18- YİYECEK MADDELERİ VE ETİ YENİLEN, YENİLMEYEN HAYVANLAR.. 4

Yiyecek Maddeleri veEti Yenilen, Yenilmeyen Hayvanlar 4

İlgili Ayetler 4

İlgili Hadisler 4

Müctehid İmamların İstidlal ve İhticacları 5

Tahliller ve Rivayetler 6

Çıkarılan Hükümler 8

Evcil Hayvanlardan Eti Mubah Olanlar 8

Konuyla İlgili Hadisler 8

Tahliller ve Rivayetler 9

Tahliller 10

Çıkarılan Hükümler 11

Yırtıcı-Parçalayacı Yan Dişleri Olan Yabani Hayvanlar ve Yırtıcı-Öldürücü Tırnak ve Gagası Olan Kuşlar 11

Konuyla İlgili Hadisler 11

Müctehidlerin Tesbit, İstidlal ve İhticacları 12

Tahliller ve Rivayetler 12

Çıkarılan Hükümler 12

Kedi ve Köpek Eti 12

Konuyla İlgili Hadisler 12

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 13

Tahliller ve Rivayetler 13

Çıkarılan Hükümler 13

Keler-Kertenkele. 14

Konuyla İlgili Hadisler 14

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 14

Tahliller ve Rivayetler 15

Çıkarılan Hükümler 16

Sırtlan ve Tavşan Eti 16

Konuyla İlgili Hadisler 16

Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri 17

Çıkarılan Hükümler 17

İnsan ve Hayvan Dışkısı (Kazubat) Yiyen Hayvanlar 17

Konuyla İlgili Hadisler 18

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 18

Tahliller ve Rivayetler 19

Çıkarılan Hükümler 19

Öldürülmesi Emredilen ve Yine Öldürülmesi Menedilen Hayvanlar 19

Konuyla İlgili Hadisler 20

Tahliller ve Rivayetler 20

Çıkarılan Hükümler 22

Av ve Avcılık. 23

Konuyla İlgili Hadisler 23

Tahliller ve Rivayetler 24

Çıkarılan Hükümler 24

Eğitilmiş Köpek, Şahin ve Atmaca İle Avlanmak. 25

Konuyla İlgili Hadisler 25

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 26

Tahliller ve Rivayetler 28

Çıkarılan Hükümler 29

Eti Yenilir Hayvanı Kesmede Vacib ve Müstehab Olan Hususlar 31

Konuyla İlgili Hadisler 31

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 32

Hayvanları Kesme Şekli ve Keyfiyeti : 33

Hayvan Kesme Konusunda Hanefîlerle Şafîilerin İstidlal, İctihad ve İhticacları Açısından Bazı Farklar Vardır: 34

Tahliller ve Rivayetler 34

Çıkarılan Hükümler 36

Ceninin Kesilmesi Anasının Kesilmesiyle Gerçekleşir 37

Konuyla İlgili Hadisler 37

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 37

Tahliller ve Rivayetler 38

Çıkarılan Hükümler 39

Tahliller ve Rivayetler 39

Çıkarılan Hükümler 39

Balık, Çekirge ve Denizde Yaşayan Diğer Canlılar 39

Konuyla İlgili Hadisler 40

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüşleri 40

Tahliller ve Rivayetler 40

Çıkarılan Hükümler 41

Muztar Durumda Olan Kimsenin Ölmüş Hayvan Eti Yemesi 42

Konuyla İlgili Hadisler 42

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüşleri 42

Tahliller ve Rivayetler 43

Çıkarılan Hükümler 44

Başkasına Ait Yiyecek Maddesini İzinsiz Yememek. 44

Konuyla İlgili Hadisler 44

İlim Adamlarının Görüşleri 45

Tahliller ve Rivayetler 45

Çıkarılan Hükümler 46

Yolcu İçin Başkasının Bahçesinden Meyva Koparıp Yeme Ruhsatı Var mıdır?. 46

Konuyla İlgili Hadisler 46

Müctehidlerin Işığında Tesbit ve İstidlaller 47

Tahliller ve Rivayetler 47

Çıkarılan Hükümler 48

İslamda Ziyafet ve İlgili Tavsiyeler 48

Konuyla İlgili Hadisler 48

İlim Adamlarının Yorumları 49

Tahliller ve Rivayetler 49

Çıkarılan Hükümler 49

İçine Necaset Düşen Yağlar 50

Konuyla İlgili Hadisler 50

Müctehidlerin Görüş Tesbit ve İstidlalleri 50

Tahliller ve Rivayetler 51

Çıkarılan Hükümler 51

Yemek Yeme ve Sofra Adabı 52

Konuyla İlgili Hadisler 52

İlim Adamlarının İstidlal ve Görüşleri 52

Tahliller ve Rivayetler 53

El Parmaklarını Kullanarak Yemek Yemek. 54

Konuyla İlgili Hadisler 55

Hadislerin Işığnda İlim Adamlarının Tesbit ve Görüşleri 56

Tahliller ve Rivayetler 56

Çıkarılan Hükümler 58

Yemekten Sonra Hamd Etmek. 58

Konuyla İlgili Hadisler 59

İlim Adamlarının İstidlal ve Görüşleri 59

Tahliller ve Rivayetler 59

Çıkarılan Hükümler 60

Alkollu İçkiler Haram Kılınıp Yasaklanmıştır 60

Konuyla İlgili Hadisler 61

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları 62

Tahliller ve Rivayetler 63

Çıkarılan Hükümler 64

Müctehidlerin İştidlal ve İhticacları 64

Tahliller ve Rivayetler 65

Çıkarıkan Hükümler 66

Adlandırılmayan Nezrin Keffareti 66

İlgili Hadisler 67

Müctehidlerin İstidlal, İhticac ve Görüşleri 67

Tahliller ve Rivayetler 68

Çıkarılan Hükümler 69

Müşrik İken Nezredip Sonra İslam’a Giren Kimsenin Durumu. 70

Konuyla İlgili Hadisler 70

Müctehidlerin İstidlal, İhticac ve Görüşleri 70

Tahliller ve Rivayetler 71

Çıkarılan Hükümler 71

Malın Tamamını Sadaka Olarak Adamak. 72

İlgili Hadisler 72

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri 73

Tahliller ve Rivayetler 73

Çıkarılan Hükümler 74

Adak, Yemin ve Benzeri Şeylerden Doleyı Keffaret Olarak Mü’min Bir Köle Azad Etmek. 74

İlgili Hadisler 74

Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri 75

Tahliller ve Rivayetler 76

Çıkarılan Hükümler 76

Mescid-i Aksa’da Namaz Kılmayı Adayan Kimse. 76

İlgili Hadisler 77

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri 77

Tahliller ve Rivayetler 78

Çıkarılan Hükümler 78

Ölen Kimse Üzerinde Kalan Bütün Nezrleri Ödemek. 79

İlgili Hadisler 79

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri 79

Tahliller ve Rivayetler 80

Çıkarılan Hükümler 80


18- YİYECEK MADDELERİ VE ETİ YENİLEN, YENİLMEYEN HAYVANLAR

 

Yiyecek Maddeleri veEti Yenilen, Yenilmeyen Hayvanlar

 

Allah'ın kitabında, Peygamberin sünnetinde neler helâl kıhnmışsa onlar kıyamete kadar helâldir. Neler de haram kıhnmışsa onlar da kıyamete kadar haramdır. Helâl ve haram kılındığına dair bir nass, kesin bir hüküm bulunmayan şeylere gelince, "eşyada asıl olan ibahadır" kaidesi söz konusu olur.

Bundan çıkarılacak netice şöyledir:

Bir yiyecek veya içecek veyahut başka bir nesne hakkında kesin bir tahrim hükmü yoksa, onda asıl olan mubahlıktır. Zira şer'i bir hüküm inmeden fiiller için bir hüküm söz konusu olamaz.

Hanefîlerden İmam Kerhî de bu usûle dayanarak eşyada asıl olan ibahadır demiştir. Hadîs âlimlerinden bir kısmına göre ise, eşyada asıl olan hazr (hazer) dir, yani sakınma ye çekinmedir.

Hanefîlerin bir kısmına göre, eşyada asıl olan tevvekkufdur. Yani o hususta da bir hüküm vardır ve onu araştırıp buluncaya kaçlar beklemek söz konusudur. Hidaye sahibi ise, "eşyada asıl olan ibahadır" kaidesini savunup hakkında şer'î hüküm bulunmayan bir şey muhab sayılır demiştir. [1]

Yiyecek ve içilecek maddeler arasında şüphesiz ki karada ve denizde yaşayan hayvanlar önemli bir yer tutmaktadır. O bakımdan mezhep imamları bu konuya yeterince ağırlık verip kitap ve sünnette yer alan hükümleri, beyânları, emir ve tavsiyeleri biraraya getirmek suretiyle sağlıklı bir sonuç çıkarmaya çalışmışlardır. Ancak gerek âyetteki mutlak ifadeler, gerekse hadîslerde yer alan farklı rivayetler bu konuda farklı ictihadlann ortaya çıkmasına sebep teşkil etmiştir. [2]

 

İlgili Ayetler

 

"Ey imân edenler! Akidleri yerine getirin. İhramh iken -avlanmayı helâl saymaksızın- size davarların eti helâl kılınmıştır." [3]

"Deniz avı ve onu yemek size de, gelen misafir kafilelere de helâl kılındı. Ve ihramh bulunduğunuz sürece kara avı size haram kılınmıştır..." [4]

îki âyette de mutlak bir anlatıma yer verilmiş, kara ve deniz hayvanlarından hangilerinin helâl, hangilerinin haram olduğuna dair bir ayrım yapılmamıştır. O bakımdan bu iki âyetin asıl delâlet ettiği mana ve hükmü anlayabilmek için ilgili sahih hadîsleri tesbit etmemiz gerekmektedir. [5]

 

İlgili Hadisler

 

Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.) den yapılan rivayette, Resûlüllah'm (a.s.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Şüphesiz müslümanların müslü-manlar hakkında cürüm bakımından en büyüğü, kendisine insanlara haram kılınmamış olan bir şeyden sorulduğunda sırf sorulduğu için o şeyin haram kılınmasıdır." [6]

Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Peygamberimizin (a.sj şöyle buyurduğu bildirilmektedir: "Ben sizi (emir ve nehiy hususlarında kendi halinize) bıraktığım sürece siz de (benden o hususlarda birşey sormayıp) beni bırakın. Çünkü gerçekten sizden öncekiler çok soru sormaları ve peygamberlerine karşı ihtilafa düştükleri sebebiyle helak olmuşlardır. O bakımdan ben sizi bir şeyden men'ettiğim zaman o şeyden kaçının ve size bir emir verdiğim zaman gücünüz yettiği nisbette onu yerine getirin." [7]

Selmân el-Fârisî (r,a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den tereyağından, peynirden ve yabani eşekten soruldu. Efendimiz şu cevabı verdi: 'Helâl, Allah'ın kendi kitabında helâl kıldığı şeylerdir. Haram da O'nun kendi kitabında haram kıldığı şeylerdir. Allah'ın (kendi kitabında) susup da söz etmediği şeyler ise, O'nun size bağışladığıdır." [8]

Ali b. Ebî Tâlib (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: 'Yol bulmaya güç getirebilen Beyt'i (Kabe'yi) kasdedip haccetmesi Allah'ın insanlar üzerine (koyduğu) bir hak ve vecîbedir. Kim bu hakkı inkâr ederse" mealindeki Al-i İmrân sûresi 97 âyet inince ashab-ı kiram: 'Ta Resûlallah! Her sene mi?" diye sordular. Peygamber (a.s.) onlara: "Hayır, her sene değil" buyurdu ve şöyle ilâve etti; "Eğer evet deseydim, o size her yıl vacip (farz) olurdu."

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyeti indirdi: "Ey imân edenler! Size açıklanınca sizi kötümser yapacak (veya üzecek) şeylerden sormayın. Ama Kur'ân (âyetleri) indirildiğinde sorarsanız size açıklanır. Allah, (daha önce bu kuralı bilmeden) sorduklarınız (dan dolayı sizi) atfetmiştir." [9]

 

Müctehid İmamların İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre, hayvanlar genel olarak, biri karada, biri de denizde yaşayanlar olmak üzere iki kısma ayrılır. Denizde yaşayan hayvanlardan sadece balık bütün türleriyle helâldir. Geriye kalanları haramdır. Balıktan da ölüp suyun üzerinde sırtüstü duranlar yenilmez.

b) Fakîhlerden bir kısmı ile İbni Ebî Leylâ'ya göre, balıktan başka kurbağa, yengeç, su yılanı, su köpeği ve domuzu ve benzeri hayvanlar da şer'î şekilde kesildikleri taktirde helâl olup yenilir. Leys b. Sa'd de aynı görüştedir. Ancak bu zata göre deniz aslanı ve domuzu helâl değildir. [10]

imam Şafiî ise, sözü edilenler şer'î şekilde kesilmeksizin yenilir demiştir. Bununla beraber Şâfîîlerin görüşünü kendi bölümünde açıklayacağımızdan burada bu kısa bilgiyle yetiniyoruz.

Denizde yaşayan hayvanların hepsinin helâl olduğunu söyleyenlerin delili şu âyet ile ilgili şu hadîstir: "Deniz avı size helâl kılınmıştır." Cenâb-ı Hak, bu âyetle umum ifade eder anlamda bir hüküm vaz'etmiştir. Denizdeki hayvanların hepsinin avlanması size helâl kılınmıştır. Herhangi bir istisna yapılmamış, bağlayıcı bir kayıt da konulmamıştır. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ise, kendisinden denizde yaşayan hayvanlardan sorulduğunda şu ceyabı vermiştir: "Onun suyu temiz ve temizleyicidir, ölüsü de helâldir." [11]

Böylece Resûlüllah (a.s.) Efendimiz denizde ölen hayvandan söz ederken umum ifade eder şekilde bir anlatıma yer vermiş ve bundan dolayı denizde yaşayanların hepsinin helâl olduğu istinbad ve istidlal edilmiştir.

Denizde ve diğer sularda yaşayan hayvanlardan sadece balığın helâl olduğunu, onun.dışında kalan hayvanların haram olduğunu iddia eden Hanefîler ise şu iki ayetle istidlal etmişlerdir: "Ölmüş (hayvan), kan, domuz eti size haram kılınmıştır." Ayette ölü hayvandan söz edilirken kara ve deniz diye bir ayrım yapılmamıştır. Böylece ister karada, ister denizde ölmüş bir hayvan haramdır yenilmez hükmü ortaya çıkmış bulunuyor.

Diğer bir âyette de: 'İyi ve temiz şeyleri onlara helâl kılar; kötü ve murdar şeyleri onlara haram kılar..." A'raf sûresi 157. âyetin meali olan bu cümleler üzerinde duran Hanefî müctehid ve fakîhleri kurbağa, yengeç, deniz yılanı ye benzeri canlıları habaisden sayıp haram olduklarına hükmetmişlerdir. Aynı zamanda âyetteki "habâis" tabiriyle hem deniz, hem de karadaki haşere ve murdar hayvanlar kasdedilmiş bulunuyor. [12]

Anlaşıldığı üzere deniz ve kara hayvanları hakkinda müctehidlerin farklı ictihadlarma sebep olan esneklik ve genel anlatım üzerinde hayli durulmuş ve karşılıklı deliller getirilmek suretiyle her müctehid kendi istinbat ve görüşünün isabetli olduğunu iddia etmiştir.

Karada Yaşayan Hayvanlara Gelince:

a) Hanefîlere göre, bunlar üç grupta toplanır:

1- Kanı olmayanlar,

2- Akıcı kanı olmayanlar,

3- Akıcı kanı olanlar...

Kanı olmayan çekirge, sinek, örümcek, akrep ve benzeri hayvanlar habâisten sayılır ve o bakımdan yenilmesi haramdır. Ancak çekirge sahih hadîsle istisna edilerek onun helâl olduğu belirtilmiştir: "Bize iki ölü helâl kılınmıştır: Balık ve çekirge." [13]

Kanı olup da akıcı olmayan yılan, keler ve diğer haşerat da haramdır. Akıcı kanı olanlar iki kısma ayrılırlar: Evcil olanlar, evcil almayanlar. Evcil olanlar deve, sığır, koyun, keçi bil-icma' helâldir. Katır ve eşek helâl değildir. Nitekim Hayber fethinde Resûlüllah'ın (a.s.) evcil eşek ile muvakkat nikâhı haram kıldığı sahîh rivayetlerle sabit olmuştur. At etine gelince, İmam Ebû Hanîfe'ye göre mekruhtur, îmameyne göre ise mekruh değildir, imam Şafiî'ye göre de mekruh değildir. Nitekim sahih rivayete göre, Enes (r.a.) şöyle demiştir: "Resûlülllah (a.s.) Efendimiz zamanında at eti yedik."

Yenilmesi Mekruh Olan Hayvanlar:

Başı boş bırakılıp mahalle, sokak ve mezbelelikte gezip dolaşarak insan ve benzeri canlıların dışkısını yiyen deve, koyun, keçi, sığır, tavuk, kaz ve Ördek bu cümledendir. Bunların ekseri gıdaları pislik olduğu ve kokmaya başladıkları taktirde hüküm böyledir. Az miktarda necis yerlerse, fakîhlerin çoğuna göre kerahet söz konusu olmaz. Ancak sözü edilen hayvanlar, insan ve diğer canlıların dışkılarını yer ve bunu alışkanlık haline getirirlerse, o taktirde üç veya yedi gün dışarı salıverilmez ve temiz ot ve benzeri şeyle beslenirse, o taktirde kerahet" kalkar. [14]

b) Şâfîîlere göre, denizde yaşayan hayvanlardan balık ölü dahi bulunsa helâldir. Sahih kavle göre, balıktan başka hayvanlar da Öyle. Ölü dahi bulunsa, yenilmeleri helaldir. Şâfiîİerden bazı zayıf görüşlü olanlara göre, benzeri olan kara hayvanı yeniliyorsa, o da yenilir, yenilmiyorsa o da yenilmez. Mesela deniz köpeği ve deniz eşeği bu cümledendir. Ancak bu görüşe pek itibar edilmemiştir.

Hem karada, hem de denizde yaşayan kurbağa, yılan ve yengeç haramdır.

Karada yaşayan hayvanlardan ise, deve, sığır, koyun, keçi, at, yabani sığır, yabani eşek, geyik, sırtlan, keler, tavşan, tilki, Arap tavşanı (yaban faresi), samur helâldir yenilir. Katır, evcil eşek ve yırtıp parçalayıcı dişleri veya bu anlamda pençesi olan hayvanlar haramdır yenilmez. Meselâ aslan, kaplan, kurt, ayı, fil, maymun, doğan, şahin, kedi ve köpek bu cümledendir.

Aynı zamanda öldürülmesi mendub olan karga, fare ve her zararlı hayvanın da eti yenilmez haramdır.

Kaz, Ördek, güvercin, tavuk, devekuşu, turna ve benzeri hayvanların eti helâldir. Aynı zamanda serçe ve benzeri kuşlar da helâldir. Kırlangıç, karınca, arı sinek ve diğer haşerat helâl değildir.

c) Hanbelîlere göre, hayvanlardan haram olanlar, Kur'an'da nassan açıklananlarıdır. Hicaz ehli neyi "tayyib" olarak belirleyip anmışlarsa o helaldir. Neyi de "habîs" olarak belirleyip anmışlarsa, o da haramdır. Zira Cenâb-ı Hak Kur'an'da Peygamber (S.A.) m Araplara tayyibatı helâl, habâisi haram kıldığını açıklamıştır. [15]

Yine Kur'an'da Peygamber'e (a.s.) hitapla şöyle buyurulmaktadır: "Senden nelerin kendileri için helâl kılındığını soruyorlar. De ki: Tayyibat size helâl kılınmıştır." [16]

Tayyibat, temiz pak olup zararlı olmayan, ruh ve beden afiyetini bozmayan şeyler demektir.

Habîs şeylere gelince, onlardan önemli bir kısmı şunlardır: Haşeratm hemen hepsi haramdır. Meselâ parazitler, Gübre yuvarlayan kara böcak, fare, keler, büyük keler, bukalemun, akrep, yılan, çiyan...

Kipri de haramdır. Ebû Hüreyre (r.a.) da aynı görüştedir, tmam Mâlik ile tmam Ebû Hanîfe bunu mekruh görmüşlerdir, tmam Şâfîî, Leys ve Ebû Sevr ise ruhsat vermişlerdir. [17]

Evcil eşek sahih hadîsle haram kılınmıştır. O bakımdan ilim adamlarının çoğu evcil eşeğin tahrimine kail olmuşlardır, tbn Abdilber diyor ki, "Bunun haram olduğu hakkında bugün ilim adamları arasında hilaf yoktur." İbn Abbas, tkrime ve Ebû Vâil evcil eşek etini yemekte bir sakınca görmemişlerdir. Onlar bu hususta şu âyetle istidlal etmişlerdir: "De ki: Bana vahyolunanda ölü, akıtılmış kan, domuz eti -ki o murdardır- ilâhi sınırı aşıp günah işleyerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan gayrisinin yiyecek olarak bir kimseye haram kılmdığıyla ilgili (bir emir, bir belge) bulamıyorum. (Bunlardan da) kim yemeğe muztar kalırsa, (diğer darda kalana ve başkasının hakkına tecavüz etmemek, (zaruret miktarını) aşmamak üzere yiyebilir." [18]

îbni Abbas bu âyeti okuyup belirtilenlerin dışında kalanlar helâldir demiştir. Hz. Aişe'nin de buna yakın bir görüş ve yorumu olmuştur. Oysa Reshulüllah (a.s.) Hayber'in fethinde evcil eşeği ve bir de mut'a nikahım haram kılmış, at etine ruhsat vermiştir.

Bunun gibi katır eti de haramdır. Evcil eşeğin sütü de haramdır. Ancak Atâ1, Tavus ve Zühri buna ruhsat vermişlerdir. [19]

Yırtıcı, parçalayıcı dişleri olan her canavar, yırtıcı parçalayıcı tırnak ve gagası olan her kuş haramdır, eti yenilmez. Ancak sırtlan bir istisna teşkil eder. îmam Mâlik, imam Şafiî, Ebû Sevr ve hadîs ehli de bu görüştedirler, imam Ahmed'e göre sırtlan haramdır, eti yenilmez. Maymun da haramdır. Ashabın önemli bir kısmından da onun haram olduğuna dair rivayet yapılmıştır.

Tilki hakkındaki rivayetler birbirine uymamaktadır, imam Ahmed'den yapılan rivayetlerin çoğunda tahrîmi söz konusudur. Ebû Hüreyre, îmam Mâlik ve imam Ebû Hanîfe'nin de içtihadı böyledir. Zira tilki et yiyen yırtıcılar grubuna girmektedir. Bunların aksine Atâ, Tavus, Katade, Leys, Süfyan b. Uyeyne ve Şafiî'ye-göre mubahtır eti yenilebilir. Evcil kedi hakkında Şafiî tahrimine kail olmuştur, imam Mâlik ile imam Ebû Hanîfe de aynı görüştedirler.

Resulüllah'm (a.s.) kedi eti yemeği men'ettiği rivayet edilmiş ve ilim adamlarının çoğu bu rivayetle istidlal etmiştir.

Fil eti de bu mezhebe göre haramdır, imam Ahmed "o müslümanlarm yiyeceklerinden değildir" demiştir. îmam Ebû Hanîfe ile îmam Şafiî onu mekruh kapsamına almışlardır. îmam Şa'bî fil etine ruhsat vermiştir.

Ayı eti hakkında da az farklı görüş ve ictihadlar bulunuyor, imam Ahmed'e göre yırtıp parçalayıcı dişleri yoksa yenilebilir. Varsa yenilmez. Hanefilere göre ayı da yırtıcı canavarlar grubuna girer ve eti haramdır.

At eti mubahtır yenilir. Ibn Sirîn de aynı görüştedir. îmam Şafiî, Ebû Sevr ve Saîd b. Cübeyrin de kavli bu anlamdadır. Ebû Hanîfe ile îmam Mâlik'e göre at eti mekruhtur. Evzaî de aynı görüştedir. Katır eti haram kapsamanı alınmıştır. [20]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

413 no'lu Sa'd b. Ebi Vakkas hadisi sahih olup istidlale salihtir. Hadis daha çok Resûlüllah'ın (a.s.) peygamberlik dönemiyle ilgilidir. Resûlüllah (a.s.) bilindiği üzere kendiliğinden dinî bir hüküm vaz'etmezdi. O'nun dinî konularda ortaya koyduğu her hüküm mutlaka ilâhi vahye dayanırdı. înen Kur'an âyetleri ekseriya mücmel, az kapalı, esnek ve tefsire müsait bir anlatımda olurdu. O bakımdan âyetlerin açıklanması Resûlüllah'a (a.s.) bırakılırdı. Resûlüllah (a.s.) da kendiliğinden tefsir etmez, Melek Cebrail'in verdiği talimat çerçevesinde bir açıklamada bulunurdu.

Ashabın fazla soru sorması uygun görülmemiştir. Zira Resûlüllah'ın (a.s.) ağzından çıkan bir cevap bir hüküm ifade ederdi. Allah'ın muradı ise değişik bir hüküm olabilirdi. Bu bakımdan aşhab-ı kiram uyarılmış ve ancak Kur'an âyeti indiğinde anlayamadıkları bir husus olursa Hz. Peygamber'den (a.s.) sormaları tavsiye edilmiştir.

Hadis ayrıca dini konuları az-çok bilen kimselerin sorulan dini soruları cevaplarken çok iyi araştırmaları gerektiğine işaret etmektedir. Dini meseleler şahısların mantığına ve anlayışına göre cevaplandırılmaz ve çözülmez. Bunun için başta ashab-ı kiram olmak üzere bu alanda söz sahibi olan bütün ilim adamları ve müctehidler bir mesele hakkında kesin bir araştırma yapmadan bir hüküm ortaya koymamışlar ve bilmedikleri zaman "bilmiyorum" demekten çekinmemişlerdir,

414 no'lu Ebû Hüreyre hadisi de sahih olup istidlale salih görülmüştür. Sa'd hadisiyle birbirini kuvvetlendirmektedir.

Hadis daha çok Resulüllah'ın (a.s.) vakti gelince birtakım açıklamalar yaptığına, rasgele konuşmadığına, dini meselelerde aldığı talimat uyarınca hareket edip bilgi verdiğine delalet etmektedir. Ayrıca Peygamber (a.s.) dan çok soru sormanın birtakım sakıncaları üzerinde durulmakta ve inen ilâhi hükümlerin şartları, ortamı ve olayları hedef alıp öylece indiğine işaret edilmekte ve o bakımdan mü'minlerin bu konuda aceleci olmamaları tavsiye edilmektedir.

Diğer bir yönüyle de Peygamberimizin (a.s.) mübarek ağzından çıkan her kelime ve cümleyi çok dikkatle dinlemelerine, telaffuz edildiği şekliyle hafıza arşivine yerleştirmelerine ve başkalarına aktarırken bir ilave yapmamaya çok dikkat etmelerine işaret edilmektedir.

415  no'lu Selman hadisini Tirmizi Kitabul-Libas'da nakletmiş, Hâkim ise Müstedrek'te tahric etmiştir. îbn Mâce ise değişik bir isnadla hadisi sevkederken ravileri arasında Seyf b.  Harun el-Bercumi bulunuyor ki bu zat zayıftır ve rivayeti metruktür. [21] Yahya b. Main "Sayf kayde değer bir şey değildir", Nesâi ile Dârekutni "o zayıftır", Ibn Hibban onun mevzu hadis rivayet ettiğini söylemiştir. [22]

Hadis, Peygamberin (a.s.) kendiliğinden bir şeyi haram veya helâl kılma yetkisine sahip olmadığına, helâl ve haram hakkındaki genel hükümlerin Kur'an'da yer aldığına Ve Hz. Peygamber'in de ancak o genel hükümlerin ışığı altında Melek Cebrail'in talimatı doğrultusunda bazı şeylerin haram ve bazı şeylerin de helâl olduğupu açıklama göreviyle görevlendirildiğine delâlet etmektedir. Yoksa helâl ve haram şeyler sadece Kur'an'da yer alan hükümlerle sınırlandırılmış, onun dışında başka bir ilâve söz konusu olmayacağı belirtilmiş değildir. Zira bu hadisin asıl delâlet ettiği mana ve hükmü şu sahih hadis açıklamaktadır: "Allah, kendi peygamberinin diliyle neyi helâl kılmışsa o helâldir." [23]

Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bu inceliğe temasla şöyle buyurmuştur: "Haberiniz olsun ki bana kitap ve onunla beraber bir misli (açıklama ve hüküm) verilmiştir. Dikkat edin bana Kur'ân ve onunla beraber bir misli (bilgi ve hüküm) verilmiştir." [24]

Diğer yandan Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Muâz b. Cebel'i (r.a.) Yemen'e vali ve kadı olarak gönderirken ondan sordu: "Ya Muâz orada ne ile hükmedeceksin?" O da: "Allah'ın kitabıyla" diye cevap verdi. Efendimiz, aradığını Allah'ın kitabında bulamayacak olursan ne yaparsın?" diye sorunca, o da: "Peygamber'in sünnetiyle amel eder ona göre hüküm veririm." [25]

Bütün bu sahih rivayetlerden ortaya çıkan hüküm şudur: Dinin iki ana kaynağı bulunuyor. Allah'ın kitabı ve Peygamber'in (a.s.) sünneti. İkinci kaynak birinci kaynağı tefsir edip açıklamakta ve tamamlayıcı hükümler getirmektedir. O bakımdan bu iki kaynağı birbirinden ayırmamız, sadece Kur'ân ile amel etmemizin ve ondaki hükümlerle yetinmemizin kâfi olduğunu iddia etmemiz son derece yanlış olur ve çok sakıncalı sonuçlar doğurur.

O halde ortaya çıkan bir mesele, bir olay hakkında Kur'ân'da bir hüküm aranır. Varsa onunla amel edilir. Yoksa Sünnete baş vurulur. Kitap ve sünnette helâl ve haram olduğu belirtilmeyen bir şey mubah sayılır,

416 no'lu Alâ hadîsini Tirmizî has enlemiş tir. Hâkim de tahrîc etmiş bulunuyor. Ancak bu tahrîc munkati'dir. Hafız İbn Hacer'in de tesbiti bu yöndedir.

Ancak bu babda, hacc bahsinde geçtiği üzere İbn Abbas ve Ebû Hüreyre (r.a.) den iki hadîs daha rivayet edilmiştir. Ayrıca Buharî'nin "Bab-u mâ yukrehu min kesreti's-suâl" başlığı altında bu konuya özel bir bölüm ayırdığını görüyoruz.

Hafız Bezzar da aynı hadîsi tahrîc edip senedinin salih olduğunu belirtmiştir. Hâkim'in ise Ebû Derdâ (r.a.) den rivayet edip sahihlediği hadîste bu <*mana ve hükmü kuvvetlendirir anlamda şöyle buyurulmaktadır: "Allah neyi kendi kitabında helâl kılmışsa o helâldir. Neyi de haram kılmışsa o haramdır. Sükût ettiği şey ise avf kapsamına girer. Artık siz Allah'tan O'nun af kıldıklarını kabul edin. Çünkü gerçekten Allah bir şeyi unutacak değildir."

Dârekutnî'nin Ebû Salebe hadîsinden tahrîc ettiği ise, yukarıdaki hadîsle birbirini kuvvetlendirmektedir: "Şüphesiz ki Allah farzları taktir edip belirlemiştir. Artık sizler o farzları zayi' etmeyin. Hem Allah hududu da belirleyip koymuştur. Artık siz o hadleri aşmayın. Birçok şeyler hakkında ise size rahmet olsun diye susup unutmaksızın açıklamada bulunmamıştır. Artık siz de o şeyleri aşıp bahse konu etmeyin."

Müslim'in Enes'den tahrîc ettiği hadîsle şöyle denilmektedir: "Bizler, Resulü İlah (a.s.) Efendimiz'den bir şey sormaktan men'edildik." [26]

Buhart'de ise îbn Ömer'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz sorular sormayı hoş karşılamadı ve bunu ayıpladı." [27]

Bütün bu rivayetler dinî mesele ve konularda gerek ashabın, gerekse ümmetin ilim adamlarının çok dikkatli olmalarına, lüzumsuz ve anlamsız sorular sorulmamasma yönelik bulunuyor. Aynı zamanda dinî bütün meselelerin kitap ve sünnetin ışığı altında çözülmesine dikkatlerimizi çekiyor.

414 no'lu Ebû Hüreyre hadîsinde ise bir başka Önemli konu işleniyor. O da, dinî emirleri her kişi gücünün yettiği nisbette yerine getirir hükmüdür. Ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyen kimse oturarak namazını kılar. Abdest alma imkânına sahip olmayan kişi teyemmüm eder. Şüphesiz bu misalleri çoğaltmamız mümkündür... [28]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- insanlara haram kılınmamış bir şey hakkında ısrarla sormak, ince eleyip sık dokumak men1 edilmiştir.

2- Allah'ın ve Peygamberinin kitap ve sünnette haram kılmadığı bir şeyi haram kılmaya hiç kimse yetkili değildir.

3- Helâl, Allah'ın ve Peygamberinin helal kıldığı şeylerdir. Haram da Allah ve Peygamberinin haram kıldığı şeylerdir.

4- Ancak hayvanlardan bir hayvanın etinin yenilmesinin helâl veya haram olduğuna dair sarih bir beyân bulunmadığı taktirde, o hayvanın parçalayıcı, yırtıcı dişlerinin veya bu anlamda pençe ve gagasının olup olmadığına bakılır. Varsa, o gruba dahil edilerek eti haram kabul edilir. Yoksa, eti mubah olanlar arasına alınır. Bu durum da yine kitap ve sünnet dışına çıkılmamış olunur. Nitekim müctehid imamların da uyguladığı metod bu olmuştur.

5- Helâli haram kılan kimse islâm adına cürüm işlemiş olur ki bu büyük bir günah olarak vasıflandırılmıştır.

6- Bilerek  kasıtlı olarak helâli haram, haramı da helâl   kabul eden kimse dinden çıkıp murted olur.

7- Kitap ve sünnette açıklanmış, hükmü belirlenmemiş bir şey hakkında soru sormak, ısrarla soruyu tekrarlamak caiz değildir.

8- Sorulan suale kitap ve sünnetten cevap çıkarıp vermeye bilgisi ve gücü yetmeyen kişinin kendi hevesine veya mantığına göre cevap vermesi haramdır.

9- Peygamberimizin (a.s.) açıkladığı ve kesin belirttiği konularda ihtilâf edip farklı görüşler ve yorumlar ortaya koymak mesele ve konuyu çarpıtır ve sünnetin hilâfına bir sonuca götürmüş olur. Bu da ümmet için bir tehlike işareti sayılır.

10-Peygamber (a.s.) bizi neden men'etmişse, artık ondan kaçınmamız farz olur. Bize neyi emretmişse, onu gücümüzün yettiği nisbette yerine getirmemiz de farz ve vacib olur.

11-Helâl yalnız Kur'an'da helâl kılınanlar değildir. Kur'an'ın açıklaması ve gerekçesi anlamında olan hadis de helâl kılman şeyler helâl kabul edilir ve bu da Kur'an'ın bir emri sayılır.

12-Kitap ve sünnette haram olduğu açıklanmayan bir şeyin Avf kapsamına alındığım gösterir. O bakımdan Kuf'an ve Sünnet'teki ana ve külli kaidelerin kapsamına girmiyorsa kıyasa gerek kalmaz ve mubah sayılır. [29]

 

Evcil Hayvanlardan Eti Mubah Olanlar

 

Bu konuya az yukarıda kısmen yer vermiş-bulunuyoruz. Ancak önemine binaen onu müstakil bir başlık altında izah etmeyi uygun gördük.

Evcil hayvanlar denilince ilk anda şunlar hatırımıza veya gözümün önüne gelmektedir: deve, at, eşek, sığır, koyun, keçi, tavuk, ördek, kaz, güvercin, kedi ve bunun dışında evcilleştirilen köpek, maymun ve çeşitli kuşlar..                                  

Deve, sığır koyun, keçi, kaz ördek, hindi ve tavuk hakkında yukarıda gereken bilgiyi vermiş ve bunların etinin helâl olduğunu belirtmiştik. Bu hususta hiçbir ilim adamı farklı bir görüş ortaya koymamıştır. Hindi de evcil hayvanlar arasında bulunuyor ve eti helâl kabul edilmiştir.

At hakkındaki farklı ictihâd ve görüşleri yukarıya nakletmiş bulunuyoruz. Evcil eşek etinin Hayber'in fethinde haram kılındığı da ayrı bir tesbit olarak bulunuyor. [30]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Cabir (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Hayber gününde evcil eşek etini men'etti. At etine ise izin verdi." [31]

Diğer bir rivayette ise aynı hadis şu lafızlarla rivayet edilmiştir: lfResûlüllah (a.s.) Efendimiz bize at eti yedirdi ve bizi eşek eti yemekten men'etti." [32]

Başka bir rivayette ise şöyle denilmektedir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber sefere çıktık. Bizler bu seferde at eti yiyor ve atların sütünden içiyorduk." [33]

Esma binti Ebi Bekir (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: lfResûlüllah (a.s.) Efendimiz zamanında bir at kestik -ki biz o sırada Medine'de bulunuyorduk- ve onun etinden yedik." [34]

Ahmed b.  Hanbel'in rivayetinde  ise aynı  hadis şu  lafızla nakledilmiştir: "Resûlüllah (a.s.) zamanında bir at kestik, onun etinden biz ve Resûlüllah'ın (a.s.) ehl-i beyti yedik."

Ebu Musa (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'i tavuk etinden yerken gördüm." [35]

Bundan önceki kısımda müctehid imamların konuyla ilgili görüş ve istidlallerini belirttiğimizden burada tekrar etmek istemiyoruz. At eti kimine göre mubah, kimine göre mekruh, Hâlid b. Velid'den yapılan bir rivayette haram olduğu söz konusudur. Ancak Hâlid'den yapılan rivayetin isnadı pek sağlıklı değildir.

Evcil eşek hakkında ise İbn Abbas ve Aişe (r.a.) dışında kalan ilim adamlarının hepsi görüş birliğiyle haram olduğunu belirtmişlerdir. [36]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

436 no'lu Câbir hadisi sahih olup istidlale salihtir. Hayber savaşı hicrî altıncı yılda meydana gelmiştir. Buna göre, Hayber'in fethinden önce evcil eşeğin eti yeniliyordu. îslâmî ahkâm tedricen indiğine göre, bu husustaki tahrîm hükmü de ancak hicri altıncı yılda açıklanmıştır.

Böylece evcil eşek eti haram kılınmıştır ve bu hüküm kıyamete kadar bakidir. İbni Abbâs (r.a.) ile Aişe (r.a.)nın görüşleri ashab tarafından itibar görmemiş ve dayandıkları ayette sarih bir beyân bulunmamaktadır. Kaldı ki, tahrîm hakkında sahîh rivayetler bulunuyor.

Ancak şunu da söyleyebiliriz: Bu mesele hakkında İbn Abbas ve Aişe (r.a.) dan nakledilen rivayetin sıhhat derecesi kesinlik kazanmamıştır. O bakımdan hiçbir zaman istidlale salih görülmemiştir. Rivayette iki zayıf râvi bulunuyor. [37]

Hadîs ayrıca at etinin mubah olduğuna, Resûlüllah'ın (a.s.) buna izin verdiğine açık şekilde delâlet etmektedir. İmam Ebû Hanîfe, bu hayvanın savaşlarda çok işe yaradığını ve neslinin artmasının gerekli olduğunu dikkate alarak etini mekruh saymıştır, imam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed bu hususta Ebû Hanîfe'ye muhalefet ederek sahîh hadîsle istidlalde bulunmuşlar ve helâl olduğunu belirtmişlerdir.

Böylece at eti hakkında yapılan rivayetler tevatür derecesine ulaşmakta ve her türlü şüpheyi gidermektedir.

Eğer dinî hükümler sırf kıyas veya akim ölçüsüne dayandırılmış olsaydı, o zaman evcil eşekle at arasında bir fark gözetmemek gerekirdi. Ama gerçek hiç de öyle değildir. Sâri1 birini haram, diğerini helal kılmıştır. Bu konuda ciddi ilmî araştırmalar aradaki farkın hikmetini bir gün ortaya çıkarabilir ümidindeyiz.

Tahinilerden bir kısmı ashabdan yaptıkları rivayette, ashabın hemen hepsinin aynı görüşte olduklarını belirtmişlerdir.

Ayrıca Dârekutnî'nin İbn Abbas (r.a.) dan yaptığı rivayette ise, yukarıdaki rivayetin aksine şöyle denilmiştir: "Resûlüllah (a.s.) evcil eşek etini men'etti ve at eti (nin yenilmesini) emretti."

Tahavî ve îbn Hazm'ın îkrime b. Ammar tarikiyle yaptıkları rivayette, Resûlüllah'ın (a.s.) evcil eşek, at ve katır etini men'ettiği belirtilmiştir. Ancak hadîsin isnadında yer alâ*n İkrime ile Yahya b; Ebî Kesîr zayıftırlar. O bakımdan onların rivâyetiyle istidlal uygun görülmemiştir. Yahya b. Kattan da Yahya b. Ebî Kesîr'in hadîsinin zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. [38]

Böylece at etine ruhsat verildiği, evcil eşet etinin haram kılındığı kesinlik kazanmıştır.

Bu konuda sekiz kadar daha sahih hadîs bulunuyor. Onları da meâlen kitabımıza nakletmeyi uygun gördük:

"Ebû Sa'lebe el-Huşenî (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz evcil eşek etini men'etti." [39]

Bera' b. Azib (r.a.) den yapılan rivayette adı geçen şöyle demiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Hayber gününde (Hayber'in fethinde)  bizi pişmiş  olsun çiğ olsun evcil eşek  etinden men'etti.” [40]

İbn Ömer (r.aj rfan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Şüphesiz Resûlüllah (a.s.) Efendimiz evcil eşek etini men'etti." [41]

İbn Ebl Evfâ (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: 'Peygamber (a.s.) Efendimiz eşek etini men'etti." [42]

Zahir el-Eslemî (r.a.) den -ki bu zat bey'âtü'r-ridvanda ağaç altında bulunanlardan biridir- şöyle bilgi vermiştir: "Doğrusu ben eşek etini pişirmek üzere güvecimin altında ateş yakmaya çalışırken bir çağrıcı şöyle seslendi: Resul]üHah (a.s.) şüphesiz ki sizleri eşek etinden men'etti." [43]

Amr b. Dinar (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Câbir b. Zeyd'e şöyle dediğini bildirmiştir: "Bazıları Resulüllah'm (a.s.) evcil eşek etini men'ettiğini iddia ediyorlar?" O da şu cevabı vermiştir: "Bu haberi bize Basra'da Hakem b. Amr el-Gıffarî verdi. Ama bunu deniz misali (geniş bilgisi olan) Ibn Abbas (r.a.) kabul etmedi ve şu âyeti okudu: "De ki, bana vahyolunanda ölü (ölmüş hayvan), akıtılmış kan, domuz eti -ki o murdardır- ilâhî sınırı aşıp günah işleyerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan gayrisini, yemek isteyen haram şayıldığıyla ilgili (bir emir, bir hüküm) bulamıyorum..." [44]

Bu rivayette İbn Abbas'm (r.a.) sahîh hadîslerden olmadığı ve delil olarak yukarıda mealini verdiğimiz En'âm Sûresi 145. âyeti seçtiği anlaşılıyor.

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette: "Peygamber (a.s.) Efendimiz, Hayber gününde canavarlardan yırtıp parçalayıcı yan dişleri olanların hepsini, pençesiyle yakalayıp üzerinde durarak parçalayıp öldürülen kuşları ve bir de evcil eşeği haram kıldı." [45]

îbn Ebî Evfâ (r.d.) den yapılan bir diğer rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir; "Hayber savaşında birkaç gece aç kaldık. Hayber'i fethettiğimiz gün evcil eşekler arasına düşüverdik ve onları kestik. Güveçler bu eşek etiyle kaynamaya başlayınca bir çağrıcı şöyle seslendi: Güveçlerin altındaki ateşi söndürün, evcil eşeklerin etinden bir şey yemeyin." [46]

Bunun üzerine orada hazır bulunanlardan bir kısmı "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz humus dışı kalır diye bizi bundan men'etti" diyerek yorumda bulunurken, bir kısmı da "hayır, Resûlüllah (a.s.) bunu kesinkes men'etti" dediler. [47]

 

Tahliller

 

444  no'lu Ebû Salebe hadîsi sahihtir. Evcil eşek etinin haram kılındığı belirtilmektedir. Bu anlatımdan yabanî eşek ve zebra etinin helal olduğu hükmü de ortaya çıkmış bulunuyor.

445  dipnotlu Berâ1 hadîsi de sahih olup istidlale salihtir. Hadîs, Hayber fethinden önce evcil eşek etinin mubah olduğu, bu fetihten hemen sonra haram kılındığına ve ne pişmişine, ne de çiğine cevaz verilmediğine kesin biçimde delâlet etmektedir.

Hadîste pişmiş ve çiği söz konusu edilmesinin sebeplerinden birinin, o sırada ashabın evcil eşekleri kesip tencerelerde kaynatmakta olduklarıdır. Tahrîm emri verilince artık tenceredeki pişmiş olanından da yenilmemesi belirtilmiştir.

446 dipnotlu îbn Ömer hadîsi de sahih olup hem istidlale salihtir, hem de diğer hadîslerle birbirlerini kuvvetlendirmektedir.

447  dipnotlu îbn Ebî Evfâ hadîsi de sahîhtir. Aynı hükmü ifade etmekte olup konuya ağırlık kazandırmaktadır.

448 dipnotlu Zahir hadîsi de sahihtir. Hayber fethinde kesilip pişirilmekte olan evcil eşek etinin haram kılındığına açık biçimde delâlet etmekte ve ne pişmişine, ne de çiğine cevaz verilmediğine işaret edilmektedir.

Peygamberimizin (a.s.) bu yasak emrini duyurmakla görevli olan zat kimine göre Bilal, kimine göre Ebû Talha (r.a.) dir.

449 dipnotlu Amr b. Dînar hadîsi de sahîhtir. Ashabın evcil eşek eti hakkındaki görüş ve rivayetleri, onun tahrîmine delâlet ederken, îbn Abbas'm (r.a.) En'âm Sûresi 145. âyetten istinbatla bunun haram olmadığını belirtmiştir. Şüphesiz İbn Abbas bu tesbit ve içtihadında yalnız kalmıştır. Ancak bir rivayete göre, Hz. Aişe de onun görüşüne katılmıştır.  Cumhur ise,  evcil eşek etinin kesin olarak haran kılındığına kaildir ve sıhhatli olan da budur.

450   dipnotlu   Ebû   Hüreyre   hadîsini   Tirmizî   tahrîc   edi] sahîhlemiştir. imam Ahmed de bunun sahih olduğunu belirtmiştir Hayber fethinde üç şeyin haram kılınıp yasaklandığı açıklanmaktadır:

1- Canavarlardan yırtıcı parçalayıcı yan dişleri olanlar,

2- Yakaladığı avının üzerinde durup pençe ve keskin gagasıyla onu parçalayan kuşlar,

3- Evcil eşekler...

Birinci ve ikinci tahrîm hükmü aynı zamanda birer ana kaideyi yansıtmaktadır. Canavarlardan yırtıcı, parçalayıcı yan dişleri olanların hepsinin eti haramdır yenilmez, imam Şafiî tilki ve sırtlan eti yenilir diye bir ictihadda bulunmuşsa da hadîste yer alan külli kaideye ters düşmektedir. O bakımdan müctehidlerin önemli bir kısmı bu iki yırtıcının da haram olduğunu ifâde etmişlerdir.

Aynı zamanda kuşlardan da keskin pençeli, parçalayıcı ve öldürücü gagası olanların eti haramdır. Bu da külli bir kaideyi yansıtmaktadır.

451  no'lu Ibn Ebî Evfâ hadisi de sahîh olup evcil eşek etinin pişmiş ve çiğinin haram kılınıp yasaklandığını bildirmektedir. [48]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Evcil eşek eti haramdır.

2- Hayber fethinden önce ise, müslümanlar bu hayvanın etinden yararlanırlardı.

3- At eti mubah kılınmıştır. îmam Ebû Hanîfe'ye göre, savaşta kullanıldığı ve bu iş için ihtiyaç fazlasıyla hissedildiği için eti mekruhtur.

4- At eti mubah kılındığı gibi sütü de mubah kılınmıştır.

5- Tavuk i ve horoz eti helâldir ve bu hüküm kıyamete kadar bakidir.

6- Evcil eşek etinin pişmişi de, çiği de haramdır.

7- Canavarlardan parçalayıp öldürücü yan dişleri olanların eti haramdır.

8- imam Şâfîî bunlardan tilki ile sırtlanı istisna etmiştir. Müctehidlerin çoğuna göre, bu ikisinin de eti haramdır, yenilmez.

9- Keskin kuvvetli pençesi ve yırtıcı öldürücü gagası olan her kuş da haram kılınmıştır. [49]

 

Yırtıcı-Parçalayacı Yan Dişleri Olan Yabani Hayvanlar ve Yırtıcı-Öldürücü Tırnak ve Gagası Olan Kuşlar

 

Bu iki cins hayvan daha çok etoburlar grubuna girer. Daha çok ölmüş hayvan eti yani leş yemekle geçinirler. Böylece bu tür hayvanlar parazitli, mikroplu, kokuşmuş her çeşit leşten yararlanırlar ve bir ayrım yapmazlar. Şüphesiz bu yapıda olan hayvan etinin insanda olumsuz te'sir bırakacağı, hatta birtakım hastalıklara yol açacağı şüphe götürmemektedir. Bu hayvanların sindirim sistemi belirtilen mikroplu, zararlı ve kokuşmuş leşleri sindirmeye ne kadar müsait olursa olsun, etlerinde bırakacağı olumsuz sonuçlar inkâr edilemez, islâm ise, insanın çok şerefli, aziz ve saygıdeğer bir canlı olduğunu ilân eder. O bakımdan insan ruhuna, bedenine zarar veren, aklî dengesini bozan, şuurunu zedeleyen, onda dengesizlik meydene getiren yiyecek ve içecekler haram veyahut mekruh kılınıp yasaklanmıştır.

Hatta sokaklarda insan ve başka canlıların dışkısını yiyen tavuk, keçi, deve kesilmek istendiğinde en az üç gün, en çok yedi gün muhafaza. altına alınıp vücuduna giren pisliğin eserinin kalkması beklenir.

O bakımdan yırtıcı parçalayıcı yan dişleri bulunan ve diğer canlıları parçalayıp yemekle geçinen, her çeşit leş ve kokuşmuş et ve kanı yiyen yabanî hayvanların eti haram kılınmıştır. Aynı zamanda öldürücü tırnakları ve parçalayıcı gagası olan şahin, atmaca, doğan, karga ve benzeri hayvanların da eti tahrîm hükmü kapsamına alınmıştır. [50]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Sa'lebe el-Huşeni (r.a.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: 'Yırtıcı hayvanlardan parçalayıcı öldürücü yan dişi olanların hepsinin yenilmesi haramdır." [51]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir; "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz canavarlardan öldürücü, parçalayıcı yan dişi olan ile kuşlardan da parçalayıcı tırnakları olanların hepsinin yenilmesini men'etti." [52]

Câbir (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şu haberi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Hayber günü evcil eşek etini, katır etini, canavarlardan parçalayıcı yan dişi olan her hayvanı, kuşlardan keskin öldürücü tırnağı olanların hepsini haram kıldı." [53]

Irbad b. Sâriye (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Şüphesiz Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Hayber gününde kuşlardan her yırtıcı, parçalayıcı tırnağı olanı, evcil eşek etini, canavarın yakalayıp yaraladığı eti yenen hayvanı adamın yetişip canavardan alması ve henüz kesmeden o hayvanın ölmesi durumunda onun etini, parçalayıcı tırnağıyla yakalayıp altına alarak üzerinde duran kuşun avladığı hayvanı ele geçirip henüz kesmeden ölmesi halinde onun etini haram kılmıştır." [54]

 

Müctehidlerin Tesbit, İstidlal ve İhticacları

 

Az önceki konularda bu hususa temas edildi ve müctehid imamların görüş ve ictihadları nakledildi. [55]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

452 no'lu Ebu Sa'lebe hadîsi sahîh olup istidlal ve ihticaca salîhtir. Hadîs küllî bir kaide vermektedir: Yırtıcı parçalayıcı, yan dişleri bulunan her canavarın eti haramdır. Bu kaidenin ışığı altında, aslan, kaplan, puma, leopar, jaguar (pars), çita ve benzeri yırtıcı hayvanlar tahrîm kapsamına girer. Ö bakımdan bunların eti haramdır yenilmez.

453 no'lu îbn Abbas hadîsi de sahihtir. İki ana kaide vermektedir: Yırtıcı, parçalayıcı yan dişleri olan canavarlar ve bir de yırtıcı öldürücü tırnakları olan kuşlar haramdır. Yani bunların eti haram kılınmıştır.

Ne var ki, mücdehid imamlar bazı rivayetleri de dikkate alarak bu küllî kaidenin kapsamına girmeyen bazı kuşları da haram saymışlardır. Meselâ hüdhüd ve kırlangıç...

454 no'lu Câbir hadisi sahihtir. Evcil eşşek haram kıhndığı gibi katır eti de   haram kılınmıştır. Zira bu iki cins hayvan arasında müşterek bağ bulunuyor. Aynı zamanda Ibn Abbas hadîsinde olduğu gibi canavar ve kuşlar hakkında iki ana kaideyi yansıtmaktadır.

455  no'lu İrbad hadîsi yukarıdaki tahrîm hükümlerine delâletle birlikte bir de bir canavar veya parçalayıcı kuşun yakaladığı avı ele geçiren kimsenin onu şer'î şekilde kesmeden Ölmesi halinde etinin yenilmeyeceği hükmünü taşımaktadır.

Az yukarıda da belirttiğimiz gibi, İmam Şâfîî bu ana kaidenin dışında tilki ile sırtlanı birer istisna olarak mubah saymıştır. [56]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Yırtıcı, parçalayıcı yan dişleri olan her hayvanın eti haramdır.

2- Yırtıcı, parçalayıcı  tırnak ve gagası  olan her kuşun  eti haramdır. Bunun gibi devamlı leşe konan ve o gibi etler yiyerek geçinen kuşların  da  etinin  haram  olduğunu müctehidlerden  bir kısmını belirtmiş bulunuyor.

3- Evcil eşek eti ve katır eti haramdır.

4- Canavarın veya parçalayıcı bir kuşun yakalayıp yaraladığı eti yenilen bir hayvanı onların ağzından ve pençesinde kurtaran kimse, kurtardığı, henüz şer'î şekilde kesmeden ölürse artık eti haram olur yenilmez.

5- İmam Ebû Hanîfe'ye göre, etobur olup et yiyerek geçinen her hayvan siba' yani canavarlar kapsamına girer. O bakımdan fil, sırtlan, yaban faresi (arap tavşanı) ve kedi eti haramdır yenilmez.

6- Eti yenen bir hayvan atış için hedef seçilir ve diri diri ok veya ateşli bir silahla delik-deşik edilirse, onun da eti haram olur yenilmez.

Sözü edilen hayvanlarla ilgili tahrîm hükmü Medine dönemine aittir. En'âm süresi 145. âyet ise Mekke döneminde inmiştir. O bakımdan âyette bu hayvanların haram kümmadığı delil gösterilemez. Hem hadîs, âyetteki umumiliği hususlandırmaktadır.

7- Sadece Kur'ân'ı tek kaynak kabul edip hadîslerle amel edilmeyeceğini iddia etmek anlamsız, mesnedsiz ve son derece sakıncalıdır. Zira Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, az yukarıda meâlen naklettiğimiz sahih hadîste: "Bana Kur'ân ve onunla beraber bir misli verildi" buyurulmuştur. Kur'ân'daki genel hükümler, esneklikler, ana kaideler ancak hadîslerle açıklanabilir. Kişilerin indî görüş ve yorumlarına terkedilmez...

8-  Kitap ve Sünnet iki ana kaynak olarak belirlenmiştir ve kıyamete kadar da öyle kalacaktır. [57]

 

Kedi ve Köpek Eti

 

Kedinin birçok türleri vardır. Evcil kedi, yaban kedileri, orman kedisi, gri renkli kara ayaklı kaffir kedisi bu cümledendir. Bunlar da etoburlar grubuna girerler ve o bakımdan etleri haram kılınmıştır. Vaşak da kedi ailesinden sayılır ve son derece yırtıcıdır. Onun da eti haram kapsamına alınmıştır.

Bir gece hayvanı kirpinin de eti haram kılınmıştır. Ancak ilim adamlarından bazısı bunun mekruh, bazısı da mubah olduğunu söylemiştir.

Kirpi genellikle sürüngenleri yakalayıp yiyerek geçinir. Özellikle de yılan etinden çok hoşlanır. Kış aylarını toprak altında veya bir ağacın kovuğunda derin bir uyku içinde geçirir. [58]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Câbir (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kedi etini yemeyi ve kedi satışıyla elde edilen parayı harcayıp yemeyi men'etmiştir." [59]

îsâ b. Numeyle el-Ferazî'den yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "İbn Ömer'in (r.a.) yanında bulunuyordum. Kendisin­den kirpinin yenilip yenilmeyeceği soruldu. O da şu âyeti (En'âm sûresi 145) okudu: "De ki, bana vahyolunanlar içinde ölü, akıtılmış kan, domuz eti -ki o murdardır-, ilâhî sınırı aşıp günah işleyerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasının yiyecek olan bir kimseye haram sayıldığıyla ilgili (bir emir, bir hüküm) bulamıyorum."

O sırada İbn Ömer'in yanında yaşlı bir zat da bulunuyordu. Bu zat  şöyle  dedi: "Ebû Hüreyre'nin  (r.a.)  şöyle  dediğini duydum: Kirpi, Peygamber (a.s.) in yanında anıldı. Peygamber (a.s.): "O da habâisden bir habistir" buyurdu. Bunun üzerine İbn Ömer (r.a.): lfEğer bunu Peygamber (a.s.) Efendimiz söylemişse, mutlaka O'nun buyurduğu gibidir" diyerek kendi görüş ve yorumundan vazgeçti. [60]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Kaffal'a göre, Araplar kirpi yemekte bir beis görmezdi. O bakımdan Kaffal diyor ki: Eğer hadîs sahihse, kirpi eti haram sayılır.

b) İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik'e göre, mekruhtur. Bu kerahet tahrîm derecesinde değildir.

c) İmam Şafiî, İmam Leys ve Ebû Sevr'e göre, etine ruhsat verilir. Yani yenilmesi mubahtır.

d) Ahmed b. Hanbel'e göre, kirpi de habaisdendir ve eti haramdır. [61]

Kedi etine gelince:

imam Ebû Hanîfe, imam Mâlik, imam Şâfİî ve imam Ahmed'e göre evcil kedi haramdır, eti yenilmez. Kara kedisi hakkında imam Şafiî'den iki rivayet bulunuyor. îmam Ebû Hanîfe, imam Mâlik ve İmam Ahmed'e göre o evcil kedi gibi haramdır. [62]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

456 no'lu Câbir hadîsinin isnadında Ömer b. Zeyd es-San'ânî bulunuyor, imam Münzirî ile Ibn Hibban: "Onun hadisiyle ihticac olunmaz" demişlerdir. Bu zat sadece Muharib b. Dessar ve Ebû Zübeyr ve bundan Abdurrezzak rivayet etmiştir. [63]

Bu konuda köpek ve kedi satışından elde edilen paranın haram kılındığına dair Müslim kendi sahihinde bir rivayete yer vermiştir. Böylece Câbir hadisi bu rivayetle kuvvetlenmektedir. O bakımdan ihticac edilebilir.                                 

457 no'lu îsa hadîsinin isnadı üzerinde durulmuştur. Belirtilen tarikle isnadının böyle olmadığına dikkat çekmiştir. O bakımdan hadîsin isnadı kavı değildir. Arada meçhul bir şeyh bulunuyor. [64]. Bülûğu'l-Meram'da ise bu hadisin isnadının zayıf olduğu belirtilmiştir. [65]  

Böylece gerek evcil, gerekse yabanî kendinin haram olduğu istidlal edilmiş bulunuyor. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere imam Şâfîî yabanî kedi hakmda farklı bir görüş ortaya koymuştur. Ne var ki ondan bu konuda farklı hüküm ifade eden bir diğer rivayet daha yapılmıştır.

