«Cemaat Namazı
Ve İmamlık Babı»
«Yâni Giymesi Helâl Ve Haram Olan Elbise Babı»
«Nafile Oruç Bâb'ı Ve Yasak Oruçlar»
«İtikaf Ve Kıyam-ı Ramazan Babı»
«Haccın Sıfatı Babı Ve Mekke'ye Giriş»
«Hacc'ın Kazası Ve İhsar Babı»
Tetavvu' namazından murad
: Nafile denilen nan. Nafile lügatta ziyade demektir. Şerîatte ise, farz, vacib
ve olmayan bir şeyi yapmaktır. Sünnet
ile. nafile arasında umum ve husus-u mutlak vardır. Heı* sünnet nafiledir.
Fakat her nafile sünnet değildir.
Şürünbülâlî' (—1069)
Dürer haşiyesinde şöyle diyor : utmam Ebu Zeyd dedi ki: Nafile ibadet farzlarda
yapılan noksanlığı tamamlamak için meşru' olmuştur. Zira kul, derecesi ne
kadar yükselirse yükselsin, hata ve taksirden hâli değildir. Hatta bir kimse
farzı hiç kusursuz kilabilse, sünnetleri terk ettiği için muahaze olunmaz.»
Kıyamet gününde
ameller tartılırken, yapılan farz ameller mî-zânı doldurmazsa, onlardan kalan
açığın nafilelerle doldurulacağı hadîs-i Şerifle beyan olunmuştur. Bu
sebeple" bütün ibadetlerin nafilesi vardır. Bunlar hep arzettif imiz
maksada mebnî, meşru olmuşlardır. Binâenaleyh farz ibâdetleri yapanlar
bunlardan da asla gaflet etmemelidirler. Son zamanlarda birçok kimselerin
sünnet namazları terk etmek istediklerine bizzat şâhid olmaktayım. Bu zevat sünnetleri
bırakıp, onların yerine kaza namazı kılmayı bahane ediyorlar. Bizce buna asla
lüzum yoktur. Çünkü namazı kaza etmekle vâkıâ Allah'a olan borç ödenecektir.
Fakat bu sefer sünnetleri terk etmekle Resûlüilah'a karsı yeni borç kapısı
açılacaktır.
Malûmdur ki, Teâîâ
Hazretleri kendi rızasını Rcsûl-ü Zişan'ımn rızasına talik etmiştir. Hal böyle
olunca bize düşen hem kaza namazlarını hem de vakit sünnetlerini kılarak iki
tarafı da razı etmeye çalışmaktır.
Bir takımları da
nafile Hacca çatıyorlar. Bir adam bir defa hac edip borcunu ödedi mi artık
hacca gitmemeli, oraya sarf edeceği parayı memleketin, milletin yararına
harcamah imiş. Bizce bu da sakat bir düşüncedir. Çünkü her şeyden evvel bu
fikre zâhip olanlar bu noktada dini yıkmak isteyen din düşmanları iie farkına
varmadan birleşmiş oluyorlar. Yâni nafile hac için dinimizin düşmanı ne
düşünüyor ve söylüyorsa; dostu da aynı şeyi söylüyor demektir. Bu ise dînini
seven bir müsîümana asla yakışmaz.
Saniyen: îş bu
dereceye" düşecek olsa, Şârî hazretleri ya bu nafile haccı hiç meşru
kılmaz, yahut meşru kılsa bile onu ^on derece sıkı kayd ve şartlara bağlardı.
Böyle bir şey bilmiyoruz. Bilâkis bütün eimme-İ kiram defalarca nâfiîe
haccetmişler, bizlere de teşvikte bulunmuşlardır.
Sâlisen : Öyle bir
zamandayız ki birçok müslümanlar maalesef farz ibadetleri bile bırakmanın
çâresini aramaktadırlar. Binaenaleyh böyle bir zamanda biz onların kulaklarını
«ibâdetlerinizi yapın» sesleriyle doldurmak mecburiyetindeyiz. Tâki bunları
yapmaktan başka çâre bulunmadığına inanarak ibadete yatışsınlar. Bilâkis
kulaklarını şunu yapmayın, bunu bırakın sedalarıyla okşarsak; beklediklerimiz
de geliyor; diye sevinirler ve daha ziyade gevşerler. Fakirler, muhtaçlar
vesaire yararına yapılacak hayır işlerine gelince: Bunları mutlaka ibâdetlerden
kesmek lazımsa, buna münasip olan ibâdet zekâttır, sadakadır, öşürdür. Bize
öyle gelir ki zengin müslümanlar zekâtlarını tam verseler zekât .alacak ehü
bulmakta hayli güçlük çekerler. Bizce menedilecek yol hac yolu değil,
Avrupa'ya, Amerika'ya daha bilmem nereye götüren sefahat yoludur.
Elhâsıl : Müslüman
olan hangi ibadetten kıssam diye düşünmeye cefc, hangisini daha fazla yapsam
diye çabahyacaktır.
Bazı fıkıh
kitabİarımızda nafilelerin hîkmet-i meşruîyyeti beyan. edilirken, «Şeytanın
tamamı kesmek için meşru olmuştur.» tâbiri de kullanılmıştır. Çünkü şeytan daha
ziyade mutî kullara musallat olur ve onlara vesvese vererek farz ibadetleri
yaptırmamaya çalışır. Bu çabalama karşısında farzdan önce ve sonra, farz
olmayan ibadeti bile yapmak elbette onu gayzından çatlatır.[1]
383/279-
Rebiatü'bnü
Kâ'b - Eslemî Radiyallahu anhden rivayet- edilmiştir. Demiştir ki: Resûlullah
{S.A.V.) bana :
— İste, dedi.
— Ben de senden
cennette refakatini dilerim dedim.
— Bundan başka (bir
istediğin) var mı? dedi.
— Dileğim bundan
İbaret, dedim.
— O halde nefsinin
muradı için çok nafile kılmakla bana
yardım et; buyurdular.[2]
Bu hadîsi, Müslim rivayet
etmiştir.
Musannif merhum sücûd
kelimesini nafile namaz manasına almış ve hadîs-i Şerifi nafileye delîl
getirmiştir. Secdeyi kendi mânasına kullanmaktan Musannifi men'eden karîne-i
mâniâ, yalnız başına secde etmenin matlûp bir şey olmamasıdır. Zîra Resûlüllah
(S.A.V.) namazsız secde etmezdi. Sücûd kelimesi farz namaz manasına da
gelebilirse de fara namazlar her müslümamn borcu olduğundan burada nafile namaz
mânasına alınmıştır. Zîra Resûlüllah (S.A.V.) Hz. Rebîa'yı umduğuna nail
kılacak husûsi bir şeye "îrşad etmek istemişti.
Hadîsteki kelimesi iki
türlü okunmuştur. Birincisine göre; hemze ile in ikisi de üstündür. Yani hemze
istifham için, da âtıfadır. Bu takdirde mâna şöyle olur.
«Cennetde benimle
beraber olmayı istemek pek büyük bir şeydir. Buna nail olmak güçtür. Olur ki
sana verilmez. Binâenaleyh bununla birlikte başka bir şey de iste;
İkinci kırâatde
kelime; şeklinde okunmuştur. «Yahut» demektir. Bu takdirde mâna :
«Benimle beraber
olmayı bırak da başka bir şey iste. Çünkü o pek güç bir şeydir demek olur.»
Hadîs-i Şerîfte Hz.
Rebîa'nin îman-ı kâmil sahibi, mertebelerin ve isteklerin en büyüğünü gözüne
kestirecek kadar âli himmet dünyaya ve dünya şehvetlerine metelik vermeyen bir
zâhid olduğuna delâlet vardır. Böyle zât hakkında ise, amellerin en makbulü
namaz olacağı için Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) muradına ermesinin ancak çok namaz
kılmakla mümkün olacağını bildirmiştir.
Ebu Bekr-i Beyhakî
(384 - 458) münâcâtmda şöyle diyor: «Nefsimin; Rabbisi kendisini
yaratalıdanberi ömrü secdede geçse, yine azdır.»[3]
374/280-
İbni
Ömer Radiyaüahü anhümadan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber
Sallaliahü Aleyhi ve Sellem'den on rek'at (namaz) belledim. İki rek'at öğleden
evvel, iki rek'at da öğleden sonra, İki rek'at akşam namazından sonra evinde,
iki rek'at yatsıdan sonra evinde, iki rek'at da sabah namazından
evvel..>>[4]
Mü tef ek un aleyhdir.
Buharı ile Müslim'in
bir rivayetinde : «İki rek'at da Cum'adan sonra evinde»,
Müslim'in rivayetinde:
«Fecir doğduktan sonra hafif iki rek'attan başka namaz kılmazdı.»
denilmektedir.
Akşam, yatsı, ve
cum'amn sünnetlerini (evde) diye kayıtladığına göre, diğerlerini mescidde
kıldığı anlaşılıyor. Hazretİ Peygamber (S. A.V.) sabah namazının sünnetini de
evde kılardı. Hâvinin onu zikretmemesi herhalde meşhur olduğu için lüzum
görmedi ğindendir. Vâkıâ Cum'amn sünneti ile rek'at sayısı oniki oluyorsa da
İbni Ömer (R.A.) in «on rek'at belledim» demesi günlük namazlara nazarandır.
Müslim'in yalnız rivayet ettiği hafif iki rek'at, on rek'atta dâhildir. Bu
rivayet, kılınan iki rek'atın hafifliğini, ve fecir doğduktan sonra bunlardan
başka nafile kılmaz idiğîni ifade ediyor ki Hanefilerle İmam-% Mâlîk'in (93
-179), Şafiî (150 - 204) nin ve bazı ulemânın mezhebi de budur. Hattâ İmam-%
Mâlik'ten bu iki rek'atta yalnız fatihanın okunacağı rivayet edilir. Zira sûre
veya âyet zam ederse, hafiflik .tasavvur edilemez. Ulemâdan bazıları Hz. Âişe
(R. Anha) nın;
«O kadar çabuk kıldı
ki bilmem fatihayı okudu mu» demesine bakarak «bu iki rek'atta hiçbir şey
okumaz; yalnız tekbîr alır; azıcık durur, rükûa gider» diyorlar. Fakat bu kavi
merduttur. Çünkü Kz. Âİşe'nin sözü mübalâğa içindir. Fecr doğduktan sonra şu
iki rek'attan gayrı nafile kılmak mekruhtur, diyen Hanettlerîn delili bu
hadîstir. Sabah namazının sünneti İmam-ı Mâlik'ten maada bütün mezhep imamlarına
gore son derece müekket bir sünnettir. Hattâ İmam-ı Şam'dan (80 - 150) bir
rivayete göre özürsüz oturarak kılınamaz. Onun için vaciptir diyenler bile
olmuştur.
Bu hadîs nafilelerin
farz için kılındığına delildir. Nitekim bun-, ların farzlardaki noksanlığı
tamamlamak için meşru olduğunu babımızın başında zikretmiştik. İtnam-ı Ahmed
bin Hanbeî (164 - 241) Ebu Dâvud, (202 - 275), İbni Mâce (207 - 275) ve
Hâkim'in (321 -405) tahric ettikleri Temîm'ed Dâri hadîsinde şöyle buyrulmuştur.:
«Hz. Temim demiştirki:
«ResûİülJah SallaUahü Aleyhi ve Selle/n: «Kıyamet gününde kulun ilk hesaba
çekileceği şey namazıdır. Eğer onu tamam kıldı ise kendisine tam yazılacak;
tamam kılmadı ise Allah meleklerine :
«Bakın kulumun bir
nafilesini bulursanız onunla farzını tamamlarsınız; buyuracak; sonra zekât da
böyle muamele görecek. Sonra bütün ameller buna göre ele alınacaktır;
buyurdular.»[5]
375/281-
Âişe
radiyaîlahil anhâdan rivayet edilmiştir ki; Peygamber Sallaliahü Aleyhi ve
Seîle7H öğleden evve! dört, sabahtan önce de iki rek'at (nafile namazı)
bırakmazdı.»[6]
Bu hadisi. Buharı
rivayet etmiştir.
Hadîs-i Şerif yukarda
geçen İbni Ömer hadisine münâfî değildir. Çünkü buradaki ziyâdeyi Hz. Âişe
biliyor, İbni Ömer bilmiyor; demektir. Ve caizdir ki İbni Ömer hazretlerinin
rivayet ettiği iki rek'at burada Hz. Âîşe (R. Anha) nın zikrettiği dört
rek'atda dâhil olsun. Çünkü Resûîüllan
(S.A.V.) 'in bunları ikişer
kılmış elması ve ibni Ömerlin yalnız
iki rek'atını görmesi mümkündür. Maamafih o iki rek'atm başka namaz olması
ihtimali de vardır. Nitekim Ebû Davudi Tirmizî tbni Mâce ve İbni Hvzeyme (223 -
311) nin rivayet ettikleri Ebu Eyyüb hadisinde şöyle buyrulmuştur:
«Öğle namazından önce
aralarında selâm olmamak üzere kılınan dört rek'at namaz İçin gök kapıları
açılır.» Taberânî (260-360) nin «El-
Evsâf» nâmındaki eserinde rivayet ettiği
Enes hadisinde dahi:
«Öğleden evvel kılınan
dört rek'at namaz, yatsıdan sonra kılınan misli gibidir. Yatsıdan sonraki dört
rek'at ise Kadir gecesinde kılınan misli gibidir.» buyurulmuşdur. Bu iki hadîs
Ibnİ Ömer (R.A.) m rivayet ettiği iki rek'atin Âişe (R. Anha) hadîsîndeki dört
rek'attan başka olduğunu te'yid ederler. Şu halde Hz. Peygamber (S.A.V.)
öğleden evvel altı rek'at nafile kılmış oluyor. Fakat bazan dört, bazan iki
kılmış olması da ihtimal dahilindedir. Bu takdirde Hi. Âîşe dört kıldığını
rivayet etmiş İbni Ömer de iki kıldığını haber vermiş olur.[7]
377/282- «Bu
da ondan rivayet edilmiştir. 73. Anha; demiştir ki: Peygamber Sallallahü Aleyhi
ve Sellem nafilelerden hiçbirine sabah namazının iki rek'atına gösterdiği
dikkat ve muhafazadan daha şiddetlisini göstermezdi.»[8]
Bu hadîs, Müttefekun
aleyhtir. Müslim'in rivayetinde:
«Sabahın iki rek'atı
dünya ve dünyadaki herşeyden daha
hayırlıdır» buyrulmuştur.
Resul ül I ah (S.A.V.)
in sabah namazmm iki rek’at sünnetim hazerde olsun, seferde olsun bırakmadığı
sabit olmuştur. Bundan dolayıdır ki Hasan-t Basrî (21 - 110) hazretleri
vücûbuna kail olmuştur,
Müslimin rivayeti yine
Hz. Âişe'den olup, merfû'dur. Bu rivayette zikri geçen dünyadan murad yeryüzüdür.
Dünyadaki her şeyden rnaksad da; dünyanın nimetleridir.
Hadîs-i şerif sabah
namazının Tünnetini kılmak için terğip ve teşvike delildir. Bu iki rek'atın
vacip olmadığı da aynı hadisten anlaşılmaktadır. Çünkü vacip olsa. terk
edildiği zaman azap olunacağı zikredilirdi.[9]
379/283-
«Ürnmü'l
- Mü'minin Ümmü Habîbe RadiyaUdhü anhâ-dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki;
Resûlüllah Salîalîahü Aleyhi ve Sellem
:
«Bir kimse günü ile
gecesinde oniki rek'at namaz kılarsa, o namazlar sayesinde ona cennette bir ev
yapılır» derken İşittim.[10]
Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.
Miislm'm mmii Habîbe
(R. Anha) dan bir ri\âyetinde nafile kaydı vardır.
Tİrmizi'nin de (Ümmü
Hablbe'dçn) buna benzer bir rivayeti vardır. Bunda «öğleden evvel dört
rek'at, Öğleden sonra iki akşam
namazından sonra i kî rek'at, yatsıdan
sonra ikf rek'at, sabah namazından önce de iki rek'at denilmiştir.
Bejler'in Ümmü
Habtbe'den rivayetinde ise, «Bİr kimse öğleden evve* clort, Öğleden sonra da dört
rek'at namaz kılmaya devam aderse AHah onu cehenneme haram kılar» buyurmuştur.
Hadis-i şerifteki
«Günü île gsctsî» nden murad: Her gün ve gecedir. TirmizVnm rivayeti MüsUnı'in
rivayetini şerh ve tafsil etmiştir. Bu rivayette zikri geçen öğleden önceki
dört rek'at Hz. Âîşe hadisinde beyan edilen dört rek'attır. Öğleden sonraki
iki rek'at ile yatsıdan sonraki iki rek'at da İbnî Ömer- hadisinde «Evinde
kılardı» diye kayıtlanan namazlardır. Sabah namazından önceki iki rek'at ise
Hz. Âişe ite İbni Ömer (R. Anhüma) nîn yakarıda gördüğümüz hadîslerin de
ittifakla rivayet ettikleri namazdır. Hadîsin sonundaki;
«Allah onu cehenneme
haram kılar» cümlesinden murad: Cehenneme girmesini meneder demektir. Çünkü
haram olan şeyden menediiir .[11]
382/284- «İbni
Ömer Radiyallahil anhümâ'âzn rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlütlah Sallallahü Aleyhi ve Sellem :
«Allah ikindiden önce
dört rek'at namaz kılana rahmet eylesin» buyurdular.[12]
Bu hadîsi, Ahmed, Ebu
Dâvud, ve Tirmîzî rivayet etmiş; Tirmizi Hasen olduğunu da beyan eylemiştir.
Onu İbni Huzeyme dahi rivayet etmiş ve sahihlemiştir.
Hadiste zikri geçen
dört rek'at şimdiye kadar kaydedilen nafileler meyamnda geçmemiştir. Bunları
da Tirmizî'nin rivayet ettiği nafilelere katarsak, farzlardan evvel ve sonra
kılınan nafile namazlar onaltı rek'at oluyor. Bir de ikindiden önce yalnız iki
rek'at meselesi varsa da «Her iki ezan
arasında bir namaz vardır» hadîsi ona şâmildir.[13]
383/285-
<<Abdullah İbni Mugafîel Müzenî'den[14]
rivayet edilmiştir. Demiştir ki: ResuiüHah SallaRahü Aleyhi ve Sellem:
Akşam namazından önce
namaz kılın! Akşam namazından önce namaz kılın; dedi.
Üçüncüde nâs bunu âdet
edinirler endişesiyle.
Dileyene (söylüyorum,)
buyurdular.[15]
Bu hadîsi, Buhârî
rivayet etmiştir..
İbnî Hibbân'ın tir
rivayetinde:
Peygamber Salldllahü
Aleyhi ve Sellem akşam namazından evvel îkî rek'at namaz kıldı» denilmektedir.
Müslim İn Enes
Radîyallahü anhden rivayetinde:
Biz güneş battıktan
sonra iki rek'at namaz kılıyorduk; ResûluHah Sallaîlahü Aleyhi ve sellem bizi
görüyor, fakat ne emir ediyordu, nede nehy.» denilmiştir.
Hadîs-i Şerif akşam
namazından evvel nafile kılmanın mendup olduğuna delildir. Zira ibaredeki
tâbirinden murad budur. Aksam vakü değildir. Çünkü o vakitte namaz kılmak
mekruhtur. İbni Hİbban'm (—354) rivayeti dendir. Bu suretle aksam namazının
farzından evvel iki rek'at nafile kılmak Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in hem kavli
hem de fiili ile sübût bulmuş -oluyor.
Hz. Enes'in rivayeti
ise bu iki rek'atin Peygamber (S.A.V.) in takriri ile de sabit olduğunu
gösteriyor. Mezkûr namazda şâir nafilelere katılırsa nâîile adedi yirmiye
varıyor. Ve günde farz olan onyedi rek'at ile üç rek'at vitir namazı da bunlara
ilâve edilince bir müsîümamn gün ile gecede kırk rek'at namazı oluyor. îbnü'l -
Kayyım (691 - 751) diyor ki: «Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) İn gün ile gecede kırk
rek'at namaz kıldığı sabit olmuştur. Onyedi rek'at farzlar on iki rek'at Ümmü
Ha-bîbe'nin rivayet ettiği namazlar, onbir rek'at da gece namazı kırk rek'at
eder.» Malumdur ki öğleden evvel ve sonraki dörder rek'at Ibnî Ömer.
hadîsindeki iki rek'attan ayrı sayılır ve buraya kadar zikri geçen nafile
adedine katılırsa, mecmuu yirmi iki olur. Buna Ümmü Habibe hadisinde zikri
geçen yatsıdan sonraki iki rek'at da katılınca vitir hariç, nafileler yirmi
dört rek'at olur. Buna on yedi rek'at, farz ile üç rek'at vitir katılınca da
mecmu kırk dört olur. Ebu Banîfe (80 —150), Mâlik (93 — 179) güneş kavuştuktan
sonraki bu namaza muhaliftirler. îmam-ı Şafii sünnettir diyor. Nafile
namazlarla bu namazların, rek'at adetlerini bildiren hadîsler muvacehesinde
dört mezhebin bu babadaki kavilleri aşağıdaki şekildedir:
1— Hanefilere
göre : Nafile namazlar sünnet ve
mendup olmak üzere ikiye ayrılır :
Sünnet namazlar :
Sabah namazından önce iki rek'at, öğleden önce dört, sonra iki rek'at, akşam
namazından spnra iki rek'at ve yatsıdan sonra iki rek'attır. Bunların en
kuvvetlisi sabah namazının sünnetidir.
Mendup namazlar :
İkindiden evvel dört veya iki rek'at, aksım namazından sonra altı rek'at
yatsıdan evvel dört veya iki rek'at ve yatsıdan sonra dört rek'attır. Maamafih,
istiyen bunlardan fazla da kılabilir. Yalnız gündüz nafilelerinde dörtte selâm
vermek, gece nafilelerinde ise sekiz rek'atı geçirmemek şartı ile istediği
çift rek'atta selâm vermek sünnettir.
2— Şâfiîlere
göre: Nafile namazlar
müekked ve gayrı müekked olmak üzere iki kısımdır :
Müekked Nafileler :
Sabah namazının sünneti, öğleden ve Cuma'dan Önceki iki rek'at, öğleden ve
Cum'adan sonraki iki rek'at, akşam namazının iki rek'at sünneti ve yatsıdan
sonraki iki rek'attır. Bu namazlara revâtip derler. Vitir namazı da
bunlardandır. Vitrin en azı bir rek'at, ortası üç, çoğu on bir rek'attır.
Gayrı müekked
nafileler : Oniki rek'at namazdır. Bunlar: öğleden evvel iki rek'at, öğleden
sonra iki rek'at, ikindiden evvel dört, akşam namazından önce hafifçe kılınan
iki rek'attır. Bu hususta Cum'a namazı da öğle gibidir.
3 — Mâlikilere
göre : Nafile namazlar reva ti b ve gayrî revâtib olmak üzere iki kısımdır :
Revâtib : Öğleden
evvel ve sonra kılman sünnetlerle, ikindiden evvel ve akşam namazından sonra
kılman sünnetlerdir. Bunlar hakkında muayyen bir aded yoksa da efdal olan,
hadîslerin gösterdiği sayıda kılmaktır. Binaenaleyh öğleden evvel ve sonra
dörder rek'at, ikindiden evvel dört, akşam namazından sonra altı rek'at kılmak
efdaldir. Bu nafilelerin hükmü müekket surette mendub olmaktır. Akşam namazının
vakti dar olduğu için ondan evvel nafile kılmak mekruhtur. Yatsıdan önce
nafile kılınacağına dair Sâri' hazretlerinden açık bir nass yoktur.
Gayri revatib : Sabah
namazının iki rek'at sünnetidir. Bunun hükmü ragîbe 'olmasıdır.
Ragîbe; müstehabdan
yukarı, sünnetten aşağı derecedeki nafiledir. Şeft' namazı da gayrı
revâtibtendir. Bunun en azı iki rek'a.tır. Çoğunun haddi yoktur. Bu namaz
yatsı ile vitir arasında kılınır; mendûb bir namazdır. Vitir namazı dahi gayri
reva ti bd en olup, iki rek'at tavaf namazından sonra sünnetlerin en müekkedi
budur. İhtiyari vakti yatsı ile fecr arasıdır. îzdırârî vakti ise; fecr
doğduktan sabah namazının tamamına kadardır. Özürsüz zaruri vaktine tehiri
mekruhtur. Bütün nafilelerde iki rek'atta selâm vermek sünnettir.
4— Hanbelîlere
göre : Nafile namazlar revâtîb ve
gayri revâtib olmak üzere ikiye ayrılır
:
Revâtib on rek'attır.
