13- SİHİR, BÜYÜ VE KEHANET HARAMDIR. 2

Sihir, Büyü ve Kehanet Haramdır. 2

İlgili Hadisler 2

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 2

Tahliller ve Rivayetler 3

Sihir ve Büyünün Ruhlar Üzerindeki Tesiri 4

İlgili Hadisler 4

Tahliller ve Açıklamalar 4

Sihir ve Kehanetle İlgili Diğer Hadisler 5

İlim Adamlarının Görüş ve İstidlalleri 6

Tahliller 6

Peygamber Efendimize Söven Kimse Hakkında Ne Gibi İşlem Yapılır?. 8

Îlgili Hadisler 8

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 9

Tahliller ve Rivayetler 9

Çıkarılan Hükümler 10


13- SİHİR, BÜYÜ VE KEHANET HARAMDIR.

 

Sihir, Büyü ve Kehanet Haramdır.

 

İslâm dini iki ana kaynağıyla insanların rafah ve mutluluğunu, birlik ve dirliğini, ahlâk ve meşru ölçülerindeki örfünü koruyup ayakta tutar. Keramet ve kehaneti şer'i bir delil kabul etmez. Üstelik bunlarla amel edilemeyeceğini açıklar.

Sihir, büyü ve kehaneti, gaipten haber vermeyi, cinciliği ve med-yumculuğu haram kılıp yasaklar. Bunların yerine sağlam, âdil bir hu­kuk sistemi ve yüksek ahlâki ölçüleri koyar. Sonra da hukuk sistemini biri manevî, diğeri maddî olmak üzere iki müeyyideye bağlar. Mânevi müeyyide imana seslenir. Maddî müeyyide dünyevi cezayı âmirdir.

Hakim bu esaslar ve prensipler çerçevesinde hükmeder, karar ve­rir. Kendisi keramet sahibi olsa veya cinlerden birtakım bilgiler bile alsa, onlara göre amel edemez, hüküm veremez. Bu kesinlikle haramdır ve yasaklanmıştır. Hakim davacı ile davalıyı dinler, beyyine ister, ona göre karar verir. Beyyine olmadığı takdirde davalıya yemîn düşer.

Keramet, cincilik, kehanetle amel etmeye cevaz verilmiş olsa, hak­lar zayi olur, suçsuz insanlar devamlı zan altında tutulur. Çok yanlış ve haksız kararlar verilir ve böylece ortada ne adelet, ne hakkaniyet, ne denge ne de sağlam bir düzen kalır. Her şey alt-üst olup bir fitne ve fe­satların çıkmasını kolaylaştırır.

İş bu kadarla da kalmaz. Büyü, kehanet, cincilik, medyumculuk, semavî dinlerin getirdiği inanç esaslarını temelinden yıkar; âhiret, h%-sap, cennet ve cehennem kavramlarının gerçek olmadığını kalp ve kafa­lara sinsice işler. O bakımdan inanç esasları yıkılınca geriye insanı yönlendiren, disipline eden, fazilet ve yüksek ahlâk düzeyine getiren, kardeşliği, yardımlaşmayı, bütünleşmeyi ayakta tutan bütün değerler tahrîbe uğrar.

İlmî çalışmaları engeller. Hastası olan doktora değil büyücüye, kâhine koşar. Bir türlü mutlu olamayanlar soluğu cincinin, kâhinin, büyücünün yanında alır. Malı çalman veya eşyası kaybolanların tek mercii gaipten haber verenler olur.

İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayı İslâm dini sihri, büyüyü, cin­ciliği, kâhinliği, medyumculuğu haram kılıp yasaklamış ve bunlarla iştigal edenlerin Allah ve Peygamberinden ilgilerinin kopacağını ilân etmiştir. Sahîh hadîste: "Kim bir kâhine (cinlerden bilgi alıp konuşana, yıldızlardan ahkâm çıkarana) veya bir arrafa (neyin nerede olduğunu bildiğini iddia edene) gider de onu tasdik ederse, gerçekten o Mu-hammed'e indirileni inkâr etmiş olur" buyurularak insanlar uyarıl­mıştır. Hatta bir arrafa uğrayıp ondan bir şey soran kimsenin kırk günlük namazının kabul olmayacağı bildirilmiştir.

İlgili hadîsler bölümünde bu hususlara ve rivayetlere geniş yer |vermiş bulunuyoruz. [1]

 

İlgili Hadisler

 

Cündeb (r.a.) den yapılan rivayette Resûlüllak (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sihirbazın (ve büyücünün) had cezası kılıçla vurulup (Öldürülmesidir)," [2]

Bücale b. Abade'den yapılan rivayete göre, adı geçen diyor ki: Ahnef b. Kays'ın amcası Ceze' h. Muaviye'ye kâtiplik yapıyordum. Bu sırada ikinci halîfe Ömer'den (r.a.) bir ya^ı gel­di ki, bu onun vefatından iki ay önceye rastlamaktaydı. Yazıda şu emir yer alıyordu: "Bundan böyle sihirbaz olan bütün erkek ve kadınları öldürünüz. Mecûsîlerden kendi mahremleriyle (dinen nikâhı haram olan yakınlarıyla) evli olanları birbirinden ayırınız. Ayrıca mecûsîleri birbirine acaip sesler çıkararak ses­lenmekten men'ediniz."

Bunun üzerine üç tane sihirbazı öldürdük ve kendi mahremiyle evlenenleri birbirinden ayırarak evliliklerine son verdik ve bunu Allah'ın kitabındaki açik hükümlere göre yerine getirdik. [3]

Muhammed b. Abdirrahman b. Sa'd b. Zürare'den yapılan rivayette, adı geçene ulaşan bilgi ve habere göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in eşi Hafsa (r.a.), kendisiyle sihir yapan bir cariyesini öldürmüştür. Hz. Hafsa o cariyeyle akd-i tedbîr yapmış bulu­nuyordu (yani kendisi vefat edince o cariye hürriyetine kavuş­muş olacaktı). Onun sihir yapması üzerine Hz. Hafsa emretti de öldürüldü. [4]

îbn Şihab'dan yapılan rivayette, adı geçene şöyle sorulmuştur: "Kendisine ahd-u eman verilmiş bir kimse sihir yaparsa onu öldürmek gerekir mi?" îbn Şihab ona şu cevabı vermiştir: "Bize kadar ulaşan habere göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimize sihir, büyü yapılmış, ama o böyle yapanı öldürtmemiştir. O adam da kitap ehlinden imiş..." [5]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

Müctehid ve ilim adamlarına göre sihir ve büyü öğrenmek ve öğr«etmek haramdır. Buna muhalefet eden olmamıştır. Bunun gibi kâ­hinlik yapmak, gaipten haber vermek, cinlerle ilgi kurup bazı şeylerin nasıl cereyan ettiğini bildirmek, medyumculuk yapmak da haramdır.

a) Hanefîlere  göre, sihir yapıp bunu sanat haline getiren hakkında ölüm cezası uygulanır. Nitekim bu, Hz. Ömer, Osman, İbn Ömer, Hafsa, Cündeb b. Abdillah, Cündeb b. Kâ'b, Kays b. Sa'd ve Ömer b. Abdillaziz'in de görüş ve içtihadıdır.

b) Şâfiîlere   göre,   şahsın   sadece   sihirbazlık   yapması öldürülmesini gerektirmez. Zira Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Müslü­man kişinin kanı ancak şu üç şeyden biriyle helâl olur: İmân ettikten sonra kâfir olmak, evli iken zina etmek, haksız yere adam öldürmek..." buyurmuş ve sihirbazın kanının helâl olduğunu zikretm emiş tir.