Habâis Kur'ân nassıyla haram kılındığına göre, kirpi de habaisten sayılmıştır. Nitekim Ebû Tâlib ile îmam Yahya da bunun tahrîmine kail olmuşlardır. Kaffal da aynı görüştedir. Ancak Arapların daha önce kirpi etini yedikleri bilinmektedir.

îmam Ebû Hanîfe, îmam Mâlik ve İmam Ahmed'in bu mesele hakkındaki görüş ve yorumunu destekleyen bir rivayet de Milkam b. Teleb'den, o da babasından yapmıştır. Adı geçen şöyle demiştir: "Resûlüllah'a (a.s.) arkadaşlık ettim, yanında bulundum. Yeryüzü haşeratınm tahrîmiyle ilgili Ö'ndan bir şey duymadım..."

Ancak onun duymamış olması, bu hususta bir hadîs varid olmadığını hiçbir zaman göstermez ve bu sözü delil kabul edilmez. Sonra da bu rivayetin isnada da kavı değildir. [66]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hanefî ve Mâliki imamlarına göre, kirpi eti mekruhtur.

2- îmam Ahmed'e göre, kirpi habaisdendir ve eti haramdır.  

3- îmam Şâfîî, îmam Leys ve îmam Sevrî'ye göre, kirpi etine ruhsat verilebilir.

4- Evcil kedi dört imama göre de haramdır yenilmez.

5- îmam Şafiî'ye göre, yabanî kara kedisine ruhsat verilebilir.   

6- îmam Ebû Hanîfe, îmam Mâlik ve îmam Ahmed'e göre, ister evcil, ister yabanî olsun kedi eti haramdır yenilmez.

7- Kedi alım satımında bulunmak caiz değildir. O bakımdan kedi satışından elde edilen para yenilmez.

8- Kirpinin küçük türü de büyük türü gibi mekruhtur. [67]

 

Keler-Kertenkele

 

Arapça "dabb" diye anılan keler ve kertenkele sürüngenler takımından dır. Bunların birçok çeşitleri bulunuyor: Yeraltında yaşayanları, ağaç üzerinde yaşayanları, suda yüzenleri yani su yüzeyinde koşanları vardır. Renk değiştirme kabiliyetinde olan bukalemun gibi türleri vardır. Keleri er-keltenkeleler genellikle küçük böcekleri yiyerek geçinirler. [68]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, Halîd b. Velid'in ona şöyle haber verdiği belirtilmektedir: Hali d b. Velîd (r.a.) Resûlüllah (a.S;) Efendimizle beraber Meymune'nin (r.a.) evine girmişler -ki bu hanım hem İbn Abbas'm, hem de Hâlid'in teyzesi oluyordu-Meymune'nin yanında güneşte pişirilmiş bir kertenkele bulunu­yordu. Bunu, onun kızkardeşi Hufeyde binti Haris, Necd'den göndermişti. Meymune de o keltenkeleyi Resulü İlah'a (a.s.) takdim etti. Peygamberimiz (a.s.) elini ona doğru uzatırken orada hazır bulunan kadınlardan biri şöyle dedi: "Neyi takdim ettiğinizi Resûlüllah'a (a.s.) haber versen ya?" Onlar da: "Bu, keler etidir" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz elini (sofradan) kaldırıp çekti. Halid b. Velid (r.a.): "Ya Resûlallah! Keler haram mıdır?" diye sordu. Resûlüllah (a.s.) ona şu cevabı verdi: "Hayır, haram değildir. Ancak benim kavmimin toprağında (bu tür) keler mevcut değildir. O bakımdan onu yemeyi kendim için hoş görmüyorum!"

Halid devamla diyor ki: "Onu kendime doğru çektim ve yedim. Resûlüllah (a.s.) da bana bakıyordu, ama beni ondan men'etmedi." [69]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den keler-kertenkele hakkında soruldu. Efendimiz sorana şu cevabı verdi: "Ondan yemiyorum ve haram da kılmıyorum." [70]

Di^er 6ir rivayette ise îbn Abbas şu bilgiyi vermiştir:

"Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber bir grup insan bulunuyordu ki Sa'd da onların arasında idi. Derken kertenkele eti getirdiler. Getirenin kadınlarından biri "o kertenkele etidir" diye seslendi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz: "Sizler yeyiniz, çünkü gerçekten o helâldir. Ancak o benim yiyeceğim değildir" buyurdu. [71]

Câ6ir (r.aj den yapılan rivayette, Ömer b. Hattab (r.a.) kertenkele hakkında şunu söylemiştir: "Şüphesiz Resûlüllah (a.s.) Efendimiz onu haram kırmamıştır. Sonra Ömer (r.a.) devamla şöyle demiştir: "Şüphesiz ki Allah bununla nice kimselere fayda sağlamıştır. Hem genellikle çobanların yiyeceği de kertenkeledir. Eğer şu anda yanımda olsaydı ondan yerdim." [72]

Yine Cabir (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Resûlüllah (a*s.) Efendimiz'e keler getirildi. Onu yemekten kaçındı ve şöyle buyurdu: "Bilemiyorum belki mesha uğrayan yani insan iken hayvan şekline dönüştürülen geçmiş asırda ki yaşayanlar olabilir." [73]

Ebû Said (r.a.)'den yapılan rivayette: Bedevilerden bîri Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e geldi ve şöyle sordu: “Doğrusu ben genişçe keler-kertenkele vadisinde bulunuyorum ve kertenkele çoîuk-çocuğumun genellikle yiyeceği olarak bulunuyor?" Peyganıber (a.s.) Efendimiz ona cevap vermedi. Biz o bedeviye sorunu tekrar et dedik. O da tekrar sordu ve üç defa tekrarladı ve her üç, defasında da Resûlüllah (a.s.) ona cevap vermedi. Sonra üçüncü defasında (biraz sustuktan sonra) Resûlüllah (a.s.) Efendimiz o bedeviye seslenerek şöyle buyurdu: 'Ya bedevi, şüphesiz ki Cenâb-ı Hak İsrail oğullarından bir kabile, bir kola gazabda bulunup onları yeryüzünde yüzü koyun hareket eden canlılara çevirdi. Bilemiyorum, belki de bu kertenkeleler onlardan olabilir. O bakımdan ben bundan yemiyorum ve yenilmesini de men'etmiyorum." [74]

Oysa Resûlüllah (a.s.) E fendimiz'den rivayet edilen sahih hadîslerde meshedilenlerin hiçbir nesli olmadığı belirtilmiştir. Tabii vahiy inmeden önce Resûlüllah (a.s.) bu konuda fazla bir şey bilemez. Onun kertenkele hakkındaki bu tereddüdü vahiy inmeden önce olmuştur. [75]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre, akıcı kanı olmayan yılan, akrep, çiyan ve karada   yaşayan   diğer  bütün   haşerat,   fare,   maymun, kirpi, keler-kertenkele ve benzeri canlılar haramdır yenilmez. Ancak Şâftflere göre, keler-kertenkele helâldir yenilir.

Hanefîler keler-kertenkele konusunda ilgili hadîslerle değil, A'raf sûresi 157. âyette geçen şu cümleyi delil olarak seçmişlerdir: "Onlara temiz, iyi faydalı şeyleri helâl kılar. Habâisi (her türlü murdar, kötü, zararlı şeyleri) haram kılar."

Şüphesiz imam Ebû Hanîfe'nin bu meselede belirtilen âyeti delil seçmesinin bazı sebepleri söz konusudur: Ya bu konudaki sahih hadîsler kendisine ulaşmamıştır. Veyahut haber-i ahad kapsamında olduğundan bunlarla istidlal etmemiştir. Ancak ikinci şık biraz zayıftır. Zira keler-kertenkele hakkındaki rivayetlerin çokluğu onu şöhret derecesine ulaştıracak sayıdadır.

Hicrî beşinci, altıncı, yedinci yıllarında ve bu yıllardan sonra kendi mezhep imamlarının görüş ve içtihadının isabetini ortaya koymak isteyen fukaha, imam Ebû Hanîfe'nin kertenkele hakkındaki görüş ve içtihadına şu rivayeti de delil olarak göstermişlerdir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e kertenkele eti hediye edildi. O bunu yemekten kaçındı. Derken bir dilenci çıkageldi. Hz. Aişe (r.a.) bu eti o dilenciye yedirmek istedi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona: 'Temediğin bir şeyi ona mı yediriyorsun?" buyurdu. [76]

Bu rivayetin sıhhati üzerinde duranlar olmuştur. Aynı zamanda Resûlüllah'm (a.s.) o etten yemesi ve Hz. Aişe'nin (r.a.) onu bir dilenciye vermek istemesi ve buna karşı Resûlüllah'm "yemediğin bir şeyi ona mı yedirmek istiyorsun" ifadesi, kertenkele etinin haram olduğuna delâlet etmemektedir. "Gerçek iyilik ve hayra erişemezsiniz, tâ ki sevdiğinizi infak etmedikçe" mealindeki Al-i Imrân 92. âyetine işarettir.

b) Şâfîîlere göre, karada yaşayan hayvanlardan davarlar, at, yabanî sığır, yabanî eşek, geyik, ceylan, sırtlan, keler-kertenkele, tavşan, tilki, arap tavşanı, vizon, sansar, samur eti helâldir. Katır, evcil eşek ve yırtıcı parçalayıcı yan dişi olan her canavar, yırtıcı parçalayıcı tırnakları ve gagası olan her kuş haramdır. [77]

c) Hanbelîlere göre de sırtlan ve keler-kertenkele helâldir, eti yenilir. Sırtlan'ın mubah olduğu Sa'd, Ömer, Ebu Hüreyre, Urve b. Zübeyr, İkrime ve İshak'dan (r.a.) rivayet edilmiştir. Ancak bu hayvan hakkında çok farklı rivayetler mevcuttur. Nitekim İmam Ebu Hanîfe, İmam Mâlik ve imam Sevrî bunun haram olduğunu belirtmişlerdir. [78]

Keler-kertenkele ise ilim adamlarının çoğuna göre mubahtır. Ömer b. Hattab, İbn Abbas, Ebû Saîd (r.a.)'den yapılan rivayete göre, bu zatlar da kelere-kertenkeleye cevaz vermişlerdir. Yani bunlara göre bu hayvanın eti mubahtır, yenilir. İmam Mâlik, Leys, İmam Şâfn ve ibn xMünzir de aynı görüştedirler. İmam Sevrî ile İmam Ebû Hanîfe'ye göre haramdır yenilmez.

Şüphesiz iki tarafın da görüşlerinin isabetini ortaya koyan delilleri bulunuyor. Nitekim Resûlüllah'tan (a.s.) ve bir de Hz. Ali (r.a.) den kelerin-kertenkelenin yenilenieyeceğine dair rivayet vardır. [79]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

463  no'lu îbn Abbas hadîsi sahîh olup istidlale salihtir. Hadîs, kelerin-kertenkelenin mubah olduğuna delâlet etmektedir. Ancak Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bu hayvanı yemeyi kendine hoş görmemiştir. Ümmetini ise bu hususta serbest bırakmıştır. Bundan çıkaracağımız netice şöyledir: Aç kalındığında, aile hayvanı ete fazla ihtiyaç hissettiği zamanlarda keler-kertenkele yenilebilir. Bolluk günlerinde  ise  yenilmemesi  daha  uygun   olur.   Özellikle   çölde yaşayanlar, dağlık kesimlerde oturanlar zaman zaman buna ihtiyaç duyarlar.

Takdim edilen kertenkele etini Resûlüllah'ın (a.s.) yemeyip elini geri çekmesi ve yanında duran Halid b. Velid'in onu yemesine Resûlüllah'ın (a.s.) engel olmaması bu hayvanın helâl olduğuna yeterli delil sayılır.

464  no'lu İbn Ömer Hadisi de sahihtir. Kelerin-kertenkelenin mubah olduğuna delalet etmektedir. Ancak Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bundan biraz tiksinip yememiştir.

466 no'lu Câbir rivayeti de sahihtir. Hz. Ömer'in (r.a.) kertenkele etinin mubah olduğuna dair görüşünü yansıtmaktadır. Çobanlardan çoğunun da bu hayvanın etini yiyerek geçindikleri bildiriliyor.

467 no'lu Câbir hadisi üzerinde duranlar olmuştur. Zira mesha uğrayanların yani insan iken hayvan şekline dönüştürülenlerin neslinin olmadığına delâlet eden sahîh hadîsler mevcuttur. Diğer bir ihtimal ise, Resûlüllah'm (a.s.) kertenkelenin mesha uğrayan önceki karnilerden bir karın olduğunu kesin biçimde ifade etmeyip "leâlle" kelimesiyle ifade etmiştir. Bu da, belirtilen hususta kendisine bir vahiy inmediğine ve sadece öyle sandığına delâlet etmektedir. Nitekim İmam Kurtubî de bu hadîsi belirttiğimiz şekilde yorumlamıştır. "Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak mesha uğrayan için bir nesil var kılmamıştır" [80] mealindeki hadîs açık biçimde mesha uğrayanların neslinin devam ettirilmediğine delâlet etmektedir.

363 no'lu Ebû Sâid hadisiyle Câbir hadisi aynı mana ve hüküm üzerinde birleşmektedir. Resûlüllah (a.s.) bu konuda kendisine vahiy indirilmeden önce bu hayvan hakkında kendi zannma göre bir yorumda bulunmuş ve sonra vahiy gelince bu yorumundan vazgeçmiştir. İbn Abbas,(r.a.) ile Ömer'in (r.a.) hadisleri buna açık şekilde delalet etmekte ve meshle ilgili hadislerin hükmünün kaldırıldığını göstermektedir.

Müslim ve Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettikleri bir diğer hadiste bizim bu yorumumuzu kuvvetlendirir anlamda şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz ki Allah bir kavmi helak etmeye veya azap etmeye görsün, artık onların neslini bırakmaz."

Böylece kelerin meshedilen bir kavmin devam eden nesli olduğu sözkonusu olmaktan çıkıyor.

Diğer bir hadîste ise bu husus çok açık ve net biçimde şöyle açıklanmıştır: "Şüphesiz Allah (c.c.) mesih için bir nesil, onu takip eden bir  soy  meydana  getirmemiştir.  Maymunlar ve  domuzlar  mesh .olayından önce de vardı..." [81]                                                 

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hanefîlere göre, keler-kertenkele haramdır eti yenilmez.

2- Kişinin tiksinip yemediği bir yemeği bir dilenci veya fakire vermesi ciddi bir sadaka sayılmaz.

3- Sevdiğimiz   şeylerden   tasaddukta   bulunmamız   tavsiye edilmiştir.                

4- Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bazı şeyleri mubah kıldığı halde kendisi o şeylerden yememiştir. Bu da O'nun peygamberlik derecesiyle ilgili bir husustur. Nitekim Tebuk seferine çıktığında Semûd Kavminin helak edildiği topraktan geçerken oradaki sudan içmemiş ve içilmesini de pek uygun görmemiştir. Bu, putperest zalim bir kavmin ne kadar tiksindirici ve üzücü olduğuna bir işaret sayılır.

5- İmam Şafiî, İmam Mâlik, İmam Ahmed, İmam Leys, îbn Münzir ve bu kanatta olan ilim adamlarına göre keler, kertenkele helâldir eti yenilir.

6- Kertenkele mesha uğratılmış frir kavmin nesli ve devamı değildir.                                        ..                       

7- Domuz, maymun, keler mesh olayından önce de mevcut idiler.

8- Keler-Kertenkele, çok fakir olup çölde, dağda yaşayan ve normal şekilde et bulamayan kimseler için bir  dayanaktır. Tiksinmedikleri taktirde yiyebilirler.

9- Sırtlan, sansar, tilki, arap'tav$am (yabani fare) benzeri hayvanlar Hanefîlere göre haramdır yenilmez. Safilere göre mubahtır yenilir.

10- Hanefîlere göre de sırtlan, ve kertenkele mubahtır yenilir. [82]

 

Sırtlan ve Tavşan Eti

 

Bilindiği gibi sırtlanlar, Afrika, Filistin, Arabistan ve Hindistan ovalarını hayvan artığı peşinde arşınlarlar. Çok kuvvetli olduklarından kemikleri çatır çatır çiğneyebilnıektedirler. Dişleri son derece iri, çeneleri de sığırların uyluk kemiklerini kırıp parçalayacak kadar güçlüdür.

. Sırtlanlar sadece leşle beslenmezler. Diğer yırtıcı hayvanların etini yeyip geriye bıraktıkları kemiklerle daha çok geçinirler. Nitekim bir hayvan bilgini Kenya'da bir hayvan Ölüsünün ne kadar zamanda ortadan yok olduğunu hesaplamıştı. Bir zebra'nın vurulup öldürülüşünden beş dakika sonra ilk akbaba çıkagelmişti. Aradan on dakika sonra zebra'nın başında kendilerine ziyafet çeken akbabaların sayısı otuza yükselmişti. Bundan yirmi dakika sonra geride hayvanın sadece kemikleriyle postu kalmıştı. Akşamın ileri saatlerinde iki sırtlan da leşin yerini keşfetmişlerdi. Ertesi sabah ölü zebra'dan geriye hiçbir şey kalmamıştı. [83]

Görüldüğü gibi, sırtlanlar ovalarda Ölen veya öldürülen hayvanların leşinden çok az, bazan da hiç pay almamakta, fakat onlardan geride kalan kemikleri yeyip geçinmektedirler. Uzun ve kuvvetli diş ve çenesine bakılınca, bu hayvanın da etinin haram olduğu ortaya çıkıyor. Ancak bazı sahih hadislerde bunun etine ruhsat verildiğini görüyoruz. Belki de bu ruhsattaki hikmet, onun daha çok kemik yiyerek geçindiğine bağlanabilir. Diğer daha güçlü yırtıcılardan geriye ölü hayvanın etinden bir şey kalmadığım yani leş yeme imkanım pek az elde ettiğini yapılan ciddi araştırmalar ortaya koymuştur.

Tavşanlara gelince, bunlar bitkilerle karınlarını doyururlar. O bakımdan etleri helâl kılınmıştır. Derisinden de yararlanılmaktadır. [84]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Abdurrahman b. Abdillah b. Ebi îmâre'den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Câbir'e (r.a.): "Sırtlan av mıdır?" diye sordum. O da: "Evet" diye cevap verdi. Ben: "Ondan yiyebilir miyim?" diye  sordum.  O:  "Evet,  yiyebilirsin" dedi.  Ben:  "Sizin  bu dediğinizi Resûlüllah (a.s,) Efendimiz de söyledi mi?" diye sordum. O da: "Evet" diye cevap verdi. [85]

Ebâ Davud'un rivayetinde ise şü lafızlarla belirtilmiştir: "Cabir (r.a.) diyor ki: Resûlüllah (a.s.) dan sırtlandan sordum. Efendimiz: "O avdır. İhramlı bir sırtlan avlarsa ona karşılık bir koyun ceza gerekir" buyurdu. [86]

(r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Merr-i Zehran mevkiinde bir tavşanı izledik. Yanımız d akile r onıih peşinden koşmaya başladılar ve yorulup kaldılar. Ben ise tavşana yetişip yakaladım ve onu alıp Ebû Talha'ya getirdim. O da o tavşanı kesti. Bir buduyla üst kısmını ayırıp Resûlüllah'a (a. s.) gönderdi. Resûlüllah (a.s.) da onu kabul etti." [87]

Davud'un rivayetinde ise şu lafızla ifade edilmiştir: "Bir tavşan avladım ve onu pişirip kızarttım. Ebû Talha onun but ve kalça kısmını benimle Resûlüllah'a (a.s.) gönderdi. Ben de onu alıp Resûlüllah'a (a.s.) getirdim."

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Bedevilerden biri pişirip kızarttığı bir tavşanı ve beraberinde hardal ezmesi ve katığı da bulunduğu halde getirip Resûlüllah'ın (a.s.) önüne koydu. Resulü! lalı (a.s.) onu aldı yemedi ve ashabına ondan yemelerini emretti." [88]

Muhammed b. S'afvan'dan yapılan rivayette, adı geçen iki tavşan avlayıp keskin çakmak taşıyla onları kesti. Alıp Resûlüllah'a (a.s.) getirdi. Resulü Hah (a.s.) ona iki tavşandan yemesini emretti. [89]

 

Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri

 

Bundan Önceki bölümlerde müctehid imamların sırtlan hakkındaki görüş ve isti di âli erin e t yer vermiştik. Burada -tekrarına gerek görmüyoruz. Kısacası Hanefilerle Mâlikilere göre sırtlan haramdır, yenilmez. Şafii ve Hanbelilere göre mubahtır.

Tavşan etine gelince, ilim adamlarının hemen hepsi bunun helal olduğunu belirtmiştir. Ancak ashabdan Abdullah b. Amr b. As (r.a.) ile tabiinden İkrime ve fukahadan Muhammed b. Ebi Leyla'ya göre mekruhtur. Bunlar, şu rivayetle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır: "Huzeyme (r.a.), Resûlüllah'a (a.s.) tavşan hakkında sormuştur. O da: "Ben ondan yemiyorum ve haram da kılmıyorum" diye eevap vermiştir.

Bunun üzerine Huzeyme sormuş: "Neden Ya Resûlallah!" O da: "Onun kanama gördüğü yani ayhali olduğu bana haber verildi" diye buyurmuştur.

Hafız îbn Hacer bu rivayetin senedinin zayıf olduğunu tesbit etmiştir. [90]

476 no'lu Abdurrahman hadisini Tirmizi sahihlemiştir. O bakımdan istidlale salihtir. Sırtlan etinin mubah olduğuna açık biçimde delâlet etmektedir. O bakımdan İmam Şafii île Ahmed b. Hanbel buna dayanarak sırtlan etinin helâl olduğunu belirtmişlerdir.

İmam Ebû Hanif'e ise haber-i ahad kapsamına giren bu hadisle ya istidlal etmek istememiştir veyahut bu hadis ona ulaşmamış olabilir. O bakımdan âyetin umum ifade eden ve genel bir kaideyi yansıtan hükmüyle veya sahih hadislerle belirtilen canavarlarla yırtıcı kuşlar hakkındaki hükümle istidlal etmiştir.

477  no'lu Câbir hadisi de sahih olup istidlale salihtir. İhramlı kimsenin o vaziyette sırtlan avlamasına karşılık ceza olarak bir koyun kesmesi gerekir hükmünü ifade etmektedir. Müctehidlerin bir kısmı bu rivayetle sırtlan avlayıp etinden yararlanmanın caiz olduğu hükmünü çıkarmışlardır.

478  no'lu Enes hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. Tavşan etinin helâl olduğuna delâlet etmektedir.      

479 no'lu Ebû Hüreyre hadisi ise, ricalinin hepsi sika (güvenilir) dir. Sadece râvilerinden Musa b. Talha hakkında farklı görüş ve tesbitler bulunuyor. O bakımdan müctehidlerin önemli bir kısmı bununla istidlal etmemişlerdir.

480  no'lu Muhammed b. Safvan hadisini ashab-ı sünenden çoğu tahric etmiştir. İbn Hibban ve Hâkim'in de   tahriç   ettikleri bilinmektedir. Bu da tavşan etinin helâl olduğuna kesin biçimde delâlet etmektedir. [91]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Hanefilerle Mâlikilere göre, sırtlan haramdır yenilmez.

2- Şâfnlerle Hanbelilere göre, sırtlan eti helâldir yenilir.

3- İhramlı kimsenin bir sırtlan avladığı taktirde, ceza olarak bir koyun kesmesi gerekir. Bu da sırtlanı avlayıp etinden yararlanmanın cezasına delâlet etmektedir.

4- Tavşan avlamak ve etini yemek helâldir.

5- Ancak ashabdan Abdullah b. Amr, tabiinden İkrime ve fukahadan Muhammed b. Ebi Leyla bunun mekruh olduğunu söylemişlerdir. Ne var ki bunların delil gösterdikleri rivayet zayıftır, istidlale salih değildir.

6- Böylece müctehid imamların hepsine göre tavşan eti helâldir. [92]

 

İnsan ve Hayvan Dışkısı (Kazubat) Yiyen Hayvanlar

 

Dışkı, vücudun sindirim kanalından anüs yoluyla dışarı attığı maddelerdir. Bağırsak bakterilerinden, bazı hücrelerden ve bağırsak çeperinin salgılarının ve öd suyunun içerdiği çeşitli maddelerden oluşan dışkı zararlı ve murdar bir maddedir. Bazı evcil hayvanlar, bazan da yabanî hayvanlardan bir kısım (meselâ domuz) insan ve diğer canlıların dışkısını yerler ve bununla da geçinirler.

Ö bakımdan yüce İslâm dini, kapı önlerine, sokaklara, insanların gelip geçtiği yollara ve yerlere, ağaç altlarına, sulara murdar şeylerin ve dışkının atılmasını yasaklamış, buna riayet' etmeyenler lanetlenmiştir.

Evde beslenen evcil hayvanlardan deve, sığır, koyun, keçi, tavuk, kaz, ördek ve hindi gibi eti yenenlerin insan dışkısı yemesine fırsat verilmemelidir. Zira bu durumda eti insanlara hem tiksinti, hem de zarar verebilir.                                            

Resûlüllah (a.s.) dışkı yiyen deve ve benzeri bir hayvana binilmesini ve bu hayvanların o vaziyette kesilip yenilmesini men'etmiştir. [93]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) -dan yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Rasulüllah (a.s.) dışkı (kazurat) yeyip sokaklarda başıboş dolaşan (deve, sığır ve benzeri) hayvanın sütünün, içilmesini menetti." [94]

Bir rivayette ise Ebû Dâvûd şu lâfızla tahricde bulunmuştur: "Dışkı (kazurat) yiyen hayvana binmeyi men'etti."

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kazurat yiyen hayvan etinin ve sütünün yenilmesini men'etti." [95]

Diğer bir rivayette ise şöyle denilmektedir:

"Resûlüllah  (a.s.) Efendimiz,  kazurat   yiyen   deveye binilmesini ve onun sütünden içilmesini men'etti." [96]

Arar b. Şuayb'den rivayet' edilmiştir. O da babasından ve dedesinden rivayet etmiştir. Adı geçen şöyle demiştir: "Resûlüllah (a.s.) evcil eşek etini, kazurat yiyen hayvana binilmesini ve onun etinin yenilmesini men'etti." [97]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre, kazurat yiyen ve ekseri yiyeceği bu gibi murdar şeyler olan devenin eti mekruhtur yenilmez. Zira bu durumda o gibi deve ve hayvanların etinin rengi değişir ve kokuşur. Tıpkı kokmuş bir yemek gibi yenilmesi mekruh olur. Bunun gibi Resûlüllah (a.s.) o gibi develerin sütünü de içmenin mekruh olduğunu bildirmiştir. Zira etinin kokması ve renginin değişmesi aynı zamanda sütüne de sirayet eder. Bunun gibi o gibi develere binip umre veya hac etmek veyahut savaşa çıkmak da mekruhtur. Zira hem binen, hem de çevresindeki insanlar onun kokusundan rahatsız olurlar. Kudurî de Muhtasarü'l-Kerhî Şerhinde illet olarak bunu belirtmiştir.

Tahavî'nin şerhinde; Kadı bu gibi deve ve hayvanlardan yararlanmak helâl değildir; meğer ki birkaç gün hapsedilip ot ve benzeri şey yedirilerek vücudundaki necasetin koku ve tesiri giderile... O taktirde helâl olur. Şüphesiz Kudurî'nin görüşü daha isabetlidir.

İmam Muhammed'in bildirdiğine göre, İmam Ebû Hanîfe bu gibi hayvanların şu kadar süre hapsedilip otla beslenmesini belli, belirli bir süreye bağlamamıştır. Temizleninceye kadar hapsedilir demiştir.

Ebû Yusuf un İmam Ebû Hanîfe'den yaptığı bir rivayete göre, o gibi deve ve hayvanlar üç gün hapsedilir.

İbn Rüstem'in yaptığı rivayete göre, İmam Muhammed bu konuda şöyle demiştir: "Bir hayvanın cellale sayılması (kazuratla geçinip etinin kokması) için kendisinden fena bir kokunun hissedilmesine bağlıdır. Şayet kokuyorsa, o taktirde ne eti yenilir, ne de sütü içilir. Ama az miktarda kazurat yer, daha çok otla ve benzeri şeylerle karnını doyurursa artık o cellâle sayılmaz. O taktirde eti de mekruh sayılmaz.

Sokakta dolaşıp bulduğunu yiyen tavuk, horoz ve benzeri kümes hayvanları ekseri tahıl ve benzeri maddeler yerler ve az olarak da dışkı yerler... O bakımdan onların eti mekruh olmaz. Bununla beraber kümes hayvanları fazla dışkı yemekle kokmaya başlarsa, o taktirde etleri mekruh olur yenilmez.

Efdal şu ki, az bile olsa dışkı yiyen tavuk, horoz ve benzeri kümes hayvanlarını hapsedip içleri dışkı kalıntısından temizleninceye kadar bekletmektir. Rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz tavukları üç gün hapsettikten sonra kesip yemiştir, imam Ebû Yusuf ile İmam Ebû Hanîfe'nin de bu görüşte oldukları bir başka rivayetle belirlenmiştir. [98]

b) İmam Şafiî'ye göre, yiyeceğinin çoğu kazurat olan hayvanın etini yemek mekruhtur.

c) el-Hasan ise, hayvanlar karuzat yemekle necis olmazlar ve o bakımdan etlerini yemeye, sütlerini içmeye ruhsat verilir demiştir. [99]

d) Hanbelîlere göre de kazurat yediği için vücudu kokan bir hayvan Önce hapsedilir ve koku kalmayınca da kesilebilir. Bu da üç günlük bir süre içinde gerçekleşebilir. Hayvan ister davar, ister kanatlı olsun farketmez. Nitekim İbn Ömer'in (r.a.) üç gün hapsettiği ve sonra kesip  yediği  rivayet yoluyla  sabit  olmuştur.  Ebû  Sevr de  aynı görüştedir.

Diğer bir rivayete göre, tavuk, horoz ve benzeri kümes hayvanları üç gün, davarlar ve deve yedi gün hapsedilir. Tabiin'den Ata' da.aynı görüştedir. Abdullah b. Amr, (r.a.) den de buna benzer bir rivayet yapılmıştır.

Aynı zamanda cellâle olan; yani kazurat yiyen hayvanlara binmek de mekruhtur. Nitekim Hz. Ömer ve oğlu Abdullah (r.a.) da aynı görüştedirler. Rey taraftarlarının kavli de böyledir. [100]

İmam Mâlik her nedense Muvatta'da cellâleyle ilgili hadisleri nakî etmemiştir. [101]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

482 no'lu İbn Abbas hadisini aynı zamanda Ahmed, İbn Hibban, Hâkim ve Beyhaki tahric etmiştir. Hâkim bu hadisi sahihlemiştir. İbn Dakik el-Iyd de hadimin sahih olduğuna dikkat çekmiştir. [102]

Hadis, kazurat yiyen ve o sebeple eti kokan bir deve veya davarın sütünü içmenin mekruh olduğuna delâlet etmektedir. Aynı zamanda o gibi hayvana binip savaşa, hacca veya seyahata çıkmak da mekruhtur.

483 no'lu îbn Ömer hadisi de sahih olup istidlale salihtir. Kazurat yiyip bedeni kokan bir deve veya benzeri bir hayvanın etini yemenin mekruh olduğu hükmü ortaya çıkıyor.

485 no'lu Anır b. Şuayb hadisini aynı zamanda Hâkim tahric etmiş? Beyhaki ve Darekutni rivayet etmiştir. Bu da evcil eşek etinin - haram olduğuna delalet etmekte ve cellâle olan hayvana binmenin, etini yemenin mekruh olduğunu açıklamaktadır.

İbn Raslan, Sünen şerhinde şöyle demiştir:  "Kazurat yeyip geçinen bir hayvanın temizlenmesi için hapsedilmesi söz konusudur. Ancak bunun için belli bir süre ortaya konmamıştır. Bazıları deve ve sığır kırk gün, koyun ve keçi yedi gün, tavuk ise üç gün süreyle hapsedilir demişlerse de bu görüş fazla itibar görmemiştir."

Temizlendiği kanaati doğuncaya kadar bekletmek tavsiye edilmiştir.

Cellâle olan hayvanın sütü hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Cumhura göre temizdir. Zira necaset hayvanın sindirim sisteminde istihale geçirmektedir. [103]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Davarları, deve ve evcil hayvanları kazurattan uzak tutmak gerekir.

2- Kazurat yeyip daha çok bununla geçinen davar ve kümes hayvanlarını bu murdarlıktan arındırmadan kesip yemek doğru değildir.                                                       

3- Hanefilere göre, kazurat yiyen ve o yüzden kötü kokan hayvanı kesip yemek, sütünü içmek ve binit ise binip bir tarafa gitmek mekruhtur.                             .

4- Kazurat yiyen hayvanın etinin hem kokusu, hem de rengi değişir ve bu değişiklik olumsuz yönde sütüne de tesir eder.

5- Kazurat yiyen hayvanı aldığı pislikten ve kokudan temizlemek için onu bir süre hapsedip teiniz yiyeceklerle beslemek gerekir.

6- Hayvanda hissedilen kokuya göre ya üç gün veyahut daha fazla hapsedilmesi tavsiye edilmiştir.

7- Sokak ve çöplüklerde dolaşıp karnını doyurmaya çalışan kümes hayvanları az miktarda, dışkı yiyor, daha çok ekmek, yemek artıkları ve benzeri şeylerle geçiniyorsa onları bir süre hapsetmeye gerek yoktur. Bununla beraber iki üç gün tecrid etmekte fayda vardır.

8- İmam Şafii'ye göre de yiyeceğinin çoğu kazurat olan bir hayvanı kesip yemek mekruhtur. Hattâ yediği kazuratın olumsuz tesiri o hayvanın yumurtasında "bile görülür.

9- el-Hasan'a göre, hayvanın yediği kazurat onun sindirim sisteminde istihale geçirir ve o bakımdan eti mekruh olmaz. Ancak bu görüş fazla itibar görmemiştir.

Hanbeliler de Şâfiilerin görüşüne yakın bir görüş ortaya koymuşlardır.

10- İlim adamlarından bir kısmına göre, kazurat yiyen hayvanlar o pislikten arındırılmadan önce kesilip yenilmez. Kimi bunun haram, kimi de mekruh olduğuna kaildir.    -                                         ,

11- Mezhepte söz sahibi olan fakihlere göre, kümes hayvanları üç gün, davarlar yedi gün, deve ve at kırk gün hapsedilerek temiz yem ile arındırılırlar.      

12- Ancak başta İmam Ebû Hânife olmak üzere üst düzeydeki müctehidlerin bir kısmı belli bir süre üzerinde durmayıp hayyanın yediği kazurat nisbetini dikkate alarak ona göre tecrid edilmesini ve temizlendiği kanaati doğuncaya kadar bekletilmesini tavsiye etmişlerdir.

13- Sonuç olarak kazurat yiyen ve o yüzden kokmaya başlayan bir hayvanı bir süre hapsedip temiz yem ile arındırmadan kesip yemek mekruhtur. [104]

 

Öldürülmesi Emredilen ve Yine Öldürülmesi Menedilen Hayvanlar

 

İslâm kitap ve sünnetiyle canlılara karşı merhametli ve şefkatli olmamızı emreder. Keyfî olarak bir hayvanın öldürülmesine cevaz yermez. Avcılığı meşru sayar. Ancak hayvanların neslini tüketmemek, keyfi öldürmemek, bir ihtiyaçtan dolayı avlanmak üzere birtakım prensipler koymuştur.

Sonra da bazı hayvanlar çoğalıp iyice zararlı ve tehlikeli düzeye geldiklerinde onların öldürülmesini emreder. Zira her şey insan için, onun yararlanmasından yana yaratılmıştır. Yaratılan bazı canlılar ona zarar verecek duruma gelince imha edilmesindeki sakınca kalkar.

Hayvanlar aynı zamanda dünyamızı süslemekte, hayatımıza renk ve mana katmaktadırlar. Onları koruyup nesillerinin tükenmesini Önlemek sünnettir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir kediyi hapsedip aç ve susuz bırakarak ölümüne sebep olan bir kadını cehennemle, susuzluktan dili dışarı sarkmış bir köpeğe, kuyuya inip ayakkabısına su doldurarak ona su içiren adamı da cennet ile müjdelemiştir.

Keyfî olarak bir serçenin öldürülmesine bile üzülen Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bu konuda da ümmetini yeterince aydınlatmıştır. [105]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'm (a.s.) şöyle buyurduğunu bildirmiştir: "Beş fasik hem hilde, hem de Harem'de öldürülür: Yılan, alaca, karga, fare, saldırgan kudurmuş köpek ve çaylak." [106]

Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz vezâğ'ın öldürülmesini emretti." [107]

“Ümmu Şerik (r.a.) den yapılan rivayete göre, "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz vezâğfın öldürülmesini emretti." [108]

Hüreyre (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'm (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Kim ilk darbede vezâğ"ı öldürürse ona yüz iyilik yazılır, ikinci darbede öldürene daha aşağı, üçüncü darbede öldürene bundan da aşağı iyilik yazılır." [109]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz hayvanlardan şu dört türün öldürülmesini men'etti: Karınca, bal arısı, hüdhüd ve sured (göçken)." [110]

Abdurrahman b. Osman (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Bir tabib, ResûlüUah'm (a.s.) yanında bir ilaçtan (tedavi etme maddesinden) bahsetti. Bu ilaçta kurbağanın da bulunduğunu (yani terkibinde kurbağa da bulunduğunu) söyledi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kurbağanın öldürülmesini men'etti." [111]

Ebu Lübabe (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki; "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, evlerde yaşayan küçük ince yılanların öldürülmesini men'ettiğini, ancak bunlardan kuyruğu kısa maviye çaîan renkte olanının ve bir de sırtında beyazımsı iki çizgi, şerit bulunanın öldürülmesine ruhsat verdiğini, zira bu iki tür yılanın gözün ferini aldığını ve kadınların karnında oluşan ceninlerin düşmesine sebep olduklarını buyurduğunu duydum." [112]

Ebû Sâid (r.a.) den yapılan rivayette, Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Şüphesiz ki sizin evlerinizde yaşayan yılanlar vardır. Onları üç defa uyarınız (ev halkına görünmeme­leri rahatsız etmemeleri hususunda uyarıda bulununuz). Ondan sonra tekrar size görünürlerse öldürünüz." [113]

Müslim'deki rivayette "üç gün uyarıda bulununuz" buyurulmaktadır. [114]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

491 dipnotîu Aişe hadisi sahih olup istidlale salihtir. Zira bu hadis az farklı lafızlarla üç tarikle rivayet edilmiştir:

Buhari, Müslim ve Tirmizi'nin tahririne göre:

"Hayvanlardan beş tanesini ihramlinın Öldürmesinde bir günah ve sakınca yoktur: Karga, çaylak, fare, akrep ve saldırgan köpek..."

Nesâi, Ahmed, Buhari, Müslim, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce'nin tahricine göre:

"Hayvanlardan beş tür var ki hepside fâsiktir. Bunlar hareın (sınırları) içinde de öldürülürler: Karga, çaylak, akrep, fare ve saldırgan köpek..."

491 no'lu Aişe hadisinde beş fasıktan birinin yılan olduğu belirtilirken, bu iki rivayette ise, yılandan söz edilmeyip beş fasıktan birinin akrep olduğu kaydedilmiştir..

Her üç rivayet de sahih olduğuna göre, fâsık hayvanların, yani zararlı ve tehlikeli hayvanların beşten ibaret olmadığı, bu sayının tahdidi anlam taşımadığı, sadece beş önemli olanının misal verildiği anlaşılıyor. O halde yılan, akrep, çiyan, fare, köstebek ve benzeri hayvanların hepsi zararlıdır ve öldürülmeleri gerekir.

Karga da fâsik hayvanlardan sayılmıştır. Ancak hadiste kastedileni zararlı olanlarıdır. Zira karganın 138 çeşidi bulunduğunu zoologlar tesbit etmişlerdir. Bunlardan önemli bir kısmı faydalıdır. Örneğin ekin kargası, karga gurubunun nisbeten faydalı bir üyesi sayılır.

Alacalı karga, leş kargasıdır. Siyah karga gibi bu da ekinlere, meyva ve sebzelere zarar verir. Şüphesiz bunların bazı faydaları da vardır. O bakımdan karganın mutlak anlamda zararlı olduğu söylenemez. Zararlı olanların çoğalmaması için öldürülmelerine cevaz verilmiştir.

Çaylak ise, ince yapılı atmacadır. Ancak çaylaklar oldukça yağmacıdırlar. O bakımdan fazla üremesi ve çoğalması geniş çapta yağmacılığa yol açar ve bunun için bu zaralı hayvanın da Öldürülmesi emredilmiştir. Bu emir, onun neslini yok etmeye' yönelik değil, fazla çoğalmasını önlemeye yöneliktir.

Köpek eğitilmeyip de saldırgan, ısırgan olur veya kudurursa, o takdirde -insanlara zarar vermemesi için- öldürülmesi daha uygun olur.

Yılanın tehlikeli olduğu, farenin de devamlı insanlara zarar verdiği bilinmektedir. Bunların çoğalması sakıncalı sonuçlar doğurabilir.

.492 no*lu Sa'd hadîsi sahihtir. Burada vezağ'dan söz edilmektedir. Araplar buna "sâm~i jebras" de derler. Zehirli alaca keler demektir. Bu yaratık zehirli olduğundan bağ ve bahçelerde, harabelerde, evlerin çevresinde insanlara zararlı olabilirler.

Yukarıda zikredilen beş hayvan ile zehirli kelere "fevâsik" denilmiştir. Fâsik daha çok ilâhî emrin dışına "çıkmak, ilâhî sınırlara saygılı olmamak ve bu sebeple de günahlara dalıp müeyyide dinlememek gibi mânalara delâlet eden bir kavramdır.

Zararlı hayvanlar hakkında kullanılmasına gelince, fâsik bir kimse nasıl aile ve çevresine zararlıysa, bu hayvanlar da insanlar için zararlıdırlar. O bakımdan onlar hakkında da bu tabiri kullanmak daha tesirli ve hikmeti daha çok yansıtıcıdır.

493 no'lu Ümmü Şerîk hadîsiyle Sa'd hadîsi birbirini kuvvetlendirmekte ve zehirli kelerin öldürülmesinde bir sakınca olmadığı, hatta insanları rahatsız edecek duruma geldikleri takdirde öldürülmelerinin vâcib olduğu hükmü ortaya çıkıyor.

Aynı zamanda Ümmu Şerik hadîsi sahihtir...

494 no'lu Ebû Hüreyre hadîsi de sahîhtir. Burada zehirli kelerin öldürülmesi teşvik edilmekte ve bu zararlı hayvanı öldürene yüzlerce iyilik yazılacağı müjdelenmektedir. Zira bir hayvan insan için tehlikeli olduğu veya bu duruma geldiği takdirde elbetteki insan hayatı ve sağlığı ön plâna alınır ve o hayvan imha edilir.

495 no'lu îbn Abbas hadîsi de sahîhtir. Resûlüllah'ın (a.s.) faydalı hayvanları korumamızdan yana şu dört tür hayvanı misal verdiği anlaşılıyor: Karınca, bal arası, hüdhüd ve göçken kuş...

Karınca:

Yapılan ciddi araştırma ve tesbitlere göre, karıncanın 7.500 kadar türü vardır. 8 milimetre uzunluğunda olanları olduğu gibi 4 santimi geçen devleri vardır. Karıncaların koku alma duyguları ve bilmediğimiz nice hassaları söz konusudur.

Bu kadar türü olan karıncaların insanlardan yana şüphesiz birçok faydaları olsa gerek. Bilimsel araştırmalar derinleştikçe hayvanların hilkatinin hikmeti daha iyi anlaşılmış olur. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in bu çalışkan ve hayatını denge ve düzende tutmasını bilen hayvanı öldürmememizi tavsiye buyurması " mutlaka birtakım hikmetlere dayanmaktadır.

Bal ansının ne kadar faydalı olduğunu, insanlara şifa taşıdığını anlatmaya gerek görmüyoruz.

Arapçada "hüdhüd" denilen çavuşkuşuna dilimizde de "hüdhüd" diye ad verilmektedir. Süleyman peygamber'e ulaklık yaptığı kutsal kitaplarda yazılıdır.

Bu gösterişli kuş daha çok böcekleri yiyerek geçinir. Karınca yemeyi çok sever. Ancak bundan başka hüdhüd kuşun daha ne gibi faydaları vardır, bilemiyoruz. Resûlüllah'ın (a.s.) dünyamızı süsleyen gösterişli kuşu korumamızı emretmesi, onun çok faydalı olduğuna işarettir.   ,

Sured kuşuna lügat kitaplarında "göçken" diye Türkçe karşılık verilmiştir. Kamus sahibinin açıklamasına göre, bu kuşun karın nahiyesi beyazımsı, sırtı ise yeşilimsi bir renktedir.

O halde gerek hüdhüd, gerekse göçken kuşları ve bunlara benzeyip dünyamızı süsleyen diğer kuşları korumamız sünnettir, hüdhüd ile göçken birer örnektir.

Resûlüllah (a.s.) zamanında halk tabipleri bitki ve canlılardan birtakım ilâçlar yaparak tedavide bulunurlardı. Bunların çoğu ilmî bir ölçüye göre hazırlanmazdı. Ba"1 kişilerin tecrübelerine dayanırdı. O bakımdan faydalı olanı imal edildiği gibi, çoğu zararlı da olabilirdi. Yaptığı ilaca kurbağayı da karıştıran tabibin Resûlüllah (a.s.) tarafından uyarılması ve kurbağaların öldürülmesini men'etmesi elbetteki çok anlamlıdır. Sonra kurbağalar faydalı canlılardır.

Kurbağaların da birçok türleri vardır. Genellikle faydalı hayvanlardır. Çok sayıda böcek ve benzeri yaratıkları yedikleri için faydalı sayılırlar. Sinek, kurtçuk, hatta akrep bile yiyen kurbağalar bu bakımdan insanların en yakın dostudur.

497 no'lu Ebû Lübabe hadîsi sahihtir. Eskiden ahşap, toprak ve benzeri evlerde yuva kuran yılanlar olurdu. Bunların bir kısmı bir bakıma evcilleşirler ve aileye zarar vermeden bir süre yuva kurdukları yerde yaşarlardı. Bunları evden çıkarmamız enıredilmemiştir. Ancak kuyruğu kısa maviye çalar renkte olan ile sırtında iki beyaz hat bulunan yılanların görünüşü ürpertici olup göz ferini aldığı ve hamile kadınlafda olumsuz tesir bırakarak düşük yapmalarına sebep oldukları için öldürülmeleri emredilmiştir.

Nitekim 498 no'lu Ebû Saîd hadisi bu uygulamayı tavsiye etmektedir. Gerçi günümüzdeki evlerin çoğunda bu gibi hayvanlara rastlanmaz. Ancak köylerde, dağ ve çöllerde derme-çatma yapılan evlerde görülebilir. Sözü edilen iki ayrı tür yılanın insanda olumsuz tesir bıraktığı söz konusudur. Ancak bu olumsuz tesir sadece bu yılan türünün görünüşünden mi kaynaklanıyor, yoksa cinlerle bu yılanlar arasında bir irtibat mı vardır? Tabii bu gaybî olan tarafı bilemiyoruz. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in yılan türlerini "cinnan" tabiriyle anması çok dikkat çekicidir. Zira bu kelimenin "cânn"ın çoğulu olduğu kesindir. Her ne kadar sarihler bunun küçük ince yılanlar hakkında kullanıldığını belirtmişlerse de "cânn" ismi Kur'ân'da Rahman Sûresi 15. âyette geçmektedir. Ünlü müfessir Allâme Zemâhşeri (h. 528) bunu "Ebû'1-cin" diye tefsir ederek "cânn"in cinlerin ilk babası olduğunu belirtmiş ve bazı ilim adamlarının ise bunun tblis olduğunu, yani îblis'e aynı zamanda "cânn" denildiğini iddia ettiklerini nakletmiştir.

Cânn, ister cinlerin ilk babası olsun, isterse İblis'in başka bir adı olarak kullanılsın, cinle sözü edilen yılanlar arasında birtakım ortaklaşa ilgi ve irtibatın olduğu anlaşılıyor. O bakımdan evi terketmeleri için üç defa uyarılmaları tavsiye edilmiştir. Terketmedikleri takdirde Öldürülmelerine cevaz verilmiştir. Kasas sûresi 31. âyette kıvrak yılan manasında olan "cânn" da bu incelikleri yansıtır.

Konumuzla İlgili Başka Hadîsler de Bulunuyor:

Beyhâki'nin Abdullah b. Amr b. As'den rivayet ettiği hadîste şöyle "deniliyor: "Kurbağaları öldürmeyiniz. Çünkü onların vıkırdamaları teşbihtir."

Bu hadîs mevkuftur. Yani sahabeden rivayet edilmiştir,

Hafiz İbn Hacer ise, bu hadîsi incelerken Abdullah b. Amr'm israiliy attan bazı şeyler naklettiğini belirterek, bu da onlardan biri olabilir neticesini ifâde etmek istiyor.

Bu konuda Ebû Davud'un el-Merasil'de tahrîc ettiği Ubad b.,îshak rivayetinde Resûlüllah'm (a.s.) kırlangıçların öldürülmesini men'ettiği belirtilmektedir. Şüphesiz bu, avlularımıza kadar girip yuva yapan ve neşeli sesler çıkaran kırlangıçların korunmasına yönelik bir hükümdür. Hem bu tür kuşlar göçmen kuşlardır. Ancak havalar ısınınca gelirler ve soğuyunca sıcak bölgelere göç ederler.

Ama aynı rivayete Beyhakî îbn Ebû Huvayris tarikıyla nakletmiştir kj, bu zat zayıf râviler arasında bulunuyor. îbn Hibban özellikle onu "duâfa" arasında zikretmiştir.

İbn Abbas hadîsinde örümceğin Öldürülmesi emredümişse de isnadında Amr b. Cemî bulunuyor. Bu zat yalancıdır, hiç bir rivayetine itibar edilmez.

İbn Adiy ile Beyhakî'nin İbn Abbas (a.s.) dan yaptıkları rivayette, Resûlüllah'm (a.s.) akbabayı öldürmeyi menettiği belirtilmektedir. Bu rivayetin isnadında Hârice b. Mus'âb bulunuyor ve bu zat zayıfdır.

Yine hu bapta Şafiî, Ebu Dâvud ve Râkim'in Abdullah b. Ömer (r.a.) dan tahrîc ettikleri hadîste; "Herhangi bir insan bir serçeyi onun hakkını gözetmeden öldürürse, Allah mutlaka ondan bunu soracaktır..." Bunun üzerine soruldu: "Ya Resûlaüah! serçenin hakkı nedir?" cevabını verdi: "(Bir ihtiyaçtan dolayı onu avlıyorsa) onu kesmek ve öylece yemektir. Onun başını elle koparmak ve tutup bir tarafa atmak onun hakkına dokunmaktır."

Ancak îbn Kattan bu rivayeti, îbn Abbas'ın azatlı kölesi Suhayb'den dolayı muallel saymış, yani sıhhatim zedeleyen bir kusuru bulunduğunu belirtmiştir. [115]

Yine Şafii'nin, Ahmed ve Nesâî'nin Amr b. eş-Şerîd'den, o da babasından merfuân yaptıkları rivayette şöyle buyurulmuştur: "Kim bir serçeyi boş yere öldürürse, kıyamet gününde o serçe sesini yükseltip Allah'a şöyle şikâyette bulunacak: Ya Rabbî falan kişi beni yok yere öldürdü, bir menfaat sağlamak için öldürmedi..." [116]

Evde yuvalanan yılanlar hakkında el-Mazirî ve el-Kâdî diyorlar ki: "Resûlüllah'm (a.s.) Medine'sindeki yılanlar öldürülmez, ancak inzarda bulunarak evlerden uzaklaştırılırlar. Diğer belde ve yerleşim yerlerindeki yılanların, ister evlerde, ister bahçe ve arazide olsun öldürülmeleri menduptur. Onları inzar etmeğe gerek yoktur. Zira yılanları öldürme konusunda genel anlamda emir vardır ki, bu sahîh hadîslerle belirlenmiştir. "Hayvanlardan beş fâsıkı öldürünüz..." emri de bu cümledendir.

Evdeki iki ayrı tür dışında kalan yılanların uyarılmasını Müslim şöyle yorumlamıştır: Cinlerden bir taife Resûlüllah'a inanıp Kur'ân'a uymuştu. Bu yılanlar onlardan olabilir.

İmam Mâlik evlerdeki yılanların şu sözlerle uyarılmasını tavsiye etmiştir: "Sizi Allah ve âhiret günüyle uyarıyorum ki bize açıkça görünmeyin ve bize eza ve cefada bulunmayın..."

Sonuç olarak şunu belirtelim: Kitap ve sünnette neler haram kılmmışsa, onlar haramdır. Haram kılınan bir tür hayvanın benzeri türleri de haramdır. Ancak âyet ve hadîste benzeri türlerin helâl olduğu belirtilmişse, artık bu hususta kıyasa yer yoktur. Zira asıl olan hil, yani helâl olmasıdır. Hakkında tahrirn hükmü yoksa aslolan baki kalır. [117]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Fâsik olarak anılan beş hayvan hil ve haremde öldürülür: Yılan, alaca karga, fare, saldırgan, kudurmuş köpek, çaylak. Akrep de bunlar arasında anılmıştır.

2- Evde yuvarlanıp yaşayan yılanların evi terketmeleri ve ev halkına zarar vermeleri için uyarıda bulunmak tavsiye edilmiştir.

3- İlim adamlarından bir kısmına göre, Medine'de yaşayan yılanlar dışında bütün yılanlar öldürülür. Uyarı sadece Medine'de evlerde yuvalanan yılanlarla ilgilidir.

4- Böylece fâsik olarak anılan bu beş veya altı hayvan  gibi insanlara zanar veren ve verebilen diğer hayvanlar da gerektiğinde öldürülebilir.

5- Hayvanların neslini tüketmemek gerekir. İnsanlara zarar verenlerin ise imkân nisbetinde sayıları azaltılır. Zira tabiatta her canlı denge ve düzenin bir parçası olarak bulunuyor.

6- Zehirli keler de yılan gibi öldürülür. Zira bu hayvanın zehiri oldukça tehlikelidir. Araplar buna "sâm-i abraş" derler,.

7- Sözü edilen hayvanların fâsık olarak vasıflandırılması, onların faydalı olma sınırını aşıp zararlı duruma gelmelerinden dolayıdır.

8- Zehirli keleri öldürmekte aynı zamanda sevap ve iyilik söz konusudur.

9- Karınca, bal arısı, hüdhüd kuşu ve sured kuşu öldürülmez. Bunların insanlardan yana, düzen ve denge çerçevesinde birtakım faydaları vardır. Zararları ise ya hiç yok veyahut pek azdır.

10- Diğer yırtıcı olmayan kuşlar da böyle... Denge ve düzenin bir parçasıdırlar ve havadaki, yerdeki haşeratı temizleme bakımından da faydalıdırlar.

11- Keyfî olarak kurbağa öldürülmez. Aynı zamanda kurbağa ibtidai anlamda ilâç olarak da kullanılmaz.

12- Kerpiç, ahşap ve benzeri evlerde yuvarlanıp yaşayan yılanları uyarıp evin dışına çıkarılmaları uygun olur. Çıkmadıkları taktirde öldürülmeleri mubah sayılır.

13- Yılanlarla, aynı evdeki yılanlar-la cinler arasında bir bağ bulunabilir.

14- îlim adamlarından bir kısmına göre, sadece Medine'deki evlerde yaşayan yılanlar öldürülmeyip inzar edilirler. Onun dışında kalan yerlerde inzara gerek duyulmadan öldürülmeleri uygun olur. Bu görüş ağırlık kazanmıştır.

15- Evlere girip yerleşen kuyruğu kısa ve sırtı yeşilimsi renkteki yılanla sırtının üstünde iki şerit halinde beyazlık bulunan yılanlar öldürülür.   Bu   ikisi   de   daha   çok   psikolojik   yönden   oldukça tehlikelidirler. [118]

 

Av ve Avcılık

 

Av: Karada veya denizde çeşitli usullerle evcil olmayan hayvanları yakalama işi olarak tarîf edilir.

Av, ateşli silahlarla yapıldığı gibi, eğitilmiş köpek, şahin, doğan ye atmaca gibi yırtıcı hayvanlarla da yapılabilir. Ancak İslâm her konuda olduğu gibi, bu konuda da bir takım prensipler ve şartlar koymuştur. Zira hem hayvanlara eziyet ve işkence etmeden, hem nesillerini tüketmeden, hem de insandan yana yaratılan bu canlılardan helâl olanlarından yararlanmak söz konusudur.

l^öpek çok üreyen hayvanlardan biridir ve evcil tabiatlıdır. Ev, bağ, bahçe ve davarları korumak için bu hayvanı beslemekte bir sakınca yoktur. Bunun dışında zevk için köpek alıp beslemek, evin içine sokmak, çocuklarla kaynaştırmak mekruh kılınmıştır. Zira bu hayvanın bulunduğu eve hem (rahmet ve ilham) melekleri girmez, hem de başta kuduz olmak üzere hastalık yapan birtakım mikroplar taşıyabilir.

Çeşitli ülkelerde birçok insanlar yokluk içinde karınlarını doyuramazken köpek alıp beslemek, onun için özel yiyecekler hazırlamak elbetteki çok yanlış ve sakıncalı sayılır. Zira her şey insan için yaratılmıştır. Sıkıntıya düşüp açlık içinde kıvranan ve hattâ ölen aileler ve çocukları korumak, onlara insani anlamda yardım elini uzatmak güzel ve faydalı hayırlardan biridir.

Ayrıca fazla yemek pişirmek ve lüzumundan fazla ekmek almak suretiyle bunların sofrada arta kalanım çöp bidonlarına dökmek büyük bir nankörlük ve haddini bilmezliktir.* Unutmayalım ki, bir parça ekmeğin elimize ulaşıncaya kadar birçok sistem ve canlıların hizmeti söz konusudur. Güneş, ay, bulut, rüzgâr, deniz; toprak, bakteriler durmadan bu hizmeti sürdürmektedirler. Bir de bunun yamsıra insan hizmet ve emeği vardır. [119]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Kim bîr köpek edinirse, her. gün ecir ve sevabından bir kırat noksanlaşır. Ancak av veya ziraat veyahut davarlar için edinilen köpek böyle değildir..." [120]

Kırat: Dört keçi boynuzu çekirdeği ağırlığında mücevher olarak tarif edilir. Böylece kırat o dönemde de bir tartı birimi olarak bulunuyordu.

Süfyan b. Ebî Züheyr fr.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Resûlüllah (a. s,) Efendimizin şöyle buyurduğunu duydum: "Kim bir köpek edinir de o köpek ondan yana ne ziraat, ne.de süt davarını (korumada) bir yarar sağlamıyorsa, onun amelinden her gün bir kırat npksanlaşır." [121]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz av veyahut davarları korumak için edinilen köpekler dışında diğer köpeklerin öldürülmesini emretti." [122]

îbn Ömer'in bu hadîsi, konuyla ilgili diğer sahîh hadîslerle biraraya getirdiğimizde ziraat için edinilen köpeğin burada amlmadığı-nı görürüz. Bu noksanlık ya İbn Ömer'in (r.a.) hadîsi duymasından veya hafızasına almasından kaynaklanmış olabilir.

