9- NİKAH VE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 4

İlgili Hadisler 4

Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri 4

Tahliller ve Rivayetler 4

Çıkarılan Hükümler 5

Evlenmek İçin İstenilen Kadının Sıfatı 6

Konuyla İlgili Hadisler 6

Tahliller ve Rivayetler 6

Çıkarılan Hükümler 6

Birinin Talip Olup İstettiği Kızı Başkasının İstemesi Men'edilmiştir 7

Îlgili Hadisler 7

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 7

Çıkarılan Hükümler 7

Talip Olup Evlenmek İstediği Kıza Bakmasına Bir Sakınca Yoktur 7

Konuyla İlgili Hadisler 8

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 8

Tahliller ve Rivayetler 9

Çıkarılan Hükümler 9

Nikah Ancak Veli İle Gerçekleşir 10

Konuyla İlgili Hadisler 10

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 10

Tahliller ve Rivayetler 11

Çıkarılan Hükümler 11

Nikah Akdinde Şehadet 12

Konuyla İlgili Hadisler 12

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 12

Tahliller ve Rivayetler 13

Çıkarılan Hükümler 14

Nikahta Kefalet 14

Konuyla İlgili Hadisler 14

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 14

Tahliller ve Rivayetler 15

Çıkarılan Hükümler 16

Müt'a Nikahı 16

Konuyla İlgili Hadisler 16

Habislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 17

Tahliller ve Rivayetler 17

Çıkarılan Hükümler 18

Zevacut-Tahlil (Hülle) 18

Konuyla İlgili Hadisler 18

Çıkarılan Hükümler 19

Nikah-ı Şiğar 19

Konuyla İlgili Hadisler 19

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 20

Tahliller ve Rivayetler 20

Çıkarılan Hükümler 20

Sidak (Mehir) 21

Konuyla İlgili Hadisler 21

Müctehidlerin İstidlalleri ve İhticacları 22

Tahliller ve Rivayetler 22

Çıkarılan Hükümler 23

Mehil Sidak, Sadak. 23

İlgili Hadisler 23

Hadislerin Tahlilleri 24

Çıkarılan Hükümler 24

Kadın Mehir Almadan Kendini Kocasına Teslim Etmeyebilir 25

Bu Konuda Müctehid İmamların , Görüş ve İctihadları 25

Tahliller ve Diğer Rivayetler 25

Adamın Kendi Eşine ve Onun Yakınlarına Hediye Vermesi 26

Konuyla İlgili Hadisler 26

Düğün Cemiyeti, Düğün Ziyafeti 26

Konuyla İlgili Hadisler 26

Hadislerin Işığında Mezhablerin Görüş ve İstidlalleri 27

Taliller ve Diğer Rivayetler 27

Çıkarılan Hükümler 28

Düğün Ziyafetine Yapılan Davete İcabet Etmek. 28

Konuyla İlgili Hadisler 28

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların Görüş ve İctihadları 29

Çıkarılan Hükümler 30

Birden Fazla Düğün Daveti Aynı Gün, Aynı Saate Rastlarsa. 30

Îlgili Hadisler 30

Tahliller 30

Çıkarılan Hükümler 31

Düğün ve Dernekte İslami Açıdan İşlenmesi Doğru ve Caiz Olmayan Fiiller İşlenmesi 31

Konuyla İlgili Hadisler 31

Hadislaerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve Îctihadları 32

Tahliller ve Rivayetler 32

Çıkarılan Hükümler 32

Düğünlerde Gelinle Damadın Üzerine Saçilan Para ve Benzeri Şeyleri Kapışıp Almak Doğru Mudur?. 33

Konuyla İlgili Hadisler 33

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 33

Tahliller ve Rivayetler 34

Çıkarılan Hükümler 34

Sünnet Düğününe Yapılan Davete İcabet Etmek. 35

Konuyla İlgili Hadis. 35

Bu Konuda Müctehidlerin Görüş ve Beyanları 35

Hadisin Tahlili 35

Çıkarılan Hükümler 36

Nikah Düğününde Def (Tef) ve Benzeri Şeyler Çalmak. 36

Konuyla İlgili Hadisler 36

Müctehidlerin Bu Konuda Tesbit,  Görüş ve İstidlalleri 37

Tahliller ve Rivayetler 37

Çıkarılan Hükümler 38

Evlenmenin ve Zifafa Girmenin Müstehab Vakitleri 38

Konuyla İlgili Hadisler 38

Tahliller ve Rivayetler 38

Çıkarılan Hükümler 39

Kadının Tabii Güzelliği Yeterlidir. Suni Güzelliği İslam Uygun Görmemiştir 39

İlgili Hadisler 39

Tahliller 40

Kadınların Süslenip Düzenli Bulunmaları 41

Kadınlara Benzemeye Özenen Erkekler, Erkeklere Benzemeye Özenen Kadınlar 41

İlgili Hadisler 41

Görüşler ve İstidlaller 42

Çıkarılan Hükümler 42

Cinsel Temasa Başlarken Besmele Getirmek ve Örtünmek. 43

Îlgili Hadisler 43

Îlim Adamlarının Tesbit ve Yorumları 43

Tahliller ve Rivayetler 43

Azil (Cinsi Münasebet Esnasında Meniyi Dışarı Akıtmak) 44

İlgili Hadisler 44

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları 45

Tahliller ve Rivayetler 46

Çıkarılan Hükümler 47

Karı-Koca Arasındaki Cinsel Münasebetin Başkasına Anlatılması 47

İlgili Hadisler 48

Müctehid ve İlim Adamlarının Görüş ve İstidlalleri 48

Tahliller ve Rivayetler 48

Çıkarılan Hükümler 49

Kadınla Normal Tabii Yoldan Cinsel Temasta Bulunmak. 49

İlgili Hadisler 49

Müctehidlerin ve Diğer İlim Adamlarının Görüş ve Yorumları 50

Tahliller ve Rivayetler 50

Çıkarılan Hükümler 51

Karı Koca Arasında Karşılıklı Haklar 51

Konuyla İlgili Hadisler 52

İlim Adamlarının Tesbit ve Görüşleri 52

Tahliller ve Diğer Rivayetler 53

Havva’nın Adem’in (A.S.) Kaburga Kemiğinden Yaratılması 54

Kaburga Kemiği İle İlgili Hadisler 54

Çıkarılan Hükümler 55

Evli Bulunduğu Halde İkinci veya Üçüncü Bir Kadınla Evlenen Adamın İzleyeceği Sıra. 56

İlgili Hadisler 56

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 57

Tahliller ve Rivayetler 58

Çıkarılan Hükümler 59


9- NİKAH VE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

Nikah, sözlükte cinsel temas anlamına gelir. Şeriatte ise, nikahı mubah olan bir kadını, icap, kabul ile iki şahidin huzurunda-zevce ola­rak kabul etmek ve o kadının da onu zevç olarak kabul etmesi veya ve­lisinin İzniyle olumlu cevap vermesi demektir.

Nikah, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sünnetidir. Bu sünneti ye­rine getirmek için şartları belirlendiği şekilde akid yapmak gereklidir. Nikah akdi yapılmadan bir kadınla cinsel temasta bulunmak haramdır ve zina hükmünü taşır.

Nikah akdinde mehir gerekliyse de anılmadığı takdirde yine de ni­kah sahih sayılır ve emsaline göre takdir edilmesi vacip olur. [1]

 

İlgili Hadisler

 

îbn Mes'ud (r.aj den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik gözü (haramdan sakınma ve harama karşı) kapamada daha tesirlidir ve cinsel organı iffet ve namus çizgisinde tutmada daha elverişlidir. Artık kimin de evlenmeye gücü yetmezse ona gereken oruç tutmaktır. Çünkü oruç onun için şehveti kesip durdurucudur." [2]

sa'd b. Ehi Vakkas (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, Osman b. Mez'un'un evlen-* mekten, kadınla cinsel temasta bulunmaktan kendini alıkoy­masını reddetti. Eğer bu konuda ona izin verseydi bir bakıma iz kendimizi iğdiş yapardık (büsbütün kadından uzak kalıp endimizi tamamen ibadete verirdik)." [3]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir:

"Resulüllah'ın (s.a.v.) ashabından bir grup kimseden kimi ben evlenmeyeceğim" kimi "ben de namaz kılıp uyumayacağım" timi de oruç tutup hiç iftar etmeyeceğim" diyor. Onların bu sözleri Resulüllah'a (s.a.v.) ulaşınca şöyle buyuruyor: "Şu toplu-kıklara ne oluyor ki, şöyle şöyle demişler?! Bana gelince, ben nem-oruç tutarım, hem de iftar ederim; hem namaz kılarım, hem le uyurum ve kadınlarla da evlenirim. Artık kim benim sünne­timden yüz çevirirse benden değildir." [4]

Katade'nin el-Hasan'dan, onun da Semure'den (r.a.) yaptığı rivay­ete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz te-bettülü (evlenmekten ve cinsel temastan kesilip kendini bütü­nüyle ibadete vermek) men1 etmiştir. Sonra da Kat a de şu ayeti okudu: "And olsun ki senden Önce de peygamberler gönderdik; onlara da eşler ve çocuklar verdik..." [5]

 

Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri

 

a) Hanefîlere göre: Nikah,, yani evlenmek bir yönüyle ibadet, bir yönüyle de muameledir. Çünkü evlenmek suretiyle kişi kendini haramdan koruma imkanım daha çok sağlanmış olur, nefsini zinadan korur. Aynı zamanda Resulüîlah (s.a.v.) evlenenleri övmüş ve ümmetinin çoğalmasıyla iftihar duyacağını bildirmiştir. Sonra da evlenip aile yu­vası kurmakla kişi ahlakını daha da süslemiş olur ve ümmet için hayırlı nesil yetiştirme imkanına erişir.

Muamele oluşu ise, şundandır: Nikah bir akiddir ki, bunda mehir denilen bir ivaz var, icap ve kabul ve şahitlik var.. Aynı zamanda kazai bir hükmün altına girme var.. [6]

Böylece nikah, evlenmeye gücü yetenler hakkında müekked sünnettir.

b) Şafiîlere göre: Mehir ve nafakaya gücü yeten ve sıhhati da ye­rinde olan kimse için evlenmek müstehabdır. Mehir ve nafakaya gücü yetmeyen kimsenin evlenmeyi terketmesi müstehabdır. Bu durumda şehvetini oruç tutarak kırar. Bunun gibi, mehir ve nafakayı karşı­layacak imkanı olmakla beraber yaşlılık, sürekli hastalık, iktidarsızlık gibi bir illeti bulunan kimsenin evlenmesi ise mekruhtur. Allah (c.c) daha iyisini bilir.

Dindar, ibadetine düşkün bakire kız ile evlenmek müstehabdır. Soyu da iyi olmalı ve yakın hısım olmamalıdır. Uzak akraba olması ya­bancıdan evladır. [7]

c)  Diğer iki mezhep imamlarının görüş ve ictihadları da buna yakındır. Ancak Malikîlere göre evlenme arzu ve imkanı olup zi­naya meyletmekten endişe duyan kimsenin evlenmesi vaciptir. [8]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1 nolu îbn Mes'ud hadisi sahihtir ve istidlale, ihticace salihtir. 2 nolu Sa'd hadisim Ahmed b. Hanbel tahric etmiştir. Bu hadisin aslı şöyledir: "Osman b. Mez'un (r.a.), Resulüllah'a (s.a.v.) şöyle dedi: "Ya Resulellah! Ben, nefsine bekarlık ağır gelen bir adamım. O bakımdan kendimi iğdişi eştirmem için bana izin ver." Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) ona: "Hayır, sana gereken oruç tutmandır." buyurdu.

Diğer bir lafızla 'da şöyle nakledilmiştir: "Ya Resulellah! Kendimi iğdiş ettirmem hususunda bana izin verir inisin?" diyerek istikte bulun­du. Resulüllah (s.a.v.) ona: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hakk rehbaniyet (ruhbaniyet) e karşılık bize batıldan uzak, bütünüyle hakka yönelik koskolay (bir din şeirat) vermiştir."                              

Bu hadisi Taberani tahric etmiştir.                        

Böylece hadisin az farklı lafızlarla muhaddisler tarafından rivayet ve nakledilmesi konuya kuvvet kazandırmaktadır.

3 noliı Enes hadisi sahih olup istidlale salihtir. Böylece hadis, İslam'da rehbaniyet olmadığına, uyumak, evlenmek, iftar etmek gibi beşeri ihtiyaçları yerine getirmenin sünnet olduğuna delalet etmekte­dir.

4  nolu  Katade-Semure  hadisini  Tirmizi  hasenlerken  ga-rip olduğunu belirtmiştir. Garipten maksad, ravinin teferrüd etmesidir. Aynı zamanda bu hadisi el-Eşas b. Abdilmelik el-Hasan'dan, o da Sa'd b. Hişam'dan, o da Aişe (r'.a.) dan rivayet etmiştir. Muhaddislerin önemli bir kısmına göre, her iki rivayet de sahihtir.

Bu bapta Deylemî'nin Müsned-i Firdevs'de İbn Ömer (r.a.) dan naklettiği bir hadis bulunuyor. Mealen şöyledir: "Evleniniz, çoğalınız. Çünkü gerçekten ben sizinle diğer ümmetlere karşı iftihar du­yarım."

Ancak bu hadisin isnadında Muhammed b. Hars ve Muhammed b. Abdirrahman el-Beylemanî bulunuyor ki, bu iki zat da zayıf olarak bi­linir. Nitekim Buhari ve Ebu Hatim onun münkerü'l-hadis olduğunu Darekutnî'nin de onun zayıf sayıldığını dediği tesbit edilmiştir. Zehebî bu zat hakkında geniş bilgi toplayarak yeterli malzeme vermiştir. [9]

İbn Adiy, Muhammed b. Hars'in de zayıf olduğunu belirtmiştir. [10]

Bu bapta bir de Beyhaki'nin Ebu Ümame (r.a.) den rivayet ettiği şu hadis bulunuyor: "Evleniniz. Çünkü ben ümmetlere karşı çokluğunuzla iftihar ederim ve siz Nasara (Hristiyanlar) in reh-baniyeti gibi (bir yol tutup onlar) gibi olmayın."

Bunun isnadında Muhammed b. Sabit bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Zehebi bu isimde dört zattan söz ederek hepsinin de zayıf olduğu hakkındaki görüş ve tesbitleri nakletmiştir.[11]

Yine bu konuda Darekutnî'nin Harmele b. Numan'dan rivayet ettiği şu mealde bir hadis bulunuyor: "Doğurgan bir kadın, Allah yanında, güzel olup doğurgan olmayan bir kadından daha se­vimlidir. Çünkü gerçekten ben kıyamet gününde sizin çoklu­ğunuzla ümmetlere karşı iftihar ederim.."

Hafız İbn Hacer bu hadisin isnadının zayıf olduğunu belirtmiştir.

Diğer bir hadisi ise İbn Mace Hz. Aişe (r.a.) den şöyle rivayet etmiştir:

"Nikah (evlenmek) benim sünnetimdir. Benim sünnetimle amel etmiyen benden değildir. Artık siz evlenin. Çünkü gerçekten ben sizin çokluğunuzla ümmetlere karşı iftihar ede­rim."

Şevkanî bu hadisin isnadında İsa b. Meymun bulunuyor ki, bu zat zayıftır demiştir. [12] ibn Hibban da onun hadisiyle ihticac edilmez demiştir. [13]

Müslim ise amr b. as (r.a.) dan şu hadisi nakletmiştir: "Dünya olduğu gibi yararlanılacak şeylerdir; onun en hayırlı yarar­lanılacak şeyi, saliha kadındır."

Nesâî ile Taberanî de îsnad-ı hasenle Enes'ten şu hadisi rivayet etmişlerdir:

"Dünyadan bana kadın ve güzel koku sevdirilmiştir. Gözümün aydınlığı ise namazda sağlanmıştır."

Bu konuda daha birkaç badis bulunuyor. Böylece hadislerin çokluğu, herbirine kuvvet kazandırmakta ve istidlale elverişli olduk­larını göstermektedir. [14]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Evlenecek mali ve fiziki gücü yerinde olan kimsenin evlenmesi sünnettir.

2- Sürekli hasta olan, bunak veya fazla yaşlı olan kimsenin evlen­mesi bir bakıma mekruhtur.

3- Mali gücü olmayan, evlendiği takdirde eşinin ve çocuklarının nafakasını te'minden aciz olan kimsenin evlenmesi mekruhtur.

4-lktidarsızlıkla malûl olan veya o yaşa gelen kişinin de evlenmesi mekruhtur.

5- İslamda rehbaniyet yoktur. O bakımdan evlenmeyi terkedip bir köşeye çekilerek kendim sırf ibadete vermek mekruhtur.

6-  Evlenmek, uyku, iftar ve benzeri beşeri ihtiyaçları meşru sınırlar içinde yerine getirmek sünnettir. [15]

 

Evlenmek İçin İstenilen Kadının Sıfatı

 

Evlilikte erkeğin şahsiyeti, görgüsü kültürü, dindarlığı ve takvası t kadar önemliyse, kadının da görgülü, dindar ve saliha olması o nis-îtte önemlidir. Zira nesil aile yuvasında aldığı ilk görgü, terbiye ve indarlıkla şekillenir ve ona göre geleceğe hazırlanır. Dengesiz ayyaş r baba ile iffetsiz hafifmeşrep bir annenin sağlam temellere oturtul-uş bir aile yuvası kuramıyacakları gibi, sağlam karakterli, dindar ve mgeli bir evlad da yetirtiremiyecekleri kesindir. Ancak Cenab-ı takk'm koruyup hidayet verdikleri müstesna..

O bakımdan İslam dini evlilik müessesesine çok önem vermiş ve denecek çiftlerde birtakım vasıfların bulunmasına dikkatleri îkmistir. [16]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Enes b. (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendi­niz evlenmeyi emreder, evlenmekten kesilip sadece (ruhban sınıfı gibi) \endini ibadete vermeyi şiddetle yasaklar ve şöyle buyururdu: "Sevip se­rilen doğurgan kadınlarla evlenin. Çünkü gerçekten ben tıyamet gününde sizin çokluğunuzla peygamberlere karşı ifti-

ıar ederim." [17]

Abdullah b. Amr (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah s.a^.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Evlad  analarını  (çocuk doğuran) kadınları nikahlayın. Çünkü gerçekten ben kıyamet gününde sizinle iftihar ederim." [18]

Ma'kıl b. Yessar (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendimize gelerek dedi ki: "Soylu güzel bir kadın belirledim, ancak çocuk doğurmuyor (kısırdır), onunla evleneyim mi?" Resulüllah (s.a.v.) ona: "Hayır.." diye cevap verdi, adam ikinci ve üçüncü defa geldi, Resulüllah (s.a.v.) her defasında hayır diye cevap verdi ve üçüncü de­fasında şöyle buyurdu: "Sevimli seven doğurgan bir kadınla ev­lenin. Çünkü gerçekten ben sizin çokluğunuzla iftihar ederim." [19]

Ebu Hûreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) şöye buyurmuştur: "Kadın şu dört vasfından dolayı nikahlanır: Malı, soyu, güzelliği ve dini dindarlığı.. Sen artık dindar olanına zafer bul ki ellerin feyiz ve bereketle dolsun." [20]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete öre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz kadın dini dindarlığı, malı ve güzelliği (dikkate alınarak) nikahlanır. Artık sen dindar olanına gerekli ol ki, elin feyiz ve bereketle dolsun." [21]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

13 nolu Enes hadisini aynı zamanda îbn Hibban tahric ederek sa-hihlemiştir. İbn Hibban bu hadisi Mecmeu'z-zevaid'de iki yerde zikretiştir. Bir yerde "Bunu Ahmed ve Taberani Hafs b. Ömer tarikiyle lesden rivayet etmiştir" demiştir. Nitekim îbn Ebi Hatim de bu rivay-nakletmiştir. Ricalinin hepsi sahihtir. Diğer bir yerde ise, îbn Hib-ın bunun isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.

14 nolu Abdullah hadisini Ahmed b. Hanbel tahric etmiştir. Birin-hadisle birbirini kuvvetlendirmektedir.

Böylece evlenmek için seçilecek kadının dindar olması yanında ven, sevilen ve doğurgan olması da matlubdur. Adam evlenmek iste­ğinde bu sıfatları haiz olan bir kadını seçmesi şayanı tavsiyedir, ünkü hadiste geçen emir, tevsiye anlammadır.

15 nolu Ma'kıl hadisini aynı zamanda îbn Hibban tahric etmiş ve akim sahihlemiştir.

16 nolu Ebu Hüreyre hadisi sahihtir. Evlenilecek kadında aranan mümeyyiz vasfın dindarlık olduğu belirtilmekte ve böylece anaların

ızlarmı bu vasıfla yetiştirmesi teşvik edilmektedir.

17 nolu Cabir hadisini Tirmizi sahihlemiştir. Ebu Hüreyre hadi-iyle birbirini kuvvetlendirmekte ve istidlale salih olma düzeyine getir­mektedir.

Bu konuyla ilgili rivayetleri dikkate alan müctehid imamların he-aen hepsi dindar, seven, sevilen, doğurgan kadim seçmenin müstehab lduğunu belirtmiştir. [22]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Evlenmek sünnettir. Gücü yeten kimsenin bunu terketmesiyle terahet işlemiş olduğu kesindir.

2-  Gücü yettiği halde evlenmeyi terkedip meşru ölçüde cinsel te-[nası kesmek mekruhtur. İslam'da rehbaniyet yoktur.

3- Kadının dindarlık vasfı, tercih edilmesi için yeterli sebeptir.

4- Seven, sevilen, doğurgan kadını seçmek müstehabdır. [23]

 

Birinin Talip Olup İstettiği Kızı Başkasının İstemesi Men'edilmiştir

 

Bir kıza veya dul kadına ilk talip olup isteyen kimse, bu isteğinden vazgeçmedikçe bir başkasının o kıza veya kadına talip olup istetmesi dinen yasaklanmıştır. Zira böyle bir davranış iki ailenin arasını açabilir ve toplumu rahatsız edecek sonuçlar doğurabilir. Aynı zamanda huzurlu, güvenli bir evliliği geceki eştirmekten uzak kalma ha­vasını oluşturabilir. Oysa İslam, fertler, aileler ve toplum arasında mü'minleri rencide edecek, birbirine hasım yapacak her türlü söz ve davranışı yasaklamış ve "Mü'minler ancak kardeştirler" ilkesini koy­muştur. "Kendi nefsi için arzu ettiği şeyi din kardeşi için arzu etmedikçe (kamil anlamda) mü'min olmaz.." hadisinin delalet ettiği sosyal ve ahla­ki kural son derece anlamlıdır. [24]

 

Îlgili Hadisler

 

Uhbe b. Amir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) lEfendimiz şöyle buyurmuştur: "Mü'min mü'minin kardeşidir. O [bakımdan hiçbir mü'mine, kardeşinin alım-satımına karşı (onun isatm almak istediği şeyi) satın almaya kalkışması ve evlenmek için istediği kızı istemeye kalkışması -kardeşi satın almayı veya evlenmek üzere istediği kızı terketmedikçe- helal olmaz" [25]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v,) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Adam, din kardeşinin evlenmek için istettiği kızı nikanlamadıkça (yani nikahladıktan sonra boşamadıkça) veya terketmedikçe istetmesin.." [26]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.vj Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "Adam, diğer bir adamın evlenmek için istettiği kızı, o terketmedikçe veya kendisine izin vermedikçe is­tetmesin." [27]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

Mezhep imamlarının hemen hepsi bu rivayetlerle istidlal ederek, birinin talip olup istettiği kızı bir başkasının, birinci talip henüz vaz­geçmeden veya kız tarafı kesin red cevabı vermeden talip olmasının mekrup olduğunu belirtmişlerdir. Müctehidlerden bir kısmı bu keraheti tahrim anlamına yorumlamış ve böylece müdahalenin haram olduğuna dikkat çekmişlerdir. Cumhur da aynı görüştedir. el-Hattabi ise, hadiste­ki nehyin te'dip anlamına olduğunu söylemiştir.

Böylece hadisteki tahrime delalet eden nehiy, fukahanm çoğuna göre yapılan nikah akdini bozmaz. [28]

Malikilerden bir kısmı, sidak (mehir) üzerinde anlaşma yapılıp karşılıklı rıza gerçekleşinceye kadar birinin istediği kızı istemek mümteni' sayılmaz demişlerse de buna itibar eden olmamıştır. Çünkü gerçek bir dayanakları yoktur.

Hadislerin hepsinin isnadı sahih olup istidlale salihtir. [29]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Birinin talip çıkıp istediği veya istettiği kızı başka birinin talip çıkarak istetmesi veya istemesi mekruh veya haramdır.

2- Ancak ilk talip olan adam kendiliğinden vazgeçer veya kız tarafı ona kesin red cevabı verirse, o takdirde bir başkasının o kıza talip ol­masında bir sakınca yoktur.

3- İlk talip kızı istedikten sonra henüz red cevabı almadan bir-başkası talip olur da kız ona nikahlanırsa, bu durumda nikah akdi geçersiz sayılmaz. Davud ez-Zahiri'ye göre, nikah  geçersiz olur. Cumhura göre nikah akdi geçerlidir. Ancak kişi burada tahrim kapsamına giren bir davranışta bulunmuştur.

 4- Bir kafir veya fasikin talip olduğu kıza bir mü'min müslim talip olabilir mi? Bu hususta farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hadislerin za­hiri delaletine bakınca mü'min müslimin talip olduğu kıza talip ol­manın haram olduğunu, bunun dışında kalanların ta-lip olduklarına ı mü'min müslimin talip olabileceğini iddia edenler bu cümledendir. İlim ! adamlarından bir kısmı ise, hadislerde her ne kadar kardeş, müslim gibi kelimeler kullanılmışsa da bu bir tahdide delalet etmez demişlerdir. Allah daha iyi bilir. [30]

 

Talip Olup Evlenmek İstediği Kıza Bakmasına Bir Sakınca Yoktur

 

İslam, va'zettiği sistem ve kurallarıyla kadım her türlü te-:avüzden, kötü nazardan korumuş ve bunun için birtakım.maddi ve tnanevi müeyyideler koymuştur. Çünkü bir ülkede kadının şahsiyeti, if­fet ve namusu, vakar ve kişiliği ne kadar ciddi anlamda korunursa, o talke o kadar güven ve huzura kavuşur ve geleceğinin teminatı olan nes­li o nisbette faziletli ve ahlaklı yetiştirme imkanına kavuşmuş olur. Hani bir adam evlenip eşi hamile kaldıktan sonra veya eşi doğurduktan Ihemen sonra bir İslam büyüğüne başvurup doğmak üzere olan veya doğmuş bulunan çocuğunu en iyi ve en uygun şekilde yetiştirebilmesi hususunda tavsiyelerini rica etmiş. O İslam büyüğü ise ona şöyle demiştir: "Dostum çok geç kalmışsınız!" Adam hayretle sormuş: "Pek ; anla-yamadun efendim, çocuğum daha yeni dünyaya geldi veya gelmek i üzeredir; bu durumda daha nasıl erken davranmalıydım?" O zat te-jbessüm ederek: "Evlenmeden önce bunu sormalı değil miydin? Çocuğun i ahlaklı, faziletli ve hayırhah yetişebilmesi, dini atmosfer içinde şekillenebilmesi için çok iyi bir anneye ihtiyacı vardır. O bakımdan önce, çocuğunuza anne seçerken çok dikkatli olmalısınız.."

Böylece adam evlenmek istediği kızda birtakım vasıf ve Özellikleri aramak zorundadır. Sadece güzellik, soyluluk ve zenginlik yeterli değildir. Bunların üstünde birtakım vasıflar söz konusudur. Sonra da evliliğin huzur ve tatlılık içinde geçmesi için adam evlenmek istediği kızı, kız da onu görmeli ve fiziksel olarak da birbirini beğenmelidir. Özellikle erkeğin bu konuda çok dikkatli olması gerekir.

Bunun için İslam dini yabancı bir kadına şehvetle bakmayı yasak­layıp haram kılarken, adamın evlenmek istediği kıza bakmasına cevaz vermiştir. [31]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Mugire b. Şu'be (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen bir kadına talip çıkıp onu istemiş bulunuyordu. Peygamber (s.a.u.) Efendi­miz ona şöyle tavsiyede bulundu: "O kadına bak (onu gözlerinle bir gör.) Çünkü bu seninle onun arasında bir muvafakat ve mülayemetın oluşması için çok daha yerinde bir davranıştır." [32]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Bir adam bir kadına talip olup onu istedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: "O kadına (iyice) bak. Çünkü Ansarın gözlerinde bir şey (az görme ve küçüklük) vardır." [33]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den duydum, buyuruyordu ki: Sizden biriniz evlenmek için kadına talip olup isterse, adam o kadının, nikaha davet eden bazı yerlerini görmeğe kudreti ye­tiyorsa öyle yapsın (o yerlerine baksın)." [34]

Musa b. Abdillah'tan, o da Ebu Humayd'den veya Humeyde'den rivayet edilmiştir ki, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Resulüllah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizden biriniz bir kadına talip olup istediği zaman, ona, ancak talip olup evlenmek niyetiyle baktığı tak­dirde, bakmasında bir sakınca yoktur. Kadın bu durumda onun kendisiyle evlenmek istediğini bilmese bile yinede böyledir." [35]

Muhammed b. Eslemeden yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'den duydum, buyurdu ki: "Cenab-ı Hak bir adamın kalbine bir kıza talip olup isteme düşüncesini atıp yerleştirince, o adamın o kıza bakmasında bir sakınca söz konusu olmaz." [36]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre: Talip olup evlenmek istediği kıza, kızın olum-u cevap vereceğini bildiği takdirde, henüz nikah akdi yapılmadan önce

ona bakması menduptur. Ama kızın ona iltifat etmiyeceği ve evlenmeğe yanaşmayacağı kesin bilinirse, o takdirde adamın o kıza -evlenmek niy­etiyle de olsa- bakması haramdır. [37]

b)  Şafiîlere göre: Adam bir kızla evlenmeye niyet edip azme­derse, henüz istemeden önce, -kız izin vermese bile ona bakması ünnettir. Aynı zamanda adam o kıza birkaç defa da bakabilir. Ancak . onun sade yüzüne ve iki eline nazar eder. [38]

c) Hanbelîlere göre: Bir kadınla evlenmeyi arzu eden kimsenin, halvette başbaşa kalmaksızın ona bakmasında bir sakınca yoktur. Tabi­atıyla onunla halvette başbaşa kalması haramdır, caiz değildir. Yüz av­ret olmadığından ve kadının bütün güzelliklerini kendine topladığından sadece ona bakmakla yetinilir. İmam Evzaî onun boyuna, fiziki yapısı­na da bakabilir demiştir. Davud ez-Zahiri ise, erkek bu durumda kadı­nın bedeninin zahirinin tamamına yani dış görünüşüne, kılık ve kıya­fetine bakabilir diyerek daha geniş bir ictihad ortaya koymuştur. [39]

d) Maliküere göre: Bir kızla evlenmeye niyet eden adam onun yüzüne ve iki

eline şu şartlarla bakabilir ve bu bakış mendup kabul edilir:

1- Bu bakışla telezzüz duygusu taşımamış olması,

2- Kız reşide ise, o. adamla evlenmeğe rıza göstereceğinden kesinli­kle bilinmesi, reşide değilse, velisinin böyle bir rıza göstermesinin kesin anlaşılması..

Aksi halde bakmak haramdır. [40]

 

Tahliller ve Rivayetler                    

 

22 nolu Muğire hadisini aynı zamanda Daremi tahric etmiş, İbn Hibban sahihlemiştir. O bakımdan müctehidlerin çoğu bu rivayetle is-tidlal etmiştir.

Böylece hadis, adamın evlenmek istediği kız ve kadına sırf bu ni­yetle bakmasının sünnet olduğuna ve evlenince de aralarında uyum ve sevgi doğmasına, doğacağına delalet etmektedir.

23 nolu Ebu Hüreyre hadisini Müslim kendi sahihinde Ebu Hazim hadisinden naklen tahric  etmiş bulunuyor.  Onun lafzı  şöyledir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in yanında bulunuyordum. Bir adam O'na gelerek, Ansardan bir kadınla evlendiğini söyledi. Efendimiz ona: "Sen o kadına baktın mı (onu gördün mü) ?" diye sorunca, o: irHayır, görmedim.." diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v») ona: "Git de ona bak (onu bir gör). Çünkü Ansarın gözünde bir şey vardır" buyurdu.  .

Bu hadis de sahih kabul edildiği için müctehidlerin çoğu bununla istidlal ve ihticacda bulunmuştur.

Böylece görmeden, dikkatle bakmadan bir kızla evlenmenin ile­ride doğuracağı sakıncalara işaret edilmekte ve bazı kusurların ortaya çıkabileceğinin dikkate alınması hatırlatılmaktadır.

24 nolu Cabir hadisini aynı zamanda Şafiî, Abdürrezzak, Bezzar ve Hakim tahric etmiş ve Hakim bunu sahihlemiştir. İbn Hacer ise, bu hadisin ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir. Ancak isnadında Mu-hammed b. İshak bulunuyor. Sonra da İbn Kattan bu rivayeti Vakid b. Abdirrahman sebebiyle muallel saymış ve "Maruf olanı Vakid b. Amr dir" diyerek ta'lilin sebebini açıklamıştır. [41]

25  nolu Ebu Humayd hadisini aynı zamanda Taberani ve Hafız Bezzar tahric etmişlerdir.. Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde yer alan ri­calin hepsinin sahih olduğunu Mecmeu'z-Zevaid sahibi belirtmiş ve böylece hadisin istidlale salih olduğuna işarette bulunmuştur.

Böylece evlenmek niyetiyle adamın bir kıza bakmasında bir sakınca olmadığı ve böyle bir davranışın müstehab veya sünnet kap­samına girdiği anlaşılıyor.

26 nolu Muhammed b. Mesleme hadisini ayrıca ibn Hibban ve Ha­kim tahric ederek sahihlemişlerdir. îbn Hacer ise bu rivayet hakkında bir görüş beyan etmemiştir.

Bu bapta îbn Hibban, Darekutnî ve Hakim'in Enes ve Ebu Avane'den rivayet ettikleri bir hadis bulunuyor ki, Muğire b. Şu'be ha­disinin bir benzeridir. Yine ahmed, Taberanî, Hakim ve Beyhaki'nin Enes'den yaptıkları bir rivayet de şöyledir:

"Ümmu Süleym'i (r.a.) bir kadına göndererek şöyle talimat verdi: "Gir de o kadının ayak bileğine ve bacaklarına bak ve üzerindeki kaftanını kokla.."

Ancak İmam Ahmed bu rivayeti nakletmekle beraber münker lduğuna dikkat çekmiştir. Bu hususta meşhur olan rivayet ise kmmare b. Sabit'ten yapılmıştır. Nitekim Ebu Davud onu el-Merasil'e klıp nakletmiştir. Diğer yandan Abdürrezzak'm ve Sa'd b. Mensur un fvluhammed b. Hanife'den naklettikleri şu rivayeti de belirtmemizde ^arar vardır. Halife. Ömer (r.a.), Hz. Ali'ye (r.a.) başvurup onun kızı Ümmu Gülsümle evlenmek istediğini söyledi. Hz. Ali (r.a.) kızının tıenüz izdivaç için küçük olduğunu belirtti ve şöyle ilave etti: "Onu ben size göndereyim de hoşunuza gider de beğenirseniz size zevce olarak ve­reyim" ve kızı Ümmu Gülsüm'ü (bir yalanıyla) birlikte Ömer'e (r.a.) gönderdi.. Hz. Ömer de onun dizinden aşağı kısmını açıp baktı. Bunun [üzerine (çok üzülen) Ümmu Gülsüm şöyle dedi: "Eğer sen mü'minlerin emiri olmasaydın herhalde çuvaldızı iki gözünüze sokardım.." [42]

Şüphesiz Hz. Ömer'in bu davranışı haber-i ahad arasında bulu-tnuyor ve rivayetin hasen derecesinde olduğu söylenir. Herşeyden önce |Ömer bunu şehevi bir duyguyla değil, kızın evlilik çağma gelip gelme-idiğini ve bacaklarının gelişip gelişmediğini anlamak için yapmıştır. jZira Arapların buna benzer tesbit ve teşhisleri pek meşhurdur. [43]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Talip olduğu kıza evlenme teklifi yapıldığı takdirde olumlu ce­vap vereceğini bildiği takdirde adamın ona bakmasında bir sakınca yok­tur.

2- Kızın olumlu cevap vermeyeceği kesin bilindiği takdirde' onunla evlenmek isteyen adamın ona bakması caiz değildir.

3- Kız reşide değilse, bu hususta velisinin olumlu, olumsuz cevabı dikkate alınarak hareket edilir.

4- Kızla evlenmeye azmeden kimsenin -kızın izni olmasa bile- ona bakması sünnettir. Hatta birkaç defa bile bakmasında bir sakınca yok­tur. Bu, Şafîîlere göredir.

5- Adam evlenmek istediği kızm sadece yüzüne ve iki eline bakabilir.

6- İmam Evzaî'ye göre, adam evlenmek istediği kızm dıştan fizik­sel yapısına da bakabilir.

7- Evlenmek istediği kıza şehvetle, telezzüz niyetiyle bakması haramdır.

8- Bu konuda Abdürrezzak ile Sa'd b. Mansur'un rivayeti istidlale salih görülmediği için, müctehid imamlar kızm bacaklarına bakmanın caiz olmadığını söylemişlerdir.

9- Bir kızı veya kadını görmeden onunla evlenmek sünnete aykırıdır. Aynı zamanda ailenin uyum ve huzur içinde devamının sağlanmasına ters düşer. [44]

 

Nikah Ancak Veli İle Gerçekleşir

 

Reşide olan ve olmayan, bakire ve dul olan kadının nikah konusu müctehidler arasında farklı görüş ve hükümlere neden olmuştur. Şüphesiz reşide olmayan kız velisinin izni olmadan evlenemez; velisinin muvafakati alınmadan yapılan nikah akdi geçersizdir. Reşide olan kızların nikahlanması hakkında ise, velisiz nikah akdinin sahih olup ol­madığı konusuna bağlıdır ve imamlara göre değişmektedir. Dul olan kadının ise bu hususta velisinin muvafakatma gerek yoktur, kişisel muvafakati yeterlidir.

Böylece islam fıkhı kadına gereken yerde hürriyet vermiş ve onun kişiliğine itibar edilmesine kapı açmıştır. Reşide olmayan kızları ise ni­kah konusunda serbest bırakmamış ve mutlaka velilerinin muvafa­katim şart koşmuştur. Çükü o yaştaki bir kızm evlenme hususunda ve­receği karar, seçeceği erkek bir takım sakıncayı sonuçlar doğurabilir. [45]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebu Musa (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "Nikah akdi ancak veli ile (onun izni ve muvafakatiyle) olur." [46]

Süleyman b. Musa'dan, O da Zührî'den, o da Urve'den, o da Aişe (r.a.) dan yaptığı rivayette, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyur­duğu belirtilmiştir:

"Hangi kadın velisinin izni olmaksızın nitahlanırsa, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır. Bu durumda onu nikahlayan adam onunla cinsel temasta bulunur­sa, bunu kendine helal saymasına karşılık kadın için mehr (vermesi) gerekir. Veli konusunda bir tartışma ve sürtüşme varsa, velisi olmayanın velisi sultan (hükümdar) dır." [47]

Ebu Davudise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Nikah akdi ancak veli ile geçerli olur. Hangi kadın velisi-ın izni olmaksızın mkahlanırsa, onun nikahı batıl (geçersiz). ir, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır. Eğer kadının ve-Si yoksa, sultan (hükümdar) velisi olmayanın velisidir." [48]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) fendimiz şöyle buyurmuştur: "Kadın kadını evlendirmesin; kadın iendi başına kendini evlendirmesin. Şüphesiz zaniye odur ki, [endi kendini evlendirir." [49]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Hür mükellef ergen kadının nikahı velisiz ahih ve geçerlidir. İsterse kadının velisinin izni olmaksızın ve onun lazır bulunmadığı bir zamanda nikah akdi yapılmış olsun farketmez, ani yine de yapılan akid sahihtir. Çünkü bu durumda kadın kendi lakkı olan bir hususta tasarrufta bulunmuş oluyor ki, kadın hür, aükellef, âkile ve balığadır. Bu durumda olan kadın nasıl kendi dalında tasarrufa yetkili ise, nikah hususunda da yetkili kabul edilir, balında tasarrufa yetkisi olmayan kadın kendini nikah akdiyle evlen-lirmeye de yetkili değildir.

Ancak kadın kendisine denk olmayan biriyle evlenirse velisinin it-raz hakkı doğar ve bu sebeple kadıya başvurabilir. Kadı nikahı fe-ıhetse bile kadın boşanmış sayılmaz. el-Hasan'm imamdan yaptığı ri­vayete göre, bu durumda kadının nikahı caiz değildir. Çünkü kendisine denk biriyle evlenmemiş ve velisi de buna itiraz etmiştir.

Veli nikah hususunda baliğa olan kızı icbar edemez, ancak veli ev­lendirmek için bakire kızın iznini ister, o da susup cevap vermez veya güler ve sessiz bir şekilde ağlarsa olumlu cevap vermiş kabul edilir. Sesli ağlarsa, reddetmiş sayılır.

Kızın velisi kendisinden izin almaksızın onu birine nikah eder ve sonra bu haber kıza ulaşınca olumlu cevap verirse, nikah geçerli olur. Hatta Ebu Yusuf a göre haberi alınca susup cevap vermemesi red sayılır. [50]

Dul kadını ancak onun velisi iznini almak suretiyle evlendirebilir.

b)  Şafîîlere göre: Kadın kendi kendini -velisinden izin almış ol­sun, olmasın- evlendiremez. Aynı zamanda başka bir kadını da vekalet­en evlendiremez, Aksi halde yapılan nikah akdi geçersiz olup kabul olunmaz.

Velisiz yapılan nikah akdiyle cinsel temasta bulunmak sadece mehri gerektirir, haddi değil.