Aynı zamanda "Sâhirin had cezası kılıçla vurulup öldürülmesidir" mealindeki hadîsin zayıf olduğu anlaşılmıştır.[6]

c)Hanbelîlerin çoğuna göre de sihirbazlık yapanın cezası ölümdür. İmam Ahmed'den ise bunun hilafına bir rivayet yapılmıştır. [7]

d) Mâlikîlere göre de sihirbazın cezası ölümdür. [8]

Hanbelîlerin bir kısmına göre, sihirbaz, kâhin ve arraf kâfir sayılmazlar. Ancak bu işten vazgeçip tevbe ve istiğfarda bulunurlarsa, serbest bırakılırlar.

Hanefîler ise, sihirbaz veya büyücünün veyahut kâhin ve arrafm yaptıkları hayalî şeylerin ve manevî tesirlerin özünü şeytanlardan aldıklarına inanıyorlarsa kâfir olurlar ve haklarında murtedd ahkâmı câri olur. Ama böyle hayal ettiklerini söylerlerse kâfir olmazlar.

İmam Şafiî ise, küfrü gerektirir anlamda bîr itikada sahiplerse kâfir sayılırlar veya sihrin helâl olduğunu iddia ederlerse yine dinden çıkmış kabul edilirler. Zira bu hususta Kur'ân, Hadîs ve İcma'da kesin beyânlar mevcuttur.[9]

Yine îmanı Ahmed'e göre, sâhir, kâhin ve arraf tevbeye davet edi­lirler. Aynı zamanda tutuklanırlar ve ciddi bir pişmanlık izhar edinc­eye, tevbe edip bir daha bu gibi şeylerle iştigal etmeyeceğine dair söz verinceye kadar tutuklu halleri devam eder.

Kitap ehlinden olan sihirbazlar öldürülmezler. Ancak sihir veya büyü yapıp birinin ölümüne sebep olursa kısas uygulanır. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, kitap ehli ayırd edilmeksizin islâm ülkesinde bulunan bütün sihirbazlar öldürülürler. [10]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

1080 holü Cündeb hadîsinin isnadında İsmail b. Müslim el-Mekkî bulunuyor ki Tirmizî bu zatın zayıf olduğunu belirtmiştir. Hem hadîs mevkuf olarak rivayet edilmiştir. [11]

Nevevî, Müslim Şerhi'nde diyor ki: "Sihirle amel etmek haramdır. Büyük günahlardan olduğu bilicma' sabit olmuştur. Bazan küfür olur, bazan da küfür olmaz, büyük masiyet olarak kalır. Bunun gibi sihir öğrenmek ve öğretmek de haramdır. Bize göre sâhir öldürülmez. Tevbe ederse tevbesi kabul olunur."

İmam Mâlik ise onun tevbesi kabul olunmaz ve öldürülür demiştir.

1081 no'lu Bücale rivayeti sahihtir.  Müslümanların itikadını boz­acak, kültürünü zedeleyecek şeylere dikkatler çekiliyor.  Sihir ve büyücülüğü cazip hale getirme gayreti içinde olan sihirbazların imhası emrediliyor ve aynı zamanda dinen nikâhı haranı olan yakınlarıyla evlenen mecusîlerin bu tür evliliklerine son verilmesinin; evlenenlerinin derhal ayrılmasının lüzumu belirtiliyor.

İslam ülkelerinde zimmîlerin ve müste'min olanların İslâm ahlâkını tahriplerine imkan verilmemesinin gereğini duyan büyük dev­let adamı Hz. Ömer (r.a.) bu konuda bütün eyalet valilerine bir genelge göndermiştir; Şüphesiz Hz. Ömer (r.a.) böyle bir emir verip gönderirken mutlaka Kur'ân ve Hadîslere dayanarak hareket etmiştir.

Bugün hâlâ yıldızlardan, burçlardan birtakım hükümler çıkar­tanların, yıldız falına inananların, hayatlarının burçların ve yıldızların tesiri altında olduğunu iddia edenlerin veya öyle sananların sayısı hayli kabarıktır. Ruha, kalbe, vicdana hitap etmeyen pozitif ilimler bu insan­ları hâlâ hurafeden, bâtıl inançlardan kurtarmış değildir. Her yanı ve yönüyle akla, kalbe, vicdana, ruha, dünya ve âhiret hayatına seslenen İslâm dininin eğitim ve öğretim yoluyla nesillere ve kuşaklara verilme­diğinin sıkıntılarını çekmekteyiz. Hâlâ cinlerden meded umanlar, med­yumun peşine takılıp seanslara katılanlar, muskacıdan, büyücüden meded umanlar gün geçtikçe çoğaldığına göre, insanlara gerçek anlam­da eğitim verilmiş, medenice yaşamanın yolları öğretilmiş denilemez. Yüce İslâm bu ve benzeri hurafa ve batıl inançları onbeş a£ir önce teme­linden kazıyıp atmış, gecesi de gündüzü kadar aydınlık bir hayat niz­amı getirmiştir.

1082 nolu Muhammed b. Abdirrahman rivayeti üzerinde durul­muştur. İmam Mâlik bu rivayeti Muvatta'a almıştır. Ancak Hz. Haf-sa'ya sihir ve büyü yapıp nasıl bir tesir meydana getirdiği bilinmemek' tedir. Eğer hadîs sahîhse Hz. Hafsa'nm onu öl dürtme sinin ciddi bil sebebi söz konusudur. Kadının sihir ve büyüyle neler, ne entrikalaı çevirdiği araştırmaya değer bir olaydır. Ancak bu hususta kaynaklarda tatmin edici bilgi mevcut değildir.

İbn Şihab rivayetinin sahîh olduğu tesbit edilmiştir. Resûlüllah'E büyü ve sihir yapan kitap ehli kişinin bu yüzden öldürülmediği bir deli olarak gösterilmektedir. Nitekim müctehid imamlar da bu konuda tan görüş birliği halinde değillerdir. Yukarıda naklettiğimiz üzere farkl görüş, yorum ve istidlaller mevcuttur.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Sihir, büyü, kehanet ve arraflık ha ramdır ve kesin yasaktır. Buna muhalefet eden bir ilim adamı yoktur Ancak sihirle uğraşan kişinin küfre girip girmediği tartışma konusu dur. Sonra da bu kişilerin itikadına göre hüküm verilir: Sihrin büyünün, kehanetin ve arraflığm helâl olduğuna itikad ediyorlarsa e! bette küfre girmiş olurlar. Rücu' ve tevbe etmeleri halinde öldürülü] öldürülmeyecekleri de ihtilaflı bir meseledir. [12]

 

Sihir ve Büyünün Ruhlar Üzerindeki Tesiri

 

Sihir Arapça bir kelimedir. Sözlükte, nefes borusunun ucuna ve ıkciğere denir. Sonradan cadılık anlamında kullanılmıştır. Birinin Akciğerine vurup onu sersem etmekle cadılık, büyücülük arasındaki benzerlik dikkate alınmış ve böylece sihir terim olarak tabiat kuvvetle­riyle insanlar arasında birtakım gizli ilişkiler bulunduğu inancıyla in­şan ruhu ve zihni üzerinde birtakım tesirler uyandırma yöntemi olarak belirlenmiştir.