Abdullah b. Muğaffel (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'm (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Eğer köpekler de ümmetlerden bir ümmet olmamış olsaydı onların öldürülmesini emrederdim, Artık siz köpeklerden katıksız siyah olanını öldürünüz." [123]

Câbir (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

"Resûlüllah (a.s.) Efendimiz birara, bütün köpekleri öldürmemizi bize emretti. Biz de bu emre uyup köpekleri, hattâ badiyeden kadının beraberinde getirdiği köpeği öldürmeğe başladık. Sonra Resûlüllah (a.s.) Efendimiz köpekleri öldürmemizi men'etti ve şöyle buyurdu: "Size gerekli olup (öldürmenizi lüzumlu kılan) katıksız siyah renkte olup iki gözünün üstünde iki nokta bulunan köpektir. Çünkü o gerçekten şeytandır." [124]

Köpeklerin önce öldürülmesinin emredilmesi mutlaka Önemli bir sebebe dayanmaktadır. Kuduz köpeklerin ortada görülmesi ve birtakım olayların cereyan etmesi böyle bir emrin verilmesine sebep teşkil edebilir. Sonra da kuduz tehlikesi ortadan kalkınca bu defa öldürülmeleri men'edilmiş tir. Ancak katıksız siyah köpek bir istisna teşkil etmiştir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bu istisnanın sebep ve illetini, "o gerçekten şeytandır" diye ifade buyurmuştur. Anlatımda bir benzetme söz konusudur. Sözü edilen iki noktalı siyah köpek, cin ve şeytanların daha çok yaklaştığı bir canlı olabilir. Şeytana benzetilmesi daha çok bu yorumu ön plâna çıkartmaktadır. [125]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

501 no'lu Ebû Hüreyre hadîsi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. Hadîs ancak şu üç sebepten biriyle köpek beslemenin caiz olduğuna delâlet etmektedir: Av ve avcılık, ziraati koruma, davarları koruma... Bu üç medde tahdidi midir? Tahdididir denilemez. Zira bu üç şeyin dışında birtakım çok lüzumlu meseleler ortaya çıkmış bulunuyor. Bunlardan birkaç tanesini şöyle sıralayıbilirîz:

a) Askerî yasak bölgeler,

b) Şehir dışında önemli fabrikalar,

c) İmalathaneler,

d) İçinde kıymetli eşya bulunan depolar,

e) Uyuşturucu kaçakçılarını, katil ve soyguncuları yakalamak için polislere yardımcı olma durumları bu cümledendir.

Bunları bağ bahçe ve davarlara kıyas etmek mümkündür. Zira bu kıyasta tahkik-i menat gerçekleşmiş oluyor. Makis ile Makisün aleyh illette birleşiyor. Kıyasın şartları yerine gelince kıyas yapmakta bir sakınca kalmıyor. İmam Şafii de aynı görüştedir. [126]

502 nolu Süfyan hadisi de sahih olup Ebû Hüreyre hadisîyle birbirini kuvvetlendirmektedir. Ancak Süfyan hadisinde köpek beslemek için iki husus belirtilirken Ebû Hüreyre hadisinde üç husus belirtilmiştir. Bu, Resûlüllah'm (a.s.) ortaya çıkan ve hadisin vüruduna sebep teşkil eden olaya göre konuşmasından kaynaklanmaktadır.

İbn Ömer hadisini Tirmizi sahihi em iş tir. Onda da sadece iki husus konu edilmiştir: Av ve davar...

504 no'lu Abdullah hadisi köpeklerin de canlılar âleminde ümmetlerden bir ümmet olduğu açıklanıyor. Böylece tabiat dengesinde köpeklerin de yeri bulunduğuna işaret ediliyor. Ancak katıksız siyah köpek bir istisna teşkil ediyor.

Evinde köpek besleyen kimsenin her gün ecir ve sevabından bir kırat eksildiği haberi ise, köpek beslemenin haram değil mekruh olduğuna delalet etmektedir. Zira haram olmuş olsaydı artık ecrin noksanlaşıp noksanlaşmamasma bakılmaz ve kesin bir hüküm ortaya konurdu. İbn Abdilberr de aynı görüştedir.

Bazı ilim adamları da evinde köpek besleyen kimsenin ecrinin noksanlaşmasma sebeb olan şey, gelen müsafîri engelleyip korkutması ve kapıya gelen dilenciyi korkutup geri çevirmesidir. Aynı zamanda o sokaktan geçenleri rahatsız etmesi de söz konusudur. Sonra da sahibinin haberi olmadan kapları yalayıp murdar etmesi de ayrı bir sebep olarak gösterilebilir.

Buharı de bir kırat değil iki kırat noksanlaşacağı belirtilmiştir. Bu da beslenen köpeğin az ve çok zararlı olmasına bağlı sayılabilir.

Başta Hanefîler olmak üzere fakihlerin bir kısmı bu hadislerle istidlal edip köpeğin vücudunun dokunduğu şeyin murdar olmayacağını belirtmişlerdir. Ancak salyasının necis olduğu müctehidlerin çoğu tarafından kabul edilmiştir. Zira bu hususta sahih hadisler bulunuyor. [127]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Evde keyfî olarak köpek beslemek mekruhtur.

2- Ev tenha yerde ise, hırsızlardan, yağmacılardan endişe ediliyorsa, 6 taktirde evin içine sokmamak kaydıyla avlusunda veya bahçesinde köpek beslemeye cevaz verilmiştir.

3- Tarla, bahçe, bağ ve benzeri zirai alanları korumak için köpek bulundurmakta bir sakınca yoktur

4- Davarlan kurtlardan, diğer yırtıcı canavarlardan korumak için köpek beslemekte de bir sakınca görülmemiştir.

5- Avcılıkta kullanmak üzere eğitilmiş av köpeği beslemeye cevaz verilmiştir. Bu sahih hadislerle sabit olmuş ve bunu reddeden bir ilim adamı olmamıştır.

6- Evin kapısı önünde veya avlusunda veyahut bahçesinde keyfî olarak köpek bulundurmak mekruhtur. Zira gelip geçenlere hem eziyet eder, hem de çevreyi rahatsız eder.

7- Saldırgan, kudurmuş köpeği öldürmek gerekir.

8- Evinde belirtilen sebebler dışında köpek besleyen kimsenin evine (rahmet ve ilham) melekleri girmez.

9- Fabrika, depo, askeri garnizon ve benzeri korunması gerekli olan yerlerde köpek bulundurmaya cevaz verilmiştir.

10- Bunların dışında korunması lüzumlu olan önemli yerlerde de bulundurulmasında bir sakınca görülmemiştir.

11- Katıksız siyah köpek beslememek tavsiye edilmiştir. Bu tür köpeklerle cin ve şeytanlar arasında bir ilgi ve bağ bulunur. O bakımdan ruhlar üzerinde olumsuz tesir meydana getirirler.

12- Bir semt veya kasaba veya mahallede kuduz olayları ortaya çıkınca, başıboş köpeklerin öldürülmesi emredilmiştir. Diğer beslenen köpeklerin ise kuduz olduğu veya olması ihtimal dahilindeyse, aşı yapılır. Aşı yapılmayan yerlerde imha edilir.

13- Köpeğe el dokundurmakta bir sakınca yoktur. Ancak Safilere göre, köpek necistir, ona dokunmak doğru değildir.

14- Köpek salyası necistir. Kapları yaladığı veya dilini dokundurduğu taktirde Şafii ve Hanbeli müctehidlerine göre, bir defası toprakla veya sabunla olmak üzere yedi defa o kab yıkanır. Hanefilere göre üç defa iyice yıkandığı taktirde temizlenmiş kabul edilir. [128]

 

Eğitilmiş Köpek, Şahin ve Atmaca İle Avlanmak

 

İslâm, sportif hareketlere yer verdiği gibi, insana hoş vakitler geçirten, bedenine hareket sağlayan ve bazı canlıların etinden yararlanma imkanı veren av ve avcılığa da belli kurallar çerçevesinde yer vermiş ve bunu meşru kılmıştır.

Bundan önceki kısımda belirttiğimiz gibi, hayvanların neslini tüketmemek, üreme zamanına raslatmamak ve keyfî olarak yok yere öldürmemek şartıyla av yapmakta bir sakınca yoktur. Sonra da bunu bir tutku haline getirip işten, ibâdetten uzak kalmamak da bu şartlar arastada bulunuyor.

Derisi kıymetli olan hayvanları devamlı öldürüp bunu bir kazanç yolu seçmek de doğru değildir. Zira çok geçmeden bu hayvanların nesli tükenebilir ve tabiatta canlılar arasındaki dengeye zarar vermiş oluruz. Cenab-ı Hak bunca hayvanları yaratıp bunları kısa zamanda öldürüp imha edin buyurmamıştır. Bunları hem dünyamızı süslemek, hem tabiat dengesini korumak ve hem de insanların sınırlı biçimde bilerek istifade etmelerini sağlamak üzere yaratıp imkan alanına getirmiştir.

Bu arada köpek, şahin, atmaca, doğan gibi yırtıcı kuşların ve köpekleri iyice eğitip avcılıkta kullanmak da meşru kılınmıştır. Bu da insan için ayrı bir zevk kaynağı ve neşe uğraşısı olarak belirlenmiştir. [129]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Sa'lebe el-Huşeni (r.a.) den yapılan rivayette adı geçenin Resûlüllah (a.s.) Efendimizden şöyle sorduğu haber veriliyor:

-Yâ Resûlallah! Ben avlanacak hayvanların bulunduğu bir yerde oturuyorum. Hem ok hem yayımla, hem eğitilmiş köpeklerimle av yapıyorum. Bunlardan benim için uygunu hangisidir?

Efendimiz (a.s.) ona şu cevabı verdi:

- "Ok ve yayınla, üzerine Allah ismini anıp avlandığından ye. Eğitilmiş köpeğinle de Allah'ın ismini anıp avladığını da ye. Eğitilmemiş köpeğinle avladığını (diri iken yetişip şer'i şekilde) kestiğini de ye. [130]

Adiy b. Hatim (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den şöyle sorduğunu haber vermiştir:

-Ya Resûlallah! Eğitilmiş köpeklerimi (av hayvanları üzerine) salıveriyorum, onlar da onları bana yakalıyorlar ve ben de (bu arada) Allah ismini anıyorum?

- Eğitilmiş köpeğini salıverip üzerine Allah ismini andığın zaman onun sana yakaladığını ye.

-  Bu eğitilmiş köpeklerim yakaladıkları av hayvanını öldürürlerse?

-  Yakaladıklarını öldürseler bile, eğitilmemiş bir köpek onlarla birlikte bulunmuyorsa ye.

-Uzunca ok ve benzeri bir aletle ava atıp onu avlıyorum?

- Uzun bir ok veya uzunca bir aletle attığında ava nüfuz edip delerse onu ye. Ama o ava sivri ucuyla değil enlemesine dokunursa artık o avı yeme.

Diğer bir rivayette ise Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle . buyurmuştur: "Köpeğini salıverdiğin zaman üzerine Allah ismini an. Bu durumda avı sana yakalar ve sen de o ava diri iken ulaşırsan onu kes. Öldürülmüş bir vaziyette ona ulaşırsan ve köpek de ondan bir şey yememişse, yine o avı ye... Çünkü köpeğin (mücerred) yakalaması zekât (hayvanı kesmek) anlamına gelir." [131]

Bu rivayet, köpek tarafından yakalanan av hayvanı ister yaralanmış, ister boğularak öldürülmüş olsun etinin mubah olduğuna delâlet etmektedir. Yeter ki köpek yakalayıp öldürdüğü hayvandan yememiş olsun.

Yine Adiy b. Hatim (r.a.) den yapılan rivayette Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Köpek veya doğan kuşundan herhangi birini eğitip öğrettikten sonra salıverir ve üzerine Allah ismini anarsan, onun senin için yakaladığını ye." Bunun üzerine soruyu soran Adiy b. Hatim: "Yakaladığını öldürse bile..." diye sordum, diyor. Resûlüllah (a.s.) ona: "Evet onu öldürse bile -yakalayıp öldürdüğünden bir şey yemediği takdirde- sen ye. Çünkü o, o hayvanı ancak senin için yakalamıştır" diye cevap veriyor. [132]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre, av, eğitilip öğretilmiş köpek, şahin, atmaca, doğan, pars ve benzeri yırtıcı hayvanlarla caizdir. Ayı, bu konuda eğitilme kabiliyeti olmadığı, domuz da aynı necis olduğu için avcılıkta kullanılmaları caiz değildir. O halde eğitilip Öğretilme kabiliyeti olan her yırtıcı hayvanla av yapmak caizdir.

Bunun gibi keskin sivri okla ve ateşli silahlarla av yapmak da caiz görülmüştür.

Avcılıkta, eti yenilen hayvanlar etleri için, eti yenilmeyenler de derisi ve tüyleri için avlanır.

Ancak avda yaralama şarttır. İmam Şafiî'ye göre yaralama şart değildir. Zira âyette geçen "cevarih" kevasib anlamına gelir. Bu da avlayıp yakalamak, elde etmek demektir.

Eğitilmiş köpeği veya diğer bir hayvanı av üzerine salıveren kişinin veya ava ok ve ateşli silah atan kimsenin müslüman veya kitap ehli olması gerekir. [133]

Aynı zamanda bu kimselerin Allah ismini anmasını ve avı yakalayan hayvanın o avdan yeyip yemediği hakkındaki hükümleri bilmesi gerekir. Sonra da tesmiyeyi (Besmele) kasden terketmiş olmamalıdır. Aksi halde vurduğu veya yakalattığı hayvan haram olur yenilmez. İmam Şafiî'ye göre tesmiye şart değildir. Hanefîlere göre, unutarak terkederse bir sakınca söz konusu olmaz.

Avlanan hayvanın yabanî olması ve bir kapana, ağa, benzeri bir tuzağa düşmemiş bulunması şarttır. İnsandan kaçmayıp onun yanına gelen veya sakat olup kapamayan veyahut tuzağa tutulan bir hayvanı belirtilen şekilde avlamak caiz değildir. Yani onun üzerine köpek veya eğitilmiş herhangi yırtıcı bir hayvanı salıvermek bu konudaki hükümler kapsamının dışında kalır. Zira o hayvan zaten ele geçmiş sayılır.

Ava silah atan veya eğitilmiş köpek veyahut benzeri bir hayvanı gönderen kimse, av gözden kaybolup uzaklaştığı takdirde onu izlemesi gerekir. Zorunlu bir durum söz konusu olmadığı halde takip etmeyip oturur ve sonra yakalanan hayvanı ölü olarak bulursa, artık onun eti haram olur yenilmez. Ama takip eder, sadece tabii ihtiyacını gidermek veya namaz kılmak vehayut benzeri bir ihtiyaçtan dolayı bir süre geri kalır ve sonra takibe koyulur ve av hayvanını Ölü olarak bulursa, yine de yenilmesi helâl olur.

Salıverdiği eğitilmiş köpeğe, eğitilmemiş bir köpeğin eşlik etmemesi şarttır. Aksi halde yakalayıp yaraladıkları hayvan yenilmez. Yaralamaksızm yakalarlarsa, tahrimen mekruh olur. Sahîh olan görüş de budur. .

Sözü edilen hayvanların eğitilmesi ya gâlib-i zan veya bilir kişilerin olumlu görüşüyle sabit olur, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, parçalayıcı yan dişleri olan köpek ve benzeri hayvanların eğitilmiş olması üç defa yakaladığı hayvanı yememesiyle gerçekleşir. Parçalayıcı tırnakları olan doğan, şahin, atmaca ve benzeri, hayvanların eğitilmiş olması ise, salıverdikten sonra geri çağırıldığı takdirde geri dönmesiyle gerçekleşir. O halde doğan, atmaca ve benzeri yırtıcı eğitilmiş bir kuşun yakaladığı avdan biraz yemesiyle av haram olmaz yine de yenilir. Çünkü onun eğitilmiş olması çağırıldığında geri dönmesiyle gerçekleşmiş sayılıyor.

Ama eğitilmiş köpek, pars ve benzeri bir hayvan av üzerine salıverilir de o yakaladığı avdan yerse, artık onun yakaladığı hayvan haram olur yenilmez. İmam Şafiî'ye göre haram olmaz. İmam Mâlik ise, eğitilmiş köpek ve benzeri hayvan yakaladığı hayvandan yemeyi tekrar tekrar yapıyor ve bunu âdet haline getiriyorsa, artık o haram olur yenilmez.

Yırtıcı eğitilmiş kuşlar da salıverildikten sonra çağırıldığında geri dönerlerse, o takdirde eğitilmiş kabul edilir ve yukarıda belirttiğimiz gibi, yakaladığı hayvandan yerse, haram olmaz yenilir. Ama çağırıldığında geri dönmez ve yakaladığı hayvandan yerse, o hayvan haram olur yenilmez. Çünkü o kuş tanı eğitilmemiş kabul edilir.

imam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, böyle de olsa onun yakalayıp kısmen yediği hayvan haram olmaz. [134]

Salıverilen eğitilmiş köpek yakaladığı avın kanından içer veya ondan bir parça koparıp atar ve takip ederek yakalayıp öldürürse, yakaladıktan sonra ondan bir şey yemezse, o takdirde yakaladığı o hayvan helâl o]ur, eti yenir. Ama köpek ondan kopardığı parçayı yer ve sonra da onu yakalarsa, artık o hayvan yenilmez haram olur.

Salıverilen köpek veya benzeri yırtıcı eğitilmiş hayvan, yakaladığı avı yaralamaz da boğarsa, yenilmez. Çünkü yaralama şarttır.

Salıverilen bir köpeğe eğitilmemiş bir köpek veya bir dinsizin veyahut mecusînin veya putperestin köpeği katılır ve müştereken o avı yakalarlarsa, yakalanan avın eti haram olur yenilmez. Zira bu durumda hangi köpeğin yakalayıp yaraladığı bilinmez.

Köpeği ve yırtıcı kuşu salıverirken tesmiyeyi (besmeleyi) kasden terkeder, az sonra salıverdiğini geri çağırır ve tesmiye getirirse, artık onun yakaladığı yenilmez. Zira muteber olan, ilk salıverildiğinde söylenen tesmiyedir.

Ok veya ateşli silahla yaraladığı hayvan suya düşer veya bir uçurumun kenarına veyahut yüksekçe bir yere düşer de oradan aşağıya yuvarlanır ve ölmüş olarak bulunursa, onun ok veya kurşunla değil suda boğulmakla veya yeksekçe yerden yuvarlanmak suretiyle öldüğüne hükmedilir ve eti yenilmez. Kayalığa veya yüksekçe yere düşer de yuvarlanmaz, düştüğü yerde kalır ve ölmüş olarak ele geçirilirse, eti helâl olur. [135]

b) Şâfiîlere göre, av hayvanının üzerine eğitilmiş bir hayvan salıverilir de hayvan onu yakalayıp yaralayınca hemen ölüverirse, eti helâl sayılır ve yenilmesinde bir sakınca olmaz.

Deve, sığır ve benzeri eti yenilen hayvanlardan biri bir kuyuya veya derince bir çukura yuvarlanır da ona ulaşıp şer'i şekilde kesmek mümkün olmazsa, o takdirde onu okla veya ateşli silahla vurup ölümüne sebep olacak şekilde yaralamak yeterli olur. Yani bu durumda eti helâl olur.

Ok veya ateşli silah kullanarak veya eğitilmiş köpeği ve benzeri bir hayvanı salıvererek av üzerine gönderir de isabet kaydedip onu yaralar ve o yaradan dolayı hemen ölür veya ölmez de adam yetişinceye kadar yaşayamaz veya yetişir de kesmesi son derece zor olur, meselâ bıçağı çekip kullanıncaya kadar hayvan ölürse, eti helâl kabul edilir ve yenilir. Ama adamın kendi taksiratından dolayı o hayvan kesilmeden ölürse eti yenilmez. Meselâ beraberinde kesici bir alet taşımaz veya taşıdığı alet kendisinden zorla alınır veya kınında sıkışıp kalırsa, bu onun taksiratıyla meydana geldiğinden, artık o hayvanın, eti haram olur yenilmez. [136]

Attığı ok veya başka bir silahla hayvan ikiye bölünür veyahut ondan kopan aza üzerinde öldürücü bir yara meydana gelmek suretiyle öldüğü anlaşılırsa, eti helâl olur.

Ama hayvandan kopan organ üzerinde öldürücü bir yara bulunmaz da hayvanı canlı yakalayıp keserse, kopan organ yenilmez, geriye kalan kısmı yenilir.

Yaraladıktan sonra onu kesme imkanı bulamaz da hayvan o yaradan dolayı ölürse, hüküm yine aynıdır, yani eti helal olur.

Kesici, delici olmayan yassı ağır bir cisimle vurulup öldürülen ve kendisine ok ve benzeri bir aletle vurulduktan sonra bir uçurumun kenarına düşen ve oradan aşağıya yuvarlanıp ölü olarak bulunan bir hayvanın eti yenilmez.

Ama havada uçarken atılan ok veya benzeri bir silahla yere düşen ve ölü olarak elde edilen bir hayvan helaldir, yenilir.

Köpek, pars, doğan, şahin, atmaca ve benzeri eğitilmiş yırtıcı hayvanlarla avlanmak caizdir. Sahibi bunları salıverdiği zaman giden, çağırdığı zaman dönüp gelen ve yakaladığı avı yemeyip sahibine getiren bir hayvan eğitilip Öğretilmiş kabul edilir. îşte bu tür eğitilmiş hayvanlarla avlanan hayvanın eti helal olur.

Ancak eğitilmiş hayvanın istenilen düzeye geldiğini iyi tesbit etmek gerekir. Bu da onu birkaç defa salıverip çağırmakla gerçekleşir. Bununla beraber yakaladığı avı yerse artık mezhebin zahir kavline göre o hayvanın eti yenilmez. Çünkü verilen eğitim yetersiz kalmış ve avı kendisi için yakaladığı ağırlık kazanmıştır. Bu durumda onu yeniden eğitmek gerekir.

Köpeğin yakaladığı avdan ıssırdığı yer necistir yenilmez. Kesilip atılması gerekir. Çoğu alimlere göre atılmayıp su veya toprak ile yıkanır.

Eğitilmiş köpek veya pars veyahut benzeri bir yırtıcı avının üzerine salıverilir ve bütün ağırlığıyla avının üzerine atılır ve bu ağırlık sebebiyle altında kalan av yaralmaksızm ölürse, yine eti helal olur. Mezhebin zahir kavli budur.

Atılan ok veya benzeri keskin aletin sivri ucu değilde yan kısmı ava dokunur ve o sebeple av Ölürse eti haram olur yenilmez. En sahih olan görüş de budur.

Okunu veya ateşli silahım bir hayvana doğrultup atarken başka bir hayvana isabet edip öldürürse, eti yenir.

Salıverdiği köpekle kovaladığı av adamın gözünden kaybolur ve bir süre sonra avı ölü olarak bulursa haram sayılır ve yenilmez. Avı yaraladıktan sonra av kaybolur, gözünden uzaklaşır görünmez olur ve sonra Ölmüş bir halde bulunursa, yine de haram sayılır ve yenilmez. [137]

c) Hanbelîlere göre, av ve avcılık kitap, sünnet ve icma' ile ibahati sabit olmuştur. Kur'ân'da üç âyetle bu konu özetlenip açıklanmıştır:

'İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanabilirsiniz." [138]

"Senden   kendilerine neleri helal kıldığını soruyorlar. De ki: Size temiz yararlı şeyler helâl kılınmıştır. Eğittiğiniz ve Allah'ın size öğrettiğini öğrettiğiniz avcı hayvanları sizden yana yakaladıklarını yeyiniz ve üzerine Allah'ın ismini anınız (besmele çekiniz)." [139]

'Deniz avı ve onu yemek size de, gelen misafir kafilelere de helâl kılındı. Ve ihramlı bulunduğunuz sürece kara avı size haram kılınmıştır..." [140]

Gerek ok ve benzeri bir aletle, gerekse eğitilmiş yırtıcı bir hayvanla avladığı hayvana diri olarak yetiştiği taldirde onu şer'i şekilde kesmesi gerekir. Aksi halde eti haram olup yenilmez.

Hayvan henüz ölmeden yetişme imkânı olur, ama gevşek davranıp yetişmez veya bile bile kasden yetişmeyip kendi haline bırakırsa, o takdirde ölen av yenilmez haram olur. îmam Şafiî ile imam Mâlik de aynı görüştedirler.

Ancak hayvana gayret etip yetişir ve fakat onu kesecek kadar zaman bulamadan hayvan ölürse, o takdirde helâl sayılır. İmam Ebû Hanîfe de aynı görüştedir. [141]

Bu mezhebe göre av üzerinde salıverilen carihanın yakaladığı avın helâl olabilmesi için şu yedi şartın gerçekleşmesi söz konusudur:

1. Avcı kişinin şer'î boğazlamaya ehil olması,

Bu,  avcının ya müslüman veyahut kitap ehlinden olmasıyla yorumlanıp açıklanır. O halde müslüman ve kitap ehlinden başkasının avladığı bir hayvanın eti haramdır, yenilmez.

2.  Eğitilmiş yırtıcı hayvanı av üzerine salıverdiğinde besmele çekmesi, yani Allah'ın ismini anması,

Bunu kasden veya yanüarak terkederse, avlanan hayvanın eti mubah olmaz. Ama unutarak terkederse, av helal olur ve eti yenilir,

3. Eğitilmiş köpeği veya başka bir hayvanı bizzat kendisinin göndermesi, yani salıvermesi,

Hayvan kendiliğinden gidip avlarsa yakaladığı hayvan helâl olmaz. İmam Şafiî, îmam Mâlik, Ebû Sevr ve rey tarafdarları da aynı görüştedirler. Ata1 ve İmam Evzâî'ye göre eğer o köpeği avlanmak maksadıyla dışarı çıkarmışsa, o takdirde kendiliğinden gidip yakalasa bile, yakaladığı hayvan mubah olur.

4. Av üzerine salıverdiği köpek veya başka bir hayvanın eğitilmiş olması, aksi halde yakaladığı hayvana adam diri yetişip keserse eti yenilir. Yetişemediği takdirde yenilmez.

5. Av üzerine salıverilen eğitilmiş hayvanın» yakaladığı avdan yememesi,

Eğer yakaladığı avdan koparıp yerse, artık o av haram kabul edilir ve yenilmez. Sahîh olan da budur. Zira bu durumda onu sahibi için değil kendisi için yakalamış sayılır.

6. Yakaladığı avı yaralaması,

Yaralamayıp boğar veya ağırlığıyla üzerine çıkıp ölmesine sebep olursa, bu durumda o hayvanın eti haram olur yenilmez.

7. Eğitilmiş köpeğini gürülen av hayvanının üzerine salıvermesi,

Şayet hiçbir av hayvanı görmeden rasgele eğitilmiş köpeğinisalıverirse, o da tesadüfen bir av hayvanına rastlayıp yakalarsa, o mubah olmaz. Bu ilim adamlarından çoğunun görüş ve içtihadıdır da... Bunun gibi okunu veya ateşli silahım rasgele attığında o da gidip bir av hayvanına isabet ederse, o da helâl olmaz ve o bakımdan yenilmez.

Aynı zamanda eğitilmiş köpek tarafından yakalanıp yaralanan avın yaralı kısmını yıkamak vâcib olur. Zira köpeğin ağzının, salyasının dokunduğu yer necis kabul edilir. [142]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

508 no'lu Ebû Salebe hadisi sahih olup istidlal ve ihtacaca salihtir. Altı kadar hüküm ifade etmektedir:

1. Ok veya benzeri    sivri bir aletle veyahut bugünkü ateşli silâhlardan biriyle vurulan av helâldir, yenilir.

2. Ancak oku veya silâhi kullanırken Allah isminin anılması gerekir.

3. Allah ismi anılmaksızm atılan ok veya kurşunla vurulan av haram olur yenilmez. Ancak Hanefîlere göre unutarak besmeleyi terkederse bir şey lâzım gelmez. Allah ismi anılmış kabul edilerek vurulan hayvanın eti yenilir. Şâfiîlere göre, Allah ismi müslümanla beraberdir. Bilerek terketse bile bir sakınca yoktur.

4. Eğitilmiş  köpek veya benzeri yırtıcı bir hayvan besmele çekilerek av üzerine salıverilir, o da avı yakalayıp sahibine verirse, onun da eti helâldir, yenilir.

5. Besmele çekilmeden gönderilirse» yukarıdaki farklı görüş ve hükümler bunda da aynen câridir.

6. Eğitilmiş köpek veya benzeri yırtıcı bir hayvan av yakalarsa, adam, hayvan ölmeden yetişir onu şer'î şekilde keserse helâl olur ve yenilir. Yetişmediği takdirde haram olur yenilmez. İsterse eğitilmemiş köpek gördüğü av üzerine atılırken adam besmele  çekmiş  olsun farketmez.

509 no'lu Adiy hadîsi de sahihtir. İstidlal ve ihticaca salihtir... Zaten bu babta en sahih rivayetlerden biri de budur.

Bu hadîs de yedi, sekiz kadar hüküm ifade etmektedir:

1. Eğitilmiş köpek av üzerine salıverilirken sahibi  besmele çekip öylece salıverirse, artık o köpeğin yakaladığı av helal olur, yenilir.

2. Besmele çekilmeden gönderilirse, yukarıdaki ihtilâf burada da aynen câridir.

3. Salıverilen eğitimli köpek avı yakalayıp öldürürse, yine de o hayvanın eti helâl olur. Zira eğitilmiş köpeğin ısırıp öldürmesi şer'î kesme yerine geçer.

4. Eğitilmiş köpekle birlikte bir de eğitilmemiş köpek belirlenen av üzerine giderler ve avı yakalarlarsa artık o av yenilmez haram olur. Çünkü eğitilmemiş köpek de buna iştirak etıniş bulunuyor. Onun yakaladığı yenilmez.

5. Atılan ok veya benzeri sivri bir aletle ava isabet ediler de ok veya sivri alet avı yakalarsa, o avın eti helâl olur. Tabii oku veya başka bir aleti  atarken besmele  çekmek gerekir.  Çekilmediği  takdirde yukarıdaki ihtilâf söz konusudur.

6. Atılan ok veya başka sivri bir aletin sivri ucu değil de yan tarafı, yassı kısmı hayvana dokunup öldürürse, artık o hayvanın eti haram olur yenilmez.

7.  Okun yassı tarafı dokunur da hayvan ölmeden adam yetişip şer'î şekilde keserse eti mubah olur.

8. Atüan ok, sivri bir alet ve benzeri bir silahla vurulan avın yaralanması veya aldığı yara ile ölmesi söz konusudur. Bu da ancak keskin sivri bir ok veya âletin keskin sivri kısmının isabet etmesiyle gerçekleşir. Ateşli silâhla vurulan av zaten yara almış olur.

Bu hadîsle Ebû Salebe hadîsi birbirini kuvvetlendirmektedir.

Hadîsin devamında buna ilâveten şu rivayete yer verilmiştir:

1. Üzerine besmele çekilip salıverilen eğitilmiş köpek yakaladığı avı sahibi için yakalamış olursa, bu helâl olur.

2. Köpek yakaladığı avı öldürmeden sahibi yetişirse, o takdirde onu şer'î şekilde kesmesi gerekir. Aksi halde hayvan o vaziyette ölürse eti haram olur.

3. Eğitilmiş köpek, yakaladığı avı öldürür, ancak ondan yemezse, o da helâl sayılır ve eti yenilir. Ondan yiyecek olursa, farklı ictihadlar ortaya çıkmıştır: Kimine göre, yediği için bunu sahibi için değil kendisi için yakalamış kabul edilir ve artık o hayvanın geriye kalan kısmı haram olur yenilmez. Kimine göre, köpeğin kopardığı kısım duruyorsa, o haramdır yenilmez, geriye kalan kısım yenilir. Ancak köpeğin ağzının ve salyasının dokunduğu kısım iyece yıkanıp temizlenir.

510 no'lu ikinci Adiy hadîsi üzerinde kısmen durulmuştur. Bazısına göre istidlale salihtir, bazısına göre salih değildir. Ancak bu anlamda başka rivayetler de bulunuyor. "Baz" ismini bu hadîste zikretmekle râvî Mücalid yalnız kalmıştır. Diğer rivayetlerde "baz" ismi geçmemektedir.

Bu hadîs yaklaşık dört kadar hüküm ihtiva etmektedir:

1. Eğitilmiş köpek veya doğan besmele çekilerek av üzerine salıverilir ve o da avını yakalarsa, artık o av helâl olur. Yenilmesinde bir sakınca söz konusu olmaz.

2. Yakaladıkları avı öldürecek olurlarsa, yine de o avın eti halâldir yenilir. Zira bu eğitilmiş hayvanların öldürülmesi şer'î kesme yerine geçer.

3. Eğitilmiş  bu  hayvanlar  salıverilir  ve  onlar  da  avlarım yakaladıktan sonra kısmen yerlerse, bu durumda onu sahibi için değil kendisi için avlamış kabul edilir ve artık o hayvanın kalan kısmı haram sayılır.  Bununla  beraber  ashabın  bir  kısmı  başka  hadîslerden çıkardıkları hükme dayanarak eğitilmiş köpek yakaladığı avdan bir kısım yese bile geriye kalanı helâl sayılır demişlerdir. Onların delil gösterdikleri rivayetlerden biri Amr b. Şuayb hadisidir. Bu zatm dedesi -ki sahabidir- şöyle bilgi vermiştir: Bedevilerden Ebû Salebe adındaki adam Resûlüllah'a (a.s.) dedi: "Ya Resûlellah! Şüphesiz benim av için eğitilmiş  köpeklerim bulunuyor.  Bunların  avlanıp;  yakaladıkları hakkında bana bir fetva veriniz." Resûlüllah (a.s.) ona şu cevabı verdi: "Sen pnlarm yakaladığı avı -onlar biraz yeseler bile- ye..."

Bu hadisi Ebû Dâvud tahrîc etmiştir. Hafız Ibn Hacer bunun isnadında bir sakınca yoktur diyerek görüş beyan etmiştir.

Ancak şunu belirtelim ki, Adiy (r.a.) dan rivayet edilen iki hadîs de sahihtir. Amr b. Şuayb'den rivayet edilen bu hadîste ise ihtilâf söz konusudur. O bakımdan usûl açısından bununla değil, Adiy hadîsiyle istidlal ve ihticacda bulunmak daha uygundur. Hem Adiy b. Hatim'in hadîsi Sahihayn'de geçmektedir. Amr b. Şuayb'ın hadîsine Sahihayn'de yer verilmemiştir.

Diğer yandan Amr b. Şuayb hadîsini kuvvetlendiren iki rivayet bulunuyor: Ahmed b. Hanbel, îbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet etmiştir: "Köpeğini salıverdiğin zaman, yakaladığı avı yerse, sen artık o avdan yeme, çünkü o bunu ancak kendisi için yakalamıştır. Köpeğini salıverdiğinde, avı yakalayıp öldürür ve fakat ondan yemezse, (bu helâl olur) ondan yiyebilirsin. Çünkü bu durumda o bu avı sahibi için yakalamış kabul edilir."

Aynı hadisi Hafız Bezzar da başka bir vecihle Ibn Abbas (r.a.) dan tahrîc etmiştir. İbn Ebî Şeybe'den de bu anlamda bir rivayet yapılmıştır.

Köpek yakaladığından yese bile bu mubahtır, kalan kısmını sahibi yiyebilir, diyenler, Adiy hadîsindeki men'i "kerahet-i tenzihi" ile yorumlamışlardır. [143]

Müctehid imamların bu konudaki ictihad, yorum ve görüşlerini yukarıya naklettiğimizden aralarındaki farklı görüşlere burada dönmek istemedik. [144]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1. Av, eğitilip öğretilen köpek, şahin, doğa», atmaca, pars ve benzeri yırtıcı hayvanlarla caizdir.

2. Karada ve denizde av, kitap, sünnet ve icma1 ile sabit olmuştur.

3. Eğitilme kabiliyeti olmayan yırtıcılarla av yapmak caiz değildir.

4. Domuz, aynı necis olduğu için bu konuda eğitilip yetiştirilmesi ve avcılıkta kullanılması caiz değildir.

5. Avcılıkta eti yenen hayvanlar etleri için, eti yenilmeyenlerin de derisinden ve tüyünden istifade etmek için avlanırlar.

6. Gerek eti yenilenler, gerekse eti yenilmeyip derisinden ve tüyünden istifade edilen hayvanları üreme döneminde avlamak sünnete aykırı olduğu gibi, nesillerini tüketircesine onları avlamak da caiz değildir.

7. Ok ve benzeri ucu sivri, delici, yaralayıcı av aletleriyle av hayvanlarını vurmak caiz olduğu gibi, ateşli silahlardan fazla tahrip etmeyip sadece hayvanı yaralayacak veya öldürecek çapta olanlarını kullanmak caizdir.

8. Ok veya ateşli silahla vurulan hayvanın helâl olabilmesi için yara alması veya isabet eden ok ve kurşundan ölmesi söz konusudur.

9. Ok ve benzeri ucu sivri bir aletle yara açmayan yassı tarafıyla vurmak veya yassı tarafının isabet etmesiyle  ölen hayvanın eti yenilmez. Bu, Hanefîlere göredir. İmam Şafiî'ye göre, yara açması şart

değildir.

10. Salıverilen eğitilmiş hayvan üzerine Allah adını anmak şarttır. Aksi halde yakaladığı hayvan haram olur yenilmez. Bu görüş Hanefîlere aittir.

11. Allah adı yamanma suretiyle terkedilirse, Hanefîlere göre, hüküm yine böyledir. Şâfıîlere göre, Allah adını anmak şart değildir. Zira Allah adı müslümanla beraberdir.

12. Unutularak Allah adı anılmazsa, yakalanan hayvan yenilir.

13.  Av hayvanına ok veya benzeri bir silah atılırken Allah  adı anılır.

14.  Avlanacak hayvanın yabanî olması gerekir.

15. Avlanacak hayvanın bir kapana tutulması veya hasta yatıp kaçma imkânı olmaması ve insanlara yaklaşıp ürkmeyerek önlerinde dolaşması halinde av kapsamına girmez. O bakımdan bu durumda olan bir hayvanın üzerine köpeği salıvermek ve ok ve silahla vurmak caiz değildir. Zira atılan ok veya silahla veya salıverilen köpeğin ısırmasıyla Ölürse, eti haram olur yenilmez.

16. Av hayvanını gördükten sonra eğitilmiş köpek salıverilir ve takip edilir.  Takip edildiği takdirde gözden kaybolur ve bir süre sonra av ölü olarak bulunursa eti haram sayılıp yenilmez.

17. Ancak az bir süre bir ihtiyacını karşılamadan dolayı takip etmemişse, bu zarar vermez ve av hayvanının ölmüş olması etinin haram olmasmi gerektirmez.

18.  Salıverilen eğitilmiş bir köpeğe, eğitilmemiş bir köpeğin eşlik etmesi caiz değildir. Aksi halde yakaladıkları hayvan haram olur yenilmez.

19. Yırtıcı hayvanların av için eğitilmesinin gerçekleştirilmesi şöyledir: Salıverildiği zaman avı kovalar, çağırıldığında bırakıp geri döner ve bu üç defa tekrarlanır, her defasında köpek veya eğitilmiş yırtıcı hayvan sahibine tam itaat etmiş olur.

20. Bununla beraber eğitilmiş bir hayvan av üzerine salıverilir ve o da avını yakaladıktan sonra kısmen yerse, artık o hayvan haram olur yenilmez. Zira bu durumda köpek onu kendisi için yakalamış sayılır. Bu Hanefîlerin görüşüdür. îmam Şafiî'ye göre, öyle de olsa hayvan haram olmaz, kalan kısmı yenilir.

21. Eğitilmiş yırtıcı kuşların eğitilmesinin sağlanması da böyledir. Salıverildikten sonra sahibi tarafından çağırıldığında geri döner gelir ve bu birkaç defa tekrarlanırsa, artık o eğitilmiş kabul edilir ve yakalayıp öldürdüğü veya yaralı bıraktığı hayvan yenilir.

22. İster eğitilmiş köpek yakalayıp  yaralı bıraksın,  isterse eğitilmiş yırtıcı kuş yakalayıp bıraksın, sahibi hayvan henüz ölmeden yetişirse, onu şer'î şekilde keser. Bu vâcibtir. Aksi halde kesme imkânı bulunduğu halde kesmez de hayvan ölürse artık eti haram olur yenilmez.

23. Eğitilmiş köpek yakaladığı avın kanını içer veya ondan bir parça koparıp atar ve sonra yakalayıp öldürürse, o hayvan helal sayılır ve eti yenilir.

24.  Ama yakalayıp öldürdükten sonra da ondan yerse, o takdirde köpek onu kendisi için yakalamış kabul edilir ve hayvanın eti haram olur yenilmez.

25. Köpek  veya  doğanın  yaraladığı  hayvan  bir  uçurumun kenarında   yuvarlanıp   ölürse,   eti   yenilmez.   Zira   bu   durumda yuvarlanma sebebiyle öldüğü söz konusu olur.

26. Ok veya küçük bir silahla  vurulan avda böyle. Suya düşüp boğulursa eti yenilmez. Veya yüksek bir tepede olup atılan silahla oradan aşağıya yuvarlanarak ölürse yine eti yenilmez. Bu da Hanefîlere göredir.

27. Deve, sığır, koyun ve keçi gibi eti yenilen hayvanlardan biri derin bir kuyuyuya düşer de onu çıkarmak mümkün olmadığı gibi, inip kesmek de mümkün olmazsa, o takdirde ok ve ateşli silahla vurularak öldürülür ve eti böylece helal olur. Bu ictihad ve görüş Şâfîîlere aittir.

28. Atılan ok veya silahla hayvan ikiye bölünür veyahut organı kopar ve o hayvan henüz ölmeden yetişilirse, şer'î şekilde kesilir. Ondan kopan organ veya parça üzerinde silah yarası varsa o da yenilir, yoksa yenilmez. Bu Şafiî'nin görüşüdür.

29. Köpeğin ısırıp yaraladığı yer necis sayılır, iyice yıkanması vacib olur. Bu, İmam Şafiî ile îmam Ahmed'in görüşüdür.

30. Av üzerine salıverilen köpek veya başka bir yırtıcı hayvan avının üzerine atılıp onu yaralamadan vücudunun ağırlığıyla basıp öldürürse, îmam Şâfıî"ye göre yine de ö avın eti helâldir yenilir.

31. Hanbelîlere göre de, av üzerine gönderilen hayvan veya atılan ok konusunda avlanılan hayvanın helal olabilmesi için yedi şartın gerçekleşmesi gerekir. [145]

 

Eti Yenilir Hayvanı Kesmede Vacib ve Müstehab Olan Hususlar

 

İslâm, eti yenilen hayvanları kesmeyi şahısların arzu ve mantığına bırakmamış, bunun için birtakım vacibler, sünnetler ve istihbablar koymuş ve onu meşru bir çerçeve içine almıştır.

Önce her canlıya, özellikle etinden, yününden, kılından ve tüyünden, sonra da sütünden yararlandığımız davarlar Allah'ın insanlara sunduğu en güzel nimetlerden biridir. O halde bu güzel nimetlerden yararlanırken Allah'ı unutmamamız, Onun yüce ismini anmamız gerekir.

Sonra *da hayvanlara karşı şefkatli ve merhametli davranmamız emredilmiştir. O bakımdan keseceğimiz hayvanı incitmeden usulca kesim yerine götürmemiz ve yine şefkatle yere yatırmamız ve keskin bir bıçakla önce iki şah damarını ve yemek borusuyla nefes borusunu kesmemiz ve kanının iyice akmasını, hayvanın hareketsiz kalmasını beklememiz ve arkasından boyun kemiğini bağlantı yerinden ayırıp başını kesmemiz emir ve tavsiye edilmiştir.

Ve bu konuda en önemli olanı da hayvanı Allah'tan başkasının adını anarak kesmenin haram ve büyük günah, şirk olduğunu bilmemiz ve başka isimle kesilen bir hayvanın etinin haram olup yenilmeyeceğini hatırımızdan çıkarmamamız gerekir. O bakımdan müslüman ve kitap ehli dışında kalanların kestiği hayvan yenilmez haramdır. Kitap ehli ise, Allah'a ve semavi bir dine inandıkları için kestikleri hayvan yenilir. Meğer ki, kitap ehli hayvan keserken İsa veya Meryem adını anarak kesmiş olurlarsa, o taktirde kestikleri hayvan yenilmez. Bu da ancak kesin belgeyle veya müslüman kimselerin kulaklarıyla duymalarıyla belirgin olur. Belge ve duyma yoksa, kestiklerim yememizde bir sakınca yoktur. [146]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

İmam Ali b. Ebi Talih (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Peygamber (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu duymuştur: "Allah'tan başkası için (başkası adına) hayvan kesene Allah lanet etmiştir. Bir cinayet, fesat işleyen kimseyi (ilahi hududun onun hakkında uygulanmaması için)  alıp koruyan,  evinde barındıran kimseye de Allah lanet etmiştir. Ana-babasma lanet eden kimseye de Allah lanet etmiştir. Arazi üzerine bırakılan işaret ve ardayı, sınır ve hududu (başkasının hakkında tecavüz etmek için) değiştiren kimseye de Allah lanet etmiştir." [147]

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Bir kavim gelip Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den şunu sordular:

-Ya Resûlallah! Doğrusu bir kavim bize et getiriyorlar. Ancak biz kestikleri o hayvan üzerine Allah'ın ismini anıp anmadıklarını bilemiyoruz?

Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz onlara şu cevabı verdi:

-Siz kendiniz o et üzerine Allah'ın ismini anınız ve öylece yeyiniz.

Râvi diyor ki, o hayvan kesip et getiren kavim henüz İslama yeni girmiş bulunuyorlardı. Küfürden daha yeni kurtulmuş idiler. [148]

Bu hadis, tasarruf ve efal sıhhat ve selâmet hali üzerine hamledilir. Meğer ki onun fesadına delalet eden bir delil mevcud olsun. O taktirde sıhhat ve selamete hamledilmez, inceliğini yansıtıyor.

îbn Ka'b b. Mâlik-'den, o da babasından rivayet etmiştir: "Babamların bir tepe yarığında otlamakta olan davarları bulunuyordu. Bizim o davarlardan bir koyunun ölmek üzere olduğunu gören bir cariye bir taşı kırıp keskin tarafıyla o koyunu kesiverdi. Bunun üzerine babam, onlara: "Resûlüllah (a.s.) efendimiz'den ben bunu sormadan veya birini gönderip Resûlüllah (a.s.) bunu yememizi emretmeden sakın yemeyin" diyerek  tenbihte   bulundu.   Sonra   gidip   Resûlüllah   (a.s.) Efendimiz'den sordu. O da ona o koyunu yemesini emretti." [149]                    

Zeyd b. Sabit (r.a.) den yapılan rivayete göre, bir kurt bir koyunu ısırdı. Bu sebeple o koyunu keskin çakmak taşıyla kestiler.   Bunun  üzerine   Resûlüllah   (a.s.)   Efendimiz:  "O koyundan yemeleri için onlara ruhsat verdi." [150]

Adiy b. Hatim (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e dedim ki: "Ya Resûlallah! Doğrusu biz avcılık yapıyoruz. Ama bıçak bulamıyoruz, sadece değneğin uzunlamasına bölünmüş kesici parçasıyla veya keskin bir taşla avı kesiyoruz?" Efendimiz şu cevabı verdi: "Kanı istediğin şeyle akıt ve Allah ismini onun üzerine an." [151]

Râfi b. Hudâc (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'a (a.s.) şöyle demiştir:

-Ya Resûlallah! Yarın düşman ile karşılaşabiliriz. Oysa yanımızda bıçak yoktur. (İhtiyaç duyar da bir av hayvanı yakalarsak onu nasıl, ne ile kesebiliriz?)

Resûlüllah (a.s.) ona şöyle buyurdu:

-Kan akıtacak şeylerle ve üzerine Allah ismi anılanı yeyiniz. Yeter ki (alet olarak kullanacağınız şey) diş ve tırnak olmasın. Ve ben size bundan haber vereceğim: Dişe gelince, o kemiktir. Tırnak ise o Habeşlilerin kesme aletidir," [152]

Şeddad b. Evs (r.a.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu adı geçen tarafından bildirilmiştir:

"Allah (c.c.) şüphesiz ki her şey üzerine ihsan (iyilik, şefkat, merhamet) yazmıştır. Artık siz öldürdüğünüz zaman öldürmeyi de güzel, uygun biçimde yapın. Bir hayvanı kestiğiniz zaman kesmeyi güzel ve uygun yerine getirin, sizden her biri bu işi yaparken bıçağının ağzını iyice bilesin ve kestiği hayvanı (eziyet etmeden) rahat bir ölüme kavuştursun." [153]

İbn Ömer (r.a.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, bıçakların keskinlenmesini ve kesilecek hayvandan bunun gizlenmesini emretti ve sonra şöyle buyurdu: "Sizden biri hayvan keseceği zaman kesmekte acele davransın," [154]

Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Budayl b. Verka1 el-Huzâi'yî» siyahı bozluğuna galip renkte olan bir erkek deve üzerinde Mina'daki tepelerin arasında duyuruda bulunmak üzere gönderdi. O da şöyle buyuruda bulundu: Haberiniz olsun ki, şer'i kesmek, boğazda ve göğsün boyunla birleştiği yerde gerçekleşir.  Canın çabuk çıkmasında  acele  etmeyin.  Mina günleri yeme, içme ve adamın eşiyle sevişeceği günlerdir." [155]

İbn Abbas (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Resûlülîah (a.s.) Efendimiz şerîta-i şeytanı men'etti." [156]

Şerita-i şeytan'dan maksat, şah damarları tamamen kesilmeden, kesme işi sona ermeden derisini yüzmeye başlamaktır.

Aynı hadis Ebû Hüreyre (r.a,) den de rivayet edilmiştir.

Ebâ'l-Uşrâ'dan, o da babasından rivayet etmiştir. Babası şöyle demiştir: "Ya Resûlallah! Şer'i kesme ancak boğaz ve göğsün baş ile birleştiği kısımda olur, değil mi?" diye sordum. Efendimiz şu cevabı verdi: "Onun uyluğuna bile (bıçak) vurup (yaralasan veya yarsan) yine de sana yeter." [157]

Rafi b. Hâdic (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle dedi: "Bir sefer (yolcuhık)ta Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber bulunuyorduk. Derken kavmin develerinden bir deve kaçtı. Yanlarında (onun ardına düşüp yakalamak için) at bulunmuyordu. O sebeple bir adam ok atıp deveye isabet ettirdi ve deve olduğu yerde kaldı. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Şüphesiz bu hayvanların da vahşi (yabani) hayvanlar gibi yabani ve garip halleri vardır." [158]

 

Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre, hayvanı kesme fiili, şah damarları ile nefes ve yemek borusunun kesilmesiyle gerçekleşir. Buna şer'i kesme denilir.

Müslümanın ve bir de kitap ehli olan yahudi ve hıristiyanların -bunlar ister zimmi, ister harbi olsunlar- kestiği hayvan helâl olur ve yenilir. Kur'an'da bu hüküm şöyle beyan edilmektedir: "Yetişerek şadtma uygun kestiğiniz müstesna..." [159]. Bu âyetle müslümanlara hitap edilmekte ve bir yerden yuvarlanıp ölmek üzere bulunan bir hayvana diri yetişildiği taktirde kesilmesiyle helâl olacağı, aksi halde"'o vaziyette ölecek olursa haram olacağı bildirilmektedir.

Böylece müslümarf kişinin kestiği hayvanın helâl olacağı hükmü ortaya çıkmış bulunuyor.

Kitap ehlinin kestiği hayvanın müslümanlara helâl olduğu ise şu âyetle açıklanmaktadır: "Bugün size temiz-yararlı şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilen (yahudi ve hıristiyan) ların taamı (kestiği hayvanların eti) size helâldir. Sizin de taam (kestiğiniz hayvan eti) onlara helâldir..." [160]

Ayette geçen "taam" kelimesini yenilmesi helâl olan hayvanların kitap ehli tarafından kesildiği taktirde helâl olacağı şeklinde yorumladık. Zira bunu sadece yiyecek maddesi olarak tercüme edersek muradı ilahi ortaya çıkmamış olur. Çünkü yalnız kitap ehlinin yiyecek ve gıda maddeleri helâl değil, kâfirlerin de yiyecek ve gıda maddeleri müsiümanlara helâldir. Yeter ki o maddeler şeriatımızca haram kılınanlardan olmasın. Bu bakımdan âyetteki "taam"dan maksat, kesilen hayvan etidir. Kafirlerin kestiği hayvan eti müslümanlara helâl değildir, murdardır.

Kesme işini becerebilen her müslümanın kestiği helâl olur, yenilir. Kadın, temyiz çağına girmiş çocuk bu cümledendir. Kesme işini bilmiyen ve beceremeyen kimsenin kesmesi uygun olmaz. Kestiği taktirde şüpheli durum ortaya çıkar.

Dilsiz bile olsa müslümanın kestiği yenilir. Zira dilsiz besmele çekme hususunda mazur sayılır. Bunun gibi sünnetsiz kimsenin de kestiği caizdir, yenilir. [161]

 

Kimlerin Kestiği Hayvan Haram Olur, Yenilmez?

 

a) Putperestlerin,

b) Mecusi, ateşe ve yıldızlara tapanların,

c) Murtedlerin, yani dinden çıkanların,

d) Besmele'yi kasden bile bile terkedenlerin... [162]

Yahudi kendi dinini bırakıp-hıristiyan olursa veya hıristiyan kimse kendi dinini bırakıp yahudi olursa yine de kestikleri hayvan helâl kabul edilir ve müslümanlar o hayvanın etinden yiyebilirler. Yeter ki kestikleri hayvan İslâm şeriatinde eti yenilen hayvanlardan olsun.

Besmele'yi kasden terkedenin kestiği yenilmez. Hanefiler bu meselede şu âyetle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır: "Üzerine Allah'ın adı anılmamış olanlardan yemeyin. Çünkü bu (başkası adına ve bir de putlar için, onlar adına kesmek) şüphesiz ki, ilâhi yoldan çıkmaktır..." [163]

Hayvan keserken "Bismillahi Allahu Ekber" demek müstehabdır. Sadece "Allah adını anmak" şartsa da, Bismillahla birlikte Allahu Ekber demek istihbab kapsamına girer.

Besmele unutularak terkedilirse, yine de kesilen hayvan helâl olur. Zira' ümmetten hata ve nisyandan dolayı ortaya çıkan günah ve benzeri şeyler kaldırılmıştır.

Allah ismine başka birinin ismini atıf yaparak eklemek caiz değildir.

Hayvan kesmeden önce, yani besmele getirmeden önce "Allah'ım bunu falandan kabul buyur" demek mekruh değildir. Ama besmeleden sonra veya tanı keserken söylemekte kerahat söz konusudur.

Besmele çekip bir hayvanı kesmek üzere iken, onu bırakıp yanındaki başka bir hayvanı besmele çekmeksizin, yani birinci besmeleyle yetinerek keserse, haram olur, yenilmez: Zira birinci besmele ilk hayvan üzerine söylenmişti. İkinci hayvan üzerine yeniden besmele getirmek gerekirdi. Bunu yapmadığı için ikinci hayvanı besmelesiz kesmiş oldu.

Ama av hayvanına atılan ok veya başka bir alet, görülüp atılan hayvana değil de başka birine isabet ederse, yine de vurulan hayvan yenilir. Zira burada besmele hayvan üzerine değil, ok veya benzeri silah üzerine söylenmiştir.

Av üzerine besmele çekilip salıverilen köpek de böyle. Gönderilen av üzerine değil, başka bir hayvan üzerine atılıp yakalarsa, yine de yenilir. Zira besmele köpek üzerine çekilmiş bulunuyor. [164]

 

Hayvanları Kesme Şekli ve Keyfiyeti :

 

Deve genellikle ayakta göğsüyle boynunun bitiştiği kısımdan kesilir. Sığır, koyun, keçi ve diğer eti yenilen hayvanlar ise boyunla başın birleştiği kısımdan kesilir. Böyle yapmak sünnettir. Aksine bir uygulama sünnete aykırı olur, ancak kesilen hayvan yine de yenilir. Sadece kerahet işlenmiş olunur.

Kesme işinde iki şah damarıyla nefes ve yemek borusu kesilir. Bunlardan üç tanesinin kesilmesiyle de şer'i kesme meydana gelmiş olur.

Evcil olan deve, sığır, koyun ve keçiden biri yabanileşip evi terkeder ve yakalanması zorluk arzederse, o taktirde av hayvanı hükmüne girer ve ok veya ateşli normal denilecek bir silahla vurulur. Diri olarak yetişildiği taktirde şer'i usule göre kesilir. Yetişilmeyip aldığı ok veya kurşun yarasından ölürse bir sakınca yoktur; eti helâl olur ve yenilir.

Bunun gibi evcil hayvanlardan biri derin bir kuyuya veya ulaşılması çok zor bir çukura düşer ve ölmek üzere olursa, hemen harekete geçip ok veya ateşli silahla vurularak öldürülür ve o taktirde eti helâl olur. Ancak ok veya silahı atarken besmele çekilir. [165]

b) Şafiîlere göre, eti yenilen hayvanın kesilme işi ya boyunla başının birleştiği kısımdan veyahut göğüsle boynun birleştiği kısımdan kesilmekle gerçekleşir.

Bu iki yerde kesmeye gücii veya becerisi yetmezse, boyun kısmının herhangi bir yerinden kesebilir.

Eti yenilen hayvanı kesecek olan kimsede aranılan şart, nikahının helâlliğidir. Bu da ancak müslüman, yahudi ve hıristiyanlar arasında söz konusudur. O halde müslüman ile kitap ehli sayılan yahudi ve Hıristiyanların kestiği hayvan helâldir yenilir. Bu üçünün dışında kalıp semavi bir dine mensup olmayanların kestikleri haramdır, yenilmez.

Hayvan kesme işinde bir putperest veya ateşperest Müslüman kişiyle birlikte hareket edip hayvanı keserlerse, o hayvan haram olur yenilmez. Avcılıkta da hüküm böyledir.

Temyiz çağına girmiş veya o çağa girmiş çocuk kadar becerikli olan çocuğun, sarhoşun ve akli dengesi bozuk olup kesmesini becerebilen delinin kestiği helaldir. İki gözünden arızalının kestiği mekruh olur. Bununla beraber yenilebilir.

Deveyi göğsüyle boynunun birleştiği yerden, sığır, koyun ve keçiyi de boyunla başın birleştiği yerden kesmek sünnettir.

Kesme işinde sadece hayvanın nefes borusuyla yemek borusunu kesmek yeterlidir. Şah damarlarını kesmek ise müstehabdır.

Bıçağı iyice bileyip keskinleştirmek ve hayvanı kıbleye müteveccihen yere yatırıp besmele çekmek ve Peygamberimize (a.s.) salat-ü selâm vermek sünnettir.

Diş ve tırnakla kesmek ve diğer kemiklerle kesme işini yerine getirmek caiz değildir. Bundan başka kesici herhangi bir aletle, bir cisimle kesmekte bir sakınca yoktur. [166]

 

Hayvan Kesme Konusunda Hanefîlerle Şafîilerin İstidlal, İctihad ve İhticacları Açısından Bazı Farklar Vardır:

 

a) Hanelilere göre, şer'i kesme işi, hayvanın iki şah damarıyla, iki  borusunun  veya  en  azından bunlardan  üçünün  kesilmesiyle gerçekleşir. Safilere göre, sadece iki borunun kesilmesi yeterlidir. Şah damarlarını kesmek sünnet veya müstehabdır.

b) Hanefilere göre, Besmele çekmek şarttır. Şâfiilere göre sünnettir.

c) HanbeKlere göre, hayvanı kesme işi beş şey ile gerçekleşir:

1- Onu kesecek kişi,

2- Kesme işi için kesici bir alet,

3-  Kesme işini sağlamak için hayvanın boyun kısmındaki kısmı belirlemek,

4- Kesme işi,

5- Allah adını anma...

Hayvanı kesecek kişide iki şart aranır; Müslüman veyahut kitap ehli olması ve bir de akli dengesinin yerinde bulunması... Yani kesme işini bilip becerecek kadar akli dengesinin yerinde olması söz konusudur.

Temyiz çağma girmemiş çocuğun, delinin ve bir sarhoşun kestiği sahih değildir.

Kesme işinde kullanılacak aletin kesici ve delici olması ve diş, tırnak olmaması şarttır. Diş (kemik) ve tırnak dışında kalan herhangi kesici bir cisimle boğazlamak sahihtir.

Hayvanın boyun kısmının neresinden kesmek gerekir? Sığır, koyun ve keçi gibi hayvanların boyunla başlarının bitiştiği kısımdan, devenin ise göğüsle boynun bitiştiği kısımdan kesme işi yerine getirilir. Başka bir yerden kesmek sahih olmaz.

Allah adım anmak ise şarttır. Ya kasden veya yanılarak: besmeleyi terkedenin kestiği yenilmez. Mezhebin zahiri kavli budur.