Baba, yaşı küçük olsun büyük olsun bakire kızını iznini almadan evlendirebilir. Ancak izin alması müstehabdır. Dul kızını ise, ancak iz­nini aldıktan sonra evlendirebilir. Baba olmayınca dede onun mak­amına geçer ve kızın velisi kabul edilj*.

Kızın baba ve dedesi yoksa, kendisi de küçük yaşta ise, kardeşleri, amcaları ve benzeri yakınları onu evlendiremezler; bu hususta yetkileri yoktur. Dul olup ergenlik çağma girmiş bulunan kadını ise, iznini ala­rak evlendir ebilirler.

Bakire kızı evlendirmede velisinin izin istemesine karşı mücerred susması bile muvafakat sayılır ve bu durumda velisi onu evlendirebilir. [51]

c) Hanbelüere göre: Bu mezhep imamları da Şafîîlere yakın bir görüş ve ictihad ortaya koymuşlardır. Şöyle ki: Nikah akdi ancak veli ve iki şahitle sahih ve geçerli olur. Bu durumda kadm kendi kendini evlen-diremeyeceği.gibi, başka bir kadını da bilvekale evlendiremez. Aksi halde yaptığı nikah sahih olmaz. Nitekim bu anlamdaki hüküm Ömer, Ali, İbn Mes'ud, İbn Abbas, Ebu Hüreyre ve Aişe (Allah hepsinden razı olsun) rivayet edilmiştir. Tabiinden Said b. Müseyyeb'in, el^Hasen'in, Ömer b. Abdilaziz'in de görüş ye ictinadı bu merkezdedir. Cabir b. Zeyd, İbn Ebi Leyla, İbn Şübrüme, İbn Mübarek ve Ubeydullah el-Anberî de aynı görüşü izhar etmişlerdir.

îbn Şirin ve benzeri ilim adamlarına göre, kadın velisinin izni ol­maksızın evlenemez, evlendiği, yani nikah akdi yaptırdığı takdirde, bu­nun geçerliliği velisinin izin ve muvafakatma bağlıdır. [52]

d) Malilikilere göre: Bu mezhebe göre, baba dışında hiçbir kimse veliy-i mücbir değildir ve o bakımdan hiçkimse velisi olduğu kızı veya başka bir kadını evlendirmeye zorlayamaz. Baba ise bakire kızını, küçük oğlunu, cariyesini -bunlar istemese bile- zorla evlendirebilir.

O kadar ki, İbn Kasım diyor ki: "imam Malik'in yanında bulunuy­ordum. Derken bir adam geldi ve himayesinde kardeşinin bakire kızı bulunduğunu ve bu kızın aynı zamanda sefihe (malını düşenmeden har­cayan ve aklını yeterince kullanamayan) olduğunu belirtti. Onu evlen­dirmek istediğini, ancak onun buna yanaşmadığını, her defasında red cevabı verdiğini ilave ederek onu zorla birine nikah etmesinde bir sakınca olup olmadığını sordu. İmam Malik ona şu cevabı verdi: "Hayır, onu ancak rızasıyla evlendir.." [53]

Bakire kızı kendisine talip olan adama nikahlamada babasının izin istemesine karşı susup konuşmaması izin sayılır. Ama dul kızın mutlaka sözlü beyanda bulunması ve bir de babasına yetki vermesi gerekir. Aksi halde babası onu evlendirmeye yetkili değildir, [54]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

33  nolu Ebu Musa hadisini aynı zamanda İbn Hibban ve Hakim tahric ederek sahihlemişlerdir. Ayrıca Hakim bu hadisin birden fazla tariki bulunduğunu belirterek otuz kadar sahabinin isminden söz etmiştir.

Ancak hadisin mevsul ve mursel olduğu ihtilaf konusudur.

34  nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda Ebu Avane, İbn Hibban ve Hakim tahric etmiş, Tirmizî ise has enlemiş tir. Ancak irsalinin mual­lel olduğu üzerinde duranlar olmuştur. Bununla beraber hadisi yirmi kadar ravi ibn Cüreyc'den nakletmiştir.

Bu sebeple müctehidlerin bir kısmı bu hadisle istidlal etmemiştir.

35  nolu Ebu Hüreyre hadisini Beyhaki de tahric etmiş ve Hafız İbn Hacer ricalinin sahih olduğunu belirtmiştir, ancak "Şüphesiz zaniye odur ki, kendi kendini evlendirir" cümlesinin Ebu Hüreyre'nin ilavesi olduğu sanılmaktadır. Çünkü Darekutnî'nin Ebu Hüreyre (r.a.) den yaptığı rivayete göre, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini belirtmektedir: "Kendi kendini evlendiren kadın hakkında biz zaniye derdik.."

Diğer yandan Ahmed, İbn Mace ve Taberanî bu hadisi kuvvetlen­dirir anlamda îbn Abbas (r.a.) dan şu hadisi rivayet etmişlerdir: "Nikah ancak .veli ile sahih (geçerli) olur." Ne varki bu hadisin isnadında Hac-cac b. Ertat bulunuyor ki, bu zat zayıftır. İmam ahmed onun hadis hafızı olduğunu belirtirken İbn Main onun kavi olmadığına dikkat çekmiştir. Saduk (doğru) olmakla beraber tedlis yapmıştır. Nesâî de onun kavi olmadığını; Darekutnî ise onun hadisiyle ihticac edilemey­eceğini söylemiştir. [55]

Cumhura göre, neseb ve sebep yoluyla kişinin yakınları onun ve-' lisidir. Ebu Hanife'ye göre Zevilerham da veli kabul edilir. Kızın asaba loyuyla velisi olmadığı takdirde zevilerham olan uzak hısımları onun velisi olarak belirlenir. [56]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Hür ve mükellef olan her kadının nikahı velisiz sahih ve geçerlidir. Bu, Hanefîlere göredir.

2- Ergen olup hür ve aklı başında olan bir kız nasıl kendi malında tasarrufa yetkiliyse, öylece evlenme hususunda da yetki-lidir; velisin­den izin almak zorunda değildir. Bu da Hanefîlere göredir.

3- Ergen   hür   kadın   kendisiyle   denk   olmayan,   ailesiyle bağdaşamayan biriyle evlenecek olursa, velisinin bu nikaha itiraz hakkı doğar. Bu durumda kadı (hakim) nikahı feshetse bile kadın boşanmış sayılmaz. Bu da Hanefîlere göredir.

4- Kadın kendisiyle denk olmayan düşük bir kimseyle evlenirse, velisinin itirazı üzerine yapılan nikah akdi caiz sayılmaz Bu, el-Hasan'm İmam Ebu Hanife'den yaptığı rivayete göredir.

5- Veli nikah hususunda ergen bakire kızını zorlayamaz, İzin iste­mek zorundadır. Bu da Hanefîlere göredir.

6- Veli dul ergen kızım, onun iznini almaksızın evlendirme yetki­sine sahip değildir. Bu, bütün imamların görüş ve ictinadıdır.

7- Veli, ergen bakire kızını, ondan izin almaksızın birine nikahlar­sa, kız haber alınca bu nikaha rıza gösterirse, yapılan akid geçerli olur. Rıza göstermezde redderse geçersiz kabul edilir. Bu da Hanefîlere göredir.

8- Bir kadın dul olsun, bakire olsun velisinin iznini almış olsa bile kendi kendini evlendiremez, yani kendi başına biriyle nikahlanamaz. aynı zamanda başka bir kadım da bilvekale evlendiremez. Bu, Şafulere göredir.

9- Baba, hayatta değilse dede, küçük olsun, büyük olsun bakire kızını iznini almadan evlendirebilir ve yapılan akid geçerli sayılır. Bu da Şafiîlerle Hanbelîlere göredir.

10- Velinin, kızını birine nikah etmek istediği zaman, kızından izin alması müstehabdır. Bu da Şafiî ve Hanbelîlere göredir.

11- Bakire kızın baba ve dedesi yoksa, kardeşleri, amcaları ve ben­zeri yakınları onun velisi kabul edilirler. Bu da Safîlere göredir.

12- Malikilere göre, yalnız baba veliy-i mücbirdir; yani bakire kızını evlendirmeye sadece baba yetkilidir, kızı istemese bile o onu ev-lendirebilir.

13- Veli kızma, seni falan adamla evlendirmek istiyorum der, kız da susup cevvap* vermezse, onun susması bu hususta olumlu cevap ka­bul edilir. Bu, bütün mezheplere göredir.

14- Yetim kızı ise vasi ve velisi onun iznini almadan evlendiremez. [57]

 

Nikah Akdinde Şehadet

 

Nikah, aile yuvasını kurmaya yönelik bir akiddir ki, gizli anlaşmaları, metres edinmeyi, zinaya kaymayı önlemek için iki şahidin huzuruyla gerçekleşir. Şahitlerin ikisinin de erkek olması veya birinin erkek, iki de kadın olması söz konusudur ki bu müctehidler arasında ih­tilaf konusudur. Ancak ister öyle, ister böyle olsun nikah akdinde mut­laka şahit lüzumludur ve şarttır. Aksi halde yapılan akid sahih ve caiz olmaz. [58]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.) dan rivayete öre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle, buyurmuştur: "Zinakar (fahişe) o kadınlardır ki, (huzurda) beyyine (şahit) olmaksızın nikahlanırlar." [59]

îmran b. Husayn (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Nikah ancak veli ve iki adil

şahitle (sahih ve caiz) olur." [60]

Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Nikah ancak veli ve bir de iki adil şahitle (sahih ve caiz) olur. Şayet veliler bu konuda ihtilafa düşüp ni­kah akdinin yapılmasını engeller bir durum meydana çıkarsa, o takdirde sultan (hükümdar) velisi olmayanın velisidir." [61]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Nikah akdinin caiz olabilmesi için şahitlerin hazır bulunması şarttır. İmam Malik'e göre, şahitlerin bulunması şart değildir, şart olan yapılan akdin ilanıdır. O bakımdan şahitlerin huzu­runda yapılap ilan edilmeyen bir nikah akdi ona göre caizse de yeterli değildir. Çünkü nikahın zinadan tef riki ancak ilan ile gerçekleşir.

İki şahidin akil, baliğ ve hür olması da şarttır. O Bakımdan çocukların veya akli dengesi bozuk olanların veya kölelerin huzuruyla nikah akdi yapılamaz, yani bunların hazır olmasıyla nikah akdi geçerli kılınmaz. [62]

Bu husustaki genel kaide şöyledir: Kendini evlendirmeğe yetkili olan her kişi nikah akdinde şahit olmaya .da uygun ve ehildir.

Aynı zamanda şahitlerin müslüman olması ve nikah akdinde icap ve kabul sözlerini duymaları da şarttır. Aksi halde akid sahih olmaz. O bakımdan gayr-i müslimin ve sağırın şahitliği muteber ve caiz değildir.

İki şahidin adil olması müstehabdır, şart değildir. O bakımdan bu bapta fasıkın da şehadeti geçerlidir.

İki erkek şahit olmadığı takdirde bir erkekle iki kadının şahitlik yapması yeterlidir. [63]

b) Şafulere göre: Nikahın beş rüknü vardır:

1- Zevç (evlenmek üzere bulunan erkek),

2- Zevce (evlenmek üzere bulunan kadın),

3- Velî (ergen olmayan erkek çocuk, ergen olan ve olmayan bakire ' kız çocuk üzerinde velayet hakkı bulunan baba, dede, kardeş, amca ve i benzeri yakınlar),

4- İki erkek şahit,

5- İcab ve kabule delalet eden sıyga (kip)..

Şahitlerin ikisinin de erkek olması şarttır. Ancak müslüman ve

hür olmaları şart değildir. Adil olmaları yeterlidir. O bakımdan nikah

akdinde gayri müslimin ve kölenin şahitliği de geçerli sayılır. [64]       

c) Hanbelîlere göre: Nikah ancak iki müslüman şahidin hazır bulunmasıyla geçerli olur. Kadın gayr-i müslim, erkek müslüman olursa, yine de iki şahidin müslüman olması gerekir. İmam Ebû Hanife'ye

göre, kadın zımmîye olursa, iki erkek zimmînin şehadetiyle nikah sahih olur.

Bu mezhebe bağlı olan ilim adamlarının çoğuna göre, iki şahidinde erkek olması şarttır. O bakımdan iki kadın bir erkeğin şahitliği yet­erli değildir.                               

İki çocuğun şahitliği de yeterli değildir. İki kölenin şahitliği yeter­lidir. [65]

d) Malikîlere göre: Bu mezhebe göre, nikah akdinde iki şahidin hazır bulunması şart değildir. Akdin yapıldığını ilan şarttır. O bakımdan erkekle kadın kendi aralarında nikah akdini yaptıktan sonra evlendiklerini ilan ederlerse, bu akid geçerli olur. [66]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

42 nolu İbn Abbas hadisi hakkında Tirmizî şöyle görüş beyan etmiştir:

"Bu mahfuz olmayan bir hadistir. Ancak Abdüla'la'nın Said'den, onun da Katade'den merfuan rivayet ettiğini biliyoruz."

Aynı zamanda Abdüla'la bu hadisi Said'den mevkufen de rivayet etmiştir. Bu bapta sahih olan .rivayet ise, yine İbn Abbas (r.a.) dan nak­ledilen şu hadistir: "Nikah ancak beyyine ile (sahih) olur." Böylece bu ikinci rivayetle istidlal edilebilir.

43 nolu îmran hadisini Darekutnî ve Beyhakî el-Ilel'de tahric etmiştir. Ancak isnadında Abdullah b. Muharrer bulunuyor ki, bu zat sika değildir. Nitekim İmam Ahmed, "İlim ehli onun hadisini terketmiş bulunuyor" derken Cevzecânî, "O (manen) helak olmuştur" diyerek görüş beyan etmiştir. Darekutnî'ye göre, o metrukü'l-hadistir. İbn Hib-ban ise, "O, Allah'ın seçkin kullarından idi, ancak (son yıllarında) bilm­eden yalan söyler, anlamadan haberleri, hadisleri ters çevirirdi" demiştir. İbn Maîn de onun sika olmadığına dikkat çekmiştir. [67]

Bu sebeple müctehidlerin çoğu îmran hadisiyle istidlal ve ihticac-da bulunmamış; özellikle rey tarafdarları bu konuda kıyas yolunu ter-cip etmişlerdir.

44 nolu Aişe hadisini aynı zamanda Beyhakî tahric etmiş, ayrıca Said b. Halid aynı hadisi Abdullah b. Hakim tarikiyle rivayet etmiştir.

Ne var ki, İbn Main bu iki tarikten rivayet edilen hadisin zayıf olduğunu tesbit etmiş ve Beyhakî de onu ikrar etmiştir.

Diğer yandan Şafiî ile Beyhakî îbn Haysem tarikiyle Said b. Cübeyr'den mevkufen şu hadisi rivayet etmişlerdir: "Nikah ancak mürşid bir veli ve adil iki şahit ile (sahih) olur."

Yine Beyhakî Sevrî tarikiyle Ebu Haysem'den merfuan şu hadisi rivayet etmiş bulunuyor: "Nikah ancak veli ve adil iki şahitle (sahih) olur. Şayet kızı, sevihneyip kendisine gazap edilen bir veli evlendirecek olursa, onun yaptığı nikah akdi geçersizdir."

Bu hadisin isnadında Adiy b. Fazl bulunuyor ki, bu zat zayıftır; ri-vayetiyle istidlal edilemez.

Bu bapta Beyhakî'nin şu lafızla rivayet etttiği şu hadisi de bulu­nuyor: "Nikah ancak şu dört kişiyle (sahih) olur: Kızla evlenmek is­teyen erkek, veli ve iki şahit.."

Ancak yapılan ciddi tesbitlere göre, bu rivayetin isnadında Muğire b. Musa el-Basri bulunuyor ki, Buhari onun münkerü'l-hadis olduğunu belirtmiştir. [68] İbn Adiy ise onun sika olduğunu, münker bir hadisi­nin bulunmadığını söylemiştir. [69]

Darekutnî'nin Hz. Aişe (r.a.) dan rivayet ettiği bir hadis daha bu­lunuyor ki lafzı şöyledir: "Nikah akdinde dört kişi gereklidir: Veli, zevç ve iki şahit.."

Bu rivayetin isnadında ise, Ebu'l-Hasîb Narı' b. Meysere bulunuy­or ki, bu zat meçhuldür. Ancak bu bapta Beyhakî'nin Hilafîyat'ta İbn Abbas'dan mevkufen rivayet ettiği bir hadis bulunuyor ki, çoğuna göre sahihtir. [70]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Nikah akdinin sahih olabilmesi için şahitlerin hazır bulunması ve icap ile kabulü duymaları şarttır. Bu, Malikîler dışında diğer imam­ların içtihadıdır.

2- Şahitlerin akil, baliğ ve hür olması şarttır.

3-  Çocukların, delilerin ve kölelerin şahitliği muteber değildir. Bu daha çok Hanefîlerin görüşüdür.

4- Kölelerin şahitliği muteberdir. Bu Şafiîlerle Hanbelîlere göredir.

5-  Şahitlerin müslüman kişiler olması da şarttır. Bu Hanefîlerle Hanbelilere göredir.

6- Şahitlerin müslüman olması şart değildir. Bu Şaflîlere göredir.

7- Nikah akdinde şahitlerin hazır bulunması şart değildir, ama icap ve kabulden sonra yapılan nikahın ilanı şarttır. Bu Malikilere göredir.

8-  Nikah akdinde ancak iki erkek şahidin hazır bulunması gere­kir. İki kadın bir erkeğin şahitliği yeterli değildir. Bu Şafiîlerle Han­belîlere göredir.

İmam Ebu Hanife'ye göre, iki kadın ile bir erkeğin şahitliği yeterlidir.

9- İki şahidin adil olması gereklidir. Bu daha çok Şafiîlerle Hanbelilere göredir.

10- Nikah akdinde şahitlerin müslüman olmaları şart değildir; iki zımraînin hazu* bulunması yeterlidir. Bu, Şafiîlerin içtihadıdır. [71]

 

Nikahta Kefalet

 

Fıkıhta nikah babında "kefaet" ve "küfv" diye iki kavrama yer ve­rilmiştir. Bu ikisi de aynı kökten olup birbirine yakın anlama delalet et­mektedir. Şöyle ki: "Kefaet: Beraberlik, eşitlik, denklik demektir. Küfv ise: Misli, benzeri, naziri, müsavisi ve manendesi demektir.

Bu iki kavramla, evlenecek olan çiftler arasında bazı yönlerden eşitlik, benzerlik gözetmeğe yönelik bir tavsiye söz konusudur. Çiftlerin daha iyi uyum sağlayabilmeleri, huzurlu, güvenli bir aile yuvası kura­bilmeleri ve hayatlarım beraber sürdürebilmeleri için daha çok din­darlık ve güzel ahlak açısından aralarında benzerlik ve eşitliğin bulun­ması oldukça lüzumludur. O bakımdan İslam hukukçuları buna ayrı bir bap ayırıp gereken ağırlığı vermişlerdir. [72]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Abdullah b. Bureyde'den, o da babasından rivayet etmiştir: "Gen^ bir kız Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek şöyle dedi: 'Doğrusu babam beni kardeşinin oğluyla -onun aşağılığını be­nimle giderip kaldırmak için- evlendirdi." Bunun üzerine Re sulüllah (s.a.v.) o kızın babasına haber gönderip onu çağırdı Gelince de Resulüllah (s.a.v.) durumu kıza bıraktı (yapılan ni kah akdini tasvip edip etmediğini onun iradesine bıraktı) Kızcağız şöyle cevap verdi: "Ben şahsen babamın yaptığı nikat akdini geçerli kabul ediyorum; ancak ben kadınlar için bu hu susta bir yetki o-lup olmadığını bilmek istiyorum." [73]

Hz. Aişe ve Hz. Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre şöyle buyurmuştur:

"Elbette soyluların ancak kendilerine denk olanlarla evlen melerine müsaade ederim.." [74]

Kbu Hatim el-Müzenı'den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Din (ve dindarlık) ve 'ahlakına (güvenip) hoşnutluk duyacağınız kimse size (kızınızla) evlen­mek üzere gelirse, onu evlendirin. Eğer böyle yapmıyacak olur­sanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat meydana gelir" Bunun üzerine ashab-ı kiram sordu: "Ya Resulellah! O gelen adamda (birtakım hoşa gitmeyecek) başka sıfatlar bulunursa?.." Efendi­miz cevap verdi: "Din ve ahlakına (güvenip hoşnutluk duya­cağınız kimse size evlenmek üzere gelirse, onu evlendirin." Ve ashab bu soruyu üç defa tekrarladı, Efendimiz de onlara aynı cevabı verdi." (55).

Uz. Aişe fr.aj dan yapıhm rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­miştir:

"Kini Huzayfe b. L tl>e

1) Robi'a b. Abdişşems, -ki buzat Pey­gamber (s.a.v.) Efendimizle birlikte Kedir Savaşı'na hazır bulu­nanlardandır- Salim'i oğul edindi ve kardeşi Velid b. Utbe'nin -ki Bu /at Ansar'dan bir kadının kölesi idi- kızını ona verip ni­kahladı." (56) [75]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Haııefîlere göre: Kefaet, erkeğin kadına bazı hususlarda denk ve eşit olmasıdır. Bu hususlar ise altı maddedir:

1- Soy ve soylulukta..

Mesela Kureyş Kabilesi'ne mensup bir adam ile başka bir kabileye mensup kız arasında soy ve soyluluk bakımından denklik yoktur..

1- İslam'a mensubiyette..

2- Sanat ve kazançta..

3- Hür olmaklıkta..

4- Diyanette..

5- Mal ve ekonomik yapıda..

Böylece belirtilen hususlarda kefaeti dikkate almak asaba olan velinin hakkıdır. Kız kendine denk olmayan biriyle evlenirse, velinin it­iraz hakkı söz konusudur. Hanefîlerden bir kısmına göre ise, kefaet ni­kahın sıhhatinin şartıdır. (58).

b)  Şafiîlere göre: Kefaet öyle bir kayıttır ki, onun yokluğu kişi için ar olmayı gerektirir. Bu da kelam ve hisset (olgunluk ve aşağılık) da aranır, bedenî arızadan selamete ise ayrı bir konu olarak bunun dışında kalır.

O bakımdan bu mezhebe göre kefaet dört hususta muteberdir:

1- Soy ve soylulukta,

2- Din ve dindarlıkta,

3- Hür olmakta,

4- Sanat ve kazançta..

O bakımdan kızın velisi, kızın rızasıyla onu küfv (denk ve eşit) ol­mayan biriyle evlendirirse veya eşit seviyede olan velileri yine onun rızasıyla onu küfv olmayan biriyle evlendirirlerse, bu nikah sahih olur Yakın velisi kızın rızasını alarak onu küfv olmayan biriyle evlendirirse. uzak olan velilerinin buna itiraz hakkı yoktur.

Baba küçük veya ergen bakire kızını, rızasını almaksızın ona küf1 olmayan biriyle evlendirebilir mi? Mezhebin zahirine göre, yapılan akic hükümsüz sayılır. Diğer kavle göre, nikah akdi sahih kabul edilir Ancak ergen olan hakire kızın bu nikahı kabul edip etmeme muhayyer ligi söz konusudur Küçük kız ise ergen olunca itiraz hakkını kullanabi lir. (59)

c) Hanbeİîlere göre: Kefaet meselesi hakkında İmam Ahmed'den farklı rivayet yapılmıştır. Bir rivayete göre, kefaet nikahın şartlarından biridir. Kız kendisine küfv olmayan biriyle evlenir veya evlendirilir s e nikah hükümsüz kabul edilir. Diğer riva-yete göre, şart değildir. Nite­kim bu mezhebe bağlı ilim adamlarının çoğu bu ikinci rivayeti uygun görmüşlerdir.

Böylece bu mezhebe göre de kızla erkek arasında beş hususta eşitlik söz konusudur:

1- Diyanet,               

2- Sanal

3- Mali imkan,

4- Hürriyet,

5- Soy ve soyluluk.. [76]

d) Malikîlere göre: Nikah akdinde yani evlilikte kefaet, iki hu­susta denk ve müsavi olmaktır: Dindarlık ve ayıplardan, kusurlardan salimlik.. [77]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

53 nolu Abdullah b. Büreyde hadisini, Ibn Mace isnadmdaki ricali­nin sahih oldukları doğrultusunda tahric etmiştir. Nesâî, Ziyad b. Eyy-ub tarikiyle tahric etmiş bulunuyor. Ziyad'ın sika olduğu bilinmektedir. Çünkü bu zat Ali b. Gurab'dan rivayet- etmiştir ki, Ali saduk bir ravidir.

Bu hadisin sıhhatma ayrıca Ibn Abbas (r.a.) dan rivayet edilen şu hadis delalet etmektedir: Bakire bir cariyeyi (yani bakire bir kızı) iste­mediği, hoş görmediği halde babası evlendiriyor. Kız, Peygamber1 e (s.a.v.) müracaat edince, Efendimiz onu yapılan nikahı kabul edip etme­mede muhayyer bırakıyor."

Ayrıca bu bapta kızdan isti'marda bulunma (onun rızasını isteme ve onunla istişarede bulunma) hususu da bu rivayetleri kuvvetlendir­mektedir.

Böylece izni alınmadan, rızası aranmadan evlendirilen kızm itiraz hakkı vardır ve isterse yapılan nikahı geçersiz sayabilir.

54 nolu Aişe ve Ömer hadisiyle pek istidlal edilmemiştir.

55 nolu Ebu Hatim hadisini Tirmizî hasenlemiştir. Münavî de bu hususta Tirmizî'nin görüş ve tesbitine uymuştur. Buharı ise bu rivayeti gayr-i mahfuz olarak vasıflandırmış, Ebu Davud bunu el-Merasil'de nakletmiştir. Ibn Kattan ise bu hadisin muallel bulunduğunu, irsalinde zaaf söz konusu olduğunu belirtmiştir.

Ebu Hatim el-Müzenî'nin Resulüllah (s.a.v.) ile sohbeti (arkadaşlığı) vardır ve o bundan başka da bir rivayet yapmamıştır.    .

Bu anlamda bir hadisi Tirmizî Ebu Hüreyre (r.a.) dan riva-yetle tahric etmiştir ki lafzı şöyledir: "Dinini (dindarlığını) ve ahlakını beğenip hoşnutluk duyacağınız bir kinişe size gelip (kızınızı veya bir yakınınızı) isterse* onu evlendiriniz. Eğer böyle yap­mazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat meydana gelir."

Bu bapta Ebu Davud'un Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet ettiği bir hadis daha bulunuyor ki, anlamı şöyledir: "Ebû Hind (r.a.), Yafuh'ta Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e hacamette bulundu (ondan kan aldı). Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Benî Beyada kabilesine ses­lenerek şöyle tavsiyede bulundu: "Ya Beni Beyada! Ebu Hind'i evlendirin, ona kız verin.." [78]

Bu rivayeti Hakim tahric etmiş ve Hafız İbn Hacer hasenlemiştir.

Tirmizî'nin Ali (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç şey geciktirilmez: Vakti gelince namaz, hazır olduğu zaman cenaze, kendisine denk ve müsavi eş bulun­duğu zaman bekar kız.."

56 ve 57 nolu hadisler de kefaetin daha çok iki hususta söz konusu olduğunu göstermekte ve bu konudaki rivayetleri kuvvetlendirmekte­dir: Dindarlık ve güzel ahlak..

Konuyla ilgili birkaç rivayet daha bulunuyorsa da yapılan ciddi tesbitlere göre isnadlarmda zayıflık vardır. O bakımdan istidlal ve ihti- . caca salih değillerdir. [79]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Nikahta (evlilikte) kefaet nikahının şartlarından değildir.

2- Ancak evliliğin selameti bakımından lüzumludur. O bakımdan evlenecek çifte özellikle dindarlık ve güzel ahlak bakımından denklik ve eşitlik aranması gereklidir.

3- Müctehidlerin  çoğuna  göre,  kefaet beş  hususta  aranır: islamiyet, sanat, hürriyet, diyanet ve ekonomik yapı..

4-  İmam Ahmed'den yapılan bir rivayete göre, kefaet nikahın şartlarından biridir.

5- Kızın rızası olmaksızın velisi onu ona denk ve müsavi olmayan biriyle evlendirecek olursa, kızm muhayyerlik hakkı vardır.

6- Ergen kız, velisinden izin almaksızın kendisinde küfv olmayan biriyle evlenecek olursa, velisinin bu nikahı hükümsüz kılma yetkisi söz konusudur. [80]

 

Müt'a Nikahı

 

Mut'a sözlükte "yararlanmak" anlamına gelir. Fıkıhta ise, bu ke­lime nikah konusunda az değişik hir anlam taşır: Muvakkat, geçici ni-[kah yapmak suretiyle'kadmdan bir süre yararlanmak,.

İslam ilk yıllarında uzun süre yapılan savaşın verdiği sıkıntı dikk-late alınarak müt'a nikahına cevaz verilmiş, yani iiahi ruhsat olarak Re-sıılüllah'm (s.a.v,) dilinde tecelli etmiştir. Sonra Müslümanlar iyice yerleşip aile yuvası kurunca artık bu ruhsat kaldırılmış ve haram kılınmıştır.

Çünkü böyle bir nikahın devamı birçok problemler doğurmakta ve birtakım sıkıntıları beraberinde getirmektedir. Aynı zamanda kalıcı olan aile yuvasını sarsmakta vo evliliğin ciddiyet ve kudsiyetine zarar vermektedir. O bakımdan Resulüllab (s.a.v.) Efendimiz HabyerTin fethi­ni müteakip hem evcil eşek etini, hem de müt'a nikahını yasaklayıp haram kılmış ve Veda hutbesinde bir defa daha bu tahrime parmak basarak bükümün kıyamete kadar devam edeceğine işarette bulun­muştur. [81]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Mes'ud (r.n.J den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Bizler, beraberimizde kadınlar olmadığı halde Resulüllah (s.a.v.) ile birlikte savaşta bulunurduk. (Savaşın uzun sürmesi neticesi cinsel duygumuza mağlup olarak) Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'e; "Ya Resulellah! Kendimizi iğdişletelim mi?" diye sorardık. O ise bizi bundan men'ederdi. Sonra belli bir süreye kadar geçerli olmak üzere bir elbise (mehir olarak) verip kadını nikahlamamıza ruhsat verdi." İbn Mes'ud bu bilgiyi verdikten sonra şu ayeti okudu: "Ey îman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi temiz şeyleri haram kılmayınız.." [82]

Ebu Cemre'den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "ibn Abbas (r.a.) dan kadınlarla müt'a nikahı yapma hususunu sor­dum. O buna ruhsat verdi. Ancak onun (azatlı) kölelerinden biri şöyle itirazda bulunarak dedi ki: "Bu ruhsat ancak çok sıkıntılı zamanlarda ve kadın azlığında sözkonusudur." Bunun üzerine

İbn Abbas (r.a.): "Evet öyledir" diye cevap verdi." [83]

Muh-ammed b. Kabın İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Müt'a ancak İslam'ın ilk yıllarında (bir ruhsat olarak) bulunuyordu. Şöyle ki: Adam bir beldeye gi­derdi de beldeyle ilgili bilgi ve marifeti olmazdı. O yüzden gitti­ği beldede ne kadar kalacağını dik-kate alarak bir kadınla (müt'a nikahıyla) evlenirdi ve o kadın onun eşyasını korur ve durumunu düzene sokardı. Bu ruhsat şu ayet ininceye kadar devanı etti: "ancak eşlerine veya sahip oldjukları cariyelerine karşı (cinsel arzu duymalarında bir sakınca yoktur ve) bu yüzden kınanmazlar. Artık kimler bu meşru sınırı geçerse, işte onlar haddi aşanlardır.." [84]

İbn Abbas devamla diyor ki: "İşte Allah'ın beyan buyurduğu bu iki fercden başkası haramdır.." [85]

Hz. Alie (r.a.) den yapılan rivayete göre: "Resulüllah {s.a.v.) Efendimiz Hayberi fethettiği günlerde idi, müt'a nikahını ve bir de evcil eşek etini haram kılıp yasakladı," [86]

Seleme b. Ekua' (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöylemistir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Evtas (olayı) yılında Sadınlarla müt'a nikahı yapmamız için (sadece) üç günlük bir Lıhsat bize vermiş oldu ve sonra bu nikahı men'etti." [87]

Sebure el-Cühenî (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, vfekke'nin fethinde Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ile birlikte gaza 'apmıştı. 0 günkü durumu şöyle anlatıyor: "Mekke'de onbeş gün saldık. O sebeple Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bize kadınlarla nüt'a nikahı yapmamıza izin verdi.." Sonra devamla diyor ki: Ben henüz Mekke'den çıkmadan Resulüllah (s.a.v.) ruhsatı saldırıp müt'a nikahını haram kıldı,"

Diğer bir rivayette ise, Seleme (r.a.) Peygamber (s.a.v.) Efendimizle beraber bulunduğu sırada, Resulüllah'ın(s.a.v.) şöyle bu-yurduğunu iuydu: "Ey insanlar! Doğrusu ben size kadınlarla müt'a nikahı papıp onlardan yararlanmanız için izin verdim. Şüphesiz ki Denab-ı Hakk artık bu nikahı kıyamet gününe kadar haram kılmış bulunuyor. Kimin yanında o nikahla aldığı bir şey [kadın) bulunuyorsa, onu salıverip bıraksın ve onlara ver­diğiniz şeylerden bir şey (geri) almayın.." [88]

Sebure'den yapılan rivayette ise şu lafız yer almaktadır;

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz fetih günlerinde Mekke'ye girdiğimiz zaman bize müt'a ile emretti. Sonra biz henüz Mekke'den çıkmadan Efendimiz bizi bundan men'etti."

Yine Semure'den yapılan bir diğer rivayette ise şöyle denilmiştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Veda Haccı'nda müt'a ni­kahını yasakladı."

Birinci rivayeti Müslim, ikinci rivayeti Ebu Davud ile Ahmed tah-ric etmişlerdir. [89]

 

Habislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

Dört mezhep imamlarına göre, müt'a nikahı batıldır. Yasaklanıp haram kılınmıştır. Çünkü nikah akdinden maksat, tevalüd (doğma, doğurma) ve tevarüstür (mirasa konmak). Müt'a nikahında bu iki mak­sat yoktur. Ibn Abbas (r.a.) bu ruhsatın devam ettiğini iddia etmişse de ashabın çoğu onun hilafına beyanda bulunmuş ve aynı zamanda Mekke emiri İbn Zübeyr (r.a.) îbn Abbas'a bu hususta şöyle demiştir: "Eğer sen müt'a nikahı'yaparsan seni recmederim." [90]

Müt'a nikahında şahit ve veliye ihtiyaç olup olmadığı ihtilafkonu-sudur. Çoğunagöre şahidin bulunması şart değildir. [91]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

63 nolu îbn Mes'ud hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. O bakımdan müctehidlerin hemen hepsi bu hadisle' istidlal etmiştir.

64 nolu Ebu Cemre hadisi üzerinde durulmuş ve îbn Abbas'm bu görüş ve içtihadından rücu' ettiği belirtilmiştir. Nitekim ilim adam­larından Muhammed b. Halef el-Kadı Vekî' konu üzerinde durarak, İbn Abbas'ı bu  görüşünden  dolayı kınayan iki  mısra'lık metin  ona gösterilince, hayretler içinde kalmış ve şöyle demiştir: "Subhanellah, ben böyle bir fetva vermiş değilim. Müt'a nikahı tıpkı ölmüş hayvanın eti gibi ancak muztar durumda olana helal olabilir." [92]

Ayrıca îbn Abbas'm müt'aya ruhsat verir anlamdaki görüş ve ictihaçlından rücu' ettiğini Beyhakî ve Ebu Avaııe kendi sahihinde belirt­miştir.

İmam Malik'in İbn Abbas rivayetine dayanarak mül'a nikahına cevaz verdiğini iddia edenler olmuşsa da bunun doğru olmadığı yapılan ciddi araştırmalardan anlaşılmıştır.

Resulüllah'm (s.a.v.) Veda Hutbesi'nde bu nikahı yasaklaması te'bı'd üzeredir, yani kıyamete kadar geçerlidir. O bakımdan artık hiçbir seferde ve askeri harekatta buna cevaz verilemez.

Ayrıca Tirmizi'niıı Mubammed b. Kâ'b tankıyla İbn Abbas'dan yaptığı 65 nolu rivayet de İbn Abbas'ın müt'a nikahının Mü'minun Suresi 6. ayetle haram kılındığını açıklamış olduğunu göstermektedir.

67  nolu Ali hadisi de  sahih olup  müt'anm kesinlikle yasak­landığım ortaya koymakta ve böylece her türlü ihtimali kaldırmaktadır. Ancak İbn Abbas'dan rivayet edilen Muhammed b. Ka'b tarikindeki ri­vayetin isnadında Musa b. Ubeyde er-Rebezî bulunuyor ki, bu zat zayıftır.  İmam Ahmed: "Onun hadisi yazılmaz" derken, Nesâî: "O zayıftır" demiştir. [93]

68  nolu Seleme hadisinde "Evtas Yılı" ndan söz edilmektedir ki, tarihçilerin tesbitine göre, bu olayla Mekke'nin fetih olayı aynı yıla rastlamaktadır.

Mekke fethinde tekrar müt'a nikahına kısa bir süre cevaz ve ruh­sat verildiğine dair Seleme'den yapılan az farklı üç rivayet üzerinde çok durulmuş ve farklı görüş ve tesbitler ortaya kan muştur. İlim adam­larının önemli bir kısmı bu rivayetlerle istidlal ve ihticac etmemişlerdir. Daha çok Hayber'in fethinde bunun ha-ram kılındığı ve bu tahrimin kıyamete kadar devam edeceği söz konusu olup bu rivayetin istidlale daha çok salih bulunduğu belirtilmiştir.

Allah daha iyisini bilir.

Ancak müt'a nikahı ister Hayber savaşında, isterse Mekke'nin fe­thinde haram kılınmış olsun, her iki durumda da bu tahrim kıyamete kadar sürecektir. Şia dışında bunun aksini iddia eden pek olmamıştır. Mezhep imamlarının içtihadı da bu anlamdadır. [94]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Müt'a nikahı İslam'ın ilk yıllarında ruhsat anlamında mubah sayılmıştır.

2- Hayber'in fethinde evcil eşek etiyle birlikte müt'a nikahı da ya­saklanıp haranı kılınmıştır.

3-Mekke'nin fethinde bu tahrim tekrar açıklanarak hükmün kıyamete kadar devanı edeceği belirtilmiştir.

4- Şia ise bu rivayetlerin hilafına müt'a nikahına verilen ruhsat ve cevazın devam ettiğine kaildir. [95]

 

Zevacut-Tahlil (Hülle)

 

Osmanlıcada daha çok "htılle" kelimesiyle ifade edilen "zevacü't-tahlil" veya "nikahu'l-muhallü" üzerinde çok durulup İslam aleyhine kullanılan konulardan biri olmuştur. Üç talakla kocasından boşanan bir kadının tekrar o kocasıyla evlenebilmesi için ikinci bir kocaya ni-kahlanması ve onunla cinsel temasta bulunması ve sonra da bu ikinci kocanın onu boşaması söz konusudur. Kadının birinci kocasıyla tekrar evlenmek niyetiyle ikinci kocayla muvakkat nikah yapması dinen caiz değildir. Ama birinci kocasından boşanıp, ayrıldıktan sonra böyle bir niyet taşımaksızın ikinci bir adamla evlenir ve onunla cinsel temasta bulunduktan sonra bu ikinci kocası onu yine tahlil niyeti taşımaksızın boşarsa, o takdirde kadın iddeti (serî bekleme süresi) tamamlandıktan sonra birinci kocasıyla evlenebilir. Bunda dinen bir sakınca yoktur.

Konunun aslı bu olmakla beraber ve Resulüllah (s.a.v.) Efendi-miz'in hülle yapanı ve yaptıranı lanetlemesine rağmen bunu istismar eden bazı ahlaksız ve inancı bozuk kişilerin davranışı İslam'a mal edile­mez. Şüphesiz hülle yapan ve yaptıran ne kadar günahkarsâ, bunu islam aleyhine kullanan din düşmanları onlardan daha günahkar ve daha ahlaksızdırlar. [96]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle detniştir:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz hülle yapan ve yaptıranı la­netledi." [97]

Ukbe b. Amir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Size iğreti alınmış tekeden haber ve­reyim mi?" diye sordu. Ashab-ı Kiram: "Evet, Ya Resulellah!' deyince, buyurdu ki: "O hullecidir. Allah hülle yapana ve aptırana lanet etmiştir." [98]

îshak b. İbrahim'den, o da Süfyan'dan, o da Zührî'den, o da rrve'den, o da Uz. Aişe (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, Uz. Aişe (r.a.) iyle demiştir:

"Rıfae'nin karısı Resulüllah'a (s.a.v.) gelerek şöyle dedi: Doğrusu kocam beni kesin olarak boşadı ve ben de ondan son-a Abdurrahman b. Zübeyr ile evlendim. Ancak ondaki (penis) İbişe saçağı gibi (cinsel iktidarsızlığı var).." Bunun üzerine .fendimiz tebessüm etti ve şöyle buyurdu: "Herhalde sen tekrar e dönmek istiyorsun? Hayır, bu ikinci kocan senin balağızmı, sen de onun balcağızım tatmadıkça (seni boşasa bile) [ine de dönemezsin." [99]

Uz. Aişe (r.a,) dan yapılan rivayete göre: Bir adam kendi eşini iç talakla boşamış bulunuyordu. Boşanan kadın ise başka bir idamla evlendi ve az sonra o adam da sözü edilen kadını -jmunla henüz cinsel temasta bulunmadan- boşadı. Bunun izerine Resulüllah'a (s.a.v.) bu kadının birinci kocasına (tekrar kikahla) helal olup olmayacağı soruldu/Efendimiz şu cevabı ferdi: "Hayır, ikinci kocası birinci kocası gibi onun balcağızım atmadıkça helal olmaz." [100]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Ğumeysa veya Rumeysa adındaki kadın Resulüllah'a (s.a.v.) gelerek kocasından şikayet etti; iöyle ki, kocasının kendisiyle ilgilenmediğini, temas kurmadığını Söyledi. Çok geçmeden onun kocası da çıka geldi ve şöyle dedi: 'Ya Re-sulellah! Bu kadın yalan söylüyor. Kocası (olan ben) onunla il­gilenip temas kuruyorum. Ama bu kadın ilk kocasına tekrar dönmek istiyor." Peygamber (s.a.v.) o kadına şöyle buyurdu: 'Hayır, bu ikinci kocanın balcağızım tatmadan (seni boşasa bile) (birinci kocana) dönemezsin." [101]

Abdullah (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Resûlüllah   (s.a.v.)   Efendimiz   döğme   yapana,   döğme yaptırana, kullansın diye saçını başkasına verene, başkasının saçını alıp takana, faiz yiyene ve yedirene, hülle yapana ve yaptırana lanet etti.." [102]

 1214 nolu Ukbe hadisini aynı zamanda Hakim tahric etmiştir. [Ancak Ebû Zür'a ile Ebu Halim muallel olduğunu belirtmişlerdir. İbn Mace Sünen'indeki isnadında geçen Yahya b. Osman ise zayıftır. Zehebî ise onun saduk olduğunu belirttikten sonra şu bilgileri vermiştir: İbn (Ebî Hatim onun hadislerini yazmıştır. [103]

Yine bu bapta İbn Mace'nin İbn Abbas (r.a.) den rivayet ettiği bir Ihadis bulunuyor ki, isnadında Zem'a b. Salih bulunuyor. Bu zatın zayıf (olduğu söylenir. [104]

Diğer yandan bu konuda Ahmed, İshak, Beyhakî, Bezzar ve İbn :Ebî Hatim'in Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet ettikleri bir hadis hulunuy-,or ki. Buharı onu hasenlemiştir.