Bunlar : Öğleden evvel ve sonraki ikişer rek'at, akşam namazı ile yatsıdan
sonraki ikişer rek'at ve sabah namazından evvel iki rek'attır. Görülüyor ki,
Imam-t Ahmed (164 -241), revâtib olarak tamamıyla İbni Ömer hadîsinde beyan
edilen namazları almıştır. Bu namazlar sünnet-i müekkededirier. Ve en kuvvetlisi
sabah namazının sünnetidir.
Gayri revâtib yirmi
rek'attır. Bunlar: öğleden evvel ve sonraki dörder rek'at ile ikindiden önceki
dört rek'at, akşam namazından sonraki dört rek'at ve yatsıdan sonraki dört
rek'attır. Akşam ezanı 41e farzı arasında iki rek'at nafile kılmak mubahtır.
Cum'anın dört rek'at ilk sünneti gayri revâtibden, iki veya altı rek'at son
sünneti revâtîb-dendir.[16]
386/286- «Âîşe
Radiyalîahü anftâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki; Peygamber Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem; sabah namazından Ön-ceki iki rek'atı hafif kılıyor. 0
dereceki, ben acaba fatihayı okudu mu diyordum.»[17]
Müttefekun aleyh'dir.
Hadîs-i Şerif sabah
namazının sünnetinin hafif kılınacağına delildir ki Cumhûr-u ulemânın re'yi de
budur. Bazılarına göre yalnız fatiha okunur. Ebu Bekir Esamm'a. göre hiçbir şey
okunmaz, tekbîr aldıktan sonra azıcık durularak rükûya gidilir. Hanefîlerîe
İbrahim Ne-haî (11 - 95) ye göre uzun okunur.
DeHHerî Beyhalû (384 -
458) nin rivayet ettiği Sâîd ibni Cübeyr hadîsidir.[18]
387/287- «Ebu
Hüreyre Radiyalîahü anh'dan rivayet edilmiştir ki: Peygamber Sallallahü Aleyhi
ve Sellem : sabah namazının iki rek'atmda sûrelerini okumuştur.»[19]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Müslim'in yine Ebu
Hüreyre'den bir rivayetinde: nin yerine Bakara sûresinin âyetini; in yerine de
Âli İmrân sûresinin âyetini okuduğu zikredilmektedir.
Hadîs-i Şerif sûre
ortasından bir âyet okuyup, onunla iktifa etmenin caiz olduğuna delildir.[20]
388/288- <<Âişe Radıyattahü anhâdan. rivayet edilmiştir. Demiştir-ki : Peygamber
SaUallaM- Aleyhi ve Sellem sabah namazının iki rek'at sünnetini kıldı mı sağ
tarafına yaslanırdı.[21]
Bu hadîsi, Buharı
rivayet etmiştir.
Yaslanma hususunda
ulema ifrat, tefrid ve orta olmak üzere üç kısma ayrılmışlardır.
1)
Zâhîrî'lerden İbni Hazm (384 - 456) ile ona tabî olanlara göre farzdır. Hatta
bu yaslanma olmazsa sabah namazı
hatıldır, diyorlar.
Delilleri; bu hadîste
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) in fiilen yatması ve aşağıda gelecek Ebu Hüreyre
hadîsinde de yatmayı emretmiş olmasıdır.
2) Ebu Hanijc
(80 - 150), ibrahim Nehâî (11 - 95) ve
İbni ömsr (R.A.) a göre, yaslanmak mekruhtur. Hatta İbni Mes'ud (— 32)
(R.A.) «B?r adama ne oluyor kî İki rek'at namaz kıldıktan sonra eşek çtibi
yuvarlanıyor» demiştir, ibni Ömer (R.A.) hem yatmaz, hem de «Selâm vermek yeter» derdi. Hatta
yatanları döğerdi. Yukanki iki taifeden Zahirîler ifratta, Hanafîler de
tefritte görülmüştür.
3) Ortada
olan taife yatmakta beis görmeyenlerdir.
Bunlardan İmam-ı Mâlik (93 - 179) iîe bir taife yaslanmayı mubah görürler. Fakat istirahat için değil
det sünnettir diye yatmak
mekruhtur. îmam-ı Şafiî (150 - 204) ile bir cemaat da alelıtlak
nıüstahabdır derler. Onlara göre yaslanmak geceleyin teheccüd namazı kılana
meşru olmuştur. Çünkü Abdürrezzak (126 - 211) in Hz. Âişe'den tahriç ettiği
bir hadîste: Peygamber (S.A.V.) sünnettir diye yatmazdı. Lâkin geceleyin
boyuna ibadetle meşgul oluyordu da ondan istirahat için yatıyordu.»
denilmiştir. Maamafih bu hadîsde tesmiye
edilmemiş bir râvi vardır. Nevevî (631 - 676): «Muhtar olan, yatmak
sünnettir. Çünkü Ebu Hüreyre hadîsinin
zahiri bunu gösterir» diyor. Zaten Resûfüliajh (S.A.V.) in yatmaya devam
etmemesi de sünnet olduğuna delâlet ediyor. Yatmak sağ tarafa olacaktır. Hatta
îbni Hazm1 s göre sağ tarafına yatmak bir sebebten dolayı mümkün olmasa, imâ
eder, sol tarafa yatmaz.[22]
389/289-
«Ebu
Hüreyre BadiydUahü anh'den. rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem:
Biriniz sabah
namazından evvel iki rek'at (sünnet) î kıldımı sağ tarafına yaslanıversin;
buyurdular.[23]
Bu hadîsi İmam-ı
Abmed, İmam-ı Ebu Dâvud ve Tirmizt rivayet etmişlerdir. Tîrmizî onu
sahihlemiştir.
Hadîs hakkında İmam-ı
Tirmizî (200-279): «Ha sen, sahihf gariptir.»[24]
demiştir, tbni Teymiyye (661 - 728): cBu hadîs sahih değildir. Çünkü münferiden
Abdurrahman bin Ziyâde'ntn rivayet ettiği bîr hadistir. Halbuki bu zâtın hıfzı
hakkında söz edilmiştim demekte ise de; Musannif merhum: ıHak olan bunun hüccet
olmasıdır. Şu kadar var ki Resûlüllah (S.A.V.) in yaslanmaya devam etmemi;
olması bu bâbdakf emri vücûp için olmaktan çıkarmıştır.» diyor.
Buharî'iân Hz.
Aişe'den rivayet ettiği şu hadîs-i şerif de aynı mânayı ifade etmektedir.»
«Peygamber Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem namaz kıldığı zaman eğer ben uyanık olursam benimle konuşurdu.
Değilsem, namaz için ezan okununcaya
kadar yaslanırdı.»
Hadîs-i şerîf ile
zahirilerin ve onlara tabî olanların istidlal ettiğini yukarıki hadisin
şerhinde gördük.[25]
390/290-
<<İbnî
Ömer RadiyaUahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü
Aleyhi ve Sellem:
«Gece namazı ikişer
ikişerdir. Biriniz sabah olacağından korkarsa bir rek'at kılar. Bu ona
kıldıklarını vitir yapar» buyurdular.[26]
Müttefekun Aleyh'dir.
Beşler'in rivayetinde
- ki o rivayeti îbni Hibbân sahihîemiştir.
Bu hadîs : «Gece ve
gündüz namazı İkişer ikişerdir» lâfzıyladır. Nesâî «Bu hatadır» demiştir.
Hadîs-i şerîf
geceleyin kılman nafilelerin ikişer ikişer meşru olduğuna delildir. Yani o
namazlarda ikide bir selâm verilir. Cumhur-u Ulemânın kavli de budur.
Hanefî'lere göre ikişer ikişer demek her iki rek'atta oturarak teşehhüd
yapılır; demektir.
îmam-ı Mâlik (93 -
179) : crlki rek'attan fazla caiz değildir. Çünkü hadîsin mefhumu hasr ifade
ediyor. Ve
«Gece namazı ancak
ikişer İkişerdir.» kuvvetindedir.
Zira mübfedanm mârife
oluşu ekseriya hasr ifade eder» diyor.
Fakat Cumhur
tarafından kendisine cevap verilmiş ve: «Hadîste hasr yoktur; çünkü bir suale
cevap olarak vâki olmuştur. Hasr olduğunu teslim etsek bile Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) in fiili buna muarızdır. Çünkü beş rek'atla vitir yapmıştır. Nitekim
Şeyheyn (Buhâri ve Müslim) İn rivayet ettiği Âİşe hadîsinde hiç oturmadan beş
rek'at kıldığı İfâde olunmaktadır. Fiil ise, hasr kasdedilmediğine karinedir.»
denilmiştir.
«Biriniz sabah
olacağından korkarsa,» denildiğine bakılırsa bir rek'at kılarak vitir yapmak
yalnız sabah oluyor diye korktuğu zaman caizdir. Böyle bir endîşe yoksa, ya
beş yahut yedi veya benzeri ile vitir yapar. Çünkü Dâre Kutnî (306 - 385) ve
Hâkim (321 - 405) in tahriç ettikleri
merfu Ebu Hüreyre Hadîsinde :
«Beş veya yedi yahut
dokuz veya onbir rek'atla vitir
yapın.» buyrulmuştur- Hâkim aynı hadîse şu ziyâdeyi de ilâve
etmiştir.
«Üç rek'atla
vitir yapmayın; akşam namazına
benzetmeyin»
Bü hadîse Hanefller
tarafından şöyle mukabele ediliyor :
«Hadîs, henüz vitir üç
rek'atta karar kılmadan önce vârid olmuştur,» Musannif bu hadîsin bütün ricali
sıkadır. Bazılarının onun mevkuf sayması zarar etmeı» diyorsa da; bu
hadîse Ebu Dâvud, (202-275)
Nesâî (215-303), İbni, Mâce (207 - 275) vesairenin tahric
ettikleri
Ebu Eyyüb hadîsi
rnuâraza etmektedir. Zira o hadiste: «Kim üç rek'atia vitir yapmak isterse yapstn» buyruluyor.
Bu iki rivayetin arası
şöyle cem edilmiştir. Uç rek'atla vitir yapmak ara yerde oturulursa akşam
namazına benzeyeceği için nehyedil-mişür. Ütunılmadığı takdirde neny yoktur.
Çünkü o zaman akşam namazına benzeme yoktur. Bu telif fena değildir. Nitekim
îmam-ı Ahmed (164-241), Ncsâî, Bcyhakî (384-458) ve Hâkim'in rivayet ettikleri
Aîşe hadîsi de onu te'yid ediyor. Bu hadîste:
Sallallahü Aleyhi ve
SeUem üç rek'af vitir yapar; bunların yalnız sonunda otururdu» denilmektedir,
imam-ı Ahmed rivayetinin lâfzı şöyledir: «Resûlüllah SalîaUahü Aleyhi ve
seUem- üç rek'stla vitir yapar; aralarım ayırmazdı. Hâkim'in rivâyetiride
ise, «oturmazdı» deniliyor. Hadîy-i
şerifteki :
«Sabah olacağından
korkarsa bir rekTat kılar» ifadesinin mefhumuna az ilerde gelecek olan
Ebu Eyyüb hadîsi muâraza ediyor. Çünkü o
hadiste :
«Kim bir rek'atla
vitir yapmak isterse, yapsın» deniyor.
Elbette o hadîs
buradaki mefhumdan daha kuvvetlidir. Beşlerin yine İbni Ömer'den rivayet ettikleri hadîste :
«Gecs ve qündüz namazı» denilmiştir. Beşler bu hadîsi Ali ibni Abdullah Bârik
rivayet etmişlerdir. Hadîsin aslı Sahiheyn'de mevcut ise de onda «gündüz»
tâbiri yoktur. îbni Abdil-Ber (363 - 463): «Bu tâbiri İbnî Ömer'den yalnız Ali
bin Abdullah El - Bârikî rivayet etmiştir. Bu sözü ona red ve inkâr ettiler.»
diyor.
îbni Maln (— 233)
ortun hadîsini zaif buluyordu. Onunla îhti-cac etmiyor ve: «Nâfi; Abdullah bin
Dinar ve bîr cemaat bu hadisi İbni Ömer'den gündüz kelimesi olmaksızın rîvayet
ettiler» diyordu, Yahya ibni i¥am'den senetle rivayet edilmiştir ki; «gündüz
namen dörttür; aralan ayrılmaz.» demiştir. Hattâ kendisine: Imam-ı Ahmeâ bin
Hanbel «gece ve gündüz namazları ikişer ikişerdir» diyor denildikte: «Hangi
hadîse îsîînaden» diye sormuş «Eidî'nin hadîsine» cevabını vermişler; «Ezdi kim
oluyor ki hadîsini kabul edeyim» demiştir.
İmam-ı Nesâî
(215-303): «Bu hadîs bence hatâdır.» demiştir. Hâkim (321 - 405) dahi Ulûmü'l
- Hadîs'inde onun hata olduğunu söylemiş. Dâre Kutnî (306 - 385) «£7 - /ZeZ»
adlı eserinde «Bu hadtsde tjündüıün zikredilmesi bir vehimdir» demiştir.
Hatiahî {319 - 383}: «Bu haduî Tavus, Nâfî ve başkaları İbni Ömer'den rivayet
etmiş, fakat hiçbiri onda gündüzü sikretmemîşHr. Şu kadar var kî sika
(güvenilir) bir zatın yaptığı ziyadenin çaresi onu kabul etmektir.» diyor.
Beyhakî (384-458): «Bu
hadîs sahihtir» demiştir. Beriki: «EVJüslİm bu hadîsle îhiicac etmiştir.
Sikanın yaptığı ziyâde makbuldür» diyor.
İşte ziyade hakkında
hadîs imamları bu derece ihtilâf ettikleri için bazıları İkisini de caiz
görmüştür, hnam-% Âzam Ehu Hamfe (80 - 150) ye göre gündüz namazları ya ikişer
ikişer, yahut dörder dörder kılınır; dörtten ziyade kılınmaz, fmam-ı Buhârî
(19-4 - 256), gündüz namazının iki rek'at olanağına dâir sekiz hadîs tahriç etmiştir.[27]
392/291- «Ebu
Hüreyre Radiyallahü aniıden rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlullah Sallallahü
Aleyhi ve Sellem;
«Farzdan sonra en
faziletli namaz, gece namazıdir.» buyurdu.[28]
Bu hadîsi Müsüm tahric
etmiştir.
Gece tabirinden murad,
gece yansı da olabilir, sabah namazı da. Ulema gece namazının ne olacağında da
ihtilâf etmişlerdir. Bazılarınca bundan murad salât-ı vitirdir. Bazılarınca
ise, sabah namazının sünnetidir. Aşağıdaki hadîsler geceden muradın hakîkaten
gece yarısı olduğunu göstermektedir.
Buharî'den gayri sahih
sahipleri Ebu Hüreyre (R.A.) den şu hadîsi rivayet ederler:
Resûlüllah:
Zaftü Aleyhi ve
SeMem'e farz namazdan sonra hangi namazın afdal olduğu soruldu:
— «Gece yarısı kılınan
namazdır» buyurdular.
Tirmizî (200 - 279),
Amr bin ^.bse'den şu hadîsi rivayet eder ve sahihler.
«Rızâ-i ilâhinin kula
en yakın olduğu zaman gecenin son yarısıdır. Eğer o saatte Allah'ı
zikredenlerden ola-Iirsen, hemen ol.»
Ebu Dâvud (202 - 275)
Yine Artır* bin Abse'den gu hadîsi tahric etmiştir:
Dedim ki; « — Ya
Resûlallah! Gecenin hangi cüz'ü daha makbuldür?
— Gecenin son
yarısıdır. Artık (orada) dilediğin kadar namaz kıl. Çünkü o zaman kılınan
namaz yazılır ve şahidlidir; buyurdular. tabirinden murad: Gecenin son üçte biridir.[29]
393/292- «Ebu
Eyyûb-Î Ensarî RadiyaUahü anh'den rivayet edilmiştir ki: Resûlüllah Sallallahü
Aleyhi ve Sellem:
Vitir her müslimin
üzerine borçtur. Kim beş rek'atia vitir yapmak isterse yapsın.
Kim üç rek'atia vitir
yapmak isterse yapsın.
Kim bir rek'atia vitir
yapmak isterse yapsın» buyurmuşlardır.[30]
Bu hadîsi Tirmizî,
müstesna Dörtler rivayet etmişlerdir, tbni Hibban (— 354) onu sahihlemiş, Nesâi
ise mevkuf olduğunu tercih etmiştir.
Hadîs, vitir namazının
vâcib olduğuna kail olan İmam-t Âzam Ebu Hanîfe (80 - 150) nin delilidir. Çünkü
sigası itibariyle vücûba delâlet ediyor. îmam-ı Ahmed bin Hanbel (164 - 241) in
rivayet ettiği Ebu Hüreyre hadîsi dahi vücûba delâlet etmektedir. Hadîs şudur:
«Kim vitir yapmazsa
bizden değildir».
Cumhur-u Ulemaya göre
ise vitir namazı sünnettir. Onlar
aşağıda gelen Hz. AH hadîsi ile isüdlâl ederler. O hadîsi İbnl Mâce (207 - 275)
şu lâfızla rivayet etmiştir;
«Şüphesiz ki vitir
vacip değil, sizin farz namazınız gibi de değildir. Lâkin Resûlüllah Salîaîlahü
Aleyhi ve SeUem vitir kılmış ve:
«Ey Ehl-i Kur'an!
Vitiri kılın. Çünkü Allah, tektir; teki
sever.» buyurmuştur.
Yukanki Ebu Eyyüb
hadîsini Nesâi mevkuf kabul etliği gibi Ebu Hatim (195 - 277), Zehlî, Dâre
Kutnî (306 - 385), Beyhakî (384 - 458) ve şâir birçok zevatda mevkuf
saymışlardır. Musannif merhum da böyle olmasını doğru buluyor.
«Sübülü's - Selâm»
sahibi San'âni ise: «Bu mevkufa merfu hükmü verilir. Çünkü miktar bildiren
şeylerde içtihada müsaade yoktur.» demektedir.
Bundan sonra San'ânî
(1059 - 1182) Ebu Eyyüb hadîsinin vitir vaciptir diyenlere delil olduğunu
bildirerek vacip değildir diyen Cumhur'un delillerine geçiyor ve onlar namına
arzettiğimiz Hz. Ali hadîsi ile istidlal ettikten sonra göyle devam ediyor:
«Mecd bin Teymiyye'ye
göre Îbnü'l-Münzir (—310) Ebu Eyyüb hadîsini
şu lâfızla rivayet etmiştir: «Vitir haktır, amma vacip değüdir.» Cumhur şu hadîsle
de istidlal ettiler. «Üç şey vardır ki, bunlar bana farz, size nafiledir.»
Buyurmuş, «Vitir! de
onlardan saymıştır.»
Bu hadîs her ne kadar
zayıf'da olsa, mütâbileri okluğu için onlarla kuvvet bulur. Halbuki vitrin
vânip olduğuna delil gösterilen Ebu Eyyüb hadîsinin esah kavle göre mevkuf
olduğunu gördük. Bu hadîs hakkında her ne kadar merfu hükmündedir dedi isek de
vacip olmadığına delâlet eden deliller karşısında mukavemet edemez. Eir de
te'kid için mesnım olan şeye de icap tabiri kullanılabilir. Nitekim, Cum'a için
yıkanma mes'elesinde geçti.»
San'ânî'mn bu
tafsilât] kar-şiatnda biz, vitiri vacip kabul eden îmam-ı Âzam*m mezhebini bir
parçacık açıklamaya lüzum hissederiz ve deriz ki:
«Vîtir hakkında İmsm-ı
Âzam'dan üç rivayet vardır>>
1) Yusuf bin
Halid Semtinin rivayetine göre vitir namazı vaciptir.
2)
ATwA hiv
Meryem'in rivayetine göre sünnettir. Diğer mezhep imamları ile Hanefiyye den
îmam-ı Ebu Yusuf (113-182) ve tmam-t Muhmnmed (135-189)'in mezhebi budur.
3) Hammad b.
Zeyd'ir. rivayetine göre farzdır.
Hanefiyye'den tmam-î Züfer (110-150) bu kavli tercih etmiştir.
imam-ı Âzam'ın delifi :
Muhakkak ki Allah-ü
Tealâ size bir namaz ziyade etmistir. Dikkat edin bu namaz vitirdir. Artık onu
yatsı i!e fecir arasında kılın.» hadîs-î şerifîdir.
Bu hadisi ashab-ı
Kiram'dan Amr b. As, ükbs bin Amir; İbnİ Ab. bas, Ibni Ömer, Ebu Said-İ Hudrî,
Amr Bin Şuayb, Harice b. Huzafe ve Ebu Nadrati'l-Gıfârî radiyatlahü anhüm gibi
birçok zevat rivayet etmişlerdir. Vakıa bu tariklerin hemen hepsinde söz
götürür cihet bulunmuşsa da Kemal b. Hütnam (788-861) «Fethü'l - Kadir-» de
bunları birer birer tetkik etmiş; neticede: «Böylece bu hadîsin Işî sahihlikte
en mükemmel vecihte tamam olmuştur» demiştir.
Hadîsin vücuba
delâleti birkaç vecihtedir:
a) Bu
hadîste ziyâde Allah'a izafe edilmiş ve: «Allah size bir namaz ziyade etti»
denilmiştir. Binaenaleyh vitir namazı vaciptir. Sünnet olsa idi, »Peygamber
ziyade etti»
denilirdi. Çünkü sünnetler ancak Hz.
Peygamber SoZZoZ-lahü Aleyhi ve Seîlcyne izafe edilir.
b) «Ziyade
etii» demliyor.
Ziyade ancak
vaciplerde tahakkuk eder. Zira bir aded ile mahsur olan yalnız vaciblerdir.
Nafilelerin haddi hududu yoktur.
c) Bir şeyde
ziyade, o şeyin cinsinden olmakla tahakkuk eder. Burada üzerine ziyade edilen
şeyler farzlardır. Binaenaleyh ziyadenin de aynı hükümde olması icap eder.
Ancak delil, kafî olmadığından vacip derecesinde kalmıştır.
d) Hadiste
emir vardır. Emir ise vûcup ifade eder. Şimdi yine sadedinde bulunduğumuz
hadîse dönelim.
«Kim bir rek'atla
vitir yapmak isterse yapsın» ifadesinden anlaşılan; yalnız bir rek'at namaz
kılmaktır. Filhakika birer rek'atla vitir yaptıkları ashab-ı kiramdan bir
cemaattan rivayet edilmiştir. Muhammed Un Nasr ile başkaları, Saib b.
Yezid'&en sahih fo\r isnadla şu hadîsi tahric etmişlerdir;
«Ömer bîr gece bir
rek'atta Kur'an-ı Kerîm'i okudu, başka kılmadı».
Buharı (194—256),
Muavîye'nin bir rek'atla vitir yaptığını, Ibni Abbas'ın da bunu doğru bulduğunu
rivayet eder Fakat ne de olsa üç rek'atlı olduğunu ifade eden deliller daha
kuvvetlidir, Hattâ Hasan-î Sosî-i (21—110) vitrin üç rek'ath olduğuna İcma-ı
müslimin bulunduğunu rivayet etmiştir. Mezkûr rivayet tbni Ebi Şeybc'nin
«Musanne/» indedir. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Abadîle-i Erbaa (Dört Abdullah)[31] üe
ekser Ashabın (R. Anhüm) ve fukaha-I seb'a (yedi fakih)[32] nın
mezhebleri de budur.[33]
394/293- «AH
bin Ebl Talib RadiyaUahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: VIHr, farz
derecesinde lüzumlu değildir. Lâkin Resulü İlah SaUaUahü Aleyhi ve SeMem'tn
sünnet olarak kıldığı bîr sünnettir.[34]
«Bu hadîsi, Tîrmizî
ile Nesâî rivayet etmiş; Hâkim onu hasen bulmuş ve sahihleşmiştir.
Hadîs .vitir vacip
değildir diyen Cumhur-u Ulemâ'nin delîllerinden-dir. Nitekim yukarıda işaret
etmiştik. Yalnız Hz. AH (R. AJ'ın bu hadîsinde, Asım b. Damre vardır ki, bu
zat hakkında bir çokları söz etmiştir. Bunu Kâdl Abdurrahman «Bülûğu'l - Meram
haşiyeler» inde zikretmiş ise de San'ânî böyle bir şey bulamadığından
bahsediyor. Yalnız «Et-Takrîb» nam eserde : «Âsim b. Damrete'lr Meslûlî Kufî altıncı
dereceden Sadûk (doğru söyleyen) bir adamdır. «74» tarihinde vefat etmiştir.»
ibaresini gördüğünü naklediyor.[35]
395/294- <<Câblr b. Abdullah RadiyaUahü arihhüma'ûan rivayet edilmiştir ki;
Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve seUem; Ramazan ayında gece namazı kılmış, sonra
ertesi gece kendisini beklemişler, fakat çıkmamış ve» :
«Ben, size vitir farz
olur dîye korktum.» buyurmuşlardır.[36]
Bu hadîsi, İbni Hibban
rivayet etmiştir.
