11-NAFAKALAR.. 2

Nafakalar 2

İlgili Hadisler 2

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 2

Tahliller ve Rivayetler 3

Çıkarılan Hükümler 4

Sıkıntıda Olup Karısının Nafakasını Karşılayamayan Kocanın Bu Durumu Eşlerin Ayrılmasına Sebep Teşkil Eder 5

Hadisin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri 5

Tahliller ve Rivayetler 6

Çıkarılan Hükümler 6

Akrabaya Nafaka Vermek ve Onlardan  Öncelik Tanınması Gerekenler 7

İlgili Hadisler 7

Mezhep İmamların İstidlal ve İhticacları 7

Tahliller ve Rivayetler 9

Çıkarılan Hükümler 9

Çocuğa Himayesine Alıp Ona Kefil Olmaya Kim Daha Haklıdır 10

İlgili Hadisler 10

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 10

Tahliller ve Rivayetler 12

Çıkarılan Hükümler 12

Nefakatü'l-Behaim (Hayvanların Nafakası) 13

İlgili Hadisler 13

Tahliller 14


11-NAFAKALAR

 

Nafakalar

 

Nafaka, geçim parası, sadaka, yardım gibi manalara gelir, islâm Hukukunda ise daha çok kocanın karışma ve çocuklarına yapacağı har­cama mükellefiyeti olarak belirlenir. Özellikle adamın kendi eşine ve­receği nafaka, yakınlarına vereceğinden önce gelir.

Böylece İslâm Hukuku kadının yiyecek, giyecek, mesken, hizmetçi ve benzeri ihtiyaçlarının karşılanmasını kocasına yüklemiş ve kadını malî külfet altına sokmayarak onu korumuştur. [1]   

 

İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda harcadığın bir dînar, bir köleyi hürriyetine kavuşturmak için harcadığın bir dînar, miskine tasaddukta bulunduğun bir dînar ve ehline (karın ve çocuklarına) harcadığın bir dînar... Bunlardan ecir (mükafat ve sevap) bakımından en büyüğü ehline harcadığın dinardır." [2]

Câbir (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendi­miz bir adama şöyle buyurdu: "Önce kendine yönelip başla, kendi nefsine tasaddukta bulun. Ondan bir şey artarsa ehline (karına ve çocuklarına) harca. Ondan da bir şey artarsa yakın hısımlarına harca ve onlara harcadığından bir şey artarsa şöyle ve şöyle harcamada bulunursun..." [3]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: 'Tasaddukta bulunun!.'1 Bunun üze­rine bir adam: "Ya Resûlellah, benim yanımda bir dînar vardır" dedi. Peygamber (s.a.v.) ona: "O dinarı kendine harca" buyurdu. Adam: "Yanımda bir dinar daha var" dedi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Onu zevcene harca" buyurdu. Adam: "Yanımda bir dinar daha var" dedi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Onu da çocuklarına har­ca tasaddukta bulun" buyurdu. Adam: "Yanımda bir başka dinar daha var" dedi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Onu da hizmetçine ta­saddukta bulun" buyurdu. Adam: "Yanımda bir dinar daha var" deyince Efendimiz ona: "Sen onu harcamayı daha iyi görüp bi­lirsin!" buyurdu. [4]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefi'lere göre, ister zevce müslime, ister kafire, ister ergen, ister ergen olmayıp cinsel temasa elverişli bulunsun kendini kocasına teslim ettiği takdirde kocasının onun elbise, mesken ve nafakasını karşılaması vaciptir. İsterse kocası küçük yaşta olup cinsel temasa gücü yetmesin fark etmez. Ayrıca kadın muaccel olan mehri verilmediği veya kocası cinsel temas arzusu izhar etmediği için kendini kocasına teslim etmemiş bulunsun yine de belirtilen ihtiyaçların karşılanmasını hak eder.

Elbise hususu, adamın mali gücüne göre ayarlanıp her altı ayda bir karşılanması ve nafakanın da aylık olarak hesaplanıp verilmesi gerekir. Her iki hususta da israf ve cimrilikten kaçınılır. Ayrıca kadına hizmet edip ev işlerinde ona yardımcı olacak bir de hizmetçi tutması gerekir. Böylece hizmetçinin de nafakası adam tarafından karşılanır. Ancak hizmetçi tutacak kadar mali güce sahip değilse o takdirde buna zorlanamaz.

İmam Ebû Yusuf a göre, adamın malî imkânı olduğu takdirde, biri ev işlerinde, diğeri ev dışındaki hizmetleri yerine getirecek iki hizmetçi tutması gerekir. Bu durumda adamın malî gücü yetmediği takdirde hiz­metçilerin nafakasını karşılamaz.

Haksız sebeple küsüp evinden ayrılan kadına nafaka gerekmez.

Kocasının evinde hastalanıp yatmakta olan kadının da nafakası kocasının üzerine vaciptir.

Nafaka gibi adamın kadına mesken de vermesi vaciptir. Bu da adamın malî durumuna göre ayarlanır. Kocası isterse kadının yakınlarının meskene girmesini yasaklayabilir, isterse bu yakın kadının başka kocadan oğlu olsun. Ama kadının ana-bâbasının gelmesi­ni ve kadının da onları ziyaret etmesini engellemesine cevaz verilme­miştir. [5]

b) Şâfiîlere göre, kadının mesken, nafaka ve elbisesinin karşılanması kocasına vaciptir. Kocası bütün bunları örfe uygun şekilde ayarlayıp karşılar. Aksi halde kadın onun malından örfe uygun bir nis-beti alıp harcayabilir.

İmam Şafiî bu konuda Hz. Aişe (r.a.) dan rivayet edilen şu hadis­le istidlal ve ihticacda bulunmuştur: "Ebû Süfyan'm karısı Hind Pey­gamber (s.a.v.) efendimiz'e gelerek şöyle dedi: "Ya Resûlellah! Doğrusu Ebû Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocuğuma yetecek kadar (nafa­ka ve elbise) vermemektedir. Ancak ben onun malından gizli olarak alıp harcarsam ihtiyacımızı y ettirebiliyor um. Tabii Ebû Süfyan'm bundan haberi yoktur. Bu davranışımdan dolayı benim üzerime bir günah ve vebal var mıdır?" Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) ona şöyle buy­urdu: "Sana ve çocuğuna yetecek kadarını örfe uygun şekilde al." [6]

Adam çocuğu ergen oluncaya kadar ona nafaka ve diğer lüzumlu ihtiyaçlarını vermekle mükelleftir. Çocuk ergen olunca bu mükellefiyet kalkar. Meğerki tetavvu olarak yardımda buluna.. Tabiî bu durumda çocukların kendilerine ait bir malları yoksa baba mükelleftir. Malları varsa. Nafaka ve sair ihtiyaçları onların kendilerine ait mallarından karşılanır. [7]

Sağlığı yerinde olup cinsel temasa dayanabilen kadının kocasına teslim olmaması halinde, kocası ona nafaka vermekle yükümlü değildir. Ancak ciddi bir rahatsızlığından kaynaklanıyorsa, o takdirde kocasının )u mükellefiyeti söz konusu olur.

Nafaka miktarı beldenin ve emsalinin durumu dikkate alınarak Jrfe uygun şekilde ayarlanır. [8]

c) Hanbelilere göre de kadının nafakasının vücubu kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur. Resûlüllah. (s.a.v.) Efendimiz bu hu-

jjsusta şöyle buyurmuştur: "Ey nas! Kadınlar hakkında Allah'tan kor-jjkun. Çünkü onlar sizin yanınızda size yardımcılar olarak bulunuyorlar.

Onların fücurunu;(üreme organlarını ve namuslarını) Allah emri ile kendinize helâl kıldınız. Onların sizin üzerinizde meşru, örf ve âdete göre nafaka ve elbiselerini temin etme hakkı vardır."

Böylece kadın kendini vâcib olduğu şekilde kocasına teslim ettiği takdirde, onun kocası üzerinde yiyecek, içecek, giyecek ve mesken gibi bütün ihtiyaçlarını karşılanma hakkı vardır.

Kadının nafakası, karı kocanın sosyal ve ailevî durumları dikkate alınarak ona göre ayarlanır. İkisi de zengin sayılıyorsa, zenginlerin na­fakasına geçimlerini zor karşılıyorlarsa, geçimlerini zor karşılayanların nafakasına uygun bir ayarlama yapılır.

İmam Şafiî'ye göre, nafaka ve ihtiyaçları karşılama hususunda sa­dece, erkeğin durumu dikkate alınır. İmam Şafiî bu meselede şu âyetle ihtıcac etmiştir: "Geniş imkânı olan, geniş imkânına göre nafaka versin. Rızkı dar ve sınırlı olan ise Allah'ın kendisine verdiğinden nafaka ver­sin. Allah hiç kimseye verdiğinden fazlasını teklif etmez. Allah bir sıkıntı ve zorluğun ardından bir kolaylık meydana getirir." [9]

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik'e göre nafaka kifayet mik-darıyla takdir edilir. Nitekim Ebû Süfyan karısı Hind'in sorusu ve Pey-gamber'in (s.a.v.) ona verdiği cevap buna delâlet etmektedir.

Karı ile koca nafaka konusunda ihtilâfa düşerlerse hâkim veya naibi kifayet miktarı nafaka verilmesini kararlaştırır. Böylece ihtilâf kalkmış olur.

Ayrıca kadına tarak, temizlik malzemesi ve sair lüzumlu şeylerin de verilmesi vaciptir. Odasında kullanacağı yatak, döşek, perde ve sair ihtiyaç hissedilen ev eşyası da böyle... [10]

Ayrıca kadın kendi ailesinde hizmetçiye alışık ise veya ra­hatsızlığından dolayı buna ihtiyaç duyuyorsa, kocasının bir hizmetçi tutması da vaciptir. Ve adam bu hizmetçinin nafakasını da karşıla­makla mükelleftir. [11]

d) Mâlikîlere göre, koca evlendiği karısının yanma girip cinsel temasta bulunmadığı veya karısını buna davet etmediği takdirde karısına nafaka vermesi vacip değildir. Tabii karısı da ergen olup cinsel temas yapılacak bir yapıya sahip olmalıdır. Kadın iki hizmetçiye alışkmsa o takdirde adamın mâli imkânı yettiği takdirde ona iki hiz­metçi tutması ve hizmetçilerin nafakasını karşılaması da vacip olur. Ebû Sevr de aynı görüştedir. [12]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

581 no'lu Ebû Hüreyre hadîsi sahihtir ve istidlale salihtir. Böylece kişinin kendi eşine ve çocuklarına harcaması, nafakalarını karşılaması en üstün sadaka olarak belirlenmiş bulunuyor. Cenâb-ı Hakk'm da bun­dan  dolayı  vereceği  mükâfat  o  nisbette büyük  olacaktır.   Çoluk çocuğunun nafakasını ve ihtiyaçlarım karşıladıktan sonra arta kalanını Allah yoluna, muhtaçlara, miskinlere harcaması da büyük sevapları ge­rektiren sadakalardır.