Sonuç olarak bu baptaki hadislerin tamamı, tahlil'in yani hülle yapmanın ve yaptırmanın haram olduğuna delalet etmektedir. Çünkü lanetlemek daha çok büyük günaha karşı olur. [105]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Zevacü't-tahlil, yani hülle niyet ve şartıyla yapılan nikah akdi sahih   değildir.   Bu   İmam   Ebu   Hanife   ile   Zü%r   dışında   diğer müctehidlerin görüş ve içtihadıdır.

2- Nikah akdinde hülleyi gerçekleştirme şartının ileri sürülnıesiyle nikah fasit olur, yani böyle bir şartla yapılan nikah akdi geçersiz kabul edilir. Bu, İmam Ebû Yusuf ile İmam Şafiî'ye göredir.

3- Böyle bir şartla yapılan nikah akdi sahih sayılsa bile, kadını bi­rinci kocasına helal kılmaz. Bu, İmam Muhammed'e göredir.

4- Böyle bir şartla yapılan nikah akdi sahih olur ve kadın ikinci kocasından boşandıktan sonra birinci kocasıyla evlenebilir. Ancak kera­het işlemiş olurlar. Bu, İmam Ebu Hanife ile İmam Züfere göredir.

5- İmam Malik, İmam Ahmed, İmam Sevri ve diğer bazı imamlara göre, böyle bir şartla nikah akdi caiz ve sahih olmaz.

6- İkinci kocasından tesadüfen boşanan ve ikinci kocasının ölmesi üzerine dul kalan kadın şer'i bekleme süre sona erince birinci kocasıyla yeniden evlenebilir.

7- Kadının birinci kocasıyla evlenebilmesi için ikinci kocasıyla ni­kah akdinden sonra cinsel temas yapması şarttır.

8- Bu konuda fetva, İmam Ebu Hanife ve Züfer'e göre değil diğer' imamlara göredir. [106]

 

Nikah-ı Şiğar

 

Şiğar: Karşılıklı mübadele şeklinde evlenmeye delalet eden bir kavramdır. Cahiliye devrinde Araplardan iki adam biraraya gelir, biri diğerine şöyle derdi: 'Kızını veya kızkardeşini bana zevce olarak ver, ben de buna karşılık kızımı veya kızkardeşimi sana zevce olarak verey­im". Muhatabı bu teklifi kabul edince artık kadına bir mehir takdir edilmez ve karşılıklı mübadele gerçekleşirdi.

İslam Dini yepyeni bir dünya görüşü ve kusursuz bir hukuk siste­miyle gelince cahiliye devrinin bütün kötü ve haksız adet ve kurallarını kaldırırken şiğar nikahını da yasaklayıp haram kıldı. [107]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Nafi'den, o da İbn Ömer (r.a.)dan rivayet etmiştir. İbn Öm.er diyor ki:

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz sigarı yasakladı. Şiğar: Karşısındaki adamın kızıyla evlenmeye karşılık kendi kızını onunla evlendirmesidir. Böylece aralarında sidak, yani mehir söz konusu olmazdı." [108]

îbn Ömer (r.a.)dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "İslam'da şiğar yoktur.." demiştir [109]

Ebu Hüreyreir.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle

"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz şiğarı yasakladı. Şiğar: Adamın karşısındaki muhatabına: Sen kızını benimle evlendir, ben de buna karşılık kızımı seninle evlendireyim ve ya kızkardeşini benimle evlendir, ben de buna karşılık kızkar-deşimi seninle evlendireyim demesidir." [110]

Abdurrahman b. Hürmüz el-Arec'den yapılan rivayete göre, îbn Abbas Abdullah'ın oğlu Abbas kendi kızını Abdurrahman b. Hakem'e nikahladı ve buna karşılık Abdurrahman da kendi kızını Abbas'a ni­kahladı. Böylece bu karşılıklı evlendirmeyi sidak yerine koyarak (kadınlara bir mehir takdir etmediler). Durumu öğrenen Muaviye b. Ebî Süfyan/bu evlenen iki adamla eşlerinin arasını ayırması için Mervan b. Hakeme yazılı emir gönderdi ve mektubunda şu cümleyi özellikle ifade etti: "Bu bir sigardır ki Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onu men'edip yasaklamıştır." [111]

Ümran b. Husayn'dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 'İslam'da celeb, ceneb ve şiğar yoktur.." [112]

Celeb: Zekat toplamakta olan kimsenin bir yere konaklayıp zekat verecek durumda olan mal sahiplerini oraya çağırıp toplaması ve zekat­ları o yerde alması demektir.

Ceneb: At koşusu (müsabakası) na giren kimsenin yanında bir de yedek at bulundurması ve koşu esnasında bindiği hayvan iyice yorulun­ca onu bırakıp yedekte olana binmesidir. [113]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göreî Şiğar nikahı: (A) nın kendi kızım (B) nin oğluyla ve (B) nin kızım da kendi oğluyla -herbirinin bid'i (nikah ile he­lal olan cinsel ilişkisi) diğerine sidak yani mehir olmak üzere evlendir-mesidir. Bu tarz nikah akdi sahih olup herbirine mehir vermek vacip olur.

Çünkü bu mezhebin yorum ve içtihadına göre, şiğar nikahının men'edilmesi, her birinin bid'inin diğerine karşılıklı sidak (mehir) ol­masıdır. Nikah akdinden sonra mehir takdir edilmesi mahzuru ortadan kaldırmaktadır. Aynı zamanda bu husustaki nehiy (men' ve yasak) ker­ahete yönelik olup fesad-i nikahla ilgili değildir.

b) Şafîîlere göre: Bu mezhebe göre karşılıklı mübadele suretiyle evlenmede ister herbirinin bid'i veya mehir olarak bir meblağ anılsın, ister anılmasın yapılan akid hükümsüzdür.

Buna rağmen şiğar nikahıyla evlenip cinsel temasta bulunan adamın mehir ödemesi vacip olur ve nikah akdi geçersiz kabul edilir.

c) Hanbelîlere göre: Belirtilen şekilde nikah akdi yapılırken me­hir anılmaz veya "mehirsiz" diye bir şart koşulursa veya herbirinin bid'i diğerinin sidakıdır şekilde bir kayde yer verilirse, işte bu tarz bir nikah akdi şiğar kabul edilir ve fasit bir nikah hükmünü alır. [114]

d)  Malikîlere   göre:  Şiğar  üç  kısma  ayrılır:   Sarih  şiğar, görünürde şiğar ve-bu iki kısmı kendinde toplayan şiğar.. Birincisi karşılıklı değiş-tokuşta tarafların birbirine mehir verilmeyeceği belirti­len akiddir. Bu ise açık ve net bir sigardır. İkincisi her biri için4>elli nis-bette mehir takdir edilen akiddir ki, burada anılan mehir anılmamış ve belirlenmemiş gibi kabul edilir.. Üçüncüsü, "Sen bana kızkardeşini şu kadar altın mehir vermem üzere nikahla, ben de kızkardeşimi sana me­hirsiz olarak nikahlayayım" şeklinde yapılan akiddir.

Birinci şekil batıl, hükümsüz bir akid kabul edilir ve evlilik geçerli olmaz. İkinci şekil sahih sayılır. Üçüncü şekilde hükümsüzdür. [115]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

84, 85, 86 nolu hadisler sahihtir. O bakımdan müctehidler bu ha­dislerle istidlal ve ihtieacda bulunmuşlardır.

87 nolu Abdurrahman rivayetinde Muhammed b. İshak bulunuyor ki, bu zatın rivayetiyle ihticac etme hususunda ilim adamları farklı görüş ve tesbit ortaya koymuşlardır. Çoğuna göre, adı geçen ravı zayıftır. Ancak bu bapta Ahmed ve Tirmizî'nin Knes'den (r.a.) rivayet ettikleri bıfTiadis bulunuyor ki, Nesâî onu sahihi emiş tir. Ayrıca Bey-hakî'nin Cabir (r.a.) den rivayet ettiği bir hadis daha vardır. [116]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Şiğar nikahı üç mezhebe göre caiz ve sahih değildir, yani batıldır.

2- îmam Ebu Hanife'ye göre, mekruhtur, ancak yapılan akid sa­hihtir. Taraflar için mehir takdir edilir ki, bu vaciptir.

3- Şiğar nikahıyla evlenen kimsenin eşine mehir ödemesi, yani cinsel temasta bulunduğu takdirde mehir vermesi gerekir, ancak yapılan akid geçersiz kabul edilir,

4- Yapılan şiğar nikahında iki taraf için belli bir mehir takdir edi­lirse akid sahih olur.  Bu, Malikilere  göredir.  Hanefîler  de aynı görüştedir[117]

 

Sidak (Mehir)

 

Evlenen kıza veya kadına kocası tarafından nikah akdinde takdir edilen meblağ veya mala sidak veya mehir denilir. Nikah akdinde unu­tulsa bile yine akid geçerli kalır ve mehir emsaline uygun takdir edilip verilir.

Mehir, kadın için bir güvencedir. Bunu peşin alabileceği gibi, ge­cikmeli de alabilir. Özellikle mehri peşin ödemeyip onu gecikmeli ödeyecek olan, henüz ödemeden eşini boşayacak olursa, mehrini derhal vermek zorundadır, aynı zamanda adam eşinin mehrini ödemeden ecel vaki olur da ölürse, bu insanlara karşı olan borç kapsamına girer ve tekfin, teçhizden sonra önce bu borcunun ödenmesi gerekir.

Kadın isterse kocası üzerinde bir alacağı olan mehrini ona bağışlayabilir. [118]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Amir b. Rebi'a (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir: "Beni Fezare kabilesinden bir kadın, bir çift ayak­kabı (mehir olarak almak) üzere evlendi. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz o kadına sordu: "Kendi nefsine ve malına karşılık bir çift ayakkabıya razı oldun mu?" O da: "Evet razı oldum" deyince, Efendimiz onun bu kadârcık bir mehirle

evlenmesine cevaz verdi." [119]

Cabir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s:a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Eğer bir adam (evleneceği kadına) mehir ola rak iki avuç dolusu yiyecek verirse, o kadın ona helal olur." [120]

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resûlüllah (s.a.v,) Efendimiz, Abdurrahman b. Avf in serinde san beyaz lekesi gördü ve sordu: "Bu nedir?" t»durrahman: "Bir kadınla altundan bir çekirdek ağırlığı üzere dendim" diye cevap verdi. Peygamber (s.a.v.): "Allah senin için übarek kılsın, düğün sofrası hazırla, isterse bir koyun (kesip

ışirmenle) olsun" buyurdu. (92).

Hz. Aişe (r.a.-) dan yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.vJ Efendi-\iz şöyle buyurmuştur: "Nikahın bereketli olması bakımından en kiyük ve üstünü, meuneti (harcama ve mali yükü) en kolay lamdır." (93).

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle lemistir:

"Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz aramızda (hayatta) iken bi-;im sidakımız (evlenmede kadınlara verdiğimiz mehir) on >kiyye idi." (94).

Bir rivayette Ebû Hüreyre bunu söyledikten sonra ellerini üstüste toydu ki bu dörtyüz dirhem demektir.

Böylece bir okıyyenin gümüş olarak 40 dirhem olduğu anlaşılıyor re bugünkü tartı birimine göre, 119.04 gram eder. Ve bu takdire göre, 10 okiyye 400 dirheme-ve yaklaşık 1193 grama tekabül eder.

Ebû Seleme (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Hz. Aişe (r.a.) den Resulüllah'ın (s.a.v.) sidakının ne kadar olduğunu sordum. O bana şu cevabı verdi: "Onun kendi zevcele­rine verdiği sidak (mehir) oniki buçuk okiyye idi." [121]

Hz. Aişe "neşş" kelimesini "yarım" olarak yorumlamış ve böylece 12.5 okiyyenin 500 dirhem olduğunu belirtmiştir.

Ebu Acfa'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Ömer'in şöyle dediğini duydum: "Kadınların sidakında fazla yüksek meblağ takdir etmeyin. Çünkü eğer sidak dünyada ke­rem ve cömertlik veya ahirette bir takva olsaydı, buna sizden en layık olan Peygamber (s.a.v.) Efendimiz idi. Ama Peygamber (s.a.v.) evlendiği hiçbir eşine ve evlendirdiği kızlarından hiç bi­rine oniki okiyyeden fazlasını takdir etmemiştir." [122]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek dedi ki: "Doğrusu ben Ansar'dan bir kadınla evlendim." Peygambeı (s.a.v.) ona: "Ona baktın mı? Çünkü Ansarın gözünde bir şey (kusur veya az görme gibi bir arıza) olabilir" buyurdu. Adam "Ben ona baktım.." diye cevap verince, Peygamber (s.a.v.): "Ne adar mehir üzerine onunla evlendin?" diye sordu. Adam: 'Dört kiyye (gümüş)" diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber i.a.v.): 'Dört okiyye üzerine öyle mi? Sanki siz gümüşü şu dağın Irtasmdan veya yanından yontup elde ediyorsunuz!.. Yanımızda ma bu kadar gümüş verecek mali imkanımız yoktur; ama umu-ir ki seni (bir savaş) seferine göndeririz de oradan bir şeyler de edersin.."

Ebu Hüreyre devamla diyor ki: "Resulüllah (s.a.v.) Benî Abs kabilesi üzerine bir müfreze gönderdi ve o adam da Onların asında bulunuyordu." [123]

Urve'den, o da Ümmü Habibe (r.a.) den rivayet etmiştir: Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onunla evlenirken kadıncağız İabeş diyarında bulunuyordu ki, Habeş kiralı Necaşî onu Pey­gamber (s.a.v.) Efendimizle evlendirdi ve mehrini dörtbin Üirhem) olarak belirleyip (verdi). Aynı zamanda kendi imkan-^rıyla onu teçhiz edip; Şerahbîl b. Hasene (r.a.) ile (Medine'ye) [önderdi. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ise, Ümmü Habibe'ye mehir olarak) bir şey göndermemişti. Oysa Resulüllah (s.a.v.) evlendiği her kadına mehir olarak 400 dirhem takdir edip verirdi."[124]

 

Müctehidlerin İstidlalleri ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre: Nikah akdiyle birlikte mehrin anılması, be-irlenmesi vaciptir. Bununla beraber mehir anılmaksızm yapılan nikah ıkdi sahihtir. Aynı zamanda akid yapılırken mehir verilemeyeceği be-irtilmiş olsa bile yine nikah sahih kabul edilir. Çünkü nikah bir evlen-ne akdidir ki bu erkek ve kadının iki şahit huzurunda icab ve ka-mlüyle tamamlanır. Mal ise bu hususta asli amaç değildir; o bakımdan »kid esnasında mehrin anılması şart kılınmamıştır.

Mehrin tabanı on dirhem (yaklaşık 29,760 gr.) dır. O bakımdan ıkid esnasında mehir on dirhemden az bir hisbet olarak belirlense bile tadına yine de.on dirhem vermek gerekir.

Nikah akdinden sonra cinsel temas meydana gelir veya halvet-i sahiha (ikisinin yalnız olarak başbaşa kalması) gerçekleşir ve akabinde adam .kadını boşar veya ölürse, mehrin tamamım vermek vacip olur. Cinsel temas meydana gelmeden veya havlet-i sahiha gerçekleşmeden boşanırsa kadına belirlenen*mehrin yarısı verilir. Bu durumda adam Ölürse, mehrin tamamı verilir. Kadının ölmesi halinde de mehrin tamamı onun varislerine intikal eder.

Evlenen adam fakir olur da on dirhem ödeyecek mali imkana sa­hip değilse en az beş dirhem takdir edilir ve bundan aşağı mehir olmaz.

Mal kapsamına girmeyen Kur1 an öğretmek, erkeğin eşine bir yıl hizmet etmesi gibi şeyler mehir yerine geçmez. İmam Muhammed'e göre geçer.. [125]

b)  Şafiîlere   göre:   Bu   mezhebe   göre   de   mehir   nikahın şartlarından değil, akid anında anılması sünnettir. Alım-satımı sahih olan her şeyin mehir olarak belirlenmesi de sahihtir. Ancak kadının mal olarak belirlenen nıehri almadan onu satması caiz değildir.

Belirlenen mehir ancak cinsel temasla veya eşlerden birinin ölmesiyle istikrar bulup gerçekleşir. Kavl-i Cedid'e göre, halvet ile gerçekleşmez. [126]

c) Hanbelîlere göre: Mehir gerekli olmakla beraber nikahın şartlarından değildir. Aynı zamanda mehir altın, gümüş, eşya ve yiye­cek maddelerinden olabileceği gibi birtakım menfaatlar da olabilir. Me­sela, erkeğin kadına ait koyunları bir yıl veya altı yıl gütmesi veya ona ait tarlayı onun adına ekip biçmesi gibi hizmetler de mehir yerine geçer. Kur'an öğretmek sidak (mehir) olmaz. Bu şartla hikah akdi yapılsa bile, kadına mehr-i misil vermek gerekir.

Cinsel temastan sonra veya sahih halvet gerçekleştikten sonra boşanan kadına tam mehir verilir, aksi halde mehrin yarısına hak ka­zanır. [127]

d) Malkîlere göre: Mehrin en azı, yani tabam üç dirhemdir, aynı zamanda istifade edilebilir bir madde olması gerekir. Mesela, içki, do­muz eti ve benzeri mal-i mütekavvim olmayan bir madde mehir olamaz. Şayet bu gibi maddelerden biri mehir olarak belirlenirse, nikah hemen fesh edilir. Feshedilmeden Önce adam kadınla cinsel temasta bulunur­sa, o takdirde mehr-i misil gerekir. Ayn olmayıp hizmet gibi menfaat kapsamına giren şeyler mehir olmaz. [128]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

90 nolu Âmir hadisini Tirmizî sahihlemişse de İbn Hacer bunun i sahih olup olmadığı ihtilaf konusudur diyerek görüş ve tesbitini ortaya koymuştur. [129] O bakımdan müctehidlerin çoğu bu hadisle ihticac et­memiştir.

91 nolu Cabir hadisinin isnadında Musa b. Müslim bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Telhis'te ise bu hadisin isnadında ayrıca Müslim b. Rumân'm bulunduğu ve bu zatın da zayıf olduğu belirtilmiştir. [130] Böylece gerek Musa, gerekse onun babası Müslim b. Rumân zayıf ola­rak kabul edilmiş ve rivayetleriyle istidlal ve ihticac edilemeyeceği üzerinde durulmuştur.

Beyhakî ise, bu-gibi az bir nesnenin sidak (mehir) olarak verilme­si, müt'a nikahına ruhsat verildiği dönemle ilgilidir. Müt'â nikahı har­am kılınıp yasaklanınca bu kabil az şeyin sidak olmayacağı da ortaya konmuştur, diyerek buna ayrı bir yorum getirmiştir.

1232 nolu Enes hadisi sahihtir. O bakımdan istidlale salih görülmüştür. Çekirdek ağırlığındaki altın yaklaşık beş dirhem kıymetinde idi. Bugün ise altın ,üe gümüş arasındaki kıymet farkı çok fazla değişmiştir. Bunun bir dinarın dörtte biri kadar olduğunu söyleyenler de olmuştur. Malikîler de aynı görüştedirler. Hanbelîler bu­nun üçbuçuk dirhem kıymetinde olduğunu belirtmişlerdir.

Bu konuda hâber-i ahad olarak birkaç hadis daha buhmu-yor:

İbn Ebî Şeybe'nin Lebîbe'den merfuan yaptığı rivayette şöyle deni­liyor: "Kim nikah akdinde bir dirhemle olsun (kadını kendine) helal kılıyorsa, o cidden onu kendine helal kılmıştır."

Darekutnî'nin Ebu Said'den yaptığı rivayette ise şöyle buyurul-muştur: "Kadına Erak ağacından bir misvakla bile olsun mehir takdir edip verin.."

Bütün bu ve benzeri rivayetleri bir araya getirdiğimizde şu sonucu çıkarmamız mümkündür: Mehir, hem kadının, hem de erkeğin sosyal ve ekonomik yapısına ve gücüne göre takdir edilmelidir. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz du bu konuda belirttiğimiz hususu ölçü olarak bulun­durmuş ve kişinin mali durumuna göre bu hususta kolaylaştırıcı mehir, miktarları belirlemiştir. Allah (c.c.) daha iyi bilir. [131]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Nikah akdinde mehrin belirlenmesi vaciptir.

2- Mehir nikahın sıhhatinin şartlarından değildir.

3- Nikah akdinde unutularak veya kasden mehir anıhnazsa, nikah akdi yine sahih kabul edilir ve kadına mehr-i misil takdir edilir.

4- Mehrin tabanı üzerinde durulmuşsa da tavanı belirlenme­miştir. Daha çok evlenen çiftlerin sosyal ve ekonomik durumlarına ve takdirlerine bırakılmıştır.

5- Hanefîlere göre, mehrin tabanı on, Malikîlere göre üç dir­hemdir. Bu, yaklaşık olarak otuz gram gümüşe tekabül eder.

6- Nikah akdinden sonra cinsel temas meydana gelir veya sahih bir halvet gerçekleşir ve akabinde adam kadını boşarsa, ona tam mehir vermesi gerekir.

7- Cinsel  temas  meydana  gelmeden  ve  sahih  bir  halvet gerçekleşmeden boşanırsa, yarım mehir verilir. Bu daha çok Hanefılerle Hanbelilerin görüşüdür.

8- Nikah akdinden sonra belirtilen iki husus gerçekleşmeden eşlerden biri ölürse, yine mehir tam olarak verilir. Bu daha çok Şafîîlerin görüşüdür.

9- Mehir nakit para olabileceği gibi, istifade edilip alım-satımı mu­bah olan bir eşya da olabilir.

10- Mehir aynı zamanda hizmet gibi bir menfaat da olabilir. Bu daha çok Hanbelilerin görüşüdür.

11- Alım-satımı mubah olmayan, yani mal-i mütekavvim kap­samına girmeyen bir maddenin mehir olarak belirlenmesi caiz değildir.

12- Bu gibi maddelerden biri mehir olarak belirlense bile yapılan nikah akdi çoğuna göre sahih sayılır. İmam Malik'e göre, nikah feshedi­lir.

13- Belirtilen maddelerden biri belirlendikten sonra adam nikah­ladığı kadınla cinsel temasta bulunursa, nikah yine feshedilir ve kadına mehr-i misil vermesi gerekir. [132]

 

Mehil Sidak, Sadak

 

Evlenirken, yani nikâh akdi yapılırken erkeğin kadına vermeyi abul ve taahhüt ettiği mal veya nakde mehir denildiği gibi "sidak" ve sadak" da denir. Böylece hu iki kelimenin kadına verilmesi taahhüt dilen nakit veya mala delâlet eden eş anlamlı iki kelime olduğu ulaşılıyor.

Mehir daha çok kadına tanınan bir hak ve teminattır. Boşama yet­isini elinde tutan kocayı, bu konuda keyfi hareket etmekten lıkoymaya kısmen de olsa yarayan bağlayıcı bir faktördür.

Dördüncü cildin sonunda mehir konusu kısmen işlenmiş ve çıklarinıış bulunuyor. Burada ise, konuyla ilgili diğer hadîsleri ve .çıklamaları getirmek suretiyle daha da aydınlatıcı bilgiler vereceğiz. [133]

 

İlgili Hadisler

 

Sehl b. Sa'd (r.a.) den yapılan rivayete göre, bir kadın Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek şöyle dedi: "Ya

Resûlallah! Doğrusu ben kendimi sana hibe ettim..." ve böylece kadın uzun bir süre ayak­ta durup (cevap) bekledi. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp şöyle dedi: 'Ta Resûlallah! Eğer senin buna ihtiyacın yoksa onu benimle evlendir..." Bu teklif üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendi­miz o adama sordu: 'Yanında sadak olarak ona vereceğin bir şey var mıdır?" Adam da 'Tanımda sadece şu izarım (bedeni örten entari) var..." diye cevap verdi. Efendimiz ona: "İzarmı ona verecek olursan,  izarın olmadığı halde oturup  (kalırsın).

Başka bir şey ara..." diye buyurdu. O da başka bir şey bu­lamıyorum deyince Peygamber (s.a.v.) ona: "Bir şey ara, isterse o şey demir bir yüzük olsun...!" buyurdu. Ama adam hiçbir şey bu­lup temin edemedi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Kur'an'dan yanında bir şey var mı?" diye sordu. O da: "Evet, şu süre, şu sûre var diye­rek birkaç sûrenin ismini andı. Peygamberimiz (s.a.v.) ona: "O halde ben de o kadını sana, yanındaki Kür'an'a karşılık (o sûre­leri o kadına öğretmene bedel) zevce olarak nikahlıyorum" bu­yurdu." [134]

Bu konuda diğer bir rivayet Ebû Numân el-Ezdî (r.a.) den yapılmıştır. Adı geçen diyor ki: "Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz, bir kadını Kur'an'dan bir sûre (mehir olmak) üzere evlendirdi ve sonra şöyle buyurdu: "Bu senden sonra hiçbir kimseye mehir ol­maz (sana has bir uygulamadır)." [135]

İki hadîsin açık delâletinden, kadına verilmesi lüzumlu olan mehir için kesin bir taban ve tavan belirtilmediği ortaya çıkıyor. Aynı zaman­da mehrin mutlaka mal veya para gibi maddî bir eşya olması da şart değildir. Kur'an'dan bir sure olsun öğretmek yeterlidir. Şu kadar ki, me­hir vermekle yükümlü bulunan erkeğin malî gücü yani ekonomik yapısı söz konusudur. Herkez malî kudretine göre bir şey taktır edip verebilir.

Ancak iki hadîsten, sûre öğretme gibi manevî menfaatin sadece, yani istisnaî olarak bir kadına mahsus olduğunu öğreniyoruz. Müc-tehid imamlar ise, konuyu daha detaylı ele alıp incelemişler ve az farklı ictihad ve yorumlar ortaya koymuşlardır. Nitekim dördüncü cildin so­nunda onların bu görüş ve ictihadlarını nakletmiş bulunuyoruz.[136]

 

Hadislerin Tahlilleri

 

Sehl b. Sa'd hadîsinin sahih olduğunda muhaddislerin hemen he­men görüş birliği vardır. Ancak hadîsin son kısmıyla ilgili üç ayrı rivayet bulunuyor ki, mâna ve hüküm yönünden aynı, lafız yönünden farklıdırlar. O bakımdan bu hadîsle istidlal ve istinbat yapılabilir.

Ebû Numân hadîsine gelince, îbn Hacer'e göre, râvileri arasında maruf olmayan biri bulunuyor. Bu yönüyle ihticaca pek salih değildir. Ama bu anlamda birkaç rivayetin mevcudiyetini dikkate alanlar üzerinde ihtiyatla durmuşlardır. nikJİ akdinde mehir anılmazsa.

Bu'hususta'bazı bilgiler vermiş bulunuyoruz. Fukahanın çoğu şu hadislerle istidlal etmiştir: "Yapılan rivayete göre, Alkame diyor ki: Bir kadın hakkında Abdullah (b. Abbas)a baş vuruldu. Kadının kocası ona bir mehir belirlemeden ölmüş ve nikâh akdinden sonra onunla cinsel temasta da bulunmamış. Böylece konu hak­kında ashab arasında farklı görüşler ortaya çıkmaya başladı. Ama Abdullah (b. Abbas) şöyle bilgi verdi: "Diğer kadınlara veri­len mehrin mislinin bu kadına verilmesini öngörüyorum ve bu kadına ölen kocasından miras alma hakkı da vardır. Aynı za­manda şer'i bekleme süresi olan iddet de gereklidir."

Abdullah'ın bu fetva ve görüşüne Ma'kıl b. Sinan el-Eşcaî şehadet ederek Resûlüllah (s.a.v.) Berva'a bint Vâşık için emsaline göre mehir verilmesine hükmettiğini haber verdi. Böylece ihtilâf çözülmüş oldu. [137]

Bu hadîs üzerinde hayli durulmuştur. îbn Hazm: "Hadîste ta'na uygun bir zayıflık yoktur. Zira isnadı sahihtir" derken, İmam Şâfıi: "Bunun benzerinin sübut bulduğunu hiçbir veçhile muhafaza etmiş değilim" demiştir. Bazısı da: "Hadîste ızdırap vardır" diyerek ihticaca sâlih olmadığına işarette bulunmuştur. Zira hadîs bir rivayette Ma'kıl b. Sinan'dan, biı- diğer rivayette Eşca kabilesinden olan bir adamdan ve bir başka rivayette  "Eşca kabilesinden bazı kimselerden" şeklinde rivayet edilmiştir. Bu farklılık ise hadîste ızdırap meydana getirmiştir. Tirmizi bu hadîsi sahîhlemiş, Beyhakî de "îbn Sinan meşhur bir sahabi-dir. O bakımdan hadîs üzerindeki ihtilâf onun sıhhatma zarar vermez" demiştir. Çünkü az farklı da olsa rivayetlerin hepsi de sahihtir. İmam Şafii'nin "Eğer   Bervaa hadisi sahîh olsaydı herhalde onunla ihticac edip  hüküm  çıkarırdım"   dediğine  karşılık Ebû  Ubeydullah  şöyle demiştir: "İmam  Şâfıi eğer hazır olabilseydi, ben Şu insanların önünde şöyle diyerek sesimi yükseltirdim: Hadîs sahîhtir ve sen onunla ihticac-da bulunup hüküm çıkar." [138]

Nikâh akdinde mehir belirlenmez de adam ölürse, isterse eşiyle cinsel temasta bulunmuş olsun, isterse bulunmamış olsun, halvet-i sahîha meydana gelsin gelmesin kadın emsaline uygun mehir almaya hak kazanır. Hadîs buna açık şekilde delâlet etmektedir. Nitekim İbn Mes'ud (r.a.), İbn Sirîn, İbn Ebî Leylâ, Ebû Hanîfe ve arkadaşları, İshak ve Ahmed de aynı görüş ve ictihaddadırlar.

Hz. Ali, îbn Abbas, Ömer (Allah hepsinden razı olsun), İmam Mâlik, Evzâî, Leys, el-Hâdi ve Şafii'den gelen bir rivayeti aynı zamanda Kasım'dan gelen bir rivayete göre bu durumda kadın mehire hak ka­zanmaz, sadece mirasa müstehik olur.

Şafii'den yapılan bir diğer rivayete göre ise, kadın mehir hakkına da sahip olur şeklindedir. [139]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Nikâh akdinde mehir anılmaz ve belirlenmezse, yapılan akid sahîh kabul edilir. İmam Mâlik buna muhalefet etmiştir. Ona göre me­hir nikâhın şartlarındandır.                                            

2- Nikâh akdinde mehir anılmaz ve belirlenmezse, kadın yine de bu hakka sahihtir, emsaline uygun mehir alır.

3- Nikâh akdinde mehir anılmaz ve adam da henüz cinsel temasta bulunmadan ve sahîh bir halvette meydana gelmeden ölürse, kadın vhem mehir hakkına, hem de miras hakkına sahib olur.

4- Mehir şu üç manadan biriyle gerçekleşir: Duhul (cinsel temas), halvet-i sahiha, karı-kocadan birinin ölümü. Bu durumlarda ister nikâh akdinde mehir anılıp belirlenmiş olsun, ister olmasın fark etmez.

Hattâ adam, kadına hiç mehir vermemek şartıyla evlense yine de kadın mehr-i misil almaya hak kazanır. Yani bu durumda adam kadınla cinsel temasta bulunur veya ölürse, kadın emsaline uygun me­hir alır. [140]

 

Kadın Mehir Almadan Kendini Kocasına Teslim Etmeyebilir

 

Önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi, mehir kadın için bir güvence ve aynı zamanda nikâh akdinden hemen sonra nafaka ve geçiminin erkeğe ait olduğunu ortaya koyan bir belgedir. O bakımdan nikâh akdinden sonra adam belirlenen veya belirlenmeyen mehri verm­eden kadına yaklaşmak isterse, kadın kendini mehir almadan teslim et-miyeceğini söylemesi caizdir. Yani bu durumda onun cinsel isteğini geri çevirebilir. Aşağıya nakledeceğimiz hadîs bu manaya delâlet etmekte­dir.

Yapılan rivayete göre, İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir;

"Hz. Ali (r.a.) Hz. Fatıma ile evlendiğinde, Resûlüllah (s.a.v.) Efen­dimiz Hz. Ali'ye şöyle buyurmuştur:

- "Fatıma'ya bir şey (mehir olarak) ver!/1 O da:

- "Ya Resûlallah! Yanımda (verebileceğim) bir şeyim yok­tur" deyince, Efendimiz (s.a.v.) ona:

- "Senin hutamiyye zırhın nerede?" diye sormuştur. (Yani hiç değilse o zırhı mehir olarak ona ver demek istemiştir). [141]

Diğer bir rivayette ise olay şöyle cereyan etmiştir:

Hz. Ali (r.a.) Fatıma ile evlenince onun yanına girmek istedi. Resûlüllah (s.a.v.) Fatıma'ya bir şey verinceye kadar onu engelledi. (Yanına girmesine mani oldu). Bunun üzerine Hz, Ali: "Ya Resûlallah! Benim verecek bir şeyim yoktur" deyince, Efendimiz (s.a.v.) ona: "Hutamiyye zırhını ona ver" buyurdu. O da ona zırhını verdik­ten sonra yanına girdi." [142]

Yapılan rivayete göre, Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:

"Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bana bir kadını, henüz kendi­sine (mehir olarak) bir şey vermemiş olan kocasının yanına sok­mamı emretti..." [143]

 

Bu Konuda Müctehid İmamların , Görüş ve İctihadları

 

a) İmam Ebû Hanîfe'ye göre, kadına verilmek üzere belirlenen mehir, müeccel değil de muaccel ise, bu durumda kadın mehrinin tam­amını almadan kendim kocasına teslim etmeyebilir. Buna cevaz veril­miştir.   İmam   Ebû   Yusuf   ile   İmam   Muhammed,   bu   görüşe katılmamışlardır.

Bunun gibi, kadın muaccel olarak belirlenen mehrini tamamen al­madıkça kocası onu dışarıya, yolculuğa ve nâfîle olan hacca çıkmaktan men'edemez. İmameyne göre kadına bu cevaz verilmemiştir. [144]

b)  Şâfiilere göre, kadın belirlenmiş muaccel mehri tamamei alıncaya kadar kendini kocasına teslim etmeyebilir. Müeccel olan me-hirde ise, kadına imtina hakkı verilmemiştir.

Karı kocadan her biri "sen teslim etmedikçe ben teslim etmem derse, bir rivayete göre erkek icbar edilir, yani mehri hemen ödemes hususunda zorlanır. Diğer bir rivayette ise icbar yapılamaz. En uygui olanı, mehir alınıp âdil bir kişiye bırakılır ve sonra kocasına teslim ol maşı için kadın icbar edilir. [145]

c) Hanbelî ve Mâlikilere göre de, kadın muaccel olan mehrin almadıkça kendisini kocasına teslim etmeyebilir. Hattâ Mâlikilere gör kendini teslimde kerahet vardır. [146]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

îbn Abbas hadîsini Hâkim sahîhlemiş; Ebû Dâvud ile el-Münzeı ise susup görüş beyan etmemişlerdir.

Bu konuda îbn Abbas (r.a.) dan yapılan ikinci rivayet de Ebû Davud'un Süneninde geçmektedir. Onu Muhammed b. Abdirrahman b. Sevban, Peygamber'in (s.a.v.) ashabından olan bir adamdan rivayet etmiş ve o adamın İbn Abbas olduğuna değinmemiş tir.

Böylece iki hadîs birbirini kuvvetlendirmekte ve istidlale salih görülmektedir. O bakımdan mehir vermek her ne kadar vâcipse de, kadınla cinsel temasta bulunmadan önce vermekte birçok yararlar söz konusudur. Değişik bir aile ortamına girerken kendi ailesinden bir bakıma ayrılan kadına ilk adımda bu desteği sağlamak yerinde olur.

Resûlüüah'm (s.a.v.) Hz. Ali'yi Fatıma'nm yanma girmekten

Imen'etmesi vücubu gerektirmez, sadece bir tavsiye ve teşvik mahiyetin-| dedir. Ancak mehir muaccel olarak belirlenmiş ve kadın da onu hemen [istiyorsa, o takdirde adam mehri Ödemeden hukuki yönden kadının yanma giremez.

117 no'lu Hz. Aişe hadîsine gelince, Ebû Dâvud bunun râvî zinciri-'. ni değerlendirirken "Hayseme bu hadîsi Hz. Aişe'den duymamıştır" demiştir.

Hz. Aişe hadîsi, az yukarıdaki iki hadîsin hilâfına bir anlam taşımaktadır. Böylece adam mehri ödemeden nikahladığı kadının yanma girebilir hükmü ortaya çıkıyor.

Üç hadîsin arasını te'lif edecek olursak şu sonucu ortaya çıkarmamız mümkündür. Hz. Ali'nin bir şey vermeden Fatıma'nın yanma girmemesini buyuran Hz. Peygamber, bunu bir vücup an­lamında değil kadına verilen değere, ona sunulan keramete atfen ve -ayrıca karı-koca arasında bir ünsiyetin çabucak doğmasına binaen buy­urmuştur. Allah ve Resulü daha iyi bilirler... [147]

 

Adamın Kendi Eşine ve Onun Yakınlarına Hediye Vermesi

 

Şüphesiz hediye insanlar arasında ilgi, sevgi, dostluk ve yakınlaştırmayı oluşturan güzel geleneklerden biridir. Hediyenin en anlamlısı ve ilâhi hoşnutluğa en yakın olanı, hiçbir karşılık beklemeksi­zin gönülden gelen bir arzuyla verilenidir.

İslâm bu güzel geleneği sünnet kılarak hediyeleşmeyi bir takım manevî ve uhrevî mükâfatlarla teşvik ederek ona apayrı bir anlam ka­zandırmıştır.

Evlenen çiftin hediyeleşmesi ise daha başka bir anlam taşır. Özellikle kocanın eşine ilk göndereceği hediye  aradaki sevgi ve saygı bağlarım kuvvetlendirir ve yeni bir eve ayak basan kadının heyecanını teskin eder, kocasına daha samimi bağlanmasına yardımcı olur. Aynı zamanda adamın kendi eşinin yakınlarına da münasip birer hediye ver­mesi çok güzel bir gelenek, iki ayrı aileyi birbirine daha çok yakınlaştıran güzel bir davranıştır.[148]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Arar b. Şuayb'den, o da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir. Resâlüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: "Hangi kadın nikâh akdinden önce (kocası olacak adamdan) sadak, bağış veya (va'dedilen) bir nesne (verilmek) üzere evlenirse, (isterse o şeyler başkası yani anası, babası veya velîsi için verilmiş olsun) hepsi de o kadına ait olur. Nikâh akdinden sonra ise, kime, kim için verilmişse ona ait olur..." [149]

Müctehid imamların bu hadîs ve ilgili bulunduğu konu üzerinde çok az bir görüş farkları olmuştur:

a) Ömer b. Abdilaziz, es-Sevrî, Ebû Ubeyd, İmam Mâlik vt el-Hâdî'ye göre, akidden önce söz kesilmiş kıza verilen ve vaadedileı her şey o kıza ait olur. İsterse verilen bazı şeyler o kızın yakınlarmda birine verilmfH istenmiş olsun, yine de söz kesilmiş kıza ait olur. Nikâh akdinden so|jffi |verilen hediye kimin adına izafeyle verilmişse ona ait

b) İmam Şafii'ye göre, nikâh akdinden önce sözlü kızdan başkası adına verilmek üzere yapılan tasrih hükümsüzdür...

Nikâh akdinden önce kızın velisinin kendisine bir şeyler verilme­sini şart koşması da geçersizdir. Dört mezheb imamlarıyla fukahanın hemen ekserisi bu görüştedir. [150]

Zira nikâhtan Önce kızın yakınları adına verilen her şey, dolaylı yoldan kızın velilerini söz verme karşılığında birtakım taleplerde bu­lunmaya alış tır abilir. Dolayısıyla başlık konusu gündeme gelmiş olur ki islâm buna cevaz vermemiştir. [151]

 

Düğün Cemiyeti, Düğün Ziyafeti

 

İslâm dini kendisinden önceki bütün kötü ve zararlı âdetleri orta­dan kaldırmıştır. Örf ve âdeti meşru sınırlar içinde kabul edip dinin özüne, ruhuna ve esasına uymayan örf ve âdetlere yer vermemiştir., Zira bu konuda izlenen genel kaide şöyledir. "Celb-i menfaat, defi ma­zarrat", yani fert, aile ve toplum için faydalı olanlara kapıyı açık tutup kabul etmek; zararlı olan her şeyi defedip kapıyı buna karşı kapalı tut­mak...

