10- TALÂK (BOŞAMA) 4

Talak (Boşama) 4

İlgili Hadisler 4

Tahliller ve Rivayetler 4

Çıkarılan Hükümler 6

Kadını Ayhalinde İken Boşanmak Men Edilmiştir 7

İlgili Hadisler 7

Mezheb İmamlarının İstidlal ve İhticacları 8

Tahliller ve Rivayetler 9

Çıkarılan Hükümler 9

Kesinkes Boşanma Sözü ve Talakı Birarada veya Ayrı Ayrı Söylemek. 10

İlgili Hadisler 10

Hadis ve Rivayetlerin Işığında Müctehid İmamların Görüş, Îstinbal ve İhticacları 11

Tahliller ve Rivayetler 11

Çıkarılan Hükümler 13

Şakayla veya Zorlanarak veya Sarhoş İken Karısını Boşayanların Boşaması Geçerli Sayılır Mı?. 14

Hadis ve Rivayetlerin Işığı Altında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 15

Bu Konuda Rivayet Edilen Hadisler 16

Hadislerin Tahlilleri ve Rivayetleri 17

Çıkarılan Hükümler                                               . 17

Nikah Akdinden Önce Kadını Boşamak. 18

Konuyla İlgili Hadisler 18

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 18

Tahliller ve Rivayetler 19

Sarih ve Kinaye Talak. 19

İlgili Hadisler 20

Mezgeplerin Bu Konudaki Tarifleri 20

Tahliller ve Rivayetler 20

Çıkarılan Hükümler 21

Muhala’a veya Hulü’ 22

Konuyla İlgili Hadisler 22

Hadisleerin Işığnda Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 23

Tahliller ve Rivayetleri 24

Çıkarılan Hükümler 24

Rıc'i Talak ve Boşanan Kadının İlk Kocasına Mubah Olma Durumu. 25

Konuyla İlgili Hadisler 25

Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları 26

Tahliller ve Rivayetler 27

Çıkarılan Hükümler 27

İla. 28

İlgili Hadisler, Rivayetler 29

Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları 29

Çıkarılan Hükümler 30

Zıhar ve Taşıdığı Hüküm.. 31

İlgili Hadisler 32

Müctehidlerin Görüş İstidlal ve İhticacları 33

Tahliller ve Rivayetler 34

Çıkarılan Hükümler 35

Karısını veya Cariyesini Kendisine Haram Kılan Kimsenin Durumu. 36

İlgili Hadisler 36

Hadislerin Işığında Müctehidlerin ve İlim Adamlarının Görüş ve İctihadları 36

Çıkarılan Hükümler 37

Lian. 38

İlgili Hadisler 39

Ayet ve Hadislerin Işığı Altında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 39

Tahliller ve Rivayetler 41

Çıkarılan Hükümler 42

Doğan Çocuğun Ana-Babası Rengine Uymadığı Takdirde Şüphelenmeye Gerek Var mıdır?. 43

İlgili Hadisler 43

Tahliller ve Rivayetler 44

Çıkarılan Hükümler 44

Doğan Çocuk Firaşa Aittir – Zaniye Ait Değildir 45

Konuyla İlgili Hadisler 45

İlim Adamlarının Görüş, İstidlal ve Yorumları 45

Çıkarılan Hükümler 46

Haddi Kazıf 47

Konuyla İlgili Hadisler 47

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 47

Tahliller ve Rivayetler 48

Çıkarılan Hükümler 49

İddet 50

İlgili Hadisler 50

Müctehidlerin Görüş İstidlal ve İhticacları 50

Tahliller ve Rivayetler 51

Çıkarılan Hükümler 52

İddetin Kur’a Göre Hesaplanması 52

İlgili Hadisler 53

Müctehidlerin Görüş ve İhticacları 53

Tahliller ve Diğer Rivayetler 54

Çıkarılan Hükümler 54

Muteddenin İhdadı (İddet İçinde Olan Kadının Süslenmeyi Terketmesi ) 55

İlgili Hadisler 55

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve İhticacları 56

Tahliller ve Rivayetler 57

Çıkarılan Hükümler 58

Boşanan Kadının İbate ve Nafakası 58

Konuyla İlgili Hadisler 58

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 59

Tahliller ve Rivayetler 60

Çıkarılan Hükümler 61

Emzirme veTahrim Sonuçları 61

İlgili Hadisler 61

Tahliller ve Rivayetler 63

Çıkarılan Hükümler 64

İki Yaşından Yukarı Yaştaki Çocukların Emzirilmesi Tahrimi Gerektirir mi?. 64

İlgili Hadisler 65

Tahliller ve Rivayetler 65

Konuyla İlgili Hadisler 65

Çıkarılan Hükümler 66

Neseb Cihetiyle Haram Olanlar Reda’ Cihetiyle De Haramdır 67

İlgili Hadisler 67

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 67

Tahliller ve Rivayetler 68

Çıkarılan Hükümler 69

Reda’nın Sübutu Hakkında Bir Kadının Şehadeti Yeterli midir?. 69

İlgili Hadis. 69

Bu Hadisin Işığı Altında Mezhep İmamlarının İstidlal ve Görüşleri 69

Tahliller 70

Çıkarılan Hükümler 70

Emziren Kadına, Çocuğu Sütten Ayırdığında Bir Hediye Vermek. 71

İlgili Hadis. 71

Çıkarılan Hükümler 71


10- TALÂK (BOŞAMA)

 

Talak (Boşama)

 

Talâk (boşama) konusu, nikâh gibi aile hukukuyla ilgilidir. İslâm fıkhında bu konuya yeterince ağırlık verilmiş ve ayrı başlık altında ki­tap, sünnet ve icma'a dayalı tesbitler, ietihâdlar, istinbatlar yapılmıştır. Zira bir aile yuvasının kurulması ne kadar önemliyse, onun yıkılıp dağılması da o kadar hazindir.

Talâk: sözlük olarak bir bağı çözmek demektir. Bu bağ hissî olabi­leceği gibi mânevi de olabilir. Meselâ atın ayağına bağlı kaydı, esirin ellerine bağlı kelepçeyi çözmek bissî bir talâk anlamına gelir. Yapılan nikâh akdini çözmek ise mânevi talâk anlamını taşır.

İslâm fıkhında "boşama" hususu "talâk'la ifade edildiği gibi "tatlîk" ile de ifade edilir Cahiliyet devrinde de "talâk" daha çok evlen­miş bulunan karı-kocanm ayrılması anlamında kullanılmıştır. İslâm gelince aynı terimi aynı mânada kullanmaya devam etmiş, ancak bunu kendi haline bırakmayıp belli kurallara ve şartlara bağlayarak ona re­smiyet kazandırmıştır.

Terim olarak, sözlük manasına yakm bir anlam taşır. Ancak ara­da nüans söz konusudur.' Sözlükte -yukarıda belirttiğimiz gibi- nikâh bağını çözmektir. Terim olarak nikâh] ya tamamen gidermek, ya da kısmen.gidermektir. Tamamen gidermek, üç talâk ile yapılan boşa­madır. Kısmen gidermek ise, bir veya iki talâk ile yapılan boşamadır. Birinci şekilde artık, dönüşü olmayan bir boşanma gerçekleşmiş olur. İkinci şekilde ise, dönüşü mümkün bir boşama adımı atılmış bulunur. Mesela ric'i (veya rec'i) anlamda vaki boşama, dönüşü mümkün bir talâktır. İleride bu husus yeterince açıklanacağından burada sadece bir misal mahiyetinde değinmiş bulunuyoruz.

Kısaca şunu belirtelim ki, sarih sözle ric'î, kinaye ile bâin talâk meydana gelir. Bâin talâk, üçe delâlet ettiği takdirde "beynunet-i kübra", üçten az sayıya delâlet ettiği takdirde "beynunet-i suğra" mey­dana gelir. Beynunet-i kübrâ ile nikâh bağı bütünüyle çözülür ve artık adam karısına dönme şansını kaybeder. Ancak bu şekil boşanan kadın tesadüfen başka biriyle evlendikten sonra o adam ya ölür, ya da onu boşarsa, o takdirde kadın ilk kocasıyla yeniden bir nikâh akdiyle birleşebilir.

Boşanma olayı sözlü, yazılı yapılabileceği gibi, vekâleten de yapılabilir. Bazı hallerde işaretle de gerçekleşebilir. Meselâ dilsizin bu husustaki bilinen işareti talâk kabul edilir.

Talâk sayısı üçtür. İster sarih, ister kinaye ile karısını üç talâkta boşayan kimse nikâh bağım, tamamen kesip koparmış olur.

Şüphesiz İslâm fıkhında, rasgele kadın boşamamak için talâk bir­takım çeşitlere ayrılmıştır: Ric'i, bâin talâk olduğu gibi, sünnî ve bid'î talâk da var. Sünnî, sünnete uygun boşama, bid'î sünnete uygun olma­yan boşama demektir. Nitekim bunlara yeterince yer verip gereken açıklamayı yapacağız. [1]

 

İlgili Hadisler

 

Ömer b. Hattab (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz eşi Hafsa'yı boşadıktan sonra ona rücu etti... [2]

Lakiyt b. Sabrete (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen, Resûlüllah (s.a.v;) Efendimize şöyle dediğini haber veriyor: "Ya Resûlallah! Doğrusu benim bir karım var..." (ve Lakiyt karısının yaramazlığını, fena sözler söylediğini, eziyet ettiğini anlattı). Peygamber (s.a.v.) bana: "O halde karını boşa" diye tavsiyede bulundu. Ben de: "Onun çekici sohbeti ve bir de çocuğu var" de­dim. Peygamber (s.a.v.) ona: "O halde ona (iyiliği, güzel geçin­meyi, yaramazlıktan vazgeçmesini) emret veya söyle. Bu du­rumda eğer onda hayır varsa, (senin emir ve tavsiyelerini) ye­rine getirir. Cariyene dayak atar gibi ona (mahfedekine) dayak atma (ıslâh yolunu ara)..." [3].

Sevbân (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen Resûlüllah (s.a.vj Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Ortada sakın­calı, önemli bir olay olmadığı halde hangi kadın kocasından boşanmasını isterse, cennet kokusu ona haram olur." [4]

îbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayete göre. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah yanında helâlin en çok sevilmeyeni talâk (kadın boşamak) dır." [5]

Ömer (r.a.) anlatıyor: "Nikâhın altında sevdiğim bir kadın bulunuyordu. Babam ise o kadından hoşlanmıyordu. Onu boşa­mam için bana emretti, ama ben onun bu emrine uymadım. Dur­um Resûlüllah'a (s.a.v.) anlatılınca şöyle buyurdu: 'Ya Abdellah b. Ömer! Karını boşa..." [6]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

296 no'lu Ömer hadîsi hakkında EM Dâvud susup bir görüş ve tesbit beyân etmemiştir. el-Münzerî de öyle...

Hadîs metninden, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in eşi Hz. Hafsa^yı rie'i talâkla boşadıktan sonra ona döndüğü ve evliliğini sürdürdüğü anlaşılıyor. O bakımdan ric'i talâkın sayısı üçe çıkmadığı takdirde ko­canın karısına müracaat etmesi, yani fiilî veya sözlü dönmesi caizdir. Nitekim müctehid imamlar ric'i talâkı bu açıdan ele alıp diğer rivayetleri de gözönünde bulundurarak detaylı bilgi vermişlerdir.

Ric'i talâkın kısaca tarîfî:

Nikâh akdi yapıldıktan ve cinsel temas sağlandıktan sonra ol­malıdır. Üç talâka açık ve kapalı şekilde delâlet etmemelidir. Aynı za­manda beymmete delâlet eden bir lafız ve sıfat taşımamalıdır. Meselâ seni bir talâkla, seni şedîd talâkla boşadım derse ric'î değil bâin talâk vaki olur.

Ric'î talâkta koca karısına iddet içinde rücu edebilir. Burada kadının rızası gerekli değildir. Ric'î talâktan dolayı tecdîd-i nikâh ge­rekli değildir. Yani ric'i talâkla noksanlaşan üç talâk ikiye veya bire düşmüş olur. Böylece kocanın elinde sadece bir veya iki talâk hakkı Jmış olur. O bakımdan ric'î talâktan sonra karısına iddet içinde nen bir koca artık boşama konusunu ağzına almamalıdır. Aksi halde ınüşü, pişmanlığı mümkün olmayan bir yola girmiş olur.

Zira ric'i talâkla talâkın sayısı noksanlaşır. Yapılan ric'at ile bu jjksanlık giderilmiş olmaz. İddet bittikten sonra yapılan rücu tecdid-ikâhı gerektirir.

Ric'î talâktan sonra henüz iddet devam ederken adam ric'at et-eden ya kendisi veya karısı vefat edecek olursa miras hakkı düşmez, ,ğ kalan vefat edene vâris olur ve miras hakkını noksansız alır.

Ric'î talâktan sonra yapılan ric'at nikâhı devam ettirmeye yönelik iılunduğundan ne yeni bir akde gerek var, ne de kadının veya velîsinin masını almaya gerek vardır. Ancak iddet içinde rücu etmez de iddet ma ererse, artık adamın rücu hakkı kalkar ve hem kadının rızası, hem b tecdid-i nikâh gerekir. [7]

Ric'i talâktan dolayı henüz iddet bitmeden kadın kocasının evinde ilmak zorundadır. Ancak ayrı bir oda da kalması uygun olur.

Şafii mezhebine göre, adam bir veya iki ric'i talâkla boşar ve înüz karısına rücu etmeden akli dengesini kaybederse, onun velîsinin [icu etme yetkisi vardır. Sahîh olan kavi de budur [8]

297 no'lu Lakiyt hadîsini aynı zamanda Beyhakî tahric etmiştir, [calinin hepsi rical-i sahihtir.

Kadının kırıcı ve üzücü olması, sık sık kocasının başına kakması e incitmesi boşamayı gerektiren sebeplerden biri olabilir. Nitekim tesûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Lakyit'e: "O halde boşa!" diye tavsiyede ulunmuştur. Ancak adam kadından fazla hoşlaniyoz'sa ve bir de arada ocuk bulunuyorsa, o takdirde ıslah yollarını ve çarelerini araması ünnettir. Güzellikle yola getirmek ve kötü huyundan vazgeçirmek lümkün olduğu takdirde başka bir yola başvurmak doğru değildir, ^adm kırıcılık ve üzücülükte inad ve İsrar ederse, yara bere açmaksızın [ayağa başvurabilir. Tabii bu en son çare olarak belirlenir.

Hadiste geçen "zaîne" kelimesi, daha çok mahfe içindeki kadın taklanda kullanılır. Ayrıca hadîste, serkeş cariyeye karşı biraz daha ert davramlabileceğine işaret vardır. Şu şartla ki, cariye iyilikle, lüzellikle kötü huyundan vazgeçmiyor ve itaatsizlik yapıp efendisini ızüyorsa-, dayağa başvurulur.

298 no'lu Sevban hadîsini Tirmizî hasenlemiştir. Ayrıca onu mâna yönünden kuvvetlendiren başka rivayetler.de mevcuttur. Ahlâk ve fazaîlle ilgili olduğundan istidlal edinilebilir. Böylece ortada ciddi ve zorlayıcı, aşın üzücü ve tiksindirici bir durum yoksa kadının boşanma isteğinde bulunması günahtır. Zira bir yuvanın dağılmasın dansa deva­mı hayırlıdır. Bu durumda kocasına düşen görev, hislerine hâkim olup fevrî bir karardan kaçınmaktır. Boşanma isteğinde bulunan eşini kar­şısına alıp medenice konuyu enine boyuna görüşmekte sayılmayacak kadar fayda vardır. Kadım fazlasıyla üzen, sıkan hususları tesbit edip onları giderme yol ve çarelerini araştırmak kocaya düşer. Sonuç olarak bir şeyin, bir olayın ıslahı mümkün olduğu sürece ifsadına gidilmez.

Her şeye rağmen kadın boşanmakta ısrarlarıyla, İslâm ona mânevi, uhrevi ceza vermekte ve ağır bir müeyyideyi hatırlatmaktadır.

299 no'lu îbn Ömer hadîsini Hâkim de tahric etmiş ve sahîh-lemiştir. Ebû Davud'un isnadında Yahya b. Selîm bulunuyor ki bu zat hakkında hayli görüşler ortaya çıkmıştır: îbn Mâin onun sıka olduğunu belirtmiştir, Nesâî ve Derakutnî de aynı tesbite katılmışlardır. Ebû Hatim, onun sâlihü'l-hadis olduğunu, rivayetinde pek sakınca bulun­madığım ortaya koymuştur. Buharı, onun hakkında biraz durup düşün­mek gerekir demiştir. Ahmed b. Hanbel'e göre o münker bir hadîs riva­yet etmiştir. îbn Hibban ise onun rivayette hatâ yaptığına dikkat çek­miştir. Cevzecâni de onun sıka (güvenilir) olmadığını belirtmiştir. [9]

Dârekutnı bu mealde bir hadîsi Muâz fr.a.) dan şu lafızla rivayet etmiştir:

"Cenâb-ı Hakk talâk (boşama) dan daha çok sevilmeyen bir şey yaratmamıştır."

Hafız îbn Hacer, bu hadîsin isnadının zayıf aynı zamanda münkati olduğunu belirtmiştir.                  

Bilindiği gibi munkati hadîs, senedinden bir râvinin düştüğü veya belli olmayan birinin anıldığı hadîstir. O bakımdan zayıf kabul edilir ve istidlale sâlih görülmez.

Bu konuda bir diğer hadîsi Îbn Mâce ile îbn HibhanJahric etmişlerdir. Mealen şöyledir: "Sizden birinize ne oluyor da ilâhî hu-dudla oynuyor: Boşadım, rücu ettim diyor." [10]

Bu hadîs, Cenâb-ı Hakk'm evlilik ve boşanma hakkında birtakım hükümler ve kurallar koyduğuna, zorunlu bir durum olmadıkça evlilik müessesim bozmanın doğru olmayacağına işaret etmekte ve boşama konusunu bir oyun ve eğlence havasına sokmanın' çok sakıncalı sonuçlar doğuracağını göstermektedir. Nitekim sahîh hadîste Resûîüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç şeyin ciddisi ciddidir, sakası da ciddidir; Nikâh, talâk ve ric'a..." [11]

Öyle ki, bir adam şaka yoluyla da olsa, bir kadının ona: "Beni zev-:e olarak kabul ediyor musun?" veya "Benimle evleniyor musun?" der, o la şakadan "Evet evleniyorum veya seni zevce olarak kabul ediyorum" lerse nîkâh akdi gerçekleşmiş olur. Tabii bu konuşma iki erkek veye iki :adın bir erkek şahidin huzurlarında cereyan ederse... Boşama hususu jla böyle. Adam sırf hanımını kızdırmak veya üzmek için şakadan "seni Soşadım" veya "seni üç defa boşadım" derse, bu talâk geçerli kabul edi­lir. Aynı zamanda ric'i talâkla boşamada bulunup henüz iddet bitmeden karısına şaka yollu "sana rücu' ettim" derse onun bu sözü geçerli sayılır ve karısıyla birleşmesine bir engel kalmaz.

300 no'lu İbn Ömer hadisini Tirmizî tahrîc ettikten sonra "bu ha-sen ve sahîh bir hadîstir" demiştir. O bakımdan istidlale sâlih görül­müştür. Şöyle ki, bir kişinin babası onun evlendiği kadını beğen-miyor, andan hoşlanmıyorsa, bu beğenmemesi ve hoşlanmaması hissî değil de bir takım meşru sebeplere dayanıyorsa ve sonra da oğluna "bu kadını boşa " diye emrediyorsa, o takdirde onun babasının bu arzusunu yerine getirmesi gerekir! Ancak kadının sığınacağı bir yer yoksa,'kucağında da çocuğu bulunuyorsa adam babasını o düşüncesinden vazgeçirmeye çalışır. Kırmadan incitmeden olayın vehametini anlatır.

I Hanbelî fukahasma göre, ric'i talâktan sonra adamın iddet içinde karısına rücu etmesi müstehabdır. Mezhebin zahirine göre, vâcib değildir. Nitekim Sevrî, Evzaî, Şâfıi ve îbn Ebî Leyla'ya göre de böyle­dir. Hanefî fukahasınm da görüş ve içtihadı bu anlamdadır. Ancak İmam Mâlik Davud ez-Zâhirî'ye göre rücu vâcibtir. Zira ric'at nikâhın devamına yönelik bir davranıştır. Nikâhın devamı ise zaten vâcibdir. Çünkü meşru bir sebep yokken boşamak haram kılınmıştır. Hem Kur'ân'da eşlerinizi maruf ile tutunuz, (boşamayımz) Duyurulmaktadır. O bakımdan İmam Mâlik, rücu etmeyen adam icbar edilir, yani karısına dönmesi hususunda zorlanır, demiştir. [12]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir veya iki ric'i talakla boşayan kimsenin iddet (şer'i bekleme süresi) içinde karısına ric'at etmesi İmam Mâlik'e göre sünnet, diğer imamlara göre müstehabdır.

2- İddet geçmeden adamın ric'at etmesine kadının rızası söz konu­su değildir. Çünkü nikâh akdi çözülmüş değildir.

3- İddet içinde ric'at gerçekleşince tecdid-i nikâha gerek yoktur. Aynı zamanda ric'atten dolayı bir keffaret de gerekmez.

4- Ric'î talâk bir olduğu takdirde geriye iki, iki olduğu takdirde ge­riye erkeğin kullanacağı  bir talâk kalır. O bakımdan adamın ric'atten önce de, sonra da çok dikkatli olması ve rasgele talâk sözünü ağzına almaması gerekir.   

5- Ric'î talâkdan dolayı mehir de gerekmez. Zira nikâh bağı çözülmemiştir.

6- Ric'ât fiilî olabileceği gibi sözlü de olabilir. Yani adamın karısına bilfiil dönmesiyle gerçekleşebileceği  gibi, "sana ric'at ettim" demesi de yeterlidir.

7- îddet (şer'i bekleme süresi) içinde ric'at etmeyen kimse iddet-ten sonra artık ric'at edemez. Hem karısının rızası, hem de tecdid-i nikâh gerekir.

8- İddet.içinde yapılan ric'at ile noksanlaşan talâk sayısı tamam­lanmış olmaz ve öylece noksan kalır. Bu da erkeğe verilen bir cezadır...

9- Ric'î talâkın ric'î kabul edilebilmesi için, nikâh akdinden sonra cinsel temasın gerçekleşmesi şarttır.

10- Ric'î talâktan sonra iddet içinde henüz ric'ât gerçekleşmeden karı-kocadan biri Ölecek olursa, miras hakkına sahip olur.

11- Ric'î talâktan sonra kadın kocasının e/inden ayrılmaz.

12- Şâfîilere göre, ric'î talâktan sonra iddet içinde ric'ât yapılmaz da bu arada adamın akli dengesi bozulursa onun velisinin ric'atta bu­lunmaya yetkisi vardır ve kadın buna itiraz edemez. Ancak kocasının aklî dengesini kaybettiğini dikkate alıp ayrılmak isterse, kadıya başvurması gerekir.

13- Kocası normal davrandığı halde kadın kırıcı, üzücü ve sıkıcı bir tavır içine giriyorsa, onu güzellikle yola getirme çare ve imkânları araştırılır ve hemen boşamaya başvurulmaz. İyi ve yapıcı bir yak­laşımla yola gelmediği takdirde yara-bere açmaksızın hafif yollu dövülür. Ancak hiç bir zaman yüzüne vurmak caiz değildir.

14- Evde serkeşlik edip olay çıkaran bir cariyeye biraz daha sert davranılır. .

15- Ortada zorlayıcı, fazla tiksindirici ve üzücü bir olay yokken kadının boşanma isteğinde bulunması haramdır.

16- Erkeğin de meşru bir sebep yokken karısını boşaması ha­ramdır, günahtır.

17- Meşru bir sebep  yokken kadının boşanmada ısrar etmesine karşılık ağır bir uhrevi ceza verileceği hatırlatılmalıdır.

18- Cenâb-ı Hakk cinsel zevkine düşkün kadın ve erkekleri asla sevmez. O bakımdan O'nun yanında helâlin en çok sevilmeyeni, haksız sebeplere dayanarak boşamaktır.

19- Adam şakayla da olsa ric'at ettim derse, ric'at etmiş kabul edilir.

20- Baba makul bir sebebe dayanarak oğluna "karını boşa" derse, oğlu onun bu emrine uyarsa günahkâr olmaz. Uymadığı takdirde günahkâr olur. [13]

 

Kadını Ayhalinde İken Boşanmak Men Edilmiştir

 

Boşama hususunda daha temkinli, daha duyarlı olmak, hissî hare­ket etmemek ve atacağı yanlış bir adımdan dolayı pişmanlık ve üzüntü duymayacağını düşünüp hesaba katmak gerekir. O bakımdan İslâm fıkhında boşama genel olarak sünnî ye bid'î diye ikiye ayrılmıştır. Sünnî boşama, sünnete uygun olanıdır. Bid'î boşama sünnete aykırı olanıdır.

Sünnî talâk şöyledir: Kadın ayhalinden temizlendikten sonra kocası onunla cinsel temasta bulunmadan onu bir ric'î talâkla boşar. Sonra kadının tekrar ayhali olup temizlenmesini bekler ve kadın temiz­lenince adam ikinci bir ric'î talâkla boşar. Sonra yine bekler ve kadın üçüncü defa ayhali olup temizlendikten sonra kocası boşamada kesin kararlıysa üçüncü ric'i talâkla boşar ve böylece üç talâk tamamlanmış olur. Artık bu durumda evlilik sona erer ve o erkek o kadınla bir daha birleşemez. Yani yeniden evi enemezi er; meğer ki kadın başka bir adam­la evlendikten sonra bu ikinci kocası ya ölür, ya da onu boşarsa, o tak­dirde kadın birinci kocasıyla yeniden evlenebilir. Birinci kocasıyla ev­lenebilmek için bir başkasıyla evlenmeye kalkışması hülle-sayılır ve haramdır.

Sünnî boşamanın bu şekli Hanefîlere göredir. Az aşağıda diğer nıezheblerin de bu konuyla ilgili görüş ve ictihadlarım nakledeceğiz.

Bid'î talâk ise, kadın ayhali durumunda iken veya temizlik döneminde iken kocasının onunla cinsel temasta bulunduktan sonra onu boşamasıdır. [14]

 

İlgili Hadisler

 

ibn Ömer fr.a.) don yapılan rivayete göre, adı geçen, karısını ayna-li durumunda iken boşadı. Bunun üzerine Hz. Ömer durumu Hesûlüllah'aarzetti. Remliillah (s.a.u.) Efendimiz Ömer'e şöyle cevap verdi: "Oğluna emret de eşine ric'at etsin (yani ona dönsün) veya (dönmek istemiyorsa) ya o kadın temizlik döneminde veya ha­mile bulunduğu zaman boşasm." [15]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan diğer bir rivayette ise, adı geçen, karısını ayhali döneminde iken boşadı. Babası Ömer durumu Peygam­ber (s.a.v.) Efendimize bildirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.u.) olaya üzüldü ue az da olsa öfkelendi ve sonra şöyle buyurdu: "Karısına ric'at etsin (dönsün, müraccatta bulunsun). Sonra da onu, temizle­ninceye ve sonra da ayhali olup tekrar temizleninceye kadar yanında tutsun. Artık bu durumda herhalde boşamayı uygun görüyorsa cinsel temasta bulunmadan önce onu boşasm. İşte bu Allah'ın emrettiği iddettir..." [16]

Hadîsin son kısmında İbn Ömer (r.a.) diyor ki: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şu âyeti okudu: "Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini (ayhallerini ve bekleme sürelerini) dikkate alarak boşaym ve iddeti sayın. Rabbınız Allah'tan korkun; kadınları evlerinden çıkarmayın; kendileri de çıkmasınlar..." [17]

Bir başka rivayette olay şöyle anlatılıyor:

"İbn Ömer (r.a.) karısını ayhali dönemindeki iken bir talâkta boşadı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) kalkıp Peygamber (s.a.v.) Efendimize gitti ve durumu O'na anlattı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Ömer'e şöyle buyurdu: "Abdullah'a emret de karısına ric'at etsin. Kadın temizlenip yıkanınca, tekrar ayhali oluncaya kadar onunla cinsel temasta bulunmasın, kendi haline bıraksın. Kadın ayhali sona erip yıkanınca yine ona cinsel te maşta bulunmasın ve boşanmcaya kadar dokunmasın. Artık bu durumda karısını yanında alıkoymak istiyorsa alıkoy sur (boşamasın). İşte bu Allah'ın emrettiği iddettir. Allah böyle biı iddetin bitiminde kadınları boşamayı emretmiştir." [18]

Böylece hadîste kadın yıkanmadan onunla cinsel temasta bulun manın ve onu o vaziyette boşamanın haram olduğuna tenbîh vardır.

Tabiînden îkrime'den yapılan rivayete göre, Ibn Abbas (r.a.) şöyle 'emiştir:

"Talâk dört vecih üzeredir. İki vechi helâl, iki vechi de ha-îanıdır. Helâl olan iki vecih, adamın kendi karısını temizlendik-en sonra onunla cinsel temasta bulunmadan veya hamileliği ırtık belirgin durumda iken boşamasıdır. Haram olan iki vecih se, karısını ayhali döneminde iken veya temizlenip ayhali du-umu kalkınca onunla cinsel temasta bulunduktan sonra boşamasıdır ki bu durumda onun rahminde bir çocuk oluşup >luşmadığmı bilmemektedir." [19]

 

Mezheb İmamlarının İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre, sünnî talâk ikiye ayrılır: Ahsen ve hasen...

Ahsen talâk: Ayhali sona erip kadın temizlenince kendisiyle cin­sel temasta bulunmadan bir talâkta boşamak ve kadının iddeti sona erinceye kadar beklemektir. îddetin sona ermesiyle adam ya onu iki ;alâk daha ika ederek tamamen boşar, ya da kadının iznini alarak tec-lid-i nikâh yapmak suretiyle evliliğini devam ettirir.

Hasen talâk: Adamın karısını içinde cinsel temasta bulunmadığı iç temizlik döneminde birer talâk ika ederek üç talâkla boşamasıdır. \ncak kadının bu durumda medhulün biha olması, yani nikâh akdin-ien sonra kocasının onunla cinsel temasta bulunması gerekir. Aksi ıalde ayhali döneminde bile olsa bir talâkla boşanır ve bu durumda id-iet de söz konusu olmaz. Bir talâktan sonra adam isterse geriye kalan ki talâkı da ika ederek tamamen boşamış olur, isterse kadının iznini almak suretiyle tecdid-i nikâh yaparak evliliğini sürdürür.

Ayhalinden kesilmiş olan, henüz ergen olmayan ve bir de hamile alan kadınları ise sünnete uygun boşayabilmek için her ay bir talâk ika stmek suretiyle üç ayda tamamlamak gerekir.

Ayhalinden kesilmiş kadınla henüz ergen olmamış kadını cinsel temasta bulunduktan sonra da boşamak caizdir. Zira bu husustaki ke­rahet ayhali gören kadınlarla ilgilidir.

Bid'î talâk: Kadını -eğer medhulün biha ise- bir temizlik döneminde bir cümle ile ya iki, ya da üç talâkla boşamaktır. Şüphesiz bu tarz boşama hürmet-i galize ile haramdır. Aynı zamanda böyle bir uygulamada bulunan kimse âsî, günahkâr sayılır. Bununla beraber iki veya üç talâkla boşayacak olursa talâk-ı bâin meydana gelir ve iddeti-nin sona ermesi beklenir. Artık bu durumda erkeğin ricat hakkı yok­tur. [20]

b) İmam Şafii'ye göre, bu tarz boşama haram değil mubahtır. Zira bu mezhebin kavline göre bid'î talâk hususunda sayının bir dahli yoktur. Adam isterse üç talâkla bir defada boşar ve buna bid'i talâk de­nilmez. Şüphesiz bu görüş ve ictihad hilâf-i evlâdır. [21]

Şâfıilere göre bid'î talâk, kendisiyle cinsel temas sağlanmış ayha-lindeki kadım boşamaktır. Ancak bu durumda olan kadın boşanmayı is­ter, yani muhalaada bulunmayı teklif eder, kocası da kabul ederse, o takdirde bu tarz boşama bid'î olmaktan çıkar. Bunun gibi kadın hem hamile olur, hem de ayhali durumu ortaya çıkarsa, o takdirde onu bu ayhali döneminde boşamak haram sayılmaz.

Adam karısına: "Sen ayhalinin sonunda boşsun" derse bu en salıîh kavle göre sünnî talâk olur. Eğer kadın temizlik döneminde olur, adam da bu dönemde onunla cinsel temasta bulunmaz ve: "Sen temizlenmen sonunda boşsun" derse bu boşama bid'î olur. [22]

c) Hanbelî mezhebine göre de sunnî talâk, içinde cinsel temas­ta bulunmadığı temizlik döneminde olan kadını adamın bir talâkla boşaması ve iddeti bitinceye kadar beklemesidir. îddet sona ermeden adam kadına rücu edebilir. İddet sona erince adam ya tamamen boşar, ya da kadının iznini alıp tecdid-i nikâh yaparak evliliğini devam ettirir. [23]

Bid'î talâk ise, kadını ayhali dönemde bulunurken veya kadın te­mizlik döneminde iken adamın cinsel temasta bulunduktan sonra boşamasıdır. Hemen hemen bazı istisnalarla ilim adamlarının hepsi bu hususta birleşmişlerdir. Nitekimvîbn Münzir ve İbn Abdilberr diyorlar ki: "Bu tarife ancak bid'at ehli muhalefet etmiştir." [24]

Hanbelîler talâkı beş kısma ayırmışlardır: Vacib, mekruh, mubah, n^endup ve mahzur...

Vâcib olan talâk: Karı-koca arasındaki uyuşmazlık ve geçimsizliği gidermek üzere davet edilen iki hakemin çiftlerin ayrılmalarım gerekli gördükleri takdirde verdikleri boşama kara-rıdır.

Mekruh olan talâk: İhtiyaç olmadığı halde keyfi bir sebeple olan ooşamadır. Hattâ bazı ilim adamları bu tarz bir boşamayı haram saymışlardır.

Mubah olan talâk: İhtiyaç duyulduğunda, yani kadının fena ahlâkını sürdürmesi ve bir türlü kocasıyla meşru sınırlar içinde uyum sağlayamaması halinde uygulanan boşamadır.

Mendup olan talâk: Kadının ilâhi farzları yerine getirmekten kaçındığı ve bu tutumunda ısrar ettiği takdirde kocasının onu boşa­ması dır.

Mahzurlu olan talâk: Ayhali döneminde iken veya içinde cinsel te­masta bulunduğu temizlik döneminde vaki olan boşamadır. [25]

d) Mâliki mezhebine göre, talâk, bid'i ve sünnî olmak üzere ikiye ayrılır. Bid'i talâk iki kısımdır: Biri haram, diğeri mekruhtur. Haram olan bid'i talâk, nikâh akdinden sonra cinsî temasta bulunduğu kadın hakkında gerçekleşir. Ancak bu talâkın haram sayılabümesi için şu üç şartın gerçekleşmesi söz konusudur:

a) Kadını ayhalinde veya loğusa döneminde bulunurken boşamak; bir de kadın ayhalinden çıkıp henüz yıkanmadan onu boşamak.

b) Bir an içinde kadını üç talâkla boşamak.

Bu durumda kadın ister ayhali döneminde olsun, ister temizlen­miş bulunsun fark etmez.

c) Kadını yarım veya üçte bir veya dörtte bir talâkla boşamak veya "senin elin (bir cüz'ün) boştur" demek. [26].   

Mâlikilere göre, bid'î talâk haramdır. Racîh olan kavi de budur.

Sünnî talâk, sünnette vakti ve durumu belirlenen şekilde gerçekleşen boşamadır.

Böylece Mâlikî'ler bid'î talâkı haram sayarken, sunnî talâkın da sünnete uygun olmakla beraber yine de hoş karşılanmayan bir olay olduğunu belirtmişlerdir. Zira kadın boşamak Allah yanında en çok se­vilmeyen bir fiildir.[27]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

307 no'lu İbn Ömer hadîsi sahih olup istidlal ve ihticaca sâlihtir. Hadîste başlıca dört hüküm yer almaktadır:

a) Bir veya iki talâkla boşadığı kadına iddet sona ermeden müra­caat edebilir. Hadîsin siyak ve sibakından bu müracaatın müstehab olduğu anlaşılıyor. Zira rücu' etmediği taktirde iddetin bitiminde onu boşaması söz konusu ediliyor. Eğer rücu' yani erkeğin iddet bitmeden kadına müracaat etmesi vâcib olsaydı, artık iddetin bitiminde boşama konusuna yer verilmezdi.

b) îddetin bitiminde kadını temizlik halinde iken onunla cinsel te­masta bulunmadan boşaması sünnete uygundur.

c) İddetin sona ermesiyle kadının hamile olduğu anlaşılırsa, o tak­tirde de her halde boşaması gerekiyorsa boşaması sünnete uygun sayılır.

d)  Kadını ayhali döneminde boşamak sünnete aykırıdır ve bid'î talâk sayılır.

308 no'lu hadîs de sahihtir ve ihticaca sâlihtir. Bu hadîs de birkaç hüküm ifade etmektedir: Kadını ayhali döneminde iken boşamak mekruh veya haramdır. Bir veya iki talâkla boşamışsa, iddet sona erm­eden ona rücu' etmesi sünnete uygun olur. Rücu ettikten sonra temizle­ninceye kadar onu yanında tutar, cinsel temasta bulunmaz ve kadın tekrar ayhali dönemine girer, sonra temizlenir. Bu durumda adam yine cinsel temasta bulunmaz ve isterse, ihtiyaç varsa onu boşar. îşte bu id­det Allah'ın emrettiği şekildedir.

310 no'lu hadîs ise, kadının ayhali sona erince henüz gusletmeden önce kocasının onu boşaması haramdır. Aynı zamanda adamın onunla cinsel temasta bulunmaması gerekir. Nitekim İmam Mâlik bu hadîse dayanarak gerek boşamanın, gerekse cinsel temasta bulunmanın ancak kadın guslettikten sonra helâl olacağını kaydetmiştir. Diğer mezhepler bu rivayetle istidlal etmemişlerdir. [28]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-Hanefîlere göre talâk, ahsen ve hasen olmak üzere ikiye ayrılır. Ahsen talâk, kadının ayhali sona erip temizlenince cinsel temasta bu­lunmadan adamın onu bir talâkla boşamasıdır. Bu durumda adanı kadının iddetinin sona ermesini bekler...

2-Hasen talâk, adamın cinsel temasta bulunmadığı üç temizlik döneminde birer talâk ika etmek suretiyle boşamasıdır. Bu iki şekilde sünnete uygundur,

3-Ayhalinden tamamen kesilip artık ümidi kalmamış kadınla hehüz ergen olmamış kadını cinsel temasta bulunduktan sonra boşamak caizdir. Bid'î talâk kapsamına girmez.

4- Bid'î talâk, kadını medhulün biha ise bir cümleyle iki veya üç talâkla boşamaktır. Şüphesiz bu tarz boşama haramdır.

5- İmam Şafiî'ye göre medhulün biha olan bir kadını bir cümleyle bil1 defada boşamak haram değildir.

6- Yine Şafiî'ye göre, bid'i talâk, kendisiyle cinsel temasta bulun­duğu ayhali dönemindeki eşini boşamasıdır.

7- Bu durumda olan kadın inuhalaâ yapılmasını, yani bir mal iarşıhğı boşamasını teklif eder, kocası da kabul ederse, artık bid'î talâk almaktan çıkar...

8-  "Sen ayhali dönemi sona erince boşsun" derse, bu sahîh kavle  sünnî talâk olur. Bu da Şafiî'nin kavlidir.

9- Kadın hem hamile olur, hem de ayhali başlarsa, bu durumda onu boşamak haram olur. Bu da Şafiî'nin kavlidir.

10- Hanbelî fukahası da bid'î ve sünnî talâk konusunda Ha-neftlerle birleşirler. Ancak bazı durumlarda aralarında nüans vardır.

11- Hanbelîler, talâkı vacip, mekruh, mubah, mendup ve mahzur olmak üzere beş kısma ayırmışlardır.

12- Kadını ayhali veya loğusa döneminde iken boşamak haramdır.

13- Bir an içinde kadını üç talâkla boşamak haramdır.

14- Kadını yarım, üçtebir gibi cüz'i şekilde boşamaya kalkışmak da haramdır. Bu üç madde Mâlikîlerin görüş ve içtihadıdır.

15- Böylece Mâlikîlere göre, bid'î talâk haramdır.

16-  Kadını ayhali döneminde iken bir talâkla boşayan kimsenin ona rücu' etmesi vacip veya müstehahdır.

17- İster sünnî, isterse bid'î olsun zorunlu bir durum, aşırı bir ih­tiyaç söz konusu olmadığı taktirde boşamak Allah'ın sevmediği bir helâl ve mubah bir fiildir. Zira bir şeyi ifsaddansa ıslahı cihetine gitmek evladır. [29]

 

Kesinkes Boşanma Sözü ve Talakı Birarada veya Ayrı Ayrı Söylemek

 

Arapça'da "talâk el-bette" diye ifade edilen "kesinkes boşama ve nikâh bağını kesme" sözü bir talâka mı, yoksa üç talâka mı delâlet et­mektedir. İlk akla gelen üç talâka delâletidir. Çünkü "el-bette" kelimesi kesinlik ifade etmekte ve nikâh akdinin koparıldığını göstermektedir. Ancak ilim adamlarının ve müctehidlerin görüş, yorum ve istinbat-ları az farklıdır. Nitekim aşağıda bu görüşlere yer verilecektir. [30]    

 

İlgili Hadisler

 

Rükâne b. Abdillah (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen karını Süheyme'yi talâk-ı elbette ile boşadı ve durumu gelip Resûlüllah'a (sm.v.) haber vererek şöyle dedi: "Vallahi ben sözümle sadece bir talâkı irade ettim." Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) ona: "Allah için, onun adına söyle, bununla sadece bir talâk mı kasdettin?" diye sordu. O da: "Evet vallahi ben sadece bir talâk kasdettim" diye cevap verdi. Resûlüllah (s.a.v.) aynı yeminli soruyu tekrar­ladı. (O da aynı cevabı verdi.)

(Böylece Rükâne karısını ric'î bir talâkla boşamış oıdu.) Sonra Ömer b. Hattab (r.a.) zamanında ikinci talâkla ve Osman (r.a.) za­manında üçüncü talâkla boşadı. [31]

Böylece talâk lafzıyla birlikte "elbette" lafzını kullanması, sarih ifade etmekle beraber ikinci lafzından kaç talâk kasteddiği kişinin niye­tine bağlı kılınmıştır. Talâk lafzı sarih olduğunda, "elbette" lafzından da sadece bir boşama kasdettiğinden vaki olan talâk ric'î kapsamına girmektedir. Bilindiği gibi ric'î talâk, boşama sayısını azaltmakta, bir talâka niyet edilmişse geriye iki talâk, iki talaka niyet etmişse geriye bir talâk kalır. Nitekim Rükâne söylediği sözle bir talâk kasdettiğim belirtince ric'i talâk vuku' bulmuştur. Geriye kalan iki talâkı  ise ayrı

zamanlarda kullanarak eşini tamamen boşamıştır.

Sefil b. Sa'd (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle iştir:

"Ahu Benî Aclân karısıyla mülaânede bulundu ve: "Ya iûlallah! Ben ona haksızlık ettim, eğer onu alıkoyup tutacak rsam (yaptığım haksızlıkla nasıl bağdaşır.) O talâktır ve o Eiktır ve o talâktır" (diyerek karısını               boşadı)."[32]

Bu rivayet iki ihtimal taşımaktadır; Birincisi, bir yerden ilmadan ardarda "boşadım ve boşadım ve boşadım" denilirse üç îk gerçekleşmiş olur ve kadın bâine kabul edilir. Yani kocasından ta-men boşanıp ilgisi kesilmiş sayılır. İkinci bir kocadan geçmediği ece artık birinci kocasıyla evlenmesi caiz değildir.

İkinci ihtimal ise, Resûlüllah'm (s.a.v.) onun üç defa talâk lafzını lanarak karısını boşamasına ses çıkarmaması, bir tasvip midir, yok-inülaâne yapılınca kadın zaten boşanmış olur. O bakımdan adamın alâktır ve o talâktır ve o talâktır" demesi bir şey ifade etmediğine bir ine midir?

Tabii ilim adamlarının yorumu farklıdır. Kimine göre bu rivayet, mecliste adam ardarda üç^ defa karım benden boştur..." derse üç ık vaki olur hükmünü ifade etmektedir. Kimine göre sadece bir ric'î ak vaki olur. Mülaâneden sonra böyle bir lafız kullanmanın bir an-ıı söz konusu değildir.

el-Hasen'den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: "Abdullah b. ler (r.a.) bana haber verdi, Abdullah (r.a.) karısını ayhali döneminde 'unduğu bir sırada bir talâkla boşuyor. Sonra da iki kuru döneminde talâk daha ika etmeyi arzuluyor. Bu olay Peygamber (s.a.v.) Efendimize ulaşınca şöyle buyuruyor: "Ey Ömer'in oğlu! Allah (boşamayı) sana böyle emretmemiştir; sen sünnete uyma hususunda hatâ yapmış bulunuyorsun. Sünnet şu ki, onun temizlenme dönemini bekleyip bir talâk ika edeceksin ve sonra her kuru döneminde boşamayı birer birer gerçekleştireceksin."

Abdullah b. Ömer (r.a.) devamla şöyle demiştir: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz karıma ric'at etmemi emretti, ben de ric'at et­tim. Sonra bana şöyle buyurdu: "Karın temizlenince ya boşa, ya da yanında alıkoyup tut..." Bunun üzerine ben şöyle dedim: 'Ta , Resûlallah! Ben onu üç talâkla boşamışsam ona ricat etmem bana helâl olur mu, ne dersiniz?" Efendimiz (s.a.v.) cevap verdi: "Hayır, helâl olmaz ve o senden tamamen boşanmış olur ve se­nin ona dönmen günah sayılır." [33]

Hammad b. Zeyd diyor ki: 'Eyyüb': "Senin emrin senin elinde­dir" sözünün üç talâk ifade ettiğini el-Hasan'dan başka bir kim­senin dediğini biliyor musun?" Eyyub da cevap olarak şöyle dedi: "Hayır bilmiyorum. Allah affetsin ancak Katade, İbn Se-mure'nin azadlı kölesi Kesîr'den o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den o da Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizden rivayet et­miştir ki Efendimiz "bu söz üç talâkı ifade eder" buyurmuştur. Sonra râvî Eyyub diyor ki: "Bir ara İbn Semûre'nin azadlı kölesi Kesîr'e rastladım ve rivayeti ondan sordum. O bana böyle bir ri­vayeti bilmediğini söyledi. Arkasından Katade'ye döndüm ve durumu kendisine anlattığımda, Kesîr'in rivayeti unuttuğunu söyledi." [34]

Abdullah b. Ömer'in (r.a.) ayhali döneminde bulunan karısını bir talâkla boşaması sünnete aykırı görülerek sünnete uyması emredil­miştir. O da kadının ayhali sona erip temizlendikten sonra cinsel münasebette bulunmadan boşamaktır.

Sonra da konumuzu teşkil eden hadiste bir defada üç talâka niyet edip boşamanın üç talâk sayılacağı ifade edilmektedir.

Hadîste geçen "kuru" kelimesi, Hicazlılara göre kadının ay halin­den sonraki temizlik dönemidir. Iraklılara göre kadının ayhali dönemidir. [35]

Ancak hadîsin siyak ve sibakı bunun temizlik dönemi olduğunu göstermektedir ve zaten sünnete uygun boşama da ancak temizlik döneminde gerçekleştirilenidir.

Hz. Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Yolun açıktır git, benden berî ol, kesinkes boş ol, bâin ol, haranı ol! gibi talâkla ilgili sözler üç talâk sayılır ve bunu söyleyen kim­seye karısı, başka biriyle evlenip boşanmadıkça veya ikinci kocası ölmedikçe birinci kocasına helâl olmaz." [36]

Hz. Ali'den yapılan bu rivayette her ne kadar talâk konusunda be­lirtilen kelimelerin üç talâka delâlet ettiği söyleniyorsa da, bu mutlak anlamda değildir. Böyle söyleyen kimse yemin edip ben sadece bir talâk kasdettim derse, o takdirde bir talâk vaki olur. Nitekim 63 no'lu Rükâne hadîsinde bu husus açıklanmış bulunuyor.

İmam Şafii'nin İbn Ömer'den yaptığı rivayete göre, adı geçenin şöyle dediği belirlenmiştir: "Haliyye ve beriyye (yani yolun açıktır git, benden beri ol, uzaklaş) kelimeleri üç talâkı ifade eder." [37]

îbn Ömer'in (r.a.) bu görüşünü de Rükâne hadîsiyle açıklamamız uygun olur. [38]

 

Hadis ve Rivayetlerin Işığında Müctehid İmamların Görüş, Îstinbal ve İhticacları

 

a) Hanefî fukahasma göre, talâkı şiddet ifade eden bir keli­meyle vasıflandırarak söyleyen kimsenin bir talâk-i hâini gerçekleşmiş olur.   Meselâ   elbette,   efhaşe,   ahbese,   eşedde   gibi   vasıflar   bu cümledendir. [39]

b) imam Şafii ve arkadaşlarına göre, sadece bir taîâk-ı ric'î vaki olur. Şu şartla ki, bu talâk duhuldan, yani cinsel temastan sonra söylenmiş olsun. Zira sarih talâk sadece ric'î bir anlam taşır. Bunda icmam görüşü vardır. Talâk kelimesinin bâin veya elbette veya benzeri şiddet ifade eden bir vasıfla vasıflanması meşruun hilâfınadır ve sahîh değildir. O bakımdan talâk-ı bâin sayılması söz konusu olamaz. [40]

Ancak Hanefîlere göre, talâkı bu vasıflarla söyleyen kimse üç talâka niyet etmişse, o takdirde kadın tamamen boş düşer ve adamın niyeti geçerli kabul edilir.

c) Hanbelîlere göre, farklı rivayetler ortaya çıkmıştır. Onlardan Ebû Abdillah şöyîe diyor: "Adam karısına "Sen haliyye, ben beriyye, sen bâin veya senin ipin senin boynun üzerindedir veya kendi ehline katıl" gibi sözler üç talâka delâlet eder. İster bu sözleri söylerken daha önce duhul (cinsel temas) vaki olsun, olmasın fark etmez. Ne var ki ben bu hususta fetva vermekten çekmiyorum."

Böylece Ebû Abdillah hem bu sözlerin üçe delâlet ettiğine meylet­mekte, hem de fetva vermekten çekinmektedir. Îbn Ebî Musa'dan bu hususta iki ayrı rivayet vardır: Birine göre üç talâk sayılır, diğer rivayete göre bu kişinin niyetine bağlıdır. Nitekim İmam Şâfıi de bu gilii sözlerde niyete baş vurulacağına taraftar görünmüştür.

Ahmed b. Hanbel'den yapılan rivayete göre, bu sözlerle üç talâka niyet etmemişse bir talâk vaki olur. Bu talâkın bâin mi, ric'î mi olduğu kesinkes belirgin olmadığından karısına rucû ettiği takdirde onun meh-rini artırır. Ama üç talâk kasdetmişse, artık ric'at söz konusu olamaz, kadın büsbütün boşanmış olur. [41]

d)   İmam Sevrî ve rey taraftarlarına göre, talâkı bu gibi lafızlarla vasıflandıran kimse üç talâka niyet ederse üç; iki talâka niyet ederse iki, bir talâka-niyet ederse bir talâk vaki olur.

e)  İmam Mâlik ve Rebi'a'ya göre, niyet etmese bile yine de bu

lafızlar üç talâka delâlet eder ve böylece üç talâk vaki olur. Ancak kadın mal veya para vermek suretiyle- muhalaâda bulunursa veya adam karısıyla henüz cinsel temasta bulunmadan bu sözleri sarfetmişse, o takdirde bir talâk vaki olur. [42]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

63 no'lu Rükâne hadîsini Tirmizî, İbn Hibban ve Hâkim sahîh-lemişlerdir. Tirmizî bu hadîsle ilgili şöyle de demiştir: "Bu sadece nak­lettiğimiz isnad tarikiyle bilinmektedir. Buhâri'ye bu hadîs hakkındaki görüş ve tesbitini sordum. Şu cevabı verdi: "Hadîste ıztırap vardır." Bi­lindiği gibi muzdarip hadîs, birçok rivayetleri olup birbirine müsavi du­rumda bulunduğundan aralarında bir tercih imkânı olmayan hadîstir.

Ayrıca isnadında Zübeyir b. Saîd el-Hâşimi bulunuyor ki birden fazla kimse onun zayıf olduğunu belirtmiştir. İbn Mâin bir yerde onun sika, bir yerde ise kayda değer bir râvi olmadığım söylemiştir. Nesâî onun zayıf olduğuna, Ahmed b. Hanbel onda yumuşaklık bulunduğuna dikkat çekmiştir. [43]

îbn Abbas (r.a.) dan bu konuda yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:                                                               

"Rükâne, karısı Ümmu Rükâne'yi, yani Süheyme'yi boşadı. Pey­gamber (s.a.v.) ona: "Karma rücu et (dön)" buyurdu. O da: "Ben onu üç talâkla (bir defada) boşadım" diye cevab verince, Efendimiz, ben onu bi­liyorum, sen karma rücu et!" diye buyurdu. [44]

Böylece bir defada aynı mecliste bir kimse karısını üç talakla dahi jarsa sadece bir talâkın vaki olacağı anlaşılıyor. Ancak bu hadîsin ıedinde İbn îshâk bulunuyor ki, hadîs bu zat ile malûldür.

Ama talâk lafzına şiddet ifade eden bir sıfat eklenirse, o takdirde inin niyeti söz konusudur. Bu durumda bir talâka niyet ettiğine dair nin etmesi gerekir.

320 no'lu Sehl hadîsini Tirmizî hâriç diğer beş kitap sahibi rivayet niştir. Tirmizî ise sözü edilen hadîsi şu lafızla rivayet etmiştir: damla karısı mülaâne yaptıktan sonra, Uveymir (Ahu Benhî Aclan) ^le demiştir: "Ya Resûlallah, bu kadını yanımda tutacak olursam, ona rşı yalan söylemiş durumuna düşerim." Böylece Hz. Peygamber a.v.) ona emretmeden o karısını üç talâkla boşadı."