O halde adamın kendi eşine ve çocuklarına nafaka vermesi, lüzumlu ihtiyaçlarını meşru örfe ve âdete göre karşılaması vaciptir,

582 no'lu Câbir hadîsi de sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. Böylece kişinin kendi şahsî ihtiyacına öncelik tanıması vaciptir. Kendi­ni aç ve sefil bırakıp çoluk çocuğuna veya hısımlarına nafaka vermesi bir fazîletse de doğru bir davranış sayılmaz. Zira vücubu terketmiştir.

Hadîste nafaka ve ihtiyaçları karşılama konusunda sağlam bir tertip belirlenmiştir. Şöyle ki:                                         

a) Önce kendi nefsine,

b) Arta kalanı çoluk çocuğuna,

c) Arta kalanı muhtaç olan yakınlarına,

d) Ondan da arta kalanı muhtaç komşulara ve mahalledeki fakir ve muhtaçlara, harcaması gerekir.

Tabii burada yakınlarının başında ana-babası gelir ve muhtaç du­rumda iseler evlâdlarmın onların nafaka ve sair ihtiyaçlarını karşılamaları vacip olur.

583 nolu Ebû Hüreyre hadîsini aynı zamanda Şafiî, İbn Hibban ve Hâkim tahrîc etmişlerdir. İbn Hazm diyor ki: "Bu hadîs üzerinde Yahya el-Kattan ile Sevrî ihtilâfta bulunmuşlardır. Yahya'ya göre adamın karısı  evlâdından  Önce  gelir.  Nitekim  naklettiğimiz  metinde  de sıralama böyledir, Sufyan es-Sevrî ise evlâdı adamın karısına takdîm eder şekilde hadîsi nakletmiştir.    .

Gerçekte ise birini diğerine takdim etmemek uygun olur. İkisi de bu meselede eşit durumdadırlar. Resûlüllah (s.a.v.) bazı Önemli cümleleri tekrarlardı. Kuvvetli ihtimalle bir defasında kadına öncelik verirken, bir defasında evlâda öncelik vermek suretiyle nafaka ve ih­tiyaçları karşılama konusunda ikisinin eşit durumda olduğuna işarette bulunmuştur.

Böylece adamın kendi karısının nafakasını karşılaması vacip ola­rak berlirlenmiş bulunuyor. Muhtaç durumda olan evlâdın nafakası da öyle... Akrabadan özellikle ana ve baba da sıkıntıda iseler, onların nafa­ka ve sair ihtiyaçlarını karşılama malî imkânı yerinde olan evlâdına vaciptir. Ancak evlâdın henüz ergenlik çağma girmemiş olmaları söz konusudur. Ergen olan evlâdın nafakasını karşılama babalarına vacip değildir.

Bunlar gibi hizmetçilerin de nafakasını karşılama adama vaciptir. Zira sıralama bu vücubun devamını göstermektedir. [13]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- ister müslüman, ister gayr-i müslim olsun, ister ergen, ister küçük olsun kadının nafakasını karşılama kocasına vaciptir.

2- Kadın kendini kocasına teslim ettiği takdirde bu vücup geçerlidir.

3- Adam muaccel olan mehri vermediği takdirde kadın bu yüzden ona teslim olmuyorsa, kocası nafakasını bu yüzden kesemez; vermesi yine vacip olur.    

4- Kadın cinsel temasa elverişli bir yapıya sahip değilse, nafakası da bu durumda gerekli değildir.

5- Kadının kocası küçük olur da cincel temasa gücü yetmezse, yine de karısının nafakasını karşılamakla mükellef sayılır.

6- Adamın karısına en az altı ayda bir elbise alması ve diğer giyim ihtiyaçlarını karşılaması vaciptir.

7- Nafaka ve elbise hususunda israftan ve cimrilikten kaçınmak gerekir.

8- Nafaka ve elbise, sonra da mesken hem adamın malî durumuna göre, hem de meşru örfe göre ayarlanmalıdır. 9- Kadına yakışır bir mesken sağlamak da kocaya vaciptir.

10- Kadın zengin bile olsa nafakasının, elbisesinin, meskeni ve sair lüzumlu ihtiyaçlarının kocası tarafından karşılanması vaciptir.

11- Kadına bir hizmetçi tutmak da gerekir. Adamın malî durumu elverdiği takdirde bu vacip sayılır.

12- Hizmetçinin de nafakasını adam karşılamakla mükelleftir.

13- İmam Ebû Yusuf a göre, biri ev içindeki, diğeri ev dışındaki hizmetleri yerine getirmek üzere iki hizmetçi tutması gerekir. Tabii bu adamın malî gücüne göre takdir edilir.

14- Haksız sebeple küsüp evini terkeden kadının nafakasını karşılamak kocasına vacip değildir.

15- Mesken tahsis edilirken ev eşyasından lüzumlu olanlarım da adamın karşılaması söz konusudur.

16- Adam kadının yakınlarının eve girip çıkmalarını yasaklayabi­lir. Özellikle bir fitne çıkarma tehlikesi söz konusu olduğu zaman.

17- Kadının ana ve bahasının gelmesine engel koyamaz ve kadının da ara-sıra ana-babasmı ziyarete gitmesine izin verir, buna mani' ol­maz. Ancak elverir ki bunun çok sık olmamasına dikkat edilsin. ,

18- Adam karısının ve küçük çocuklarının nafaka ve elbise ih­tiyaçlarını imkânı olduğu halde kısıtlar da onları sıkıntıya sokarsa kadın ona bilgi vermeden ve izin almadan onun malından kifayet mik­tarı alıp harcayabilir. Bunda bir vebal yoktur.

19- Çocukları ergen oluncaya kadar babaları tarafından nafaka, elbise ve sair ihtiyaçları karşılanır ve bu babaya vaciptir.

20-Ergen olan çocukların nafakası babalarına vacip değildir. Ancak onlara yardımda bulunması, ihtiyaçları varsa karşılaması güzel bir haslettir. Geçimini sağlamaktan aciz olan evladın geçiminin babası tarafından karşılanması vacip olur.

21- Küçük çocukların kendilerine ait yaterli malları varsa, bu du­rumda babaları onların nafaka ve sair ihtiyaçlarını onlara ait maldan karşılayabilir. Bunda bir sakınca yoktur.

22- Kadın zengin olsun olmasın, onun nafakası ve sair ihtiyacı ko-'cası tarafından karşılanır.

23- Nafaka ve sair ihtiyaçları karşılamada hem kadının, hem de erkeğin sosyal ve ailevi durumu    dikkate alınır. (Bu Hanbelîlere igöredir.)

24- imam Şâflî ve diğer müctehidlere göre, sadece adamin sosyal durumu ve malî gücü dikkate alınır.

25- Kadın kendini vacip olduğu tarzda kocasına teslim ettiği ve jcinsel temasa elverişli bir yapıda bulunduğu takdirde nafakayı hak eder.

26- Ciddi ve haklı bir sebep yokken kadın kendini teslim etmezse, nafakası kesilir. Yani nafakasını karşılamak artık kocasına vacip değildir.

27- Zengin adam kendi imkânına, dar gelirli de kendi imkânına göre nafaka takdir edip verirken meşru örfü de dikkatten uzak bulundurmaz. [14]

 

Sıkıntıda Olup Karısının Nafakasını Karşılayamayan Kocanın Bu Durumu Eşlerin Ayrılmasına Sebep Teşkil Eder

 

Evlenip aile yuvası kurmak kimine göre müekked sünnet, kimine göre vaciptir. Şüphesiz mevcut ortam ve şartlar dikkate alınınca bazı kişiler hakkında vacip, bazı kişiler hakkında sünnet diyebiliriz. Aileyi rahat geçindirecek imkanı olup zinaya kaymaktan endişe duyanlar için bir an önce evlenmek vaciptir. Mali imkanı yeterli olmayıp kendini zin­adan korumasını bilen bir mü'min için evlenmek sünnettir. Karısını ye­dirip giydirmeden, lüzumlu ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz olan ve bu­nun için kaynak bulamayan kimsenin evlenmemesi daha uygun olur. Şehvetini oruç tutarak kırmaya çalışması sünnet anlamında güzel bir tavsiye ve çaredir.

Zira imân ve ahlâk yönünden iyi eğitilmemiş bir toplumda ekono­mik sıkıntı bir takım sorunlar meydana çıkarır ve kurulu aile yuvasını huzur, güven ve düzenini alt-üst edebilir.