Düğün, dernek, düğün cemiyeti, düğün ziyafeti dinîn esas ve pren-siblerine aykırı olmadığı takdirde meşrudur. İslâm bu âdeti ve geleneği reddetmemiş, ancak onu meşru sınırlar içine alarak sünnet kılmıştır. [152]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, Abdurrahman b. Avfa: "İsterse bir koyunla olsun düğün ziyafeti ver..." buyurmuştur. [153]

Yapılan rivayete göre, Enes (r.a.) şöyle haber vermiştir: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz eşi Zeyneb için (onunla evlenince) verdiği düğün ziyafetini eşlerinden hiç birisi için vermedi. Zey­neb ile evlenince bir koyun kesip ziyafet verdi." [154]

Yine Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçeri diyor ki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz eşi Safiyye ile evlenince hurma ve sevîk (kavut) ile düğün ziyafeti verdi." [155]

Safiyye bint Şeyhe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle ştir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz evlendiği eşlerinden bir ı için iki müdd arpa ile ziyafet verdi." [156]

demiştir:

Safiyye kıssasıyla ilgili Enes (r.a.) den şöyle rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Safiyye'yle ilgili düğün ziyafe­tinde hurma, çökelek ve yağ ikram etti." [157]

 

Hadislerin Işığında Mezhablerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Şafii mezhebine göre, düğün ziyafeti sünnettir. Diğer bir görüşe göre vâcibdir. Çünkü Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Abdur­rahman b. Avfa düğün ziyafeti vermesini emretmiştir.

Düğün ziyafetine davet vaki olduğunda ona katılmak farz-ı ayndır. Diğer bir rivayete göre farz-ı kifayedir. Şâflilerden bazısına göre sünnettir. Ancak ister farz, ister vâcib veya sünnet olsun, sadece zenginler davet edilirse, o takdirde gitmek farz veya vâcib veya sünnet değildir. Aynı zamanda birinci gün davet edildiği takdirde bu hükümiridir. İkinci veya üçüncü gün yapılan davete icabet gerekli değildir. atta üçüncü günü icabet etmek mekruhtur. Sonra da düğün ziyafe-nde münkerat ve gayr-i meşru şeyler olmamalıdır. Aksi halde o tür yafetlere katılmak tahrîmen mekruhtur. [158]

b) Hanbelî   mezhebine   göre,  düğün  de  ziyafet  sofrası ^zırlamanın meşru bir sünnet olduğunda görüş ayrılığı yoktur. İcabet tmek ise, gayr-i meşru bir durum yoksa vâcibdir. Bu ziyafet bir ünden fazla da devam edebilir. [159]

c) Hanefî ve Mâliki mezheblerine göre, düğün ziyafeti vermek dnnet veya müstehabdır. İcabet etmek ise, farz-ı kifayedir. (130).

Bu konuyu aşağıda biraz daha açıklayacağız. Zira günümüzde ter-iplenen düğün ve derneklerde sünnet dışı birçok fiiller işlenmekte ve ıir sürü bid'atlere yer verilmektedir. [160]

 

Taliller ve Diğer Rivayetler

 

123  no'lu hadîs sahihtir ve ihticaca elverişlidir. O bakımdan nüctehid imamların hemen hepsi bu hadîsi ilgili konuda mesned leçmişlerdir. Ancak hadîste yer alan emr-i resûlüllah vücub mu ifade idiyor, yoksa bir tavsiye anlamında mıdır? İlim adamlarının yorum ve ctihadları az farklıdır: Kimine göre vücub, kimine göre sünnet ifade îder.

124 nolu Enes hadîsini aynı zamanda İbn Hibban tahrîc etmiştir. Sadîs sahihtir ve istidlale, ihticaca sâlihtir.

"Düğün ziyafeti" diye tercümesini yaptığımız "velîme", "veln" sökünden türetilmiştir. Cem olmak (biraraya gelmek) demektir. Nite­kim düğün sebebiyle hem evlenecek olan çiftler, hem de dost ve yakınlar biraraya gelir. Ayrıca bu kelime bir sevinçten dolayı yapılan tıer yemek ve hazırlanan her sofraya da delâlet eder. Ama mutlak an-Lamda "düğün ziyafetine" kayıtlı olarak da diğer ziyafetlere delâlet söz konusudur. îbn Esir ise, bunun yalnız "düğün ziyafeti"ne has bir ke­lime olduğunu belirtmiştir. [161]

Düğün ziyafetinin vâcib olduğunu söyleyenler aynı zamanda Ta-berânî'nin rivayet ettiği şu hadîsi de delil olarak göstermektedir: "Düğün ziyafeti haktır..." Müslim'de de fakirlerin davet edilmediği bir düğün ziyafeti şer olarak vasıflandırıldıktan sonra, meşru ölçüler içinde böyle bir sofranın hazırlanması haktır denilmiştir.

Ahmed b. Hanbel'in Bureyde (r.a.) den yaptığı rivayete göre, Hz. Ali (r.a.) Hz. Fatıma ile evlenince Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Düğün için ziyafet sofrası gereklidir." [162]

Taberânî'nin rivayetinde geçen "haktır" sözünden maksat "bâtıl ve anlamsız değildir." Nitekim ilim adamlarının çoğu bu mâna üzerinde durmuşlardır. Böylece düğün ziyafeti vâcibdir diyenler hadîstedeki "hak" kavramını vücub anlamına; sünnettir diyenler ise onu batıl değildir, anlamsız sayılmamalıdır yorumuyla desteklemişlerdir.

Ancak düğün ziyafeti ne kadar hazırlanmalıdır? Kimine göre nikâh akdi yapılırken, kimine göre de zifafa girildikten sonra yapılmalıdır. Ancak ciddi tesbitlere göre bu iki vakitten müsait olanı seçilebilir. Bunda bir sakınca yoktur.

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Zeyneb validemizle evlenip zifaftan sonra ashabına bir sofra hazırlatıp insanları davet etmiştir. Buharî'de bilhassa buna temas edilmekte ve gerekli rivayet nakledilmektedir.

Abdurrahman hadîsinde "bir koyunla da olsa düğün ziyafeti ver" ifadesinden, düğün sofrası için en az bir koyunun hazırlanması hükmü ortaya çıkıyor. Ancak bu hali vakti yerinde olanlar hakkında söz konu­sudur. Fakirler kendi imkânları nisbetinde bir sofra hazırlarlar. Abdurrahman b. Avf m (r.a,) varlıklı bir kişiliği olduğunu siyer kitapları nakl etmekte dir.

Bu ifadeyi tahlîl edip yorumlayan Kadı Iyaz şöyle demiştir: "Düğün ziyafetleri için bir tavan çizilmediğinde ilim adam­larının icma'ı vardır." Böylece kişi kendi malî durumuna ve çevredeki dostlarına yakınlarına ve bir de fakir ailelerin sayısına göre bir sofra hazırlar. Ancak unutmamak gerekir ki, bu konuda da israftan kaçınmak gerekir. Lüzumundan fazla masraf şöhret ve halkın takdir duygularını harekete geçirme niyetinden uzak kalınmakta sayısız fay­dalar vardır.

124 nolu hadîste Resûlüllahm (s.a.v.) Zeyneb'le evlenmesi sebe­biyle verdiği ziyafetin bir koyun olduğunu ve hiç bir eşi için böyle bir so­fra hazırlanmadığı belirtiliyor. Şüphesiz bu Hz. Enes'in (r.a.) görüşüdür. Zira Resulüllah'm (s.a.v.) Mekke'de umre kazasını yerine getirdiğinde Hars kızı Meymune ile evlenmiş ve daha geniş ve zengin bir sofra hazırlatmıştı. Aynı zamanda Resûlüllah (s.a.v.) Efendiniiz'in bîr koyun keserek verdiği ziyafette yüzlerce kişiyi doyuracak bir ilâhi bereket mevcuttu. Nitekim İbn Hacer, el-Fetih'te bu yoruma geniş yer vererek doyurucu bilgi sunmuştur.

Unutmamak gerekir ki, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz düğün ziy­afeti konusunda bir eşini diğerinden farklı görmemiştir. Sadece günün larına ve mevcut imkânlarına göre bir sofra hazırlamıştır. Çünkü indimiz (s.a.v.) mutlaka her işinde adaleti gözetir, ilgi ve sevgide tlik ilkelerinden ayrılmazdı.

125 no'lu Enes hadîsi de sahîh olup Resûlüllah'm (s.a.v.) o günkü rumuna  göre  hurma ve kavut  olarak bir  sofra hazırlattığını dermektedir.

126 nolu Safiyye bint Şeyhe, hadîsi murseldir. Yani senedinde bir labî düşürülmüştür. Aynı zamanda Safiyye sahabi değildir. Nitekim teı hadîsçiler onun bu hadîsi Hz. Aişe'den (r.a.) duyup naklettiğim be­zmişlerdir. Nesâî ise birinci rivayeti, yani bizim metin olarak ver­gimiz şekli tercih etmiştir.

İbn Mâin, Ebu Hatim ve Ebû Zür'a gibi hadîs âlimleri Safiyye'nin ta olduğunu ortaya koymuşlardır. Ayrıca hadîs Ebban b. Salih tari­fle nakledilmiştir ki, bu zat hakkında farklı görüş ve tesbitler vardır: n Abdilber onun zayıf olduğunu et-Tembîh'de söylerken îbn Mâin |un güvenilir olduğuna dikkatleri çekmiştir.

Safiyye kıssasıyla ilgili iki sahîh rivayet daha bulunuyor ki birini iharî ile Müslim ittifakla nakle tm işi erdir ve sahihtir. O bakımdan zü edilen hadîsle istidlalin ve ihticacm salîh olduğu rahatlıkla ylenebilir. [163]                                           

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Düğün ziyafeti hazırlayıp dost, yakın ve fakirleri davet etmek üekked sünnettir.

2- Daha çok nikâh akdi yapıldıktan veya zifafa girildikten sonra »zırlanınasının müstehab olduğuna kail olanlar ekseriyettedir.

3- Düğün ziyafeti için bir taban ve tavan belirlemenin sünnet ol-ayacağım savunanlar ise çoğunluktadır.

4- Düğün ziyafeti için israfa kaçmamak, her kişinin kendi malî jikânlarma ve çevresindeki dost, yakın ve fakirlerin sayısına göre ızırîaması sünnettir.

5- Birden fazla kadınla evlenen kimse de yine malî durumuna ve imin şartlarına göre eşleri arasında bir tercih ve üstünlük duygusu ışımadan eşit ölçülere göre sofra hazırlar. [164]

 

Düğün Ziyafetine Yapılan Davete İcabet Etmek

 

Müslümanları birbirine yaklaştırıp aralarındaki soğuk havayı kaldıran, kalpleri birbirine ısındıran sosyal davranışlardan biri de düğün ve derneklerde meşru sınırlar dahilinde hazırlanan ziyafet so­frasına yapılan davete icabet etmektir. O bakımdan ilim adamlarından kimi bunu vâcib, kimi farz-i kifaye, kimi de müekked sünnet olarak görmüş ve hepsi de gereği üzerinde durarak bu güzel sünnetin de­vamını teşvik etmişlerdir. Yeter ki, hazırlanan sofra İslâmi prensiplere uygun olsun, haram ve mekruh şeylere imkân verilmesin... [165]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: 'Temeğin en kötüsü şu düğün ziyafetidir ki zenginler davet edilir, fakirler terk edilir. Kim de yapılan davete icabet etmezse, gerçekten o Allah'a ve Resulüne isyan etmiş olur." [166]

Diğer bir rivayette ise hadis şu lâfızla nakledilmiştir: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: 'Yemeğin en kötüsü düğün ziya­fetleridir ki ona gelmek isteyen menedilir, gelmek istemeyen de davet edilir. Kim yapılan davete icabet etmezse, gerçekten o Allah'a ve Resulüne isyan etmiş olur." [167]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efen-dimiz şöyle buyurmuştur: "Şu (düğün dernek ziyafetine yapılan) davete çağrıldığınızda icabet ediniz." Nitekim İbn Ömer, oruçlu olduğu halde düğün veya başka bir ziyafete çağrıldığında he­rhalde icabet ederdi... [168]

"Sizden biriniz düğün sofrasına davet edildiğinde ona  gelip katılsın." [169]

Ebû Davud'un yaptığı rivayette ise şöyle denilmektedir: "Davet edilen kimse oruçlu değilse ikram edilen yemekten yesin, oruçlu ise yemeği bıraksın."

Bu konuda Resûlüllak'ın (s.a.v,) şöyle buyurduğu da tesbîten nvâyet edilmişir: "Kim davet edilirde o davete icabet etmezse, cid­den o Allah'a ve Peygamberine karşı gelmiş olur. Kim de davet­siz olarak bir ziyafet sofrasına girip katılırsa, hırsız olarak oraya girer ve yağmacı olarak oradan çıkar..." [170]

Câbir'in (r.a.) yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz yemeğe davet edildiğinde, ona icabet  etsin. Artık isterse o yemekten yer, isterse yemeği

bırakır." [171]

Ziyafet sofrasına oturmayıp yemekten imtina etmek oruçlu kim­seyle ilgilidir. Oruçlu olmayan kimsenin oturup bir şeyler yemesi sünnettir.

Nitekim, Ebâ Hüreyre'nin (r.a.) yaptığı sahih rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden kim davet edilirse icabet etsin. Oruçlu ise (münasib bir yerde durup) na­maz kılsın. Oruçlu değilse ikram edilen yemekten yesin..." [172]

Bir başka rivayette ise şöyle Duyurulmuştur: "Sizden biriniz yemeğe davet edildiğinde, oruçlu bulunuyorsa "ben oruçluyum" desin..." [173]

 

Hadislerin Işığında Müctehid İmamların Görüş ve İctihadları

 

a) Şafii mezhebine göre, düğün ziyafeti bir kavle göre sünnet, bir kavi veya veçhe göre vâcibdir. Bu ziyafete icabet etmek ,farz-ı ay­nıdır. Bazısına göre, farz-ı kifayedir. Bir başkasına göre, sünnettir. An­cak icabetin vacib veya sünnet olması bazı şartlara bağlıdır: Meselâ o ziyafetin sadece zenginlere tahsis edilmemesi, birinci günde davet edil­miş olması, korktuğu veya bir makam  ve mevki arzu ettiği için olma­ması, ziyafet mahallinde kendisine eziyet edecek birinin yer almamış olması, kendisine lâyık olmayan kimselerle birlikte oturma durumuna düşmemesi, dinen sakıncalı bir ortamın söz konusu olmaması bu cümledendir. [174]

b) Hanefî, Mâliki ve Hanbelî mezheblerine göre, icabet vâcibdir. Yeter ki, ortada gayr-i meşru bir eğlence tertip edilmiş ol­masın.

Düğün ve dernek sofralarında şahsen davet vaki olmadığı, sadece cami cemaatine "Hepiniz düğün ziyafetine davetlisiniz" denildiği tak­dirde icabet ne vâcib ne de müstehabdır. Ancak bu durumlarda da ica­bet etmekte bir sakınca yoktur. Nitekim aşağıda bu hususlara geniş yer verilecektir. [175]

133 nolu Ebû Hüreyre hadîsi sahihtir. O bakımdan istidlal ve ihti-caca salîh görülmüştür. Düğün ve diğer ziyafetlere sadece zenginlerin davet edilmesi, fakirlerin terkedilmesi kınanmakta ve bu tür davranış ve ayırımların İslâm'ın    cemaatleşme ve kardeşlik ruhuna aykırı olduğuna işaret edilmektedir.

Düğün ve dernek sofralarına davet etmek müekked sünnet ise, ona icabet etmek çoğuna göre vâcibdir. O bakımdan davet edildiği halde -meşru bir mazereti söz konusu değilse- gitmeyen kimse bu vucubu ye-rme getirmediğinden dolayı günah işlemiş olur. "Allah ve Resûlüna is­yan etmiş olur" dan maksat, vücub ifade eden bir fiili kasten terkden dolayı günah işlemiş sayılmasıdır. İcabet müekked sünnet ise, Resû-lüllah'm böyle bir sünnetini terkten dolayı kıyamet gününde muahaza edilmesidir.

134 nolu hadîs1 de bunu desteklemekte ve konunun önemini belirt­mektedir. Aynı zamanda bu hadîs de sahîh kabul edilmiştir.

135 nolu İbn Ömer hadîsi de sahihtir ve ihticaca salihtir. Aynı zamanda meşru olan diğer davetleri de kapsamakta ve meşru her davete :abetin vâcib olduğu belirtilmektedir. Nitekim İbn Ömer (r.a.) İslâm khını ve Resûlüllah'm sünnetini en iyi bilen ilim adamlarından kabul dilir. O davet edildiği meşru her ziyafete oruçlu olsa bile katılmıştır.

Ancak bu noktada belirtelim ki, düğün ziyafetinden başka ziyafet-ive icabet etmek dört mezhebe göre de vâcib değildir. Daha çok lüstehabdır. Hattâ Serahsi biraz daha ileri giderek bu konuda icma ardır demiştir. [176]

137 nolu hadîste "Hırsız olarak girer ve yağmacı olarak çıkar" iuyurulmuştur. Bu anlatım tarzı, mü'minin yararlı, edepli ve şahsiyetli ilduğuna işaret etmekdir. Zira düğün ve derneklerde davet edilmeyen­lerin da katılmasıyla bir düzensizlik meydana gelir ve davet sahibi inüşkil duruma düşebilir. O bakımdan bu tür hareketler mekruh sayılmıştır.

Oruçlu kimse davet edildiğinde, bu duruma bakmayarak icabet 5der. Ancak tuttuğu oruç nafile ise, isterse orucunu bozup sofraya otu-Kır, isterse bozmayıp başkası yemekle meşgulken müsait bir yer varsa çekilip orada namaz kılar; değilse bir köşede oturup teşbih ve tahmidle meşgul olur.

Şafıiler ve bir de Hanbelîlerin bir kısmı, davet edilen oruçlu kim­senin sofrada oturup birşeyler yememesi ziyafet sahibini üzecekse, o takdirde orucunu bozması efdaldir demişlerdir. Revyani ise, mutlaka orucunu bozması müstehabdır demiştir, [177]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Düğün ziyafet sofrasına fakir, zengin ayırd edilmeksizin dost, yakın ve komşuları davet etmek sünnettir. Bazısına göre vâcibdir.

2- Sadece zenginleri ve ileri gelenleri davet etmek sünnete aykırıdır ve o bakımdan tenzihen mekruhtur.

3-Düğün ziyafetine yapılan davete icabet vâcibdir. Meşru bir maz­ereti olmaksızın gitmemek tahrîmen mekruhtur.

4-Düğün ve diğer meşru sınırlar dahilinde yapılan diğer ziyafet ve derneklere katılmakta müekked sünnettir. Düğün ziyafetine ise vaki davete icabet vâcibdir.

5- Oruçlu bulunan kimsenin de davete icabet   etmesi vâcibdir. Düğün sahibi hoş karşıladığı takdirde orucunu bozmaz. Hoş karşıla­madığı, sofraya oturmadığı için üzülecek olursa, orucunu bozar ve sonra kaza eder.

6- Davet edilmediği halde düğün ve benzeri ziyafetlere katılmak tenzihen -mekruhtur. Ancak genel anlamda bir davet vaki olmuşsa, o takdirde kerahet söz konusu değildir.

7- Özel şekilde değil de genel anlamdaki davete icabet vâcib değildir.

8- Oruçlu olduğu halde davete katılan kimse, bulunduğu yer müsaitse namaz kılar veya zikir ve teşbihle meşgul olur. Böyle yapması müstehab sayılmıştır.

9- Davet edilen kimse, sofrada boş bulunduğu yerde oturur. Dışardan gelenlere yer ayırıp imkân vermekte müstehabdır.

10- Düğün, dernek sofralarını hazırlarken hem haram ve mekruh şeylerden ve davranışlardan sakınmak, hem de israfa kaçmamak vâcibdir.

11- İmam Malik'e, Cumhur-i Şâfıiye ve Hanbelilerin çoğuna göre, düğün dâvetine icabet -meşru bir mazeret olmadığı takdirde- farz-ı ayndır.

12-  Şâfıilerden bazısına ve Hanbelîlerden birkaç ilim adamına göre, müstehabdır.

13- Böylece bu konudaki bütün görüş, yorum ve ictihadları bira-raya getirdiğimizde davete icabetin vâcib olduğu ağırlık kazanmak­tadır. [178]

 

Birden Fazla Düğün Daveti Aynı Gün, Aynı Saate Rastlarsa

 

Birden fazla davet vaki olur da hepsi aynı gün ve saate tesadüf ederse, bir tercih yapmak söz konusu olur. Bu hususta da Resûlüllah (s.a.v.)'Efendimiz adap doğrultusunda ümmetini aydınlatarak hem fiilî, hem de kavli (sözlü) sünnetini ortaya koymuştur. [179]

 

Îlgili Hadisler

 

Humeyd b. Abdirrahman el-Himyerî'den, o da Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ashabından bir adamdan rivayetle Resûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"İki davetçi (aynı gün, aynı saat için) biraraya gelirse, kapısı en yakın olanın dâvetine icabet et. Zira kapısı cihetiyle en yakın olanı, komşu olarak da en yakını sayılır. Onlardan biri diğerinden Önce gelip davet ederse, artık ilk davet edenin dave­tine icabet et!." [180]

Hz. Aişe validemiz (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: Hz. Aişe (r.a.) Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den şöyle sormuştur: 'Doğrusu benim iki (yakın) komşum vardır, on­lardan hangisine hediye göndereyim?" Bunun üzerine Efendi­miz ona şu cevabı verdi: "Kapısı sana daha yakın olana..." [181]

Bu ve diğer rivayetlerin ışığında müctehid imamların hemen hep­si, gerek davete icabette, gerekse hediye gönderirken bir tercihte bulun-, mada hadîslerde geçen tavsiyeye uymuşlardır. [182]

 

Tahliller

 

145 no'lu Humeyd hadisinin isnadında Hâlid b. Yezîd b. Abdir­rahman ed-Dâlâni bulunuyor. Hadîs âlimlerinin bu zat hakkındaki tes-bitleri az farklıdır: Zehebî bu zat üzerinde durmamıştır. Şevkanî ise şu tesbitlerde bulunmuştur: Ebû Hatim er-Râzî onun sıka (güvenilir) olduğunu, İmam Ahmed onun riv'âyetinde bir sakınca olmadığını belirt­miştir, îbn Mâin "onda bir beis yoktur" derken İbn Hibban "onun rivâyetiyle ihticacda bulunmak caiz değildir" demiştir. İbn Adiy ise "onun hadîsinde az da olsa leyn vardır. Bununla beraber onun hadîsi yazılabilir" diyerek onun fazla titiz olmadığına dikkat çekmiştir. Tel-his'de ise, Humeyd hadîsinin zayıf olduğu belirtilmiştir.

Hafız İbn Hacer ise, 146 nolu Hz. Aişe hadîsini sahîh kabul edip onu Humeyd hadîsine şâhid göstermiştir. Böylece hediye verme bakı­mından kapısı daha yakın olanı tercih söz konusu olunca, düğüne davete icabet konusunda da o tercih edilir. Ama kapısı daha yakın olan­la diğeri davet ettiklerinde, kapısı biraz uzak olan daha önce davet etmişse, o tercih edilir. İkisinin de kapısı aynı seviyede olur ve ikisi de aym anda davette bulunursa, o takdirde kura çekilir. Bazılarına göre ise, hangisi daha alim, daha takva ve daha salih ise o tercih edilir. Bütün bu vasıflarda eşit olurlarsa şüphesiz kura çekmekte fayda vardır. " [183]

İlim adamlarından bir kısmı ise şöyle bir yol ve yöntem izlenmesi­ni tavsiye etmişlerdir. Her iki komşu ve dostu birden memmun etmenin çar esir i aramak ve bunun için her birinde az bir süre oturmak suretiyle ikisine de gitmiş olmak... [184]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Düğün ziyafetine davette birden fazla kişi söz konusu olunca, ilk gelip davet eden tercîh edilir.

2- Davet eden birden fazla kimse aynı gün ve aynı saati belirle-mişlerse ve ikisi aynı anda davette buiunmuşlarsa, o takdirde kapısı daha yakın olan tercîh edilir.

3- Kapıları da aynı yakınlıkta ise, ya kur'a çekilir veya hangisi daha âlim daha salih ise o tercih edilir.

4- Bütün bu sıralama ve tercihe rağmen her kişini de memmun et­mekte sayısız faydalar vardır. Mümkün olmadığı takdirde gidilemiyen düğün sahibinin gönlü almır.

5- Gerek düğün, gerekse diğer ziyafet sofralarında herkes kendi önüne konulandan yer, bir başkasının Önüne elini uzatmaz ve aşırı ye­ğrekten kaçınır. [185]

 

Düğün ve Dernekte İslami Açıdan İşlenmesi Doğru ve Caiz Olmayan Fiiller İşlenmesi

 

İslâm dini kitap ve sünnetiyle faydalı, hayırlı ve güzel, temiz olan şeyleri mubah saymış; zararlı, şerli, murdar ve kabîh şeyleri mekruh veya haram kılmıştır. O bakımdan düğün ve derneklerde şer'î Ölçüler dışında birtakım haram ve mekruh fiillerin işlendiği takdirde bunları gidermek gerekir. O giderme yollarından biri de, müslümanlarm o gibi toplantı ve ziyafetlere katılmam asıdır. Buna biz otokontrol de diyebili­riz.

îslâmi esas ve prensiplere göre, haram ve mekruh fiillerin işlendiği bir yere ölümle tehdit, mal ve cana kasdetme söz konusu ol­madığı sürece gitme, aynı fiili işlemek gibidir. Zira küfre rıza küfür, ahlâksızlığa rıza ahlâksızlık, günaha rıza da günah sayılır.

Nitekim Irak Acemine genel vali olarak gönderilen Huzeyfe b. Yeman (r.a.), oraya varıp icra-i faaliyete başlayınca, bir toplantıda su­suzluğunu gidermek için bir bardak su istedi. Kendisine gümüş bardak­ta su takdim edilince içmeyip geri çevirdi ve bardağın değiştirilmesini emretti. İkinci defa aynı hata işlenince gümüş bardaktan su getiren kişiyi azarladı ve: "Ben bu gibi kaplarda yemek yemeyi, su içmeyi har­am kılan bir Peygamberin getirdiği son dini talîm etmek üzere buraya gelmiş bulunuyorum. Onun sünnetini ve haram kıldığı şeyi ben işliyecek olursam, şu halka başka ne verebilirim..." diyerek çevresindeki insanları uyardı. [186]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

"Sizden kim bir kötülük (dinden işlenmesi haram ve zararl olan bir fiil) görürse onu eliyle değiştirme (giderme)'ye çalış sın. Buna gücü yetmezse, diliyle gidermeye çalışsın. Buna di gücü yetmezse, kalbiyle giderme (çarelerini düşünerek) değiş tirmeye çalışsın ki, bu imânın en zayıf tarafıdır..." [187]

Hz Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demişti?.

Yemek hazırladım ve ResÛlüllah geldi evde birtakım suretler (insan ve hayvan suretleri) gördü ve o sebeple (sofraya otur-mayıp) geri döndü." [188]

İbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir:

<TResûlüUah (s.a.v.) Efendimiz iki çeşit yemeği men'etti:

a) Üzerinde içki içilen sofraya oturmayı,

b) Ve bir de yüz üstü uzanırken yemek yemeği..." [189]

Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, ResÛlüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu duyduğunu haber vermiştir: "Kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa, üzerinde içki dolaştırılan sofraya oturmasın. Yine Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse, üzerinde peştamal olmadığı halde hamama girmesin. Allah'a ve âhiret gününe inanan kadında hamama girmesin." [190]

 

Hadislaerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve Îctihadları

 

a) Şâfiilere göre, dinen caiz ve doğru olmayan bir fiilin işlendiği bir ziyafete katılmak caiz değildir. Ancak kişinin katılmasıyla orada işlenen münkerat ortadan kalkıyorsa, o takdirde katılır.

Düğün, dernek ziyafetlerinde münker (dinen caiz ve doğru olmay­an fiiller) den bir kısmı şunlardır: İpek yaygı veya döşek, tavan veya duvarlara nakşedilmiş hayvan sureti, yastık ve örtü üzerine işlenmiş hayvan ve insan suretleri...

Üzerinde suret bulunan bir yaygının serilmiş bir vaziyette ise veya duvardaki canlı hayvan suretinin başı kesik vaziyette ise oradaki sofrada otarmakta bir sakınca yoktur. [191]

b) Hanbelîlere göre, ağaç ve benzeri nakışların bulunmasında

bir salanca yoktur. Nitekim diğer mezheb imamları da bunda bir beis olmadığını belirtmişlerdir. Hayvan ve insan sureti yerlerdeki halı, ki­lim, yaygı veya yaslanılan yastık üzerinde nakşedilmiş bulunuyorsa, orada verilen ziyafet sofrasına katılmakta bir sakınca yoktur. Ama sözü edilen suretler duvar, tavana ve perdeler üzerinde bulunuyorsa o tak­dirde davet edilen kimse oturmayıp oradan ayrılır.

Nitekim bu husus Sa'd b. Ebî Vakkas, Salim, Urve, İbn Sirîn, Atâ, İkrİme b. Hâlid, İkrime mevla İbn Abbas ve Sa'd b. Cübeyr'den de rivayet olunmuştur.

Ebû Hüreyre ise, ister tavan ve duvar ile perde üzerinde olsun, is­terse yerdeki yaygı üzerinde nakşedilmiş bulunsun hepsini de münker sayardı.

c) İmam Mâlik'e göre de bu gibi suretlerin bulunması halinde o ye­lerde kurulan ziyafet sofrasına oturmakta tenzihi kerahet vardır. Bun­ların delili ise, şu hadistir: "İçinde suret bulunan bir eve melek girmez." Burada tahrîm değil, kerahet söz konusudur. [192]

Bu mezheblere göre de, nakşedilen suretlerin başı yoksa sadece gövde kısmı yer alırsa, bunda bir sakınca yoktur-Zira İslâm'ın yok et­mek istediği putperestliktir ve onun bir daha hortlamama sı dır. Nitekim İbn Abbas (r.a.) da başı olmayan bir suret artık suret olmaktan çıkar, demiştir, [193]                                   

 

Tahliller ve Rivayetler

 

149 no'lu hadîs sahihtir; istidlal, ve ihticaca salîh olup birçok . hükümler kapsamaktadır: İslâm devletinin sıkı kontrol ve denetimiyle birtlikte münkerata karşı müeyyideleri tarafsız, eşit ve âdil biçimde uygulaması şarttır. Müslümanların da bu konuda devlete yardımcı olma­ları, otokontrolü sağlamakta duyarlı davranmaları ve el birliğiyle kötü­lüklerin, hayırsızlıkların karşısına şart ve ortamın elverdiği nisbette çıkmaları, o fiilin işlendiği bir toplantı veya düğün ve derneğe katılma­maları, o fiili işleyen kimseyi yalnız bırakmaları gerekir. Böylece İslâm devletine yardımcı olma sadedinde eliyle müdahele edebilenler elleriyle, diliyle müdahele edebilenler .dilleriyle tavırlarını ortaya koyarlar. Buna gücü yetmeyenler ise, kalben tiksinip kötülüğü giderme, bertaraf etme yollarım ve çarelerini düşünürler.

İslâm devleti olmadığı takdirde, müslüman cemaat kendi ara­larında bir birlik ve dayanışma sağlayıp hem çevrelerindeki zayıf inançlılara, inkarcı ve sapıklara güzel örnek olmaya çalışırlar, hem de kötülüğü gidermek için -şart olan ortamı dikkate alarak- hizmetlerini sürdürürler.

150 no'lu Hz. Ali hadîsini İbn Mâce tahrîc etmiştir. Ricali ise rical-i sahihtir, râvîlerinin zincirinde zayıf kimse yoktur. Aynı zamanda buna şahit olan birçok hadîsler bulunuyor. O bakımdan istidlale salîh görülmüştür. Aynı mealde bir hadîsi İmam Ahmed, Nesâî, Tirmîzî ve Hâkim, Câbir (r.a.) den merfuan rivayet etmişlerdir ki meâlen şöyledir: "Allah'a ve âhiret gününe imân eden kimse, üzerinde içki dolaştırılan bir sofraya oturmasın." Diğer yandan Tirmizî buna benzer bir başka rivayeti Leys b. Ebî Selim tarikiyle Tavus'tan, o da Cabir'den rivayet etmiştir. Aynı zamanda Tirmizî'nin münferiden tahrîc ettiği hadîsin zayıf olduğu tesbît edilmiş, ama diğer muhaddislerle birlikte rivayet ettiğini kendisi has eni emiştir. [194]

Yine bu mealde bir diğer hadisi hafız Bezzar, Ebu Said hadisin­den, Taberanî'de İbn Abbas hadisinden tahricen rivayet etmiştir. [195]

151 no'lu Ömer hadîsi zayıftır, yanı isnadında zayıflık söz konusu­dur. Ancak bu konuda sahîh rivayetlerle tesbit edilen birkaç hadîs bulu­nuyor. O bakımdan delâlet bakımından istidlal edinilebilir. Nitekim aynı mealde bir hadîsi Beyhakî, Adiy b.  Sabit tarikiyle Halid b. Sa'd'den, o da İbn Mes'ud (r.a.) den rivayet etmiştir ki, senedi sahihtir.

Böylece bu babdaki harelerin hepsi birarâya getirildiğinde birbi­rini kuvvetlendirmekte ve ihticaca. salih bir durum ortaya çıkmaktadır. [196]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kötülükle seviyeli şekilde mücadele etmek vâcibdir.

2-  Müslümanlar arasında otokontrolü sağlamak da vacibtir ve bunda sayılamayacak kadar büyük faydalar vardır.

3- Dinen haram, kötü ve şer sayılan münkeratı elleriyle gidermeye güçleri yetenler elleriyle giderirler. Buna güçleri yetmediği takdirde dilleriyle ve aynı zamanda kalemleriyle gidermeye çalışırlar. Buna da güçleri yetmediği takdirde hiç değilse kalben tiksinirler ve giderme çarelerim araştırırlar.

4- Ortaya çıkan münkeratı müslümanlardan bir kısmı giderdiği takdirde diğerlerinin üzerinden farz-ı kifaye hükmü kalkar. Hiç kimse müdahale etmezse hepsi birden günahkâr olur.

5-  Münkeratı gidermede günün şartlan, ortamı ve vasıtaları her zaman dikkate alınmalıdır.

6- Düğün ve ziyafetlerinde İslâm'ın haram veya mekruh saydığı bir fiil işleniyorsa, müslüman kişi o sofraya oturmayıp geri döner. Aksi halde günahkâr olur.

7- Münkeratla ilgili fiillerin işlendiği bir ziyafete davetli mü'minlerin katılmasıyla münkerat ortadan kalkıyorsa, o takdirde git­mek ve  sofraya oturmakta bir sakınca yoktur, üstelik yarar söz konu­sudur.

8- Üzerinde kadeh tokuşturulan, içki dolaştırılan bir sofraya otur­mak haramdır. Ancak bir ölüm tehdidi, mal ve cana tecavüz söz konusu olduğu zaman katılmakta bir vebal yoktur. Zira hakk-ı hayat muhte­remdir.

9- Hamam ve benzeri yerlerde müslüman erkeklerin peştamalsız

bulunmaları haramdır, büyük günahlardandır.

10- Kadınların hamama gitmesi sakıncalı ve mekruhtur. Bazı hal­lerde ise haramdır.

11- îçinde canlı suretler bulunan bir evde tertiplenen ziyafete katılmak da doğru değildir. İlim adamlarının çoğuna göre, tahrîmen mekruhtur. Buna tenzîhen mekruh diyenler de olmuştur, Allah daha

iyisini bilir.

11- Başsız suretlerin bulunmasında bir sakınca yoktur. Aynı za­manda yere serilmiş yaygı ve arkaya yaslanmak için konulan yastık üzerindeki suretler de sakıncalı görülmemiştir. Çünkü bu durumda su­retler tahkir edilmekte, değersiz sayılmaktadır. [197]

 

Düğünlerde Gelinle Damadın Üzerine Saçilan Para ve Benzeri Şeyleri Kapışıp Almak Doğru Mudur?

 

Birçok ülkelerde devam edegelen âdet ve geleneklerden biri de düğünde gelinle damat üzerine saçılan madenî paraları ve benzeri şey­leri uğur sayıp kapışma olayıdır. İslâm bu âdetin karşısına çıkmamakla beraber, onu daha zararsız bir çizgiye çekmeyi planlamıştır. Önce saçılan para veya benzeri şeyleri uğur saymak bid'attır. Sonra saçılan şeyleri yağmalarcasma kapışırken itip kakmalarda bulunmak mek­ruhtur. Zira İslâm her konuda düzenli, dengeli, vakarlı ve ciddi olmayı; başkasına zarar yermeyecek ve kendi nefsini küçük düşürmeyecek şekilde davranmayı emreder. İtip kakmalarda birtakım nahoş olaylar meydana gelebilir ve böylece kişiler arasında sürtüşme, itişme ve tartışmaya sebebiyet verebilir. O bakımdan düğün ve derneklerde saçı­lan şeylerden kucağımıza, önümüze düşen olursa almamızda bir sakın­ca yoktur. Yağmalarcasma itip kakmaya fırsat vermeden edep dahi­linde davranmayı men'etmeğe de gerek görülmemiştir... [198]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Zeyd b. Hâlid (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Resû-lüllah (s.a.v.) Efendimiz'in (düğünlerde saçılan) şeyi yağmalar­casma kapışmayı ve bir canavarın yakalayıp parçaladığı hay­vanı onun ağzından çekip almayı yasakladı." [199]

Abdullah b. Yezîd el-AnsarVden yapılan rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz müsleyi ve yağmalarcasma kapıp almayı

men'etti."[200]

Müsle: Canlı hayvanların dış organlarını kesmek, koparmak an-mma gelen bir kelimedir. Hadisin siyakından, düğünlerde canlı hay-mları hedef seçmenin, yine canlı hayvanların organlarını kesmenin aram olduğu anlaşıldığı gibi, düğün münasebetiyle saçılan para ve snzeri şeyleri yağmalarcasma kapıp almanın, itip kakmanın da yasak-ındığı açıklanmaktadır.

£nes fr.a.j den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz öyle buyurmuştur: "Kim (düğün ve derneklerde saçılan şeyleri ağmalarcasma kapıp alır, itip kakarsa o bizden değildir." [201]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Şafii mezhebine göre, düğün ve derneklerde şeker ve benzeri [eyler saçmak helâldir. En sahîh kavle göre mekruh değildir. Serpilen jeyleri toplayıp almak da helâldir. Ancak (başkasını itip kakmak sure­ciyle almak doğru değildir). takdirde almamak evlâdır.

el-Gamravî'ye göre, serpilirken onu havada kapmaya çalışmak mekruhtur. Eteğini açıp onun üzerine düşenleri almasında bir sakınca yoktur ve eteğine düşenlere tesahüb etmesi hususunda o daha haklıdır. [202]

b) Hanbelî mezhebine göre, düğünlerde ve başka toplantılarda bir şeyler saçmak, bir rivayette mekruh, diğer bir rivayette mubah sayılmıştır. Mekruh diyenler arasında Ebû Mes'ud el-Bedrî,.îkrime, îbn Sirîn, Atâ, Abdullah h. Yezîd, Talha ve Zeyd el-Yemenî de bulunuyor.

Mekruh değildir rivayeti ise daha çok Hasan el-Basrî, Katade, Nahaî ve bunlara bağlı olanların görüşüne dayanmaktadır. [203]

Ancak birincilerin görüş ve içtihadı ağırlık kazanmıştır. Zira hu gibi olay ve davranışlarda küçülme, aşağılanma söz konusudur. Cenâb-ı Hakk ise ancak şahsiyeti düşürmeyen, vakarı zedelemeyen, başkasına eziyet vermeyen olay ve hasletleri sever.

Ayrıca saçılan nesneyi toplayıp orada hazır olanlara dağıtmakta bir sakınca görülmemiştir. Zira bu durumda bir izdiham, itişip kakışma olmaz, birkaç kişi saçılanları toplayıp hazır olanlara dağıtır ve böylece âdet"de yerini bulmuş olur. [204]

c) İmam Mâlik'e göre, düğünlerde bir şeyler saçmak mekruhtur.

d) İmanı Ebû Hanîfe'ye göre, itip kakma, yağmalama olmadığı takdirde mubahtır. [205]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

157 no'lu Zeyd b. Hâlid hadîsini Ahmed b. Hanbel ve Taberânî rivayet etmiştir. Mecmeuz-Zevâid sahibi hadîsin isnadında ismi anılmayan bir adamın olduğunu tesbitle belirtmiştir. Böylece hadîsin isnadı zayıftır. O bakımdan müctehidlerin bir kısmı bu rivayetle istidlal etmemişlerdir. Ancak mâna ve muhteva yönünden doğrudur.

Abdullah b. Yezîd hadîsi sahihtir ve istidlale salihtir. Böylece hadîsin metni iki önemli hüküm ifade etmektedir: Canlı hayvanın şeriata uygun şekilde kesmeksizin azasını kesmek ve bir de düğünlerde saçılan şeyleri yağmalarcasma kapıp toplamak m en'e dil mistir.

169 no'lu Enes hadisini Tirmizî sahîhlemiştir. Nitekim İmrân b. Huseyn (r.a.) den bu anlamda sahîh bir rivayet yapılmıştır.

Böylece düğünlerde saçılan şeyleri yağmalarcasma kapıp almanın men'edildiği hem sahîh hadîslerle, hem de ashabın uygulamasıyla sabit olmuştur. O halde yağmalama, itip kakma.söz konusu olmadığı.tak­dirde kişinin önüne veya eteğine düşenleri almasında bir sakınca görül­memiştir. Maksat, mii'minin ciddiyet ve vakarını bozacak, başkasına eziyet verecek bir davranış ve açgözlülükten sakınmalıdır.