Yukanki hadîsi Buhar!
(194-256) da rivayet etmiştir. Fakat onun lafzı şöyledir :
«Size gece namazı farz
olur diye korktum.»
Aynı hadîsi Hz. Âişe
(R. Anha) 'dan Ebu Davud (202—275) şu lâfızlarla tahriç etmiştir»:
<<Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem mescidde namaz kıldı, ona uyarak cemaat da kıldılar. Sonra
ertesi gece yine kıldı. Derken nâs çoğaldı. Sonra üçüncü gece toplandılar.
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve seüem yanlarına çıkmayıverdi. Sabah olunca:
Yaptığınızı gördüm.
Beni sizin yanınıza çıkmaktan ancak
üzerinize farz olur diye korkmam men etti; buyurdular>.
Hadîsin Buftan'deki
rivayeti de buna yakındır. Görülüyor ki, mescide çıkmamanın sebep ve illeti, cemaata farz
olur endişesiymiş.
Fakat «Namazlar beştir. Ama onlar yine ellidir. Ben de söz değişmez.»
Hadîsi, muvacehesinde
bu ta'lil müşkildir. Öyle ya, değiştirmek endişesi yoksa, beş vakit namazın
üzerine ziyade edileceğinden neden korkmalı?
Musannif bu suâle
birçok cevaplar verildiğini nakletmiş, sonra bunların hiçbirini beğenmiyerek
kendisi üç cevap vermiştir. Beğenmediği cevaplar şunlardır:
a— Çünkü
Peygamber (S.A.V.)'in bir şeye devam buyurması ile o şey farz olur.
b— Hz.
Peygamber (S.A.V.)'e Cenab-ı Hak vahyederek, bu namaza devem edersen, farz
kılınmasına sebep olursun, demiştir.
c— Peygamber
(S.A.V.) ile Astıab-ı Kiram'ın[37] bu
namaza devam ettiklerini gören bir müçtehid farz olduğunu zan eder de farz
oiur Çünkü müçtehîd bîr şeyin vücubunu zan ederse, o şeyle amel etmek kendisine
lâzım olur.
d— Gece
namazı Hz. Peygamber (S.A.V.)'e zaten vaciptir. Eğer sahabe de onunla birlikte
bu namaza devam ederlerse, hepsine birden müsavat üzere farz olur.
e—
Tahtavi'ye göre (—1231) Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) yatsı namazının rek'atları
çoğaltılır diye endişe etmiştir. Ve bu endişe hadîsine muarız değildir. Çünkü
evvel emirde namazlar ikişer rek'at olarak farz kılınmıştı. Sonra nasıl dörde
çıkarıldı ise burada da dördden daha yukarıya çıkarılabilir. Musannifin
verdiği cevaplar da şunlardır :
a— Korktum
ki bu sünnet size mescidde cemaatla farz olur.
b—
Korktum
ki gece namazı size farzı kifâye olur.
c—
Korktum
İd teheccüd namazı size mescidde farz olur. Musannif kendi verdiği cevaplardan
bu üçüncüyü beğeniyor. Ve Zeyd ibni Sabii'in rivayet ettiği :
«Üzerinize farz
kılınır diye korktum. Eğer farz olsa onu kılmazsınız. Binaenaleyh ey nâs evlerinizde kılın»
hadîsi bu cevaba imâ
ediyor. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) onlara acıdığı için mescidde toplanmaktan men
etmiştir. Çünkü toplanmak devam ederse şart niur» diyor.
Maamafih bu cevabı da
San'âni (1059-1182) beğenmiyor. Diyor ki : Bunun
«Size gece namazının
farz kılınacağından korktum» ifadesine uymadığı,meydandadır. Hadîs Buhârî'de
de böyledir. Ve mutlak surette namazın farz kılınacağından korktuğunu beyân
ediyor.
Hâdise Ramazan'da
geçmiştir. Ve Buhftrt'nin hadîsine göre Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve seUem
cemaate iki gece teravih kıldırmıştır. Sadedinde bulunduğumuz hadîs bir gece
kıldırdığını gösteriyor. İmam-ı Ahmed (İM—241)'in rivayet ettiği hadîste :
«Peygamber SalîctUa-hü
aleyhi ve selıem onlara üç gece namaz kıldırdı. Dördüncü gecede mescid
cemaatla doldu taştı.» deniliyor. Buhâ-rî ile Müslim'in mütlefikan
rivayetlerine göre; Resûİüllah (S.A.V.) üç gece mescidde namaz kilmiş; cemaat
da ona uymuşlar. Cemaate sekizer rek'at kıidırıyormuş. Geri katanını cemaat evlerinde tamamlarlar ve
arı vıziltıs: gibi vızıltıları duyuturmuş. Hadîsimizdeki «vitir size farz kılınır diye korktum»
cümlesi, «Vitir namazı vacip değildir.» diyenlere delildir.
Ramazan'da Teravih
namazının sünnet olduğuna kail olanlar bu hadîsle istidlal ederler. Yalnız bu
hadîste teravihin kemmiyyet ve key-fiyyeti bildirilme mistir. Teravihin yirmi
rek'at olarak cemaatla kılınması Hz. Ömer zamanında ve onun emriyle olmuştur.
îmam-ı Müalim'ia. (204—261) Sahihîn'de rivayet edilen bu hadîste Hi. Ömer
(R.A.yvn bu işe «Bid'at» dediği kayıt edilmiyor. Müslim'den maada hadîs imamları
hadîsi Hz. Ebu Hüreyre'den şu
lâfızlarla tahric etmişlerdir:
Peygamber SaUallahü
aleyhi ve sellem ashabı Ramazan teravihine teşvik eder; azimetle kendilerine
emir etmez de, kim ramazanda iman ve ihtisab için teravih kılarsa, geçmiş
günahları kendisine bağsştamr» buyururdu.
Ebu Hüreyre diyor ki :
«Rasûlullah Sallallahü aleyhi ve sellem dünyadan gitti. Mes'ele bu minval üzere
idi. Ebu Bekir'in hîîâfeti zamanında vs Ömer'in ilk zamanlarında hep böyle idi
.
Beykâkî (3S4~-458)'nin
rivayetinde ise, şu ziyade vardır: «Urve dedi k! :
«Sana Abdurrahrnan
KârU'nİn haber verdiğine güre, Ömer îbni'l-Haftab bîr Ramazan gecesi çıkmış ve
mescidi dolaşmıştı.Mesciddekiler darmadağınık idiler. Kimi yalnız basına
kılıyor; kimi birkaç kişi-ye namaz kıldırıyordu. Ömer: vallahi bunları bir
İmamın başına toplamayı düşünüyorum, dedi ve Übeyy b. Ka'b'e; ramazanda
cemaate namaz kıldırmasını emretti.
Ömer mescidden
çıkarken, cemaat Übeyy b. Ka'b'e uymuşlardı. Ömer : «Ne güzel bid'at bu!» dedi.
Beyhakî, «Sünen» inde
bu mânada bir çok rivayetler tahric etmiştir.
Teravihin kemmiyetine,
yani kaç rek'at olduğuna gelince : Bu bâb-da merfû bir hadîs yoktur. Yalnız
Taberânî (260—360) ile, Abd b. Hu-meyd'in Ebu Şeyhe tarikiyle lbni Abbas (R.
A.)'d&n rivayet ettikleri bir hadîste :
«Resûlüllah SaMaîlahü aleyhi ve seîlem Ramazanda yirmi rek'at (Teravih)
ile vitri kılardı» deniliyorsa da «Sübv/lür-Reşad» nam kitapta şöyle deniliyor:
Ebu Şeybe'yı Ahmed ibni Haribel, İbhi Maın, Bu-hâri, Müslim, Ebu Davud,
Tirmizî, Nesâî vesaire zayıf addetmişlerdir. Şube (—160) ise yalancı
çıkarmıştır. İbni Maîn (—233) onun hakkında sika değildir, demiş ve bu hadîsi
onun münkerlerin-den saymıştır. Ezriî «El-Mütevasstt* adlı eserinde :
«Resûlüllah (S.A.V.)'in mescide çıktığı, iki gecede (teravih) i yirmi rek'at
kıldığı rivayeti ise münkerdir.» diyor. Zerkeşî (-749) «El-Hâdim» nam eserinde:
«O gece Resûlüllah (S.A.V.) İn onlara ylrmî rek'at namaz kıldırdı iddiası sahih
değildir. Sahih kitaplarında sabit olan sayı zikredilmeden namaz kıldığıdır.
Bir de Cabir'in rivayetinde:
«Peygamber SattaUahü
aleyhi ve sellem onlara sekiz rek'at namaz 1le vitri kıldırmış; sonra ertesi
gece kendisini beklemişler, fakat onların yanına çıkmamıştır» denilmektedir.
Bu hadîsi İbnl Huzeyme
ve ibni Hibbân sahihlerinde rivayet etmişlerdir.
Bey ha kî dahi Ebu
Şeybe tarikiyle ibni Abbas rivayetini tahric etmiş; sonra onu zayıf bulduğunu
söylemiş, ve hadîsin çeşitli rivayetlerini birer birer sıralamıştır. Bu
rivayetlerde :
«Şüphesiz Ömer, Übeyy
ile Temim-i Dâri'ye cemaata yirmi rek'at namaz kıldırmalarını emretti». Bir
rivayette :
«Filhakika Ömer
zamanında yirmi rek'at kılarlardı».
Başka bir rivayette :
«Yirmi üç rek'at».
Diğer bir rivayette
«Gerçekten AH
Radiyallahü anh onlara yirmi rek'atta imam oluyor ve üç rek'atla vitir
yapıyordu» denilmektedir.
Beyhakî (384—458) bu
son rivayet için: «Bunda da kuvvet vardır» dîyor.
Hal böyle olunca,
anlaşılıyor ki, yirmi rek'at hususunda merfû bir hadîs yoktur. Eilâkis
ResûlüMah (S.A.V.)'in ramazanda ve sair zamanlarda onbir rek'attan fazla namaz
kılmadığına dair Müttefekun Aleyh olan Hz. Alşe hadîsi az İlerde gelecektir.
«SÜbiÜu's-Selâm» sahibinin
bu hadîsi şerh ederken, (Bid'at) kelimesinin üzerinde dikkatle durduğu göze
çarpmaktadır.
Ehli sünnet ulemâsına
göre her bid'atin mutlaka dalalet olması icap etmez. Bid'atlar, bld'at-ı hasene
ve bid'at-ı seyyie olmak üzere umumî olarak iki kısımdır. Teravihin yirmi
rek'at üzerinden cemaatla kılınması bid'at değildir. Çünkü bu namazın aslını
Hz. Peygamber (S.A.V.) cemaatla kılmıştır. Binaenaleyh teravihin aslı ve
cemaatla kılınması Peygamber efendimizin sünnetidir. Cemaata devam ile yirmi
rek'at kıldırmaması ise farz olur endişesine mebnidir. Demek oluyor ki, bu
endişe olmasa, devam Duyuracakmış. O halde, ResûlüMah (S.A.V.)'in vefatından
sonra farz olmak korkusu kalmamıştır. MeceTle-i Ahkâm-t Adliye'mizin yirmi
dördüncü maddesiyle hülâsa edilmiş, umumî bir kaidemiz vardır. Bu kaide
mucebince «Mâni zaîi oldukta, memnu avdet eder». Binaenaleyh memnu olan
cemaatla yirmi rek'at kılmanın cevazı avdet etmiştir ve artık eskiden olduğu
gibi yirmi kılınır; halbuki eskiden hiç küınmadığım fars etsek bile madem
ki Hz. Ömer zamanında, onun emri ve
gshab-ı kiramın icmaı ile sabit olmuş bir şeydir; bize yine sünnet olur. Çünkü,
«Benim sünnetime ve benden sonra Hülefa-i Raşi-din'in sünnetine sanlın» hadîs-i
şerifi bu hakikati sarahaten ifade eder. Bu da olmamış olsa. Hz, Ömer (R.A.)
bir sahabî-i ceİîldir. Üsul-u Fıkıh îJminin beyanına göre «sahabeyi taklit ise
hteler içîn vaciptir». Nihayet ResûliHlah (5.A.V.) :
«Müslümanların iyi
gördükleri şey, Allah indinde dahi iyidir» buyurmuşlardır.
Teravihi yirmi rek'at
olarak cemaatla kılmayı iyi görenler müslüm2nîardır. Binaenaleyh netice
itibariyle bu şekildeki teravih namazı -hâşâ- dalâlet değil, rnahz-ı saadet ve
keramettir. Bundan dolayıdır ki, dört mezhebin dördüne göre de, teravihi yirmi
rek'at kılmak meşrudur
Yalnız İmam-ı Mdlik'e
göre, kuvvetle mendup, diğerlerine göre erkek ve kadınlara sünnet-i
müekkededir. Cemaatla kılmak da sünnettir. Ancak HeneîîUere göre; sünnet-i
kifaye, Mâlİkîlere göre; mendup-tur, îmam-t Âzam Ebu Hanife (80—150)'ye, Hz.
Ömer (R. A.)'m bu yaptığını ne diyeceği sorulmuş; cevaben :
«— Teravih sünnet-i
müekkededir. Ömer bu İşi kendinden ortaya Çıkarmış değildir; bu bâbda bîd'atcı
da değildir. Bunu ancak elinde mevcut bîr aia, ResûSüilah (S.A.V.J'don
bellediği bir malûmata binaen emretmiştir» mukabelesinde bulunmuştur.
Hz. AH RfîdiyaUahü anh
:
«Ömer bfeîm m e$c id
Serimizi nasel nurlandirdt ise, Allah da, orun kabrini öyle nurîandırsın»
demiştir.
Evet, Halife Ömer ibni
Abdüî-Asis zamanında teravih otuz altı rek'at kılınmıştır. Fakat bundan maksad,
fazüet ve sevapta Mekke-lüere yetişmekti. Zira Mekkelîler her dört rek'at
teravihten sonra Kâbe-i Muazza'tna''y\ bir defa tevaf ederlerdi. Hz. Ömer İbni
Abdûl-Aziz bunu görünce her tavafa bedel, dört rek'at namaz kılmayı uygun
buldu. Teravih esnasında dört terviha yapılırdı. Bu suretle on aliı rek'at
fazlalık zuhur etmişti.
Teravih namazı için
Nevevî (631 — 676; : «Ulemânın Icmaıyla
sünnettir» der. BeyhaM (384 — 458) Hz. Âişe (R. Anha) dan şu hadîsi rivayet ediyor:
«ResûlüHah SallaZlahü
aleyhi ve sellem geceleyin dört rek'at namaz kılar; sonra istirahat ederdi;
derken işi uzattı, hattâ kendisine acıdım. İlh!...
Beyhakî «Bu hadîsi tek
başına Muğlyretü'bnİ Deyyâb rivayet etmiştir. Bu zat kavî değildir. Şayet,
sabit olursa, teravih namazında imamın istirahat yapmasına delildir» diyor.
Terviha : Dört rek'at
namaz kıldıktan sonra, bir o kadar namaz kılacak müddet oturmaya derler.
San'ânî;
«Hadîsini îmam-% Ahmed
b. Haribel, Ebu Davud (202 — 275) îbni Mâce (207 — 275) ve Tirmizî (200 —
279)'nin rivayet ettiklerini Hâkim (321 — 405)'in onu sahihlediğini ve
Şeyheyn'in şartı üzeredir, dediğini kayd ettikten sonra, hadîsin misli olanı
:
«Benden sonra şu iki
kişiye, Ebu Bekir'le Ömer'e uyun» hadisini de rivayet ediyor. «Bu hadîsi
Tirmizî, tahric etmiş; ve «hasen» dir, demiştir. Aynı hadîsi îmam-t Ahmed, İbni
Mâce ve İbni Hibban (—354) da tahric etmişlerdir. Bundan başka tarikleri de
vardır. Bu tarikler hakkında her ne kadar söz edilmişse de bunlar biri
birlerini takviye ederler» diyor. Ve Hülefâ-i Râştdîn'in sünnetinden muradın ne
olacağına geçiyor. Ona göre bu hadîsten murad :
Düşmanlarla cihad,
şeaîr-i diniyyeyi kuvvetlendirme ve şâire gibi Hz. Peygamber (S.A.V.)'in yoluna
muvafık hareketlerdir. Ve hadts-1 şerif, her Râşid halifeye âmm ve şâmildir.[38]
396/295- «Harice
bin Huzâfe RadıyaUahü anh'den rivayet edllmtşlîr. Demiştir ki: Resûlüllah
SatlaUahü aleyhi ve sellem;
Gerçekten Aİlah sîze
(öyle) bir namaz İle imdat eyledi ki bu namaz sizin için kırmızı develerden
daha hayırlıdır dedi. Biz;
Nedir o namaz? yâ
Resûlallah dedik.
Yatsı namazı île tan
yerinin ağarması arasındaki vitirdir» buyurdular.[39]
Bu hadîsi Nesâî
müstesna, Beşi er rivayet etmiş ve Hâkim sahihlemiştir.
«Bu hadîsin benzerini
İm a m-i Ahmed de Amr İbni Şuayb'den rivayet etmiştir.»
İmamdı Tirmizî
(200—279) bu hadîsi tahric ettikten sonra, «Hârice İbni Humfe'nm hadîsi,
gariptir. Biz onu yalnız Yezid b. Ha-bîb'in rivayetinden biliyoruz. Bazı
hadîsciler, bu hadîs hakkında vehm etmişlerdir» demiş. Sonra vehmi beyan
etmiştir. TirmizVmn bu tenbihini Musannif da yapsa, çok iyi olurdu.
Hadîs-i şerif vitir
namazının vacip olmadığına delâlet etmektedir. Çünkü «size imdat etti»
buyrulmuştur. İmdat ise: Ziyâdedir. Bununla üzerine ziyâde edilen şey takviye
edilir. Orduya imdat gönderildi denilir ki, onu takviye edecek ziyâde gönderildi
demektir.[40]
398/296- «Abdullah
bin Büreyde'den babasından şöyle
duyduğu rivayet edilmiştir. Demiştir ki :
Resûlüllah SaUaUahü
aleyhi ve sellem;
Vitir haktır; şu halde
kim vitir yapmazsa bizden değildir» buyurdular.[41]
Bu hadîsi Ebu Davud,
gevşek bîr senetle tahriç etmiş; Hâkim ise sahihlemiştir.
Hadîsin îmam-ı
Ahmed'de Ebu Hüreyre (R.Â.)'â&n zayıf bir şahidi vardır.
Ebu Davud'un, gevşek
senetle tahric etmesi, râviîer arasında Abdullah b. Abdullah Utkî'nin bulunmasındandır.
Bu zatı Bulıârî (194— 256} ile Nesâî (215—303) zayıf bulmuşlardır. Ebu Hatim
(195—277) ise oSa'lIhü'l-Hadîs» yani hadîsi elverişlidir, demiştir. İbni Maîn
(—233) ba hadîs mevkufîurs diyor. îmam-ı Ahmed (164 — 241), bu hadîsi şu
lâfızlarla rivayet eder : «vitir
yapmayan bîrden değildir». Ancak rivayetin ravileri arasında Halil b. Mürre
vardır ki, hadîsi münkerdir. Aynı rivayetin isnadı da münkatı'dir. Nitekim
îmam-t Ahmed b. Banbel beyan etmiştir.
Hadîs-i şerifteki
«bizden değildir» tabirinin manâsı, bizim yolumuzda ve sünnetimizde
gidenlerden değildir; demektir.
Hadîs, vitrin vacip
olduğuna delildir. Sünnettir diyenler, onu te'kide hamlederler. Yani vitrin
vacip olmadığına delâlet eden hadîslerle, bunun arasını bulmak maksadıyla bu
hadîs vitrin sünneî-î müekkede olduğunu bildirmek için bu lâfızla ifade
buyrulmuştur; derler.[42]
400/297- «Hz.
Âlşe RadıyaTlahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki :
Resûlüllah SaJlaTldhü
aleyhi ve sellem; Ramazanda ve başka zamanlarda onblr rek'attan fazla namaz
kılmazdı.. Dört rek'at kılar; artık o dört rek'atın güzelliğini ve uzunluğunu
sorma. Sonra dört daha kılar, Bunların da güzelliğini ve uzunluğunu sorma!
Sonra üç rek'at kılardı. Âişe demiştir ki :
Ya Resûlalîah! Vîtı-î
kılmadan mı uyuyorsun, dedim.
«Ya Âişe, filhakika
benim gözlerim uyuyor amma kalbim uyumaz.» buyurdular.[43]
Bu hadîs Müttefekun
Aleyhtir.
Şeyheyn'in yine Âİşe
(R. Anha) dan bir rivayetlerinde: Geceleyin on rek'at kılar; bir rek'atia vitir
yapar ve (sabah olunca) sabahın ikî rek'at (sünnetini) kılardı. Bütün bu
namazlar onüç rek'attır»
denilmiştir.
Bu hadîs-i şerifde
mevzuu bahs olan dörder rek'aün hep beraber yahut ayrı ayrı kılınmış olmaları
ihtimaî dahilindedir. Ayrı ayrı kılınmaları biraz ihtimalden uzak görülürse de «gece
namazı ikişer ikişerdir» hadîsine uygundur. Hz. Âişe (R. Anha) ıun (o dört
rek'atm güzelliğini ve uzunluğunu sorma) demesi ya anlatamayacağı kadar güzel
olduğundandır; yahut muhatap böyle bir namaz kılamıyacağı içindir. Binaenaleyh
sormaya ne hacet var demek istemiştir.. Resûİüllah (S.A.V.)'în güzel kıldığı
herkesçe malûm ve meşhur olduğu için sorma demiş olması da ihtimaldir.
aVîîri kılmadan mî
uyuyorsun» diye sorması herhalde Resulü Ekrem (S.A.V.)'in dört rek'at kıldıktan
sonra biraz kestirme yapmasındandır. Âîşe (R. Anhaymn uyku abdesti bozar
kanaatında olduğu da sormasından anlaşılıyor. ResûlüHah (S.A.V.)'in «kalbim
uyumaz» buyurması abdesti bozan uykunun kalp uykusu olduğuna delâlet eder. Bu
uyku dalarak uyuyan derin uykudur.
Hadîs-i şerif, uykunun
Hz. Pegamber (S.Â.V.)'in hasâisinden (hususiyetlerinden) olmak üzere onun
abdestini bozmadığını bildiriyor. Musannif bu ciheti «Telhis» nammdaki
eserinde açıklamış ve gerek bu hadîsle gerek İbni Abbas (R.A.)'dan rivayet
edilen şu hadîsle istidlalde bulunmuştur:
«Resûiüilah Sallalîahü
aleyhi ve seUem: uyudu; hattâ horuldadı. Sonra kaikt) ve namaz kıldı, abdesî
almadı» Buhârî'dç Peygamberlerin yalnız gözlerinin uyuduğu, kalplerinin
uyumadığı zikrolunur.
Resûlülîah (S.A.V.J'in
geceleri nasıl ve kaç rek'at namaz kıldığına dair Hz. Âîşe (R. Anka) dan gelen
rivayetler çeşitlidir. Sabah namazının sünneti hesaba katılmaksızın yeîi; dokuz
ve onbir rek'at kıldığı rivayet edildiği gibi Şeyheyn'in bir rivayetine göre
sabahın sünneti dahil onüç rek'at kıldığı anlaşılmaktadır. Hattâ bir
rivayette :
«Geceleyin on üç
rek'at namaz kılardığı; sonra ezanı işittikte hafif iki rek'at daha kılardığf,
ve bu suretle rek'at sayısının on beşe baliğ olurduğu îfade edilmektedir.
Hz. Âİşe Radıyallahü
anha hadîsinin rivayetleri böyle muhtelif olunca, bazıları hadîsi, muztarib[44]
sanmışlardır. Halbuki değildir. Çeşitli rivayetlerle, çeşitli ve müteaddid
zamanlara işaret edilmiş ve bunların hepsinin caiz olduğu anlatılmak
istenilmiştir.