O bakımdan İslâm Hukukunda evlenmiş bulunan adam karısının nafakasını ve lüzumlu ihtiyaçlarını karşılamaktan âciz kalıyor veya elde ettiği geliri kendi nefsani duygularını tatmin uğrunda harcayarak aileyi devamlı sıkıntıya sokuyorsa o takdirde kadının hâkime başvurmasıyla mahkeme tefrik kararı alır. Yani evli çifti ayırır. Gerçi müctehidlerin çoğuna göre bu bir talâk değil sadece tefriktir. İleride gerekirse, yanijşartlar ve ortam elverirse birleşme imkanları doğabilir. [15]

 

İlgili Hadis

 

Ebû Hüreyye (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:^"Sadakanın hayırlısı zenginlikten (kaynaklanıp) verilenidir. Üst el alt elden hayırlıdır. Sen artık nafakası senin üzerine vacip alanlara vermekle başla." Bunun üzerine biri: "Nafkası üzerime vacip olanlardan hangisine ver­mekle başlayayım?" diye sordu. Efendimiz (s.a.v.) ona şu cevabı

verdi: "Nafakası senin üzerine vacip olan senin karındır. O sana: "Beni yedir, yediremezsen ayır der." Yine nafakası gerekli olan senin cariyendir. O da sana: "Beni yedir ve kullan der." Bir de İşenin evlâdındır.  Onlar da: "Bizi kime terke diyorsun?" derler," [16]                                                                                                        

 

Hadisin Işığında Müctehidlerin İstidlalleri

 

a) Hanefılere göre, adamın mali sıkıntıda bulunmasından dolayı eşlerin ayrılması gerekmez. Ancak adam karısına karşı borçlu duruma düşer. İleride mâli imkâna kavuşunca biriken nafakayı öder. Ancak karısı onu bundan ibra ederse, o takdirde borçlu olmaktan  kurtulur. Hatta meşru anlamda gaib olan kadının nafakası bile takdir edilir. [17]

b) Şâfiîlere göre, Allah'ın kitabı, Resûlülah'm (s.a.v.) sünneti erkeğin nafaka konusunda kendi eşinden başlamasına delalet etmekte, ona öncelik tanınmasını göstermektedir. Böylece adamın kendi karısı üzerinde nasıl bir takım hakları varsa, kadmm da kocası üzerinde bir takım hakları vardır. Bu haklarından biri de eşinin nafaka, elbise, mesken ve diğer lüzumlu ihtiyaçlarını karşalaması ve diğer hısımlarına nisbetle eşine bu konuda öncelik tanımasıdır:

Böylece evin erkeği karısına nafakada öncelik tanıyamıyor ve onun ihtayaçlarını karşılayamıyorsa, bu durumda kadın ayrılmakla onun yanında kalma arasında bir tercih yapma hakkına sahiptir. Kadın ayrılmayı ihtiyar ederse,* bu talâk değil sadece ayrılmaktır".

Nitekim yapılan teshillere göre İmam Şafiî, Müslim b. Halid tari­kiyle Ubeydullah dan, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer'den, o da babası Hz. .Ömer'den şu olayı nakletmiştir: Ömer b. Hattab (r.a.) ordu kumandan­larına, eyalet emirlerine şu genelgeyi göndermiştir: Karılarından uzak­laşıp ilgi kurmayanların yakalanıp karılarının nafakalarım te'min edip vermeleri, aksi halde karılarım boşamaları sağlansın. Boşadıkları tak­dirde o güne kadar alıkoyup göndermedikleri nafakaları karılarına göndermeleri ciıietine gidilsin." [18]

Yine İmam Şafiî diyor ki: "Adam kadını nikah ettikten sonra onun mehrini vermeyip sıkıntı izhar ederse, bu durumda kadın mehrini alıncaya kadar kocasını kendi yanına sokmayabilir. Aynı zamanda kadm için bu durumda nafaka hakkı da söz konusudur. O yüzden kadın kocasına: "Benim nıehrimi getirip verdiğin takdirde aramızda artık bir engel kalmaz, istediğin zaman bana yaklaşabilirsin" diyebilir. [19]

c) Hanbelîlere göre de adam sıkıntıya düştüğünde karısına na­faka vermiyecek olursa, kadın bu durumda muhayyerdir: İsterse sa­breder,-isterse ayrılır. Nitekim bu görüş ve ictihad Ömer, Ali, Ebû Hüreyre   ve Said b. Müseyyeb, el-Hasan, Ömer b. Abdilaziz, Rabi'a, Hammad, İmâm Mâlik, Yahya el- Kattan ve Abdurrahman b. Meh-di'den nakledilmiştir. Yani onlar da bu anlamda bir görüş ve ictihad or­taya koymuşlardır.

Ata', Zührij İbn Şübrüme, Ebû Hanîfe ve iki arkadaşı ise kadın bu durumda ayrılma hakkına sahip değildir. Sadece adam elini ondan çekerde kazanç yolunu arayıp karısının nafaka hakkını karşılamaya çalışır. Borç konusunda olduğu gibi, karısının nafakasını karşıla­maktan aciz olunca bu nikahın bozulmasını gerektirmez. [20]

Adamın mâli imkanı olduğu halde karısının nafakasını karşı­lamaktan kaçınıyorsa, o takdirde kadın onun malından müsaadesiz ola­rak yetecek kadar nafaka alabilir ve bu durumda ayrılması hususunda kendisine muhayyerlik yoktur. [21]

d)  İmâm Malîk de Şafiî ve Hanbeli'lerin görüşündedir. Ayrıca imâm Malik'e göre şeriat nafaka miktarını tesbit etmemiştir, bunu ko­cayla karısının durumuna bırakmıştır. Meşru örfe göre, adam mali im­kanları nisbetinde karısının nafakasını karşılar. (Bu da zaman, mekan ve ortam şartlarına göre farklılık arzeder. Şafiî'ye göre şeriatte nafa­kanın miktarı belirlenmiştir. [22]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

592 no'lu Ebû Hüreyre hadisinin Hasan olduğunu İbn Hacer belir­lemiştir. Bu Âsım'm Ebû Salih'ten, onun da Ebû Hüreyre'den (r.a.) yaptığı bir rivayettir. Ancak râvî Asım hakkında hadis hıfzetme husu­sunda bir takım şeyler söylenmiştir. Hâdis'in son kısmı hakkında Buha-ri'nin tesbitine göre ayrı bir durum ortaya çıkmıştır. Şöyle ki, Ebû Hüreyre bu hadisi sonuna kadar rivayet edince onu dinleyenlerden bir kısmı soruyor: "Ya Ebû Hüreyre! Bu son kısmı da mı Resûlüllah (s.a.v.) efendimiz'den duydun?" O da "hayır o Ebû Hüreyre'nin zekasının eseri­dir" diye cevap veriyor.

Ebû Hüreyre (r.a.) den bu babta ikinci bir hadis daha rivayet edil­miştir ki, o konuyu biraz daha aydınlatmaktadır: Resûlüllah (s.a.v.) Efendimize, karısına infakta bulunacak bir şey bulamayan adam hakkında sorulu ıca, şöyle buyurmuştur: "Araları tefrik edilir, (ayrılmaları sağlanır)." [23]

Bu hadîsi Darekutnî ve Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Ebû Hatim ise bunun muallel olduğuna dikkat çekmiştir.

Aynı anlamda bir diğer hadîsi Saîd b. Müseyyeb, Saîd b. Mansur, Şâfıî ve Abdurrezzak rivayet etmişlerdir.

Ebu'z-Zinnad diyor ki, bu hadîsi Saîd'den dinlediğimde sordum: "Kocası nafakadan âciz kalınca kadının ayrılması sünnet midir?" O da: "Evet sünnettir" dedi.

Evet bu rivayet kavî murseldir. İstidlal edilebilir. Nitekim âlimler cumhuruna göre de nafakası karşılanmadığı takdirde kadının ko­casından ayrılıp ayrılmamada serbest olduğu belirlenmiş bulunuyor. [24]

Böylece mezhep imamlarından İmam Mâlik, İmam Şafiî ve îmam Ahmed'in nafaka hakkındaki ictihadları birleşmektedir. İmam Ebû Hanîfe ile iki arkadaşı ise, ayrılma hususunda kadının muhtar kılına-mıyacağım savunmuşlardır. Ancak bu konuda fazla hadîs rivayet edil­memiştir. Meseleyi daha çok Hz, Ömer'in eyaletlere ve askeri erkâna gönderdiği genelge vuzuha kavuşturmakta ve hadîslerin sıhhati hak­kında bir fikir vermektedir.

Bununla beraber, aile yuvasının yıkılmaması, evli çiftler arasında nefret duygusunun kabarmaması için kadının bir süre sabretmesinde fayda vardır.

Diğer yandan Mâlikîler kadının bu muhayyerliği kendi kararıyla değil hâkimin kararıyla gerçekleşir şeklinde bir görüş ortaya koy­muşlardır. Bence en makul olan görüş ve ictihad da budur. Zira hâkime konu intikal edilince, adamın nafaka ödeme imkânının olup olmadığı tetkik edilir ve ona hüküm verilir. Bu da âdil bir ayrılmayı sağlar.[25]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-  Koca  karısının  nafaka  ve   diğer  lüzumlu   ihtiyaçlarını karşılamakla mükelleftir. Kendi malî imkânına

göre bir harcamada bu­lunur.

2- Malî imkânı olduğu halde ya hiç nafaka vermez veya çok az yet-miyecek kadar verirse, o takdirde kadın hâkime başvurmadan önce ko­casının malından kifayet miktarı alabilir ve bunu kocasının bilgisi ve izni dışında gerçekleştirir. Zira nafaka bir haktır, verilmediği takdirde alınır.

3- Adam   nafakayı   karşılamaktan   âciz   kaldığı  takdirde,   üç mezhebe göre kadın sabretme ile ayrılma arasında serbesttir: Dilerse ayrılır, dilerse sabreder.

4- îmam Mâlik'e göre hâkime başvurup tefrik talebinde bulunur.

5- Hâkim de durumu inceleyip ona göre karar verir.

6- Nafakadan dolayı tefrîk meydana gelince bu boşanma sayılmaz; yani tefrîk talâk değildir.

7- İmam Ebû Hanîfe ve iki arkadaşına göre, kadın ayrılıp ayrılmama hususunda muhayyer değildir. Sabretmeye çalışır ve bu du­rumda kocası da ondan elini çekip kazanç sağlama yolunu arar.

8- Nafakasız geçen günler bir borç olarak kocanın üzerinde kalır. Malî imkâna kavuşunca bu borcunu ödemesi gerekir. Ancak karısı bun­dan vazgeçerse mesele kapanmış olur.

9- Kadın meşru sebeplerle ayrılıp başka bir yerde bulunursa, ko­cası yine onun nafakasını karşılamakla mükelleftir, Gönderemediği takdirde üzerinde biriken bir hak olarak kalır. Karısı dönünce bu hakkı ona ödemesi gerekir.

10- İslâm bu konuda da kadını yeterince korumuş ve onun nafaka ve diğer lüzumlu ihtiyaç maddeleri hakkını te'minat altına almıştır.