Beyhakî'nin Muaz b. Cebel'den rivayet ettiği hadîse gelince: Resû-lüllah (s.a.v.) Efendimiz'in hazır bulunduğu bir düğünde bir tabak ceviz ve badem getirilerek saçılmış, orada hazır bulunan ashabı kiram sileri­ni kapalı tutup saçılan ceviz ve bademlerden bir şey almamışlardır. Bv.-nun üzerine Resûlüllah'ın (s.a.v.) onlara: "Size ne oluyor da saçılan şeyden almıyorsunuz?!" buyurmuş, onlar da: "Siz bu gibi şeyleri yar­malamaktan bizi men'etmiştiniz" diye cevab vermişler. Resûlüllah .(s.a.v.) onlara: "Ben sizi askerlerin yağmalamasından men'etmiştim. Siz imu saçılanlardan Allah'ın ismiyle alın!" buyurmuştur, mealindeki naaîs zayıf isnadla rivayet edilmişti" ve münkati'dir. Bilindiği gibi, münkati hadîs senedinden bir râvvin düştüğü veya mübhem bir kışının anıldığı hadîstir ki, böyle hadîsle» îe pek istidlal edilmez.

^Tahavî bu konuda onyedi kadar rivayete ye?' vermiş ve imam Ebû Hanîfe, imam Ebû Yusuf ve İmam MuhammecTm düğünlerde saçılan Şeylerin mubah olduğunu belirttiklerini kaydetmiştir. Sonra da Tahavî sadece düğünlerde saçılan nesnelerin yağmalamasıyla bağlı kalmayıp diğer hususlarda da yapılan her çeşit yağmalamanın men'edüdiğine tair altı kadar rivayet nakletmiş tir. Sonuç olarak, düğünlerde saçılan ?eyleri, yağmalama yapmadan, başkalarını itip kakmadan almak mu­bahtır, Hanefîlerİn de görüşü bu istikamettedir. [206]

 

Çıkarılan Hükümler 

 

1- Düğünlerde saçılan para, şeker, badem ve benzeri şeyleri, yağmalama yapmadan, başkasını itip kakmadan almak mubahtır.

2- Düğün ve diğer merasimlerde saçılan şeyleri yağmalarcaşma kapıp almak, itip kakmak mekruhtur.

3- Canavarın ağzına alıp parçaladığı hayvanı onun ağzından çekip almak ve ondan yararlanmak yasaklanmıştır. Zira ölen bir hayvanın eti haramdır. Ancak canlı iken çekip alınır ve sonra şer'i biçimde kesilirse, o takdirde eti helâldir, yenilebilir.

4- Canlı hayvanı şer'i şekilde boğazlamadan onun azasını kesmek haramdır. Kesilip koparılan azası yenilmez.

5-  İmam Mâlik'e göre, düğünlerde bir şeyler saçmak ve onları yağmalamak mekruhtur.

6- İmâm Ahmed b. Hanbel'den bu hususta iki ayrı rivayet vardır. İkinci rivayete göre, yağmalama, itip kakma olayı cereyan etmediği tak­dirde mubahtır.

7- İmam Ebû Hanife ile İmam Şafii de bu görüştedirler.

8-  Müslüman her yerde ciddi, vakur, edepli ve saygınlık telkin eder bir davranışı tercih etmelidir.

9- Zararlı olmayan, haram ve mekruha yol açmayan âdet ve gele­nekler mubah kapsamına alınmıştır. O halde bu gibi âdet ve gelenekleri İslâm prensipleri çerçevesinde tutmak, haram ve mekruha kaymasını önlemek gerekir. Aksi halde zararlı sonuçlar doğurur.

10- Düğünlerde saçılan şeylerden kişinin önüne veya eteğine isa­bet edenleri alması mubahtır.

11- Yine düğün ve benzeri merasimlerde saçılan şeyleri birkaç kişinin toplayıp hazır olanlara vermesinde bir sakınca yoktur ve en uy­gun olan davranışda budur.

12- Saçılan şeylerin uğur getireceğine inanmak veya öyle sanmak b'd'attir ve o bakımdan sakıncalıdır.

13- Bu hususta da israfa kaçmak, lüzumsuz yere büyük rakamla­ra ulaşan paralar saçmak da mekruhtur. [207]

 

Sünnet Düğününe Yapılan Davete İcabet Etmek

 

İslâm'dan önce ve sonra halk arasında kutlanagelen birtakım düğün, dernek ve benzeri toplantılar ve ziyafetler vardır. Bunlardan meşru sınırlar içinde olanlara dokunulmamış, bu sınırı aşanlar ise ya­saklanmıştır. Halk tarafından devam edegelen âdetlerden birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

1- Sünnet düğünü veya merasimi... Buna "a'zar" denir.

2- Çocuğun doğumunun yedinci gününde kesilen hayvan ve yapılan toplantı... Buna "akika" denir.

3- Kadının doğum sancısından kurtulup selâmete ermesinden do­layı yapılan sevinç toplantısı... Buna "hurs" denir. Doğumdan sonra hazırlanan sofraya da bu isim verilmiştir.

4- Sefere çıkıp uzun süre seferde kaldıktan sonra salimen dönüşten dolayı hazırlanan ziyafet sofrası... Buna "naki'a" denir.

5- Yeni bir ev inşa edildiğinde veya satın alındığında hazırlanan ziyafet sofrası... Buna "vekîre" denir.

6- Musibet zamanlarında sofra hazırlayıp fakir ve muhtaçlara ve­rilen ziyafet. Buna "vadi'a" denir,

7- Hiçbir sebep yokken ziyafet sofrası hazırlayıp dost ve yakınları, fakir ve muhtaçları davet etmekle ilgili toplantı... Buna "me'debe" veya "me'dube" denir.

8- Düğünde veya zifaftan sonraki günde hazırlanan ziyafet so­frası. Buna "velîme" veya "velîmetü'1-imlâk" denir.

Bütün bunlar İslâmi ölçülere göre meşruiyet çerçevesi içinde ce­reyan ettiği takdirde mubahtır. O bakımdan sünnet düğünü de mubah kapsamına girmektedir. Gerçi bu konuda elimizde pek sahîh rivayet yoktur. Ancak müslümanlar tarafından uygulanagelen bir düğün ve ziyafet söz konusudur. [208]

 

Konuyla İlgili Hadis

 

El-Hasan'dan yapılan rivayete göre, Osman b. Ebî Âs bir sünnet gününe .davet edildi, fakat o bu davete icabet etmedi. Bunun üzerine "Neden icabet etmediniz?" diye sorulunca, şu cevabı verdi: "Bizler sûlüllah (s.a.v.) Efendimiz devrinde sünnet düğün ve merasi-ne katılmazdık ve böyle bir düğüne dâved de edilmezdik.” [209]

 

Bu Konuda Müctehidlerin Görüş ve Beyanları

 

a)  Dört mezheb imamlarına göre, sünnet  düğün ve  ziyafeti, kel anlamdaki ziyafetler kapsamına girer ve bu açıdan sünnet gününe ve ziyafetine davet vaki olduğu takdirde icabet etmek istehabdır.

b)  el-Anberî'ye göre, sünnet düğününe icabet etmek vâcibdir. a genel olarak yapılan yemek davetlerine icabet etmek hususunda r-i resul vaki olmuştur ve bu emir vücub ifade eder. [210]

Nitekim Ebû Davud'un tahrîc ettiği hadîste şöyle buyrul-iştur: "Sizden biriniz din kardeşini davet ederse -bu davet ister ığün, ister başka şey için olsun- icabet etsin..." [211]

Ashab ve Tabiînin cumhuruna göre de, davet edilen düğün ve ben-ri ziyafetlere katılmak vâcibdir. Kadı Iyaz ile İmam Nevevî de aynı üstedirler. Ancak bu konuda müctehid imamların tesbit, yorum ve idlâlleri daha sıhhatlidir. Böylece sünnet ve benzeri davetlere icabet nek sünnet veya müstehabdır. [212]

 

Hadisin Tahlili

 

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde yer alan 24 nolu hadîsin rivayet ıcirinde îbn İshak bulunuyor. Bu zat ne kadar

sıka (güvelinilir) kabul ilmişse de müdellis olduğu belirlenmiştir. Tedlis hadîs ise, râvînin aasırı olduğu fakat hadîs almadığı zattan hadîs işittiğini flemesidir.

Bu hadîsi aynı zamanda Taberanî el-Kebîr'de Ahmed'e isnaden kletmiştir. Diğer bir isnadla da Hamza el-Attar'dan rivayet ettiğini emekteyiz. Hanıza el-Attar'ı, îbn Ebî Hatim teşvik etmiş (güvenilir luğunu söylemiş)tir. Diğer bazı hadîs alimleri ise onun zayıf olduğuna ekat çekmişlerdir. [213] Zehebî bu zattan söz etmemiştir.

Böylece râvileri arasında tedlîste bulunan İbn İshak bulun­duğundan müctehidlerin çoğu ilgili hadîsle istidlal etmemişlerdir. [214]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Sünnet düğününe vaki davet olduğu takdirde icabet etmek, müctehidlerin çoğuna göre sünnet veya müstehabdır. Diğer bazı ilim adamlarına göre vâcibtir.

2- Sünnet düğününe icabet etme hakkında sarih bir hadîs rivayet edilmemiştir. Ancak düğün ve benzeri ziyafetlere davet edildiğinde icabetin sünnet veya vâcib  olduğu anlamında genel bir hüküm söz ko­nusudur. Böylece sünnet düğünü de bu umuma dahildir denebilir. [215]

 

Nikah Düğününde Def (Tef) ve Benzeri Şeyler Çalmak

 

İslâm düğünlerde, şenlik günlerinde ahlâki kurallara riâyet edilip şru sınırlar çerçevesinde birtakım eğlencelere ve def ve benzeri çalgı tlerini çalmaya cevaz vermiştir.

Ancak meşru sınırlar nelerdir? Kitap ve sünnet doğrultusunda )ilan her türlü toplantı ve eğlence meşrudur. O halde düğün ve der­klerde bütün söz, davranış, çalgı aleti ve oyunlar bu iki kaynaktaki kümlere göre ayarlanmalıdır. Meşru ölçü ve sınırları şöyle klememiz mümkündür:

a) Kadınlarla  erkeklerin birarada  değil  ayrı  ayrı yerlerde to-ınması,

b) Şehveti tahrik edici söz, davranış, oyun ve çalgıya yer verilmemesi,

c)  Sarhoş edici her türlü alkol ve maddelerden uzak kalınması, ili sofra tertiplenmemesi,

d) Gençlerin bu ölçüler ve sınırlar dahilinde eğlenmelerine fırsat rilmesi, kız ve erkek karışımı bir eğlenceye müsaade edilmemesi,

e) Namaz vakitlerinin kollanması ve vakit içinde namaz kılmanın reği belirtilerek, düğünde yer alanların uyarılması bu cümledendir. [216]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Muhammed b. Hâtıb (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "(Düğünlerde) helâl ile haram •asındaki ayırım, nikâhta def çalmak ve sesi (güzel, ahlâkî ırkı ve türkülerlerle) yükseltmektir." [217]

Uz. Aişe (r.a.) validemizden yapılan rivayete göre, Resûlüllah .a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şu nikâhı (evlenmeyi) ilân ün ve ğirbal (def ve daire denilen çalgı) çalarak (düğüne renk atın)." [218]

Yine Hz. Aişe (r.a.) validemizden yapılan rivayete göre, adı geçen, bir kadını Ensar'dan bir adamla evlendirip zifafa hazırladı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: "Ya Aişe! Yanınızda bir çalgı yok mudur?  Çünkü gerçekten Ensar çalgıyı, i  bğenirler" [219]

Amr b. Yahya el-Mâzinî'den, o da dedesi Ebî Hasan'dah rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle haber vermiştir: "Doğrusu Peygamber (s.a.v.) Efendimiz gizli tutulan nikâh (evlenmek)ten hoşlanmazdı ve def çahnıncâya; "Size geldik, size geldik... Bizi karşılayıp selâm­layın, dirlik dileğinde bulunun ki, biz de sizi selâmlayıp dirlik ve düzenlik dileğinde bulunalım..." denilinceye kadar (bu hoş-"n+eıı-zlıiffunu gösterirdi)." [220]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber

vermiştir:

"Hz. Aişe  (r.a.)  ensardan bir yakınını  evlendirmiştir. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz çıkageldi ve sordu;

- "Gençlere bir hediye verdiniz mi?" Oradakiler de;

- "Evet" diye cevab verince, Efendimiz tekrar sordu:

- "Onlarla beraber şarkı söyleyecek kimseyi de gönderdiniz mi?" Hz. Aişe;

"Hayır..." diye cevab verdi. Bunun üzerine Resûlüllah s.a.v.) Efendimiz:

- "Şüphesiz ki ensar gazel seven bir kavimdir. Neden gelin-

6e birlikte gazel söyleyecek: "Size geldik, size geldik... Bizi karşılayıp selâmlayın, dirlik dileğinde bulununuz ki biz de sizi lelâmlayıp dirlik dileğinde bulunalım..." mısralarını terennüm decek kimse göndermediniz?" [221]

Bu konuda diğer bir hadîs ise-Halid b. Zekvan, Muavviz kızı Rübeyyi (r.a.) dan rivayet etmiştir. Adı geçen şu haberi vermiştir: 'Evlendiğimizin ertesi günü sabahleyin Resûlüllah (s.a.v.) Efen­dimiz yanıma geldi ve senin benim meclisimde yer aldığın gibi Resûlüllah (s.a.v.) döşeğimin üzerine oturdu ki cariyecikler de Bedir gününde öldürülen babalarımızın övgü değer vasıflarını söyleyip def çalıyorlardı. O kadar ki o cariyeciklerden biri "Aramızda yarınları bilen bir Peygamber bulunuyor" dedi. Bu­nun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona: "Öyle söyleme, şimdiye kadar söylediklerin gibi (şarkı ve ağıt) söyle" buyurdu,  [222]

 

Müctehidlerin Bu Konuda Tesbit,  Görüş ve İstidlalleri

 

Müctehidlerin hemen hepsi meşru ölçüler dahilinde düğün ve der­neklerde def ye benzeri bir aletin çalınmasının mekruh olmadığını be­lirtmişlerdir. İmam Gazali de yukarıdaki hadîsleri delil olarak sıralayıp düğünlerde def çalmakta bir sakınca olmadığına değinmiştir. [223]

İbn Kudame, el-Muğnî'de bu konuya yer vererek mekruh ol­madığını söylemiştir. [224]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

169 no'lu Muhammed b. Hâtıb hadîsini Tirmizî hasenlemiş ve bu zatın küçük yaşta iken Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'i gördüğünü belirt­miştir. Ayrıca bu hadîsi Hâkim de tahrîc etmiştir.

Böylece düğünlerde haramdan kaçınma, helâl ve mubah olan şen­lik ve kutlama tavsiye ediliyor. Def ve benzeri bir çalgı aleti çalmakta, şehveti tahrîk etmeyen, İslâm ahlâkını zedelemeyen şarkı, ağıt ve ben­zeri şeyler söylemekte bir sakınca olmadığı anlaşılıyor. Hatta Resû­lüllah (s.a.v.) Efendimiz'in bu husustaki tavsiye ve teşvikine bakarak böyle yapmanın müstehab olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.

170 no'lu Hz. Aişe (r.a.) hadîsinin isnadında Hâlid bin İlyas bulu­nuyor ki bu zat metruktür. [225] Zehebî, Mizanü'1-Î'tidal'da Halid b. Sinan adını zikretmemiştir. Böylece metruku'l-hadîs olduğunu isbatla-mak hayli zor... Şevkarâ onun hakkında böyle derken bir kaynak ver­memiştir. [226]

Bu' mealde bir diğer hadîsi Tirmizî şöyle tahrîc etmiştir: "Şu nikâhı (evlenmeyi) ilân edin ve (nikâh akdini) mescidde yerine getirin. (Sonra da) def çalarak (düğün şenliği yapm)." Tirmizî bu tahrîci yaptıktan sonra şöyle demiştir: "Bu hadîs gariptir. Bundan maksat hadîsin senedinin bir yerinde râvinin teferrüd etmesidir.

İsa b. Meymun el-Ansarî ise hadîs  rivayetinde zayıf kabul edilir. Böylece Tirmizfnin tahrîc ettiği hadîs zayıf sayılmıştır. Nitekim Mu­hammed b. Kâb'den yapılan rivayette, adı geçen İsa b. Meymun hak-.kında şunu söylemiştir: "Zayıftır, kayde değer bir râvi değildir." el-Fellâs da onun metruk olduğuna dikkat çekmiştir. [227]

Diğer bir İsa b. Meymun vardır ki, o Ebû Nucayh'ten rivayet etmiştir ki, sika olarak kabul edilir. Ebû Hatim de bunu sika saymış, İbn Mâin, onun rivayetinde bir sakınca yoktur demiştir. [228]

Beyhakî de sözü edilen hadîsi Halid b. İlyas tarikiyle rivayet etmiştir. Hâlid ise münkerü'l-hadîstir. Münker, zayıf bir râvînin sika (güvenilir) bir râviye muhalif olarak rivayet edilen hadîstir.

171  no'lu Hz. Aişe hadîsi sahihtir ve istidlale salih görülmüştür. Böylece düğünde def çalmak, şarkı söylemek suretiyle şenlik yapmanın

meşru olduğu anlaşılıyor.

172  no'lu Amr b. Yahya hadîsinin   siyakı İbn Mâce'de geçmek­tedir. Râvîlerinden el-Eclah, Ebû Zübeyir'den, o da İbn Abbas'tan riva­yet etmiştir. el-Eclah'm sika  (güvenilir) olduğunu İbn Mâin   kaydet­miştir. Nesâî ise onun zayıf olduğunu söylemiştir. [229] Geriye kalan râvîlerin hepsi sahîhtir.

Ancak bu hadîsi destekleyip kuvvetlendiren diğer hadîsler vardır. O bakımdan mana yönünden sahîh kabul edilir.

173 no'lu İbn Abbas hadîsinin isnadında Hüseyin b. Abdillah b. Damîre bulunuyor. Mecmeu'z-Zevâid'de bu zatın metruk olduğu kayde­dilmiştir. Aynı hadîsi Taberânî ve Ebû'ş-Şeyh tahrîc etmiştir. Nesâî ile Hâkim onu sahîhlemişlerdir. Ayrıca Taberânînin Saib b. Yezîd hadîsini tahrîc etmiştir ki, Resûlüllah'ın (s.a.v.) def ve şarkıya ruhsat verdiği be­lirtilmektedir.

Böylece başta İmam Ebû Hanîfe olmak üzere Hanefî fukahası da bu rivayetlere dayanarak def ve benzeri çalgıların çalınmasına, şarkı söylenmesine cevaz vermişlerdir. Ancak konunun baş kısmında da açıkladığımız üzere, bütün bunlar şer'î ölçülere göre icra edilmelidir. Aksi halde mubah harama dönüşür.

Rübeyyi' binti Muavviz'in (r.a.) Hâlid bin Zekvan'ı oturduğu yaygının üzerine kabul etmesi bazı ilim adamlarınca çeşitli yorumlara tabi tutulmuştur. Oysa içeride birkaç şarkı ve ağıt söyleyen cariye de bulunuyordu. Başka kimselerin orada olduğuna değinilmemiş tir. Ama madem ki bir düğün şenliği vardır, o halde içeride birçok kadınların da bulunması söz konusudur. Aynı zamanda o günlerde henüz hicab âyetinin inmediği de söylenebilir. [230]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Düğünlerde def ve benzeri söylerin çalınması mubahtır.

2- Gayr-i ahlâkî olmadığı takdirde şarkı ve türkü de söylemekte bir sakınca görülmemiştir. Ancak bütün bunlar, kadın erkek karışık bir halde değil, kadınların ayrı bir yerde, erkeklerin de ayrı bir yerde şenlik yapması gerekir.

3-  Resûlüllah (s.a.v.) zamanında def yerine "gırbal" yani kalbur biçiminde kasnaklar yapılır ve üzerine ince bir deri gerilirdi. Sonra def ve darbuka gibi çalgı aletleri icad edildi ki gırbal ile bunlar arasında bir fark yoktur. Sadece şekil değişikliği vardır.

4- Savaşta Allah ve din uğrunda şehid düşenlerle ilgili yazılıp be­stelenen şarkı ve ağıtları söylemekte bir sakınca görülmemiştir. [231]

 

Evlenmenin ve Zifafa Girmenin Müstehab Vakitleri

 

Evlenme hususunda daha çok ramazandan sonra gelen şevval ayı tercih edilmiştir. Beylece iki bayram arasında nikâh akdinin ve evlen-' menin uğur getirmeyeceğini iddia edenlerin bu iddialarının ne kadar yersiz, dayanaksız olduğu kendiliğinden anlaşılmış oluyor. Zira şevval, iki bayram arasında yer alan bir aydır. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin Hz. Aişe (r.a.) ile şevval ayında evlendiği ve yine bu ayda zifafın gerçekleştiği sahîh kaynaklarda belirtilmektedir.

Hac veya umre için ihrama girildiği vakitler dışında her zaman nikâh akdi yapmak ve evlenmek caizdir. Ancak bir kısım rivayetlere göre, şevval ayım seçmek müstehabdır. Aynı zamanda damadın zifafa girerken de Allah'ı daha çok hatırlaması verdiği sayısız nimetlerine şükretmesi ve sonra da damadın elini gelinin alnı üzerine koyup Pey-gamberimiz'in (s.a.v.) tavsiye buyurduğu duayı okuması sünnet ve müstehabdır. Bir nimetten yararlanırken o nimeti hazırlayıp veren Cenâb-ı Hakk'ı unutmak büyük gaflet değil midir? Hem aile yuvasında rahmet meleklerinin mıranî havasının esmesi, şeytanların uzak­laşması, evde feyiz ve bereketin başlaması her mü'minin arzusu ve isteği değil midir? [232]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi ver­miştir:

"Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz benimle şevval ayında evlen- di. Sorarım, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin hangi eşi onur yanında benden daha çok haz duyulacak seviyede idi?" [233]

O bakımdan Hz. Aişe (r.a) validemiz mü'minlerin şevval ayınds evlenmesini müstehab sayardı.

Amr b. Şuayb'den o da babasından, o da dedesinden rivayet {etmiştir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden bi-i riniz bir kadınla (evlenmek suretiyle) veya bir hizmetçi veya bir i hayvandan (hizmet sağlamak suretiyle) yararlanmak istediği­nizde onun alnını tutup şöyle duâ etsin: Allah'ım, senden bunun hayrını ve onda yaratıp vücuda getirdiğin huy ve ahlâkının hayrını dilerim. Ve bunun şerrinden ve onda yarattığın huy ve ahlâkının şerrinden sana sığınırım." [234]

Ebû Davud'un süneninde ise hadîs şu lafızla rivayet-edilmiştir: "Sizden biriniz bir kadınla evlendiği veya bir hizmetçi satın aldığı zaman şöyle desin:..." [235]

îlim adamları ve müctehidler bu sahîh rivayetlere dayanarak kişi evlendiğinde elini eşinin alnına dayayarak tavsiye edilen duayı oku­ması müstehabdır demiştir. Hadîste belirlendiği elfaz üzere okunması efdaldir. Bunu beceremiyenlerin Türkçesini okumasında bir sakınca yoktur. Böylece müstehab olan duâ yerine getirilmiş olur.

Yahya Şerefüddin en-Nevevî el-Ezkâr adlı eserinde bu konuya özellikle yer verip müstakil bir başlık altında ilgili hadîsleri naklederk­en, zifaftan önce erkeğin elini kadının alnına dokundurup Reşûlüllah'ın tavsiye buyurduğu duayı okuması müstehabdır diyor. [236]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

182 no'lu Hz. Aişe hadîsi sahihtir ve istidlale salihtir. Ancak Resûlüllah'ın (s.a.v.) bütün eşleriyle şevval aymda evlendiği söz konusu değildir ve olamaz da... Zira Efendimiz muhtelif ay ve mevsimlerde şartların ve ortamın elverdiği zamanlarda da evlenmiştir. Nitekim Nesâî'nin "el-Binau fi's-Seferi" başlığı altında rivayet ettiği Ziyad b. Eyyub tarikiyle Enes hadîsinde Resûlüllah'm Hz. Safİyye binti Huyey ile Hayber'in fethini izleyen günde seferde iken evlendiği açıklan­maktadır. Bu izdivacın şevval «ayında olmadığı kesindir. [237]

183 no'lu Amr b. Şuayb hadîsini Nesâî de tahric etmiştir. Ebû Dâvud bu hadîsi sünenine almış fakat bir görüş beyân etmemiştir. Amr b. Şuayb hakkında ilim adamlarının farklı görüş ve tesbitleri vardır. Ancak aynı hadîsin Amr b. Saîd tarikiyle rivayetine bakılınca, sahîh olduğu ortaya çıkar. Zira bu ikinci tarikte yer alan râvilerin hepsi sika (güvenilir) dir. [238]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in Hz.'Aişe (r.a.) ile şevval aynıda evlenmesi ve Hz. Aişe'nin de düğünlerin bu ayda gerçekleşmesini arzu etmesi istihbaba delâlet eden bir anlam taşımaktadır.

2- Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz çok evliliğini muhtelif aylarda ve zamanlarda, günün şart ve imkânlarına göre gerçekleştirmiştir. Yolcu­luk halinde bile evlendiği vakidir.

3- Hz. Aişe ile şevval ayında evlenmesi, iki bayram arasında nikâh yaptırmanın ve evlenmenin dinen hiçbir sakıncası olmadığına açık biçimde delâlet etmektedir.

4- Evlenen kimsenin zifaftan önce elini eşinin alnına dokundurup hadîste belirtilen duayı okuması sünnet veya müstehabdır.

5- Bir köle satın alındığında veya bir hizmetçi tutulduğunda, satın alan kimsenin onun alnına elini dokundurup hadîste belirtilen şekilde duada bulunması müstehabdır.

6- Binek veya sağın hayvanlarından biri satın alındığında da aynı şekilde hareket etmek müstehabdır.

7- Böylece Cenâb-ı Hakk'm lütfettiği bir nîmetin hayrını dilemek, şerrinden ise Allah'a sığınmak çok asil bir duygu ve davranış kabul edilmiştir.

8-  Sonra da bu gibi hallerde Allah'ın ismini anip duâ ve niyazda bulunmak hem evliliğe, hem de eve ve mala feyiz ve bereket kapılarını açar. Rahmet meleklerinin o eve girmesini hızlandırırken şeytanların uzaklaşmasını sağlar. [239]

 

Kadının Tabii Güzelliği Yeterlidir. Suni Güzelliği İslam Uygun Görmemiştir

 

Kadının kaşlarını inceltip hilâl şekline sokması, gözünün rengini değiştirmesi, yüzüne ve ellerine çeşitli maddeler sürerek rengini çekici kılması, takma kirpik kullanması, dişlerini traş edip küçültmesi ve ara­larını açtırması, takma saç (peruk) kullanması, yüzüne, el ve kollarına döğme yaptırması tahrimen mekruh sayılmıştır. Zira bu gibi. sun'i güzellik hem yabancı erkeklerin dikkatini çeker, hem de kadın olduğundan başka görünmeye başlar. Her iki durumda da fazilet, cid­diyet, vakar yoktur. Aynı zamanda Allah'ın yaratıp verdiği ten ve rengi­ni, yüz şeklini değiştirme söz konusudur.

Şüphesiz kadının kocasına karşı kendini son derece temiz tutması, güzel koku sürmesi ve tertemiz elbise giymesi müstehabdır. Başkası görsün diye kendini süsleyip sokağa çıkması ise haramdır. Çünkü islâm fitneye sebebiyet verecek, şehvetleri tahrik ve teşvikte bulunacak her türlü söz ve davranışı yasaklamıştır. [240]

 

İlgili Hadisler

 

Esma binti Ebî Bekir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

"Bir kadın Peygamber (s.a.v.) Efendimize geldi ve şöyle dedi: "Benim bir gelincik kızım vardır ki kendisine hisbe dokun­du (vücudunda birtakım lekeler meydana geldi) ve bu sebeple saçları bile döküldü. Ona başkasının saçını takayım mı?' Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Allah başkasının saçını takana ve taktırana lanet etmiştir." [241]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz başkasının saçını takana ve taktırana, döğme yapana ve yaptırana lanet etmiştir." [242]

îbn Mes'ud (r.a,) den yapılan rivayete göre, adı geçen şu haberi ver­miştir:

"Allah (c.c.) güzel görünmek için döğme yaptıran kadınlara, yüzünün kıllarını aldıran kadınlara, dişlerini tıraş ettirerek ar­alarını açtıran kadınlara, Allah'ın yarattığı (biçim, renk ve görünümü) değiştiren kadınlara lanet etmiştir."

İbn Mes'ud (r.a.) devamla diyor ki: "Allah'ın Resûlü'nün lanetlediği kimseyi ben niçin lanetlemeyeyim..." [243]

Muaviye  (r.a.) bir tutam kesilmiş saçı tutarak şöyle dedi: Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'den duydum, bu ve benzeri şeyi men'ederek buyurdu ki: 'İsrail oğulları ancak kadınları bu saçı takıp kullandığı (yüz şekillerini değiştirdikleri) zaman helak olmuştur." [244]

Yine Muaviye diyor ki, Resûlüllah'ın (s.a.v.)  şöyle buyurduğunu duydum:

"Hangi kadın kendi saçma başkasının saçını getirip takarsa, o an­cak saçma bir yalan sokup yerleştirmiştir." [245]

Diğer bir rivayette ise, bu hadîsi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Hangi kadın saçına, ondan olmayan başka bir saç eklerse, o gerçekten saçına bir yalan sokup artırmış olur." [246]

îbn Mes'ud (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) endimiz'in, kişinin bir hastalık olmaksızın yüzündeki kılları lup almasını, dişlerini traş edip aralarını açarak küçültme-ii, başkasının saçını takmasını, döğme yapmasını men'et- duydum." [247]

Şüphesiz bu konuda daha birçok hadîs rivayet edilmiştir, ıdîslerin çokluğu konunun önemini yansıtmaya, sakınmanın çok ge-di olduğunu belirtmeye yönelik bir hüküm ifade etmektedir.

Nitekim ilim adamları bu hadîslerin ışığı altında konuyu değer-ıdirirken, bir kadın veya erkeğin kendi öz hilkatini, yani şeklini, ren-ıi, biçimini, yaşını değiştirmesi kesinlikle mekruhtur demiştir. İmam azâlî bu konuda şu tarihî olayı naklederek ikinci halîfe Ömer'in (r.a.) : kadar hassas davrandığını anlatmaya çalışır. Rivayete göre evlen-eden önce saçını sakalını boyamıştı. Adam evlendikten sonra saç ve Lkalından boya gidince (yaşlı olduğu anlaşıldı). Kadın tarafı Hz. mer'e (r.a.) başvurarak; "biz bu adamı genç sanmıştık..." deyip şikâ-stlerini arzetmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) o adamın canını :ıtır şekilde dövdükten sonra şöyle dedi: "Şu aileyi aldattın..." [248]

Her olay ve konuda olduğu gibi evlenme konusunda da müs-ımana yakışan odur ki, karşı tarafı birtakım sun'i değişikliklerle al-atmaya, olduğu gibi görünmeyi bir ahlâki fazilet saya... Zira sun'i bir-Lkım müdahalelerle genç görünmeye çalışmak ciddi bir hastalığı gizle-Lek, kel başa başkasının saçını takarak saçlı görünmek ileride aile apışında ve dünürler arasında telâfisi zor ihtilaflara sebebiyet verebi-r ve hatta kurulan aile yuvasını bozabilir. Bozmasa bile erkeği arısının, kadını da kocasının yanında hem yalancı duruma düşürür, em de şahsiyeti zedeler.

Peygamber'in (s.a.v.) yüksek terbiyesinde yetişen Bilâl (r.a.) ile uheyb'in (r.a.) sade ve mütevazi, doğru ve mahviyetkâr davranışı her-ese örnek olacak bir anlam taşımaktadır. Şöyle ki, bekâr olan bu iki at, Araplardan bir aileye uğradılar. Eve buyrun edilince, ev sahibi soru:

- "Sizler kimlersiniz?" Bilâl cevap verdi;

- "Ben Bilâl'ım, bu da kardeşim Süheyb... Biz bir zaman sapıklık ^indeydik, Allah bizi doğru yola eriştirdi. İkimiz de bir zaman köle idik, Jlah bizi hürriyetinize kavuşturdu.   İkimiz de fakir idik, Cenâb-ı Hak izi zengin kıldı. Kızlarınızla bizi eviendirirseniz, Allah'a hamd ederiz. İizi reddederseniz, Allah'ı her türlü noksanlıktan tenzih edip O'na tes-ihte bulunuruz."

Bu asil ve doğru cevap üzerine ev sahibi onlara:

- "Hayır sizi kızlarımızla evlendiriyoruz. Allah'a hamd olsun..." İş bittikten sonra Süheyb, Bilâl'a dedi ki:

-  "Bizim Resûlüllah (s.a.v.) ile olan müşahedelerimizi ve İslâm'a ilk girenlerden olduğumuzu ansaydm ya..." Bunun üzerine Bilâl ona:

-"Sus, gerçekten ben ancak doğruyu söyledim ve bu doğruluk seni evlendirdi" dedi. [249]

 

Tahliller

 

187  no'lu Esma hadîsi sahîh olup istidlal ve ihticaca sâlihtir. O bakımdan bir kadının dökülen saçlarının yerine başkasının saçını alıp takması, dişlerinin arasını açıp genişletmesi mekruh kılınmıştır. İlim adamlarının çoğuna göre, ciddi bir hastalık söz konusu değilse, bu kera­het tahrîmidir. Takmak istediği saç ister yabancı birinin olsun, isterse en yakınının olsun farketmez.

188  no'lu İbn Ömer hadîsi de sahihtir ve istidlale elverişlidir. Esma hadîsini kuvvetlendirmektedir. Önemli bir hastalık söz konusu olmadığı takdirde başkasının saçını alıp takmak (peruk kullanmak) ha­ramdır.  Aynı  zamanda vücudun herhangi bir yerine  döğme  de yaptırmak men'edilmiştir.

189  no'lu İbn Mes'ud hadîsi sahihtir ve istidlale sâlihtir. Yüzün asıl şeklini değiştirmek için kaşların kıllarım kısmen alıp inceltmek, diğer kısımlardaki kılları yolmak, dişleri tıraş edip küçültmek ve ara­larını açıp seyreltmek mekruhtur. Kısacası Cenâb-ı Hakk'm yaratıp bahşettiği yüz şeklini değiştirmek, estetik ameliyat olmak, daha güzel görünmek için çeşitli tuvalet malzemesi kullanarak makyaj yaptırmak aldatıcı ve yanıltıcı olur. Gerek erkeklerin, gerekse kadınların evlen­meden önce ve sonra şekil ve renklerini değiştirmemeleri bir emr-i resuldür.

190  dipnotlu Muaviye hadîsi de sahihtir. İsrail oğullarının kadınlarının çok çekici görünmek ve erkekleri aldatmak için başkasının saçını kullandıkları misal verilmekte ve kadınları bu duruma düşen bir

kavim ve milletin başlarının dertten kurtulmayacağına işaret edilmek­tedir.

191  dipnotlu yine Muaviye hadîsi de sahihtir. Başkasının saçını takan bir kadının ve dolayısıyle erkeğin tam bir yalancı olduğu belirtil­mekte ve mü'minlerin bu gibi aldatıcı, yanıltıcı, yalana yol açıcı değişiklikte bulunmaktan sakınmaları tenbîh edilmektedir.

192 dipnotlu rivayet yukarıdaki rivayetleri desteklemektedir.

193  dipnotlu İbn Mes'ud hadîsi, konuyla ilgili diğer hadîslere aklık getirmekte ve gerek başkasının sa'çını alıp takmanın, gerek izdeki kılları gidermenin, gerekse dişleri törpületip seyrek-[ştirmenin ciddi bir hastalıktan dolayı olmadığı takdirde yasaklanıp kram kılındığı anlaşılmaktadır. O halde dişleri çürüyen bir kimsenin işlerini yaptırmasında bir sakınca yoktur. Çünkü önemli bir ihtiyaç az konusudur. Başında önemli bir rahatsızlık bulunan ve o yüzden açları dökülen bir kadının, başkasının saçını takmak suretiyle o ra-atsızlığını hafifletmesi bir uzman tarafından belirtiliyorsa, o takdirde ^ulanabilir.

; Vücudun herhangi bir yerine döğme yapmayı gerektiren bir ra­hatsızlık, zaruri bir hal pek söz konusu değildir. O bakımdan döğme yaptırmaya cevaz verilmez.

Kadının insan saçı dışında başka bir saç, kıl ve benzeri bir şeyi leruk yapıp kullanmasına gelince, ilim adamlarının görüş ve yorumları arklıdır. Kimine göre bunda bir sakınca yoktur. Kimi de Hz. Câbir'in r.a.) şu hadîsini delil göstererek nehyin umum ifade ettiğine kail »lmuşlardır. Hz. Câbir (r.a.) diyor ki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz tadının başına herhangi bir saç, kıl ve benzeri şeyi takmasını men'etti." [250]

Kadı Iyaz diyor ki; Kadının saça benzemeyen renkli ipek iplikler ke benzeri kaytanlar kullanması, yani başına bunları takması menedil-memiştir. [251] Nitekim daha çok köylü kızları saçlarını uzun göstermek için bu gibi iplik, kaytan ve benzeri şeyleri kullanırlar. [252]

 

Kadınların Süslenip Düzenli Bulunmaları

 

Kadınlar için bazı şeyler yasaklanmışsa, bunda birçok hikmetlerin söz konusu olduğuna kısmen değinmiş bulunuyoruz. Diğer yandan koc­alarına çekici görünmeleri için kına ve benzeri maddeler kullanmaları, güzel koku sürmeleri, temiz ve güzel elbise giyinmeleri, evlerini ve çevrelerini her çeşit kötü kokudan arındırmaları sünnettir. Nitekim Hz. Âişe (r.a.) diyor ki: "Osman b. Maz'un'un eşi yanıma geldi. Daha önce bu kadın saçma kına sürer, güzel kokular sürünür, düzenli giyinirdi. Bu defa onu çok değişik bir halde gördüm. Kendisini âdeta ihmal etmişti. Bunun üzerine sordum: "Kocan evde midir, yoksa bir sefere-mi çıktı?" Kocasının evde olduğunu söyleyince, "Bu halin nedir?" dedim. O da şöyle cevap verdi: "Osman hem dünyayı, dünyahlığı, hem de kadınları istemiyor..." Sonra durumu Resûlüllah'a arzettiğimde, Efendi­miz (s.a.v.) Osman'ı bu ihmalmdan dolayı kınayıp uyardı..."

Ayrıca Hemmam kızı Kerîme, Hz. Aişe'yi (r.a.) Mescid-i Ha ram'da ziyaret edip soruyor: "Ey mü'minlerin anası! Kına hakkında ne buyurursun?" Hz. Aişe (r.a.) ona şu sevabı veriyor: "Gönül dostum Resûlüllah (s.a.v.) kınanın rengini beğenir, fakat kokusunu pek sevmez­di. O bakımdan kına kullanmak haram değildir. İki ayhali arasında veya her ayhalinde kullanabilirsin." [253]

 

Kadınlara Benzemeye Özenen Erkekler, Erkeklere Benzemeye Özenen Kadınlar

 

Cenâb-ı Hak erkekle kadını aynı yetenek, aynı duygu ve aynı fi­zikî yapıda yaratmamıştır. Ancak bu iki cins birbirini tamamlamakta, biri diğerine destek olmaktadır. Erkeğin birtakım üstün yetenekleri vardır, kadının da birtakım üstünlükleri vardır. Nisa Sûresi 34. âyetle bu inceliğe temas edilerek buyuruluyor ki: "Erkekler kadınlar üzerinde koruyucu ve (birçok ağır ve önemli) işlerini yürütücü üstünlüktedirler. Bu da Allah'ın kimini kimine üstün kılmasıyla ve erkeklerin mallarını (mehir ve nafaka olarak) harcamaları sebebiyledir."                   ,   ;

Ancak hu üstünlükler herbirinin ruhsal, duygusal, fiziksel yapılarıyla ilgilidir. O bakımdan îslâm hem kadım, hem de erkeği hil­kat kanununun gereği olarak lâyık oldukları yere oturtmuştur: Erkek daha çok evin dışında faaliyetini sürdürerek yükün ağırlığım omuz­larında taşır. Kadın da daha çok evin içindeki düzen, denge, terbiye ve diğer ev işleriyle meşgul olup yuvayı huzura kavuşturur.

İslâm erkeklerle kadınların kıyafetlerinin aynı olmasına cevaz -mez. Her cinse yakışan ve onun Özelliğini yansıtan bir kıyafeti tav-e eder ve bu düzeyde tesettürü emreder. [254]

 

İlgili Hadisler

 

 (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz erkeklerden kadınlara ben-meye özenenlere, kadınlardan da erkeklere benzemeye enenlere lanet etti." [255]

Diğer bir rivayette ise şöyle haber verilmiştir:

"Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz kadınlaşan erkeklere, erke-Leşen kadınlara lanet etti ve "bunları evinizden kovup karınız" buyurdu.

Nitekim râvi İbn Abbas (r.a.) diyor ki: "Peygamber (s.a.v.) ilanı, Ömer (r.a.) da filânı çıkardı." [256]

Erkeğin kadınlaşması, sesini kadın sesi gibi çıkarması, kadınlar bi kırıtarak konuşması, kadınlar gibi yürümesi ve kadınlar gibi naz î işve yapması, kadınlar gibi giyinip kınla doküle yürümesi, homo-iksüel olmasıdır.

Kadmm erkekleşmesi, erkeklerin tavır ve davranışına özenmesi, 'kek gibi sesini kalmlaştırıp yükseltmesi, erkeklerin meclisine gidip vurması, erkeklerle haşır neşir olmasıdır.

Kılık kıyafette bu iki ayrı cinsin birbirine Özenmesi ve benzemesi ususunda kesin bir çizgi çizebilmek için genel anlamda bir ifade kul-ınmak veya bir hüküm ortaya koymak doğru olmaz. Her ülke, her Şlge ve her beldenin kendine has örf ve adetini dikkat almak gerekir, ir belde veya bölge ve ülkede kadınların kendilerine has erkeklerin de endilerine has bir kılık ve kıyafetleri vardır. O yerde kadınlar erkekle-n kıyafetine, erkekler de kadınların kıyafetine özenir ve böylece oranın örf ve âdetkıe ters bir tutum içine girerse, o takdirde o kadınlara "erkekleşen kadınlar", o erkeklere de "kadınlaşan erkekler" denilebilir.