Maamafih Hz. Âışe'nin
(Ramazanda ve sair zamanlarda) demesi bu tefsire pek münasip düşmez. En iyisi
Âîşe (R. Anha), Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in ekseriyetle yaptığı fiilini haber
vermiştir; demektir. Bu takdirde bu rivayete uymayanlar, nadiren yaptığı
fiiller olur ve aradan münâfat kalkar.[45]
402/298- «Bu
da» ondan rivayet edilmiştir; (Radıyallahü anha) de-miştîr ki: Resûİüllah
Sallalîahü aleyhi ve selem:
Geceleyin on üç rek'at
namaz kılardı. Bunların besiyle vitir yapar; sonundan başka hiç bir yerde
oturmazdı.»[46]
Hz. Âişe (R. Anha)
yukardaki hadîsinde olduğu gibi, burada da kaç rek'atta selâm verdiğini
bildirmemiş. Yalmz bir selâmla beş rek'at vitir namazı kıldığını beyan
etmiştir. Bundan evvelki hadîste vitri üç rek'at kıldığını görmüştük. Şu halde
bu beş rek'at da Hz. Peygamber (S.A.V.)'in vitirlerinden bir nevi olmuş olur.[47]
403/299- «Bu
da ondan rivayet edilmiştir; (Radiyaüahü anha) de-mistir ki : Resûlüllah
SaUaUahü aleyhi ve aettem;
Gecenin hepsinde vitir
kıldı ve vitri seher vaktinde sona erdi.»[48]
Bu iki Hadîs,
Müttefekun Aleyhimadır.
Yukarıdaki iki hadîsi
Buhârî (194—256) iîe Müslim (204—261) ittifakla rivayet etmişlerdir. Hadîs-i
şerif vitrin vaktini beyan ediyor. An--îaşjlıyor M, Hz. Peygamber gecenin evvelinde,
ortasında ve sonunda vitir .kılmıştır. Şu halde vitrin vakti yatsıdan sonra
tanyeri ağarmcaya kadardır. Nitekim böyle olduğunu Harice hadîsinde görmüştük.[49]
404/300- (Abdullah
b. Amr b. Âs RadıyaUdhü anhüma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
SallaUahü aleyhi ve sellem;
— Yâ Abdullah! filân
gibi olma, geceleyin namaz kılıyordu. Artık gece namazını bıraktı» buyurdular.[50]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyhdir.
Musannif
«Fethü'l-Bâri» de «bu fülanın kim olduğuna hadîsin hiçbir tarikinde dest-i res
olamadım. Galiba böyle mübhem bırakmak, onu gizlemek için olacak» diyor.
ibnü'LArabî (468—543) :
«Bu hadîs gece
namazının vacip olmadığına delildir. Çünkü vacip olsa, onu terk eden hakkında
sözü bu kadarla bırakmaz; bilâkis son derece zemm ederdi» diyor.
Hadîs-i şerif, âdet
edinilen hayırlı işe tefrid ve kusursuzca devam etmenin müstehab olduğuna
işaret ediyor. İbadeti bırakmanın keraheti dahi bundan anlaşılanlar
cümlesindendir.[51]
405/301- cAM
RadıyaUdhü anh'ömn rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resulullah Sallallahü aleyhi ve sellem;
— Ey ehl-i Kur'an!
Vitri kılın. Çünkü Allah tektir; teki sever» buyurdular.[52]
Bu hadîsi Beşler
rivayet etmiş, Ibnî Huzeyme sahlhlemiştlr.
«En-Nihaye» de şöyle
deniliyor : «Vitir demek : zatında birdir, parçalanmayı kabul etmez,
sıfatlarında birdir, benzeri ve dengi yoktur, fiillerinde birdir, şeriki ve
yardımcısı yoktur» demektir.
«Teki sever» demek,
tek rek'atlı vitri sever. Yani kılana sevap verir ve kabul eder demektir. Bu
cümle bir tergib ve teşvik cümlesidir. Yoksa, vitir namazını Allah farz
namazlardan daha çok sever demek değildir. «Ehl-i KuKan'dan» maksad
mü'minlerdir. Zira Kur'an-ı Ke-rîm'i tasdik edenler onlardır. Bilhassa onu
ezber edip, okuyanlar, hudut ve ahkâmına riayet edenler murad edilmiştir.
Hadîs-i şerifde, vitir namazını kılmaya teşvike sebep, Allah'ın tek oluşu
gösterildiğine göre Kadı İîyaz (476—544) 'in da dediği gibi. Bir şeye az çok
münasebeti olan şey ona sevgili ve makbul oluyor demektir. Vitir namazını
sünnet kabul edenlere göre buradaki emir nedip içindir. Hadîs zahiri itibarıyla
vitir vaciptir diyenlerin delilidir.[53]
406/302- «Ibnİ
Ömer RadıyaUahü anhümadan Peygamber Sallallâhü aleyhi ve sellem'\n:
«Geceleyin son
namazınızı vitir yapın; buyurduğu rivayet edilmiştir.»[54]
Bu hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Musannif «Fethül-Bârî»
de şöyle diyor: «Selef iki yerde ihtilâf etmişlerdir.
Bîri; vitirden sonra,
oturarak iki rek'at namaz kılmanın meşru olup olmaması;
Diğeri; vitri
kıldıktan sonra nafile kılmak istiyene deminki vitri kâfi midir? Yoksa o vitre
bir rek'at daha katarak onu çift rek'atlı namaz haline getirdikten sonra mı
nafile kılacaktır? Ve böyle yaptığı takdirde yeniden bir vitir kılacak mıdır
mes'elesidir. Birincisi hakkında Müslim'de Ebu Selmâ tarikiyle Hz. Âişe (R.
Anhaydan şu hadîs rivayet edilmiştir.
«Şüphesiz Peygamber
Sallalîahü aleyhi ve sellem geceleyin vitirden sonra oturduğu yerden iki rek'at
namaz kılardı.»
îmam Evzal (78—150) ve
îmam Ahmed b. Raribel (164—241) gibi bazı zevat bunun sünnet olduğuna
kaildirler. Onlar hadîsteki «geceleyin son namazınızı vitir yapın» emri, vitri
gecenin sonunda kılana mahsustur diyorlar. Hanefiler, Şafiîler ve Malikiler
ise bu namazın sünnet olmadığma kaildirler. Bunlara göre oturarak kılman bu iki
rek'at namaz sabah namazının sünnetidir. Nevevî (631—676)'ye göre ResûIülİah
(S.A.V.) bu iki rek'ati vitirden sonra nafile kılmanın caiz olduğunu ve
nafilelerin oturarak kılınabileceğini göstermek için kılmıştır.
İkinci mes'eleye
geîince : Ekser ulemâya göre dilediği kadar çift rek'atlı namaz kılar. Birinci
vitrini de bozmaz. Delilleri aşağıdaki hadîstir.[55]
407/303- «Talk
b. Alî RadıyaUahü anhden rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Sallalîahü
aleyhi ve sellem:
«Bir gecede iki tane
vitir olmaz» derken işittim.[56]
Bu hadîsi Âhmed ile
Üçler rivayet etmişlerdir. İbni Hibban da sahihlemiştir.
İşte bu hadîs, yeniden
vitir kılınmayacağına delâlet ediyor. Vitirden sonra nafile kılan, istediği
kadar çift rek'atlı nafile kılabilecektir. Ancak hu zahir hale göre böyledir.
Yoksa birinci vitrine bir rek'at eklemek suretiyle onu çift yaptıysa, onun
hakkında vitir kalmamıştır, böy-lesinin vitri namazının sonunda kılacağı tek
rek'attır. Nitekim, Hi. Ömer (R.A.)'a bu mes'ele sorulmuş ve :
«Sabah olacağından
veya uyuyacağından korkmuyorsan, vitrini çift yap, sonra İstediğin kadar namaz
kıl, sonra vitir yap» cevabını vermiştir.[57]
408/304- «Übeyy
İbni Ka'b Radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî : ResûIülİah
Sallalîahü aleyhi ve sellem :
süreleriyle vitir
yapardı.[58]
Bu hadîsi, İmam-ı
Âhmed, Ebu Davud ve Nesâî rivayet etmişlerdir. Nesâî, «rek'atlarm ancak
sonunda selâm verirdi» cümlesini ziyade etmiştir.
Ebu Davud ile
Tirmlzî'de Âişe RadıyaTlalıü anha'dan bunun, benzeri vardır. Bu rivayette: Her sûreyi bîr rek'atta, son rek'atta ise ile
muavvezeteyni okurdu; denilmektedir.
Anlaşılıyor ki,
birinci rek'atta sûresini, ikincide üçüncü de sûresini okurmuş.
Hadîs-i şerif; üç
rek'atla vitir yapılacağına delildir ve «üç
rek'atla vitir yapmayın» hadîsine muarızdır.
İki hadîsin araları
bulunarak, muarazanın nasıl giderildiğini yukarda geçen bir hadîste gördük. Üç
rek'atla vitir kılmak, vitrin bir nev'idir. Ve Hanefîlerin mezhebidir. Onlar
diyorlar ki; Ashab-ı Kîram üç rek'atlı vitrin caiz olacağına icma etmişlerdir.
Üçten maadasında ise ihtilâf vardır. Binaenaleyh üç rek'at kılarak icma ile
amel etmek elbette daha yerinde bir hareket olur.»
Stm'ânî bu icma sahih
değil demekte ise de, haksızdır. Çünkü üç rek'at kılana viiü1 namazı için caiz
değildir diyen yoktur. Bu da icmaın ta kendisidir.
Ebu Davud ile Tirmizî
rivayetinden murad, yine yukarıki Übey hadîsindekinin ayındır.
Çünkü «her sûreyi
bir rek'atta» demekten maksad : sûresini ilk rek'atta,
sûresini ikinci rek'atta okurdu dernektir. Ancak Hz. Âişe'nin rivayet ettiği
hadîste za-iflik vardır. Zira raviler arasında Hasif Gezeri vardır. Aynı hadîsi
tbni Hibban (—354) üe Dâre Kutnî (306—385) Yahya b. Saîd tarikiyle Hz. Aişe
(R. Anka,'/fan rivayet etmişlerdir. Ukeylî (—769) bunun için: «İsnadı sahîhdir»
demiştir. îbni Cevzî (508—597):«Ahmed ve Yahya b. Maîn Muavvezefeyn[59]
ziyadesini İnkâr ettiler» diyor. Îfynü's-Seken (294—353), AbdvJah b. Sertimden
garip bir isnad ile hadîse bir şahid rivayet etmiştir.[60]
410/305- «Ebu
Sald-i Hudrt RadiyaUdhü anlıdan rivayet edildiğine göre Peygamber SallaUahü
aleyhi ve seUem:
«Sabahlamadan önce
vitri kılın» buyurmuştur.[61]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir. Ibnl Hİbban'm rivayetinde :
«Kim vitir kılmadan
sabaha çıkarsa onun vitri yoktur» buyrulmuştur.
Hadîs-i şerif vitrin
sabah olmazdan önce kılınacağına delildir.
Vakit çıktıktan sonra
vitrin meşru olmayacağı dahi bu hadîsin delâleti cümlesindendir. Fakat kaza
edilmeyeceğine dair bir şey yoktur. tbni Münzir (—310)'in selefden bir cemaata
atfen naklettiğine göre fecir doğmakla vitrin ihtiyari vakti çıkar; iztirarî
vakti ise sabah namazına kadar devam eder. Bittabi bütün mezheplere göre bu böyle
değildir. Bu yalnız Malİkîlere göredir. Diğer üç mezhebe göre vitrin vakti
yatsı İle fecrin doğması arasıdır.
Uyuyarak vitri
kılamayan ile unutanın hükmünü aşağıdaki hadîs beyan edecektir.[62]
412/306-
«Bu
da» ondan (Ebu Said-il Hudri) RadıyaMahü anh rivayet edilmiştir. Demiştirki.:Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem;
«Kim vitri (kılmadan)
uyursa, yahut onu unutursa, hemen sabahladığı zaman, yahut hatırladığı anda kılsın»
buyurdular.[63]
Bu hadîsi Nesâî
müstesna Beşler rivayet etmiştir.
Hadîste leff-ü neşr-I
müretteb[64] vardır. Manâ şudur : Kim
vitri kılmadan uyursa, sabahleyin kılsın. Kim unutur da kılmazsa, hatırladığı
anda kılsın. Binaenaleyh anlaşılıyor ki, vitri uyuyarak veya unutarak
kılamayanın hükmü aynen farzı bu sebeplerle kılamayamn hükmü, gibidir. Yani
uyuyanla unutanın sonradan kıldıkları namaz edadır.[65]
413/307- «Câbir
Radiyallahü anhden rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüilah SallaUahil
aleyhi ve selîem :
— Kim geceleyin
kalkamayacağından korkarsa, gecenin evvelinde vitrini kılsın. Kim gecenin
sonunda kai-kacağını umuyorsa, gecenin sonunda kılsın. Çünkü gece sonunun
namazr meşhûddur. Bu ise efdaldir.» buyurdular.[66]
Bu hadîsi Müsüm
rivayet etmiştir,
Hadîs-i şerif, vitrin
geciktirilmesinin efdal olduğuna delildir. Fakat kalkamayacağmdan korkan,
vaktini geçirmemek için evvel vaktinde kılacaktır. Selefden bir cemaat her
ikisiyle de amel etmiş ve yerine göre kimi evvel, kimi son vaktinde kılmıştır.
«Gece sonu namazının
meşhûd olmasından murad: Gece ve gündüz. meleklerinin o zamanda hazır bulunup,
şahid olmalarıdır. Zaten meşhûd t şahid olunmuş, görülmüş, hazır bulunulmuş
demektir.[67]
414/303- «Ibnî
Ömer Radiyallahü anhümadan Peygamber Sallat-lahit aleyhi ve sellem'âen:
— Fecir doğdu mu, her
gece namazıyla vitrin vakti gitti demektir, O halde siz fecir doğmadan önce
vitri kılın» dediğini duyduğu rivayet edilmiştir.[68]
Bu hadîsi Tîrmizî
rivayet etmiştir.
Gece namazlarından
murad: Geceleyin kılınması meşru olan nafilelerdir. Vitir namazını bunların
üzerine atfetmesi, hâssı âmm üzerine atıf
kabilinden olup, onun şerefini beyan içindir. Fakat bu tefsir vitri sünnet
addedenlere göredir. Vaciptir diyenlere göre; nafileler başka, vitir başkadır.
Hadîs-i şerifde gece namazları ile birlikte vitrin de son vakti bildirildikten
sonra «tan yeri ağarmazdan Önce vitri kılın» diye emir vârid olması, onun
Sâri, nazarında ne kadar mühim ve şanının ne derece yüce olduğuna delildir ki,
bizce bu onun vacip olduğunu gösterir. Çünkü sünnet olsa, sair nafilelerden
ayrılıp, vaktinin geçeceği, hassaten tenbîh, ve kılınması ayrıca emir
buyrulmazdı. Vitir hakkındaki hadîsler hep böyle onun müstesna bir namaz
olduğuna işaret ettiğinden ona sünnettir diyenler dahi yalnız sünnet deyip
geçememiş; sünnetlerin en müekkedidir demişlerdir. Şu halde ona vaciptir diyenlerle,
sünnettir diyenler arasındaki muhalefet, hemen hemen lafzı gibi bir şeydir.
Bu hadîs-i şerif,
sabah olmakla, vitrin vaktinin geçtiğini bildiriyorsa da uyuyup kalanla, unutan
hakkında yukarda geçen Ebu Saîd hadîsîyle tahsis edilmiştir. Çünkü o hadîste
böyleîerin sabahleyin ve hatırladıkları vakit kılacakları ûeyan edilmiştir. Ve
bu namaz edadır. Şu halde vitrin vakünin geçmesinden murad, uyuyup kalma ve
unutma gibi Özür bulunmamakla mukayyeddir. Uyuyub kalanlar hakkında îmam-ı
Tİrmizî (200—279), Âişe (R. Anhaydan şu hadîsi rivayet etmiştir :
(S.A.V.) vitri
geceleyin kılmasına uyku veya gözlerinin dalması mâni olur da kılamazsa,
gündüzün on iki rek'ai kılardım.
Tirmizî bu hadîs için
«Hasen-î Sahih» demiştir. Mevzuu
bahsimiz İbni Ömer hadîsi hakkında Tirmizî :
«Bu lâfızla bu hadîsi
yalnız Süleyman b. Musa rivayet
etmiştir» diyor.[69]
415/309- «Hz.
Alse RadiyaUahü anhââan rivayet edilmiştir. Demiştir kî : Resûlüllah SallaUahü
aleyhi ve sellem:
«Kuşluk namazını dört
rek'at kılar ve Allah'ın dilediği miktarı ziyâde ederdi».
Bu hadîsi; Müslim
rivayet etmiştir.
«Müslim'in Âlşe'den
rivayetinde Âîşe'ye :
Peygamber SaUaîlahü
aleyhi ve seUem kuşluk namazını kılar mıydı, diye sorulmuş:
— Hayır; ancak
seferinden gelmesi müstesna, demiştir.
Müslim'in yine
Âişe'den bir rivayetinde ;
— Ben Resûllüîah
(S.Â.V.)'î kuşluk namazı kılarken hiç görmedim. Onu gerçekten ben kılıyorum,»
dediği görülmektedir.[70]
Hadîs-i şerif; kuşluk
namazının meşru olduğuna ve en az dört rek'at kılınacağına deîîîdir. Bazıları
iki rek'attır derler. Çünkü, Buharı ile Müslim'de Hz. Ebu Hüreyre'den rivayet
edilen bir hadîste:
(İki rek'at kuşluk
namazını» denilmiştir. îbni Dakihi'l'îyd (625—702) Ebu Hiireyre (R.A.ym
hadîsini şerhederken şöyle diyor :
«Belki bu, kılınması
hakkında te'kid bulunan en az miktarı zikretmiştir. Bu hadîste kuşluk namazının
müstehap olduğuna ve en az iki rek'at kılınacağına deiîi vardır. Peygamber
(S.A.V.)'in onu klimaya devam buyurmaması, müstehab olmasına münâfî değildir.
Çünkü müs-tehab olduğu kavlen ifade edilmiştir. Bir hükmün sübût bulması için,
kavlî ve fiilî bütün delillerin bir araya gelmesi şart değildir. Şu var ki,
Peygamber (S.A.V.)'in devam üzere yaptığı bir şey, devamsız yaptığına tercih
edilir.»
Hükmüne gelince : îbni
Kayyım (691—751) bu bahdaki kavilleri toplamış, mecmuu altıyı bulmuştur. Şöyle
ki :
a) Kuşluk
namazı müstehabtrr.
b) Müstehab
değildir. Yâlnız bir sebep varsa müstehab olur. Meselâ : Ebu Cehlin
katledildiği haber verildikte, Hz. Peygamber (S.A. V.) kuşluk namazı kılmıştır.
c) Hiç
müstehab değildir. Çünkü bu namazı, Ibnl Ömer Sahabe ve Tabiin kılmazlardı.
Hattâ, Abdurrahman Îbni Ebu Leylî (—83)
: «Bu namazı asbâb-ı kiramdan birçoklarına sordum; kimse isbat edemedi»
demiştir.
d) Devam
etrniyerek, bazan kılmak, bazan kılmamak müstehabtır.
e) Evinde
olanın bu namaza devam etmesi müstehabtır.
f) Bİd'attır.
İbnî Ömer (R.A.) : «Bu namazı Peygamber (S.A.V.)' İn vefatından sonra nâs
uydurdular» demiştir. îbni Kayyım
«Zâdül -MeâÂT> adlı eserinde bu akvali saydıktan sonra her kavlin delilini
de göstermiştir. Bunların arasında tercihe şayan olanı îbnü Dakiki'l-îyd'in dediği gibi kuşluk
namazının müstehab olmasıdır.
Yalnız, Hz. Aişe (R.
Anha)'run birinci hadîsi; Resûlüllah (S.A.V.)'in kuşluk namazını dâima
kıldığını gösteriyor. îkinci hadîsi ise yalnız seferden geldikten sonra
kıldığına delâlet ediyor: Bu muâraza sebebiyle araları bulunmuş ve «şöyle
yapardı» sözü daima devam bildirmez. «Ekseriyetle yapardı» manâsına gelir.
Binaenaleyh burada olduğu gibi onu devam manâsından değiştirecek, bir karine
bulundumu, devam manâsına ahnmaz denilmiştir. îkinci hadîsteki «Hayır; ancak
seferinden gelmesi müstesna» sözü, Resûlüllah (S.A.V.)'i kuşluk namazı kılarken
görmediğini, yalnız seferden döndüğü zaman bu namazı kılarken gördüğünü ifâde
ediyor. Birinci hadîs, kuşluk namazını bırakmaz içliğini işittiğinin ifadesidir.
Yalnız Müslim ile Buhârİ'nin ittifakla tahric ettikleri rivayette; «Ben
Resûlüiiah (S.A.V.)'i kuşluk namazı kılarken. hiç görmedim» demesi bu manâyı
zayıflatıyor.
Musannif bu rivayeti
yalnız Müslim nakletmiş gibi göstermiştir. Halbuki Mütfefekun Aleyhtir. Bu
rivayette «Kılarken hiç görmedim» diyerek kendisinin kılmakta olduğunu beyan
etmesi, Resûlüllah (S.A.V.)r in bu namazı kıldığını ve kılmaya teşvik ettiğini
işittiğine delâlet eder. Bu takdirde, iki hadîs arasındaki muâaraza kalkar.
Beyhakî (384—458): «Kıldığını görmedim, demek; devam üzere kıldığını görmedim
demektir» diyor. îbni AbdiJl-Berr (368—463) : «Şeyheyn'in ittifakla rivayet
ettikleri kabul edilir. Müslim'in yalnız başına rivayet ettiği bırakılır»
demiştir. Yani «Kılarken hiç görmedim, amma ben kendim kılıyorum» rivâyetiyle,
amel edilir, demek istemiştir. Zira Hz. Âişe (R. Anha)'run görmemesi bu namazın
kılınmamış olmasını icap etmez. Nitekim başkaları kıldığını isbat etmiştir.
Şeyheyn'in ittifakla
tahriç ettikleri Ebu Hüreyre hadîsinde Hz. Peygamber (S.A.V.)'in Ebu
Hüreyre'ye iki rek'at kuşluk namazını bırakma; diye vasiyet etmesi de bu
namazı isbat eden delillerdendir. Bu namaza tergîb ve teşvik hususunda olsun,
rek'at adedi hususunda olsunr hadîsler çoktur.[71]
418/310-
«Zeyd fo. Erkam RadiyaUahü an'den rivayet edildiğine göre, ResûEüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem :
Evvâbîn namazı deve
yavrularının sıcaktan piştiği zaman kllinir» buyurmuşlardır.[72]
Bu hadîsi; Tİrmizî
rivayet etmiştir.
fo'âl vezninde
mübalağalı ismi faildir. Günahları terk ve
hayırlı işler yapmak suretiyle Allah'a dönen demektir. aynı kelimenin cem'idir.
yerin şiddetli
sıcağından yanar demektir. Bu hal güneş yükselip, sıcaklığı te'sir ettiği
zaman olur.
nün cem'idir. Deve
yavruları demektir.
aslında ayırmak demektir.
Yavrular da annelerinden ayrıldığı için onlara bu isim verilmiştir.
Hadîs-i şerifi;
Tirmizl, (200—279) rivayet etmiş, fakat kaç rek'-at olacağını zikretmemiştir.
Bu bâbda Bezzâr (—292) de Hz. Sevbân (B.A.) den şu hadîsi tahriç etmiştir.
«Resûlüllah SdttaMahü aleyhi
ve seMem, günün yansından sonra namaz kılmayı severdi. Âîşe:
— Ya Resûlüllah sen bu
saat da mı namaz kılmayı seviyorsun dedi.
Resûlüllah SaUaUalıü
aleyhi ve sellem :
Bu saatta gök kapıları
açılır ve Hak Tealâ hazretleri bu saatta kullarına rahmetle bakar. Bu namaz,
Âdem, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa'nın devam ettikleri bir namazdır» buyurdular.
Yalmz hadîsin ravîleri
arasında metruk bir râvî vardır.Evvâbîn namazının dört rek'at olduğuna dair
birçok hadîsler vardır.[73]
419/311- «Enes
RadiyallaMl anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlülîah Salîmlahü
aleyhi ve sellem :
Kim kuşluk namazını on
iki rek'at kılarsa, Allah ona Cennette bir köşk bina eder.» buyurdular.[74]
Bu hadîsi; Tîrmhı
rivayet etmiş ve garîp bulmuştur. Musannif bu hadîs için : «İsnedf zayıftır»
der. Bezzâr İbnî Ömer'den şu hadîsi tahriç etmiştir :
«Ebu Zerr'e :
Amcacığım bana vasiyet
et! dedim.