Özellikle üç mezhep kadına bu konuda ihtiyar hakkı da tanımış ve nafakasını ödemekten âciz olan kocasından ayrılabileceğini hükme bağlamıştır. [26]

 

Akrabaya Nafaka Vermek ve Onlardan  Öncelik Tanınması Gerekenler         

 

Hısımlarla sıcak ilgi kurmak, onları destekleyip yardımcı olmak bazısı hakkında vacip, bazısı hakkında sünnettir. İslâm hısımlar arasında sevgi, saygı, yardımlaşma ve dayanışma bağlarının sağlıklı biçimde devamını emreder, bunun kopmasını takbih edip manevî müeyyidelerle caydırıcı bir hava oluşturur.

Dinimizde buna sıla-i rahm denilir. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimi­zin sıla-i rahm'in Önemi hakkında onun üstünde hadîsleri bulunuyor. Ayrıca bu konuda kudsî hadîsler de rivayet edilmiştir.

Özellikle ana, baba, kardeşler ve sonra sırayla diğer hısımlar ol­dukça önemlidir. Nafaka konusunda adam kendi eşinden ve çocuklarından sonra ana-babasma öncelik tanır. Hatta bazı âlimlere göre, ana babasını bu hususta da ön plânda bulundurup onlara öncelik tanıması vaciptir.

Böylece İslâm hem aileyi sağlam temele oturtmakta, hem de hısımlar arasında birlik, dirlik, sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma ile bir bütünlük meydana getirmeyi amaçlamaktadır. [27]

 

İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendimize şöyle sormuştur: "Ya Resûlellah! insanlardan kim daha çok güzel sohbet ve dostluğuma daha çok müstehiktir?" | Efendimiz (s.a.v.) ona: "Annen..." diye cevap verdi. Adam: "Ondan sonra kim?" diye sorunca, Efendimiz ona: "Yine annen..." buyur­du. Adam "ondan sonra kim?" diye sordu. Efendimiz: 'Yine an­nen..." buyurdu. Adam: "Ondan sonra kim?" deyince, Efendimiz: "Baban..." buyurdu. [28]

Müslim'in yaptığı, rivayette ise, adamın: "Kime daha çok iyiül edeyim?" şeklindedir.

Bekz b. Hakim'den, o da babasından, dedesinden rivayet etmiştir. Dedesi şöyle haber, vermiştir: "Resûlüllah'a (s.a.v.) sordum, dedim ki: 'Ta Resûlellah! Kime iyilik ve ihsanda bulunayım?" Efendimiz bana: "Annene..." diye cevap verdi. Ben: "Ondan sonra kime..." diye sordum. Efendimiz: "Annene..." diye cevap verdi. Ben: 'Ya Resûlellah! Ondan sonra kime iyilik ve ihsanda bulunayım?" diye sorduğumda, Efendimiz bana: "Yine annene..." buyurdu. "Ondan sonra kime?..." diye sordum, bu defa bana: "Babana,.." diye cevap verdi. [29]

Târik el-Muharîbî'den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir; "Medine'ye geldiğimde, bir de ne göreyim, Resûlüllah (s.a.v.) minber üzerinde insanlara hitap ediyordu ve şöyle buyu-ruyordu: "Verenin eli üsttedir; artık sen nafakası senin üzerine gerekli olanından başla: Annene ve babana (vermekle başla)..." [30]

Killeyh b. Menfaa'dan, o da dedesinden rivayet etmiştir. Dedesi Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelip şöyle soruyor:"Ya Resûlellah! Kime iyilik ve ihsanda bulunayım?" Efendimiz ona: "Annene, babana, kız-kardeşine, erkek kardeşine ve bunların ardından senin mevlân (aııa-babaya velayeti olan yakının)a... İşte bu vâcib bir hak ve sıla-i rahimdir..." [31]

 

Mezhep İmamların İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre, hür ve fakir olan bir çocuğun nafakası ba-basının üzerine vaciptir. Babası ister zengin, ister fakir olsun farketenez. Ancak her birinin durumuna göre bir takdir yapılır. j Çocuğun babası büsbütün nafaka veremeyecek durumda ise, o takdirde çocuğun nafakası beytülnıal'dan karşılanır. Ama adam çalışıp kazanacak güçte ise, buna rağmen çalışmıyorsa, çocuğunu ihmalden do­layı hapsedilebilir. Böylece baba evladının borcundan dolayı hapsedile­mez, sadece nafakasından dolayı bu ceza uygulanabilir.

Çocuğunun nafakasını karşılamada hiçkimse onun babasının har­camasına katılmaz. Yani bu vücup babayla ilgilidir ve sadece o sorumlu ve mükelleftir. Nitekim ana ve babasının, aynı zamanda zevcesinin na­fakasını da karşılamada başkası ona katkıda bulunmakla sorumlu tutulamaz.

Kadın kendi öz çocuğunu emzirme hususunda hukuken zorlana­maz, ama diyaneten onun emzirmesi gerekir. Ancak kadın boşanmış durumda ise, çocuğunu emzirmek için ücret talep edebilir ve çocuğun babası bu ücreti ödemekle mükelleftir. Zira bu durumda anne çocuğuna daha yakın ve onu emzirmede daha haklı düzeydedir. Babası başka-smdansa onun öz anasını ücretle tutar. Ancak öz anası başkasının talep ettiği ücretten fazla bir ücret istem emelidir. Aksi halde başka bir kadın sütana olarak tutulur.

Adamın küçük çocuğu onun boşadığı veya ölen karısından ise, ikinci karısı o çocuğu emzirmekle yükümlü tutulamaz. Ancak ücretle emzirmesinde bir sakınca yoktur.

Malî durumu müsait olan evlâdın muhtaç durumda olan ana ve babasının nafakasını karşılaması vaciptir, el Hulvanf ye göre, baba ile anne kendi nafakalarını karşılayacak kadar bir gelir temin edebiliyor-larsa, o takdirde onların nafakasını karşılamak evlâdlarma vacip değildir.

Bunun gibi mahremi olan, yani nikâhı kendisine müebbeden har­am olan yakınlarının -mesela kardeşleri, kız kardeşleri, onların çocukları, amcaları, halaları, teyzeleri ve dayıları bu cüfru e dendir- na­fakasını karşılaması, mali durumu müsait olduğu takdirde kişiye vaciptir. Ancak amca, hala, dayı ve teyze çocuklarının nafakası kişi zen­gin de olsa üzerine vacip değildir.

Bunlar gibi baba ve dedelerinin eşlerinin, anne ve ninelerinin bab­alarının, süt kardeşlerin ve çocuklarının nafakası kişi üzerine vacip değildir.

Evlenen erkek çocuk henüz baliğ olmamışsa ve geçimini sağlayacak malî imkanı da yoksa, o takdirde onun zevcesinin nafakası babası tarafından, yani kocasının babası tarafından karşılanır.

Değişik dinlere bağlı olan yakın hısımlar arasında nafaka söz ko­nusu olamaz. Yani bir kardeş müslim, diğeri ise hristiyan olursa, biri fakir ve muhtaç durum da bile olsa diğeri onun nafakasını karşılamakla

mükellef tutulmaz. Kısacası Ihtilâf-i din nafakakın vücubunu iskat eder. Ancak adamın karısı gayr-i müslim bile olsa onun nafakasını karşılamak kendisine vâcibtir. [32]

b) Şâfiîlere göre adamın malî durumu müsait olup kendisinin ve çoluk çocuğunun geçiminden fazla kalan bir imkânı bulunduğu takdirde ana ve babasının -ne kadar yukarıda çıksa- ve çocuklarının -ne kadar aşağı da inse- nafakalarını karşılaması vaciptir. İsterse aralarında ih-tilâf-i din olsun yine de farketmez.

Böylece Şâfîîler bu son hükümde Hanefîlerden ayrılmışlardır.

Buna rağmen adam muhtaç durumda olan ana ve babasının, çocuklarının nafakasını karşılayamıyorsa, borçlu olduğu zaman neleri-! nin satılıp borcunun kapatılması gerekiyorsa o şeyleri satılıp sözü edi­len yakınlarının nafakası karşılanır.

Satılacak malı yoksa, çalışma gücü ve imkânı varsa, o takdirde çalışıp kazanması gerekir. Ancak kazandığı ancak kendisine yetiyorsa o takdirde sözü edilenlerin nafakasını karşılama ona vacip değildir.

Çalışıp kazanma gücü ve imkânı olan baba ve annenin de nafakası vacip sayılmamıştır. Bununla beraber evlâdının durumu müsaitse onla­ra azamî derece yardımcı olur.

Vacib olan nafakayı bir süre karşılamadığı takdirde bu onun üzerinde bir borç olarak kalmaz, sakit olur. Ancak hâkim böyle bir kar­ar verirse, o takdirde adamın ödemesi gerekir.

Doğurduğu çocuğun emzirilmesi ilk ağızda anası üzerine vaciptir. Ondan sonra emzirecek başka kimse yoksa hüküm yine aynidir. Ama yabancı bir kadın bulunursa, o takdirde onlardan kim mevcut olursa emzirmek ona gerekir, İkisi birden mevcut olursa, anne icbar edilemez. [33]

c) Hanbelîlere göre, adamın malî gücü yettiği takdirde fakir olan ana babasının; erkek ve kız çocuklarının nafakasını karşılaması vâcibtir. Bundan kaçındığı takdirde icbar edilir. Zira bu hususta kitap, sünnet ve.icma' sabit olmuştur. Kur'an-ı Kerîm'de: "Eğer boşandığınız kadınlar gebe iseler doğumlarını yapıncaya kadar nafakalarını verin size ait çocuğu emzirirse ücretlerini verin. Bu hususta aranızda güzellikle örfe uygun şekilde görüşün..." [34]

"Analar çocuklarını, baba süt emzirme süresinin tamamlan­masını istiyorsa, iki tam yıl emzirirler. Anaların yiyecek ve giyecekleri örfe uygun biçimde çocuk kendisine ait olan babaya gerekir. Herkes ancak gücüne (mali yapısına) göre sorumluluk yüklenir... Ne ana çocuğundan dolayı, ne de çocuk kendisine ait an baba çocuğundan dolayı zarara uğratılmasın..." [35] "Rabbın ancak kendisine kulluk etmeni ana-babaya iyilikte İiılunmanı emretmiştir..." [36]

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ise, Hind'e; "Size yetecek kadar nafa-kja Ebû Süfyan'm malından alabilirsin..." buyurmuştur. | İ Icma'a gelince, ilim adamları fakir olan baba ve ananın, küçük olup kendilerine ait malları bulunmayan evlâdın nafakasının adama yâcib olduğunda birleşmişlerdir. Adamın kendi nefsine ve zevcesine harcaması nasıl vâcibse, kendisinden bir parça olan evlâdına ve aslı olan baba ve anasına da harcaması öylece vâcibtir.