321 no'lu el-Hasan hadîsinin isnadında Atâ el-Horasanî bulunuyor bu zat hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Tirmizî onu sika bul ederken, Nesâî ile Ebû Hatim onda bir beis yoktur demişlerdir, id bin Müseyyeb ise onun yalancı olduğuna dikkat çekmiştir. İbn jbban onun hafızasının sağlam olmadığını söylemiştir. [45]

Bu konuda Yunus b. Yezîd'den yapılan rivayette, adı geçen diyor | "İbn Şihab'dan karısının enirini (durumunu) babasının eline (ira-jsine) bırakan bir adam hakkında sordu ki 6 adam nikâh akdinden nra karısıyla cinsel temasta hiç bulunmamıştır. Adamın babası da bu kâlet ve yetkiye dayanarak "O kadın üç talakta boştur" derse, bu hu­şta sünnete uygun olan nedir? dedim. İbn Şihab dedi ki: "Muhammed Abdirrahman b. Sevban bana haber verdi, Muhammed b. îyas b. El-îkrî el-Leysfnin -ki bu zatm babası bedir savaşına hazır olmuştur-bası Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayette şöyle bilgi vermiştir: "O kadın dan tamamen boşanıp ayrılmıştır. Artık başka bir kocayla nikâh-nmadıkça ona helâl olmaz." Ve aynı zat İbn Abbas (r.a.) den aynı mes-syi soruyor. İbn Abbas da Ebû Hüreyre gibi cevap veriyor. Sonra aynı sseleyi Abdullah b. Amr b. As'dan soruyor, o da aynı cevabı veriyor. [46]

Tabiînden Mücahid diyor ki: "îbn Abbas (r.a.) m yanında bulunuy-dum. Bir adam ona geldi ve karısını üç talâkta boşadığım söyledi. İbn )bas (r.a.) bir süre susup bir şey demedi. Ben onun bu susmasından iamm karısını tekrar ona çevireceğini sandım. Sonra şöyle dedi: izden biriniz gidip ahmaklığı binek edinir, sonra da gelip "Ya İbn bas, Ya İbn Abbas!" der. Cenâb-ı Hakk "Kim Allah'tan korkup fen-ıktan sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu sağlar" buyurmuştur. Sen ise [ hususta Allah'tan korkmadığın için sana bir çıkış yolu bulamıyorum, ıbbma isyan ettin. Karın senden tamamen boş olup ayrıldı. Şüphesiz lalı Kur'ân'da şöyle buyurmuştur: "Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini (ayhallermi ve bekleme sürelerini) dikkate al­arak boşaym ve iddeti sayın." [47]

Mücahid'in yaptığı rivayete göre, İbn Abbas (r.a.) dan, karısını yüz defa boşayan (yani yüz defa boş ol diyen) adam hakkında soruldu. İbn Abbas o adama şöyle cevap verdi: "Rabbine karşı isyan etmişsin ve karından artık ayrılmışsın. Bu hususta Allah'tan korkmamışsın ki, sana bir çıkış yolu sağlasaydı." [48]

$ Saîd bin Cübeyr'in rivayetine göre, bir adam karısını bin defa Jboşamıştı. Durumu îbn Abbas'a sorunca, ona şu cevabı verdi: "Bundan tüç talâk senin için yeter. Kalan doksany e dişini bırak." [49]

Tabiînin ileri gelenlerinden Saîd b. Cübeyr'in İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, İbn Abbas'dan, karısını yıldızlar sayısınca boşa­yan bir adam hakkında soruldu. İbn Abbas şu cevabı verdi: "Sünnete karşı hata etmiştir ve karısı artık ona haram olmuştur." [50]

Bütün bu rivayetler ise, bir defada aynı mecliste üç veya üçten fazla bir sayı kullanılarak yapılan boşamanın üç talâk olarak geçerli olacağım göstermektedir.

Gerçi Resûlüllah (s.a.v.) ve Ebû Bekir Sıddik (r.a.) zamanında bu tür boşamalar sadece bir talâk olarak kabul edilirdi. Hatta Hz. Ömer'in hilâfetinin ilk iki yılında bu durum böyle idi. Sonra Hz. Ömer halkın bu şekilde durmadan boşama ifadeleri kullandıklarını ve konunun kötüye kullanıldığını görünce, kendi içtihadıyla üç veya üçten fazla sayıya mukarin olup aynı mecliste söylenen boşamayı üç talâk olarak görüp jvvaki olacağını açıkladı. Nitekim Ebû Davud'un bu hususta Tavus'tan naklettiği bir rivayet bulunuyor.

322 no'lu Hammad b. Zeyd hadîsini aynı zamanda Nesâi de tahrîc etmiştir. Buharî'den yapılan bir rivayette ise, adı geçen bu hadîsin Ebû [/Hüreyre'den mevkufen rivayet edildiğini belirtmiştir. Râvilerinden î': Kesîr'in "Ben bunu rivayet ettiğimi bilmiyorum" demesi, Katade'nin de | "o rivayet ettiğini unutmuştur" diyerek Kesîr'in hafızasının iyice | zayıfladığına işarette bulunması her bakımdan hadîsin zayıf olduğuna k delâlet etmektedir. Nitekim Nesâî bunun münker olduğuna dikkat fi çekmiştir. [51]

334 no'lu Mücahid rivayetinin isnadı sahihtir. Bu mealde bir

rivayeti Dârekutnî nakletmiş tir. Ayrıca Abdurrezzak'm Hz. Ömer'den | tahrîcen rivayet ettiği hadîste deniliyor ki: "Karısını bin talâkta boşa-| yan bir adam Hz. Ömer'e geldi veya onun huzuruna çıkarıldı. Hz. Ömer h\a.) ona: "Karını boşadm mı?" diye sordu. O da: "Hayır boşamadım. Sa­dece eğlence olsun diye boşadım" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) elindeki çubuğu ona doğru kaldırdı ve şöyle dedi: "O bin talâktan üçü sana yeter." [52]

Vektbu anlamda bir rivayeti Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Osman (r.a.) dan yapmıştır. Ayrıca yine Abdurrezzak ve Beyhâki'nin İbn Mes'ud {r.a.) jden yaptıkları rivayete göre: Bir adamın bir gece Önce karısını yüz İtalâkla boşadığım İbn Mes'ud'a bildiriyor. İbn Mes'ud (r.a.) o adama so­ruyor: "Sen yüz talâk sözünü bir defa mı söyledin?" O da: "Evet" diye ce­vap veriyor. İbn Mes'ud (r.a.) ona: "Sen bu sözünle karının senden ta­mamen ayrılmasını mı kasdettm?" diye soruyor. O da: "Evet" diye cevap veriyor. Bunun üzerine İbn Mes'ud (r.a.): "O boşanan senin dediğin gibi­dir." Yani karını üç talâkla boşamışsm diyor.

Bir anda üç veya üçten fazla talâkla boşamanın bir talâk mı, yok­sa üç talâk mı vaki olacağı hakkında ilim adamlarının farklı yorum, .istidlal ve istinbatları olmuştur. Konunun önemine binaen bu görüşleri jözetieyerek naklediyoruz:

a) Ashabdan bir kısmına göre ve Tabiî'in cumhuruna göre, sonra da dört mezheb imamlarının konuyu değerlendirmelerine göre talâk .talâkı izler ve o bakımdan üç talâk vaki olur.

b) İlim adamlarından bir cemaate göre, talâk talâkı izlemez ve bir mecliste bir defada üç veya daha fazla sayıya delâlet eden bir anlatımla söylenen talâk sadece bir talâk sayılır ve adamın iddet içinde karısına jrücu hakkı vardır.

el-Bahr sahibi bu konuya değindikten sonra Ebû Musa (r.a.), Hz. Ali (r.a.), îbn Abbas (r.a.) m da bu görüşte olduğunu kaydetmiştir. Oysa îbn Abbas'ın bu görüşte olmadığını Tabiîn'in ileri gelenlerinden Saîd b. Cübeyr nakletmiş bulunuyor.

Müteahhirîn alimlerinden İbn Teymiyye, İbn Kayyım el-Cevzî ve muhakkıkîndan bir cemaat de (b) maddesindeki görüş ve yorumu be­nimsemişlerdir. Ayrıca Kurtuba meşayihinden Muhammed b. Baka, Muhammed b. Abdisselâm da aynı görüştedirler. Ayrıca îbn Abbas'ın ilim meclisine katılıp ondan feyiz alan Atâ, Tavus, Amr b. Dînar ve ar­kadaşları da aynı görüşü paylaşmışlardır.

c)  Zahiri mezhebine bağlı ilim adamları; Ebû Ubeyde, İmam Bakır, İmam Sadık ve İmam Nasır (şia imamları) bu tarz bir boşa­manın bid'î talâk olduğunu ve bid'î talâkın bir hükmünü ifade etme­diğini, geçerli sayılmadığını belirtmişlerdir.

d)  İbn Abbas'ın (r.a.) arkadaşlarından bir cemaat ve İshak b. Râhuye ise şöyle görüş beyân etmişlerdir: Eğer kadın medhulün biha ise iaç talâk vaki olur, değilse bir talâk vaki olur. [53]

Bu görüşte olanlar "talak iki defadır" âyetiyle istidlal etmişlerdir. Zira âyetteki beyân, iki talâkın bir yerde söylenmesine değil, sünnette keyfiyeti belirtilen ayrı ayrı zamanlarda ika edilen talâka delalet et­mektedir. Hadiste belirtilen tertibe, konunun başında "sünni ve bid'î" terimlerini açıklarken değinmiş bulunuyoruz.

Birinci görüşte olanlar ise, mevcut rivayetlerle birlikte daha çok Bakara sûresi 227, 230, 231, 236; Ahzab sûresi 49, Talâk sûresi 1. âyetlerle istidlal etmişlerdir. Ayrıca Abdürrezzak'm kendi musan-nafında Yahya b. Alâ tarikıyla Ubade b. Sâmit (r.a.) den rivayet ettiği şu hadisi de kendilerine mesned seçmişlerdir: "Dedem kendi karısını bin talâkta boşadı. Ve sonra kalkıp Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ve durumu anlattı. Efendimiz bana şöyle buyurdu: "Senin deden Allah'tan korkmamıştır. Üç talâk onun, geriye kalan doksanyedi talâk ise tecavüz ve zulümdür. Artık Allah dilerse onu azab eder, dilerse bağışlar."

Diğer bir rivayette ise Resülüllah'm Ubade'ye şöyle dediği tesbit edilmiştir: "Doğrusu senin baban Allah'tan (bu hususta) korkmamış ki Allah ona bir çıkış yolu sağlasın. Onun karısı sünnete aykırı olarak üç talâkla ondan ayrılıp boşanmıştır. Geriye kalan doksanyedisi ise günah olarak onun boynunda duruyor."

İkinci görüşte olanlar bu hadîsin zayıf olduğunu ileri sürerek is­tidlal ve ihticac yapılamayacağını belirtmişlerdir. Zira râviler Yahya b. Alâ, Abdullah b. Velîd ve İbrahim b. Ubeydillah üzerinde hayli durul­muş, Yahya'nın zayıf, Ubeydullah'm halik, İbrahim'in meçhul olduğu ortaya çıkmıştır. [54]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Talâkı manâ yönünden kuvvetlendirecek bir vasıfla birlikte kul­lanan kimsenin niyetine bakılır, bir talâk kasdetmişse, bu ric'î bir talâk olur ve karısına rücu etme hakkı doğar, İki veya üç talâk niyet etmişse ona göre hüküm verilir. Şüphesiz iki talâka niyet eden de bir bakıma ric'î talâkta bulunmuştur. Ama üçe niyet edenin karısı tamamen boşanmış olur.

2-  Yine böyle bir vasıfla talâk sözünü kullanan kimsenin karısı medhulün biha değilse, sadece bir talâk vaki olur. Medhulün biha ise, üç talâk vaki olur.

3- Niyetine başvurulurken adama yemin ettirilir. Böyle yapmanın müstehab olduğu söylenir. Kimine göre yemin teklifinde bulunmak vâcibtir.

4- Karısıîta zina suçu isnad edip bundan dolayı mülaânede bulu­nan kimsenin karısı yeminlerinde suçu red de etse, yine de evlilikleri sona erer.

5- Mülaaiıeden sonra adamın "Ben onu boşadım, ben onu boşadım, ben onu boşadım" demesi bir hüküm ifade etmez. Zira mülaâne ile za­ten kadın boşanmış sayılır.

6- Kadını ayhali döneminde iken boşamak sünnete aykırıdır. Bu­nunla beraber adamın bu dönemde "boşadım" demesi geçerli kabul edi­lir.                                                                                                 

7- Sünnete uygun boşama, kadın ayhali döneminden kurtulup te-     \ mizlendiğinde kocası onunla cinsel temasta bulunmadan bir talâkla boşaması, sonraki her temizlik döneminde aynı şekilde birer talâk ika etmek suretiyle üç temizlik döneminde üç talâk ika ederek boşamayı gerçekleştirmesidir.

8-  Karısını ister ayhali, ister temizlik döneminde bir talâkla boşayan kimsenin iddet içinde rücu hakkı, yani karısına dönme hakkı bakidir. İddet sona erdikten sonra ancak karısının rızasını alarak rücu edebilir.

9-  Bir defada üç talâka niyet edip basarnanın geçerli olduğunu ka­bul edenler vardır. Aksini iddia edenler ise, sadece bir talâkın vaki ola­cağını belirtmişlerdir.

10-  îmam Şafii'ye göre, "yolun açıktır git", "benden berî ol, uzak-laş" sözleri kinaye olup üç talâk ifade eder. Diğer imamlara göre, kişinin niyetine göre belirlenir.

11-  Hanefîlere göre, bu ve benzeri şiddet ifade eden vasıflarla talâk ika eden kimsenin karısı bir talâk-i bâinle boşanır. Adamın karısıyla birleşmesi için hem kadının izni gerekir, hem de tecdid-i nikâha lüzum vardır.

12- Ancak adam şiddet ifade eden vasıfla talâkı anıp kullanırsa ve bununla üç talâka niyet ettiğini söylerse, o jtakdirde üç talâk vaki olur ve artık karısı ona haram sayılır. Bir daha birleşemezler. Meğer ki kadın tesadüfen bir başka adamla evlendikten sonra bu ikinci kocası ya ölür, ya da onu boşarsa o takdirde kadın birinci kocasıyla yeniden evle­nebilir.

13-  İmam Malik'e göre bu gibi şiddet ifade eden vasıflarla talâk sözünü ifade eden kimsenin üç talâkla karısını boşadığı ortaya çıkar. Niyet edip etmemesi söz konusu değildir.

14- Zahirîlerle Şîâ alimlerine,göre, bid'î talâkla karısını boşayanın boşaması geçerli kabul edilmez. Çünkü sünnete uygun boşamak şarttır. [55]

 

Şakayla veya Zorlanarak veya Sarhoş İken Karısını Boşayanların Boşaması Geçerli Sayılır Mı?

 

Bilindiği üzere talâkın dört rüknü vardır: Birincisi koca sıfatını alan erkeğin olması. O bakımdan nikâh akdine sahip olmayan bir ya­bancının talâkı vaki sayılmaz. Çünkü talâk nikâh akdinin kaldırılması anlamına gelen bir kavramdır. O bakımdan akid gerçekleşmedikçe talâkın mahiyeti de gerçekleşmez. "Eğer evlenecek olursam Zeyneb boştur" diyen ve sonra da Zeyneb'le evlenmeyen kimsenin talâkı vaki sayılmaz. Nitekim Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Adem oğlu için mâlik olmadığı şeyde nezir (adak) yoktur. Yine mâlik olmadığı şeyde azad et­mek ve mâlik olmadığı şeyde talâk da olmaz" buyurmuştur. [56]

Böylece talâkın bazı şartlan erkeğe, bazısı kadına, bazısı da kul­lanılan söze dayanır.

Boşamanın geçerli olabilmesi için evli olan erkekte aranan şartlar

şunlardır: 

a) Aklî dengesi yerinde olması ve ergenlik çağma girmiş bulun­ması,

b) Uyku halinde olmaması,

c) Ölüm tehdidi altında tutulmaması.

O halde aklî dengesi bozulup cinnet getiren kimsenin talâkı vaki sayılmaz ve aklı başına geldikten, sonra da onun cinnet dönemindeki spzlerme itibar edilmez.

Ama alkollü madde içen; afyon, kokain, eroin ve benzeri uyuşturucu bir madde kullanan kimsenin bundan dolayı aklı perdele­nir, bir bakıma mecnun durumuna düşer ve böyle bir durumda iken karısını boşarsa, talâk vaki olur. Ama bunlardan birini bilmeden kul­lanır veya yakalandığı hastalığı giderici olduğu söylendiğinden alıp içer ve o yüzden aklı gaib olur da karısını o vaziyette iken boşarsa, ilim adamlarından kayda değer bir cemaate göre talâk vaki olmaz.

İçildiği, kullanıldığı takdirde insanı günakhâr eden her uyuş­turucu ve alkolden dolayı kişi aklım kaybedip saçmalar ve bu arada karısını boşarsa, talâk vaki yani geçerli sayılır.

Ancak sarhoşluk derecesi üzerinde durulmuştur. Müctehid imam­ların bu hususta farklı yorumları vardır. Az aşağıda ilgili hadisler faslında onların yorum ve görüşlerini nakledeceğiz.

Evlendirilen çocuk henüz ergen olmadan kendisiyle nikâh akdi rapılan kızı boşayacak olursa talâk vaki olmaz. Ergen olduktan sonra da onun ergen olmadan söylediği söz bir hüküm ifade etmez.

Ölüm ile tehdit edilip bu tehdit altında karısını boşayan kimsenin de talâkı vaki sayılmamıştır. Çünkü olay iradesi dışında cerayan etmiş ve istemeyerek bu sözü sarfetmek zorunda bırakılmıştır. Gerçi Ha-neftlere göre, tehdit edilip zorlanan kimsenin de talâkı vakidir; ama diğer üç mezheb vaki olmadığına kaildirler.

Kadında aranan şartlar:

a) Kadının ismetinin devam etmesi, yani bir talâk-i bâin ile boşanmışsa, iddeti bitmeden ikinci veya üçüncü talâk vaki olmaz. Çünkü birinci bâin talâkta kocanın onun üzerinde bir velayetti kal­mamıştır.

b) Kadının sahih bir akidle evlenmiş olması.

O halde bâtıl bir akidle yapılan evlilik geçerli sayılmaz ve bu tak­dirde erkeğin boşaması bir şey ifade etmez. Zaten yapılan akid geçersizdir. Meselâ adam evli bulunduğu kadının kız kardeşini, de ni­kahlarsa, bu nikâh fasid bir akiddir ve adamın .onu boşaması bir anlam ve hüküm taşımaz. Bunun gibi dört karısı hayatta olan adamın bir beşinci kadınla, evlenmeye kalkışarak akid yapması da geçersizdir. Zira dörtten fazla evliliğe cevaz yoktur.

Talâkın sıhhati hususunda İslâm şart değildir. Meselâ zimmî (gayr-ı muslini vatandaş) karısını bpşarsa, talâk vaki olur. Ancak İmam Mâlik'e göre, kâfirin talâkı vaki değildir,»itibar edilmez. [57]

Talâk hususunda kelimede aranan şartlar:

a) Kullanılan lafzın ya sarih ya da kinaye olarak talâka delâlet et­mesi,

O bakımdan talâk birtakım fiillerle,, davranış ve tavırlarla vaki ol­maz'. Meselâ, karısına fazla kızıp onu bahasının evine göndermesi ve ar­kasından onun birtakım eşyasını ve mehrini göndermesi boşadığına delâlet etmez. Zira bu arada talâka delâlet eden ne sarih, ne de kinaye yollu bir söz söylememiştir.

Bunun gibi mücerred niyet ile de boşama gerçekleşmez. Yani adam karısını boşamayı düşündü, ama bu niyetini açığa vurmadı ve boşamaya delâlet eden ne açık, ne de kapalı bir söz söylemediyse, o takdirde karısı boşanmış olmaz.

Dilsizin işareti ve yazmasıyla talâk vaki olur mu? Bu hususta üctehidlerin görüş ve içtihadı farklıdır.

a) Hanefİlere göre, dilsizin işareti anlaşılıyor, bir anlam ifade ediy­orsa talâk vaki olur. Aynı zamanda dilsiz* yazı yazmasını biliyorsa, raücerret işaretle talâk yine vaki olmaz, yazılı olarak ortaya koyması gerekir.

b) Mâlikilere göre, anlaşılır olan dilsizin işareti ve bir de konuşma eteneği olan kimsenin bu husustaki işareti geçerlidir, talâk vaki olur.

ioıcak dilsizin  anlaşılan işareti    sarih,    dilsiz  olmayanın işareti ki-Laye kabul edilir.

c) Şâfiilere  göre,  konuşmasını  bilen bir  kimsenin  işaretle oşamaya kalkışması hiç bir veçhile muteber değildir.[58]

 

Hadis ve Rivayetlerin Işığı Altında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

Talâk'm dört rüknünü ve bu arada ilim adamlarıyla müctehid imamların görüş ve yorumunu kısaca belirttikten sonra karısını şaka ;yollu veya tehdît altında kalıp zorlanarak veya alkollü içki ya da uyuşturucu madde alıp iyice sarhoş ve dengesiz hale gelerek boşayan kimsenin boşamasının geçerli olup olmadığı hakkında müctehid imam­ların, daha doğrusu mezheb imamlarının görüş ve istidlallerini Özetleyerek nakletmekte fayda görüyoruz. Şöyle ki:

a) Hanefi mezhebine göre, alkollü içki içip sarhoş olan kimse­nin talâkı vakidir; isterse sarhoşluğu gökle yer arasını ayırt etmeyecek safhaya varmış olsun. Bu, İmam Ebû Hanife'nin görüşüdür. İmam Ebû jYusuf ile İmam Muhammed'in de sonradan bu görüşe katıldıkları belir­tilmiştir. [59]

b)'Mâlikilere göre, sarhoşluk haddi kişiyi hezeyana itip gökle yer arasım, kadınla erkek arasını tefrik edemiyecek dereceye ulaşırsa, talâk vaki olmaz. Bu sınırın altındaki sarhoşun talâkı ittifakla vaki sayılır. [60]

c) Hanbelîlere göre, alkollü içki ve uyuşturucu (afyon, kokain, eroin gibi) almaksızın aklî dengesini kaybeden kimsenin talâkı vaki değildir. Nitekim Hz. Ali, Hz. Osman ve Tabiîn'den Saîd b. Müseyyeb, el-Hasan, İmam Nahaî, İmam Şa'bi, Ebû Kalabe, Katade, Zührî de aynı görüştedirler. Mezheb sahibi dört imam ve onlara uyan ilim adam­larının da ictihad ve görüşleri bu doğrultudadır.

Bunun gibi uyku halinde iken. karısını boşayamn yani bu tür sözleri sarfedenin de talâkı bütün imamlara göre vaki değildir. Çünkü Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Kalem üç kimseden kaldırılmıştır: Uyku­da olan uyanıncaya kadar, ihtilâm oluncaya kadar çocuktan, kendine gelinceye kadar cinnet getirenden." [61]

Ebû Hüreyre'nin yaptığı rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) "Her talâk caiz (geçerli)dir, ancak bunayıp aklî dengesini kaybeden kimsenin caiz (geçerli) değildir."

Ancak bu hadîs üzerinde görüş ve tesbitini belirten Tirmizî, biz bu rivayeti sadece Atâ' b. Aclan tarikıyla biliyoruz ki bu zat zahibü'l-hadîs'dir, demiştir. [62]

Baygınlık halinde karısını boşayıp sonra kendine geldiğinde neler dediğini hatırlıyorsa, talâkı vaki olur, hatırlamıyorsa vaki olmaz.

Sarhoşun talâkı vaki olur mu? Bu konuda birkaç rivayet tesbit edilmiştir: Birine göre vaki olmaz, birine göre vaki olur, birine göre de üzerinde durularak tereddüt edilmiştir.

Çocuk talâkı akl edebiliyorsa, o takdirde talâkı vaki sayılır. [63]

Tehdid edilip karısını boşamaya zorlanan kimsenin talâkı vâki değildir. İmam Ahmed'den bunun hilâfına bir rivayet tesbit edilme­miştir. Nitekim ashabdan Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas ve İbn Zübeyir (Allah hepsinden razı olsun) aynı görüştedirler. Tabiînden îkrime, el-Hasan, Cabîr b. Zeyd ve Şüreyh, Atâ, Tavus ve Ömer b. Abdilazîz'in de görüş ve içtihadı bu anlamdadır. Bunların delili ise daha çok şu hadîs-i şeriftir: "Şüphesiz ki Cenâb-ı Hakk ümmetimden ha­tanın, nisyamn (unutmak) ve zorlandığı şeyin (günah ve hükmünü veya yanlız hükmünü) kaldırmıştır," [64]

Aynı hadîsi Fazlut-Temîmi kendi Fevâidinde ibn Mace'ye isnaden

nakletmiştir ki ricalinin hepsi sikadır. [65]

Nitekim Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "İğlâkda talâk yoktur" buyurmuştur. Metinde geçen "iğlâk" kelimesinin "ikrah" yani zorlayıp tehdit etme olduğu ağırlık ka­zanmıştır. Hadîsi Ebû Dâvud ile el-Esrem rivayet etmişlerdir. [66]

İkrah (tehdît ve zorlama)nm sınırı nediî"? Hanbelî fukahasma gö­re, işkence, dayak, boğmaya teşebbüs ve benzeri şeylerdir. O bakımdan sadece sözlü tehditten dolayı kişi karısını boşamada^ kendini mazur gösteremez. Hapis, suya sokup boğma teşebbüsü, ateşi dokundurup yakma fiili de tehdît ve zorlama kapsamına girer.

O bakımdan ilim adamları ikrah (zorlama ve tehdît)in üç şartı söz konusudur demişlerdir:

a) Tehdît edip zorlayanın hükümdar veya.benzeri gücü olup dediğim icra safhasına, yani uygulama alanına sokabüen bir kimse ol­malıdır,

b) Zorlayanın teklifine olumlu cevap vermediği takdirde tehdît edildiği şeyin başına geleceğine zann-ı galip hasıl olmalıdır.

c) Yapılan tehdidin kendisine cidden büyük zarar vereceği türden olmalıdır. Yoksa sövüp-saymak türünden bir zorlamaya olumlu cevap verilmez.

Şâfiiler de aynı görüş ve ictihaddadırlar. Ancak bunlar ikrah hu­susunda üç değil beş şart ileri sürmüşlerdir. Zorlananın âciz kalması, tehdît edenin dediğini uygulayacak güçte olması, tehdît edilen kişinin yapılan tehdît sonucu karısını boşamadığı takdirde kendini tehditten kurtaramayacağına kanaat getirmesi, ikrah (zorlama) bir hak karşılığında olmaması, kaç talâkla boşamaya zorlanıyorsa ancak onu dil ile söylemesi ve aynı zamanda kalben talâka niyet etmemesi. [67]

Yine Şâfiilere göre, namaz ve hudud kendisine farz olan kimsenin talâkı vaki olur. O bakımdan henüz ergen olmayan çocuğun talâkı vaki değildir. Bunun gibi bunayıp ne dediğini bilmeyen, cinnet getiren kim­senin de talâkı vaki sayılmaz. Ama içki içip sarhoş olan kimsenin talâkı vâkidir. Sarhoşun durumu, hasta olup aklî dengesi karışan kimseye kıyas edilemez. [68]

 

Bu Konuda Rivayet Edilen Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: ırÛç şeyin ciddisi ciddi, şakası da cid­didir: Nikâh, talâk ve ric'a." [69]

Hz, Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki, Resûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duydum: "Tehdit ve zorlama hususunda ne-talâk, ne de itak (köle azat etme) geçerlidir." [70]

Mâiz kıssasında Büreyde hadîsinde, Mâiz'in şöyle dediği rivayet olunmaktadır:

'Ya Resûlallah! Beni temizle. " Efendimiz ona sordu: "Seni neden temizleyeyim?" Cevap verdi: "Zinadan." Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.): "Bu adamda cinnet mi var, aklını mı kaçırdı?" diye sordu. "Hayır onda cinnet diye bir şey yoktur" denildi. Efendimiz: "Yoksa içki mi içmiş?" diye sordu. Bunun üzerine bir adam kalkıp Mâiz'in ağzını kokladı, fakat içki kokusu alamadı. Resûlüllah (s.a.v.) ona: "Sen zina mı yaptın?" diye sordu. O da: "Evet" diye cevap verince, Efendimiz emretti, adam recmedildi." [71]

Hz. Osman (r.a.) bu ve diğer bazı rivayetleri gözönünde bulundu­rarak delinin ve sarhoşun talâkı vaki değildir demiştir. İbn Abbas (r.a.) da "Sarhoşun iVe tehdit edilip zorlanan kişinin boşaması geçersizdir" demiştir.

Hz. Ali ise: "Her talâk caiz (geçerlidir). Ancak bunayıp aklî denge­sini kaybedenim geçersizdir" demiştir. [72]

Kudame b. İbrahim'den yapılan rivayete köre, adı geçen şöyle ha­ber vermiştir:

"Ömer b. Hattab (r.a.) zamanında bir adam derin çukurdaki balı alabilmek için urganla sarkarak çukura inerken karısı gel­ip urganın üzerine oturdu ve şöyle seslendi: "Beni üç talakta bo-şamayacak olursan bu urganı keserim!" Adam karısına Allah'ı ve îslâmiyeti hatırlattıysa da fayda vermedi ve kadın diretti durdu. Bunun üzerine adam mecbur kalıp onu üç talâkla boşa­dı. Sonra oradan çıkıp Hz. Ömer'e geldi ve durumu ona anlattı. Hz. Ömer (r.a.) ona: "Evine ve ehline dön, bu bir boşama değildir" dedi. [73]

Bu konuda müctehid imamların görüş, istidlal ve yorumlarını az yukarıda nakletmiş bulunuyoruz. O bakımdan burada tekrarına gerek görmedik. [74]

 

Hadislerin Tahlilleri ve Rivayetleri

 

65 no'lu Ebû Hüreyre hadîsi hasen ve sahihtir. O bakımdan müctehidlerin önemli bir kısmı onunla istidlal etmiştir.

Böylece şakayla da olsa bir adam iki şahit huzurunda bir kadınla nikâh akdi yaparsa bu akit geçerli kabul edilir. Bunun gibi, karısını bîr talâk-ı ric'î ile boşayıp iddet bitmeden ona şakayla dönse veya şakayla "sana döndüm" dese, bu da geçerli sayılır.

356 no'lu. Hz. Aişe hadîsini aynı zamanda Ebû Ya'la, Hâkim ve Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Hâkim bu hacîîsi sahîhlemiştir. Ancak is­nadında Muhammed b. Ubeyd b. Ebî Salih bulunuyor ki Ebû Hatim er-Râzî onun zayıf olduğunu söylemiştir. [75]

Beyhakî de aynı hadîsi başka bir tarikle rivayet etmiş ve is-' nadmda bu zatın adını anmamıştır. Aynı zamanda Hz. Aişe'den rivayet edildiğine de değinmemiştir.

Hadîs metninde geçen "iğlâk" kelimesini ikrah, cünun, gazab gibi sözlerle tefsir edenler olmuştur. Ancak en sağlıklı karşılığı "ikrah"tır. Bu da tehdit ve zorlama demektir. Gazab (öfke, kızgınlık) ile yorum­landığı takdirde birçok zorluk ortaya çıkar ve sonuç olarak hemen he­men hiç kimsenin yaptığı talâk vaki değildir demek gerekir. Zira karısını boşayanlarm önemli kısmı öfkelendikten, sinirlenip ani karara vardıktan sonra boşar. Hem öfkeye'kapılıp boşamanın geçerli olacağını ilim adamlarının cumhuru kabul etmiştir.

357 no'lu hadîste Mâiz'den "içki mi içtin" veya "içki içtin mi?" eklindeki sorudan şu sonuç otaya çıkmaktadır: "Ya sen delisin ne ediği bilmiyorsun, ya da sarhoşsun saçmalıyorsun." Şayet adam ne ediğini bilmeyecek kadar sarhoş olsaydı, belki recmedilmiyecekti. Ama ine de mesele ihtilaflıdır. O halde ne dediğini bilmeyecek ve çev-esindeki şeyleri tefrik edemiyecek kadar sarhoş olanın talâkı vaki eğildir diyenler bu hadîsle de istidlal etmişlerdir.

359 no'lü Kudame rivayeti üzerinde hayli durulmuş ve yapılan esbitlere gör Kudame'nin Hz. Ömer'e yetişmediği anlaşılmıştır. Bir iK-imal Kudame'nin babası Hz. Ömer'e'yetişmiş ve Kudame olayı nakle-lerken babasından duyduğunu söylemeye gerek görmemiştir. [76]

 

Çıkarılan Hükümler                                              

 

1-  İyice sarhoş olup yerle göğü, kadınla erkeği ayırd edemiyecek uruma gelen kimsenin talâkı geçerli değildir.

2- İmam Şafii'ye göre, geçerlidir.

3- Belirtilen derecede sarhoş olmayanın talâkı vakidir.

4-  Cinnet getirip aklî dengesi bozulan kimsenin talâkı vaki değildir.

5- Bunayıp ne dediğini bilmeyecek kadar aklı karışan kimsenin de talâkı vaki sayılmamıştır. Çünkü ağzından çıkan söz iradesi dışında cerayan etmiştir.

6- Baygınlık geçirip o vaziyette iken karısını boşayan ve ayıldığı zaman böyle bir söz sarfettiğini hatırlamıyan kimsenin de talâkı geçersizdir.

7- Tehdip edilip karısını boşamaya zorlanan kimsenin tehdidi sav-c^dK kadar gücü yoksa, âciz kalıp neticeden cidden endişe duyu yorsa, o takdirde sadece diliyle karısını boşaması geçerli sayılmaz. Zira hayat hakkı muhteremdir ve olay bir bakıma iradesi dışında cerayan ediyor.

Bu, Hanefilere göredir. İmam Şafii beş kadar şart belirleyerek bu şartlar tahakkuk ettiği takdirde tehdit edilip zorlananın talâkı vaki değildir demiştir. Diğer iki mezhebin de görüş ve içtihadı buna yakındır.

8- Ergen olmayan çocuğun talâkı vaki değildir.

9- İmam Şafii'ye göre, namaz ve hudud kendisine farz olan kimse­nin talakı vaki ve geçerlidir. Çocuğun talâkı geçerli değildir.

10-  Hanbelîîere göre. çocuk talâkı akledebiliyor, nasıl bir sonuç doğuracağım anlıyorsa o takdirde -ergen olmasa bile- talâkı geçerli sayılır.

11-  Hanefilere göre, dilsizin işareti anlaşılıyor, bir manâ ifade ediyorsa, o takdirde talâkı geçerli sayılır.

12-  Dilsiz kişi yazı yazmasını biliyorsa, o takdirde mücerred işaretle karısını boşaması geçerli sayılmaz. Bu da Hanefîlerin görüş ve içtihadıdır.

13-  Mâlikilere  göre,  anlaşılır  olan  dilzisin  işareti ve bir de konuşma yeteneği olan kimsenin boşamayla ilgili işareti geçerli kabul edilir.'

14- Şâfıilere göre, konuşmasını bilen bir kimsenin işaretle karısını boşaması hiçbir hüküm ifade etmez.

15- Öfkelenip karısını boşayan kimsenin talâkı geçerlidir.

16-  Uyumakta olan kimsenin de ağzından boşamayla ]\ş\h çıkan sözler bir hüküm ifade etmez.    .

17- Hatâ ile "seni zorladım" diyeceği yerde "seni boşadım'' derse, bu da geçerli bir hüküm ifade etmez. Çünkü hatadan dolayı^ Cenâb-ı Hak da muahaza (tenkid, azarlama) etmeyeceğini Resûlüllah'a (s.a.v.) bildirmiştir. [77]                  

 

Nikah Akdinden Önce Kadını Boşamak

 

Şüphesiz kişi ancak nikâh akdiyle bir kadına sahip olabilir, lamın sahip olmadığı bir kadını boşaması söz konusu olamaz. Buna iz er bir adam sahip olmadığı bir köleyi "azat ettim" diyemez. Dese e bir hüküm ifade etmez. Aynı zamanda bir kimse mâliki olmadığı şeyi adayamaz. Müctehidler ve ilim adamları talâkın nikâh akdin-ı önce söylenmesi, yani "ben şu kadınla veya herhangi bir kadınla ev-ıdiğinıde-o boş olsun" derse, böyle bir talâkın bir hüküm ifade edip et-tyeceği üzerinde durmuş ve nüans denilecek kadar az farklı görüşler Laya koymuşlardır. Hadîslerin zahirinden ise bu tür boşamanın perlilik kazanmayacağı açık biçimde anlaşılmaktadır. [78]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Amr b. Şuayb'den rivayet edilmiş, o da babasından ve dedesinden 'âyet ettiğine göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: dem oğlu için mâliki olmadığı şeyde nezir (adama) yoktur, ptıe mâlik olmadığı şeyi (köle ve cariyeyi) azat etmesi de yok-jr. Aynı zamanda sahib olmadığı (nikâh akdiyle henüz evlen-ediği) kadını boşaması da yoktur." [79]

Ebû Davud'un rivayetinde ise nezir (adak) konusu şu lâfızla ifade ilmiştir:

"Kişinin mâlik (sahib) olmadığı şeyde yaptığı adamayı yerine ge-mesi yoktur." Yani sahip olmadığı bir şeyi adayan kimse adağını ye-ke getirmekle mükellef değildir)

îbn Mâce'nin yaptığı rivayette ise Resulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyur-tğu belirtilmiştir: "Sahip olmadığı şeyde talâk yoktur." [80]

Buharfnin rivayetine göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Nikâhtan önce hiçbir talâk (boşama) yoktur (söz konusu ola-maz)." [81]

"Cenâb-ı Hak talâkı nikâhtan sonraya bırakmıştır. [82]

İbn Mâce'nin naklettiği rivayette ise şöyle Duyurulmuştur: "Nikâhtan önce hiçbir talâk yoktur. Sahip olunmadan önce azad etme yoktur." [83]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre talâk: Şer'ân sabit olan kaydın (akdin) kaldırılmasıdır. [84] O halde şer'ân nikâh akdi yapmadan evleneceği kadını boşaması bir hüküm ifade etmez sonucu ortaya çıkıyor.

Talâk hususunda mülk (sahiplik) şarttır. Zira talâk ancak mülk (sahiplik)te sahib olur. Aynı zamanda mülkle alâkalı, bağlantılı bir şeyde sahîh olur. Bu da talâk iddetidir, Karısını bir veya iki talâkla boşayan kimsenin henüz bir veya iki bağlantısı duruyor demektir. İstediği takdirde o bir veya iki talâkı da ika edebilir ve bu ika sahîh olur. Zira talâk ya tencîz, ya ta'lîk, ya da bir vakte izafidir. Tencîz, nikâhlı bulunduğu karısıyla olan nikâh akdini kaldırıp evliliği sona er­dirmektir. Bu da ancak sahip olduğu, yani nikâh akdiyle mâlik olduğu bir kadın hakkında geçerlidir. O bakımdan yabancı bir kadına "sen boşsun", "seni boşadım" demesi bir hüküm ifade etmez. Çünkü talâk he­lal olanı ibtal ve mevcud kaydı kaldırmaktır. Yabancı kadında ne helal ne de kayıt mevcuttur. Ancak o kadın başkasının nikâhı altında olur ve kocası o sözü söyleyen adama icazet verirse Hanefîlere göre talâk geçerlik kazanır. İmam Şâfıi ise buna muhalefet etmiştir, [85]

b) Şâfiilere göre de, yabancı bir kadına talâk ile hitapta bulun­mak veya talâkı o kadınla nikâh yapılmaya ta'lik etmek boş ve an­lamsızdır, hiçbir hüküm ifade etmez. Çünkü talâkın şartı velayettir, yani nikâh, akdiyle, kadına sahip olmaktır, [86]

c)  Hanbelîlere göre de, aralarında nikâh akdi bulunmayan bir ıdını boşamak boş ve anlamsızdır, yani hiçbir hüküm ifade etmez. [87]

d)  Mâlikilere göre de adam ancak sahîh bir akidle nikâhlı bu-^nduğu kadını boşayabilir. [88]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

361  no'lu Amr b. Şuayb hadîsini ashab-ı sünen, Hafız Bezzar ve leyhâki tahrîc etmişlerdir.  Bu bapta en sahîh ve en meşhur hadîs ol-jrak bulunuyor. O bakımdan müctehidlerin hepsi bu hadîsle istidlal ve [ıticac etmişlerdir.

362 no'lu İbn Mâce hadîsi de sahîh kabul edilmiştir.

363 no'lu Buharî hadîsi de sahihtir ve istidlal ile ihticaca salîhtir, tuharî'nin 364 no'lu hadîsi de öyle.

365 no'lu Misver b. Mahreme hadîsini îbn Hacer et-Telhîs'te ha-önlemiştir. Ancak isnadında bir ihtilâf vardır: Bir rivayette Zührî ÎTrve'den, o da Misver'den nakletmiştir. Diğer bir rivayette ise Zührî îrve'den, o da Hz. Aişe (r.a.)den nakletmiş bulunuyor. Ancak bu konu-jaki hadîslerin hepsi bunu destekleyip kuvvetlendirmekte ve istidlale alih çizgiye getirmektedir.

Bu bapta Ebû Bekir Sıddik'den, Ebû Hüreyre'den, Ebû Musa el-Iş'arî'den, Ebû Saîd el-Hudrfden ve İmran b. Husayn'dan (r.a.) rivayet apümıştır ki, Beyhakî o rivayetleri Hilafiyat'ta bir araya getirmiştir.

Ayrıca bu babda Cabir'den (r.a.) merfuan şu rivayet yapılmıştır; Talâk ancak nikâhtan sonradır. Azat etmek ise ancak mülk (tesahüb) len sonradır."

Hâkim bu hadîsi tahrîc ettikten sonra sahîhlemiş ve "Buharî ile düslim'in bu hadîsi neden ihmal ettiklerine hayret ediyorum" demiştir. [89]

Bu konuda İbn Ömer, Aişe, Abdullah b. Abbas, Muaz b. Cebel ve )âbir (r.a.) den de rivayetler yapılmıştır. Ancak hadîs âlimlerinin ciddi Lraştırma ve tesbitlerine göre, İbn Ömer hadîsini Adiy tahrîc etmiş, lafız ibn Hacer de onun ricalinin sika olduğunu belirtmiştir. İbn Saîd se, hadîsin garip olduğunu ve onunla ilgili bir illet bilmediğini öylemiştir.

Hz. Aişe hadîsi ise İbn Ebî Hâtim'in el-Ilel'deki beyanına göre nünkerdir. „

İbn Abbas hadîsinin isnadında el-Hâkim'e göre maruf olmayan bir kişi bulunuyor. Ancak Dârekutnî bunu başka bir tarikle rivayet etmiştir. Ne var ki isnadı zayıftır.

Muaz b. Cebel hadîsi irsal ile ta'îîl edilmiş, yani senedinden bir sa­habenin düştüğü tesbît edilmiştir. Ancak Dârekutnî bunu bir başka ta­rikle rivayet etmişse de isnadında Yezîd b. Iyaz bulunuyor ki bu zat me­truktür, yani rivayeti metruk sayılmıştır. Şöyle ki, isnadında yalan ile ittiham edilen bir râvi bulunuyor veya fışkı zahir bir kimse yer almak­tadır. Nitekim îbn Maîn bu hadîsin muallel olduğunu belirtmiştir. Yani sıhhatini zedeleyen bir kusur taşımaktadır.

Bu bapta bir diğer hadîsi Beyhakî Hz. Ali'den rivayet etmiştir. İsnadında Cüveyr bulunuyor, o bakımdan hadîs metruktür.

Bu bapta rivayetlerin hepsi biraraya getirildiğinde büyük bir kuv­vet kazanmakta ve nikâh akdinden önceki talâkın geçerli olmadığı ke­sinlikle anlaşılmaktadır.

Diğer bir husus da şudur: "Falanca kadınla evlendiğim takdirde o boştur" derse bu bir hüküm ifade eder mi? Yani evlendikten sonra kadın boş düşer mi? Sahabe ve tabiîn cumhuruna göre, talâk vaki ol­maz. Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre, böyle bir ta'lîk sahihtir. İmam Malik, Rabi'a, Sevrî, Leys, Evzaî, İbn Ebi Leyla'ya göre ise şu kadın, şu evdeki kız, şu beldedeki kadın" şeklinde bir ifade kullanırsa geçerli olur. Umum anlamda ifade ederse geçerli olmaz.

Şüphesiz bütün bu görüşler sadece "istihsan" çerçevesinde kal­maktadır. Aksine bir görüş ortaya koymak veya fetva vermek her za­man mümkündür. [90]

 

Sarih ve Kinaye Talak

 

Talâk, sarih ve kinaye olmak üzere iki kısma ayrılır.' Sarih talâk, :rek Arapçada, gerekse Türkçe veya başka bir dilde açıktan boşamaya elâlet eden lafızların kullanılmasıdır ki niyete ihtiyaç duyulmaz, rünkü sarfedilen kelime ve cümleler, kadını boşama hakkında konulan elimelerdir. Ancak talâk veya boşama lafzının sonunu bir başka şeyle kyıtlarsa, o takdirde kelime boşamaya değil kaydedilen şeye delâlet der. Meselâ "Sen ayak bağından boşsun" derse talâk vaki olmaz. Zira Çıradaki boşsun, nikâh akdini kaldırmaya yönelik değildir. Kelime ko-lulduğu manâdan başka bir manâya açık bir karineyle delâlet etmekte-kr.

Adam bu sözüyle kadını boşamayı kasdettiğini söylese bile ne ka-aen, ne de diyaneten tasdik edilmez. Ama "sen şu amelden boşsun" erse, kaza yönüyle talâk vaki olur, diyaneten vaki olmaz. Tabiikİ bu özüyle boşamayı kasdettiğini iddia ettiğinde hüküm böyledir. [91] Kinaye talâk'a gelince, Önce kinaye kelimesinin ne olduğunu bil­gemize ihtiyaç var. Kinaye, sözlükte doğrudan doğruya anlatılmayıp olayısıyla bir anlamı olan söz demektir. Edebiyatta ise, bir sözün hem jerçek, hem de mecazî manâlarıyla kullanılmasıdır, İlm-i beyanda ise, âzımı mânâsı irade edilen lâfızdır ki asıl manâsının da irade edilmesi âizdir. Şeriatta ise, nefsinde hakikî veya mecazî manâsı gizli kalan kfızdır. Zira terkedilen hakiki manâ mecaz gibi kinaye sayılır.

Talâkın kinayesi, boşamaya ve başka bir manâya delâlet ihtimali ilan bir lafızdır ki niyete muhtaçtır veya halin delâleti söz konusudur. /Eeselâ arapçada "î'teddî" denildiğinde, yani karısına bu lafızla hitap ittiğinde, bununla "artık şer'î bekleme süreni say, seni boşadım" an-amma bir delâlet olduğu gibi, Allah'ın nîmetlerini say veya sefere ıkacağımız günleri say mânasına da delâlet edebilir. O bakımdan han-İ manâyı kasdettiğini anlayabilmek için niyetine baş vurulur.

Bu ve benzeri bir lafızla kinayeli boşamada bulunan kimsenin ic'î talâkı vaki sayılır. "Kendi ehline katıl", "senin emrin senin elinde-lir" gibi sözler ise talâk-ı bâin sayılır. [92]

 

İlgili Hadisler    

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre: İbnetü'l-Cevn, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin yanına getirilip sokulunca, Efendimiz (nikahladığı hu kadına) yaklaşmak istediğinde kadın ona: "Senden Allah'a sığınırım" dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ona: "And olsun ki sen çok büyük kudrete sığındın. Artık git ehline (kendi ailene) katıl" buyurdu. (Böylece onu boşamış oldu). [93]

Şüphesiz Resûlüllah'm (s.a.v.) o kadın hakkında kullandığı talâk-ı kinaye, bir talâk-ı bâindir. Zira Resûlüllah (s.a.v.) birden üç talâkla boşamazdı.    

Tebük seferine katılmayıp evinde kalmayı tercih eden Kâb bin Mâlik (r.a.) hadisinde adı geçen diyor &i;"EUi günden kırk günü geçip hakkımızda vahiy durup gelmeyince bir de baktım ki Pey­gamber (s.a.v.) Efendimiz'in elçisi (gönderdiği kişi) bana geldi ve şöyle dedi! "Şüphesiz Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz eşinizden ayrı durmanızı size emrediyor." Bunun üzerine ben ona:"Karımı boşayayım mı, yoksa ne yapayım?" Gelen elçi: "Sadece ondan ayrı dur yaklaşma" diye cevap verdi. Bunun üzerine ben de karıma: "Sen artık ehline (kendi ailene gidip katıl" dedim." [94]

adardır;" yani yirmidokuz gündür. Böylece Resûlüllah (s.a.v.) amerî ayların bir defa otuz, bir defa yirmidokuz olduğunu diyordu. [95] Bu hadîsin talâk-ı kinaye bahsinde delil olarak gösterilmesinin sebebi, kamerî ayların bir defa otuz, bir defa yirmidokuz olduğu belirtiırken parmakla bu sayıya işaret edilmiştir. Talâk konusunda parmakkrmi göstererek işarette bulunan kimsenin bu tarz boşaması geçerli olur mu, olmaz mı hususunu belirtmeye yönelik olmasındandır. Nikâh akdi yapıp henüz cinsel temasta bulunmayan adam kan­una: "Sen boşsun, sen boşsun (veya sen boşsun), sonra boşsun" diyen kimseyle ilgili mesele hakkında anlatılan: Huzayfe (r.a.) den yapılan livâyete göıne, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allah liledi ve falan diledi demeyin, Allah diledi, sonrada falan diledi" deyin." [96]

Adiy b.. Hâtim'den (r.a.) yapılan rivayete göre, bir adam Hesûlüllah'm (s.a.v.) yanında hitabede bulunarak şöyle dedi: "Kim Mlah'a ve resulüne itaat ederse, gerçekten o doğruyu seçmiş olur. Kim le ikisine isyan ederse azıtıp sapıtır." Bunun üzerine Resûlüllah [s.a.v.) Efendimiz: "Sen ne kötü hatipsinrDe ki: Kim Allah'a ve Peygam­berine isyan ederse." [97]

 

Mezgeplerin Bu Konudaki Tarifleri

 

a) Haııefîlere göre talâk-ı kinaye, talâk manâsına konulmay­an, sadece talâkla ilgili olan bir manâya konulan lafızdır. Diğer bir tari­fle, ilci durumu ihtimal tutan bir lafızdır. Meselâ "bâin" lafzı, sözlükte ayrılma manâsına konulmuştur. Bu ayrılma karısından ayrılma olabi­leceği gibi, bir yerden ayrılma da olabilir. Adamın karısından bâin lafzıyla ayrılması talâkın delâlet ettiği bir manâ değildir, fakat onunla ilgilidir.

Böylece kinaye yoluyla ortaya konulan talâk (boşama) şu iki şeyden biriyle geçerlilik kazanır: Birincisi niyet, ikincisi zahirî duru­mun delâleti.

b) Şâfiîlere göre de talâk-ı kinaye hem talâk, hem de başka bir manâyı ihtimal tutar. Meselâ adamm kendi karısına "Seni salıverdim" demesi şu iki manâyı ihtimal tutar: Sıkıntıdan, gözaltından salıve­rilmesi veya nikâh akdinden uzaklaştırılıp.serbest bırakılması. O halde bu lafzı söyleyen adamın niyetine başvurulur^

c) Hanbelîlere göre, talâk-ı kinaye bazan zahir, bazan da hafi (gizli) dir.  Zahir olanı, beynunete (adamla karısının ayrılmasına) delâlet eden lafızlardır. Hafi olan ise, bir tek talâka    delâlet eden lafızlardır. Bu her iki kısımda da mutlaka niyete ihtiyaç vardır.

d)  Mâlikîlere göre bu talâkın birçok kısımları vardır. Kinaye-i zahire, kinâye-i hafiye diye ayırdıkları iki kısmın da birtakım kasımları bulunuyor.

Böylece dört mezhebe göre, talâkla ilgili kinaye lafızları, duruma ve karine ile niyete göre, bazan bir talâka, bazan da üç talâka delâlet eder. [98]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

373 nolu Hz. Aişe hadîsi sahihtir. Resûlüllah'm (s.a.v.) nikah­ladığı ve fakat kadının bu izdivaca sonradan pek yanaşmadığı olay bir­kaç hükme delâlet etmektedir.

Önce Hafız İbn Hacer bu kadının sahîh tesbite göre Ümeyme binti Numân b. SerâmTdir. Aynı zamanda ona Cüveyne de denilmiştir. [99] Sonra da bu kadının zifaftan kaçınmasının sebebi üzerinde durulmuş ve kendisinde "beras" yani sedef, alacatenlilik hastalığının bulunduğu görülmüştür. O bakımdan Resûlüllah'a (s.a.v.) lâyık olmadığını ve bu vaziyette vücudunu göstermek istemediğini Allah'a sığınarak izhar et­meye (belirtmeye) çalışmıştır.

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz çok nazik, kibar, nezih ve saygılı idi. O bakımdan kadının gizli halini araştırmak istememiş ve onun arzusu­nu anlayarak "git ehline (kendi) ailene katıl!" buyurmuştur. Ancak ki­naye talâka delâlet eden bu lafızla üç talâk mı, yoksa bir talâk mı kas-dedilmiştir? İlim adamlarından bir kısmına göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in üç talâkı kasdetmediğini ve böyle bir yol seçmiyeceğini sa­vunmuşlardır. Zira sünnete uygun bir talâk konusu üzerinde düşünü­lerek bu sonuca varılmak istenmiştir. Kadının medhulün biha ol­madığına, yani nikâh akdinden sonra kendisiyle cinsel temas sağlanmadığından, belirtilen söz ile üç talâk vaki olduğuna kail olanlar bulu­nuyor. Sahîh olan da bu görüştür.

Buradaki kinaye açık bir kinayedir, niyete muhtaç değildir. Zira ortada açık bir karine bulunuyor. O da kadının zifaftan sakınması ve "senden Allah'a sığınırım" demesi üzerine Resûlüllah'm (s.a.v.) ona "git de ehline (kendi ailene) katıl" buyurmasıdır ki bu gayet açık bir kinaye ılâktır. Nitekim Şâfîilerle Hanefîlerin görüş ve içtihadı bu anlamdadır, nam Mâlik ise, karine de olsa yine niyete ihtiyaç vardır demiştir.