Hayvanı keserken nefes ve yemek borusuyla birlikte şah damarlarından birinin kesilmesi şarttır. İmam Malik'in de görüş ve içtihadı bu anlamdadır. [167]

Kadının şartlarına uygun biçimde kestiği hayvan mubahtır yenilir. Buna muhalefet eden olmamıştır.

Hanbelilerle Hanefi'ler çoğu bölümde birleşmektedirler. Böylece az farkla bütün müctehidler hayvan kesme konusunda belli esaslara bağlı kalmışlardır. Aralarında besmele ve bir de kesme işinde iki boru ile iki şah damarın kesilme konusu ihtilaflıdır. Bu da âyet ve hadislerdeki esneklikten ve değişik rivayetlerden kaynaklanmaktadır. [168]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

523 no'lu Hz. Alî hadisi sahihtir. Allah'tan başkası adına hayvan kesmenin büyük günah olduğuna, İlahi laneti gerektirdiğine delalet etmektedir. Mesela put için, haç için, Musa veya Isa peygamber için, yani bunların adına hayvan kesmek haramdır. Çünkü kurban ancak Allah için Allah adıyla kesilir. Başkası için başkası adına kestiği kurbanla o kimseye veya eşyaya ta'zim kastedilirse, bu kurban keseni küfre düşürür. Nitekim imam Şafii ve o ekolde yer alan ilim adamları bu görüştedirler. Belirtilen niyet ve kasıtla kurban kesen kimse müslüman ise murted olur.

Bu manayla yatırlara hayvan götürüp kesmek haramdır, büyük günahtır. Sırf o yatıra ta'zim ve dileğinin kabulü için o yatırdan meded bekleyerek bu fiili işlerse ilim adamlarından önemli bir gruba göre kişi murted olur.

Sultân, hükümdar ve yüksek seviyedeki devlet adamlarını karşılamada kesilen hayvan hususu ihtilaflıdır: Buhara fakihleri bunun haram olduğuna fetva vermişlerdir, imam Rafii. ise, bu o zatın gelmesinden duyulan sevinci yansıtır, haram değildir. Doğan çocuğun yedinci veya yirmi birinci gününde kesilen akika da böyle bir sevince yönelik bulunuyor, demiştir. [169]

İmam Râfîi bu hususta kıyasa baş vurmuşa benziyor. Ona itiraz edenler ise şöyle görüşlerini belirtmişlerdir: "Akika hakkında sünnet varid olmuştur. Allah'ın bir aileye lütfettiği bir çocuğun sağlıklı salih yetişmesi ve ailenin sevincini ifade-etmesi için Allah adına, O'nun için kesilen bir kurbandır. Sultan veya hükümdarı karşılarken hayvan kesmeyi buna kıyas etmek hatalıdır. Zira ikisi arasındaki menat (illet) farklıdır."

Ana babasına lanet eden veya onların lanetle anılmasına sebep olan kimseyi de Cenab-ı Hak lânetlemiştir. Zira vefat eden ana-baba geriye bıraktığı çocuklarının dua ve istiğfarlarına, hayır ve hasenatlarına muhtaçtırlar. Aynı zamanda onların iyi-yararlı amellerinden dolayı sevinirler; kötü amellerinden dolayı üzülürler. Hayatta olan ana-babalar ise evladının ilgi ve saygısını, hizmet ve yardımına muhtaçtırlar veya bunu beklerler. Evladın aksine bir tutum ve davranışı nefred ve bedduaya sebep olur da böyle bir evladın kötü ahlaklarından dolayı halk onların ana-b ab alarmı kınarlarsa, bu ilahi gazap ve lanetin inmesine sebep olur.

Arazi, arsa bağ ve bahçenin belirlenmiş sınır ve işaretlerini değiştirmek suretiyle başkasının toprağına tecavüz etmek çok çirkin bir davranış olmakla birlikte kul hakkına el uzatıp gasbetme olduğu için de haram, affedilmesi söz konusu olmayan günahlardan biridir. Şehidlik mertebesi bile bu günahın affedilmesine yetmemektedir. Ödenmediği sürece kişi büyük bir vebal altında kalır ve o bu veballa âhirete göçer.

Böylece Hz. Ali hadisi üç önemli hüküm ifade etmekte olup Allah ve kul haklarının korunmasını yansıtmaktadır.

523 no'lu Hz. Aişe (r.a.) hadisi de sahih olup istidlale salih görülmüştür. İslâm'a yeni girip küfürden kopmaları yakın bir geçmişe dayanan arap kavimlerinden biri hayvan kesip pazara et sürerdi. Medine'nin içinde ve civarında oturan bazı kavimler de bu etlerden satın alıp yerlerdi. Ancak bunlardan bir kavim şüphelenerek durumu Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den sorma ihtiyacını duyuyor. Efendimiz de onlara hadiste belirtildiği gibi, o etlerin üzerine siz Allah adini anın ve öylece yeyin buyuruyor. İlim adamları bu hadis üzerinde durarak, sünnet farz yerine kaim olmaz kaidesinden hareketle hayvan keserken besmele getirmenin sünnet olduğuna kail olmuşlardır. Zira eğer hayvan keserken Allah adını anmak, yani besmele çekmek farz olsaydı, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz soranlara, siz besmele çekin demez, bilâkis o etten yemeyin derdi.

İlim adamlarının çoğu bu görüş ve yoruma katılmamıştır. Çünkü eti getirip satanlar îslâmı din olarak kabul etmiş kimselerdi. Onların besmele çekmeden hayvan kestikleri ise şüphe ve zanna dayanıyordu, islâm'da bu konularda zan ve şüpheyle amel edilmeyeceği ise bilinmektedir.

Resûlüllahm (a.s.) onlara "siz Allah adım anıp yeyin" buyurması, onları rahatlamaya, şüphelerini gidermeye ve bir de bir müslümanın unutarak terkettiği besmelenin eti haram kılmayacağına yönelik bulunuyor. Allah daha iyisini bilir...

524  no'lu îbn Ka'b hadisi de sahih olup istidlale sâlihtir. Hadis daha çok şu üç hükmü ifade etmektedir:

1- Ölmek üzere olan bir davan ölmeden önce kesmek caiz olup bu durumda eti helâl olur. Yeter ki, hayvanda zuhur eden bu hastalık insan sağlığını bozacak anlamda olmasın. Aksi halde kesilen helal olmakla beraber koruyucu hekimlik açısından yenilmemesi uygun olur.

2- Bir cariyenin o koyunu kestiği, kadınların kestiği hayvanın etinin yenileceğine ve onların da bu işe ehil olduklarına delildir. Nitekim müctehid imamların hepsi kadının kestiği hayvan yenilir diye görüşlerini belirtişlerdir.

3- Bıçak bulunmadığı taktirde hayvanı kemik ve tırnak dışında herhangi keskin, kesici bir cisimle kesmenin caiz olduğu anlaşılıyor. Zira sözü edilen cariye o koyunu kırıp keskin olan bir parça taş ile kesmiş ve Resûlüllah (a.s.) bunu takriren uygun görmüştür.

525 no'lu Zeyd hadisinin ricali sahihtir. Ancak Hazır b. Muhacir üzerinde durulmuş ve bu zatın meçhul olduğu söylenmişse de hadis âlimlerinin bir kısmı onun makbul bir râvi olduğunu belirtmiştir. [170]

Bu manada bir hadisi imam Ahmed, Hafız Bezzar tahric etmiş, Taberani el-Evsat'da buna yer vermiştir. Bunların hepsi İbn Ömer (r.a.) den isnad-i sahih ile tahric etmişlerdir.

Hadis iki önemli hüküm ifade etmektedir. Birincisi, kurdun yaralayıp da öldürmediği bir hayvanın murdar olmadığıdır. İkincisi ise, böyle bir hayvana henüz ölmeden yetişen kimsenin onu şer'i şekilde boğazlamasının gereğini belirtmektedir. Bu ve benzeri bir hayvanı bıçak olmadığı taktirde, tırnak ve kemik dışında herhangi kesici bir cisimle kesmenin caiz olduğu da ortaya çıkmaktadır. Nitekim kurdun saldırısına uğrayıp yaralanan koyun henüz ölmeden onu çakmak taşıyla kesmişler ve Resûlüllah (a.s.) onun yenilmesine ruhsat vermiştir.

526  no'lu Adiy hadisi de sahih olup istidlale sâlihtir. Bu hadisi ayni zamanda Hâkim ve îbn Hibban tahric etmişlerdir. Bu hadis de kesici bir cisimle hayvan kesmenin, mesela keskin bir değnek parçası veya taşla bu işi yerine getirmenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Diğer yandan önemli bir hüküm de ortaya koymaktadır. O da, derince bir kuyu veya çukura düşen veya bir yardan düşüp ağır yaralanan ve yetişip şer'i şekilde kesme imkanı veya zamanı olmayan bir hayvanı yaralayıcı bir silahla vurup kanını akıtmakla onun helâl olacağıdır. Nitekim müctehidlerin de ictihad ve görüşleri bu sonuca yönelik bulunuyor.

527 no'lu Râfi" hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca sâlihtir. Hadis fıklıi anlamda dört hüküm ihtiva etmektedir:

1- Hayvan kesmek için bıçak bulunmadığı taktirde kesici bir cisimle bu yerine getirilebilir.

2- Hayvan keserker Allah adını anmakla o hayvanın eti helâl olur. 3-Dişle kesim yapılmaz. 4-Tırnakîa da kesim yapılmaz.

Meselâ yakaladığı veya yaraladığı bir kuşu tırnaklarıyla veya dişiyle tutup başını koparırsa, o kuşun eti haram olur yenilmez.

528 no'lu Şeddad hadisi de sahihtir. Bu da bir hayvanı kesmek istediğimiz zaman nasıl davranacağımızı belirtmektedir. Yumuşak, şefkatli ve merhametli davranıp hayvanı hırpalamadan, ürkütmeden yere yatırma ve iyice keskin bir bıçakla Önce şah damarını ve nefes borusuyla yemek borusunu kesmek ve bir süre kanının iyice akıp boşalmasını beklemek, sonra da hayvanın başını kesip almakla sünnete uygun  kesim  işini  gerçekleştirmiş  oluruz. Unutmayalım  ki,  bu hayvanları bizim elimize teslim eden Cenab-ı Hak, yarın bizleri de daha kudretli ellere teslim edecektir.

529  no'lu İbn Ömer hadisi  de bu  sünneti  yansıtmakta ve yukarıdaki hadisi kuvvetlendirmektedir. Fazla olarak da hayvanların birini   keserken   diğerine   göstermemeğe   çalışmak   ve   bıçağı göstermemeğe itina etmek tavsiye edilmektedir.

530 no'lu Ebû Hüreyre  (r.a.) hadisiyle hayvanların başını kesme işinin biri boyunla başın birleştiği, diğeri göğüsle boynun birleştiği kısımdan olmak üzere iki yerden gerçekleştirilmesi emir ve tavsiye edilmektedir.  Bu,  daha çok bu iki kısımdan kesme  işini yerine getirmenin sünnet olduğuna yöneliktir. O bakımdan başın gövdeden ayrılması için bu iki kısmın arasındaki bölümden de kesmenin caiz olduğu belirtilmiştir.

Hayvanı keserken henüz kanı boşalmadan ve ayak hareketleri kesilmeden derisini soymaya kalkışmak veya kol ve bacaklarını kesmek sünnete aykırıdır.

Mina günlerinde birinci cemreye taşı atılıp kurban kesildikten ve traş olunduktan sonra artık haccın, biri müstesna olmak üzere mahzurları ortadan kalkar. O müstesna olan şey ise, cinsel temastır. Birinci gün Mekke'ye inip ziyaret tavafı yapıldıktan sonra bu sakınca da kalkar ve böylece Mina günleri yeme, içme ve sevişme günleri olur, bütün bunlar meşru sınırlar içinde yapılır.

531 no'lu îbn Abbas ve Ebû Hüreyre hadisi hakkında el-Münziri şöyle demiştir: "İsnadında Amr b. Abdillah es-San'âni bulunuyor. Bu zat hakkında bir çok kimseler birtakım tesbitlerde bulunmuşlardır. Yahya b. Mâin "o kavi değildir" derken hadis imamlarından bir kısmı onun ceyyidü'l-hadis olduğunu söylemişlerdir. [171]

Hadis daha çok hayvanın şah damarları kesilip iyice kanı akıtılmadan sadece nefes ve yemek borusunu kesmekle yetinip o vaziyette derisi .yüzülmeye başlanan hayvana eziyet edileceğini yansıtmakta ve bunun mekruh olduğuna işaret etmektedir.

532 dipnotlu Ebû'1-Uşrâ' hadisini her ne kadar beşler rivayet etmişse de el-Hattabi, hadis alimlerinin bu rivayetin zayıf olduğunu söylediklerini belirtmiş ve Tirmizi de bunun garip olduğuna ve sadece Hammad b.  Seleme  tarikiyle bilindiğine  dikkat  çekmiştir.  Yine el-Hattabi'ye göre bunun rivayetlerinden meçhuller bulunuyor.

Hafız İbn Hacer et-Telhıs'de, Ebû'l-Uşrâ'ırî1 durumu pek bilinmemektedir demiştir. [172]

Bu sebeblerle müctehidlerin çoğu bu hadisle istidlal etmemiştir. Bununla beraber hadisteki anlatım şekliyle, hemen ulaşılması mümkin olmayan bir çukur veya benzeri yere düşüp ölmek üzere bulunan bir hayvana kesici sivri bir alet atıp öldürmekle etinin helâl olacağına işaret edilmektedir. Hadisi başka türlü yorumlamak mümkün değildir.

533 no'lu Râfî1 hadisi sahihtir. Önemli bir hüküm taşımakta olup tereddütleri gidermektedir. Şöyle ki, evcil hayvanlardan biri sahibini terkedip kaçar ve zapdedilmesi hayli müşkilat doğurur da bir bakıma yabanileşirse, artık onu yakalamakta zorluk söz konusu olduğuna göre av hayvanları kapsamına girer ve yaralayıcı sivri bir aletle vurularak şer'i kesme işi gerçekleştirilir. [173]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1-Hanefilere göre şer'i kesme işi, nefes ve yemek borusuyla birlikte ya iki şah damarın veya bir şah damarın kesilmesiyle gerçekleşir.

2- Şafılere göre, sadece yemek ve nefes borusunun kesilmesiyle de gerçekleşir,

3- Kesme işini ancak bir müslüman veya Kitap ehlmden olan bir kişi yaparsa hayvan helâl olur,

4-Bunlarm dışında dinsizlerin, putperest, ve ateşperestlerin, murteddin ve benzeri inançsız kişilerin kestiği hayvan haram olur yenilmez,

5- Böylace yahudi ve hınstiyânlarm kestiği hayvan bize, bizim de kestiğimiz onlara helâl kılınmıştır,

6- Kadın ve temyiz çağına giren çocuğun kestiği hayvan da helâldir, yenilir.

7- Hanefilere göre sarhoşun da kestiği yenilir. Yeter ki şer'i şekilde kesmiş olsun. Diğer mezheplere göre, sarhoşun kestiği yenilmez.

8- Kesme işini bilmeyen, beceremeyen kimsenin kesmesi doğru değildir. Aksi halde kesilen hayvan eti kerahat kapsamına girebilir.

9- Dilsiz bile olsa müslümanm kestiği hayvan helâldir, yenilir.

10- Besmeleyi kasden veya yanılarak terkedenin kestiği hayvan hanefilere göre haram olur yenilmez. Şafii ve ona bağlı olan fakihlere göre, yenilir. Zira besmele müslümanla beraberdir.

11- Hırıstiyan olan yahudinin, yahudi olan hırıstiyanm kestiği hayvan yenilir.

12- Hayvan keserken Allah ismine başka birinin ismini atfederek iki ismi anarak kesme işini yerine getirirse, o hayvanın eti yenilmez. Zira hayvan ancak Allah adı anılarak kesilir ve onunla helâl olur.

13- Av hayvanına atılan okun veya gönderilen eğitilmiş köpeğin üzerine Besmele çekmek şarttır, görülen bir av üzerine bu vaziyette atılan ok veya salıverilen köpek başka bir hayvana isabet eder ve köpek de başka bir hayvanı yakalarsa eti helâl sayılır ve yenilebilir. Zira besmele ok ve köpek üzerine çekilmiştir... Av üzerine değil.

14- Deve genellikle göğsün boynun bitiştiği kısımdan, diğeri ise boyunun başla bitiştiği kısımdan kesilir ve bu sünnettir.

15- Evcil olan hayvanlardan biri kaçıp yabanileşirse, av hayvanı kapsamına girer ve avlanır.

16- Vurulan av hayvanına diri olduğu halde kişi yetişirse, artık onu şer'i şekilde kesmesi gerekir. Aksi halde o vaziyette ölürse haram olur. Ama adam yetişinceye kadar hayvan ölür veya yetişip bıçağı çekinceye kadar yaşama şansı olmazsa, o taktirde eti helaldir yenilir.

17- Hayvan kesme işinde bir dinsiz veya putperest müslümanla birlikte hareket ederse, artık o hayvanın eti haram olur.

18- Av konusu da böyle.

19- Bıçağı iyice bileyip keskin duruma getirmek sünnettir. Kör bıçakla kesmek mekruhtur..

20- Birkaç hayvan sırayla kesilecekse, kesilen hayvanı diğerlerinin göremiyeceği bir yerde kesmek müstehabdır.

21- Hayvan iyice ölmeden derisini yüzmeye başlamak veyahud kol. ve bacağını kesmek mekruhtur.

22- Yakalanan, avlanan bir kuşun başını dişle ve tırnakla koparmak haramdır.

23- Kemik ve tırnak dışında kesici bir cisimle hayvan kesmek caizdir.

24- Hayvanı kıbleye müteveccihen kesmek müstehabdır.

25- Hayvanı incitmeden şefkatle yere yatırmak ve keskin bir bıçakla kesmek sünnettir. Aksine bir davranış mekruhtur.

26- Müslüman veyahut yahudi ve hrıstiyanm kestiği hayvan yenilir ve onların nasıl kestiğini araştırmaya gerek yoktur.

27- Yahudi veya Hrıstiyanın hayvanı keserken Musa veya Isa peygamberin adını andığı duyulur veya bir kaç müslüman şehadet ederse, o hayvanın eti haram olur yenilmez.

28- Hırıstiyanlarm bir dizi halinde elektirikli bir aletle İhvanları baş aşağı asılı vaziyette bir defada kesmesi tam şer'i biçimde bir kesme olmamakla beraber hayvanı haram kılmaz. Çünkü bu durumda hayvanın başı kesilmiş va kanı akıtılmıştır.

29- Hırıstiyanlarm önce uyuşturup sonra kesmesi de böyle. Uyuşturulan bir hayvan ölmemiştir, diri sayılır ve o bakımdan kesilme işiyle eti helâl olur.

30- Kur'an'ı Kerim'de kitap ehlinin kestiği bize, bizim de kestiğimiz onlara helaldir buyurulmaktadır. Yeter ki, kesilen hayvan eti haram olan türden olmasın. [174]

 

Ceninin Kesilmesi Anasının Kesilmesiyle Gerçekleşir

 

Gebe hayvanı, şartlar ve imkanlar elverdiği taktirde kesmemek daha uygun olur. Ancak dinimiz, ihtiyaç duyulduğu taktirde gebe hayvanın da kesilmesine cevaz vermiş bulunuyor. Bu durumda hayvanın karnında taşıdığı ceninden yararlanma imkanı var mıdır, yok mudur sorusu ortaya çıkıyor. Aynı zamanda ceninin şekillenme, tüylenme durumu ile; tüylenmemiş durumu söz konusu oluyor. [175]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Sûid (ha.,) dert yapılan rivayette Peygamber (a.s.) Efendimiz cenin hakkında şöyle buyurmuştur: "Ceninin kesilmesi anasının kesilmesiyledir." [176]

Diğef bir rivayette ise, Ebû Sâid şöyle bilgi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimize şöyle dedik: Ya Resûlallah! Karnında yavru varken deveyi nahrediyor (göğsün boyunla bitiştiği yerden kesiyor) ve sığır, koyun keçi kesiyoruz. Karnından çıkan cenini atalım mı, yoksa yiyelim mi? lfEfendimiz bize şöyle buyurdu: "Arzu ederseniz yiyebilirsiniz. Çünkü ceninin kesilmesi anasının kesilmesiyle gerçekleşir." [177]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) İmam Ebû Hanefiye göre, doğmak üzere bulunan veya doğum günleri yaklaşan inek, koyun ve keçiyi kesmek mekruhtur. Zira bu durumda karnında taşıdığı yavru zayi' olur, istifade edilmez. Zira bu imama göre, anasının kesilmesiyle karnındaki yavru kesilmiş olmuyor. O bakımdan hayvan kesilince karnından çıkan yavrunun hilkati tamamlanmış ve diri olarak bulunuyorsa, o taktirde şer'i şekilde kesilir ve eti helâl olur.

İmam Ebû Yusuf ile Ebû Muhammed'e göre, ister tüylensin, ister tüylenmemiş olsun hilkati tamamlanmışsa, anası kesildikten sonra ölü bir vaziyette bile olsa eti yenilir. Anasının kesilmesiyle o da kesilmiş sayılır. Aynı zamanda kesilen anasının karnı yarılıp yavru çıkarıldığında diri bulunur, ancak kesmeye vakit kalmadan ölürse yine de yenilmesi caiz olur. [178]

Böylece bu konuda İmam Ebû Hanife, İmam Züfer ve İmam Hasan b. Ziyad hadisle istidlal etmeyip çıkan yavrunun da kendi başına bir canlı olduğunu ve diri doğduğu halde kesilmesinin gereğini belirtmişlerdir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ilgili hadislerle istidlal edip ictihadda bulunmuşlardır. [179]

O halde burada imameynin görüşüyle amel etmek daha uygundur. Zira diğer mezheb imamları da aynı görüştedirler.

b) Hanbelilere göre de ceninin kesilmesi, anasının kesilmesiyle gerçekleşmiş olur. Öyle ki, hayvan kesildikten sonra karnındaki yavru ölmüş olarak dışarı çıkar veya anasının karnında ölmüş olarak bulunur veyahut dışarı çıktıktan sonra kesilmiş bir hayvanın hareketine benzer bir hareket gösterirse o helâl kabul edilir ve yenilir. Ashabdan Ömer (r.a.) ve Ali (r.a.) da aynı görüştedirler. Said b. Müseyyeb, İmam Nahai ve İmam Şafii'nin kavli budur. Yani bunlar da aynı görüştedirler.

c) Ibn Ömer'e göre, ceninin kesilmesi anasının kesilmesiyle gerçekleşmiş olur. Yeter ki tüylenmiş olsun İmam Mâlik de aynı görüştedir... Tabiin'den Tavus, Mücahid, Zühri ve el-Hasan'm da kavli budur.

Hadislerin açık delaletinden, ceninin kıllanmış veya tüylenmiş olmasının şart olduğu anlaşılmamaktadır. Anasının aldığı gıda ile hayatını sürdüren ceninin kesilmesi, anasının kesilmesiyle sağlanmış olur. İster tüylenmiş olsun, isterse olmasın. Yeter ki hilkati tamamlanmış bulunsun. Sahih olan da budur.

îbn Ömer ile Ebû Abdillah, cenin ölü olarak çıktığında onun kanını dışarı akıtmak için .kesmek daha uygun olur demişlerdir.

Tabii hayvan kesilip karnı açıldığında yavru canlı olarak bulunuyorsa, o taktirde şer'i şekilde kesilmesi gerekir. [180]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

546 no'lu Ebû Sâid hadisini aynı zamanda Dârekutni tahric etmiş ve îbn Hibban sahihlemiştir. Abdulhak ise bunu zayıf saymıştır. Abdulhak'a göre, Ebû Said'in hiç bir isnadıyle ihticac olunmaz. Çünkü bir kısmında meçhul kişiler bulunuyor. Ancak birçok tariki bulunduğundan buna hasen diyebiliriz. Mesela Ahmed b. Hanbel'in tahric ettiği tarikte zayıf bir ravi bulunmamaktadır. Hâkim'in ise tahric ettiği tarikte Atiyye bulunuyor ki bu zat biraz leyyin bulunuyor, fazla dikkatli değildir.

Yukarıdaki hadisi İbn Hıbban'la birlikte ibn Dakik el-Iyd de sahihlemiştir. Tinnizi ise bu rivayeti hasenlemiştir.

Bu babda ayrıca Ali, İbn Mes'ud, Ebû Eyyub, Berâ', İbn Ömer^ îbn Abbas ve Kâb b. Mâlik'den (r.a.) rivayetler bulunuyor. [181]

Ancak sözü edilen sahabiden yapılan rivayetlerin tahlilinde sonuçlar ortaya çıkmış bulunuyor:

Hz. Ali (r.a.) den yapılan rivayetin isnadında el-Hars el-A'ver bulunuyor ki bu zat zayıftır. Bunun gibi Musa b. Umeyr el-Kûfî de bulunuyor ve bu zat da zayıflar arasında bulunuyor. Ebû Hatim onun yalancı olduğuna dikkat çekmiştir. [182]

İbn Mes'ud hadisini Dârekutni tahric etmiştir ki ricalinin hepsi sikadır. Yalnız Ahmed b. Haccac müstesna. Zira bu zat zayıf olarak tesbit edilmiştir. [183]

Ebû Eyyub hadisini ise, Hâkim tahric etmiş bulunuyor. İsnadında Muhammed b. Abdirahman b. Ebi Leylâ bulunuyor ki bu zat zayıftır. [184]

Berâ1 hadisini Beyhaki tahric etmiştir. îbn Ömer hadisini ise, Hâkim, Taberâni ve İbn Hibban tahric etmişlerdir. îbn Hibban bu hadisi zayıf olarak tesbit etmiştir. Zira isnadında Muhammed b. Hasen el-Vâsiti bulunuyor... Şevkani bunun zayıf olduğunu İbn Hibban'dan nakle tmiştir.

îbn Abbas hadisini Dârekutni tahric etmiştir. İsnadında Musa b. Osman el-Abedi bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Zehebi bu isim üzerinde durmuş ve İbn Adiy'nin "Musa'nın hadisi mahfuz değildir" dediğini nakletmştir. Ebû Hatim ise bunun metruk olduğunu belirtmiştir. [185]

Kâb b. Mâlik hadisini ise Taberani el-Kebir'de tahric etmiştir. İsnadında İsmail b. Müslim bulunuyor ki, bu zat zayıftır. [186]

Cabir hadisini Dâremi ve Ebû Dâvud tahric etmişlerdir. İsnadında Abdullah b. Ebi Zenad bulunuyor ki, bu zat da zayıftır.

İbn Ebi Leylâ tarikiyle rivayet edilen şu hadis de zayıftır: "İster tüylenmiş olsun, ister olmasın ceninin kesilmesi, anasının kesilmesiyle gerçekleşir..." [187]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Doğum günleri yaklaşan bir hayvanı kesmek mekruhtur.

2- Ancak ihtiyaç hissedildiği taktirde gebe bir hayvanı kesmekte kerahet söz konusu değildir.

3- îmam Ebû Hanife'ye göre, kesilen gebe hayvanın karnındaki yavru ölü olarak çıkarsa eti yenilmez haram sayılır. Diri doğarsa usulüne göre kesilir ve eti yenilir.

4- İmameyn'e göre, hilkati tamamlamış yavrunun kesilmesi anasının kesilmesiyle gerçekleşir. Tüylenip tüylenmemesi söz konusu değildir.

5- İmameyn'e göre, diri olarak anasının karnından çıkarılan cenin usulüne göre kesilir. Ölü olarak çıkar veya çıkarılırsa, eti yine de yenilir. Zira anasıyla birlikte kesilmiş kabul edilir.

Diğer imamlara göre de hüküm böyledir.

6- Bu konuda fetva, imameynin kavline göredir.

7- Anasınm kesilmesiyle karnından çıkarılan yavru kesilmiş hayvanın hareketine benzer bir harekette bulunur ve henüz kesme fırsatı olmadan ölürse, eti helâl sayılır.

8- İbn Ömer'e (r.a.) göre, anasından ölü olarak alman yavru tüylenmişse helâl olur ve yenilir. Zira cenin anasının kesilmesiyle kesilmiş sayılır. [188]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

557  no'lu îbn Ömer hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar ve , Taberânî tahrîc etmişlerdir. Ancak isnadında Asım b. Ömer bulunuyor f ki, bu zat zayıftır. Buharî onun metrükü'l-hadîs olduğunu belirtmiştir.

Nesâî ise onu metruk kabul etmiştir. [189]

Bu anlamda rivayet edilen dört-beş kadar hadîs daha bulunuyor. Çoğu zayıftır. Ancak hepsi aynı hükmü ifade etmesi bakımından birbirini kuvvetlendirmekte ve sahîh olan rivayetin sıhhat derecesini takviye etmektedir. O' bakımdan hadîsle istidlal etmekte bir sakınca görülmemiştir.

558  no'lu Ebû Vâkid hadîsini aynı zamanda Dâremî ve Hâkim, Abdurrahman b. Abdillah hadîsinden tahrîc etmişlerdir. Ayrıca Hâkim, Süleyman b. Bilâl hadîsinden tahrîc etmiş bulunuyor. İsnadı Ebû Saîd el-Hudrî'ye (r.a.) ulaşmakta ve merfu1 derecesinde bulunmaktadır. Merfu'dan maksat, Resûlüllah'a (a.s.) kadar ulaşan hadîstir.

İbn Ömer hadîsi ise murselen rivayet edilmiştir. Dârekutnî "bu konudaki bu iki rivayetten mursel olanı daha sahihtir" demiştir. [190]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1. Diri hayvandan bir parça koparmak caiz değildir. Bu aynı zamanda hayvana ezâ ve cefadır.

2. İşkence yapmaksızın hayvana atılan keskin bir aletle ondan bir parça koparsa hüküm yine böyledir.

3. Hayvandan diri iken koparılan et parçası, ölmüş hayvan eti mesabesindedir ve yenilmez-.

4. Av hayvanına atılan keskin bir aletle hayvanın bir budu veya bir başka yerinden bir parçası koparsa, o parça yenilmez, geriye kalan yenilir.

5. Koyunun diri iken kuyruğundan, devenin hörcüğünden az veya çok bir parça da haramdır yenilmez. [191]

 

Balık, Çekirge ve Denizde Yaşayan Diğer Canlılar

 

Deniz suyu temiz ve temizleyici olduğu gibi, denizde yaşayan canlıların da temiz ve helâl olduğu bir ictihad konusudur. Karada olduğu gibi denizde de birçok çeşit canlı yaşamaktadır. Bunlar kendi aralarında dengeyi koruyup sağlamakta ve insandan yana yararlanma kaynağı olarak bulunmaktadır.

Karada yaşayan hayvanların hangisinin helâl, hangisinin haram olduğu birtakım genel kurallara bağlanmış ve kısmen de münferid açıklamalarda bulunulmuştur. Denizde yaşayan hayvanlara gelince münferid misaller verilmemiş, biri âyet diğeri hadis olmak üzere iki mücmel kural belirtilmiştir. Kurallar hem kapalı, hem esnek olduğundan birtakım ictihad farkları ortaya çıkmış ve farklı görüşler ileri sürülmüştür.

Mezhep imamlarının ve onlara bağlı müctehid fakîhlerin bu konuda farklı ictihadlarmm ortaya çıkmasıyla genişlik ve rahatlık doğmuştur. Böylece denizde yaşayan canlılardan daha çok yararlanma imkânı doğmuş bulunuyor.

Resûlüllah (a,s.), deniz suyu ve canlıları hakkında birçok hükümlerin çıkmasına delil teşkil eden şu hadîsleriyle içtihadın işlerlik kazanmasına İmkân vermiştir: "Deniz, suyu teiniz ve temizleyicidir, ölüsü de helâldir..." [192]

Kur'ân-ı Kerîm'de deniz avıyla ilgili genel anlamda şöyle buyurulmaktadır: "Deniz avı ve onu yemek size de, gelen misafir kafilelere de halâl kılındı..." [193]

Ayette "deniz avı..." mutlak şekilde ifade edilerek balık ve balık türüne has bir anlatım kullanılmamıştır. [194]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ebî Ev fa dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Biz, Resûlüllah'la (a.s.) beraber yedi gaza (savaş) da bulunduk ve onunla beraber çekirge yiyorduk (bu savaşlarda)..." [195]

Câbir-(r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Ağaç yapraklarını silkip düşüren bir orduyla savaştık. Başımızda emîr olarak Ebû Ubeyde (r.a.) bulunuyordu. Aşırı derecede acıktık. Derken deniz ölmüş bir büyük balığı kıyıya atıverdi ki o balığın (büyüklükte) bir benzerini görmüş değildik. Ona "Anber" deniliyordu. O balıktan tam yarım ay (15 gün kadar) yedik. Ebû Ubeyde onun kemiklerinden bir kemik alıp (elinde) tuttu. Süvari onun altından geçebiliyordu. Sonra dönüp Medine'ye geldiğimizde bu balık olayını Resûlüllah'a (a.s.) anlattık. Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: "Azîz ve Celîl olan Allah'ın size çıkarmış olduğu rızıktan yeyiniz. Yanınızda ondan kalan bir şey varsa bize yediriniz." Bunun üzerine bazı kişiler o balıktan kalan az bir şeyi getirip Resûlüllah'a (a.s.) verdiler. O da onu yedi." [196]

Abdurrahman b. Zeyd h. Eşlem'den, o da babasından, babası da İbn Ömer'den rivayet etmiştir. Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Bize iki ölü ve iki de kan helâl kılınmıştır. İki ölü: Balık ve çekirgedir. İki kan ise, karaciğer ve dalaktır." [197]

Peygamberimizin (a.s.) eshabından Ebû Şurayh (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Peygamber (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Şüphesiz Allah (c.c.) denizde olan (canlı) lan Ademoğlu için kesmiş (kesilmiş hükmünde kılmış)tır." [198]

"Size deniz avı helâl kılınmıştır. Deniz taamı da hem size, hem de gelen misafir kafilelere de helâldir" mealindeki Mâide Sûresi 96. âyet hakkında, yani bunun tefsirinde Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Deniz avı, onda avlananlardır. Deniz taamı, onun (kıyıya) attığı (ölmüş balıklar ve canlılar) dır."

Bu konuda İbn Abbas (r.a.) şöyle yorumda bulunmuştur: "Deniz taamı, ondaki ölmüş canlılardır. Ancak şenin tiksinip hoşlanmadığın müstesna..." İbn Abbas devamla diyor ki: "Deniz avından ye, ister o yahudînin avladığı olsun, isterse nasrânî veya mecusînin avladığı olsun fark etmez." [199]

el-Hasan ise, deniz köpeğinin derisinden imal edilmiş bir eğere binmiştir. Bunu Buharı kendi sahihinden nakletmiş bulunuyor. [200]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüşleri

 

Bundan önceki kısımlarda kara ve deniz hayvanları üzerinde durmuş ve müctehidlerin görüş, rey, istidlal ve ihticaclarma yer vermiştik. Burada ise bunun bir özetini vermekle yetinmek istiyoruz:

a) Hanefîlere göre, deniz hayvanlarından sadece balık türü helâldir. Diğer canlılar "habâis" kapsamına girer ve baranıdır yenilmez. Ebû Hanîfe bu mesele hakkında A'raf sûresi 157. âyetle istidlal etmiş bulunuyor.

b) Diğer üç mezhep imamı ise, denizdeki canlıların hepsi yenilir. Ancak timsah ve kurbağayı istisna edenler olmuştur, imam Evzaî ise, insanlar tiksinmedikleri takdirde timsah etini yiyebilirler. Çünkü o da deniz avı kapsamına girmektedir.

c)  İmam Şafiî ise, deniz köpeği ve deniz domuzunun yenilmemesini tavsiye etmiş ve sebep olarak da bu ismi taşıdıklarını göstermiştir. Oysa isimden dolayı bu deniz balıklarını mekruh veya haram görmeğe gerek yortur.

Denizde yaşayan balık ve diğer canlılar kesilmeden mubahtır yenilir. Buna muhalefet eden olmamıştır. Şa'bî ise kurbağa hakkında şöyle demiştir: "Eğer çoluk çocuğum kurbağa yemek isteseler onlara yediririm..." [201]

Çekirge de balık gibi başı kesilmeksizin yenilir. [202]. İlim adamlarının  ve müctehid imamların bu hususta icma'ı olmuştur. Yalnız imam Mâlik, çekirgenin kesilmesini savunmuştur. Dalak ve ciğer de böyle. Hayvanın bu iki organı birer kan limanı sayılır. İslâm akıtılmış kanı haram kılmış, bu iki organda bulunan kanı helâl kılmıştır. [203]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

563 no'lu İbn Ebî Evfa hadîsi .sahîh olup istidlal ve ihticaca salihtir. Çekirgenin helâl olduğuna, yani yenilmesinde bir sakınca bulunmadığına delâlet etmektedir.

564 no'lu Câbir hadîsi de sahihtir. Müctehidlerin hemen hepsi bu iki hadîsle istidlal ve ihticac etmişlerdir. Hadîs, denizde ölüp kıyıya vuran küçük ve büyük balıkların yenilmesinde bir sakınca olmadığına delâlet etmektedir. Bu.rivayeti destekler anlamda 'Deniz, suyu temiz ve temizleyicidir. Ölüsü de helâldir..." mealindeki sahîh hadis bulunuyor. İmam Ahmed b. Hanbel, "bu, yüz hadîsten daha hayırlıdır" diyerek geniş kapsamlı hüküm ifade ettiğine dikkat çekmiştir. [204]

Denizde ölü olarak bulunan balık, ister insanlar avladıktan sonra ölmüş olsun, isterse deniz dalgasının tesiriyle kıyıya atılarak ölmüş bulunsun, isterse diğer balıklar tarafından öldürülmüş olsun farketmez. Bunun gibi, kayalar arasına itilip oradaki az bir su içinde ölen balık da yenilir.

Hanefîlere göre, su içinde ölüp su üstüne çıkan balık, bir hastalıktan dolayı öldüğü ihtimali kuvvetli olduğundan yenilmez. Diğer müctehid imamlara göre, nasıl ölürse Ölsün bütün balıklar helâldir yenilir. [205]

565 no'lu Abdurrahman hadîsini Ahmed, îbn Mâce ve Dârelhıtnî rivayet etmişlerdir. Ancak Dâi'ekutnî bunu Abdurrahman tarikiyle değil, onun kardeşi Abdullah b. Zeyd b. Eşlem tarikiyle tahrîc etmiştir. İbn Medenfye göre, Abdurrahman zayıftır. Kardeşi Abdullah ise sika (güvenilir) dir. [206]

566 no'lu Ebû Şurayh hadîsini Dârekutnî rivayet etmiş, Buharî ise bunu Ebû Şurayh'ten mevkufen zikretmiştir. Ayrıca Ebû Bekir (r.a.) den yapılan rivayette atıf yapıp O'nun "et-tâfî helâlün" dediğini belirtmiştir. Tâfî sıfatından maksat, denizde ölüp su üstüne çıkan balık demektir.

Hadîs, denizde avlanan balıkların kesilmeden yenilmesinin helâl olduğuna net biçimde delâlet etmektedir. Cumhurun da görüş ve tesbiti bu anlamdadır.

567 no'lu Ömer'den yapılan rivayette, "uhillet leküm saydü'l-bahri ve teâmuhu..." âyetini tefsir etmekte, deniz avından maksat avlanan canlılardır, deniz taamından maksat, denizde ölen deniz hayvanlarıdır...

Çekirge de balık gibi kesilmeden yenilir. Ancak Mâlikîler bunun kesilmesinin gereği üzerinde durmuşlardır.

Buharı balık konusunda şu bilgiyi de vermiştir: "Denizde olan her canlı (hükmen) kesilmiştir."

Bu konuda ayrıca daha çok su üstünde yaşayan ördek, kaz ve benzeri bazı kanatlı hayvanlar bulunuyor. Bunlar deniz dibinde, yani su altında yaşayan hayvanlardan ayrılırlar. Zebh (kesim) hususunda hadîsin kapsamı dışında kalırlar. Bunların mutlaka kesilip öylece yenilmesi mubah olur.

Darekutnî'nin Abdullah b. Serces tarikiyle rivayet ettiği, "şüphesiz ki Allah denizde olan her şeyi âdemoğlu için (hükmen) kesmiş bulunuyor" mealindeki hadîsin senedinde zayıf bir râvi vardır.

Taberânî'nin bu anlamda İbn Ömer'den rivayet ettiği hadîsin de senedinde zayıf bir râvi bulunuyor.

Abdurrezak'm iki sağlam senetle Ömer (r.a.) den ve sonra da Ali (r.a.) den rivayet ettiği, "balık her türüyle kesilmiş (hükmen boğazlanmış) tır" mealinde bir hadîs rivayet etmiştir. Ancak bunda "hud" ismi kulanümıştır ki, bu yalnız balık hakkında kullanılır. O bakımdan umum ifade etmemektedir.

Deniz dışında yaşayan hayvanların helâl olabilmesi için, daha önce de belirtiğimiz gibi, şer'î şekilde kesilmesi ve bu kesim işinin bir müslüman veya yahudi veyahut hıristiyan tarafından yerine getirilmesi şarttır. Denizde yaşayan balık ve diğer canlılar hakkında bu şart söz konusu değildir. Balık kim tarafından avlanırsa avlansın müslümanlar onu alıp yiyebilirler. [207]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Çekirge helâl kılınmıştır, yenilir. Ancak bundan tiksinenler yemeyebilirler.

2- Çekirgenin protein değerinin yüksek olduğu tesbit edilmiştir.

3- Çekirge her türüyle yenebilir mi? Müctehidler şu ihtimal üzerinde durmuşlardır: Zehirli olduğu tesbit edildiği taktirde yenilmez.

4- Çekirge şer'î şekilde kesilmeden yenilir. Ancak İmam Mâlik'e göı-e başı kesilip öylece yenilir.

5- Denizde dalgaların vurup kıyıya doğru attığı ölmüş balık helâldir yenilir. Ancak bir süre orada Ölü olarak kaldığından dolayı kokuşan balık yenilmez.

6- imam Ebû Hanîfe'ye göre, ölüp su üstüne çıkan balık yenilmez. Bunun bir hastalık neticesi öldüğü ihtimali daha kuvvetlidir, şeklinde bir   sebep   söz   konusudur.   Oysa  Câbir  hadîsi  bu  ihtimale   yer vermemektedir.

7- Balık ve çekirgenin ölüsü de helâldir. Yeter ki bir hastalık söz konusu olmasın.

8- Akıtılmış kan haramdır, yenilmez. Dalak ve karaciğer birer kan limanı mesabesinde olmalarına rağmen bu ikisi helâl kılınmıştır. Buna muhalefet eden olmamıştır.

9- Balıklar (hükmen) kesilmiş kabul edilirler. O bakımdan yakalanan bir balığı kesmeğe gerek yoktur.

10- Avlanan balığın bir müslünıan veya kitap ehlinden biri veya bir başkası tarafından avlanması arasında bir fark yoktur, kitap ehli olsun, olmasın herkesin yakaladığı balık yenilir. Çünkü bunda şer'î boğazlama söz konusu değildir.

11- İbn Abbas'a göre, denizde veya kıyısında Ölü olarak bulunan balık kokuşmamışsa yenilir. Ancak ölmüş bir balıktan tiksinen olursa, yemeyebilir.

12- Kur'ân'da balıktan ve  denizde yaşayan  canlılardan  söz edilirken "lahmen   tariyyen" denilmektedir. Bu, terütaze bir et anlamına gelir. Cenâb-ı Hak, bu cümleyle hem balığın faydasına, hem de taze olarak yenilmesine işarette bulunmakta ve bir süre kalıp kokan balıklardan kaçınmamız dolaylı şekilde bildirilmektedir. [208]

 

Muztar Durumda Olan Kimsenin Ölmüş Hayvan Eti Yemesi

 

Her sıkıntı ve çaresizlik arkasından bir genişlik, bir çıkış yolu getirir. İslâm hukukunda genel bir kaide halinde bulunuyor: "Zaruret mahzuratı mubah kılar." Yani zorunlu hallerde mahzurlu olan şeyler mubah olur. Şüphesiz bu bir ruhsat anlamındadır. Çünkü hakk-ı hayat muhteremdir. Bir kişi ne kadar sıkıntı ve ıstırap içinde kıvranırsa kıvransın hayatına 'son verilmez. Çıkmayan can bir umut beklemektedir. Kanser ve benzeri öldürücü hastalıklar karşısında çaresiz kalan bir kişinin intihar etmesine asla cevaz verilmez ve hiçbir tabib o hastanın ölmekten yana arzusunu yerine getirmek hakkına sahib değildir.

Helâl ve haramın sınırları belirlenmiştir. Ara yerde birtakım şüpheli şeyler olabilir. Bunlardan da kaçınmakta büyük fayda vardır. Ancak kişi açlıktan ölmek üzere olur, yiyecek hiçbir helâl şey bulamazsa, o taktirde ölmeyecek kadar haram şeyden yiyebilir. Bu haram şey ölmüş bir hayvan eti olmakla birlikte başkasına ait helâl bir şey de olabilir. O halde başkasına ait helâl bir şeyden yiyebilmemiz için mutlaka asıl sahibinden izin almamız gerekir ve bu şarttır. Zorunlu hallerde ise, sahibini hemen bulmak mümkün olmadığı veya sahibini bulduğu halde izin vermediği taktirde ölmek üzere bulunan kimse o şeyden Ölmeyecek kadar yiyebilir. Fazla yemesi helâl olmaz. Helâl şey başka sıkıntıda olup zorunlu bir durum ile karşı karşıya bulunan bir kimseye ait olur ve ancak onu ölümden kurtaracak nisbette bulunursa, o taktirde açlık sıkıntısı ve Ölüm tehlikesiyle burun buruna olan kimse o şeyden alıp yiyemez. Ancak o şey, ikisini de Ölümden kurtaracak nisbette ise, kişi ondan ölmeyecek kadar bir nisbetini alabilir ve bu caizdir, bir ruhsattır.

Susuzluk da böyle... . Kur'ân'da bu ruhsat bir ana kaide halinde şöyle açıklanmaktadır:

"O ancak size ölüyü (Ölmüş hayvan etini), kanı, domuz etini; bir de Allah'tan başkası adına kesilen hayvanı haram kılmıştır. Ama (açlıktan) darda kalana, başkasının hakkına (ölmekten kurtulma nisbetinden fazlasına) el uzatmamak ve zururet miktarını aşmamak şartıyla günah yoktur. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." [209]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Vâkıd el-Leysl (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'a (a.s.) şöyle dediğini bildirmiştir: 'Ya Resûlallah, biz öyle bir yerde bulunuyoruz ki. açlık, kıtlık bize bir musibet olarak gelmektedir. Böyle durumda ölmüş hayvandan bize ne helâl olur?" Resûlüllah (a.s.) ona şu cevabı verdi: "Sabahleyin içecek süt veya yiyecek bir şey bulamadığınız, akşamleyin de içecek süt veya yiyecek bir nesne te'min edemediğiniz ve hurma veya baklagillerden bir şeyle açlığınızı giderme imkânı elde edemediğiniz taktirde o ölmüş hayvan etinden (ölmeyecek kadar) yiyebilirsiniz." [210]

Câbir b. Semure (r.a.) den yapılan rivayette adı geçen şöyle demiştir: "Harre'de (bulunan) bir aile çok muhtaç durumda idiler (darda kalmışlardı). Orada ya kendilerine ait veya başkalarına ait bir deve öldü. Resûlüllah (a.s.) onlara o deveden yemeleri hususunda ruhsat verdi. Onlar da bu deveyle kalan kış mevsimini ya da yıllarını geçirip korundular." [211]

Diğer bir lafızla şöyle rivayet edilmiştir:

"Bir adam çoluk çocuğuyla birlikte Harre mevkiine inip konakladı. Bir başka adam ona: "Benim bir devem (bu yörede) kayboldu. Onu bulduğun taktirde yakala ve yanında alakoy" dedi. O da bir süre sonra o deveye rastladı ve alakoydu. Derken deve hastalandı. Adamın karısı: "Onu kesiver" dedi... Adam kesmekten kaçındı. Derken o deve oluverdi. Karısı adama: "Onun derisini yüz de onun iç yağından ve etinden alıp çömlekte pişirip yiyelim." Adam ise şu cevabı verdi: "Hayır, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den sormadan bir şey yapmayacağım." Böylece kalkıp Resûlüllah'a (a.s.) geldi ve ölen deve hakkında sordu. Peygamber (a.s.) ona: "Senin yanında seni doygun kılacak bir şeyin var mıdır?" diye sordu. O da "Hayır..." dedi. Bunun üzerine (darda kalan o aileye ruhsat vererek) şöyle buyurdu: "Onun etinden yeyin..."

Çok geçmeden o devenin asıl sahibi geldi ve durum kendisine bildirilince, adam (üzüldü) ve şöyle dedi: "Onu kesseydin ya! " O da: "Senden utandığım için kesmek istemedim" diye cevap verdi. [212]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin Görüşleri

 

a) Hanefilere göre, kıtlık, açlık zamanında darda kalan kimse ölmüş hayvan etinden yemez de o yüzden ölürse günahkar olur. Bunun gibi, açlıktan darda kalır, mevcut olan ölmüş hayvan etinden yemeyip oruç tutmaya devam eder ve ölürse, yine de günahkar sayılır.

Hatta,Bezzaziye'de şu bilgi verilmiştir: "Açlık veya susuzluktan darda kalıp ölüm tehlikesiyle burun buruna gelir de yanındaki arkadaşının yanında yiyecek veya su bulunursa, parası varsa, ölmeyecek kadar satın alıp yer ve içer. Buna rağmen arkadaşı vermekten imtina' ederse, silahsız olarak onun elinden bir miktar , almaya çalışır ve dövüşür. Arkadaşının da böyle bir tehlikeye maruz kalacağını bildiği taktirde bir miktarını ona bırakır. [213]

b) Şafiîlere göre, ölmekten veya korkunç bir hastalıktan endişe edip haram şeyden başka yiyecek bir şey bulamayan kimsenin o şeyden yemesi gere'kir. Bazısına göre, yemesi caiz olur. Ancak yakında helâl şey elde etme umudu olan kimse, ölmemek için az şey yiyebilir. Böyle bir umudu yoksa, bir kavle göre doyacak kadar yiyebilir. Ancak mezhebin en zahir görüşüne göre, ölmeyecek kadar yemesi uygun olur.

însan ölüsünden başka hiçbir yiyecek şey bulamayan kimsenin ölmeyecek kadar ondan yemesi de caizdir. [214] Diğer müctehidlerin çoğu buna cevaz vermemiştir.

Sahibi hazır olmayan bir yiyecek maddesinden yemek zorunda kalan kimse, ona borçlu olur. Sahibini bulunca bedelini öder.

Kendisi gibi muztar durumda olan hazır bir kişinin yiyecek maddesinden ancak ondan arta kalan olursa alıp  yiyebilir.  Onu ölümden kurtaracak nisbette ise, dokunamaz. [215]

Darda kalmış aç kimse ölmüş bir hayvan veya başkasına ait bir yiyecek maddesi bulursa veya ihramlı kimse darda kalıp ölmüş hayvan eti ve bir de av hayvanı bulursa, mezhebin görüşüne göre, ölmüş hayvan etinden yer. [216]

c) Hanbelilere göre, ilim adamları, açlıktan muztar durumda kalan kimse helâl olan yiyecek maddesinden yer, haram yemesine cevaz verilmez. Darda kalıp muztar durumda olan kimse ise ancak ölmeyecek kadar haram yiyebilir diyerek görüş beyan etmişlerdir. Yani bu hususta icma1 vaki olmuştur.

Muztar durumda olan haram şeyden karnım doyuracak kadar mı yoksa, ölmeyecek kadar mı yemelidir? îmam Ebû Hanife, İmam Malik'ten yapılan iki rivayetten birine ve îmam Şafii'nin iki kavlinden birine göre, karnını doyuracak kadar yemesi mubah değildir. el-Hasan'a göre, gücünü ayakta tutacak kadar yiyebilir. Çünkü âyetteki delâlet bu anlamdadır.

Ebû Bekir'in görüşüne göre, doyacak kadar yemesinde bir sakınca yoktur. O bu hususta Cabir b. Semure hadisiyle istidlal etmiştir.

Muztar kalan kimsenin Ölmüş hayvan etinden veya başka haram bir şeyden ölmemek için yemesi vacibdir. Bu sadece bir ruhsat değildir. Mesruk ve Şafii'nin yakın arkadaşlarının da görüşü budur. O bakımdan haramdan yemeyip ölen kimse ateşe girer.

Haram nesneler, muztar kalan kimse için hazarda da, seferde de mubahtır.

Muztar durumda olan kimsenin haram olan yiyecek maddesinden, ileride ölmemek için kaldırıp ayırmasma^ cevaz verilmiştir. Sahih olan da budur. [217]

Bu mezhebe göre de açlıktan muztar durumda kalan kimsenin ölmüş insan etinden yemesine ruhsat verilir. Kimine göre, Ölmemek kadar yemesi mubahtır.

Durum böyle olunca, ölüm tehlikesi arzeden bir organın alınıp yerine ölen bir kişinin organını nakletmeye cevaz verilebilir. Yani bu imamların içtihadına kıyasla böyle bir cevaz kapısı açılabilir. [218]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

575 no'lu Ebû Vâkid hadisi hakkında Mecmeu'z-Zevâid'de şu bilgi verilmiştir: "Hadisi Taberani tahric etmiştir ve ricalinin hepsi sika (güvenilir) dir."

Hadis açlıktan darda kalıp sabah, akşam yiyecek bir nesne bulamayan, bakla ve benzeri bir sebze te'min edemeyen kimsenin ölmemek için ölmüş hayvan etinden Ölmeyecek kadar yemesine ruhsat verildiğine delalet etmektedir.

Ancak hadisin açık anlatımından, "ölmeyecek kadar yiyebilir" manası anlaşılmamakta, sadece yenebileceği belirtilmektedir. Ayet ve diger hadisleri dikkate aldığımızda "ölmeyecek kadar yenilebilir olması" hükmü anlaşılmaktadır.

Sonra da Cabir hadisinin son kısmında râvinin ilave ettiği şu cümle başka bir hükmü ortaya koymaktadır: "O deve onları kalan kış mevsiminde ve kalan yıllarında (ölmekten) koruyup onlara medar oldu..." Bu, yiyecek maddesi bulamayıp darda kalan bir kişinin veya ailenin ölmüş bir hayvan etinden ucun ucun yemek suretiyle geçinmelerini yansıtmakta ve ruhsatın geniş kapsamlı olduğuna delalet etmektedir. Böylece iki hadis birbirini kuvvetlendirmekte ve müşterek hükümler ihtiva etmektedir.                                         .

Câbir hadisi hakkında Ebû Dâvûd susup bir görüş beyan etmemiştir. Onun susması hadisin sahih olduğuna işarettir. Nitekim yapılan tesbite göre, hadisin isnadında ta'ne uğrayan bir kimse olmamıştır,

Haram kılınmış bir şeyden darda kalanın ne miktar yemesi caiz olur? Bu hususta farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Şafii'den râcih olan kavle göre, ölmeyi engelleyecek kadarını yemeye ruhsat verilmiştir. Râfii ile Nevevi de bu görüşün sahih olduğunu belirtmişlerdir. İmam Ebû Hanife ile İmam Mâlik de aynı görüştedirler.

Zira bu konuda âyetle birlikte diğer hadisleri ve rivayetleri biraraya getirdiğimizde bu üç imamın görüşünün de isabeti ortaya çıkmış oluyor. [219]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Açlıktan darda kalıp muztar duruma düşen kimsenin haram bir şey yemesine ruhsat verilmiştir. ,

2- Bu durumda olan kimsenin ilim adamlarının çoğuna göre, ölmeyecek kadarını yemesi caiz olur, doyuncaya kadar değil.

3- İlim adamlarından bir kısmına göre, doyacak kadar yemesine ruhsat vardır. Ebû Vâkid ile Câbir hadîsleri buna delâlet etmektedir.

4- Kıtlık yılında darda kalan kimse haram bir şey yemekten kaçınır ve bu  sebeple Ölürse günahkâr olur. Zira ilâhî ruhsat hem bir kolaylık, hem de bir sadakadır. Onu kabul etmemiz emredilmiştir.

5- Açlıktan muztar durumda kalır, haram yememek için oruç tutar ve ölürse, yine de günahkar olarak ölmüş olur.

6- Açlıktan darda kalıp ölüm tehlikesiyle burun buruna gelen kimse, beraberindeki arkadaşının yanında her ikisini ölmeyecek nisbette koruyacak yiyecek bulunursa, ondan satın alması gerekir. Parası yoksa bir miktarını ister. Arkadaşı vermediği taktirde onu muztar durumda bırakmamak şartiyle birazını zorla almaya çalışır. Ancak silâh kullanamaz.

7- İmam Şafiî'ye göre, açlıktan tehlike geçirip muztar durumda kalan kimsenin ölmeyecek kadar haram nesne yemesi vâcibtir.

8- İnsan Ölüsünden başka hiçbir yiyecek maddesi bulunmayan kimse, ölmeyecek kadar ondan yiyebilir. Bu, İmam Şafiî'nin içtihadıdır.

9- Sahibi  hazır  olmayan  bir yiyecek  maddesinden  muztar durumdaki kişi ölmemek için yer ve sonra onu bulup yediği nisbetin parasın öder.

10- Sahibi hazır olan bir yiyecek maddesinden ise, ancak sahibinin iznini alarak yiyebilir. Ama o yiyecek maddesi sadece sahibini ölümden kurtaracak nisbette ise artık ona dokunmaz.

11- Muztar durumda kalan kimse ister evinde olsun^ ister yolculuk halinde bulunsun ölmemek için haramdan yiyebilir.

12- "Zarurî haller mahzurlu şeyleri mubah kılar" kaidesi bu gibi durumlarda geçerlidir.

13- Organ nakli bu ictihadlarm ışığı altında caiz görülebilir mi? Ölmek üzere olan bir kimsenin işe yaramaz organım kesip yerine ölmüş bir adamın organını nakletmek bu ruhsatın kapsamına girebilir mi?

Kıyas yapıp ruhsat verenler olduğu gibi, ikisi arasındaki kıyas, farklı bir kıyastır diyerek ruhsat vermeyenler de vardır. [220]

 

Başkasına Ait Yiyecek Maddesini İzinsiz Yememek

 

İslâm insan haklarına yeterince önem verip onu doruğuna yükselten son dindir. Müslümanm müslümana cam, malı, ırzı ve namusu haramdır. îslânrî sistem kitap ve sünnetin iki ana kaynak olarak uygulandığı zaman ve ülkelerde hırsızlık olayı en azma düşmüş, mal ve çan emniyeti teminat altına alınarak toplum huzur ve güven havası içinde kardeşçe yaşama şansına erişmiştir.

Ticaretle de meşgul olan İmam Ebû Hanîfe, Mısır'a satmak üzere hazır elbise götürmek üzere olan ortağı Beşîr'e ilk tenbihi şu olmuştur: "Götüreceğin elbiseler arasında arızalı, kusurlu olanı var mı?" O da: "Yalnız bir üstlüğün koltuk kısmında az farkedilecek bir arıza bulunuyor" diyerek cevap vermiş ve İmam ona: "O halde arızalı üstlüğe talip çıktığı zaman sakın sakın unutma arızayı göster..." diye tenbîh ediyor. Beşîr götürdüğü malı satıp Kûfe'ye döndüğünde yine İmam Ebû Hanife'nin ilk sorduğu şey o arızalı üstlük oluyor. Ne yazık ki, Beşîr onu satarken unutup müşteriye arızayı göstermiyor. İmam Ebû Hanîfe, malımıza kul hakkı ve bu sebeple haram ve şüphe girdi diyerek üzüntüsünü belirtmekle kalmıyor, üstlüğün parasını çıkartıp fakirlere dağıtıyor.

Bu misal, İslâm tarihinde Kitap ve Sünnetle, dosdoğru amel edildiği dönemlerde insan haklarının ne kadar titizlikle korunduğuna bir delil teşkil etmektedir.