Bana Resûüillah
Sallallahü aleyhi ve sellem'e sorduğum bir şeyi sordun, dedi ve :
— Eğer kuşluk namazını
iki rek'at kılarsan, gafillerden yazıimazsuı, dört kılarsan âbidferden
yazılırsın. Alt* kılarsan, sana hiç bir günah erişmez. Sekiz kılarsan
ka-nîtlerden yazılırsın. Oniki kılarsan, sana cennette bîr köşk yapılır, dedi».
Yalnız t>u hadîsin
ravîîeri arasında Hüseynü'bnü Atâ vardır ki, Bu zatı Ebu Hatim (195—277) ve
başkaları zayıf bulmuşlardır. Bununla beraber, İbni Hibban (—354) onu
mutemedler arasında zikretmiş ve: Hatâ eder; tedlîs yapar» demiştir. Bu babda
başka hadîsler de varsa da Hç biri itirazdan hâli değildir.[75]
420/312- «Âişe
Radiyaîlahü nnha/âan rivayet edİlmişiir. Demiştir ki: Resûlüllah SaUdtlahü
aleyhi ve sellem :
Evime girdi ve kuşluk
namazını sekiz rek'at kıldı.»[76]
Bu hadîsi; Ibnî Hibban
sahihinde rivayet etmiştir.
Hz. Âîşe'nin ResûlüNah
(S.A.V.)'i kuşluk namazı kılarken görmediğine dâir Müslim (204-261)'in rivayet
ettiği hadis yukarıda geçti. Burada ise, onu kendi evinde kıldığını isbat
ediyor. Yani iki hadîs birbirine muarızdır, Maamafih, araları bulunmuş ve Hz.
Âişe; Resûiüllah'ın (S.A.V.) kuşluk namazı kılmadığını değil, kılarken
görmediğim söylemiştir. Binaenaleyh o görmediği halde, Resûlüllah (S.A.V.)
kendi evinde bu namazı kılmış; sonra Âişe (R. Anha) bunu duymuş olabilir» denilmiştir.
Kadı îyaz (476—544) bu vechi ihtiyar etmiştir. Kuşluk namazının fâidelerinden
biri, İnsanın üçyüz altmış mafsalı için her gün lâzım gelen sadakanın yerini
tutmasıdır.
Bu bâbda Müslim'in Hz. Ebu Zer'den tahriç ettiği
bir hadîste :
«Bunlardan dolayı
iki rek'at kuşluk namazı
kâfidir» buyrulmuştur.[77]
Lûgatta; İnsanlardan
bir fırkadır.
Ş«r'î İstılah da ise,
imam ile ona uyanın namazı arasında meydana gelen bağlantıdır. îmamla beraber
erkek olsun, kadın veya aklı ermeye başlamış çocuk olsun, bir veya fazla kimse
bulundu mu, cemaat tahakkuk eder. Yalnız kadınların kendi aralarında cemaat
olmaları mekruhtur.
Cemaat: Şeair-i
dînlyyemizdendir. Namaz meşru olurken, cemaatla kılınmıştır. Cemaatin
meşrûiyyeti kitap, sünnet, ve icmâ-i ümmet ile sabittir.
Kitabdan delili :
[78] «onların
arasında bulunub da kendilerine namazı kıldırdığın vakit ilâh...» âyet-i
kerimesîdîr.
Sünnetten delili : Bu
bâbda görülecek hadîslerdir.
Cemaatin meşrûiyyeti
hakkında îcmâı ümmet de vardır.
Hükmü : Sırası
geldikçe görüleceği veçhile: Bazılarına göre farz-ı ayın; bazılarınca farz-ı
kifâye, bir takımlarına göre vacip, diğerlerine göre vacip derecesinde s ün
net-i müekkededir. Binaenaleyh Özürsüz terk edilemez. Hattâ «El-îhtiyar»
namındaki kitapta; «Bir yer ahalisi cemaatı tamamiyle terk etseler, evvelâ
kendilerine tenbîh ve ikazda bulunulur, kabul etmedikleri takdirde, onlarla
mukâfele olunur. Çünkü Şeâir-İ İslâmiyyedendİn»[79],
deniliyor. Maamafih hastalık, şiddetli yağmur, şiddetli soğuk, düşman korkusu
ve acizlik gibi özürlerle cemaat sakıt olur.[80]
421/313- «Abdullah
ibnî Ömer Radiyallahil anhüma'dan
rivayet edilmiştir ki: Peygamber Sallallahü aleyhi ve selîem :
«Cemaat namazı; yalnız kılanın namazından
yirmi yedi derece daha faziletlidir» buyurmuştur.»[81]
Hadîs; Müifefekun
Aleyhdir.
Buhârî ile Müslim'in
Ebu Hüreyre'dea rivâyeıîerinde: «Yirmi beş cüz» denilmiştir.
Buhârî'nin Ebu
Said'den rivayetinde dahi böyledir. «Yalnız cüz yerine» derece denmiştir.
Yani Abdullah ibni
Ömer hadîsiyîe Ebu Hüreyre hadîsi hemen hemen bir gibidir. Yalnız Ebu Hüreyre'nin
rivayetinde «Yirmi yedi derece» yerine, «Yirmi beş CÜZ» denilmiş. Buhârî'nin
Ebu Saîd'den rivayet ettiği hadîs de de «Yirmi beş derece» denilmiştir. Bu hadîsi
zikri geçen üç sahâbîden maada, Ashab-; Kİram'dan: Enes, Âişe, Suheyb, Muaz,
Abdullah ibni Zeyd ve Zeydi'bnü Sâfoİt hazerâtı da rivayet etmişlerdir.
Tirmizî (200—279)
diyor ki: «Umumiyetle bu hadîsi rivayet edenler, «Yirmi beş derece» demişler.
Yalnız İbni Ömer «Yirmi yedi» demişse de ondan da «Yirmi beş» diye bir rivayet
vardır. «Maamafih hadîsler arasında münâfât ve zıddiyet yoktur. Çünkü mefhum-u
adet muteber değildir. Ve «Yirmi beş» adedi zaten yirmi yedinin içine dahildir.
Yahut Resulü Ekrem (S.A.V.) evvelâ az olan sayıyı haber vermiş. Sonra çoğunu
bildirmiştir. Bu Allah'ın lütuf ve ihsan buyurduğu bir ziyâdedir.
Bazıları «Yîrmî yedi»;
mescidde kılana; yirmi beş de evde cemaatla kılanadır demişler. Eir takımları,
da «Yirmi yedî» derece, uzak mescidde kılana, yirmi beş yakın mescidde kılanadır, re'yinde bulunmuşlardır. Hatta
münasebet aramağa ve ta'lile kalkışanlar olmuştur. Musannif merhum bunları
«Fethü'l-Bârî» de sıralamıştır. Fakat bütün bu kaviller, tahminden ileriye
gidememektedirler. Elde bir nass yoktur. Burada cüz ile derece aynı manâyadır.
Zira biribirlerinin yerine kullanılmışlardır. Bu iki kelime namaz ile de
tefsir edilmiştir. Bu takdirde manâ: Cemaatla kılınan namaz yalnız kılman
namazdan «Yirmi yedi» namaz daha faziletlidir şekline girer. Yukarıki hadîs-i
şerif, cemaata teşvik ve onun vâcib olmadığına delâlet ediyor. Ulemâdan bir
cemaat aşağıdaki hadîsle istidlal ederek cemaat vâcibtir derler.[82]
424/314- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'öen rivayet edildiğine göre; Peygamber SalJallahü
aleyhi ve seUem :
Nefsim kabza-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, içimden şöyle geldi. Odun
toplanmasını emredeyim de toplansın. Sonra namazı emredeyim ve onun için ezan
okunsun; sonra bir adama emredeyim de cemaata imam olsun. Sonra namaza gelmeyen
bir takım adamlara varayım ve evlerini üzerferine cayır cayır yakayım. Nefsim kabza-i
kudretinde ofan Allah'a yemin olsun ki, bunlardan biri «mescidde etlice,
yağlıca bir kemik yahut iki etli kaburga parçası bulacağını bilse mutlaka
yatsıya gelirdi» buyurmuştur.[83]
Hadîs, MütteFekun
aleyh'dir. Lafzı Buhârî'nindir.
Resûlüllah {S.A.V.)'in
yemin etmesi, anlatacağı şeyin pek mühim olduğunu beyan içindir. Yeminle
anlattığı şey, cemaatı terk edenlerin yaptığı münasebetsizliktir. Böylelerin
evlerim üzerlerine yakmak istemiştir. Bittabîi üzerine evi yakılan kimse de
evi ile birlikte yanıp kül olacaktır. Demek oluyor ki, cemaatı terk eden evi
ile barkıyla yakılmaya lâyık bir kabahat işlemiştir. Diri diriye bir müslümanı
yakmak hiç bir suretle caiz olamayacağına göre, bazıları bu yakılmak
istenenler, münafıklardır; demişlerse de dünyada ateşle diri diriye yakmak suretiyle
kâfirin de cezalandırılması meşru değildir. Binaenaleyh, hadîs-i şerif tenbel
müslümanlar hakkında olup, zecir ve menetme'de mübalâğa için böyle ifade
buyrulmuş ve hiç bir kimsenin evi ve kendisi yakilmamıştır.
Hadîs-i şerif, bu
şiddet-i beyanıyla; cemaatın farz olduğuna delâ-lef etmejttedir. Hem de farz-ı
kîfâye değil, herkese farz-ı ayındır. Çünkü cemaat tamamıyla terk edilmiş
değildir. Bir tarafta cemaatla kılanlar vardır. Onlar elbette cezaya müstahak
değillerdir. Ceza, ancak vacibi terk etmek veya haramı işlemekle lâzım gelir.
Bu esasa binaen ulemâ-ı Kiramdan Atâ îbni Ebî Rebah (35—115) Evzaî (78—150),
Ahnied b. Hanbel (164—241), Ebu Sevr (240), İbni Huzeyme (223 —311), İbni
Münzir (—310), İbni Hibban (—354) ve Zahirîler cemaatın farz-ı ayın olduğuna
kaildirler. Davud-u Zahirî (202—270)'ye göre, namaz sahih olmak için cemaat
şarttır. Çünkü ona göre, namazda farz olan her şey aynı zamanda şarttır.
Fakat bu iddia doğru
değildir. Zira şart olduğuna bir delil yoktur. Onun için îmam-t Âhmed: «Cemaat
farzdır, şart değildir» demiştir. Bazılarına göre, cemaat farz-ı kifayedir.
Hanefîlerden Tahavî (238—321) ile KerU (260—340) ve Malikîlerden birçokları ile
Şafiî-lerin Cumhûr-u mütekaddimîn'i vesair bazı ulema bu reydedirler. îmam-ı
Âzam Ebu Hanife (80 — 150) ile İmameyn'e göre cemaat vacip derecesinde sünet-İ
müekkededir. Zeylaî[84]
(—743) «El-Müfîd-» nam eserinde : «Cemaat vaciptir. Ona sünnet denilmesi vücûbu
sünnetle sabit olduğundandır» diyor. Cemaat müstehabdır diyenler de olmuştur.
Bunu Attâbî[85] (—586) «Cevâmiü'l-Fikıh»
adlı eserinde temrîz sıgasıyla zikretmiş ve : «Cemaat müstehabdır da
denilmiştir. Fakat sahih olan o sünnet-i müekkede olmak üzere vaciptir;
özürsüz terki caiz değildir» demiştir.
Cemaat farzdır
diyenler mevzuu bahsimiz olan Ebu Hüreyre hadîsi ile istidlal ederler. Zira
mübalağalı ceza, ancak farzları bırakmakla lazım gelir. Bundan maada birçok
hadîsler bunlara delil olmaktadır. Meselâ, Abdullah ibnî Ümmii Mektûm hadîsi
bunlardan biridir. Bu hadiste şöyie deniliyor :
İbni Ümmü Mektûm, Yâ
ResûiaİiahL. Basımdaki derdi biliyorsun. Kılavuzluk edecek kimsem yok; mescid
îfe de aramızda ağaçlık ve hurmalık var. Her zaman benî götürecek kimse
bulamıyorum» dedi.
Resûiuîîah Saîîaîlahü
aleyhi ve seUem;
«— İkameti işitiyor
musun?» dîye sordu. İbnî Ümmü Mek-iûm; «— Evet» cevabım verdi.
«O halde cemaata gel»
buyurdular».
Bu hadîsi İmam-ı
Ahmed, İbnî Huzeyme, Hâkim (321—405) ve İbni Hibban şu lâfızlarla tahriç
etmişlerdir :
«— Ezanı
işitiyormusun?» «Evet» dedi.
«— O halde sürünerek
dahi olsa cemaat'a gel,» buyurdular.»
Bu mânâda hadîsler
çoktur. İbni Ümmü Mektûm hadîsiyle İbni Abbas (R.A.) hadîsi ilerde
geleceklerdir.
Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in İbni Ümmü Mektûm'a cemaata gelmesini emir buyurması, ona vacib
olduğundan değil, cemaatın faziletini anlatmak
içindir. Buhârî, (194^-256) «Cemaatla namazın vücubu babı» diye bir bab
yapmıştır. Farz-ı ayındır diyenler: «Çünkü farz-ı Kifâye olsa, Hz. Peygamber
(S.Â.V.) ve beraberindeki ashab-ı kiramın cemaatla kılmaları ile diğerlerinden
sakıt olurdu» diyorlar.
«Cemaat farz-ı
kifâyedir» diyenler, dahi; aynı delillerle istidlal ederler. Bunlar bu
delilleri farz-j ayn'a, delâlet etmekten meneaen karine vardır derler.
«Cemaat sünnettir.»
diyenler : «Hadîs; Zecr yani cemaatı ferk sî-mekten men' manâsmdadır. Yoksa
kelâmın hakikati murad değildir. Çünkü Resûlülîah (S.A.V.) yakma işini
yapmamıştır» der. Ve Hz, Ebu Hüreyre'nİn rivayet ettiği;
«Cemâat namazı yalnız kıhnan
namazdan daha faziletlidir.» hadîsiyle istidlal ederler. Bu hadîse göre, hor
iki namaz fazilette müşterektir .Ancak cemaatla kılman da fazilet daha çoktur.
Eğer yalnız kıhnan namaz caiz olmasa» onun asla fazileti olmazdı.[86]
425/315- (Bu
da) ondan [Kbu Hüreyre] rivayet edilmiştir. Radı-yallahü anh, demiştir kî: Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve
seîlem :
Münafıklara en ağır
gelen namaz, yatsı ile sabah namazıdır. Halbuki o namazlarda olanı bir
bilseler, emek-iiyerek dahi olsa yine onlara gelirlerdi» buyurdular.[87]
Bu hadîs; Miiitefekun Aleyh'dir.
Münafıklara yatsı İle
sabah namazının ağır gelmesi, ism-i tafdil sîgasıyla ifâde edildiğine göre,
yalnız bu namazların değil, her namazın onlara ağır geldiğini de bu hadîsten
anlamak mümkündür. Maama-
fih haklarında
Kur'an-ı Kerim'de «»[88]
«Namaza kalktıkları
zaman, tenbel fenbel kalkarlar.» buyrularak ken-dilt'iino her namazın ağır
geldiği sarahaten beyan buyruîmuştur. Bilhassa yatsı i]e sabah namazı münafıklar
için en ağır birer namazdır.
Çünkü yatsı uyku,
sükûnet ve istirahat zamanıdır. Sabah namazı ise uykunun en tatlı olduğu bir
zamandır.
Münafık: İçi kâfir,
dışı müslüman görünen kimsedir. Böyleler! hakikatte müslüman değil,
kâfirdirler .Binâenaleyh, onlar hiç bir namazın sevab ve kabulünü ummazlar.
Çünkü zaic-n inanmış değillerdir. Yatsı ile sabah namazı ise ,gecenin
karanlığında, sükûnet ve uyku zamanında kılınırlar. Şu halde hadd-i zatında
riya, yani gösteriş için kıldıkları bu namazları görecek pek az kimse
bulunacaktır. Öyle ise kılmalarına dinî veya dünyevî bir sebep yoktur.
îşte münafıklarca, bu
namazları kılmak için, dîni bir sebep olmadığına bakarak Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) «Bu namazlarda olanı bir buseler, oniarı kılmak için mescide
emekiiyerek oisun gelirlerdi» buyuruyor.
Çocuğun emeklemeğidir. Bazılarına göre; sadece kıçı üstü
sürünmektir. Bazıları ise, dizleri üstü sürünmektir, derler. Tdbe-rânî
(260—360)'nin rivayet ettiği Ebu Ümame hadîsinde :
«İsterse elleri ve
ayaklan üzerine sürünerek olsun» buyurmuş;
yine Taherânî Câbir (R.A.ydan rivayet ettiği bir hadîste: «isterse emekiiyerek
veya sürünerek olsun» denilmiştir.
Hadîs-! şerifde; yatsı
ile sabah namazı için cemaata gitmeye beliğ bit surette teşvik vardır. Mü'min
bunlar da olan ecr-ü mükafatı bildiği için, her hal-ü kârda onlara devam
edecektir. Çünkü münafıkın gitmesine mâni olan yalnız ve yalnız bu
namazlardaki sevab ve mükafataı inanmamasıdır.[89]
426/316- «(Bu
da) ondan [Ebu Hüreyre] rivayet edilmiştir. Rad%-yaUahü anh, demiştir ki:
Peygamber Salîalîahü aleyhi ve sellem'e âmâ bir adam geldi.
-Yâ Resûlallah, beni
mescide götürecek bir
kılavuzum yok» dedi.
Resûlullah SaîlaUahü
aleyhi ve sellem ona ruhsat verdi. Dönüp giderken onu çağırdı ve :
— Sen namaz için okunan ezam işitiyor musun?
dedi.
Adam :
— Evet dedi.
«O halde icabet et»
buyurdular.[90]
Bu hadîsi; Müslim
rivayet etmiştir.
Diğer bir rivayette
âmâ 2atın Abdullah İbni Ümmü Mektûm olduğu tasrih edilmiştir. Hadîsin bir
rivayetinde «Namaz İçin okunan ezant» yerine «İkameti» denilmiştir. Görülüyor
ki, Resuiüllah (S.A.V.) evvelâ mutlak surette ruhsat vermiş, yani cemaata
gelmemesine müsâade etmiş; sonra ezanı işitip işitmediğini sormuş. Evet
cevabını alınca cemaata gelmesini emir buyurmuştur. Hadîsin mefhum-u muhalifine
bakılırsa, ezanı işitmediği zaman mazur sayılacaktır.
Bu hadîs, cemaatın
farz-ı ayin olduğuna delildir. Lâkin ezanı işitene farzdır demek îcab eder. Ve
bu babdaki mutlak hadîsler bununla kayıtlanır. İşte gerek «Cemaat farz-ı
ayındır.» diyenlerin, gerekse farz-ı kifâye olduğunu iddia edenlerin delili bu
hadîsle yukarda geçen evlerini yakma hadîsidir. Halbuki bu hadîsler yalnız
Resûlullah (S.A.V.)'in mescidinde onun cemaatına gelmenin farz olduğunu
gösteriyor. Yani delil has, dâva âmmdır. Cemaata devam mutlak surette farz
olsa, Re-sûl-ü Ekrem {S.A.V.) onu âmâya bildirir ve sana namaz kıldıracak birini
bul; siz de ikiniz cemaat olun derdi. Mescid-i Nebevî'ye gelmeyenler hakkında
da : «Bunlar bizim mescidimize gelmedikleri gîbi# evlerinde de cemaat olmuyor»
tarzında beyanda bulunurdu. Halbuki böyle bir beyan vakî olmamıştır. Beyanın
ise hacet vaktinden gecikmesi caiz değildir.
Yine bu hadîse göre
ezanı işitene özrü bile olsa cemâati terk etmeye müsâade yoktur. Zira âmâ'nın
kılavuzu bulunmaması bir Özür iken, Hz. Peygamber* (S.A.V.) ona müsaade etmedi.
Maamafih yukarda da geçtiği gibi, âmâ'nın Özürünün makbul olması, buradaki
emrin ona mendub olmak üzere verilmiş bulunması da ihtimal dahilindedir.
Nitekim aşağıdaki hadis bu manaya
delalet etmektedir.[91]
427/317- «İbni
Abbas Radıydtlahü anhüma'dan Peygamber SallaTlahü aleyhi ve sellem'den :
Kim ezanı işitir de,
gelmezse onun namazı yoktur. Özürden dolayı gelmezse o başka» buyurduğunu
işittiği rivayet edilmiştir.[92]
Bu hadîsi; İbni Mâce,
Dâre Kutnî, İbni Hibban ve Hâkim rivayet etmişlerdir. İsnadı Müslim'in, şartı
üzeredir. Lâkin bazıları onun mevkuf olduğunu tercih etmişlerdir.
Hadîs-i şerif; Şu'be
tarikiyle hem mevkuf hem de merfu olarak rivayet edilmiş'tir. Mevkuf olan yeri: istisnasıdır»
Bunu Hâkim, Şu'be'nin
ekseri râvılerine mevkuf olarak rivayet eder. Taberânî (260—360) «El-Kebîr»
inde Ebu Musa'dan şu hadîsi rivayet etmiştir:
«Kim ezanı işitir de
,bîr zarar ve özür olmaksızın icabet
etmezse, onun namazı
yoktur».
Heysemî : «Bu hadîsin
ravîleri arasında Kays ibni Rebi' vardır. Bu zatı Şu'be mutemed saymış;
Süfyan-ı Servi ile bir cemaat zayıf bulmuşlardır» diyor.
İbni Abbas (R.A.)\n
buradaki hadîsini Ebu Davud (202—275) şu ziyâde ile rivayet ediyor :
«Ashab;
«— Özür nedir?»
dediler.
«— Korku veya
hastalıktır. Allah onun kıldığı
namazı kabul etmez» buyurdular.
Ziyâdenin isnadı
zayıftır.
Hadîs, cemâatin
kuvvetle lüzumuna dsfil olup, farz-ı ayındır, diyenlerin hüccetidir. Cemâat
sünnettir diyenler «Onun namazi yoktur» cümlesini te'vil ederek, bunun manâsı
«kâmî! namaz yoktur» demektir. Namazın kemâlinin yokluğu, mübalağa için namazın
yokluğu sayılmıştır» derler.
Cemaata devama mâni
olan Özürler Ebu- Davud hadisinde sıralanmışta- ki; bunlar, yağmur, soğuk,
rüzgar ile sanmsak, soğan ve benzeri fena kokulu sebzeleri yemek gibi
.şeylerdir, Maamafih, hunîarı yemenin, cemaatı kaçıracağı için nehyediîmiş
olmaları da ihtimal dahilindedir. Fakat bu sefer de cemaat farz-f ayındır
diyenler «Bu özürler ile mescîdde cemaat olması sakıt olursa da evinde cemaatla
kilmas! yine Farzdır» diyebilirler.[93]
428/318- «Yezidü'bnü
Esved radvyattakih anh'den rivayet ed'ldiğins-göre kendisi Resûfüllah
SaUallahii aleyhi ve seUcm ile namazını kılmış, Resûiüllah Sallallahü aleyhi ve
sellem namazını bîîîrmes bîr de baksa, namaz kılmamış İki adam var. Bunları
çağırmış ve (korkudan) böğürleri titrîyerek getirilmişler. Resûiüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem kendilerine :
— Bizimle birlikte
namaz kılmaktan sizi men eden nedir? demiş:
ö— Biz evlerimizde
kildik» demişler.
«O halde bir daha
yapmayın; evinizde kildiniz da imama henüz kılmadan yetişf'niz mî hemen onunla
beraber kilin. Çünkü bu sizin için nafiledir.» buyurmuşlardır.[94]
Bu hadîsi; İmam-î
Ahmed rivayet etmiştir. Lâfız onundur. Üçler dahi rivayet etmiştir; İbni Hİbban
ile Tirmizî onu sahiblemişlerdir.
îlk kıldıkları namaz
cemaatla olsun, yalnız olsun fara; ikinci defa kıldıkları nafiledir,
fflv&anmf «Et-Telhis* de bu hadîsi Hâkim (321—405) ve Dâre Rutnî
(306—385)'nin de rivayet ettiğini, İbni Seken (294—353)'nin onu sahihlediğini
ve hepsinin Yâlâ bin Ata tarikiyle Câ-bir ibni YezicVden o da babası Yezid ibni
Esved'den rivayet ettiğim yazmaktadır. Imam-t Şafiî, (150—204) bu hadîs için:
«İsnadı meçhul» demiştir. Beyhâkl (384—458): «Çünkü Yezid ibni Esved'in
oğlundan başka ravîsi yoktur. Oğlu; Câbîr'in de Yâlâ'dan başka ravîsi yoktur»
diyor. Fakat Yâlâ îmara-ı Müslim'in kendilerinden hadîs rivayet ettiği
zevattandır. Câbir'i de Nesâî (215—303) ve başkaları mevsuk vo mutemerî
saymışlardı].