374 no'lu Kâb hadisi de sahihtir. O bakımdan istidlal ve ihticaca alîh görülmüştür. Olayın Özeti şöyledir: Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz pk sıcak bir mevsimde Tebük seferine çıktı. Münafıklar havanm fazla uçaklığını, seferinde uzun olduğunu bahane ederek bu sefere katılma­lılar. Bu arada samimi mü'min oldukları halde üç kişi de bazı mazeret-er ileri sürmek suretiyle Resûlüllah'a (s.a.v.) katılmayıp Medine'de Laldılar. Onlardan biri de Kâb b. Mâlik (r.a.) idi. Resûlüllah (s.a.v.) Pebük seferini planladığı gibi başarıyla tamamlayıp Medine'ye döndü-jünde, gerek münafıklar, gerekse o üç mü'min gelip özür dilediler, )ağışlanmalarmı talep ettiler. Çünkü münafıklar parlak bir sonuç elde îdileceğine ihtimal bile vermiyorlar ve Bizans karşısında bunların hezi-nete uğrayacağını hesaplıyorlardı. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz onlar-lan hiçbirinin özrünü ve bağışlanma dileğini kabul etmedi. Durum­larını bütünüyle Allah'ın takdirine ve vereceği hükmüne bıraktı. Sonra da Rasulullah (s.a.v.) İslâm'ın emrettiği cihada katılmayanlardan her türlü münasebetlerini kesmelerini, konuşma dahil onlarla hiçbir ilgi kurulmam asını müslümanlara emretti ve bunun için elli günlük bir süre belirledi.

Yukarıdaki hadîs bu olayın iki önemli safhasını yansıtmaktadır: Biri, elli günlük bir tecrid, diğeri Kâb'm karısına yaklaşmayıp ondan uzak kalması.

Kâ'b (r.a.) Resûlüllah'm (s.a.v.) emri üzerine karısından uzak kaldı ve ona: "Git de kendi ehline (ailene) katıl" dedi. Olaydaki zahirî karine, boşama değil, ondan bir süre ayrı durmaktır. Bu sözüyle Kâ'b (r.a.) boşamaya niyet etmemiştir. O bakımdan bilahare o karısıyla tek­rar biraraya gelmiştir.

Parmak işaretleriyle boşama gerçekleşir mi? Daha Önceki bahiste işaret konusu üzerinde durmuş ve gerekli açıklamayı yapmıştık. Ko­nuyu mezheblere göre özetleyip vermemizde yarar görüyoruz:

a) Hanefîlere göre, konuşma imkânı ve yeteneği olan kimsenin talâk hususuyla ilgili işaretlerine itibar edilmez ve bu lafız yerine geçmez. O bakımdan talâk da vaki sayılmaz. Yazılı talâk ise lafız yerine geçer.

b) Şâfîilere göre konuşmaya kudreti yeten kimsenin işaretiyle hiçbir surette talâk vaki olmaz. Nasıl ki mücerred niyet ve düşünme ile talâk vaki olmuyorsa.

c) Mâlikilere  göre, yapılan işaret ister dilsizden, isterse» konuşma yeteneği olan kimseden sadır olsun, eğer bu işaret talâka delâlet ediyorsa, yani talâk manâsı ondan anlaşıhyorsa, o takdirde talâk vaki olur. Ancak dilsizin anlaşılan işareti talâk-ı sarîh; konuşma yeteneği olanmki ise talâk-ı kinaye olur.

d) Hanbelîlere göre de, işaretle talâk vaki olmaz. Yani konuşma yeteneği olan kimsenin işaretle talâk ika etmesine itibar edilmez. Dilsi­zin ise işareti anlaşıhyorsa, talaka yönelik işaretine itibar edilir. [100]

376 nolu Huzeyfe hadîsinde atıf harfi, olan "vav" ile "sümme" konu ediliyor. Arapça gramere göre "vav harfi" mutlak cem'a "sümme" ise te-rahi ile tertibe delâlet eder. O bakımdan aynı mecliste karısına "sen boşsun ve sen boşsun ve sen boşsun" derse sadece bir talâk vaki olur. Ama "sen boşsun sonra yine boşsun, sonra yine boşsun" derse, bununla üç talâk vaki olur. Zira Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz sözü edilen iki harfin kullanma ölçüsünü belirlemiş bulunuyor.

Adiy hadîsinin de buna yakın bir misal teşkil ettiğini savunanlar olmuştur. [101]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Talâk biri sarih, diğeri kinaye olmak üzere iki kısma ayrılır.

2-   Sarîh  talâk,  talâk manâsına  açık biçimde  delâlet  eden lafızlardır. Her dilde bu manâya delâlet eden lafızlar az-çok bellidir ve hüküm ona göre verilir.

3-  Kinaye Talâk, kullanılan lafız sarih olarak talâka delâlet et­mez, hem de o lafız o manâya konulmamıştır, başka bir manâya konul­muştur. Ancak talâkla bir ilgi ve bağlantısı olabilir.  O bakımdan orta­da açık bir delil ve karine varsa, kinaye talâkın -müctehidlerin çoğuna göre- niyete ihtiyacı yoktur. Ortada delil ve karine yoksa, niyete mutla­ka ihtiyaç vardır.

4- Kinaye talâkın bir kısmı ric'î, bir kısmı da bâin olabilir,

5- İşaretle yapılan talâk kinaye kapsamına girer. Bununla talâk vaki olur mu? Üç mezhebe göre, konuşma yeteneği olan   kimsenin işaretine   itibar   edilmez.   Mâlikî  mezhebine   göre  yaptığı  işaret anlaşılıyor, talâka delâleti biliniyorsa, o taktirde talâk vaki olur. Bu is­ter dilsizden, isterse konuşma yeteneği olandan sadır olsun fark etmez.

6- Yazılı talâk hüküm ifade eder. Ancak yazan kişi bunu yazdım ama tercihimi sonra yapacağım derse, o yazı onun yanında bulunduğu sürece tercihi beklenir. Elinden çıktığı taktirde tercih hakkı kalkar. [102]

 

Muhala’a veya Hulü’

 

kocanın karşılıklı anlaşarak boşanmayı gerçekleştir­melerine "muhala'a" veya "hulû"' denir.

Hulû', sözlükte elbiseyi bedenden veya ayakkabıyı, çorabı ayaktan çekip çıkarma, bedeni soyup elbiseyi çekip almak gibi manâlara gelir. Evlenmiş bulunan kadınla erkek birbirlerinin manevî elbisesi an­lamını taşıyor. O bakımdan karşılıklı anlaşıp boşanmalarına "muhala'a" veya "hulû"' denilmiştir.

Karı-koca arasındaki ihtilâf had safhaya varır, evlilik çekilmez bir yük olur; buna rağmen adam boşamaya yanaşmazsa, kadın müeccel olan mehrini ve iddet süresince alacağı nafakayı bağışlamak suretiyle veya bunların    dışında bir para veya mal teklif   etmek suretiyle boşanmayı talep eder. Kocası onun bu teklifini uygun karşılar   da boşarsa, bu boşama   beynunet olur ve böylece anlaşma neticesi boşanmış olurlar. Teklif kocadan gelir ve mehrin veya nafakanın bağışlanması veya aralarındaki çocuğun emzirilmesi karşılığında boşayabileceğini söylemesi, kadının da onun bu teklifini kabul etmesi neticesinde meydana gelen boşanma da muhala'a sayılır. [103]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Sabit b. Kays b. Şemmas'ın nikâhlı karısı Resûlullah'a (s.a.vO geldi ve şöyle dedi: "Ben onu (kocamı) ahlâk ve dinde in­citecek ve ona kızacak değilim. Ama ben İslâm'da küfürden tik­siniyorum, hoşlanmıyorum, (kocamın fiziksel çirkinliği beni küfrü gerektiren bir söz ve davranışa itebilir.)" Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) ona: "Kocanın sana (mehir olarak verdiği) bahçeyi ona geri vermek ister misin?" diye sordu. O da: "Evet" diye cevap verdi. Resûlüllah (s.a.v.) Sâbit'i çağırıp şöyle buyur-du: "Bahçeyi kabul et ve karını bir talâkla boşa." [104]

(Böylece sabit de karısını boşadı.)

Yine İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi veriyor:

"Selûl kızı Cemile Peygamber (s.a.v.) Efendimize geldi ve şöyle dedi: "Vallahi ben Sâbit'in dindarlık ve ahlâkına kızmı­yorum, onu bu hususta incitmek istemiyorum. Ama ben (onun fiziksel çirkinliğinden dolayı) küfrü gerektiren bir söz ve dav­ranışta bulunmaktan son derece tiksiniyorum, hoşlanmıyorum." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: "Onun (mehir olarak sana verdiği) bahçeyi kendisine geri verir misin?" diye sordu. O da: "Evet" deyince Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Sabit b. Kays'e, o bahçeyi geri almasını ve fazladan bir şey talep etmemesini em­retti. (O da kabul edip o bahçe karşılığında karısını bir talâkla boşadı.) [105]

Böylece mal karşılığı boşamaya "hulû"', yine bir mal karşılığı karı-kocanm anlaşıp boşanmayı gerçekleştirmelerine "muhala'a" denir. Yuk­arıdaki iki rivayet bu boşanmayı yansıtmaktadır.

Rübeyyi' binti Muavviz (r.a.) dan yapılan rivayete göre: Sabit b. Kays b. Şemmas (r.a.) karısını dövdü ve onun elini kırdı. Bu kadın Cemile binti Abdillah b. Ubey idi. Cemîle'nin kardeşi Resûlüllah'a (s.a.v.) gelerek Sâbit'i şikâyet etti. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Sâbit'e adam gönderip onu çağırdı ve şöyle buyurdu: "Cemîle'nin senin üzerinde olan şeyini (mehrini) geri al ve onu yoluna salıver git­sin." Sabit, "evet" diyerek kabul etti. Sonra  Resûlüllah (s.a.v.) Cemîle'yi çağırıp   bir hayz   (ayhali) beklemesini ve sonra da kendi ailesine gitmesini emretti." [106]

Konuyu daha da aydınlatan diğer bir rivayet Ebû Zübeyr'den yapılmıştır. Adı geçen diyor ki: "Sabit b. Kays b. Şemmas (r.a.) m yanında (karısı olarak) Abdullah b. Ubeyy b. Ebî Selûl'ün kızı bulunuy­ordu. Sabit ona mehir olarak bir bostan (veya bahçe) vermişti. (Koca­sıyla aralarındaki geçimsizlik sebebiyle) Resûlüllah (s.a.v.) ona: "Sâ-bit'in sana (mehir) olarak verdiği bostanı ona geri vermek ister misin?" diye sordu. O da: "Evet istiyorum, ama bir de fazla olarak bir şey de is­tiyorum" dedi. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Fazla olana gelince, hayır, ama bostan olarak evet" buyurdu. O da; "Evet olur" diye kabul etti. Pey­gamber (s.a.v.) o bostanı kadından alıp Sâbit'e verdi ve kadına yol verip serbest bıraktı. Bu haber Sabit b. Kays'e ulaşınca (hiç tereddüt etmed­en): "Ben, Resûlüllah'm (s;a.v.) verdiği hükmü kabul ediyorum" dedi. [107]

Bu hadîs yukarıdaki rivayetleri açıklayıp kuvvetlendirmekle bir­likte dört kadar şer'î hüküm ihtiva etmektedir. Az aşağıda tahliller bölümünde bu hükümlere yer verilecektir. [108]

 

Hadisleerin Işığnda Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre, hulû1: Nikah mülkünü bir bedel karşılığında gidermektir. Bunun şartı talâkın şartı gibidir. Hükmü ise bâin talâkın vukuudur. Hulû'da üç talâka niyet etmek sahihtir. Bu suretle kadın boşandıktan sonra artık bu ilk kocasına haram olur, bir daha birle-şemezler. Ancak kadın tesadüfen bir başka adamla evlenir ve adamda bu kadını ya boşar veya vefat ederse, o taktirde kadın ilk kocasıyla ye­niden evlenebilir.

Darılma ve geçimsizlik kocadan kaynaklanıyorsa, o taktirde mu-hala'a için bir ivaz alması diyaneten caiz değildir. Ama kazai olarak caizdir. Darılma ve geçimsizlik kadından kaynaklanıyorsa, o taktirde muhala'a için kocasının ona mehir olarak verdiğinden fazlasını alması mekruhtur. Bununla beraber fazla bir şey alacak olursa kazai cihetle caizdir.

Kadın çocuğu ergen oluncaya kadar kendisinde bırakılması şartıyla muhala'ada bulunmak isterse, bu sahih olur. Ancak çocuğun kız olması sözkonusudur. Erkek çocuk babasına bırakılır. Çünkü erkek çocuk erkeklerle ilgili adap ve erkânı Öğrenmeğe her zaman muhtaçtır. [109]

Nitekim Ebû Zübeyr hadisinde kadının mehirden fazla bir şey is­temesine Resûlüllah (s.a.v.) "hayır" diyerek uygun görmemiştir.

b)  Şafiilere göre, Hulû'de talâktır. Talâk ne ile vaki oluyorsa hulû' da onunla vaki oluyor. Adam karışma: "Bana şunu ve şunu verir­sen  sen boşsun veya senden  ayrılırım veya  seni  ayırıp  serbest bırakırım" derse ve kadın da bunu kabul ederse talâk vaki olur ve bu" durumda niyete ihtiyaç da yoktur. İsterse adam ben bu lâfızlarla talâka niyet etmedim desin, bu onunla Allah arasında olan bir haldir. Ama ka­zai cihetle talâk geçerlidir.

Eğer adam karısına: "Sen bana şunu verecek olursan sen bâinsin, kendi haline bırakılmış olursun veya sen beri olursun" derse, bu sözle talâk'ı (boşamayı) irade etmişse kadın boş olur, irade etmemişse artık o lafızlar talâk sayılmaz ve kadından aldığı şeyi geri vermesi gerekir.

Adam karısıyla muhala'ada bulunur ve bununla talâka niyet eder, ancak adet (sayı) olarak bir niyette bulunmazsa, o taktirde hulû1 bir talâk olarak vaki olur ve adamın ric'at hakkı olmaz. Çünkü hulû' bir ahm-satımdır, satış gerçekleşmiştir. [110]

Hulû' lafzıyla meydana gelen furkat (ayrılık) talâktır. Diğer bir kavle göre fesihtir, sayıyı noksanlaştırmaz. Böylece birinci kavle göre fesih lafzı kinayedir- Hulû' lafzı ise sarihtir. Başka bir kavle göre o da kinayedir.

Kinaye bir lafızla yapılan talâk niyete muhtaçtır. Ama İmam Ne-vevi'ye göre, hulû' doğrudan talaktır. Kadın kabul etmeden önce adam hulû'dan dönebilir. [111]

c)  Hanbelilere göre, kadın kocasının ya ahlakından, ya fizik yapısından, ya dindar İlgındaki ihmalinden veya yaşlılık ya da zayıf­lığından infial duyup ileride kocasına itaatte kusur edip ilâhi hakkı ye­rine getirmekten endişe ederse, bir mal karşılığı kocasıyla muhala'a'da bulunması caiz olur. Muhâla'a'da bulunmak için hakime başvurmaya lüzum yoktur. Aynı zamanda kadın ayhalinde ve cinsel temas vaki olan temizlik döneminde muhala'a talebinde bulunabilir, bunda bir sakınca yoktur.

Adamın mehir olarak verdiğinden fazla bir talebde bulunmaması müstehabdır. [112]

Hulû' bir fesih midir, yoksa bir talak-ı bâin midir? Bu hususta mam Ahmed'den farklı iki rivayet vardır. Birinci rivayete göre, hulû' [>ir fesihtir. Nitekim bu görüş ve ictihad aynı zamanda Ebû Bekir ^ıddık, Ibn Abbas (r.a.) ile Tabün'den Tavus, îkrime, İshak ve Ebû Sevr'in ihtiyarıdır. Şafii'nin de iki kavlinden biri bu anlamdadır.

İkinci rivayete göre ise, hulû' bir talak-ı hâindir. Bu aynı zamanda Fabiin'den Sâid b. Müseyyeb'in, el-Hasan'm, Atâ'nın, Şureyh, Mücahid, Ebû Seleme b. Abdirrahman'm, Nahai, Şa'bi, Zühri, Mekhuî, İbn Ebi Nucayh'm de görüşüdür.

îmam Malik'in de görüş ve içtihadı böyledir. Evzâî, Sevrî ve rey taraftarları da bu kavli tercih etmişlerdir. Zira bu bapta gerek fesih, ge­rekse talâk-ı bâin olduğu hakkında muhtelif rivayetler tesbit edilmiştir. Ama fesih olduğu hakkındaki en sahîh rivayet îbn Abbas'dan yapılmıştır. îbn Abbas bu görüşünü ortaya korken şu âyetle ihticacda bulunmuştur; "Talâk iki keredir."

Hulû' ile ilgili lafızlar, sarih ve kinaye olmak üzere iki kısma ayrılır. Hulû', mufadat ve fesih lafızları sarihtir. Bundan başka lafızlar ise kinayedir. Tabii her dilde bunun sarih ve kinayesini tefrik mümkündür.

O halde sarih lafızlardan birisi söylendiği takdirde talâk vaki olur ve niyete ihtiyaç yoktur. Ama kinaye lafızlarından birini söyleyen kim­senin niyeti söz konusudur.

İlim ehlinin çoğuna göre, hulû' ister fesih, ister talâk-ı bâin olsun ric'at (yani kocanın karısına rucü etmesi) artık sübut bulmaz. Yani ric'at hakkı kalkar. İlim adamlarının çoğunun görüş ve içtihadı bu mer­kezdedir. Nitekim el-Hasan, Atâ, Tavus, Nahaî, Sevrî, Evzâî, İmam Mâlik, îmam Şafii, İshak, Zühri ve diğer bazı âlimlerin kavli böyledir. [113]

d) Mâlikilere göre, Hulû' şer'ân talâktır, ancak bir ivaz karşılığında olan talâktır.

Hulû', sarîh ve kinaye olmak üzere iki kısma ayrılır. Kinayede niyete ihtiyaç söz konusudur. Kinaye lafızla yapılan hulû talâk-ı bâin olur. Sarih lafızlarda ise ivaz zikre dilm eksiz in "sana muhala'a'da bu­lundum" derse, ona "seni boşadım" demek olur veya "sen boşsun" an­lamına gelir. Bu da bir talâk-ı bâin sayılır. [114]

Böylece dört mezhebe göre, hulû caizdir. Sünnet ile sabit olmuş bir boşanma veya fesihtir. Hulû meydana gelince artık kocanın rücu hakkı söz konusu olmaz. Böylece hulû bir anda üç talâkla gerçek­leşebileceği gibi, adet zikredilmeden gerçekleşirse bir talâk-ı bâin olur.

Hulû daha çok karı-koca arasındaki anlaşmazlığa, birinin sıkıcı davranm asıyla diğerinin günaha girmesini önlemeye yönelik bir çözümdür. [115]

 

Tahliller ve Rivayetleri

 

381 no'lu îbn Abbas hadîsi sahîh olup istidlal ve ihticaca salîhtir. Hadîs muhala'a ile boşanmanın sebeplerini açıklamakta ve bu tür

boşanmanın  bir  ivaz  karşılığı  olduğunu  bildirmektedir.  Böylece hadîsten dört hüküm çıkmaktadır:

1-  Karı-koca arasındaki sıkıcı, üzücü hava birini Allah'a karşı günahkâr ve âsi durumuna düşürecekse ve bunun başka türlü telafisi mümkün değilse ve çok zorsa, o takdirde kadın ve erkek hulû için bir' teklifle ortaya çıkabilir.

2-  Kadın bunalıp zor durumda kalınca kadıya veya müftüye başvurup veya hiç kimseye başvurmadan doğrudan kocasına bir mal karşılığı boşanmasını talep edebilir,

3- Muhala'a sebebiyle kadının kocasına vereceği ivaz, aldığı mehir olabilir. Şayet kadın mehrini henüz almamışsa, böylece onu kocasına bırakabilir.

4- Kadının böyle bir teklif ve talebi karşısında kocası muhayyer­dir, dilerse kabul edip boşar, dilerse kabul etmez.

382 no'lu îbni Abbas hadîsini îbn Mâce, Ezher b. Mervan tarikiyle tahrîc etmiştir. Bu zat sadûk ve müstakimdir. Geriye kalan ricali ise hepsi de sahîh olarak belirlenmiştir. O bakımdan hadîs istidlal ve ihti­caca sâlihtir.

Bu   hadîs de    yukarıdaki hadîsin    taşıdığı    hükümleri   ihtiva , ediyor. Fazla olarak da kocanın mehrin üstünde bir fazlalık talep et­memesini içeriyor. Fukahaya göre, fazlalık talep etmesi mekruhtur, ama alacak olursa kazaî bakımdan caizdir.

383   no'lu Rübeyyi1  hadîsinin   isnadı   Sünen-i   Nesâî'de gerçekleşmektedir. İsnadmdaki ricalin hemen hepsi sika (güvenilir) dir. O bakımdan hadîs sahîh kabul edilmiştir. Taberânî de aynı hadîsi tahrîc etmiştir.

Bu konuda bir diğer hadîs yine îbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet edilmiştir;

"Sabit b. Kays'm karısı kocasından hulû' ile ayrıldı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona bir hayz ile iddet beklemesini emretti."

Tirmizîbu hadîs için "hasen-garip" lafızlarını kullanmıştır. Ayrıca Ebû Dâvud da bunu rivâvet etmiştir. Bu hadîsin mursel olduğu, yani senedinden bir sahabinin düştüğü veya düşürüldüğü söylenir.

Bu konuda Rübeyyi' binti Muavviz'den bir diğer rivayet yapılmıştır. Adı geçen kadın Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz zamanında kocasından hulû1 ile ayrılmış bulunuyordu. Resûlüllah (s.a.v.) ona bir hayz (ayhali) iddet beklemesini (şer'î bekleme süresi belirlemesini) em­retti veya ona böyle emredildi.

Bu hadîsi Nesâî ile İbn Mâce, Muhammed b. îshak tarikiyle tahrîc etmişlerdir.

Böylece kocasından hulû' ile ayrılan kadının bir ayhali süresi id-ıdet yapması söz konusudur.

384 no'lu Ebû Zübeyr hadîsim Beyhakî tahrîc etmiştir. Mursel olmakla beraber isnadı kaviydir.

Bu bapta Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) den yaptığı rivayette deniliyor ki: Kızkardeşim, ensardan bir adam ile evli bulunuy­ordu. Aralarındaki geçimsizlik sebebiyle Resûlüllah'ın (s.a.v.) huzuruna çıktılar. Resûlüllah kızkardeşime: "Sen adamın verdiği bahçeyi kendi­sine geri vermeyi arzu eder misin?" diye sordu. O da: "Fazlasını da veri­rim" diye cevap verdi. Böylece adam onunla hulû1 yapıp boşandı. Kızkardeşim de hem onun baçesini, hem de fazladan bir şey verdi."

Bu hadîsin isnadı zayıftır. O bakımdan hüccet olma Özelliği yok­tur. Bununla beraber Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz sadece mehir olarak kendisine verilen bahçeyi geri vermesini emretmiştir. Ama kadın bahçeyle birlikte başka bir şey de veririm deyince Efendimiz buna ses çıkarmamıştır. O bakımdan müctehidlerin bir kısmı fazla bir şey ver­mekte bir sakınca yoktur demişler ve hadîsle istidlal etmişlerdir..

Şüphesiz kadını ve kocasını günahkâr edecek, Allah'a karşı âsi du­rumuna düşürecek bir huzursuzluk ve geçimsizlik yoksa, boşamaya veya boşanmaya tevessül etmek doğru değildir. Hattâ Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Hangi kadın (ciddi bir sebep ve zaruri bir durum yokken) boşanmasını isterse Cennet kokusu ona haram olur" buyurarak gereken uyarıda bulunmuştur. [116]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hulû', nikâh mülkünü bir bedel karşılığında gidermektir.

2- Karı-koca arasında geçimsizlik baş gösterir ve birinin Allah'a karşı âsi durumuna düşmesi söz konusu olduğunda muhala'a yoluyla boşanmaları caizdir.

3- Hulû' da talâktır. Ancak bir mal karşılığında gerçekleştirilen bir talâktır.

4- Hulû1 sarîh ve kinaye olmak üzere iki kısma ayrılır. Sarîh lafızla söylendiğinde niyete ihtiyaç yoktur. Kinaye lafızla söylendiğinde niyete ihtiyaç vardır.

5- Hulû' bir talâk-ı bâinle olabileceği gibi, üç talâkla da olabilir.

6- Sarih bir lafızla yapılan muhala'a ile bir talâk-ı ric'î vaki olursa da erkeğin karısına rücu1 hakkı olmaz.

7- Bazısına göre hulû' bir talâktır. Bazısına göre ise, fesihtir, talâk sayısını noksanlaştırmaz. Bu daha çok Şâfiüere göredir.

8- Erkeğin hulû' münasebetiyle karısından ancak verdiği mehri veya o nisbette bir mal veya nakit alabilir. Fazlasını talep etmesi mek­ruhtur. Ancak alacak olursa kazaî bakımdan caizdir.

9- Kadın kız çocuğunun kendisine terkedilmesi şartıyla muha­la'a1 da bulunursa sahîh kabul edilir. Zira kız çocuğunun annesine ih­tiyacı oldukça fazladır. Erkek çocuk ise babasına bırakılır. Bu daha çok Hanefîlere göredir.

10- Hulû1 ile boşanma gerçekleştikten sonra artık o kadın ko­casına haram olur. Başka bir erkekle evlendikten sonra, ya ondan boşandığında veya o adam öldüğünde ancak birinci kocasıyla evlenebi­lir. [117]

 

Rıc'i Talak ve Boşanan Kadının İlk Kocasına Mubah Olma Durumu

 

Talâk bahsinde ric'î talâktan kısmen söz etmiştik. Burada tekrar bir özet vermek suretiyle konuya bir giriş hazırlamamızda yarar vardır.

Ric'î talâk, kocanın karısına dönme hakkı olduğu bir boşama şeklidir. Karısını bir veya iki ric'î talâkla boşayan kimse, karısının idde-ti (yani bekleme süresi) henüz bitmeden ona dönebilir.

Ancak bir talâkın ric'i sayılabilmesi için birtakım şartlar söz konu­sudur:

a) Talâk (boşama) kadınla cinsel temasta bulunduktan sonra ol­malıdır.

b) Üç talâka açık ve kapalı şekilde delâlet etmemelidir.

c) Beynunete delâlet eden bir lafız ve sıfat taşımamalıdır.

Ric'î talâkta, iddet içinde adam rücu' etmek istediğinde kadının rızasını alması şart ve gerekli değildir. Çünkü henüz talâk bağı tama­men kopmamıştır. Aynı zamanda ric'î talâk, talâk sayısını noksan-laştırır. Adamın rücu' etmesiyle bu noksanlık telafi edilmez. Ric'î talâkta tecdid-i nikâha (nikâh yenilemeye) gerek yoktur.

îddet içinde rücu' etmeyip iddet bittikten sonra rücu' etmek iste­diğinde hem kadının rızasına, hem de tecdid-i nikâha ihtiyaç vardır.

Bir veya iki ric'i talâkla boşadıktan sonra adam iddet içinde rücu' stmez ve geriye kalan talâkı da ika' ederse, kadın tamamen boşanmış olur ve bir daha o kocasına dönemez, ona haram olur. Ancak ikinci bir kocayla evlenir ve tesadüfen bu ikinci kocası onu boşar veya ölürse, o takdirde kadın birinci kocasıyla yeniden evlenebilir. [118]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, "boşanan kadınlar kendi kendilerine üç ayhali (veya üç ayhalinden temiz­lenme süresi) beklerler. Allah'ın onların dölyataklarında ya­rattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz" mealindeki Baka-

(ortadan kaldırmış) olur." [119]

Urve'den, o da Aişe (r.a.) dan rivayet etmiştir. Hz. Aişe şöyle demiştir:

Bir zaman insanların durumu şöyle idi: Adam karısını iste­diği kadar boşar ve o kadın iddet içindeyken kocası olan adam ona rücu' eder, o kadın yine onun karısı sayılırdı. İsterse yüz kere veya daha fazla boşamış olsun (durum değişmezdi). O ka­dar ki adam karısına şöyle derdi: "Vallahi benden büsbütün ayrılasm diye seni boşamayacağun ve seni ebediyen de barın­dırmayacağım." Kadın da ona: "Bu nasıl olur?" deyince o şu vev-*abı verirdi: 'Seni boşarım, iddetin tam sona ermek üzere iken sana rucu' ederim." Bunun üzerine (aynı akibete uğrayan kadın) Hz. Aişe'ye geldi ve olup biteni ona anlattı. Hz. Aişe (r.a.) susup cevap vermedi. Tâ ki, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz çıkageidi. Hz. Aişe (r.a.) olayı O'na anlattı. Peygamber (s.a.v.) susup cevap vermedi, tâ ki Kur'ân (âyeti) indi: "Boşama iki keredir. (Ondan sonra kadını) ya iyilikle, örfe uygun tutmak ya da iyilikle salı­vermektir." Bunun üzerine insanlardan belirtilen şekilde karı­sını boşayan da, boşamayan da talâkı silbaştan ettiler, yeniledi­ler (yani herkesin o günden itibaren üç talâk hakkı belirlenmiş

oldu). [120]

îmrân b. Husayh (r.aj, den soruldu: "Adam karısını boşuyör, onra onunla cinsel temasta bulunuyor, ama ne boşadığma, ne İe ona döndüğüne dair hiçbir şahit tutmuyor." İmrân b. Husayn r.a.) soru sorana şu cevabı verdi: "Sünnete aykırı olarak ıoşadm ve yine sünnete aykırı şekilde ona rücu ettin. Sen onu oşamana ve ona ric'at etmene karşı şahit tut ve bir daha bu ünnet dışı boşama ve ric'ata dönme." [121]

Hz. Aişe (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şu haberi ver-liştir:

"Rifa'a el-Kurezî'nin karısı Peygamber (s.a.v.) Efendimize gelerek dedi ki: "Ben Rıfa'a'nm yanında bulunuyordum, beni ke-in talâkla boşadı. Ondan sonra ben Abdurrahman b. Zübeyr r.a.) ile evlendim. Abdurrahman'la beraber olan (onun cinsel organı) elbisenin püskülü gibidir." Bunun üzerine Peygamber s.a.v.) Efendimiz ona: "Sen tekrar RıfaVya mı dönmeyi arzulu-orsun? Hayır, sen Abdurrahman'ın balcağızmdan, o da senin »alcağızmdan tatmadıkça Rıfa'a'ya dönemezsin" buyurdu. [122]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: Pey­gamber (s.a.v.) Efendimizden, adam kendi karısını üç talâkla boşuyor. Başka biri bu kadınla evleniyor da (kadını evine alıp :kapıyı kilitliyor, perdeyi sarkıtıveriyor ve sonra o kadını cinsel temasta bulunmadan boşuyor. Bu durumda o kadın birinci ko­casına helâl olur mu (yani yeniden birinci kocasıyla evlenebilir mi?) meselesi soruluyor. Efendimiz de: "Hayır, ikinci kocası onun balcağızmdan tatmadıkça evlenemez" diye cevap veriyor. [123]

Yine Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz: "Useyle (balçağız) cima (cinsel temas)tır" buyurmuştur. [124]

Nesâî'nin rivayetinde ise hadîsin son cümlesi şu lafızlarla ifade edilmiştir: "İkincisi onunla cinsel temasta bulunmadıkça o birinci ko­casına helâl olmaz." [125]

 

Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre, talâk-i ric'î, nikâh mülkünün devamını orta­dan kaldırmaz. Yani nikâh mülkü, bağı devam eder. Bu durumda ko­canın karısından istifade edebilmesi için iddet içinde ona ric'at etmesi gerekir. Bu ric'at sözlü olabileceği gibi fiilî de olabilir. Böylece iddet içinde dönülünce ne kadının iznine gerek kalır, ne de tecdid-i nikâha lüzum kalır.

Ric'î talâkla adamın üç talâk hakkı noksanlaşır, karısına dönmesiyle bu noksanlık kapanmış olmaz.

b) Şâfiîlere göre de ric'î talâkla kadın tamamıyla boşanmış ve haram olmuş sayılmaz. Adamın iddet içinde karısına sözlü olarak dönmesi gerekir. Aksi halde ondan yararlanamaz ve onunla cinsel te­masta bulunamaz.

Böylece bu mezhebe göre, adamın fiilî ric'at yapması yeterli değildir. [126] Adamın karısına: "Sana döndüm, sana dönüş yaptım" demesi yeterlidir. "Seninle evleniyorum, nikâhı sürdürüyorum" demesi bir bakıma kinayedir.

Adam karısına dönerken şahit tutması gerekli değildir.

Sözlü dönüş yaptığını bildirmeden karısıyla cinsel temasta bulu­nur ve sonra sözlü dönüş yaptığım ifade etmezse, mehr-i misi vermesi gerekir. [127]

c) Hanbelîlere göre» hür adam karısını üçten aşağı talâkla boşarsa, iddeti sona ermeden karısına ric'at edebilir. Bu dönüş sözlü olabileceği gibi, mücerred cinsel temasta bulunmakla da gerçekleşir.

Kadın hamile bulunuyorsa, hamlini vaz'etmeden önce kocasından ona ric'at etmesi gerekir. Aksi halde doğumdan sonra iddet sona ermiş sayılır ve bu durumda hem kadının iznini alması, hem de tecdid-i nikâh .yaptırması söz konusu olur. Ama kadın ikiz doğuracaksa birinci çocuğu jdoğurduktan sonra ikincisinin doğumunu beklemeden adamın karısına ric'at etmesi gerekir. [128]

d) Mâlikîlere göre, ric'at, iddet sona ermeden adamın tecdid-i ni­kah yapmaksızın karısına dönmeye niyet etmesidir. Niyet etmedikçe karısı kendisine helâl olmaz. îddet sona erdikten sonra hem kadının rızası, hem de tecdid-i nikâh söz konusu olur. [129]

Böylece ric'i talâk ve onun tamamlayıcı yanı olan kocanın iddet isona ermeden karısına dönme hususu hakkında mezhepler arasında çok az fark vardır. O da daha çok fiilî ve sözlü dünüşle ilgilidir.

Üç talâkla kocasından ayrılan, yani tamamiyle boş düşen bir kadın, iddeti sona ermeden başka bir erkekle evlenemez. iddet, ayhali görenlerin üç ayhali, üç temizlenme dönemidir. Ayhalinden tamamen kesilip artık yaşı itibariyle ayhali olmayan veya bir hastalık sebebiyle artık ayhali görmeyen kadının iddeti üç aydır. Gebe olan kadının iddeti, doğum yapmasına kadardır. Doğum yapmasıyla birlikte iddeti sona erer. Kocası ölen kadının iddeti ise dört ay on gündür.

Üç talâkla kadın tamamen boşandıktan sonra artık bir daha bu ilk kocasıyla evlenemez, ona tamamen haram olur. Ancak kadın tes­adüfen bir başka erkekle evlendikten ve cinsel temas olayı gerçekleştikten sonra bu ikinci kocası ya onu boşar, ya da vefat ederse, artık kadının birinci kocasıyla evlenmesinde bir engel kalmaz.

Mezhep ima'mlarıyla ilim adamları bu konuda görüş birliği halin­dedirler. O bakımdan mezheplerin ayrı ayrı görüş ve istidlallerini nak­letmeye gerek görmedik. Yeter ki ikinci kocasıyla yapılan nikâh akdi sahîh olsun. [130]

Ancak Hanefîlere göre, kadın ikinci kocayla evlenirken, boşanıp birinci kocasıyla evleneceğini şart koşmam alı dır. Aksi halde hülle olayı meydana gelir ve bu haram bir izdivaç olur. Aynı zamanda o kadınla ev­lenecek olan ikinci adam da kadına: "Seninle evleniyoruz, ama bu mu­vakkat bir nikâhtır. Seninle cinsel temasta bulunduktan sonra seni boşayacağım ve sen tekrar birinci kocanla evleneceksin" şeklinde bir şart ileri sürerse, bu da hülle kapsamına girer ve haramdır.

Kadın sadece niyet olarak böyle düşünür, sözlü bir şart ileri sürmez ve evlenirse, bu Hanefîlerden İmam Ebû Hanîfe ile imam Züfer'e göre caiz olur. Ebû Yusuf a göre kadın böyle bir niyetle ikinci kocasıyla evlenirse, nikâh fasit olur. [131]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

391 no'lu îbn Abbas hadîsinin isnadında Ali b. Hüseyn b. Vâkıd bulunuyor ki bu zat hakkında çok şeyler söylenmiştir. Bazısına göre sa-dukdur. Ebû Hâtim'e göre zayıftır. Nesâî ve başkasına göre ondan na­kilde ve rivayetinde bir sakınca yoktur. [132]

Saduk olduğunu dikkate alanlar, onun hadîsleriyle istidlal sahih­tir demişlerdir. Zaten manâ ve taşıdığı hüküm bakımından sahîh hadîslerle desteklenmiştir.

Böylece hadîs üç fıkhî hüküm ihtiva etmektedir:

a) Kocasından üç talâkla boşanan kadın, ikinci bir kocayla evlene­bilmek için üç ayhali veya üç ayhalinden temizlenme dönemi geçirmesi gerekir. Hamile ise, bu süre hamlini vaz'etmesiyle sona erer.

b) Adam karısını bir veya iki ric'î talâkla boşarsa, iddet içinde ona dönebilir ve dönme onun hakkıdır. Bir veya iki bâin talâkla boşarsa, id-detin bitmesini bekler ve sonra karısının rızasını alarak tecdid-i nikah yaptırır, Öylece birleşirler.

c) Kadını üç talâkla boşadığı takdirde artık nikah tamam--n hükümsüz kalır. Kadın kocasına haram olur ve ikinci bir kocad.m geçmeden tekrar evlenmelerine cevaz yoktur.

392 no'lu Hz. Aişe hadîsi merfu'dur. Kuteybe tarikiyle Ya'lu k Şebîb'den o da Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. İkinci bir tarikle mevkuf olarak belirlenmiştir ki, bu rivayette Hz. Aişe'den söz edilmemiştir.

İmam Tirmizî ise bu ikinci rivayetin Ya'la b. Şebîb hadîsinden daha sahîh olduğunu belirtmiştir.

Ric'î talâkla karısını boşadıktan sonra ona dönmeye niyet edip yaklaşan adamın bu dönüşü ve ondan yararlanması ric'at kabul edilir. Kadın onun dönmesini reddedemez. Etse bile kocası onun bu tutumuna itibar etmez. Nitekim Evzaî ve İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanîfe'ye gö­re, mücerred ric'at edip onunla cinsel temasta bulunması yeter sayılır. İmam Mâlik ile Evzaî burada niyet etmesini şart koşarken, İmam Ebû Hanîfe şart koşmamıştır. Hatta Evzaî'ye göre, karısına dönüşe niyet edip ona şehvetle dokunması bile ric'at sayılır. İmam Şafiî ise ric'at an­cak sözlü olur diyerek farklı bir görüş ve yorum ortaya koymuştur. Bi­rincilerin görüşü daha sahihtir. Zira adamın ric'ati ihtiyarî bir anlam taşımaktadır. İhtiyarî müracaat hem sözlü, hem de fiilî olabilir.

393 no'hı İmran hadîsini aynı zamanda Beyhakî tahrîe etmiş ve şu /ı fazla olarak belirlemiştir:  "Ric'at ettiğine dair şahit tut ve

Ulah'tan mağfiret dile." Bulûğu 1-Meram'da bu hadîsin senedinin sahîh ılduğu belirtilmiştir. Aynı zamanda Taberânî'nin de bunu rivayet ettiği )ildirilmektedir. [133]

İmran hadîsi mevkuftur. İcma1 ise ric'ate şahit tutmanın vacip ol­madığına kaildir. Zira bu gibi önemli bir konuda bir sahabeden mevku-fen rivayet edilen bir hadîs sahîh bile olsa hüccet olarak alınmaz. Hatta boşama konusunda da şahit tutmak bil-icma1 vacip değil sadece müstehabdır.

394 dipnotlu Hz. Aişe hadîsi sahîh olup istidlal ve ihticaca salihtir. Böylece kocasından üç talâk ile tamamen boşanan bir kadın ikinci ko­cayla evlendikten sonra birinci kocasına dönebilmesi, yani onunla ye­niden evlenebilmesi birtakım şartlara bağlanmıştır. Onlardan biri de kadmm ikinci kocasıyla cinsel temasta bulunmasıdır. Aksi halde ikinci kocası onu boşasa bile birinci kocasıyla evlenemez.

Hadîste "balçağız" tabirinin kullanılması, cinsel temasta erkeğin tenasül aletinin haşefesinin bile olsa üreme organında kaybolmasının yeterli olacağına veya az da olsa meninin fercin içine akmasının kâfi olacağına işarettir. Hasan Basrî de bu ikinci şıkka kail olmuştur. [134]

Cumhura göre ise, "usayle", yani "balçağız" dan maksat zevk al­maktır, bu da ancak cinsel temasla gerçekleşir. Bu konuda hadîste be­lirtilen hükme muhalefet eden olmamıştır. Ancak Said b. Müseyyeb fa­rklı bir görüş beyan etmiştir ki, kuvvetli bir ihtimalle ona hu hadîs ulaşmamıştır. [135]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kadın üç talakla boşandıktan sonra ikinci bir adamla evlenebil­mesi için üç kuru' (yani üç ayhali veya üç ayhalinden temizlenme dönemi) beklemesi gerekir.

2-  Hâmile olan kadının iddeti, hamlini vaz'etmesiyle sona erer, yani doğum yapmasıyla iddeti son bulur ve ondan sonra evlenebilir.

3- Adam bir veya iki talâkla karısını boşadığı takdirde, bu boşama şekli ric'î ise iddet içinde karısına dönebilir ve bunun içinde karısının rızası, sonra da tecdid-i nikah gerekmez. Talâk-ı hâin ile boşamışsa, id-detinin bitiminde ya tamamen boşar ya da kadının rızası alınarak tec­did-i nikâh yaparak birleşirler.

4-  Bain talâkla noksanlaşan nikah sayısı tecdid-i nikahla tamamlanır, Ric'î talâkla boşayan kimsenin talâk sayısı noksan kalır, tamamlanmaz.

5- Karısını üç talâkla boşayan kimse artık bir daha onunla evlene­mez. Ancak kadın ikinci bir kocayla evlendikten sonra boşanır veya bu ikinci kocası ölürse, birinci kocasıyla isterse evlenebilir,

6-  İkinci kocayla evlenmesi, birinci kocayla evlenme niyeti taşımamalıdır. Özellikle böyle bir şartla yapılan nikâh akdi fasit sayılır. Buna hülle denir ki, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz hülle yapana ve yaptırana lanet etmiştir. Bu da tahrimi gerektiren bir anlatım tarzıdır.

7-  İslâm gelince cahiliye devrindeki câri olan ric'î talâk usulünü değiştirip onu âdil bir ölçüye sokmuştur.

8-  Gerek boşama olayında, gerekse ric'î talâktan dolayı ric'at olayında şahid tutmak vacip değildir, bunun müstehab olduğunu söyleyenler olmuştur.

9- İkinci kocayla nikahlanan kadının birinci kocasıyla yeniden ev­lenebilmesi için üç şart söz konusudur: Birincisi, birinci kocayla evlen­me niyet ve şartını taşımamasıdır. İkincisi, ikinci kocasının onu boşaması veya ölmesidir. Üçüncüsü ikinci kocasıyla mutlaka cinsel te­masta bulunmasıdır.

10- İkinci kocasıyla yapacağı cinsel temasta penisin baş kısmının olsun ferce girip lezzet duyması yeterli sayılmıştır. Diğer ilim adam­larına göre meninin de akması söz konusudur.

11-  Ric'î talâkla karısını boşayan kimsenin talâkı noksan kala­cağından, birleştikten sonra adamın çok dikkatli olması ve bir daha boşama sözünü ağzına almaması tavsiye olunur. Aksi halde karısını ta­mamen boşamış olur ve bir daha birleşemezler.

12- Kadın ve erkek mecbur kalmadıkça boşanmaya karar verme­melidirler. Zira Allah yanında helâlin en çok sevilmeyeni boşamaktır. Hem Cenâb-ı Hak cinsel konuda zevkine aşırı düşkün olan erkek ve kadınları da sevmez.

13- Boşama ve boşanma bir aile için nihaî (en son) çare olmalıdır. Zira ıslah mutlaka hayırlıdır.

14- Ciddi ve meşru bir sebep yokken boşanmasını talep eden bir kadının cennet kokusu alamayacağı sahîh hadislerle sabit olmuştur.

15- Kan-koca küçük meseleleri ve basit olayları ciddiye alıp bir sürtüşme ve tartışmaya girmemelidirler. Hoşgörülü olmak sünnettir. Ancak ortada açık bir hayasızlık varsa, kadın artık ipi koparıp kimseyi dinlemiyorsa veya kocası başka kadınların peşine takılıyor evini ve eşini ihmal ediyorsa, o takdirde boşanmakta bir sakınca yoktur. Aynı zamanda had safhadaki geçimsizlik, uyuşmazlık ve bunun neticesi ola­rak Allah'a karşı günahkâr ve âsi olmak söz konusu ise yine boşanmaya cevaz verilir. [136]

 

İla

 

Îlâ, sözlük olarak, ister karısına cinsel maksatla yaklaşmayacağı, ister başka bir husus hakkında mutlak yemin anlanıma gelir.

Cahiliye devrinde ilâ, kadınla cinsel teması terk etmeye dair yemin edip onu ebediyen kendine haram kılmak şeklinde bir terim olarak kul­lanılırdı.

İslâm şeriâtinde ise, özel olarak kocanın karısına dört ay veya daha fazla bir süre cinsel temas maksadıyla yaklaşmayacağına dair ye­min etmesidir. Dört aydan az bir süre yaklaşmayacağına yemin eden adam artık nıuliy sayılmaz.

İlâ Allah adına yemin edilmekle gerçekleştiği gibi O'nun sıfatlarından bir sıfatla veya köle azad etmek, hacca gitmek gibi bir ibâdeti kendine adamakla da gerçekleşir.

ilâda bulunan adam dört ay sona ermeden karısına dönebilir ve bundan dolayı keffaret Öder. Bu süre içinde dönmez de dört ay sona ererse kadın bir talâk-ı bâin ile boşanmış sayılır. Aynı zamanda süre sona erdikten sonra kadın hâkime başvurup kocasından ayrılmayı talep edebilir. Hâkim uygun gördüğü takdirde onları ayırır ve bu bir ric'î talâk olarak belirlenir.

Böylece İslam, kadına cinsel temas maksadıyla yaklaşmayacağına dair yapılan yeminin bozulmasında bir sakınca olmadığını, ancak bun­dan dolayı keffaret ödenmesinin gereğini birtakım kurallara bağlamış ve kadına yapılan bu haksızca muameleye son vermiştir. Zira adam hem karısına ebediyyen yaklaşmayacak, hem de onu zevce olarak eli altında tutacak. Bu her yanıyla ve yönüyle kadına yapılan zalimce haksızlıklardan biri idi ki cahiliyye devrinde uygulanırdı,

İslâm, yapılan yemini süre bitmeden bozmayı tavsiye ederken fa­kir ve muhtaçları koruyup maddeten desteklemeyi ve bu yolla da sosyal adaleti sağlamayı amaçlamış ve bundan dolayı keffaret ödenmesini ge­rekli kılmıştır. [137]

 

İlgili Hadisler, Rivayetler

 

Şa'bî'den, o da Mesruk'dan, o da Hz. Aişe (r.a.) dan yaptığı rivayette, Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz eşlerine karşı ilâda bulunarak (onlarla cinsel temasta bulun­mayı kendine) haram kıldı. Sonra da bu haramı helâl kılıp

yaptığı yemininden dolayı keffaret ödedi." [138]

îbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayette adı geçen şöyle demiştir: "Dört  ay   geçince   adam  boşasın   diye  beklenir  ve o boşamadıkca talâk vaki olmaz." Bu rivayeti Buharı tahrîc edip şu bil­giyi vermiştir: "Bu görüş Hz. Osman'dan, Hz. Ali'den, Ebû Derdadan, Hz. Aişe'den ve Peygamberin (s.a.v.) oniki ashabından rivayet olun­muştur." [139]

Hz Ömer (r.a.) den yapılan rivayette ise adı geçen ilâ konusunda şöyle demiştir^Dort ay geçince mulî (ilâda bulunan adam) durup düşünür: Ya, karısına döner, veya onu boşar." [140]

Süleyman b. Ebî Yesar'dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in ashabından on kişiden fazla zata yetiştim ki hepsi de mulînin dört ayın bitiminde durup düşünmesini belirtiyorlardı." [141]

Süheyl b. Ebî Salih'den, o da babasından rivayet etmiştir. Babası şu bilgiyi vermiştir: 'Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ash­abından oniki kişiye ilâda bulunan adam hakkında sordum. Hepsi de şu cevabı verdi: "Dört ay geçmeden ona bir şey gerek­mez. Dört ayın sonunda ise durup düşünür: Ya karısına döner veya onu boşar." [142]

 

Müctehidlerin İstidlal ve Îhticacları

 

a) Hanefîlere göre ilâ, şeriatte, adamın kendini nikâhlı karışma cinsel temasta bulunmaktan dört ay veya daha fazla bir süre yemin edip alıkoyması veya meşakkati gerektiren talâk, itâk veya bîr iba­dette bulunmayı bu sebeple adamasıdır. O bakımdan meşakkat ge­tirmeyen bir şey adayarak ilâ yapmak muteber değildir.

îlâ'nm hürler için süresi dört ay, cariyeler için iki aydır. İlâ'da bulunup dört ay süre belirleyen kimse bu sürenin sonuna kadar yeminini koruyup bozmazsa karısı bir talâk-ı bâin ile boş düşer. Sonra da karısının rızasını almak suretiyle tecdid-i nikâh gerekir.

Süre bitmeden karısına rücu' etmek suretiyle yeminini veya adağım bozarsa keffaret gerekir. Farz olan hac ile adarsa bu geçerli ol­maz. Ama bir köle azâd edeceğini adarsa geçerli olur. Haccın geçerli ol­mamasının sebebi, bu ibâdet zaten hali-vakti yerinde olan mü'mine fa­rzdır. Şayet farz olan haccı eda etmişse, o taktirde hacca gitmeyi adaması geçerli olur. Bunun gibi ramazan orucunun dışında bir orucu ve zekât dışındaki bir sadakayı adarsa bu da geçerli sayılır.

Dört ay geçtiği halde cinsel temasta bulunmazsa, kadın bir talâk-ı bâin ile boşanmış olur. Bu durumda hâkimin karı-kocayı birbirinden ayırmasına ihtiyaç yoktur. Diğer üç mezhebe göre, buna ihtiyaç vardır.

Birinci dört ay sonunda kadın bir talâk-ı bâin ile boş olur. Buna rağmen adam yine de cinsel temasta bulunmaz ve aradan ikinci dört ay geçerse, ilâ devam eder ve kadın ikinci defa talâk-ı bâin ile boş düşer. Ancak birinci dört geçtikten sonra adamın tecdid-i nikah yapması ilânın devamını gerektirir. Aynı zamanda ikinci talâktan sonra da tec­did-i nikah da ilâ'nın devamını sağlar. İkinci nikâhtan sonra adam yine bir dört ay daha eşiyle cinsel temasta bulunmazsa, üçüncü defa talâk-ı bâin ile boş düşmüş olur, artık birleşmeleri caiz değildir. Ancak ikinci bir kocadan boşandığı veya bu ikinci kocası Öldüğü takdirde birinci ko­casıyla evlenebilir. [143]

Ama dört aylık süre dolmadan karısına dönüp cinsel temasta bu­lunursa, ilâ sona erer, adam bundan dolayı yeminini bozduğu için keffa­ret öder, adadığı ibâdet veya başka bir şeyi de yerine getirmesi gerekir. b) Şâfiilere göre, ilâ ancak şu üç şeyden biriyle gerçekleşir:

1- Allah adıyla veya O'nun sıfatlarından bir sıfatla yemin etmek,

2- Talâk veya itik ya da benzerini cinsel temasa ta'lik etmek,

3- Nezirden iltizamı sahih olanını iltizam etmek.

Birinci hususun hükmü, ilâda bulunan adam karısıyla cinsel te­masta bulunmayacağına dair Allah ile veya O'nun sıfatlarından bir sıfat ile yemin ettiği takdirde süre sona ermeden karısıyla cinsel temas­ta bulunmak suretiyle yeminini bozarsa keffaret gerekir ve ilâ sakıt olur.

İkinci hususun hükmü, talâkı veya itki cinsel temas üzere talik eder, şöyle ki: "Seninle cinsel temasta bulunursam sen boş ol veya se­ninle cinsel temasta bulunursam falan kölen hür olur" der, sonra ds karısıyla cinsel temasta bulunursa talâk vaki olur. Köle azad etmeyi söylemişse, o azat olur.

Üçüncü hususun hükmüne gelince, adam isterse iltizam edip adadığı şeyi yerine getirmek ile yemin keffareti Ödemek arasında mu­hayyerdir, hangisini dilerse onu yerine getirir.

Meselâ adam karışma: "Eğer seninle cinsel temasta bulunursam Allah için haccetmek veya sadaka vermek veya namaz kılıp oruç tut­mak ya da köle azad etmek benim üzerime gerekli olsun" der ve sonra da cinsel temasta bulunursa, isterse adadığı ibâdetleri yerine getirir, is­terse yemin keffareti öder.

Bir de adam cinsel temasta bulunmayacağına dair ya yemin eder, ya da bir ibâdeti yerine getirmek üzere adar ve dört ay geçtiği halde cinsel temasta bulunmazsa, kadın durumu hâkime intikal ettirir. - Hâkim adama karısına dönüp temasta bulunmasını emreder. Buna rağmen adam dönmez, cinsel temasta bulunmazsa hâkim boşama kar­arı verir. Bu boşama bir talâk-ı ric'î olur. Böylece iddet sona ermeden adam karısına dönebilir. Ama kadın gayr-i medhulin biha ise talâk hâin

olarak gerçekleşir.

Adam hakimin emrine uyar da cinsel temasta bulunursa, artık ilâ hükmü kalkar ve gereken keffaret veya adağı yerine getirir. [144]

c) Hanbelilere göre, ilânın dört şartı vardır:

1- Cinsel temasta bulunmayacağına dair Allah adına veya O'nui, sıfatlarından bir sıfat ile yemin etmesi,

2- Karısıyla cinsel temasta bulunmamak üzere dört  aydan fazla bir süre belirlemesi,

3- Cinsel temasta dört ay içinde bulunması ve bulunmaması ihti­malinin eşit olması.

4- Dört ay süre içinde mevcut olacağını bildiği bir şeye talîk etmiş olması.

5- Kendisinin veya başkasının kudretinin yeteceği bir fiile talik et­mesi.

Süre bitmeden eşine dönüp cinsel temasta bulunursa yemin keffa­reti öder veya adadığı ne ise onu yerine getirir. Adadığı şey mevcut olmazsa, o takdirde keffaret ödemekle onu telafi eder.