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in koğduğu kişinin Hiyt adında bir muhannes (alçak) olduğu rivayet edilir. Ayrıca Ebû Davud'un Ebû Hüreyre (r.a.) den tahric ettiği hadîste, deniliyor ki: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimize bir muhannesi getirdiler ki ellerini ve ayaklarını kına ile boyamıştı. Efendimiz: "Buna ne oluyor da kendini böyle (maskara) yap­mıştır?" Ashab-ı Kiram: "Bu adam kadınlara benzemeye, kadm-laş-ma­ya özenmiştir, diye cevap verdiler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) o adamın el-Naki' adlı bölgeye sürülmesini emretti. Ashab-ı Kiram'dan bazısı ise: "Ya Resûlallah! Onu Öldürsen ya" deyince, Efendimiz onlara; "Ben namaz kılan kimseleri öldürmekten men'olundum" diye buyurdu.

Beyhâki'nin rivayetine göre, Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) bir muhanne­si, Ömer (r.a.) de diğer bir muhannesi (Medine'den) çıkarmıştır. [257]

 

Görüşler ve İstidlaller

 

Sahih kabul edilen bu iki rivayete dayanıp görüş beyan eden ilim adamları ve istidlalde bulunan müctehidlerin hemen hepsi kadınların erkeklere, erkeklerin da kadınlara benzemeye özeninesinin haram oldu­ğunda görüş birliği izhar etmişlerdir. Aynı zamanda gerek Resûlüllah (s.a.v.) zamanında, gerekse ilk iki halîfesi devrinde bu tip kişiler sürgün edilerek İslâm cemaatinin düzen, ahenk, vakar ve ciddiyetini» ahlâk ve aile yapısını korumaya çalışmışlardır. Böylece kavli sünnetlerle fiilî sünnet birleşmiştir.

Buharî sarihi Aynî, Umdetü'l-Karî'de bu konuya geniş yer ayırarak yeterince bilgi vermiş bulunuyor. Kadınların erkeklere, erkek­lerin de kadınlara benzeme özentisini beş-altı madde halinde; kadın­ların da erkeklere benzeme özentisini yine beş-altı madde halinde sıra­lıyor ve sonra kadınlaşan erkeklerin evden ve beldeden sürüldüğüne geçiyor, aydınlatıcı bilgi veriyor. [258]

Fethü'l-Bârî'de Taberfnin bu konuda şöyle dediği nakledilmiştir: "Erkeklerin giyim ve kuşamda, süs ve takıda kadınlara benzemesi caiz değildir. Öyle ki, kadınlara mahsus giyim ve kuşamda, süs ve süslen­mekte erkeklerin onları taklîd etmesi, yani onlara özenmesine, benzem­eye çalışmasına; kadınların da erkeklere mahsus giyim ve kuşama söz ve davranışlara heveslenip benzemeye özenmesine cevaz verilmemiştir. [259]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) fendimiz bu karşılıklı benzemeyi lanetlerken giyim kuşam üzerinde urup ona ağırlık vermiştir. Râvî diyor ki: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendi-üz kadınlara mahsus elbise giyinen erkeği, erkeğe mahsus elbise giyi-en kadını lanetledi." [260]

Bu hadîsi Ebû Dâvud isnad-i sahihinde rivayet etmiştir.  O akımdan müctehidler bununla istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır. [261]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Erkeklerin giyim kuşamda, süs eşyası takınmada, konuşma ve kirümede kadınlara benzemeye Özenmeleri haramdır.

2- Kadınların da giyim kuşamda, süs eşyası takınmada, konuşma re davranışlar da erkeklere benzemeye özenmeleri haramdır.

3- Giyim kuşam her ülke, bölge ve beldenin örf ve devam edegelen ıdetine göre dikkate alınıp değerlendirilir.

4- İslâmi   esaslara  göre  icra-i  faaileyette  bulunan  İslâm [ilkelerinde toplumun ve ailenin ahlâk, düzen, ciddiyet ve vakarını bo­zan bu gibi kişiler hakkında bir takım müeyyediler uygulanır. Meselâ sürgün edilir, gerekirse hapsedilir ve ta'zir cezasına çarptırılır. Tevbe edip dönüş yapanları devlet affedebilir.

5-  Aile içinde böyle bir    benzemeye özenen bireylere derhal müdahale edilir ve dönüş   yapmaları, yani bu gibi özentilerden vaz­geçmeleri sağlanır. Aksi halde Özenen fert devletin yetkili organlarına teslim edilir.

6- Bu konuda gençleri kendilerine uygun olan düzeyde tutmanın en tesirli yolu olan eğitimi ihmal etmemek gerekir, islâm kültürüyle yetişen bir gencin koluna altın zencir, boynuna altın kolye ve benzeri bir şey takması düşünülemez. Aynı zamanda genç bir kızın da erkekler gibi pantolon giyip şapka kullanması, onlar gibi ayakkabı giyip saçım erkekler gibi traş etmesi çok uzak bir ihtimal olarak kalır.

7- Kadın kendisine lâyık olan yerini almak ve ona göre bir hayat düzeni kurmakla yükümlüdür. Erkeğin de kendine has ve lâyık bir yeri vardır; aynı zamanda bir hayat düzeni söz konusudur. Birinin diğerinin yerini almaya özenmesi düzensizlik, ciddiyetsizlik getirir.

Nitekim Şârih Aynî bu maddeler üzerinde durarak aydınlatıcı bil­giler vermiştir. Az yukarıda buna temas edip Umdetü'l-Karfye müracaat için gereken dipnotu koymuş bulunuyoruz. [262]

 

Cinsel Temasa Başlarken Besmele Getirmek ve Örtünmek

 

Bütün nimetler Allah'ın sonsuz kudretinden kaynaklanıp veril­miştir. Her nîmet o yüksek kudretin damgasını taşır ve O'nun yüceliğini, eşsizliğini, sonsuzluğunu yansıtır. O bakımdan nimetlerden birini kullanırken, yararlanırken Allah'ın ismini anmamız mutlak an­lamda kadir bilirliktir, şükürdür ve ta'zîmdir.

O bakımdan nasıl yemeğe başlarken, su içerken, işin başına geçerken Besmele getirerek o işe, o yemeğe bir anlam kazandırıyor sak, eşiyle cinsel temasa başlayan kimse (erkek ve kadın) Öylece Besmele getirip ona anlam kazandırır. Aynı zamanda bu inanç ve inançtan kay­naklanan Besmele şeytanları uzaklaştırır, melekleri yakmlaştırır. Aileye sevgi, saygı, bağlılık ve birlik havası estirir.

Sonra hayvanlar çiftleşir gibi hiçbir şey örtünmeden cinsel temas-da bulunmak doğru değildir. Cenâb-ı Hakk'a ve O 'nun meleklerine karşı saygılı , edepli olmamız gerekir. Zira her yerde, her davranışımız ve sözümüzde Allah'tan korkup utanmamız ve O'na karşı üstün bir edep duygusu taşıyıp saygılı olmamız, niü'min olmamızın gereğidir.

Nitekim Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in evlilik hayatı incelen­diğinde, başta Hz. Aişe (r.a.) olmak üzere ezvac-i tahirat'm çoğu Resûlüllah'm (s.a.v.) cinsel temasa başlarken Besmele çektiğini, üzer­lerine bir Örtü, yorgan ve benzeri bir şey aldıklarını haber vermişlerdir. [263]

 

Îlgili Hadisler

 

şeytan o çocuğa asla zarar veremez..." [264]

Utbe b. Abdi es-Selemî (r.a.) dan yapıları rivayete göre, Resûlüllah S.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz eşine (cinsel te­masta bulunmak üzere) gelip yaklaştığında Örtünsün; karı koca nerkep ve develer gibi (her türlü örtüden) sıyrılmış bir halde bulunmasın..." [265]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurdu: "Çırılçıplak olmaktan kaçmınıp sakının, pünkü gerçekten beraberinizde sizden ancak büyük abdest boz-iuğunuzda ve bir de adamın kendi eşiyle (çıplak örtüsüz vazi­yette) cinsel temasta bulunduğunda ayrılan ve bu iki durum dışında ayrılmayan (melekler) var. Artık onlardan utanın ve on­ara karşı saygılı olup ikramda bulunun." [266]

 

Îlim Adamlarının Tesbit ve Yorumları

 

İmam Gazâlî bu konuyu "cima' adabı" bölümünde işlemiş ve ilgili hadislerle birlikte birtakım zayıf rivayetlere de yer verilmiştir. Gazâlî. rivayetlerin tamamından şu tavsiyeleri çıkarmıştır:

a) Besmele çekerken "Bismillahi'1-Aliyyi'l-Azîm" demek

b) Sonra Resûlüllah'm (s.a.v.) tavsiye buyurduğu duayı okumak,

c) Temas halindeyken dudakları kıpırdatmadan "Hamd o Allah'a ki beşeri sudan yaratmış ve soy ve sihriyet bağlarını sağlamıştır. Rabbımm mutlak anlamda her şeye kudreti yeter" diye dûa etmek,

d) Mümkünse kıbleye yönelmeksizin temas halini sürdürmek,

e) Üzerine örtülmek amacıyla bir örtü almak,

f) Kadını da orgazm (cinsi doyumun yüksek seviyesine çıkması) için acele etmemek, bir süre sevişip sonra teması gerçekleştirmek,

g)  Mümkün olduğu takdirde daha çok cuma günü ve gecesi birleşmek müstehabdır. Böylece İslâm, cinsel teması da birtakım  adap ve kurallara bağlayarak ona anlam kazandırmıştır. [267]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

205 no'lu İbn Abbas hadîsi sahihtir ve istidlale sâlihtir. Zahirî an­lamıyla üç hüküm ifade etmektedir: Cinsel temasa Besmele ile baş­lamak, sonra şeytandan uzak kalmak için Allah'a sığınıp O'nun yar­dımım beklemek ve üçüncüsü de, Besmele ve sığınmanın olumlu sonucu olarak doğacak çocuğa İblisin zarar vermiyeceğini bilip inanmak...

"Artık o şeytan o çocuğa asla zarar veremez" cümlesi (len) edatıyla ifade edilmiştir. Bu, doğacak çocuğa hiçbir veçhile ve hiçbir zaman zar­ar vermiyeceği anlamına yorumlanmamalıdır. Nitekim Kadı Iyaz, zar­arın, umum cihetiyle kötülüğün her çeşidinden nefyedilmesi irade edil­miş değildir. Her ne kadar ifadenin zahiri zararın her çeşidini sonsuza dek olumsuz kılıyorsa da hakiki mâna öyle değildir. Zira sahih hadîste şöyle buyuruluyor: "Ademoğlundan doğup dünyaya gelen herkesin karnına şeytan dürter. Ancak Meryem ve Oğlu (İsa) bu genellemenin dişmdadırlar." [268]

Bazısına göre bu zarar sadece dinîdir. Yani şeytan onun dinîne, dindarlığına zarar veremez. [269] Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de bu yor­um ve mânaya delâlet vardır: "Şüphesiz ki (ey İblis!) Kullarım üzerinde senin hiçbir saltanatın, sultan yoktur; ancak şaşkın azgınlardan senin peşine takılanlar müstesna..." [270]

Böylece gönülden sadakat, teslimiyet ve mahviyetle Allah'a imân edip imânın şartlarını bu odakta birleştiren ve sonra da sâlih amellerde bulunan mü'minler, Canâb-ı Hakk'ın himayesi ve inayeti altında bulu­nurlar. Şeytanın onların bu imân ve irfanını tahrip edip yıkma gücü yoktur. Zira Allah'ın yüksek kudretinin ışığını kalbine taşıyıp Allah'ı sık sık anmakla manevî gıdasını alan bir kula şeytanın yaklaşma im­kanı kalmaz. Yukarıdaki hadîs, Besmele ve duâ ile ana rahminde te­şekkül eden cenin nasıl İslâm fıtratı üzere doğarsa, öylece Hakk'm hi­dayet ışığına mazhar olarak gözlerini dünyaya açar gerçeğini işaret et­mektedir,

206 no'lu Utbe hadîsinin isnadında Rişdîn b. Sa'd bulunuyor ki bu zat zayıftır. İmam Ahmed: "Ondan rivayet olunan hadîse pek ilgi duyul­maz. Ancak "rika (kalbi inceltip vicdanı geliştiren) hususundaki rivayetlerinde  bir beis yoktur. Umarım ki o sâlihü'I-hadîstir" derken, ibn Maîn "O kayda değer bir şey değildir" diyerek ayrı bir tesbit ortaya koymuştur. Ebû Zür'a ise: "O zayıftır" demiştir" el-Cevzânî de: "Onun yanında bir çok münker hadîsler bulunuyor" şeklinde bir ifade   kul­lanmıştır. [271]

 

Azil (Cinsi Münasebet Esnasında Meniyi Dışarı Akıtmak)

 

İslâm, kürtaja asla cevaz vermez. Ancak annenin hayatının bir tehlike ile karşı karşıya bulunması bir istisna teşkil eder. Ana rah­mine intikal eden sperm yumurtayla birleşip oluşunca artık buna müdahele söz konusu değildir. Bazı zayıf ve dayanaksız görüş ve içti­hada dayanarak, ana rahminde henüz insan şeklini almamış ceninin alınmasında, yani kürtaj yapılmasında bir sakınca yoktur diyenlere itiL bar edilmemelidir. Zira bir hayati tehlike ortada yoksa, ana rahmine müdahale caiz değildir; özellikle bir üçüncü şahsın müdahalesi asla doğru kabul edilemez.

Hamile kalmamak için kadının, sağlığına zarar vermediği kesin biliniyorsa, hap kullanmasına ve son yıllarda yaygınlaşan spiral deni­len aleti kendisinin takmasına kıyas yoluyla cevaz verilebilir. Spirali kendisi takıp kullanamıyorsa, bir başka şahsa -yakını bile olsa-takdırması caiz değildir. Zira hayati bir tehlike ortada yoktur. Hattâ bazı ilim adamları bu iki şeyi kullanmayı bile mekruh saymışlardır. Ancak bu bir görüş ve yorumdur, bağlayıcı değildir.

İslâm, fazla çocuk edinmek istemeyen kadına, kocasıyla mutabık kaldıkları takdirde en kolay ve sağlıklı yolu göstermiştir: Kocasının cin­sel temasta meniyi dışarıya akıtmasıdır. İslâm fıkhında buna "azil" veya, "azl"* denir.[272]

 

İlgili Hadisler

 

Câbir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında Kur'ân (ayetleri kısım kısım) inmeye devam ederken biz (cinsel temas sırasında) azil yapardık." [273]

Müslim'in tahrîcinde Câbir'in (r.a.) şöyle dediği belirtilmektedir:

"Uesûlüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında biz azil yapıyor­duk. Bu haber ona ulaşınca bizi azilden men'etmedi."

Yine Câbir (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Bir adam Hz. Peygamberce (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: "Doğrusu benim bir cariyem vardır, o hem bizim hizmetçimiz, hem de hurmalığa su taşıyıcımızdır. Ben zaman zaman onun etrafında dönüp dolaşıyorum ve hamile kalmasını hoş karşıla­mıyorum..." Efendimiz ona şu cevabı verdi: "İstersen (cinsel te­masta) azil yap. Çünkü onun için takdir edilen ne ise şüphesiz ancak ona o gelir... (Yani bir çocuk doğurması mukadderse el­bette eninde sonunda o hamile kalıp doğuracaktır)." [274]

Ebû Sâid (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizle beraber Beni Müstalık savaşma çıkmıştık. Bu sırada arap esirlerinden bir çok esir kadın elde etmiştik. O günlerde kadınlara karşı iştihamız iyice artmış ve bekârlık bize çok ağır gelmeye başlamıştı. (Esir kadınlarla belli kurallara göre cinsel temasta bulunurken çocuk yapmamak için) azilde bulunmayı arzu ettik. Ancak (dinî bir hata yapma­mak için) durumu Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'den sorduk. Efendimiz şöyle buyurdu: "Bunu yapmamanızda sizden yana bir sakınca yoktur. (Yani azil yapmamanız size gerekli kılınma­mıştır). Çünkü gerçekten Cenab-ı Hakk kıyamete kadar yarata­cağı her canlıyı yazıp tesbit etmiştir (Dünya hayatına gözünü açacak her canlı vakti saati gelince mutlaka vücud bulup doğar)." [275]

Ebû Saîd (r.a:) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

Yahudiler şöyle diyorlardı: "Azil de küçük bir mevude (kız çocu­ğunu diri diri gömmekfdir." Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Yahudiler yalan söyledi (söylüyor). Şüphesiz Cenâb-ı Hakk bir şeyi yarat­mayı murad edince, hiçbir kimsenin O'nun bu takdirini ve mu-i adını geri çevirmeye, saptırmaya gücü yetmez»." [276]

Yine Ebû Saîd (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz azil hakkında şöyle buyurmuştur: "Sen onu yaratıyorsun, sen onun rızkını veriyorsun. Artık sen onu karargahında karar kıldırırsın... Bütün bunlar kaderdir." [277]

Diğer bir yoruma göre: "Sen mi onu yaratıyorsun, sen mi onu i rızıklandırıyorsun? Artık sen onu (ana rahmi denilen) karar­gâhta karar kıldır. Bütün bunlar kaderdir. (Kaderin gere­ğidir.)".

Birinci yorumda hitap Cenâb-ı Hakk'adır. İkinci yorumda hitap azil konusunda mütereddit davranan kişiyedir...

Üsame b. Zeyd'den (r.a.) yapılan rivayete göre: Bir adam Hz, Pey-gamber'e (s.a.v,) geldi ve şöyle dedi: "Doğrusu ben karımla (cinsel temas­ta bulunurken) azil yapıyorum..." Bunun üzerine Efejıdimiz ona: "Neden öyle yapıyorsun?" diye sordu. O da şu cevabı verdi: "Eşi­min çocuğuna veya çocuklarına karşı endişe duyuyorum (yine doğuracak olursa, birtakım sıkıntılar getirebilir, diğer çocuklar ihmal edilebilir)." Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Eğer bu zararlı olsaydı Faris ve Ruma zararlı olurdu..." [278]

Cüzame binti Vehb el-Esediyye (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Bir gurup insanlarla birlikte Resûlüllah'ın (s.a.v.) huzurunda bulunuyorduk ki, Efendimiz şöyle buyuruyordu: "Gıyleyi (kucağında süt verip emzirdiği çocuğu varken adamın o eşiyle cinsel temasta bulunup hamile kalmasını) kasdettim. Sonra da Rum ve Farislere baktım, gördüm ki onlar çocuklarına gıyle yapıyorlar ve bu onların çocuklarına zarar vermiyor..." Sonra (orada hazır bulunanlar) Hz. Peygamber (s.a.v.) den azil konusunu sordular. Buyurdu ki: "Azil gizli bir vedi'dir (çocuğu bir bakıma diri gömmektir...)" [279]

Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, hür kadından azil yapılmasını men'etti, ancak onun izniyle yapabileceğini buyurdu." [280]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a)  Ömer, Ali, İbn Mes'ud ve bir rivayete göre Ebû Bekir (Allah hepsinden razı olsun) azlin mekruh olduğunu belirtmişlerdir. Zira Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz müslümanların çoğalması hususunda teşvik ve terğîbde bulunmuştur. Ancak dar-i harpte ve bir de cariye­sinden azil yapabilir.

Hz. Ali'nin (r.a.) ise cariyelerinden azil yaptığı rivayetler arasında bulunuyor. [281]

b)  İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve İmam Şafii'ye göre, azile ruhsat verilmiştir. Nitekim ashabdan Hz. Ali, Sa'd b. Ebî Vakkas, Ebû Eyyub, Zeyd b. Sabit, Cabir, İbn Abbas, Hasan b. Ali, Habbab b. Eret de bu görüştedirler. Tabiînden Saîd b. Müseyyeb, Tavus, Ata da azilde bir beis görmemişlerdir. İmam Nahaî'nin de içtihadı bu doğrultudadır. [282]

c) Hanbelîlere göre, azil mekruhtur. [283]

Hanbelîlerin bir diğer rivayete dayanarak azil hususunda kadın­ları üçe ayırdıkları görülüyor:

1- Hür zevce,

2-Emet (cariye).

3- Evlendiği cariye...

Hür kadından ancak izniyle azil yapılabilir. Cariyeden izin alınmaksızın azil yapılabilir. Evlendiği cariyeden, İmam Şafii'ye göre izin alınmaksızın azil yapılabilir. İbn Abbas da aynı görüş ve ictihaddadır. [284]

d) İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, evlendiği cariyeden de izin alarak azil yapabilir. Nitekim ebu Hanife de aynı görüştedir. İmam Ahmed'den böyle bir rivayet yapılmıştır.

İbn Hazm ise azlin tahrimîne kaildir. [285]

e) imam Gazali azil konusunda ilim adamlarının farklı görüş ve orum ortaya koyduklarına temas ederek, kiminin mubah, kimiriin de lekrûh saydığı ve böylece dört mezheb üzere dört ayrı görüşün ortaya ıktığmı belirtiyor.

a) Her hâl-ü kârda azil mutlaka mubahtır..

b) Her hâl-ü kârda haramdır...

c)  Kadının rızasıyla mubahtır, helâldir; rızası  dışında helâl eğildir... 

d) Cariyeden azil mubahtır, hürden azil mubah değildir.. [286]

Bize göre sıhhatli görüş, azlin mubah olduğudur. Bu hususta kar-aheti ileri sürenlere ise verilecek cevap şudur: Bazan tahrîmi paen'etmek, bazan tenzihi men'etmek, hazan da fazileti terketmek [nekrûh sayılır. Azil konusundaki kerahet bu üçüncü kısma girer. Yani azil yapmamak fazilettir. Bunu terketmek ise kerahettir.

Nitekim İmam Gazâlî de keraheti bu üç kısımda mütalaa edip azilde bulunmanın fazileti terketmek anlamına geldiğine  dikkat çekmiştir. [287]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

215  no'lu Câbir hadîsi sahihtir, istidlal ve ihticaca salîhtir. Hadîste özellikle "Kur'ân âyetleri kısım kısım  inmeye    devam eder ken..." cümlesine yer verilerek önemli bir husus aydınlatılmak isten­miştir. Kur'ân kısım kısım inmekte iken azil olayı yapılagelmekte idi. Eğer sakıncalı bir yanı olsaydı Cenâb-ı Hakk onu men'ederdi. Böylece bu  hadîse   dayanan  ilim   adamları  azlin  mubah  olduğuna  kail olmuşlardır.

Hadîsin mütemmim kısmı sayılan ve Müslim tarafından nakledilen cümlede ise, ashab-ı kiramın azil yaptığı ve Hz. Peygamber'in |(s.a.v.) bundan haberi olduğu halde onları bu fiilden men'etmediği or­taya çıkıyor. Müslim'in rivayeti buna açıklık getirmektedir.

Konuya bu iki rivayet açısından bakılınca, azli ne Kur'ân, ne de hadîs yasaklamamıştır.

216 no'lu Cabir hadîsi de sahihtir. Cariyeden azil yapmakta bir sakınca olmadığı hükmü ortaya çıkıyor. Sonra da o cariyenin hamile kalması takdîr edilmişse, ne kadar  da azil yapılsa bu takdirin Önüne geçilemeyeceği vurgulanıyor. Zira böyle bir ilâhi takdir söz konusu ise, cinsel temasta bir damla olsun meninin içeride kalması yeter. Nitekim ashabdan Ebû Sâid (r.a.) diyor ki: "Bana ait bir cariye ile cinsel temas­ta bulunurken azil yapıyordum. Bununla beraber cariye hamile kaldı ve insanlardan çok sevdiğim bir çocuk dünyaya getirdi." [288]. Bunun gibi, Hz. Ömer'in (r.a.) de bir cariyesi vardı ki Ömer azil yapardı. Bununla beraber o cariye hamile kaldı. Bu Hz. Ömer'e çok ağır gelip sıkıntı verdi ve "Allahım! Bu senin takdirindir ki, Resûlüllah (s.a.v.) onu kendi hadîsinde açıklamıştı" diyerek   teslimiyet gösterdi. [289]

217 no'lu Ebû Sâid hadîsi sahihtir. İstidlale sâlih olup birtakım hükümler ihtiva etmektedir. Şöyle ki, savaşta elde edilen esir kadınlar birer cariye hükmünü alır va onlara sahih olan müslüman erkekler mezheblerce belirlenen ölçü ve kurallar dahilinde cinsel temasta bulu­nabilirler. Aynı zamanda o cariyelerin hamile kalmamalarını arzu. edenler azil yapabilirler.

Savaşta esir edilen kadınlar, esir edilmeden Önce İslâm'a girer­lerse, artık esir edildikten sonra cariye sayılmaz. Hür sayılıp ona göre hakları korunur. İslâm'a girmeden esir düşer ve sonra İslâm'a girerse, efendisine yakışan onu hürriyetine kavuşturmaktır.

Kocasıyla birlikte esir düşen kadım kocasından ayırmak caiz değildir. Aralarındaki nikâh akdi devam eder ve müslüman mücahidler; onlardan kendilerine isabet edenlerle cinsel temasta bulunamazlar. Kadm yalnız basma esir düşerse, artık o hangi mücahite isabet ederse onun cariyesi sayılır ve böylece efendisi onunla cinsel temasta bulunabi­lir. Zira bu durumda o kadının nikâhı kocasından kopmuş ve bozulmuş olur.

219 dipnotlu Ebû Saîd hadîsini Ahmed bin    Hanbel rivayet etmiştir. Azil yapmanın tam bir tedbir olmayacağım, bu gibi olayların, yani kadının hamile kalmasının bütünüyle ilâhi takdire bağlı olduğu! belirtiliyor. Bununla beraber hadîsin sahîh olup olmadığı ihtilâf konuudur.

Ancak 218 no'lu Ebû Saîd hadîsi bunu desteklemektedir. Yahudil­erin "azil küçük mevudedir" iddalarma kaı^şı Resûlüllah (s.a.v.) Efendi-miz'in "Yahudiler yalan söylüyor" buyurması ve hamile kalınıp kaim-mamasının ilâhi takdire bağlı bulunduğunu ifade etmesi, azlin men'edildiğine delâlet eden bir beyan ve karine değildir. Kişilerin bu hususta serbest bırakıldıklarına işarettir.

Cüzame hadîsine gelince ki bunu 221 dipnot ile nakletmiş bulu­nuyoruz- Resûlüllah'm "o ved'î hafidir" yani gizli olarak çocuğu diri diri toprağa gömmektir, buyurmasını tenzihi kerahete hamledenler olmuş­tur. Nitekim Beyhakî de böyle bir yorumda bulunmuştur.

İlim adamlarından bir kısmı ise, bu hadîsin sahîh hadislere ters düştüğünü dikkate alarak rivayetinde bir zaaf bulunduğunu ifade tmişlerdir. [290]. Hafız İbn Hacer ise Cüzame hadîsinin de sahîh Lduğunu, diğer hadîslerle cem'etmenin mümkün bulunduğunu belirt-liştir.

Bazısı da, Resûlüllah (s.a.v.) azlin gizli mevude olduğunu öylerken, azil hakkında kendisine henüz bir ilâhi beyân verilmemişti. Sunu sadece Yahudilerin iddiasına karşı söylemiş bulunuyordu. Sonra ^lelek Cebrail'in azil hususunda verdiği bilgi gelince, azle ruhsat veril­miş oldu.

Ancak bu yorum ilim adamlarınca desteklenmemiştir. Diğer sahîh Ladîslerle bu rivayetin neshedildiği de söylenmiştir, ibn Kayyım ise leğişik bir yorum getirerek, kişinin azil suretiyle eşinin hamile kal-aasından kaçması, hakiki bir vedi değil, onun bu niyet ve fiilî sanki fizli bir vedi anlamı taşımaktadır, demiştir. [291]

Büluğu'l-Meram sahibi ise Cüzame hadîsini şöyle yorumlamıştır: Buradaki nehiy (azli menetme) tenzih ve yahudileri tekzîb üzere ham-edilir. Çünkü yahudiler azli hakiki   bir   tahrîm   kabul ediyorlardı. Ulah dilediği takdirde kişi azilde de bulunsa yine de meniden bir şeyin çeriye akması veya kaçmasıyla hamilelik gerçekleşir.."[292]

Kanaatimce bu yorum en uygun olanıdır. Zira bu manayı de­stekleyen birçok sahîh rivayetler mevcuttur. Müctehidlerin çoğu da azi-in cevazına kail olup Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz tarafından ruhsat mki olduğunu delil olarak göstermişlerdir.

222 dipnotlu Ömer hadîsinin isnadı değişik şekilde tesbit edil-niştir. Haber-i ahad kapsamına girdiğinden müctehidlerin bir kısmı munla istidlal etmemiştir. Konunun baş kısmında bununla ilgili nuctehidlerin görüş ve ictihadlarım kısmen nakletmiş bulun-luğumuzdan burada tekrarlamayı uygun görmedik. [293]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Azil, cinsel münasebet sırasında meniyi dışarı akıtıp kadının lamile kalmasına engel olmaya yönelik bir ifade tarzıdır.

2- Kur'ân'da azlin haram olduğuna dair bir hüküm mevcut ieğildir.

3- Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz genellikle azle ruhsat vermiş bu­lunuyor.

4- Cenâb-ı Hak bir kadının hamile kalmasını taktir etmişse, kocası ne kadar azil de yapsa onun hamile kalması mukadderdir. Ancak bu takdiri bilmediğimiz için yani tecellisinden habersiz olduğumuz için bir tedbir olarak azil yapmamızda bir sakınca yoktur.

5- Buna kıyasla, kadının sağlığına zararlı değilse, hamileliği önleyici hap almasına da ruhsat verilebilir. Bunun için üçüncü, hatta ikinci bir şahsın kadının rahmine müdahale etmesine asla cavaz veril­mez.

6- Sprial gibi bir alet kadının sağlığına zararlı olmasa bile bir başka kimse tarafından rahme yerleştirilmesi haramdır.

7- Ana rahminde döllenen cenini  kürtaj yoluyla veya başka bir. müdahaleyle almak da haramdır. Oluşan ceninin azası yerine gelsin gelmesin fark etmez. Bunun hilâfına verilen birtakım fetvaların sağlam bir dayanağı olmamakla beraber fasid kıyas kapsamına girmektedir.

8- Savaşta elde edilen esir kadınlar, daha Önce İslâm'a girme-mişlerse ve kocaları da  yanlarında esir edilmemişse, o taktirde taksi­matta hangi mücahide verilirse onun cariyesi olur. Bu durumda o mücahid o cariyeyle cinsel temasta bulunabilir ve çocuklu kalmaması için azil de yapabilir.

9- Esir düşmeden Önce İslâmiyeti kabul eden kadınlara artık ca­riye işlemi uygulanmaz ve onlar hür kadınlar olarak kabul edilirler, O nedenle hiç kimse nikâh akdi yaptırmadan o kadınlarla cinsel temasta bulunamaz.

10- Kocasıyla birlikte  esir  edilen  kadınların nikâhı  devam ettiğinden,   köle statüsüne dahil olurlar, ancak evli olduklarından do­layı herhangi bir mücahid olanlarla cinsel temasta bulunamaz.

11- Azil olayı, çocuğu diri diri toprağa gömmek değildir. Yahudiler böyle olduğunu iddia etmişlerse de Resûlüllah (s.a.v.) onların doğru söylemediklerini, yalan ve iftira ile böyle bir sonuca vardıklarını açıklamıştır.

12- Emzikli, yani çocuk emzirmekte olan kadınla cinsel temasta bulunmakta bir sakınca görülmemiştir.   Ancak bu kadm gebe kalırsa gebeliğin son ayında veya aylarında tıbben bir sakıncası olduğu belirle­nirse o taktirde sakınca söz konusudur.

13- Hür kadından azil yapmak için kocasının" ondan izin alması söz konusudur. Ancak müctehidlerden az bir kısmı izin almaya gerek yoktur demişlerse de ağırlık izin alınmasmdadır.

14- Cariyeden azil yapmak için izin almaya gerek yoktur. [294]

 

Karı-Koca Arasındaki Cinsel Münasebetin Başkasına Anlatılması

 

Ailenin selâmeti, yuvanın huzuru ve güveni karı kocanın sadakat, ıddiyet ve iffetine bağlıdır. Birinin gözünün dışarda olması, mevcut ile letinmeyip şehevî duygusuna mağlup olması evliliği temelinden sarsar, ileyi güvensizliğe iter ve evde huzur havası bırakmaz.

Bunun gibi karı koca arasındaki cinsel münasebetin, sevişme eklinin sadece ikisi arasında kalması, bir üçüncü şahsa sızmaması erekir. Bu üçüncü şahıs isterse o çatı altında bulunan biri olsun, ister :evredeki dost yakınlardan biri olsun fark etmez... Aksi halde eşler trasmdaki bu en mahrem ve gizli durum mahremiyet ve gizlilikten ızaklaşıp aleniyete dökülür ve bu sebeple de aile başkasının şehevî hıygusunun hedefi haline gelir.

Hattâ Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz evli kadın ile erkeğin sevişir-Len seslerini bile son derece alçaltmalarını, duvar arkasına yansıma-îtıasını tavsiye ve tenbih buyurmuştur. [295]

 

İlgili Hadisler

 

Ebû Saîd (r.a.) den yapılan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) Efen-iimiz şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü Allah yanında insanların 3iı kötü ve en şeriri şu adam ve karışıdır ki, birbiriyle sevişip karıldıktan sonra aralarındaki bu sırrı (gizli durumu) etrafa yayarlar..." [296]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre: Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz selâm verince yüzünü ashabına çevirdi ve şöyle buyurdu: "Bulunduğunuz yerden ayrılmayın (meclisi terk etmeyin)! Siz­den bir adam varmı ki, eşine yaklaşıp kapıyı kilitler ve perdeyi indirir (kapatır)... Sonra da dışarı çıkıp, "eşimle şunu şunu yaptım, eşimle şöyle şöyle buluştum" diye anlatır?" Kimseden ses çıkmadı. Bu defa Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz kadınlara doğru döndü ve: "Sizden bu hususları anlatan oluyor mu?" diye sordu. Göğüsleri iyice gelişmiş genç bir kız iki dizi üzere doğrularak Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin kendisini görmesi için iyice boynunu uzattı ve şöyle dedi: "Evet vallahi hem erkek­ler (bu gizliliği) anlatıyorlar, hem de kadınlar anlatıyorlar..." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onlara: "Böyle ya­pan kimsenin neye benzediğini, nasıl bir misal teşkil ettiğini bi­liyor musunuz? Dişi ve erkek iki şeytanın sokakta buluşmasına ve erkek şeytanın cinsel arzu ve ihtiyacını dişi şeytandan elde edip karşılamasına benzer..." [297]

 

Müctehid ve İlim Adamlarının Görüş ve İstidlalleri

 

İlim adamları bu ve benzeri hadisleri dikkate alarak aile mahre­miyetine ve karı ile koca arasındaki sevişme safhalarının gizli tutulma­sına ağırlık vermişlerdir. Dört mezheb imamları da bu konuda aynı gö­rüşü paylışıp karı-koca arasında cereyan eden sevişme, cinsel müna­sebet ve bununla ilgili davranış ve sözleri başkalarına anlatmalarının haram olduğunu belirtmişlerdir. Zira edep ve terbiye, utanma ve vakar ancak hayır ile gelir. Hayasızlık, utanmazlık ise ancak şer ile gelir.

"Kadın olduğu gibi avrettir. (Yüz ve elleri dışında kalan her yeri­nin dince Örtünmesi gerekli görülen bir iffet simgesidir.) Dışarı çıkınca şeytan bütün dikkat ve arzusuyla onun gelmesini bekler" [298] buyu­ran Peygamber (s.a.v.) Efendimiz çok anlamlı ifadesiyle aileye ve özel­likle kadın ile kocasına bir mesaj vermektedir. O da şudur: Kadın aile mahremiyetini korumaz, kendi iffetinin zedelenmesine aldırış etmez de evdeki gizli hususları dışarıya taşırsa, onu ilk bekleyen şeytan olur... Dilini tutmayıp kocasıyla arasındaki gizli halleri ifşa ettiği takdirde şeytanın tuzağma düşmüş olur. Hadîste bilhassa bu inceliğe işaret vardır.    

Nitekim selef-i sâlihîn ailenin ciddiyet ve mahremiyetine, helâl .okma ile gıdalanmasına son derece dikkat ederler kadın kocasını, ko­cası da karısını uyarırdı. Bunun için kocanın karısı üzerinde birçok, hakları konu edilirken daha çok şu hususlar üzerinde durulurdu: Sıyanet (koruma, muhafaza), setir (örtme, gizleme) ve ihtiyaç Ötesi is­tekte bulunmama, sonra da günlük kazançta haramdan sakınıp helâl bir geçim sağlama...

Evin erkeği sabahleyin dışarı çıkarken evin kadını ona şöyle derdi: "Haram kazançtan sakın. Çünkü biz açlığa ve sıkıntıya karşı sabrede­riz, ama cehennem ateşine dayanamayız." [299]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

235 no'lu Ebû Saîd hadîsi sahîh olup istidlale sâlihtir. Bu konuda hadîsteki "şer" kelimesi bazı rivayetlerde "eşerr" olarak geçmektedir. Gerçi nahv kaidesine göre "şerr" kelimesi uygundur. Zira "hayr" ve "şerr" ism-i tafdil kapsamına girmektedir. Türkçemizde "daha hayırlı", "daha iyi" ve "daha kötü", "daha şerli" demektir.

236 no'lu Ebû Hüreyre hadîsini aynı zamanda Nesâî tahrîc etmiş, Tirmizî ise hasenlemiştir. Ancak isnadında Tafavî adı geçiyor. Tirmizî "biz bu ismi tanımıyoruz" diyor. Ebu Fazıl Muhammed bin Tahir de: "Tafâvi meçhuldür" diyerek Tirmizî'nin tesbitine katılmıştır.

Bununla beraber ilim adamlarının çoğu bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Ebû Dâvud kendi müsnedinde, Ahmed b. Hanbel de kendi müsnedinde hadîsi nakletmişler ve zayıf olduğuna dair bir görüş ortaya koymamışlardır.

Her iki hadîsde hâkim olan ifade, kan-koca arasında geçen cinsel temas ve bununla ilgili söz ve davranışların başkasına anlatılmasının kesinlikle haram olduğunu göstermektedir. Nitekim bu hükme muhale­fet eden olmamıştır.

Sadece erkeğin "ben bu gece cinsel temasta bulundum" demesi veya kadının "bu gece kocamla seviştim" demesi teferruata temas edil­mediğinden- mekruh sayılmıştır. Zira kişinin malâyaniyi terketmesi iyi bir müslüman olduğunun belirtisidir. [300]. Aynı zamanda Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a ve âhiret gününe imân ediyorsa ya hayır söylesin ya da susup konuşmasın..." [301]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Aile yuvası güven, huzur, edeb ve ciddiyet ister. Bunun hilâfına bir tutum ve davranış bazı hallerde mekruh, bazı hallerde haramdır.

2- Karı ile kocası arasında geçen cinsel sevişme ve teması bir üçüncü şahsa anlatmaları men'edilmiştir, o bakımdan kesinlikle ha­ramdır.

3- Lüzum olmadığı halde sadece "bu gece cinsel temasta bulun­dum" der ve bunun teferruatından söz etmezse, kerahet işlemiş olur.

4- Lüzum görüldüğü takdirde "evet cinsel temasta bulunduk" de­mekte bir sakınca görülmemiştir. Nitekim bir kadın Resûlüllah'a (s.a.v.) gelerek kocasının cinsel iktidarsızlığından şikâyet etti. Kocası ise şu karşılığı verdi: "Ya Resûlaüah! Eşim doğru konuşmuyor. Ben deriyi sil­kip istediğim gibi evirip çevirdiğim gibi karımı da cinsel temasta öyle evirip çeviriyorum..." Onun bu sözüne karşı Resûlüllah (s.a.v.) Efendi­miz bir hoşnutsuzluk göstermedi.

5- Karı kocadan birinin nasıl sevişip cinsel temasta bulunduk­larını anlatmaları onları şerr ve eşerr kılar ve büyük günah yüklen­mesine sebep olur. Ancak tevbe ve istiğfar edip bir daha bu ve benzeri günahları işlememeye azmederlerse, şüphesiz ki Allah bağışlayan ve merhamet edendir. [302]

 

Kadınla Normal Tabii Yoldan Cinsel Temasta Bulunmak

 

İslâm kadını lâyık olduğu yere oturtmuş ve ona gereken saygınlığı kazandırmıştır. O bakımdan kadın ne erkeğin şehvet oyuncağı, ne de alınıp satılan bayağı bir meta'dır. Ona ancak Allah'ın helâl kıldığı yol­dan yaklaşmak caizdir. Kadına dübüründen yaklaşmak, yani teması arka yoldan sağlamak hem büyük günah, hem de kesinlikle haramdır. Buna cevaz veren hiçbir ilim adamı yoktur ve olamaz da...

Cenâb-ı Hakk, şehveti teskin etmek ve neslin devamını sağlamak için eekeğe ve kadına cinsel organ bahsetmiştir. Bunun için de kadına ancak cinsel organından yaklaşmamız emredilmiştir.

Kur'âıı'da şöyle buyurulmaktadır:

"Ay halinde iken kadınlardan uzak durun; temizlenmelerine ka­dar onlara (cinsel temas için) yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman Allah'ın size emrettiği yerden (üreme organından) onlara yaklaşın. Şüphesiz ki Allah çokça tevbe edenleri ve iyice temizlenenleri sever..." [303]

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bu âyetin ışığında konuyu daha açıklamış ve gereken bilgiyi vermiş ve uyarısını yapmıştır. [304]

 

İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kadına dübüründen yaklaşan (o yol­la temasta bulunan) kimse mel'ûndur. (İlâhi lanetle lanetlen­miştir). [305]

Diğer bir rivayette şöyle buyurulmuştur:

"Eşiyle dübüründen temasta bulunan bir adama Cenâb-ı Hakk (rahmet) nazarıyla bakmaz..."