Fahruddin Râzî sihri sekiz ayrı bölümde incelemiş, Şeyh Mecdüddin Firuzabâdî ise onu üç bölümde değerlendirmiştir:

a) Sadece aldatma ve tahayyül at dır ki hakikati yoktur. Buna gözbağcılık da denir. El çabukluğuyla birtakım, inanılması zor değişik şeyler gösterilir.

b)  Cin ve şeytanlara yaklaşıp ilişki sağlamak suretiyle onların yardım desteklerine kapı açılır.

c)  Küfrü irtikâb etmek suretiyle afsun yapıp eşyanın tabiatını değiştirir şekilde bir takım görüntüler sergilenir.

Büyü de sihrin bir başka şeklidir. Daha çok ruhlar ve zihinler [üzerinde olumsuz tesir uyandırma yöntemidir. Büyücüyle kâfir cinler arasında bir ilişki bulunur ve o cinlerin yardımıyla bir takım tesirler meydana getirilebilir.[13]

Sihir ve büyünün olumsuz tesiriyle ilgili birçok rivayetler bulu­nuyor. Ama daha çok dikkat çekeni, Lebîd adındaki sihirbaz büyücü bir yahudinin Resülüllah (s.a.v.) Efendimiz aleyhine sihir ve büyü yap­masıyla birtakım olumsuz tesirler ortaya koymasıdır. [14]

 

İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resülüllah (s.a.v.) Efen dimiz'e sihir (ve büyü) yapıldı. O kadar ki, Resûlüllah'a (s.a.v.) yapmadığı bir şeyi yapmış hayali gelirdi. Böylece (O'nun bu hali devam etti). Tâ ki bir gün benim yanımda bulunurken Allah't duâ etti, tekrar dua etti. Sonra da şöyle buyurdu:

-  "Bildin mi ya Aişe, kendisinden fetva istediğim hususta Cenâb-ı Hak bana fetva verdi?" Ben de:

- 'Ta Resûlallah, o fetva nedir?" diye sordum. Buyurdu ki:

-  "İki kişi (iki melek) bana geldi, biri baş ucumda, diğer ayak ucumda oturdu. Sonra onlardan biri arkadaşına: "Bı adamın rahatsızlığı nedir?" diye sordu. O da: "Sinirlenmiş büyülenmiştir" diye cevap verdi. Diğeri: "Kim ona sihir, büyi yaptı?" diye sordu. O da: ITLebîd b. A'sam adında Benî Zurayk ka bilesinden bir yahudî" diye cevap verdi. Öteki: "Ne gibi şeyde si hir, büyü yapmıştır?" diye sordu. O da: "Bir tarak, saç sakal tai antısı ve erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığında" diy cevap verdi. "O tarak ve tarantı ile kapçık nerededir?" diye so? du. O da: "Zervan kuyusundadır" diye cevap verdi.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ashabında: bir grup insanla birlikte kalkıp o kuyuya gittiler. Kuyuya naza eyledi, üzerinde bir hurma ağacı bulunuyordu.' Sonra H; Aişe'ye döndü ve şöyle buyurdu:

-  "Allah'a and olsun ki o kuyunun suyu kına suyu gil kırmızı ile kahverengi arasında bir renkteydi. Hurma ağacını uçları da şeytanların başları gibiydi." Bunun üzerine ben:

- "Ya Resûlallah! Kuyuya atılan o sihirli şeyi çıkardın mi diye sordum O da:

- "Hayır çıkarmadım. Bana gelince, Cenâb-ı Hak gerçekte bana afiyet ve şifâ verdi. Hem de o sihri çıkarmakla hal üzerine bir şer ve kötülüğü yaymaktan endişe duydum" diye ce­vap verdi. Sonra emretti de o kuyu kapatıldı.[15]

 

Tahliller ve Açıklamalar

 

Ehl-i Sünnet ve ilim adamlarının cumhuruna göre sihir (ve büyü) fardır. Aynı zamanda sihrin ve büyünün bir hakikati de vardır.

Diğer bazı ilim adamlarına göre, sihir ve büyünün hakikati yok­tur. Bir takım gerçeği olmayan hayallerden başka bir şey değildir.

Oysa Cenâb-ı Hak kendi kitabında sihirden söz etmiş bulu­nuyor. Aynı zamanda yukardaki hadîs de sihir ve büyü denilen ruhî bir tesirin mevcudiyetini isbat ediyor. Aynı zamanda sihir ve büyünün bir­takım eşyaya ruhî nüfuzda bulunarak işlendiği ve kimsenin göremiyeceği yerlere defnedildiği anlaşılıyor.

Sadece kendi akıl ve mantıkları doğrultusunda düşünüp karar ve­renler ise, bu hadîsi red ve inkâr etmişlerdir. Resûlüllah (s.a.v.) Efendi-miz'in sihirlenip büyülenmesini O'nun makamının yüceliğine yakış­tır amamışlardır. Oysa böyle bir iddiaya gerek yoktur. Çünkü kitap ve sünnet, aynı zamanda cereyan eden bazı olaylar sihrin ve büyü denilen bir tesirin varlığını isbat etmektedir. Hem Cenâb-ı Hak Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'i dini tebliğde ve doğru olanı söylemekte yeterince ko­rumuştur. Dünya işlerinde ise bazı hayalî şeylerin sadır, olması ve te­bliği ile mükellef bulunmadığı bazı dünya işleri üzerinde indî kanaat yürütmesi mümkündür. Ancak Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bütün bu durumlarda ve kendisine vaki olan hayalî şeylere nübüvvet ve risaletin safiyet ve yüceliğini zedeleyecek bir yanlışlık veya saçmalamada asla bulunmamıştır. Günlük mutad dünyevî işlerden birini yapıp yapmadığı şeklinde birtakım tereddütler hasıl olmuşsa da onun tesirinden derhal kurtulmak için Allah'a duâ etmiş ve kısa sürede o havadan kendini uzak tutmuştur. Yapılan sihir ve büyünün estirdiği hayalin belirtisi bu cümledendir.

Nitekim Kadı Iyaz diyor ki: "Bu hadîsin rivayetleri, yapılan sihir ve büyünün olumsuz tesiri sadece Efendimiz'in bedeninde ve dış organ­larına yönelebilmiş, aklı, kalbi ve itikadı üzerinde en küçük bir tesir bırakmamıştır... Şüphesiz beden üzerindeki az bir olumsuz tesirin hiçbir zaman O'nun nübüvvet ve ri s aletine tesir edip bir karışıklık mey­dana getirememiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak O'nun aklım, kalbini ve iti­kadını her türlü olumsuz tesirden korumuş ve uzak tutmuştur." [16]

Sihir bütünüyle şeytanî yollara baş vurmak, kâfir cinlerle temas sağlamak ve ilâhî sınırlan aşmakla meydana gelir. Sihir eşyanın hakik­atini değiştirmez, değişmiş hayalini verir ve kısa bir süre sonra değiştirmediği anlaşılır. Büyü de sihirden bir şubedir. Yine şeytanî yol­lara baş vurmak, cinlerden yardım görmek suretiyle ruhlar ve duygular üzerinde birtakım olumsuz tesirler irca etmekle kendini hissettirir. Şüphesiz bunun en tesirli ilâcı, Muavvezeteyn sûrelerini okuyup Allah'tan şifa dilemektir.