Çocuğun babası olmadığı takdirde anasının durumu müsaitse onun nafakasını karşılaması kendisine vâcibtir. Nitekim Ebû Hanîfe ile Şâfıî de aynı görüştedirler. İmam Malik'e göre, vacib değildir.

Bunun gibi dede ve nineler ne kadar yukarı da çıksa, evlat ne ka­dar aşağı da inse onların nafakasını karşılamak adama vâcibtir. Elverir ki.adamın malî gücü yerinde olsun. Nitekim rey taraftarlarına, İmam Şafiî ve İmam Sevrî'ye göre de böyledir. İmam Mâlik'e göre, bunların nafakasını karşılamak adama vâcib değildir. Çünkü dede hakiki baba değildir.

Böylece bu mezhebe göre nafakanın vâcib olması için üç şart gere-İir:

1- Fakir olmaları, kazanacak durumda bulunmamaları,

2- Kendi nefsinden ve nafakası üzerine vacip olanların nafa-casından fazla bir nisbetin olması,

3- înfak edilecek kimsenin vâris durumunda bulunması... [37] Mâliki mezhebine göre de muhtaç durumda olan ana-babanın ve küçük çocukların nafakası babaya aittir. Dede ve ninelerin ve diğer hısımların nafakası ise vacip değildir. [38]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

601 no'lu Ebû Hüreyre hadîsi sahîh olup istidlal ve ihticaca salih-tır. Hadîsin zahiri, annenin hüsn-i sohbete babadan fazla^ lâyık olduğuna ve ilgi ile yardımda da babadan önde tutulmasına delâlet et­mektedir. Ancak bu vücup mu, yoksa nedb mi ifâ etmektedir? Nitekim cumhur da bu görüştedir. Diğer bazı ilim adamlarına göre ikisi bu hu­susta eşit tutulur. Ancak cumhurun görüşü ağırlık kazanmıştır. Zira bu konu da Beyhâki'nin isnad-i hasen ile rivayet ettiği şu hadîs bulunuyor:

"Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak anneleriniz'hakkında tavsiye ediyor, sonra da babalarınız ve ondan sonra sırayla yakınlarınız hakkında tavsiye edi­yor..." Bu hadîsin açık delâletinden de anneye öncelik tanınması anlaşılıyor.

Buharî'nin el-Edeb'de tahrîc ettiğine göre Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Allah annelerinizi size tavsiye ediyor, sonra yine annelerinizi tavsiye ediyor, sonra yine annelerinizi size tavsiye ediyor. Ondan sonra sırayla yakınlarınızı tavsiye ediyor." Bu hadîsi aynı zamanda Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş ve tbn Hibban ile Hâkim sahîhlemişlerdir. [39]

Hâkim'in tahrîc ettiği Ebû Remse hadîsinde ise Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Anana, anar.?.... Babana, sonra da kızkardeşine, kardeşine ve derece derece aşağıya doğru inenlere..."

Bu rivayetler ana, baba ve çocuklar dışında diğer yakın hısımlardan da muhtaç olanlara nafaka vermenin vücubuna delâlet et­mektedir. Nitekim Behz hadîsi de buna delâlet etmektedir.

602 nolu Behz hadîsi de sahihtir. Onu takip eden Tarık hadîsi de bunu kuvvetlendirmekte ve hısımlar arasında nafakanın vücubu ortaya çıkmaktadır.

603  no'lu Tarık hadîsi de aynı mânâ ve hükmü yansıtmaktadır. 604 nolu Küleyb hadîsi ise bunları desteklemekte ve konuya ağırlık ka­zandırmaktadır. [40]                                                                                 :

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Malî imkânı bulunan bir çocuğun nafakası babası üzerine vacip değildir.

2- Esîr olan veya köle durumuna düşen çocuğun da nafakası ge­rekli değildir. Bu daha çok Hanefîlerin görüşüdür.

3- Çocuğun babası nafaka veremeyecek durumda ise, nafakası beytülmaldan karşılanır.

4- Baba çalışıp kazanacak güçte ise, o takdirde çalışması sağlanır ve çocuğun nafakası onun üzerine vacip olur.

5- İmkânı olduğu halde çocuğunun nafakasını vermeyen baba hap­sedilebilir.

6-  Nafaka hususunda başkasının babanın katkısına katılması vacip değildir.

7- Kadın kendi öz çocuğunu hukuken emzirmek zorunda değildir. Ama diyaneten emzirmesi vaciptir.

8- Kadın büsbütün boşanmış durumda ise, çocuğunu emzirmek için onun babasından ücret talep edebilir ve bu ücret örfe uygun şekilde karşılanır.

9- Çocuk adamın ölen karısından ise, ikinci karısı onu emzirmekle yükümlü değildir. Babası ısrar ederse, kadın ücret talep edebilir.

10- Muhtaç durumda olup çalışma imkanları olmaj'an kardeşlerin, luzkardeşlcrin, amcaların, halâların, teyzelerin ve çocuklarının, nafaka­larım karşılaması da vaciptir.

11-  tmâm Mâlik'e göre vacip değildir. Sadece ana-habamn ve bir de küçük çocukların nafakası vaciptir.

12-  İhtilâf-i din nafakanın vücubuna engel teşkil eder. Ancak adamın   karısı   gayr-i   müsiim   olsa,   yine   de   onun   nafakasını karşılamakla mükellef sayılır.

13- İmâm Şafiî'ye göre, ihtilâf-i din nafakanın vücubuna engel teşkil etmez.

14- Adamın malî gücü olduğu halde ana-babasmm ve çocuklarının nafakasını karşılamıyorsa o takdir de borçtan dolayı neleri satılıyorsa o eşyası satılıp nafaka karşılanır. Bu İmam Şafiî'ye göredir.

15-  Çalışıp kazanma gücü yerinde olan ana-babanın nafakası vacip  değildir.  Bu  da  İmam  Şafiî'ye  göredir.  Hanefîler  de  aynı görüştedirler.

16- Vacip olan nafakayı bir süre geciktirdikten sonra tekrar verm­eye başlayan adam, geçen sürede vermediği nafakaya borçlu olmaz. Bu da Şâfıüere göredir.

17- Çocuğun babası yoksa, anasının durumu müsaitse nafaasmı o karşılamakla mükellef tutulur. İmam Mâlik'e göre mükellef tutulmaz.

18-  Baba ve anneler gibi dede ve ninelerin, torunların da nafa­kasını karşılamak vaciptir. Tabii bunlar muhtaç oldukları ve çalışıp ka­zanma güçleri olmadığı takdirde böyledir. İmam Mâlîk'e göre dede ve ninelerin nafakasını karşılamak vacip değildir.

19- Yine İmam Mâlîk'e göre, diğer hısımların da nafakaları kişiye vacip değildir. [41]

 

Çocuğa Himayesine Alıp Ona Kefil Olmaya Kim Daha Haklıdır

 

Evlilik devam ettiği sürece doğan çocuk ana-babasmm himayesi ve koruması altındadır. Anlaşmazlık ve geçimsizlik hat safhaya varır da boşama durumu ortaya çıktığı taktirde çocuk kimin himaye ve koru­masına, beslenip büyütülmesine terkedilir. Şüphesiz boşanan kadın başka bir koâaya varmadığı yani yeni bir evliliğe kapı açmadığı tak­dirde kendi yavrusuna bakıp himaye etmeye, koruyup büyütmeye daha lâyık ve daha haklıdır. Zira baba anne kadar çocuk bakımı yapamaz, onu lâyıkıyla besleyip terbiye edemez. Ama anne çocuğuna rağmen başka biriyle evlenecek olursa, o takdirde çocuğun asıl babası hâkime başvurup çocuğunu anasından kendi himayesine almaya hak kazanır. Zira bu durumda anne yeteri kadar çocuğuyla meşgul olamaz, aynı za­manda yeni kocası da o çocuğa sevgiyle yönelmeyebilir. [42]

 

İlgili Hadisler

 

Berâ b. Âzib (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle bilgi vermiştir: Hz. ilanıza (r.a.) şelıid düştükten sonra (eşi de başka biriyle evlenince) kızını kendi himayelerine alıp beslemek üzere Hz. Ali, Hz. Cafer ve Hz. Zeyd tartıştılar, her biri onu himaye edip kefil olmada kendini daha haklı görüyordu. Hz. Ali: MO be­nim amcamın kızıdır, onu himayeye ben daha haklıyımdır" diy­ordu. Cafer (r.a.) da: "O benim amcamın kızıdır, hem de onun teyzesi benim eşim olarak bulunuyor" dedi. Zeyd (r.a.) ise: "O benim kardeşimin kızıdır" diyerek kendisine verilmesini istiyor­du. Derken durum Resûlüllah'a (s.a.v.) aksettirildi. Efendimiz o kızı teyzesine verilmek üzere hükmetti ve şöyle buyurdu: "Teyze ana m akamın dadır..." [43]

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.) dan yapılan rivayete göre bir kadın şöyle dedi: "Ya Resûlellah! Şüphesiz şu benim oğlum var ya, karnım ona bir kap, kucağım ve eteğim onu kapsayan bir mesk­en ve göğsüm de ona kırba oldu. Şimdi onun babası onu benden koparıp alacağını iddia ediyor..." Efendimiz (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Evlenmediğin sürece sen onu yanında tutmaya daha lâyık ve daha haklısında*..." [44]

Ebû Dâvud ise hadîsin bu son cümlesini şu lafızla rivayet etmiştir: "Doğrusu babası beni boşadı ve bu çocuğu benden çekip alacağını iddia edip duruyor..."