Bu hadis;
Haccelü'I-Veda'da Mescid-î Hayf'da şeref sadır olmuştur. Ve İmamı namaz
kıldırırken ve kıldırmak üzere iken, bulana ona uyarak namaz kılmanın meşru
olduğuna delâlet eder. Evde cemaatla veya yalnız kıldığı namazı farz. ikinci
defa imamla kıldığı nafile olur. Nitekim bu cihet hadîs-i .serifde açıktır.
İmam-ı Âzam Ebu Hanîfe ile bir Kavlinde İmcım-ı Şafiî ve bazı ulemâ bunu tercih
etmişlerdir. Ulemâdan bazıları ile ikinci kavline göre Şafii ikinci namazın
farz olduğuna kaildirler. Dcliücri, Ebu Davud'un (202—275) tahric ettiği Yezid
îbnı Âmir hadîsidir. Bu hadiste :
Resulüllâh Sallallâhll
aleyhi ve sellem;
«Namaza geldiğin
vakit, cemaatı kılarken bulursan, hemen onlarla kıl. Şayet (evvelden o namaz.)
kıldı isen, o
nafile, bu farz oimuş
olur buyurdular» denilmektedir.
Fakat buna cevaben «bu
hadîs zayıftır. Onu Nevevî (631 - 676 ve başkaları zayıf bulmuşlardır. Beyhahi
:«Bu hadîs, Yezid İbni Esved hadîsine muhaliftir, demiştir ki, esah olan da
odur.» diyorlar.
Hadisi Dârc Kufni şu
lâfızla rivayet ediyor :
«Evinde kiîd.ğım
nafile yapsın.»
Dâre Kutm : «Bu
rivayet zayıf ve şazdır» diyor. îmam-% ŞâfİVden üçüncü bir kavi rivayet
ediliyor ; «Teâlâ Hazretleri bu iki namazdan hangisini dilerse, onu farz olarak
kabul eder» demiştir ki Imam-ı Malik*in mezhebi de bulur.
Delilleri : Bu mes'ele
Ibni Ömer (R.A.) 'a sorulduğu zaman «Bu sana mı düşmüş? O ancak Allahü Teâlâ'ya
aittir. Hangisini dilerse onu hesaba katar» diye cevab vermesidir.
Bu hadîsi îmam-ı Malik
«El-Mu vatta» da tahriç etmiştir. Mevzuu bahsimiz olan Yezüdİbni Esved hadîs!,
EbuDavud ile Nesâî'-nin ve daha başkalarının tahric ettikleri Ibni Ömer
hadîsine muarızdır. Çünkü o hadîste :«Bir namaz
bir günde iki kerre kılmayın»
buyruluyor.
Maamafih buna da şöyle
cevap verilmiştir. Bu hadîsin mânası : «Bir namazı bîr günde İkisi de farz
olmak üzere İki kere kılmayın» demektir. Yoksa biri nafile, biri farz olmak
üzere iki defa kıhnabilir. Yahut : Bir namazı bir günde yalnız başına iki kere
kılmayın demektir.» Hadîsin zahirine bakılırsa, bu nehy, her namaza âmm ve
şamildir. Ve Şafiînin mezhebi de budur. Fakat îmam-ı âzam Ebu Hanife (80-150)
ye göre, tekrar kılınacak namazlar yalnız öğle ile yatsıdır. Sabah namazı ile
ikindi tekrar kılınamazlar. Çünkü onlardan sonra nafile namazdan nehy
buyrulmuştur. Akşam namazı dahi tekrarlanamaz. Çünkü bu namaz gündüzün vitri
yani tek rek'aüı namazıdır. Tekrarlandığı takdirde ise çift olur. îmam-ı Malik
(93 - 179): «Cemaatla kıldı ise, tekrar kılmaz. Yalnız kıldı ise, imamla
birlikte tekrarlar» diyor. Lâkin, Yezidibnî Esved hadis!., hâdisenin sabah namazında
vaki olduğunu anlamak suretiyle tmam-t Azamla Malik'in kavillerine muhalif
düşüyor ve sabah tfe ikindiden sonra nafile kılmayı nehyeden delilin umumunu
bu hadîs, tahsis etmiş oluyor.[95]
429/319- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki : Resûlüllah SaUaüahü aleyhi
ve sellem :
İmam ancak kendisine
uymak için tâyin edilmiştir. Binaenaleyh o tekbir aidimi, hemen siz de tekbir
alın. O tekbir alıncaya kadar tekbir almayın. Rükû etti mi hemen siz de edin, o
rükû edinceye kadar rükû etmeyin»
dediği vakit siz de deyin. Secde ettimi hemen siz de
secde edin.
O secde edinceye kadar
secde etmeyin. O ayakta kıldığı zaman siz de ayakta kılın. Oturarak kıldığında
siz de toptan oturarak kılın? buyurdular».[96]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Bu onun lâfzıdır. Aslı; Sahlheyn'dedir
Hadîste geçen «rükû
etti mi, secde etti mi» gibi sözlerden bu rükünlere intikal kasdedilmiştir.
Yani rükûya eğildiği an; secdeye vardığı an demektir. Yoksa murad, bunları
tamamladıktan sonra demek değildir.Zira, o zaman imam rükûdan doğrulurken,
cemaatin eğilmesi icap eder ki, imama uymak tahakkuk edemez, «toptan» mânasisına
gelen kelimesi burada hal olmak üzere mansub gelmiştir. Nitekim BuhârVnm de bir
rivayeti böyledir. Fakat ekseriyetle, başka rivayetlerde cemi zamirini te'kid
için merfu okunmuştur. lâfzı hasr edatıdır. İmamın kendisine uyulmasının ona
maksur ve münhasır olduğunu, cemaatın ona asla muhalefet edemiyeceğini ifade
eder.
Hadîs-i şerif,
imamlığın uyulmak için meşru olduğuna delâlet ediyor. Cemaat tâbi, İmam met
bu'dur. Tâbi olanın şanı ise, metbûunun önüne geçmemek, hatta onunla bir hizaya
durmamaktır. Bilâkis UM metbûunun ahvalini gözetecek, o ne yaparsa izinden
giderek, onun yaptığını yapacaktır. Bunun muktezası ise, ona hiçbir hususta
muhalefet etmemektir, tşte hadîs-i şerif b)x ciheti tafsilâtı ile anlatmıştır.
Zlk-rolunmayan cihetler de, zikrolunanlara kıyas edilir.
Şu kadar var ki,
zikredilen hususat da imama muhalefet eden günahkâr olursa da namazı fâsid
olmaz. Ancak, iftitah tekbirinde imamdan evvel almak suretiyle muhalefet
ederse, imamla kılması sahih olmaz.
Şâir hususatla imama
muhalefet etmenin namazı bozmadığına bir hadîs ile îsiîdiâl ederler. Bu
hadîste, Resûlüllah (S.A.V.), imamdan evvel rükû veya secdeye varanların,
başlarını A!iah-Ü Teâİa'nın eşek başına çevireceği tehdidinde bulunmuş, fakat
namazlarını yeniden kılsınlar dememiştir. Hadîs-i şerifte niyette müsavat,
yani imamla cemaatır aynı namaza niyetlenmeleri şart kıUnmamişdır. Şu nalde
biri farza, pın nafileye niyet etse, yahut biri öğleye diğeri ikindiye
niyetlense,, cemaat namazının sahih oiması lâzım gelir. Nitekim îmam-ı Şafiî
(150 - 204)'nin mezhebi de budur. Bu hususa dair izahat Câbîr hadîsinde
gelecektir.
Yine bu hadîs-i
şeriften imamın cemaatın da diyeceği anlaşılmaktadır. Bazı rivayetlerde ziyade
edilerek denilmiş; diğer
bazıların da kelimesi
hazfedilmiştjr. Banların hepsi caizdir. Tesmî' ile tahmîdi imam ile cemaat,
bir yere cem edip, ikisini birden söylemezler, diyen Hanefiler, bu hadîsle
istidlal ederler. Fakat îmam-ı Ebu Yusuf (113 -182) ile îmam-î Muhanımed'e (135
-189) göre imam olan ile, yalnız kılan tesmî iîe tahmidin ikisini de yapar.
Yani hem hem de der. İmama uyan ise yalnız der. Scvrî
(97 - 161) ile Evzaî (78 - 150) 'ye ve başkalarına göre imam ile yalnız kılan
tesmi' ile tahmidin ikisini de yapacaktır. Cemaat olan yalnız tahmid
yapacaktır. Çünkü
sizde deyin» buyurulması, cemaatın yalnız bunu okuyacağına delildir. Şâfiîlere
göre, mutlak surette her namaz kılım tesmi' ile tahmidi yapar.
Delilleri: Müslim'in İbni Ebi
Evfâ'dan rivayete ettiği şu hadîstir:
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve îseiiem başın: rüküdan kaldırdıkta, derdi, ilâ âhir... diyorlar ki
zahir olan: Cemaatla veya yalnız kıldığı bütün namazlarda böyle yapmış
olmasıdır.
îbni Münzir, (—310) bu
kavli Ata ile îbni Sirin'den ve daha başkalarından rivayet ediyor. Binaenaleyh
Şafiîler bu kavilde yalnız değillerdir.
Hadîste, «Siz de
toptan oturarak kılın» buyrulması, imam bir özürden dolayı oturarak kıldığı
zaman, cemaatın özrü olmasa bile, ona tabi olarak oturmaları lüzumuna delildir.
îmanı oturarak cemaatın ayakta kılmalarını Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve
selîem şu hadîste Acem ve Romalıların işine benzetmiştir:
«Demin az daha Acem ve
Romalıların yaptığını yapıyordunuz. Onlar kralları otururken ayakta dururlar. Bir daha yapmayın.»
îmam-ı Ahme?ı b.
Hanbel (164 - 241) ile bazı ulemanın mezhebi budur.
Malîkîler ile, diğer
bazılarına göre ayakta kılan bir kimsenin oturan imama uyması caiz değildir.
Çünkü Resullulah (S.A.V.) «İmamınıza muhalif bir şekilde kılmayın; oturarak
kılma hususunda da ona tâbi olmayın.» buyurmuştur.
Fakat «Sübülü's-selam»
sahibi «oturarak kılma hususunda da ona tâbi olmayın» cümlesini hiç bir hadîste
bulamadım diyor.
Îmam-ı Muhammed'd.en^
maada Hanefî imamları ile Şâfiîlere göre oturarak kılan imamın arkasında ayakta
kılan cemaatın namazı sahihtir. Zira Resûl-ü Ekrem (8.A.V.) ölüm hastalığında
otura-rakkıldırmış, arkasındaki ashâb-ı kiram ayakta kılmışlardır. Bu hadîs»
sadedinde'bulunduğumuz Ebu Hüreyre hadîsini neshetmiştir. Çünkü bu ondan
sonradır. Binaenaleyh sonraki ile amel
etmek aleMayin îcâp eder. Vâkıâ :
«Sakin benden sonra
oturarak kıian hiç bir kimse ayakta kılan bir cemaata imam olmasın» hadisi
vardır. Fakat bu hadîs zayıftır.
Onu Beyhaki (384 -
458) ile Dâre Kutnî (306 - 385), Cu'fl tarikiyle Şa'bî (26 - 104) 'den rivayet
etmişlerdir. Cabir ise, son derece zayıftır. Aynı zamanda hadîs mürseldîr.
Şafiî (150 - 204): «Bununla istidlal eden, bundan delil olmayacağını bilmiştir.
Çünkü mürseldir. Kavileri arasında da bir adam var ki, ehl-i ilim ondan rivayet
etmekten çekinir» demiş, bununla Cabir, Cu'fi'yi kasdetmiştir.
Bazı zahiriye uleması,
ile San'ânî tarafından Hanefîlerle Safilere itiraz edilmeye çalışılmış ve
ezcümle şöyle denilmiştir.
a—
Hz.
Peygamberin {S.A.V.) Ashabına oturarak kılmalarım emrettiği hadîslerin sahih
olduklarında ihtilâf edilmemiştir. Halbuki ölüm hastalığında imam olup olmadığı
ihtilaflıdır. Binaenaleyh bu hadîsle istidlal tamam değildir.
b—
Oturarak
kılma emri nedib için olabilir. Buna karine, cemaatın ayakta kılmalarını kabul
Duyurmasıdır. Bu da iki hadîsin aralarını bulmak demektir ki, ayrı bir mezhep
olur. Çünkü oturup oturmamak hususunda cemaatı serbest bırakıyor.
c— Oturarak
kılmak Resûlüliah {S.A.V.J'in vefatından sonra As-hâb-ı Kiram'dan bir cemaat
tarafından fiilen yapılmak suretiyle sabit olmuş bir keyfiyettir. Meselâ :
SahâbedenÜseyd ibnİ
Hudayr ve Câbir hazeratı oturarak kılmışlar; arkalarındaki cemaat da
oturmuşlardır. Hz. Ebu Hüreyre de böyle fetva vermiştir. Hatta İbni Münzir
(—310) ashabın hiç birinden bunun hilafı bilinmiyor demiştir. Bu itirazların
cevapları aşağıdadır.
a) Ölüm
hastalığında Peygamber (S.A.V.J'in imam olduğu sabit ve sahihtir.
Cemaat olduğu haberi şâz bir rivayettir.
b) İki
hadîsin arasını böylesine cem eden bir mezheb yoktur. Hatta Ahmed b. Hanbel
(164—241) dahi buna kail değildir. Halbuki îmam-t Ahmed şu şekilde
bir cem'e yani ara bulmaya tarafdardır: «Sahibi tertip bir imam İyileşmesi
me'mul bir hastalığa dûçâr olur da oturarak kılarsa arkasındaki cemaat da
oturarak kılarlar. Şayet imam namazına ayakta başlamışsa, arkasındaki cemaatm
da ayakta kılmaları lâzım gelir. Ve
artık imamın oturmasını İktizâ eden bir hal vaki olup olmadığına bakmazlar;
ayakta kılmaya devam ederler.»
Nitekim, Resûlüliah
(S.A.V.)'in ölüm hastalığında böyle olmuştu. Ashâb ayakta Hz. Ebu Bekir'e
uymuşlardı. Resûlüliah (S.A.V.) oturmalarını emretmemişti. Zira, imamları
ayakta namaza başlamıştır. Sonra Resûlüliah (S.A.V.) namazın geriye kalan
kısmını oturduğu yerden kıldırmış; cemaat ayakta kılmışlardır. Fakat Resûl-ü Ekrem (S.A.V) ayağı çıktığı
zaman, kıldırdığı namaz böyle değildi. Onda namaza başlarken oturarak başlamış
ve cemaata da oturarak kılmalarını emretmiştir, îmam-ı Ahmedin bu cem'i
güzeldir. Maamafih kıssa bir kaç defa vaki olmuştur diyenler de vardır.
c) Bir
sahâbinin yaptığına başka bir sahâbi muhalefet ederse, o fiil hüccet olamaz.[97]
430/320- «Ebu
Saîd-i Hudrî radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir kî; Resûlüliah Saîlallahü
aleyhi ve sellem: Ashabında bir gerileme görmüş ve :
— İlerleyin de bana
uyun, sizden sonrakiler de size uysun»
buyurmuşlardır.[98]
Bu hadîsi; Müslim
rivayet etmiştir.
Her halde ashâb-ı
kiram Resûl-ü Ekrem'e yaklaşmaktan gerilemiş olacaklar ki, «bana uyun» yani
benim fiillerime uyun ki, sonradan gelenler de sizin fiillerinize bakarak bana
uysunlar demek istemiştir.
Hadîs-İ şerif, imamı
göremiyenlerin önlerindeki saftakilere tâbi olabileceğine delildir. îlk safta
bulunma, teşvik ve ondan uzaklaşmanın iyi olmadığı da aynı hadîsten
anlaşılmaktadır. Bu hadîsin tamamı .şöyledir :
«Bir kavm gerileye
gerileye nihayet Allah kendilerini geriletir.»[99]
431/321-
Zeyd bîn Sâbit'den rîvâyet edilmiştir. Demiştir kî ;
Resulullah Sallallahü aleyhi ve sellem :
Hasırdan çevirme bir
hücre yaptı ve orada namaz kıldı, derken, oraya bîr takım adamlar üşüştü ve
onunla birlikte namaz kılmaya başladılar, ilââhir.»[100]
Bu hadîste :
— Kişinin en faziletli
namazı, -farz müstesna- evinde kıldığıdır» buyrulmuştur.
Hadîs; Müttefekun
Aleyh'dir.
Nafile namaz babında
Câbir hadîsini izah ederken, bu da geçmişti. Hadîs-i şerifte; nafile namazın
cemaatın sıkışmasına sebep olmamak şartıyla mescidde kılınabileceğine delâlet
vardır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) hasırdan çevirdiği hücreyi gündüz bozar, ve
hasırı yere yayardi. Müslim'in bir rivayetinde
«Onu dâîml yapmadı» denilmiştir. Buhârî'nm bir rivayetinde «Oraya kalkıp
geldi» diğer bir rivayetinde :
«Orada birkaç gece
namaz kıldı. Onunla birlikte ashabından bazı kimseler de kıldılar. Resûl-ü
Ekrem SallaUahü aleyhi ve sellem onların bu halini anlayınca, evinde oturmaya
başladı. Nihayet, onların yanına çıkarak :
«__ Yaptığınızı gördüm
ve anladım. Ey nâs artık evlerinizde kılın. Zira namaz'ın en faziletlisi -farz
müstesna- kişinin evinde kıldığıdır.» buyurdular.»
Müslim'in rivayeti de
buna yakındır.
Musannif bu hadîsi,
nafile namazı da cemaatla kılmanın meşru olduğunu anlatmak için burada imamet
bahsinde zikretmiştir. Hadîsin roanâsı nafile bahsinde geçmiştir.[101]
432/322- «Câblr
ibni Abdullah radıyattahü anlı'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Muaz
arkadaşlarına yatsıyı kıldırdı. Ve onlara (kıraat! uzun tuttu) bunun üzerine Peygamber Sallaîîahü aleyhi ve sellem :
— Sen fitneci mi olmak
istersin ya Muaz? Bir daha cemaata imam oldun mu,» «yi oku yuver» buyurdular.[102]
Hadîs; Müttefekun Aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir.
Buhârî'deki lâfzı
şöyledir :lü deve fle geldi. Gece basmıştı. Muaz'a namaz kılarken tesadüf etti.
Hemen develerini bırakarak geldi ve Muâz'a uydu. Muaz: Bakara, yahut Nisa
sûresini okudu. Bunun üzerine o adam Muâz'a uymayı kt*erek namazını yalnız
başına tamamladıktan sonra, çıktı gitti».
Buhâri (194—256) bunun
için ayrıca bir bâb yapmıştır. Bu zat Hz. Muâz'ın kendisine atıp tuttuğunu
duymuştu. Muâz (R. A.)'\n onun hakkındaki konuşması jöyle ifâde edilmiştir :
«Muâz bunu duydu ve :
O muhakkak münafıktır dedi.
Adam da Peygamber
SaUaîîahü aleyHi ve seîleme gelerek
Muaz'ı şikâyet etti. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) üç kerre :
Sen fettan mısın ya
Muâz, yahut sen fâtin misin ya Muâz!»
üe krlsaydın'a. Çünkü senin
arkanda ihtiyar, zayıf ve hacet
sahibi namaz kılıyor» buyurdular.
Hadîs-i şerifin
Buharı'de bundan başka lâfızları da vardır.
Fâtîn, fitneci,
azdırıcı manasınadır. Fettan da onun mübalâğa siga-sıdır. Fâtin mi dedi, ycksa
fettan mı, ravî şek (şüphe) ediyor.. Burada ondan murad: uzatmak suretiyle
arkadaşlarını rahatsız etmek mi istiyorsun? demektir. Yani uzun okumayı
Resûlüllah (S.A.V.) cemaatın hoş karşılamadığına yormuştur. Yoksa bizzat
kendileri akşam namazında ve başka namazlarda A'raf sûresini okuduğu olurdu.
Öğlede altmış âyet miktarı ayakta dururdu. Elhasıl bu mes'ele yerine, zamanına,
imam ve cemaatine göre değişir.
Hadîs-i şerif, nafile
kıldıran imamın arkasında, farz kılanın cemaat olabileceğine delildir. Çünkü
Hz. Muâz, yatsı namazını Hz. Peygamber {S.A.V.) ile kılar; sonra arkadaşlarının
yanına giderek, yatsıyı bir de onlara nafile olarak kıldırdı. Filvaki
Abdürrezzak (126—211), Şafiî (150—204) ve Tahâvî (238—321)'nin tahric
ettikleri Câbîr hadîsinde :
«O kendisi için
nafile» denilmiştir. Musannif merhum bu hadîsle istidlal hususunda
«Fethül-Bârî» de sözü hayli uzatmıştır. Doğrusu bu hadîs, nafile kıldıran
imamın arkasında farz kılınabileceğine delil olamaz. Amma imamın namazı ve
namazda okumayı hafif tutmasına delil olur.
Resûlüllah (S.A.V.) ne kadar okuması kâfi
geleceğini bile tâyin
buyurmuştur.
«Biriniz cemaata imam
oldu mu hafif tutsun» hadîsi aşağıda
gelecektir.[103]
433/323- «Âîşe
radıyallahü anha'dan Resûlüllah SatldUahü aleyhi ve seUemın, hasta iken cemaata
kıldırdığı namazın kıssası hakkında rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
Resûlüllah SaîlaUahü
aleyhi ve sellem geldi, Ebu Bekir'in sağına oturdu. Cemaata oturduğu yerden
namaz kıldırıyordu. Halbuki Ebu Bekir ayakta îdi. Ebu Bekir Peygamber
SaMallahü aleyhi ve seUemin namazına uyuyor, cemaatta Ebu Bekir'in namazına
uyuyorlardı.»[104]
Bu hadîs; Müttefekun
aleyh'dir.
Görülüyor ki, Buhârî'nin
buradaki rivayetinde Hx. Peygamber (S. A.V.)fin oturduğu yer tâyin edilmekte,
ve bu yerin Hi. Ebu Bekir'in sol tarafı olduğu gösterilmektedir. Buhârî'nin
başka bir rivayetinde:
«Ebu Bekir'in yanı
başına oturdu» denilmekte ve yer tâyin edilmemektedir.
«Sübülü's-Selâm»
sahibi burada aynen şunları söylüyor : «Ben derim ki, Sahîheyn'in bazı
rivayetlerinde soluna oturduğu sabit olunca, bu rivayet diğerlerinde mücmel
bırakılanı beyân olur. Bununla Peygamber (S.A.V.)'in imam olduğu meydana
çıkar».
Âcizane ben de derim
ki, : San'ânVnin. bu sözü intak-t haktır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'in ölüm
hastalığında kıldığı namazda imam olduğunu sarahaten itiraf ediyor. Halbuki,
yukarıda bu babın sekizinci hadîsinin şerhinde görüldüğü veçhile: «Ölüm
hastalığında imam olup olmadığı ihtilaflıdır. Binaenaleyh bu hadîsle istidlal
tamam değildir» diyordu.
Hadis-! şerifte; bir
kişinin -yanında başkası olsun olmasın- imamın sağına durabileceğine delâlet
vardır. îhtimal Hz. Peygamber (S.A.V.) bunu Ebu Bekir cemaata tebliğ etsin
diye, yahut namazın başında o imam olduğu için yapmıştır. Maamafih saf dar
olduğu için, yahut başka bir sebeple böyle yapmış olması da mümkündür. Bu
ihtimallerden birini tâyin edecek delil bulunmadığına göre hadîsi zahirî ve
ıtlakı üzere bırakmak gerekir. «Cemaat Ebu Bekir'in namazına uyuyorlardı» denildiğine
göre, Hz. Ebu Bekir'in hem imam, hem cemaat olması ihtimali olduğu gibi yalnız
mübelliğ olması ihtimali de vardır. Nitekim Buhârî, ttmama uyan ve cemaafda
kendisine uyan babı» diye bir bâb ayırmıştır, tbni Battal (—444) : «Bu
Cumhur'a muhalif olarak, saflar bir birine imam olur; diyen Mesrük ile Şa'bî'nm
sözlerine muvafık düşmektedir» diyor. Musannif merhum, burada şöylece bir
mütalâa beyan eder. Şa'bı, demiştir ki : «Bir kimse önündeki saftakiler
başla-larını rükûdan kaldırmadan niyetlenebilirse, o rek'ata yetişmiştir.