Sihir ve büyü yapan kimse bunun helâl ve meşru olduğuna inanıyorsa, dinden çıkmış olur ve murted sayılır. Tevbe edip dönüş yap­madığı, yani bu gibi şeytanî işleri bırakmadığı taktirde İslâm devle­tinde yaşıyorsa katledilir.

Böylece sihir yapan da yaptıran da, büyü yapan da yaptıranda büyük günah işlemekte ve bunun haram olduğunu kabul etmedikleri taktirde küfre düşmektedirler.

Sihirle keramet arasındaki fark çok açık ve belirgindir: Sihir ve büyü ancak ilâhî sınırları çiğneyen fasık bir kişinin işidir. Keramet ise Allah'a dosdoğru inanıp nefsini Kur'ân ve Sünnet'e göre terbiye eden bir velîden sadır olur. Keramet kimseye zarar vermez, fakat imân ve irfanı artırır. Sihir ve büyü ise bütünüyle insanlara zarar verir, inançlarını sarsar ve kardeşlik bağlarının kopmasına, gerçekleri bırakıp hurafele­rin peşine takılmaya yol açar. Keramet Rahmanidir, sihir ve büyü ise şeytanîdir.

Konuyu şöyle özetleyebiliriz:

Sihir ve büyü vardır. Bunların peygamberin bedeni üzerinde, diğer insanların ruh ve duyguları üzerinde birtakım olumsuz tesirleri olabilir. Bu tesirden korunmak ve kurtulmak için Muavvezeteyn sûrelerini okumak yeterlidir. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'e sihir ve büyü yapıldığı sahîh rivayetle sabit olmuştur. [17]

 

Sihir ve Kehanetle İlgili Diğer Hadisler

 

Ebû Musa (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: 1fÜç kimse vak ki cennete giremiyecekler: İçki içmeye devam eden, hısımlarından ilgisini kesen, sihri tas­dik eden..." [18]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim bir kâhine veya arrafa gider de onun dediğini tasdik ederse, o gerçekten Muharamed'in (s.a.v.) üzerine indirileni inkar etmiş olur." [19]

Safiyye bint Ebî Ubeyd'den rivayet edilmiş, o da Peygamber (s.a.v.) Efendimizin bazı zevcelerinden, onlarda Peygamber (s.a.v.) Efendı-miz'den rivayet etmişlerdir. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Kim bir ar-rafaya gider de ondan bir şey sorarsa Cenâb-ı Hak onun kırk gecelik (kırk günlük ve gecelik) namazını kabul etmez." [20]

Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: 'İnsanlar Peygamber (s.a.v.) Efendimizden kehanetten sordu­lar. Efendimiz onlara:

- "O birşey değildir" diye cevap verdi. Soranlar:

- 'Ya Resûlallah! Şüphesiz kâhinler zaman zaman birşey-den söz ediyorlar ki o şey hak (gerçek) oluyor" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

"(Onların gerçek olarak söylediği) söz halttandır ki cinnî (cinlere mensup bir cin) onu kapıp kendi dostu olan arrafin kulağına (cam bardağın veya tavuğun çıkardığı sese benzer bir sesle) fısıldıyor ve onlar da o söze yüz yalan karıştırıyorlar." [21]

Yine Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir:

"Ebû Bekir'in (r.a.) bir hizmetçisi vardı ki onun elde ettiği gelirden yerdi. Bunun üzerine o hizmetçi: "Bunun nereden elde edildiğini biliyor musun?" diye sordu. O da: "Nereden elde edil­miştir?" diye sordu. Hizmetçi cevap verdi: "Cahiliyye devrinde ben bir kişiye kehanette bulundum ki hiç de iyi bir kehanette bulunmayı beceremezdim. Ama ne var ki ben onu aldattım. Derken (bu gün) onunla karşılaştım ve bunu o bana verdi ve siz de işte ondan yemiş bulunuyorsunuz!" Bu cevap üzerine Ebûbekir (r.a.) elini (parmağını) boğazına sokarak midesinde ne varsa hepsini kusup dışarı çıkardı." [22]

İbn Abbas (r.a.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (s.a.v.) Efendi­miz şöyle buyurmuştur: "Kim yıldızlardan (insanların, milletlerin, ve fertlerin kaza ve kaderleriyle ilgili) bir ilim aktarıp alırsa, si­hirden bir şube iktibas etmiş olur ve bunu artırdığı nisbette ik­tibası artar." [23]

Muâviye b. Hakem es-Sülemî (r.a.) den yapılan rivayete göre adı geçen, Rasulullah (s.a.v.) Efendimize şöyle dediğini haber vermiştir:

-'Ya Resûlallah! Doğrusu cahiliye devrine yakınlığım daha pek uzak sayılmaz. Allah ise İslâmiyetle bize yöneldi (de öylece o devirden kurtulduk). Bizden bazı kişiler kâhinlere giderdi." Peygamber (s.a.v.) ona:

- "Artık kâhinlere gitmeyin" buyurdu.

- "Bizden kimileri de (bazı) şeyleri uğursuz sayardı" dedim. Peygamber (s.a.v.):

-  "Bu göğsünüzde hissettiğiniz  (asılsız) bir şeydir.  O bakımdan bu gibi şey  (duygu) lar sizi başladığınız  işten alıkoymasın" buyurdu.

"Bizden bazı adamalar birtakım çizgiler çizip bir şeyler a /arlardı" dediin. Peygamber (s.a.v.):

- 'Peygamberlerden bir peygamber de çizip çizip birşeyler azardı. Artık kimin çizgi ve yazısı o peygamberin çizgi ve azısına uygun düşerse işte isabet eden o olur..." buyurdu. [24][25]

 

İlim Adamlarının Görüş ve İstidlalleri

 

İlim adamlarının cumhuruna göre, sihri, sihirbazı, büyücü ve ahini tasdik eden büyük günah işlemiş olur.Hattâ ilim adamlarından azışma göre, sihirbazı, büyücüyü tasdik edip inanan kimse dinden kar.                                     .                                             

O bakımdan müslüman bir kimse sihirbazı, büyücüyü ve arrafı .asilik eder, onun dediklerine kulak verip inanır ve tevbe etmeden ölürse cennete çok uzun bir süre giremez. Bunlara gidip inanan ve [islâm'ın bunlarla ilgili emir ve hükümlerini inkâr edenler ise ebediyen 1 cen nete giremezler. 