Az yukarıda darda kalan kimsenin ölmemek için sahibi ortada bulunmayan bir yiyecek maddesinden ölmeyecek kadar yemesine cevaz verirken, o yiyecek maddesinin asıl sahibini bulup karşılığını ödemesinin de lüzumu belirtilmişti. Bu da her hak sahibinin hakkını vermenin vücubuna delâlet etmektedir. Zira herkezin canı, malı, ırz ve şerefi korunmuştur. Haklı sebepler dışında hiç kimsenin tecavüze uğramasına izin yoktur. [221]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu haber veriliyor: "Hiç kimse diğer bir kimsenin iznini almaksızın onun davarlarının sütünü sağıp almasın. Sizden hanginiz kilerine gelinmesini ve oradaki yiyecek maddelerinin çıkarılıp götürülmesini ister, böyle bir davranıştan hoşnut olur? Onlar için davarlarının memeleri onların yiyeceğini kilerlemektedir. O halde sizden hiç biriniz başka birinin izni olmaksızın davarının sütünü sağıp almasın." [222]

Amr b. Yesrîbî (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"Minâ'da Resûlüllah'ın (a.s.) hutbesine hazır oldum. O, hutbesinde şöyle Duyuruyordu: "Hiç bir kişiye kardeşinin malı helâl değildir. Meğer ki kardeşi ona gönül rızasıyla vermiş olsun."

Ben bu sözleri dinledikten sonra dedim ki: "Ya Resûlallah! Amcamın oğlunun koyun ve keçisinin bulunduğu yerde onun koyun ve keçisine rastlar ve bir koyunu tutup kesecek olursam bundan dolayı üzerime (bir günah, bir vebal, bir hak gibi) şey gerekir mi? ne dersiniz?"

Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu:

"Onun davar beslediği yerde bir dişi koyuna üzerinde de bıçak ve keskin çakmak taşları bulunduğu halde rastlarsan bile sakın ona dokunma..." [223]

Umeyr Mevlâ Ebt'l-Lehm (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: "Efendilerimle birlikte yönelip hicret etmek istiyorduk, Medine'ye doğru yol alıp yaklaşıyorduk. Derken efendilerim Medine"ye girdiler ve beni arkalarında birakıverdiler. Aşırı derecede acıktım. Sonra Medine'den çıkan bazı kimseler bana "Medine'ye girip ihata duvarları ardında olan hurmadan birşeyler alıp yesen ya" dediler. Ben de etrafı duvarla çevrili bir hurma bahçesine girdim ve iki salkım hurma kopardım. Bunun üzerine o bahçe sahibi beni alıp Resulüllah'a (a.s.) götürdü ve durumumu O'na haber verip anlattı. Benim üzerimde iki elbise bulunuyordu. Resuîüllah (a.s.) bana: "Bu iki elbisenden hangisi daha üstün değerdedir?" diye sordu. Bende onlardan birine işaret ettim. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.): "O daha üstün olanını kendine alıkoy, diğerini hurma bahçesi sahibine ver" diye buyurdu. Böylece adam beni salıverdi." [224]

 

İlim Adamlarının Görüşleri

 

Birtakım ihtiyaçların ortaya çıkması, başkasının malını mubah kılmaz. Ancak yukarıdaki bahiste açlıktan darda kalıp ölüm tehlikesiyle burunburuna gelen kimsenin, bulduğu yiyecek maddesinden, sahibi varsa izin alarak, yoksa ölmeyecek kadarım yeyebileceğini belirtmiştik. Aynı zamanda o şeyi yedikten sonra sahibini bulup bedelini ödemesinin gereğini söylemiştik.

Umeyr olayında Ölüm tehlikesini gerektiren bu muztar durum yoktur^ Sadece fazla acıkma ihtiyacının ortaya çıkması söz konusudur. Olay bir hursuzluktan ziyede bazı şahısların tavsiyesine uyularak sahnelenmiştir. Her iki salkım hurma el kesmeyi gerektirecek nisbette değildir. [225]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

583 no'lu İbn Ömer hadîsi sahih olup istidlal ve ihticace salihtir. O bakımdan başkasına ait olup belirli bir yerde korunan bir şeyi, bir yiyecek maddesini sahibinin iznini almadan alıp yararlanmak veyahut yemek  haramdır.  Kilerde  muhafaza  edilen  yiyecek  maddelerini sahibinin iznini almaksızın yemek nasıl haramsa, başkasına ait bir koyunun veya inek ve devenin memesinde biriken sütü sağıp yemek de öylece haramdır. Buna cevaz veren olmamıştır. Ancak açlıktan helak derecesine varıp muztar durumda kalanlar bir istisna teşkil eder. O da ölmeyecek kadarını alabilir ve sonra bedelini öder.

584  no'lu Amr b. Yesrîbî hadîsinin isnadında Hatim b. İsmail bulunuyor. Bu zat Medineli'dir. Meşhur ve saduktur. Nesâî ise, onun kavı olmadığını belirtmiştir. Hadîs âlimlerinden bir cemaat onun sika olduğunu  söylemiştir,  imam  Ahmed  ise  şöyle  demiştir:   "Hatim hakkında onun zayıf olduğunu iddia edenler olmuştur."[226]

O halde hadîsin zayıf olduğu söylenemez. Zira ilim adamlarının çoğu bu zatın sadûk ve sika olduğunu tesbit etmişlerdir.

Sahibinin gönül hoşnutluğuyla verdiği dışında onun malından bir şeyler almak haramdır, büyük günahtır. Ancak ölüm tehkilesiyîe muztar durumda kalan kimsenin ölmeyecek kadar izin almadan yemesine ruhsat verilmiş ve malî imkanı olduğu takdirde bedelini ödemesinin gereği üzerinde durulmuştur. İsterse rastladığı mal veya yiyecek maddesi amcasının, teyzesinin veyahut dayı ve halasının olsun. Mutlaka izin alması gerekir.

Ancak bu yakın hısımlarının evinde bulunuyorsa, onlardan izin almadan mutfaklarından bir şeyler alıp yiyebilir. Zira akraba arasında bu gibi davranışlar hoşgörü ile karşılanır. Nitekim Kur'ân'da bu konuya temas edilerek şöyle buyurulmaktadır:

"Kendilerine anahtar teslim edilen köle, (teslim edilen evdeki yiyecek maddesinden bir şeyler yemesinde) bir vebal yoktur. Hastaya da bir vebal yoktur. Size de kendi evlerinizde izinsiz yemek yemenizde veya babalarınızın evlerinde veya analarınızın evlerinde veya kardeşlerinizin evlerinde veya kızkardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya anahtarlarına sahip (kâhyası) bulunduğunuz evlerde (bir şeyler) yemeniz de bir sakınca yoktur..." [227]

585  no'lu Umeyr hadîsinin isnadında Abdurrahman b. îshak bulunuyor ki bu zat Muhammed b. Zeyd'den rivayet etmiştir. el-Acelî: "Onun hadîsleri yazılır, ama kavî değildir" demiştir. Ebû Hatim de buna benzer bir görüş ve tesbiti Buharî'den naklen yapmıştır. Nesâî ile İbn Huzayme bu zatın rivayetinde bir sakınca olmadığına dikkat çekmişlerdir. [228]

Mecmeu'z-Zevâid'de ise şöyle denilmiştir: Umeyr hadîsini Ahmed b. Hanbel birini îbn Leylâ, diğerini Ebû Bekir b. Zeyd el-Muhacir'den olmak üzere iki isnadla tahrîc etmiştir. İbn Ebî Hatim bu hususa değinirken cerh ve ta'dîlden söz etmemiştir. Geri kalan ricalinin hepsi sikadır.

Umeyr hadîsi bir bakıma zayıf sayılır. Bununla beraber diğer sahih hadîslerce desteklenmemiştir. Fazla acıkınca bazı kişilerin de tavsiyesine uyarak Medine'deki hurma bahçesine girip sahibinden izin almadan iki salkım hurma koparıp yiyen Umeyr yediğinin bedelini ödemek zorunda bırakılmıştır. Bu tam anlamıyla bir hırsızlık değil, aşırı ihtiyaçtan kaynaklanan bir davranıştır. Sonra da bu konuyla ilgili Islâmî hükümleri bilmemekten kaynaklanmış denebilir. El kesilmesini gerektiren bir tecavüz anlamı taşımamaktadır. [229]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Sahibinin izni alınmadan onar ait yiyecek maddesinden alıp yemek haramdır ve büyük günahtır.

2- Ancak ölüm tehlikesi söz konusu olup muztar durumda kalan kimsenin ölmeyecek kadar alıp yemesine ve sonra imkânı olduğu takdjrde sahibini bulup bedelini ödemesine cevaz verilmiştir.

3- İhtiyaç başkasının malını mubah kılmız.

4- Rastlanan bir koyunun sırtında bıçak ve benzeri bir kesici alet dahi bulunsa, sahibinin iznini almadan onu tutup kesmek haramdır.

5- Memesi süt dolu olan koyun veya başka bir davarın, sahibinin iznini almadan sütünü sağıp içmek helâl olmaz.

6- Açlık ihtiyacından dolayı başkasına ait bir bahçeden hurma, üzüm ve benzeri bir meyvayı koparıp yemek de helâl değildir. Sahibinin iznini almak şarttır. Aksi halde yediğinin bedelini ödemesi gerekir. [230]

 

Yolcu İçin Başkasının Bahçesinden Meyva Koparıp Yeme Ruhsatı Var mıdır?

 

İslâm yolda kalmışlara, bağ ve bahçe yanından gelip geçen yolculara ve misafirlere ayrı bir ilgi gösterilmesini tavsiye etmiştir, tslâm ülkesinde evinden, memleketinden uzak kalan bir kişinin aç ve sefil duruma düşmesi söz konusu olamaz. Zira mü'minler kardeştirler, iyiliğin her çeşidinde birleşip yardımlaşırlar, kötülüğün her çeşidinden nefret edip kötüden yana bir tavır ortaya koymazlar. Kur'ân'da mü'minlere bu hususta verilen emir ve talimat şöyledir: "İyilik ve takva hususunda yardımlasın. Günah, kötülük ve haklara tecavüz üzerinde yardımlaşmayın..." [231]

Bu ilâhî emrin ışığında müslümanlar tarih boyunca yolculuk esnasında sıkıntıya düşenleri korumuş ve gerektiğinde zekât, sadaka ve benzeri yardımlaşmalarla onların sıkıntılarını gidermişlerdir. Misafire ayrı bir ilgi gösterip onu ağırlamaktan derin zevk duymuş, yol güzergâhında olan bağ ve bahçelerinin yanından geçen yolcuların da istifade edebilmelerini kolaylaştırmak için yola sarkan dallardaki meyveleri topîamayıp tasadduk kapsamında düşünmüşlerdir. [232]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimi­zin şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "(Şehir, kasaba ve köylerin bağ ve bahçelerinden) etrafı çevrili olana giren (yolcu) kimse ondan yesin, ama koltuğunun altına alıp götürmesin." [233]

Abdullah b. Ömer (r.a.) dan yapılan, rivayette, adı geçen diyor ki: "Resülüllah (a.s.)'den etrafı çevrili (bağ ve bahçeye) giren (aç veya yolcu) adam hakkında soruldu. Efendimiz şu cevabı verdi: "Ondan koltuğunun altına yerleştirmeksiztn yiyebilir." [234]

el-Hasan'dan rivayet edilmiştir. O da Semııre b. Cundeb (r.a.) den rivayet etmiştir. Peygamber (as.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz (yolculuk halinde aç kalır da) davarların bulunduğu yere gelirse, davarların sahibi orada ise ondan izin alsın. Kendisine izin verilirse o davarlardan süt sağıp içsin. Orada hiç kimse bulunmazsa üç defa seslensin, biri ona cevap verecek olursa ondan izin istesin. Hiç kimse ona cevap vermezse, o takdirde hayvanı sağıp sütünden içsin, ama beraberinde o sütten bir şey alıp götürmesin..." [235]

Ebû Nadre'den, o da Ebû Saîd (r.a.) den rivayet etmiştir. Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden biriniz etrafı çevrili bir bağ ve bahçeye geldiği zaman, ondan bir şey yemek arzu ettiğinde, üç defa "ey bu bahçenin sahibi" diye seslensin. Bahçe sahibi cevap verirse (onun izniyle o bahçeden koparıp yesin). Cevap vermeyecek olursa, (oralarda olmadığı kesinleşir ve) karnını doyuracak kadar yesin. Yine sizden biriniz develerin yanından geçerken, ondan süt sağıp içmek isterse üç defa "ey bu develerin sahibi!" diye seslensin veya "ey bu develerin çobanı" diye nida etsin. Cevap verirse (mesele yok). Cevap veren olmazsa, o develerin sütünden (açlığını giderecek kadar) içsin." [236]

 

Müctehidlerin Işığında Tesbit ve İstidlaller

 

ilim adamlarının çoğu "ihtiyaç sahibi bir kimsenin bağ ve bahçe kenarından geçerken sarkan meyveden alıp yemesinden dolayı cezaî bir müeyyide uygulanmaz. Ancak toplayıp beraberinde götürecek olursa, bundan dolayı cezaî müeyyide uygulanır" diyerek görüş beyan etmişlerdir.

imam Mâlik, îmam Şâfıî, rey tarafdarları, İmam Sevrî ve Atâ'a göre, bağ ve bahçe muhafaza altına alınmadığında, yani etrafına, insan ve hayvanların geçmesini engelleyecek anlamda bir korkuluk, ihata duvarı yapılmadığında, oradan geçen yolcu ve aç kimselerin koparıp yemelerinden dolayı bir şey gerekmez. Ancak etrafı çevrilip koruma altına alınan bağ ve bahçeden meyva koparıp alan hakkında hırsızlıkla ilgili ceza uygulanır. Çaldığı miktar nisaba ulaştığı takdirde el kesilir.

imam Ahmed b. Hanbel'e göre, etrafı çevrili bile olsa, sahibini bulamadığı takdirde yoldan geçen ve bir de aç kalan kimse açlığını giderecek kadar koparıp yiyebilir. Bundan dolayı bir ceza gerekmez.

Koparılıp asılan hurma ve benzeri meyveleri çalan kimseye çaldığının misli ödettirilir, iki misli ödettirilir diyenler de olmuştur. [237]

Davarların muhafaza edildiği yere girerek hayvanları sağıp götüren kimse hakkında el kesme cezası uygulanır. Bu, daha çok imam Şafiî'nin içtihadıdır. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, el kesmek gerekmez.

Muhafaza edilen yere girer de sağdığı sütü götürmeyip orada içerse, el kesme cezası yine uygulanmaz. Ama oradaki hayvanı kesip götürürse eli kesilir. İmam Sevrî'ye göre, et çalmaktan dolayı el kesilmez. Ancak kıymeti tazmîn edilir.

Bağ ve bahçeye girip nisap miktarından az bir şeyler koparıp götürürse, el kesilmez bedeli tazmin ettirilir. [238]

el-Münteha'da şu bilgi verilmiştir: "Etrafı çevrili olmayan ve başında bekçisi bulunmayan bir bağ ve bahçeye uğrayan veya yanından geçen kimse oradaki meyveden ihtiyacı olmasa da yiyebilir. Ancak ağaca çıkmamak, taş atıp veya sopa vurup düşürmemek şartıyle yararlanabilir. Aksi halde koparıp düşürdükleri tazmîn ettirilir. Toplanıp bahçenin bir kenarına konulan meyvelerden zaruri bir durum olmadığı takdirde yemesi caiz olmaz. Bir hayvanı sağıp sütünü içmek de böyle...

Bu daha çok Hanbelî fukahasımn görüş ve içtihadıdır. [239]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

590 no'lu îbn Ömer hadîsi ve 142 no'lu Abdullah hadîsi aynı râviden rivayet edilmiştir. Ancak aralarında çok az lafız farkı bulunuyor. Tirmizî bu hadîsin garip olduğunu ve ancak bu veçhile bilindiğini kaydetmiştir. Ancak diğer sahîh hadîslerle aynı mana ve hükmü yansıttığı için istidlale salih görülebilir.

Hadîs, bağ ve bahçelerden geçmekte olan kimsenin ihtiyacını, açlığını gidermek için ihata duvarını veya korkuluğu aşıp meyva koparıp yiyen kimse hakkında bir ceza uygulanmayacağına, ancak toplayıp koltuğunun altına sıkıştırarak götürdüğü takdirde tazmini cihetine gidileceğine delâlet etmektedir.

ikinci hadîs de aynı hükümleri içermekte olup biri diğerini kuvvetlendirmektedir.

592  no'lu Semûre hadîsini Tirmizî tahrîc edip hasen-sahih-garîb olduğunu belirtmiştir. Garibden maksat, bir hadîsi rivayette ya bir şahsın veya bir belde halkının teferrüd etmesidir.

Ali b. El-Medenî, el-Hasan'm bu hadîsi Semure'den rivayeti ve ondan duyması sahihtir diyerek tesbitini belirtmiştir.

Bu hadîs, îbn Ömer hadîsini açıklamakta ve konu hakkında hükme medar olacak bilgi vermektedir. îbn Ömer hadîsinde, bahçe yanından geçen kimsenin korkuluğu veya ihaata duvarını aşıp bahçedeki meyveden koparıp yiyebileceğine delâlet ederken, sahibinin iznini almak için seslenmesinden söz edilmemiştir. Semûre hadîsinde ise, bunun gerekli olduğu bildirilmekte ve aksi halde başkasına ait bir şeyi izinsiz yemesinin caiz olmayacağına, ancak açlıktan bitkin hale gelmişse ondan yiyip bedelini ödemesinin lüzumuna delâlet ve işaret vardır.

593 no'lu Ebû Saîd hadîsini aynı zamanda Ebû Ya'la, İbn Hibban, Hâkim ve el Makdisî tahrîc etmişlerdir.

Hadîs, açlıktan dolayı başkasına ait bahçeden meyva koparıp yemenin, başkasına ait deveyi sağıp sütünü içmenin cevazına, sahibine üç defa seslendikten sonra cevap alamadığı takdirde ruhsat verildiğine delâlet etmektedir ve doğru olan da budur.

Bu babda Tirmizî ve Ebû Davud'un Râfî' (r.a.) den tahrîc ettikleri hadîste ise şöyle denilmektedir: Rafı' diyor ki: Ensara ait hurmalara taş ve sopa atıp onları düşürmeğe çalışıyordum. Derken onlar beni yakalayıp Resûlüllah (a.s.)'e götürdüler. Resûlüllah (a.s.) bana: "Ya Râfi'! Neden bunların hurmalarına taş ve sopa acıyorsun?" diye sordu. Ben de: "Ya Resûlellah! Açlıktan dolayı..." diye cevap verdim. Resûlüllah (a.s.) bana: "Hurina ağaçlarına bir şey atma. Ortada olanı ye, Allah seni doyurur ve seni suya kandırır" buyurdu. [240]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Başkasına ait etrafı duvarla çevrili bir bağ ve bahçeye girip meyve toplayıp götürmek haramdır. Nisap niktarına ulaşırsa el kesme cezası uygulanır.

2- Başkasına ait bağ ve bahçeye girip nisap miktarından az meyve toplayıp götürürse, misli tazmin ettirilir.

3- Yolcu olup bağ ve bahçelerin yanından geçerken ihtiyacını karşılamak, açlığım gidermek maksadıyla bahçe sahibine üç defa seslenir. Cevap gelirse, izin ister ve öylece o meyveden yiyebilir.

4- Üç defa seslendiği halde cevap veren olmazsa, girip açlığını giderecek ve ihtiyacını karşılayacak kadar koparıp yerse, bir şey gerekmez.

5- Az veya çok olsun bir miktarım da koltuğunun altına yerleştirip götürmesi caiz değildir. Aksi halde tazmin ettirilir.

6- Davarların veya develerin korunduğu yerden geçerken, açlığını veya susuzluğunu gidermek için onların sahibine üç defa seslenip izin ister. Cevap veren olursa izin alıp öylece sağarak içer. İzin verilmediği takdirde içmez.

7- Deve veyahut koyun sahipleri orada bulunmaz, yani adamın üç defa seslenmesine cevap veren çıkmazsa, açlığını gidermek için sağıp içebilir. Ayrıca sağıp beraberinde götürmesi caiz değildir.

8- Râfi" hadîsi, bu hadîslerde, kasdedilen manayı açıklamakta ve başkasının bağ ve bahçesine ancak "açlık" sebebiyle girilebileceği söz konusu olmaktadır,

9- ilim adamlarından bir kısmı açlık nihaî sebep değildir demişlerdir.

10- Başkasının bağ veya bahçesinin yanından geçilirken taş ve sopa atıp meyveleri düşürmek caiz değildir. Ama yere düşmüş olanları veya elle koparılacak durumda bulunanları alıp açlığı giderecek nisbette yemeye cevaz verilmiştir. [241]

 

İslamda Ziyafet ve İlgili Tavsiyeler

 

Ziyafet, Resûlüllah'ın (a.s.) sünnetlerinden biridir. Fert ve toplumdan yana birçok faydaları vardır. Ferdi ferdiyetçilikten uzak tutup toplumun kopmaz bir parçası haline getirir. Toplumu kişisel çıkarların üstünde dostuk bağlarıyla birbirine kenetler. Böylece mü'minler sevinçte ve tasada birbirlerinin yanında yer almış olurlar. Birinin derdi hepsinin derdi, birinin sevinci hepsinin sevinci olur.

Ziyafet, şüphesiz birçok amaçlarla düzenlenir: Dostlukları sağlamlaştırmak, komşulara kaynaştırmak, olayları değerlendirmek, iş ve dostluklar kurmak gibi birtakım maksatlara yönelik olduğu gibi, sırf Allah rızasını kazanmak maksadiyle düzenlenen ziyafetler de vardır ve bu en anlamışıdır.

Misafirler genellikle kapıda karşılanır. Güler yüz, tatlı dille buyrun edilirler. Misafirlerin bir kısmıyla ilgilenmeyip bir kısmıyla devamlı meşgul olmak, hem sofra adabına, hem de dostlara ilgi adabına aykırıdır. [242]                                                                       

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ukbe b. Amir (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûliillah'a (a.s.) şöyle dediğini haber vermiştir: "Ya Resûlellah! Siz bizi (elçi veya görevli olarak) gönderiyorsunuz. Biz de kalkıp bir kavme gidip (misafir olarak) konaklıyoruz. Onlar ise bizi ağırlamayıp ziyafette bulunmuyorlar. Bu hususta ne buyurursunuz?" Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: "Bir kavme inip konakladığınız zaman, misafire uygun olup yakışır anlamda size emrederlerse, emir ve tavsiyelerini kabul edin. Eğer böyle yapmazlarsa, misafirlik hakkını onlardan onların durumuna uygun ve yakışır olduğu şekilde alın." [243]

Ebu Şurayh el-Huzâl (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Allah'a ve âhiret gününe imân eden kimse misafirine ikramda bulunsun, caizesini (ikram kapsamında tutsun)." Bunun üzerine ashab-ı kiram sordular: "Onun caizesi (armağan ve bahşişi) nedir?" Efendimiz: "Bir gün ve bir gecedir" buyurdu ve devamla: "Ziyafet üç gündür. Bundan fazlası ise sadakadır. Artık misafire, ev sahibine sıkıntı ve ağırlık verecek kadar onun yanında eyleşip kalması helâl olmaz." [244]

el-Mikdam Ebî Kerîme'den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu duymuştur: "Misafirin (ilk) gecesi her müslüman üzerine vâcibtir. Eğer misair, bir müslümanm evinin çevresinde mahrum bir halde sabahlarsa, bu o ev sahibinin üzerinde (misafirin hakkı olarak) borç bulunur. Misafir arzu ederse bu alacağının Ödenmesini talep eder, isterse terkeder." [245]

Diğer bir lafızla hadîs şöyle rivayet edilmiştir:

"Kim konuk olarak bir kavmin yanına inip konaklarsa, onu ağırlayıp misafir edinmek o kavme vâcib olur. Şayet onu misafir edinip ağırlamazlarsa, misafir yapılması gereken ağırlama ve ikrama karşılık talepte bulunabilir." [246]

 

İlim Adamlarının Yorumları

 

Misafir ve ona ikramla ilgili hadisler çok yönlü olup bir esneklik taşımakta ve farklı yorumlara kapı açmaktadır. Bunları özetleyerek birkaç madde halinde nakletmemizde yarar görüyoruz. Aksi halde hadîslerin zahirî yönüyle ve delaletiyle bugün amel edilmediği gibi, îslâm tarihinin birçok dönemlerinde de amel edilmediğini görüyoruz. Yorumlar farklı, hükümler ve sonuçlar da ona göre değişiktir:

a) el-Hattâbî diyor ki: "Misafir edinip onu  ağırlamak Resûlüllah'ın (a.s.)zamanında vâcib idi. Konuk edilmeyen, ağırlanma­yan misafir, çevresinde konakladığı ev sahibinden konuk hakkı talep edebilirdi ve talebinin karşılanması da vâcib idi. Zira o dönemde beytü'1-mal yoktu. Gelen misafirleri konuklayacak imkanlar mevcut değildi. Bugün ise beytü'1-mal bulunuyor. Misafirlerin masrafını bu kaynaktan  karşılamak  gerekir.   O  bakımdan  artık  misafirlerin müslümanlar üzerinde bir hakkı söz konusu değildir."

b) İbn Battal diyor ki: "Bu İslâm'ın ilk yıllarında böyle idi. zira o dönemde  yardım ve  destek vâcib  idi.  Sonra bu  "caize"  lafzıyla neshedilmiş, yani hükmü kaldırılmıştır.  Zira caize bir fazilet ve bağıştır, vâcib değildir." [247]

c) İbn Reslan ise, konuklanmayıp dışarıda bırakılan kimse yapılan bu ayfrı çevreye yayabilir. Zira bu hususta gıybette bir sakınca görülmemiştir diyerek ayrı bir yorum ortaya koymuştur.

d) İmam Nevevî, muvasatın (misafirin nimette ortaklığı) İslâm'ın ilk yıllarında vâcib olduğunu ve sonra bunun neshedildiğini iddia edenlerin görüş ve yorumunun   zayıf ve   dayanıksız   olduğunu belirtmiştir. Zira Resûlüllah'm (a.s.) meşru kıldığı bir hüküm -aksine bir açık beyânı olmadığı takdirde- bir zamana has değildir. Hükmü o zamana has kılar anlamda bir delil mevcut değildir."

Yine İbn Reslâm bu konuda şöyle söylemiştir: "Ziyafet mekârim-i ahlâktan ve mehasin-i dinden bir sünnettir. Vâcib değildir. İlim adamlarının önemli kısmının görüş ve içtihadı bu anlamdadır." [248]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

597 no'lu Ukbe hadisi sahih olup istidlale salihtir. Hadîs daha çok iki  hüküm  ifade  etmektedir.   Birincisi,  misafirin  ilgi  ve  ikram hususunda  ev  sahibinin  tekliflerine  uyması ve  misafire  yakışır anlamdaki emirlerini yerine getirmesidir. İkincisi ev sahibi misafire yakışan ilgi ve ikramda bulunmadığı takdirde misafirin o hakkı ev sahibinden alınıp misafire verilmesidir.

Ancak bu ikinci madde vücub mu, sünnet mi ifade etmektedir hususunda farklı görüşlere ve yorumlara neden olmuştur.

598 no'lu Ebu Şurayh hadisi de sahihtir. Beş kadar hüküm ifade etmektedir:

1. Misafire ikram imânın gereği ve onun belirtilerinden bindir.

2. Misafiri bir gün, bir gece ağırlamak vâcibtir ve bu bir caize anlamındadır.

3. Caize, bağış ve ödül anlamına gelir. Bir gün bir gece onu ağırlayıp ikramda bulunmak bir bağış, ama gerekli bir bağış anlamını taşır.

4. Sünnet olan ziyafet, misafirlik üç gündür. Üç günden fazlası sadaka olur.

5. Misafirin ev sahibini sıkıp üzecek kadar kalması helâl değildir.

599 no'lu Mikdam hadisini tahrîc eden Ebû Davud bu hususta bir görüş beyân etmemiştir. Bu da hadîsin sahih olduğuna bir işaret sayılır. Hafız îbn Hacer, hadisin isnadı, sahih şartına uygundur demiştir.

Ayrıca bu konuda İbn Hacer şu hadîse de yer verip sahih olduğunu belirtmiştir: "Herhangi bir adam bir kavme misafir olur da mahrum (ilgisiz ve ikramsın) olarak sabahlarsa, ona yardım etmek her müslümana, bir gecelik ağırlama ve ikram bedeli onun ziraat ve malından alınıncaya kadar bir hak, bir vecîbedir."

Bu babda ayrıca Ebu Dâvud ve Hâkim'in sahih isnadla rivayet ettikleri hadîs meâlen şöyledir: "Ziyafet (misafirlik) üç gündür. Ondan fazlası sadakadır..."

Mikdam hadîsiyle Ukbe ve Ebu Şurayh hadisleri birbirini kuvvetlendirmektedir.

Bu babda bir diğer hadisi Ahmed b. Hanbel sahîh isnadla şöyle rivayet ve" tahrîc etmiştir: "Hangi misafir bir kavmin yanına inip konaklar da mahrum olarak sabahlarsa, ilgi ve ikram miktarını o kavimden alma hakkına sahiptir. Bu hususta ona bir günah yoktur." [249]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Misafiri eve alıp konuklamak vâcibtir.

2- Bir gün bir gece onu misafir edinip ikramda bulunmak vâcibtir.

3- Üç gün onu misafir edinip ağırlamak sünnettir.

4- Üç günden fazla misafir edinip ikramda bulunmak sadakadır.

5- Misafirin ev sahibine bıkkınlık ve sıkıntı verecek kadar kalması helâl olmaz.

6- Bir eve veya bir kavme misafir olarak gelen kimseyi konuk edinmezler ve ona ikramda bulunmazlarsa, onun, bir gecelik ikram karşılığım onlardan almasına cevaz verilmiştir. [250]

 

İçine Necaset Düşen Yağlar

 

Bu konuda yağlar'dan maksat, sıvı halinde olanlarıdır. Aynı zamanda bu kavramdan söz edilirken diğer sıvı maddeler hakkında bir kıstas verilmiş oluyor.

İslâm koruyucu hekimliğe geniş yer ve o nisbette önem vermiştir. Bununla ilgili yetmişin üstünde hadîs bulunuyor. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in hayatı ise her yanı ve yönüyle temizlik esasları üzerinde koruyucu hekimliğine ışık tutar anlam ve ölçüde bulunuyor.

islâm, başta taharet, ön ve arkayı iyice temizlemek olmak üzere ibâdetle temizliği, çevre temizliğini, ahlâki değerleri, sosyal bünyeyi ve aile yapısını birleştirip bütünleştirmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de taharet ve çevre temizliğinde çok duyarlı ve dikkatli davranan Küba mü'minleri övülmektedir: "(Küba mescidinde) temizlenip arınmayı çokça sevenîe>^ardır. Allah'da çokça temizlenenleri sever..." [251]

O bakımdan gerek sıvı yağ, gerekse herhangi bir sıvı içine bir necis düştüğü takdirde onu murdar ve zararlı eder, kullanılması haram olur. [252]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Meymune (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.)'den yağın içine düşüp fareden (ve o yağın murdar olup olmadığından) soruldu. Efendimiz şu cevabı verdi: "(Donuk ise), fareyi ve dokunduğu kısmı toplayıp atın, geriye kalanını yeyin." [253]

Diğer bir rivayette ise şöyle denilmektedir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den yağa düşen fareden soruldu. O da şöyle buyurdu: 'Yağ donuk kah ise, fareyi ve bir de dokunduğu yeri atın. Yağ sıvı ise artık ona yaklaşmayın (onu kullanmayın)." [254]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den yağın içine düşüp ölen fareden soruldu. Efendimiz şöyle buyurdu: 'Yağ donuk katı ise fareyi ve dokunduğu yeri ve etrafını olduğu gibi atın ve sonra geri kalan kısmını yeyin. Yağ sıvı halde ise artık ona yaklaşmayın (o murdar olmuştur)." [255]

 

Müctehidlerin Görüş Tesbit ve İstidlalleri

 

a) Hanefîlere göre, içine necaset karışan yağ donuk olursa necasetin dokunduğu kısım çevresiyle birlikte alınıp atılır. Sıvı halde ise, altı musluklu bir kaba konulur ve o nisbette üzerine su dökülür. Yağ suyun üzerine çıkınca alttaki musluk açılarak su boşaltılır ve bu işlem üç defa tekrarlanarak yağ temizlenmiş olur. [256]

b) Şâfiîlere göre de belirtilen şekilde yıkanıp temizlendiğine kanaat getirildiği, yani suyun yağın her cüz'üne ulaştığı zann-ı galib ile anlaşıldığı takdirde yağ temizlenmiş olur. Ancak yağın kendisi bizatihi necisse, meselâ ölmüş hayvanın iç yağı gibi, hiçbir suret}e temizlenmez. [257]

Anlaşıldığı üzere iki mezheb imamları yukarıda naklettiğimiz hadîslerle istidlal etmemişlerdir. Ya bu hadîsler onlara ulaşmamıştır veyahut bunların hilâfına delâlet eden başka rivayetlerle istidlal etmişlerdir. Oysa Resûlüllah'm (a.s.) bu konuda ortaya koyduğu hüküm son derece isabetli ve insan sağlığından yana lüzumludur. Zira sıvı halde olan bir yağın içine fare düşüp ölür veyahut başka bir necis karışırsa, necis onun her zerresine nüfuz edebilir ve belirtilen şekilde su ile yıkamak onu necasetin tesirinden tamamen arındırmış olmaz.

Sonra Şâfıîler bu meseleyi belirtirken şu ifadeyi kullanmışlardır: "Yağ yıkanmakla temizlenir" yani içine necis karışan yağ su ile yıkanmak suretiyle temizlenir denilmiştir. Diyen kimsenin kim olduğu açıklanmamış ve zayıf bir görüş olduğuna "kıyle" sıgasıyla dikkat çekilmiştir.

c) Hanbelîler ise, yukarıdaki hadîslerle istidlal etmişlerdir. Şöyle ki, içine fare veyahut herhangi bir necis düşen yağ sıvı ise artık temizlenmez va arzu eden onu aydınlatmada kullanabilir. Donuk katı ise düşen kısım çıkarılıp atılır, kalan kısmı yemekte bir sakınca yoktur. [258] îmam Ahmed'den yapılan bir rivayette ise, o yağı aydınlatmada kullanmak da caiz değildir. İmam Şafiî'ye göre caizdir.

Necis olan bir yağı satmanın caiz olup olmadığı hakkında da farklı görüş ve ictihadlar bulunuyor. İmam Mâlik ve îmam Şafiî'ye göre, satışı caiz değildir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, alıcıya.onun necis olduğu açıklanır ve o da kabul ederse satışı caiz olur. [259]

Sıvı halde olan yağa necis karıştığı takdirde cumhur buîıun murdar olduğunu ve su ile temizlenmeyeceğini belirtmiştir. Sahîh olan da bu görüş ve ictihaddır. [260]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

603 no'lu Meymune hadîsi sahih olup istidlale salihtir. Daha çok şu üç hükmü taşımaktadır:

1-  Donuk yağa düşüp ölen farenin dokunduğu.yer ve çevresi oyulup çıkarılır,    .

2- Geri kalan kısmı yenilir.                .      .

3- Yağ sıvı halde olursa, tamamı necis olur ve yenilmez.

4- Düşen fare ölmeden sağ olarak çıkarılırsa, yağ necis olmaz.

Ancak bir tavsiye olarak ölmeden çıkarılan farenin dokunduğu kısmın çıkarılmasında fayda olduğu söylenebilir.

Ebü Dâvûd ve Nesâî'nin Meymune (r.a.) dan yaptıkları rivayetin isnadı üzerinde durulmuş ve İmam Buharı bunun hatalı olduğunu belirtmiştir. ez-Zühelî ile îbn Hibban ise bunu da sahîhlemişlerdir.

Ebû Dâvud ise bu hadîsi, biri Hasan b. Ali tarikiyle, diğerini de Ahmed b. Salih tarikiyle olmak üzere iki tarikten tahricen nakletmiştir.

Meymune (r.a.) dan rivayet edilen 603 no'lu hadîste "câmid" yani donuk kelimesi amlmamıştır. Ebû Dâvud ile Nesâî'nin tesbitinde ise "câmid" kelimesine yer verilmiştir. İbn Hibban bu ikinci rivayetteki fazlalığın da sahîh olduğunu söylemiş ve böylece istidlale salih bulunduğuna işaret etmiştir.

605 no'lu Ebû Hüreyre hadîsinde konu daha açık bir biçimde rivayet edilerek hem "câmid", hem de "mayi" kelimeleri anılmıştır. Böylece her türlü şüphenin de yeri olmadığı sonucu ortaya çıkmış bulunuyor.

Hadîste sadece fareden söz edilmesi bir misal teşkil etmektedir. Fare veyahut herhangi bir canlının yağa düşüp ölmesi aynı hükmü gerektirir.

Yağ sıvı olduğu takdirde "ona artık yaklaşmayın" cümlesinden, o yağdan artık herhangi bir şekilde yararlanmanın caiz olmadığı anlaşılıyorsa da, bunun hilâfına bazı rivayetler bulunuyor Nitekim Beyhaki'nin îbn Ömer (r.a.) dan yaptığı rivayette şöyle buyurulmuştur: 'Yağ sıvı halde olursa ondan (başka türlü) yararlanın, fakat onu yemeyin..."

Bu hadîsin mevkuf olduğu tesbit edikaiştir.

Ayrıca Beyhakî'nin îbn Ömer'den yaptığı bir başka rivayette şöyle denilmiştir: "Zeytin yağına düşen fare hakkında sorulunca, Efendimiz şu cevabı vermiştir: "Onu aydınlatmada kullanın ve (hayvan) derilerinizi onunla yağlayın..."

Burada sıvı yağ içine düşen farenin ölmüş durumu değil, canlı olarak çıkarılması konu ediliyor. Bu durumda o yağı bazı hususlarda kullanarak yararlanmanın yolları gösteriliyor. Ancak bu rivayet de yukarıdaki gibi mevkuftur. Yani sahabeden rivayet edilmiş, Resûlüllah'a (a.s.) kadar refedilmemiştir.

Bu rivayetlere dayanan imam Şafiî o gibi yağlardan başka konularda, meselâ aydınlatmada istifâdenin caiz olduğunu söylerken, İmam Ebu Hanîfe de o gibi yağların alım-satımının caiz olduğunu belirtmiştir. [261]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Sıvı halinde olan yağların içine fare düşüp öldüğü takdirde yağın tamamı necis olur ve yenilmesi haramdır. Bu cumhurun görüşüdür.

2- Hanefî ve^âfîî imamlarından çoğuna göre, sıvı halinde olan yağ .yukarıda yöntemini belirttiğimiz şekilde üç veya daha fazla defa su ile yıkanıp temizlenmiş olur.

3- Diri bir halde yağdan çıkarılan fare ve benzeri bir hayvandan dolayı müctehidlerin çoğuna göre, yağ necis olmaz.

4- Donuk yağ içine düşüp ölen fare ve benzeri bir hayvan ölürse, yağın tamamı necis olmaz. Farenin düştüğü kısım ve çevresi oyulup atılır ve geriye kalan kısmı yemekte bir sakınca yoktur.

5- İmam Şafiî'ye göre, içine fare düşüp ölen sıvı yağı aydınlatma 've benzeri konularda kullanmakta bir sakınca yoktur.

6- imam Ebû Hanîfe'ye göre, o gibi yağların ahm-satımı caizdir. Ancak satan kimse onun necis olduğunu söyler ve satın alan da bilerek onu alır. Aydınlatma ve benzeri hususlarda kullanılır.

7- Fare bu konuda bir misal teşkil etmektedir.  Ancak sıvı yağa sıvı halinde olan bir necis karışırsa, durum ne olur? Bu hususta müctehidlerin farklı yorum ve ictihadları bulunuyor. En uygun olanı, günümüzde gelişen tıp ve laboratuvar tahlillerine baş vurup sağlığa zararlı bir durumun olup olmadığını ve dini ölçülere göre de o sıvının tamamının murdar olup olmadığım tesbit etmektir.

Zira islâm'ın koyduğu hükümler daha çok insan sağlığıyla, diğer bir anlatımla koruyucu hekimlikle ilgili bulunuyor. Ayrıca Allah ve Resulünün emir ve yasaklarına kayıtsız, şartsız uymamız sö.z konusudur. Yeterki, bu emir. ve yasaklar nüsûs (kesin hüküm) ifade eder vasıfta olsun. [262]

 

Yemek Yeme ve Sofra Adabı

 

İslâm, kitap ve sünnetiyle insan hayatının her bölüm ve safhasıyla içice bulunuyordur. Aynı zamanda başta devlet teşkilatı olmak üzere insan hayatının düzen ve dengesine yönelik olan bütün kurum ve kurallarım, eğitim-öğretim başta olmak üzere bütün yetiştirip geliştirme müesseselerini en mükümmel anlam ve ölçüde kitap ve sünnette görmek mümkündür.

İslâm, duygulan akim emrine, aklı da din ve imanın emrine kontrolüne, veren en son aynı zamanda en mükümmel dindir. Akıl ön plâna alınıp imân başa geçirilince, bütün konu ve meseleleri sağlıklı biçimde çözme imkânları doğar. Bunun aksine aklı duygunun emrine verip din ve imânı arka plâna itince her kurum ve kural, her mesele ve konu duygunun dar çerçevesi içinde çözülmeye itilir ve bu sebeple de hiçbir konuda sağlıklı, rahatlatıcı ve amaca ulaştırıcı bir sonuç almak ya çok zorlaşır veyahut imkansızlaşır.

İnsanı ahsen-i takvim üzere yaratıp onu kâinatın özü, mayası ve hikmeti kılan Cenâb-ı Hak, bizzat bu müstesna canlının hayatını, yine onun ruhunun yüceliğine, hılkatmdaki hikmete ve iki dünya hayatıyla ilgili denge ve düzene uygun şekilde planlayıp programlamış ve bunun için kitap indirilip peygamber göndermiştir.

Kitap ve Peygamber bütünüyle insan hayatını iyiye güzele doğruya, düzene, adalete hakkaniyete, iffet ve namusa, kardeşliğe ve yardımlaşma ile dayanışmaya yönlendirmektedirler.

O kadar ki, sofra adabını, yemek yeme adabını dünya milletleri bilmez ve duymazken, İslâm onbeş asır önce bunu en güzel şekilde belirtip kurallara bağlamıştır.

Sofraya nasıl oturulur. Yemek yemeğe nasıl başlanır ve nelere dikkat edilir? gibi birçok soruları cevaplamış ve değişmez kurallar koymuştur. Aşağıdaki hadîsler bu kuralları en anlamlı şekilde yansıtmaktadır. [263]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a,s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu haber verilmiştir: "Sizden biriniz yemek yerken Bismillah desin. Yemeğe başlarken bunu unutup söylemiyecek olursa, hatırlayınca şöyle desin: Başlangıcında da sonunda da Bismillah..." [264]

 Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Sizden hiçbiriniz sol eliyle yemesin ve sol eliyle içmesin. Çünkü gerçekten şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer." [265]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğu haber verilmiştir:"Bereket yemeğin ortasına iner. Artık siz yemeği (bulunduğunuz tabağın) iki kenarından yeyin, ortasından yemeyin." [266]

Ömer b. Ebî Seleme (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Ben Peygamber (a.s.) Efendimizin evinde temyiz çağında gelmiş bir çocuk idim. (Sofrada) elim yemek kabında döner dururdu. Bunun üzerine Peygamber (a.s.) Efendimiz bana: "A çocuk, Allah'ın adını an, sağ elinle ye ve (yemek kabının) senden tarafta olan kısmından ye" buyurdu. [267]

Ebâ Cuhayfe (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Bana gelince, (sırtımı) bir yere dayayarak yemek yemem." [268]

 

İlim Adamlarının İstidlal ve Görüşleri

 

İlim adamlarının cumhuru hadîslerin ışığında yemek yeme adabını çok detaylı işleyip sünnet ve müstehab kısımlarını bir bir belirtmişlerdir. Her konuda olduğu gibi, yemek adabı konusunda da ümmetine örnek olan Resûlüllah'ın (a.s.) bu hadîsleri kıyamete kadar geçerliğini koruyacak özelliktedir. Birkaç asır içinde kıtalar üzerine yayılan ve fethettikleri, girdikleri her ülkede ilmin ve medeniyetin temelini atan müslümanlar geniş imkânlara sahip olunca aktivitelerini yavaş yavaş kaybetmeye, imân aksiyonunu aynı hızla devam ettiremeyip duraklama ve sonra da gerilemeye başladılar. Batı âlemi kilisenin ilimle çatışan taassubundan kurtulmak için çırpmırken önlerinde ilmin ve medeniyetin atılmış temellerini buldular. İslâm âlimlerinin asırlara dayanan bu çalışma, gayret ve keşifleri onları bir anda büyüledi. Bövlece onlar kilisenin vesayetinden sıyrılıp ilim aşkıyla yola çıkarlarken İslâm âlemi tam bir rehavet içinde kendi kendini hareketsizliğe itmiş bulunuyordu. Çok geçmeden durum tam tersine döndü. Bu defa batılı ülkeler ilim ve medeniyetin meşalesini ellerine alıp dev adımlarla ilerlerken İslâm âlemi onlara hayranlık duymaya başladı. Batılı ülkeler ilim ve medeniyetin asıl sahiplerini, kâşif ve kurucularım küçümsemeye ve cehaletle damgalamaya yöneldiler. Din taassubuna kapılarak İslâm âleminin geri kalışına sebep olarak îslâmiyeti gösterdiler. Bu şeytanî fikir çok geçmeden İslâm aydınları (!) arasında yayıldı ve benimsenmeye başlandı. Oysa tarihî olaylar, ilim tarihi dikkatle incelenmiş olsaydı, İslâm, alemindeki ilim adamları bu hataya düşmeyeceklerdi. Hâlâ günümüzde Batı kültürünün, ilim ve tekniğinin tesiri altında kalıp kişiliğini yitiren ilim adamlarımız durmadan batılıların diliyle konuşmakta ve kendi öz değerlerimizi, ilim ve medeniyetin ana kaynağı ola» Kur'ân ve İslâm'ı bilinçsizce tahribe devam etmektedirler. İşin en hazin tarafı, durmadan tahribini sürdüren bu kişiler neyi niçin yıktıklarını bilmemekte ve yerine neyi getirip koyduklarının farkına bir türlü varamamaktadırlar. İşte bu ilimsiz, tarihsiz, delilsiz ve dayanıksız sataşma, küçümseme, aşağılama İslâm ülkeleri halkını birbirine düşman etmekte ve" önlem alınmadığı takdirde çok vahim neticeler doğuracağı aklı erenleri üzmektedir.

Bu aydınların, ilim adamlarının (!) unuttukları veya düşüneme­dikleri bir gerçek vardır. O da, her millet ve özellikle Türk milleti ancak kendi kültürüyle, öz değerleriyle ayakta durup varlığını koruyabilir. Milletimizin kültür mayasını ve özünü İslamiyet teşkil etmektedir. Onu bu sağlam, köklü ve yüceltici değerinden uzaklaştırdığımız takdirde güvenip üzerinde durabileceği bir temel, yücelmesini sağlayan itici bir kuvvet kalmaz ve sonunda Batılı ülkelerin oyuncağı haline gelir, şahsiyetini kaybetmiş, uşaklaştırılmış bir toplum olmaktan öteye geçemez olur.

Günümüzde sofra adabından tutun da toplum arasındaki adaba kadar misafir karşılama ve ağırlama adabından tutun da cadde ve sokaklardaki davranışlarımıza kadar, aile yapısından, aile fertleri arasındaki ilişki biçiminden tutunda dinî ve millî ahlaki değerlerden kopuk eğitim ve öğretime kadar, cenazeyi teşyi'den tutun da liderleri putlaştırmaya kadar günlük hayatımızın her bölüm ve dilimi batıyı ölçüsüzce, bilinçsizce taklide yönelik bulunuyor.

Müslüman olduğunu iddia edenlerin önemli bir kısmı da yeterli îslâm kültürü ve Kur'ân öğretimi alamadıkları için ziyafetlerde, davetlerde, lokantalarda ve belki evlerinde çatalın sol ellerinde bıçağın sağ ellerinde olduğu halde sofra adabı sürdürmekte ve bunu medenî olmanın gereği saymaktadırlar.

Oysa İslâm onbeş asır önce sofra ve yemek adabını da en medeni ve sağlıklı biçimde belirleyip birtakım kurallara, yani sünnet ve adaba bağlamıştır. [269]                                                              

 

Tahliller ve Rivayetler

 

612 no'lu Hz. Aişe hadîsim aynı zamanda Nesâî da tahrîc etmiştir, Nesâî bu tahricini Abdullah b. Ubeyd'den, o da Ümmü Gülsüm adındaki bir kadından rivayet ederek nakletmiştir. Tirmizî ise, bu kadını ismen belirtmiştir. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ise aynı hadîsi kendi müsnedinde Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr tarikiyle Hz. Aişe (r.a.) den rivayet etmiştir. Ancak o bu rivayetinde Ümmü Gülsüm'den söz etmemiştir.

Bu babda bir diğer hadisi Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve îbn Mâce Câbir (r.a.) den tahric etmiştir ki, meâlen şöyledir; "Adam evine girdiği zaman giriş anında Allah'ı anar ve yemek yerken de Allah'ı anarsa şeytan (kendi avenesine) şöyle der: "Sizin için bu evde gecelemek ve yemek yoktur..." Adam evine girişinde Allah'ı anmazsa şeytan (avanesine: "Geceleyin (kalıp faaliyette bulunacağınız) eve eriştiniz" der. Adam yemek yerken de Allah'ın ismini anmazsa, şeytan (yine avanesine): "Hem gecelemek için yere, hem de yemeğe eriştiniz" der." [270]

Yine Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi'nin Huzeyfe b. Yeman (r.a.) dan yaptıkları rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir: "Bizler Resûlüllah'la (a.s.) beraber bir yemeğe hazır olduğumuzda, Resûlüllah (a.s.) elini yemeğe koymadıkça biz elimizi koymazdık. Şüphesiz biz (bir gün) O'nunla beraber bir yemeğe hazır olduk. Derken bir bedevi (çöl arabı) çıkageldi, sanki o yemeğe itiliyordu. Gelip elini yemeğe koymak (Elini yemeğe uzatıp almak) istedi. Resulü]]ah (a.s.) Efendimiz onun da elinden tuttu ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz şeytan, üzerine Allah adı anılmayan yemeği kendine helâl kılar ve doğrusu şeytan şu bedeviyle birlikte geldi, onun eliyle yemeği helâl kılmak istedi, ama ben o bedevinin elini tuttum (engel oldum). Ve arkasından o, bu câriye (kız) ile birlikte geldi de onun eliyle yemeği (kendine) helâl kılmak istedi. O sebeple ben cariyenin de elinden tuttum (engel oldum) canımı kudret elinde bulunduran Allah'a and olsun ki, şeytanın eli bu iki kişinin eliyle birlikte benim elimde bulundu.»" [271]

Bu babda bir diğer hadisi Tirmizi Hz. Aişe (r.a.) den rivayet etmiştir ki, mealen şöyledir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, ashabından altı kişiyle beraber yemek yiyordu. Derken bir bedevi geldi ve (o yemekten) iki lokma yedi. (yemek de bitiverdi). Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Eğer bu bedevi Allah'ın ismini ansaydı bu yemek size kafi gelirdi."

Böylece yemeğe başlarken Allah'ın ismini anmak, bismillah demek sünnettir. Bu sünneti yerine getiren kimsenin yemeğinde bir bereket oluşur. Terkedenin yemeğinde ise bereket kalkar. Başlarken unutur da henüz bitirmeden hatırlarsa, "başında da bismillah, sonunda da bismillah" demesi tavsiye edilmiş ve kalan kısmında bereketin yemden başhyacağı belirtilmiştir.

Tirmizi Hz. Aişe hadisini sahihlemiştir. O bakımdan istidlale salih görülmüştür.

614  no'lu İbn Abbas hadisini de Tirmizi sahihlemiştir. Hem sofrada toplu halde aynı kaptan yemek yenildiği taktirde nasıl davranılması gerektiği belirtilmektedir, hem de bu vaziyette yenilirken herkesin yemek kabının kendine yönelik kenarından yemesi, orta kısmından veya başkasına yönelik kenardan alıp yememesi tavsiye ediliyor ve bu sünnete veya adaba uyulduğu taktirde ilâhi bereketin o yemek üzerine ineceğine dikkatler çekiliyor.

615  no'lu Ömer hadisi sahih olup istidlale salihtir. îbn Abbas hadisini kuvvetlendirmekte ve aynı zamanda çocuklara küçük yaşta sofra adabım öğretmenin lüzumuna işaret edilmektedir.

616 no'lu Ebû Cuhayfa hadisi de sahihtir. Sofrada yemek yerken bir yere dayanmak veya yaslanmak suretiyle oturmanın sofra adabına aykırı olduğu bildiriliyor. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in bir defaya mahsus olmak üzere bir yere dayanıp öylece yemek yediği olmuştur. Ancak Melek Cebrail'in işareti üzerine bu tarz oturmayı terketmiş ve aynı zamanda ümmetinin de böyle yapmamasını istemiştir.

İmam Şafii, tabağın ortasından yemenin haram olduğunu, bu fiili işleyenin günahkâr olacağım belirtmiştir.

İmam Gazali de bu konu üzerinde durmuş ve sadece ortaya konan tabak ve benzeri yemek kabında bulunan yemekten yerken orta kısmından alınmasının mekruh olduğu belirtilmişse, ekmek yerken de ekmeğin kenarlarını bırakıp ortasından koparıp yemenin öylece mekruh ve adaba aykırı olduğunu söylemiştir. Çünkü bereket yiyeceğin ortasına iner. Bu yiyecek ister kaptaki yemek olsun, ister sofradaki yufka, somun veya benzeri bir ekmek olsun fark etmez.

Böylece İmam Nevevi'nin de belirttiği gibi, hadisler daha çok şu-üç sünneti yansıtmaktadır:

a) Yemeğe başlarken besmele çekmek.

b) Sağ eli ile yemek.

c) Kabın kendisine yönelik olan kenarından alıp yemek...

Bir yere dayanıp veya yaslanıp yemek, kibir ve gurur alameti olarak bilinir. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ise, Cenab-ı Hakk'm sonsuz kudret ve azameti karşısında her zaman teslimiyet ve mahviyetini izhar eden ve tevazuu şiar edinen bir peygamberdir. Nitekim îbn Mâce ve Taberani'nin isnad-ı hasen ile rivayet ettikleri şu olay Resûlüllah'ın (a.s.) ne kadar çok mütevazi ve mahviyetkar olduğunu göstermektedir: "Kesûlüllah (a.s.) Efendimiz'e pişirilmiş bir koyun hediye edildi. O da iki dizi üzerine çökerek o koyundan yemeğe başladı. Derken bir bedevi şöyle dedi: "Bu nasıl bir oturmadır?!" Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Cenab-ı Hakk beni güzel, iyi, keremli bir kul kılmıştır: Beni zorba ve muaânnid (inadçı) kılmamıştir..." [272]

Şüphesiz Resûlüllah (a.s.) peygamber olarak mütevazi bir kul çizgisinde mi, yoksa hem hükümdarlık, hem de peygamberlik çizgisinde mi kalmak istediği bir soru olarak Cebrail tarafında kendisine tevcih edilince onun "Peygamber olarak mütevazi bir kul olmak isterim" diye cevap verdiği pek meşhurdur.

Ebû Davud'un Abdullah b. Amr b. As (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçenin şöyle haber verdiği belirtilmektedir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in bir yere yaslanıp da yemek yediği görülmemiştir!

Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere Resûlüllah'ın (a.s.) bir defa böyle yaptığını îbn Ebi Şeybe'nin Mücahid tarikiyle yaptığı rivayetten öğrenmiş bulunuyoruz. Adı geçen şöyle demiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir yere yaslanarak yemek yememiştir, ancak bir defa böyle yapmış ve arkasından Allah'a yönelip şöyle arz-ı hal etmiştir: Allah'ım, şüphesiz ki ben senin kulun ve resulünüm..."

Bu rivayet murseldir. Yani senedinden bir sahabi düşmüştür. Bu rivayeti dikkate aldığımızda Abdullah b. Amr'm, Resûlüllah'ın (a.s.) bir defa böyle yaptığından haberi olmadığı anlaşılıyor.

Bu konuda bir de îbn Şâhin'in Atâ b. Yesar'dan murselen rivayet ettiği haberde şöyle denildiği belirtilmiştir: "Melek Cebrail, bir defa­sında Resûlüllah'ın (a.s.) bir yere yaslanarak yemek yediğini görmüş ve onu bundan men'etmiştir." [273]

616 no'lu Ebû Cuhayfa hadisinde geçen "mütteki" sıfatı üzerinde hayli durulmuş ve çok farklı şekilde yorumlanmıştır. Kimine göre sağ veya sol tarafa meylederek oturmaktır. Kimine göre, sol eli yere dayamak suretiyle oturmaktır. Kimine göre ise, sırtım bir yere dayayarak veya bir şeye yaslanarak oturmaktır. Sahih olan da bu yorumdur. O halde yemeğe oturan kimsenin ister sağ yanını, ister sol yanını, isterse sırtını bir yere dayayarak otursun bu "ittika" sayılır ve mekruhtur.

Ancak kişi fazla yaşlılığından veya rahatsızlığından veyahut bir ağrı ve acısından dolayı bir yere yaslanıp öylece yemek yiyebiliyorsa, bunda bir kerahet söz konusu değildir. [274]

 

El Parmaklarını Kullanarak Yemek Yemek

 

Bilindiği gibi Resûlüllah (a.s.) Efendimiz zamanında kaşık, çatal, bıçak yoktu. Araplar yemeği genellikle elleriyle, yani parmaklarının marifetiyle yerlerdi. Resûlüllah. (a.s.) Efendimiz bu adeti kaldırmadı, ancak bir takım kurallara bağladı. Buradaki kuraldan kasdımız, yemek yeme hususunda konulan bir takım ölçü ve adaptır...

O bakımdan Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cahiliye devri araplan gibi yemeği avucunun içine alarak değil, üç parmağını kullanarak yerdi. Tabii yemekten önce ellerini güzelce yıkar ve yemekten sonra da bu yıkama işini ihmal etmezdi. Aslında parmaklar marifetiyle yemek yemenin ayrı bir lezzeti söz konusudur. Bunu hemen hepimiz hissetmekteyiz. Ancak unutmamamız gerekir ki, Resûlüllah'ın (a.s.) parmakları marifetiyle yemek yemesi bir sünnet değil, bir adet idi. Günümüzde kullandığımız çatal ve kaşık sünnete aykırıdır denilmez. Zira dinimiz günlük işlerimizde daha iyisini, daha güzelim, daha temiz ve nezih olanım yapmamızı emreder. Bunun içindir ki, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir kıyafet inkılabı yapmadığı gibi, günlük hayatımızda yeme, içme ve benzeri işlerimizde de bir inkılab yapmayıp bunları bir takım adâb ve kurallara bağlıyarak daha temiz, daha nezih ve daha düzenli olmamızı tavsiye buyurmuştur. Araplar ne giyiniyorsa Resûlüllah (a.s.) da onu giyindi. Erkek ve kadına yakışır anlamda tesettürü getirdi. Temizliği bir bakıma temel kural olarak koydu.

Fethedilen ülkelerde de halkın güzel, faydalı örf ve adetlerine dokunulmadı. Yine temizlik kurallarına ve tesettüre riayet edilmek şartıyla her ülkenin ve milletin kıyafeti serbest bırakıldı, islâm'a girenler için ipek elbise (erkekler için) haram kılındı. Erkeklerin altın yüzük ve benzeri altından mamul süs eşyası kullanmaları yasaklandı. Aynı zamanda onların kaşık ile yemek yemeleri men'edildi.

Yapılan araştırmalara göre, kaşığın icadı tarih öncesi devirlere raslamaktadır. İlk kaşık örneklerinin Üral-Altay yöresinde neolitik devre ait bulunduğu ve saplarının kuş ve başka hayvan motifleriyle işlenmiş olduğu görülmüştür. Ayrıca Mısır mezarlarında bulunan tahta ve kemik kaşıkların üzerindeki insan ve hayvan biçiminde motifler ve saplar olduğu ortaya çıkarılmıştır. [275]

Kaşık icadının tarihi bu kadar gerilere gitmekle beraber kendi dar adetleri içinde kabile hayatı yaşayan Araplar buna ihtiyaç duymamışlardır veya çoğunun bundan haberi yoktu.