Dört ay geçtiği halde cinsel temasta bulunmaz, bu yüzden kadın [urumu hâkime intikal ettirirse, hâkim ona, karısına dönüp temasta bulunmasını emreder. Emre uymadığı takdirde hâkim ona karısını îoşamasmı emreder. Zira sürenin geçmesiyle kadın boşanmış olmaz. [145]

d) Mâlikilere göre, adam karısına cinsel temasta bulunmaya­cağına dair yemin eder de dört ay süre sona ermeden cinsel müna-kebette bulunursa, ilâ hükmü çözülür (kalkar) ve adama yemin etmişse keffaret gerekir. Boşamaya talikte bulunmuşsa karısı boş olur; bir köle azat etmeye talikte bulunmuşsa kölesi azad olur. Birinci dört aydan bir gün geçtiği halde cinsel temasta bulunmazsa, artık kadının hâkime başvurması için hiçbir engel yoktur ve bu ona tanınan bir haktır. Bu durumda hâkim onun kocasını çağırtıp karısına dönmesini ve temasta bulunmasını emreder. O bu emre uyarak karısıyla cinsel temasta bulu­nursa ilâ hükmü kalkar ve adam da yeminini bozmuş olur. Aksine bir tutum içine girerse hâkim onun karısını bir ric'î talâkla boşar. Diğer bir rivayete göre hâkim onun bir talâkla boşamasını sağlar ve o da boşaymca hâkim tescilde bulunur. Adamın bulunduğu yerde hâkim yoksa, kadın müslüman cemaate başvurup olaya el koymalarını talep eder. [146]

Böylece İmam Mâlik'e göre, adam sadece dört aylık bir süre belir­le erek karısına cinsel temasta bulunmayacağına dair yemin ederse ilâ yapmış sayılmaz. Dört aydan fazla bir süre -isterse bir gün olsun- belir-lei'-t1 o takdirde ilâda bulunmuş olur.

Yine bu imama göre, adam cinsel temasta bulunmasını hac veya umre veya oruç veya köle azad etme veya talâka talik ederse, ilâda bu­lunmuş kabul edilir. [147]

İlâ konusunda mezhebler arasında bazı hususlarda küçük farklar bulunmaktadır. Ama hepsi de İslâm hukukunda böyle bir hükmün bu­lunduğunu ittifakla kabul etmekte ve ana çizgilerinde birleş­mektedirler. [148]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  İlâ, sünnet ile sabit olan bir hukukî terimdir. Karısıyla cinsel münasebette bulunmayacağına dair, ya dört ay veya daha fazla bir süre belirleyerek yemin etmeye "ilâ" denir.

2- Bu konuda da yemin ancak Allah ile veya O'nun sıfatlarından bir sıfat ile yapılabilir.

3-  Ayrıca ilâ hususunda talâk, itik, namaz, oruç, hac ve sadaka gibi hususlarda taîikde bulunarak arzulanan şey gerçekleşebilir.

4- Ancak bu ve benzeri ibâdetlere talikte bulunulurken adama farz olan bir ibâdete talikte bulunması ilâyı gerçekleştirmez.

5- Talikte bulunulan ibâdetlerden de az bir şey değil, külfetli ve meşakkatli bir nisbeti dikkate alıp ona göre adamak gerekir.

6- İlânın hür kadınlar için süresi dört, cariyeler için iki aydır. Bu süre taban olarak belirlenir. Süreyi daha uzun tutması da mümkündür,

7- Dört aylık süre sona ermeden adam karısına cinsel yaklaşmada bulunursa ilâ hükmü kalkar ve yeminim bozduğundan dolayı keffaret vermesi gerekir.

8- Bu keffaret varsa bir köle azâd edilerek yerine getirilir. Yoksa üç gün oruç tutulur veya on fakir sabahlı akşamlı doyurulur.

9- Dört aylık süre sona erdiği halde adam karısıyla cinsel temasta bulunmazsa bir talâk-ı bâin vaki olur. (Bu Hanefîlere göredir).

10- Talâk-ı bâin vaki olunca, adam  karısının iznini almak sure­tiyle tecdid-i nikâh yaptırır.

11-  Diğer üç mezhebe göre, dört ay sona erdikten sonra kadın hâkime başvurma hakkına sahiptir. Hâkim, adama karısına dönmesini ve temasta bulunmasını emreder. Dinlemediği takdirde hâkim kadını ondan boşar.

12- Adam birinci dört ay sona erince cinsel temasta bulunmaz ve ikinci dört, üçüncü dört ayın sonunda da bu tutumunu sürdürürse karısı tamamen boş düşmüş olur. Artık bu durumda o kadın bu adama haram olur.

13-  İlâ sebebiyle bir şeyi adayan kimse, süre bitmeden karısına dönüp cinsel temasta bulunursa, adadığı şeyi yerine getirmekle yemin keffareti ödeme arasında serbesttir, hangisini dilerse onu yapar ve öylece ilâ sona erer. (Bu Şâfiilere göredir).

14- Mâlikilere göre kadın ancak dört ay bir gün geçtikten sonra hâkime başvurabilir. Daha önce başvurması sahîh olmaz.

15- Adamın bulunduğu yerde hâkim yoksa, müslüman cemaatine başvurulur.

16-  Hanefîlere göre,   sürenin bitmesi halinde kadın   bir talâk-ı bâin ile boş düşeceğinden hâkime başvurmasına ihtiyaç yoktur.

17- Yine Mâlikilere göre, sadece dört ay veya daha az bir süre be­lirleyerek ilâ yapanın ilâsı geçerli sayılmaz.

18- Yeri ve zamanı gelip şartlar zorladığı takdirde ilâ yapmak bir bakıma müstehab sayılır. Ama her şeye rağmen bu yola başvurul­maması her zaman şayan-ı tavsiyedir. [149]

 

Zıhar ve Taşıdığı Hüküm

 

Zıhar sözlükte sırt mânasına delâlet eden "zahr" kökünden 1 türetilen bir kelimedir. Sonraları bu kelime daha çok adamın karısına "sen bana anamın sırtı gibisin" demesine delâlet eden bir terim haline gelmiştir. Cahiliyye devrinde kullanıldığı gibi İslâm'da da Aile Hukuku bölümünde kullamlagelmiştir. Ancak İslâmiyet zıhar hükmünü meşru çevçeve içine, alıp bu hususta da hem aileyi, hem de kadının vakar ve şahsiyetini korumuştur.

"Anamın sırtı gibisin"den maksat, cinsel temasta adam her ne ka­dar karısının göbeği üzerine uzanır, bir bakıma o cihetle bir biniş ya­parsa, da, zıhar kavramıyla buna sırt denilerek bir benzerlik sağlan­mıştır. Diğer canlıların sırtına binildiği halde cinsel temasta kadının sırtına değil göbeğine binilir.

Böylece bir teşbih (benzetme) söz konusudur.

Cahiliyye devrinde adam karısına "sen bana anamın sırtı gibisin" dediği takdirde o kadın ona müebbeden haram olurdu. Böylece kadın birçok haklarını ve bununla birlikte şahsiyetini kaybeder, perişan olur­du. İslâm gelince, cahiliye devrinin kötü âdetlerini vahiy yoluyla kal­dırıp kökünü kazırken güzel olup ahlâka mugayir olmayan ve halk tarafından güzel olduğu için benimsenen âdetlere dokunmadı. Islâh edilecekleri islâh edip verimli, faydalı bir düzeye getirdi. Zihar ıslaha muhtaç bir âdetti. O bakımdan İslâmiyet onu uhrevî ve dünyevî hükümlere bağladı, birtakım müeyyideler koydu. Uhrevi hükmü, yani müeyyidesi, bu yola başvurmanın günah olduğunu belirtti. Dünyevî hüküm ve müeyyidesi ise, keffaret vermedikçe adamın karısına cinsel açıdan yaklaşması yasaklanıp haram kılınmasıdır.

Zıhar hükmünün teşriine gelince buna şu olay sebep olmuştur:

"Evs b. Sâmit'in karısı Havle binti Salebe (r.a.) namaz kılıyordu. Kocası da onu namazda görünce bekledi ve kadıncağız selâm verince, Evs onunla cinsel temasta bulunmak istedi. Kadın istemedi. Bunun üzerine Evs fazlasıyla öfkelendi ve ziharda bulundu. Böylece karısını kendisine ebediyen haram kıldı. Bunun üzerine fazlasıyla üzülen Havle kalkıp Resûlüllah'a (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: "Şüphesiz ben genç ve çekici bulunduğum bir zamanda ve yaşta benimle evlendi. Ne vakit ki yaşını ilerledi ve karnım (çocukları) dışarı attı, yani çocuklarım çoğaldı, bu defa kalkıp beni anasına benzetti." Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz onu dinledikten sonra şöyle buyurdu: "Senin durumunla ilgili yanımda bir hüküm bulunmuyor. Çünkü Cehab-ı Hak insanların üzerinde durduğu zıharı ibtal eder anlamda bana bir vahiy indirmedi." Kadın bundan elem duydu ve halini Cenâb-ı Hakk'a şikâyet edip Resûlüllah'a (s.a.v.) şunu söyledi: "Ya Resûlallah! Doğrusu benim küçük çocuklarım bulunuyor. Onları kocama bırakacak olursam zayi olup giderler. Kendi yanımda tutarsam aç kalırlar." Resûlüllah (s.a.v.) da ilk söylediği sözü tekrar söyledi ve her ne kadar kadın bu çıkmazdan kurtulmak için söz söylediyse Peygamberimiz (s.a.v.) de aynı cevabı tekrarladı. Kadın her defasında aynı cevabı alınca şöyle diyordu: "Ben fakirlik, yalnızlık ve perişanlığımı Allah'a şikayet ediyorum!" Bunun üzerine Allah'ın şu emri indi:

"Kocası hakkında sana başvurup tartışan ve (hâlini) Allah'a arzederek şikâyette bulunan kadının sözünü Allah duydu. Allah karşılıklı konuşmanızı da duymaktaydı. Şüphesiz ki Allah işiten ve görendir.

Sizden kadınlarını (eşlerini annelerinin sırtına benzete­rek) zıhar yapanlar (bilsinler ki) karıları onların anaları değildir. Anaları ancak onları doğuranlardır. Şüphesiz ki sözün çirkinini ve uydurmasını söylüyorlar. Allah elbette çok affeden, çok bağışlayandır.

Karılarını (öz analarına benzetip) ziharda bulunduktan sonra sözlerinden dönenler, eşleriyle cinsel yaklaşmada bulun­madan önce bir köle azâd etmeleri gerekir. Bununla size Öğüt verilir. Allah yaptıklarınızdan haberlidir.

Kim azâd edecek köle bulamazsa, yine eşiyle cinsel yak­laşımdan önce iki ay ardarda oruç tutsun. Kimin de buna gücü yetmezse, altmış yoksulu (fakir ve muhtacı) doyursun. Bu keffa-retler Allah ve Peygamberine inanmanızla ilgilidir ve bunlar Allah'ın koyduğu (dinî) sınırlardır. İnkarcılar için elem verici bir azap vardır." [150]

 

İlgili Hadisler

 

Seleme b. Sahr (r.a.) den yapılan rivayete göre şöyle haber verdiği tesbit edilmiştir: "Ben öyle bir kişiydim ki, kadınlarla cinsel temas­ta başkasına verilmeyen kudret bana verilmiştir. Ramazan gi­rince, ramazan çıkıncaya kadar karımla cinsel temasta bulun­mamaya yemin ettim. Bu husustaki endişem ise, gecemde cinsel temasa başlarım da gündüz oluncaya kadar bunu peşpeşe sür­dürüp kendimi o halden çekip alamayacağım ihtimali idi. Sonra ramazan gecesinde karım bana hizmet ederken onun bedenin­den bir kısmı benden yana açılmış oldu. (Kendimi tutamadım) ve kalkıp karımın üzerine atıldım. Sabah olunca kalkıp kav­mime gittim ve olup bitenleri onlara anlattım ve şöyle dedim: Kalkın benimle birlikte Resûlüllah'a gidelim; ben durumu O'na haber vereyim. Onlar ise: "Vallahi biz öyle yapamayız: hakkı­mızda Kur'ân (âyeti) inmesinden veya Resûlullah'ın (s.a.v.) üze­rimizde ar olup kalacak bir söz söylemesinden korkarız" dediler ve ilâve ettiler: "Ama Sen kendin git de nasıl uygun görürsen Öyle yap." Bunun üzerine çıktım, tâ ki Peygamber (s.a.v.) Efendi­mize vardım ve haberimi O'na anlattım. Resûlüllah (s.a.v.) bana "Sen öyle mi yaptın?" diye sordu. Ben de: "Evet ben Öyle yaptım" dedim. Resûlüllah (s.a.v.) bu sözü üç defa tekrarladı ve ben de aynı cevabı verdim ve devamla şöyle dedim: "İşte ben buyum.

Aziz ve Celîl olan Allah'ın hükmü ne ise onu uygula, ben o hükme sabrederim." Peygamber (s.a.v.) Efendimiz "Bir köle azâd et!" buyurdu. Ben elimle boynumun kenarına vurdum ve şöyle dedim: "Hayır, seni hak ile gönderen zata yemin ederim ki bugün için yanımda karımdan başka bir nesnem yoktur." Efen­dimiz bana: "O halde iki ay üstüste oruç tut" buyurdu. Bunun üzerine ben: 'Ta Resûlallah! Şu başıma gelen şey ancak oruç sebebiyle gelmedi mi?" dedim. Peygamber (s.a.v.): "O halde ta-saddukta bulun" buyurdu. Ben: "Seni hak ile gönderen zata and olsun ki biz bu gecemizi akşam yemeğimiz olmadığı halde aç geçirdik" dedim. Peygamber (s.a.v.) öyle ise Beni Zürayk'm zekât sahibine git de sana zekât vermelerini söyle. Öylece o zekâttan bir vesk hurmayı altmış miskine dağıt. Geriye kala-ıııyla da hem kendine, hem de çoluk çocuğuna yardımcı ol" bu­yurdu. Ben de kalkıp kavmime başvurdum ve onlara şöyle de­dim: "Sizin yanınızda darlık ve kötü bir görüş buldum. Rasulul-lah'm yanında ise genişlik ve bereket buldum. Resûlüllah bana sizin zekâtınızı emretti." Onlar da zekâtlarını bana verdiler." [151]                                                 '       .

Seleme b. Sahr (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz zıharda bulunan kimsenin keffaretten Önce karısıyla cinsel temasta bulunabileceğini belirtmiştir. [152]

Ebû Seleme'den, o da Seleme b. Sdhr (r.a.) den yaptığı rivayete göre Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz içinde onbeş sa' hurma bulunan bir zenbili ona verdi ve şöyle buyurdu: "Bunu altmış miskine yedir ve bu her miskin için bir müddür. (Müdd: İki avuç dolusu kadar bir Ölçü)." [153]

îkrime'den, o da îbn Abbas (r.a.) dan rivayet etmiştir: Bir adam eygamber'e (s.a.v.) geldi ki o, karısına ziharda bulunduktan sonra hunla cinsel temasta bulunmuştu. Şöyle dedi: "Kanma ziharda bu-ıindum ve arkasından henüz keffaret Ödemeden onunla cinsel emasta bulundum." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: Ulah sana merhamet eylesin, seni buna hamleden neydi?" diye ordu. O da: "Ay ışığında onun halhalini gördüm" diye cevap erdi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Allah'ın sana emrettiğini yerine etirinceye kadar ona yaklaşma!" buyurdu. [154]

Nesâî de aynı hadîsi mursel olarak rivayet etmiş ve son kısmını eğişik lafızla şöyle nakletmiştir: "Senin üzerine gereken (keffareti) ye-ine getirinceye kadar karından kendini uzak tut!"  

Bu iki rivayet keffaret ödemeden cinsel temasta bulunmanın ahrîmine delâlet etmektedir. Aynı zamanda keffaret ödemeden cinsel temasta bulunan kimsenin keffaret zimmetine kalır ve mutlaka yerine etirmesi gerekir hükmü de ortaya çıkıyor. Havle binti Mâlik b. Sa'lebe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, âdı geçen şöyle demiştir: "(Kocam) Evs Sâmit bana ziharda bulundu, O sebeple Resûlüllah'a (s.a.v.) geldim şikayette bulundum. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz de bu hususta bedimle biraz tartışarak şöyle diyordu: "Allah'tan kork, o senin amcan oğludur. Rasulullah (s.a.v.) bu sözünde ısrarla dururken Kur'an (ayeti) adi: "Kocası hakkında sana başvurup tartışan ve (halini) Allah'a arzedrek şikâyette bulunan kadının sözünü Allah duydu." Bunun üzerine

tesûlüllah (s.a.v.): "Kocan bir köle azâd eder" buyurdu. Kadın da:

Kocam  köle bulamaz"  dedi.  Peygamber (s.a.v.):  "O halde iki ay aralıksız ardarda oruç tutar" buyurdu. Kadın: "Ya Rasulallah! Doğrusu kocam yaşlı bir adamdır, oruç tutacak kudreti yoktur" dedi. Peygamber

s.a.v.): "O halde   altmış miskini doyurmaya baksın" buyurdu. Kadın:

Kocamın yanında tasaddukta bulunacak bir şeyi yoktur" dedi. Derken “sırada bir arak (altmış sa) dolu hurma getirildi. Kadın şöyle dedi: "Ya tesûlallah! Ben   başka bir arak (altmış sa) dolu hurma ile kocama ardıma olacağım." Peygamber (s.a.v.): "Çok güzel (bir yardımda) bulutursun! Şimdi git de o iki arak hurma ile kocandan yana altmış miskini edir ve öylece amcan oğluna dön" buyurdu. [155]

 

Müctehidlerin Görüş İstidlal ve İhticacları

 

a)  Hanefîlere göre,   zıhar: Kocanın kendi karısının şayi olan (bakılması haram kabul edilen) bir organını veya tamamına delâlet eden bir cüz'ünü aralarında ister süt emme, isterse sıhriyetten dolayı sonsuza kadar mahremiyet bulunan (evlenme engeli söz konusu olan) yakınlarından bir kadına veya onun bakılması haram olan bir organına benzetmesidir.

Adamın karısı ister hür, ister cariye, ister mükâtebe, ister kitap ehlinden olsun farketmez.

Zıhar. hükmünün gerçekleşebilmesi için bunun şartı kadının sahîh bir akidle zevce olması, adamın da keffarete ehil bulunmasıdır. O bakımdan zimmî (kitap ehlinden olan gayr-i müslim vatandaş) m, çocuğun ve delinin zıharı sahîh değildir. [156]

O halde adam karısına: "Sen bana anamın sırtı veya karnı veya uyluğu gibisin" der veyahut: "Senin başın veya bedeninin yarısı bana anamın karnı veya sırtı veya uyluğu gibidir" derse ziharda bulunmuş olur. Aynı zamanda bu benzetmeyi kızkardeşi veya halâsı veya teyzesi gibi mehariminden biriyle ifade ederse yine de zıhar da bulunmuş olur. Bu durumda artık karısıyla cinsel temasta bulunması haram olur. Kef­faret vermedikçe bu haramlık devam eder. Aynı zamanda cinsel temasa yol açan bir takım davranışlarda da bulunması haram olur. Bununla beraber keffaret ödemeden cinsel temasta bulunursa istiğfar etmekten başka bir şey gerekmez. Yani sadece günahkâr olur, haram olan bir fiilî işlemiş sayılır.

Bu durumda karısı da onun keffaret vermesi hususunda uyarıda bulunur ve hâkim de onu keffarete icbar eder.

Adam karısına "sen bana göre anam gibisin" der ve bununla karısının da anası gibi hürmete lâyık olduğuna niyet ederse, o takdirde tastık edilir. Zıhar hükmü gerekmez. Ama. "Sen bana haramsın veya sen benim yanımda anam gibisin" derse, bununla zıhar niyet etmişse zıhardır, talâk niyet etmişse talâk olur. [157]

b)  Şâfiilere göre, ziharda bulunmak mükellef olan her koca için sahihtir. İsterse adam zimmî veya iğdiş olsun farketmez.

Sarhoşun zıharı ikâ ettiği talâkı gibidir. O bakımdan sarhoşun kendi karısını boşaması sahîh ve geçerli olduğu gibi ziharda bulunması da geçerlidir. "Sen bana göre, benim yanımda anamın sırti gibisin" derse bu sarîh bir zihar olur. "Cismin, bedenin veya nefsin anamın cis­mi veya bedenî veya nefsi gibidir" sözü de sarîh zıhar kapsamına girer.

"Anamın eli veya karnı veya göğsü gibisin" derse hüküm yine böyledir; yani zıhar kabul edilir. "Anamın gözü gibisin" sözü ise, adam bununla saygı kasdetmişse zıhar sayılmaz.

Adamın karısını neseb veya reda (süt emme, emzirme) veya sıhriyet sebebiyle ebediyen nikâhı haram olan yakınlarından bir kadına benzetmesi genel anlamda zıhar kabul edilir.

Zıhardan dönen kimseye keffaret ödemek gerekir. Zıharla birlikte ölüm veya nikâh feshi veya talâk-ı bâin veya talâk-ı ric'î ile ayrılma meydana gelirse artık ne zıhardan dönüşe, ne de keffarete gerek kalır. [158]

c) Hanbelîlere göre, boşaması sahîh olan kocanın zıharda bulun­ması da sahihtir. Şâfîîlerde olduğu gibi, aklı başında olan ergen her ko­canın -ister müslim, ister kâfir, ister hür, isterse köle olsun- zıharda bu­lunması sahihtir.

Zıhar bir yemindir ve bozulduğu takdirde keffareti gerektirir.

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik'e göre zimminin zıharı sahîh değildir. Böylece Şâfıi ve Hanbelî mezhebi bu hususta Hanefî ve Mâliki mezhebinden farklı bir ictihad ortaya koymuşlardır.

Mükreh (tehdip edilip zorlanan) in zıharı sahîh değildir. İmam Şafii'nin de kavli budur. İmam Ebû Yusuf a göre sahih ve geçerlidir.

Cinsel temasa kudreti yetmiyen hir kocanın da zıharı sahihtir. İmam Mâlik ile İmam Şafii'nin kavilleri böyledir. Ebû Sevr'e göre cin­sel temasa kudreti veya imkânı olmayanın zıharı sahîh değildir.

Zıhar diğer mezheblerde olduğu gibi adamın karısını anasına veya nikâhı kendisine ebediyen haram olan hısımlarından bir kadının sırtına veya bedenine veya karnına veya başına, göğsüne benzetmesiyle sahîh olur. [159]

Zıhardan dönen, yani zıharda bulunduktan sonra karısına yak­laşıp cinsel temasta bulunan bir köle azâd etmesi gerekir.' Köle bula­madığı takdirde aralıksız iki ay üstüste oruç tutar. Buna da gücü yet­mediği takdirde altmış fakiri sabahlı akşamlı yedirip doyurur. Buna zıhar keffareti denir.

İki ay oruca bir özürden dolayı ara verildiği takdirde yeniden başlaması gerekmez, kaldığı yerden devam edip tamamlar. Özürsüz ara verildiği takdirde kaldığı yerden değil yeniden başlaması gerekir. [160]

Mubah bir sefere çıkmak suretiyle keffaret orucuna ara verilirse, sefer sona erince kalındığı yerden devam edilir. Günahı gerektiren bir seferde ara vermek ise bunun aksine bir hüküm taşır. Yani oruca yeni­den başlaması söz konusudur.

Oruca devam ederken ramazan ayı girer veya kurban bayramına tesadüf ederse oruca ara verilir. Ramazan veya nahr günüyle teşrîk günleri geçtikten sonra kalındığı yerden devam edilip tamamlanır. [161]

Kadın Zıharda Bulunabilir mi?

Kadının kocasına "sen babamın sırtı gibisin" derse bu zihar olmaz. Nitekim İmam Mâlik, İmam Şâfıi, İshak, Ebû Sevr ve rey tarafdarı müctehidlerin görüş ve ictihadları bu anlamdadır. Zührî ve Evzâî'ye göre zıhar sayılır. [162]

d) Mâlikîlere göre, diğer Tjnirheblerde olduğu gibi çocuğun, de­linin, tehdit edilip zorlananın ' \ ı> de helâl bir şeyle sarhoş olanın zıharı sahîh değildir. Ancak İm- "Cbû Yusuf a göre mükrehin zıharı sahihtir. Nitekim az yukarıda bu c eğinmiş bulunuyoruz. [163]

Sonuç olarak dört mezhebe zıhar bir talâk değildir. Sadece keffareti gerektiren bir yemin anlamındadır. O bakımdan zıharda bulu-nan kimsenin talâk sayısında bir eksilme meydana gelmez.

Anlaşıldığı üzere İslâm zıhar konusunda da fakir ve muhtaçları gözetmiş ve böylece sosyal adaletin sağlanmasına bir kapı açmıştır. Aynı zamanda kadının vakar ve saygınlığını korumuş, onu anasına ben­zeten kocaya maddî bir ceza anlamında keffareti vâcib kılmıştır. [164]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

417 no'lu Seleme hadîsini aynı zamanda Hâkim tahrîc etmiş ve İbn Huzeym ile İbn Cârud onu sahîhlemiştir. Abdülhak ise hadîsin inkıta sebebiyle muallel olduğunu belirtmiştir. Zira ona göre râvî Süleyman b. Yesar, Seleme b. Sahr V. ıtfaşmamıştır. Tirmizî de bu an­lamdaki görüşü Buharî'den nakletm -?/-\r. Ayrıca bu hadîsin isnadında ismi ihtilâf konusu olan Muhammed b  -ihak bulunuyor. [165]

Hadîsin zahiri, zıhar keffaret ide belirtilen tertibin vâcib olduğunu göstermektedir. Zira kölelik K.:.ydı altında bulunan bir insanı hürriyetine kavuşturmak İslâm'ın ön gördüğü hususlardan biridir ve sevapların en çok mutluluk veren kısmıdır.

Aynı zamanda üçüncü kademede keffaret olarak bildirilen altmış aiskîni yedirip doyurmak, bundan sayıca daha az miskine keffaret nis-j>eti olan bir vesk veya altmış sa' hurmayı vermenin caiz olmayacağı mlaşılmâktadır. Nitekim imam Şafiî ile tmam Mâlik aynı görüşte-lirler. Yani bunlara göre, belirtilen keffareti mutlaka altmış fakire lağıtmak gerekir. Aynı fakire hergün bir sa' vermek suretiyle buna kitmış gün devam ederek ödeme yeterli değildir. Zeyd b, Ali, tmam Ebû tianîfe ve arkadaşlarına göre, bir fakiri altmış gün yedirip doyurmakta yeterli olur.

Ayrıca hadîsin zahirinden her fakire bir sa' ya hurma, ya arpa ya Ha üzüm vermek gerekir. Buğdaydan ise yarım sa' verilir. Bu, imam Kini Hanîfe ile arkadaşlarının görüş ve içtihadıdır. İmam Şafiî'ye göre miskine bir müdd (iki avuç dolusu kadar bir ölçü) verilir. Vacip olan , ktar budur, tmam Şafiî'nin bu husustaki delili 87 nolu Ebû Seleme aclîsidir ki, orada onbeş sa'dan söz edilmiştir. Her sa' dört müdd ılduğuna göre altmış müdd rakamı ortaya çıkmaktadır.

İmam Mâlik'de altmış fakirin her birine bir müdd verilmesini ge­rekli görmüştür..[166]

Yine hadîsin zahirinden anlaşılan odur ki, keffaretin her üç çeşidini yerine getirmekten aciz olan adama bu hususta yardımcı olup kendisine zekât verilmesini sağlamış ve böylece zıhar keffaretini ' ödemesini lüzumlu görmüştür. Nitekim imam Şafiî ile İmam 'Ahmed de aynı görüştedirler. Diğer ilim adamlarına göre, kişi âciz kaldığı taktirde keffaret sakıt olur.

418 ho'lu Seleme hadîsini Tirmizî has eni emiş tir. Ayrıca aynı hadîsi Hâkim ve Beyhakî, Muhammed b. Abdirrahman b. Sevbân ve bir de Ebû Seleme b. Abdirrahman tarikıyla Selece b. Sahr'den rivayetle tahrîc etmişlerdir.'

Hadîsin zahirinden, zıhar keffaretinin ancak adamın karısına dönüp cinsel temasta bulunmasından sonra gerekeceği anlaşılmaktadır. Xiîokim müctehidlerin görüş ve ictihadlan da bu anlamdadır.

imam Mâlik'e göre, yemin keffaretinden on fakire birer müdd ver­ilir ki bu Peygamber'in (s.a.v.) müddüne göre takdir edilir. Zihar keffa-, reti ise altmış fakirden her birini doyuracak nisbette olmalıdır. Yine bu imama göre, buğday veya arpa yerine buğday unu veya sevik (kavut) vermek yeterli olmaz. Ama zıhar keffaretinde doyurucu mahiyette olan bir yiyecek vermek kâfi gelir.

Yiyecek yerine giyim eşyası veya başka şeyler vermek de yeterli olmaz, yani caiz görülmez. Aynı zamanda altmış müdde bedel nakit para da vermek bu imama- göre kâfi'değildir. Ebû Hanîfe ve arka­daşlarına göre kâfidir. Bunun gibi imam Mâlik'e göre otuz fakire altmış müddü dağıtmak da yeterli olmaz. Her fakire bir müdd gerekir.[167]

419 no'lu Ebû Seleme hadîsiyle diğer müctehidler istidlal ve ihticacda bulunmamışlardır.

420 no'lu İbn Abbas hadîsini aynı zamanda Hâkim tahrîc edip sahîhlemiştir. İbn Hacer'e göre, ricalinin hepsi sikadır. Ancak Ebû Hatim ile Nesâî bu rivayeti irsal ile muallel saymışlardır. îbn Hazm ise hadîsin râvileri sikadır, irsal ona zarar yermez demiştir. Hafız Bezzar buna şahit olarak Hasîf b. Atâ tankıyla İbn Abbas (r.a.) dan şu hadîsi tahrîc  etmiştir:   "Bir  adam,  Peygamber  (s.a.v.)  Efendimize   "Ya Rasûlallah! Doğrusu ben karıma ziharda bulundum. Sonra henüz keffa­ret vermeden onun açık olan bacağını ay ışığında görünce (dayana­madım) cinsel temasta bulundum?" dedi. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ona: "Keffareti ver ve artık avdet etme" (yani keffaret vermeden cinsel temasta bulunmaya dönme) buyurdu. [168]

Böylece yukarıda sözü edilen İbn Abbas hadîsinden ziharda bulu­nan adamın keffaret ödemeden cinsel temasta bulunmasının haram olduğu anlaşılıyor. Nitekim Süfyan es-Sevrî, İmam Mâlik, imam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel'in de kavilleri budur.

Böylece keffaret ödemeden cinsel temasta bulunan kimsenin üzerinden keffaret vücubu kalkmaz. Bu hareketiyle günahkâr olur. An­cak Saîd b. Cübeyr ve Ebû Yusuf bu durumda keffaretin sakıt olacağı görüşündedirler.

Hadîsin son cümlesinden şu hüküm de ortaya çıkıyor: Keffaret ödemeden önce cinsel temasta bulunan ve buna rağmen yine de keffare­ti ödemeden ikinci defa temasta bulunana iki keffaret gerekir. Cumhur ise bir keffaret gerekir diyerek birtakım görüş ve ihtimallerle amel et­meye gerek olmadığına işarette bulunmuştur.

Keffaret vermeden Önce cinsel temas haram olduğu gibi buna yol açan söz ve davranışlar da haram mıdır? îmam Sevrî bir kavle göre İmam Şafii'ye göre sadece haram olan cinsel temastır. Cumhura göre cinsel temasa yol açan söz ve davranışlar da haramdır. Cumhur âyette geçen "nün kabli en tetamssa" dan bu manâyı da çıkarmakta ve "mesîs"hı hem cima, hem de mukaddemesine delâlet ettiğine kail ol­maktadır.

Hadîsteki "avd" kelimesinin ise cimaa azmetmek mi, yoksa doğrudan cima'da bulunmak mıdır hususunda farklı yorum ve ictihadlar vardır.

421 dipnotlu Havle hadîsi hakkında Ebû Dâvud ile el-Münzerî bir görüş ortaya koymamıştır. İsnadında Muhammed b. îshak bulunuyor ki, bu zat hakkında çok farklı'tesbit ve görüşler ortaya çıkmıştır.

Havle'nin babası hakkında farklı tesbitler ortaya çıkmıştır: Ebû )âvud ile Hâkim'in Hz. Aişe (r.a.) dan yaptıkları tahrîcde, Evs b. [âmit'in karısı Cemîle'den söz edilmektedir. Evs'de bir dengesizlik zu-Lur etti ve o bakımdan ziharda bulundu denilerek ayrı bir isim veril-lektedir. Ancak bu hadîs mursel olmasından dolayı muallel ayılmıştır.

Ebû Hatim tefsirinde ise, "Havle binti Mâlik" yerine "Havle binti Üâmıt" diye kaydedilmiştir. îbn Hacer bunun vehim olduğunu belirt­miştir. Bazıları ise râcih olan tesbite göre adı geçen kadının "Havle bin­li Sâmit b. Sa'lebe" olduğudur. Taberânî ise "Havle binti .Huvaydi" peklinde rivayet etmiştir ki, bunun isnadında Ebû Hamza el-Yemanî )ulunuyor ki bu zat zayıftır. [169]. Zehebî bu isme yer vermemiştir.

Hadîste geçen "arak" Ebû Davud'a göre altmış sa'dır. İmam \hmed aynı hadîsi nakletmiş ancak "arak altmış sa'dır" cümlesinden >öz etmemiştir. O altmış fakiri doyuracak anlamda hurmadan bir vesk /erilir demiştir. Ebû Dâvud'dan yapılan başka bir rivayette ise arak'm ptuz sa alabilecek bir kab olduğunu söylemiştir.

Evs'den yapılan rivayette ise, Peygamber (s.a.v.) ona arpadan 15 Sa1 vererek onu altmış miskini yedirip doyurması istenilmiştir. Ancak bu rivayet murseldir. Yani isnadından bir sahabi düşmüştür. Çünkü râvî Atâ'nm Evs'e yetişmediği bilinmektedir. [170]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Zıhar hükmü kitap ve sünnetle sabit olmuştur.

2- Zıhar, kocanın kendi karısının bakılması haranı olan bîr or­ganım veya tamamını delâlet bir cüz'ünü yakınlarından bir kadına veya onun bakılması haram olan bir organına, yerine benzetmesidir.

3- Kocanın yakınlarından maksat, nikâhı kendisine ebediyen har­am olan hısımlarıdır.

4- Zihar hükmünün geçerli olabilmesi, kadının sahîh bir nikâhla evlenmiş bulunması şartına bağlıdır. Fasit bir nikâhla birleşen çift 'arasında zıhar hükmü gaçerli ve sahîh değildir.

5- Kadının müslim veya kitap ehli veyahut hür ve cariye olması arasında bu hususta bir fark ,yoktur. Hepsiyle de ziharda bulunmak sahihtir.

6- Ziharda bulunan adam keffaret vermedikçe karısıyla cinsel te­masta veya ona yol  açan davranışlarda bulunamaz.  Aksi halde günahkâr olur.

7- "Sen bana anam gibisin".der ve bununla hürmete lâyıktır an­lamını kasdederse zıhar olmaz;

8- Ziharda bulunmak her mükellef olan koca için sahîhtir. İsterse zımmî veya iğdiş olsun. (Bu Şâfiilere göredir.)

9- Sarhoşun da zıharı sahîhtir.

10- Ancak İmam Mâlik'e göre, helâl bir maddeyle sarhoş olursa zıhar gerçekleşmez.

11-  Zınımînin, kâfirin zıharı sahîh değildir. (Bu İmam Ebû Hanîfe'ye göredir). İmam Mâlik de aynı görüştedir.

12- Mükreh (tehdip edilip zorlanan) m zıharı Sahîh değildir. (Bu İmanı Şafii'nin kavlidir). İmam Ebû Yusuf a göre sahîhtir.

13- Cinsel temasa kudreti yetmeyen kimsenin zıharı Hanbeli ve Şâfîilere göre sahîhtir. Ebû Sevr'e göre sahîh değildir.

14- Zıharm kalkması için önce keffaret verilmesi gerekir. Keffaret vermeden cinsel temasta bulunan kimse günahkâr olur ve yine de kef­faret ödemesi gerekir.

15- Zıhardan dolayı gereken keffaret üç kademede yer alır: Varsa bir köle a,zâd etmek. Yoksa altmış gün üstüste aralıksız oruç tutmak. Mümkün olmadığında altmış fakiri sabahlı akşamlı doyurmak, her fa­kire bir sa' arpa yarım sa1 buğday vermek gerekir.

16- Yiyecek yerine para veya başka giyim eşyası olarak bir şey vermek kâfi değildir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, para vermek kâfidir.

17-İki ay üstüste oruç tutarken bir özürden dolayı ara verilirse, özür kalkınca kalındığı yerden devam edilir. Özürsüz bozanın ise yenid­en baştan başlaması gerekir.

18- Ramazan ayının arayere girmesi, kurban ve teşrik günlerine rastlaması da bir özür sayılır ve ramazan veya kurban bayramı geçince kalındığı yerden devam edilir.

19- Zıhar bir talâk değildir. Sadece keffareti gerektiren bir yemin­dir.

20- Kadının kocasına "sen bana babamın sırtı gibisin" demesi dört mezhebe göre de zıhar olmaz. Ancak kadın günahkâr olur. [171]

 

Karısını veya Cariyesini Kendisine Haram Kılan Kimsenin Durumu

 

Helâli haram, haramı da helâl kılma yetkisi insana verilmemiştir. Helâl, Cenâb-ı Hakk'm helâl kıldığı; haram da O'nun haram kıldığı şeydir. Bunu değiştirme hakkı münhasıran Allah'a aittir. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz de ancak inen vahye dayanarak bir şeyin helâl veya haram olduğunu söyler, bu sınırın Ötesine geçmezdi.

Bununla beraber bazan insan öfkeye kapılarak, duygusuna mağlup olarak kendisine helâl olan bir şeyi haram kılmaktadır. Aslında onun böyle bir yargıda bulunmasıyla helâl haram olmuyor. Aynı za­manda hâkimin delil ve belgelere, şahit ve karinelere dayanarak ver­diği bir hüküm de helâli haram, haramı da helâl kılmaz. O bakımdan Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Müfti sana fetva da verse bir de fetvayı kalbinden (vicdanından) al" buyurmuştur. [172]

Ancak îslâm, öfke ve duygusuna mağlup olarak karısını kendine haram kılan bir kimseyi kendi haline terketmemiş, bu sözünden dolayı ona bir keffaret cezasını vâcib kılmıştır. [173]

 

İlgili Hadisler

 

îbnAbbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Adam kendi karısını haram kılınca bu bir yemindir ki keffaretini verir."

Ve.Ibn Abbas (r.a.) devamla dedi ki: "Şüphesiz ki sizin için Resûlüllah (s.a.v;) Efendimiz'de güzel örnek (ler) vardır." [174]

Diğer bir lafızla hadîs şöyle rivayet edilmiştir: "Bir adam Hz. Peygambere (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: Doğrusu ben kendi karımı kendime haram kıldım!" Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona: "Yalan söyledin. Karın sana haram değildir" buyurdu ve şu âyeti okudu: "Ey Peygamber (s.a.v.) Allah'ın sana helâl kıldığını hiçin haram kılıyorsun?" "O bakımdan sana keffaretin en ağırını ödemen gerekir ki o bir köle azâd etmektir." [175].

Sabit b. Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre: Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in cinsel temasta bulunduğu bir cariyesi (Mariye) bu­lunuyordu. Hiç durmadan, Hz. Aişe ile Hz. Hafsa bu husus üzerinde durdular da sonunda Resûlüllah (s.a.v.) o cariyeyi ken­dine haram kıldı. Bunun üzerine Aziz ve Celîl olan Allah şu âyeti indirdi: "Ey Peygamber! Neden Allah'ın sana helâl kıldığını kendine haram kılıyorsun?" [176]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin ve İlim Adamlarının Görüş ve İctihadları

 

a) Mesruk, Ebû Seleme b. Abdirrahman, Atâ, Şâ'bi ve Davud'a göre, adamın kendi karısına: "Sen bana haramsın" demesi boş ve anlamsızdır, hiçbir hüküm ifade etmez. İmâm Mâlik'den yapılan iki rivayetten birinde o da bu görüş ve içtihadı benimsemiştir. Asba b, Ferec de bu görüşü ihtiyar etmiştir.

Bunlar daha çok iki âyetle de istidlal etmişlerdir: "Allah'a kas*'-yalan uydurmak kasdıyla dillerinizin alışageldiği şekilde uydurup "bu helaldir, bu haramdır" demeyin." [177]. "Ey Peygamber! Eşlerinin hoş­nutluğunu arzulayarak Allah'ın sana helâl kıldığını neden kendine har­am kılıyorsun? Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." [178] Ayrıca şu. hadîsle de istidlalde bulunmuşlardır: "Kim bir amelde bulu­nur da bizim o amelle ilgili bir emrimiz mevcut değilse, o amel merduttur." [179]

b) Hz. Alî, Zeyd b. Sabit, İbn Ömer, Hasan Basrî, Mu-hammed İbn Abdirrahman b. Ebî Leylâ'ya göre bu üç talâktır. Yani karısını kendine haram kılan kimse onu üç talâkla boşamış olur. el-Bahr kitabında Ebû Hüreyre'den (r.a.) de bu anlamda bir rivayet nakledilmiştir.

c) İbn Kayyım el-Cevzî'ye göre gerek Zeyd b. Sabit, gerekse îbn Ömer (r.a.) bunun bir yemin anlamı taşıdığını ve keffareti mucib olduğunu belirtmişlerdir. O bakımdan aksine yapılan bir rivayet doğru değildir.

d) Bu sözü söylemekle adam karısını kendine haram kılmış olur. İbn Hazm ve İbn Kayyım da aynı görüştedirler. [180]. Cabir ile  Katade (r.a.) de aynı görüştedirler.

e) Konu üzerinde durulmaya değer görülmemiştir. Hemen bir hükme bağlamak doğru olmaz. Zira koca helâli haram kılmaya yetkili değildir. Ancak bunun sebebine mâliktir ki, o da talâktır. Bu söz ise sarîh talâk değildir. Aynı zamanda şeriat örfünde de böyle bir talâk lafzı yoktur.

f) İmam Şafii, Tavus ve Zühri'ye göre adam talâka niyet ederse talâk olur, niyet   etmezse yemîn olur. Zira bu lafız kinayedir, niyete muhtaçtır.

g) Üç talâka niyet,ederse üç talâk, iki talâka niyet ederse iki talâk, yemine niyet ederse yemîn sayılır. Hiçbir şeye niyet etmezse ya­lan ve anlamsız sayılır. Süfyan Sevrî bu görüştedir. Nahâî'hin böyle yo­rumda bulunduğu rivayet edilmiştir.

h) İmam Evzâî'ye göre, adam bu sözle hiçbir şeye niyet etmezse yemîn sayılır ve keffareti mucip olur.

i) ibrahim en-Nahaf ye göre, hiçbir şeye niyet etmezse bir talâk-ı bâin vaki olur.

j) İbn Abbas, Saîd b. Cübeyr, Ebû Kalabe ve Osman el-BettFye göre bu sözden dolayı zıhar keffareti gerekir.

k) Ebû Hanîfe'nin şeyhi Hammad b. Süleyman'a göre, bu bir tatlîk (boşama) dır. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) den de bu anlamda bir rivayet yapılmıştır. Buna göre tahrîmi tatlîk üç talâkın tahrimini ge­rektirmez, sadece bunun en azma sadık gelir.

1) Niyetine göre hüküm taşır: Üç talâka veya daha azma niyet etmişse ona göre talâk vaki olur. Ama talâksız bir yeminde bulun­muşsa, artık o keffareti gerektiren bir yemindir. Nitekim îmam Şa­fii'nin de bu görüşte olduğu rivayet edilmiştir. Zira lafız bütün bu hu­suslara elverişli bir esneklik taşımaktadır, (f) maddesinde îmam Şafii'nin görüş ve yorumunu nakletmiş bulunuyoruz. Bu rivayet de onu desteklemektedir.

m) Bir veya birden fazla talâka niyet ederse talâk vaki olur. Sa­dece bir talâka niyet ederse talâk-ı bâin vaki olur. Hiçbir şeye niyet et-. mezse "ilâ" olur. Yalana niyet ederse hiçbir hüküm ifade etmez. Bu daha çok İmam Ebû Hanîfe ile arkadaşlarının görüş ve içtihadıdır.

n) Sadece yemin olur ve keffaret, yani yemîn keffareti gerekir. Bu daha çok Ebû Bekir, Aişe, Zeyd b. Sabit, İbn Mes'ud, Abdullah b. Amr (Allah hepsinden razı olsun), aynı zamanda Tabiinden İkrime, Atâ, Ka­tade, el-Hasan, Şa'bi, Saîd b. Müseyyeb, Süleyman b. Yesar, Câbir b. Zeyd ve Saîd b. Cübeyr'den rivayet edilmiştir, İmam Evzâî ile İmam Ebû Sevr'in de görüşü ve içtihadı böyledir.

Bu onaltı görüş ve yorumdan tercihe şayan olanı hangisidir? Müteahhirîn âlimlerinden çoğu birinci görüşü tercih etmişlerdir. [181]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Karısına "sen bana haramsın" diyen kimse,, bununla talâka niy­et ederse talâk vaki olur, yemine niyet ederse yemîn olur.

2- "Sen bana haramsın" sözü kinayedir, o bakımdan niyete ihtiyaç vardır.    

3- Bununla zıhara niyet ederse zıhar olur ve eşine cinsel yak­laşmada bulunabilmesi için zıhar keffareti ödemesi gerekir.

4- îmam Şafii'ye göre, hiçbir şeye niyet etmezse yemîn anlamına gelir ve bozduğu takdirde bir yemin keffareti vâcib olur. Ama talâka niyet ederse talâk vaki olur.

5- İmam Ebû Hanîfe'ye göre hiçbir şeye niyet etmezse bu sadece bir yalan olur ve bir hüküm ifade etmez.

6- İmam Evzâî ve İmam Ebû Sevr'e göre, bu bir yemindir ve sa­dece yemin keffaretini gerektirir.

7- Adamın karısını kendisine haram kılması ilâ veya zıhar kap­samına mı girmektedir yoksa yemin veya talâk kapsamına mı dahil ol­maktadır? Buraya kadar ilim adamları ve müctehidlerden yaptığımız nakil ve rivayetler bütün bunları ihtimal tutmakta, kimine göre talâk, kimine göre yemin, kimine göre zıhar veya ilâ mânasına gelmektedir.

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Tahrîm sûresinin birinci âyette geçen "lime tuharrimu ma ahallahu leke" cümlesi Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in bazı eşlerine karşı ilâda bulunup helâl olanı ken­dine haram kılmış ve sonra da bu yemininden ötürü keffaret vermiştir. [182]

Böylece bu olay, istilâhi olan ilâ lafzı tasrih edilmeksizin adamın karısını kendine haram kılmasının cevazına delâlet etmektedir.

Buhâri ve Müslim'in tahricine göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ya cariyesi olan Mariye'yi kendine haram kılmış veyahut bal şerbetini kendine haram kılıp içmemeye yemin etmiştir. Diğer bir rivayete göre Hz. Aişe'nin hediye dağıtımından dolayı serzenişte bulunduğu ve bunu i diğer ezvac-ı tahîrat arasında bir dedikodu şekline soktuğu ve o yüzden ;Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in eşlerinin yanma bir ay girmeyeceğine jdair yemin ettiği söylenir.

İlânın her yeminle münakid olacağını söyleyenlere göre, Resûlül-jlah'm da yemini bir ilâ anlamını taşımaktadır. Ancak Allah veya O'nun sıfatlarından bir sıfatla yapılan yeminle ilânın münakid olabileceğini söyleyenler de var.

Bu konuda daha birçok rivayetler, yorum ve görüşler vardır. O bakımdan karısını kendine haram kılan kimsenin bu tahrimi bir ilâ olup olmadığı da ihtilaflıdır. Ayetin zahiri bir ilâya değil mücerred bir tahrîme delâlet etmektedir. [183]

Sonuç olarak konumuzu oluşturan "tahrîm" meselesinde adamın niyeti söz konusudur. Niyetine göre onu değerlendirmek birtakım te­reddüt ve şüpheleri bertaraf eder.

Bununla beraber dört mezhebin bu husustaki görüş ve ihticacmı özetleyip nakletmemiz daha doyurucu ve daha inandırıcı olur:

a) Hanefîlere göre,, adam kendi karısına "sen bana karşı har­amsın veya haram kılmmışsmdır" veyahut "seni kendime haram kıldım" veya "kendimi sana haram kıldım" derse, bu hususta örfe müracaat edilir. Eğer halk arasında bu gibi lafızların talâk anlamında kullanılması nıütearif ise bu söz bir talâk-ı bâin olur, ric'î talâkta mütaref ise ric'î bir talâk olur. Artık bunun için niyet gerekli değildir. Çünkü örf doğrultusunda bu teşrîî bir hüküm taşımaktadır, kinaye babından değildir. Ama örfte bu lafızlar talâk anlamında kul­lanılmıyorsa, o takdirde kinaye kısmına girer ve niyete ihtiyaç vardır. Ama örfte bu lafızlar ne sarih, ne de kinaye olarak talâk anlamında kullanılmıyorsa, o zaman bu elfazla hiçbir şey vaki olmaz. [184]

b) Şâfîîlere göre: Adam karısına "Sen bana haramsın veya seni kendime haram kıldım" derse, bu lafızlar hem talâktan kinaye olabilir, hem de zıhardan. Artık adam talâka niyet etmişse talâk vaki olur, ister bir talâka, ister daha fazlasına niyet etmiş olsun farketmez. Zihara niy­et etmişse zihar hükmü gerekir ve keffareti mucip olur. Hem talâka, hem de zihara niyet etmişse, niyetinde zihara öncelik vermişse ikisi birden vaki olur, önce zihar keffaretini Öder ve sonra da talâktan kaçını kasdetmişse o kadarı vaki olur. Önceliği talâka vermişse, bu talâk da bâin ise artık zihar mülga olur ve hiçbir keffaret gerekmez. Çünkü bu • durumda kadın erkekten, ayrılmış bulunuyor ve o bakımdan zihara artık mahal olamaz.

Ama bu lafızlarla kadının aynını tahrîme veya fercini tahrîme, veya bedenini veyahut bedeninden bir kısım cüzlerini tahrîme niyet etmişse, bundan dolayı talâk gerekmez. Çünkü bu şeyler a'yan kap­samına girmektedir ve a'yan tahrîm üe tavsif edilemez. Ne talâk ne de zihara niyet etmemişse hiçbir şey gerekmez. [185]

c) Hanbelîlere göre: Adam karışma "Üzerime haram gerekli ol­sun veya haram bana gerekli olsun" derse, bir kısmı "bu kinayedir ve talâk ancak niyet ile vaki olur" derken bir kısmı da "bununla kadını kendine haram kılmaya niyet etmişse zihar olur" demişlerdir. Ama bu hususta sahih şu ki, örfe itibar edilir. Halk bunu talâkta kullanıyorsa kinaye olur, zıharda kullanıyorsa zihar olur. "Sen bana haramsın veya Allah'ın bana helâl kıldığım kendime haram kılıyorum" derse bu zihar olur. [186]

d) Mâlikilere göre: Adam karısına: "Sen bana haramsın veya sen haramsın" der ve bu son sözünde "bana" kelimesini kullanmazsa veya "Ben senden yana haramım" derse bu zahîri kinayeden olur ve niyet olmasa bile talâka delalet eder. Sonra da kadın o kocasıyla cinsel temasta bulunmuşsa, üç talakı birden vaki olur. Cinsel temasta bulun-mamışsa, sayıya niyet etmişse sayı nisbetinde talâk vaki olur, sayıya niyet etmemişse yine de üç talâk vaki olur.

Mâlikilerden bir kısmı ise, bu elfaz niyete göre hüküm taşır. Niyet yoksa, halkın örfünde de bu gibi lafızlar kinaye-i zahire olarak kul­lanılmıyorsa, o takdirde bir şey vaki olmaz. [187]

 

Lian

 

Liân, fıkhı bir terimdir, "la'n" kökünden alınmadır. Sözlükte tar-jtmek, uzaklaştırmak manâsına gelir. Terim olarak, karısına zina îçu isnad eden veya onun doğurduğu veyahut karnında taşıdığı icuğun başkasından olduğunu iddia eden ve fakat bu suçlama ve iddi-ımı isbat için dört erkek şahit getiremeyen adamla karısının hâkimin ızurunda dörder defa yeminleşme ve birer defa İanetlemesidir.

Liân ancak hâkim huzurunda icra edilir ve hâkimin kararıyla evlilik sona erer.

Liân hükmü adamı hadd-ı kazf (dört şahitle isbat edemediği zina suçlamasmdan dolayı gereken seksen değnek) den, ve kadını da isnad lilen suçu kabul etmediği takdirde recimden kurtarır.

Liân kitap, sünnet ve icmâ ile sabit olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de ınun anahtarları şöyle açıklanmıştır;

"Kendi eşlerine (zina suçu isnad edip iftira) atanlar ve ken-ilerinden başka şahitleri bulunmayanlardan her birinin şahitliği, doğrulardan olduğuna dair dört defa Allah ile (yemin lip) şahadette bulunmasıdır.

Beşinci defa, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin ken-üzerinde olmasını söylemesidir.