İsterse imam başını daha evvel kaldırmış olsun. Çünkü cemaat birbirlerinin
imamıdır». .Bu gösteriyor ki, imam nasıl cemaatın namazını yükleniyorsa,
Şa'bî'ye göre cemaat da birbirlerinin namazlarını yükleniyorlar demektir.
«Ebu Bekir cemaata
tekbiri işittiriyordu» deniliyor ki, bu, cemaata işittirmek için yüksek sesle
tekbîr almanın ve cemaatın bu tekbire tâbi olmasının cevazına delildir.
Cumhur'un mezhebi de budur. Mâlikîler bu mes'elede Cumhur'a muhaliftirler. Kadı
İyaz (676—544) Mâlİkılerîn mezhebini izah sadedinde şöyle der :
«Bazıları cemaatın
namazı bozulur, bazıları bozulmaz dediler. Bazılarına göre ise imam, mübelliğe
tekbir almak için izin verdiyse bozulmaz; ona uymak sahih olur; izin
vermediyse bozulur» demiştir. Ma-llkller bu bâbda daha başka tafsilât da
vermişlerdir. Anlaşılıyor ki, onlar bu hadîs mucibince Ebu Bekir (R. A./ı imam
kabul etmektedirler. İmamın arkasında bulunanın cemaate işittirmek için sesini
yükseltmesi hususunda zaten söz yoktur.[105]
434/324- «Ebu
Hüreyre radıyaüahü anh'âen rivayet edilmiştir kî. Peygamber SaUaUahü aleyhi ve
seUem :
— Biriniz cemaata imam
olursa, hafif kıldırsın, Çünkü onların arasında küçük, ihtiyar, zayıf ve
ihtiyaç sahifoi vardır. Yalnız kıldığı zaman nasıl isterse öyle kılsın» buyurmuştur.[106]
Bu hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs, yalnız kılanın
bütün namaz erkanını, vaktin çıkacağından-korksa bile, uzatabileceğine delâlet
ediyor. Şâfîîlerden bazıları buna kail olmuşlardır. Lâkin bu hadîs, Ebu Katâde
hadîsine muarızdır. Zira Ebu Katâde hadîsinde «Tefrit ancak namazı, başka namazın vakti girinceye
kadar geciktirmektir» denilmektedir.
Hadîsi Müslim
(204-261) rivayet etmiştir.
Namazı uzatarak
mükemmel kılmak maslahatı ile, vaktini geçirmek mefsedeti bir araya gelince,
mefsedet ciheti tercih olunur. Meceîle-i Ahkâm-ı Adliyye'nin otuzuncu
maddesinde bu kaide şöyle ifade edilmiştir. «Def-İ mefasld, eelb-i menâfî'den
evlâdır.» Maamafih tefrit hadîsinden murad: Hiç kılmamak suretiyle geciktiren
de olabilir. Bu takdirde namazda iken o namaz vaktini geçiren kimse, tefrit
yapmış sayılmaz.[107]
435/325- «Amrü'bnü
Seleme'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî Babam, size hak Peygamber SaUallahü aleyhi ve
seUemin yanından geldim:
Namaz vakti geldikte
biriniz ezan okusun, ve en fazla Kur'an bileniniz size İmam Olsun; buyurdular
dedi. Bunun ürerine ashâb baktılar; benden daha fazla Kur'an bilen yoktu ve
bent İleri geçirdiler. Halbuki ben, altı veya yedi yaşlarında İdim» dedi.[108]
Bu hadîsi, Buhârt, Ebu
Dâvud ve Nesât rivayet etmişlerdir.
Hadîsteki kelimesi ya
hazfedilmiş bir masdarın sıfatı oltnak üzere mansubtur, yâni Peygamberliği hak
olan» demektir. Yahut cümleyi te'kîd eden bir masdardır. Zira «O gerçekten
Resûlüllahtır» kuvvetindedir. Hz. Seleme'nin Kur'an-ı Kerimi herkesten iyi
okumasının sebebi. Hz, Peygamber (S.A.V.)'e gelen kervanlarla görüşür; daha
babası ve kavmi müslüman olmazdan evvel onlardan okuduklarını öğrenirmiş.
Hadîs-İ şerifde,
imamlık yapmaya en haklı, Kur'an-ı Kerimi en iyi "bilen olduğuna delâlet
vardır. Nitekim bundan sonraki hadîste görülecektir. Yine bu hadîs, imamlığın
müezzinlikten daha faziletli olduğuna delâlet eder. Çünkü müezzin olmak için
bir şart yoktur. Hz. Amr'ın henüz yedi yaşında iken imamlığa geçirilmesi,
sabi-i mümeyyizin yâni, kârını zararını seçen bir çocuğun imam olmasında
kerahet bulunmadığına delildir. Nitekim Hasan-ı Basrî (21—110), Imam-ı Şafiî
(150—204) vesair bazı zevatın mezhebi budur. îmam-ı Malık (93—179) ile Sevrî
(97—161)'ye göre kerâhat vardır. îmam-ı Âzam (80—150) ile Ahmed b. Hanbel
(164—241),den iki rivayet vardır: Hanefîlerden meşhur olan rivayete göre,
sabî-i mümeyyiz yalnız farzlarda değil, nafilelerde dahi imam olamaz. Bazıları
da deliye kıyasen hiç caiz olmadığına zâhib olmuşlar ve: «Amr kıssasında bu
hususa dâir bir delil yoktur.» demişlerdir. Fakat bunları : «Hâdise Peygamber
Saîîallahü aleyhi ve seTlem zamanında cereyan etmiştir. Resûlüllah (S.A.V.)'in
buna bir şey demeyip, takrir buyurması caiz olduğuna delildir. Çünkü caiz olmayan
bir fiili Peygamber (S.V.A.) takrir ve kabul buyurmaz. Bahusus îslâmın en büyük
rüknü olan namaz hakkında, böyle bir şey mümkün değildir. Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in ayakkabısındaki pislik bile vahyile kendisine bildirilmiştir.
Çocuğun imamlığı sahih olmasa, mutlaka onun hakkında da vahy inerdi» şeklinde
itiraz edenler olmuştur. Hatta zahirîlerden İbni Hazm (384—456):
«Bu hususta bir
muhalif bilmiyoruz» demiştir. Onlar Hz. Amr'ın nafile namazlarda imam olması
ihtimalini de uzak görüyorlar.
Amr İbni Mesleme radtyaîlahü
anh'm farz namazlarda imam olduğu sübût bulursa, o zaman bu hadîs, farz kılan
cemaatın nafile kıldıran İmama uyabileceğine delil olur.[109]
436/326- «Ibnİ
Mes'ud radıyaltahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
SaTlaMahü aleyhi ve seTlem :
— Cemaata Allah'ın kitabını en iyi okuyan imam
olur. Okumada müsavi olurlarsa o zaman sünneti en iyi bilenleri; sünnetde de
müsavi olurlarsa, en evvel hicret edenleri; hicretde de müsavi iseler en evvel
müslüman olanları (bîr rivayette) yaşça kıdemli olanları imam olur. Sakın bir adam, bir adama velayeti dahilinde imam olmasın, onun evinde husûsî yerine
oturmasın. İzni olursa o başka» buyurdular.[110]
Hadîsi; Müslim rivayet
etmiştir.
«İbni Mâce'nin rivayet
ettiği Câbîr (R. A.) hadisinde :
— Sakın bir kadın bir erkeğe ve bir a'râbi bir
muhacire, bir fâcir bir mü'mine imam olmasın» denilmiştir.
Hadîsin isnadı hiçtir.
Allah'ın kitabını en
iyi okuyandan maksad zahire göre; en iyi hafız olandır. Fakat bazılarınca,
Kur'anın ahkâmını en iyi bilendir, Bundan evvelki hadîs birinci manâya daha
münasibtir.
Hadîs-i şerif, iyi
Kur'an okuyanın iyi fıkıh bilen üzerine takdim edileceğine delildir.
Hanefîyyeden îmam-ı Ebu Yusuf (113—182) ile mezhep imamlarından îmam-% Ahmed b.
Hanbel (164—241)'in mezhebi budur. Diğer Hanefîyye imamlarına göre namaz
ahkâmını en iyi bilen geçirilir. Şâfiîlerle Mâlikîlere göre; vilâyeti dahilinde
vali, sultan veya nâiblerinin geçirilmesi menduptur. Bunlardan sonra sıra o
camiin imamına gelir. Namaz ahkâmını iyi bilen geçirilir diyenlerce : «Kıraat
bir rükunda lâzımdır. Halbuki ilim bütün erkanda zaruridir. Bundan dolayı fıkhı
daha iyi bilen geçirilir. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V.) :
«— En İyi okuyanınız
Übeydir» buyurduğu halde, namaia Ebu Bekir (R.A.) geçirmiştir.
Hadîs-i şerif
sahabenin haline göre irad buyrulmuştur. Çünkü as-hâb-ı kiramın en iyi hafız
olanı aynı zamanda en iyi fakih idi. İbnî Mes'ud (R. A.) ; «Biz hükmünü, emr-ü
nehyini bilmeden on âyet geçmezdik» diyor. Lâkin «okumada müsavi iseler o zaman
sünneti iyi bilen» denildiğine göre, iyi okuyan mutlak surette ön plana
alınacaktır. Eğer iyi okuyan, ahkâmı iyi bilen manâsına alınırsa, o zaman iki
kısım birleşmiş oluyor. Hicret mes'elesine gelince : ResûlüMah (S.A.V.)
zamanında olsun, şimdi olsun diyar-ı küfürden, İslâm memleketine hicret
muteberdir. Vâkıâ «fetihten sonra hicret yoktur» hadîsi vardır. Amma bundan
murad Mekke'den Medine'ye hicret yoktur; demektedir. Çünkü ikisi de islâm
diyarı olmuştur. Hattâ Muhacir çocuklarına namazda imam olmak hususunda
babalarına verilen hüküm, verilir, bile demek isteyenler vardır, Hadîs-i şerifin bir rivâyetinde diğer bir
rivayetindedenilmiştir.
Birinciye göre;
İslâmiyet itibarıyla demektir ki, evvel
müslüman olan sonra müslüman olana tercih edilecektir.
İkinci rivayete göre;
yaşça büyük olan demek olur. Nitekim Malik bin Huveyris hadîsinde «Size en
büyüğünüz imam olsun»
İleri geçirilmeye
müstehak olanlardan biri de Kureyş
kabilesine mensup olanlardır. Zira Hz.
Peygamber (S.A.V.) «Kureyşi öne
geçirin» buyurmuştur.
Yüzce güzel olmak da
ileri şeriri İme sebeplerindendir. Ve bu bâb-da da hadîs vardır.
Yalnazravîlerinden biri zayıftır.
«Sakın bir adam bir
adama vilâyeti dâhilinde imam olmasın» ifadesiyle sultandan, yani vilâyet ve
söz sahibi olan devlet reisinden, yahut onun naibinden başkasını ileri geçirmek
nehyedilmiştir. Zahirine bakılırsa, başkası daha lâyık bile olsa, yine geçirmek
yasaktır. Bu hususta hâne sahibi de sultan hükmündedir. Hatta onun onun için
de ayrıca hadîs vardır. İbni Mes'ud (R.A.ym rivayet ettiği bu hadîste «Hane
sahihinin Heri geçmesi sünnettendir» buyruluyor.
Hadîsi; Taberanî
(260—360) tahric etmiştir. Musannif da Râ-vîleri mutemeddir» der.
Mahalle imamına
gelince; eğer resmen tayin edilmişse sultan hükmündedir. Köy imamları, gibi cemaat
tarafından seçilmiş ise ihtimal-lidir. Yani sultan hükmünde olması ihtimal
dahilindedir. Bir kimsenin evindeki hususî yatağı, koltuğu vesâiresi de
kendisine has haklardandır. Binaenaleyh izinsiz bunlara oturmak doğru
değildir. Mecelle-i Ah-kâm-ı Adliyyenİn «95 ve 96.» maddelerinde; «gayrın
mülkünde tasarruf 1le emretmek bâtıldır» «Bir kimsenin mülkünde onun izni
olmaksızın âhâr (başka) bir kimsenin tasarruf etmesi caiz değildir» denilmektedir.
îbni Mâce rivayetinin
hiç olması ravîleri arasında Abdullah ibni Muhammedii'l ~ Adevi
bulunmasmdandır. Bu zatı Vekî (127—197) hadîs uydurmakla itham etmiştir. Şeyhi
de zayıftır. Hadîsin başka tarikleri de vardır. Fakat onlar da Abdülmelik ibni
Habîb vardır. Bu zat, hadîs çalmak ve isnad karıştırmak müttehhemdir.
O hadîs, kadının
erkeğe imam olamayacağına delâlet
ediyor. Dört mezhebin imamları ile sair bazı kimselerin mezhebi budur.
Câbîr hadisi,
A'râbinin muhacire, fâcirin mü'mine, imam olamıya-cağına da delâlet ediyor.
A'râbî çölde yaşıyan demektir. Her halde buradaki nehiy de kerahete
hamlolunmuştur. Çünkü bu yasak sadr-ı İslâm'da idi. Fâcir : Günahlara dalan
kimsedir. Bazıları fâcir ve fâsıkın imamlığı sahih değildir derler. Hanefilerle
Şâîiîlcre göre fâsıkın imamlığı caizdir. Bunlar İbni Ömer hadîsiyle ve daha
birçok hadîslerle istidlal ederler.'
Şu kadar var ki, bu hadîslerde
zayıflık vardır. Ve «Size dininde
cür'etkâr olan İmam olmasın» ve emsali hadîsler bunlara muarızdır. Lâkin bu
muarızlar da zayıftır. Binaenaleyh Hanefİlerle Şâfiîler asla müracaat ederek
yine fâsıkın imamlığı caizdir derler. Asıl olan : Kimin namazı sahih olurja
İmamlığının da sahih olmasıdır. Bunu ashab-ı kiramın fiti-leri de te'yid
ediyor. Buhârî (194—256)'nin tarihinde Abdülkerim'den şöyle bir rivayet vardır.
Abdülkerim, oMuhammed
SatlaUahü aleyhi ve selemin ashabından fâsık imamlar arkasında namaz kılan on
kişiye yetiştim; demiştir».
Müslim (204—261)'in
rivayet ettiği şu hadîs te aynı şeyi te'yid eder:
«— Başınıza namazı
vaktinden geciktiren, yahut namazı vaktinde mahveden hükümdarlar geldiği
zaman, halin ne olacak? dedi,
O da : «Bana ne
emredersin?» diye sordu:
— Namazı vaktinde kıl;
eğer namaza o hükümdarlarla kılmaya yetişirsen yine kıl; çünkü o senin için nafile
olur» buyurdular.
Görülüyor ki, fâsık
hükümdarların arkasında namaz kılmaya Resû-lüllah (S.A.V.) izin vermiş; o
namazı nafile saymışdır. Çünkü onlar namazın vaktini geçirirler. Zâhirvne
bakılırsa namazı vaktinde kılmış olsalar, onların arkasında farz oiarak kılmaya
memur olacaktı.[111]
438/327- «En
e s radıyallahü a uhden Peygamber
SaMallhaü aleyhi ve seîlemın :
— Saflarınızı
perçinleştiriniz. Aralarını yaklaştırınız ve gırtlakları bir hizaya getiriniz»
buyurduğunu duyduğu rîvâyef edilmiştir.»[112]
Bu hadîsi; Ebu Davud ile Nesâî rivayet etmişlerdir.İbni
Hibban onu sahihlemiştir.
Hadîsin tamamı Sünen-i
Ebİ Davud'da şöyledir :
— Nefsim kabza-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim kiT ben şeytanları kuzular gibi saf
aralıklarına girerken görüyorum.»
Buhârî (194—256),
Müslim, (204—261) ve Ebu Davv4 (202—275) Numan Ibnl Beşir*den şu hadîsi tahric
etmişlerdir:
Resûlüllah SallaUahü
aleyhi ve sellem yüzünü cemaata dönerek : üç defa:
— Saflarınızı
düzeltiniz, vallahi, ya saflarınızı düzeltirsiniz. Yahut Allah kalplerinizin
arasını muhakkak ayırır; buyurdular. Râvİ dedi ki:
Baktım herkes omuzunu
yanındakinİn omuzuna ve topuğunu topuğuna yapıştırıyor».
Ebu Davud yine Numan
ibnî Beşir'den şu hadîsi tahric etmiştir :
Peygamber Sallaîlahü
aleyhi ve sellem bizi saflarda okları düzeltir gîbi düzeltiyordu. Ta ki artık
bunu kendisinden aldığımızı ve iyice anladığımızı tahmin edince, bir gün
yüzünü bize doğru çevirdi. Bir de ne görsün, göğsü bir tarafa çıkmış bir adam.
Bunun üzerine:
— Ya saflarınızı
düzeltirsiniz, yahut muhakkak Allah yüzlerinizin arasını ayırır; buyurdular.»
Yine Ebu Davud Bera'
ibni Azib (R. A.J'dan şu hadîsi tahric etmiştir :
Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve sellem safın arasında
bir baştan bîr başa gezer, göğüslerimizi ve omuzlarımızı düzeltir ve :
Dağılmayın ki
kalpleriniz de dağılmasın; buyururdu, demiştir.
Bütün bu hadîsler ve
ihtiva ettikleri tehdidler, safları düz ve sımsıkı tutmanın vücûbuna delâlet
eder. Fakat bu mes'ele imamların her namazda tenbihlerine rağmen yine de
cemaatın dikkat etmediği vazifelerden biridir. Nitekim Hz. Enes (R. A.)'dan
rivayet edilen şu hadîse de dikkat edilmemektedir:
«— Ön safı
tamamlayın. Sonra ondan sonra geleni
tamamlayın. Noksan kalırsa, varsın son safta olsun».
Bu hadîsi; Ebu Davud
tahric etmiştir.
Halbuki bakarsınız
daha ilk saf dolmadan cemaat ikişer üçer geriki saflara dağılırlar. Teşkil
edilenler de eğri büğrüdür. O kadar lâubâ-li davranırlar ki, sanki bu bâbda
kendilerine hiç bîr şey söylenmiş değildir.
Ebu Davud'un Câbir
ibnî Semûre'den tahric ettiği şu hadîs-i şerife bir bakınız :
«Câbir dedi kî :
Resûlüllah SallaUahü
aleyhi ve sellem :
— Meleklerin
rableri huzurunda saf oldukları gibi saf olsanıza; deâl
Biz; — Melekler
Rablerinîn huzurunda nasıl saf oluyorlar ya? dedik:
— ön safları tamamlar ve safta sıkışık durular»
buyurdular.
Saflardaki aralıkları
tıkamak hususunda birçok hadîsler vârid olmuştur. Bir iki tane de bunlardan
görelim:
Taberânî (260—360)
«El-Evsat» da Ibni Ömer (R. A./dan şu hadîsi tahric etmiştir:
«— Kişinin saftaki
aralıkta yürüyerek, o aralığı tıkadığı adım kadar, sevabı büyük bir adım
yoktur».
Taberânî yine aynı
eserde Hz. Âışe (R. Anjıa)'daxı şu hadîsi rivayet ediyor:
Resûlüllah SallaUahü
aleyhi ve settem:
— Kim bir saftaki
aralığı tıkarsa, Allah onun sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir ve ona
cennette bir ev bina eder» buyurdular.
Heys&mî diyor ki:
«Bu hadîsin râvileri arasında Müslim B. Hâlid Zenci vardır. Bu adam zayıfdır.
Fakat ibni Hibban mutemed saymışdır.
Bezzar(—292) Ebu
Cühayfe (R. A.)'den şu hadîsi tahric etmiştir :
«— Kim saftaki bir
aralığı tıkarsa, affolunur».
Heysemî bu hadîs için
«İsnadı güzeldir» der. Maamafih mevzuu bahsimiz Enes hadîslndeki
«— Saflarınızı
perçinleştiriniz» emri yukanki hadîse de ihtiyaç bırakmaz. Zira aralık ancak
safı perçinleştirmemekten meydana gelir.[113]
439/328- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
SaUaUahü aleyhi ve sellem :
— Erkek saflarının en
hayırlısı birincisi, en kötüsü de sonuncusudur. Kadın saflarının en hayırlısı
sonuncusu, en kötüsü de birincisidir» buyurdular.[114]
Bu hadîsi; Müslim
rivayet etmiştir.
Erkek saflarının en
hayırlısının yani en sevablısının ilk saf olması o saftakilere meleklerin salât
eylemesindendir. Meleklerin mü'minlere salâtı,
caılara Allah'tan afv ve mağfiret dilemeleridir. «En kötü» tâbirinden murad:
Sevabı en az demektir. Bu hadîsi Bezzar (—292) ile Tdberânî (260—360) de
rivayet etmişlerdir. İlk safın faziletleri hakkında hadîsler pek çoktur.
İmam-i Ahmcd bin Hanbel'in (164—241) tahric ettiği ve Heysemî'nin de ravîlerini
mevsuk kabul ettiği Ebu Ümâme hadîsinde şöyle deniliyor :
Ebu Ümâme demiştir kî
: aResûlüilah SallaUahü aleyhi ve seZlem :
«Şüphesiz Allah ve
Melekleri ilk saffa selât eylerler» dedi.
Ashâb :
Yâ Resûlüllah ya
ikinciye? dediler.
«— İkinciye de öyle.»
buyurdular.
Aynı hadîsi Tdberânî
de «El-Kebir» inde rivayet etmiştir. Yine Imam-ı Ahmed ile Beziâr'ın tahriç
ettikleri ve Heysemî'nin ravîlerini mevsuk kabul ettiği Numan îbnî Beşir hadîsinde de şöyle
deniliyor :
«Numan; Resûlüllah
SaUatlahü aleyhi ve seüem'ın, ilk saff için üç, ikinciye iki, ve üçüncüye de
bir defa istiğfar ettiğini işittim, dedi.
Heysemî: «Bunun
ravîleri arasında Eyyub îbnî ütbe vardır» demiş ve onu belleyişi yönünden zayıf
bulmuştur.
îlk saffın sağ tarafı
imamın semtinde olması, ve sol taraf üzerine fazileti hakkında birçok hadîs
vardır: Meselâ Tdberânî (260—360) «ELEvsat» da Ebu Bürde (R. A./dan şu hadîsi
tahric etmiştir :
«Demi$tlr kl:
Resûlüllah SaîlaMahü aleyhi ve seUem :
— Eğer imamın
arkasında olabilirsen ne âlâ, yoksa sağında dur.» buyurdular.
Heysemî; «Bunun
râvileri arasında ismini duymadığım biri var» diyor. Yine Tdberânî zEl-Evsat»
ve «El-Kebir» de İbnî Ab bas (R. A.) dan şu hadîsi tahric etmiştir :
«— ilk saffı ve sağ
tarafı kollayın; direkler arasından sakının» Heysemî: «Bunda da îsmâil İbni
Müslim Mekkî vardır ki, zayıftır» diyor. İlk safta durmaya en lâyık olanlar
yaşlı başlı kimselerdir. Bu bâbda Bezzâr Âmir ibnî Rebia (R. A.)'den şu hadîsi
tahric etmiştir :
«Demiştir ki,
Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve seîlem :
— Benim arkama yaşlı
başlılar dursun, sonra onların ardından gelenler; sonra onların ardından
gelenler»
buyurdular.
Heysemî: «Bunda Âsim
ibnî Ubeydullah vardır. Ekseriyet onun zayıf olduğu kanaatındadır. Hüccet olup
olmayacağı ihtilaflıdır» demektedir.
Aynı hadîsi Müslim
(204^-261) ve Dörtler îbni Mes'ud (R.A.)'dan
«— Dağılmayın ki
kalpleriniz de dağılmasın. Çarşıların fitnelerinden sakinin» ibaresinin
ziyadesiyle tahric etmişlerdir. Bu bâbda daha başka hadîsler de vardır:
Mevzuu bahsimiz olan
hadîs, kadınların da saf olabileceğine delâlet ediyor. Zahirine bakılırsa,
erkeklerle beraber, yahut yalnız kadınlarla saf olabilirler. Fakat erkeklerle
saf olmalarının keyfiyyeti ihtilaflıdır. Az ilerde gelecektir. Kadın
saflarının en hayırlısının son saf olması, son safta erkeklerden uzak
olmaları, bu suretle onları görmemeleri ve seslerini işitmemeleri ile ta'lil
olunmuştur. Ancak bu-ta'lil onların erkeklerle beraber kıldığına nazarandır.