Resûlüllah (a.s.) bu gibi araçlarla meşgul olmaya gerek bile görmemiş ve asıl görevi olan risalet esaslarını tebliğini ön plana almıştır. O bakımdan İslâm'ın esas ve hikmetini yeterince bilmeyen kimselerin bu dini şekilciliğe bağlamaları çok yanlıştır ve islâmı asıl hedefinden uzaklaştırıcıdır. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kaşıkla yemek yemedi diye bunu mekruh saymak, yani sünnete aykırı görmek bütünüyle indîdir, fıkhı değildir. Böyle iddiada bulunanlara sorulacak çok şeyler vardır. Onlardan biri de şudur: Resûlüllah (a.s.) apartmanda, betonarma binada, koltukta, iskemlede oturmadı. Evimizde kullandığımız bir çok eşyayı kullanmamıştır. O halde bunları sünnete aykırı mekruh saymamız mı gerekiyor? Kitap ve sünnette derinleşen hiç bir ilim adamı ve müctehid imam böyle bir görüş ortaya koymamıştır.

İmam Gazâlî de bu husustaki görüşünü şöyle belirtmiştir: "Biz sofra (bugünkü tabirle masa ve benzeri şey) üzerinde yemek yemenin mekruh veya haram olduğunu, böyle yapmamızın men'edildiğini söyleyemeyiz. Zira bu hususta bir nehiy sabit olmamıştır. Aynı zamanda bunun Resûlüllah (a.s.)'den sonra ibda' (icad edilip) ortaya çıkarıldığını da delil olarak söylemek doğru olmaz. Zira Resûlüllah'tan (a.s.) sonra icad edilip ortaya çıkarılan her şey men'edilmiştir denilemez.  Çünkü bid'at  sabit sünnete  ters  düşen  ve  şeriatın emirlerinden birini kaldıran şeydir. Yemek hususuna gelince, onu yerden yükseltip kolayca yemeği sağlamaktadır. Bu gibi şeylerde hiçbir kerahet yoktur." [276]

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz yemek yerken bazan dizleri üzerine çöküp oturmuş, bazan da sağ ayağını (namazda olduğu gibi) dikilip sol ayağı üzerine oturmuştur. O bu hususta şöyle buyurmuştur: "Bir yere yaslanarak yemek yemem. Çünkü ben de diğer insanlar gibi yemek yiyen bir kulum; onlar nasıl oturuyorlarsa ben de öyle oturuyorum..." [277]

Resûlüllah (a.s.) bu sözleriyle, günlük âdetleriyle ilgili olan hususlarda halktan biri gibi olmayı tercih ettiğini, şeriate ters düşen bir durum söz konusu olmadığı taktirde sağlam yerleşmiş örf ve âdetlere uymakta bir sakınca bulunmadığını anlatmak istemiştir.

Gerek Şevkanfnin, gerekse Gazâlî'nin tesbit ettikleri bir rivayette ise, Hz. Ali'nin (r.a.) uzanık bir halde kalkanı üzerine koyduğu kuru ekmekten yediği bilinmektedir; Hattâ bir başka rivayete göre, yüzünkoyu uzanık bir halde yediği belirtilmiştir. [278]

Gerçi bu konuyu bundan önceki yemek adabı kısmında açıklamış bulunuyoruz. Ancak konunun diğer kısımları vardır, onları da açıklarken yeryer bazı rivayetleri ara yere serpiştirmekte fayda görüyoruz. [279]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Enes (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şu haberi vermiştir: "Peygamber (a.s.) Efendimiz (sıvı olan) bir yiyecek maddesi yeyince üç parmağını (yemeği müteakip) diline dokundurup (yemek kırıntı ve bulaşığını giderir (ve sonra kalkıp ellerini tertemiz yıkardı)." [280]

Sonra da Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden birinizin lokması (sofraya) düşünce ondaki ezayı (yerden bulaşan şeyleri) atıp gidersin ve öylece yesin. Onu şeytana terketniesin."

Râvî devamla diyor ki: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bize yemek yediğimiz çanakta kalan yemek artığını iyice alıp (yememizi) emretti   ve   bu  hususta   şöyle   buyurdu:  "Doğrusu  sizler yemeğinizin hangisinde (hangi kısmında) bereket olduğunu bilemezsiniz..." [281]

Muğîre b. Şu'be (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: ırBir gece Peygamber (a.s.) Efendimizde (davetli) misafir olarak gittim. Resûlüllah (a.s.) kızartılmış kaburga kısmının getirilmesini emretti. Sonra eline bıçak alıp ondan keserek bana verdi..." [282]

Câbir (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz eşlerinden bir kısmının odasına geldi ve içeri girdi. Sonra izin verdi ben de içeriye girdim. Efendimiz (a.s.): "Gıda olarak bir şey var mı?" diye sordu. Onlar da "evet var..." deyince, Efendimiz (a.s.) getirilmesini istedi. Onlar da üç tane yuvarlak ekmek getirip Efendimizin önüne koydular. Efendimiz Önce bir ekmeği alıp kendi önüne koydu. Sonra diğer ekmeği alıp benim önüme koydu ve sonra da üçüncü ekmeği alıp ikiye böldü, yarısını kendi önüne, yarısını da benim önüme koydu. Sonra şöyle buyurdu: *Katık olarak birşey var mı?" Onlar da: tfHayır, sadece biraz sirke bulunuyor" diye cevap verdiler. Efendimiz (a.s.) onu getirin verin, ne güzel katıktır o..." diye buyurdu. [283]

Ebû Mes'ûd Ukbe b. Amr (r.a.) den yapılan rivayete göre, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: Kendi kavminden Ebû Şuayb denilen bir adam, Resûlüllah'a (a.s.) yemek yapıp hazırlamıştı... Bu sebeple Peygamberce (a.s.) haber göndererek kendisinin ve beraberinde beş kişiyi alıp gelmesini arzu ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber (a.s.) ona haber göndererek: 'İzin ver de altı kişi alıp geleyim" buyurdu. [284]

îbn Abbas (r.a.) dan.yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Sizden biriniz yemek yediğinde elini (bir mendil ile) silip temizlemeden önce yalasın veya (yanındaki hizmetçi, çocuk veya benzeri bir yakınına) yalatsın." [285]

Câbir (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen diyor ki: Resûlüllah (a.s.) (yemekten sonra) parmakların yalanmasını ve yemek kabının silinip yenilmesini emretti ve şöyle buyurdu: 'Doğrusu sizler yemeğinizin hangi kısmında bereket vardır bilemezsiniz." [286]

Nebîşe el-Hayr (r.a.) den yapılan rivayette, Resâlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Kim bir çanakta yemek yer ve sonra o çanağı silip (içindeki yemek kalıntısını da yerse), o çanak onun için istiğfar eder." [287]

Câbir (r.a.) den yapılan rivayette, kendisinden ateş dokunan şeyden (ateşte pişirilip yenilen yemekten) dolayı abdest almak gerekir mi? diye soruldu. O da şu cevabı verdi: "Hayır, and olsun ki Peygamber (a.s.) Efendimiz zamanında bizler o gibi yemekle­ri çok az bulabilirdik. Bulduğumuz zaman da bizim mendilleri­miz yoktu. Sadece ellerimizin içi, bileklerimiz, kollarımız ve ayaklarımız vardı. Sonra da namaz kılar ama abdest almazdık." [288]

Ebû Hüreyre (r.a.) den, adı geçen, Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: (Kim elinde yemek, yağ ve benzeri şey kokusu bulunduğu halde yatağına girerse ve bu yüzden ona bir şey (kötülük) dokunursa ancak kendini kınasın." [289]

 

Hadislerin Işığnda İlim Adamlarının Tesbit ve Görüşleri

 

Başta İmam Gazâlî olmak üzere ahlâk ve adâb konusuna geniş yer veren ilim adamlarımız bu hadîslerle istidlal etmişlerdir. Ekmeğe, yemeğe saygı görtermenin sünnet olduğunda ve yere düşen lokmanın bile kaldırılarak üflendikten, bulaşan toz giderildikten sonra yenilmesinin müstehab sayıldığında birleşmişlerdir.

Zira unutmayalım ki, bir lokma ekmeğin, bir kaşık yemeğin elimize geçinceye ve midemize ininceye kadar birçok safhalardan geçmiş ve varlık alanında birçok sistem ve ünütelerin faaliyetiyle vücut bulmuş, nice tabiat olayları ve insanlar hizmet vermek suretiyle o lokma ekmeği ve bir kaşık yemeği hazırlamışlardır.

Bunun için Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ekmek üzerine tabak veya çömlek, tencere konulmasını men'etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ekme­ğe ikramda (saygı ve şükranda) bulunun. Çünkü gerçekten Cenâb-ı Hak onu gökten bereket olarak indirmiştir."

Aynı zamanda Resûlüllah (a.s.) elin ekmekle silinip temizlenmesi­ni de men'etmiş bulunuyor. Ne yazık kî, İslârm bilgilerden, Kur'ân kültüründen mahrum yetişen günümüzün müslüman geçinenleri her gün poşetler için ekmekleri kapı önlerine, çöp bidonlarına atmakta, arta kalan yemekleri çöp tenekelerine dökmektedirler. [290]

Şüphesiz kıymeti bilinmeyen bir nîmet, nîmet olma özelliğini kaybedip sahibi için bir nıkmet (eza, öç ve dert) olur. Böyle insanlara "nankör" denilir. Bunun için İslâm kültürüyle yoğrulup şekillenen atalarımız "ekmek kadar aziz ol" demişlerdir. Şüphesiz bu söz son derece anlamlı ve kapsamlıdır. [291]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

Enes hadîsini Tirmizî sahihi emiş tir. O bakımdan istidlale salih görülmüştür. Hadîs yemek yemenin beş âdabım yansıtmaktadır:

1- Yemekten sonra yemek elle,  parmaklarla  yenilmişse parmakları yalamak.. Bu daha çok üç parmakla ilgilidir.

2-  Sofraya, yere düşen ekmek parçasını kaldırıp üzerine bulaşan toz ve benzeri şeyleri giderip yemek...

3- Yere düşen ekmek ve benzeri bir nimeti kaldırmayan kimse onu şeytana bırakmış olur ki, bunda saygısızlık söz konusudur.

4- Yemek tabağının, tencere ve çömleğin dibinde yemek artığı bırakmayıp onu silip yemek...

5- Yemek üzerinde ilâhî bereket bulunuyor. Ancak bu bereketin yenilen kısımda mı yoksa tabak, çanak dibinde kalanda mıdır bilemeyiz. O bakımdan herkez yiyebileceği kadarını tabak ve çanağa koymalı ve böylece nimetin heder edilmesini önlemelidir.

627 no'lu Muğîre hadîsini Ebû Dâvud, Tirmizî ve îbn Mâce tahrîc etmişlerdir. Hadîsle istidlal edilmiştir. Eliyle yemek yi£en kimsenin yemek sonrası parmaklarını yalaması müstehabdır. Zira bu davranışta hem temizlik, hem de bereket söz konusudur. Aynı zamanda eliyle ye­mek yiyecek olan kimsenin sadece üç parmağını kullanması müstehab sayılmıştır. Ancak bir özürden dolayı dört ve beş parmakla da yemekte bir sakınca yoktur.

Yere düşen ekmek parçası veyahut bir lokmayı şeytana terketmeyip almak, üzerindeki toz veya çer-çöpü temizleyip öylece yemek meşrudur, müstehabdır. Bu tür davranmamızın tavsiye edilmesi, nimeti ve özellikle de ekmeği zayi' etmememize yönelik bulunuyor. Ancak İmam Nevevî'nin de dediği gibi, düşen lokmaya murdar bir şey bulaşırsa artık o yenilmez, bir hayvana yedirilir de şeytana terkedilmez.

Çanağın ve tabağın dibinde kalan yemeği dökmek nankörlüktür. Onu yemek feyiz ve berekettir. Zira inen bereketin yenilen kısmında mı, yoksa kalan kısmında mı gizlendiğini bilemeyiz. Bu durumda tabak ve çanak o kimse için istiğfar eder.

Denilebilir ki, cansız, akılsız, idraksiz bir tabak veya çanak nasıl istiğfar edebilir? Cevap olarak deriz ki: Kâinatta her yeş, zerresiyle, küresiyle Hakk'ı tesbîh ve tenzih etmektedir. Dolayısıyla cansız gördüğümüz bu maddelerin lisan-ı hal ile istiğfar edeceklerinde, yani sahibinin günahlarının bağışlanmasına vesile olacaklarında hiç şüphe yoktur.

628 no'lu Câbir hadîsi de sahih kabul edilmiştir. ResûlüIIah'ın (a.s.) çok mütevazı bir hayat geçirdiğine dair belgelerden biri olarak vasıflanabilir. Sonra da insanın yemek yemek için yaşamadığını, yaşamak için bir şeyler yemenin gerekli olduğunu yansıtmakta ve bu konuda çok ince düşünmemiz ilham edilmektedir.

Katık olarak sirkeden başka bir şeyin bulunmadığını ve ResûlüIIah'ın sirkenin güzel bir katık olduğunu belirttiğini görüyoruz. O halde sirke maddesi üzerinde biraz durmamız gerekiyor: Yemeklere, salatalar çeşni vermek için kullandığımız sirkenin içinde C vitamini, bazı madensel tuzlar bulunduğunu biliyoruz. Bu bakımdan sirkenin elbetteki besinr değeri de vardır. İçindeki sirke asidi iştah verdiği gibi, sindirim salgılarını da artırır.

629  no'lu Ebû Mes'ud Ukbe hadîsini Buharı ve Müslim tahrîc etmişlerdir.  İsnadı  sahihtir.  Davete  icabetin  sünnet  veya vâcib olduğunu ifade etmekte ve ayrıca yapılan davete kişi icabet ederek yanına  bir  iki  arkadaşını  almak  isterse  davet  sahibinden  izin istemesinin sünnet olduğuna delâlet etmektedir.

630  no'lu îbn Abbas hadisini Ebû Dâvud tahrîc etmiştir. Ancak hadîsin sonunda "yalasın veya yalatsın" lafızlarının râvmin şüpheye düşüp de bu iki lafızdan birinin söylendiğini mi kasdetmiştir, yoksa Resûlüllah (a.s.) Efendimiz mi böyle buyurmuştur? Kesin şekilde anlaşılmamaktadır. Zira Müslim'in yaptığı buna benzer bir rivayette hadîsin sonunda şu lafızlara yer verilmiştir: "Parmaklarını yalamadan önce onları mendil ile silip temizlemesin..."

Râvînin şüphesinden olmadığını kabul edersek, şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Resûlüllah (a.s.) genellikle yemekten sonra üç parmağını yalardı. Başkasına yalattığını bilmiyoruz. Ancak bu hadîsteki anlatımdan parmaklarıyla yemek yiyenin onu başka birine yalatması da tavsiye edilmektedir. Bu başkası kimler olabilir? ilim adamları çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır: Kimine göre yanındaki koyun veya keçiye yalatır. Kimine göre yanındaki kendi çocuğuna veya cariyesine yalatır.

Ancak bunlardan hiçbiri Resûlüllah'ın (a.s.) edep ve ciddiyetine uygun düşmemektedir. Kuvvetli ihtimaller bu iki lafız râvinin şekkinden (şüphesinden) kaynaklanmaktadır. Allah daha iyisini bilir.

631  no'lu Câbir hadîsini Ahmed ve Müslim tahrîc etmişlerdir. Yukarıdaki hadîslerle birbirini kuvvetlendirmekte ve yemekten sonra parmakları yalayıp tabağın dibinde kalan yemek artığını iyice silip yemek emredilmektedir. Şüphesiz buradaki emir tavsiye anlamına gelir. Böylece üç parmakla yemek yedikten sonra parmakları henüz mendil ile silmeden yalamanın ve çanak veya tabağın dibindeki yemek kalıntısını silip yemenin sünnet olduğu anlaşılıyor.

632  no'lu Nebîşe hadîsini Ahmed, İbn Mâce ve Tirmizî tahrîc etmişlerdir. Hadîs hem yemek tabağının dibinde kalan artığı yemeyi tavsiye etmekte, hem de bu amele   karşılık o tabağın sahibi için istiğfarda bulunacağına delâlet etmektedir. Zira cansız varlıklar da bizim bilmediğimiz ve anlayamadığımız bir lisan ile Hakk'ı tesbîh ve tenzih etmektedirler.  Diğer bir yorumla sofraya yönelen rahmet meleklerinin o tabaktan yana kişi için istiğfar ettikleri söylenebilir.

634  no'lu   Câbir   hadîsini   Buharî   ve   İbn   Mâce   rivayetle nakletmişlerdir. Hadîs sahih olup takriri bir sünneti yansıtmaktadır. Ateşte pişirilmiş bir yemeği yemekten dolayı abdesti yenilemenin veya bu sebeple abdestin bozulduğunu sanarak yeniden abdest almanın gerekmediği  hükmü  ortaya çıkmış  bulunuyor.  Zira  ashabın  bu husustaki fiil ve görüşü dinî bir hüküm ifade etmekte, Resûlüllah'ın (a.s.) sünnet ve uygulamasını yansıtmaktadır.

635 no'lu Ebû Hüreyre hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca salihtir. Yemekten sonra elleri yıkamak sünnet olduğu gibi, ellere bulaşan yağlı maddeleri de yıkamanın gereği belirtilmekte ve bunun sağlık üzerindeki olumlu tesirine işaret edilmektedir. Aynı zamanda hadis hem temizlik üzerinde, hem de koruyucu hekimlik üzerinde durarak mü'minleri aydınlatmaktadır.

Ellere bulaşan yemek, yağ ve benzeri şeyler hem elbiseye, hem yatak ve yorganı, hem de çevreyi kirletir ve birtakım parazit ve haşerenin daha çok üremesine vasat hazırlar. Bu da insan sağlığını tehdit ederek istenmeyen birtakım hastalıklara neden olabilir.

Bunun için cihan peygamberi Hz. Muhammed (a.s.) ellerini belirtilen şeylerden yıkayıp temizlemeden geceleyen kimseyi uyarmış ve başına bir rahatsızlık gelecek olursa ancak kendini kına diye bildirmiştir.

Hadis yemekten sonra mutlaka el yıkamanın lüzumunu belirtmekte ve bedeni, elbiseyi, yatak ve çevreyi temiz tutmamızı öğütlemektedir. [292]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Eliyle yemek yemeyi arzu eden kimsenin sağ elinin üç parmağıyla yemesi sünnet veya müstehabdır.

2- Ancak kişinin elinde bir arıza bulunuyorsa, üçten fazla parmağını kullanmasında bir sakınca yoktur.

3- Yemekten önce elleri iyice yıkamak da sünnettir.

4- Yemek yerken eldeki veya sofradaki yemek ve ekmekten bir parça yere düşecek olursa, düştüğü yer necis değilse, düşen lokmayı alıp ona bulaşan çer-çöp, kıl ve benzeri şeyi giderdikten sonra yemek müstehabdır.

5- Düşen lokmayı alıp yemeyen veya Onu kedi ve benzeri bir hayvana yermeyen kimse onu şeytana terketmiş olur.

6- Yemeğe, Özellikle de ekmeğe saygı göstermek müstehabdır. Çjinkü ekmek gökten inen bir berekettir,

7- Ekmeği ve yemeği lüzumundan fazla sofraya koyup arta kalanları çöp bidonlarına, kapı önlerine, sokak kenarlarına bırakmak günahtır, hürmetsizlik ve nankörlüktür...

8- Çanak, tabak ve benzeri yemek yediğimiz kapların dibinde kalan  yemek  artıklarını temizleyip  yemek müstehabdır.  Sünnet olduğunu söyleyenler de var...

9- Helâl bir kazançla elde edilen yiyecek maddesi sofraya koyulunca ilâhi bereket inmeye başlar ve sofrada olanlar Besmele çekip ellerini uzatınca ve herkes kendi önüne gelen kenardan yemeye başlayınca bereket yemekte kendim göstermeye başlar. Tabak ve çanağın dibinde kalan yemek kalıntılarım da alıp yediklerinde bereket tam Ölçüsünü bulmuş olur.

10- Eti bıçakla kesip yemek de bir sakınca yoktur.

11-Yemeğe davet edilen kimse, Beraberinde bir yakınını da götürmek istediği taktirde davet sahibinden izin ister.

12- İki kişiye yetecek kadar ekmek bulunuyorsa, onu eşit şekilde paylaşmak müstehabdır.

13- Sirkede C vitamini ye bazı madensel tuzlar bulunduğundan, aynı zamanda iştah açıcı olduğundan katık olarak kullanılabilir. Nitekim Resûlüllah (a.s.) sirkenin güzel bîr katık olduğunu belirtmiştir.

14- Parmaklarıyla  yemek  yiyen  kimsenin  yemek  sonunda parmaklarını yalaması müstehabdır ve sonra da yıkaması sünnettir.

15- Parmakları yalamadan mendil ile silmemek tavsiye edilmiştir. Zira aksine bir davranış mendile yemek bulaşmasına ve kokmasına sebep olur. Buda kişinin çevresindeki insanları rahatsız etmekle kalmaz, bit ve haşereyi davet eder.

16- Çanak ve tabağın dibindeki yemek kalıntısını temizleyip yemek, günahların bağışlanmasına vesile olur.

17- Ateşte pişirilen bir yemeği yedikten sonra abdest almaya veya . abdesti yenilemeye gerek yoktur. Yani bu tür yemekler abdest bozucu

sayılmamıştır.

18- Akşamleyin yemekten sonra elleri yıkamadan ona bulaşan yemek ve yağları, kir ve pasları iyice temizlemeden yatağa uzanmak mekruhtur.

19- Her yemekten sonra elleri iyice yıkamak sünnettir.

20- Ellerini yıkamayan ve o vaziyette oturup kalkan, uzanıp uyuyan kimse birtakım parazitleri, cin ve şeytanları, hastalıkları ve haşeratı davet etmiş olur.

21- Özellikle de et yiyen kimsenin mutlaka ellerini yıkaması te'kiden belirtilmiş ve Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bu hususta eshabmı sık sık uyarmıştır.

22- "Kim şu etlerden bir şey yiyecek olursa, onun kokusundan ve kokusunun vereceği zarardan dolayı mutlaka elini yıkasın" mealindeki hadisi Ebû Ya'lâ rivayet etmiştir.

Senedinde zayıf bir ravi bulunuyorsa da bu, istidlale salih görülmesine engel teşkil etmemektedir. [293]

 

Yemekten Sonra Hamd Etmek

 

Cenâb-ı Hak her zaman, hen an en güzel övgülere layıktır. O bakımdan Hamd O'na mahsustur. Nimet veren, onu hazırlayan, kaynakları önceden insanların ihtiyaçlarını karşılayacak nisbette var kılıp oluşturan ve kâinattaki birçok sistem ve ünüteleri insanların hizmetine sevkeden ancak O'dur. O bakımdan diyoruz ki, O hep hamd ve sena edilmeğe lâyıktır.

O halde mü'min bir nimete kavuştuğunda, bir nimetten yararlandığında ve birnîmete el uzattığında nasıl Besmele çekerek işe ve yemeğe başlıyorsa, başlayıp bitirdikten, yeyip sofradan el çektikten sonra da nimetin asıl sahibi olan Allah'a hamd ve şükretmesi kadirbilirliğin gereği, kul olmanın belirtisi, nankörlük etmemenin göstergesidir.

Allah'ın adını anmayan, O'na hamd ve şükretmeyen kimse sadece nankörlüğünü izhar etmekle namaz o nimetlere hiçbir zaman lâyık olmadığını daisbat eder. [294]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ebû Umâme (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: 'Peygamber (a.s.) Efendimiz Önündeki yemeği, sofrayı kaldırınca şöyle derdi: "Allahım sana çok, (gösterişten, nankör­lükten) temiz ve arı, mübarek (bereketli), geri çevirilmeyen, yetersiz sayılmayan, terk olunmayan, doygun kalınmayan bir hamd ile Rabbımız sana hamd olsun (sana hamd ederiz)." [295]

Diğer bir rivayette ise şöyle dua ve hamd ettiği belirtilmiştir:

"Hamd O Allah'a olsun ki, bize yetecek kadar nîmet verdi ve bizi suya kandırdı. O bizim hamdimizi geri çevirmez ve bizi nimetlerine nankörlük edenlerden kılmaz."' [296]

Ebu Said (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz yemek yediği ve birşey içtiği zaman şöyle dua ederdi: "Bizi yediren, içiren ve bizi müslümanlardan eyleyen Allah'a hamd olsun." [297]

Enes (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Kim bir yemek (yiyecek maddesi) yer ve şöyle dua ederse Allah onun geçmiş günahlarını bağışlayıp affeder: Bu yemeği bana yediren ve benden taraf bir güç ve kuvvet olmaksızın bunu bana rızık olarak veren Allah'a hamd olsun." [298]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen, Resulüllahın (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Cenâb- Hak kime yemek, yiyecek maddesi yedirirse şöyle dua etsin: Allah'ım, bunu bize mübarek, bereketli kıl ve bize bundan hayırlısını yedir ve tattır."

Cenâb-ı Hak kime da süt içirirse şöyle dua etsin: Allah'ım, bunu bize mübarek ve bereketli kıl ve bunu bize artır."

Sonra Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: "Sütten başka yeme ve içmenin yerini kâfi derecede dolduran bir şey yoktur." [299]

 

İlim Adamlarının İstidlal ve Görüşleri

 

Yemekten sonra Allah'a hamd etmenin, şükürde bulunmanın sünnet olduğunda cumhurun ittifakı vardır. Buna muhalefet eden olmamıştır.

imam Gazâlî bu konuda şöyle demiştir: "Yemek yemenin adabından biri de, başlarken bismillah, bitirince de el-hamdü lillah demektir. Hattâ her lokmada bismillah derse bu güzel (bir duygu ve davranış) olur. Tâ ki birtakım şer ve kötülükler onu Allah'ı anmaktan meşgul etmesin. Birinci lokmayı alırkan bismillah, ikinci lokmayı alırken bismillahirrahmân, üçüncü lokmayı alırken bismillahirrahmânirrahîm demesi ve bunu aşikâr olarak teleffuz etmesi uygun olur. Böylece sofrada bulunanlara da bismillah demeyi hatırlatmış olur. [300]

Yahya b. Şerefün-Nevevî de EI-Ezkâr'mda hadîste belirtilen Resûlüllah'm (a.s.) hamdle ilgili dualarının yapılması üzerinde durmuş ve diğer rivayetlere de yer vererek şu me'sur duaların yapılmasını tavsiye etmiştir;

"Allahim, yedirdin, içirdin, doygun kıldın, sermaye (enerji) verdin, doğru yola eriştirdin ve ihsanda bulundun. Verdiğin nimete karşılık Sana hamd olsun."

"Hamd o Allah'a olsun ki, üzerimize nimette bulundu, bizi doğru yola (helâl rızıka) eriştirdi; bizi doyurdu ve suya kandırdı ve her iyilik ve ihsanı bize verdi."

Abdullah b. Mes'ud (r.a.) diyor ki: "Resûlüllah (a.s.) kabdan su içince onu üç nefesle içerdi ve her nefeste Allah'a hamd eder, sonunda da Allah'a şükrederdi." [301]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

636 nolu Ebû Umame hadîsini Buharı, Ahmed, Ebû Dâvud ve İbn Mâce tahrîc etmişlerdir. Tirmizî ise bu hadîsi sahîhlemiştir. Hadis yemekten sonra Allah'a hamd etmenin, şükürde bulunmanın sünnet olduğuna delâlet etmekte ve bunun için hamd ve şükürle birlikte kısa' bir dua etmenin meşruiyetini yansıtmaktadır.

637  nolu Buharfnin rivayet ettiği hadîs de sahih olup istidlale sâlihtir.    '

Aynı zamanda hadîs, yapılan hamdın sadece yenilen nimete karşılık değil, harod eden kişinin nankör kullardan olmadığını idrakin de hanıd ve şükrünü ifade etmektedir.

638 no'lu Ebû Saîd hadîsini Nesâî tahrîc etmiş ve Buharı de bunu Tarih-i Kebîr adlı eserinde zikretmiştir. Ebû Dâvud ve el-Münziri bu hadis hakkında bir görüş beyan etmemişlerdir. Ancak isnadında İsmail b. Rebah bulunuyor ki, bu zat meçhuldür. Bununla beraber hukukla ilgili şer'î bir hüküm ifade etmediği, adâb ve istihbabla ilgili bulunduğu için istidlal edinilebilir.

639  no'lu Muâz hadîsim Tirmizî, Muhammed b. İsmail tarikıyla tahric etmiş ve hadisin hasen-garîb olduğunu belirtmiştir.

Hadîste "geçmiş günahlarını Allah bağışlayıp  affeder"

sözünden maksat, kul ve millet hakkıyla ilgili olmayan, zulüm ve haksızlığa dayanmayan günahlardır.

640 no'lu İbn Abbas hadîsini Ebû Dâvud, Nesâî, Tirmizî az değişik lafızlarla rivayet etmişlerdir. Mânâ yönünden bir fark sözkonusu değildir. O bakımdan sahih kabul edilmiştir. Hadîs, kişi Allah'ın verdiği nimetlerden birine kavuşunca nasıl dua edeceğini ve onun şükrünü kelimeyle nasıl ifadede bulunacağım telkûı etmektedir.

Tirmizî hadîsi tahrîc ettikten sonra hasenlemiştir. Ancak onun isnadında Ali b. Zeyd b. Cud'ân bulunuyor ki hadîs hafızlarından bir cemaat bu zatın zayıf olduğunu belirtmişlerdir. Gerçi Ali b. Zeyd, tabiînden olup ilim adamları arasında yer almıştır. Ancak el~Cerîrî onun hakkında şöyle demiştir: "Basra fakîhleri üç zat hakkında kör olarak sabahlamalardır: Katade, Ali b. Zeyd ve Esâs el-Huddânî." îbn Uyeyne de bunu zayıflamıştır. Hammad b. Zeyd, bu zatın hadîsleri ters-düz ettiğine dikkat çekmiştir. Hatta Yezîd b. Züray onun râfızî olduğunu iddia etmiştir. Ahmad bin Hanbel de onun zayıf olduğunu söylemiştir. Bununla beraber onu tezkiye edenler de olmuştur. [302]

İlgili hadîsler Resûlüllah'ın (a.s.) bazan sofra üzerinde, bazan da şartlar elvermediğinde yer üzerinde yemek yediğine delâlet etmektedir.

Bu babda Nesâî ve Hâkim'in Ebû Hüreyre (r.a.) den yaptıkları rivayette sahîh ve merfu olarak şu hadîs nakledilmiştir: "Hamd o Allah'a ki, yemekten bize yedirdi, içilecek sudan bize içirdi, çıplak bırakmayıp bizi giydirdi, sapıklıktan bizi kurtarıp doğru yola eriştirdi, kör kılmayıp bize göz verdi ve bizi yarattıklarının birçoğundan üstün kıldı..." [303]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Sofra üzerinde yemek yemek meşru'dur. Sofra olmaksızın tabağı yere koyup yemekte de bir sakınca görülmemiştir. Ancak temizlik bakımından sofra bulunduğu taktirde tercih edilir.

2- Yemek yeme işi bitip sofradan kalkılacağı zaman Allah'a hamdedip şükretmek sünnettir, Hamd ile birlikte me'sur dualarından bazı bölümleri alıp düa ve niyazda bulunmak da nıüstehabdır.

3- Helâl rızık elde etmek, helal lokma yemek, sofraya oturmak, yemeği hazırlamak için insanın kuvvet ve kudreti yoktur, ancak Allah ile kuvvet ve kudreti vardır. O bakımdan her hususta olduğu gibi, yiyecek maddelerini kazanmakta, onları hazırlayıp pişirmekte ve sofraya koyup yemekte de kuvvet ve kudreti Cenab-ı Hakk'a irca' edip has kılmak islâm dinine mensub olmanın gereğidir.

4- Yemekten sonra Allah'tan bereket ve rahmet, daha hayırlı rızıklar ve yiyecekler istemek de müstehabdır.

5- Süt, gıda maddesi olarak övülmüş, hem yemek, hem de su yerini tuttuğu belirtilerek Allah'ın insanlara, verdiği bu güzel nimetten yararlanmamız istenmiştir.              

6- Yemekten önce Besmele çekmemek, yemekten sonra hamd ve şükürde bulunmamak nankörlüğün belirtisi, İblise uymanın yolu ve hayat dizginini şeytanın eline vermenin ayrı bir alametidir.

7- Resûlüllah (a.s.) yemek adabı hususunda bize tavsiye ve emrettiklerini hayatı boyunca ihmal etmeyip uygulamıştır.

8- Böylece cihan peygamberi (a.s.) mü'minlere meşru olan her işlerinde Allah'ı anmalarını, O'nun her nimetine karşı hamd ve şükürde bulunmalarını tavsiye buyurarak insan hayatının tamamını bu kutsal havada disipline etmemizi dilemiştir. [304]

 

Alkollu İçkiler Haram Kılınıp Yasaklanmıştır

 

Alkollü, yani sarhoş eden içkilerin çok yönlü zararı vardır. Gerek sağlık, gerek ekonomik, gerek aile ve toplum ve gerekse hayatın denge ve düzenini alt-üst etme bakımından çok yönlü bir tahribe sebep olduğu artık iyice bilinmektedir.

Bunlardan başka ruh üzerinde de olumsuz tesirleri; ibadetten alıkoyma, İblis'e yakıii olma, rahmet meleklerini uzaklaştırma açısından saptırıcı etkileri unutulmamalıdır.

Günümüzde dünya ülkelerim bir kanser gibi sarıp nesli madde ve şehvet çukuruna iten bu belâ ve ibtilâdan kurtulma yolları ve çareleri araştırılmaktadır. Ne yazık ki, bunun en güzel ve olumlu çaresinin İslâm'da olduğunu görüp anlıyanlar pek azdır. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz "işin başı Allah korkusudur" buyururken, böyle bir imanın altedemiyeceği hiçbir kötülüğün düşünülemiyeceğine işarette bulun­muştur. Allah'a ve ahirete dosdoğru iman, hayatın denge ve düzenini korur., Ruhla beden arasında sağlam bir köprü oluşturur. Dünya ile ahiret hayatını birleştirip bütünleştirir. İşte Allah'ın insanlara en büyük armağanı olan İslâm dini, her yanı ve yönüyle böyle bir imanı kalb ve kafalara hikmetiyle birlikte işler. İçkinin haram kılındığına dair âyet medine'de inince, o kâmil mü'minler Allah'ın bu buyruğuna kalb ve ruh kulağını açmış ve evlerinde içki dolu küpleri çıkartıp sokaklara dökmüşlerdi.

Bundan daha güzel misal aramaya gerek var mıdır?

İnsanlar İslâm'dan, Kur'an'dan ve son nebi Hz. Muhammed'den (a.s.) uzaklaştıkça hilkatlerinin hikmetini yitirmekte ve attıkları her adımla  bir  çıkmaza  düşmekte  ve  kendilerini  madde  ve  şehvet bataklığında bulmaktadırlar. Çırpındıkça batmakta, kurtulmak istedikçe nefesleri kesilmektedir.

Şüphesiz bu bataklığı, madde cenderesini, şehvet ve içki belasını ancak Kur'an ortadan kaldırabilir. Kalbleri ve ruhları aydınlatan onun ebediyet nuru, kalb ve kafalardaki pasları giderip insanları iç aydınlığına kavuşturur.

Kur'an'ı Kerim'de alkollü içkiler üç kademede haram kılınıp yasaklanmıştır. Arap yarımadasında çok yaygın olan içkiyi, İslâm'a yeni girenlere ilk adımda haram kılmak ilâhi hikmete uygun düşmediğinden pedagojik bir metod uygulanmıştır. Önce Nahl sûresi 67. âyetle hurma ve üzümden elde edilen alkollü içkinin güzel yararlı bir nzık olmadığı bildirilmiştir. Böylece imân eden ve fakat içki müptelası olan arapların bu ifade tarzı üzerinde düşünüp sonuç çıkarmaları murad edilmiştir. Bir süre sonra Nisa sûresi 43. âyet indirilerek, içki içenlerin ne dediklerini bilinceye kadar sarhoş bir vaziyette namaza yaklaşmamaları istenmiştir. Bu da içkinin namaz ve ibadetle bağdaşamıyacağmı kalb ve kafalara işlemekte ve bu madde üzerinde daha çok düşünmelerinin gereğine işaret edilmektedir. Arkasından içki ve kumarın yarar ve zararı arasında bir kıyas yapılarak içki ve kumarın günah ve zararının çok daha büyük olduğu, ancak insanlardan yana az da olsa fayda sağladıklarıyla ilgili Bakara sûresi 219. âyet indirilerek içki ve kumarın büyük günahla birlikte zararlarının çok büyük olduğuna dikkatler çekilmiştir.

Terbiyevi bir metodla içkinin zararları, günahları işlenip kalb ve kafalar tahrim hükmüne hazır duruma getirilince de Mâide sûresi 90. âyet indirilerek içki ve kumarın kesin biçimde haram kılınıp yasaklandığı açıklanmıştır. [305]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ibn Ömer (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Kim dünyada iken alkollü içki içer ve sonra da tövbe edip ondan vazgeçmezse, âhirette (cennet) şarabından mahrum olur." [306]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Alkollü içkiye devam eden kimse, puta tapan gibidir." [307]

Ebû Sâid (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu duydum:"Ey insanlar! Şüphesiz ki Cenab-ı Hak alkollü içkiye gazap etmektedir. Umulur ki yakın gelecekte Allah içki hakkında bir emir indirecektir. Artık içkiden kimin yanında bir şey varsa onu ya satsın veya hemen ondan yararlanmaya baksın."

Râvi devamla diyor ki: Çok geçmeden Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah alkollü içkileri haram kıldı. Artık kime (içkinin tahrimiyle ilgili) âyet ulaşırsa ve onun da yanında içkiden bir şey bulunuyorsa elbette onu içmesin ve satışta da bulunmasın."                                                                                \

Bunun  üzerine  insanlar yanlarında  bulunan  içkileri  alıp sokaklara yöneldiler ve olduğu gibi sokaklara döktüler." [308]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in Sakif ve Devs'de bir dostu vardı. Mekke'nin fethinde o kimse içki dolu bir tulum veya içki taşıyan bir davar ile geldi ve o içkiyi Resûlüllah'a (a.s.) hediye etmek istedi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) ona şöyle uyarıda bulundu: "A falan, Allah'ın içkiyi haram kıldığını bilmiyor musun?" Adam bu bilgiyi alınca dönüp yanındaki çocuğa (veya hizmetçisine) "götür de bunu sat" diye emretti. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona: "İçkinin içilmesini haram kılan onun satışını da haranı kılmıştır" buyurdu. Adam o çocuğa emretti de içki Batha denilen yere döküldü." [309]

Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi vermiştir: "Bir adam, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e içki dolu bir tulum (veya benzeri bir kab) hediye etmek istiyordu. Tam içkinin haram kılındığı yılda o tulum içkiyi Resûlüllah'a (a.s.) hediye etti. Resûlüllah (a.s.) ona: "Şüphesiz ki içki haram kılındı..." Bunun üzerine adam: "Onu satabilir miyim?" diye sordu. Efendimiz (a.s.): "İçkinin içilmesini haram kılan onun alım-satımını da haram kıldı." Adam bu defa: "Onu bir karşılık bekleyerek yahudiye ikram edebilir miyim?" diye sordu. Efendimiz (a.s.) ona: "İçkiyi haram kılan onunla yahudiye ikramda bulunulmasını da haram kılmıştır" diye cevap verdi. Adam: "Peki bu içkiyi ne yapayım?" diye sorunca, Efendimiz (a.s.) "Onu Batha'ya döküp boşalt" diye emretti." [310]

îbn Ömer (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen diyor ki:

"İçki hakkında üç âyet indi. İnen ilk âyet şu idi: "Senden içki ve kumar hakkında soruyorlar. De ki, ikisinde büyük bir günah vardır ve bir de insanlar için birtakım menfaatlar..." Bunun üzerine: 'İçki artık haram kılındı denildi. Bir başkası da: 'Ya Resûlallah! Aziz ve Celil Allah'ın buyurduğu gibi içki ve kumardan yararlanabilir miyiz?" diye sordu. Peygamber (a.s.) susup cevap vermedi. Sonra şu âyet indi: "Sarhoş olduğunuz halde, ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın." Yine "içki tayinen haram kılındı" denildi. Ashab da: 'Ya Resûlallah! Şüphesiz biz içkiyi namaz vakti yaklaşınca içmeyeceğiz öyle mi?" diye sordular. Efendimiz yine susup cevap vermedi. Sonra şu âyet indi: "Ey iman edenler! İçki ve kumar ancak ve elbette şeytan işi murdar şeylerdir." Bunun üzerine Resulü Hah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: 'İçki haram kılındı." [311]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve İhticacları

 

a) Hanefîlere göre, alkollü içkilerin azını da çoğunuda içmek haramdır. Ancak zorunlu durumlar müstesna. Bu da ölüm ile tehdit edilme, susuzluktan ölümle burunburuna gelme gibi zaruri hallerdir.

İçki aynı itibariyle haramdır. O bakımdan azı veya çoğu arasında bir tefrîk yapılarak ayrı hüküm ortaya konamaz. Çünkü Cenâb-ı Hak bunu "rics" kavramıyla ifade buyururken, "şeytan işi" lafızlarım da eklemiştir. Haram olmayan bir nesne ve madde hakkında "rics" tabiri kullanılmaz. İçkinin aynı haram olduğu gibi, içilmesi de haramdır.

Bunun gibi alkollü içkiyi tedavide de kullanmak haramdır. Zira Cenâb-ı Hak bizim için haram kıldığı bir şeyde bize şifa özelliği koymamıştır. Ancak zarurî durumlar müstesna. Hayatî tehlike arz eden ve herhalde alkollü madde kullanılması gereken bir hastalıktan dolayı kullanılmasına cevaz verilebilir.

Kendisi içmeyip ergen olmayan çocuğuna içiren kimse, içmişcesine günah işlemiş olur. Aynı zamanda çocuğunun ahlâkını bozacak, onu içki mübtelâsı yapacak çirkin bir davranışta bulunmuş olur.

İçki, yani alkollü içkiler, diğer bir anlatımla sarhoşluk veren içkiler kitap, sünnet ve icma ile haram kılınmıştır, inkârı küfür, kullanılması büyük gühahtır.

Yasağa ve haram hükmüne rağmen içen kimseye had cezası uygulanır. Bunda eshabın icma'ı vardır.

Alkollü içkilerin temlik ve temellükü, alım ve satımı da haramdır. Zira Rasulüllah (a.s.) bunun içilmesini haram kıldığı gibi alını-satımını da haram kılmıştır.

Başkasına ait alkollü içkiyi telef eden, döküp atan kimseden bunun karşılığında bir para ve hak tazmin edilmez. Ancak telef edilen, dökülüp atılan içki bir gayr-i müslime ait ise, o takdirde tazmini cihetine gidilir. [312]

Şarap aynı zamanda necistir. Diğer alkollü maddelerin içilmesi haramsa da aynı necis değildir. Şarabın aynısının necis olduğunu iddia eden imamlar, rics tabiriyle istidlal etmektedirler. Ancak bu tabir hem tahrime, hem de murdarlığa mı delalet etmektedir, yoksa sadece tahrime mi delalet etmektedir? Müctehidler ve ilim adamlarının-görüş ve yorumlan farklıdır. Unutmayalım ki, "Haram olan her şey aynı zamanda necistir de" diye bir kaide yoktur.

b) Şâfîilere göre, çoğu sarhoş eden her içkinin an Ja haramdır. İçki içene ceza olarak had uygulanır. Ancak çocuk, deli, harbi, zimmi ve bir de boğazına zorla akıtılan kimseler hakkında had uygulanmaz. Eline geçen bir sıvının alkollü içki olduğunu bilmez de içerse, hakkında had uygulamaya gerek yoktur. Aynı zamanda îslâm'a yeni girip içkinin haram olduğunu bilmeyen bir kimsenin içmesinden dolayı cezaya baş vurulmaz. Kendisine gereken bilgi verildikten sonra yine içerse, o taktirde had uygulanır.

Adamın boğazına ekmek ve benzeri bir yiyecek maddesi tıkanıp kalır ve ancak alkollü içkiyle açılması mümkün görülürse, o taktirde kullanılır ve bundan dolayı ceza gerekmez. Tedavi ve susuzlukta ölüm tehlikesi yoksa içki kullanmak haramdır. Sahih olan kavi de budur.

Hür kişiye içki içtiğinden dolayı kırk, köleye ise yirmi kamçı, ayakkabı ve benzeri bir şeyle vurulur.

Adamın içki içtiğine dair ya iki erkek şahadette bulunur veya kendisi içtiğini ikrar ve itiraf ederse had uygulanır. Aksi halde sadece ağzından içki koktuğu için had uygulanmaz. Had uygulaması da ancak adamın sarhoşluğu geçtikten sonra yerine getirilir. [313]

içinde başka bir katkı bulunmayan alkollü içkiyle tedavi haramdır. Ancak içkiden başka bir şeyle tedavisi mümkün görülmeyen bir hastalıkta az miktarda kullanılmasına cevaz verilebilir. îçinde başka katkı maddesi bulunan alkollü maddelerle tedaviye ise cevaz verilmiştir. Bu da adil olduğu bilinen müslüman tabibin teşhis ve teklifiyle geçerlik kazanır. [314]

c)  Hanbelüere göre de çoğu sarhoş edenin azı da haramdır. Böylece   dört   mezhebin   bu   hususta   ittifakı   vardır.   Nitekim Abdurrahman el-Ceziri diyor ki: "Diğer bütün mezheblerde olduğu gibi Hanefi mezhebinde de alkollü içkinin azı da, çoğu da haramdır. Sahih ve müfta bih olan da budur." [315]. tmam Muhammed'in de görüşü böyledir.

d) Mâlikilere göre de, sarhoş eden her şey hararadır.

Yapılan bu tesbitlerle bütün mezheblerin alkollü içkinin her türünün, azının ve çoğunun kesin haram olduğunda birleştikleri anlaşılıyor. Sahih olan da budur. Zira gerek âyetler, gerekse otuza yakın hadis içkinin kesin haram olduğunu açıklamaktadır. Bu hususta icma' da vaki olmuştur.

O bakımdan bazı zayıf, dayanaksız görüşlerin, menatsız kıyasların hiçbir geçerli yanı ve hükmü yoktur.

Nitekim nakledeceğimiz diğer hadislerle konuya daha çok ağırlık vereceğiz ve her türlü şüphe ve tereddüdün yersiz ve anlamsız olduğunu delilleriyle göstereceğiz. [316]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

644 no'lu îbn Ömer hadisi sahih olup istidlal ve ihticaca sâlihtir. Alkollü içkiyle ilgili manevi bir müeyyide ortaya konulmuştur. Böylece hadis üç hüküm ihtiva etmektedir:

1- İçki yasaklanıp haram kılınmıştır. Bu yasak ve tahrim hükmüne riayet etmeyip içki içenlerin tevbe etmesi gerekir.

2- Tevbe edip içmemeğe azmettikleri taktirde Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

3- Tevbe etmeden o vaziyette ölen kimse ahirette Cennet şarabından mahrum kalır.

645  no'lu Ebû Hüreyre hadisini  İbn Mâce  tahric  etmiştir. İsnadındaki ricalin hepsi sika (güvenilir) dir. Ancak Muhammed b. Süleyman üzerinde durulmuştur. Bu zatın sâduk (doğru) olduğu, hadis rivayetinde bu çizgide hareket ettiği tesbitle rivayetine itibar edilmiştir. Ancak bazan hata yaptığı söylenir. O bakımdan Nesâi onun zayıf olduğunu söylemiştir. [317]

Alkollü içkiye devam edenin puta tapana benzetilmesinde bir incelik bulunuyor. Putperestlikle beyni yıkanıp şartlanan kişi nasıl bu basitlik, sığlık ve bönlükten kurtulamıyor ve kişiliğini bir yontulmuş taşın, bir heykelin önünde eğilmekle yitiriyorsa, İçkiye devam eden kimse de hayatının neşe ve kederini içkiye bağlayarak onu gönlünün tek tesellisi, nefsinin aşkı olarak kabulleniyor ve o yüzden içki şişesinin karşısında ciddiyet, vakar, şahsiyet ve bir takım meziyetlerini kaybederek onu bir bakıma il ahi aştırıyor.

Hadiste bu benzetmeyle içkinin ne kadar kötü ve şahsiyet zedeleyici bir ibtilâ olduğuna ayrıca dikkat çekiliyor.

646  no'lu Ebû Sâid hadisi hasen ve sahihtir. İçkinin Allah tarafından asla sevilmediği ifade edilmekte ve bu hususta mutlaka ilahi emrin ineceği hatırlatılmaktadır. Nitekim çok geçmeden ya hicri altıncı veyahud dördüncü yılda Mâide sûresi 90. âyet indi ve içki kesin olarak haram kılındı.                       .                                             i

Bu emir inmeden önce Resûlüllah'ın (a.s.) eshabmı uyardığı görülüyor. Ellerindeki mevcut içkiden ya hemen yararlanmaları veya putpereslere satışının yapılması tavsiye ediliyor. Zira tahrim emri inince artık ne ondan istifade etmelerine ne de satışını yapmalarına ruhsat verilmeyecektir. Nitekim Öyle olmuştur. Ayet indikten sonra Resûlüllah (a.s.) Efendimiz tahrim kükmünü eshabına duyururken şunu da hatırlatmayı ihmal etmemiştir: "Artık kimin yanında içki bulunuyorsa onu döksün. İçmesin ve satışını yapmasın."'

647 no'lu îbn Abbas hadisi de sahihtir. Müslim, Nesâî ve Ahmed rivayet etmişlerdir.                                                            

Hadisin zahiri delaletinden Resûlüllah'a (a.s.) ara-sıra içki hediye edildiği anlaşılıyorsa da, gerçekte Öyle değildir. Bu anlatım tarzından kaynaklanan ve fakat diğer sahih rivayetlerle ve Resûlüllah'ın (a.s.) hayatıyla karşılaştırıldığında Resûlüllah'ın (a.s.) bu gibi hediyeleri çok nazik bir ifadeyle reddedip kabul etmediği, en azından hediye vereni kırmamak için yanında bulunan eshabına verdiği görülür: Zira Cenab-ı hak, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'i cahiliyye devrinin bütün kötülükle­rinden, hayasızlıklarından ve sefih bir hayat yaşama adetlerinden korumuştur. O bakımdan Efendimiz hayatı boyunca ne içki içmiş, ne putların önünde eğilmiş, ne de insanın şeref ve vekarını zedeleyen bir yaşama tarzına meyletmiştir. O, Peygamberliğinden önce de sonra da hep bu korunmuşluk içinde çok nezih ve temiz bir hayat yaşamıştır.

Hadisten Şu Üç Hüküm Çıkmaktadır:

1- Hediye, kitap ve sünnete göre haram bir nesne ise kabul edilmeyip reddedilir.

2- Haranı kılman ve tahrim hükmü kıyamete kadar devamlılık arzeden içkinin hem içilmesi, hem içirilmesi, hem de hediye edilmesi haramdır.

3- îçkinin içilmesi haram kılındığı gibi alım-satımı da haram kılınmıştır.            

648 no'lu Ebû Hüreyre hadisini el-Humeydi kendi müsnedinde rivayet etmiştir. Ibn Abbas hadisiyle birleşmekteyse de bunda bazı fazlalıklar bulunuyor. İçkiyi son çare olarak bir yahudiye ikram olarak vermeyi ve karşılığında bir ikram beklemeyi ifade edene bu hususta da ruhsat verilmediği söz konusudur.                                            

649 no'lu İbn Ömer hadisi, içkiyle ilgili Kur'an'da uygulanan metod belirtilmiş ve üç kademede tahrim hükmünün gerçekleştiğine dikkat çekilmiştir. Müfessirlerin çoğu ilgili âyetlerin tefsirinde bu görüşe yer vermiş bulunuyorlar.

649 no'lu Ali b. Ebi Talib hadisini Tirmizi sahihlemiştir. Ayrıca Ebû Dâvûd ile Nesâi bunu Atâ b. Sâib'e isnadla tahric etmişlerdir. Ancak Yahya b. Main: "Atâ' b. Sâib hadisiyle ihticac edilmez" demiştir. Ayrıca bu zatın ilk yıllarında rivayet ettikleriyle son yıllarında rivayet ettiklerini birbirinden ayırıp ciddi bir tasnife tabi tutmuştur. Bu hususta imam Ahmed de ona muvafakat etmiştir. Hafız Bezzar da aynı görüşe katılmıştır. [318]

el-Münziri ise bu hadisin hem isnadı, hem de metni üzerinde farklı tesbit ve görüşlerin ortaya çıktığını söylemiştir.

îsnadındaki ihtilafa gelince: Süfyan Sevri ve Ebû Cafer er-Râzi bunu Atâ b. Sâib'den murselen rivayet etmişlerdir. Metnindeki ihtilaf ise, Ebû Dâvûd ile Tirmizi, sarhoş bir halde cemaate namaz kıldıranın Hz. Ali (r.a.) olduğunu belirtirlerken Nesâi ve Ebû Cafer en-Nuhas onlara namaz kıldıran kişinin Abdurrahman b. Avf (r.a.) olduğunu nakl etmişi erdir.

Bezzar ise kendi kitabında ismini zikretmediği bir adamın onlara namaz kıldırdığı şeklinde bir rivayet tesbit etmiştir.

Hariciler de bu zayıf rivayetleri mesned seçerek Hz. Ali'nin sarhoş bir halde namaz kıldırdığını iddia edip durmuşlardır. Oysa kimin bu vaziyette namaz kıldırdığı bir kesinlik arzetmemektedir. Hem bu olayın içki henüz haram kılınmadan önce cereyan ettiği kesindir. O bakımdan sarhoş bir halde namaz kıldıran kimse pek kınanamaz. [319]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Alkollü içkiler kitap, sünnet ve icina' ile haram kılınmıştır. Tahrim hükmü kesinlik arzetmekte olup inkarı küfür, kullanılması büyük günahtır.

2- Alkollü içkilerden çoğu sarhoş edenin azı da haramdır.

4- Alkollü içkilerin hepsi Kur'ân ve Hadîste, "hamr" kavramı altında toplanır ve bu kavram hepsinin ortak ismi olarak bulunuyor.

5- İçki içen büyük günah işlemiş olur. Sarhoş bir vaziyette yakalandığı takdirde tecziye edilir.

6- îki erkek şahidin şehadetiyle de bu suç sabit görülür.

7-  İçtikten sonra tevbe edip bir daHa içmemeğe azmeden kişinin affedileceği umulur.

8-  İçki içtiğinden dolayı dünyada serî had ile cezalandırılan kimseye artık âhirette ceza verilmez.

9- Ceza görmeden, tevbe etmeden o vaziyette ölen kimse âhirette Cennet şarabından mahrum kalır.

10- İçkiye devam eden kişi, puta tapan kişi gibi şahsiyetini yitirir ve içkiyi bir bakıma ilahlaştırmış olur.

11-  İçkinin içilmesi haram olduğu gibi ahm-satıtm da haramdır, yasaklanmıştır.

12- İçinde alkol bulunan bir ilacı kullanmakta bir sakınca yoktur. Bu daha çok imam Şafii'nin içtihadıdır.

13- Hayati tehlike arzeden bir hastalığın tedavisinde uzman müslüman bir doktor alkol ile tedaviye mutlaka gerek gördüğü taktirde buna cevaz verilir.

14-  Bununla bereber Allah'ın haram kıldığı bir maddede pek de şifa yoktur.

15-  Allah ve peygamberinin kesin haram kıldığı içki ve benzeri bir şeyi başkasına hediye etmek caiz değildir. [320]

 

Müctehidlerin İştidlal ve İhticacları

 

a) Hanefilere göre, nezr aynı zamanda yemin demektir. O bakımdan belirli bir şeyi adayan kimsenin onu yerine getirmediği tak­dirde keffaret ödemesi gerekir. Ancak Ebu Yusuf a göre "nezr" kelimesi adama hakkında hakiki, yemin hakkında mecazidir, imam Ebu Hanife ile İmam Muhammed'e göre, bir söz hem nezr hem de yemin olabilir. Bu .daha çok kişinin niyetine göre belirlenir.

Bir şarta bağlı yapılan adamada adam isterse adadığını yerine getirir. İsterse yerine getirmeyip yemin keffareti öder. Bir rivayete göre, Ebu Hanife ömrünün sonuna doğru keffaret verme hükmünden rücu' etmiştir. [321]

b) Şafiilere göre, inada dayalı nezrden dolayı keffaret gerekir. Mesela "eğer falan kişiyle konuşursam Allah için bir köle azad etmem veya oruç tutmam bana gerekli olsun" derse, bundan dolayı keffaret ödemesi gerekir. Diğer bir kavle göre, adadığı şeyi yerine getirmesi gerekir. Başka bir kavle göre, ikisinden hangi şıkkı arzu ederse onu gerçekleştirir.

Bu üçüncü görüşün daha açık ve uygun olduğu belirtilmiştir. [322]

Bir şarta bağlı kılınan adamada, şart yerine gelince yapılan ada­mayı yerine getirmek gerekir. Mesela "hastam şifa bulursa, Allah için* şu kadar gün oruç tutacağım veya şu kadar para dağıtacağım" diye adayan kimseye, hastası şifa bulunca adadığını yerine getirmesi vacip olur.

Mubah bir fiili işlemek veya terketmek üzere adayan kimseye bu adaması gerekli olmaz. Ancak bir yemin keffareti ödemesi vacip olur. [323]

c) Hanbelilere göre, nezr (adama) iki kısma ayrılır: Biri Allah'a taati adamaktır ki buna vefa etmek vaciptir. Diğeri Allah'a isyan et­meyi adamaktır ki buna vefa edilmez. Ancak bir yemin keffareti gere­kir. Çünkü nezr de bir bakıma yemindir. Nitekim Ukbe'nin kız kardeşi Beytü'l-Haram'a yaya olarak gitmeyi kendine adamış bulunuyordu, ama buna gücü yetmiyor, sağlığı ve yaşı elvermiyordu. Peygamber (a.s.) Efendimiz ona: "Yeminine karşılık keffaret öde" diye buyurdu.

Ebu Davud bir hadisi tahric edip sahihlemiştir.

Bunun gibi, günahı gerektiren bir fiili işlemeyi adayan kimseye de keffaret gerekir, yani bir yemin keffareti öder. Karısını boşamayı aday­an kimse de buna vefa etmeyip keffaret vermek suretiyle yemininden dolayı yükümlülüğünü yerine getirmiş olur. [324]

Müctehidlerin hepsine göre, kişinin malik olmadığı bir şeyi ada­ması sahih ve geçerli değildir. [325]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

817 no'lu îbn Abbas hadisini Buhari, îbn Mace ve Ebu Davud tah-ric etmişlerdir. Sahih olup istidlale salihtir. İbadet anlamı taşımayan, Allah'a yakınlığa delalet etmeyen bir fiili adamanın sahih olmadığı anlaşılıyor. Güneşte ayakta durmak, konuşmamak, gölgelenmemek üzere adamada bulunan kimsenin bunlara vefa göstermemesi emredil­miş, sadece ibadet kapsamı içinde bulunan oruç adamasının geçerli olduğu ve ona vefa göstermesinin gereği belirtilmiştir. Mubah bir fiili yapmamayı adayan kimseye bundan dolayı keffaret gerekeceği söz edil­memiştir. Ancak başka rivayetler bunun bir yemin anlamında olduğuna ve yerine getirilmediği takdirde bir yemin keffareti gerektiğine delalet etmektedir.

818 no'lu Sabit b. Dahhak hadisini Buhari ve Müslim ittifakla tah-ric etmişlerdir. Senedi sahih olup istidlale salih görülmüştür. Kişinin malik olmadığı bir şeyi adamasının geçersiz olduğuna delalet etmekte­dir ve bundan dolayı bir keffaretin gerekip gerekmiyeceği belirtilme­miştir. O bakımdan ilim adamlarının cumhuruna göre böyle bir adama­dan dolayı keffaret gerekmemektedir.

819  no'lu Amr b. Şuayb hadisini Ahmed ve Beyhaki tahric etmişlerdir. Hafız îbn Hacer bu rivayete Telhis'te yer vermiş, fakat sus­up bir görüş ve tesbit beyan etmemiştir. Ayrıca Taberani de tahric edip Müsned-i Ahmed'de yer alan lafızları aynen nakletmiştir. Ancak Mec-meu'z-Zevaid'de, bu hadisin isnadında Abdullah b. Nafİ' el-Medeni bu­lunduğuna ve bu zâtın zayıflar arasında yer aldığına temas edilerek bil­gi verilmiştir. Ancak Ebu Davud'un isnadında bu zat bulunmuyor. [326]

Hadis, taat, ibadet anlamı taşımayan mubah bir fiili işlemeyi veya terketmeyi adamanın geçerli olmadığına delalet etmektedir. Zira adak, ancak Allah'ın hoşnutluğu arzu edilen bir hususta sahih ve geçerlidir.