İEbû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) fendimiz bir ğulamı (on yaşma yaklaşan erkek çocuğu) ana ba-llasından birini tercih etmesi hususunda serbest bıraktı..." [45]

Diğer bir rivayette ise şöyle belirtilmiştir:

"Bir kadın gelerek dedi ki: "Ya Resûlellah! Doğrusu kocam oğlumu alıp götürmek istiyor. Oysa oğlum, Ebû înbete kuyusundan bana su getirip içirmekte ve bana yararlı hizmette bulunmaktadır." Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Aranızda kura çekin..." buyurdu. Kadının kocası ise şöyle dedi: "Oğlum hakkında kim bana hasım olup davalaşabilir?" Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz çocuğa: "Bu senin baban ve şu da senin anandır. Artık hangisini istersen onun elini tut" buyurdu. Çocuk da anasının elini tuttu. Anası onu alıp gitti." [46]

Abdülhamîd b. Cafer el-Ensarî'den yapılan rivayete göre, adı geçenin dedesi İslâm'a girdi fakat karısı girmekten imtina' etti. Bunun üzerine dedesi henüz ergen olmamış oğlunu alıp Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e getirdi. Peygamber (s.a.v.) çocuğun babasını bir tarafa, anasını da diğer tarafa oturttu ve sonra çocuğu (ikisinden birini seç­mede) serbest bıraktı. Bu arada Peygamber (s.a.v.): "Allahım bu çocuğa doğru olanı ilham et" diye duâ etti. Çocuk babasına gitti. [47]

Diğer bir rivayette ise olay şöyle rivayet edilmiştir:

"Abdülhamîd b. Cafer'den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: Sabam bana Dedem Râfİ' b. Sinan'dan haber vererek şöyle dedi: Deden îslâm'a girdi, ama karısı İslâm'a girmekten imtina1 etti. Bunun üzerine kadın kalkıp Peygamber (s.a.v.) Efendimize geldi ve şöyle dedi: "Bu be­nim kızım sütten kesilmiş durumdadır (veya buna benzer bir söz söyledi)." Râfi' de: "Kız benimdir" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) adama "sen şu tarafta otur, kadına da sen de bu tarafta otur" bu vurdu ve çocuğu da ikisinin arasına oturttuktan sonra: "Çocuğu çağırın" buyurdu. Çocuk anasına meyletti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): "Allah'ım, bu çocuğa doğru olanı ilham et" diye duâ etti. Derken çocuk anasını bırakıp babasına meyletti ve babası da onu âldı. [48]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

İslâm fıkhında çocuğun bakım, terbiye ve yetiştirilmesine "hidâne" denir. Fakîhler aile hukuku bölümünde bu konuya ayrı bir yer ayırmışlardır. Zira İslâm'a göre hidâne çok önemli bir meseledir. Ana babadan kim ona daha iyi bakıp terbiye edebilirse o dikkate alınır. Son­ra da çocuğun yaş durumu söz konusudur.

a) Hanefî'lere göre, anne murtedde ve fasika (dinden dönen ve fuhşa, ahlâksızlığa meyleden bir kadın) olmadığı takdirde kocasından ayrı da olsa, birlikte de olsa çocuğa bakmaya, onu besleyip terbiye et­meye çok daha haklıdır.

O bakımdan dinden çıkan murtedde kadına çocuk teslim edilmez, hidâne hakkını kaybeder. Ancak tevbe edip İslâm'a yeniden dönerse o takdirde bu hakkı tekrar iktisap eder. Aym^zamanda kadın fahişe, ahlâksız olursa hüküm yine böyledir.

Şayet çocuğun anası Ölmüş veya başka biriyle evlenmişse veya çocuğa bakmaktan kaçmıyorsa, o takdirde hidâne hakkı çocuğun anasının anasına intikal eder ve yukarıya doğru yükselir. Anasının anası ... yoksa babasının anası tercih edilir. Zira çocuğun babasının anası halâ ve teyzelerinden Önde gelir. Sonra da çocuğun baba-ana bir lazkardeşi ve sonra anabir kızkardeşi, o da yoksa bababir kızkârdeşı hidâne hakkına sahiptir. Bunlar da yoksa ve bakımından imtina ediyor­larsa teyzesi ve arkasından halası gelir.

Ama kadın çocuğun mahremi olan bir adamla evlenirse, o tak­dirde hidâne hakkını kaybetmez. Çünkü üvey baba çocuğun en yakını durumundadır.

Çocuk kendi başına yiyip içmeyi, giyinip soyunmayı, büyük küçük abdestini kendi başına yapmayı ve temizlenmeyi becerip yerine getirme yaşma gelinceye kadar sözü edilenlerin yanında ve himayesinde kalır. Ondan sonra babası veya vasîsi veya velîsi çocuğu .yanma alma hakkına sahip olur. Vermedikleri takdirde hâkime başvurup zorla aldırtır

Kız çocuğu ise anasının veya anne anasının yanında ergen olun­caya kadar kalır. İmam Muhammede göre, iştiha çağma gelinceye ka­dar kalır.                                                                                      '

Hidaneyi yüklenen diğer yakınlarının yanında da ancak belirtilen süreye kadar kalır, Fetva buna göredir.

Hidâne hakkına sahip olanlar çocuğa bakmaktan kaçınırlarsa, ic­bar edilmezler. Ancak çocuk ondan başkasının göğsünü emmiyorsa, o takdirde icbar edilebilir.

Hidaneye müstahik kimse bulunmazsa, tertip üzere bu iş zevil erhama geçer.

Zimmîye (gayr-i müslim vatandaş) olan anne de babası müslüman olan çocuğun hidâne hakkına sahiptir. Zira şefkat dinin ayrı olmasıyla değişmiyor. Ancak kadının çocuğunu da gayr-i müslim yapma tehlikesi varsa, o takdirde onun bakımına terkedümeyebilir. [49]        

b) Şafîilere göre babayla ana birbirinden ayrılır ve ikisi de aynı şehir veya kasabada oturuyorsa, evlenmediği sürece çocuğa bakma ve besleme hakkında ana daha haklıdır. Tabii buradaki hidâne küçük yaştaki çocuklarla ilgilidir. Çocuk yedi veya sekiz yaşma girince, aklı da başında ise artık ana babasından birini tercih etmede serbest bırakılır. Hangisine meyledip tercih ederse onun yanma ve himayesine bırakılır. Anasını seçip tercih ederse nafakası babasına ait olur ve bu arada çocuğu terbiye etme arzusuna engel olunamaz. Çocuk ister kız ister er­kek olsun fark etmez. Zira babanın da çocuk terbiyesinde önemli yeri ve katkısı vardır. ,                                                         

Ana babadan biri güvenilir, diğeri işe güvenilir bir kişiliğe sahip değilse, çocuk güvenilir olana teslim edilir ve bu hususta kimi tercih edeceğinde serbest bırakılmaz.

Çocuk tercihte bulunmak üzere serbest bırakıldığında ana ba­basından birini tercih edip ona teslim edildikten sonra artık onu bırakıp ikinci bir tercihle diğerine gidemez.

Çocuk ister küçük ister büyük olsun anası başkasıyla evlendiği takdirde artık hidâne hakkını kaybeder ve çocuk babasına teslim edilir.

Çocuğa bakıp onu terbiye etme hususunda hısımları tartışacak olursa, çocuğun anası, anası yoksa anasının anası tercih edilir. Ana ta­rafından yakın ve uzak ninesi yoksa babasının anası, o da yoksa ba­basının anasının anası; o da yoksa dedesinin anası veya ninesi tercih edilir.

Çocuğun kız ve erkek kardeşlerine gelince, onlar baba vasıtasıyla onun yakını olduklarından çocuğun babası varken onların hidâne hakkı yoktur. 

Çocuğun belirtilen yakınlarından hiç kimse yoksa, baba ta­rafından akrabası hidane hakkını iktisab eder. [50]

c) Hanbelilere göre, kocasından boşanan kadın küçük çocuk veya geri zekalı bir çocuk doğurmuşsa, onun bakım ve terbiyesi için anası tercih edilir. Yani hidane hakkı anasına aittir. Çocuk ister kız, is­ter erkek olsun farketmez. Nitekim Yahya el-Ansarî, Zührî, Sevrî, İmam Malik, İmam Şafiî, Ebu Sevr ve rey taraftarlarının da kavli bu­dur. Buna muhalefet eden olmamıştır.

Anne hidaneye ehil değilse, yani çocuk bakım ve terbiyesinde ge­reken şartları kendinde taşımıyorsa, o.takdirde çocuk babasının himay­esine terkedilir. O da ehil değilse sırayla akrabadan ehil olanlar tercih edilir.

Hidane hakkı ancak ergen reşîd olmayan çocuklarla ilgilidir. Er­gen reşîd olan çocuk ise, ana babasından birini tercihte serbest bırakılır.

Diğer sıhhatli bir rivayete göre, çocuk geri zekalı değilse yedi yaşma girince ana babasından birini seçmekte serbest bırakılır. Nite­kim Hz. Ömer, Hz. Ali ve Şüreyh de aynı görüştedirler. İmam Şafiî'nin de mezhebi budur. İmam Malik ile İmam Ebu Hanife ise bu yaşta çocuk muhayyer bırakılmaz. Ayrıca İmam Ebu Hanife'ye göre, çocuk kendi başına yeme, içme, giyinme, abdest bozma ve temizlenme hususlarını yapabildiği yaşa gelince ancak serbest bırakılır.

Çocuk ana babasından ve yakın hısımlarından birini seçtikten sonra kalkıp diğerini seçmek isterse artık bu ikinci tercihine itibar edil­mez, yine ilk tercih ettiği kişiye teslim edilir.

Baba ortada yoksa veya hidaneye ehil değilse, baba tarafından kardeş, amca gibi yakınlarının himayesine bırakılır.

Çocuk kız ise yedi yaşma girince babasına teslim edilir ve o onu koruma ve yetiştirmede.daha haklı sayılır.

İmam Malik'e göre, kız evleninceye kadar anasında bırakılır. Zira ikisi arasındaki yakınlık ve annenin tesiri oldukça önemlidir. [51]

d) Malikilere göre, çocuğu besleyip terbiye etmede ana daha haklı düzeydedir. Çocuk ergen oluncaya kadar anasının yanında kalır, ondan sonra istediğini-tercihte serbesttir. Babası çocuğun terbiye ve talîmiyle meşgul olmak istediği takdirde gündüzleyin çocuk babasına gider ve akşam olunca anasına döner.