Kocasının elbette yalancılardan olduğuna dair dört defa ilah ile yemin edip şahadette bulunması, beşinci defa eğer kocası doğrulardan ise Allah'ın gazabının kendi üzerine (inmesini) ılemesi kadından cezayı savar." [188]

 

İlgili Hadisler

 

Nâfi'den, o da îhn Ömer (r.a.) dan rivayet etmiştir. îbn Ömer diyor : ırBir adam karısıyla lânetleşti ve kadının doğurduğu çocuğun endisinden olmadığını iddia etti. Bunun üzerine Resûlüllah .a.v.) Efendimiz onları ayırdı ve çocuğunu anasına ilhak etti ona verdi). " [189]

Saîd b. Cilbeyr (r.a.) rivayette, adı geçen, Abdullah, b. umer e \r.a.j şöyle sordu: "Ya Ebâ Abdirrahmân! Lânetleşen karı-kocanm ara­ları ayrılır mı (evliliklerine son verilir mi)?" Abdullah b. Ömer (r.a.) şu cevabı verdi: "Süblıanellah Evet. Şüphesiz ilk olarak bundan soran falan oğlu filândır. O şöyle sordu: 'Ta Resûlellahî Bizden birimiz karısını fuhuş yapar halde bulursa ne yapması gerekir? Konuşacak olursa çok büyük bir olay hakkında konuşmuş olur; susacak olursa yine öyle." Ravî devamla diyor ki: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz susup ona cevap vermedi. Bun­dan bir süre sonra o adam Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e gele­rek dedi ki: "Sizden sorduğum şey ile karşı karşıya geldim (böyle bir belâ başıma geldi)." Bunun üzerine Nûr süresindeki şu âyetler indi: "Kendi eşlerine (zina suçu isnad edip iftira) atanlar ve kendilerinden başka şahitleri bulunmayanlardan her birinin şahitliği." Resûlüllah (s.a.v.) bu âyeti ona karşı okudu, öğütte bulundu, (Allah'ı ve âhircti) hatırlattı ve dünya azabının âhiret azabından çok daha az ve daha hafif olduğunu haber ver­di. Adam: "Hayır, vallahi seni hak ile gönderen Allah'a and olsun ki ben yalan söylemedim" dedi. Sonra Resûlüllah (s.a.v.) o ada­mın suçladığı kadını çağırdı, ona da öğüt verdi ve dünya azabının âhiret azabından daha az ve daha hafif olduğunu bildirdi, nun üzerine kadın şöyle dedi: "Hayır, seni hak île gönderen ;a yemin ederim ki o (kocam olan adam) yalancıdır." Resû-lah (s.a.v.) önce erkekten yeminleşmeye başladı. Adam Allah yemin edip dört defa doğrulardan olduğuna dair şehadette lundu ve beşinci defa eğer yalancılardan ise Allah'ın lane­tin üzerinde olmasını söyledi. Sonra Resûlüllah (s.a.v.) Efendi-[z kadını başlattı. O da Allah ile yemin edip kocasının ya­ncılardan olduğuna dair dört defa şehadette bulundu. Beşinci ifa eğer kocası doğrulardan ise Allah'ın gazabının kendi üze-tıe olmasını söyledi. Böylece Resûlüllah (s,a.v.) onların arasını tirdi." [190]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) fendimiz Benî Aclân kabilesinden bir karı ile kocasının arasını rırdı ve şöyle buyurdu: "Allah sizden birinizin yalancı ;duğunu (elbette) biliyor. Sizden tevbe eden biri yok mudur? jyerek bu sözü üç defa tekrarladı." [191]

Sehl b. Sa'd (r.a.) dan yapılan rivayette, Uveymir el-Aclânî, îsûlüllah'a (s.a.v.) geldi ve dedi ki: "Ya Resûlallah! Ne buyuruyorsu-ız, bir adanı karısıyla beraber bir adam görüp (onları aynı yatakta nsel temasta bulunurken) görürse onu Öldürür ve (siz de kısasen) onu dürür müsünüz? Yoksa o adam ne yapmalı?" Bunun üzerine Peygamer (s.a.v.) Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Seninle eşin hakkında pır'ân âyeti) indi. Git de o kadınını alıp getir."

Sehl devamla diyor ki: Ben de bazı insanlarla beraber Resûlül-h (s.a.v.) Efendimizin yanında bulunurken o adamla karisi lânetleş-ler, Yeminleşme ve lânetleşme tamamlanınca Uveymir dedi: "Ya esûlallah! Ben bu kadını (nikâhım altında) tutacak olursam ona karşı ilan söylemiş olurum." Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz henüz ona emret-Lemişti ki adam karısını üç talâkla boşadı.

Ibıı Şihab diyor ki: "Sözü edilen adamla karısının yeminleşip tnetleşmesi ve böylece ayrılmaları onlardan sonra lânetleşen çiftler in bir yol, bir hüküm ve şer'î kanun olarak kaldı." [192]

Müslim'in ve Ahmed'in rivayetinde ise son cümle olarak şu lafız kullanılmıştır: "Uveymir'in kendi karısından (bu süreyle) ayrılması, lânetleşen her çift hakkında bir yol, bir şer'î kanun olarak kaldı."

Saîd b. Cübeyr'in İbn Ömer (r.a.) dan yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz lânetleşen adamla karısına şöyle buyur­muştur: "Hesabınız Allah'a aittir. İkinizden biri yalancıdır. Artık bun­dan böyle senin karın üzerinde kocalık hakkın ve yolun kalmamıştır." Bunun üzerine adam: "Ya Resûlallah! Benim malını (mehir olarak ver­diğim ne olacak)?" diye sordu. Efendimiz ona: "Artık senin bir malın yoktur. Eğer sen kadına karşı zina isnadında doğru söylediysen, o malı sen onun fercini kendine helâl kılman karşılığında vermiş bulunuyor­sun. Zina isnadında ona karşı yalan söyİedinse artık o mal (mehir on­dan daha çok sana uzaktır)" diye cevap verdi. [193]

 

Ayet ve Hadislerin Işığı Altında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre Hân vaciptir. Şâfnlere göre vacip değildir. Vacip olanı, zina isnadından dolayı erkeğe hadd gerekmesidir. Bundan kurtulabilmesi için de ya şahit getirmesi, değilse liân yapması gerekir.

Adam karışma zina isnad eder de şahit getiremediği halde Hâna da yanaşmazlarsa kadına vâcib olan, hakime başvurup liân talebinde bulunmaktır. Kadın böyle bir talepte bulununca hâkim onun kocasını Hâna icbar eder. Gelmediği takdirde hânı kabul edinceye kadar tutuk­lar. Çünkü vâcib olan hükümden kaçmaktadır.

Şâfıilere göre, hem kadının böyle bir talepte bulma velayeti yok? tur, hem de adam Hâna icbar edilemez. İmtina ettiği takdirde hakkında hadd-ı kazf uygulanır.

Bunun gibi hâkime başvurup karısıyla mülaânede bulunmayı ta­lep eder, kadın da bundan kaçınırsa hapsedilir. Bir süreye kadar yine Hânı kabul etmezse o takdirde zina suçu işlediğini itiraf eder. Şâfıilere göre, kadın bu konuda ne zorlanır, ne de hapsedilir. Hakkında hadd uy­gulanır. [194]

Liânın iki sebebi vardır: Birincisi adamın zina isnad etmesidir, ikincisi adamın kadının doğurduğu çocuğun kendisinden olmadığını id­dia etmesidir.

Kadının normal yoldan zina ettiğini değil de dübüründen yak" lastiğini, yani Lût kavmi misali livata şekliyle başkasına ram olduğu idia edilirse, Ebû Hanîfe'ye göre Hân gerekmez. Bundan dolayı hadd [e söz konusu olmaz. İmam Ebû Yusuf ile imam Muhammed'e göre, ^ân gerekir/Çünkü bu fiil de bir çeşit zinadır. [195]

Liânı düşüren birkaç sebep vardır:

a) Zina isnadında bulunduktan sonra ya adamla karısı veya iki­mden biri cinnet getirirse,.

b) İkisi veya ikisinden biri irtidad eder (dinden çıkar)sa,

c) İkisi .veya ikisindan biri dilsizleşir, konuşma yeteneğini kaybe­derse,

d) İkisinin veya ikisinden birinin daha Önce başka bir kişiye zina iuçu isnadından dolayı hadd cezasına çarptırılmış olması,

e) Zina suçundan dolayı adam karısını bir talâk~ı bâinle boşarsa artık ne liân ne de hadd gerekir. Ama ric'î talâkla boşarsa Hân mutlaka gerekir. Çünkü kadm kocasından ayrılmış değil, kocanın iddet içinde [ıer an rücu etme hakkı mevcuttur. Yani ric'î talâk evliliği ibtal etme-inektedir. [196]                          

Liânın hükmü:

Mülaâne yapıldıktan sonra karı-kocayı ancak hâkim birbirinden ayırır, yani evliliklerine son verir. O bakımdan hâkim henüz tefrik et­meden adamın karısını boşaması, zıharda bulunması, ilâ da bulunması eâizdir ve bir ölüm olayı meydana geldiğinde tevarüs hakkı cari olur, yani sağ kalan ölenin malından kendisine düşen payı almaya hak ka­zamı4. Ama hâkim tefrika (ayırmaya) karar verince artık bu cevaz ve haklar kalkar, son bulur.

İmam Şafii'ye göre, erkek liânda bulunup yemin edince, kadm henüz yemin etmemiş ve lânetlemede bulunmamış bile olsa evlilikleri sona erer. Hâkimin kararı şart ve gerekli değildir. [197]

b) Şâfiilere göre de liân iki hususdan biriyle gerçekleşir: Zina is­nadında bulunmak ve bir kadının doğurduğu çocuğun kendisinden ol­madığını iddia etmek.

Adamın karışma "sen zina ettin" veya kadmm kocasına "sen zina­da bulundun" demesi sarih bir suçlamadır. Veya adamın karısına "Ya zâniye!" veya kadının kendi kocasına "Ya Zânî!" demesi de sarih bir suçlama sayılır.

Zina isnadının ister üreme organından, isteı~se -dünürden gerçekleştirildiği ortaya atılsın farketmez, her ikisinden dolayı Hân ve gerekirse hadd lüzumlu olur.

Ve liân ancak âyet ve hadîslerde belirlenen lafızlarla gerçekleşir. Başka lafızlar kullanıldığı takdirde liân yapılmış sayılmaz.

Erkek Hânda bulunduğu takdirde firkat (ayrılma) ve müebbed tahrîm gerçekleşir. Kadm lian etmeden önce sadece erkeğin yemin edip mülaânede bulunmasıyla evlilik sona erer, hâkimin tefriki şart değildir. [198]

c) Hanbelîlere göre, adam hür, müslüman, balığa (ergen) olan karısına "sen zina ettin" veya "ey zaniye!" veyahut "seni zina ettiğin halde gördüm" der ve bunu isbat etmek için dört erkek şahit getirmez­se, Hâna başvurması gerekir. Aksi halde kendisine bu isnadından dolayı hadd vurulur. Adam ister müslim, ister kâfir, ister hür, isterse köle ol­sun farketmez.

Liân hükmünün cari olabilmesi için karı kocanın ikisinin de mükellef olması şarttır. Müslüman veya kâfir, âdil veya fâsik, hadd görmüş veya görmemiş olmaları farketmez. Yani bu sıfatlardan birini taşımaları liân hükmünü düşürnıez

Nitekim Tabiînden Saîd b. Müseyyeb, Süleyman b. Yesar, el-Hasan, Rebi'a, İmam Mâlik ve Ishak da aynı görüş ve ictihaddadırlar.

İmam Ahmed'den yapılan bir rivayette ise, evli olan bütün çiftler zina suçlamasından dolayı lânetleşirler. Diğer bir rivayette ise, İmam Alrmed'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Liân ancak müslüman, âdil, hür ve hadd cezası görmemiş evli çiftler arasında sahihtir. Nitekim Zührî, Sevrî, Evzâî, Hammad ve rey taraf d arlarının da görüş ve içtihadı bu an­lamdadır.

Karı-kocadan biri mükellef değilse aralarında liân yapılmaz. Çünkü Hânla evlilik sona erer. O bakımdan henüz mükellef olmây-anııı talâkı sahflı olmadığı gibi liân yapılması sahih olmaz.

Bunun gibi karı kocadan biri cinnet geçirmişse yine Hâna gerek kalmaz. Dilsiz, iseler, işaret veya yazı ile ne dedikleri anlaşılmıyorsa, o taktirde.deli gibi sayılırlar ve Hâna gidilmez. Ama zina isnadında bu­lunduktan sonra konuşma yeteneğini büsbütün kaybetse bile ilk is­nadından dolayı liân gerekir.

Evli olmayan, kadınla erkek, erkekle erkek, kadınla kadm arasında liân hükmü cari olmaz. Bunlar birbirini zina suçuyla suçladıkları taktirde ya dört erkek .şahit bulup getirirler veyahut bu is-nadlarmdan dolayı kendilerine hadd gerekir.

Fasit bir nikâhla kadınla evlendikten sonra ona zina isnadında bulunursa ve aralarında da bir çûcuk varsa, adam çocuğun kendisinden olmadığını idda etmesi sebebiyle liâna başvurabilir. Vurmadığı taktirde hadd gerekmez. Ama aralarında bir çocuk yoksa, o taktirde hadd gere­kir, liâna lüzum kalmaz. [199]

d) Mâlikîlere göre, mülaâna evli olan müslüman karı koca arasında, müslüman koca gayr-i müslim kadın arasında, köleyle cariye arasında, hür kocayla cariye olan eşi arasında, hür kadınla köle olan kocası arasında yapılır ve önce erkeğin yemin etmesi, yani liânda bu­lunması sağlanır. Yeminleşme ve mülââna Kitap ve Sünnette belirtil­diği lafızlarla yapılır.

Kocası a'ma olur da karısına zina isnadında bulunursa İiân gere­kir mi? İmam Mâlik'e göre gerekir. Dilsiz kimse de zina isnadını işaret ve kitabetle ani atabil iy orsa Hân gerekir. [200]

Karısına zina isnad eden adamı karisi sultana, hâkime başvurup liâna davet etmezse adama hiçbir şey gerekmez. İmam Mâlik'in içtihadı bu. anlamdadır. [201]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

451 no'lu îbn Ömer hadîsi sahîh olup istidlal ve ihticaca salihtır.

Bu hadîsle istidlal ve ihticac edenler, "Hândan sonra çiftleri hâkim birbirinden ayırma yetkisine sahiptir. Mücerred liânla evlilik hemen sona ermez" demişlerdir. Nitekim Resûlüllah'm (s.a.v.) huzurunda mülaânede bulunan çiftler yeminden sonra bizzat Reşûlüllah (s.a.v.) tarafından araları tefrit edilerek evliliklerine son verilmiştir. Bunun aksini savunanlar ise, mücerred Hân ile evlilik sona erer, hâkimin tefrikte bulunması gerçekleşen ayrılmayı beyândan başka birşey değildir. Böylece erkek artık verdiği mehri geri isteyemez, ve başka bir hak talebinde bulunamaz.

Çocuğun kendisinden olmadığını iddia edip bu yüzden mülaânede bulunan adam artık o çocuğun babası sayılmaz ve çocuk annesine bırakılır.

Dârekutnî diyor ki:   "Çocuğun anasına verilmesiyle ilgili cümleyi rivayette Mâlik teferrüd etmiş, yani yalnız kalmıştır. Oysa Sehl b. Sa'd hadîsinde "Bu durumda çocuk anasına nisbet edilir" kaydı bulunuyor ki bu hadîsi Ebû Davut rivayet etmiştir. Diğer bir rivayette de "Çocuk anasına nisbetle çağırılır" denilmektedir. Artık o çocukla babası arasında tevarüs  cereyan etmez. Anasıyla onun arasında tevarüs cereyan eder.

Böylece İbn Ömer hadîsinden, doğan çocuğun kendisinden ol­madığını iddia eden kocanın bu iddiasından dolayı da kendisine İiân gerektiği ortaya çıkıyor.

Liân yapılmakla hadd-ı kazf kalkmakta ve kadın da zinadan kendini berî tutup suçsuzluğunu ortaya koymaktadır. Sonra da kadının bu çocuğun gayr-i meşru olduğunu itiraf etmesi hiçbir zaman şart değildir.

452 no'lu Saîd b. Cübeyr hadîsi de sahîhtir. Karısının bir adamla zina ettiğim gören kimse kendine hâkim olamayarak o adamı öldürürse kısas gerekir mi? Çünkü İslâm Hukuk Sistemi, öldürme yetkisini ferde değil devletin yetkili organlarına bırakmıştır. Ancak hadîste buna dair tam bir açıklık yoktur. O bakımdan konu ister istemez ilim adamları arasında farklı görüş ve yorumlara yol açmıştır: Cumhura göre öldürme hakkına sahip değildir. Öldürdüğü taktirde kısasen o da öldürülür. Ancak dört erkek şahit' getirdiği taktirde kısastan kurtulabilir. O da zina eden adamın evli olması şartıyla hüküm böyledir. Bekârsa, şahit dahi bulup getirse yine de öldürdüğü için kısas gerekir. Zira zina eden bir bekâr recmedilmez, sadece yüz değnek vurulur ve gerek görüldüğü taktirde sürgün edilir. Seleften bazısına göre, öldürdüğü taktirde doğruluğuna güvenilirse kısas yapılmaz sadece ta'zîr edilir. İmam Ahmed ile Ishak öldürdüğü adamın kendi karısıyla zina ettiğine dair iki şahit getirdiği taktirde ancak kısas yapılmayıp ta'zîre başvurulur. [202]. Mâlikîlerden îbn Kasım ile İbn Habîb de bu hususta İmam Ahmed'e muvafakat etmişlerdir. Ancak öldürülenin mutlaka evli olması şarttır. Aksi halde öldürülmez.

Ancak bu konuda en sahîh görüş cumhurundur ve İslâm Hukuku­nun ana kaidesine muvafık düşen de budur.

Ayrıca hâkimin huzuruna Hân için gelen çifte hakim tarafından öğüt verilmesi, âhiret ve hesaptan söz etmesi, ilâhî adaletin kılı kırk yararcasma tecelli edeceğini hatırlatması sünnettir. Aynı zamanda liâna önce erkeğin başlaması sünnet veya müstehap sayılmıştır. Nite­kim Reşûlüllah (s.a.v.) Önce erkeğe yemin ettirmiştir. İmam Şafiî ve ona uyanlara, Mâlikîlerden el-Eşheb'e göre, önce erkeğin yemin ettirilmesi vaciptir. İbnü'l-Arabî bu görüş ve içtihadı tercîh etmiştir.

İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve İbn Kasım'a göre, önce kadının yemin etmesiyle liâna başlamak da sahîhtir, ancak sünnet veya müstehab terkedilmiş olur. Çünkü âyette erkekle kadının yeminleşme ve lânetleşmesi atıf vavıyla ifade edilmiştir. Vav ise tertibe delalet et­mez. Vaciptir diyenlerin delili ise şudur: Liân daha çok erkeği hadd-ı kazf cezasından kurtarmaya yöneliktir. O bakımdan önce onun yemin irilmesi vaciptir. Nitekim Resûlüllah (s.a.v.) Hilâl'e: "Ya beyyine terirsin, değilse sırtına hadd vurulur" buyurmuştur.

Benî Aclân kabilesinden iki kardeş tabirinden, din kardeşi olan rı-koca kasdedilmiştir. Adamın adı Uveymir, karısının adı Havle bin-Asım b. Adiy el-Aclânf dir. İmam Kurtubî Nûr Sûresi altıncı ve yedin-âyetlerinin tefsirinde Mukatil b. Süleyman'dan yaptığı rivayete day-Larak kadının adının Havle binti Kays olduğunu yazmıştır.

Liân âyetinin iniş sebebinin Hilâl b. Ümeyye olduğunu cumhur ilirtmiştir. Zira İslâm'da ilk liân yapan bu adamdır. Sebebin Uveymir duğu söylenmiştir. Allah daha iyisini bilir.

453 no'lu İbn Ömer hadîsi sahîh olduğundan ilim adamlarınca is-dlâl ve ihticaca salîh görülmüştür. Şüphesiz mülaânede bulunan lamla karısından biri mutlaka yalancıdır. Ama bunu İsbat etmek çok ir ve hatta imkansızdır. O bakımdan liândan sonra evliliğin sona ermeşinde hayır vardır.

454 no'lu Sehl b. Sa'd hadîsi de sahihtir, istidlale salihtir! Uvey-ir'in mücerred Hânla evliliğin sona ereceğini bilmediğinden, henüz esûlüllah (s.a.v.) onları birbirlerinden ayırmadan üç talâkla karısını üşamış oldu. Bu rivayete dayananlara göre, Hândan sonra evliliğin, ma ermesi adamın boşamasına bağlıdır demişlerdir. Bir kısmı ise liân s evlilik sona erer, hâkimin tefrik kararı şart değildir demiştir. Oysa iğer  sahîh hadîsler de  dikkate  alınınca  Uveymir'in acele  ettiği ulaşılıyor ve'esasen Hândan sonra evlilik de kendiliğinden sona eriyor, akimin tefrikte bulunması vuku bulan ayrılmayı beyândır.

Böylece Hânla evliliğin sona erdiği bir yol, hukukî bir kural olarak undan sonra mülaânede bulunanlar için de geçerlidir.

455 no'lu Saîd b. Cübeyr hadîsi sahihtir ve istidlal ile ihticaca sa-htir. Bu hadîsten, mülaânede bulunan adamla karısı arasında hemen ^lilik bağı kesilir ve adamın kadın üzerinde hiç bir hakkı kalmaz. fitekim mülââneden sonra Resûlüllah (s.a.v.) onlara: "Hesabınız llah'a aittir. İkinizden biri yalancıdır. Artık bundan böyle senin karın zerinde kocalık hakkın ve yolun kalmamıştır" buyurarak, liân ile ev­liğin sona ex-diğinı beyân buyurmuş ve adamın "Ya benim malım?" de-ıesi üzerine de Efendimiz ona; "Artık senin (karın üzerinde) bir malın a yoktur" buyurarak her türlü ihtilâfın son bulduğunu bildirmiştir.

Bu bapta Sehl b. Sa'd (r.a.) den yapılan bir diğer rivayette, Sehl, ıütelaîneyn kıssasında şunu söylemiştir: ."Resûlüllah (s.a.v.) çiftleri yırdı (evliliklerinin son bulduğunu bildirdi) ve şöyle buyurdu: "Artık u ikisi ebediyen (karı koca olarak) birleşemezler." [203]

Diğer bir rivayette îbn Abbas (r.a.) dan yapılmıştır ki, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Mütelâineyn ebediyen birleşemezler" buyurmuştur. [204]

Hz. Ali (r.a.) da şöyle demiştir: "Mülaânede bulunan çiftler hakkında şu hüküm sabit olmuştur: "Artık ebediyen birleşemezler." İbn Mes'ûd (r.a.) dan da bu anlamda bir rivayet yapılmıştır. [205]

Sehl hadîsi hakkında Ebû Dâvud bir görüş ortaya koymamıştır. Ricalinin hepsi sahihtir.

Sehl'den rivayet edilen bir diğer hadîsin isnadında Iyaz b. Abdullah bulunuyor. Bu zatta bir yumuşaklık ve esneklik olduğu söylenirse de Müslim ondan hadîs rivayet etmiştir.

İbn Abbas hadîsini Ebû Dâvud tahrîc etmiştir. Ancak isnadında Ubad b. Mansur bulunuyor ki bu zat hakkında bazı şeyler söylenmiştir. Nesâî onun zayıf olduğunu belirtmiştir, İbn Maîn "o bir şey değildir" demiştir. Böylece Zehebî bu zatla ilgili tesbit ve görüşleri iki sahifede toplamış bulunuyor. [206]

Hz. Ali (r.a.) dan yapılan rivayeti - aynı zamanda Abdurrezzak tahrîc etmiştir. Böylece bu baptaki hadîs ve rivayetler birbirini desteklemekte ve kuvvetlendirmektedir. [207]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Liân hükmü kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur.

2- Karı kocadan biri-diğerine zina isnad ettiği ve isbat için dört şahit getiremediği takdirde liân yapmaları vâcib olur. Şafii'ye göre, sünnettir.

3- Adam karışma zina isnad eder veya doğurduğu çocuğun kendi­sinden olmadığını iddia eder ve bununla beraber liânda bulunmak iste­mezse,  müctehidlerin  önemli  bir kısmına  göre  kadının  hâkime başvurması vacip olur.

4- Hâkim adamı çağırtıp liânda bulunmasını telkin eder, bununla beraber Hâna yanaşmazsa hapseder. Diğer bazı müctehidlere göre, ona hadd-ı kazf uygulanır.

5- Şâfîilere göre, hem kadının böyle bir talepte bulunma velayeti yoktur, hem de erkek Hâna icbar edilemez.

6- Kadın lût kavmi misali livata şekliyle başkasına ram olursa, Ebu Hanîfe'ye göre Hân gerekmez, bu konudaki cezaî müeyyide uygulanır. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre bu suçtan ve suçlamadan dolayı da liân gerekir.

7- Kadının doğurduğu çocuğun kendisinden olmadığım iddia eden ıbanm Hânda bulunması gerekir ve liândan sonra çocuk anasına tes­rii edilir.

8- Liân sebebiyle anasına teslim edilen çocukla babası arasında ir ilgi kalmaz, biri diğerine vâris olmaz.

9- Liândan sonra evliliğin sona ermesi hâkimin tefrik kararıyla gerçekleşir.

10- Şâfıilere göre, hâkim kararı şart değildir. Erkek yemin edip an sözünü tamamlayınca kadın boşanmış sayılır,

11- Lîan sebebiyle ayrılan çiftler ebediyen birbirine haram olur ve ir daha birleşemezler.

12- Hanbelîlere göre de, karısına zina isnad edip şahit getirenıiyeıı damın liân yapması gerekir. Aksi halde kendisine hadd uygulanır.

13- Liân hükmünün câri olabilmesi için çiftlerin ikisinin de kükellef olması şarttır. Aksi halde liân düşer.   

14- Liân hükmü bir de hadd cezası görmemiş kişiler hakkında uy­gulanır. Daha Önce başkasına zina isnadından dolayı hakkında hadd-i çazf uygulanan kimsâ bu iftirasından dolayı yine hadd cezasıyla tecziye idilir.

15- Karı kocadan biri cinnet getirirse, liân yapılmaz, bu hüküm iüşer.

16- Dilsizlerin zina iddiası yaptıkları işaret veya yazılı beyan-armdan anlaşılırsa, liân gerekir.

17- Evli olmayan kadınla erkek arasında liân yapılmaz. Lian'sa-lece evli çiftlerle ilgili bir hükümdür.

18- A'ma (iki gözü arızalı) kimseye zina isnadından dolayı liân gerekir.

19- İmam Mâlik'e göre, karışma, zina isnad eden kimse, karısı hâkim veya sultana başvurup talepte bulunmazsa liân gerekmez.

20- Karısını zina halinde yakalayan koca, karısıyla zina eden adamı öldürme hakkına sahip değildir. Bu cumhurun görüş ve içti­hadıdır ki sahih olan da budur.

21- Liânda önce erkeğe yemin ettirilir. Bunun vacip olduğunu söyleyenler olduğu gibi sünnet olduğunu söyleyenler de var. Vâcib olduğu daha sahihtir.

22- Hanefîlere göre, sünnettir. O bakımdan önce kadına yemin ettirildiği takdirde liân yine sahîh olur, sadece sünnet terkedilmiş sayılır.

23- Liândan önce hâkimin veya o ayardaki yetkilinin vaaz-u nasi-hatta bulunması, Allah ve âhiret korkusunu, hesap ve kitabı hatır­latması sünnettir. Yalan ve iftirada bulunmanın kötü bir suç ve büyük bir günah olduğuna dair bir takım bilgiler vermesi çok uygun olur.

24- Liân sebebiyle ayrılan çiftlerin evliliği ebediyen sona erer. Kadın ikinci bir kocayla evlenip ondan ayrılsa veya ikinci kocası ölse yine de birinci kocasıyla birleşenıez. Zira ikisinden biri mutlaka yalan söylemiş veya iftirada bulunmuştur. Bu durumda artık biraraya gelme-leri huzur, güven ve mutluluk getirmez.

25- Liân sebebiyle ayrılan çiftler birbirlerinden bir hak talep ede­mez. Özellikle erkek eşine verdiği mehri geri isteyemez.

26- Liân ancak Kur'ân ve Hadîste belirtilen lafızlarla yerine getiri­lir. Dört defa doğrulardan olduğuna dair şehadette bulunur. Beşinci defa yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine inmesini söyler. Kadın ise beşinci defada kocasının doğrulardan ise Allah'ın'gazabının kendi üzerine olmasını ifade eder.

27- Mülaânenin daha çok ikindi namazından sonra uygulanmasını söyleyenler de olmuştur. Bu hususta bazı rivayetler de söz konusudur.

28- Böylece İslâm Hukukunun, birbirini suçlayan çiftleri liân usulüyle ayırması çok âdil bir hükümdür. Bu duruma düşen bir çiftin artık aynı çatı altında hayat sürdürmeleri doğru değildir.

29- Kadının gayr-i müslim veya cariye olması, erkeğin köle veya gayr-ı müslim olması liân hükmüne engel teşkil etmez. Müctehidlerden bazısı  bu  hüküm  sadece  müslüman  çiftler  arasında  uygulanır demişlerdir. [208]

 

Doğan Çocuğun Ana-Babası Rengine Uymadığı Takdirde Şüphelenmeye Gerek Var mıdır?

 

Üreme hücrelerinde bulunan ve irsiyeti belirleyen cisimciğe "gen" denilmektedir. Bu harika cisimcik kalıtım birimi olarak da tanım­lanabilir. Bu birimler bir araya gelip her canlı hücrenin çekirdeğinde bulunan kromozomları oluştururlar.

İşte kromozomları oluşturan bu birimler soyun özelliklerini ken­dinde taşır ve onun en küçük modelini oluşturur. Böylece genler ana ye baba tarafından hısımların irsî kusur ve meziyetlerini ve renk dahil çeşitli sıfatlarını da hamil olarak bulunur. O bakımdan doğan çocuğun rengi ve bazı sıfatları ana babasına uymuyor veya tıpatıp benzemiyor­sa, dede ve ninelerine, teyze ve dayılarına, hala ve amcalaz-ma benzemiş olabilir.

O halde böyle farklı sıfatta doğan çocuğu reddedip "bana ait değil, benden değildir" demek doğru olmaz. [209]

 

İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Benî Fezare kabile­sinden bir adam Resûlüllah'a (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: "Karım siyah bir^ çocuk doğurdu" ve böylece adam kapalı bir ifadeyle o ço­cuğun kendisinden olmadığını anlatmak istedi. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ona: "Senin develerin var mıdır?" diye sordu. O da: "Evet" diye cevap verdi. Efendimiz ona: "O de­velerin renkleri nasıldır?" buyurdu. O da: "Kızıldır" diye cevap verdi. Efendimiz Ona: "Peki aralarında siyahı bozluğuna galip gelen renkte olanı var mıdır?" diye sordu. O da: "Evet, ara­larında siyahı bozluğuna galip olanı vardır" dedi. Efendimiz tek­rar sordu: 'Peki bu renkte olan deve nereden gelmiş olabilir?" O da: "Bir soy damarı çekmiş olabilir" diye cevap verdi. Efendimiz ona: "O çocuğun da bir soy damarı çekmiş olabilir" buyurdu ve çocuğun kendinden olmadığı iddiasına ruhsat vermedi. [210]

"Nutfeniz için (soylu, ahlâklı, dindar ve olgun aile) seçiniz. Çünkü soy damarı oldukça gizli ve sinsi bir hilekârdır." [211]

"Elverişli olgun yuvada (yetişenle) evlenin. Çünkü gerçekten soy damarı oldukça gizli ve sinsi bir hilekârdır." [212]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette ise şöyle buyurulmuştur: "Hangi soya çocuğunu bıraktığına dikkat et. Çünkü soy damarı oldukça gizli ve sinsi bir hilekârdır." [213]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

469 no'lu Ebû Hüreyre hadisi sahîh olup istidlal ve ihticaca salîhtir. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'e gelen adamın Damdam b. Ka-tade olduğu söylenir. Bu zat beyaz tenli olduğu halde doğan çocuğu siyah tenli idi. Adam bu olay üzerinde durup gerçeği öğrenmek istiyor­du. Zira çocuğun anası da siyahı değildi. Ama böyle bir ana babanın siyah tenli çocuğu olabilir miydi? Bu bir takım şüpheler doğuruyor ve adamı rahatsız ediyordu. Resûlüllah'a (s.a.v.) başvurması, karısına zina isnad etmek veya doğan çocuğun kendisinden olmadığını bildirmek için değil, olayın hikmetini öğrenmek içindi. Nitekim açıktan böyle-bir ifade kullanmamış, üstü kapalı bir anlatımla olayı yansıtmaya çalışmıştı. O bakımdan ne Hâna gerek görülmüş, ne de hadd-i kazf uygulaması düşünülmüştür.

Nitekim Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz develeri ve farklı renkleri misal göstererek aynı gruba dahil olan birkaç deveden bir kısmının ren­gi kızıl, bir kısmının ise siyahı bozluğuna galip renkte idi. Bu misale adamın aklı yattı ve sesini çıkarmayarak ayrılıp gitti.

Böylece bir cinsi başka bir cinse kıyas etmenin sahîh olabileceği de anlaşılıyor. Aynı zamanda hadisten, doğan çocuğun babasının ve anasının tam rengine uymaması, onu redde medar ve delil sayılma­yacağı sonucu ortaya çıkıyor.

Sonuç olarak cihan peygamberi bu ve diğer hadisleriyyle genetik bir olaya işarette bulunuyor. Gen denilen harika cisimciğin soyun bir­takım kusur, özellik ve vasıflarını beraberinde taşıdığını bildiriyor.

471 dipnotlu Ebû Mansur hadîsi zayıftır. Nitekim Zeynüddin el­it,  İhya'nm hadîslerini  tahlilde bunun  zayıf olduğuna dikkat etmiştir. [214]

472 dipnotlu Ebû Musa hadîsi de zayıftır. Ancak zayıf olan bu iki is, sahîh olan İbn Mace hadîsiyle kuvvet bulmaktadır. O bakımdan darla istidlal etmekte bir sakınca yoktur. [215]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Gerek kız, gerekse erkek tarafının yetişkin çocuklarını evlendi-ken,  dindar,  ahlâklı,  olgun ve az-çok kültürlü aile seçmeleri sünnettir.       

2-  Evlenecek çiftler arasında bu ve benzeri yönlerden denklik gözetmek de sünnettir.

3- Doğan çocuğun renginin, hattâ fizyonomisinin ana-b ab asından ine olsun benzememesi, hatta bazı sıfatlarında ve özelliklerinde on-'dan başka gibi görünmesi, o çocuğun gayr-i meşru olduğuna delil ve karine sayılmaz.

4- Çocuğun renk ve karakterlerinin babasına uymaması, babaya ndi karısına zina suçu isnad etme hakkım vermez. Bundan dolayı ba yanlış bir zehaba kapılır da'karısına zina isnad ederse, bunu dört kek şahitle belgelemesi, aksi halde hadd-i kazfla tecziye edilmesi rekir. Bu uygulamadan önce liân çağrısına uyar da hâkimin huzurunda yeminleşip lânetleşirlerse, evlilikleri sona erer ve çocuk anasına ait olur.

5- Soylu ağaç güzel meyva bitirir; aşılı ağacın meyvası daha tatlı çekici olur. Soylu, edepli, dindar ve kültürlü bir çevrede oturmak ve öyle bir' çevre içinde çocuk yetiştirmekte sayılmayacak kadar faydalar vardir.

6- Bir kız ile evlenirken onun erkek ve kız kardeşlerinin, hatta nca ve halalarının aklî dengelerinin yerinde olup olmadığına, geri kâh bulunup bulunmadıklarına çok dikkat etmek de sünnettir. Zira y damarı çok sinsi ve aldatıcıdır. Doğan çocuk hala, teyze, dayı ve am-Jarından birine benzeyebilir,

7- Bir erkek ile evlenirken de onun dindarlığına, ahlâk ve meziyet-rine, vakar ve ciddiyetine, işbilirliğine, namus duygusuna ve anlayı-na dikkat etmek gerekir. Helâl ve haram sınırlarını bilmeyen, meşru s gayr-i meşru kazanç yollarını birbirinden ayırt etmeyen veya edem­den bir erkekle evlenen namuslu, dindar, ahlâklı ve iffetli bir kız hem sndini, hem de doğuracağı çocukları ateşe atmış olur.

8- Haram lokma ve yabancı kültürle beslenip yetiştirilen bir ne­silde hayır yoktur. Ancak Allah'ın hidâyet verip korudukları müstesna.

9- Bir hadîste "Gübrelik ve çöplükte yetişen yeşillikten sakıma!"-buyurulmuştur. Bunun ne demek olduğu sorulduğunda ise şu cevap ve­rilmiştir; "Kötü bir yuva ve fena bir ortamda yetişen güzel kızdan sakınmanız tavsiye, edilmektedir. [216]

Çöplükte filizlenip yetişen bir ot tatlı bir renk alır ve boyu hayli uzun olur, ama üzerinde yararlanılacak bir nesne bulunmaz. Soysuz aile ortamında yetişen güzel, çekici bir kız da buna benzer. [217]

 

Doğan Çocuk Firaşa Aittir – Zaniye Ait Değildir

 

Liân konusunda da kısaca değindiğimiz gibi, baba doğan çocuğun kendisinden olmadığını iddia edip dolayısıyla karısına zina isnadında bulunduğunda  mülaâne ile  evlilikleri  son bulur ve  çocuk fıraşa {anasına) ait olur.

Aynı zamanda bir kadınla zina edip kadını hamile bırakan bir adam da o çocuğa sahip-çıkamaz. Zira zinadan da olsa anne ile çocuğu arasında kopmaz bağlar vardır. Zinakâr bir adamla çocuğun arasında o bağlardan hiçbiri mevcut değildir. Zinadan oluşup dünyaya gelen bir çocuk masumdur, işlenen o kötülükten beridir. Onu dosdoğru, yetiştirmekte, ona ilgi göstermekte anası herkesten daha yakın ve daha uygundur. [218]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a:) den yapılan rivayette ise, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Çocuk fîraşa (anasına) aittir, zani olan adama ise taş (ümitsizlik) vardır."    .

Buharı ise bu son cümleyi şu lafızla tesbit etmiştir: "Çocuk firaş sahibinedir." Yani onu döşekte doğuran anasına aittir. [219]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre Resûlüllah (s.a.v.) za­manında bu konuyla ilgili bir olay Efendimize intikal ettiriliyor. Ancak hadîs metninde birçok isimler geçtiğinden, kimin davalı, kimin davacı olduğunu rahatlıkla anlamamız gerekir. O bakımdan önce şahısları da­valı, davacı olarak iki grupta belirtmeyi ve sonra da hadîs metninin tercümesini vermeyi uygun bulduk:

Davacı: Sa'd b. Ebî Vakkas ve daha Önce vefat eden kardeşi Utbe b. EbîVakkas.

Davalı: Yine daha önce ölen Zem'â'nm hayatta olan oğlu Abd b. Zem'a ve Zem'â kızı Hz. Şevde (r.a.).

Davanın konusu: Zenı'â'mn cariyesinin doğurduğu Abdurrahman adındaki şahsın nesebini belirleme.

"Sa'd b. EbîVakkas (r.a.) ve Abd ö. Zem'a davalı-aauacı olarak Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in huzuruna çıktılar. Önce Sa'd b. Ebî Vakkas söze başladı:

- "Ya Rcsûlallah! Kardeşim Utbe b. Ebî Vakkas'm oğlunu (şu  anda  elini  tutup beraberimde  getirmiş bulunuyorum). Kardeşim bunun kendi oğlu olduğunu bana vasiyet etti. işte buyrun bakın babasına ne kadar benziyor." Sonra Abd b. Zem'a şöyle konuştu:

-  "Ya  Resûlallah!   Bu benim  kardeşimdir  ve  babamın döşeğinde cariyesinden doğmuştur."

Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) o çocuğa dikkatle baktı ve Utbe'ye açık şekilde benzediğim gördü ve şöyle buyurdu:

- 'Ya Abd b. Zem'a! Bu çocuk sana aittir (senin kardeşindir). Çocuk fıraşa aittir. Zinakâra da taş, mahrumiyet düşer" buyur­du   ve Hz. Sevde'ye dönerek: "Ya Şevde binti Zem'a! Bundan böyle sen artık çocuğa (Abdurahman'a)   karşı hicap arkasında dur, gözükme" buyurdu. [220]

Râvî diyor ki, o günden sonra bir daha Hz. Şevde (r.a.) sözü edilen Abdurrahman'a gözükmedi. Yabancı erkeklere karşı örtünüp hicap ar­kasında durmayı ona karşı da aynen sürdürdü.

Sa'd b. Ebî Vakkas'm (r.a.) kardeşi Utbe, Uhud savaşında Resûlullah'm (s.a.v.) dişini kıran azılı müşriklerden biri idi. Onun müs-lüman olduktan sonra öldüğünü iddia edenler varsa dahilim adam­larının cumhuruna göre, küfür üzere ölmüştür. Cariyeden olan Abdur-ralıman'm Utbe'ye çok benzemesi üzerine Resûlüllah (s.a.v.) artık onun Hz. Sevde'nin baba bir kardeşi olmadığına işaretle ona karşı örtün­mesini emretmiş ve çocuğu da hukuken Abd b. Zem'a'ya vermiştir.

Böylece sözü edilen ceriyenin hem Zem'a ile, hem de Utbe ile yatıp kalktığı, cinsel temas kurduğu anlaşılıyor. [221]

 

İlim Adamlarının Görüş, İstidlal ve Yorumları

 

Hadîste geçen "çocuk tıraşındır" sözünü en az yirmibeş kadar sa-habî rivayet etmiştir. Firaş'm birkaç manâsı varsa da burada kadın kasdedilmektedir.                                                         

Ayrıca hadîste "âhır" ve "hacer" kelimeleri geçmektedir. Ahır daha çok gece çapkınlık yapıp zina işleyen hakkında kullanılır. Hacer ise taş anlamına gelir. İlim adamlarının çoğu bunu mahrumluk ve umutsuz­lukla yorumlamışlardır. Bir kısmı ise, bununla zâni'nin taşla recmedil-mesi kaydedilmiştir diyerek yorumda bulunmuştur. Gerçi böyle bir mâna ve yoruma yer verilebilir, ama birincilerin görüş ve yorumu daha isabetlidir. Çünkü zâninin recmedilebilmesi için ya itiraf etmesi, ya da dört erkek şahidin şehadette bulunması, aynı zamanda adamın evli ol: ması gerekir. Aksi halde sadece bir zan olarak kalır ki zan ile hüküm verilemez. Yani zan hükme medar olamaz.

Gerek 475 no'lu Ebû Hüreyre hadîsi, gerekse 476 no'lu Hz. Aişe (r.a.) 1:adîsi sahihtir; istidlal ve ihticaca salihtir. O bakımdan ilim adamları bu iki hadîs üzerinde birçok yorumlarda bulunmuşlardır.

.Çocuğun babasına verilebilmesi için cinsel temasta bulunduğu kadınla ya sahih bir nikâhla veyahut fasit bir nikâhla evlenmiş olması gerekir. Böyle olmadığı taktirde doğan çocuk fîraşmdır, yani anasına aittir. Cumhurun da görüşü budur. Ebû Hanîfe'ye göre, bu mücerred akidle sübut bulur. Yani isterse o kadınla cinsel temasta bulunmamış olsun.                                     .                       .

İbn Teymiyye'ye göre, mücerred akid yeterli değildir, kesinlikle ,duhulda bulunmanın bilinmesi gereklidir. İmam Ahmed de bu hususa işarette bulunmuştur. İbn Kayyım da bu son görüşü tercihe uygun görmüştür. [222]

Adam kadınla fasit nikâhla evlenir ve kadın bu evlilikten bir çocuk doğurur ve adam da kadınla cinsel temasta bulunduğunu red ve inkâr ederse, bu hususta İmam Ebû Yusuftan iki rivayet yapılmıştır: Bir rivayete göre, nesep sabit olur ve mehir ile iddet gerekir. Diğer rivayete göre, nesep sabit olmaz, aynı zamanda mehir ve iddet de gerek­mez.

Adam o kadınla cinsel temasta bulunmamışsa, o taktirde artık 'doğan çocuk ona ait sayılmaz ve anasına bırakılır. [223]

Neseb dâvası da buna yakın hüküm ifade eder. Şöyle ki, kadın kucağına aldığı veya elinden tutup beraberinde taşıdığı çocuğun ba­basının şu erkek olduğunu, aralarında nikâh bağı mevcutken onu fıraşında doğurduğunu iddia edip nafaka ve elbise talebinde bulunursa veya aynı iddiayla erkek ortaya çıkar da yanında taşıdığı çocuğun şu kadından olduğunu ve aralarında nikâh akdi varken kendi fıraşında doğurduğunu söyler ve her iki durumdu da adam veya kadın iddiayı reddederse, bütün bu tarz iddialar sahîh sayılır ve davacı beyyine (şahit ve belge) ortaya koyduğu taktirde hâkim davacının lehine karar verir.

Bunun gibi bir kadın, bir çocuk göstererek onun anası olduğunu iddia eder ve buna dair beyyine (şahit ve belge) gösterebilirse iddiası şahîh kabul edilir ve hâkim onun lehine karar verir. [224]

Hanbelîlere göre de fasit nikâhtan dolayı erkekle kadın arasında cinsel temas meydana gelmiş olsa bile hadd gerekmez. İsterse adam bu-n'un helâllığına, isterse haramlığına itikad etmiş olsun fark etmez.

İmam Ahmed'e göre, velîsiz yapılan nikâhtan dolayı -adam bunun-haram olduğuna itikad ediyorsa- hadd gerekir. Hanefîlere göre hadd ge­rekmez. Çünkü bu mezhebe göre ergen olan bir kız evlenmeye kendi başına karar verebilir. Velisi onu evlendirmeye zorlayamaz. [225]

Bâtıl nikâhlara gelince, fasit nikâhtan farklı yanı vardır. Meselâ evli bir kadınla veya îddet içinde olan bir kadınla veyahut buna benzer bir durumda olan kadınla nikâh akdi' yapıp cinsel temasta bulunmak zina hükmüne girer ve her ikisi hakkında hadd uygulanır. Ancak bu durumda olan erkekle kadın iddet sona ermeden evlenmenin helâl veya haram olduğunu bilmiyorlar ve böylece evlenmekte bir sakınca ol­madığını düşünüyorlarsa, zina suçuyla cezalandırılmazlar. [226]

Liân konusunda ise, fasit nikâhla sahih nikâh aynı hükmü taşır. Şu şartla ki aralarında bir çocuk söz konusu olsun. Çocuk yoksa zaten liâna da gerek kalmaz. [227]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Zinadan olduğu zannedilen çocuk anasına aittir. Zâni'ye ise sa­dece taş ve ümitsizlik vardır.

2- Adamın çocuğun kendisinden olduğunu, kadın da ondan ol­madığını iddia eder ve fasit bir nikâh neticesinde kadınla cinsel temas­ta bulunduğunu ileri sürerek çocuğun kendisine verilmesini talep ederse, hâkim çocuğu anasına bırakır.

3- Hanefîlere göre, adam kadınla ya sahîh bir nikâhla, ya da fasit bir nikâhla evlendiği taktirde çocuk adama ait olur. Böyle olmadığı tak-irde, yani bâtıl bir nikâhla bu çocuk doğmuşsa, o taktirde anasına ait lur.

4- İmam-Ebû Hanîfe'ye göre, mücerred akid yeterlidir. Yani adam ra sahih veyahut fasit bir nikânla evlenir ve cinsel temasta bulunmaz, bununla beraber kadının bir çocuğu olursa, o da yine bu adama ait ka-3ul edilir.

5- İbn Teymiyye ve onun metodunu izleyen ilim adamlarına göre, mücerred akid yeterli değildir, duhul vaki olmalıdır. Aksi halde çocuk anasına ait olur.

6- Fasit nikâhla evlenen adamdan bir çocuk dünyaya gelir, fakat dam akidden,sonra cinsel temasta bulunmadığını iddia ederse, artık onun bu iddiası mesmu' olmaz ve o sebeple nesep sabit olur, aynı za­manda hem melıir, hem de iddet gerekir.

Bu, İmam Ebû Yusuftan yapılan iki rivayetten biridir. Diğer rivayet ise bunun hüafmadır. Aııcak birinci rivayet ağırlık kazanmıştır.

7- Adamın cinsel temasta bulunmadığı kesin bilinirse, çocuk anasına ait olur.

8- Kadın gördüğü çocuğa sahip çıkar ve o çocuğun da bilinen bir ana-babası  yoksa,  o taktirde kadının bunu isbat  edecek beyyine göstermesi (şahit ve belge ortaya koyması) gerekir. Beyyine getirince çocuk ona ait olur.

9- Hanbelîlere göre, fasit nikâhtan dolayı adam cinsel temasta dahi bulunsa hadd gerekmez.                                 

10- Velîsiz yapılan nikâh akdinden dolayı -adam bunun haram olduğunu bilip itikat ediyorsa- hadd gerekir. Bu, İmam  Ahmed'e göredir.

11- Evli veya iddet sona ermemiş bir kadınla nikâh akdi yapmak caiz ve sahih değildir, haram ve yasaktır; O bakımdan böyle bâtıl bir nikâhla evlenen çiftlere zina cezası uygulanır. [228]

 

Haddi Kazıf

 

İslâm, kitap ve sünnetiyle insan haklarını koruyup teminat altına almış ve namuslu, iffetli kişileri müfterilerin şerrinden korumak için birtakım maddi ve manevî müeyyideler, caydırıcı cezalar koymuştur.

Bu müeyyidelerden biri de "hadd-i kazıf tır. Namuslu, iffetli, suçtan beri bir kişiyi zina suçuyla suçlamak büyük bir bühtan, silinme­si zor bir lekedir. Fertleri ve aileleri böyle bir bühtan ve lekeden uzak tutmak ve korumak için, suçu isnad eden kimseden dört erkek şahit ta­lep edilir. Getiremediği taktirde müfteri durumuna düşer ve hakkında hadd-i kazf uygulanır. Bu da seksen değnek vurmakla gerçekleşir.

Zinadan beri insanları bu çirkin fiille suçlamanın çok büyük bir günah ve ağır bir suç olduğu kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur. .

Kur'an-ı Kerim'de hadd-ı kazıf:

"İffetli hür kadınlara zina (suçunu yakıştırıp iftira) atan, sonra da (bunu isbat için) dört şahit getiremiyenlere seksen değnek vurun ve onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin ve işte onlar günah işleyip ilâhî yoldan çıkmış kimselerdir.

Ancak bu iftira günahından sonra tevbe edip kendini düzelterek ilâhî yola dönenler müstesna. Çünkü gerçekten Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." [229]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki:

'İfk ehlinin bana isnat ettikleri suçtan beri olduğuma dair âyet indirilince, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz minbere çıkıp ko­nuyu zikretti ve Kur'ân âyetini okudu. Minberden inince İki er­kek ve bir de kadına hadd uygulanmasını emretti." [230]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ebû'l-Kasım (s.a.v.) Efendimiz'den duydum, buyurdu ki: "Kim memlûküne zina suçu isnad ederse, kıyamet gününde ona hadd uygulanır. Meğer ki olay dediği gibi olsun (o takdirde hadd) uygulanmaz." [231]

Ebû'z-Zennad'dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle haber ver­miştir: "Ömer b. Abdilaziz, bir köleye attığı bir zina iftirasından dolayı bir adama seksen değnek vurdurdu." Sonra Ebû'z-Zennad devamla diyor ki: "Ben zina iftirasından dolayı köleye seksen değnek vurulması hakkında Amir b. RebîVdan sordum. O bana şu cevabı verdi: "Ömer b. Hattab'a, Osman b. Affan'a ve devam. edegelen bazı halifelere yetiştim. Hiç birinin bir köleye zina suçu iftirasından dolayı kırk değnekten fazla vurdurduğunu görmedim." [232]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre: Zina suçu isnadında bulunan kimse, bu suçu isnad etmekle kişinin şahsiyetini zedelemiş olur ve ona toplum arasında başka bir gözle bakılması sonucunu doğurur. O bakımdan is­natta bulunan kimse bunu dört erkek şahitle belgelemesi gerekir. Aksi halde kendisine ceza olarak seksen değnek vurulur ki konunun başında da değindiğimiz gibi buna şeriâtte "hadd-i kazif' denir.

Zina suçu isnad eden (kazif) de üç şart aranır: Akıl, bulûğ ve bir de isnadını dört şahitle isbat edememe. Aksi halde hadd-i kazıftan kur­tulmuş olur. O halde aklî dengesi bozuk olanın, ergenlik çağma henüz girmemiş bulunanın ve isnadını dört şahitle isbat edenin zina suçlamasında bulunması hadd-i kazfı gerektirmez.

Kendisine zina suçu isnad edilen kişinin ise, akıl, baliğ, hür ve müslüman olması ve zinadan beri olup iffetli bulunması şarttır. O bakımdan çocuğa, deliye, köleye, kâfire, aynı zamanda zinadan beri olmayıp iffetini yitirene zina isnadında bulunmak hadd-ı kazfı gerektir­mez.

Bir de zina isnadında bulunan kimsenin isnatta bulunduğu kişinin babası, dedesi, anası ve ninesi olmaması gerekir. Aksi halde J.add-i kazif gerekmez. [233]

b) Şâfiilere göre: Zina  suçu  isnadında  bulunan  kimsenin nükellef olması, bu isnadı kendi irade ve ihtiyarıyla yapmış bulunması

şarttır. O bakımdan çocuğun ve aklî dengesi bozuk olanın isnadından dolayı hadd-i kazif gerekmez. Çünkü bunlar mükellef değildirler. Tem­yiz çağında olan çocuk böyle bir isnatta bulunursa ta'zîr gerekir, hadd uygulanmaz. Kendi evlâdına zina isnadında bulunan baba ve anneye hadd-i kazif uygulanmaz. Ancak bu arada ilâhi hakkı ihlâl sözkonusu olduğundan ta'zîre tabi tutulur.

Zina isnadında bulunan kimse hür ise seksen değnek, köle ise kırk değnek vurulur. Aynı zamanda zina suçu isnad edilenin evli olması şarttır.

Böyle bir isnatta bulunan kimse dört şahit getirmek zorundadır. Dörtten az salıda şahit getiren hakkında hadd-i kazif uygulanır. Bu hu­susta kadınL'.nn, kölelerin ve kâfirlerin şehadetine itibar edilmez.

İki kişi karşılıklı olarak biri diğerini zina suçuyla suçlarsa bu ta-kaö kabul ecl mez ve ikisine de hadd uygulanır. [234]

c) Harbelîlere göre: Hem karısına, hem de karısının anasına zina suçu isr ad ederek "ey zâniye kızı zâniye" derse, iki kelimeyle iki kişiye zina ; inadında bulunmuş olur ve bundan dolayı kendisine iki hadd gerek;. . Ancak birinci hadd uygulandıktan sonra vücudundaki yara-bere iy  eşmeden ikincisi uygulanmaz.

İffetli, ıanıuslu, evli bir kadına mükerreren zina isnadında bulu­nan kimseye bundan dolayı bir defa hadd-i kazf uygulanır.

Bir defa kazıfta bulunup bundan dolayı hakkında hadd-i kazif uy­gulandıktan sonra yine kazıfta bulunursa artık hadd gerekmez. Çünkü yalancı ve müfteri olduğu artık anlaşılmış bulunuyor. Nitekim ashab-d.^n Ebû Bekre (r.a.), Muğîre b. Şu'be*nin zina ettiğini iddia etmişti. Durum İkinci halîfe Hz. Ömer'e (r.a.) intikal edince, dört şahit istedi. Şahit getirilmeyince hsdîfe, Ebû Bekre'ye hadd uyguladı. Sonra yine Ebu Bekre, Muğîre b. Pu'be'ye aynı suçu isnat etti. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) ona ikinci iefa hadd vurdurmayı irade edince Hz. Ali (r.a.) engel oldu ve şöyle de: i: "Ya Emîrel-mü'minîn! Eğer Ebû:Bekre'ye ikin­ci defa hadd cezası uygulayacak olursan, Muğîre'yi de recim etmen gerekir." Bunun üzev ne Hz. Ömer (r.a.) ikinci defa hadd uygulamaktan vazgeçti. [235] Sadece ta'zîr uyguladı.