Yine Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim ayhalinde olan kadına cinsel temasta bulunur veya bir kadına dübüründen (arka yol­dan) yaklaşıp temasta bulunursa veya bir kâhin (gaybden haber veren)e gidip onu tasdik ederse, gerçekten o, Muhammed'e (s.a.v.) indirileni inkâr etmiş olur." [306]

Huzeyme b. Sabit (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, adamın kadına dübüründen yaklaşıp temasta bulunmasını men'etmştir." [307]

 Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz şöyle buyurmuştur: "Kadınlara dübürlerinden yaklaşmayın (onlara ancak üreme organlarından yaklaşın)." [308]

Amr b. Şuayb'den, o da babasından, o da dedesinden rivayet et­miştir: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Karısına dü­bürlerinden yaklaşan kimse bu fiiliyle küçük lutîlikde bulun­muştur." Diğer bir rivayette, "bu yaklaşma küçük bir lûtiliktir" şeklindedir. " [309]

Ali b. Talk (r.a.) den yapılan rivayete göre adı geçen, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu duymuştur: "Kadınlara arka­larından yaklaşmayın (dübürüyle cinsel temasta bulunmayın). Şüp-hesiz ki Allah hakkı beyân etmekten çekinmez." [310]

İbn Abbas fr.aj dan yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.u.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "Bir erkeğe veya kadına dübüründen yaklaşıp cinsel ilişkide bulunan bir adama Allah (rahmet na­zarıyla) bakmaz." [311]

 

Müctehidlerin ve Diğer İlim Adamlarının Görüş ve Yorumları

 

a) Hanefîlere, Şâfiilere, Hanbelîlere göre kadına dübüründen yaklaşıp o yoldan cinsel münasebette bulunmak haramdır ve büyük günahlardandır.

Nitekim ashabdan Abdullah, Ebû Derdâ, İbn Abbas, Abdullah b. Amr ve Ebû Hüreyre de (Allah hepsinden razı olsun) aynı görüş ve icti-haddadırlar. Tabiîn'den Saîd b. Müseyyeb, Ebû Bekir b. Abrirrahman, Mucahid ve îkrime'nm de görüş ve içtihadı bu merkezdedir.

b) Mâlikilere   gelince:  İmam Mâlik'ten bu konuda farklı rivayetler vardır. Bazı dayanağı olmayan asılsız rivayetlere göre, İmam Mâlik "nisauküm harsün leküm" âyetine dayanarak buna cevaz verdiği söylenir. Oysa hakikat bunun hilâfınadır. Sünnete sımsıkı bağlı olan Darül-Hicre fakih ve âliminin sünnete muhalif bir ictihad veya görüş beyân etmesi düşünülemez. Nitekim Ziyad en-Nisaburî'nin İsmail b. Hüseyn'den, onun da İsrail b. Revh'den yaptığı sahîh rivayete göre, İsrail b. Revh şöyle demiştir: "İmam Mâlik b. Enes'e sordum, dedim ki: Senin kadına dübüründen yaklaşmaya cevaz verdiğin söyleniyor, bu hususta ne dersin? İmam Mâlik bana şu cevabı verdi: "Siz Arap kav-mindensiniz. Kur'ân'da Cenâb-ı Hakk, kadınlarınız sizin ekin tar-lanızdır... buyurmaktadır. Tohum ancak ekin tarlasına atılır. Hars kel­imesi size bu konuda yeterli bilgi vermiyor mu?..." Cenâb-ı Hakk bu âyetle, "fere (üreme organm)ı aşmayıp, cinsel temas ancak fereden yapılır" buyuruyor.

İsrail b. Revh tekrar konuya dönüyor ve şöyle diyor: "Ama efen­dim, sizin dübürden kadınlara yaklaşmakta bir sakınca olmadığını söylediğiniz iddia ediliyor." İmam Mâlik'in rengi değişiyor ve şu cev­abı veriyor: "Onlar bana karşı yalan uyduruyorlar, onlar bana karşı ya­lan uyduruyorlar." [312].

Aynı yalanı İbn Ömer (r.a.) hakkında da uydurup homoseksüellere cesaret vermek isteyenler olmuştur. Nitekim Sâid b. Yesar (r.a.) bu hu­susu İbn Ömer'e soruyor: "Ey Abdurrahman'm babası! Bizler cariye satın alıyoruz. Onlara dübürlerinden yaklaşabilir miyiz?" Bunun üzeri­ne îbn Ömer (r.a.) üzülüyor ve şöyle cevab veriyor: "Üf, üf... Hiçbir mü'min böyle yapar mı?" Diğer bir rivayette: "Hiç bir müslüman böyle (şeni bir fiil) işler mi?" [313]

Hatta Nesâî'nin îshak b. Mansur'dan, onun da Abdurrahman b. Mehdî'den, onun da Süfyan es-Sevrî'den, onun da Leys b. Ebî Selîm'den, onun da Mücahid'den ve onun da Ebû Hüreyre (r.a.) den yaptığı rivayette, Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: "Erkeklerin kadınlara dübürlerinden yaklaşıp münasebette bulunması küfürdür..."

Diğer bir tarikle yapılan rivayette ise buna yakın, fakat az değişik bir anlatımla Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği tesbit edilmiştir: "Kim er­kek ve kadınlara dübürlerinden yaklaşıp cinsel temasta bulu­nursa, gerçekten o küfre girmiş olur."

Buradaki küfürden maksat, haramı helâl kılıp böyle itikad eden­ler hakkında caridir. Haram ve günah olduğunu bilip kabul ettiği halde bu şeni fiili işleyen kimse hem kebair günah işlemiş olur, hem ceza­landırılır.

İnsanlara dübürlerinden yaklaşmanın kesinlikle yasaklandığı hakkında bunlardan başka ona yakın rivayetler mevcuttur. Kit­abımızın hacmi müsait olmadığından buraya nakledemedik..

Ancak kişi bu günahı işlerse, kendisine had gerekmez, sadece tâ'zîr gerekir. Ama karısından başkasıyla bir fiilî işlerse lutîlere verilen had cezası uygulanır. [314]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

242 no'lu Ebû Hüreyre hadîsini sünen sahipleri tahrîc etmiştir. Aynı zamanda Hafız Bezzar da onu tahrîc edenler arasında bulunuy­or. Ancak isnadında Hars b. Muhalled bulunuyor. Bezzar'a göre bu zat meşhur bir kimse değildir. İbn Kattan ise "bu zatın durumu pek bilin­memektedir" diyor. Hafız ise Bülûğu'l-Meram'da şöyle demiştir: "Ebû Hüreyre (r.a.) hadîsindeki rical sikat (güvenilir kişiler)dir. Ancak bu hadis irsal ile mualleldir. [315]. Buradaki irsal'dan maksat, hadîsin senedinden bir sahabinin düşmesidir. Eğer bu tesbit doğruysa, hadîs zayıf kabul edilir. Bununla beraber aynı konudaki sahîh rivayetlerle ;uwetlendiğinden istidlale salih görülebilir.

Böylece eşine dübüründen yaklaşıp münasebette bulunan kimse Lâhi lanete çarpmış olur. Bu tarz bir ifade ise, fiilin son derece kabîh ve lüyük günah olduğunu gösterir.

243 no'lu Ebu Hüreyre hadîsini Ebû Temime rivayet etmiştir. Tir-nizî biz bu hadîsi sadece Ebû Temîme tarikıyla biliyoruz. İmam Buharı  ise, "Ebû Temîme'nin bunu Ebû Hüreyre (r.a.) den dinlediği bilinmiyor"

diyerek hadîsin nıürsel olma ihtimali üzerinde durmuştur. Hafız Bezzar İse bu hadîsin münker olduğunu belirtmiştir. Nitekim isnadında Hâkim kl-Esrem bulunuyor ki bu zatla ihticac olunmaz. Nesâi ise onun rivâyetinde bir sakınca yoktur demiştir. Bazısı da onun sıka olduğunu ;esbit etmişlerdir. [316]

Bununla beraber hadîsin taşıdığı anlam ve hükmü destekler ma­liyette birçok sahîh rivayetlerde mevcuttur.

Bu konuda Ebû Hüreyre (r.a.) den bir üçüncü hadîs daha rivayet bdilmiştir. Bunu Nesâî, Zührî tarikiyle Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den rivayet etmiştir. Ancak onunda rivayetinde, hakkında fa-Hdı tesbit ve görüşler bulunan Abdülmelik b. Muhammed es-San'anî bulunuyor. İbn Hibban bu zat hakkındaki tesbitini belirtirken şu sözlere de yer vermiştir: "Her sorulana cevap verirdi. Hattâ mevzuatta sikattan ayrılıp infırad ettiği görülür." [317]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet edilen dördüncü bir hadis meali Şöyledir:

"Kim erkeklere ve kadınlardan birine dübüründen yaklaşıp cinsel temasta bulunursa, gerçekten o küfre sapmış olur."

Ayrıca bu hadîsin isnadında Bekir b. Hunays ve Leys b. Ebî Selîm bulunuyor ki bu iki zat da zayıftır. [318]. Beşinci bir hadîsin ise meali şöyledir: "Kadınlara dübüründen yaklaşıp münasebette bulunan kimse mel'ûndür." Ne var ki, bunun isnadında Müslim b. Halid bulunuyor ki bu zat zayıf kabul edilmiştir. [319]. İbn Maîn ise "Onun rivayetinde bir sakınca yoktur" demiştir. Bazan da onun hakkında sika, bazan da zayıf sözünü kullandığı olmuştur. es-Sâcî ise, onun çok galat yaptığına dik­kat çekmiştir. Buharı ise onu münkerü'l-hadîs olarak vasıflandırmış tır. Ebû Dâvud da onun zayıf olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebeplerle Ebû Hüreyre'den rivayet edilen beşinci hadîs zayıf hadisler grubuna so­kulmuştur.

244  no'lu Hüzayme hadisini aynı zamanda İmam Şafii tahrîc etmiştir. İsnadında ise Ömer-b. Uhayha bulunuyor ki bu zat meçhuldür. O bakımdan isnadı üzerinde hayli durulmuştur.

Nesâî buna benzer bir hadîsi başka bir tarikten rivayet etmiştir. Ancak onun da isnadında meçhul sayılan Heremî b. Abdillah bulunuy­or. Zehebî bu zattan söz etmemiştir. Diğer hadîs âlimleri onun maruf bir kişi olmadığını söylemişlerdir.

245 no'lu Hz. Ali hadîsinin ricali sikattir, yani hepsi de güvenilir kişilerdir. O bakımdan istidlal ve ihticaca sâlih görülmüştür.

246 no'lu Amr hadîsini Nesâî tahrîc etmiş ve muallel olduğuna dikkat çekmiştir. [320]. Muallelden maksat, zahiri itibariyle kusursuz gibi görünse de sıhhatini zedeleyen bir kusurun bulunduğu söz konusu­dur.

247 no'lu Ali b. Talk hadîsini Tirmizî hasenledikten sonra, onun hakkında Muhammed'in şöyle dediğini nakleder: "Ali b. Talk'm Pey­gamber (s.a.v.) Efendimiz'den bundan başka bir hadîs rivayet ettiğini bilmiyorum. Böylece hadîs hasen derecesinde kalmakta ve başka hadîslerle te'yid edildiği için istidlale salih görülmektedir.

248 no'lu İbn Abbas hadîsini aynı zamanda Nesâî, îbn Hibban ve Bezzar tahrîc etmişlerdir. İbn Adiy eliyor ki, "Bunun îbn Abbas'dan is-nad-i hasen ile rivayet edildiğini bilmiyorum..."

Ayrıca Nasâî bunu Vekî'den, o da Dahhak'ten mevkufen rivayet etmiştir. Bazı ilim adamlarına göre mevkuf hadîs merfu hadîsten daha sahîntir.

Bu konuda Abdurrezzak'ın İbn Abbas (r.a.) den rivayet ettiği ikinci bir hadîs bulunuyor. Şöyle ki: "Bir adam, İbn Abbas'dan, kadına dübüründen yaklaşıp cinsel temasta bulunmaktan sordu, ibn Abbas ona: "Sen benden küfürden soruyorsun!" diye cevap verdi. Nesâî ise bunu isnad-i kaviy ile tahrîc etmiştir. [321]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Kadına   üreme   organından   değil   dübüründen   yaklaşıp münasebette bulunmak asla caiz değildir. Allah ve Resulü bu çirkin fiili yasaklamıştır.

2-  Kendi eşine bu şekilde temasta bulunan kimse ta'zîr edilir ve kebair günah işlemiş olur.

3- Başkasına bu şekilde temasta bulunan kimseye livata haddi gerekir.

4- Kadına üreme organından olmak üzere ön ve arkasından yak­laşmakta bir sakınca yoktur.

5- Hiç bir erkek eşini, bu şekilde temasta bulunmaya zorlayamaz. Israr edildiği takdirde kadın boşanmak için kadıva başvurabilir. [322]

 

Karı Koca Arasında Karşılıklı Haklar

 

îslâm her yanı ve yönüyle, her emir ve prensibiyle âdil düzen ge­tirmiştir. İnsan haklarını doruğuna yükselterek insana lâyık olduğu değeri vermiş, ayrıca kadını bir şehvet oyuncağrolma rezaletinden kur­tarıp onu annelik ve kadınlık düzeyinde yaraşır yere oturtmuştur.

Karı-koca arasında da karşılıklı birtakım haklar ve sorumluluk­ların sınırını belirleyip kadını kaba bir tahakküm esiri olmaktan kurt­armıştır.

Böylece yüce İslâm, aile çatısı altında, hayat düzeyinde bu iki cin­si birbirini tamamlayan unsurlar olarak görmüş, biri olmayınca diğerinin tek kanatlı kuş gibi gerçek anlamda hareket kabiliyetinin is­tenilen verimlilik   derecesine çıkamayacağını onbeş asır  önce açıklamıştır.

Karşılıklı haklara saygılı olmak, karşılıklı güven beslemek, biri­nin diğerini tamamlayıp hayat sahnesinde daha başarılı olmasına de­stek sağladığına inanmak, hem aileyi, hem de toplumu düzen ve den­gede tutar. Huzur ve güven, sevgi ve saygı havasını hakim kılar. [323]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz kadın eğri kaburga kemiği gibidir, onu doğrultayım diye davranacak olursan kırarsın. Olduğu gibi kendi haline bırakacak olursan ondan o eğrilik üzere yararlanırsın..."

Diğer bir lafızla şöyle buyur ulmuştur:

"Kadınlara (hep iyilikle) tavsiye de bulunun. Çünkü kadın eğri bir kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Şüphesiz ki kaburga kemiğinde en eğri kısım onun en tümsek kısmıdır. Onu doğrult­maya yönelecek olursan kırarsın, kendi haline bırakacak olur­san, hep Öyle eğri kalır. O halde kadınlara (hep hayır ve iyilikle) tavsiyede bulunun..." [324]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Hiçbir mü'min erkek, hiçbir mü'min kadına buğzetmesin (kin ve öfke beslemesin). Zira erkek kadının bir huyunu beğenmezse bile diğer huyundan hoşnut olur (olabilir)." [325]

Resûlüllah (s.a.v.) Veda Hutbesi'nde kadınlara saygılı ve şefkatli davranmayı kasdederek şöyle buyurmuştur:

"Dikkatli olun!.. Kadınlara hayır ve iyilikle tavsiyede bulu­nun. Zira onlar sizin yanınızda ancak sizin destek ve yardîm-cılarmızdır; onlardan sahip olduğunuz tek şey budur. Meğer ki açık bir hayasızlıkta bulunsunlar. O takdirde yara-bereye yol açmayacak biçimde dövün. İtaat edip (aile yuvasına sadakatla bağlı kalırlarsa) artık aleyhine bir yol aramayın (boşamaya, ters davranmaya kalkışmayın)." [326]

Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerîm'de kadınlarla sevgi, saygı ve karşılıklı haklara riâyet sınırları içinde ilgi ve işbirliği'sürdürmemizi emrederken çok kısa, fakat çok anlamlı ve duyarlı bir cümle ifade bu­yurmuştur: "Ve Aşiruhünne bi'1-ma'rüfı..;" Bunun Türkçe anlamı şöy­ledir: "Kadınlarla örfe uygun iyilik ve güzellik üzere yaşayıp geçinin..." [327]

İşte aile yuvasında kadın erkek münasebet ve geçimiyle ilgili bütün hadîsler bu âyeti açıklamaktadır.

Bakara Sûresi'nde ise, hakların karşılıklı olduğu da çok veciz bir anlatımla şöyle buyurulmaktadır: "Kadınların erkekler üzerinde, erkeklerin de kadınlar üzerinde örfe uygun (iyilik ve güzellik sınırları içinde) denk hakları vardır. Ne var ki, erkeklerin (evin ağır yükünü taşımakta, idaresini organize etmekte) kadınlar üzerinde üstün bir derecesi mevcuttur..." [328]

Bunun için Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz diğer bir hadislerinde na­maza dikkat etmemizi, elimizin altındaki köle ve hizmetçilere ve bir de kadınlara karşı davranışımızı yumuşak, ölçülü, âdil ve hak severlik izere ayarlamamızı emrediyor; bu hususta Allah'tan korkmamızı ıatırlatıyor:

"Namaza, namaza ve bir de elinizin sahip olduğu (köle, hiz­metçi ve işçi) kesime gerekli olunuz. Bunlara güç getiremeye-bekleri şeyler teklif etmeyiniz. Bir de kadınlar hakkında Al-tah'tan, korkun. Çünkü şüphesiz onlar sizin yanınızda size bağ-İı yardımcılardır. Onları Allah'ın emanetleri olarak tutuyorsu­nuz ve Allah'ın sözüyle onların cinsel üreme organlarını kendi­nize helâl kılıyorsunuz." [329]

 

İlim Adamlarının Tesbit ve Görüşleri

 

Bu konuda emir ve tavsiye mahiyetindeki bütün rivayetleri dikk­ate alan ilim adamları'karı-koca arasında karşılıklı birtakım hakların bulunduğunu ve tarafların bu haklara riâyet etmelerinin vâcib oldu­ğunu belirtmişlerdir.

Evli çiftlerden herbirinin hakkı ve farklı görev ve sorumluluk-[larııii -öyje özetlememiz mümkündür:

Kadının Kocası Üzerindeki Hakları:

1- Nafaka giyim ve lüzumlu ihtiyaçlarını karşılamak,

2- Kazandığın parayı bilerek, eşini ve çocuklarını düşünerek harca-

3- Eşinin ev dışındaki işlerini yürütmek ve onu gözetip korumak,

4- Eşini kendinden yakın dost ve sadık arkadaş kabul edip onun varsa bazı kusur ve noksanlıklarını en okşayıcı ve inandırıcı bir metodla düzeltmek,

5- Başka kadınların peşine gayr-i meşru yollardan takılmamak ve eşini ihmal efememek,

6-  Güler yüz, tatlı söz ile kapıdan içeri girmek, hane halkına selâm vermek,

7- Evin ağır ve yorucu işlerinde eşine yardımcı olmak, bunu bir onur meselesi saymamak,

8- Eşinin kendi baba ve anasını ziyarete gitmesine, yakın hısım ve akrabasıyla ölçülü ilgi kurmasına engel olmamak,

9- Çocukların terbiyesini yalnız eşine bırakmayıp sık sık onlarla meşgul olup eşine bu konuda da yardımcı olmak,

10- Çocukların veya yakın hısımların yanında bile olsa eşiyle tartışmaya girmemek, çözecekleri bir mesele varsa başbaşa kaldık­larında çözmeye çalışmak.

11- Çocukların hazır olduğu sıralarda eşiyle kavga etmemek, sert tavırlar takınmamak; hep nazik, saygılı, edepli ve nezih davranmayı itiyad haline getirmek...

12- Eşinin farz ibâdetlerine asla müdahele etmemek...

Erkeğin Karısı Üzerindeki Hakları:

1- Meşru sınırlar içinde kocasına sadık kalma, ihanet etmemek,

2- Allah'a   karşı   günah  ve   isyanı   gerektirmeyen   hususlarda kocosanı itaat edip, saygılı davranmak,

3- Günah ve isyanı gerektiren hususlarda ne kocasına, ne de başkasına itaat etmekten kaçınmak,

4- Namus ve iffetini, vakar ve ciddiyetini her zaman, her yerde korumak,                                                                                                  

5- Başta yemek ve temizlik olmak üzere ev işlerini düzenli biçimde yürütmek; yalnız başına ev işlerini yürütmeğe gücü yetmediği takdirde kocasından yardım istemek,

6- Kocasından izin almadan başkalarının evine gitmemek, yine onun izni olmadan hiçbir yabancıyı, namahremi eve kabul etmemek,

7- Kocasının malmı aldığı yetki sınırları içinde harcamak, israf ve lüksten kaçınmak,

8- Kocasının gıyabında hem onun evini ve malını, hem de kendi namus ve şerefini titizlikle muhafazaya çalışmak,

9- Çocukların bakım ve terbiyesini ihmal etmemek; gerektiğinde kocasından yardım istemek... [330]

İmam Gazâlî, "Kadınlarla iyilik ve güzellik üzere yaşayıp geçinin" mealindeki âyeti açıklarken bunu on madde halinde açıklamıştır. Biz bu maddenin özetini nakletmekle yetiniyoruz:

1- Kadınlarla güzel ahlâk, yumuşak huy atmosferi içinde geçinmek, onların bazı üzücü tavırları olursa ona katlanmak,

2- Kadınlarla iyi geçinme hususunda Allah'tan korkmak, onları aşağılayıcı bir takım tavırlardan kaçınmak,

Nitekim Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ölüm hastalığında Özellikle üç şey üzerinde ısrarla durarak ümmetinin dikkatini çekmeyi arzu-lamıştır: Birincisi namaz, ikincisi elimizin sahib olduğu köle, hizmetçi ve işçi, üçüncüsü ise, kadın...

3-  Kadınla hoş ve tatlı sohbet etmek, gönül açıcı mizahlarda bulunmak,

Nitekim Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz eşlerine karşı böyle dav-anır ve onların gönlünü neşelendirmek için tatlı mizahlarda bulunurdu.

4- Sohbet, mizah ve gönül açıcılıkta fazla ileri gitmemek, eşinin ihlâkmı bozacak söz ve davranışlardan kaçınmak, kadının heveslerinin ieşine  takılmamak,  arzularını  meşru  ve  imkan  sınırları  içinde leğerlendirip cevaplamak ve karşılamak,

5- Aşırı kıskanç ve gayretkeş olmamak, eşi hakkında kötü zandan takınmak ve onun içyüzünü anlamada aşırı bir tecessüs ve duyarlılık göstermemek,

6- Nafakayı karşılamada itidali korumak, hem cimrilikten, hem de israftan sakınmak,

Çünkü Cenâb-ı Hakk: "Yeyiniz, içiniz israf etmeyiniz..." buyur-nuştur.

7- Eşine ayhaliyle ilgili fıkhı bilgiler öğretmek, ilmihal bilgisini artırmaya gayret etmek,

8- Birden fazla kadınla evlenirse, ilgi, masraf ve yatacak husus­larında eşit davranmak, bu hususta adaletten ayrılmamak; ancak yeni evlendiği ikinci eşinin yanında ilk dönemde yedi gece kalmasında ve sonra eşit şekilde hareket etmesinde bir sakınca yoktur.

Seyahata çıktığında eşlerinden birini beraberinde götürmek iste­diği takdirde aralarında kur'a çekmesi, âdil davranmasının belirtile­rinden biridir.

9- Karı-koca arası açılır da kadın darılıp bir kenara çekilir ve ara­larındaki soğuk, kırgın hal devam ederse, her birinin ailesinden bir ha­kem    davet edip çözüm aramak, mesafeyi daha çok açmadan barışma yolunu tercih etmek,

10- Cinsel temas hususunda Resûlüllah'm (s.a.v.) belirlediği adap ve kurallara bağlı kalmak, kendisini tatmin etmeği arzuladığı gibi eşinin de tatmin olmasına imkân vermek... [331]

Gazali bu on maddeye doğum adabıyla, boşama konusunu da ek­leyerek sayıyı onikiye çıkarmıştır. Ancak bu iki maddeyi ayrıca ele ala­cağımızdan buraya nakletmeye lüzum görmedik. [332]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

259 no'lu Ebû Hüreyre hadîsi sahihtir ve o bakımdan istidlal ve ihticaca sâlihtir. Hadîste kadının eğri kaburga kemiğine benzetilmesi iki ayrı hüküm ifade etmektedir: Birincisi, kadının çok duyarlı, çabuk kırılabilen, üzülebilen bir yapıya sahip olduğunu belirtmektedir. İkincisi ise, ilk kadın Havva'nın Adem Peygamber'in kısa kaburga kemiğinden yaratıldığına ve o bakımdan kadının erkeğin kopmaz bir parçası olduğuna ve erkeğin de ancak kadınla tamamlanıp hayat sah­nesinde gerçek yerini bulabileceğine işaret vardır.

Kur'ân'da Adem'in topraktan, Havva'nın Adem'den, yani onun ka­burga kemiğinden yaratıldığı açıklanmaktadır. Hadisde ise Havva'nın kaburgadan yaratıldığı kesin ve net bir ifadeyle belirtilmiştir.

Adem'in (s.a.v.) topraktan yaratıldığı beş değişik cümleyle ve bir­birini tamamlayan beş farklı özellik taşıyan vasıfla ifade edilmekte ve Havva'nın da Adem'den yaratıldığı "Havva" ismi kullanılmaksızın "zevce" lafzıyla bildirilmektedir.

Adem'in (a.s.) maddî cismini oluşturan toprağın birtakım safhalar geçirdiği balçık, kara kokuşmuş balçık, yapışkan balçık ve pişmiş balçık görüntüsünde olup toprak kap gibi tın tın ses veren çamur kelimelerle belirtilmektedir. [333]

 

Havva’nın Adem’in (A.S.) Kaburga Kemiğinden Yaratılması

 

Kur'ân'da bu olay şöyle ifade edilmektedir: "Ey insanlar! Sizi bir |ek nefs (can olan Adem) den yaratan, ondan da eşini meydana getiren re ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbımza karşı gelmek-,en ve adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan korkun re akrabalık (bağlarım koparmak) tan sakının. Şüphesiz ki Allah jizermizde (kusursuz) bir gözeticidir." [334]

 

Kaburga Kemiği İle İlgili Hadisler

 

Bu konuda onun üstünde hadîs rivayet edilmiştir. Bunlardan meşinin sıhhatında şüphe yoktur. Hadîs âlimlerinin incelemesi neticesi mlarm bu sıhhat derecesi tesbit edilmiş bulunuyor. Biz buraya sadece o )eş hadîsi nakletmekle yetineceğiz. Birinci hadîsi yukarıda konunun aaş kısmında naklettik. Diğerlerini ise aşağıya meâlen naklediyoruz:

"Kadın bir kaburga kemiğidir (ondan yaratılmıştır). Onu ioğrul-tayım derken kırabilirsin..." [335]

"Şüphesiz kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. O kemiği doğrultmayı istediğin zaman, kırabilirsin. O halde geçinme yolunu seç de onunla yaşayabilesin." [336]

"Şüphesiz kadınlar iğri kemikden yaratılmıştır. Hılkatları gereği doğrulmazlar. Doğrultmaya kalkışacak olursan kırarsın, kendi haline bırakacak olursan, ondan o eğrilik olduğu halde yararlanırsın..." [337]

"Havva, Adem'in kısa kaburga kemiğinden yaratılmıştır..." [338]

"Eğri kaburga kemiği" diye çevirisini yaptığımız "dili" kelimesi, üç ieğişik harekeyle okunmaktadır: "deli", "dili", "dele." Hangi harakeyle jlurs." olsun birden fazla manaya delâlet eder:

a) Eğri kemik, kaburga kemiği,

b) Bir nesneyi bir tarafa eğmek,

c) Bir şeyi birj tarafa doğru meylettirmek,      

d) Hılkattan eğri olma,

e) Küçük dağ veya tepe... [339]

Adem ve Havva söz konusu olunca bu kelime, bütün ilim adam­larına göre, eğri kemiğin kaburga kemiği anlamına delâleti söz konusu­dur.   

260 no'lu Ebû Hüreyre hadîsi de sahih olup istidlale salihtir. Erkeğin yerli yersiz eşine kızıp bağırıp çağırmasının doğru bir davranış olmadığına dikkat çekiliyor ve öfkelenip kırdıktan sonra ona yönelip ya­rarlanmanın nasıl bir dengesizlik doğuracağına işaret ediliyor.

Bu konuda yirminin üstünde hadîs bulunuyor. Biz onlardan bir­kaç tanesini hem teberrüken, hem de kadm-erkek haklarını daha çok aydınlatma bakımından kitabımıza naklediyoruz:

Em Hüreyre (r.a) den yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz  şöyle  buyurmuştur.   Müminlerin  imanca  (olguıı)u, ahlâkı en güzel olanıdır. Sizin hayırlılarınız, kadınla­rına hayırhah olanlarınızdır." [340]

Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendi-' miz şöyle buyurmuştur: "Sizin hayırlılarınız çoluk çocuğuna hayırlı olanımzdır. Ben çoluk çocuğuna en hayırlı olanınızını..." [341]

Ümmü Seleme (r.a.) daen yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:”Hangi kadın kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse cennete gider.” [342]

Amr b. Ahves (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) vndimiz Veda Hutbesinde kadın haklarından söz ederken şöyle buy­muştur;

"Kadınlara iyilik ve hayır tavsiye edin. Çünkü onlar sizin nımzda size yardımcı bulunuyorlar. Onlardan bundan başka \r şeye sahip değilsinizdir. Meğer ki apaçık bir fuhuş (haya-fclık) ortaya koymuş olsunlar... Böyle bir fiilde bulunacak olur-rsa onları yatakda kendi başlarına bırakıp çekilin ve yara sre açmaksızın (gerekirse) dövün. Bu durumda size itaat eder-rse, aleyhlerine bir yol aramayın.

Şüphesiz sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız, kadın-rınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerin-;ki hakkınız: Sizin hoşlanmadığınız kimseleri sizin yaygınıza ıstırmamaları, yine sizin tiksinip hoşlanmadığınız kimselerin rinize girmelerine izin vermemeleridir. Onların sizin üzeriniz-îki hakları ise: Onlara giyim ve gıdalarında iyilikte bulunup izel davranmanızdır..." [343]

Muâviye el-Kuşeyrl (r.a.) den yapılan rivayete göre, bir adam Hz. lygamberden (s.a.v.): "Kadının kocası üzerindeki hakkı nedir?" iye sorduğunda Efendimiz ona şu cevabı verdi: "Yiyecek iste-îğinde onu yedirecek (gereken gıda maddelerini temin ede-;k)sin, kendin giyindiğin zaman ona da (lüzumlu giyim eşyası *P) giymesini sağlayacaksın. Bir de sakın yüze vurma, çirkin irüp onu çirkinlikle suçlama ve ancak evin içinde (gerektiğinde) küsüp ayrı dur..." [344]

Muâz b. Cebel (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) fendimiz şöyle buyurmuştur: "Çoluk çocuğuna mevcut mal ve zen-inliğinden infakta bulun. Edepli yetişmeleri için sopanı onlar-an kaldırmış görünme. Onları Allah için, (Allah yolunda bulun-lalarını sağlamak için) korkut." [345]

Hadîste üç önemli hususa yer verilmiş bulunuyor: Birincisi, nei kişinin malî gücü nisbetinde çoluk çocuğa infakta bulunması; ikincisi çoluk çocuğun edepli yetişmeleri için baba otoritesinin devamının sağlanması; üçüncüsü, onların manevî hoşnutluğunun Allah sevgi ve korkusuyla doldurulması ve her söz ve davranışlarında Allah'ın kendil­erini görüp izlediğinin, denetleyip müşahadesi altında tuttuğunun aşılanması. [346]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kadını evine, kocasına, çocuklarına bagu kılmak, iffet ve namu­sunun muhafazasını sağlamak vâcibdir.

2- Kadını İslâm sistemine göre eğitip yetiştirirken çok dikkatli ol­mak, sert ve kaba davranmamak, kırılacak bir tavır ortaya koymamak sünnettir.

3-Kadın erkekten bir parçadır, onu tamamlayan bir cüzdür. Zira Havva anamız Adem Peygamberin kaburga kemiğinden yaratılmıştır. O bakımdan kadın daha çok duyarlı ve naziktir. Sert muameleye ta­hammülü yoktur, o bakımdan çarçabuk kırılabilir.

4- Kadım büsbütün başı boş kendi haline bırakmak tahrimen mekruhtur. Yönlendirici olup kırıcı olmayan, üzüntü vermeyen, hevesi­ni kamçılayan bir metodla onu çok yararlı bir  düzeye  getirmek müekked sünnettir.

5- Kadınlara her zaman iyilik ve hayır ile tavsiyede bulunmak sünnettir.

6- Kadına kızıp öfkelenmek mekruhtur. Ancak bir hayasızlık sözkonusu olunca onu doğru yola getirmekte kademeli bir eğitim gerek­lidir.

7- Ahlâkı en güzel olan kadın veya erkek, imân bakımından da en olgun kişiler sayılırlar.

8- Mü'minlerin seçkini ve en hayırlıları, çoluk çocuğuna hayırlı olanlarıdır. O bakımdan kişinin kendi ev halkına hep hayırlı olmaya çalışması vâcibdir.

9- İslâmi anlamda meşru sınırlar içinde yaşayıp yine meşru ölçüler dahilinde kocasına itaat edip onu hoşnut kılan bir kadının uhre-vi mükâfatı cennettir.

10- Kadın bir hayasızlıkta bulunur da itaatsizliğe başlarsa, önce onu doğru yola sokmak için çalışılır. Sonuç vermezse kocası yatağını ayırır ve yine islâh olmazsa yara bere almayacak şekilde dövülür. Bun­dan sonra itaat edip islâh-i nefs ederse artık onun aleyhine başka bir yol aranmaz.

11- Erkeğin kadınlar üzerinde, kadınlarında erkekler üzerinde birtakım hakları vardır. Bu haklara riâyet vâcibdir.

12- Kadın, kocasının hoşlanmadığı kimseleri davet edemez. Aksi halde günahkâr olur. Aynı zamanda kocasının izni olmadan kimseyi eve almaz. Her zaman ve her yerde namus, iffet ve şerefini korumaya çalışması farzdır.

13- Erkek de karısına karşı müşfik, saygılı davranmakla yükümlüdür. Yani böyle davranması kuvvetli sünnetlerden biridir.

14- Erkeğin evini, çoluk çocuğunu ihmal etmemesi'vacibtir. On­ların  yiyecek   ve   giyecek   gibi   zarurî  ve   lüzumlu   ihtiyaçlarını karşılamakla mükelleftir. Bu mükellefiyetini -imkânları olduğu halde-yerine getirmemesi büyük günahtır.

15- Kadının ve çocukların yüzüne vurmak büyük günahtır. Zira başta insan olmak üzere her canlının yüzü muhteremdir. O bakımdan bir insanın yüzüne tükürülmez, özellikle kadının yüzüne ne vurulur, ne de tükürülür.

16-  Kadına çirkin davranıp hırpalamak, onun çirkin olduğunu yüzüne söylemek günahtır.

17- Evde çoluk çocuk üzerinde sevgi ve saygı doğrultusunda otor­ite sağlamak sünnettir. Kadın ve çocukların kalbine eh uygun bir me-todla Allah sevgi ve korkusunu yerleştirmek vâcibdir.

18-  Adamın kendi eşini ve çocuklarım dosdoğru eğitebilmesi için önce  kendisinin  islâm  kültürüyle  yetişmesi,  bu  husustaki  nok­sanlıklarını gidermesi gerekir. Aynı zamanda eşine ve çocuklarına dos­doğru bir ilmihal bilgisi verebilmesi için İslâm akaid ve fıkıhım, ahlâk ve adabını okuyup öğrenmesi söz konusudur.

19- Erkek dinine, ahlâkına, Öz değerlerine bağlı olduğunu her söz ve davranışıyla ortaya koymakla yükümlüdür. Aksi halde amelî olmay­an bir aile reisi, aile reisi olma hüviyetini kaybetmiş sayılır ve öylesinin ev halkı üzerinde yüksek ahlâk ve sağlam dindarlık bakımından bir te­siri görülmez. Aksine ondaki noksanlıklar, kötü ahlâklar ve gayr-i meşru yaşayışlar ev halkı için çok kötü örnek olur.

20- Kadın kendi görev ve sorumluluklarının, erkek de kendi görev ve sorumluluklarının sınırını bilmelidirler. Ancak sadece bilmek de yet­mez, bildiğini anlamak ve uygulamak gerekir.

21- Anlaşıldığı üzere, evlenen çiftlerin birbirleri üzerinde birtakım hakları vardır ve herbiri o haklara bağlı kalmakla yükümlüdür.

22- Gerek evin erkeğinin, gerekse kadının israf ve lüksten kaçınması vâciBdir. Onların normal, seviyeli ve ölçülü bir hayat düzeni kurmalarının çocukları üzerinde çok olumlu tesirleri olur.

23- Kadın, kocasının imkânlarını dikkate alarak bir takım istek­lerde bulunur. Ve böyle düşünüp davranması müekked sünnettir. Aksine bir yol izlemesi günahtır.

24- Evin erkeğinin sadece ve sadece kendi eşine bağlı kalıp gözünü ve uçkurunu başkasına karşı kapalı tutması vâcibdir. Aksine bir yol takip etmesi hem büyük günahtır, hem de ail6 yuvasına büyük ihanet­tir.

25- Kadının yalnız kocasına sadık ve bağlı kalması, iffet ve namu­sunu koruması vâcibdir.

26- Anlaşıldığı üzere İslâm yalnız kadınların kocalarına sadık ve bağlı kalmasını hükme bağlamamış, kocaların da kendi eşlerine sadık* ve bağlı kalmalarını hükmetmiştir. İslâm sadece zina eden kadına ağır ceza vermemiş, aynı suçu işleyen erkeğe de ağır ceza vermiş ve bunun için çok ağır müeyyideler koymuştur. [347]

 

Evli Bulunduğu Halde İkinci veya Üçüncü Bir Kadınla Evlenen Adamın İzleyeceği Sıra

 

İslam, şartlar ve ortam elverdiği takdirde birden fazla evliliğe cevaz vermiştir. Bunun bazı kişiler hakkında birtakım sakıncaları olmakla beraber genellikle hali vakti yerinde olup adaleti ve sırayı gözeten kimseler için bir takım faydaları vardır. O faydaları kıaca Şöyle maddeleştirip sıraya koyabiliriz.

a) Önce bazı istisnalarla her erkekbirden fazla kadınla evlenmek ister, hiç değilse ilişki kurmayı arzular.

b) Birden fazla evliliğe müsade edilmeyen ülkelerde erkekler bu istek ve duygularını metres hayatı yaşamakla karşılamakta, kimileri de fahişe kadınlarla ilişki kurmaktadır.

c) Yüce İslam, her erkeğin arzusunu meşru yoldan karşılamayı, hem de fuhuş kavramında en çok yer alan zinyı ve tehlikeli sonuçlarını önlemeyi amaçlamıştır.

Hali vakti yerinde olmayanlar, yani birden fazla evlenmeğe mali imkânı, aynı zamanda mevcut şartları ve ortamı müsait olmayan mü'minlerin tek evlilikle yetinmelerini tavsiye etmiş ve zinanın, metres tutmanın, gayr-i meşru yollara sapmanın çok büyük günah olduğunu belirtmiş ve bunu maddî ve manevî müeyyidelere bağlayarak önleyici ve caydırıcı tedbirler getirmiştir. Her şeyden önce Allah, âhiret, hesap, uhrevî ceza ve mükâfat gibi imân edilmesi şart olan kavramların kişi­lerin kalp ve kafasına^ eğitim yoluyla işlenmesini farz kılmıştır. Böylece imanın şartlarını kabul edip onun hikmet ve maksadını gerçek an­lamıyla anlayan mü'minlerin evlilik konusunda gayr-i meşru yollara başvurmaları nadir olaylar arasında yer alır.

d) Normal nikâh akdiyle birden fazla kadınla evlenen kimsenin zührevî hastalıklara    yakalanmama şansı çok daha fazla olur. Günümüzde ise Cenâb-ı Hakk'm zinakârlara verdiği dünyevî  cezanın başında AİDS gelmektedir. Aile bünyesinde doğurduğu huzursuzluk ve güvensizlik ise buna yakın ayrı bir ceza sayılabilir.

Her ne kadar AİDS başka yollardan da bulaşabihnekteyse de daha çok cinsel temastan geçtiği bir gerçektir.

İslâm birden çok evliliğe cevaz verirken birtakım önlemlerle bir­likte bazı şartlar da öne sürmüştür. O şartlardan biri eşler arasında sevgi, ilgi ve nafaka bakımından adaleti gözetmek; diğeri ise yatak kon­usunda eşitlik sağlayıp ona göre bir sıralama yapmaktır.

O bakımdan ikinci veya üçüncü evlilik bir kız ile oluyorsa, zifaf ge­cesi dahil onun yanında bir hafta, evlendiği kadın dul ise üç gün kalma sınırı konmuş ve bu süre sona erince eşler arasında eşit bir sıralama yapılması emredilmiştir. [348]

 

İlgili Hadisler

 

Ümmu Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bu hanımla evlenince yanında üç giın kalmıştır. Ve sonra Efendimiz ona şöyle teklifte bulunmuştur: "Senin sebebin­le ehline (bana) karşı bir horluk ve aşağılama söz konusu değildir. İstersen bunu senin için yedi güne çıkarabilirim ve o taktirde yedi gün senin yanında, yedişer gün de diğer eşlerimin yanında kalabilirim..." [349]

Darekutnl ise bu hadîsi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Peygamberimiz (s.a.v.) Ümmu Seleme ile evlenip yanına girdiğinde ona şöyle dedi: "Senin sebebinle ehline (bana) karşı bir horluk ve aşağılama söz konusu değildir. İstersen senin yanında tam üç gün kalabilirim, istersen senin yanında kalmayı yedi güne ve diğer eşlerimin yanında da yedişer güne çıkara­bilirim..." Bunun üzerine Ümmu Seleme O'na: "Benim yanımda tam üç gün kalırsanız (bence daha uygun olur)" diye cevap ver­di.