Kız çocuğuna gelince, evleninceye kadar annesinin yanında ve hi­mayesinde kalması daha uygundur. Ancak anası onu himaye etmekten aciz olduğu takdirde, babasına bu hususta güveniliyorsa ona teslim edilir. Böylece kız çocuğu ister otuz, ister kırk yaşma girmiş olsun evlen-meyip bakire kaldığı sürece annesinin yanında kalması daha uygun ve anası hidaneye daha haklıdır.

Çocuğun anası yoksa, anasının anası tercih edilir. O da yoksa ba­basının anası tercih edilir. Kız ve erkek kardeşleri bundan sonra gelir. [52]

Böylece hidane konusunda dört mezhep imamlarının ve diğer ilim adamlarının görüş ve ictihadları ana hatlarda birleşiyor ve bazı mesele­lerde farklılık arzediyor. Sonuç olarak hidane hususunda anne, mur-tedde veya fahişe ve ahlâksız olmadığı takdirde daha haklı ve daha ehildir. Evlenmediği sürece bu hakka sahip sayılır. [53]

 

Tahliller ve Rivayetler                                        

 

612 nolu Berâ' b. Azib hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salih-tir.  Bunu  aynı  zamanda Ebu Davud,  Hakim

ve  Beyhakî tahric etmişlerder. Zeyd'le Hamza'yı Rasulullah kardeş yapmış bulunuyordu. O bakımdan Zeyd, o benim kardeşimin kızıdır diyerek onu kendi himay­esine almak istiyordu.

Hadis ayrıca teyzenin ana makamında olduğuna delalet etmekte­dir. Böylece çocuğun anası ve babası yoksa, teyzesi varsa onun himaye­sine bırakılır. Şafiî'ye göre çocuğun babası hayatta ise çocuğun teyze­sine tercih edilir.

613 nolu Abdullah hadisini Beyhakî ve Hakim tahric edip sahihle-mişlerdir. O bakımdan hadis istidlale salihtir. Böylece kadın ikinci bir kocayla evlenmediği takdirde hidane hakkına sahiptir. Nitekim İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ebu Hanife de aynı görüştedirler. İbn Münzir ise bu hususta icma vaki olmuş diyerek meseleye ağırlık ka­zandırmıştır.

614 nolu Ebu Hüreyre hadisini Tirmizî sahihlemiştir. O bakımdan istidlale salih kabul edilmiştir. Hadiste "gulam" ismi kullanılmıştır ki bu, on yaşma yaklaşan çocuklara delalet eder. O bakımdan temyiz çağma girip yeme, içme, giyinme ve diğer tabiî ihtiyaçlarını giderme hu­susunda kendi kendini idare edebilen bir çocuk artık ana babasından birini tercihte serbest bırakılır.

615 nolu rivayet bunu desteklemektedir. 616 nolu hadise gelince, Nesaî, İbn Mace ve Darekutnî de onu tahric etmişlerdir. Ancak is­nadında birçok ihtilaflar olmuştur, İbn Kattan bu rivayeti tercih ederek istidlale salih olduğunu belirtmek istemiştir. İbn Münzir ise, bunun is­nadında hayli şeyler söylemiştir. O bakımdan sıhhati sabit olmamıştır diyerek tesbitini ortaya koymuştur. Ancak Hakim bu hadisi sahihlemiştir.                

İmam Şafiî bu rivayetlere dayanarak çocuk henüz ergen olmadan kendini idare edecek yaşa gelince -ki bu yaş yedidir- artık ana ba­basından birini tercihte serbest bırakılır demiştir. Hiç birini tercih et­mezse kura çekilir. Kız çocuğu ise dokuz yaşma kadar anasının yanında kalır. Ondan sonra babasına teslim edilir.

Şüphesiz bu mesele hakkında müctehidlerin görüş ve ictihadian farklılık arzetmektedir ki, mezhep imamlarının görüşünü açıklarken bu ihtilaflara yer vermiş bulunuyoruz.

617 dipnotlu hadis bir öncekinin ikinci bir tarikle yapılan rivaye­tinden başkası değildir ve bu iki rivayet birbirini kuvvetlendirmektedir. [54]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Kocasından boşanan kadın başka bir kocayla evlenmediği ve ahlaken düşük olmadığı takdirde çocuğuna bakıp himaye etmekte, ter­biye edip büyütmekte daha haklıdır.

2- İsiarm bırakıp başka bir dine giren, yani mürtedde olan kadın hidane hakkını kaybeder. Tevbe edip dönüş yaparsa bu hakkını geri alabilir.

3- Kadın çocuğuna bakmaktan kaçınır veya ölürse, hidane hakkı anneannesine intikal eder.

4- Anasının annesi yoksa, babasının anası tercih edilir.

5- O da hayatta değilse, çocuğun ana-baba bir kızkardeşi ve erkek kardeşi tercih edilir.

6-  Kadın çocuğun mahremi olan bir adamla evlenirse, hidane hakkını kaybetmez.

7- Kadın bu hakkım kullanmadığı takdirde icbar edilmez. Çocuk başkasının göğsünü emmediği takdirde kadın icbar edilebilir.

8- Çocuk kendi basma yeme, içme, tabii ihtiyacını giderme husus­larını beçerebüiyorsa, artık ana babasından birini tercihte serbest bırakılır.

9- Kız çocuğu ise ergen oluncaya kadar anasının yanında kalır.

10- îmam Malik'e göre, bekâr kaldığı sürece anasının himayesinde olur.         

11-  İmam Muhammed'e  göre iştiha çağma gelinceye kadar anasının yanında kalır.-

12- Zimnıîye olan anne de hidane hakkına sahiptir.

13- İmamı Şafii'ye göre çocuk yedi, sekiz yaşma girince ana babasmdan birini tercihte serbest bırakılır.

14- Çocuk kimi tercih ederse onun yanında kalır ve artık bir diğerini tercih etmesi söz konusu olmaz.

15- Çocuk anasını seçip tercih etse bile babasının onun nafakasını karşılaması vaciptir.

16- Ana babadan biri güvenilir bir kişiliğe sahip değilse, çocuk | güvenilir olanına teslim edilir.

17- Çocuğun ana tarafından kimsesi kalmamışsa, baba tarafından olan yakınları hidane hakkına sahip olur.

18- Çocuk geri zekalı olduğu takdirde mutlaka anasına bırakılır.

19- Anne hidane konusunda gerekli şartları haiz değilse, çocuk ba­basına teslim edilip onun himayesine bırakılır.

20- Baba ölmüşse veyahut gaib bulunuyor veyahut hidaneye ehil değilse, çocuk baba tarafından bu işe ehil olan yakınlarının himayesine bırakılır* Tabii burada belli bir sıra gözetilir.                 

21- Erkek çocuk ergen oluncaya kadar anasının yanında kalır. Kız çocuk ise bakire kalıp evlenmediği sürece anasının yanında kalır. Bu Iiham Malik'in kavlidir.

22- Çocuğun ana ve babası yoksa, annesinin anası ve sonra ba­basının anası hidane hakkına sahiptir. Bunlar da yoksa o takdirde kız ve erkek kardeşleri varsa onların himayesine bırakılır.

23- Hiç kimse hidane hususunda icbar edilemez. Ancak çocuk abasından başkasının göğsünü emmiyorsa, o takdirde anası icbar edi­lebilir. [55]

 

Nefakatü'l-Behaim (Hayvanların Nafakası)

 

İslam yalnız insan haklarım korumakla, insanlar arasında sosyal adaleti gerçekleştirmekle, hısımlar arasında kopmaz bağlar vücuda ge­tirmekle kalmamış, bunun yanısıra hayvanların özellikle evcil hayvan­ların nafakasının da karşılanması üzerinde durmuş ve hayvanlara ezi­yeti yasaklayıp haram kılmıştır.

Böylece islam hayat sahnesinde üç ayrı varlığın korunup kollan­masını emretmiş ve koruyup himaye etme imkanına sahip olan mümin­lere bunu vacip kılmıştır: insan haklarını korumak ve zayıf unsurları takviye edip muhtaç olan yakınların nafaka ve diğer lüzumlu ihtiyaç­larını karşılamak... Canlılara karşı merhametli davranıp özellikle evcil hayvanların beslenmesini imkanlar nisbetinde sağlamak... Tabiata ha­kim olan ilahî denge ve düzeni koruyup bozmamaya Özen göstermek...

Baba ve dedelerimiz islam kültürüyle yetişip Kur'an ve hadis bilgisiyle kalp ve kafalarım doldurdukları için bu üç varlık hakkında çok duyarlı davranmışlardır. O ka­dar ki, muhtaç insanları, okuyan fakir talebeyi korumak için vakıf tesisleri kurarken bir de sakat hayranları koruyup beslemek için bir takım vakıflar vücuda getir­mişlerdir. Edebiyatımıza geçen "Gurebahane-i Laklakan", yani sakat ve zayıf yaşlı ley­lekleri koruyup besleme evleri ile de hayvanlara karşı merhametli davranmış, onlar için taşınmaz mal ve mülkler vakfederek, gelirinin sadece bu gibi garip sakat hayvan­ların beslenip korunmasına tahsis edilmesini sağlamışlardır. [56]

 

İlgili Hadisler

 

İbn Ömer'den (r.a.) yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a. v.) Efeııdimiz şöyle buy­urmuştur: "Bir kadın hapsedip ölümüne sebep ol-duğu bir kediden dolayı azaba uğramış ve o yüzden cehenneme atılmıştır. Kadın hapsettiği o kediyi ne yedirmiş, ne de içirmiş, ne de yeryüzündeki haşeratı yiyebilmesi için on-userbest birak-m ıştır." [57]