Adam karışma zina isnadında bulunur, kadın da bunu bir veya iki vevahut üç defa ikrar edip kabullenirse, kadına hadd cezası gerekmez. Ç^nkü kişi zinada bulunduğunu en az dört defa ikrar ettiği taktirde suç sübut bulur ve ceza uygulanır. Böylece kadının üç defa ikrarı yeterli değildir. Bu ikrarla birlikte Hân hükmü sakıt olur. Çünkü liân, kadın guçu reddettiği için uygulanır. İkrar edince artık buna gerek kalmaz.

Karısına "yâ zâniye!" der, karısı da ben seninle zina ettim derse, artık ne kocasına, ne de kadına hadd gerekmez. Şâfîîlere göre, adama hadd-i kazıf gerekir. [236]

d) Mâlikîlere göre de iffetli evli bir kadın ve erkeğe zina is­nadında bulunan kimseye, dört şahit getirmediği taktirde hadd-i kazıf uygulanır.

Dört veya daha fazla adam bir adamın yanında taşıdığı kadınla zina ettiğini söyler, ancak bu kadının o adamın karısı veya cariyesi olup olmadığını bilmediklerini ifade ederlerse adam hakkında hadd uygu­lanır. Ancak adam o kadının kendi karısı veya cariyesi olduğunu beyy-îne ile isbat ederse hadd düşer, yani uygulanmaz.

Üç adam, bir kişinin zina ettiğine şehadette bulunur, bir adam da başkasının şahitliğine dayanarak şahitlikte bulunursa, zina suçu isbat edilmemiş olur ve bu sebeple o dört kişi hakkında hadd-i kazıf uygu­lanır. [237]                                        

 

Tahliller ve Rivayetler

 

484 no'lu Hz. Aişe hadîsini Tirmizî hasenlemiş ve "biz bunu ancak Muhammed b. İshak hadisinden biliyoruz" diyerek tesbitini belirt­miştir. El-Münzerî ise, "îbn İshak bunu bir defa isnadda, bir diğer defa irsalda bulunmuştur ve o bakımdan bu rivayetinde anâne yapmıştır. Biz onun tedlîsinden dolayı ânânesiyle ihticac edilmiyeceğini söylüyo­ruz" diyerek bu hadîsle ihticac olunmayacağına dikkat çekmiştir. Ancak Buharî bu hadîse işarette bulunmuştur.

485 no'lu Ebû Hüreyre hadîsi sahîh olup istidlale sâlihtir. Hadîsin zahirinden, kölesine zina isnadında bulunup bunu isbat edemiyen efen­disine dünyada hadd cezası uygulanmıyacağı ve onun hakkında sadece uhrevî bir haddin söz konusu olduğu anlaşılıyor.

484 no'lu Hz, Aişe hadîsini açıklayan Fethü'l-Allâm sahibi şu bil­giyi vermektedir:

"Kazıf, sözlükte bir şey atmaktır. İslâm Hukukunda ise, iddiacının aleyhine haddi gerektiren zina suçu isnad edip iftira atmasıdır.

Hz. Aişe (r.a.) hadîsinin zahirinden, Hz. Aişe'ye bu maksatla ifti­rada bulunanlardan ancak üç kişi hakkında hadd-i kazıf uygulanmıştır. Oysa sahîh rivayetlerden elde edilen bilgiye göre, bu iftira olayının başında ünlü münafık Abdullah b. Ubey b. Selûl bulunuyordu. Ancak ResûlüHah'm (s.a.v.) bu kişi hakkında hadd-i kazıf uyguladığına dair kesin bir bilgi tesbit edilememiştir."

îbn Kayyım el-Cevzî bu hususu belirtirken, Abdullah b. Ubeyy'e neden hadd uygulanmadığının sebeplerini sıralar. Muhaddîs Hâkim ise el-İklü'de, hakkında hadd-i kazıf uygulananlardan birinin de bu ünlü münafık olduğunu kaydetmiştir.

Mâverdî'ye göre, Resûlüllah (s.a.v.) bu şeni iftira dolayısıyla hiç kiniseye hadd cezası uygulamamış ve bunun sebebini de şöyle açıklamıştır: "Hadd ancak iftiranın beyyine veya şahsın ikrarı ile sübut bulunca gerçekleşir."   .

Mâverdî'nin bu tesbiti isabetli değildir. Zira bu işin başını çekenin Abdullah olduğu ve hadd-i kazıf cezasına tabi tutulanlardan birinin de Mıstah olduğu sahîh rivayetle sabit olmuştur. [238]

485 no'lu Ebû Hüreyre rivayetinde "Kim memlûküne zina suçu is­nad ederse, kıyamet gününde ona hadd uygulanır" hadîsinin zahirine göre, efendi kendi kölesine zina suçu isnad eder de bunu isbat için beyy­ine ortaya koyamazsa, sadece kıyamet gününde hadd cezasına uğrar; dünyada onun hakkında bu ceza uygulanmaz hükmü ortaya çıkıyor.

Şöyle ki, dünyada uygulanan hadd, keffaret olur ve âhirette artık bu suçtan dolayı cezalandırma söz konusu olmaz. Nitekim bu husus hakkında vârid olan rivayetler vardır ve icma' vaki olmuştur.

Köleye efendisinden başkası zina suçu isnad ettiği taktirde, ilim adamlarına göre müfteri hakkında hadd-i kazıf uygulanmaz. Hanefî fu-kahası da aynı görüşte olup buna muhalefet eden olmamıştır.

Ancak ümmul-veled olan cariye müstesna. Bunun hakkında ise farklı görüşler ortaya çıkmıştır: Ebû Hanîfe ve İmam Şafiî'ye göre, ümmul-veled'e zina isnad edene hadd. uygulanmaz. Zira onun efendisi ölmeden önce o memlûke sayılır. O bakımdan köle ve cariyeye yapılan bu tür isnaddan dolayı suçlamada bulunana hadd-i kazıf gerekmez sa­dece ta'zîre başvurulur.

İmam Mâlik ve Zâhiriyye'ye göre hadd gerekir. Nitekim İbn Ömer'in de böyle dediği sahîh rivayetle sabit olmuştur. [239]

Köle veya câriye zina isnadında bulunur da beyyine getirmezse, onlara da hür kişilere uygulandığı gibi seksen değnek mi vurulur, yoksa bunun yarısı mı vurulur? Ebû Zinnad hadîsi kırk değnek vurulacağına delâlet etmektedir. İlim adamlarından bazısı, bir rivayete göre çoğu, köle ve cariyeye hürlere uygulanan cezanın yarısı uygulanır, yani kırk değnek vurulur, tbn Mes'ud (r.a.), Leys, Zührî, Evzâî, Ömer b. Abdilaziz ve îbn Hazım ise bunlara da seksen değnek vurulur, yani hadd-i kazf aynen uygulanır. Çünkü âyette umum ifade edilmektedir. Yarım hadd vurulur diyenler ise, kıyas yoluyla bu sonucu çıkarmışlardır.

Hâdd-i kazıfta erkekle kadın arasında hiçbir fark yoktur. îlim adamlarından buna muhalefet eden olmamıştır.

Böylece İmam Mâlik hâriç diğer müctehidlerin hemen hepsi, köle ve cariyeye zina isnad edene hadd cezası vurulmayacağını belirt­mişlerdir. Cumhur da aynı görüştedir. [240]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hadd-i kazıf kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.

2- İffetli evli bir kadın veya erkeğe zina isnad edip bunu isbat sadedinde dört erkek şâhid getiremeyen kimseye seksen değnek vuru­lur.

3- Zina suçunu isnad edenin âkil ve baliğ olması şarttır. Çocuğun ve delinin yaptığı isnaddan dolayı haad-i kazıf gerekmez ve bu suçlamaya itibar edilmez.

4- Kendisine zina suçu isnad edilen kişinin âkil, baliğ, hür ve müslüman olması aynı zamanda zinadan beri olup iffetli bulunması şarttır.

5- Aklî dengesi bozuk olana zina isnad eden kimseden ne beyy­ine talep edilir, ne de hakkında hadd-i kazıf uygulanır.

6- Ergen olmayan kişiye zina isnadında bulunmak da böyledir.

7- Gayr-i müslime zina isnadından dolayı hadd gerekmez. Sadece ta'zîr sözkonusu olabilir,

8- Daha önce iffetini bozup namusunu lekeleyen bir kimseye zina isnad etmek de haddi gerektirmez.

9- Daha önce zina suçu attığından dolayı hadd-i kazıf ile tecziye edilen kimse yine aynı adama zina isnadında bulunursa artık ikinci defa hadd-i kazıfe tabi tutulmaz, sadece ta'zîr edilir. Ta'zîr, haddin altında bir ceza ile tecziye etmek demektir. Bu da daha çok hâkimin taktirine bırakılmıştır.

10- Köle, cariye ve kâfire zina isnadında bulunan kimseye de hadd uygulanmaz. Bunlara ancak uhrevî ceza verileceği belirtilmiştir.

11- Evlâdına zina isnad eden baba, dede, ana ve nineye hadd ge­rekmez.

12- Zina isnadında bulunan kimsenin mükellef olması şarttır.

13- Zina isnadında bulunan kimsenin bu isnadı kendi irade ve ih­tiyarıyla yapmış olması gerekir. Aksi halde tehdîd edilip zorlanarak is-nadda bulunan kimseye hadd uygulanmaz. Bu daha çok Şâfıîlerin görüş ve içtihadıdır.

14- Temyiz çağında bir çocuk zina isnadında bulunursa, ta'zîr gerekir. Hadd uygulanmaz. Çünkü mükellef sayılmaz. (Bu da Şâfıîlere göredir)

15- Evlâdına zina isnadında bulunan ana veya babaya veya dede ve nineye   hadd uygulanmaz ama ta'zîr     gerekir. (Bu da Şâfıîlere göredir.)

16-  Zina suçuyla suçlanan kimsenin evli olması söz konusudur. Bekâr kişiye zina isnadından dolayı hadd-i kazıf gerekmez, ama onun altında bir ceza gerekir.

17- Zina suçunu isnad eden köle veya cariye ise onlara hür kişilere uygulanan haddin yarısı uygulanır. Yani kırk değnek vurulur.

18- Karşılıklı birbirini zina suçuyla suçlayan iki kişiye de hadd-i kazıf gerekir. Karşılıklı suçlamaları bir takas sayılmaz.

19- Karısıyla onun anasına birden fazla zina suçu isnad eden ada­ma iki hadd uygulanır. Bu daha çok Hanbelîlere göredir.

20- İffetli kişiye mükerreren zina isnadında bulunan kimseye bu tekrarından dolayı tekrar tekrar hadd-i kazıf uygulanmaz. Sadece bir defa yeterli olur.

21- Karısına "yâ zâniye" diyerek zina isnadında bulunur, karısı da "ben seninle.zina ettim" derse, hadd gerekmez.

22- Köle ve cariyeye zina isnad eden kimseye hadd gerekir. Bu Mâlikîlerin görüşüdür.

23- Hadd-i kazıf hususunda erkekle kadın arasında fark yoktur. [241]

 

İddet

 

îddet sözlükte sayma, hesaplama anlamına gelir. îslâm Aile Hu-:ukunda ise, kocası ölen veya kocasından boşanan kadının ikinci bir ko-jayla evlenebilmesi veyahut kocası tarafından bir veya iki talâk-ı bâin le boşanmış olan kadının tekrar kocasıyla biraraya gelebilmesi için üç temizlenme veya üç ayhali dönemi görüp geçirmesi, yani bu süreyi ?ayıp hesaplaması ve doldurması demektir.

Ancak kocası ölen kadının süresi üç temizlenme veya üç ayhali ŞÖrme dönemiyle sınırlı olmayıp dört ay on gün bir iddet (şer'î bekleme Süresi) geçirmesi gerekir. Bu süre geçmeden evlenemez.

Ayhalinden tamamen kesilip âyise olan kadına gelince, onun için iddet süresi üç kamerî aydır. Hâmile olan kadın ise, bu süreye bağlı değildir. Onun iddeti doğum yapmasıyla sona erer. Bu süre az veya çok plabilir.

İddet konusuna Kur'ân-ı Kerîm Talâk Sûresi 1-4. âyetlerde icmalin yer verilmiş bulunuyor. Hadîsler ise bu icmali açıklamaktadır. [242]

 

İlgili Hadisler

 

Ümmu Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Eşlem kabilesin­den Sübey'a adanda bir kadın evli bulunuyordu. Kadın hamile iken kocası vefat etti. Bunun üzerine bu kadına Ebû's-Senâbil b. Bu'kek talip çıktı (bir kaç gün sonra kadın doğumunu yapmış bulunuyordu). Bununla beraber kadın Ebû Senâbil ile nikah­lanmak istemedi. Adam da ona: "Allah'a and olsun ki sen iki id-detten (yani doğum iddetiyle vefat iddetinden) en uzak olanım tamamladıktan sonra evlenmen uygun olmaz" dedi. Nitekim ka­dın çok geçmeden on geceye yakın bir süre içinde doğum yapıp loğusa oldu. Sonra kalkıp Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e geldi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Evlen" diye buyurdu. [243]

Kocası ölüp kendisi hamile bulunan kadın hakkında Ibn Mes'ud'un (r.a.) şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Siz onun üzerine ağırlık getiriyor ruhsat getirmiyorsunuz. Nisa Sûresi indi; kısa sûre uzun sûreden sonra indi: "Gebe kadınların bekleme süresi, doğum yapmalarıyla son bulur." [244]

Bu âyet, Nisa Sûresinden kısa olan Talâk Sûresinde yer almak­tadır. Böylece bu sûrenin Nisa sûresinden sonra indiğine göre gebe kadınların iddeti diğer iddetlerden ayrılmış oluyor.

Ubeyy b. Kâb (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Ya Resûlallahî Gebe kadınların şer'î bekleme süresi doğum yapmalarıyla son bulmaktadır. Boşanan kadının iddeti (bekle­me süresi) üç temizlenme veya üç ayhali görme süresidir. Ko­cası ölen kadının iddeti ne kadardır?" diye sorduğumda Efendi­miz şu cevabı verdi: "İddet boşanan kadın için üç ayhali görme veya üç ayhalinden temizlenmedir. Kocası ölen kadının da böyle." [245]

Zübeyr b. Avvam (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçenin yanında Ukbe kızı Ümmu Gülsüm (zevcesi olarak) bulunuyordu. Kadın hamile idi ve Zübeyr'e şöyle dedi: "Bir defa boşamayla beni boş tut." O da onu kırmayıp bir talâkla boşadıktan sonra namaz için dı­şarı çıktı ve eve dönünce karısı doğum yapmış bulunuyordu. Bunun üzerine ona: "Sana ne oldu ki bana hile yapıp aldattın? Allah senin hileni senin başına çevirsin" dedi ve ayrılıp Peygam­ber (s.a.v.) Efendimize gelip (durumu arzetti). Efendimiz şöyle buyurdu: "Kitap (Kur'ân) onun bekleme süresinin önüne geçmiş oldu. (Talâk süresindeki âyetle gebe kadının iddeti doğum yap­masıyla sona eriyor. Artık üç ayhali veya bundan temizlenme süresi beklemesine gerek kalmıyor.) Artık onun (rızasını ala­rak) onun nefsini (tecdid-i nikâh yapmak üzere) iste." [246]

 

Müctehidlerin Görüş İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre, hamile kadının iddeti (şer'î bekleme süresi) hamilelik süresidir. Doğum yapmasıyla birlikte iddeti sona erer.

Bu iddetin vücubunun sebebi ise, ayrılmak veya vefattı. Yani ha­mile kadının boşanması veya kocasının vefat etmesiyle ikinci bir durum ortaya çıkmaktadır, o da kadının başka biriyle evlenebilmesi için iddet beklemesi ger elan ektedir. Bu bekleme süresi doğum yapmasıyla son bu­lur ve artık kadın istediği takdirde evlenebilir.

Bu konuda asıl olan hüküm, Allah'ın şu beyânıdır: "Gebe kadınların bekleme süresi doğum yapmalanyla son bulur." [247]

Ancak hamile kadının iddet beklemesinin vücubunun şartı, ister sahîh, isterse fâsid bir nikâhla olsun gerçekleşmesidir. Zira fâsid bir nikâhta cinsel temasta bulunulma iddeti gerektirir. Zinadan hamile ka­lan kadın için iddet gerekli değildir. Kadın doğum yapmadan önce evle­nebilir. Bu İmam Ebû Hanîfe'nin kavlidir. İmam Muhammed'e göre, zinadan hamile olan kadının doğum yapmadan evlenmesi caiz değildir. [248]

b) Şâfülere göre, hamile kadının doğum yapmasıyla iddetin sona erebilmesi için üç şart vardır:

1- Hamileliğin iddete hakkı olan bir adama mensup olması,

2- Doğum olayıyla çocuğun anasından ayrılması, rahminde kalma­ması,

3- Çocuğun hilkatinin oluşmuş olması. [249]

Böylece sahîh veya fâsid bir nikâhla veya şüpheli bir cinsel temas­la hamile kalan kadının hamileliğinde bir adam söz konusudur ve kadının iddetinde onun bir payı vardır. O bakımdan zinadan hamile ka­lan kadının bu hamileliğinde böyle bir hak ve iddeti için bir pay söz ko­nusu değildir.

Aynı zamanda hamilelik süresi dolduğu halde doğum yapamay­an bir kadın süre doldu, yani dokuz ay on gün geçti diye evlenemez. Rahmindeki cenini henüz hilkati belirgin hale gelmeden, şekillenmeden düşürecek olursa, iddeti sona ermez. Bu durumda üç ayhali veya üç te­mizlenme süresi geçirmesi gerekir. [250]

c) Hanbelîlere göre, boşanan veya kocası ölen hamile kadının id­deti doğum yapmasıyla son bulur. Bu kadın ister hür, ister cariye olsun fark etmez. Hatta kadın boşandıktan veya kocası öldükten bir saat son­ra doğum yapacak olursa iddeti sona erer. Ancak nifastan temizlen­meden evlenmesi caiz olmaz. Yani o vaziyette nikâh akdi yapılsa bile te­mizlenmedikçe cinsel temasta bulunması haramdır.

Hamile kadın ikiz veya üçüz doğuracak durumda ise, son çocuğu doğurmadıkça iddeti sona ermez. Diğer yandan doğan çocuğun hilkatinin belirgin olması gerekir. Dış organları belirsiz halde bulunan bir düşük doğum sayılmaz. Ancak kadının yaptığı düşüğün insan şekline girip girmediğini güvenilir bilirkişilerin tesbit edip şehadette bulunmaları tasviye edilir ve en uygun olan yol budur. [251]

Böylece Şâfîilerde olduğu gibi bu mezhebe göre de doğum ile idde­tin sona erebilmesi için üç şart söz konusudur:

a) Doğan çocuk bir babaya dayanıp bağlanmalıdır.           

b) Kadın çocuğu tamamen doğurmalıdır.                        

c) Çocuğun hilkati belirgin hale gelmelidir.

d) Mâlikîlere göre, doğum olayıyla iddetin sona erebilmesi için dört şart söz konusudur:

1. Doğan çocuğun kocaya ulaşıp dayanması, yani-sahih veya fâsid bir nikâhla olsun kadının bir kocasının mevcudiyeti veya şüphe ile cin­sel münasebetin ortaya çıkması,

2. Kadının evlendiği kocasıyla, içinde cinsel temas sağlanabilecek kadar bir süre halvette başbaşa kalması,

3. Doğumda çocuğun tamamıyla kadından ayrılmış olması,

4. Bir parça et şeklinde bile olsa kadının doğum yapmış bulun­ması. [252]

Doğumla iddetin sona ermesi konusunda mezhebler arasında bir­takım farklar bulunuyor. Ama hamile kadının ıddetinin doğum ile sona ereceğinde görüş birliği vardır, [253]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

494 no'lu Ümmu Seleme hadîsi sahihtir. O bakımdan istidlal ve ihticaca salih görülmüştür. Hadîsin zahirinden şu hükümler anlaşıl­maktadır: Kocası vefat eden hamile kadının iddeti, dört ay on gün müdür, yoksa doğum yapmasıyla mı iddet sona erer? Bu hususta Ebû Senâbî'in en uzak olan iddetin söz konusu olacağını ileri sürmesin-den sonra kadın doğum yapıyor ve durumu Resûlüllah'a (s.a.v.) arzedince, Efendimiz doğum olayıyla iddetin son bulduğunu belirterek evlenmesine ruhsat veriyor.

Tabii kadın doğum yaptıktan sonra nikâh akdi yaptırsa bile evlendiği adamla lohusalığı devam ettikçe cinsel temasta bulunamaz, bu haramdır.

495 no'lu Ibn Mes'ud hadîsi de sahî-htir ve istidlale sâlihtir. Birinci ıadîsi desteklemektedir.

496 dipnotlu Ubey b. Kâb hadîsini aynı zamanda Ebû Yala, ez-liyâ ve İbn Merduyye tahrîc -etmişlerdir. Mecmau'z-Zevâid'de bu hadî-in isnadında el-Müsnî b. Sabah bulunuyor.   Bu   zat  hakkında farklı esbitler ortaya çıkmıştır. el-Fellâs şöyle demiştir: "Yahya ile Abdur-ahman bu zattan rivayet yapmazlardı." İmam Ahmed'e göre onun ivâyeti seviyeli değildir. İbn Maîn ise onun salîh bir kişi olduğunu kay-Letmiştir. Nesâî onun metruk olduğuna dikkat çekmiştir. Yahya el-Cattan ise, onun rivayet ettikleri hadîse başka şeyler karıştığı için ter-:edilir demiştir. Ibn Adiy "Onun hadîsindeki  zayıflık çok açıktır" lemistir. [254]

Bu sebeple ve diğer sahîh hadîslerdeki açık beyâna aykırılık arzet-nesi dikkate alınarak ilim adamları bu hadîsle istidlal etmemişlerdir, ^ynı zamanda Kur'ân'daki ilâhi beyâna da uymamaktadır.

497  dipnotlu Zübeyr hadîsi muhlelif tarîklerden farklı lafızlarla ivâyet edilmiştir. Ancak sahîh hadîslere ve Kur'ân'daki nassa uygun-uk arzettiğinden istidlale uygun kabul edilebilir.

Ümmu Seleme hadîsinde adı geçen Sübey'a, Ebû Berze el-Sslemî'nin kızıdır. Ölen kocası ise Sa'd b. Havle el-Amîri'dir. İbn Abdil-3err'e göre bu zat Veda Haccmda vefat etmiştir. Ebû Senâbil ise Amr /eya Amir'in künyesidir. [255]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kocasından boşanan veya kocası ölen hamile kadının iddeti 'şer'î bekleme süresi) doğumunu yapmakla sona erer.

2- Doğum yapan hamile kadın artık iddet beklemez ve başka bir kocayla evlenebilir. Ancak loğusalık sona ermeden cinsel temasta bu­lunması haramdır.

3- Hamile kadının iddet beklemesi, ya sahîh veyahut fasih bir nikâhla olsun bir erkekle birleşmiş olmasına bağlıdır.

4- Zinadan hamile kalan bir kadın için iddet söz konusu değildir. Doğum  yapmadan  önce  de başka biriyle evlenebilir.  İmam  Muhammed'e göre, doğum yapmadan evlenmesi caiz değildir.                    

5- Şâfnlerle Hanbelîlere göre, hamile kadının doğum yapmasıyla birlikte iddetinin sona ermesi için üç şart gereklidir.

6-Mâlikîlere göre, dört şart gereklidir.

7- Henüz hilkati tam teşekkül etmeyip bir et parçası halinde olan düşük sebebiyle iddet sona ermez.

8- iddetin sona ermesi için çocuğun anasından tamamen ayrılmış olması şarttır.

9- Şekillenmemiş bir et parçası halinde kadın düşük yaparsa, bu­nunla doğum yapmış sayılmayacağından, düşük olayından sonra üç te­mizlenme dönemi geçirmesi gerekir. (Bu daha çok Şâfıî ile Hanbelî'ye göredir).

Bu konuda sahabenin farklı ictihad ve görüş ortaya koyduğuna dair tarihî bir olayı burada zikretmemizde fayda görüyoruz:

Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Münzir ve îbn Merduye'nin Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan yaptıkları rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir:

"Ben, İbn Abbas ve Ebû Hüreyre (r.a.) birlikte oturuyorduk. Derk­en bir adam çıkageldi ve şöyle dedi:'"Kocasının vefatından kırk gün son­ra doğum yapan kadının iddetinin sona erip ermediği hakkında bana bir fetva verin." Bunun üzerine İbn Abbas (r.a.) ona: "İki süreden en uzun olanım dikkate alarak iddetini tamamlar. Yani kocası ölen kadir için iki süre söz konusudur: Biri vefat iddeti, diğeri doğum iddeti. Bu ik­isinden hangisi daha uzun sürerse ona itibar edilir. Dört ay on gür geçtiği halde henüz doğum yapmamışsa, doğumu bekler. Dört ay on gür dolmadan doğum yaparsa, dört ay on günlük süreyi tamamlar." İbr Abbas'm bu fetvasına ben itiraz ederek Talâk Sûresi dördüncü âyeti ok udum, "Hâmile kadınların iddeti doğum yapmalarıyla sona erer" dedim İbn Abbas benim bu sözüme karşılık şöyle dedi: "Senin bahsettiğin idde talâk iddetidir, vefat iddeti değildir." Bunun üzerine Ebû Seleme şöyl* görüş belirtti: "Söyler misin, bir kadın doğumu bir sene gecikecek olur sa onun iddeti ne olur?" îbn Abbas ona "İki süreden en son olanı" diy cevap verdi. Ebû Hüreyre söze karışarak dedi ki: "Ben kardeşimi: oğlunun görüşündeyim." Bununla Ebû Seleme'den yana yani onu: görüşünden yana olduğunu belirtti. Sonunda İbn Abbas meseleyi vuzt ha kavuşturmak üzere azatlı kölesi Küreyb'i Ümmü Seleme'ye göndere ve o da Sübey'a olayını bildirerek Ebû Seleme'nin dediğinin doğr olduğunu bildirdi. Böylece mesele vuzuha kavuşmuş oldu. [256]

 

İddetin Kur’a Göre Hesaplanması

 

Kur1, fıkhı bir terimdir. Çoğulu akra1, akru1 ve kuru' gelir. Bu ke-ıe iki zıd manâyı kendinde taşır: Hem ayhaline, hem de ayhalinden nizlenmeye delâlet eder. O bakımdan müctehidlerden bir kısmı onu hali anlamına alırken, diğer bir kısmı ayhalinden temizlenme nemiyle yorumlamıştır.

Boşanan veya kocası ölen hamile kadının iddeti hakkında gereken Lklamayı yaptıktan sonra şimdi de evli iken boşanan kadının iddetini kklamaya ve ilgili rivayetleri nakletmeye çalışacağız.

islâm dini her konuda olduğu gibi bu konuda da kadını siyanet iniş (korumuş) ve kocasından dul kalınca onun kendini iyice toparla-asma ve rahminde oluşan bir çocuk varsa onun doğmasına imkân ver-Bk için bir iddet (şer'î bekleme süresi) belirleyip vacip kılmıştır. [257]

 

İlgili Hadisler

 

el-Esued'den yapılan rivayete göre, Hz. Aişe (r.a.) şöyle bilgi ver­iştir:

"Berire'ye üç hayız (ayhali) iddet beklemesini emrettim." [258]

Hadîste siyga değiştirilmiştir. Çünkü gerçekte emreden Hz. Aişe iğil Peygamber (s.a.v.) Efendimizdir. [259]

ibn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Fendimiz Berire'yi muhayyer bıraktı, O da kendi nefsini ih-yar etti. Peygamber (s.a.v.) ona hür kadının iddetine uygun id-ıt beklemesini emretti. [260]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Emet (cariye)nin talâkı ikidir, iddeti de iki ayhalidir." [261]

Diğer bir lafızla şöyle rivayet edilmiştir: "Kölenin talâkı ikidir. Ca­riyenin kuru'u iki ayhalidir." [262]

İbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "Emet (cariye)nin talâkı ikidir, iddeti de ikiayhâlidir." [263]

Böylece hür kadınla cariyenin iddeti farklı olduğu gibi, köle ile hür adamın boşama sayısı da farklıdır. [264]

 

Müctehidlerin Görüş ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre, ayhali görüp kendisiyle cinsel temas kurulan hür kadının boşandıktan sonra iddeti (şer'î bekleme süresi) üç kuru1 (üç ayhali görmesi) dir.

Kadının bu durumda boşanması ister talâk şeklinde, isterse hâkimin ayırması şeklinde olsun farketmez.

îmanı Şafiî ile İmam Mâlik'e göre sözü edilen kadının iddeti, üç te­mizlenme süresidir. Böylece bu iki imam âyet ve hadîste geçen (kur1) veya (kuru1) kelimesini ayhalinden temizlenme olarak yorum­lamışlardır.

Bunun gibi şüpheyle cinsel temas gerçekleştiğinde de iddet süresi üç ayhali olarak belirlenir. Şüpheyle cinsel temastan maksat şudur: Zi­faf gecesi nikahladığı kadın değil de başka bir kadın onun yanma girer de böylece o da onu kendi nikahladığı karısı sanıp cinsel temasta bulu­nur, îşte bu temastan sonra durum anlaşılınca onların ayrılmaları gerçekleşir ve bu durumda o kadının evlenebilmesi için üç ayhali geçirmesi gerekir.

Fasit nikâh da böyle. Yani ondan dolayı da iddet gerekir. Şöyle ki: Mut'a (muvakkat) nikâhla evlenen veya şahitsiz nikâh akdi yapan veya dört karısı hayatta olduğu halde bir beşincisiyle nikâh akdi yaptıran adam bütün bu durumlarda fasit bir nikâhla evlenmiş olur. Hâkimin müdahalesiyle bu nikâh feshedilir, çiftlerin ayrılmaları sağlanır. İşte böyle bir nikâh yapıldıktan sonra adam kadınla cinsel temasta bulunur veya cinsel temas yapacak kadar bir süre onunla tenhada başbaşa kalırsa kadına iddet gerekir. Yani başka biriyle evlenebilmesi için üç ayhali görüp geçirmesi gerekir.

Kadın ayhali durumunda iken kocası onu boşarsa, içinde bulun­duğu ayhali üç ay halinden sayılmaz. O ayhalinden temizlendikten son­ra üç ayhali görüp geçirmesi gerekir.

Ayhalinden büsbütün kesilmiş olan veya yaşı küçük olduğu için hiç ayhali görmeyen kadının iddeti ise üç aylık bir süredir. Boşandıktan sonra bu süreyi sona erdirmeden başkasıyla nikâhlanamaz. [265]

b) Şâfiîlere göre, hayatta olan bir adamın karısını üç talâkla boşaması veya fasit bir nikâhla evlenilmişse hâkimin ayırması ile kadına iddet gerekir. Yani ikinci bir kocayla evlenebilmesi için üç te­mizlenme dönemi geçirmesi şarttır. Aksi halde evlenemez. Ancak sözü edilen kadının iddet sahibi olabilmesi için Hanefîlerde olduğu gibi ya sahîh, ya da fasit bir nikâhla evli bulunması ve bu evlilikte cinsel temas olayının meydana gelmesi veya en azından erkeğin menisinin kadının üreme organının içine akması söz konusudur. Bu gerçekleşmedikçe sa­dece halvette başbaşa kalmaları yeterli değildir. Yani böyle bir olaydan dolayı iddet gerekmez.

Böylece halvet hususunda Şâfîîler Hanefîlerden ayrılmış oluyor­lar.

Hür kadının iddeti üç kur1 dur. Yani üç temizlenme dönemi görüp geçirmesidir. Kadm temizlik dönemi içindeyken kocası onu boşarsa, id­deti ancak üçüncü ayhaline girmekle sona ermiş olur. Kadın ayhalinde iken boşarsa, o ayhali dışında üç ayhali daha görüp geçirmesi gerekir. Ayhalinden büsbütün kesilmiş olan kadının iddeti ise üç aydır. İçinde boşandığı aydan onbeş günden fazla bir süre kalmışsa, o takdirde o tam ay sayılır ve ondan sonra iki tam ay daha geçirmesi gerekir. [266]

c) Hanbelîlere göre, adam nikâhlı karısını cinsel temasta bulun­madan ve onunla halvette başbaşa kalmadan boşarsa, bu durumda kadına iddet gerekmez. Boşandıktan sonra başka bir erkekle evlenebi­lir. Zira iddetten maksat, rahmin beraetini ortaya koymaktır, yani ha­mile olmadığını göstermektir.

Müslüman erkekle evli olan zimmîye (gayr-i müslime vatandaş kadm) da boşandığında iddet beklemesi gerekir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, zimmîyeye iddet gerekmez. Çünkü onlar furu'-i islâmmiye ile muhatab değillerdir.

Ama halvette başbaşa kalıp kadm tamamen erkeğe ram olur da ancak erkek bir engelden dolayı -meselâ ihramlılık hali, oruç, ayhali, loğusalık, hastalık, iktidarsızlık gibi- cinsel temasta bulunamazsa, o takdirde kadına iddet gerekir. Yani kocası onu boşadığı takdirde üç ay­hali görüp geçirmesi gerekir. [267]

d) Mâlikîler de buna yakın bir görüş ve ictihaddadırlar. İmam Mâlik de İmam Şâfıî gibi "kur" kelimesini ayhalinden temizlenme dönemi olarak yorumlamıştır. [268]

 

Tahliller ve Diğer Rivayetler

 

507  no'lu Hz. Aişe hadîsiyle ilgili olarak Hafız İbn Hacer şöyle demiştir:

"Râvilerinin hepsi sikadır, ancak hadîs malûldür." Yani sıhhatim zedeleyen bir kusur söz konusudur. [269]

Bu hadîste Berire'nin kocasının köle olduğuna işaret bulunuyor. Ama Berire hürre olduğu için kocası tarafından boşanınca Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz onu köle (cariye) iddetiyle, hürre iddeti arasında serb­est bırakmıştır. Şöyle ki kocasına bakılarak iki kur iddeti gerekir, ken­di nefsine bakılarak üç kur' iddeti gerekir. Berîre kendi nefsini bu meselede ihtiyar etmiş ve böylece üç kur iddet gerekmiştir.

İmam Şafiî bu hadîsle ve îbn Ömer hadîsiyle istidlal ederek kölenin ancak iki talâkla boşama hakkı bulunuyor, eşi isterse hürre ol­sun,, isterse cariye olsun farketmez demiştir. Ebû Hanîfe ise, kadm hürre ise üç talâk söz konusudur, şeklinde bir görüş beyân etmiştir.

508 nolu İbn Abbas hadîsini ayrıca Taberânî el-Evsat'da taline etmiştir. Mecmau'z-Zevâid sahibi diyor ki: "Ahmed b. Hanbel'in bu hadîsi rivayet silsilesindeki ricalin hepsi rical-i sahihtir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel'in Berîre'den naklettiği benzeri hadîs de buna şehadet etmek­tedir. O bakımdan İbn Abbas hadîsiyle istidlal ve ihticacda bulunanlar çoğunluktadır. Aynı zamanda birinci hadîsle birbirini kuvvetlendir­mekte olup hilâfına   görüşlerin  itibara  şayan   olmadığına   delil sayılmaktadır,

509 nolu Hz. Aişe hadîsini aynı zamanda Beyhakî tahrîc etmiştir. Ebû Dâvud ise "bu hadîs meçhuldür" demiştir. Tirmizî ise bu hadîsin garip olduğunu ve bunu ancak merfuân Mezahir b. Eşlem hadîsinden bildiğini belirtmiştir.

Ancak bu hadîsi manâ yönünden destekleyen bir çok rivayetler mevcuttur.

511 nolu İbn Ömer hadîsini İmam Mâlik Muvatta'da tahrîc .etmiş /e İmam Şafiî de bunu nakletmiştir. Ancak isnadında Amr b. Şebîb ve Atıyye el-Ufî bulunuyor ki bu iki zat da zayıftır. [270]. Dârekutnî ise ounu mevkufen sahihi emiştir.

Zehebî, Amr b. Şebîb isminden bahsetmiştir. Ancak Atıyye el-Ufî üzerinde durmuş ve şu bilgileri vermiştir: Ebû Hatim onun için "zayıftır" demiş, ibn Maîn ise "o sâlih bir kişidir" diyerek kısmen tez­kiye etmiştir. Ahmed b. Hanbel "o zayıftır" diyerek görüşünü belirt­miştir. [271]

Konumuzu oluşturan hadîslerin hemen tamamı, kocasından boşanan kadının iddetinin üç kur' olduğuna ve kur'dan maksadın da ay-i hali bulunduğuna delâlet etmektedir. [272]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Evlenip kocasıyla  cinsel temasta bulunduktan sonra boşanan kadmm ikinci bir kocayla evlenebilmesi için iddet beklemesi, yani şer'î bekleme süresini doldurması gerekir. Aksi halde evlenmesi caiz olmaz.

2-  İddet süresi üç kur'dur. Bundan maksat üç ayhali görüp geçirmesidir.

3- Hâkim tarafından ayrılmaları kararlaştırılan kadının da iddeti böyledir.

4- İmam Şâfıî ile İmam Mâlik'e göre, kur'dan maksat temizlenme dönemidir. Böylece bu iki mezhebe göre, boşanan kadmm iddeti üç te­mizlik dönemi görüp geçirmesidir.

5- Sahih nikâhla evlenenin iddeti böyle olduğu gibi fasit nikahla evlenenin ve bir de şüpheyle cinsel temasta bulunulan kadının da iddeti üç kur'dur.

6- Fasit nikah, mut'a nikâhı, muvakkat nikâh, şahitsiz yapılan nikâh ve dört kârısı hayatta ve nikâhı altında bulunduğu halde beşinci

kadını nikâhlamaktır.

7- Şüpheli nikâh, karanlıkta karısının yatağı zannederek başka bir kadmm yatağına girip onunla müsasebette bulunmak veya zifaf ge­cesi adamın yanma nikahladığı kadmm yerine başka bir kadının yanlışlıkla girmesi ve aralarında cinsel temasın meydana gelmesidir.

8- Kadm ayhali döneminde iken kocası onu boşarsa, bu göreceği üç ayhaline dahil sayılmaz.

9- Ayhalinden büsbütün kesilmiş bulunan ve bir de yaşı küçük olduğu için ayhali görmeyen kadının iddeti üç aydır.

10- Nikâhtan sonra halvette başbaşa kalırlar ve bir cinsel temas süresince oyalanırlarsa, bu kadın için de iddet gerekir, Şâfiîlere göre id­det gerekmez.

11- Boşanırken içinde bulunduğu aydan onbeş günden fazla bir süre kalmışsa, o takdirde o tam ay sayılır ve böylece iki ay daha bekler öylece iddeti sona erer.

12- Adam nikahlandıktan sonra cinsel temasta bulunmaz ve karısıyla halvette başbaşa kalmazsa iddet gerekmez.

13- Ama halvette bir engelden dolayı cinsel temas yapılamamışsa, o taktirde kadına iddet gerekir. Bu, Hanbelîlerin görüşüdür.

14- İddetten maksat, kadmm rahminin çocuktan beri olduğunun ortaya konmasıdır ve bir de bu süre içinde ikinci evliliğe iyice hazır du-rupaa gelmesidir.

15- Hamile olduğunu bilen kadın bunu gizler de üç aylık veya üç ayhali bir süre bekledikten sonra iddetini tamamlamış gibi davranırsa günahkâr olur. Aynı zamanda başkasıyla nikâhlanması caiz olmaz. Zira onun iddeti, hamile olduğu çocuğu doğurmasıyla sona erer.

16- Erkek için bir iddet söz konusu değildir. Yani karısını boşayan erkeğin bir süre beklemesine gerek yoktur. İstediği zaman evlenebilir.

17- Müslüman erkekle evli olan gayr-i müslim kadının da zimmîye olduğu takdirde iddet beklemesi gerekir. Bu Hanbelî'ye göredir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, onun iddet beklemesi gerekli değildir. Çünkü ilâhî bitabla muhatab sayılmaz. [273]

 

Muteddenin İhdadı (İddet İçinde Olan Kadının Süslenmeyi Terketmesi )

 

Mu'tedde, kocasının ölümü veya kendisinin boşanması sebebiyle 1 iddet (şer'î bekleme süresi) içinde olan kadın demektir. İhdad ise, bu kadının iddet süresince süslenmeyi terketmesidir.

Böylece ikinci bir evliliğe namzet olan kadının iddet süresince çok dikkatli olması, kendisine talip olacak kimselerin dikkatini çekecek süs eşyasından ve süslenmekten kaçınması, böylece kendini toparlama döneminde ikinci bir evlilik hakkında selim bir akılla düşünebilmesi vaciptir.

Belirtilen süre içinde böyle bir önlem alması sadece kendini topar­lamaya yönelik olmayıp ölen kocasına bir saygı ifadesini ve şehvetperestlerin önüne bir set çekmesini de yansıtır.

Zira Yüce İslâm, hemen her hususta, her yerde ve her zaman dili­mi içinde kadının vakar ve iffetini, saygınlık ve nezaket ve nezahetini korumuştur. İhdad olayı da bu anlamda koruyucu bir tedbir olarak vasıflanabilir. [274]              

 

İlgili Hadisler

 

Ümmü Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, kocası ölen bir kadının gözlerinden endişelendiler ve o sebeple Resûlüllah (s.a.v.) Efen­dimize geldiler sürme kullanılması için izin istediler. Resûlüllah (s.a.v.) o kadına: "Sürme kullanma" diye buyurdu ve devamla: "Önceleri (cahiliye devrinde) sizden biri en kötü elbisesiyle ve evinin en kötü yerinde oturup beklerdi. Üzerinden bir yıl geçince bir köpek oraya uğrar ve kadında (deve veya koyun) tersini atardı (da böylece bekleme süresi sona ermiş sayılırdı). Hayır dört ay on gün geçmedikçe (süslenmek caiz değildir)" diye uyarısını yaptı. [275]

Kadının iddet döneminde süslenmeyi terketmesiyle ilgili Zeyneb. binfci Cahş  (r.a.) dan cahiliye devrinde kadının en kötü elbiseler içinde evinin en kötü yerinde bir yıl beklemesi ve sonra da deve veya koyun tersi atarak süreyi tamamladığını bildirmesi hakkında sorulunca, Hz. Zeyneb (r.a.) şu bilgiyi vermiştir:

"Cahiliye devrinde kadın kocası ölünce evinin en izbe yerine girer ve en değersiz hakir elbisesini giyer ve bir sene geçinceye kadar hiçbir güzel koku sürünmezdi, güzel ve temiz bir elbise giymezdi... Bir yıl geçince ona kuş, koyun veya benzeri bir hayvan getirilirdi. O da o hay­ranı vücuduna sürer ve hayvan ölünceye kadar bu ameliyeye devam ederdi. Arkasından kadın o izbe yerinden çıkar, eline hayvan tersi alıp atardı. İşte bu merasimden sonra kadın temizlenir, güzel koku sürünüp süslenir, kendisine evlenme teklifinde bulunanlara görünebilirdi."

Yukarıdaki kısa hadîs bu olaya işaret etmektedir. İslâm bu çirkin merasimi kaldırıp onun yerine kocası ölen kadının süslenmemek kay-diyle dört ay on gün beklemesini vacip kılarak kadının hem hamile ol­madığının ciddi şekilde, anlaşılmasını, hem de İkinci bir evliliğe hazırlanabilmek için bir süre dinlenmesini sağladı.

Humeyd b, Nâfi'den, o da Zeyneb binti Ümmi Seleme (r.a.) dan şu üç hadîsi rivayet etmiştir:

Zeyneb (r.a.) diyor ki: "Babası Ebû Süfyan vefat edince Üm-mü Habîbe'nin (r.a.) yanına gittim. Bu sırada Ümmi Habîbe içinde sarı renk bulunan halûk isimli veya ona benzer bir tür süslenme boyası istedi. Ondan birazını (yanındaki) kız veya ca­riyeye sürdükten sonra ondan iki yanağı nahiseyine sürdü. Son­ra şöyle dedi: "Vallahi benim bu gibi güzel kokularla süslenmeye hiç ihtiyacım yoktur. Ne var ki ben Resûlüllah (s.a.v.) Efendi-miz'in minber üzerinde şöyle buyurduğunu duydum: "Allah'a ve âhiret gününe imân eden hiçbir kadına ölen yakınından dolayı üç günden fazla yas tutup süslenmeyi terk etmesi helâl olmaz. Ancak kocasının ölümü üzerine dört ay ongun süslenmeyi terkeder."

Râviye Zeyneb devamla diyor ki: "Sonra bir de kardeşi vefat eden Zeyneb binti Cahş'în (r.a.) yanına girdim. O da güzel koku istedi ve onu ahp süründü. Sonra şöyle dedi: "Vallahi benim güzel kokuyla süslenmeye ihtiyacım yoktur. Ne var ki Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in minber üzerinde şöyle buyur­duğunu duydum: "Allah'a ve âhiret gününe imân eden hiç bir kadına ölüsü üzerine üç günden fazla yas tutup süslenmeyi ter-ketmek helâl olmaz. Ancak ölen kocası üzerine dört ay ongun süslenmeyi terkeder."

Yine Zeyneb devamla diyor ki: "Ümmü Seleme (r.a.) dan duy­dum şöyle diyordu: "Bir kadın Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ve şöyle dedi: 'Ya Resûlellah! Doğrusu kızımın kocası vefat etti ve kızım da gözlerinden rahatsız bulunuyor. Onun gözlerine sürme çekebilir miyim?" Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) ona iki ve üç defa "hayır..." dedi. Yani kadın iki veya üç defa isteğini tekrarladı, Resûlüllah (s.a.v.) her defasında ona "hayır..." dedi. Sonra şöyle buyurdu: "Kocası ölen kadının iddeti (bekleme süresi ve süslenmeyi terketmesi) dörtay ongundur. Önceleri cahiliye devrinde sizden biri bir yıl geçince eline hayvan tersi alıp atardı."

Bunun üzerine râvi Humayd diyor ki, Zeyneb'e sordum, de­dim ki: "Senenin sonunda hayvan tersi atmanın anlamı ne idi?" O da bana şu cevabı verdi: "Cahiliye devrinde kocası ölen kadın evinin izbe yerine girer ve en kötü elbiseleri giyinir ve bir yıl geçinceye kadar ne güzel bir koku, ne de bir süs boyası sürünürdü... Sonra ona merkep veya koyun veya kuş gibi bir hayvan getirilirdi. O da o hayvanı kendi vücuduna süre süre bir amelyede buunur ve bazan o hayvan bu ameliyeden dolayı' ölürdü. Sonra kadın dışarı çıkar ve kendisine hayvan tersi veri* lir, o da onu fırlatıp atardı. Bundan sonra artık o kadın istediği güzel koku veya başka bir süs maddesi kullanarak süslenip te­mizlenirdi." [276]

Ümmü Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve âhiret gününe imân eden hiçbir müslüman kadına, ölüsü üzerine üç günden fazla yas tutup süslenmeyi terketmesi helâl olmaz. Ancak kocasının ölümü üzerine dört ay on gün süslenmeyi terkeder..." [277]

Bu hadîsle ihticacda bulunup boşanan kadının süslenmeyi terket-memesinde bir sakınca olmadığını söyleyenler bulunuyor. [278]

 

Hadislerin Işığında Mezhep İmamlarının İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre, talâk, hulû, liân, ilâ1 veya diğer bir sebeple ortaya çıkan furkat (ayrılma) ile bâin olan kadının ve bir de kocası ölen kadının iddet süresince süslenmeyi bırakması, güzel koku neşreden boyayla boyanan elbiseleri terketmesi, güzel koku sürünmemesi, sürme çekmemesi, kana ve benzeri maddeler kullanmaması vaciptir. Ancak bir özüründen dolayı bunlardan birini, bir kısmını kullanmasında bir sakınca yoktur.

Nikâh akdi yapıldıktan sonra henüz cinsel temas vuku bulmadan boşanan kadının iddeti olmadığı gibi süslenmeyi, güzel koku sürünmeyi terketmesi de söz konusu değildir. Bunun gibi ric'î talâkla boşanan kadının da süslenmeyi terketmemesi daha uygun görülmüştür. Zira ko­casına daha çekici görünmek suretiyle bir an önce kendisine dönmesini sağlamasında yarar vardır. Hatta ric'î talâkla boşanan kadının süslenmesinin müstehab olduğu kabul edilmiştir.

Fasit nikâhla evlenip sonra bu sebeple ayrılan kadının da süslenmeyi terketmesine gerek yoktur.

Aynı zamanda iddet beklemekte olan kadına talip de çıkılmaz, yani evlenme teklifi yapılmaz. Ancak evlenme teklifine delâlet eden ka­palı sözler söylemenin caiz olduğu belirtilmiştir.

Boşanıp iddet beklemekte olan kadının evinden dışarı çıkması doğru değildir. Süre tamamlanıncaya kadar evinde oturması ön görül­müştür. Ancak bazı zarurî hallerde çıkmasında bir sakınca görül­memiştir. Kocası ölüp de iddet beklemekte-olan kadın ise gündüzleyin ve gerekirse geceleyin evinden çıkabilir. Çünkü onun nafakasını kendisi te'min etmek zorundadır. Boşanan kadının ise iddet süresince nafakası kocasına aittir.

Mümkün olduğu sürece boşanan kadın kendine tahsis edilen ev­den başka bir evde kalmaz. Bununla beraber yanında mahremi olan kadının bazı ihtiyaçları için dışarı çıkabileceğine cevaz verilmiş ve tah­sis edilen evde rahatsız edildiği takdirde yine mahremlerinden birinin evinde kalmasında bir sakınca1 olmadığı belirtilmiştir. [279]

b) Şâfîîlere göre, süslenmeyi terketmek kocası ölen kadına vaciptir. Ric'î talâkla boşanan kadına vacip değildir. Talâk-ı bâin ile boşanan kadına ise müstehabdır. Bazısına göre ona da vaciptir.

Kokulu boyayla boyanan elbise giyinmez. Boyalı olmayan elbisele­ri giyinmesi mubahtır. Bunun gibi pamuk, yün ve keten kumaştan süslü olmaması kaydiyle elbise giymesinde bir sakınca görülmemiştir. En sahîh kavle göre, renkli olmayan ipek elbise de giyinebilir. Bunun gibi süs için olmayan renkli elbise de giyinmesinde bir sakınca görülmemiştir. Altın ve gümüşten mamul süs eşyası kullanması ha­ramdır, înci ve mercan gibi süs taşları da kullanması öyle. Aynı zaman­da bedenine, elbisesine güzel koku sürünmez ve sürme kullanmaz. Ancak göz ağrısı sebebiyle sürme kullanabilir.

İddet süresince kadının odasını, yatağını, yaygısını ve çevresini yıkayıp temiz tutması, başını yıkayıp banyo yapması, tırnaklarını kes­mesi, diğer kir ve pası gidermesi helâldir. Saçlarını taramasında da bir sakınca yoktur. [280]

c) Hanbelîlere göre, Kocası ölen kadının iddet süresince güzel koku sürünmekten süslenmekten, zînet eşyası takınmaktan, evinden başka bir evde kalmaktan, sürme çekmekten ve benzeri şeylerden sakınması vaciptir. İlim ehlinden buna muhalefet eden olmamıştır. Ancak el-Hasan bunun vacip olmadığını söylemişse de bu sünnete aykırı bir görüştür.

Belirtilen şeylerden sakınmada hürre, cariye, müslime, zimmîye, büyük ve küçük müsavidir. Vücup hükmü hepsini kapsamaktadır. Rey taraf darlarına göre ise, zimmîye ve bir de ergen olmayana belirtilen şeylerden sakınmak diye bir vücup yoktur.

Böylece bu mezhebe göre kocası vefat eden mu'tedde (iddet bekley­en) kadın şu dört şeyden sakınır:      .

1. Güzel koku sürünmek,

2. Süslenmek ve süs eşyası kullanmak

3. Göz alıcı renk ve zerafette renkli elbise giyinmek,

4. Evinden başka bir evde yatıp kalkmak...

 Mu'tedde olan kadın gündüzleyin ihtiyaçlarım gidermek için dışarı çıkabilir.

Kocası ölen kadın gibi kocasından boşanan kadın da iddet devam ettiği sürece güzel koku sürünmekten, sürme çekmekten ve benzeri şeylerden sakınır. Nitekim sahîh tesbitlere göre, boşanan kadının da diğeri gibi iddet süresince belirtilen şeylerden sakınması vaciptir. Nite­kim Tabiîn1 den Saîd b. Müseyyeb, Ebû Ubeyd ve Ebû Sevr; aynı zaman­da rey tarafdarları da ayni görüş ve ictihaddadırlar, [281]

d) Mâlikîler de Saîd b. Müseyyebrin görüşünü benimsemişlerdir, imam Mâlik de boşanan kadının ihdad hususunda kocası ölen kadından farksız olduğunu belirtmiştir. [282]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

518 no'lu Ümmü Seleme hadîsi sahîh olup istidlal ve ihticaca sa-lihtir. Böylece hadîs, başta sürme çekmek olmak üzere iddet içinde olan kadının süslenmesinin, süs eşyası kullanmasının tahrimen mekruh olduğuna delâlet etmektedir.

Peygamber (s.a.v.) Efendinıiz'e gelen kocası Ölen kadının Atike b. Naîm b: Abdillah olduğu tesbit edilmiştir. Nitekim İbn Vehb ile Ta-berânî'nin tahrîclerinde bu kadından ismen söz edilmektedir.

Ancak gözlerine sürme çekmesinde sıhhî bir sebep söz konusu olduğu takdirde geceleyin sürmesi, gündüzleyin silmesi tavsiye edil­miştir. Nitekim Muvatta'da Ümmu Seleme hadîsinde böyle tavsiye edil­diği belirtilmektedir.

Ebû Davud'un rivayetinde ise, Resûlüllah'm (s.a.v.) kadına şöyle tavsiyede bulunduğu zikredilmektedir: "Geceleyin sürme kullanırsın. Gündüzleyin onu yıkayıp giderirsin..."

îbn Hacer bu konudaki hadîslerin arasını te'lîf ederken diyor ki: "Kadının sürme kullanmaya ihtiyacı olmadığı takdirde, yani sıhhî bir sebep söz konusu değilse kullanması helâl olmaz. İhtiyaç hissettiği tak­dirde geceleyin kullanır, gündüzleyin terkeder..."

Nitekim İmam Mâlik ile İmam Şâfıî, kadın gözlerinin bozul­masından endişe ettiği takdirde içinde güzel koku bulunmayan sürmeyi gece kullanabilir demişlerdir. 519 no'lu Hümayd hadîsi de sahîh kabul edilmiştir. Kocası Ölen kadının iddetinin dört ay ongun olduğuna kesin şekilde delâlet vardır. Bu süre içinde hem kadının hamile olup olmadığı ortaya çıkar, hem de ikinci bir evliliğe kendini ancak hazırlayabilir.