Kadı Iyaz diyor ki: "Araplarda kehanet üç kısma ayrılırdı:

a) Bir kişinin cinlerden bir dostu olurdu da o, gökten gizlice ptığı haberi getirip ona bildirirdi, Bu-kısım, Allah son peygamberi hz. Muhammed'e (s.a.v.) risâlet gönderince artık işlemez hale geldi ve gö^ün haberlerinden cinler ve şeytanlar men'edilmiş oldu.

b) Yeryüzünde meydana gelen bir olayı o cinin tesbit edip kendi astıma haber vermesiyle vücut bulurdu.

Mu'tezileden bir kısmı kehanetin bu iki çeşidinin de muhal  ığunu belirterek bütünüyle reddetmişlerdir.

c) Müneccimlerin yaptığı tesbitlerdir. Bazı kişilerde birtakım 'er ve yetenekler meydana gelir de bir şeylerden haber verirler. Ama -rın haber verdiği şeyden yalanın payı çok fazladır." [26]

 

Tahliller

 

2 dipnotlu Ebû Musa hadîsi sahihtir. Sözü edilen üç sınıf inam -i  cennete giremiyeceği yorumu gerektiren bir anlatım tarzı pırlaktadır. Şöyle ki, içkiyi helâl sayıp ona devam eden, hısımlain ilgi kesmenin caiz olduğuna inanıp onlarla ilgi kurmayan ve sihharam olmadığına inanıp haram ve yasak olduğunu kabul etmeyen

kimse haramı helâl saydığından-dolayı-tevbe ve istiğfar edip dönüş yap­madan ölürse cidden cennete girşmezler. Ama bunların haram olduğunu bilip kabul etmekle beraber yine de kendini tutamayıp içki; içmeye devam eder* hısımlarından ilgisini keser ve sihirbazı, büyücüyü doğrularsa uzun süre cennete giremez.                                     

Cinler vasıtasıyla veya geliştirdiği bazı yetenekleriyle gaibden ha-^ ber veren, hırsızın kim olduğunu belirleyeni yitik malın yerini haber, vereiı kimseyi kim tasdik eder, yani onun dediklerinin doğruluğuna inanır ve bu haram fiili helâl sayarsa dinden çıkar. Helâl saymaz ancak kâhinlere, arraflara baş vurmaktan kendini alamazsa büyük günah, işlemiş olur. Aynı zamanda kırk günlük namazı kabul olunmaz.

Kâhin ve arrafm haber verdiği şey, olay aynen çıkıyorsa, buna da şaşmamak ve aldanmamak gerekir. Zira cin ve şeytanlar gök haberlerim ni almaktan her ne kadar men'edilmişlerse de bazan kulak verip çalmaya çalışırlar ye hemen bir şihab onları kovalayıp uzaklaştırır, -İşte doğru çıkan haberin sebebinin bu öldüğünü Resûlüllah (s.a.v.) Efendi­miz bildiriyor; Ancak çoğu zaman gökten kapıp çaldıkları bir habere bir çok yalanlar da katarlar. Kâhinler de birtakım ilâvelerde bulunurlar! O bakımdan Allah'ın kesin men'ettiği gök haberini kapıp çalan bir cinin veya şeytanın verdiği bilgiyi doğrulamak ve kâhinlere arrafîara gidip onlardan bir şeyler sormak hem büyük günah, hem de imanı tehlikeye düşürebilir.

Böylece 1093, 1094 dipnotlu Ebû Hüreyre ile Safiyye hadîsleri de sahihtir. Safiyye hadîsinde Taberânî şu fazlalığı nakletmiş tir: "Kim de tasdik etmeksizin, arrafa giderse Allah onun kırk günlük namazını ka­bul etmez."

1095 dipnotlu Hz. Aişe hadîsi da sahih olup istidlale sâlihtir. Hadîs, bazı cin ve şeytanları gök haberlerinden bir şey kapıp çaldığının mümkün olduğuna ve ancak onların getirip arraf ve kâhine aktarırken bir sürü yalanlar da kattıklarına, o bakımdan onların verdiği haberle, amel etmenin caiz olmadığına delâlet etmektedir.                       

1096 dipnotlu Hz. Aişe hadisi, ise, kâhin ve arrafm bu yolla elde et­tikleri kazancın haram olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim Ebû Be­kir Sıddîk, kendisine ikram edilen yemeğin kehanette bulunmaya karşılık verildiğini öğrenince midesinden dışarı çıkartmayı uygun görmüş ve bununla müslümanlara bir kıstas vermiştir.

1097 dipnotlu İbn Ahbas hadîsi, yıldızlardan ahkâm çıkarmanın, kaza ve kaderi   yıldızların hareketlerine bağlamanın da bir tür sihir olduğuna ve onun gibi haram kılındığına delalet etmektedir.

1098 dipnotlu Muaviye hadîsi ise, üç önemli hüküm ihtiva etmek­tedir:

1- Kâhinlere gitmenin caiz olmadığı

2- Bazı şeyleri uğursuz sayıp başlanılan işten vazgeçmenin doğru ve caiz olmadığı,

3- Birtakım çizgiler çizip yazılar yazmak suretiyle afsunda bulun­manın her ne kadar bir peygamber tarafından yapıldığı kaydedilmişse de, o paygamberin bilgi ve ölçülerine uygun çizgi çizip yazı yazmanın mümkün olmayacağına işaret edilerek bu gibi şeylerle uğraşmanın birtakım sakıncalı sonuçlar doğuracağı belirtilmek istenmektedir.

O halde eşyayı, birtakım canlıları ve hareketlerini, tabiat olay-! larım uğursuz saymak caiz değildir. Başlanılan veya başlanmak isteni­len bir işi bu yüzden bırakmanın doğru olmayacağı bildirilmektedir. Bu daha çok kişinin şüphe ve vesvesesini göğsünde hissettirdiği bir ev­hamdır. Bu gibi evham ve vesveseyle amel zaten caiz değildir.

Bir peygamberin çizgiler çizip birtakım yazılar yazması, ilâhî va­hye dayanır. Şifa ve rahmet niyetiyle ilâhî kelâmdan bir âyet yazmak , bugün için de geçerlidir.. Ancak bir takım çizgiler çizmenin usul ve ku­ralı, tesir ve neticesi nedir buna İslâmiyet yer vermemiştir. Sadece bir peygamberin böyle yaptığı bildirilerek buna muvafakatin mümkün ol­mayacağı aşikârdır. Zira o peygamberin izlediği usûl ve yöntemi tesbit etmemiz mümkün değildir. Günümüzde halâ bazı bilgisiz, kültürsüz hoca geçinenlerin birtakım karmaşık çizgiler çizip okunmayacak kadar karışık ve düzensiz yazılar yazdığı" görülmekte ve duyulmaktadır. On­ların yazdıklarında ne şifa, ne tesir, ne de olumlu bir sonuç vardır. Saf müslümanlar aldatılarak bir geçim vasıtası haline getirilmiş bulunuy­or. Yapan da yaptıran da günahkârdır.

Bu bapta Ebû Dâvud ile Tirmizî'nin tahrîc edip sahîhledikleri ve İbn Mace'nin de naklettiği bir hadîs ise şöyledir: "Uğursuz sayma şirktir..." İbn Mes'ud (r.a.) diyor ki, Resûlüllah bu cümleyi üç defa tek­rarladı.   