Güneşin altında ayakta durup beklemekte bedene eziyet vardır. Allah'ın rızası ise, O'nun emir ve yasaklan çerçevesinde temiz bir ömür yaşamaktır.

820 no'İn Said b. Müseyyeb hadisini Ebu Davud tahric etmiştir. Hz, Ömer'in (r.a.) bu fetvası dört hüküm ihtiva etmektedir:

1- Allah'a günah ve isyanı gerektiren bir hususta ne yemin, ne de nezr (adak) caiz olur.

2- Hısımlar arasındaki bağları kesip onları birbirinden ayıran bir yemin veya nezr de doğru değildir. Bunu hemen bozup keffaret ödemek gerekir.

3- Kişi sahip ve malik olamadığı bir şeyi adayamaz.

4- Kişi malının tamamını Kabe'ye veya bir mabede vereceğine dair yemin ettiği veya böyle bir adamada bulunduğu takdirde bunu yerine getirmez. Yemininden dolayı keffaret öder.

Ancak hadis munkatidir. Said b. Müseyyeb bunu bizzat Ömer'den (r.a.) duymuş değildir. Ebu Davud ve Hafız îbn Hacer bu hadis hakkında bir görüş ve tesbit beyan etmemişlerdir. Ne var ki bu anlam­da bir diğer hadisi îmam Malik ile Beyhaki sahih bir senedle Hz. Aişe (r.a.) dan tahricen rivayet etmişlerdir. Şöyle ki, bir adam, Hz. Aişe'den (r.a.) "hısımlarıyla konuştuğu takdirde malının tamamını Kabe'ye ve­receğini adamış veya böyle bir yeminde bulunmuş olması" soruldu. Hz. Aişe (r.a) "malını Kabe'ye bırakmayıp yemininden dolayı keffaret öder" diye cevap vermiştir.

821 no'lu Sabit b. Dahhak hadisini aynı zamanda Taberani tahric etmiş ve Hafız İbn Hacer sahihlemiştir. Ebu Davud buna benzer bir diğer rivayeti Amr b. Şuayb'den yapmıştır. İbn Mace de îbn Abbas'dan ve Ahmed b. Hanbel de Amr b. Şuayb'den tahric etmişlerdir.

Bir hayvanı belirli bir yerde kesmeyi adayan kimse, adadığı şekilde hareket eder. Ancak o yerde bir yatır veya heykel, put ve benze­ri şirke delalet eden bir şey bulunur ve şirk ehli o yerde bayram ve şenlik yapmayı belirlemişse, artık adanan hayvanı o yerde kesmek caiz olmaz. Başka bir yerde kesmek suretiyle adağını yerine getirmiş olur. Zira Allah'a karşı isyan, günah ve şirki gerektiren hiçbir adama ve ye­min geçerli değildir.

822 no'lu Hz. Aişe hadisini beşler rivayet etmiş; Ahmed b. Hanbel ile îshak bu rivayetle ihticacda bulunmuşlardır. Ancak Tirmizi bu hadi­si tahric ettikten sonra şöyle görüş beyan etmiştir: "Bu sahih değildir. Zira Zühri bu hadisi Ebu Seleme'den duymamıştır; Süleyman b. Er-kam'dan duymuştur ki bu zat metruktür, imam Ahmed "ondan rivayet yapılmaz" demiştir, ibn Main ise "o kayde değer bir şey değildir" diye­rek görüş ve tesbitini ortaya koymuştur. Ebu Davud ile Darekutni ise, onun metruk olduğuna dikkat çekmişlerdir. [327]

Bu hadisi ayrıca Nesai, Hakim ve Beyhaki İmran b. Husayn'den rivayet etmişlerdir ki, isnadında Muhammed b. Zübeyr el-Hazeli bulu­nuyor ki bu zat kavi. değildir. Hakkında farklı tesbitler yapılmıştır. Ne­sai onun zayıf, İbn Main onun bir şey olmadığım söylemiştir. Ebu Ha­tim de onun kavi olmadığına temas etmiş, Buhari onun münkerü'l-hadis olduğunu belirtmiştir. [328]

Diğer yandan bu hadisi Afrmed, eshab-ı sünen ve Beyhaki, Zühri rivayetinden naklen Ebu Seleme'den, o da Ebu Hüreyre (r.a.) den rivay­et etmişlerdir. Hafız Ibn Hacer "isnadı sahihtir, ancak malûldür, yani münkati'dir" diyerek tesbitini ortaya-koymuştur. Çünkü Zühri bunu Ebu Seleme'den rivayet etmemiştir.

Diğer bir tarikle Darekutni, Galib b. Abdillah el-Cezeri rivayetiyle Ata'dan nakletmiş, o da Hz. Aişe (r.a.) dan merfuan rivayet etmiştir. Lafzı şöyledir: "Kim günahı gerektiren hususta adama yaparsa, onun keffareti, yemin keffaretidir."

Bunun isnadındaki Galib metruktür. O bakımdan hadis istidlale salih değildir.

Diğer bir tarikle de Ebu Davud, Küreyb rivayetinden naklen tbn Abbas'dan rivayet etmiştir ki, isnadı hasendir Ancak Talha b. Yahya bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbitler yapılmıştır.

İmam Nevevi ise er-Ravza'da bu husustaki görüşünü şöyle belirt­miştir: "Günahı gerektiren bir hususta adama yoktur. Onun keffareti, yemin keffaretidir" mealindeki hadis, muhaddislerin ittifakıyle zayıftır."

Ancak Hafız İbn Hacer bu tesbite karşı çıkıp şöyle demiştir: "Oysa bu hadisi Tahavi ve Ebu Ali sahihlemişlerdir. O halde muhadddislerin ittifakı nerede kaldı?" [329]

823 dipnotlu İbn Abbas hadisini Küreyb tarikiyle îbn Abbas'dan rivayet edilmiştir. Sünen-i Ebu Davud'daki lafzı, anlatımı şöyledir: "Kim bir adamada bulunur da onu adlandırniazsa, onun keffareti, ye­min keffaretidir. Kim günahı gerektiren bir hususu adarsa, onunda kef­fareti, yemin keffaretidir. Kim de takat getiremiyeceği bir şeyi adarsa, onun da keffareti yemin keffaretidir. Kim takat getirebeleceği bir şeyi adarsa, artık ona vefa göstersin, adağını yerine getirsin."

Bu hadisin îbn Abbas'a kadar ulaşıp onda mevkuf olduğu tesbit edilmiştir ve en sahih tesbit de budur.

Aynı hadisi îbn Mace tahric etmiştir ki, isnadında kendisine güvenilmeyen ravi bulunuyor ve o rivayette şu cümle bulunmuyor: "Kim günahı gerektiren bir şeyi adarsa..."        

817 no'lu Ibn ^Vbbas hadisinde ise Ebu tsrail olayı, günahı gerekti­ren bir adamadan dolayı bir yemin keffaretinin gerekeceğine dair bir kayıt mevcut değildir ve o bakımdan ilim adamları, günahı gerektiren bir şeyi adayan kimseye keffaret gerekmez demişlerdir. Böylece cumhu­ra göre bu tür adamada keffaret gerekmez, imam Ahmed, imam Sevri, tshak, Şafîilerden bir kısmı ve Hanefîlerin çoğuna göre, keffaret gere­kir. Ashab-ı kiram ise keffaret gerekip gerekmiyeceği hakkında ihtilaf etmişlerdir. Ancak günahı gerektiren bir adamanın haram olduğunda birleşmişlerdir. [330]

 

Çıkarıkan Hükümler

 

1- Bedene ve ruha eziyet verecek anlamda adamada bulunmak sa­hih değildir.

2- Böyle bir adamada bulunan kimsenin ona vefa etmesi gerekli değildir. Ancak keffaret ödemesi söz konusudur.

3- Allah'a taati gerektiren bir adamayı yerine getirmek gerekir.

4- Kişi sahip ve malik olmadığı, olamadığı bir şeyi adayamaz. Ada­şa bile sahih olmaz, geçersiz kabul edilir.

5- Adama ancak Allah rızasına yönelik yapıhr.

6- Miras yüzünden hısımlarla ilgiyi kesmek, onlarla konuşmamak haramdır ve günahtır. Çünkü Cenab-ı Hak, her hak sahibinin hakkını, payını belirlemiştir.

7- Malının tamamım Kabe'ye veya başka bir mabede adayan kim­senin bu adağını yerine getirmemesi daha uygun olur. Bundan dolayı bir yemin keffareti öder.

Çünkü mirasçılara hiçbir şey bırakmamak hiçbir zaman tasvib edilmemiştir. Ancak malının tamamım adayan kimsenin malının üçte birini tasadduk etmesiyle bu adağı yerine gelmiş olur.

8- Put ve heykelin bulunduğu yerde bir hayvan kesmeyi adayan kimse adağını oraya götürüp kesmez. Başka bir müsait yerdp keser. Aksi halde büyük günah işlemiş olur.

9-  Müşriklerin, ateistlerin bayram ve şenlik yaptıkları yerde de adak kurbanı kesilmez. [331]

 

Adlandırılmayan Nezrin Keffareti

 

Kişi "Allah için nezrediyorum, falan adamla konuşmayacağım" şeklinde bir adamada bulunursa, buna adı konmamış, adlandırılmamış nezr nedir. Bu bir bakıma yemin sayılır ve o adamla konuştuğu tak­dirde yemin keffareti öder.

Yaptığı adamanın adim koyarsa, şayet bir günah veya gücünün yetmediği bir şey değilse nezrine vefa gösterir. Mesela, "falan kişiyle görüşürsem bir koyun Allah için keseceğimi adıyorum" derse, artık o adamla konuştuğu takdirde bir koyun kesmesi vacip olur. Burada ye­min keffareti söz konusu olmaz. [332]

 

İlgili Hadisler

 

Ukbe b. Amir (r.a) den yapılan rivayette adı geçen Resûlüilah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Adı konmadığı zaman atla­manın keffareti, yemin keffaretidir." [333]

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendi-miz'in şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Kim bir adamada bulunur da adını koymazsa, onun keffareti, yemin keffaretidir. Kim de gücünün yetmeyeceği bir adamada bulunursa, onun da keffare­ti, yemin keffaretidir." [334]

îbn Mace şu fazlalığı da rivayet etmiştir: 'Kim de gücünün ye­teceği bir adamada bulunursa, artık ona vefa göstersin (adağını yerine getirsin)."

Enes (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şu haberi vermiştir: "ResûlüIIah (a.s.) Efendimiz, iki oğlunun arasında yürütülüp götürülen yaşlı bir adam gördü ve: 'Bu nedir, bu kimdir?" diye sordu. Onlar daî trBu yaya yürümeyi adamıştır" diye cevap ver­diler. Bunun üzerine ResûlüIIah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah (c.c.) bu yaşlı kimsenin (ibadet namına) kendi nefsine azab etmesinden-müstağnidir (buna ihtiyacı yoktur)." Ve sonra o yaşlı kimsenin hayvana binmesini emretti." [335]

Ancak Nesai ile İbn Mace "yaya yürümeyi adamıştır" cümlesi ye­rine, "Beytullah'a yaya yürümeyi adamıştır" cümlesini zikretmişlerdir,

Ukbe b. Amir (r.a) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Kızkardeşim yaya olarak Beytullah'a yürüyüp gitmeyi adamıştı. (Ama yaya yürüyecek gücü yoktu.) Bunun üzerine onun adına bu meseleyi ResûlüIIah (a.s.) Efendimiz'den sor­mamı bana emretti. Ben de ResûlüIIah (a.s,) Efendimiz'den sor­dum. Buyurdu ki: "Önce yaya yürüsün ve arkasından (devesine) binsin." [336]

Müslim ise kendi sahihinde o kadının yalınayak bir halde Beytul­lah'a yürüyerek gitmeyi adadığını kaydetmiştir.

İmam Ahmed'in rivayetinde ise hadis şu lafızlarla nakledilmiştir: "Şüphesiz ki Allah onun yaya yürümesinden müstağnidir. Bin­sin ve bir bedene şevketsin."

Diğer bir rivayette ise şöyle nakledilmiştir: "Ukbe'nin kızkardeşi yalın ayak, başaçık bir halde (Beytullah'a) yürüyüp gitmeyi adamıştı. Bunun üzerine Ukbe, durumu Peygamber (a.s.) Efen­dimiz'den soruyor. O da şöyle buyuruyor: "Şüphesiz Allah senin kızkardeşinin meşakkat çekmesini ne yapacak (O'nun buna ih­tiyacı yoktur). Ona emret de başını örtsün, (hayvana) binsin ve (keffaret olarak) üç gün oruç tutsun." [337]

Kureyb'den o da İbn Abbas (r.a.) dan rivayet etmiştir. îbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: ırBir kadın, Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gele­rek şöyle dedi;

- Ya Resûlüllah! Doğrusu kızkardeşim yaya yürümek sure­tiyle haccetmeyi adamış bulunuyor.

Peygamber (a.s.) ona şöyle cevap verdi:

-  Şüphesiz ki Allah senin ki/kardeşin in meşakkatini ne yapsın (O her şeyden müstağnidir). (Bir binite) binerek hac için yola çıksın ve yeminine karşı keffaret ödesin. [338]

îkrime'den yapılan rivayette, İbn Abbas'ın (r.a.) şöyle haber verdiği belirtilmiştir: "Ukbe b. Amir (r.a.), Peygamber (a.s.) Efendimiz'den, kızkardeşinin yürüyerek Beytullah'a gitmeyi adadığını ve zayıflığından söz ederek durumunu sordu. Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah senin kızkardeşi­nin nezrinden müstağnidir. (Bir binite) binsin ve bir bedene sevkedip (Mekke'ye) göndersin." [339]

Diğer bir tesbit ve rivayette şöyle denilmiştir: "Ukbe b. Amir'in kızkardeşi, Beytullah'a yaya olarak gitmeyi adamış bulunuyor­du. Ancak onun gücü buna yetmiyor (sağlığı ve takati kafi gel­miyor) du. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) ona, bir deveye bin­mesini ve bir hediy (kurbanlık hayvan) sevketmesini emretti." [340]

 

Müctehidlerin İstidlal, İhticac ve Görüşleri

 

a) Hanefilere göre, adı konulmayan nezr (adama) nın hükmü, kişinin niyet ettiği şeyin vücubudur. Yani adı konulmayan adamada neye niyet etmişse, onu yerine getirmesi vacip olur. Tabii adayan kimse bu durumda niyet etmişse böyledir. Mesela, "Allah için üzerime nezr (adak) olsun" diye ifade ettikten sonra, içinden bununla bir şarta bağlı kılınmaksızm oruç tutmaya, namaz kılmaya veya hacca gitmeye niyet etmişse o takdirde niyet ettiğim hemen yerine getirmesi gerekir. Bir şarta bağlı kılarak niyet etmişse, o şart gerçekleştiği takdirde adağım yerine getirmesi vacip olur, Bu iki durumda da keffaret yeterli olmaz.

Ama "Allah için üzerime nezr olsun" der, hiçbir niyeti olmazsa, o takdirde bir yemin keffareti Ödemesi gerekir.

"Nezr yemindir", "Nezr'in keffareti yemin keffaretidir" mealindeki hadislerde geçen nezr'den maksat, mübhem, yani adı konulmamış, be­lirsiz olanıdır. İçinden bir şeye niyet etmemişse, yemin sayılır ve keffa­ret öder.

Belli bir yeri kasdedip adayacak olursa, Züfer hariç diğer Hanefi imamlarına göre, adağı o yere götürüp icra etmeye gerek yoktur. He­rhangi bir yerde olabilir. Çünkü adaktan maksat Allah'a yakınlık ve O'nun rızasına ermektir. Mekan kavramı bu maksadın dışında kalır. [341]

b) Şafiilere göre, "Allah için üzerime bir köle azad etmek-veya oruç tutmak gerekli olsun" diyen kimse isterse gerekli kıldığı şeyi ye­rine getirir, isterse bir yemin keffareti öder.

Beytullah'a yürüyerek gitmeyi' veya oraya varmayı adayan kimse­nin hac veya umre için niyet etmişse, gitmesi vacip olur. Sadece oraya varmayı niyet etmişse yürüyerek gitmesi gerekli olmaz.

Ancak yürüyerek Beytullah'a gitmeyi adayan kimse yürümekten aciz kalır veya aciz kalacağını düşünerek bir hayvana veya vasıtaya bi­nerek giderse, bir kan akıtması gerekir. [342]

Yine bu mezhebe göre, adı konulmamış belirsiz adamadan dolayı keffaret gerekmez. [343]

c) Hanbelilere göre, nezr de bir bakıma yemindir. O bakımdan günahı gerektiren bir şeyi yapacağını adayan kimse, o şeyi yapmaz, fa­kat bundan dolayı bir yemin keffareti Öder. Beytullah'a yaya gitmeyi adayan kimse buna gücü yetmediği takdirde hayvana biner ve bir yemin keffareti öder veyahut bu anlamda üç gün oruç tutar. [344]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

833  no'Iu Akabe hadisinin, Sahih-i Müslim'de "adı konmadığı..." cümlesi yer almamıştır. Bu hadisi aynı zamanda Ebu Davud ile Nesai de tahric etmişlerdir. Tirmizi bunu sahihi emiştir. îbn Mace de aynı ta­rikten rivayet etmiş bulunuyor. O bakımdan hadis sahih olup istidlale salih görülmüştür.

Böylece adı anılmaksızın yapılan nezr (adama) nın keffareti, ye­min keffaretidir, hükmü ortaya çıkmış bulunuyor. Hanefî imamları bu hadisle ihticac edip, adı anılmayan bir nezrden dolayı keffaret gerekir demişler ve ancak kişi içinde belli bir fiili yapmaya niyet etmişse, o tak­dirde niyet ettiği şeyi yerine getirmesi gerekir neticesini belirle­mişlerdir. Şafîiler ise adı konulan, konulmayan nezrlerde kişi onu ye­rine getirmekle bir yemin keffareti ödeme arasında serbesttir demişlerdir.

834  no'lu îbn Abbas hadisini Ebu Davud ile İbn Mace tahric etmişlerdir. Hafız îbn Hacer, Büluğu'l-Meram'da bunun isnadının sahih olduğunu belirtmiştir. [345]

O bakımdan îbn Abbas hadisiyle istidlal edilebilir. Hadis dört hüküm ihtiva etmektedir;

1- Adı konulan, adı anılan bir nezrin gereğini yerine getirmek va­ciptir.

2- Adı anılmayan, konulmayan bir nezrden dolayı bir yemin keffa­reti gerekir.

3- Gücünün yetmeyeceği bir şeyi adayan kimsenin de bir yemin keffareti ödemesi vaciptir.

4- Gücünün yeteceği bir şeyi adayan kimsenin onu aynen yerine getirmesi vacip olur.                              

Gücünün yetmediği bir şeyi adayan kimsenin durumuna açıklık getirilirken şu misaller verilebilir: Bir yıl içinde iki defa veya üç defa farz haccı yerine getireceğini adamak veyahut malı ve serveti, aynı za­manda yeterli geliri olmadığı halde büyükçe bir cami yapmayı adamak bu cümledendir. Bu tür adamalar geçerli değildir. Ancak bir yemin kef­fareti verilmek suretiyle telafi edilir. îmam Malik'e ve Zahirilere göre bu durumda keffaret gerekmez. [346]

836 no'lu Akabe hadisinde ise, gücünün yetmediği bir şeyi adayan kimsenin keffaret olarak üç gün oruç tutması zikredilmiş bulunuyor. Bu da bir yemin keffaretidir. Zira on fakiri doyuracak durumda olmay­an kimsenin yemin keffareti için üç gün oruç tutması söz konusudur.

Tirmizi bu hadisi hasenlemişse de isnadında Abdullah b. Zahr bu­lunuyor ki, bu zat hakkında çok şeyler söylenmiştir. [347]. Ancak Zehe-bi bu isim üzerinde durmamıştır. O bakımdan görüş ve tesbitlerin ağırlığını, onun kavi olduğu teşkil etmektedir. Ancak aynı hadisin diğer rivayetler çerçevesinde bir kan akıtmanın veya bir hedyin sevkedilmesi-nin lüzumu belirtiliyor. Bu hususta ilim adamlarının farklı yorumları ' olmuştur. Bununla beraber rivayetler arasını te'lif etmek daha uygun bir netice doğurur. Kişi gücünün yetmeyeceği veyahut çok meşakkate sebep olacağı bir adamada bulunduğu takdirde gücünün ve imkan­larının el verdiği ölçüde hareket eder ve bundan dolayı ya üç gün oruç tutar veyahut bir kan akıtır. Çeşitli tariklerden rivayet edilen hadisler her iki şıkkın da caiz olduğunu göstermektedir.

838 no'lu Küreyb hadisinin ricali, rical-i sahihtir. O bakımdan is­tidlale salih görülmüştür. Hadisde, yaya olarak haccetmeyi adayan kadının, hasta ve zayıf olduğundan söz edilmemiştir. Bununla beraber Resûlüllah (a.s.) Efendimiz meşakkati kaldırmış ve bir hayvana binip öylece haccetmesini emretmiştir. Ancak bu yemin anlamında olan nez­rini uygulamadığı için de bir keffaret ödemesinin gereğini belirtmiştir. Zira nezrden maksat, bedene eziyet verip sıkıntıya katlanmak değil, sıkıntı ve üzüntüyü atmaktır. Aynı zamanda nezr yalnız, Allah'ın hoşnutluğu arzulanarak yapılır. O bakımdan Medine'den Mekke'ye yaya, hatta yalınayak, baş açık gitmekte Allah'ın hoşnutluğu söz konu­su değildir. Cenab-ı Hak, kulunun bu gibi meşakkatleri ihtiyar etmesin­den müstağnidir. (O'nun buna ihtiyacı yoktur.)

839 no'lu îkrime hadisi hakkında Ebu Davud ile el-Münziri susup bir görüş beyan etmemişlerdir. Yapılan ciddi tesbitlere göre, isnadı sa­hihtir. O bakımdan istidlal ve ihticaca elverişlidir.

Bu rivayette ise Beytullah'a yaya olarak gitmeyi adayıp bünyesi bu meşakkati kaldıracak kadar kuvveti olmayan kadının bir bineğe bi­nerek gitmesine cevaz verilmiş ve nezr veya yeminini, belirtilen şekilde yerine getirmediğinden dolayı da bir bedene hediy yapması emredil­miştir.

Böylece bu gibi nezrlerde kişi, nezrettiğini yerine getirmekle bir keffaret vermek arasında muhayyer bırakılmıştır, ilim adamlarının çoğunun yorumu bu olmuştur.

Bu babda Beyhaki'nin sahih senedle Ebu Hureyre (r.a.) den yaptığı rivayet bulunuyor. Şöyle ki, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz gece yarılarına doğru yol alırken birkaç ata gözü dokundu, derken develer ürküp kaçtı. Bu arada saçları çözük dağınık çıplak bir kadın gözlerine ilişti. Sebebi sorulunca da, kadın şu cevabı verdi: "Ben, saçlarım çözük ve bedenim çıplak bir halde haccetmeyi adadım." Durum Resûlüllah'a (a.s.) arzedilince, "ona söyle de elbisesini giyinsin ve bir kan akıtsın" buyurdu.

Yine Beyhaki'nin el-Hasen tarikiyle İmran'dan merfuan yaptığı ri­vayette şöyle denilmektedir: "Sizden biriniz yaya olarak haccetmeyi adarsa, bir hediy bağışlasın ve hayvana binsin."

Hediy bağışlamaktan maksat, bir hayvan kesip kan akıtmaktır.

Bu hadisle istidlal edenler, hac ve umre dışında sırf Beytullah'ı ziyaret etmek üzere adamanın sahih ve caiz olduğunu belirtmişlerdir, imam Ebu Hanife'ye göre ise, Beytullah'a gitmeyi adayan kimse, bu­nunla hac ve umre yapmaya niyet etmemişse yaptığı nezr geçerli olmaz. Sonra da süvari olarak adayacak olursa bir hayvana binip gitmesi gere­kir. Yaya yürüyecek olursa bir kan akıtması vacip olur. Yaya olarak yürüyüp gitmeyi adamışsa aczinden dolayı yaya yürümeyi bırakıp bir hayvana binerek giderse, yine bir kan akıtması gerekir. İmam Şafii'den de buna yakın rivayetler yapılmıştır.

Rivayetlerin bazısında "bir kan akıtması gerekir" bazısında ise "bir bedene hedy etmesi, yani bir sığır veya deve kesmesi gerekir" şeklinde ifadeler kullanılmıştır. İmam Makil'e göre, adadığı halde yaya ( yürümekten aciz olur da bir hayvana binerse, bir bedene (deve veya sığır) kesmesi gerekir. Abdullah b. Zübeyr'e göre hiçbir yey kesmesi ge­rekmez.

Ancak bir bedene kesmesiyle ilgili rivayetler ağırlık kazanmıştır. [348]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Adı konulmayan nezr (adama) da kişinin niyeti söz konusudur.

2- Adı konulmamış nezirde kişinin, niyetinde belirlediği şeyi ay­nen yerine getirmesi vacip olur.

3- Niyetinde bir şey belirlememişse, o taktirde bu bir yemin sayılır ve bir yemin keffaretini gerektirir. (Bu daha çok İmam Ebu Hanife'nin görüşüdür).

4- "Allah için üzerime nezr olsun" der, başka bir şey demez ve içinden de bir şey belirlemezse, bu nezirden dolayı bir yemin keffareti gerekli olur.

5- Belli bir yeri adayıp adağını oraya götürüp keseceğim veya adadığı sadakayı o yere götürüp dağıtacağını adayan kimsenin o yere gitmesi gerekli değildir. Bunda hem meşakkat var, hem de Hakk'a yakınlık   yoktur.   Bulunduğu   yerde   kesmesinde   bir   sakınca görülmemiştir.

Bu daha çok Hanefilerin görüş ve içtihadıdır.

6- Bir şeyi adayan kimse, isterse adadığını yerine getirip gerçekleştirir, isterse bir yemin keffareti öder. (Bu daha çok îmam Şafii'nin içtihadıdır).

7- Beytullah'a yaya olarak gitmeyi adayan kimse, bununla hac veya umre yapmaya niyet etmişse, gitmesi gerekir. Yaya yürümekten aciz olursa, bir hayvan kesmesi gerekir.

8- Bazı ilim adamlarına göre, yürüyerek gitmekten aciz kalan kimse hayvana biner ve üç gün oruç tutar.

9- Hac veya umre niyeti taşımaksızın sadece Beytullah'a gitmeyi adayan kimsenin, bu adaması imam Ebu Hanife'ye göre sahih olmaz. Ancak böyle bir adamadan dolayı bir yemin keffareti gerekir,

10- Kişi yapacağı nezrde nezredeceği şeyin adını koysun koy­masın, bundan dolayı bir yemin keffareti öder. Arcak adını koyduğu nezri yerine getirmesi daha uygun olur. (Bu daha çok îmam. Şafii'nin îc-tihad ve görüşüdür).

11- Adadığı halde yürüyerek gitmekten aciz olursa bir hayvana bi­ner ve bundan dolayı bir bedene keser. (Bu daha çok îmam Malik'in ic-tihad ve görüşüdür).

12- Kişi gücünün yetmeyeceği bir şeyi adarsa, artık adağını yerine getirme külfetine girmez, bundan dolayı bir yemin keffareti öder.

13- Kişi gücü yeteceği bir şeyi adarsa, şayet o şey günah ve mubah bir şeyi yapma veya yapmama anlamında değilse, adadığını yerine ge­tirmesi vacip olur.

14- Bir günah veya mubahı yapma veyahut terketmeye yönelik bir nezirden dolayı yemin keffareti gerekir; yapılan adama yerine getiril­mez.

15- Nezrederken bedene meşakkat ve sıkıntı getiren bir şeyi nez-retnıemek gerekir. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğu, kişinin nefsine eziyet ve meşakket vermesinde değil, gönül huzuruyla yapacağı ibadet ve iyiliklerdedir.

16- Bir kadının baş açık veya yalın ayak yürüyerek haccetmek üzere nezretmesi uygun olmaz. Aksi halde bir hayvan kesmesi ve bineğe binerek, başını örterek gitmesi gerekir. Bundan dolayı bir kan akıtması vacip olur.                  

17- Bir bedene kesecek mali imkana sahip olmayan kimse, üç gün oruç tutar. Bu, Ukbe hadisinin son kısmında belirtilmiş bulunuyor.

18- Beytullah'a yaya olarak veyahut yalınayak, başaçık bir halde yürüyerek gitmeyi adayan kimsenin, gücü yettiği takdirde yaya gitmesi gerekir. (Bu daha çok diğer mezhep imamlarının görüşüdür).

19- Beytullah'a yaya yürüyerek gitmeyi adayan kimse, zayıf ve aciz olmasa bile, bir hayvana binip öylece gidebilir. (Bu daha çok Hane-filerin görüşüdür). Ancak bundan dolayı ya keffaret ödemesi veyahut bir kan akıtması söz konusudur. [349]

 

Müşrik İken Nezredip Sonra İslam’a Giren Kimsenin Durumu

 

İslam'a girmeden önce bir müşrik veya bir dinsiz veyahut bir me-cusi adadığı şeyi yerine getirmeden gelip İslam'a girerse, onun şirk ve küfür dönemindeki yaptığı o adak geçerli sayılır mı? Ona vefa etmesi gerekir mi?

Ayrıca belli bir yer belirleyip adağını orada yerine getireceğini adayan kimsenin yer bakımından adağını oraya götürüp gerçekleştirmesi gerekli olur mu? Yoksa herhangi bir yerde o adağını yerine getirmesi caiz midir? [350]

 

Konuyla İlgili Hadisler

 

Ömer (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçenin şöyle dediği belirtil­miştir: "Cahiliyye devrinde bir nezr (adama) da bulunmuştum. (Ancak onu yerine getirmemiştim). İslam'a girdikten sonra o hu­susu Resülüllah (a.s.) Efendimiz'den sordum. Efendimiz (a.s.) bana adağımı yerine getirmemi emretti." [351]

Kerdem îbn Süfyan (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resülüllah (a.s.) Efendiraiz'den, cahiliyye devrinde yaptığı bir nezirden sormuştur. Resülüllah (a.s.) Efendimiz ona: "O adağı bir put veya dikili taş için mi yaptın?" diye sormuş o da "hayır, onlar için değil, Allah için adamıştım" diye cevap vermiştir. Bu­nun üzerine Resülüllah (a.s.) ona: "Allah için yaptığın nezri ye­rine getir. Buvane'ye git deveyi orada kes ve böylece nezrine vefa et" buyurmuştur. [352]

Meymune bint Kerdem (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen hanım şöyle demiştir: "Babamın terkisinde bulunuyordum. Bir ara babamın, Resûlüllah (a.s.) Efendimizden şunu sorduğunu duy­dum: "Ya Resûlallahî Doğrusu ben Büvane mevkiinde bir deve kesmeyi adadım." Resûlüllah (a.s.) ona sordu: "Orada bir put, bir kahin, dikili taş var mıydı?" O da: "Hayır öyle bir şey yoktu" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) ona: "Nezrini ye­rine getir" diye buyurdu. [353]

Amr b. Şuayb'den rivayet edilmiş, o da babasından, dedesinden ri­vayet etmiştir: Bir kadın, Resûlüllah'a (a.s.) şöyle dedi: 'Ya Resûlallah! Ben şu ve şu yerde bir hayvan kesmeyi adadım ki, o yerde cahiliyye ehli hayvan keserdi." Resûlüllah (a.s;) ona: "Bir put için mi keserlerdi?" diye sordu. O da: "Hayır" dedi. Resûlüllah (a.s): trBir vesen (taştan yontulmuş bir suret) için mi keserlerdi?" diye sordu. O da: "Hayır" dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) ona: "Adağını yerine getir" buyurdu. [354]

 

Müctehidlerin İstidlal, İhticac ve Görüşleri

 

a) Hanelilere göre, nezreden kişinin akıl, baliğ ve müslüman ol­ması şarttır. O bakımdan çocuğun, delinin ve bir de kafir ve müşrikin yaptığı nezir sahih değildir. Bunun için bir kafir bir şeyi nezreder ve sonra gelip islam'a girerse, artık o nezrini yerine getirmesi ona vacib sayılmaz. Zira küfür dönemindeki nezri geçersizdir, imam Şafii'nin de mezhebinin zahiri budur. Çünkü nezirden maksat Allah'a yakınlık sağlamak, O'nun rızasına erişmektir. Kafirin nezrinde bu gaye ve niyet yoktur. [355]

Yapılan nezr muayyen bir yerde yerine getirmekle bağlantılı ise, yani adayan kimse böyle adamışsa, 841 no'lu dipnotta belirttiğimiz gibi, Hanefî imamlarının çoğuna göre, belirlenen yere götürüp orada uygula­mak şart değildir. İstediği yerde o adağını yerine getirebilir. Ancak imam Züfer, "adadığı yere götürüp orada gerçekleştirmesi gerekir" demiştir. Fetva birincilerin içtihadına göredir. [356]

b) Şafîilere göre, muayyen bir belde hialkına tasaddukta bulun­mak üzere adayan kimsenin adadığı şeyi götürüp o belde halkına dağıtması vacip olur.

Ayrıca Hanefîlere göre, mekan ve zamanla ilgili nezirlerde, zaman ve mekana bağlı kalmak şart değildir. Mesela, "Allah için receb ayında oruç tutmak üzerime gerekli olsun" diye adarsa, recep girmeden de o orucu tutabilir. "Şu gün şu kadar namaz kılacağım" diye adayan kimse de o gün gelmeden adadığı namazı kılabilir. [357]

c) Hanbelilere göre, Beytül-Haram'dan başka bir bölge veya beldeye gitmeyi adayan kimsenin o bölge veya beldeye gitmesi gerekli! olmaz. Bu, mubah bir şeyi adamaya benzer. Bunun gibi, Üç mescid (Mescidü'l-Haram, Mescidü'n-Nebevi ve Mescid-i Aksa) dışında kalan herhangi bir mescide gitmeyi adarsa, o mescide gitmesi gerekmez. [358]

Belli bir ayda oruç tutmayı adayan kimsenin, başka bir ayda o orucu tutması caiz olmaz. Ancak bir özür sebebiyle caiz olur. Özürsüz başka bir ayda tutarsa, hem kazası, hem de keffaret yemini gerekir.

Mescidü'l-Haram'da namaz kılmayı adayan kimsenin herhalde orada kılması gerekir, imam Ebu Hanife'ye göre, bu gerekli değildir. Başka bir mescidde de kılabilir.

Hanbelilerin delili şu rivayettir: Hz, Ömer (r.a.) Resûlüllah'a (â.8.) şöyle sormuştur;                                                               

- Ya ResûlülJah/ Mescidü'l-Haram'da bir gece itikafta bulunmayı adadım?"

Efendimiz ona şöyle buyurmuştur:

- Nezrine vefa et, adadığını aynen yerine getir. [359]

d) Malikîlere göre, Mesci-i Nebevi'ye veya Mescid-i Aksa'ya yürüyerek gitmeyi adayan kimseye, oralara yürüyerek gitmek vacip olur. imam Şafii de aynı görüştedir. [360]

Bunun gibi Beytuîlah'a yaya olarak gitmeyi.adayan kimsenin yaya olarak gitmesi gerekir. [361]. Yürümekten aciz kaldığı takdirde bir binite binip gider, ancak bundan dolayı bir kan akıtması gerekir.

Mescid-i Nebevi'ye veya Mescid-i Aksa'ya yürüyerek gitmeyi ada­yan kimsenin yürüyerek gitmesi vacip değildir. Bir hayvana binip gid­er. Bunlardan başka bir mescide yürüyerek gitmeyi adayan kimse, bu adağını yerine getirmez. Bulunduğu yerde, gitmek istediği "mescidde kaç rek'at kılmaya niyet etmişse" o kadar rek'at namaz kılar. Hatta Ibn Kasım'a göre, namaz kılmak üzere değil sırf Mescid-i Nebeviyi veya Mescid-i Aksa'yı görmeyi adayan kimsenin bu adağım yerine getirmesi vacip olmaz. Ancak namaz kılmayı da adamışsa o takdirde bir hayvana binerek gider. [362]

imam 'Şafii'nin de görüşü buna yakın bir anlam ve hüküm taşımaktadır. [363]

islam'a girmeden önce ibadet anlamında bir adamada bulunan ve onu yerine getirmeden islam'a giren kimsenin bu adağına vefa göstermesi, yani yerine getirmesi gerekli midir? Hanefîler dışında kalan diğer mezhep imamlarının bu hususta bir görüş ve ictihadlarına rast­layamadım. [364]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

849 no'lu Ömer hadisinin senedindeki ricalin hepsi sahihtir. O bakımdan istidlale salih görülebilir. Ancak Hanefîler bu hadisle istidlal ve ihticacda bulunmamışlardır.

850 no'lu Kerdem'hadisinin Ibn Mace'deki tahrice göre ricalinin hepsi sahihtir. Ancak Abdullah b. Abdirrahman et-Taifi hakkında farklı görüş ve tesbitler bulunuyor: Yahya b. Main'e göre, bu zat salih bir kişidir. Ebu Hatim onun kavi olmadığını belirtmiştir. Et-Takrib'de ise, onun saduk olup bazan hata yaptığı kaydedilmiştir. [365]

O bakımdan müctehidlerin çoğu bu rivayetle ihticacda bulun­mamıştır. Aynı zamanda Cumhur da bu rivayetlerle istidlal etmemiştir. Ancak Şafii'nin ashabından bazısı 849 no'lu Ömer hadisiyle ihticacda 1 bulunmuşlar ve islam'a girmeden önce adamada bulunup ona vefa et­meden islam'a giren kimsenin adağını yerine getirmesi gerekir demişlerdir. [366]. O bakımdan ilim adamlarının önemli bir kısmı, Resûlüllah'm (a.s.) Ömer'e (r.a.) bu husustaki emri vücuba değil istih-baba delalet eder demişlerdir. [367]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Nezreden kişinin âkil, baliğ ve müslüman olması gerekir.

2- Çocuğun, delinin ve bir de müşrik ve kafirin yaptığı nezr (adama) geçersiz olup sahih değildir.

3- Kölenin, esirin yaptığı nezr geçerlidir.    .

4- Müşrik ve kafir kişi adamada bulunduktan ve onu. yerine henüz getirmeden İslama girecek olursa, artık o adağını yerine getirmesi vacip değildir.

5- Çocuk da henüz ergen olmadan adamada bulunur ve sonra er­gen olursa, o adağını yerine getirmesi gerekmez.

6- Belli, belirli bir yer anılarak nezir yapılırsa, Hanefilere göre, adağı o yere gidip yerine getirmeye gerek yoktur. Adayan kişi onu bu­lunduğu yerde de yerine getirebilir.

7- Başka bir beldede yaşayan fakirlere vermek üzere bir miktar mal ve para adayan kimsenin adadığı miktarı götürüp o beldede dağıtması vacip olur. Bu daha çok Şafîilerin görüş ve içtihadıdır.

8- Zaman ve mekan ile ilgili nezrlerde zaman ve mekana bağlı kal­mak şart değildir.

9- Küfür döneminde kafir bir kişinin yaptığı adak ilahi rıza ve hoşnutluğa yönelik değildir. İslam'a girince, bazı ilim adamlarına göre o adağını yerine getirmesi müstehabdır.

10- Beytül-haram'dan başka bir belde veya mabede gitmeyi aday­an kimse, bu adamasını aynen yerine getirmesi vacip değildir. Ancak îmam Ebu Hanife'ye göre bir yemin keffareti ödemesi gerekir.

11- Üç kutsal mescid dışında kalan herhangi bir mescide gitmeyi adayan kimsenin o mescide gitmesi gerekmez.

12- Belli bir ayda oruç tutmayı adayan kimsenin mutlaka o ayda oruç tutması gerekmez. Bu Hanefilerin ve Hanbelilerin görüş ve içti­hadıdır.

13- Mescidü'l-Haram'da namaz kılmayı adayan kimsenin herhalde oraya gidip namaz kılması gerekir. Bu daha çok Hanbelilerin görüş ve içtihadıdır. .

14- Mescid-i Nebevi'ye veyahut Mescid-i Aksa'ya yürüyerek git­meyi adayan kimsenin oraya yürüyerek gitmesi vacib olur. Bu daha çok Malikilerin görüş ve içtihadıdır.

15- Beytullah'a yaya olarak gideceğini adayan kimsenin yaya git­mesi gerekir. Yaya gitmekten aciz kaldığı takdirde hayvana biner ve bir kan akıtır. [368]

 

Malın Tamamını Sadaka Olarak Adamak

 

İslam hemen her konuda itidali tavsiye eder. ifrat ve tefritten uzak kalınmasını emredip hiçbir işte ve ibadette aşırı gitmeyi, harcama ve hayırda ölçüsüz hareket etmeyi kınar.

Bunun için Cenab-ı Hak, günde beş vakit namazı farz kılmış ve günlük çalışma düzenimizi bozmayacak, işleri aksatmayacak bir programa bağlamıştır. Yılda bir ay oruç tutmayı farz kılmış, bundan fazlasını nafile olarak belirlemiştir. Yılda bir defa nisabı bulan malın zekatını kırkta bir nisbetinde vermemizi emrederken bununla mali gücümüzü zaafa uğratmamayı, paranın da amaç ve gaye olmadığım, aynı zamanda sosyal dengeyi kurmakta herkese çeşitli anlamda ve ölçüde birtakım görevlerin düştüğünü planlamıştır.

O bakımdan bir kişinin gerek hayatta iken, gerekse Ölümden son­raki hayırla ilgili vasiyetinde malının tamamının hayra sarfedilmesine cevaz verilmemiş aile fertlerinin, hısım ve yakınların ve ölüm olayından sonra da geriye kalan varislerin durumu dikkate alınmış ve her hak sa­hibinin hakkının korunması prensibiyle hareket edilmesi emredil­miştir.

Bunun gibi kişinin hayatta iken malının tamamını tasadduk et­mek üzere adamasına cevaz verilmemiş ve bu gibi adamalarda ancak malının üçte biri tasadduk olarak dağıtılır prensibi konulmuştur. [369]

 

İlgili Hadisler

 

Ka'b b. Malik (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah (a.s.) Efendimize şöyle dediğini haber vermiştir:

-  Ya Resûllüllah! Şüphesiz benim (Allah'a) olan tevbem (adamam) cümlesinden olmak üzere*, malımı olduğu gibi çıkarıp Allah ve Resûlüllah için sadaka etmekliğimdir. (Bu hususta ne buyurursunuz?)

Efendimiz ona şöyle buyurmuştur:

- Malın bir kısmını nezdinde tut (tasadduk etme). Bu senin için hayırlı olur.

Ka'b devamla diyor ki:

-  Ya Resûlüllah! Hayber'de bana isabet eden payımı nezdimde tutuyorum. [370]

Diğer bir lafızla hadis şöyle nakledilmiştir:

- Ya Resûlallah! Şüphesiz benim Allah'a olan tevbem (adamam) cümlesinden olmak üzere malımın tamamını Allah ve O'nun Resulünün yolunda sadaka olarak çıkarmaklığımdır?

Resûlüllah (a.s,) ona şu cevabı verdi:

-  Hayır, öyle yapma...

- Yarısını sadaka olarak vereyim?

- Hayır...

- Üçte birini...

- Evet o olur.

- O halde ben Hayber'den bana isabet eden payımı nezdimde tutuyor (gerisini olduğu gibi sadaka olarak adıyorum)... [371]

Hüseyin b. Saib b. Ebi Lübabe (r.a.) dan yapılan rivayette, şöyle bilgi verilmiştir: Ebu Lübabe b. Abdi'I-Münzir'in (r.a.) Cenab-ı Hak tevbesini kabul buyurunca, o, Resûlüllah'a (a.s.) şöyle dedi; 'Ya Resûlüllah! Şüphesiz benim tevbemin gereği olarak kendi kav­mimin yurdundan hicret etmekliğim ve senin bulunduğun yerde eyleşmekliğimdir. Aynı zamanda malımı olduğu gibi Allah (c.c.) ve O'nun Resulü için sadaka olarak çıkarmakhğımdır." Bu­nun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona: "Senin üçte bir (sadaka olarak vermekliğin) sana yeter" diye buyurdu. [372]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Sadakanın hayırlısı geriye doygunluk bırakanıdır. Üst el alt elden hayırlıdır. Artık sen elin altındakilere (sadaka vermekle, onların ihtiyacını karşılamak­la) başla. Eşin (karın) "bana infakta bulun veyahut beni boşa" der. Kölelerin sana "bize nafaka ver, değilse bizi sat" derler. Çocukların da "bizi kime bırakıyorsun, kime ısmarlıyorsun?" derler. [373]

Selman b. Amir (r.a.) den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efen­dimizin şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Yoksula verilen sadaka, bir sadakadır. Aile halkına verilen sadaka, iki sadakadır: Sadaka ve sıla-i rahm." [374].

Hakim b. Hizam (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle haber vermiştir: "Bir adam, Resulü İlah (a.s.) Efendimiz'den sadakalar­dan hangisinin daha üstün olduğunu sordu. Efendimiz ona şu cevabı verdi: 'İçinde düşmanlık besleyen hısımlara verilenidir." [375]

Ebu Umame (r.a.) den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendi­miz'in şöyle buyurduğu belirtilmiştir: "Şüphesiz ki yakın hısımlara verilen sadakanın ecri (mükafat ve uhrevi karşılığı) iki kattır." [376]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri

 

a) Hanefilere göre, "malik olduğum şeyler sadakadır" diye adar­sa, malının bir kısmını kendi ihtiyaçları için alıkoyup gerisini sadaka olarak dağıtır. Zira hepsini olduğu gibi sadaka olarak dağıtırsa, kendisi ve aile efradı muhtaç duruma düşerler ve sadaka almak zorunda kalırlar. O bakımdan malının kendilerine yetecek kadarını tutar, gerisi­ni sadaka olarak harcar. Sonra elinde kalan mal ile kâr sağlarsa onu sadaka olarak dağıtır. [377]

b) Şafiîlere göre, malının tamamını sadaka olarak adayan kim­senin bu adaması yemin anlamında olursa, malını dağıtmaz, sadece bir yemin keffareti öder. Yok malım Allah yolunda, O'na itaat uğrunda adarsa, o takdirde tamamını tasadduk etmesi gerekir.

c) Ata'a göre, böyle adadığı takdirde, sadece bîr yemin keffareti yeterli olur. Hz. Aişe'nin (r.a.) da görüşü bu anlamdadır. Diğer ilim adamlarına göre, kendilerine yetecek kadarını alıkoyup gerisini tasad-duk ederler. Bir başkası da, "böylesi malının ancak üçte birini tasadduk eder" demiştir. [378]

d) Han beli ve Malikîlere göre, malının tamamını sadaka olmak üzere adayan kimsenin üçte birini tasadduk etmesi yeterli olur. imam Zühri de aynı görüştedir. [379]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

865 no'lu Ka'b badisini Buhari ve Müslim ittifakla tahric etmişlerdir. Hadis sahih olup istidlale salihtir. Nitekim Hanefîlerle Hanbeli ve Malikiler bu hadisle ihticacda bulunmuşlardır.

Diğer lafızla rivayet edilen 866 no'lu hadisi Ebu Davud tahric etmiştir. Ancak isnadında Muhammed b. Ishak bulunuyor ki, bu zat zayıflar arasında yer almıştır. O bakımdan hadis istidlal ve ihticaca pek salih görülmemiştir.

867 no'lu Ebu Lübabe hadisini Hafız îbn Hacer, el-Fetih'te naklet­miş ve kaynak olarak Müsned-i Ahmed'i ve Sünen-i Ebu Davud'u göstermiş, ancak bir görüş beyan etmemiştir. Ebu Davud ise îbn Ebi Üyeyne tarikiyle Zühri'den rivayet etmiş bulunuyor.

Ancak hadiste nezr kavramına yer verilmemiş, "tevbe" kavramı anılmıştır. Bundan Ebu Lübabe, tevbesinde samimiyetim bir defada malını sadaka olarak dağıtmakla kuvvetlendirmek istemiştir. Daha doğrusu tevbesinin kabul olunduğuna şükretmek üzere böyle bir arzu ve istek izhar etmiştir. Hatta Ibnü'I-Münir'e göre, Ebu Lübabe, malını - tasadduk etme hususunda bir bakıma istişarede bulunmuştur. îbn Hac­er, ise o, malını sadaka edip etmemek hususunda Rasulüllah'm (a.s.) emir ve tavsiyesini almayı düşünmüş ve bunu bir soru anlamında ifade etmiştir. Ancak istifham harfi hâzfedilmiştir.

Bununla beraber ilim adamlarının çoğuna göre, bu tarz bir ifade de bir bakıma adamadır ve o malının tamamını Allah için adayıp harca­mak istemiştir.

868 dipnotlu Ebu Hüreyre hadisini îbn Huzeyme kendi sahihinde

'rivayet etmiştir. Hadis sahih olup istidlale salih görülmüştür. Böylece, bir kişinin kendi aile efradım ve yakın hısımlarını aç ve perişan bırakıp malının tamamını tasadduk etmesi, bir hayır yoluna adaması doğru değildir.

869 dipnottu Selman hadisini Tirmizi hasenlemiş, Hakim, bunun isnadının sahih olduğunu belirtmiştir. Ev halkına, muhtaç hısımlara yardım etmek, onları doyurmakta iki sadaka sevabı vardır.

870 dipnotlu   Hakim  hadisini  Ahmed  ve   Taberani   tahric etmişlerdir. Ahmed'in isnadı hasen olarak tesbit edilmiştir, içinde kin ve düşmanlık besleyen hısımlara öncelik tanınıp sadaka ve yardımın önce onlara verilmesi tavsiye edilmektedir.

871 dipnottu Ebu Umame hadisini Taberani el-Kebir'de rivayet etmiştir. Yukarıdaki hadislerle birbirini kuvvetlendirmekte olup aile ef­radını ve hısımları desteklemenin sevabı ve yararı anlatılmaktadır. [380]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Malının tamamını sadaka olarak adayan kimse, onun tamamım dağıtmaz, kendisi ve aile efradı için yetecek kadarını alıkoyup gerisini sadaka olarak verir.

2- Elinde alıkoyduğu malı ticari alanda kullanıp kâr sağladıkça fazlasını yine tasadduk eder;

3- Malının tamamım sadaka olarak vermek isteyen kimsenin bu husustaki ifadesi yemin anlamında olursa, malının tamamını sadaka olarak dağıtmaz, sadece bir yemin keffareti öder. (Bu daha çok Şafii'nin içtihadıdır).

4- Malının tamamını Allah için, O'na itaat uğrunda adarsa, tam­amını tasadduk etmesi vacip olur. (Bu da Şafii'nin görüş ve içtihadıdır).

5- İlim adamlarından bazısına göre, sadece malının üçte birini ta­sadduk eder ve böylece nezri yerine gelmiş olur. Nitekim Ka'b hadisi buna delalet etmektedir.

6- Hanbeli ve Malikilere göre, malının tamamını sadaka olarak adayan kimse sadece onun üçte birini tasadduk eder. [381]

 

Adak, Yemin ve Benzeri Şeylerden Doleyı Keffaret Olarak Mü’min Bir Köle Azad Etmek

 

îslam dini, kitap ve sünnetiyle köleliği, cariyeliği kaldırmak için birtakım maddi ve manevi çereler getirmiş, insanların ancak Allah'a kul olacaklarım esas kabul ederek insanı insana köle ve uşak yapma zilletinden kurtarmanın yollarını belirlemiş ve bunun için uhrevi mükafatlar va'detmiştir.

îslam fıkhında "keffaretler" bölümü köle azad etmeyi şartlarına uygun ölçü ve anlamda- vacip kılmış ve böylece insana insanca davranmanın lüzumunu belirtmiştir.

İslam köleler ve cariyeler için, onların haklarını korumaktan yana özel statüler koymuş ve bunu işler duruma getirmiştir.

Dinimizin kölelik müessesesini bir çırpıda yasaklayıp ortadan kaldırması elbetteki mümkün değildi. Çünkü gayr-i müslimler bu müesseseyi çeşitli amaçlarla işler durumda tutmaktaydılar. Tek taraflı yasak hiçbir zaman olumlu sonuç vermezdi. Savaşlarda, baskın ve yağmalamalarda müşriklerin, gayr-i müslimlerin müslüman halktan

elde ettikleri esirleri köle ve cariye diye kullanmalarına ve bunları tica­ri amaçla alıp satmalarına karşılık onlardan elde edilen esirleri en azından bir mübadele düzeyinde değerlendirmek ve sonra da esirlere sıcak ve yakın ilgi göstermek suretiyle îslam'm yüceliğini anlatmak son derece lüzumlu idi. Aynı zamanda bir mübadele söz konusu ol­madığında, onları pedagojik bir uygulamayla yavaş yavaş hürriyetleri­ne kavuşturmak kalıcı bir prensip olarak devamlı göz önünde bulundu­ruluyordu.

Sonra da köle ve cariyelerden îslam'ı din olarak seçip kabul eden­ler "din kardeşliği" çatısı altına almıyor ve gereken bütün yardımlar yapılıyordu. [382]

 

İlgili Hadisler

 

Ubeydulldh b. Abdillah (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, en-sardan bir adamdan rivayetle şu bilgiyi vermiştir: Ensardan sözü edi­len adam, siyahi bir cariyeyi alıp Resûlüllah'a geldi ve şöyle dedi: 'Ta Resûlüllah! Doğrusu benim üzerimde mü'mine bir köleyi azad etmeklik bulunuyor. Eğer siz bu siyahi cariyeyi mü'mine olarak görüyorsanız onu azad etmek istiyorum." Bu­nun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz o cariyeye sordu:

- Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ediyor musun?

- Evet ediyorum, diye cevap verdi. Bu defa Resûlüllah (a.s.) ona:

- Benim Resûlüllah olduğuma şehadet ediyor musun? diye sordu. O da:

- Evet diye cevap verdi.

Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) şunu sordu:

- Ölümden sonra diriltilip kaldırılmaya inanıyor musun? O da:

- Evet inanıyorum, diye cevap verince, Resûlüllah (a.s.) o adama:

-  Bunu azad et" diye emretti. [383]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Bir adam, siyahi bir cariyeyle Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e gel­di ki o cariye Arap değildi. Adam: 'Ta Resûlüllah, şüphesiz üzerimde mü'mine bir köleyi azad etmekliğim bulunuyor" diye­rek Resûlüllah'tan (a.s.) o cariyenin bü vücuba yeterli olup ol­madığını sordu. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) o cariyeye: "Allah nerededir?" diye sordu. O da parmağıyla göğe doğru işaret etti. Resûlüllah (a.s.) ona: "Ben kimim?" diye sordu. O yine parmağıyla Resûlüllah'a (a.s.) ve göğe işaret etti, yani "sen Resûlüllah'sın" demek istedi. Resûlüllah (a.s.) o adama: "Bunu azad et" diye emretti. [384]

 

Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri

 

a) Hanefilere göre, İslam şeriatinde belirlenen beş tür keffaret bulunuyor: Yemin keffareti, hac menasikini yaparken henüz minaya gelmeden saçı tıraş etmekten dolayı gereken keffaret, hataen adam öldürme keffareti zihar keffareti ve ramazan orucunu bilerek kasden bozma keffareti... Bunların hepsi de vaciptir. Ancak dördü kitap ile, biri de sünnet ile sabit olmuştur. Kitap ile vücubu sabit olan dört keffaret şunlardır: Yemin, tıraş, adam öldürme ve zihar keffaretleri. Ramazan orucunu kasden bilerek bozma keffareti ise sünnet ile sabit olmuştur.

Bu keffaretlerden bir kısmı ta'yinen vaciptir, bir kısmı ise tahyi-ren vaciptir. Bir kısmı da bazı hallerde ta'yinen, bazı hallerde tahyiren vaciptir:

Adam öldürme, zihar ve orucu bozma keffareti ta'yinen vaciptir. Çünkü Kur'an'da: "Kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse, mü'min bir köle azad etmesi (hürriyetine kavuşturması) ve öldürülenin varislerine teslim edilecek bir diyet (kan pahası) ödemesi gere­kir" buyurulmaktadır. [385]

Hataen adam öldürmekten dolayı vacib olan keffaret, ayniyle zi­har ve iftar (orucu bozma) da da caridir.

İhramh iken henüz Mina'ya gelinip Cemre-i Akabe'ye taş atmadan Önce tıraş olmanın keffareti ise, Kur'an'da şöyle açıklanmaktadır: "Sizden hasta olan veya başında bir eziyet ve rahatsızlığı bulu­nan kimseye (kurban yerine varmadan tıraş olursa, bunun için) oruç veya sadaka veyahut kurbanlardan bir fidye vacip olur." [386]  

Tıraştan dolayı olan keffarette tahyir söz konusudur. Kişi bu du­rumda isterse oruç tutar, isterse sadaka verir, isterse bir kan akıtır.

Yemin keffaretine gelince, ya on fakir ve muhtacı yedirmek veya onları giydirmekte serbesttir. Ancak bunlardan hiçbirini yerine getire­mediği takdirde üç gün oruç tutması tayinen vaciptir.

Anlaşıldığı üzere ta'yinen vacib olan keffaret, adam Öldürme, zi­har ve iftar (oruç bozma) keffaretidir. Varsa mutlaka bir köle azad et­mek gerekir. Yoksa iki ay üstüste oruç tutulur. Ancak buna gücü yet­mediği takdirde altmış yoksulu doyurması gerekir. [387]

b) Şafiilere göre de, yemin keffaretinde köle azad etmekle, on miskim yedirmek veya giydirmek arasında yeminini bozan kimse ser­besttir. Yani bunlardan istediğini seçip yerine getirdiği takdirde keffareti ödemiş olur. Bu üçünden hiçbirini yerine getirmediği takdirde üç gün oruç tutması gerekir. [388]

c) Hanbelilere göre, yaptığı yemini bozan kimse üç şeyi yerine getirmede serbesttir:

a) On fakir ve yoksulu yedirmek,

b) Onları giydirmek,

c) Bir köle azad etmek. Bunlardan hiçbirini yerine .getirmediği takdirde üç gün oruç tutar.

Kendisine keffaret verilecek kimsede dört vasıf aranır:

1- Fakir ve yoksul olması,

2- Hür olması,

3- Müslüman olması,

4- Yemek yiyecek yaşa gelmiş bulunması.

O bakımdan fakir ve muhtaç olmayanlara yemin keffareti veril­mez. Aynı zamanda hür olmayıp kölelik kaydı altında bulunanlara da verilmez. Çünkü onlar her şeyleriyle efendilerine aittirler, imam Malik ile imam Şafii de aynı görüştedirler. Şerif Ebu Cafer ise, kendisiyle akd-i kitabet yaptığı kölesine sözü edilen keffareti verebilir, demiştir.

Gayr-i müslimlere de keffaret verilmez. Çünkü bu bütünüyle müslüman fakirleri korumaya yönelik bir vecibedir.

"Henüz süt emer durumda olup kendi kendine yemek yiyerek karnını doyuramayan küçük çocuklara da keffaret verilmez, imam Ma­lik de aynı görüş ve ictihaddadır. Hanefİlere ve Şafîilerden bir kısmına göre, yemek yiyecek durumda olmayan çocuğun velisine keffaret verilir, imam Ahmed'den de bu anlamda bir rivayet vardır. [389]

Görüldüğü üzere mezhep imamlarının hemen hepsi yemin keffare­ti konusunda görüş birliği halindedirler. Sadece süt emer çocuğa verilip verilmeyeceği ihtilaf konusu olmuştur, [390]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

875 no'lu Ubeydullah hadisini imam Ahmed kendi Müsnedinde tahric etmiştir. Ensar'dan olan sahabinin isminin anılmaması hadise bir zaaf getirmez. Usûlcular; rivayet zincirinde bu hoş görülür, demişlerdir.