Ahmed b. Hanbel'in ve İbn Hibban'ın sahihle diki eri bir hadîste ise, kocası ölen kadının ancak üç gün seslenmeyi terketmesi emredildiği bildirilmektedir. Şöyle ki: Esma binti Umeys (r.a.) diyor ki: "Kocam Cafer'in öldürülmesinden üç gün sonra Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz yanıma geldi ve bana: "Bugünden sonra ihdadda bulunma (yani süslenmeyi terketme)" buyurdu.

Ancak bu rivayet şaz olarak kalmaktadır. Zira konuyla ilgili sahîh hadîslerin hepsi ihdadın haram olduğuna delâlet etmektedir. Icma'ın görüşü de bu anlamdadır. Tahâvî ise, Esma binti Umeys hadîsi men-suhtur (hükmü kaldırılmıştır diyerek meseleye açıklık getirmeye çalışmıştır. [283]

Ayrıca Tahâvî bu konuda 55 kadar rivayet naklederek araştırıcılara geniş çapta mazleme vermiştir.

Diğer yandan ilim adamlarının Esma binti Umeys hadîsi üzerinde çok farklı yorumları olmuştur: Kimi, Esma hamile idi. Câferin şehid düşmesinden üç gün sonra doğum yapmış ve böylece mu'tedde olmak­tan çıkmış, yani şer'î bekleme süresi sona ermiştir. Kimi de Cafer savaşa gitmeden önce karısını bir taîâk-ı bâin ile boşamıştı. Şehid ol­ması üzerine kadına iddet gerekmedi. Çünkü kocasından ayrılmış bulu­nuyordu. Beyhakî ise, râvî Abdullah b. Şeddad'm hadîsi bizzat Esma'dan duymadığını deyinerek hadîsin muallel olduğunu belirt­miştir. Ancak Ahmed b. Hanbel bu hadîsin sahîh olduğuna dikkat çekmiştir.

Bütün bu yorum ve görüşler birer ihtimaldan öteye geçmemektedir. Ancak hükmünün kaldırılması kuvvetle muhtemeldir. Zira birden fazla sahîh hadîs bunun hilâfına bir hüküm taşımaktadır.

520 no'lu Ümmu Seleme hadîsi sahîh olup istidlale salihtir. Hadîs­te yer alan "Kim Allah'a ve Âhiret gününe imân ediyorsa..." cümlesin­den İmam Ebû Hanîfe ve Mâlikîlerden bir kısmı zimmîye (gayr-i müslime kadın) için ihdadın vacip olmadığını istidlal etmişlerdir. Cum­hur ise bu görüş ve istadlâle muhalefet etmiştir. Zira cumhura göre sözü edilen ifade konunun öneinini belirtmeye yönelik bir anlatım tarzıdır. [284]

Kocası kaybolup ölüp ölmediği belli olmadığı takdirde kadının ih-dad yapmasına gerek yoktur. Zahirîler de bu hadîslere dayanarak boşanan kadın için ihdad vacip değildir demişlerdir. Ric'î talâkla boşanan kadın hakkında ise bilicma' ihdad gerekli değildir. Bâin talâk­la boşanan kadın hakkında da cumhura göre ihdad vacip görülme­miştir. Nitekim Hanefî, Şâfıî ve Mâlikî imamları da aynı görüştedirler.

Kocası dışında bir yakınını kaybeden kadının üç gün süslenmeyi terketmesi vaciptir. Ancak Ebû Davud'un Merâsîl'de Amr b. Şuayb'den rivayet ettiği hadîste, Resûllüllah'ın (s.a.v.) babası ölen kadına yedi gün, diğer yakınları ölen kadına üç gün süslenmeyi t er ketm elerini em­rettiği veya böyle ruhsat verdiği belirtilmektedir.

Ancak bu hadîs murseldir. O bakımdan istidlale sâlih görül­memiştir. Hem Abr b. Şuayb Tabiîn'den değildir... [285]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. Kadın bu süre içinde süslenmeyi terkeder ve terketmesi vaciptir.

2- Kadın sözü edilen süre içinde güzel koku sürünmez, sürme kul­lanmaz, belli tuvalet mazlemesinden uzak kalır. Altın ve gümüşten ma­mul zînet eşyası takınmaz.

3- Kadın yine belirtilen süre içinde mümkün olduğu takdirde ken­disine ait evde oturur, başka eve gidip kalmaz. Ancak zarurî bir durum söz konusu olduğu takdirde mahremlerinden güvendiği birinin evinde kalabilir.

4- Kadın bu süre içinde ihtiyaçlarını karşılamak için gerekirse evinden dışarı çıkabilir. Kendisine hizmet eden mahremi olursa o tak­dirde çıkmaması daha uygun olur.

5- Kadının iddet içindeyken evlenmesi haramdır. Aynı zamanda bir erkeğin bu süre içinde ona talip çıkıp evlenme teklîf etmesi de haramdır.

6- Kocasından tamamen boşanan kadının üç ayhali veya üç temiz-nme dönemi süslenmeyi terketmesî vaciptir diyenler vardır. Bunun içip olmadığını söyleyenler de var. Ancak birincilerin görüşü ağırlık az anmış tır.

7- Kocası ölen kadın hamüeyse, artık dört ay on günü beklemesi srekli değildir. Doğumunu yapmasıyla birlikte iddeti (şer'î bekleme liresi) sona erer ve artık süslenmeyi terketmesi de sona ermiş olur.

8-  Kocası dışında mahremlerinden bir yakını öldüğü takdirde adının üç gün süslenmeyi terketmesi vaciptir.

9- Babası ölen kadının yedi gün süslenmeyi terketmesi tavsiye dilmiştir.

10- Gözlerinden rahatsız olan kadının iddet süresi içinde tedavi ıaksadıyla gözlerine sürme çekmesine cevaz verilmiştir. İlim adam-ırından bir kısmına göre, böylesi geceleyin gözlerine sürme çeker, ündüzleyin onu yıkayıp giderir. Bununla beraber sağlığı gündüzleyin e sürme kullanmayı gerektiriyorsa, kullanabilir.

11- Kadının iddet süresince altın ve gümüş, yakut, inci, mercan ve enzeri süs ve zînet eşyası kullanması haramdır.

12- Kadının iddet süresince saçlarını taraması, banyo yapması tıubahtır, dinî bir sakınca yoktur. Zira İslâm'da temizlik her zaman isastır. .

13- Kocası ölen kadının hamile değilse dört ay on gün kendini kem [özlerden koruması, evlenmek isteyenlere asla iltifat etmemesi, dikkat iekecek şekilde giyinip süslenmemesi vaciptir. [286]

 

Boşanan Kadının İbate ve Nafakası

 

Kadın kocasından boşanmadığı süre içinde nafakasının, mesken ve elbisesinin sonra da benzeri ihtiyaçlarının kocası tarafından karşılanması vaciptir. Kadın ister zengin, ister fakir, ister1 hürre, ister cariye olsun fark etmez.

Böylece İslâm, Allah adıyla kendini kocasına teslim eden kadına bir çok haklar tanımıştır. Onlardan biri de belirttiğimiz hususlardır.

Kadın kocasından tamamen boşanınca artık nafaka durumu ve diğer ihtiyaçlarını karşılama vecibesi kocasının üzerinden kalkar. Ko­cası Ölen kadına ise mirastan bir pay verilir ve böylece onun başka bîr hakkı kalmaz. [287]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

eş-Şa'bî'den, o da Fatıma binti Kays'den rivayet ettiğine göre, Pey­gamber (s.a.v.) Efendimiz üç talâkla boşanmış bulunan kadın hakkında şöyle buyurmuştur: "Ounun için artık ne mesken ne de nafaka vardır." [288]

Diğer bir rivayette ise adı geçen kadın şöyle demiştir:

"Kocam beni üç talâkla boşadı. Resûlüllah (s.a.v.) Efendi­miz benim için bir mesken ve nafaka takdir etmedi (kocamın bimları vermesini hükmetmedi)" [289]

Başka bir rivayette ise kaadın olayı şu lafızlarla söylemiştir:

“Kocam beni üç talakla boşadı. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz iddetimi (şer’i bekleme süremi) kendi ailemin yanında geçirmemi emretti (böylece kocsının evinden ayrılması sağlandı)” [290]

Urve b. Zübeyir'den yapılan rivayete göre, adı geçen Hz. Aişe'ye \r.a.) şöyle demiştir: "Hakîm kızı falâne baksan ya, kocası onu ke-îinkes boşamış ve kadın da bulunduğu evden çıkmıştır." Bunun İzerine Hz. Aişe: "O ne kötü fiilde bulunmuştur!" deyince Urve jöyle karşılık vermiştir: "Fatıma'nm ne dediğini işitmedin mi?" Bunun üzerine Hz. Aişe şu cevabı vermiştir: "Ama Hakîm'in kı­smın böyle yapmasında kendisi lehine bir hayır yoktur..." [291]

Diğer bir rivayette ise şöyle denilmiştir: "Hz. Aişe Hakîm'in kızı-un yaptığını şiddetle ayıplayıp kınamış ve şöyle demiştir: "Fatıma'ya gelince, o yabanî bir yerde idi. Onun o bulunduğu nahiyeden endişe luyuldu ve bunun için Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz ona (kardeşinin îvine gitmesi hususunda) ruhsat vermiş oldu." [292]

Yine Fatıma binti Kays (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen jöyle haber vermiştir: "Ya Resûlallah, dedim, kocam beni üç talâkla boşadı. Üzerime şiddetle girmesinden korkuyorum." Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) ona yerinden (bulunduğu meskenden) ayrılmasını smretti. [293]

Şa'bî'den yapılan rivayete göre, adı geçen Fatım'a binti Kays'in aadîsini şöyle nakletmiş tir: "Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz ona mesken /e nafaka diye bir şey ayırmadı." Bunun üzerine orada hazır bulunan Ssved b. Yezîd yerden bir avuç çakıl aldı ve Şa'bî'nin üzerine fırlattı ve jöyle dedi: Yazık olsun sana bu gibi şeyleri tahdîs ediyorsun! Ömer r.a.) da şöyle demişti: "Hafızasında tuttuğunu veya unuttuğunu bile-nediğimiz bir kadın (Fatıma)nm sözüyle Allah'ın kitabını ve Peygambe­rimizin sünnetini terketmeyiz... Kadına hem mesken, hem de nafaka /ardır. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "(Boşandığınız) kadınları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasmlar. Meğerki apaçık bir hayasızlık ge-irmiş (yapmış) olsunlar..." [294]

Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den yapılan rivayete göre, adı leçen şöyle  demiştir:  "Mervan,  Züeyb  oğlu Kabiysa'yı Fatıma'yagönderdi ve o da Fatıma'dan (boşanma olayından sonra mesken ve nafa­ka tahsis edilip edilmediğini) sordu. Fatıma ona şu haberi verdi: kendisi Ebû Hafs ibn Muğîre'nin yanında idi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de o sırada Ali b. Ebî Talib'i Yemen'in bazı bölgelerine gönderdi. Fatıma'nın kocası da Ali b. Ebî Talib'le beraber yola çıktı ve karısının kalan bir talâkını da gönderdi ve Ayyaş b. Ebî Rebi'a ile Haris b. Hişam'a, boşadığı karısına nafaka vermelerini emretti. Onlar da: "Hayır vallahi. onun için nafaka tahsisi yoktur. Ancak hamile olursa o takdirde nafaka tahsis edilir" diyerek görüşlerini açıkladılar. Bunun üzerine Fatıma kalkıp Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e geldi, durumu arzetti. Efendimiz ona: "Senin için nafaka yoktur, meğerki hamile olasın..." Patıma bulun­duğu evden başka yere nakletmek için izin istedi. Peygamber (s.a.v.) ona izin verdi. Fatıma bu defa: "Ya Resûlellah! Nereye nakledeyim?" diye sordu. Efendimiz ona: "İbn Ümmi Mektum'un yanına naklet. O a'madır, elbiseni onun yanına bırakırsın o seni görmez" buyurdu. Böylece Fatıma iddeti sona erinceye kadar İbn Ummi Mektum'un evinde kaldı. Sonra Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Fatıma'yı Üsame'yle evlendirdi.

Kabise bu bilgileri alıp Mervan'a döndü ve duyduklarını ona an­lattı. Bunun üzerine Mervan: "Biz bu hadîsi ancak bir kadından işitiyoruz. O bakımdan biz insanları üzerinde bula geldiğimiz kuvetli de­lil ve sağlam uygulamayı dayanak olarak alacağız" dedi. Mervan'm bu sözü Fatıma'ya ulaşınca şöyle dedi: "Benimle sizin aranızda Allah'ın Kitab'ı (hakem olarak) bulunur. Allah şöyle buyurmuştur: "Ey Peygam­ber, kadınları boşayacağınız vakit, iddetlerini (ayhallerini ve bekleme sürelerini dikkate alarak boş ayın. Bilmezsin bunun ardında Allah'ın olumlu bir durum.meydana getirmesi umulur." Artık üç talâktan sonra ne gibi durura meydana gelir? [295]

Hz. Fatıma bu âyetten şunu anlıyordu: Ric'î talâkla veya bir iki bâin talâkla boşanan kadının evde oturup beklemesi gerekir. Zira ko­cası pişman olup ona tekrar dönebilir. Ama üç talâkla boşanan bir kadın için artık böyle bir durum söz konusu değildir. Kadın o evden çıkıp başka bir evde iddetini tamamlayabilir. [296]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre, kadına nafaka   tahsis etmenin vucubunun birtakım şartları vardır. Önce yapılan nikah akdinin şahın olması, kjadmm cinsel temasa dayanacak yapı ve güçte bulunması, *e.£juîujr câsına teslim etmesi, mürtedde olmaması, sıhriyet hürmetini ıniaı eder anlamda bir davranışta bulunmaması, vefat iddetiyle mutedde olma­ması.

O halde fasit veya batıl bir akidle evlendikten sonra kocası ta­rafından nafakası temin edilen kadın sözü edilen akidden dolayı ko­casından ayrılınca, kocası o güne kadar harcadığı nafakayı geri is­teyebilir. Çünkü nafaka ancak sahih akidle vacip olur.

Cinsel temasa yapısı müsait olmayan bir kadına da nafaka vacip değildir. Kocasına küsüp konuşmayan kadının nafakası kesilebilir. Bu durumda kocası onun nafakasını karşılamakla yükümlü tutulmaz. Din-1 den çıkan bir kadın da nafaka hakkını kaybeder.

Kocasından üç talâkla boşanan ve iddet süresi içinde bulunan bir kadına da nafaka tahsisi vacip değildir. Ama kocası bu süre içinde ona yardımda bulunursa bunda bir sakınca yoktur. [297]

Böylece Hanefılere göre, üç talakla boşanan kadına kocasının na­faka vermesi vacip değildir. Nitekim Hanefi fukahası karı kocadan bi­rinin Ölümü üzerine nafaka sakıt olur. Meğer ki hakim kadına borç şeklinde verilmesini hükme bağlamış olsun. O takdirde nafaka takar­rür eder.

Talak-ı ric’i nafakayı iskat etmez. Talak-ı baine gelince, eğer adam sırf nafakadan kurtulmak için bu yola başvurmuşsa, o takdirde hakim nafakanın devamına karar verebilir. Böyle bir niyet yoksa nafaka sakıt olur. Tamamen boşanan, yani üç talakla ayrılan kadına artık nafaka vacip değildir.

b) Şafîîlere göre, nafakanın vacip olabilmesi için   şu şartların gerçekleşmesi gerekir: Kadının kendini kocasına teslim etmesi, bu im­kanı vermesi, kadının cinsel temasa yapısının ve gücünün müsait bu­lunması, kocasıyla küs bulunmaması, yani kadının kocasından bir bakıma ilgisini kesip konuşmamakta ısrarlı olmaması.

îşte bu şartları kendinde toplayan kadına kocası tarafından nafa­ka verilmasi vacip olur. [298]

c) Hanbelilerin de görüş ve içtihadı  Şafıüerinkinden farksızdır. [299]

d) Malikilere göre, nafakanın vacip   olabilmesi için şu dört şartın tahakkuku gerekir: Kadının kocasına teslim olması, kocanın er­gen bulunması, kadının cinsel temasa yapısının ve gücünün yeterli ol­ması, kadının şiddetli bir hastalığının bulunmaması.

Bu şartlardan birinin bulunmaması halinde kocanın nafaka ver­mesi vacip olmaz. Ancak adam sıkıntıya düşer de nafaka ödeyemiyecek olursa, o takdirde sıkıntısı geçinceye kadar vücup kalkar; verme duru­mu müsait olduğu halde vermezse bu kocanın üzerinde bir borç olarak kalır. Kadın bunun için kocasına başvurup nafakasını talep edebilir. [300]

Konuyu mezheblere göre şöyle özetleyebiliriz:

Hanefılere göre, ric'i talakla boşanan kadının nafaka hakkı de­vam eder. Bain talakla boşanmışsa, bu ister bir, ister üç talakla olsun, kadının iddeti süresince tahsis edilen evde oturması kaydıyla kendisine luzüm görülürse nafaka verilir. Evi terkettiği takdirde bir şey verilmez. Fukahadarı bir kısmına göre, sadece ona mesken tahsis edilir, fakat na­faka vacip olmaz,

Malikilere göre de ric'i talakla boşanan kadına nafaka vermek va­ciptir. Ancak evi terkedip çıkarsa nafaka sakıt olur. Bu durumda kocası vefat edecek olursa, nafaka hakkı kalkar ve mirasçı olarak kendisine düşen hisseyi alır.                       

Bain talakla boşanan kadının sadece mesken ihtiyacı karşılanır, nafaka vacip olmaz. İddeti sona erince mesken ihtiyacını karşılama vücubu sakıt olur. Şafnlerde aynı görüş ve ictihaddadırlar. Aynı zaman­da bu mezhebe göre kadın bain talakla boşandığında hamile ise nafaka gerekir. Hanbelilerde aynı görüş ve ictihaddadırlar. [301]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

Yukarıda naklettiğimiz beş hadisin sahih olduğu tesbit edilmiştir, Fatıma binti Kays olayı nafaka ve mesken konusunu aydınlatmaktadır. Kendisine tahsis edilen evi terkedip başka bir eve çıkması bulunduğu evin çok tenha olmasından ileri gelmiştir. Böylece zaruri bir durum ol­madıkça kadının iddet süresince kendisine tahsis edilen evi terketmesi caiz değildir. Nitekim. 530 no'lu Hz. Aişe'den rivayet edilen görüş de bunu desteklemektedir.

Hadislerde üç talakla boşanan kadına mesken tahsisi de yoktur. Patıma bînti Kays'in beyanı bunu açık biçimde ortaya koymaktadır. Ayet-i Kerime'de ise "(Boşayıpda henüz iddeti sona ermemiş) kadınları gücünüz ve imkanınız elverdiği nisbette oturduğunuz yerde oturtun. Sıkıntıya uğratmak için kendilerine sakın zarar vermeyin. Eğer o (boşadığınız) kadınlar gebe iseler doğumlarını yapıncaya kadar nafaka­larım verin" Duyurulmaktadır. [302]

Bu hadislerle istidlal eden Ahmed, îshak, Ebü Sevr, Davud ve bunlara tabi olanlar bsin talakla boşanan kadının mesken ve nafakadan hiçbir şeye müstehik olmayacağını söylemişlerdir. Nitekim ashab-dah İbn Abbas, Tabiinden el-Hasan, Ata1, Şa'bi, İbn Ebi Leyla ve Evzai de aynı görüştedirler.

Cumhura göre ise, kocasından tamamen boşanan kadına mesken tahsis edilir, nafaka verilmez. Cumhur bu meselede hadislerle değil Talâk Suresinin altıncı ayettiyle istidlal ve ihticadda bulunmuştur.

Ömer b. Hattab, Ömer b. Abdilaziz, Sevri ve Küfe fakihlerine göre, sözü edilen kadına iddet süresince hem mesken, hem de nafaka verilir. Bunlar da yine Talak suresinin baş kısmındaki ayetlerle ihticac etmişlerdir. Zira boşanan kadınları iddetleri sona ermeden-tahsis edilen evden çıkarmanın men'edilmesi onlara nafakanın da verilmesine dela­let etmektedir. Nitekim altıncı ayet bunu açık biçimde ifade etmektedir. İmam Ahmed'den yapılan bir diğer rivayette, sadece mesken ihtiyacı karşılanır, nafaka verilmez. Zira ona göre "boşanan kadınlara da Örfe uygun bir yarar sağlanması Allah'tan korkup günah ve kötülüklerden sakmananlar üzerine bir haktır" mealindeki Bakara Suresi 241. ayet nafakanın vücubuna delalet etmektedir.

Bu ayette sözü edilen "örfe uygun bir yarar" dan maksat, sözü edilen kadını iddeti sona erinceye kadar nafaka mı vermektir, yoksa bir defaya mahsus olmak üzere kendisine bir şeyler vermek suretiyle yardımcı olmak mıdır? Bu ikinci yorumu uygun görenler Fatıma hadi-siyle ayet arasında bir uyumluluk meydana getirmek istemektedirler. Allah daha iyisini bilir. Diğer bir görüşte "boşanan kadmlar"dan mak­sadın ric'i talakla boşananlardır. Bu durumda olanlara nafaka da ver­mek vaciptir. Nitekim Fatıma binti Kays de ayetten bu manayı an­lamıştır.

Ama boşanan kadın hamile ise ona nafaka vermek mutlaka vacip­tir. [303]                                                        

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kocasından bain talakla boşanan kadına ne mesken, ne de na­faka verilir. Kocası üzerine bu vacip değildir. Müctehidlerden Ahmet, İshak, Ebü Sevr ve Davud hu görüştedirler.

2- Cumhura göre kocasından boşanan kadına hem mesken, hem de nafaka vermek vaciptir.

3- Diğer müctehid ve fakihlere göre, sadece mesken tahsisi vacip­tir; nafaka vacip değildir.

4- Kocasından boşanan kadın hamile ise, hem mesken, hem de na­faka vermek vaciptir.

5- Kadına tahsis edilen meskende onun için bir tecavüz, bir teh­like söz konusu ise, o takdirde orayı terkedip mahremlerinden birinin evine yerleşir ve iddetini orada tamamlar. [304]

 

Emzirme veTahrim Sonuçları

 

İslam hukunun aile bölümünde "reda" başlığı altında bir bap yer almaktadır. Emzirme anlamına gelen reda kelimesi islam şeriatında ayrı hükümler taşıyan iki meseleyi kapsamına alır: Birincisi annenin kendi Öz çocuğunu emzirmesi, ikincisi kadının başkasına ait çocuğu em­zirmesi... Annenin kendi öz çocuğunu emzirmesini ayrı bir bölümde açıklayacağımızdan burada sadece başkasının çocuğunu emziren sütanne üzerinde duracağız.

Başkasının çocuğunu emzirmek suretiyle sütanne, sütkardeş, sütbaba gibi sonuçlar hukuki meseleler ortaya çıkmaktadır. Buna dala­let eden hükümler kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur.

Konuya bu açıdan bakılınca, İslam hukuku nesebin karışmaması, aile yapısının her türlü şaibeden uzak kendi sağlam ölçülerine bağlı kalabilmesi ve miras hukukuyla evlenme hukukunda bir takım yanlışlıklara meydan verilmemesi için reda meselesine ağırlık vermiş ve üç kaynağın ışığı altında birtakım kesin sonuçlar ortaya koymuştur.

Kur'an'da "reda" meselesinin ana çizgileri verilerek şöyle buyurulmaktadır:

"Sizi emziren süt analarınız, süt kardeşlerinizle... evlenmeniz haram kılınmıştır." [305]

 

İlgili Hadisler

 

Hz.Alişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.u.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "Bir ve iki emme (emerek çekme) tahri-mi gerektirmez." [306]

Ümmu'l-Fazİ'dan yapılan rivayete göre, adı geçenjöyle haber ver­miştir:

"Bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendimizden bir def a emmek (evlenmeyi) haram kılar mı? (Tahrimi gerektirir mi?) diye sordu. Efendimiz ona şu cevabı verdi: "Bir defa, iki defa emme; bir defa, iki defa emip çekme haram kılmaz." [307]

Diğer bir rivayette adı geçen şöyle demiştir: "Bir bedevi Peygam-er (s a v.) Efendimizin yanma girdi ki o sırada Peygamber (s.a.v.) be-im evimde idi. Bedevi şöyle sordu: "Ey Allah'ın Peygamberi! Benim bir arım vardır. Onun üzerine bir diğer kadınla evlendim. Bunun üzerine enim birinci karım bu sonradan evlendiğim yeni karımı bir veya iki efa emzirdiğini söylüyor?" Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.).Efendimiz şöyle buyurdu: "Ne bir, ne de iki defa emmek haram kılmaz." [308]

Abdullah b. Zübeyir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Süt emzirmede bir ve iki defa imme haram kılmaz." [309]

Bu konuda yukarıdaki hadislerin hilafına Hz.Alişe (r.a.) danbir-iakım rivayetler yapılmıştır ki Müslim, İbn Mace, Ebu Davut, Nesai,  ve Ahmed bunlara yer vermiş bulunuyorlar. Şöyle ki:

Uz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre adı geçen şöyle demiştir: \ "Kur'an'dan inen hükümlerden biri de malum olan on defa inme idi ki bu (süt anne ile emzirdiği kimsenin ve süt kardeşlerinin evlenmesini) haram kılıyordu. Sonra bu on defa emme hükmü malum olan beş defa emme hükmüyle kaldırıldı. Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz vefat ettiğinde bu beş defa em­meyle ilgili hüküm Kur'an'da bulunuyor ve okunuyordu." [310]

Diğer bir rivayette ise: "İşte emzirme olayında haram kılmayı zik-r/eden hüküm şöyleydi: Kur'an'da on defa malum emzirme hükmü indi. Sonra da beş defa malum emzirme hakkında ikinci hüküm indi."

Bir rivayette ise şöyle demiştir: "Kur'an'da on defa malum em­zirme hükmü indi.  Sonra bundan beş  defası  neshedildi (hükmü kaldırıldı). Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz vefat ettiğinde durum (ve hüküm) böyle idi." [311]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan diğer bir rivayette, adı geçenin şöyle dediği belirtilmiştir: "Rasülullah (s.a.v,) Efendimiz Ebu Huzayfe'nin karısına emretti de kadın Salim'i beş defa emzirdi. Böylece Salim bu beş defa emmekle sütannesinin yanma girip çıkardı." [312]

Diğer bir rivayette şöyle denilmektedir: "Ebu Huzayfe (r.a.)   Sa­lim'i evlatlık edindi ki Salim Ansar'dan bir kadının kölesi idi. Nasıl ki Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz Zeyd'i evlat edinmişti. Cahiliyye devrinde de adam birini evlat edinince halk onun evlatlığı o adamın oğlu diye çağırır ve öyle hitap ederdi. Aynı zamanda edinilen evlat o adamın mi­rasçısı olurdu. Bu hal Allah'ın "Evlatlıklarınızı babalarına nisbetle çağımı. Bu, Allah yanında daha adil ve daha doğrudur. Eğer babalarım bilmiyorsanız artık onlar dinde kardeşleriniz ve yakın dostlarmızdır..." Böylece onları babalarına çevirip nisbet edin. Kimin babası bilinmiyor­sa artık dinde dost ve kardeştir. Sonra Sehl'e gelip şöyle dedi: "Ya Rasu-lallah! Biz Salim'i kendi evladımız olarak görüyorduk, benimle ve Ebu Huzayfe ile birlikte   ve beni bir tek gecelik üzerimde olduğu halde görürdü. Şimdi ise Cenab-ı Hak evladlıklar hakkında bildiğiniz üzere ayeti indirdi. (Bundan böyle nasıl hareket etmeliyiz?) "Efendimiz (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Onu beş defa emzir. Böylece senin süt ev­ladın olur." [313]

Süt anneliğin, süt kardeşliğin gerçekleşebilmesi için ilim adamları hadislerin ışığı altında dokuz mesele tesbit edip belirlemişlerdir:

1- Sütten ne miktar emildiği takdirde tahrimi gerektirir?

2- Çocuk kaç yaşma kadar yabancı kadının sütünü emdiği tak­dirde süt annelik gerçekleşir?

3- Süt emziren kadının ve kocasının Özel bir vakit diliminde sütanne ve süt baba olabilmeleri?

4- Sütün göğüsten emilerek mi verilmesi şarttır, yoksa ne suretle olursa olsun mücerred kadının sütünün çocuğun midesine ulaşması mı söz konusudur?

5- Emzirilen sütün katıksız olması, yani içine başka bir maddenin karıştırılmamış olması gerekir mi?

6- Çocuğun boğazına ulaşmasına veya ulaşmamasına göre mi dur­um itibar edilir?

7- Süt emziren kadının kocası çocuğun süt babası olur mu?  

8- Süt emzirme hususunda şahitlere ihtiyaç var mıdır?

9- Süt emziren kadının sıfatı ne olmalıdır?'

işte müctehid imamlar bu konuda sıraladığımız dokuz kadar me-ele üzerinde durup içtihadlarım sürdürmüşlerdir.

a) Hanefilere göre, reda'dan maksat, süt emen çocuğun hakika-en veya hükmen halis (katıksız) veya başka şeyle karıştırılmış olan an-Lenin sütünü emmesiyle veya ağzından veya burnundan o sütün mide-ine ulaşmasıyla gerçekleşen süt bağıdır.

Süt anne olacak kadının sütü bir aletle alınıp çocuğun ağzına veya burnuna akıtıldığında veya çocuk o kadının göğsünü emdiğinde sütün mideye ulaştığı bilindiği takdirde süt bağı gerçekleşir. Bu sabit ol­madığı takdirde hürmet de sabit olmaz. Şüphesiz çocuğun yabancı bir kadının göğsünü vakt-i mahsusda emmesiyle reda' hükmü sabit olur. İsterse çocuk bir tek defa emmiş olsun, isterse emdiği süt nisbeti az veya çok olsun fark etmez.

Aynı zamanda bu süt emme olayının şeriatte belirlenen müddet içinde gerçekleşmiş olması sözkonusudur ki, bu süre çocukla ilgilidir ve otuz aydır. Yani süt emme olayı bu süre içinde gerçekleşirse reda1 hükmü ortaya çıkar ve aralarında tahrîm başlar. Bu süreden sonra,. yani çocuk otuz ayını aştıktan sonra emerse süt annelik ve süt kardeşlik gerçekleşmez. Bu İmam Ebû Hanife'ye göredir. İmameyne göre, süt emme süresi iki yıldır. Çocuğun yaşı iki yılını doldurup üçüncü yıla ayak basınca artık reda' hükmü sabit olmaz.

Neseb yoluyla haram olan süt emme yoluyla da haram olur. [314], Böylece Ebû Hanîfe, Sevrî ve Evzâî'ye göre, emilen süt veya çocuğun ağzına akıtılan sütün az veya çok olması fark etmez; her iki durumda da süt kardeşliği,  süt anneliği ve  dolayısıyla tahrîm gerçekleşir. [315]

b) Şâfiîlere göre, süt annelik, süt kardeşlik ve dolayısıyla reda' sebebiyle tahrim hükmü hayatta olup dokuz yaşına erişen kadının sütüyle gerçekleşir. Sözü edilen yaştaki kadının sütü diri iken göğsünden alınır ve vefatından sonra o süt çocuğa içirilirse en sahîh tesbite göre yine de tahrîm hükmü gerçekleşir. Kadının sütünden pey­nir veya kaymak yapılır da öylece çocuğa yedirilirse, yine tahrîm Irukmü gerçekleşir. Süt başka bir sıvıyla karıştırılıp Öylece çocuğa içirilirse, ister karışımın çoğunu süt, isterse diğer sıvı oluştursun reda' hükmü sabit olur. Mezhebin en zahir görüş ve içtihadı budur. Alman süt çocuğun boğazına veya burnuna akıtılırsa yine hüküm değişmez, reda' sabit olur.

Ancak süt anneliğin ve süt kardeşliğin reda1 hükmü çerçevesinde gerçekleşebilmesi için emen çocuğun da.diri olması ve iki yaşma ulaşmamış bulunması; aynı zamanda beş defa ayrı ayrı vakitlerde emmiş olması şarttır. Kadının bir memesini biraz emdikten sonra ikinci memesini emerse, bu bir emme sayılır. Aynı zamanda kadının göğsündeki mevcut süt alınıp beş kısma bölünür ve böylece çocuğa içirilirse, bu da bir emme kabul edilir.

Beş defa emzirdiğinde şüpheye düşer veya çocuğa süt emzirirken onun iki yaşma girmiş bulunup bulunmadığında şek ederse, tahrîm hükmü gerçekleşmez. [316]

c) Hanbelîlere göre, Tahrîm hükmünde geçerli olan reda' (emzirme, emme) beş defa veya daha fazla emzirileni ve emilenidir. Mezhebin en sahih kavli ve tesbiti budr.r. Nitekim belirtilen bu beş defa emzirme ve emme Hz. Aişe, îbn Mes'ud, îbn Zübeyr, Atâ' ve Tavus'tan da rivayet edilmiştir. Allah hepsinden razı olsun... İmam Şafiî'nin de kavli böyledir.

İmam Ahmed'den yapılan ikinci bir rivayette ise, emzirmenin, em­menin azı da çoğu da tahrîmi gerektirir şeklindedir. Nitekim bu Hz. Ali ve İbn Abba,s (r.a.) dan da rivayet edilmiştir. Tabiînden Saîd b. Müseyyeb'in, el-Hasan'm, Mekhul ve Zührî'nin görüşü de bu anlam­dadır. Katade, Hammad ve İmam Mâlik'in de içtihadı böyledir. Rey ta-rafdarlarmm da içtihadının böyle olduğunu (a) maddesinde belirt­miştik.                                      

Üçüncü bir rivayete göre ise, tahrîmi. gerektiren reda' üç defa olanıdır. Yani yabancı anne çocuğa üç defa ayrı ayrı vakitlerde süt em-zirirse reda' hükmü sabit olur. Bir ve iki emzirme tahrîmi gerektirmez. Nitekim konumuzu oluşturan hadîslerde bu husus açıklanmış bulunuy­or.

Hz. Hafsa'dan yapılan rivayete göre, on emzirmeden az olursa tahrîm sabit olmaz. Ancak Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan sahîh rivayete göre on defa emzirme hükmü kaldırılmış ve onun yerine beş defa em­zirme hükmü konulmuştur. Resûlüllah (s.a.v.) efendimiz vefat edince bu hüküm yürürlükte bulunuyordu. Nitekim Sehle hadîsi buna delâlet etmektedir.

Açık bir kesinti sebebiyle her dönüşü bir emme sayılır. Ahmed b. Han-itel'in zahir olan görüşü de budur. Şâfîîlere göre ise, çocuğun emerken ?asılah emmesi, kesintiler meydana getirmesi sayıya te'sir etmez, hepsi 3İr emme sayılır.

Kadından alman sütün çocuğun burnundan akıtılması veya ağız ^oluyla boğazına dökülmesi de emme kabul edilir ve tahrîmi gerektirir, Başka bir sıvıyla veya maddeyle  karıştırılan süt, hâlis  süt hükmündedir, yani tahrîmi gerektirir.

Ayrıca ölünün sütü de bu hususta dirinin sütü gibidir. Zira bu du­rumda süt ölmemiştir. Rey tarafdarlarmm da görüş ve içtihadı böyledir. [317]

Reda' hükmünün sabit olabilmesi için çocuğun iki yaş içinde bu­lunması gerekir. İki yaşını doldurup üçüncü yaşa ayak basan çocuğun emmesi tahrîmi gerektirmez. Yani süt analık, süt kardeşlik gerçekleşmez. [318]

d) Mâlikîlere göre, İbn Kasım'a soruldu: "Bir veya iki emme tahrîmi gerektirir mi?" Cevap olarak "Evet gerektirir" dedi, imam Mâlik'e: "kadının sütünün çocuğun burnuna akıtılması veya ağızdan boğazına dökülmesi tahrîmi gerektirir mi?" diye sorulunca, "evet gerek­tirir" dedi ve ilâve etti: "Dökülen süt çocuğun midesine ulaşırsa öyledir."

Bu mezhebe göre, müşrike olsun müslime olsun her kadının sütü ile tahrîm vaki olur. İmam Mâlik: "Dini ne olursa olsun kadınlar [arasında bu hususta fark söz konusu değildir" demiştir. : Çu mezhebe göre de emilen süt az olsun, çok olsun tahrîmi gerek­tirir. Birden fazla emmesi de şart değildir. Bir defa ile reda' hükmü vaki olur. Aynı zamanda bu tahrîm hükmü iki yıla kadardır. İki yaşını jdoldurup üçüncü yaşa ayak basan çocuğun emmesi tahrîmi gerektirmez. [319]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

541 no'lu Hz. Aişe hadîsi sahîhtir. O bakımdan müctehidlerin bir kısmı bu hadîsle istidlal ve ihticacda bulunmuştur. Böylece bir ve iki emmenin tahrîmi gerektirmediği anlaşılıyor. Ancak bu hadîsle 545 no'lü Hz. Aişe hadîsi arasında mânâ ve hüküm bakımından farklı bir durum var. Burada bir iki emmenin tahrîmi gerektirmediği, diğerinde ise beş defadan az bir emmenin tahrîmi gerektirmediği belirtiliyor. İki hadîs arasını te'lîf edecek olursak şöyle bir yorumda bulunabiliriz: Bir iki emme sözü tahdidî değildir, yani emzirme hususunda tavan olarak belirlenmemiştir. Bir iki emzirme, olayına yönelik cevap anlamında bir anlatım tarzıdır. O bakımdan tavanın üç değil, beş olduğu ortaya çıkıyor.

542 ve 544 nolu hadîsler de Hz. Aişe hadîsiyle birleşmekte ve bir iki emmenin tahrimi gerektirmeyeceği hükmüne ağırlık ka­zandırmaktadır.

544 nolu Abdullah b. Zübeyr hadîsim aynı zamanda îbn Hibban tahrîc etmiştir. Tirmizi ise bu rivayet üzerinde durarak şöyle demiştir: "Hadîs ehlince sahîh olan şudur ki, îbn1 Zübeyr'den yapılan rivayette Hz. Aişe ismine yer vermektedir, yani İbn Zübeyr bunu Hz. Aişe (r.a.) dan rivâyet-etnıiştir." [320]

İbn Cerır et-Taberî'ise bu rivayetin muzdarip olduğunu belirterek ta'lîlde bulunmuştur. Şöyle ki, bu anlamda birkaç rivayet bulunuyor ve onlar arasında tam bir tercih yapmanın zor olduğu ortaya çıkıyor. Mu­allel olmasının sebebi buradan kaynaklanıyor.

Sonuç olarak bu rivayetlerde, üç defa emzirmenin tahrîmi gerek­tirdiği ortaya çıkıyor. Nitekim Zeyd b. Sabit, Ebû Sevr ve îbnü'l-Münzir'in de içtihadı böyledir. Ancak az yukarıda da belirttiğimiz üzere, üç emzirme tavan olmayabilir.

545 no'lu Hz. Aişe hadîsiyle 547 nolu Hz. Aişe hadîsi çeşitli tarik­lerle yapılan rivayetleriyle birbirini desteklemektedir.

Böylece yabancı kadının çocuğu beş defa emzirdiği malum olduğu takdirde tahrîm hükmü sabit olur. Malûm olmayıp şüphede kalındığı takdirde şüpheyle amel edilmiyeceğine göre tahrim gerçekleşmez. Nite­kim ashabdan İbn Mes'ud, Aişe ve Abdullah b. Zübeyr ile Tabiînden Ata', Tavus, Saîd b. Cübeyr ve Urve b. Zübeyr de aynı görüştedirler. İmam Şâfıî, İmam Ahmed, İshak, İbn Hazm ve ilim ehlinden bir cemaat de bu rivayetlerle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır. Ali b. Ebî Ta-lib'in de (r.a.) mezhebinin böyle olduğu sahîh rivayetle sabit olmuştur. Cumhur ise, "çocuğun midesine ulaşan süt az olsun, çok olsun tahrîmi gerektirir" görüş ve ictihadmdadır. Nitekim İmam Mâlik ile Irnam Ebû Hanîfe'nin de mezhebi böyledir. Hammad ve Evzaî de aynı görüştedirler.

Cumhurun delili ise, Kur'ân'da beş defa emzirmenin haram olduğuna dair mütevatir bir âyet mevcut değildir. Başka kıraatlerde böyle bir cümleye yer verilmiş olsa bile, Kur'ân'm tamamı mütevatir olduğuna bakılınca tevatür derecesine ulaşmayan bir kıraat hüccet ola­rak alınamaz... Bazı imamlar ise ahad derecesinde olan kıraatlerle amel etmişlerdir. Meselâ İbn Mes'ud kıraatinde "üçgün ardarda oruç..." âyetinin cümledendir. Ayrıca Ubey kıraatinde "Onun bir ana bir erkek veya -j.z kardeşi olursa" sözü yer almakta ve onunla amel edilmektedir.

Sonuç olarak "beş malum emzirme" sözü âyet olsaydı, muhafazası .özkonusu olurdu. Muhafaza edilmediğine göre, âyet olduğu iddia edi­lebilir mi? Lafzı kaldırılmış, mânası kalmıştır denilebilir mi? Hz. Aişe hadîsi bu mânayı ifade mi etmektedir? Hulasa konu oldukça karmaşık ye izahı son derece zordur. [321]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Neseb yoluyla haram olanlar süt emzirme yoluyla da haramdır. Ancak bunun bazı istisnaları vardır.

2- Süt emziren kadının en az dokuz yaşında olması gerekir. Daha aşağı yaşta olan bir kadının sütü tahrimi gerektirmez.

3- Süt emen çocuğun da müctehidlere göre iki yaşım bitirmemiş olması şarttır. Yani emzirmenin tahrimi gerektirebilmesi için çocuğun iki yaşını geçmemiş olması söz konusudur.

4- İmam Ebû Hanîfe'ye göre bunun tavanı otuz aydır. Bu süre içinde annesi dışında bir kadının göğsünü emen çocuk o kadınının süt evlâdı olur.

5- Kadının sütünün bir kaba alınıp öylece çocuğa içirilmesi de tahrîmi gerektirir.

6- Sütün ağzından verilmesi nasıl tahrimi gerektiyorsa, burundan akıtılması da öylece tahrimi gerektirir. Yeter ki akıtılan sütün mideye ulaştığı kesinlik arzetsin.

7- Mideye ulaşan sütün az ye çok olması farketmez. Bu İmam Ebû Hanife ile İmam Mâlike göredir.

8- Çocuğa içirilen sütün hayatta olan bir kadından alınmış olması gerekir. Ölmüş bir kadının sütü tahrimi gerektirmez. Bu îmam Şafiî'ye göredir.

9- Kadın hayatta iken sütü alınır ve sonra o kadın vefat ettikten sonra alman sütü bir çocuğa içirilirse tahrîmi gerektirir.

10- Sütün halis olması nasıl tahrîmi gerektiyorsa, başka bir sıvı veya maddeyle karışık olanı da Öylece tahrîmi gerektirir. Bazısına göre, hüküm galibe göredir; yani süte karıştırılan madde galip ise tahrîmi ge­rektirmez, az ise tahrimi gerektirir.

11- Kadının sütü peynir veya kaymak yapılarak öylece çocuğa ver­ilirse yine de tahrimi gerektirir. Bu İmam Şafiî'ye göredir.

12- Tahrîm hükmünün gerçekleşebilmesi için emen çocuğun da diri olması gerekir.

13- Kadının göğsünden bir defada boşalan süt bir bardağa alınıp beşe bölünür ve bunlar ayrı ayrı olarak beş defa çocuğa içirilirse, bu beş defa emme olarak sayılmaz, sadece bir emme kabul edilir.

14- Kadın süt emzirdiği çocuğun İki yaşından aşağı olup olma­masında şüphe ederse, bu şüpheyle amel edilmeyeceğinden tahrîm hükmü sabit olmaz.

15- Kadın süt emzirdiği çocuğa beş defa mı üç defa mı süt emzir­diğinde şüphe ederse, tahrîm hükmü sabit olmaz.

16- Süt emmenin müteferrik olması gerekir. Bu da örfe göre tak­dir edilir.

17- Çocuğun emerken nefes alması veya ilgisini çeken bir şeye bakıp emmeyi bırakması ve tekrar emmeye başlaması sayıya tesir et­mez

18- Ölünün sütü dirinin sütü gibidir, tahrimi gerektirir. Bu, imam Ahmed ile îmam Ebu Hanife nin görüşüdür.

19- Kadın ister müslüman, ister müşrike, ister başka bir dinden olsun süt emzirme hususunda tahrim hükmü caridir.

20- Süt emeri çocuk emziren kadının süt evladı olur ve artık ne onunla ne de onun öz evladından biriyle evlenebilir. Bu tahrim de­vamlıdır.                                       

21- Süt emen çocuğun öz kardeşleri emziren kadının çocuklarıyla evlenebilirler. Kardeşlerinin o kadından süt emmesiyle ortaya çıkan tahrim böylece belli sınırda kalır.

22- Süt emzirme ihtilâf konusu olursa, olayı şahitle belgelendir­mek gerekir. Nitekim ileride buna yer verilecektir. [322]

 

İki Yaşından Yukarı Yaştaki Çocukların Emzirilmesi Tahrimi Gerektirir mi?

 

Bundan önceki bahiste müctehid imamların ictihad ve tesbitlerini jbir bir belirttik. Çoğuna göre süt emme süresi iki yaşma kadardır. Jmam Ebû Hanîfe'ye göre otuz aya kadardır. O bakımdan çoğuna göre iki yaşını doldurmuş ve üçüncü yaşa ayak basmış bir çocuğun süt .emmesiyle, yani yabancı bir kadının onu emzirmesiyle süt analık ve süt kardeşlik gerçekleşmez.

Aşağıda konuyla ilgili naklettiğimiz hadîste ise tahrim hükmünün gerçekleşmesinde yaşın söz konusu olmadığı belirtiliyor. Ancak onu takip eden diğer sahîh hadîslerde ise, iki yaş üzerinde duruluyor ve bu­nun sınır olduğu belirleniyor. [323]

 

İlgili Hadisler

 

Zeyneb binti Ümmi Seleme'den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki, Ünırnu Seleme (r.a.) Hz. Aişe'ye şöyle dedi: "Senin yanına büyük bir oğlan giriyor ki ben onun benim yanıma girmesini hiç de arzu etmem..." Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a.) şöyle dedi: "Senin için Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz güzel örnek değil mid­ir? Ebû Huzayfe'nin karısı (bir gün bize geldi ve) Ya Resûlallah! dedi, Salim yanıma geliyor -ki o artık genç bir adam sayılır-. Kocam Ebû Huzayfe'nin içinde bundan dolayı bir kuşku beliriy­or. (Bu hususta ne buyurursunuz?) Efendimiz ona şöyle buyur­du: "Onu emzir de öylece artık senin yanma (süt evlâdın) olarak girsin..." [324]

Diğer bir rivayette yine Zeyneb kendi anası Ümmü Seleme'den rivayet ediyor: Annesi şöyle demiştir: "Belirtilen emzirme şekliyle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in diğer zevceleri bir adamın on­ların yanma girmesinden kaçınmışlardır. O yüzden biz Hz. Aişe'ye   (r.a.)    dedik ki: "Biz bunu Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin Salim için özel antamda verdiği bir ruhsat olarak görüyoruz. O bakımdan böyle bir emzirmeyle biz hiç birinin bi­zim yanımıza girmesini uygun görmüyoruz..." [325]

Bu konuda müctehidlerin içtihadını belirtmiş bulunuyoruz. O bakımdan burada tekrar etmemize gerek kalmamıştır. [326]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

556 nolu Zeyneb hadîsini ashabdan mü'minlerin anneleri, Sehle binti Süheyl ve Zeyneb binti Ümini Seleme -ki bu Resûlüllah'm üvey" kızı idi- tabiînden ise Kasım b. Muhammed, Urve bin Zübeyr ve Hu-nıeyd b. Nâfı' rivayet etmişlerdir. Bunlardan da birçok ilim adamları rivayet etmiştir ki aralarında İmam Mâlik, Süfyan es-Sevrî, Şube, İbn Cüreyc de bulunuyor.

Bütün bunlar kadri yüce ilim adamları olarak bilinip tanınmaktadır. Ayrıca büyük bir cemaat de bunlardan rivayet ederek hadîsin rivayetini tevatür derecesine çıkarmış bulunuyorlar.

İşte bu tevatür derecesinde olan rivayete dayananlar, reda1 konu­sunda çocuk için bir yaş sınırı belirlenmeksizin tahrîm hükmünün her yaşta gerçekleşeceğini belirtmişlerdir. Hz, Ali (r.a.) nin de bu görüşte olduğu rivayetler arasında bulunmaktadır. İbn Hazm de bu rivayete yer vermiş ve Hz. Ali'nin görüşü olduğunu belirtmiştir. İbn Abdilberr ise Hz. Ali'den böyle bir rivayetin yapıldığını red ve inkâr etmiştir. Cum­hur ise bir önceki bahiste belirttiğimiz üzere en çok iki yaşına kadar meydana gelen emzirmenin tahrîmi gerektirdiğini belirtirken Salim olayını ona has bir ruhsat olarak vasıflandırmalardır. Nitekim mü'minlerin annelerinin de görüşü bu anlamdadır.

Salim hakkında "eyfa" sıfatı kullanılmıştır ki, bu yaklaşık yirmi yaşında olduğunu göstermektedir. Nitekim Sehle (r.a.) Peygambere (s.a.v.): "Doğrusu Sâlim'in artık sakalı çıkmış bulunuyor..." deyince, Efendimiz ona: "Onu emzir..." buyurmuştur. [327]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ümmü Seleme (r.a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen Resûlullah'm (s.a.v.) şöyle dediğini söylemiştir: "Reda'dan ancak, bar-sağı açan süt emme döneminde henüz sütten kesilmeden önce olan emzirme tahrîmi gerektirir." [328]

İbn Uyeyne'den, O da Amr b. Dinar'dan, o da İbn Abbas (r.a.) dan rivayet etmiştir. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Reda' (süt emme ve emzirme) ancak iki yıl içinde gerçekleşir." [329]

Câbir (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz şöyle buyurmuştur: "Sütten kesildikten sonra artık reda' (süt emme, emzirme hükmü) yoktur. İhtilamdan sonra artık yetimlik söz konusu değildir." [330]

Hz. Aişe (r.-a.) dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:

"Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz yanıma girdi, o sırada yanım­da bir adam bulunuyordu. Efendimiz (s.a.v.) sordu: "Bu kimdir?" Ben de: "Bu benim süt kardeşimdir" dedim. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: 'Ya Aişe, kardeşleriniz kimdir ona dikkat edin. Süt kardeşliği (emzirmeden dolayı tahrîm hükmü) ancak (çocuğun) açlığını giderecek olanıdır." [331]

Bu hadîslerin tahlili:

558 dipnotlu Ümmü Seleme hadîsini Hâkim de tahric edip sahîhlemiştir. Ancak Hakim bunun muallel olduğuna dikkat çekmiş ve râviye Fatıma'nm Ümmü Seleme'ye (r.a.) çok küçük yaşta iken ulaş­tığı ve bu sebeple ondan rivayette bulunmasının söz konusu olamaya­cağı ve ancak babası veya anası vasıtasıyla buna muttali' olduğu anlaşılıyor. Bununla beraber sıhhati kabul edilmiştir.

Hadîs, çocuk henüz sütten kesilmeden ve emdiği sütle barsak-lannın dolup açıldığı dönemde reda1 hükmü gerçekleşir hususuna delâlet etmektedir. Burada yaş sınırı belirtilmemiştir. Ancak süt emme süresinin normal olarak iki olduğu Kuran ve sahîh hadîslerle belirlen­diğine göre, "sütten kesilmeden önce" ifadesinden bunun iki yıl içinde bir hüküm taşıyacağı dolaylı şekilde anlaşılıyor.

İbn Uyeyne'nin İbn Abbas hadîsine gelince, bunu aynı zamanda Saîd b. Mansur, Beyhakî ve İbn Adiy rivayet etmişlerdir. Bu hadisin Heysem tarikiyle bilinmekte olduğu ve bu zatın da galat yaptığı belirtilmektedir. [332]Beyhâki ise bunun mevkuf rivayetini sahîhlemiştir. İbn Adiy de bu rivayeti tercih etmiştir. İmam Malik de Muvatta'da bunu Sevr b. Yezîd tarikiyle İbn Abbas'dan (r.a.) mevkufen rivayet etmiştir ki bu sahîh kabul edilmiştir.

560 no'lu Cabir hadîsi üzerinde durulmuşsa da İbn Abbas hadîsi ona şehadet etmektedir.

Böylece bu hadîs de çocuk sütten kesilip ayrıldıktan sonra artık reda1 hükmünün gerçekleşmeyeceğine delâlet etmekte ve normal olarak sütten kesmenin de iki yıl tamamlanınca vuku1 bulduğuna işaret et­mektedir. Yetimliğin ise çocuğun ergen olmasına kadar devam edeceğini, yani babasını kaybeden bir çocuğun baliğ oluncaya kadar ye­tim sayılacağını bildirmektedir.

İlim adamlarından bir kısmı Ümmü Seleme hadîsinin münkati1 olduğunu, bu derecede olan bir hadîsin'zayıf sayıldığını belirterek reda' konusunda yaşın mevzuubahs olmayacağını söylemişlerse de Tir-mizî'nin hadîsi sahîhlemesi bu görüşlerin isabetsizliğini ortaya koymak­tadır. Aynı zamanda Hakim de sahîhleyerek buna kuvvet ka­zandırmıştır.

Diğer yandan bazısı, az sütün barsağı açıp genişletmediğini dikk­ate alarak az sütten dolayı reda' hükmünün gerçekleşmeyeceğini belirt­mişlerdir. Oysa bu anlatımdan maksat çocuğun süt ile beslenmesidir. Yaşı büyük olanların ana sütüyle beslenmesi ise söz konuftu değildir. O bakımdan sütten kesilip üç, dört ve daha yukarı yaşta olanların emmesi tahrîme medar olmamaktadır; Zira Kur'a'n'da "havleyni kâmileyni" cümlesi yer almakta ve en sağlam kıstası sergilemektedir. [333]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Reda' hükmü ancak çocuğun ilk iki yılı içinde gerçekleşir. Bu süre içinde kimine göre bir defa olsun emdiği takdirde tahrîm hükmü gerçekleşir, kimine göre ise fasılalı beş defa emmesi gerekir.

2-  İki yaşını aşan bir çocuk veya delikanlı süt emdiği takdirde reda' hükmü sabit olur mu? Hz. Aişe hadîsinde Salim için sabit olmuşsa da bu sadece Sâlim'e has bir ruhsattır. Başkasına teşmil edilemez,

3- İki tam yıl içinde çocuğun yabancı bir kadının göğsünü emme-siyle tahrîm hükmü ölünceye kadar devam eder. Emziren kadın onun süt anası, çocukları onun süt kardeşleri, kocası da onun süt babası olur.