Buharî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâf nin İbn Ömer (r.a.) dan yaptıkları rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Uğursuzluk evde, kadında ve atta* vardır..." Müslim'in yaptığı rivayette ise "Uğursuzluk ancak üç şeyde vardır: Kadın, at ve ev..." Yine Müslim'in bir başka rivayetinde ise hadîs şu lâfımla nakledilmiştir: "Eğer bir şeyde uğursuzluk olmuş olsaydı, atta, meskende ve kadında olurdu." Diğer bir rivayetinde ise şöyle buyurulmuştur; "Eğer bir şeyde uğursuzluk olmuş olsaydı, evde, hizmetçide ve atta olurdu."

Yine Ebû Davud'un tahrîc edip Hâkim'in sahîhlediği Enes hadîsinde ise demliyor ki: "Bir adam Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e:

- 'Ya Resûîallah! Biz bir evde kalıyorduk ki o evde sayımız hayli çoktu, malımız da çoktu. Başka bir eve geçtik, derken o ikinci evde sayımız azaldı, malımız da azaldı..." Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu:

- "O evi terkedin. Çünkü o ev zemîme (yerilmiş murdar) dır."

İmam Malik'in ise Muvatta'da Yahya b. Saîd'den yaptığı rivayette deniliyor ki: "Bir kadın Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'e geldi ve şöyle dedi: "Kaldığımız evde sayımız çok, malımız hayli kabarıktı. Sonra sayımız azaldı ve malımız (elimizden çıkıp) gitti..." Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: "O evi terkedin, Çıjrkü o ev zemîme (yerilmiş yaramaz.bir ev) dir."         ,

îlim adamları bu hadîsleri tahlil, ederken farklı yorumlarda bulun­muşlardır. İmam Mâlik'e göre, hadîs zahiri üzeredir. Yani delâlet ettiği manâ ne ise onu ifade etmektedir, başka bir yorumda bulunmaya gerek yoktur. Zira bazan Cenâb-ı Hak bir evi sakinlerine zarar getirecek du­ruma sokar. Kadın, at, hizmetçi de öyle...

Hattabî ise, birçok ilim adamlarının şöyle yorumda bulunduk­larını belirtmiştir: "Bu üç şey uğursuzluk getirme konusunda birer is­tisna teşkil etmektedir. Yani eşyada uğursuzluk yoktur, sadece bu üç veya dört şeyde uğursuzluk olabilir. Oturduğu ev kendilerini sıkmaya başlar ve huzursuzluk doğurursa, evli bulunduğu kadınla bir arada bu­lunmaktan tiksinip huzursuzluk hissediyorsa, Beslediği at veya hizmet­çiye karşr hoşnutsuzluk, isteksizlik duyuyorsa, o taktirde evi değiştirmede, kadım boşamada, atı satmada, hizmetçiyi ayırmada fayda vardır."

Diğer ba'zı ilim adamları ise şu yorumda bulunmuşlardır: "Evin uğursuzluğu dar olmasından, komşularının kötülük ve eziyetinden kay­naklanır. Kadın uğursuzluğu kısır kalmasından, dilinin bozuk­luğundan, mevcuda şükretmemesinden ve bir takım şüphelere kapılmasından kaynaklanır. Atın uğursuzluğu üzerinde gaza yapılmamasmdan ve fîatmîn yükseldiğinden kaynaklanır. Hizmetçinin uğursuzluğu ise, fena huyundan, anlayışının kıtlığından, kendisine ve­rilen hizmetleri lâyıkıyla yerine getirmemesinden kaynaklanır."

O halde umumî anlamda uğursuzluk yoktur. Hususî anlamda ise belirtilen şeylerde bazı sebeplerden dolayı uğursuzluk olabilir.

Bu konuda birkaç rivayet daha bulunuyor. Onları nakletmeye ge­rek görmedik. [27]                     .             .

 

Peygamber Efendimize Söven Kimse Hakkında Ne Gibi İşlem Yapılır?

 

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bütün milletlere ve insanlara rah­met olarak gönderilmiştir. Ö, peygamberler zincirinin en son ve en [büyük halkasıdır. Peygamberlik O'nunla son bulup mühürlenmiştir.

Allah'a ve âhiret gününe imân edip Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e 'imân etmeyen kimsenin imânı sahîh d:eğildir; Çünkü Allah'ın. son kelamını ve indirdiği hayat nizamını ancak Hz. Muhammed'e (s.a.v.) ve O'na indirilen Kur'ân'a imân etmekle, Öğrenip amel etmek mümkündür, Nitekim Cenâb-ı Hak: "Peygambere itaat ederi gerçekte Allah'a, itaat eder. Kim de yüz çevirirse (üzülme. Çünkü) seni, onlar üzerine koruyucu (bir bekçi) olarak göndermedik." [28] buyurarak Peygarnber'e (s.a.v.) itaatin farz olduğunu ve ancak itaat veimanm ona itaat ye imânla ta­mamlanabileceğini bildirmektedir. Diğer yandan Kur'ân'da onbeş kadar yerde "Allah'a ve O'nun Resulüne itaat ediniz" buyurulmaktadır. Al-i Imrân sûresinde ise bu emir iki değişik anlatımda, şöyle açıklanmaktadır: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." [29] "De ki: Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki Allah, kâfirler i sevmez." [30]

Buna benzer birçok âyetler vardır. Kurtuluş ve mutlak saadetin ancak Allah'a ve Peygamberi Hz. Muhammed'e itaatle gerçekle­şebileceği ise Azhab sûresi 71. âyetle net biçimde açıklanmıştır.

" Gerçek, bu olunca, Peygamber Efendimiz'e inanıp O'nu sevmek, O'nünla gönderilen son dini kabul etmek ve gereğince amel etmek mükellef olan her kişiye farzdır. Peygamberi sevmek, O'na itaati red-detinek küfürdür.        

Bu açıdan konuyu incelediğimizde, Hz. Peygamber'e dil uzatıp hakarette bulunan kimse hakkında nasıl bir ceza uygulanır? İslâm dev­leti sınırları içinde olup böyle bir günaha cesaret eden kimse önce din­den çıkar. Dinden çıkınca da mürted olur ye murtedin katli ise vacip olur. îlim adamlarından önemli bir kısmının görüş ve içtihadı bu mer-. kezdedir. [31]                                       

 

Îlgili Hadisler

 

Şa'bVden, onun da mU'minlerin emlri Hz. Ali'den yaptığı rivayet-göre; Yahudi bir kadın sık sık peygambere sövüp O'nun ale> hinde ağır söz söylüyordu. Bunun üzerine (mü'minlerden) bii adam onu boğup öldürdü. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz < kadının zimmetini ibtal etti. (onun vatandaşlık ahd ve emanını; hıfz-u himayesini hükümsüz saydı ve) böylece onu öldüren adam hakkında cezaî bir hüküm uygulamadı. [32]

îbnAbbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre; A'ma bir adamın bu ümmüveled (kendisine çocuk doğuran bir cariyesi) bulunuyor du. Bu câriye sık sık Peygamber (s.a.v.) Efendimize dil uzatiî aleyhinde çok ağır sözler sarfederdi. A'ma adam ise onu bunaai men'etmeye çalışır, ama kadın vazgeçmeyip sövmeye devan ederdi. Bir gece yine o câriye Peygamber (s.a.v.) aleyhinde agı söz söyleyip sövdü. A'ma adam dayanamayarak demir bir kes kiyi onun karnına vurup bütün ağırlığıyla bastırarak kaam öldürdü. Sabah olunca olay Peygamber (s.a.v.) Efendimiz e an latıldı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz insanlaı topladı ve şöyle buyurdu; Allah adına bir adama and veriyorur ki işlediği fiili işlemiştir, benim onun üzerinde bir hakkım bulu­nuyor, mutlaka ayağa kalksın!" Böylece o a'ma adam ayağa kal­kıp oradaki insanların omuzlarını adımlayarak, hareketini sür­dürerek Peygamberin (s.a.v.) Önünde oturdu ve şöyle söze baş­ladı: 'Ya Resûlallah! O öldürülen cariyenin sahibi benim. O dur­madan sana dil uzatıp söver, ağır sözler kullanırdı. Ne kadar  men'etsem yine de men'olmaz sövmeyi sürdürürdü. Ondan inci misali iki de oğlu vardı ve o benim yakın refikam olarak bulu­nuyordu. Geçen akşam yine size sövüp aleyhinizde ağır söz söyledi. Bunun üzerine ben de ucu sivri demir keskiyi alıp onun karnının üzerine dayadım ve ağırlığımı kullanarak o demiri ba-tırdım tâ ki öldürmüş oldum." Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizler şâhid olunuz ki o cariyenin kanı hederdir (öldürene hiçbir ceza verilmeyecektir)." [33]

Enes-(r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir;

"Bir Yahudi Peygamber'in (s.a.vO yanından geçerken "es-sâmu aleyke" dedi. Resûlüllah (s.a.v.) de "ve aleyke" diye karşılık verdi. Sonra da Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

-“Şu yahudinin ne dediğini biliyor musunuz? es-Sâmu aleyke dedi." Ashab-ı Kiram:

-   'Ya Resûlallah!  Onu öldürelim  mi?"  diye  sordular. Resûlüllah (s.a.v.):

- "Hayır... Kitap ehli size selâm verince, siz de ve aleyküm deyiniz" diye buyurdu. [34]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre, Peygamber (s.a.v.) Efendimize sövüp sayan, nun aleyhine ağır söz söyleyen dinden çıkıp küfre girer. Böylece murt-ed olur ve hakkında murted hükmü uygulanır. Bunun gibi Peygam­ber'in (s.a.v.) sünnetlerinden bir sünnete razı olmayan, beğenmeyip red­deden kimse de dinden çıkıp küfre girmiş olur. [35]

Hz. Muhammed'e (s.a.v.) sövmeğe zorlanıp tehdit edilen kimse Muhammed ismini anarak ağır söz kullanırsa bu onun niyetine göre sonuç verir: "Ben istemediğim halde sövdüm" derse kâfir olmamış sayılır. "Ben Nasarâ'dan Muhammed adındaki bir adamı kasdederek sövdüm" derse yine küfre girmemiş olur. Ama "tehdit karşısında Hz. Muhammed'i kasdederek sövdüm" derse küfre girmiş olur. Zira sadece dil ile değil kalben de sövmüş oluyor. Bunun gibi Hz. Muhammed cinnet getirmiştir veya o delinin biridir derse yine dinden çıkıp kâfir olmuş olur ve hakkında murted hükmü uygulanır. [36]

b) Şâfiîlere göre, kim İslâm'dan niyetle veya sözüyle veya fiiliyle koparsa murted olur. İsterse söz ve fiilini istihza, mad veya itikad cihe-tiyle, yapmış ve söylemiş olsun fark etmez. O halde bir peygamberi tebzîb eden veya onu küçümseyip hafife alan kimse kâfir olur ve hakkında murted hükmü uygulanır. [37] Tabii Peygamber (s.a.v.) Efendimize sövüp sayan, onun aleyhine ağır söz söyleyen kimsenin du­rumu da böyle...

c) Hanbelîlere göre, Allah'a ister şaka yollu isterse ciddi olarak söven kimse kâfir olur. Allah'ın âyetlerini veya peygamberlerini küçümseyip hafife alan kimse de böyle...

' Gayr-i müslim iken Peygamber'e (s.a.v.) sövüp saydıktan sonra İslâm girerse hakkında bir ceza uygulanmaz. Müslüman olduğu halde söverse, bir rivayete göre tevbesi kabul olunmaz ve katledilir. [38]

 

Tahliller ve Rivayetler  

 

1103 no'lu Şa'bi hadîsi hakkında Ebû Dâvud bir görüş beyan etme­miştir. Bu daha çok hadîsin sahîh olduğunu gösterir. Nitekim yapılan tesbitlere göre isnadındaki ricalin hepsi sahihtir.

Hadîs, bir gayr-i müslim vatandaşın Hz. Peygamber'e sövmesi ha­linde katledileceğine dalâlet etmektedir.

1104 no'lu İbn Abbas hadîsini Ebû Dâvud tahrîc etmiş ve bir görüş beyan etmiştir. Hafız Bülûğu'l-Meram'da hadîsin râvîlerinin hepsinin sika olduğunu belirtmiştir. [39]

Hadîs, peygambere dil uzatıp söven kimsenin Öldürüleceğine ve kanının heder olduğuna delâlet etmektedir. Söven kişi müslüman ise ; murted olur ve oyüzden öldürülür. İbn Battal'a göre, teybe etmesi talep edilmez. Evzâî ve Leys'e göre, tevbe etmesi talep edilir, Tevbe edip 'pişmanlık izhar ettiği takdirde öldürülmez. Söven kişi kendisine ahd'u eman verilmiş bir gayr-i müslim ise öldürülür. Ancak sövdükten sonra İslâm'a girerse, artık öldürülmez. İbn Münzir'in naklettiğine göre, Leys, Evzâî, imam Şafiî, îmam Ahmed ve îshak'a göre söven müslüman ise tevbe etmesi teklif edilmez ve öldürülür. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, ken­disine ahd-u emân verilen gayr-i müslim hakkında ta'zîr cezası uygu­lanır, öldürülmez. Nitekim Tahâvî, Peygambere dil uzatıp "es-Samu; âleyke" (yani dert, illet, hastalık ve kötülük sana olsun) diyen kimseyi öldürmediğini delîl göstermektedir. [40]

İbn Münzir, Peygamber (s.a.v.) Efendimize dil uzatıp O'na sövüp sayanın öldürülmesinin vacip olduğunda ittifak edildiğine dikkat çekmiştir. Şâfîî imamlarından Ebû Bekir el-Fârisî Kitabu'l-îcma'da şöyle demiştir: "Peygambere (s.a.v.) dil uzatıp söven sarîh kazfte bulun­muş olur. Bu da âlimlerin ittifakıyla küfürdür. Kişi bundan dolayı tevbe etse bile öldürülmekten kurtulamaz. Yani tevbe katli iskat etmez. Çünkü kazf tevbeyle sakıt olmaz. Kaffal'e göre sövmek sebebiyle kâfir olur, ama İslâm ile kati sakıt sayılır. Hattabî ise "Müslüman olduğu taktirde Öldürülmesi hakkında bir muhalifin bulunduğunu bilmiyorum" demiştir.

