alacağı olduğunu iddia etti, ama hiçbir delil ve belgesi yoktur, o
bakımdan o iki dinarı henüz ödemedfan.." Resulüllah (s.a.v.)
ona: "O
iki dinarı kadına ver, çünkü o haklıdır (doğru söylüyor)." [28]
Müctehidlerin -bazı
istisnalarla- hepsine göre, ölen kimsenin geriye bıraktığı taşınır» taşınmaz
mallarından önce tekfin ve teçhiz masrafı ayrılır ve mali durumuna göre, hem
israftan, hem de az bir masrafla geçiştirilmekten kaçınılır. Sonra insanlara
olan borçları ödenir, sonra yaptığı vasiyyeti -terekenin üçte birine te-kabül
eder şekilde- yerine getirilir ve arkasından kalan mal varisler arasında taksim
edilir. [29]
Şafiî mezhebine göre,
tereke veya terekenin aynına taalluk eden zekat, rehin ve satın alınmış malın
bedeli gibi haklar gerekirse teçhizden önce yerine getirilir. [30]
1137 nolu Sa'd
hadisinin Abdülmelik Ebu Cafer dışında geriye kalan ricalinin hepsi sahihtir.,
Abdülmelik hakkında ise, bazısı meçhul derken ibn Hibban onun sika (güvenilir)
olduğunu söylemiştir.
Aynı mealdeki hadisi
Abd b, Humayd, İbn Kani' el-Barudi tah-ric etmiş, Taberani el-Kebir'de
nakletmiştir.
Böylece hadis, ölenin
borcu vasiyyeti üzerine takdim edilir hükmüne delalet etmektedir. Kur'an'da ise
önce vasiyyet, sonra borç alınmışsa da, ilim adamlarının çoğuna 'gpre, ayette
tertibe delalet eden bir kayıt yoktur, o bakımdan vasiyyetin önce anılması
borçtan önce yerine getirilmesini gerektirmez.
Kadının iddiasının hak
ve doğru kabul edilmesi, açık bir delil ve belgeye dayanmıyorsa da Resulüllah'm
(s.a.v.) nübüvvet gözüyle tes- * bitine dayandığında şüphe .yoktur.
O bakımdan
müctehidlerin hepsine göre, borç vasiyyete takdim edilir. Ancak İmam Şafiî'ye
göre şu bir suret müstesna: Ölen kimse bir şahıs için mesela bin dinar vasiyyet
etmiş ve varisi de bunu doğruluyorsa, sonra da bir diğer şahıs, ölenin
zimmetinde bütün ter-kesini kapsayacak şekilde alacağı bulunduğunu iddia'
ediyor ve varis onu tasdik, ediyorsa, bu durumda vasiyyeti borcuna takdim
edilir. [31]
1- Kişi
ölünce bıraktığı maldan Önce tekfin ve teçhiz masraf- lan çıkarılır ve böylece
defin işi sağlanır.
2- Tekfin ve
teçhizden sonra, insanlara olan borçları ödenir. Ancak her alacağı olduğunu
iddia edenin sözüne göre hareket edilmez, ya delil ve belge izhar eder, ya da
varis onun doğru olduğuna kanaat getirirse, o takdirde ödenir.
3- Borç ödendikten sonra geriye kalan mal varsa, ölenin vasiyyeti yerine
getirilir. Tabii bu vasiyyet malın üçte birini aşmıyorsa.. Aştığı takdirde
sadece üçte biri nisbeti yerine getirilir ve aşan kısım yerine getirilmez.
Varisler aşan kısmı tecviz ederlerse, o da yerine getirilir.
4- Sonra geriye kalan mal varisler arasında,
miras hukukuna göre taksim edilir. [32]
[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[2] Buharî/vasaya: 1 - Müslim/vasiyyet: 401 - Ebu
Davud/vasaya: 1 -Tir mizî/ vasaya: 3 - Nesâî/vasaya: 1 - Îbn Mace/vasaya: 2 -
Daremî/vasaya: 1 -Ahmed:2/4, 10,34,50
[3] Müslim/zekat: 92 - Nesâî/vasaya: 1 - Müsned-i Ahmed:
2/231, 415
[4] Ebu Davud/vasaya: 3 - Tirmizî/vasaya: 2
[5] Nisa Suresi: 12
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[6] Bilgi için bak: Mecmeu'l-enhür: 2/691, 692
[7] Bilgi için bak: es-Siracülvehhac: 335, 336
[8] Said b. Mensur: İsnad-ı sahihi©..
[9] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[10] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[11] Buharî/vasaya: 3 - Nesâî/vasaya: 3
[12] Buharî/cenaiz: 37, menakıb: 49, merza: 16 -
Müslim/vasiyyet: - İbn Mace/ vasaya: 5 - Taberani/vasiyyet: 4
[13] Buharî/tefsir: 4, feraiz: 1, vasaya: 3 -
Müslim/feraiz: 7, vasaya: 5, 7 -Ebu Davud/cenaiz: 1,5- Tirmizî/cenaiz: 6 - İbn
Mace/cenaiz: 1, vasaya: 5-Ahmed: 1/176-4/375
[14] Darekutnî/Neylülevtar: 6/43 -
[15] İbn Mace/vasaya: 6
[16] Ebu Dâvud/büyu': 88 - Tirmizî/vasaya: 5 - İbn
Mace/vasaya: 6
[17] Darekutnî/Neylülevîar: 6/46
[18] Darekutnî/Neylüfevtar: 6/46
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[19] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[20] Mİzanü'İ-i'tidal: 3/28 - 5470 nolu Utbe
[21] Şevkanî/Neylülevtar: 6/44
[22] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[23] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[24] Ebu Davud - Neylülevtar: 6/49
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[25] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[26] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/
[28] İbn Mace - Müsned-i Ahmed: 4/136 - 5/7, 20
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[29] Bilgi için bak: Mecmeü'l-enhür: 2/746
[30] Bilgi' için bak: es-Siracülvehhac: 320
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[31] el-feîih/Neylülevtar: 6/60
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 4/
[32] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 4/