4- Çocuk iki yılını doldurup sütten kesildikten sonra artık yabancı bir kadının sütünü emse bile reda' hükmü sabit olmaz.

5- Babasını kaybeden bir çocuk da ergen oluncaya kadar yetim sayılır. Bu süre içinde onun malı korunur ve rüşde erince de malı ken­disine teslim edilir.

6- îki yaşını doldurduğu halde halâ süt emen bir çocuk bu arada başka ^ıda maddeleri de yiyebiliyor demektir. O bakımdan bu yaşlarda ana süt'ü tam doyurucu olmaz ve reda' hükmünü gerçekleştirme z.

7- Emme ve   emzirme konusunda   dört   mezhep   imamlarından herhangi birinin ictihadiyle amel edilebilir. Bunda dinen bir sakınca yoktur. Meselâ evlenen çiftin çocuğu olduktan sonra süt kardeşi olduk­ları ortaya çıkarsa, Hanefî ve Mâliki mezhebine göre hemen ayrılmaları gerekir. Ama eğer beş defadan az sayıda emmişlerse evliliklerinin de­vamına fetva verilebilir. Zira Şâfıî ve Hanbeli imamlarının görüş ve içti­hadı bu kolaylığı sağlamaktadır.

8-  O halde önemli bir konu veya meselede kişi bağlı bulunduğu mezhepte bir çıkış yolu bulamıyorsa, o takdirde diğer mezheplerde o çıkış yolunu araştır. Bunda dinen bir sakınca ve vebal yoktur. Çünkü mezheplerin çokluğu hem rahmet, hem de kolaylıktır.

9- Bir mesele hakkında birden fazla hadîs bulunuyorsa, önce on­ların sıhhat derecesini araştırmak ve sonrada sahîh olanlarını birleştirip nasih ve mensuh olup olmadıklarına bakmak ve öylece tümünden hüküm çıkarmak gerekir. Hadîslerin çoğunu bir tarafa itip sadece birisine bağlanıp kalmak ve ona göre bir hüküm çıkarmak ekseri isabetli olmaz. [334]

 

Neseb Cihetiyle Haram Olanlar Reda’ Cihetiyle De Haramdır

 

Evlilik müessesesi birtakım esaslara, prensiplere ve kurallara bağlanmıştır. Yakın hısımlarla evlenmek haram kılındığı gibi, süt iemme, emzirme yoluyla da sütanne ve süt kardeşlerle diğer bazı iyakırüar arasında evlenmek de haram kılınmıştır.

Bilindiği gibi İslâm, sağlıklı, yetenekli, zeki ve akıllı bir neslin i yetişmesini ön görmekte ve buna olumsuz yönde tesir edecek olan evli­liklerin bir kısmını yasaklamakta, bir kısmıyla evlenmemenin daha uy­gun olacağını tavsiye etmektedir.

Bu konudaki ilmî araştırmalar da dinimizin koyduğu bu hüküm ve tavsiyelerin isabetini tasdik etmektedir. Zira yakın akraba arasın­daki evlilik sebebiyle genel şekilde olmasa bile doğan çocuklardan kimi arızalı, kimi geri zekâlı olmakta ve böylece nesil cılızlaşıp as;l ölçüsünü kaybetmektedir. Nitekim hariçten kız almayıp hep kendilerinden kız alan bir kabile halkının Hz. Ömer (r.a.) çok cılız, geri zekâlı ve kaabi-liyetsiz bir duruma geldiklerini görünce fazlasıyla üzülmüş ve: "Ne oluyor size? Artık yabancılarla (başka kabilelerle) kaynaşıp kız verin, kız alın" diyerek uyarmıştır.

Bu konuda iki de zayıf hadis bulunuyor ki Gazali İhya'da onları nakl etmiştir:

Süt emme, emzirme sebebiyle evlenmenin haram kılınmasında birtakım hikmetler vardır. İlmî araştırmalar henüz bu konuya yete­rince eğilmiş sayılmaz. Yakın gelecekte inanıyorum ki ciddî araştır­malar bunun mahzurlarım ortaya çıkaracaktır.

O bakımdan burada birtakım varsayımlar üzerinde durmak iste­miyorum. [335]                                                                          

 

İlgili Hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efen­dimize (zevce) olarak Hz. Harazanın kızı arzu edildi. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: "Şüphesiz o bana helâl değildir; çünkü < benim süt kardeşimdir. Rahim cihetiyle haram olanlar reda' cı-hetiyle de haramdır.". Diğer bir rivayette: "Neseb cihetiyle haran olanlar..." buyurulmuştur. [336]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz şöyle buyurmuştur: "Doğum cihetiyle haram olanlar reda' cihe-tiyle de haramdır." [337]

îbn Mâce'nin rivâyetindekî lafız ise "viladet" yerine "neseb" şeklindedir.

Yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre şöyle belirtilmiştir: "Kuays'in kardeşi Eflah geldi de Hz. Aişe'nin yanına girmek iste­di. Eflah onun süt amcası oluyordu. Hz. Aişe diyor ki: Ben ona izin vermekten kaçındım. Resûlüllah (s.a.v.) gelince yaptığımı ona haber verdim. Resûlüllah (s.a.v.) yanıma girmesi için izin vermemi emretti." [338]

Hz. Ali (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendi­miz şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak neseb cihetiyle har­am kıldıklarını reda' cihetiyle de haram kılmıştır," [339]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre, neseb cihetiyle haram olanlar reda' cihetiyle de haramdır. Ancak çocuğunun ninesi, çocuğunun kız kardeşi, amcası­nın anası veya halâsının anası dayısının veya teyzesinin anası, kardeşi­nin anası reda' cihetiyle haram değildir. Bunun gibi süt kardeşinin kızkardeşi -ister reda', ister neseb cihetiyle olsun- helâldir. Neseb cihe­tiyle kardeşinin kız kardeşine gelince, üvey babasının başka bir kadın­dan dünyaya gelen kızı olmuş oluyor. Böylece ana bir erkek kardeşinin başka bir kadından doğma kız kardeşiyle evlenmesinde bir sakınca yok­tur.

Aynı kadının göğsünü emen, yani aynı kadın tarafından emzirilen kadınla erkek arasında helâllik olmadığından evlenmeleri haramdır. Zira aynı kadının göğsünü emmeleriyle sütkardeşi oluyorlar. İsterse bu ikisi ayrı ayrı zamanlarda o kadının sütünü emmiş olsunlar farketmez.

Adam veya kız sütünü emdiği kadının hiçbir çocuğuyla evlenemez. isterse o çocuklar, bunlar süt emmeden önce veya sonra doğmuş olsun­lar farketmez.

Sütünün oluşmasına sebep olan kadının kocası ve onun evlâdı ile o kadının sütünü emen çocuk arasında hill (helâllik) yoktur. O bakımdan sözü edilen kadının sütünü emen çocuk ne sütanasmm ko­casıyla, ne de onun evladıyla evlenemez. Zira kadının kocası onun süt babası, evladı da onun süt kardeşleri oluyor. Aynı zamanda o adamın kardeşi bu çocuğun sütamcası, kız kardeşi de onun halâsı sayılır.

Erkeğin göğsünde oluşan sütü emen çocuklar süt kardeşi olmazlar ve o adam da onların süt babası sayılmaz.

Bakire kızın göğsünde oluşan veya ölen kadının göğsündeki mev­cut sütü emmek de tahrîmi gerektirir. [340]

b) Şâfıîlere göre, emzirmeden dolayı kadın çocuğun süt anası, .sütün oluşmasına sebep olan kadının kocası o çocuğun süt babası ve çocukları da o çocuğun süt kardeşleri olur.

Emziren kadının babaları ister neseb cihetiyle, isterse reda1 cihe­tiyle olsun- süt emen çocuğun dedeleri sayılır. Emziren kadının anaları ise onun nineleri sayılır. Aynı kadının gerek neseb, gerekse reda1 cihe­tiyle çocukları onun kardeşleri ve kız kardeşleri sayılır. Yine emzirenin erkek ve kız kardeşleri emzirdiği çocuğun dayıları ve teyzeleri sayılır. Sütün oluşmasına sebep olan kadının kocası süt emen çocuğun babası sayıldığı gibi, sözü edilen kocanın babası ve dedesi de ö çocuğun dedesi ve erkek kardeşleri onun amcaları sayılır. Diğer akrabaları buna kıyas edilir.                                                     

Emziren kadının sütü kocasından hamile kaldığından dolayı değil de başka bir sebeple oluşursa, o takdirde bu kadının sütünü emen çocuk onun süt evlâdı olur, ama kocası o çocuğun süt babası olmaz. [341]

Görüldüğü gibi Şafiî mezhebiyle Hanefî mezhebi arasında bu ko­nuda pek fark yoktur. Zira âyet' ve hadîslerde belirtilen hususlar ana hatlarıyla belirlenmiş bulunuyor.

c) Hanbelîlere göre de reda' sebebiyle gerçekleşen tahrîm hükmü farklı değildir. Böylece üç mezhep arasında bazı nüansla icti-had, istidlal ve ihticac birliği vardır.

Adam biri ergen, ikisi ergen olmayan üç kızla evlenir. Ergen olan kadın ergen olmayan iki kızı emzirirse, ergen olan kadın adama haram olur ve iki küçük kızla olan nikâh da fesih edilir. Sonra o iki kızdan bi­riyle evlenebilir. Ergen kadının bu sebeple haram olması, emzirdiği iki kızın süt anası olmasındandır. Böylece Adam karısının süt kızlarıyla evlenemiyeceği gibi, evlendiği kızın süt anasıyla da evlenemez. îster ne-seb, ister reda' cihetiyle kardeş olan iki kızı bir adamın kendi nikâhı altında tutması da haramdır.

Bunun gibi yabancı bir kadın adamın nikâhı altında olan iki küçük kızı emzirecek olursa ikisinin de nikâhı fesholur. Nitekim Ebû Hanîfeye ve İmam Şafiî'nin iki kavlinden birine göre de hüküm böyledir. [342]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

563 no'lu İbn Abbas hadîsi sahîhtir. Süveybe adlı câriye hem Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, hem de Hz. Hamza'yı emzirmişti. O bakımdan Hz. Hamza'nııı kızı Resûlüllah'ın (s.a.v.) süt kardeşinin kızı oluyordu. Bu durumda evlenmeleri haramdır.

Hadîs neseb cihetiyle haram olanların reda' cihetiyle de haram ol­duklarına açık şekilde delâlet etmektedir. Ancak Hanefîlerin görüş ve içtihadı bölümünde açıkladığımız üzere bunun bazı istisnaları söz konu­sudur.

564 no'lu Hz. Aişe hadîsi de sahîhtir ve İbn Abbas hadisiyle birbi­rini kuvvetlendirmekte olup her bakımdan istidlal ve ihticaca salihtir.

565 no'lu Hz. Aişe hadîsi de sahîh olup istidlal ve ihticaca salihtir. Hadîs emziren kadının akrabasının emen çocuğa haram olduklarına delâlet etmektedir. Nitekim Hz. Aişe'nin reda1 cihetiyle amcası olan Eflah'm içeriye alınmasında bir sakınca olmadığını Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz açıklamış bulunuyor.

Böylece hadîs, sütün oluşmasına sebep olan kocanın hısımlarının da süt emen çocuğun reda' cihetiyle hısımları olduğuna delâlet etmekte­dir. O bakımdan talırîm hükmü bunlar arasında da câridir.

Bunun için iki sütkardeşi aynı adamın nikâhı altında toplamak haram olduğu gibi, reda' cihetiyle kadınla halâsını, kadınla teyzesini bir kişinin nikâhı altında bulundurmak da haramdır. 565 no'lu Hz. Aişe hadîsi buna açık biçimde delâlet etmektedir. Nitekim ilim ehlinin cum­huru, ashab ve tabiînin cumhuru da aynı görüştedirler.

Aynı zamanda Ebu Davud'un rivayetinde sözü edilen hadîs şu lâfızlarla nakledilmiştir: "Eflâh yanıma girmeğe izin istedi. İçeri girince ben örtündüm. Bunun üzerine o bana: "Benden mi sakınıp örtünüyor­sun? Oysa ben senin amcan oluyorum" dedi. Ben de ona: "Nereden am­cam oluyorsun?" diye sorduğumda, o bana: "Benim kardeşimin karısı seni emzirdi" diye cevap verdi. Ben ona: "İyi ama beni emziren kadın­dır, erkek emzirmedi ki..." dedim. Bu sırada Rasûlüllah (s.a.v.) Efendi­min geldi ve konuyu ona anlattım. Efendimiz bana: "O senin süt cihe­tiyle amcan oluyor, içeriye alabilirsin" buyurdu.

Bu konuda İbn Ömer, İbn Zübeyr, Rafı' b. Hudayc, Zeynep binti Ümmi Seleme, Saîd b. Müseyyeb, Ebu Seleme b. Abdirrahman, Kasım b. Muhammed, Salim, Süleyman b. Ye s ar, At â' b. Yesar, Şa'bî, Nahaî, Ebû Kılâbe ve İyas b. Muaviye'ye göre, sütün oluşmasına sebep olan koca ve akrabası hakkında reda1 hükmü sabit olmaz.

Sözünü ettiğimiz bu ilim adamlarından belirtilen hususu İbn Ebî Şeyhe, Saîd b. Mansur, Abdurrezzak ve İbn Münzir nakletmişlerdir. îbn Sirîn'in de aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir. [343]

Ancak bu görüş ve ictihad itibar görmemiştir. İmam Şafiî'nin Zey­nep binti Ebî Seleme1 den yaptığı rivayette ise bunların hilâfına şu bilgi verilmektedir. Zeyneb diyor ki: "Ben saçlarımı tararken Zübeyir içeri girdi. Ben bunda bir sakınca görmüyordum. Çünkü Zübeyir benim süt babam ve onun çocukları da benim süt kardeşlerim oluyordu. Zira Zübeyir'in karısı Esma beni emzirmiş bulunuyordu."

Ancak bu rivayetin geri kalan kısmı ise ikincilerin görüş ve içti­hadını desteklemektedir. Şöyle ki: Zeynep devamla şöyle dedi: "Har-re'den sonraki günlerde idi. Abdullah b. Zübeyir bana adam göndererek kızım Ümmü ÇKilsüm'u kardeşi Hamza b. Zübeyir'e istedi. Ben de, "benim kızım ona helal olur mu?" dedim. O bana: "Hamza senin karde­şin (süt kardeşin) değildir. Senin süt kardeşlerin ancak Esmâ'nm do­ğurduklarıdır. Zübeyir'in başka kadından olan çocukları süt kardeş­lerin değillerdir" diye cevap verdi. Bunun üzerine konuyu bir çok sahab-iden ve ezvac-i tahirattan sorduğumda onlar bana şu fetvayı verdiler: "Şüphesiz ki reda' (emzirme ve emme) erkek tarafından hiçbir şeyi har­anı kalmaz, O bakımdan kızını Hamza1 yla evlendir..." [344]

Anlaşıldığı üzere, emziren kadının kocası ve onun akrabası hakkında reda' hükmünün gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ile ilgili ash­ab ve tabiînden farklı rivayetler yapılmıştır. Ancak cumhur reda' hükmünün gerçekleştiğine kaildir ve fetva da buna göredir. [345]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Neseb ciheti ile haram olanlar reda1 cihetiyle de haramdır.

2- Emziren kadın emzirdiği çocuğun süt anası, onun çocukları da o ıcuğun süt kardeşleridir.

3- Böylece emen emzirenle evlen em ey ece ği gibi onun hiçbir ev-dıyla da evlenemez.

4- Sütün oluşmasına sebep olan koca ise süt emen çocuğun süt ba-jası olur ve onun kardeşleri onun amcaları, kız kardeşleri halâları olur.

5- Böylece süt emen çocuk süt-babasıyla evlenemeyeceği gibi, onun akın hısımlarıyla da evlenemez.

6- Aynı kadının sütünü emen iki çocuk süt kardeşi olurlar ve o akımdan evlenmeleri haram sayılır.

7- Evlendiği iki kadının bilahare süt kardeş oldukları ortaya ikarsa nikâh hükümsüz olur ve sonra adam onlardan birini tercih edip vlenebüir. Zira gerek neseb, gerekse reda cihetiyle iki kız kardeşi bir idamın nikâhı altında tutması haramdır.

8- Bunun gibi kadınla süt teyzesini, kadınla süt halâsını da bir idamın nikâhı altında bulundurmak haramdır.           

9- Adam kardeşinin veya kız kardeşinin süt kardeşiyle evlenebilir, ^.ynı zamanda o süt kardeşin teyze veya halasıyla da evlenebilir. }ünkü reda' hükmü onlarla kardeşi veya kız kardeşi arasında caridir.

10- Adam üvey babasının başka bir kadından doğma kızıyla evle-ıebilir.

11-Erkeğin göğsünde oluşan sütü emen çocuklar süt kardeşleri ol-nazlar ve o erkek de onların süt babası sayılmaz.

12-Emziren kadının sütü mevcut kocasından değil de başka bir iebeple oluşursa o takdirde emzirdiği çocuk sadece kadının süt evladı )lur, ama onun kocası o çocuğun süt babası olmaz.

13- Evlendiği iki kadından biri diğerini emzirmişse, nikâh derhal bozulur.

14- Aynı kadının sütünü emen iki kızı nikâhı altında bulundur­mak da haramdır. Zira neseb cihetiyle iki kız kardeşi aynı adamın, nikâhı altında bulundurmak haram olduğu gibi, reda1 cihetiyle de ha­ramdır. [346]      

 

Reda’nın Sübutu Hakkında Bir Kadının Şehadeti Yeterli midir?

 

Usûl bakımından bir kadının şehadeti kâfi değildir. O sebeple mezhep imamları ve diğer ilim adamları bu konu üzerinde farklı yorum, görüş ve ictihad ortaya koymuşlardır. Ashab ve tabiînden de farklı rivayetler yapılmıştır.

Ancak ictihad içtihadı nakzetmediğine göre bu konuda çok duyarlı olmak gerekir. Emziren kadın ortaya çıkıp "ben bu kızı veya adamı veya evli olan bu çifti emzirdim" derse, ihtiyaten kabul etmekte fayda vardır. [347]                      

 

İlgili Hadis

 

Ukbe b. el-Hâris'ten yapılan rivayete göre, adı geçen, Ebu îhab kızı Ümmü Yahya ile evlendi. Sonra siyahı bir cariye gelip şöyle dedi: "Ben ikinizi de emzirdim." Bunun üzerine durumu Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e arzettim. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz benden yüzünü döndürdü. Bulunduğum yerden biraz geri çekildim ve durumu bir daha anlattım. Peygamber (s.a.v.): "Nasıl olur, o kadın ikinizi de emzirdiğini iddia etmiştir..." Ve Peygamber (s.a.v.) böylece Ukbe'yi o kadınla evliliğini sürdürmekten men'etti. [348]

Diğer bir rivayette ise hadîsin son kısmı şu lafızla nakledilmiştir: "Artık o kadını (eş olarak) terket." [349]

 

Bu Hadisin Işığı Altında Mezhep İmamlarının İstidlal ve Görüşleri

 

a) Hanefîler bu hadîsle istidlal etmemişlerdir. Çünkü haber-i ahad sınıfına girmekte ve usûl bakımından uygun görülmemektedir. O bakımdan Hanefî imamları diğer konuların çoğunda olduğu gibi, reda' hükmünün sübutu için iki erkek veya bir erkek, iki kadın şahidin ge­rekli olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü reda'm isbatıyla nikâh mülkü zâil olmaktadır. Bu da ancak beyyine veya emzirenle emenin iddia-irinin tasdikiyle gerçekleşir. Beyyine ise ya iki erkeğin şehadeti veya ir erkek iki kadının şehadetidir. [350]

Adam karısını göstererek, "bu benim süt kardeşimdir" diye iddia-a bulunur ve sonra hatâ ettiğini söylerse doğruluğu kabul edilir ve ev-tlikleri bozulmaz. İmam Şafiî'ye göre, doğruluğu kabuLedilmez ye iddi-Isı dikkate alınarak karı ile kocasının ayrılmaları, evliliklerinin son bulması sağlanır, [351]

b) Şafiî'ye göre, doğum konusunda olduğu gibi, emzirme konu-unda da kadınların şahitliği kabul edilir. Bununla beraber bir kadının lir çocuğu emzirdiğini iki âdil erkek veya bir erkek iki kadın görüp Jehadette bulunurlarsa şehadetleri kabul edilir ve hüküm ona göre verilir.

Bu ve benzeri daha çok kadınların muttali' olduğu konularda sırf kadınların şehadeti bazı şartlarla kabul edilir. Meselâ: hürre, âdile, baliğe olmaları ve dört tanesinin konuyu görüp bildirmeleri şarttır. NTitekim Müslim'in İbn Cüreyc'den yaptığı rivayete göre, bu konularda pncak dört kadının şehadeti kabul olunur, demiştir.

Bu şahitlikte bulunan kadınlar emzirenin halâları, teyzeleri de olabilirler. Çünkü ancak evlât ve babanın şehadeti reddedilir. Böylece dört kadın murdi'anm çocuğu beş defa emzirdiğine şelmdet ettikleri takdirde reda' hükmü sabit olur. Kadının kız kardeşlerinin de şehadeti makbul tutulur. [352]

c) Hanbelîlere göre ehil ise bir kadının şehadeti kabul olunur. Nitekim tabiînden Tavus, Zühri ve Evzâî, îbn Ebi Zi'b ve Saîd b. Abdilaziz de aynı görüştedirler. İmam Ahmed'den bir ikinci rivayet daha yapılmıştı ki bu rivayete göre reda m sübutunda ancak iki kadının şehadeti kabul edilir İmam Ahmed'den bir üçüncü rivayet yapılmıştır ki, o rivayete göre bir kadının da şehadeti yemin verdirilerek kabul edi­lebilir. Nitekim İbn Abbas ve İshak'm da içtihadı böyledir. Reda' konu­sunda emzirenin şehadeti de kabul olunur. Çünkü bu şehadet kendi fii­liyle ilgilidir. Ve bunda onun bir menfaati de söz konusu değildir.

Adam bir kadınla evlendikten sonra henüz bir cinsel temasta bu­lunmadan "bu benim süt kardeşimdir" derse nikah derhal bozulur ve kadın onu tasdik ederse kendisine hiç bir mehir verilmez. Tasdik et­mezse mehrin yarısını alır.

Ancak evli olan çiftten kadın kocasını kastederek "bu benim süt kardeşimdir" der ve kocası da onu yalanlarsa, kadının bu iddiası tasdik ve kabul olunmaz. Hükmen o kadın o adamın karısı olarak kalır. [353]

d) Mâlikîlere göre, bir kadın ortaya çıkar da evli olan karı ko­cayı göstererek "ben bu ikisini emzirdim" derse, adama "eğer bu kadına güveniyorsan eşinden uzak dur" denilebilir. Ama iddiada bulunan kadın âdile bile olsa hâkim onun şehadetiyle amel etmez. Koca olan adam da kadına pek güvenmiyarsa onun iddiasını nazarı itibare al­mayabilir. Bu hususta iki kadın şehadette bulunurlarsa, şahitlikleri ka­bul edilerek karı koca birbirinden ayrılır.

Şehadette bulunan iki kadın kocanın veya karısının anası olurlar­sa şahitlikleri kabul olunmaz. Ancak nikahdan önce bunu etrafa yaymışlarsa o takdirde kabul edilir.

Evli çiftleri kastederek "ben bu ikisini de emzirdim" derse, takva yönünden kabul edilebilir, ama tahrîmi gerektirmez. O bakımdan hâkim bu iddiayı dikkate almaz ve çiftlerin evliliğine son vermez. [354]

Bu konuda Ukbe hadîsine gelince, usûl yönünden bunu değerlendirenler Hz. Peygamberin "o kadım terket" emri nedb üzeredir, vücub ve tahrîme delâlet etmektedir demişlerdir. Nitekim İmam Mâlik'den buna yakın bir rivayet yapılmıştır. [355]

İmam Yahya da bu husustaki haber istihbaba hamledilir demiştir. Ancak buna itiraz edenler nehyin tahrim hususunda hakikat olduğunu belirterek usûlde de böyle takarrür'ettiğine dikkat çekmişlerdir. [356]

 

Tahliller

 

572 no'lu Ukbe hadîsi sahih olup istidlale sarihtir. O bakımdan reda' konusunda güvenilir âdile bir kadının şehadetiyle amel edilebilir. Her ne kadar hakim bir kadının şehadetine göre hüküm vermezse de takva yönünden ayrılmakta yarar olduğu söz konusudur. [357]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-Hanefîlere göre, reda'm sübutu için iki erkek veya bir erkek ıkı kadının şahitliği gereklidir. Bir kadının şahitliğine itibar edilmez.

2- Emzirenle emen şehadette bulunurlarsa, buna itibar edilir.

3- Karısını göstererek "bu benim süt kardeşimdir" der ve sonra hata ettiğini söylerse, tasdik edilir.

4- Şafiî'ye göre, adamın hata ettim demesi dikkate alınmaz ve ayrılmaları sağlanır.

5- Şahitlikte bulunan kadınların hürre, âdile ve bâliğa olmaları şarttır. Bu İmam Şafiî'ye göredir.

6- Şahitlikte bulunan kadınlar emziren kadının halâları ve teyze­leri olurlarsa yine de şahitlikleri kabul edilir.

7- İmam Şafiî'ye göre, ya bir erkek iki kadın veyahut dört kadının şehadet etmesi gerekir.

8- Hanbelîlere göre ehil bir kadının şehadeti kabul edilebilir.

9- Bir kadının karı ile kocasını göstererek "ben bu ikisini emzir-!dim" derse adam ona güveniyorsa takva yönünden karısından ayrılır. Hâkim ise bu bir kadının şahitliğine itibar etmez. Bu İmam Mâlik'in kavlidir. [358]

 

Emziren Kadına, Çocuğu Sütten Ayırdığında Bir Hediye Vermek

 

Sütana tutulduğunda elbetteki onun ücretini vermek vaciptir. Ancak kadın kendi arzu ve isteğiyle çocuğu emzirirse, o takdirde em­zirme sona erince ona birşeyler hediye etmek müstehabdır. Böylece hem o kadının gönlü hoş tutulmuş olur, hem de ileride bir başakakma ortamına imkân bırakılmamış sayılır.

O bakımdan İslâm, kadın, bir hak talep etmese bile onun çocuk ve ailesi üzerinde bir hakkının oluştuğunu dikkate alır ve bunun bir güzel hediyeyle karşılanmasını tavsiye eder. [359]  

 

İlgili Hadis

 

Haccac b. Haccac'-ki bu Eşlem kabilesi'nden bir adamın adıdır-dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir': "Ya Resûlellah! Reda' (süt emme)nin yermesini (hakkını) ne gibi şey benden giderir?" diye sordum. Efendimiz (s.a.v.): "Güzel bir şey: Bir köle veya bir câriye (bağışlamak)" diye buyurdu. [360]

Hadîsi nakledenlerden biri de Ebû Dâvud'dur. Ancak üzerinde bir görüş beyân etmemiştir. Genellikle Ebû Davud'un bir hadis hakkında susup görüş beyân etmemesi o hadîsin istidlale sâlih olduğuna işaret sayılır. el-Münzerî ise bu zatın, yani râvi Haccac'ın babasının adının Haccac ve dedesinin adının Mâlik olduğunu ve Medine'de oturduğunu kaydetmiştir.

Ebû Kasım da diyor ki, bu konuda Haccac'ın rivayetinden başka bir hadîs bilmiyorum demiştir. Ebû Ömer en-Nemerî de bu zatın sadece bu hadîsi vardır, diyerek tesbitini belirtmiştir.

İmâm Tirmizî ise bu hadîsi tahrîc ettikten sonra hasen ve sahîh olduğunu kaydetmiş bulunuyor.

Aynı hadîsi İbn Uyeyne Hişam b. Urve'den rivayet etmişse de onun bu hadîsi gayr-i mahfuzdur. Sahîh olanı ise Yahya b. Saîd eL-Kattan ve Hatim b. İsmail tarikiyle Hişam b. Urve'den, onun da ba­basından yaptığı rivayettir. Hişam bin Urve ise Cabir b. Abdillah'a ve îbn Ömer'e (r.a.) ulaşmıştır. Gerek Tirmizî, gerekse Ebû Dâvud bu ko­nuda özel bab ayırmışlardır. [361]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kadın bir başkasına ait çocuğu kendi istek ve arzusuyla emzir­diği takdirde çocuğun yakınlarının o kadına bir ihsanda bulunmaları, yakışır bir hediye vermeleri müstehabdır.

2- Annesinin vefatıyla veya sütünün yetmem esiyle ortada kalan çocuk için bir sütanne tutmak caizdir ve sütanamn ücretini vermek vaciptir. [362]



[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[2] Ebû Dâvud/taiâk: 38. Nesâî/talâk: 86. İbn Mâce/talâk: 1. Dâremî/talâk' 2 Ahmed; 3/478

[3] Ebû Dâvud/taharet: 56

[4] Ebû Dâvud/talak: 18. Daremi/talak: 6. Ahmed:5/277, 283

[5] Ebû Dâvud/taiâk: 3. İbn Mâce/talâk: 1

[6] Müsned-i Ahmed: 2/42, 53, 107

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[7] Bilgi için bkz: Kâsânî/Bedayi: 3/183-185. Ömer Nasûhî/lstılahaM Fıkhiyye Kamuşu: 2/234-237. Hacı Zihni Efendi/Nîmet-i İsfâm

[8] el-Gamrâvî/es-Siracül-Vshhac:429. Kahire: 1933

[9] Zehebî/Mîzanüli'iidal: 4/384. 9539 nolu Yahya...

[10] Şevkanı/Neyiü'l-Evtar: 6/248

[11] Ebû Dâvud/talâk: 9. İbn Mâce/talâk: 3. Taberânî/nikâh: 56

[12] İbn Kudame/el-Mugnî; 8/238, 239

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[14] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[15] Müslim/talâk: 14, reda': 66, 69, 72,73,76, 81. Buharî/iaiâk: 1,3, 4, 5, tefsir: 15, ahkâm: 13. Ebû Dâvud/talâk: 4. Tirmizt/talâk: 1. Nesâî/talâk: 1, 3,4, 5,71. İbn Mâce/talâk: 2,3. Dâr e mî/ta I âk: 1, 2

[16] Buharî/ahkâm: 13, tefsîr: 65. Müslim/reda1:70, talâk: 5. Ebû Dâvud/talâk: 4 Nesâî/talâk: 1. Ahmed: 2/130

[17] Talâk Sûresi: 1

[18] Dârekutnî. Neylü'l-Evtar: 6/250

[19] Dârekutnî. Neylü'l-Evtar: 6/250

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[20] Mecmeul-Enhür: 1/365-367'den özetlenerek

[21] el-Fıkhu Alâ'İ Mezahibi'l-Arbaa: 4/297

[22] Ebû Zekeriya Nevevî/Minhacü't-Tâlibin: 97, 98.

[23] İbnKudame/el-Muğnî: 8/235-237

[24] İbnKudame/el-Muğnî: 8/237-238

[25] Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhül-Kebîr: 8/234-235

[26] el-Fıkhu Alâ'l Mezahibi'l-Arbaa: 4/300, 301

[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[28] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[29] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[30] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[31] Ebû Dâvud/talâk: 10, 14, 40. Tirmizî/talâk; 2. İbn Mâce/talâk: 19. Dâremî/talâk: 8. Taberânî/taiâk: 40, 41, 63,-nikâh: 18, 19

[32] BuharîAalâk:31, 34, 35, hudud: 43. Müsiim/liân: 9, 12. Nesâî/talâk: 36, 37. Ibn Mâce/falâk: 72. Ahmed: 1/335,  2/17,57,5/334

[33] Dârekutnt. Neylü'l-Evtar: 6/256

[34] Ebû Dâvud/talâk: 13. Tirmizî/talâk: 3

[35] Dâremî/vüdu': 96

[36] Dârekutnî/talâk

[37] Şafiî. Neylü'l-Evtar: 6/257      

[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[39] Mecmeu'l-Enhür: 1/380

[40] Mecmeu'l-Enhür: 380'dsn özetlenerek

[41] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/271

[42] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/272

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[43] Zehebî/Mîzanül-i'tidal: 2/67. 2836 no'lu Zübeyir

[44] Ebû Dâvud/talâk: 10

[45] Bilgi için b'kz: Neylü'l-Evtar: 256

[46] Ebû Bekir.el-Berkanî/el-Muharrec Alâ's-Sahihay

[47] Ebû Dâvud/îalâk: 10, 11

[48] Neylü'l-Evtar: 6/258

[49] Dârekutnî

[50] Dârekutnî

[51] Bilgi için bkz: Neylül-Evtar: 6/259

[52] Şevkânî/Neylü'l-Evtar: 6/259

[53] Geniş bilgi için bkz: Neylü'l-Evtâr: 6/260

[54] Bilgi için bkz: Zehebî/Mîzanü'l-i'tidal: 3/17. 4/397 Mısır

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[55] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[56] Buharî/edeb:44. Müslim/imân: 175, 176. Tirmizî/nuzûr: 35, imân: 16. Nesâî/ eyman: 31. Ahmed: 4/33

[57] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/295

[58] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/290, 291

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[59] ei-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/282. Kâsan|Bedayi': 3/98, 99

[60] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/284

[61] Buharî/hudud: 22, talâk: 11. Ebû Oâvud/hudud; 17. Tirmızî/hudud.. 1. İbn Mâce/ lal âk: 15

[62] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/254

[63] İbn Kudame/ei-Muğnî: 8/255-257

[64] İbn Mâce/Ta!âk:16; Münâvİ/Feyzü'l-Kadîr: 2/267

[65] Münâvî/Feyzü'l-Kadîr: 2/2,67  

[66] İbn Kudame/e|-Muğnî: 8/259

[67] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/287'den özetlenerek

[68] Geniş Bilgi için bkz: Şâfiî/el-Ümm: 5/253. Mısır. Ezher: 1381

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[69] Ebû Dâvud/talâk: 9. Tirmizî/taiâk: 9. İbn Mace/mukaddime: 7, talâk: 13

[70] İbn Mâce/talâk: 16. Ahmed: 2/276

[71] Müslirn/hudud: 22

[72] Neylü'l-Evtar: 6/265

[73] Saîd b. Mansurve Ebû Ubeyd_el-Kasım. Neylü'l-Evtar: 6/265

[74] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[75] Zehebî/Mîzanü'l-i'tidal: 3/639. 7916 no'lu Muhammed      '

[76] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[77] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[78] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[79] Buharî/edeb: 44. Müslim/İmân: 175, 176. Tirmizî/nüzûr: 3, imân: 16. Nesâî/ eyman:31

[80] Ebû Dâvud/talâk: 7. İbn Mâce/tafâk: 17. Oâremi/talâk: 3. Ahmed: 2/110

[81] Buharî/talâk: 9. İbn Mâce/talâk: 17. Dâremi/talâk: 3

[82] Buharî/talâk: 9

[83] BuharT/talâk: 9, 10. İbn Mâce/talâk: 17

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[84] Mecmeu'l-Enhür: 1/365

[85] Kâsânl/Bedayi': 3/126. Beyrut: 1394

[86] el-Gamrâvî/es-Siracü.l-Vehhac Şerhun Alâ Metnil-Minhac: 413. Mısır: 1352-933

[87] Bilgi için bkz: İbn Kudame/eş-Şerhül-Kebîr: 8/468

[88] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/284 

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[89] Şevkanî/Neylü'l-Evtan 6/270

[90] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[91] Bilgi için bkz: Mecmeu'l-Enhür: 1/369

[92] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[93] Buhari/talak:3. İbn Mace/talak: 11

[94] Buhari/magazi: 79. Müslim/tevbe:53. ebu Davud/talak:11. Nesai/talak: 18, 33 Ahmed. 3/458

[95] Ebû Dâvud/savm: 4. Buharî/savm: 11, 13, talâk: 25. Müslim/siyam: 4, 12, 13, 15, 16. Nesaî/siyam: 16,17. İbn Mâce/siyanr. 8. Ahmed: 1/184, 2/28, 43, 3/329, 5/42

[96] Dâremî/Jsîi'Han: 63. Ebû Dâvud/edeb: 76. Ahmed: 5/384, 394, 398

[97] Müslim/cumua; 48. Ahmed: 4/256, 379

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[98] Bilgi için bkz: Kasânî/Bedayi1: 3/105-115. EI-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/ 321-332. İbn Kudama/e! Muğnî: 8/273-278

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[99] Şevkanî/Neylül-Evtar: 6/275

[100] Geniş bilgi için bkz: el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/289-291

[101] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[102] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[103] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[104] Buharî/talâk:12. Nesâî/tglâk: 34

[105] İbn Mâce/talâk: 24

[106] Nesâî/talâk: 34. Neylü'l-Evtar: 6/277

[107] Darekutnî, İsnad-i Sahîhl

[108] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[109] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/488-490. el-Mektebetü'l-İslâmiyye.

[110] Şâfiî/el-tlmm: 5/197, 198'den özetlenerek. Ezher: 1381-1961

[111] el-Gamravî/es-Siracül-Vehhac: 403-404-Mısır: 1352-1933

[112] İbn Kudame/el-Muğnîve Eş-Şerhül-Kebîr: 8/173-175'den özetlenerek

[113] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/173-185'den özetenerek

[114] El-Fıkhu Alâ'l-Mezahibîl-Arbaa: 4/39, 392'den özetlenerek

[115] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[116] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[117] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[118] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[119] EbûDâvud/talâk: 5. Nesâî/talâk: 75. Taberanî/talâk: 80

[120] Tirmizî/talâk:16

[121] Ebû Dâvud/lalâk: 5. İbn Mâce/talâk: 5

[122] Buhari/libas: 6. Dâremî/talâk: 49. Buharî/talâk: 7, 27. Nesaî/talâk: 9. İbn Mâce/ nikâh: 32

[123] Mİisned-i Ahmed: 6/62

[124] Ebû Dâvud/talâk: 49. Nesâî/talâk: 9. İbn Mâce/nikâh: 32. Ahmed: 1/214, 2/25, 6/4

[125] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[126] e!-Fıkhu Alâ'l-Mezahibİ'l-Arbaa: 4/429

[127] Ebû Zekeriya Yahya/M i nhacüt-Tâlibîn ve Umdetü'l-Lüftîn: 100'den özetlenerek.

[128] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/487

[129] Bilgi için bkz: e!-Fıkhu Alâ'l-MezahibN-Arbaa: 8/429

[130] Bilgi için bkz: Kâsânî/Bedayİ': 3/187

[131] Bilgi için bkz: Kâsânî/Bedayi":.3/187. Ayrıca hülle hakkında geniş bilgi için bkz: Celal Yıldırım/Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı: 3/88

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[132] Zehebî/Mizanü'l-i'tidal-. 3/123-5824 no'lu Ali 

[133] Fethül-Allâm fi-Şerhi Bülûgi'l-Meram: 2/147

[134] Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 6/286

[135] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[136] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[137] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[138] Buharî/savm: 11, salât: 18, nikâh: 91, 92, talâk: 21, eyman: 20. Tirmizî/talâk: 21. Nesâî/talâk: 32. İbn Mâce/talâk: 24, 48. Ahmed: 3/200

[139] Taberânî/talâk: 19

[140] Taberânî/talâk: 17,18.

[141] Dârekutnî. Şafiî

[142] Taberânî/talâk: 19. Dârekutnî

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[143] Mecmeu'l-Enhür: 1/413-415'den özetlenerek

[144] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa. Şâfiî/el-Ümm: 5/265-275

[145] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/502-529'dan özetlenerek

[146] el-Müdevvenetü'l-Kübrâ: 3/64-9 Vden özetlenerek. el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/480, 481

[147] Şahnun/el-Müdevvenetül-Kübrâ: 3/84

[148] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[149] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[150] Geniş bilgi için bkz: Celal Yıldırım/Asrın Kur'ân Tefsiri: 12/6045-6048

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[151] Müsned-iAhmed:4^7. Ebû Dâvud. Tirmizî

[152] TirmizîAalâk: 19. İbn Mâce/talak: 26

[153] Tirmizî/talâk: 20. Dârekutnı. Neylu'l-Evtar; 6/293

[154] Ebû Dâvud/talâk: 17. Müslim. Tirmizî. Nesâî. İbn Mâce

[155] Ebû Dâvud/talâk: 17. jbn Mâce/talâk: 25

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[156] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/505, 506'dan özetlenerek. Mecmeu'l-Enhür: 1/423

[157] Mecmeu'l-Enhür: 1/424'den özetlenerek

[158] el-Gamrâvî/es-Siracül-Vehhac: 435-437 den ve Şafiî/ el-Ümm; 5/276'dan özetlenerek

[159] İbn Kudame/el-Muğnî: 553-556'dan özetlenerek

[160] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/612

[161] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/612

[162] İbn Kudame/el-Muğnî: 8/621

[163] Bilgi için bkz: Sahnun/el-Müdewenetü'l-Kübrâ: 3/52, 53. el-Fıkhu Alâ'f-Mezahibi'l-Arbaa: 4/494

[164] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[165] Bilgi jçjn bkz: Şevkanı/Neylü'l-Evtar: 6/291

[166] Sahnun/el-Müdevvetetül-Kübrâ: 3/70. Beyrut

[167] Sahnun/el-Müdevvetetül-Kübrâ: 3/69, 70

[168] Neylül-Evtar: 6/293

[169] Şevkanî/NeyliTI-Evtar: 6/295

[170] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[171] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[172] Dâremî/büyû". 2. Ahmed-. 4/228

[173] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[174] Müslim/reda1: 86

[175] Nesâî: 5/151. Beyrut:?

[176] Buharî/İlim: 31. Nesâî/nisa:4    

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[177] Nahl Sûresi: 116

[178] Tahrîm Sûresi: 1

[179] Buharî/i'tisam: 20, büyü': 60, sulh: 4. Müslim/akziye: 17, 18. Ebû Dâvud/sünnet: 5. İbn Mâce/mukaddeme: 2. Ahmed.: 6/146,180, 256

[180] Bkz: İ'lamülmuvakkıîn

[181] Geniş bilgi için bkz: Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 6/299

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[182] Fethül-Allâm li Şerhi Bülûgi'l-Meram:2/149

[183] Geniş bilgi için bkz: Fethüi-Allam: 2/149-154

[184] el-Fıkhu Aİâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/338'den özetlenerek

[185] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa: 4/340

[186] el-Fıkhu Alâl-Mezahibi'l-Arbaa: 4/339

[187] el-Fıkhu Alâl-Mezahibi'i-Arbaa: 4/339'dan özetlenerek

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[188] Nûr Sûresi: 6, 7

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[189] Buharî/ferâiz: 17. Müslim/liân: 8. Ebû Dâvud/talâk: 22. ibn Mâce/talâk: 27. Ta-' berânî/talâk: 35. Ahmed: 1/57, 2/7, 14, 126

[190] Sahîh-i Müslim/liâfl: 12. Sâhih-i Buhâri

[191] Buharî/talâk: 32, 33, 52.  Müslim/liân: 6, 7. Ebû Dâvud/talâk: 27.  Nesâî/talâk: 43.  Ahmed: 2/1

[192] Ebû Dâvud/diyat: 12. Buharı/talâk: 4, ahkâm: 18. Müslim/liân: 1/14. İbn Mâce/hudud:34. Nesâî/taiâk: 7

[193] Sahîh-i Müslim/liân: 5

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[194] Kâsânî/Bedayi1: 3/238. Beyrut: 1394-1974

[195] Kâsânî/Bedayi1: 3/339

[196] Kâsânî/Bedayi1: 3/243. Beyrut: 1394-1974

[197] Kâsânî/Bedayi1: 3/244. Beyrut: 1394-1974

[198] Ebû Zekeriya Nevevî/MinhScüttâlibîn: 102, 1O3.el-Gamrâvî/es-Siracül-Vehhac: 442-446

[199] İbn Kudarne/el-Muğnî: 9/4-15'den Özetlenerek

[200] Sahnûn/el-Miidevvenetü'l-Kübrâ: 3/105-117

[201] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübrâ: 3/117- Beyrut:?

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[202] Bilgi için bkz: Neyiü'l-Evtar: 6/302

[203] BuharîAalâk: 27, 32, 34, 52. Müslim/İiân: 4, 8, 9.   Ebû Dâvud/talâk: 27. Tirmizi/ talâk: 22. Nesâî/talâk: 41, 43, 45

[204] Darekutnî. NeylÜTl-Evtar: 6/304

[205] Darekutnî. Neylü'l-Evtar: 6/304

[206] Bilgi için bkz: Mîzanü'l-itidal: 2/376-4141 nolu Ubad

[207] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[208] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[209] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[210] Buharî/talâk: 26, hudud: 41. Müslim/liân:18, 20.  Ebû Dâvud/talâk: 28. Tirmizî/ velâ': 4. Nesâî:46

[211] İbn Mâce/nikâh: 46

[212] Ebû Mansured-Deylemî/Müsrfedül Firdevs. Gazâlî/İhyâ: 2/53. Kahire 1387

[213] Ebû Musa el-Muğni An Hamli'l-Esfar: 2/53. Medeni/Kitabu Taydi'il Ömür

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[214] Zeylü'l-İhya

[215] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[216] Darekutnî el-İîrad'da rivayet etmiştir. Hadîsin ilk râvisi Ebû Saîd el Hudrî (r.a.) dır. Ancak Darekutnî: "Bu hadîsin rivayetinde Vâkıdîteferrüd etmiştir. O bakım­dan hadîs zayıf oîarak kabul edilir" demiştir. Zira Vâkıdî'nin birçok zayıf rivayet­leri vardır.

[217] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[218] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[219] Buhari, Müslim

[220] Buhari. Müslim

[221] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[222] Geniş bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 6/314, 315. Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/331

[223] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/331. Mektebetü'İ-İslâmiyye

[224] Fetâvâ-yı Hindiyye: 1/176

[225] ibn Kudame/el-Muğnî: 7/344

[226] İbn Kudame/ei-Muğnî: 7/345

[227] İbn Kudame/el-Muğnî: 7/345

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[228] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[229] Nûr Sûresi: 4, 5

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[230] Buharı. Müslim

[231] Buharı. Müslim.

[232] İmam-ı Malik/el-Muvatta

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[233] Kâsâni: 7/40 42

[234] el-Gamrâvî/'s-Siracül-Vehhac: 524. Minhacüt-Tâlibîn: 116. Mısır

[235] İbn Kudamc/el-Muğnî: 9/69

[236] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/74

[237] Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübrâ: 6/202-209

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[238] Sıddık Hasan Han/Fethül-Allâm: 2/230, 231

[239] Sıddık Hasan Han/Fethül-Allârr.: 2/232'deh özetlenerek

[240] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[241] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[242] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[243] Buharî/talâk: 39. Tirmizî.  Nesâî

[244] Buhari. Nesâî. Neylü'l-Evtar: 6/322

[245] Dârekutnî. Müsned-i Ahmed: 5/116

[246] İbn Mâce/talâk: 6

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[247] Talâk Suresi: 4

[248] Kâsâni/Bedayiu's-Sanayi1:3/192,193.

[249] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/525

[250] Ebû Zekeriye Nevevî, Minhacü't-Tâlibîn: 104. Mısır

[251] İbnKudâme/el-Muğnî:9/110-114

[252] el-Fıkhu Alâ'l-Mezâhibi'l-Arbaa: 4/522.

[253] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[254] Zehebî/Mîzânü'l-İ'tidâl: 3/435- 7061  no'lu el-Müsnî

[255] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[256] Geniş bilgi için bkz:   Neylü'l-Evtar: 6/325

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[257] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[258] İbn Mâce. Neylü'l-Evtar: 6/326.

[259] Fethü'l-Allâm li Şerhi Bülûğil-Meram: 2/162

[260] Müsned-i Ahmed. Dârekutnî

[261] Tirmizî. Ebû Dâvud. Neyfü'İ-Evtar. 6/326

[262] İbn Mace. Dârekutnî.

[263] İbn Mace. Dârekutnî

[264] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[265] Mecmeu'l-Enhür: 1/436, 437'den özetlenerek.

[266] el-Gamrâvî/es-Sirâcü'l-Vehhâc: 448. Mısır: 1352-1933

[267] Şemsüddin İbn Kudâme/eş-Şerhu'l-Kebîr: 9/76, 77den özetlenerek.

[268] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[269] FethÜ'l-Allâm li Şerhi Bülûği'i-Meram: 2/162.

[270] Şevkânî/Neylü'l-Evtar: 6/326

[271] Zehebî/Mîzânül-İ'îidal: 3/79, 5667 no'lu Atıyye

[272] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[273] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[274] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[275] Buharî/talâk: 47. Müslim/talâk: 60. Ahmed: 6/311

[276] Buharî/talâk: 46. Müslim/reda': 125, talâk: 60. Ebû Dâvud/talâk: 43. Tirmizî/ talâk: 18. Taberânî/iaiâk: 101

[277] Buhari/talâk: 47. Müslim/talâk: 60. Ahmed: 6/311

[278] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[279] Mecmeu'l-Enhür: 1/441, 442'den özetlenerek

[280] el-Ğamrâvî/es-Siracü'l-Vehhac: 454, 455. Mısır: 1933

[281] İbn Kudama/el-Muğnî: 91, 166, 179

[282] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/178

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[283] Bilgi için bkz.Tahavî/Şerhu Maani'l-Asar: 3/78. Beyrut: 1399

[284] Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 6/331

[285] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[286] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[287] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[288] Müslim/reda: 103, 109, 110, 113, 114, 117, Ahmed: 6/373, 441, 413

[289] Müslim/reda: 109,111, 114, 117, Ebu Davud/talak: 39.Tirmiz/nikah:38, talak: 5. Nesâî/nikâh: 21, talâk: 7, 80,78. Ibn Mace/talak. 10

[290] Nesâî/taiâk: 70, 72. Müsned-i Ahmed. Neyiü'l-Evtar: 6/338

[291] BuharîAalâk: 41. Müslim/redâ': 103. Ebû DâvudAaiâk: 39. Nesâî/taiâk: 70

[292] Buharî/talâk: 41. Ebû Dâvud/lalâk: 40. İbn Mâce/talâk: 9

[293] Buharî/talâk: 41. Ebû Dâvud/talâk: 40

[294] Müslim/talâk: 53. Nesâî/taiâk: 70. İbn MâceAalâk: 9

[295] Müslim. Nesai. Ebû Dâvud. Müsned-i Ahmed

[296] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[297] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/565

[298] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 4/568

[299] Bilgi için bkz: el-Muğnî:.9/229-250

[300] Bilgi için bkz: el-Fıkhu Alâ'l-MezahibH-Arbaa: 4/568-572

[301] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[302] Talâk Sûresi:'6

[303] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[304] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[305] Nisa Sûresi: 23

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[306] Müslim/reda': 17, 20, 23. Ebû Dâvud/nikâh: 10. Tirmizi/reda': 3. Nesai/nikah: 51.İbnMâce/nikâh:35 

[307] Müslim/reda': 19, 21. İbn Mâce/nikâh:35. Dâremi/nikâh: 49

[308] Dâremi/nikâh: 49. Müslim/reda': 18. Ahmed: 6/339

[309] Nesâî/nikâh: 51. Tirmizî/reda1: 3. Ahmed: 4/5, 6, 31, 96, 216

[310] Dâremî/nikâh: 49. Müslim/reda': 25. Ebû Dâvud/nikâh: 10. TirmizVredâ': 3

[311] Tirmizî/reda1: 3. Neyiü'l-Evtar: 6/349                           

[312] Ebû Dâvud/nikâh: 9, 10. Tâberanİ/redâ': 13. Ahmed: 6/210, 255, 269, 271

[313] Buharî/nikâh: 15. Ebû Dâvud/nikâh: 9. Nesai/nikah: 52. Ahmed: 6/201-, 271

[314] Bilgi için bkz: Mecmeu'l-Enhür: 1/359-361

[315] İbn Rüşd/Bidâyetü'l-Müctehid:2/35. Beyrut: 1398

[316] ZekariyaYahyaNeve'vî/Minhacü't-Tâlibîn: 106, 107.Mısır

[317] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/192-200'den özetlenerek

[318] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/201.

[319] Sahnûn/el-Müdewenetü'!-Kübrâ: 2/405, 406

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[320] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 6/348.

[321] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[322] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[323] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[324] MüsJim/reda': 29. Ahmed: 6/174

[325]Sahîh-i Müslim. Nesâî. İbn Mâce

[326] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[327] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[328] Tirmizî/reda"; 5, 40

[329] Tebarânî/reda1; 10,15. Dârekutnî

[330] Ebû Dâvud/vasaya: 9

[331] Buharî/şehadat: 7, nikâh: 21. Müslim/reda"; 32

[332] Bilgi için bkz: Neylü'-Evtar: 6/354

[333] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[334] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[335] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[336] Müslim/reda1:12. Ahmed: 1/290, 329

[337] Buharî/humus: 4, nikâh: 20, 21. Müslim/reda': 1. Taberânî/reda': 1

[338] Buharî/nikâh: 22. Müslim/reda': 1, 5, 7, 12, 89. îbn Mâce/nikâh: 38. Dâremî/ ,nikâh:j48. Taberânî/reda': 1,3. Ahmed: 6/177,194

[339] Tirmizî/reda1:1. Ahmed: 2/182

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[340] Mecmeu'l-Enhür: 1/360-362

[341] el-Ğamrâvî/es-Siracül-Vehhac: 461. Mısır: 1352, 1933

[342] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/219, 220

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[343] Bilgi için bkz: Nöyiü'l-Evtar: 6/357

[344] Bilgi için bkz: Şâfiî/el-Ümm: 5/29-33.

[345] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[346] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[347] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[348] Buharî/şehadat: 13. Ebû Dâvud/akdiye: 18. Nesâî/nikâh: 57. Ahmed: 4/7, 8

[349] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[350] Bilgi için bkz: Mecmeu'l-Enhür: 1/364

[351] Bilgi için bkz: Mecmeu'l-Enhür: 1/364 

[352] Şâfiî/el4Jmm: 5/34. Mısır: 1381-1961

[353] İbn Kudame/el-Muğnîve Şemsuddin İbn Kudame/eş-Şerhü'i-Kebîr: 9/222-226

[354] Sahnun/el-Müdevvenetül-Kübrâ: 2/411, 412'den özetlenerek. İbn Rüşd/Bidayetü'l-Müctehid: 2/39. Beyrut: 1398-1978

[355] İbn Rü£d'6idayetü"l-Müctehid: 2/39'a müracaat edilmesi

[356] Şevkanî/Neyiü'i-Evtar: 6/357.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[357] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[358] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[359] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[360] Tirmizî/reda1: 6. Ebû dâvud/nikah: 11. Nesâî/nikâh: 56. Dâremî/nikâh: 50. Ahmed: 3/450.

[361] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[362] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/