Kendilerine ahd-u emân verilen gayr-i müslim bir kimse Peygam­ber'e (s.a.v.) sövdüğü takdirde îmam Mâlik'e göre öldürülür. Ancak İslâm'a girerse öldürülmez. Söven kişi müslim ise, tevbe etmesi talep edilmeksizin öldürülür.

Evzaî ve Mâlik'ten yapılan bir rivayete göre, Peygamber'e söven müslüman murted olur ve öldürülmeden Önce tevbe edip pişmanlık duy­ması istenir.                                                        

1105 no'lu Enes hadîsi sahîh kabul edilmiştir. O bakımdan is­tidlale salihtir. Hadîs, Peygamber'e (s.a.v.) "es-Samu aleyke" demek suretiyle dert, belâ, kötülük isteyen yahudinin öldürülmediğine delâlet etmektedir. Böylece gayr-i müslimin Peygambere sövmesi sebeHyle ta'zîr cezası uygulanır sonucu ortaya çıkmış bulunuyor; [41]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Peygamber (ş.a.v.) Efendimize dil uzatıp söven kimse murted olur ve hakkında ridclet hükmü uygulanır.

2-Bu sebeple murted olan kimseye önce tevbe edip ciddi pişmanlık izhar etmesi teklîf edilir. Tevbe ettiği taktirde kati sakıt olur. Bu Ha-nefîlerih görüşüdür.

Bunun gibi Peygamberin (s.a.v.) sünnetlerinden bir sunıvsti beğenmeyen, hafife alıp küçümseyen kimse de küfre girer.

3-Peygamber'e (s.a.v.) sövmesi için ölümle tehdit edilen kimse is-temiyerek söverse küfre girmez.                                          

4-  Peygamberi küçümseyen, yalanlayan, onu hafife alan kimse kâfir olur ve hakkında murted hükmü uygulanır.  

5-  Peygamber'e sövüp sayan kimse de kâfir olur;.ve hakkında murted hükmü uygulanır. Bu da Şâfnlere göredir.

6- Peygamber'e (s.a.v.) ister ciddi, ister şaka, isterse öyle inanıp kabul ettiği için söver, dil uzatırsa küfre girer ve murted olur.

7- Şâfiîlerin çoğuna göre, peygamber'e dil uzatıp söven kimse kazf­te bulunmuş sayılır ve tevbe bile etse tevbesi kabul olunmaz katledilir. Çünkü kazf tevbeyle sakıt olmaz.

8- Kendisine ahd-u emân verilen kimse söverse, Ebû Hanîfe'ye göre hakkında ta'zîr cezası uygulanır. İmam Mâlik'e göre öldürülür. Ancak İslâm girerse kati sakıt olur.

9- İmam Mâlik'e göre, Peygamber'e   (s.a.v.)   söven   kişi müslümansa, öldürülmeden önce tevbe edip pişmanlık duyması istenir. Tevbe ettiği taktirde öldürülmez...

10- İslâm hâkimi, Peygamber'e (s.a.v.) söven kimse hakkında ilim adamlarıyla müctehidlerin farklı görüş ve ictihadlarından birini tercîh edebilir. Günün ve ortamın şartlarına göre, bunlardan biriyle amel et­mesinde bir sakınca yoktur. Zira ictihad içtihadı nakzetmez.

Nitekim Şa'bî ve İbn Abbas hadîsleri bu yüzden öldürülen kimsel­erin kanlarının heder olduğuna açık biçimde delâlet etmektedir. Enes hadîsi ise, bir yahudinin "es-Samu aleyke" demesine karşılık Resûlüllah'm (s.a.v.) ona "ve aleyke" dediğine ve ümmetine de aynı şeyi tavsiyede bulunduğuna delâlet ettiğine bakılınca öldürmenin vacip değil müstehab olduğu anlaşılıyor, O bakımdan ilim adamlarının farklı yorum ve görüşleri söz konusudur.[42]



[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[2] Tirmizî/hudûd:27. Dârekutnî-Neylü'l-Evtar: 7/199

[3] Ebû Dâvud/İmaret:31.Ahmed: 1/190, 191.

[4] Taberânî/ukûl: 14. Mâlik/Suvatta: 3/78. (Tenvîrü'i-Havalik

[5] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[6] Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhül-Kebîr: 10/114

[7] Şemsüddin İbn Kudame/eş-Şerhü'l-Kebîr: 10/114.

[8] İbn Kudame/el-Muğni: 10/115.

[9] İbn Kudame/el-Muğni: 10/115.

[10] Şemsüddin İbn Kudame/Gş-Şerhü'l-Kebîr: 10/118.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[11] Bilgi.için bkz: Neylü'l-Evtar: 7/200. el-Muğni: 10/115.

[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[13] Bu konuda geniş bigi için bkz: Celâl YİLDİRİM/Asrın Kur'ân Tefsiri: 1/267, ■272, 268, 273, 4/2186, 7/3816, 8/4369, 13/7089.

[14] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[15] Buharî/tıb: 47. Nesâî/tahrîm: 20. Ahmed: 4/367, 6/57, 63, 96.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[16] Bu konuda aen\s bilai için bkz: Neylü'l-Evtar: 7/202, 203

[17] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[18] Müslim, Müsned-i Ahmed: 3/14, 83, 4/399

[19] Ebû Dâvud/tıb:21. Müslim. Ahmed. Neyiü'l-Evtar: 7/204.

[20] Müslim/selâm: 125. Ahmed: 2/429, 4/68, 5/380.

[21] Buharî/tıb:46,tevhîd:57. Müslim/selâm: 122, 124. Ahmed: 1/218,6/87

[22] Buharî/menakıb-ı ensar: 26.      

[23] Ebû Dâvud/tıb: 22, 51. İbn Mâce/edeb: 28. Ahmed: 1/227, 311.

[24] Müsiim/mesacid: 33, selâm: 121. Ebû Dâvud/salât: 168, tıb: 23. Nesâî/sehv: 20. Ahmed: 2/394, 5/447

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[25] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[26] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 7/204.

[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[28] Nisa Sûresi: 80.

[29] AMİmrân Sûresi: 31.

[30] Al-i İmrân Sûresi: 32.

[31] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[32] Ebu Dâvud/hudüd: 2.     

[33] Ebu Dâvud/hudud:2, 3, Nesâî/tahrîm: 16.

[34] Buharî/istİ'zan: 22, murtaddîn: 4. Müslim/selâm: 9, 87. Taberânî/selâm: 3. Dâremî/isti'zan: 7. Ahmed 2/9.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[35] Bilgi için bkz: Mecmeu'l-Enhür: 1/630

[36] Bilgi için bkz: Mecmeu'l-Enhür: 1/631.

[37] el-Ğamrâvî/es-Siracü'l-Vehhac: 1/519. Mısır: 1933.

[38] Bilgi için bkz: İbn Kudame/el-Muğnî: 10/230,231.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[39] Fethu'l-Allâm !i Şerhi Bülûgi'l-Merâm: 2/220. Medine

[40] Sıddık Hasan Han/Fethü'l-Âllâm li Şerhi Bülûgi'l-Merâm: 2/220. Medine

[41] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/

[42] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 5/