Ebu Hüreyre'den (r.a.) yapılan rivayete gör'e, Peygamber'(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bir adam yolda giderken fazlaca su­samış, derken bir kuyu bulmuş ve o kuyuya inerek su içtikten sonra dışarı çıkmış. Bir de bakmış ki susuzluktan dilini dışarı sarkıtan bir köpek susuzluğunu giderebilmek için ıslak toprağı yiyormuş. Adam kendi kendine: Susuzluk benim canıma tak ettiği gibi bu köpeğin de canına tak etmiştir... Ve hemen kuyuya inip ayakkabısını su ile doldurduktan sonra onu ağzıyla tutup kuyudan elleriyle tutuna tutuna dışarı çıkmış ve köpeğe su içirmiştir. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onun bu güzel amelini meşkur kılıp onu bağışlamıştır." [58]

Bunun üzerine ashab-ı kiram dediler ki: "Ya Rasulallah! Hayvan­lardan dolayı bizim için bir ecir (mükafat) var mıdır?" Efendimiz onlara: "Evet, ıslak her ciğer taşıyandan dolayı ecir vardır" buyurdu. [59]

Süraka b. Malik'den (r.a.) yapılâri rivayete ğffre, adı geçen şöyte haber vermiştir: "Develer için sıvayıp hazırladığım havuzlarıma kaybolan (başıboş) develerin gelmesi hususunda sordum, bu şekil sulamamdan dolayı benim için bir ecir var mıdır?" dedim. Efendimiz (s.a.v.) bana cevapla: "Evet ciğer sahibi her susamış canlıdan dolayı ecir vardır" buyurdu. [60]

İlim adamları bu hadislerin ışığı altında canlıları korumanın, su­lamanın ve yedirip doyurmanın büyük sevap olduğunda ittifak etmişlerdir. Bazı zararlı hayvanları bile sudan, yemekten menetmenin caiz olmadığında görüş birliği sağlanmıştır. O bakımdan "su içerken yılana bile dokunulmaz" atasözü çok anlamlıdır ve bütünüyle Kur'an ve sünnetten kaynaklanmıştır. Hattâ bu kültürle yetişen müslümanlar, kurban bayramında ve diğer adak kurbanlarında bir koyun veya sığırı kesmeden önce sulamanın, yani ona su içirmenin müstehab olduğunu belirterek buna dikkat ve özen göstermektedirler. [61]

 

Tahliller

 

622 nolu İbn Ömer hadisi sahih olup istidlale salihtir. Canlılara ve özellikle evcil hayvanlara işkence etmenin haram oİduğuna delalet et­mektedir. Hayvanlara işkence etmektense onları daha çok ehlileştirmekte, zararsız hale getirmekte sayılmayacak kadar faydalar ve sevap­lar vardır.

Unutmayalım ki canlılar arasında da bir denge ve düzen kanunu bulunmaktadır. Onları anlamsız ve bilinçsiz şekilde yok etmediğimiz takdirde onlar kendi aralarında ye günlük hayatlarında ilahî denge ve düzeni sağlamakta ve nesillerinin tükenmemesini içgudüleriyle sağla­maktadırlar. Dengeyi ve düzeni bozan, insanların bilgisizce uzanan el­leridir. Nitekim Rum suresinde bu inceliğe temas edilerek şöyle Duyu­rulmaktadır:

"İnsanların elleriyle işledikleri (bilgisizce) işlerden, fena­lıklardın dolayı karada ve denizde dengesizlik ve düzensizlik ortaya çıktı. Allah ,da belki (pişmanlık duyup gerçeği anlayarak) i dönerler diye işlediklerinin bir kısmının cezasını onlara (dün­yada) tattırır." [62]

insanların karada ve denizde çıkardığı fesat, dengesizlik ve düzensizlik çok yönlüdür. Onlardan biri de tabiatta hakim durumda olan denge ve düzeni bozmaktır.

623 nolu Ebu Hüreyre hadisi de sahih olup istidlale salihtir. Bir kediyi aç, susuz ölüme mahkum etmek ne kadar büyük bir günah ve ağır bir vebalse, susuzluktan ıslak toprakları yalayan bir köpeğe su verme imkanı olduğu halde vermemek de o nisbette bir günahtır.

Bunun için sevgili peygamber efendimiz (s.a.v.) ümmetine ve son­ra da bütün insanlara şu mesajları vererek her canlıya karşı merhamet-' li davranmanın Allah yanında mükafata kapı açan bir hayır, iyilik ve insanî haslet olduğuna dikkatleri çekmiştir:

"Allah ancak kullarından merhametli ve şefkatli olanlara mer­hamet eder." [63]

"Yeryüzündekilere merhamet ediniz ki göktekiler de size merhamet etsin." [64]

"Merhametli olanlara Rahman (olan Allah) merhamet eder." [65]

Kur'an-ı Kerim1 de Hz. Muhanımed'in (s.a.v.) merhamet sıfatından söz edilirken, O'nun hakkında iki sıfat kullanılmıştır: Rehîm, Reûf... Bi­rincisi çok merhametli, yufka yürekli demektir. İkincisi çok şefkatli, sıcak ve samimi iltifatlı, içten gelen sevgi ile dopdolu olduğunu anlatır.

Ashab-ı Kiram1 dan Rasulullah'ın (s.a.v.) insanlara ve canlılara karşı olan ilgisinden sorulduğunda şu cevabı vermişlerdir: "O çok merhametli, çok yumuşak, şefkatli ve nazik idi." [66]

Bu konuda daha birçok sahih hadisler bulunuyor. Hepsi de derin bir merhamet ve şefkati aşılamakta, merhametli olanları övüp Allah yanındaki yüksek derecelerini yansıtmaktadır.

625 nolu Süraka hadisini aynı zamanda İbn Mace, Ebu Ya'la, Bağavî ve Taberanî tahric etmişlerdir. Diğer hadisler de aynı duygu ve irfanı yansıtmaktadır. [67]

 



[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[2] Müslim/zekât: 39. Ahmed: 2/472, 473

[3] Müslim/zekât: 41. Nesâî/zekât: 60, büyü1: 84.

[4] Ebû Dâvud/zekât: 45. Nesâî/zekat: 54. Daremî/rikak: 53. Ahmed: 2/251, 471

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[5] Mecmeu'i-Enhür: 1/453-460'dan özetlenerek.

[6] Şâfiî/el-Ümm: 5/87. Mısır: 1381

[7] Şâfiî/el-Ümm: 5/87, 88

[8] Şâfiî/el-Ümm: 89, 90.

[9] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/231. Talâk Sûresi: 7

[10] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/230-235

[11] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/237

[12] İbn Rüşd/Bidayetü'l-Müctehid: 2/54-Beyrut 1398

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[14] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[15] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[16] Buharî/nefakat: 2. Ebû Dâvud/zekât: 39. Nesâî/zekât: 53. Ahmed: 2/245, 278

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/                                                       

[17] Bilgi için bkz: Kâsânî/el-Bedayi: 4/167. Mecmeu'l-Enhür: 1/460, 461

[18] Şâfiî/el-Ümm: 5/91'den özetlenerek

[19] Şâfiî/el-Ümm: 5/91'den özetlenerek

[20] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/243'den özetlenerek

[21] İbn Kudame/el-M'jğnî: 9/245

[22] İbn Rüşd/Bidayetu I-Müctehid: 2/54-Beyrul: 1398

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[23] Neylü'l-Evtar: 6/365

[24] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 6/365

[25] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[26] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[28] Müslim/birr:4.Buharî/edeb: 2. Ibn Mâce/vasaya. Ahmed: 2/327, 391

[29] Tirmizî/birr: 1. Ebû Dâvud/edeb: 120. İbn Mâce/edeb: 1. Ahmed: 5/3, 5

[30] Buharı/zekât: 18, nefekat: 2. Tirmizî/zekât: 38, zühd: 32. Nesâî/zekat: 51, 53,60

[31] Ebû Dâvud/edeb: 120

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[32] Mecmeu'l-Enhür: 1/463-467

[33] eİ-Ğamrâvî/es-Siracü'l-Vehhac: 471, 472. Mısır: 1352, 1933

[34] Talâk Sûresi: 6

[35] Bakara Sûresi: 233

[36] İsrâ Sûresi: 23

[37] İbn Kudame/el-Muğnî: 256-258'den özetlenerek

[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[39] Neylü'l-Evtar: 6/367

[40] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[41] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[42] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[43] Buharî/şulh: 6, meğazî: 43. Ebû Dâvud/talâk: 35. Tirmizî/birr: 6

[44] Ebû Dâvud/taharet: 35

[45] İbn Mâce/ahkâm: 22. Tirmizî/ahkâm: 21. Ahmed: 2/246

[46] Ebû Dâvud/talâk: 35. NesâîAalâk: 52. Dâremî/talâk: 16. Ahmed:'3/46, 237, 250

[47] İbn Mâce/ahkâm: 22. Ahmed: 5/446, 447

[48] Müsned-i Ahmed: 5/446

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[49] Mecmeu'l-Enhür: 1 /449, 450

[50] Şâfiî/el-Ümm:5/92. Mısır: 138

[51] İbn Kudame/el-Muğnî: 9/298-303

[52] Geniş bilgi için bkz: Sahnûn/el-Müdevvenetü'l-Kübrâ: 2/356-362

[53] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[54] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[55] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[57] Buharî/enbiya: 54. Müslim/selâm: 151-152, birr: 133, 134. Ahmed, 2/286, 424

[58] Buharî/şirb: 9, mezâlim: 23, edeb: 27. Müslim/selâm: 153. Ebû Dâvud/cihad: 44. Taberânî/sıfatünnebiy: 23. Ahmed: 2/375, 517

[59] Islak ciğerden maksat, hayat taşıyan canlılar.

[60] İbn Mâce/edeb: 8. Ahmed: 4/175

[61] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[62] Rum Sûresi: 41

[63] Buharî/cenâiz: 32, eymân: 9, merzâ: 9. Müslim/cenâiz: 9, 11. Ebû Dâvud/ cenâiz: 24, edeb: 58. Nesâî/cenâiz: 22

[64] Tirmizî/birr: 16. Buharî/tefsîr: 59, edeb: 90. İbn Mâce/zühd:13. Dâremî/ferâiz: 6. Taberâni/cihad: 36. Ahmed: 4/47, 48

[65] Ebû Dâvud/edeb: 58. Tirmizî/birr: 16

[66] Müslim/nezir: 8, mesacid: 292. Buharî/ezan: 17

[67] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/