Zira Ümmu Seleme dul idi. O bakımdan Resûlüllah (s.a.v.) onun yanında üç gün kalmayı uygun gürdü. Ancak arzu ettiği taktirde bunu yedi güne çıkarabileceğini ve o taktirde diğer eşlerinin yanında da yedişer gün kalmasının gerektiğim bildirdi.

Ebû Kılabe'nin Eneş (r.a.) den yaptığı rivayete göre, Hz. Enes şöye demiştir:

"Dul kadın üzerine bakire ile evlendiğinde onun yanında yedi gün kalması ve sonra aralarında eşit sıralama yapması sünnettir. Dul ile evlendiğinde ise, onun yanında üç gün kal­ması ve sonra aralarında eşit sıralama yapması sünnettir."

Râvî diyor ki:  İstersem bu rivayet hakkında şunu  söyleyebilirim: "Enes (r.a.) bunu Resûİüllah'a izafe etmiştir..." [350]

Enes (r.a.) dan yapılan rivayette adı geçen şöyle demiştir:

"Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu duydum: Jatetne için yedi gün, dul için üç gün... Sonra diğer eşlerine döner (ve İşit şekilde sırayı gözetir)." [351]

Yine Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Safiyye'yi alıp nikahladığında onun yanında üç gün çaldı. Safıyye (r.a.) dul idi..." [352]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefî mezhebine göre, kocanın kendi eşleri arasında yiye-:ek, içecek maddelerini, kıyafet ve benzeri ihtiyaçlarını ve barınma-arını sağlayan mesken gereksinimlerini eşit şekilde karşılaması, bu ıususta adaletten ayrılmaması vâcibtir. Ancak sevgi ve cinsel temas ıususlarında eşit davranması vâcib değildir. Zira gerek sevgi, gerekse cinsel temasta nefsinin meylini eşit çizgide tutmak çok zor ve insan-arm ekserisi için imkânsızdır. O bakımdan yüce dinimiz, yeme, içme, îlbise ve mesken hususunda eşit davranılmasını emrederken diğer hu­susta âdil davranmayı sadece tavsiye etmiştir.

Ama adam ister sağlığı yerinde olsun, isterse hasta, iktidarsız ve :insel kudretini kaybetmiş olsun, eşlerinin- yanında geceyi geçirmekte aıutlaka sırayı gözetmesi vâcibdir. Evlendiği eşlerini ister dul, ister ba-dre olarak almış olsun, ister müslüman, isterse kitap ehli olsun gece­leme hususunda bir ayrım yapması caiz değildir. Eşitliğe riâyet edile­cek şekilde bir sıralama yapması söz konusudur. Kadın da ayhalinden temizlenmiş olması veya ayhalinde bulunması veya loğusa olması fark 2tmez. Bunun gibi hasta, bunak ve benzeri bir durumda bulunması da sşitliği sürdürmeye engel bir hal sayılmamıştır.

Yolculuğa çıktığında ise artık sırayı gözetmek gerekli değildir. Eşlerinden istediğini beraberinde götürebilir. Ancak aralarında kura çekmesi daha uygundur. Zira böyle yapmak onların kalbini hoş tutar, kıskanma duygularını küller. [353]

b) Şafii mezhebine göre, eşler arasında eşit şekilde sıralama sa­dece hür kadınlara mahsus bir uygulamadır. Cariyeleri belirtilen sıra­lamaya dahil etmek vâcib değildir. Eşlerinden birinin veya bir kaçının yanında geceyi geçiren kimsenin geri kalan eşlerinin yanında da geceyi aynı nisbette geçirmesi gerekir.

Kadm ister sağlıklı, ister hasta, ister üreme organı arızalı olsun, isterse ayhali veya loğusa bulunsun farketmez, eşitlik sağlamada sıra­lamayı gözetmek gerekir. Ancak kocasıyla küsü tutan, ona karşı kin ve nefret izhar eden kadın bu sıralamanın dışında tutulur.

Eşlerin kaldığı meskenlerden birine gidip diğerine gitmeyerek ora­da oturmakta olan eşini kendi yanma çağırması, en sahîh kavle göre haramdır. Ancak meşru bir mazeret, önemli bir maksat olursa bu istis­na teşkil eder.

Sıralama yapıp her birinin yanında ne kadar kalacağını düzen­lerken birer gece belirlemesi efdaldir. Üçer gece belirlemesinde ise bir sakınca yoktur.

Evlendiği bakire eşinin yanında nikâhı müteakip yedi gün, dul eşinin ise yanında r ç gün kalması sünnettir.

Bir yerden diğer bir yere nakleden kimsenin eşlerinden bir kıs­mım yanma alması, bir kısmını almayıp bırakması haramdır. Zira nikâhlı eşini terkedip ayrıldığı beldede bırakması doğru değildir. Ya on­ları boşar, ya da beraberinde götürür. Ama uzun veya kısa yolculuğa çıktığında eşlerinden birini veya ikisini kura ile yanma alabilir... [354]

c)  Hanbelî mezhebine göre, adamın eşleri arasında eşitliği sağlaması ve ona göre bir sıralama yapması vâcibdir. Buna muhalefet eden ilim adamı olmamıştır.

Böylece Hanbelî fukuhası da Hanefî ve Şafii fukahasıyla bu konu­da aynı görüştedirler. [355]

d)  Mâliki mezhebine göre de belirtilen hususlarda eşler arasında eşitliğe riâyet etmek ve gece taksiminde âdil bir sıralamayı gözetmek vâcibtir.

Ancak Mâlikiler bu eşitliği sağlama ve sürdürmede bir kadınla cariye arasında bir ayrım yapmamışlardır. Diğer mezheb sahipleri ise ayrım yapmışlar ve onların sıraya alınmasının vacip olmadığını belirt­mişlerdir. [356]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

280 no'lu Ümmu Seleme hadîsinin isnadında Vakidi bulunuyor ki, bu zat zayıf kabul edilir. Ancak hadîsi destekler mahiyette birkaç rivayet bulunuyor. Nitekim Hanefî fukahası, adam evlendiği bakirenin yanında yedi gün, dul kadının yanında üç gün kalırsa, diğer eşlerinin yanında da aynı miktarda kalması söz konusudur demişlerdir. Hatta el-Barİr sahibi bunu İmam Ebû Hanîfe'den rivayet etmiştir. [357]

281- no'lu Ebû Kılabe hadîsi sahîh sayılmıştır. O bakımdan ilim adımlarının çoğu bu rivayetle istidlal etmiştir. Aynı zamandaNesâî ve EKû Dâvud 283 nolu Enes hadîsini rivayet etmişler ve Ebû Davud'un rivayet zincirindeki ricali, rical-i sahîh kabul edilmiştir. Böylece Enes hadîsi bir bakıma 281 no'lu hadîsi desteklemektedir. Ayrıca Enes hadîsini Ebû Avana kendi sahihinde, İbn Huzayme ve İbn Hibban ken­di sahihlerinde taline ederken, Dâremî ile Dârekutnî de onu rivayet etmişlerdir.

Böylece hadîslerin tamamı, evli adam ikinci veya üçüncü evli­liğini yaparken nikahladığı kız bakire ise onun yanında yedi gün, dul ise üç gün kalır. Bu daha çok o bakire ile dulun hakkıdır.

İmam Evzaî ise, değişik bir tesbitle ortaya çıkmış ve bakire ise üç gün, dul ise iki gün yanında kalır demiştir. Ancak Evzaî'nin kendine dayanak seçtiği Hz. Aişe (r.a.) hadîsinin zayıf olduğu tesbit edilmiştir. O bakımdan diğer müetehidler sözü edilen hadîsi mesned seçme­mi şler di r.

Ayrıca Tabiînden Hasan el-Basrî ve İbn Müseyyeb'e göre, bakire­nin yanında iki gece, dul kadının yanında bir gece kalınır.

Adamın kendi eşleri arasında eşitliğe riâyet etmesiyle ilgili birkaç rivayet daha vardır:

"Kimin iki karısı varsa, onlardan birine meyleder, diğerine meyletmez­se, kıyamet gününde bir yanı sarkık olarak gelir." [358]

Yine Hz. Aişe (r.a.) diyor ki:

"Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz biz eşleri arasında âdil dav­ranır ve sonra şöyle derdi: "Allah'ım, bu benim sahip olup imkânım yettiği ölçüde yaptığım bir taksim ve sıralamadır. Ama sahip olamadığım hususta ise beni kınama..." [359]. Tirmizî diyor ki, bu birine karşı fazla sevgiye işarettir.                                   .

Hz. Aişe (r.a.) bir diğer rivayette diyor ki: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ölüm hastalığında bütün eşlerini topladı ve şöyle buyurdu: "Benim artık sîzin aranızda dönüp dolaşmaya gücüm yetmiyor. Eğer uygun görüp izin verirseniz hastalığımı Hz. Aişe'nin yanında geçirmek istiyorum..." Bunun üzerine eşlerinin hepsi de O'nun bu arzusuna uyarak izin verdiler." [360]

Yapdaıı sahih rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimi?. Abdullah b. Amr b. As'a: "Ya Abdellah! Senin gündüzleri oruç tut­tuğun, geceyi de kalkıp ibâdetle geçirdiğin bana bildirildi, değil mi?" buyurdu. O da: "Evet Öyledir Ya Resûlallah" diye tastik etti. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) ona: "Öyle yapma... Hem oruç tut, hem iftar et; hem gece kalk ve hem de uyu... Çünkü senin bedenin senin üzerinde hakkı vardır, gözünün de senin üzerin­de hakkı vardır, eşinin de senin üzerinde hakkı vardır... (her hak sahibinin hakkını yerine getir)" buyurdu. [361]

289 dipnottu Ebû Hüreyre hadîsinin senedi sahihtir. Bu, yİ37ecek, içecek, giyim, mesken ve benzeri hususlarda eşler arasında eşitliğe riâyetin vacib olduğuna delâlet etmektedir. [362]

290 dipnottu Hz. Aişe hadîsini İbn Hibban sahîhlemiştir. Ancak Tirmizî bunun mursel olduğunu tercih etmiştir. Yani senedinden bir sa-habînin düştüğüne kaildir. Bununla beraber istidlale salîh görülmüştür.

Yine sahîh rivayete göre, Hz. Şevde kendi gününü Hz. Aişe'ye bağışlamış ve böylece Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz yapılan taksim ve sıralamada Sevde'ye ait günü Hz. Aişe'nin yanında geçirmiştir. [363]. Bunun sebebine gelince, Hz. Şevde artık yaşlanmış ve cinsel temasa is­tek duymaz olmuştu. Aynı zamanda yaşlı haliyle Resûlüllah'ı (s.a.v.) üzmek istemiyordu. Bunun için en uygun çareyi düşündü ve kendine ayrılan gece ve gündüz sırasını Hz. Aişe'ye bıraktı. [364]

Bütün bu sahîh rivayetlerden çıkarılan sonuç şudur: Resûlüllah 's.a.v.) Efendimiz eşleri arasında eşit davranmaya, yaptığı taksimat ve sıralamaya bağlı kalmaya büyük bir dikkat ve özen göstermiştir. Ancak kalbindeki zevki birine daha fazla meyletmişse, bu beşeri bir temayül olarak kalmış ve ondan dclayı Cenâb-ı Hakk'tan bağışlamasını dile­miştir. [365]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Birden fazla kadınla evlenen kimsenin yedirme, içirme, giy­dirme ve mesken sağlama hususlarında eşitliğe rivâyet etmesi vâcibdir. Birine daha iyi kumaştan elbise alırken .diğerini ihmal etmesi asla doğru değildir.

2- Yine birden fazla kadınla evli bulujaaa kimsenin eşleri arasında gece veya gündüz bulunması için eşit bir sıralama yapması vâcibdir.

3- îmam Mâlik müstesna diğer üç iniama göre, bu sıralamaya ca­riyeler dahil değildir. İmam Mâlik'e göre ise, cariye ile hür arasında bü hususta bir ayırım söz konusu değildir.

4- Kadınlardan biri veya bir kısmı ayhalî veya loğusa, veya hasta veya ruhî bunalımlı olsa bile yine de adamın sırayı aynen uygulaması vâcibtir.

5- Yiyecek, giyecek ve mesken hususunda veya yanlarında geceyi geçirmede eşlerinden birine fazla ilgi gösterip masrafı artırması ha­ramdır ve bunun uhrevî cezası vardır.

6- Evli bir kimse ikinci, üçüncü veya dördüncü bir kadınla evle­nirse, evlendiği kadın bakire ise zifaf gün ve gecesi dahil onun yanında yedi gün kalması sünnettir. Kadın dul ise, üç gün kalması sünettîr. Dul kadın da kendi yanında yedi gün kalmasını ister kocası da bunu kabul ederse, diğer eşlerinin yanında da yedişer gün kalması £ ırekir.

7- Eşlerden biri kendi sırasını yine kendi rızasıyla kumasına ter-kedebilir.                             .

8- Adam kısa veya uzun bir yolculuğa çıkmak istediğinde, eşlerinden birini veya ikisini yanma alabilir. Ancak bu durumda kura çekmesi daha uygun olur. Yolculuk hali devam ettiği sürece eşler arasında yapılan sıralamayı uygulamak artık mümkün değildir ve o vücup kalkar.

9- Bir beldeden başka bir beldeye nakleden adamın eşlerinin hep­sini beraberinde götürmesi gerekir. Birini veya bir kısmını götürmeyip bırakması caiz değildir.

10- Sevgi ve cinsel temasta birine fazla meyletmesinde pek sakınca görülmemiştir. Çünkü duyguyu bu hususta tamamen frenle­mek çok zor, hatta bazan imkânsızdır.

11- Birden fazla kadınla evli bulunan kimse, onların her birine ayrı mesken tahsis eder. Bu imkânı yoksa, her birine rahat edip huzur duyabileceği bir oda tahsîs eder. Sırayı gözetlerken her birinin meske­nine gitmesi veya odasına gidip geceyi orada geçirmesi gerekir. Birini diğerinin meskenine çağırıp orada biraraya gelmeyi plânlaması doğru değildir. [366]         



[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[2] Buharî/savm: 10, nikah: 2, 3. Müslim/nikah: 1, 3. Ebu Oavud/nikah: 1. Nesâî/ ^siyam: 43, nikah: 3. İbn Mace/nikah: 1. Ebu Davud/nikah: 2. Ahmed: 1/378, 424, 425

[3] Buharî/nikah: 8. Müslim/nikah: 68. Tirmizî/nikah: 4. İbn Mace/nikah: 2. Daremî/nikah:3. Ahmed: 1/176, 183

[4] Buharî/nikah: 1. Müslim/nikah: 5. Nesâî/nikah: 4. Daremî/nikah" 3 Ahmed: 2/158, 3/241, 259, 285, 5/409

[5] Müsned-i Ahmed: 3/158, 245, 5/17, 6/125, 157, 203

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[6] Bilgi için bak: Mecmeü'l-Enhür: 1/316, 316

[7] el-Ğamravî/es-Siracü'l-Vehhac: 359, 360  .

[8] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: ¼

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[9] Bilgi için bak: Mîzanü'l-hidal: 3/617 - 7828 nolu Muhammed

[10] Bilgi için bak: Mîzanü'l-İ'tidal: 3/617, 7828 nolu Muhammed ve Neylü'l-Evtar: 6/113

[11] MizanÜ'l-l'tidal: 3/495. Neylü'l-Evtar: 6/114

[12] Neylü'l-Evtar: 6/114

[13] MizanÜ'l-l'tidal: 3/326, 6618 nolu İsa

[14] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[15] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[16] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[17] Müsned-i Ahmed: 3/153, 5/17-6/125, 157,203

[18] Müshed-i Ahmed: 3/22

[19] Ebu Davud/nikah: 3. Nesâî/nikah: 11. Ahmed: 3/158, 245

[20] Buharî/nikah: 10, 121,-122, Müslim/nikah: 3. Tirmizî/nikah: 14. Nesâî/ büyü': 7. İbn Mace/nikah: 7

[21] Müslim. Tirmizî. Neylülevtar: 6/119

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[22] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[23] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[24] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[25] Müslim/büyu1: 8, nikah: 38, 49, 54, 56. Ahmed: 2/122, 124, 126, 130, 4/147, 5/11

[26] Buharî/nikah: 45, büyü1: 58, şürût: 8. Nesâî/büyu': 19

[27] Buharî/nikah: 45, büyü1: 58. Nesâî/büyu':19. Ahmed: 2/122, 124, 142, 238, 274, 318, 394, 411, 4/147, 5/11

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[28] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 6/122

[29] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[30] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[31] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[32] Buharî/nikah: 33,37, 44, 47, 124. Tirmizî/nikah: 5

[33] Müsned-i Ahmed. Nesâî. Neylü'l-Evtar: 6/125

[34] Ebu Davud/nikah: 18. Tirmizî/nikah: 5. Ahmed: 3/334, 360, 5/424

[35] Müsned-i Ahmed: 2/286, 299, 5/424

[36] İbn Mace/nikah: 9. Ahmed: 3/493, 4/225, 226.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[37] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/8'den özetlenerek

[38] Ebu ZekeriyaYahya/Minhacüttaiibin: 84

[39] Bilgi için bak: el-Muğnî: 7/453

[40] Bilgi için bak: e!-Fıkhu Ala'l-Mezahibil-Arbaa: 4/9

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[41] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 6/125

[42] Bilgi için bak: Neylü'l-Evtar: 6/126

[43] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[44] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[45] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[46] İbn Hibban. Hakim

[47] Buharî/nikah: 36. Ebu Davud/nikah: 19. Tirmizî/nikah: 14. ibn Mace/ nikah: 15. Daremî/nikatr. 11. Ahmed: 1/251,4/394,413,418

[48] Ebu Davud/nikah: 19. Tirmizî/nikah: 14. İbn Mace/nikah: 15. Daremî/ nikah: 11. Ahmed; 1/250, 6/47, 66, 166, 260

[49] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[50] Bilgi için bak: Mecmeü'l-Enhür: 1/320 - 322

[51] el-Ğamravî/es-Siracü'l-Vehhac: 364, 365

[52] İbn Kudame/e!-Muğnî: 7/337

[53] Sahnun/el-Müdevvenetülkübra: 2/155

[54] İ-Müdewene: 2/157'den özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[55] Bilgi için bak: Zehebî/Mizanü'l-İ'tidal: 1 /458, 459 - Neylü'l-Evtar: 6/135

[56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[57] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[58] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[59] Tirmizî/nikah: 16

[60] Buharî/nikah: 36. Ebu Davud/nikah: 19. Tirmizî/nikah: 17. İbn Mace/ nikah: 15. Ahmed: 1/250, 394, 413, 418, 6/260

[61] Darekutnî. Neylü'l-Evtar: 6/143

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[62] Kâsânî/Bedayi': 2/252

[63] Kâsânî/Bedayi': 2/255, 256

[64] Şeyhülislam Ebu Yahya Zekeriya/Fethü'l-Vahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab: 2/34,35

[65] İbn Kudame/e!-Muğnî: 7/340-342

[66] Sahnûn/el-Müdewenetü'l-Kübra: 2/192, 193

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[67] Biigi için bak: Zehebî/Mizanü'l-İ'tidal: 2/500. Neylülevtar: 6/143

[68] Şevkânî/Neylü'l-Evtar: 6/143

[69] Zehebî/Mizan: 4/166, 8724 nolu Muğire

[70] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[71] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[72] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[73] İbn Mace/nikah: 12. Nesâî/siyam: 76. Ahmed: 2/158, 3/400, 6/464

[74] Darekutnî/Neylü'l-Evtar: 6/144

[75] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[76] İbn Kudame/el-Muğnî: 7/371, 373

[77] el-Fihu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/58

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[78] Ebu Davud: 1/484. el-Ekfa Babı

[79] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[80] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[81] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[82] Buhari'tefsir: 5, 9,  nikah: 8. Tirmizî/nikah: 2. Nesâî/nikah: 4. ibn Mace-'nikah: 2. i.   Daremi/nlkab: 1,3. Ahmed: 1/175, 176, 183,2/173

[83] Buharı/nikah: 31.  Ahmed: 2/95, 104

[84] Tirmizî/nikah: 28

[85] Neylü't-Evtar: 6/152

[86] Buhari/nikah: 31. Müslim/nikah: 25, 30, 32

[87] Müslim/nikah: 18. Ahmed: 1/142, 4/55

[88] Müslim/nikah: 18

[89] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[90] Bilgi için bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/90-93. İbn Kudame/el- Muğn.î: 7/571-573

[91] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[92] Neylü'l-Evîar: 6/153

[93] Zehebî/Mizanü'l-İ'tidal: 4/213. 8895 nolu Musa

[94] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[95] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[96] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[97] Ebu Davud/nikah: 15. Tirmizî/nikah: 28. Nesâî/nikah: 13. İbn Mace/nikah: 33. Daremî/nikah: 53. Ahmed: 1/448, 2*'322

[98] İbnMace/nikah:33

[99] Nesâî/lhlal-i mutailaka: 6/148

[100] Nesâî: 6/148

[101] Nesâî: 6/148

[102] Nesâî: 6/149

[103] Mizanü'l-İ'tidal: 4/396. 9586 nolu Yahya

[104] Neylü'i-Evtar: 6/157

[105] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[106] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[107] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[108] Buhari'nikah: 57, 61. Müslim/nikah: 57, 59. ibn Mace/nikah; 16. Daremî/nıkah: 9.

Taberanî/nikah: 24. Ahmed: 2-62

[109] Neşâİ'nikah: 60. Müslim/nikah: 60. jbn Mace nikah: 16. Ahmeö  2 35. 91,  215,

216. 3'162. 165,4 429

[110] Müslim/nikah: 59, 61. Ahmed: 2/7, 19, 62, 439, 3/321, 339

[111] Ebu Davud/nikah: 14. Ahmed: 4/94

[112] Ebu Davud/zekat: 9, cihad: 63, Tirmizî/nikah: 30. Nesâî/nikah: 60. Ahmed: 2/59, s180, 3/162, 4/429. Ceneb kelimesini başka türlü yorumlayanlar da olmuştur.

[113] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[114] Bilgi İçin bak: el-Fıkhu Ala'l-Mezahibr'-A'Daa 4/126, 127

[115] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[116] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[117] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[118] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[119] Tirmizî/nikah: 22. Ahmed: 3/445, 4/298

[120] Ahmed: 3 3^  -l">32

[121] Müslim/nikah: 78. İbn Mace/nikah: 17. Daremî/nikah: 18

[122] Tirmizî/nikah: 23. Ahmed: 1/40, 41, 48. Daremî/nikah: 18

[123] Sahih-i Müslim. Neylü'l-Evtar: 6/190

[124] Ebu Davud/nikah:28

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[125] Mecmeu'l-Enhür: 1/332-335

[126] Minhacü't-Taiibin: 90

[127] Bilgi için bak: ei-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/96-107

[128] Bilgi için bak: el-Fikhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/96-107

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[129] Felhü'l-Allam li-Şerhi Büluği'l-Meram: 2/122

[130] Bilgi için bak: Mizanü'l-İ'tidal: 4/222. Neylü'l-Evtar: 6/187

[131] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[132] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[133] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[134] Buharî/nikâh: 14, 33, 40. Müslim/nikah: 76. Ebû Dâvud/nikâh: 30. Tirmizî/nikâh: 23

[135] Saîd kendi süneninde mürselen rivayet etmiştir.

[136] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[137] Ebû Dâvud nikâh; 31, TirmizlTıkâh: 44. Nesâî/nikâh:68, talâk: 57. Ahmed: 3/480, 4/280

[138] Neylü'l-Evtar;6'195

[139] Neylü"l-Evtar:6/195

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[140] Bilgi için bkz: Fetevâ-yı Hindiyye: 1 /303, 304

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[141] Ebû Dâvud/nikâh: 35. Ahmed: 1/80

[142] Ebû Dâvud/nikâh: 35. Nesaî/nikâh: 76

[143] Ebû Dâvud/nikâh: 35. İbn Mâda/nikâh: 54

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[144] Bilgi için bkz-. Fetevâ-yı Hindiyye: 1/317. Mecmau'l-Enhür Şerhü Mültaka'l-Ebhur: 1/345-İstanbul

[145] Ebû Zekeriya Yahya Nevevî/Minhacü't-Talibîn: 90- Mısır.

[146] Bilgi için bkz; Kitabü'l-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa; 1/157,158

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[147] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[148] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[149] Ebû Dâvud/nikâh:35-Nesâî/nikâh:67-îbn Mâce/nikâh: 41- Taberânî/nikâh: 11-Ahmed: 2/182

[150] Fazla bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 6/197

[151] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[152] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[153] Buharî/büyû': I, menakıb-ı ansan 3, nikâh: 54- M üs I i m/ nikâh: 79, 80- Ebû Dâvud/ nikâh: 29- Tirmizî/nikâh: 10, birr: 22- İbn'Mâce/nikâh: 24- Dâremî/ei'ime: 28

[154] Buharı/nikâh: 68, 69- Müslim/nikâh: 90, 91- Ebû Dâvud/et'ime: 2. İbn Mâce/nikâh 24- Ahmed: 3/172, 227, nikâh: 22- Taberânî/nikâh: 47- Ahmed: 3/165, 190

[155] Ahmed: 3/110

[156] Buharî/nikâh: 70-Ahmed: 6/112

[157] Müslim/nikâh; 87

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[158] el-Ğamrâvî/es-Siracülvehhac: 396, 397- Mısır: 1933

[159] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/105, 106 (130} jbn Kudame/el-Muğnî: 8/107

[160] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[161] Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 6/198

[162] Müsned-i Ahmed: 5/395

[163] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[164] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[165] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[166] Buharî/nikâh: 72-Müslim/nikâh: 107, 109, 110

[167] Müslim/nikâh: 107, 109, 110

[168] Buharı/nikâh: 74- Müslim/nikâh: 99, 104-Tirmizî/nikâh: 12-Ahmed: 2/68,127

[169] Buharî/nikâh: 71-Müslim/nikâh: 96, 97, 98

[170] Ebû Dâvud/et'ime: 1

[171] Tirmizî/savm: 64- Dârimî/eî'ime: 1- Ahmed: 2/20, 37

[172] Ebû Dâvud/et'ime: 1, 35- Müsiİm/nikâh: 96, 97, 98

[173] Müslim/siyam: 159- Ebû Dâvud/savm: 74, 75, et'ime: 1- Tirmizî/savm: 63- İbn Mâce/siyam: 47 Dârimî/savm: 31- Taberânî/hacc: 137- Ahmed: 2/242, 279, 477, 489, 507- 5/29

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[174] el-Ğamrâvî/es-Siracülvehhac:396- Mısır: 1933

[175] Bilgi için bkz: İbn Kudame/el-Muğnî: 8/106, 107- Beyrut: 1403 

[176] Geniş bilgi için bkz: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 6/202

[177] Geniş bilgi için bkz: Şevkani/Neylü'l-Evtar: 6/203

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[178] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[179] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[180] Ebû Dâvud/efime: 6- Ahmed: 5/408

[181] Buharî/Süf'a: 3, hibe: 16, edeb: 32- Ahmed: 6/175, 178, 239.

[182] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[183] Fazla bilgi için bkz: Neylülevtar: 6/ 204

[184] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[185] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[186] Celâl YILDIRIM jslârri Türk Tarihinin Altın Sahifeleri.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[187] Tirmizî/fiterv.'U- Müslim/İmân: 78- Nesâî/İmân: 17- Ahmed: 3/20, 29.

[188] İbn Mâce/et'ime: 56- Müslim/libas: 101- Ahmed: 2/232.

[189] İbn Mâce/et'ime: 62- Ebû Dâvud/et'ime: 18

[190] Tirmiz]/edeb:43 .

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[191] sl-ĞamraW/es-Skacülvehhae : 397- Mısır: 1933

[192] BUgi için bkz: İbn Küdame/gl'-WLuğnî: 8/110, 111

[193] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[194] Şevkâni/Neylülevtar: 6/207

[195] İbn Mâc9/et'ime: 56

[196] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[197] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[198] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[199] Hadîsi Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde rivayet etmiştir. Canavar tarafından parçalanan hayvanı diri olarak kurtarıp şer'i şekilde boğazlamakla o hayvan hela  olur. Öimüşse artık onu çekip almanın bir yararı yoktur. Zira artık o haram olmuştur. Bu olaya hem "hilse", hem de "halîse" denir. (Şerhu Maani'l-Asar: 3/49)

[200] Buharî/mezalim: 30, zebayih: 25, megazi: 36- Ebû Dâvud/cihad: 110, hudud: 3

[201] Ebû Dâvud/hudud: 14-Tirmizi/nikâh: 29, siyer: 40- Nesâî/nikâh: 60- İbn Mâce/ fiten: 3- Ahmed; 3/140, 197, 312- 4/438- 5/62

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[202] el-Gamrâvî/es-Siracülvehhac:397- Mısır: 1933-135

[203] İbn Kudame/ei-Muğnî: 8/118

[204] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/119- Bilgi için bkz: eş-Şerhülkebîr: 8/119, 120

[205] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/118

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[206] Bilgi için bkz: Tahavî/Şerhu Maani'i-Asâr: 3/49-51- Beyrut; 1399

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[207] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[208] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[209] Müsned-i Ahmed: 4/217

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[210] İbnKudame/el-Muğnî: 8/116, 117

[211] Sünen-i Ebû Dâvud/velîme, et'im

[212] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[213] Neylü'l-Evtar: 6/210

[214] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[215] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[216] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[217] Tirmizî/nikâh: 6- Nesâî/nikâh: 72- İbn Mâce/nikâh: 20- Ahmed: 3/418

[218] İbn Mâce/nikâh: 20

[219] Buharî/nikâh:63

[220] Müsned-i Ahmed; 4/78.

[221] İbn Mâce/nikâh: 21-Ahmed: 3/391

[222] Buharî/nikâh: 48, meğâzî: 12- Ebû Dâvud/edeb: 51- İbn Mâce/nikâh: 21

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[223] Bilgi için bkz: Gazâlî/İhyau Ulumî'd-Dîn: 2/54

[224] el-Muğnî:8/115

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[225] Şevkanî/Neylü'î-Evtar: 6/211

[226] Metruk hadîs: Yalanı veya gafleti veya ahlâksızlığı açık belli olan bir râvinin hadîs isnadında yer almasıdır.

[227] Bilgi için bkz: Zehebî/Mizanü'l-İ'tidal: 3/326- 6617 no'lu İsâ

[228] Bilgi için bkz: Zehebî/Mizanü'i-İ'tidal: 3/327- 6619 no'lu İsâ

[229] Neylü'l-Evîar: 6/212

[230] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[231] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[232] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[233] Tirmizî/nikâh: 10- Nesâî/nikâh: 77, 79- ibn Mâce/nikâh: 53

[234] Ebû Dâvud/nikâh: 45- İbn Mâce/nikâh: 27- Teberânî/nikâh: 52

[235] Ebû Dâvud/nikâh; 45-Teberânî/nikâh: 52

[236] el-Münteka'l-muhtar min kitabİ'l-ezkâr: 264- Dimeşk.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[237] Nesâî: 6/131-133- Beyrut:?

[238] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[239] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[240] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[241] Müslim/libas: 115. İbn Mâce/nikâh: 52. Ahmed: 4/345, 346

[242] BuhariAifsîr:59, libas: 83. Müslim/libas: 115, 117, 119. Ebû DâvudAereccül: 5. Tirmizî/übas: 25, edeb: 33. Nesâî/zînet: 22, 24. İbn Mâce/nikâh: 52. Ahmed: 1/ 251, 230

[243] Buharî/tefsîr: 59, talâk: 51, libas: 82, 84, 85, 87. Müslim/libas: 120. Tirmizî/ edeb:33

[244] Buhari/libas: 83. Müslim/libas: 12, 22. Ebû Dâvud/tereccül: 5. Nesâî/zînet: 67

[245] Müsned-i Ahmed: 4/101

[246] Müslim/zînet;21

[247] Buharî/tefsîr: 59, libas: 82, 84, 87. Müslim/iibas: 120. Ebû Dâvud/tereccül: 5

[248] Gazâiî/İhyau Ulûmi'd-Din: 2/50. Kahire: 1387-1967. Tirmizî/edeb: 33. Nesâî/ y zînet: 22, 26, 71. İbn Mâce/nikâh: 52. D âre mî/isti 'zan: 19. Ahmed 1/415, 417, .! 6/257

[249] İhyau Ulûmi'd-Din: 2/50. Kahire: 1387-1967

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[250] Müsned-i Ahmed: 3/296, 387

[251] Şevkanî/Neylül-Evtar: 6/216

[252] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[253] Müsned-i Ahmed; 2/226, 3/100, 108, 4/42,163,5/67, 6/117

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[254] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[255] Buharî/libas:61. Ebû Dâvud/libas: 28. Tirmizî/edeb; 34. İbn Mâce/nikâh: 22

[256] Buharî/libas: 62, tevhîd: 33. Ebû Dâvud/edeb: 53. Dâremî/isti'zan: 21. Ahmed: 1/225

[257] Fazla bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 6/218. Tecrîd-i Sarîh tercümesi: 12/110

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[258] Bedrüddin el-Aynî/Umdetü'l-Karî: 10/279-280. Darü'ttibaa el-Amire:?

[259] Muhammed b. Aİlân/Delilü'l-Fâlihîn Li Turûk-i Riyazüs-Sâlİhîn: 7/127

[260] Muhammed b. Allân/Delilü'l-Fâlihîn Li Turûk-i Riyazüs-Sâlihîn: 7/128

[261] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[262] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[263] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[264] Buhari/bed-ihalk-11, vudû': 8, nikâh: 66, daavat: 55. Müslim*

kâlr 6 İbn Mâce/nikâh: 27. Darimî/nikah: 19. Ahmed Dâvud/nıkah: 45. Tırmızı/nıkan

[265] Allâme Münavî/Feyzül-Kadîr: 3/126. Beyrut: 1391-1972. İbn Mâce/nikâh: 27

[266] Tirmizî/edeb; 42

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[267] Geniş bilgi için bkz: Gazâlî/Jhyau Ulûmiddîn: 2/63, 64. Kahire: 1387-1967

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[268] Sıddîk Hasan Han/Fethül-Allam: 2/114- Medine-i Münevvere.

[269] Sıddîk Hasan Han/Fethül-Allam: 2/114- Medine-i Münevvere

[270] Hicr Sûresi: 42

[271] Zehebî/Mizanü'l-hidal: 2/49-2870 no'lu Rişdîn

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[272] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[273] Buhari/nikâh: 96. MüslimAalâk: 26, 27, 28. Tirmizî/nikâh: 29. ibn Mâce/nikâh: 30. Ahmed: 3/209

[274] Ebû Dâvud/nikâh: 48. Müslim/talâk: 24. Ahmed: 3/312, 386

[275] Buh^ri/nikâh:96. Müslim/talâk: 17. Ahmed: 3/82

[276] Ebû Dâvud/ntkâh: 48. Ahmed: 3/33, 49

[277] Müsned-i Ahmed: 3/53, 78, 96

[278] Müsned-i Ahmed: 5/203. MüslimAalâk: 32

[279] MüslinVnikâh: 140, 141. Ebû Dâvud/tıb: 16. Tirmizî/tıb: 27. Nesâî/nikâh: 54 Dâremî/nikâh: 33. Taberânî/reza: 17. Ahmed: 6/361, 434

[280] Müsned-i Ahmed: 1/31. Neylül-Evtar: 6/221

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[281] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/133. eş-Şerhül-Kebîr; 8/133

[282] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/133. eş-Şerhül-Kebîr: 8/133

[283] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/132

[284] Şemsüddin İbn Kudame/eş'-Şerhül-Kebîr: 8/133

[285] Zaîer Ahmed/l'lâü's-Sünen: 17/403

[286] Geniş bilgi için bkz: İhyau Üiûmiddîn: 2/65

[287] Geniş bilgi için bkz: İhyau Ulûmiddîn: 2/65

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[288] İbn Kudame/ei-Muğnî: 8/134

[289] Zafer Ahmed.ei-Usmanî/İ'iâû's-Sünen: 17/403, Mekke

[290] Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 6/223

[291] Neylü'l-Evtar: 6/223'den özetlenerek...

[292] Sıddîk Hasan Han/Fethül-Allam: 2/117. Medine:?

[293] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[294] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[295] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[296] Ebû Dâvud/edeb; 32

[297] Müsned-iAhmed: 2/541

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[298] Tirmizî/reda-. 18. ibn Hibban. ihya: 2/74. Kah.re: 1379

[299] Geniş biigı için bkz: İhya: 2/74

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[300] Neylü'l-Evtar: 6/225

[301] Buharî/edeb:31, 85, rikak: 23. Müslim/imân:'74. Ebû Dâvud/edeb: 123. Tirmizî/ kıyamet: 50. Taberânî/sıfatü'n-nebî: 22. Ahmed: 2/174, 267, 4/31, 5/247, 6/69

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[302] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[303] Bakara Sûresi: 222

[304] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[305] Ebû Dâvud/nikâh:45

[306] Tirmizî/taharet: 102, reda': 12. İbn Mâce/nikâh: 29. Dâremî/vüdu': 114. Ahmed: 1/6, 6/305

[307] İbni Mace. Nesai. et-Terğib ve't-Terhib: 4/69. Mısır: 6352

[308] Neylü'l-Evtar: 6/225. Tirmizî/reda1: 12. Daremî/30, vüdu': 114. Ahmed: 1/86 5/ 213,215

[309] Müsned-i Ahmed: 2/182, 210

[310] Tirmİzî/reda': 12-. Dâremî/nikâh: 30

[311] Tirmizî/reda': 12. İbn Mâce/nikâh: 29. Ahraed: 2/244

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[312] Geniş bilgi için bkz: Tefsîr-i İbn Kesîr: 1/265. Mısır.?

[313] Geniş bilgi için bkz: Tefsîr-i İbn Kesîr: 1/264, 265

[314] Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhüİ-Kebîr: 8/131. Beyrut: 1403-1983

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[315] Neylül-Evtar: 6/226

[316] Zehebî/Mizanü'l-İ'tidal: 1/586, 587-3228 no'lu Hakîm

[317] Bilgi için bkz: Mizanü'l-İ'tidal: 2/663

[318] Mizanü'l-İ'tİdal: 1/344-1278 no'lu Bekir

[319]  MizanıTl-î'tidal: 1/102- 8485 no'lu Müslim

[320] Neylü'l-Evtar: 6/227

[321] Neylü'l-Evtar: 6/227

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[322] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[323] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[324] Buharî/nikâh: 72. Müslim/reda': 65. Tirmizî/taiâk: 12. Dâremî/nikâh: 45. Ahmed: 2/428,449,  5/164

[325] Müslim/reda': 63. Ahmed: 2/229

[326] Müslim/hac: 147. Tirmizt/reda': 11, tefsîr: 9. İbn Mâce/nikâh: 3, menasik: 84 Dâremî/menâsik: 34. Ahmed: 5/73

[327] Nisa Sûresi: 19

[328] Bakara Sûresi: 228

[329] Ebû dâvud/menasik: 56. İbn Mâce/menasik: 84. Dâremî/menasik: 34. Ahmed: 5/73

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[330] Geniş bilgi için bkz: Celâl YİLDİRİM/Asrın Kur'ân Tefsîri: 3/1293-1297, 2/631, 634

[331] Gazâlî/İhyau Ulûmiddîn: 2/54-63 özetlenerek. Kahire: 1387-1967

[332] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[333] Bilgi için bkz: Al-i İmrân: 59. Hicir: 26, 28. Rahman: 14. Saffat: 11

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[334] Nisa Sûresi: 1

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[335] Müsned-i Ahmed: 5/151

[336] Buharî/nikâh: 35. Ahmed: 5/8

[337] Buharî/nikâh: 80. Ahmed: 2/497

[338] İbn Mâce/taharet: 77

[339] Bilgi için bkz: Kamus Tercümesi: 3/338, 339, basıldığı tarih: 1305

[340] Ebû Dâvud/sünnet: 14. Tirmizî/reda: 11, İmân: 6. Dâremî/rikak: 24. Ahmed: 2/250

[341] ibn Mâce/nikâh: 50. Dâremî/nikâh: 55

[342] İbn Mâce. Tirmİzî: hadîsün hasenün. Neylu'l-Evtar: 6/233

[343] Tirmizî/reda: 11,tefşîr:9. Ebû Dâvud/nikâh: 42 İbn Mâce/nikâh: 3. Ahmed: 5/72

[344] Ebû Dâvud/nikâh: 41. Ahmed: 4/447, 5/3, 5

[345] Müsned-i Ahmed: 5/238

[346] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[347] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[348] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[349] Müslim/reda':41, 42. Ebû Dâvud/nikâh: 24. İbn Mâce/nikâh: 26. Dâremî/nikâh: 27. Taberânî/nikâh: 14. Ahmed: 6/292

[350] Buharı/nikâh: 100,101. Müslim/reda':43, 45. Ebû Dâvud/nikâh: 34. Tirmizî/ nikâh: 41. !bn Mâce/nikah: 26. Dâremî/nikâh: 27. Ahmed: 2/178

[351] Dârekutnî-Neylü'l-Evtar: 6/241

[352] Ebû Dâvucfcnikâh: 34

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[353] Mecmeu'l-Enhür: 1/358, 359'dan özetlenerek

[354] el-Gamrâvî/es-Siracül-Vehhac Şerhün Alâ Metni'l-Minhac: 398-400'den özetlenerek. Mısır: 1352-1033

[355] Bilgi için bkz: İbni Kudame/el-Muğnî: 8/138, 139. Beyrut: 1403

[356] 'Bilgi için bkz: Kitabü'l-Fıkhi Alâ'i-Mezahibi'l-Arbaa: 4/238, 239

[357] Neylü'l-Evtar: 6/242

[358] Ebû Dâvud/nikâh: 38. Tirmizî/nikâh: 42. Dâremî/nikâh: 24

[359] Ebû Dâvud/nikâh: 38. Dâremî'nikâh: 25

[360] Ebû Dâvud/nikâh: 38. Ahmed: 6/213

[361] Buhan/savm:S5, nikâh: 89, edeb: 84. Müslim/siyam: 182, 192. Nesâî/siyam: 76

[362] Sıddîk Hasan Han/Fethül-Allam: 2/131. Medine:?

[363] Buharî. Müslim: Sened-i Sahîhie

[364] Fethül-Ailam: 2/132

[365] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[366] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/