Ricali ise hemen hemen hadiste imam sayılacak kimselerden oluşmaktadır. O bakımdan istidlale salih görülmüştür. Hadis yemin keffaretinden dolayı azad edilecek kölenin mü'min olmasının vücubuna delalet etmektedir. Tabii kati ve zihar keffaretlerinde de aynı vasıf söz konusudur. Burada imanın üç şartı üzerinde durulmuştur ki, bu üç şart imânın diğer şartlarını da kapsamaktadır: Allah'ın varlığına ve bir­liğine, Hz. Muhammed'in (a.s.) Allah'ın Resulü olduğuna ve öldükten sonra diriltilip kaldırılacağına, ikinci hayata geçileceğine iman etmek. Ancak Ebu Hüreyre hadisi, bu üç şarttan ikisine yer vermiş bulunuyor: Allah'a ve Hz. Muhammed'in (a.s.) risaletine iman... Zaten bu iki şehadet dinde yeterli sayılır. Diğer şartları red ve inkar etmediği tak­dirde kişinin bu iki şehadeti getirmesiyle İslam'a girdiği kabul edilir.

876 no'lu Ebu Hüreyre hadisini Ahmed ve Ebu Davud tahric etmişlerdir. Ancak Ebu Davud'un tahricinde: "Bir adam siyahi bir ca­riye ile Hz. Peygamber'e (a.s.) geldi..." şeklinde bir anlatıma yer veril­miş, "cariye" sıfatı zikredilmiştir.

Bu hadisi aynı zamanda Hakim, Müstedrek'te tahric etmiştir. An­cak anlatımdaki lafızlar arasında bazı farklar vardır.

Bu mealde bir hadisi yine Ebu Davud, Ahmed, Nesai ve Ibn Hib-ban tahric etmişlerdir. Taberani ise el-Evsat'ta nakletmiştir.

Kur'an'da köle veya cariye azad edilmesinden söz edilirken, "mü'min" veya "mü'mine" sıfatlan anılmamış, mutlak bir ifade kul­lanılmıştır. Hadisler oradaki mutlak ifadeyi mukayyed kılmakta ve azad edilecek kölenin mü'min olmasının gereğini açıklamaktadır. An­cak Kur'an'da hataen adam öldürme olayında köle azad edilmekten söz edilirken kölenin mü'min olması net olarak açıklanmıştır.

O sebeple Evzai, imam Malik, imara Şafii, Imain Ahmed ve Ishak burada mutlakı mukayyed üzerine hamletmişlerdir.

Küfe alimleri ise, kafir kölenin keffaret olarak azad edilmesi caiz­dir demişlerdir. Nitekim Hanefî fukahası da bu görüştedirler. [391]

Ancak birincilerin görüş ve içtihadında, kafir bir köleyi islam'a girmekte tahrik ve teşvik vardır. Bir an önce hürriyetine kavuşması için Islamiyeti kabul etmesi gerekmektedir. [392]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Yemin keffareti kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur.

2- Yemini bozan kimsenin Kur'an'da belirtildiği şekilde keffaret ödemesi vaciptir.

3- Yemin keffaretinde kişi şu üç şeyden birini vermekte serbest bırakılmıştır; On yoksulu yedirip doyurmak, on yoksulu giydirmek, bir köle azad etmek.

4- Bu üçünden hiç birini yapamayacak olursa, üç gün oruç tutması gerekir.

5- On yoksulu yedirip doyurma veya onları giydirmenin ölçü ve miktarı günün şartlarına, kişinin ekonomik gücüne göre düzenlenir.

6- Keffaret olarak azad edilecek kölenin mü'min olması gerekir. Bu Hanefîler dışında diğer mezhep imamlarının tesbit ve içtihadıdır.

7- Küfe alimlerine, daha çok rey tarafdarı alimlere göre, kölenin mü'min olması şart değildir. Gerektiğinde kafir bir köle de keffaret ola­rak azad edilebilir.

8- Hataen adam öldürmekten dolayı azad edilecek kölenin mutla­ka mü'min olması şarttır. Çünkü Kur'an'da bu açık şekilde belirtilmiş bulunuyor.

9- Zihar keffaretinde ise bu sıfat anılmamış tır. Mezhep imam­larının çoğu buradaki mutlakı mukayyed üzerine hamlederek, azad edilecek kölenin mü'min olmasının gereğini belirtmişlerdir.

10- Sorulanı anlayıp yabancı olduğu için soranın dilini bilmeyen kimse işaretle cevap verebilir ve işaretinden anlaşıldığı takdirde kabul edilir.

11- Nitekim Arap olmayan cariyenin, Hz. Peygamber'in (a.s.) sor­duklarını anladığı, ancak Arapça cevap verecek kadar bu dili bilmediği için parmak işaretiyle gereken cevabı verdiği ve Hz. Peygamber (a.s.) tarafından kabul edildiği açıklanmaktadır.

12- Yemin keffaretinde, varsa köle azad etmeye öncelik verilmesi tavsiye edilmiştir. Bununla beraber çok aç ve muhtaçlar varsa, yiyecek maddesi tercih edilebilir.

13- Keffaret   olarak   verilen   şeyler,   azad   edilen  köleler gerçekleştirilirken niyet etmek gerekir. [393]

 

Mescid-i Aksa’da Namaz Kılmayı Adayan Kimse

 

Bilindiği gibi bütün cami ve mescidler kutsal yerlerdir ve Allah'a ibadet için yapılmışlardır. Onları başka bir maksatla kullanmak doğru olmaz, kudsiyet ve amacını zedeler. Ancak başka bir beldedeki camiyi görmek ve orada ibadet etmek için yola çıkılmaz. Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz bu maksatla çıkılacak seferi yasaklamıştır. Ancak üç mescid bu genellemenin dışında tutulmuş ve o mescidlerde ibadet etmek için yola çıkmakta bir sakınca olmadığı belirtilmiştir: "Yolculuk için deve (ve benzeri vasıtalar) ancak şu üç mescide (gitmek üzere) hazırlanıp düzenlenir: Mescid-i Haram, Mescid-i Resûlüllah ve Mescid-i Aksa." [394]

Bundan önceki bölümlerde Mescidü'l-Haram'da namaz kılmayı adayan kimse hakkında bazı bilgiler vermiş bulunuyoruz. Konunun önemine binaen burada ayrı bir başlık altında daha geniş izahatta bu­lunmayı uygun gördük. [395]

 

İlgili Hadisler

 

Cabir'den (r.a.) yapılan rivayette adı geçen şu.bilgiyi vermiştir: "Mekke'nin fethinde bir adam Resûlüllah (a.s.) Eferidimiz'e gele­rek şöyle dedi: 'Ya Resûlüllah! Şüphesiz ben, eğer Allah sana Mekke'yi fethetmeyi müyesser kılarsa Beytül-Makdis'de namaz kılacağım adadım?" Resûlüllah (a.s.) ona: "Burada (mescidü'l-haram'da) namaz kıl" diye buyurdu. O yine aynı şeyi sordu, Resûlüllah (a.s.) ona: "Burada namaz kıl" diye emretti. Sonra yine sorunca, Efendimiz ona: "O takdirde durumunu sen belirle" diyerek bir bakıma onu uyardı. [396]

Aynı hadis şu lafızlarla da rivayet edilmiştir:

"Muhammed'i hak ile gönderen zata yemin ederim ki, eğer burada (Mescidül-Haram'da) namaz kılacak olursan, Beytül-Makdis'de kılacağın bütün namazları yerine getirmeni sağlamış olur."

İbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir: "Bir kadın hastalanıp ağrı ve sızıdan şikayetçi olmuştu. Bu yüzden "eğer Allah (c.c.) bana şifa verirse elbette bulunduğum yerden çıkıp Beytül-Makdis'de namaz kılacağım" diye adamıştı. Çok geçmeden o hastalıktan kurtuldu ve nevalesini hazırlayıp yola çıkmak istiyordu. Derken Hz. Meymune geldi ve ona selam verdi. Kadın da yaptığı nezrini ona anlattı. Bunun üzerine Hz. Meymune ona şöyle dedi: "Otur da şu yol için hazırladığın yiye­cekleri ye ve Resûlüllah'ın (a.s.) mescidinde namaz kıl. Çünkü gerçekten ben Resûlüllah'm (a.s.) şöyle buyurduğunu duydum:

"Bu mesidde kılınan bir namaz, başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha üstündür. Ancak Kabe Mescid'i müstesna." [397]

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir; "Benim şu mes­cidimde kılman bir namaz, Mescidül-Haram hariç diğer mescid­lerde kılman bin namazdan daha hayırlıdır." [398]

Ebu Davud ile Ahmed'in buna benzer bir hadisi Cabir (r.a.) den ri­vayet ettikleri tesbit edilmiştir ve bu rivayette şu fazlalık yer almıştır: "Mescidül-Haram'da kılman bir namaz, başka mescidde kılınacak yüz bin namazdan daha üstündür." [399]

Ahmed b. HanbeVin Abdullah b. Zübeyr (r,a.) den buna benzer bir rivayeti bulunuyor ve bu rivayette şu fazlalık yer almıştır: "Mescidül-Haram'da bir namaz, şu (benim) mescidinideki yüz namazdan daha üstündür." [400]

Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette, adı geçen, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu bildirmiştir: 'Yolculuk için de­veler (ve benzeri vasıtalar) ancak şu üç mescide (gitmek üzere) hazırlanıp düzenlenir: Mescidül-Haram, benim şu mescidim ve Mescid-i Aksa." [401]

Müslim'in rivayetinde ise hadiste şu lafız kullanılmıştır: "Ancak üç mescide yolculuk yapılabilir." [402]

 

Müctehidlerin Görüş ve İstidlalleri

 

a) Hanefilere göre, zaman ve mekanla kayıtlı kılınan nezr (adama) dan dolayı kişinin adadığı şeyi o yer veya zamanda yerine ge­tirmesi şart değildir. Mesela şu yerde veya şu mescidcie iki re'at namaz kılacağım veya şu yerde şu kadar sadaka dağıtacağım diye adayan kim­senin, namazı bulunduğu yerde kılar ve adadığı sadakayı bulunduğu yerdeki muhtaçlara verir. [403]

Yine Ebu Hanife'ye göre, belirli bir yerde namaz kılmayı adamak­la o yere gidip namaz kılmak gerekmez, isterse Mescidül-Haram'da kılmayı adasın, hüküm yine böyledir. Zira şeriatte aslı olmayan bir şeyi adamakla o şey gerekli olmaz. [404]

b) İmam Şafii'den rivayet edilen bir kavle, imam Malik'e ve imanı Evzai'ye göre,  Mescid-i Nebevi'ye veya  Mescid-i Aksa'ya yürüyerek gitmeyi adayan kimseye adadığı yere gitmesi gerekli olur. Yapılan diğer bir rivayette İmam Şafii son yıllarında bunun vaçib ve ge­rekli olmadığını belirtmiş ve Beytullah'a gitmeyi adadığı takdirde oraya gitmesi (hac ve umre için) vacip olur, Mescid-i Nebevi ile Mescid-i Aksa'ya gitmeyi adadığı takdirde ona vacip olmaz. Zira bu iki mescide gitmek nafile kapsamına girer.

c) Hanbelilere göre, hadiste isimleri belirtilen üç mescide git­meyi adayan kimsenin adadığı yere gitmesi vaciptir. Hanbeliler bu ko­nuda Hz. Ömer'in (r.a.) Mescidül-Haram'da itikafa girmeyi adadığını ve Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den sorunca da, Resûlüllah'ın (a.s.) ona: "Adağını yerine getir" buyurduğunu ve sonra da konumuzun başında naklettiğimiz hadisleri delil seçmişlerdir. [405]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

884 no'lu Cabir hadisini Ebu Davud ve Ahmed tahric etmişlerdir. Ayrıca Beyhaki rivayet etmiş ve Hakim sahihlemiştir. Aynı zamanda Allame İbn Dakiyk el-Iyd de bu rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir.

Hadis başka yerde bulunan bir mescidde namaz kılmayı adayan kimsenin o yere gitmesine gerek olmadığına, bulunduğu yerdeki mes­cidde kılmasıyla adağının yerine getirilmiş olacağına delalet etmekte­dir.

Cabir hadisini takip eden ashabdan bazısından yapılan rivayete gelince, Ebu Davud ile el-Münziri bu hadisi tahric edip hakkında bir görüş beyan etmemişlerdir. Ancak bu hadis birkaç tarikten rivayet edil­miştir ki, bazısının ricali sika (güvenilir) dir. Ashabın isimlerinin anılmaması ise hadisin sıhhatına pek zarar vermez. O bakımdan bu ha­disle de istidlalde bulunmakta bir sakınca görülmemiştir.

885  no'lu îbn Abbas hadisini Ahmed ile Ebu Davud tahric etmişlerdir. Mana ve hüküm bakımından Cabir hadisiyle birleşmekte ve biri diğerini kuvvetlendirmektedir.

Bu babda Ahmed b. Hanbel'in Ahmed b. Abdilmelik'ten yaptığı ri­vayette Cabir (r.a.) m şöyle haber verdiği bildirilmektedir: "Benim şu mescidimde kılınan' bir namaz, Mescidül-Haram dışında diğer mescid-lerde kılınan bin namazdan daha üstündür. Mescidül-Haram'da bir na­maz, ondan başka mescidlerdeki yüzbin namazdan daha üstündür."

Bu hadisin isnadı sahihtir. Ancak ravilerden Ata' üzerinde duran­lar olmuştur.

îbn Hıbban ile Beyhaki'nin Abdullah b. Zübeyr (r.a.) dan yaptıkları rivayette ise şöyle buyurulmuştur: "Benim bu mescidimde bir namaz, Mescidül-Haram dışındaki diğer mescidlerdeki bin namazdan daha üstündür. Mescidül-Haram'daki bir namaz, benim bu mescidimde-ki yüzbin namazdan daha üstündür."

İbn Adiy'den yapılan bir rivayette ise, bu konuda şöyle buyurul-muştur: "Mescidül-Haram'da bir namaz yüzbin namaza bedeldir. Benim mescidimde bir namaz ise bin namaza bedeldir. Beytül-Makdis'de bir namaz beşyüz namaza bedeldir?"

Ancak bunun isnadı zayıftır. [406]

Bu babda bir diğer hadisi Taberani el-Kebir'de merfuan şöyle ri­vayet etmiştir: "Mescidül-Haram'da bir namaz, yüzbin namaza bedel­dir. Benim mescidimde bir namaz, bin namaza bedeldir. Beytül-Makdis'de bir namaz, beşyüz namaza bedeldir."

Darekutni el-Ilel'de, Hakim'in de Müstedrek'te Ebu Zer (r.a.) den yaptıkları rivayette şöyle denilmektedir; "Benim bu mescidimde bir na­maz, Beytül-Makdis'de dört namazdan daha üstündür."

Ibn Mace'nin Meymune (r.a.) dan yaptığı rivayette ise şöyle belir­tilmiştir: "Beytül-Makdis'de namaz, başka yerdeki bin namaz gibidir."

Yine îbn Mace'nin Enes'den yaptığı rivayette bu konuda şöyle de­nildiği belirtilmiştir: "Mescid-i Aksa'da bir namaz, elli bin namaza be­deldir." Ancak bu hadisin isnadı zayıftır.

Ibn Abdüberr et-Temhid'de, Erkam'dan rivayetle şöyle haber ver­miştir: "Burada bir namaz oradaki bin namazdan hayırlıdır." Buradan maksat, Mescid-i Nebevi'dir, oradan maksat, Beytül-Makdis'dir.

îbn Abdiiberr bu hadisin sabit olduğunu kaydetmiştir.

886 no'lu Ebu Hüreyre hadisi sahih olup istidlale salihtir. Onu takip eden hadislerle de istidlal edinilebilir.

889 no'lu Ebu Hüreyre hadisini Buhari ve Müslim ittifakla tahric etmişlerdir. O bakımdan sahih olup istidlal ve ihticaca salih görülmüştür. Hadis, namaz ve ibadet için başka bir yerdeki cami ve mescide gitmek üzere yola çıkmanın mekruh olduğuna delalet etmekte; ancak Mescidül-Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa'ya gitmek üzere yola çıkmakta bir sakınca bulunmadığını ifade etmektedir. [407]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Zaman ve mekanla kayıtlı kılman nezr (adama) hususunda o kayda bağlı kalmak gerekli değildir.

2- Beytül-Haram'a gitmeyi adayan kimse, hac ve umre için gidip adağını yerine getirir. Mücerred görmek için adadığı takdirde gitmesi gerekli değildir. Bu daha çok Hanefi'lerin görüş ve içtihadıdır. [408]

 

Ölen Kimse Üzerinde Kalan Bütün Nezrleri Ödemek

 

Kişi hayatta iken bir takım adamalarda bulunur da onları yerine getirmez ve sonra da ölürse, varislerinin onun o adamalarını yerine ge­tirmeleri vacip olur mu? Bu konuda farklı birçok rivayetler bulunuyor. O bakımdan müctehidlerin de görüş, tesbit, istidlal ve yorumları farklı olmuştur. [409]

 

İlgili Hadisler

 

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi ver­miştir: "Sa'd b. Ubade (r.a.) Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den şöyle sordu:

- Ya Resulallah! Şüphesiz annem, üzerinde yerine getirme­diği adamalar bulunduğu halde vefa etti?

Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) ona şöyle buyurdu:

- Ondan yana sen o adamaları yerine getir. [410]

Buharı bu konuda şu rivayete de yer vermiş bulunuyor:

"İbn Ömer (r.a.) Küba mescidinde namaz kılmayı kendine adayan ve sonra o namazı gidip kılmadan vefat eden kadının kızına: "Annen yerine sen orada namaz kıl diye fetva verdi." [411]

îbn Abbas (r.a.) dan, üzerinde nezr (adak) bulunduğu halde Ölen bir adamdan soruldu, o da, "onun o (oruç) adamasına .karşılık (varisleri tarafından) oruç tutulur" diye cevap verdi. [412]

imâm Malik bu konuda şu bilgiyi vermiştir:

"Abdullah b. Ömer'in (r.a.) şöyle dediği, kendisine bir haber olarak ulaşmıştır: Hiçbir kimse diğer bir kimse yerine namaz kılamaz ve hiçbir kimse diğer bir kimse yerine oruç tutamaz." [413]

tbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayette, adı geçen şu bilgiyi ver­miştir: Bir adam geldi ve: 'Ya Resûlallah, doğrusu annem, üzerinde bir aylık oruç bulunduğu halde vefat etti. Onun yerine ben o orucu kaza edeyim mi?" Efendimiz (a.s.) ona: "Evet..." diye cevap verdi. [414]

Sa'd b. Ubade (r.aj den yapılan rivayette, adı geçen şöyle demiştir:

-  'Ta Resûlallah! Doğrusu annem vefat etti. Ondan yana köle azad edersem ona fayda verir mi?"

Efendimiz ona şu cevabı verdi:

- Evet, fayda verir. [415]

 

Hadislerin Işığında Müctehidlerin İstidlal ve Görüşleri

 

a) Hanefilere göre, ölen kimsenin, tekfin, teçhiz ve defin işinden sonra ilk Önce kullara olan .borçları ödenir. Terekesi buna yetmediği takdirde, varisler bu hususta zorlanamaz. Kendi mallarından isterlerse kalan borçları kapatırlar, isterlerse kapatmazlar. Ancak murislerini borçlu bir halde bırakmamaları tavsiye olunur.

Ölen kimsenin üzerinde ödenmedik kalan kefFaretlere gelince, bu hususta vasiyyeti varsa, terekesinin üçte birinden çıkartılıp keffaret ödenir. Ancak terekesinin üçte biri buna yetmediği takdirde, üçte birini aşan nisbet varislerin icazetine bağlıdır. İsterlerse kendilerine düşen paydan bir miktar ayırıp kalan kısmın ödenmesini tamamlarlar, ister­lerse kalan kısmı olduğu gibi bırakabilirler. [416]

Ölen kimsenin hayatta sıhhati yerindeyken tutmadığı oruçların fidyesi, vasiyet etmiş bulunuyorsa terekesinin üçte birinden çıkartılıp verilir. Vasiyyeti yoksa, varislerinin bu fidyeyi Ödemeleri vacip değildir. Aynı zamanda varisler ölen murisin kılmadığı namazları, tutmadığı oruçları namaz kılmak ve oruç tutmak suretiyle kaza da edemezler. [417]

b) Şafiilere göre, ölen kimsenin geriye bıraktığı maldan önce tekfin, teçhiz ve defin işleri yerine getirilir. Sonra Allah'a olan borçları öncelikle ödenip yerine getirilir. Mesela zekat, keffaret ve benzeri borçlar bu cümledendir. Sonra da ölenin vasiyyeti kalan malının üçte birinden çıkartılıp yerine getirilir. [418]

Üçte birini aşan vasiyyet, ancak varislerin icazetiyle yerine getiri­lir. [419]

c) Hanbelilere göre, kim hac veya oruç veya sadaka veya köle azad etme veya itikaf veya diğer ibadetler de bulunmayı adar da onu yerine getirmeden ölürse, onun velisi bu nezri yerine getirir, Ancak imam Ahmed'e göre, adadığı namazlar velisi tarafından yerine getiril­mez. Zira namazın hiçbir durumda bedeli yoktur. Diğer ameller ise var­is tarafından yerine getirilebilir. Bu onlar üzerine vacip değil, sadece müstehabdır. Küba mescidinde namaz kılmayı adayıp oraya gitmeden ölen kadının kızına annesinin yerine gidip orada namaz kılmasina ce­vaz verildiği; Abdulkerim b. Ebi Ümeyye'nin, Ibn Abbas (r.a.) dan, anasının üzerinde itikaf ve oruç adağı bulunduğunu ve bunları yerine getirmeden vefat ettiğini sorması üzerine, îbn Abbas'in (r.a) ona: "Annen yerine itikaf yap ve oruç tut" diye fetva verdiği birer delil olarak bulunuyor.

d) İmam Malik'e göre, bir kimse bir kimsenin yerine nezredilen amel ve ibadeti yerine getirmez, bir kimse bir kimsenin yerine namaz kılmaz ve oruç tutmaz ve diğer bedeni ibadetlerde böyledir.

îmam Şafii ise, ana veya babasına hac.farz olduğu halde onu ifa etmeden ölen kimse için varisi hac farizasını yerine getirir, borç kalan namazları yerine getiremez. [420]

 

Tahliller ve Rivayetler

 

894 no'lu İbn Abbas hadisini Ebu Davud ile Ahmed tahric etmişlerdir.  Bunun aslı Sa'd b.  Ubade kıssası olarak Buhari ve Müslim'de yer almıştır.

Buhari, Ibn Abbas ile îbn Ömer'in aynı fetvayı verdiklerini kay­detmiştir. Ancak imam Malik'in Muvatta'da belirttiğine göre, Ibn Ömer (r.a.) birinin başka bir kimsenin yerine namaz kılmasına, oruç tut­masına cevaz vermemiştir. Ne var ki, îbn Abbas'm (r.a.) verdiği fetva nezrle ilgilidir..tbn Ömer'in ortaya koyduğu hüküm ise mutlak anlam­dadır. O bakımdan nezr dışında olması kuvvetle muhtemel sayılmış ve üzerinde namaz ve oruç borcu bulunduğu halde ölen kimsenin yerine başka birinin o namazlarını kılması ve oruçlarını tutması sahih sayılmamıştır.

Nitekim 896 no'lu hadiste, Ibn Abbas (r.a) dan yine nezrle ilgili so­rulduğu ve onun da, ölen kimsenin yerine varisinin o nezri yerine getir­mesine cevaz verdiği belirtilmektedir.

Ibn Battal da, İmam-ı Malik'in görüşünde olup hiç kimsenin, sağ olsun, ölmüş olsun, hasta veya sağlıklı olsun diğer bir kimsenin yerine namaz kılamayacağım ve bu hususta icma' vaki olduğunu söylemiştir.

Ibn Hazm ise, varisin, ölen muris üzerinde kalan bütün nezirleri kaza edip yerine getirir demiştir.

Muvatta'da yapılan rivayete göre, Sa'd b. Ubade'nin (r.a) ölen anası için tasaddukta bulunmak üzere Resulüllah (a.s.) Efendimiz'den izin istediği ve kendisine izin verildiği belirtilmiştir.

Hanefî ve Mâliki fukahasına göre, ölen kimsenin nezr hususunda vasiyyeti varsa malının üçte birinden hesaplanarak yerine getirilir. [421]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1- Ölen kimsenin tekfin ve teçhizinden sonra ilk iş olarak kullara olan borçları ödenir.

2- Terekesi buna yetmediği takdirde, varisler kalan kısmı ödemekte.yükümlü tutulamazlar. Ancak arzu ettikleri takdirde kendi paylarına düşen maldan ödeyebilirler.

3- Allah'a olan borçlarına gelince, bu bütünüyle ölen kimsenin va­siyetine bağlıdır. Vasiyyet etmişse malının üçte birinden karşılanır. Va-siyyet etmemişse, karşılanmayıp olduğu gibi bırakılır. (Bu daha çok Hanefi'lerin görüş ve içtihadıdır).

4- imam Şafii'ye göre, tekfin ve defin işinden hemen sonra önce Allah'a olan borçları ödenir, sonrada kullara olan borçları ödenip haklar sahiplerine ulaştırılır.

5- Ölen kimsenin üzerinde birtakım keffaret borçları varsa, va­siyyet etmişse bunlar terekesinin üçte birinden karşılanır.

6- Terekesinin üçte biri kafi gelmezse, aşan kısmından varislerin icazeti şarttır.

7- Ölen kimsenin hayatta sıhhati yerindeyken tutmadığı oruçların fidyesi de böyle.. Vasiyyeti varsa, terekesinin üçte birinden yerine getir­ilir. Vasiyyeti yoksa yerine getirilmesi varislere gerekli değildir. (Bu da daha çok Hanefilerin görüş ve içtihadıdır).

8- Ölen kimse sağlığında hac ve oruç veya köle azad etme ve itikaf ve benzeri bir ibadeti adamışsa, varisleri onu yerine getirirler. Vasiyyet etmesi   şart   değildir.   Ancak  kılmadığı   namazları   onun   yerine kılamazlar. Belirtilen ibadetle ilgili adamaları yerine getirmek varisler üzerine vacib değildir. Sadece müstehabdır. (Bu Hanbelilerin görüş ve içtihadıdır).

9- İmam Şafii'ye göre, ana veya babası üzerinde bulunan hac fari­zasını varis yerine getirir. Kılmadıkları namazları kılamaz.

10- İmam. Malik'e göre, bir kimse bir kimsenin nezrlerini yerine getiremez. Onun yerine getirmediği bedeni ibadetleri kaza etmez. [422]

 

 

 

 

 



[1] Geniş bilgi için bkz: Ibn Nüceym/el-Eşbah ve'n-Nazair: 26, 27. Mısır

[2] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[3] Mâide Süresi: 1

[4] Mâide Sûresi: 96

[5] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[6] Buharî/i'tisam: 3. Müslim/fezâü: 132, 133. Ebû Dâvud/sünnet: 1. Ahmed: 1/176,179

[7] Müslim/hacc: 412, fezâij: 131. Nesâî/menasİk: 1. İbn Mâce/mukaddeme: 1. Ahmed: 2/247,257,313,428

[8] Tirmizî/libas: 6. İbn Mâce/et'ime: 60. Dâremî/mukaddeme: 39

[9] Tirmizî/hacc: 5, tefsir: 5,15. Dâremî/menâsik: 4

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[10] Kâsânî/Bedayi': 5/35-Beyrut: 1394

[11] Ebû Dâvud/taharet: 41. Tirmizi/taharet: 52. Nesâî/taharet: 46, sayd: 35. Ibn Mâce/taharet: 38, sayd: 18*Dâremî/vudu': 53, sayd: 6. Ahmed: 1/279, 2/237, 3/373, 5/365

[12] Kâsânî/Bedayi1:5/35

[13] İbn Mâce/sayd: 9, et'ime:31. Ebû Dâvud/et'ime: 34. Tabarânî/sıfatu'n-nebî: 30

[14] Kâsânî/Beclayi': 5/39, 40

[15] A'raf sûresi: 157

[16] Mâide sûresi: 4                          

[17] Ibn Kudama/el-Muğnî: 11/64. eş-Şerhü'l-Kebîr: 11/64, 65

[18] En'am Sûresi: 145

[19] İbn Kudama/el-Muğnî: 11/66

[20] Geniş bilgi için bkz: Ibn Kudama/el-Muğnı: 11/65-73. eş-Şerhü'l-Kebîr: 11/64-77

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[21] Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 8/121

[22] Zehebî/Mînazü'l-I'tidal: 2/258, 3643 no'lu Sayf

[23] Dâremî/mukaddeme: 39

[24] Ebû Dâvud/sünnet: 5. Ahmed: 4/131

[25] Ebû Dâvud/akdiye: 11. Tirmizî/ahkâm:3. Nesâî/kudat: 11, Dâremî/ mukaddeme: 20. Ahmed: 5/230, 236, 242

[26] Müslim/imân: 10,1'1. Buharî/ilim: 6. Nesâî/siyam: 1

[27] Buharî/ilim: 28, i'tisam: 3

[28] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[29] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[30] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[31] Müslim/sayd;24, 32. Ebû Dâvud/et'ime: 33. Nesâî/sayd: 31. Ahmed: 4/127, 192

[32] Nesâî/sayd: 29. Tirmizî/et'ime: 5

[33] Darekutnî/Neylü'l-Evtar: 8/125

[34] Buharî/zebayih: 27. Müslim/sayd: 38

[35] Buharî/zebayih: 26, mağâzî: 73. Müslim/eyman: 9. Dâremî/et'ime: 27. Ahmed: 4/394,397,401,406

[36] IbnKudama/el-Muğnî: 11/65

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[37] Neylü'l-Evtar: 8/126

[38] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 8/126

[39] Buharî/meğâzî: 35. Müslim/sayd: 9, et'ime: 6   

[40] Buharî/humus: 20, megâzî: 38. Müslim/sayd: 23, 25, 27, 30, 31, 37

[41] Buharî/zebayih: 28, humus: 20, mağâzı: 38

[42] Buharî/humus: 20, meğazi:38. Ahmed:2/21, 102, 4/48

[43] Buharî/marza: 16, meğâzî: 15. Ahmed: 1/153

[44] Buharî/zebâyih: 28, humus: 30, meğâzî: 38

[45] Tirmizî/sayd: 11, et'ime: 6. Taberânî/sayd: 13, 14

[46] Buharî/et'ime: 6. Müslim/sayd: 26, 28, 29. Ahmed: 4/354, 356, 5/367

[47] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[48] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[49] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[50] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[51] Buhari/Tıb: 11. Ebû Dâvud/sünnet:5, et'ime: 25, 32

[52] Buharî/zebayih: 27, 29, tıb: 57. Müslim/sayd: 11. Tirmizî/sayd: 9, et'ime: 6, 7 siyer: 11. Ahmed: 1/147

[53] Tirmizî/sayd: 11. Ebû Dâvud/et'ime: 25, 32. Nesâî/sayd: 60. İbn Mâce/zebayih: 14. Ahmed: 3/323, 356, 362, 4/89

[54] Tirmizî/sayd: 9. Ahmed: 4/117, 127, 3/323

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[55] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[57] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[58] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[59] Tirmizî/büyû': 49. Ebû Dâvud/büyû': 62, et'ime: 32

[60] Ebû Dâvud/et'İme: 29. Ahmed: 2/281

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[61] Şemsüdclin İbn Kudama/eş-Şerhü'l-Kebîr: 11/71, 72

[62] Şemsüddin İbn Kudama/eş-Şerhü'l-Kebîr: 11/76

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[63] Bilgi için bkz: Zehebî/Mîzanü'l-İtİdaf: 3/198-6114 no'lu Ömer

[64] Neylü'l-Evtar: 8/132

[65] Fethülallam li-Şerhi Bulûği'l-Meram: 2/282. Medine

[66] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[67] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[69] Buharî/zebayih: 33, et'ime: 10. Müslim/sayd: 44. Ebû Dâvud/et'ime: 27. Ta-berânî/isti'zan: 10

[70] Müslim/sayd: 39, 40. Tirmizî/et'ime: 3. Ebû Dâvud/et'ime: 27. Dâremî/sayd: 8. Nesâî/sayd: 26. Ahmed: 2/9, 10

[71] Buharî/ahad: 6. Müslim/sayd: 42, 47. İbn Mâce/sayd: 16. Nesâî/sayd:.26 Ah­med: 1/326                                                                                              

[72] Müslim/sayd: 49, 50. İbn Mâce/sayd: 16. Ahmed: 3/5, 342

[73] Müslim/sayd: 26. ibn Mâce/sayd: 16. Ahmed: 3/41

[74] Ahmed: 3/3,19, 62. İbn Mâce/sayd: 16

[75] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[76] Kâsânî/Bedayi': 5/36, 37. Beyrut: 1394

[77] el-Gamrâvî/es-Siracü'l-Vehhac: 565. Mısır: 1352-1933

[78] Bilgi için bkz: Şemsüddin İbn Kudama/eş-Şerhü'l-Kebîr: 11/82, 83

[79] Bilgi için bkz: Şemsüddin ibn Kudama/eş-Şerhü'i-Kebîr: 11/84, 85

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[80] Müsned-i Ahmed: 1/390-Neylül-Evtar: 8/136

[81] Müsned-i Ahmed: 1/413, 466

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[82] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[83] Hayat/Hayvanlar Ansiklopedisi; 192. İstanbul: 1966

[84] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[85] Tirmizî/hacc:28, et'ime:4

[86] Ebû Dâvud/et'ime: 31, menasik: 89. Dâremî/menâsİk: 90, Nesâî/menasik: 89, sayd: 28. İbn Mâce/sayd: 15. Ahmed: 3/297,318, 5/195

[87] Müslim/sayd: 7. Buharî/hibe: 5, zebayih: 10, 32. Tirmizî/et'irne: 2. Nesâî/sayd: 25. Ibn Mâce/sayd: 17

[88] Ebû Dâvud/et'ime: 26. Nesâî/sayd: 84. Ahmed: 1/31-2/336

[89] Müsned-i Ahmed: 3/471. ibn Mâce/zebayih: 5, sayd: 7

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[90] Şevkanî/Neylü'l-Evîar: 8/138

[91] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[92] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[93] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[94] Ebû Dâvud/et'ime:,24. Tirmizî/et'ime: 24. Nesâi/dahaya: 44. Darimî/edahî: 28. ibn Mâce/zebayıh: 11

[95] Ebû Dâvud/cihad: 48, etüme: 24, eşribe: 14

[96] Ebû Dâvud/cihad: 48, et'ime: 24, eşribe: 4. Tirmizî/efime: 24. Nesâî/dahaya: 43, 44. !bn Mâce/zebayih: 11-Taberânî/edahî: 28. Ahmed: 1/219

[97] Nesâî/dahaya: 43, 44. Ahmed: 1/219, 226, 241, 321, 339

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[98] Kâsânî/Bedayi': 5/39, 40. Beyrut: 1394

[99] ibn Kudama/el-Muğnî: 11/71, 72

[100] İbn Kudama/el-Muğnî: 11/72, 73                

[101] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[102] İbn DakiykeMyd/lhkâmü'l-Ahkam:4, 181-187. Beyrut

[103] Bilgi için bkz; Neylü'l-Evtar: 8/140

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[104] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[105] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[106] Buharî/sayd: 7. Müslim/hac; 67, 73, 79. Ebû Dâvud/menâsik: 39. Nesâî/hac: 82, 84, 86, 88. Taberânî/hac: 88. Ahmed: 2/8, 32, 37, 48, 50

[107] Müslim/selâm: 142, 144. Ahmed: 1/176, 6/421, 462

[108] Buharî/bed-i halk: 15, enbiya: 8. Müslim/selâm: 142, 144. Ebû Dâvud/edeb: 163. Nesâî/menasik: 115. ibn Mâce/sayd: 12

[109] Müslim/selâm: 146. Ebû Dâvud/edeb: 163. Tirmİzî/sayd: 14. İbh Mâce/sayd: 12 Ahmed: 1/420-2/355

[110] Ebû Dâvud/edeb: 164. İbn Mâce/sayd: 10. Dâremî/edahî: 26. Ahmed: 1/322, 347

[111] Nesâİ/sayd: 36. Ahmed: 3/453, 499. Dâremî/edâhî: 26

[112] Buharî/bed-i halk: 15. Ebû Dâvud/edeb: 163. Nesâî/hac: 84. Ahmed: 2/29, 49, 83,147,157

[113] Ebû Dâvud/edeb: 162. Tirmizi/sayd: 15. Ahmed: 3/27    

[114] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[115] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar. 8/142

[116] Nesâî/dahaya: 42, sayd:34. Dâremî/edâhî: 16. Ahmed: 2/166, 197

[117] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[118] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[119] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[120] Buharî/hars: 3, bed'i-halk: 17. Nesâî/sayd: 10, 12, 14. İbn Mâce/sayd: 2. Dâremî/sayd: 2. Taberânî/isti'zan: 12. Ahmed: 2/79, 267, 350, 5/56, 57

[121] Buharî/hars: 3, bed-i hak: 17. Dâremî/sayd: 2. Ahmed: 2/79

[122] Müslim. Nesâî. ibn Mâce. Tirmizİ. Neylü'İ-Evtar: 8/145

[123] Ebû Davud/edahî: 21. Müsüm/müsakat: 47, Tirmizî/sayd: 24. Nesâî/sayd: 47

[124] Müslim/müsakat: 45. Ahmed: 1/22

[125] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[126] Neylül-Evtar: 8/146

[127] Geniş bilgi için bkz: İbn Kudama/el-Muğnî: 1/45, 46

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[128] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[129] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[130] Buharî/zebayib: 4, 10, 14. Müslim/sayd: 1, 5. İbn Mâce: 3. Ahmed: 4/195

[131] Buharî/vudû': 33, büyü: 3, zebayih: 2, 9. Müslim/sayd: 1, 5. Ebû Dâvud/adâhi: 22. Nesâî/sayd:3, 5, 7, 20,21-, dahayâ: 19. Ahmed: 4/194, 195, 256

[132]  Müsned-i Ahmed: 4/194, 195,256. Ebû Dâvud/dahayâ: 22

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[133] Mecmeu'l-Enhür: 2/549,550. Baskı: 1301

[134] Bilgi çin bkz: MecmeıTİ-Enhür; 2/550, 551

[135] Bilgi çin bkz: Mecmeu'l-Enhür: 2/552-555-Baskı: 1301-Kâsânî/Bedayi': 5/58-60

[136] Geniş bilgi için bkz: el-Gamrâvî/eş-Siracü'l-Vehhac: 557. Mısır: 1352

[137] Şeyhülislâm Ebû Zekeriya el-Ensarî/Fethü'l-Vehhab: 2/186, 187. Mısır: 1947

[138] Mâide Sûresi: 2

[139] Mâide Sûresi: 4

[140] Mâide Sûresi: 96

[141] Şemsüddin İbn Kudama/eş-Şerhü'l-Kebîr: 11/3, 4

[142] İbn Kudama/el-Muğnî: 11/3, 11. Beyrut: 1403

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[143] Geniş bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 8/148, 149

[144] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[145] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[146] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[147] Müslim/edahî:43, 45. Nesâî/adahT: 34. Ahmed: 1/108, 217, 2/119

[148] Buharî/büyû': 5, zebayih: 21. İbn Mâce/zebayih: 40. Dâremî/zebayih: 14

[149] Buharî/zebayih: 18, 19. İbn Mâce/zebayih: 8. Dâremî/adahî: 11. Ahmed: 2/78

[150] Buharî/zebayih: 18, 24. İbn Mâce/zebayih: 5. Ahmed: 4/184

[151] İbn Mâce/zebayih: 5. Ahmed: 4/256

[152] Buharî/cihad: 191, zebayih: 15, 18, 23, 36, 37. Nesâî/adahî: 21, 26. İbn Mâce/ zebâyih: 5. Ahmed: 3/463, 464-4/140

[153] Ebû Dâvud/adahî: 12, Tirmizî/djyat: 14. Nesâî/dahaya: 22, 26, 27. İbn Mâce/ -zebayih: 3

[154] Müslim/sayd: 57. Ebû Dâvud/adahî: 11, Tirmizî/diyat: 14. Nesâî/dahaya: 22, 26. İbn Mâce/zebayih: 3

[155] Buharî/zebayih: 24. Ebû Dâvud/adahî: 15. Tirmizî/sayd-: 13. Nesâî/dahaya: 25. ibn Mâce/zebh: 9'

[156] Ebû Dâvud/adâhî: 16

[157] Buharî/zebayih: 24. Ebû Dâvud/adahî: 15. Nesâî/dahaya: 25. Dâremî/adahî: 12

[158] ) Buharî/cihad: 191, zebayih: 15, 18, 23. Müsltm/adâhi: 20, 22. Ebû Dâvud/adahî: 15. Tirmizî/sayd: 19. Nesâî/sayd: 17, dahaya: 26. İbn Mâce/zebayih: 9-Daremî/adahî: 15. Ah-med: 3/462, 464, 4/140, 142

[159] Mâide Sûresi: 2

[160] Mâide Sûresi: 5

[161] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[162] Mecmeu'l-Enhür: 2/488, 489

[163] En'âm Sûresi: 121

[164] Geniş bilgi için bkz: Mecmeu'l-Enhür: 2/490-493

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[165] Mecmeu'l-Enhür: 2/491 -493, Matbaa-i Amire: 1301

[166] el-Gamrâvi/es-Siracü"i-Vehhac Ala Metni'l-Minhac: 556-558

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[167] İbn Kudama/ei-Muğnî: 11/4248. Şemsüddin İbn Kudama/eş-Şerhü'l-Kebîr: 11/44-52

[168] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[169] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 8/158

[170] Neylü'l-Evtar: 8/157

[171] Zehebî/Mizanü'l-ltidal: 3/271 -6397 no'lu Amr

[172] Bilgi için bkz: Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 8/162

[173] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[174] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[175] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[176] Ebû Dâvud/adahi: 17. Tirmizî/sayd: 10. İbn Mâce/zebayih: 15. Dâremî/adahî: 17

[177] Ebû Dâvud/adahi: 17, Tirmizî/sayd: 10. ibn Mâce/Ahmed: 3/31, 39, 45, 53

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[178] Fetâvâ-yı Hindiyye: 5/287. el-Mektebetü'l-îslâmiye.

[179] Bilgi için bkz: Mecmeu'l-Enhür: 2/493

[180] îbn Kudama/el-Muğnî: 11/51-53

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[181] Bilgi için bkz: Sevka nî/N ey Iü'1-Evfar: 8/163

[182] Zehebî/Mizanü'l-İ'tidal: 4/215

[183] Neylül-Evtar: 8/163

[184] Şevkânî bunun zayıf olduğunu belirtmişse de Zehebî bu isim üzerinde durmamıştır

[185] Zehebî/Mizanü'l-ltidat: 4/214-8896 no'lu Musa

[186] Zehebî/Mizanü'l-hidal: 1/248-945 no'lu İsmail

[187] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[188] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[189] Zehebî/Mizanü'l-hidal: 2/355

[190] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[191] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[192] Ebû Dâvud/taharet: 41. Tirmizî/taharet: 52. Nesâî/taharet: 46, sayd: 35

[193] Mâide Sûresi: 96

[194] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[195] Buharî/zebayih: 13. Müslim/sayd; 52. Nesâî/sayd: 37. Dâremi/sayd: 5. Ahmed: 4/353, 357, 380

[196] Buharî/zebayih: 12. Müslim/sayd: 18. Tirmizî/kıyamet: 34. Nesâî/sayd: 35

[197] Buharî/enbiyâ: 1. İbn Mâce/sayd: 9, eî'ime: 31. Ebû Dâvud/et'İme: 34. Ahmed: 2/97

[198] Dârekutnî. Neylü'I-Evtar: 8/166

[199] Buharî/zebayih: 12

[200] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[201] İbn Kudama/el-Muğnî: 11/84

[202] Mecmeu'l-Enhür: 2/496

[203] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[204] İbn Kudama/el-Muğnî: 11/40

[205] Bilgi için bkz: es-Siracü'l-Vehhac: 565. Mısır: 1352

[206] Neylü'l-Evtar: 8/166

[207] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[208] Nahl Sûresi: 14 ve Fatır Sûresi: 12

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[209] Bakara Sûresi: 173

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[210] Müsned-i Ahmed: 5/218

[211] Müsned-i Ahmed. Neylü'l-Evtar: 8/170

[212] Ebû Dâvud/efime: 36. Müsned-i Ahmed: 5/104

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[213] Mecmeu'l-Enhür: 2/505

[214] el-Gamrâvî/es-Siracü'l-Vehhac: 567

[215] el-Gamrâvî/es-Sİracü'l-Vehhac: 567

[216] el-Gamrâvî/es-Siracü'l-Vehhac: 567

[217] İbn Kudama/el-Muğnî: 11/73-75

[218] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[219] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[220] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[221] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[222] Buharî/lukaîe: 8. Müslim/lukate: 13. İbn Mâce/îicarat: 68. Ebû Dâvud/cihad: 85. Tirmizhi/büyû': 59-Taberânî/isti'zan: 17. Ahmed: 2/6

[223] Müsned-iAhmed: 3/423-5/113

[224] Müsned-i Ahmed: 5/223

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[225] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[226] Zehebî/Mîzanü'l-ltidal: 1/428-1595 no'lu Hatim

[227] Nûr Sûresi: 61

[228] Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 8/172

[229] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[230] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[231] Maîde Sûresi: 1

[232] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[233] Tirrnizî/büyû:54

[234] EbûDâvud/lukate:10, hudud:40. Nesâî/kat'i-sârik: 12. Îbn Mâce/ticaret: 67 Müsned-i Ahmed: 2/180, 224

[235] Ebû Dâvud/cihad: 85. Tİrmizî/büyû': 59

[236] Ebû Dâvud/cihad: 85. !bn Mâce/ticaret: 67. Ahmed: 3/7. 21. 85-5/8

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[237] Geniş bilgi için bkz: İbn Kudam"a/el-Muğnî: 10/262, 263

[238] Şemsüddin İbn Kudama/eş-Şerhü'l-Kebîr: 10/261, 262

[239] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 8/175

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[240] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[241] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[242] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[243] Buhan/mezalİm: 18. Müslim/lukate: 17, Ebû Dâvud/et'ime: 5, edeb: 5. Ahmed: 4/149

[244] BuharT/edeb:31, 85, rikak:23. Müslim/lukate: 14, imân: 74, 75, 77. Ebû Dâvud/ et'ime: 5. Ahmed: 2/174

[245] Ebû Dâvud/et'ime: 5. İbn Mâce/ed»b: 5. Ahmed: 4/130, 133

[246] Müsned-i Ahmed: 2/380                    

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/                                    

[247] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 8/176

[248] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[249] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[250] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[251] Tevbe sûresi: 108

[252] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[253] Buharî/vudû1: 67. Nesâî/feri': 10. Ahmed: 2/233, zebâyih: 34

[254] Ebû Dâvud/et'ime: 47. Nesâî/ferİ': 10. DâremîA/udû': 60-et'ime: 41

[255] Ebû Dâvucl/et'ime: 17. Ahmed: 2/232, 265, 490, 6/329, 330, 335

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[256] Fetâvâ-yı Hindİyye: 1/42.'el-Mektebetü'!-islâmiye

[257] Bilgi için bkz: el-Gajnrâvî/es-Siracü'l-Vehhac: 24. Mısır: 1353-1933

[258] ibn Kudama/el-Muğnî: 11/86

[259] Bilgi için bkz: İbn Rüşd/Bidayetü'l-Müctehid: 2/127. Beyrut: 1398

[260] Fıkhu's-Sünne: 1/31

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[261] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 8/179

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[262] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[263] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[264] Ebû Dâvud/et'ime: 15. Tirmizî/et'ime: 47

[265] Müslim/eşribe: 104, 106. Ebû Dâvud/et'İme: 15. Tirmizî/et'ime: 9-Taberânî/ sıfatun-nebî: 6. Ahmed: 2/8, 33, 80, 106, 128, 135, 146

[266] Tİrdmizî/et'İme: 13. Ebû Dâvud/et'ime: 17. ibn Mâce/et'ime: 12. Dâremî/et'ime: 17. Ahmed: 1/270, 343-3/490

[267] Buharî/et'ime: 2. Müslim/eşribe: : 108. İbn Mâce/et'ime: 4, 26

[268] Buharî/et'İme: 13. Ebû Dâvud/et'İme: 16. Tirmizhi/et'ime: 28-İbn Mâce/et'ime: 6. Dâremî/et'ime: 31. Ahmed: 4/308, 309

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[269] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[270] Müslim/eşribe: 103

[271] Sahîh-i Müslim/adâbu't-taâm: 102

[272] Ebû Dâvud/et'ime: 17. İbn Mâce/et'ime: 6. Dâremî/rikak: 78. Ahmed: 2/522, 5/ 68, 401

[273] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 8/182

[274] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[275] Geniş bilgi için bkz: M. Larouss e/kaşık maddesi

[276] Gazâlî/İhyau Ulûmİ'd-Dîn: 2/5. Kahire: 1378-1967

[277] İhyâu Ulûmi'd-Dîn: 2/5

[278] İhyâu Ulûmi'd-Dîn: 2/5. Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 8/182, 183

[279] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[280] Müslİm/eşribe: 136. Ebû Dâvud/et'ime: 49. Tirmİzî/et'ime: 11. Ahmed: 3/290, 454

[281] Müslim/eşribe: 136. Ebû Dâvud/et'ime: 49, 50. Dârernî/vudû': 110

[282] Ebû Dâvud/taharet: 74. Ahmed: 4/252

[283] Müslim/eşribe: 169. Ahmed: 3/379

[284] Buharî/savm: 51, edeb: 86. İbn Mâce/ahkâm: 14. Ahmed: 3/108, 4/111, 5/220

[285] Müslim/eşribe: 138, 139. Ebû Dâvud/et'ime: 49 Tirmizî/et'ime: 10, 11. Dâremî/ et'ime: 5, 6, 51

[286] Müslim/eşribe: 133

[287] Tirmizî/et'ime: 11. İbn Mâce/et'ime: 10. Dâremî/et'ime: 7. Ahmed: 5/76

[288] Buharî/et'ime: 53'. ibn Mâce/et'ime: 15

[289] Ebû Dâvud/et'ime: 53. Tİrrhizî/et'ime: 48. ibn Mace/et'ime: 22. Dâremî/et'İme: 28

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[290] Geniş bilgi için bkz: İhyau Ulûmİ'd-Dîn: 2/6, 7, 8. Kahire 1387-1967

[291] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[292] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[293] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[294] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[295] Buharî/et'ime: 54. Ebû Dâvud/et'ime: 52. Tirmizî/duâ: 55

[296] Müsned-i Ahmed: 5/252, 256

[297] Tirmizî/daâvad: 55. Ebû Dâvud/et'ime: 52, libas: 1. Ibn Mâce/zühd: 10. Dâremi/et'ime: 3

[298] Ebû Dâvud/edeb: 98. Tirmizî/daâvad: 55. !bn Mâce/et'ime: 16. Ahmed: 2/117, 439

[299] Tirmizî/daâvat: 54. Ibn Mâce/et'ime: 35. Ahmed: 1/223, 284, 6/143, 208

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[300] Gazâlî/ihyau Ulûmi'd-Dîn: 2/6-Kahire: 1387-1967

[301] el-Munteka'l-Muhtar Min Kitabi'l-Ezkâr: 220, 221 –Dimeşk

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[302] Bilgi İçin bkz: Zehebî/Mîzanü'l-ltidal: 3/127, 5844 no'lu Ali

[303] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[304] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[305] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[306] Buharî/eşribe: 1. Müslim/eşribe: 77, 78. TirmİzT/eşrib*3:2 Dâremî/eşribe: 2. Ta-berânî/eşribe: 11. Ahmed: 2/19, 22, 128, 5/98, 106

[307] İbn Mâce/eşribe:3

[308] Sahîh-i Müslim/Neylü'l-Evtar: 8/191

[309] Müslim/müsakat: 68, büyü': 90. Ahmed: 4/227. Taberânî/eşribe: 12

[310] Müslim/müsakat: 68, 69. Dâremİ/büy'ü: 35, eşribe: 9. Tirmizî/eşribe: 12. Nesâî/ büyü': 90. Ahmed: 1/230, 244

[311] Kâsânî/Bedayi: 5/112, 113. Beyrut: 1394-1974

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[312] Kâsânî/Bedayi:5/112, 113. Beyrut: 1394-1974

[313] el-Gamrâvî/es-Sİracii'l-Vehhac Alâ Metni'l-Minhac: 534, 535. Mısır: 1352-1933

[314] Abdurrahman el-Cezîrî/el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/8. Mısır,

[315] Abdurrahman el-Cezîrî/el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 2/7

[316] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[317] Bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 8/192. Mîzanü'l-i'tidal: 3/569, 7619 no'lu Muhammed

[318] Şevkanî/Neylü'l-Evtar: 8/194

[319] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[320] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[321] Bilgi için bkz: Kasani/Bedayi': 5/90, 91

[322] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 583. Mısır: 1352

[323] Siracü'l-Vehhac: 583. Mısır: 1352

[324] Geniş bilgi için bkz: İbn Kudama/el-Muğni: 11/334-337. Beyrut: 1403

[325] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[326] Neylü'l-Evtar: 8/274

[327] Zehebi/Mizanü'l-İtidal: 2/196, 3427 no'lu Süleyman. Neylü'l-Evtar: 8/274

[328] Zehebi/Mizanü'l-I'tidal: 3/547, 7530 no'lu Muhammed

[329] Neylü'l-Evtar: 8/275

[330] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[331] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[332] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[333] Tirmizi/nÜ2ur:4, eyman:41. İbn Mace/keffaret:

[334] Ebu Davud/eyman: 25. ibn Mace/keffaret: 17

[335] Müslim/nezr: 9. Tirmizi/nüzur: 10. Nesai/eyman: 42. Ebu Davud/eyman: 19

[336] Buhari/eyman: 30. Müslim/nezr: 9, 10

[337] Buharî. Müslim/menasik: 7. Tirmizi/nüzur: 10, 17. Buhari/eyman: 30. Nesai/ nüzur: 11. Ebu Davud/eyman: 19. Daremi/savm:49

[338] Ebu Davud/eyman: 19. Ahmed: 1/239, 253

[339] Müsned-i Ahmed: 1/310,311,345-4/143, 145, 151,201

[340] Ebu Davud/eyman: 18, 19

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[341] Kasani/Bedayi'us-Sanayi': 5/92, 93. Beyrut: 1394

[342] es-Siracü'l-Vehhac: 583 - 585. Mısır: 1352

[343] Ibn Kudama/el-Muğni: 11/334. Beyrut: 1403

[344] İbn Kudama/el-Muğni: 11/335. Beyrut: 1403

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[345] Fethülallam li-Şerhi Büluğİ.'l-Mer.am:"2/310, Medine.

[346] Fethülallam li-Şerhi Büluği'l-Merajn: 2/311, Medine

[347] Şevkani/Neylü'l-Evtar: 8/278

[348] Fazla bilgi için bkz: Neylü'l-Evtar: 8/279

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[349] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[350] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[351] Buhari/itikaf: 16. Ahmed:2/10, 25. İbn Mace. Neylü'l-Evtar: 8/280

[352] Müsned-i Ahmed: 4/419

[353] Ibn Mace/keffaret: 18. Ahmed: 1/90, 4/64, 5/376, 6/366

[354] Ebu Davud/eyman: 22

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[355] Kasani/Bedayi1: 5/81, 82. Beyrut: 1394

[356] Kasani/Bedayi'; 5/93 Beyrut: 1394

[357] Geniş bilgi için bkz: Kasani/Bedayi': 5/93. Beyrut: 1394

[358] İbn Kudama/el-Muğni: 11/349, 350

[359] Şemsüddin İbn Kudama/eş-Şerhü'l-Kebir: 11/349. İbn Kudama/el-Muğni: 11/350

[360] İbn Rüşd/Bidayetü'l-Müctehid: 1/426. Beyrut: 1398

[361] Sahnun/el-Müdewenetü'l-Kübra: 2/79

[362] Sahnun/el-Müdevvânetü'i-Kübra: 2/86

[363] Geniş bilgi için bkz: el-Ümm: 2/257. Mısır: 1381-1961

[364] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[365] Neylü'l-Evtar: 8/280

[366] Neylü'l-Evtar: 8/281

[367] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[368] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[369] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[370] Ebu Davud/eyman: 23. Nesai/eyman: 37

[371] Ebu Davucl/22, 23, 24. Nesai/vasaya: 3

[372] Daremi/zekat: 25. Müsned-i Ahmed. Neylü'l-Evtar: 8/282

[373] Sahih-i İbn Huzayme. et-Terğib vet-Terhib: 2/145. Mısır: 1352 -1933

[374] Nesai. Tirmizi. İbn Huzayme. İbn Hİbban. Hakim, et-Terğib: 2/160

[375] Müsned-i Ahmed. Taberani. et-Terğib: 2/160

[376] Taberani/el-Kebir, et-Terğib : 2/160. Mısır: 1352-1933

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[377] Kasani/Bedayi1: 5/86. Beyrut:. 1394

[378] Şafii/el-Ümm: 2/254. Mısır: 1381-1961

[379] Ibn Kudama/el-Muğni: 11/339. Beyrut: 1403

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[380] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[381] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[382] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[383] Müsned-i Ahmed: 5/159

[384] Müsned-i Ahmed. Daremi/nüzur: 1. Neylü'l-Evtar: 8/282

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[385] Nisa Suresi: 92

[386] Bakara Suresi: 96

[387] Geniş bilgi için bkz: Kasani/Bedayi': 5/96, 97

[388] Ebu Zekeriya Yahya Nevevi/Minhacü't-Talibin ve.Umdetü'l-Müftin: 133. Mısır. Şeyhülislam Zekeriye Ensari/Menhec: 127. Mısır

[389] Ibn Kudama/el-Muğnİ: 11/250-252. Beyrut: 1403

[390] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[391] Bilgi için bkz: Kasani/Bedayi': 5/99. Neylü'l-Evtar: 8/285

[392] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[393] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[394] Buhari/mescid-i mekke: 1, 6, savm: 67, sayd: 26. Müslim/hac: 415, 511. Ebu Davud/menasik: 94. Tirmizi/salat: 126. Nesai/mesacid: 10. Daremi/salat: 132. Ahmed: 2/ 234,238,501,3/7,34,51,53

[395] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[396] Ebu Davud/eyman: 20. Ahmed: 3/363, 5/373. Daremi/nüzur: 4

[397] Sahih-i Müslim. Müsned-i Ahmed: 6/333

[398] Buhari/mescid: 1. Müslim/hac: 505, 510. Tirmizİ/mevakit: 125. İbn Mace/ikamet: 195  198

[399] Ebu Davud. Müsned-i Ahmed. Neylü'l-Evtar: 8/284

[400] Müsned-i Ahmed: 4/5

[401] Tirmizİ/salat: 126. Buhari/mescid-l mekke: 1, 6. Müslim/hac: 415, 511

[402] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[403] Kasani/Bedayı: 5/93. Beyrut: 1394

[404] İbn K.udama/ei-Muğni: 11/348-350

[405] Geniş bilgi için bkz: İbn Kudama/el-Muğni: 11/350,351. Beyrut: 1403

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[406] Neylü'l-Evtar: 8/285

[407] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[408] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[409] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[410] Ebu Davud/eyman: 24. Nesai/eyman: 35. Taberani/nüzur: 1. Ahmed: 6/7

[411] Buhari/vasaya: 6, 7

[412] İbn Ebi Şeybe, sened-i sahihle. Neylü'l-Evtar: 8/287

[413] Tenvirü'l-HavalikŞerhün Ala Muvatta-i Malik: 1/282

[414] Müslim el-Batim: Said b. Cübeyr tarikiyle Jbn Abbas (r.a.) dan

[415] Şemsüddin İbn Kudama/eş-Şerhü'l-Kebir: 11/369. Neylü'l-Evtar: 8/287

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[416] Mecmeu'l-Enhür: 2/716 Maarif Nezaretinin ruhsaîiyle/istanbul: 1301

[417] Mecmeu'l-Enhür: 1/242 Maarif Nezaretinin ruhsatiyle/İstanbul: 1301

[418] el-Gamravi/es-Siracü'l-Vehhac: 319, 320. Mısır: 1352

[419] Şafü/el-Ürnm: 4/105. Mısır: 1381-1961

[420] İbn Kudama/el-Muğni: 11/369, 370. Beyrut: 1403

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[421] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/

[422] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 6/