Yoksa kadınlar kendi aralarında cemaat teşkil ederler ve imamda kadın olursa,
o zaman or^ lann da ük safı erkekler gibi en hayırlı saf olur.[115]
440/329- «İbni
Abbas radıydUahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî : Resûlüllah
SaMaUahü aleyhi ve seUem ile bir gece namaz kıldım ve soluna durdum. Bunun
üzerine Resûlüllah SaUallahü aleyhi veseüem :
(arkamdan) Tutarak
beni sağına durdurdu».[116]
Bu hadîs; Müftefekun
aleyhtir.
Hadis-i şerif; nafile
kılanın nafile kılana uyabileceğine ve imam ile birlikte bir kişi ise, imamın
sağ tarafına duracağına delildir. Çünkü sol taraf münasip olsaydı, namazda iken
onu yerinden alıp, sağ tarafa geçirmezdi Cumhûr-u ulemâ'nm mezhebi budur. Nehâî
(11—95) Cum-hûr'a muhalefet ile: «îmam ile beraber kılan bir kişi ise, imamın
arkasına durur. îmam rükû edinceye kadar kimse gelmezse o zaman sağ tarafa
geçer» diyor. Bunun vechi şudur: îmamla kılmakta toplanma ümidi vardır.
Binaenaleyh belki geriden cemaat gelir diye imama uyanların yeri namaza
dururken, kalabalığa göre hazırlanır. Rükûya gidinceye kadar, kimse gelmezse
bunun hilafı zuhur ettiğinden o bir Mşi artık imamın sağ tarafına geçer. Bazıları:
«Bu hadîs imamın sol tarafına durarak namaz kılmanın sahih olduğuna delâlet
eder. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.), ibni Abbas'a emretmedi» derler. Bazıları
da: «Namazını yeniden kılmasını emretmedi denilemez. Çünkü İbnî Abbas (R. A.)
henüz bu işi bilmiyordu, mazur idi. Yahut daha niyetlenmemişti» diyorlar.
«Beni sağına durdurdu!
demesine bakılırsa, tam yanıbaşına durdurduğu anlaşılıyor. Hatta hadîsin bir
rivayetinde «ben de yanıbaşına durdum demiştir. Şafiîlerden bazıları ile
Hanefiyyeden îmam-ı Muhammed (135—189)'e göre, imamın biraz gerisine, yâni ayak
parmaklarının uçlarını imamın ökçelerinin dibine koyması müstehaptır. Ancak
îbni Cüreyc diyor ki: «Âta'ye sordum. Bir kişi, bir kişi ile namaz kılarsa
,neresine duracak dedim. Yanıbaşına dedi. Onunla bir saf olarak biribirilerini
geçmiyecek şekilde hizasına mı dedim. Evet dedi. İkisinin arasında aralık kalmayacak
derecede birbirinden uzaklaşmıyacak şekilde öyle mi? dedim. Evet dedi.»
Bunun benzerini de
Imâm-ı Mâlik (93—179) «El-Muvatta-» da İbni Mes'ud tarikiyle Hz. Ömer. (R.
A.)'dan rivayet etmiştir. Mezkûr hadîste İbni Mes'ud, Ömer (R. A./in kendisi
ile bir saf teşkil ettiğini ve kendisini sağına tâ hizasına kadar
yaklaştırdığını beyan eder.[117]
441/330- «Enes
radıyaUahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah SaTlallahü
aleyhi ve seTlem: Namaz kıldı. Bir yetim ile ben arkasına durdum. Ümmü Süleym
de bizim arkamıza durdu.»[118]
Müttefekun Aleyhtir.
Lâfız Buhârî'nindir.
Hadîste muttasıl mcrfu
zamir üzerine te'kid, yahut fasl yapılmadan atıf vardır ki, Kûfelüere göre bu
caizdir. Yetimin adı «Dümeyra» dır. Bu zat, Hüseyin bin. Abdullah b.
Dümeyre'nin dedesidir.
Ümmü Süleym : Hz. Enes
(R. A./ın annesidir. İsmi «Müheyke» dir.
Hadîs-i şerif; nafile
namazda cemaat teşkil etmenin sahih olduğuna ve keza talim ve teberrük için
namaz kılınabileceğine delildir. Nitekim kıssa bunu. göstermektedir. Cemaat
iki kişi olursa, imamın arkasına duracakları, küçüklerin de cemaat için
büyükler hükmünde olduğu dahi aynı hadîsten anlaşılmaktadır. Çünkü «yetim»
lâfzından anlaşılan budur. «Sİnn-İ rüşd» denilen olgunluk çağına vardıktan
sonra, artık yetimlik kalmaz. Yine bu hadîste kadının erkeklerle bir safta
duramayacağına, kadınların ayrı saf teşkil etmesi gerektiğine delâlet vardır.
Erkekler safında kadın bulunursa, bazılarına göre hem kadının, hem de o saftaki
erkeklerle arkasındaki erkeklerin namazı bozulur. Hanefîlere göre de öyle ise
de, yalnız erkeklerin namazı bozulur; kadınların ki bozulmaz. Tafsilât fıkıh
kîtaplanndadır.[119]
442/331- «Ebu
Bek re radıyallahü anh'dan rivayet edilmiştir ki, kendisi Peygamber SallaUahü
aleyhi ve seîlem'e varmış: Resûlüllah SaîlaUdhü aleyhi ve sellem, rükû halinde
İmiş. O da saffavarmadan rükû etmiş, bunun üzerine Peygamber SaîlaUdhü aleyhi
ve sellem :
— Allah hırsını
arttırsın. Bir daha yapma» buyurmuştur.[120]
Bu hadîsi; Buhârî
rivayet etmiştir. Ebu Davud buna : saff'a varmadan rükû etti; sonra saff'a
yürüdü» cümlesini ziyâde etmiştir.
Hadîs-i şerif, imamı
rükûda bulanın saffa varmadan namaza niyet-lenemiyeceğine delildir. Çünkü Hz.
Peygamber : «— Bir daha yapma» buyurmuşlardır. Bazıları: «Bilâkis
niyetlenmenin caiz olduğuna delâlet eder; zira Hz. Peygamber kendisine namazı
yeniden kılmasını emretmemiştir. Bu da onun sahih olduğuna delildir» derler.
Maamafih Resûlüllah (S.A.V.)'in emretmemesi, Ebu Bekre (R. A.j'ın hükmü bilmediği
için olabilir, bilmemek bir özürdür.
Taberânî (260—360)
«El-EvsaU da Ata tarikiyle Ibni Zübeyr'den:
«— Birini» mescide
girdiği zaman, cemaat rükuaa olurlarsa, girdiği anda hemen rükû etsin; sonra
rükû halinde saff'a gidinceye kadar debeliverek gider. Çünkü sünnettir»
dediğini rivayet eder.
H eyse mî : «Bunun ricali sahihtir» der. Atâ diyor ki : «Filhakika İbnİ
Zübeyr'İn bunu yaptığını gördüm.» İbnİ Cüreyc dahi: «Ben de bunu Atâ yaparken
gördüm» diyor.
Galiba bunu yapanlar
hadîs'te ki lâfzını iadeden almışlardır. Bu takdirde mâna şöyle olur: «Allah
hayra karşı olan hırsını arttırsın. Namazını iade etme, yani yenileme, zira
sahihtir».
Hadîs, aynın sükûnu
ile « \ js. » den alınarak da rivayet edilmiştir. Îbnü's-Seken (294—353)'in
Ebu Bekre'den rivayeti de bu mânayı te'yid ediyor. Bu rivayette şöyle deniliyor
:
başladılar. Ben de
koşarak gîttim. Tâkİ safa girdim. Namazı bitirince Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve
sellem :
— Kimdi O demin ki koşan? dedî. Ebu Bekre diyor
ki, «Ben» dedim. Resûlüllah (S.A.V.)
«— Allah hırsım
arttırsın, koşma» buyurdular. Fakat en yakın ihtimal yine de bizim mâna
verdiğimiz veçhile kelimenin «dönmek» mânâsına olan den alınmış olmasıdır.
Yani «henüz safa varmadan bir daha namaza başlama» demektir.[121]
443/332-
«VSbısâtü'bnü
Mi'bed radtyallahü onft'den rivayet edilmiştir ki, Resûlüllah SallaUahü aleyhi
ve sellem : Safın arkasında yalnız başına namaz kılan bîr adam görmüş ve ona
namazı yeniden kılmasını emretmiştir».[122]
Bu hadîsi; Ahmed, Ebu
Dâvud ve Tirmîzî rivayet etmiş ve onu ha-sen bulmuştur. İbni Hibban onu
sahihlemiştir.
îbni Hibban'ın Talk
ibni Ali (R. A.)'âan rivayetinde :
«Saff'ın arkasında
yalnız kılanın namazı olmaz» buyu-rulmuşdur.Taberânî Vâbisa hadîsinde:
«— Onlarla birlikte
gir-seydin, yahut bir adam çekseydin'a.» cümlesini ziyâde etmiştir.
Hadîs-i şerif, safın
arkasında yalnız basma namaz kılmanın doğru olmadığına delâlet ediyor.
Filhakika îmam Ahmed b. Hanbel (164— 241) ile Nehâî (11—95)'nin mezhebi; bu
namazın bâtıl olmasıdır. îmâm-ı Şafiî (150—204) bu hadîsi zayıf bulur ve : «Bu
hadîs sabit olsa, ben de buna kail olurdum» der idi. Beyhakî (384^—458): «En
iyisi bundan sakınmaktır. Çünkü mezkûr haber sabittir» demiştir. Namazın
bozulmadığına kail olanlar Ebu Bekre hadîsi ile istidlal ederler ve «buradaki
iade emri nedip manasınadır» derler. Bazıları: «Evlâ olan vEbu Bek re hadîsini
özre hamletmektir. Bu Özür, mümkün mertebe namaza yetişmekle beraber
yetişmemek korkusudur. Vâbısa hadîsi özrü olmayanlara mahsustur» derler.
Bazılarınca bundan daha güzeli şöyle demektir: «Ebu Bekre hadîsi Vâbısa
hadîsine muarız değil, muvafıktır. Resûlüllah (S.A.V.)'in Ebu Bekre'ye namazını
yeniden kılmasını emretmemesi Vâbisa'nın hükmü bilmediğindendjr. Bilmemek ise
özürdür. Safın arkasında yalnız kılana namazını iade ettirmesi hükmü bilip dururken,
bu işi yapmış olmasındandır.» Talk İbni Ali rivayeti de zımnen butlana delâlet
eder.
Bu rivayette ki «namaz
yoktur» cümlesi «bittabiî bu namaz sahih değildir» demektedir. Taberânî
(260—360)in ziyâde ettiği cümlenin izahı şudur: «Ey safın arkasında yalnız
başına kılan, saftakilerle beraber safa girseydin, yahut saftan birini çekerek
kendi yanına getirseydi^ de İkiniz bir saf olsaydınız yal». Taberânî hadîsinin
tamamı şudur :
«Eğer yer sana dar geldiyse,
namazını yeniden kıl. Zîrâ senin namazın ol ma di.» Bu hadîs,
«Mecmeu'z-Zevâid-» de İbni Abbas (R.A.) dan şu lâfızlarla rivayet edilmiştir:
«— Biriniz safa
vardığı zaman saf tamam olmuşsa hemen kendine bir adam çeksin, onu yanıbaşına
durdursun».
Aynı eserde bu hadîsi
Taberânî'nin de «EÎ~Evsat» da rivayet ettiğini ve: «Peygamber (S.A.V.)'den
yalnız bu isnadla rivayet ediliyor. Hem bu hadîsirr-ravîleri arasında Seriy b.
İbrahim yardır. Bu zat cidden zayıftır» dediğini kaydediyor. «Mecmeu'z-Zevaid»
in beyânında, Vâbısa hadîsinde Seriy b. İsmail bulunduğu anlaşılıyor. Sâri ise
Seriy'nin Taberânî rivâyetindeki ziyâdeyi rivayet ettiğini bildiriyor.
Şu kadar var ki, Ebu
Dâvud (202—275) «El-Merâsih> de Mukâtil ibni Hibban'd&n. merfu olarak şu
hadîsi rivayet etmiştir:
«— Biriniz gelir de
yer bulam azsa, kendine saftan bir adam çeksin ve onunla birlikte dursun. Bu
çekilenin ecri ne de büyüktür». Taberânî de «ElrEvsat» da İbni Abbas (R.
A.J'dan şu hadîsi rivayet ediyor:
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem, saflar tamam olduktan sonra gelene kendine bir adam çekerek
onu yanıbaşına durdurmasını emretti».
Bu hadîsin isnadı
hiçtir.[123]
445/333- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Peygamber
SdllaTlahü aleyhi ve sellem:
— İkâmeti işittiniz mi
hemen namaza yürüyün. Ama sakın sekînet ve vakardan ayrılmayın. Ve acele
etmeyin. Yetişebildiğiniz! kılın, yetişemediğinizi tamamlayın» buyurdular.[124]
Hadîs; Müttefekun
Aleyh'dir. Lâfzı Buhârî'nindir.
Nevevî (631—676):Hareketlerinde
ağır başlı olmak ve boş şeylerle uğraşmaktan sakınmaktır. Vakar ise, kılık
kıyafette olur. Önüne bakmak, sesini kısmak ve çok bakınmamak gibi. Bazılarına
göre bu iki kelimenin mânası birdir. İkinci kelime birinciyi te'kid için
zikredilmiştir Müslim'in rivayetinde bu âdabın hikmet-i şer'iyyesine tenbih
vardır. Ebu Hüreyre hadîsinin sonunda
:
«— Zira biriniz namaza
gitmeye niyet etti mi, artık namazdadır» buyrulmuştur. Yani bu adam, namazda
hükmündedir. Şu halde namazda olan ne yaparsa, onun da aynı şeyi yapması, neden
sakınırsa, onun da sakınması îcab eder.
«Yetişebildiğiniz!
kilin» ifadesinden murad: İmamla beraber kılmaya yetiştiğinizi, onunla berabar
kılın» demektir.
Hadîs-i şerifte,
namaza giderken, vakar, sekînet ve acele etmeme mrolunmuştur. Maksadı, böylelikle
adımlarını çoğaltarak, fazilete nâü olmaktır. Filhakika Müslim'in Câbİr (R.
A./dan rivayet ettiği bir hadîste :
«—Şüphesiz ki, namaza
doğru attığı her adımda bir derece vardır»
"buyrulmuştur. Ebu Davud (202—275) merfu olarak şu hadîsi rivayet «der :
«— Biriniz güzelce
abdest alır da sonra mescide çıkarsa sağ ayağını kaldırdıkça, Allah ona bir
sevap yazar. Sol ayağını bastıkça, Allah ondan bir günah affeder. Bir de
mescide gelip, cemaatla namaz kılarsa artık kendisine mağfiret olunur. Geldiği
zaman birazını kılmışlar; birazı kalmış olur da, yetiştiğini cemaatla kılar;
kalanı tamamlarsa, hüküm yine böyle olur. Mescide geldiği zaman namazı
kılmışlarsa, yine böyledir.»
Hadîs-i şerif; imama
namazın hangi cüz'ünde yetişilirse, cemaat faziletinin kazanılacağına delâlet
ediyor. Cumhur-u ulemânın mezhebi de budur.
Mâlikilerle diğer bazı
ulemâya göre tam bir rek'ata erişmedikçe, cemaata yetişmiş olmaz. Bunların
delili
«— Namazın bir
rek'atına yetişen ona yetişmiştir»
hadîs-i şerifidir.
Cuma bahsinde bir rek'âta yetişmenin şart olduğu görülecektir. Diğerleri de
ona kıyas olunur.
Bunlara cevaben. «Bu
hadîs, cemaat hakkında değil, vakitler hak-kındadadır. Cuma ise tahsis
edilmiştir. Başkası ona kıyas edilemez» dernilmiştir.
Mevzuu bahsimiz olan,
hadîsle, imama nerede yetişilirse, orada uyulacağına istidlal olunmaktadır.
Filhakika, îbni Ebi Şeyhe (—234) nin merfu olarak tahric ettiği bir hadîs-i
şerifte şöyle buyrulmuştur :
«Bîr kimse, beni rükû
veya kıyam veyahut secde halinde bulursa, hemen bulunduğum hal üzere benimle
beraber olsun». Yalnız bu hadîste yetiştiği cüz'ün bir rek'at sayılacağına ve
hangi hal üzere olsa, tahrimeyi yapacağına delâlet yoktur. Sadece imamla
beraber olmak emri vardır. Tdberânî (260—360) «El-Kebir» de mutemed ve mevsuk
ravîlerle Hz. Ali (R. A.) ve Ibni Mes'ud (R.A.)'dan şu hadîsi rivayet eder:
«Bir kimse rek'ata yetişmedi ise, secde rek'at sayılmaz» demişlerdir. Yine
TaberânVmn «El-Kebîr» inde mutemet râvîlerle Zeydü'bnii Vehb'denrivâyet
ettiğine göre Zeyd şöy-ledemiştir: «Ben ve Ibni Mes'ud mescide girdik, imam
rükûda idi. Hemen rükû ettik. Sonra safa dümtîüz duruncaya kadar yürüdük. îmam
namazı bitirdikten sonra ben kaza etmeye kalktım. Ibni Mes'ud sen ona yetişdin,
dedi.» Fakat bunlar mevkuf eserlerdir. İbnİ Zübeyr'in de dediği gibi, delil
olamazlar. Nitekim yukarıda görüldü.
Babımızın hadîsi bir
rivayette yerine lafzıyla gelmiştir.
Maamafih mânâ birdir. Zira Usûl-ü Fıkıh ilminde beyân olunduğu vecihle edâ ve
kaza kelimeleri biribirinin yerinde kullanılabilirler. Binaenaleyh iki rivayet
arasında muğâyeret yoktur. Ulemânın ihtilâf ettikleri şeylerden biri de «lâhik»
in imama yetiştiği yer, namazının başı mı, sonu mu, mes'elesidir.
Lâhik; Namaza imam ile
beraber niyetlenip de, sonradan bir özürden dolayı bazı rek'atlarım veya hepsini
imamdan ayrı kılan kimsedir.
Mesbûk: Namazın
başında imama yetişemiyen kimsedir.
Müdrik: Namazı baştan
sona imamla kılandır.
San'ânî, burada
herhalde lâhik kelimesini mesbûk manâsına almış olatfaktır. Çünkü tariften de
anlaşılacağı veçhile lâhik, zaten imama namazın başında yetişmiştir.
Binaenaleyh onun hakkında imama yetiştiği cüz başı mı sayılır, sonu mu diye
ihtilâfa mahal yoktur. Mesbûk ise, başında imama yetişemiyendir. Böylesi
hakkında ihtilâf olabilir. Hane-fllere göre mesbûk, yetişemediği rek'âtları
kaza ederken kırâata nazaran namazının başını, teşehhüde nazaran sonunu kılar.
Meselâ akşam, namazının son rek'âtında imama yetişen kimse iki rek'ât kaza eder
ve bunların ikisinde de fatiha ile bir sûre veya üç kısa yahut bîr uzun âyet
okur. Çünkü kaza ettiği rek'âtlar birinci ve ikinci rek'âtlardır. Fakat bu iki
rek'âttan birini kıldı mı oturur. Çünkü bu- teşehhüde nisbetle ikinci
rek'âttır. Bu suretle akşam namazını üç oturuşta kılmış olur.
Hâsılı, Hancfîlere
göre, mesbûk'un imama yetiştiği cüz, alelıtlak namazının başı değildir.
Bazıları mesbûk'un yetiştiği yer, namazının başıdır, demişlerdir. Yine
Hanefîlere göre rükûdan doğrulmadan imama yetişen, o rek'âta yetişmiş sayılır.
Fakat cemaatın da fatiha okumasını vacip kabul edenlere göre, mes'ele ihtilaflıdır.
Bir takımı, imam henüz rükûdan doğrulmadan yetiştiği için, o rek'âta yetişmiş
sayılır demiştir; diğerleri, fatihayı okuyamadığı için o rek'âta yetîşememiş
saymışlardır. Yukarda geçen Ebu Bekre hadisi yetişmiş sayılır diyenlere
delildir. Çünkü Ebu Bekre (R. A.) imama rükûda yetişmiş, Hz. Peygamber
(S.A.V.), onun bu halini ikrar etmiş; ona namazını yeniden kıldırmamıstır.[125]
446/334- «Übeyyü'bnü
Kâ'b radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. demiştir ki: Resûlüflah Sallallahü
aleyhi ve seîlem:
— Pir kişinin bir kişi
ile namaz kılması, yalnız kılmasından daha makbul; iki kişi ile kılması bir
kişi ile kılmasından daha makbul; daha çok olursa, Allah-ü Teâlâr ya daha
makbul olur» buyurdular.[126]
Bu hadîsi, Ebu Davud
ile Nesâ'î rivayet etmişlerdir. Ibni Hİbban onu sahihlemiştir.
Aynı hadîsi, İbni Mâce
(207—275) de tahric etmiş. îbni Seken (294—353), Ukeylî (—769) ve Hâkim
(321—405) onu sahihlemig-Ierdir. Hâkim bu hadîs hakkındaki ihtilâfları
zikretmiştir. Bu hadîsi Bezzar (—292) ile, Tdberânî (260—360) şu lâfızlarla
tahric etmiglerdir:
«— Biri diğerine imam
olan iki kişinin namazı, Allah indinde teker teker kılan yüz kişinin namazından
daha makbuldür».
Hadîs-i şerif, cemaat
namazının en az. bir imamla bir cemaattan meydana geleceğine delâlet ediyor. Nitekim
Ibnî Mâce'nin Ebu Musa'dan tahric ettiği şu hadîs de bu hükme uymaktadır. «—
iki ve yukarısı cemaattir». Buhârî (194—256):
Bu nam altında bir bâb
yapmış ve Malik ibni Huveyris (R.Â.yın şu hadîsi ile istidlal etmiştir :
«— Namaz vakti
geldikte, evvelâ ezan okuyun; sonra ikâmet getirin; sonra büyük olanınız size
imam olsun.»
îmam-t Atimed ibni
Haribel (164—241) dahi Hz. Ebu Saîd'den şu hadîsi rivayet ediyor :
«Mescide bir adam
girdi. Peygamber SaTlaUahü aleyhi ve seüem ashabına öğleyt kıldırmıştr. Peygamber
SaUdllahü aleyhi ve seîlem ona :
Seni namazdan ne men
etti, yâ fülan? dedî.
O da itizar makamında
bîr şey söyledi.
Ebu Said diyor kî :
sBunun üzerine adam namaza kalktı. Resûlüllah (S.A.V.) de :
Buna tasadduk edip de
beraberce namaz kılacak bir kimse yok mu? buyurdular.
Hemen bir adam kalktı.
Ve onunla namaz kıldı». Heysemî: «Bu hadîsin ricali sahih ricalidir» diyor.[127]
447/335- Ümmü
Varaka radtyallahü anh'dan rivayet edildiğine göre Peygamber1 Sallaîlahü aleyhi
ve sellem kendisine, ev halkına imam olmasını emretmiştir».[128]
Bu hadîsi, Ebu Davud
rivayet etmiş, İbnİ Huzeyme onu sahihlemiştir.
Hadis-i şerif, kadının
hanesi halkına erkek bile olsalar, imam olabileceğine delildir. Çünkü Hz. Ümmü
Varaka'nın erkek bir müezzini vardı ve ihtiyar idi. Zahire göre Ümmü Varaka,
müezzin ile kölesine ve cariyesine imam oluyordu. Bu hadîsle istidlal ederek
Ebu Sevr (240), Müzeni (175-264) ve Taberî (224—310) kadının imam olabileceğine
kail olmuş ve Cumhûr-u ulemâya muhalefet etmişlerdir. Erkeğin yalnız kadınlara
imam olmasına gelince:
Bu bâbda Abdullah ibni
Ahmed (—417) Übey Ibni Kâ'b (R. A.) den şu hadîsi rivayet etmiştir:
Übey, Peygamber
SaUallahü aleyhi ve sellem'e gelerek dedi ki- :
— Ya Resûlüllah ben bu akşam bir iş yaptım.
Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve sellem:
— Ne O? dedi. Übey;
— Evde benimle beraber kadınlar var. Bana sen
şüphesiz ki okuyorsun» biz okuyamıyoruz, bize namaz kıldırıver dediler. Ben de
sekiz rek'ât namaz île vitri kıldırıverdim, dedi.
Bunun üzerine
Resûlüllah SaîlaUahü aleyhi ve sellem sükûf buyurdular. Übey :
Biz de sükûtunu rızâ
telakki ettik; demiştin.
Heysemî: «Bu hadîsin
isnadında ismi söylenmiyen bir râvi vardır. Hadisi Ebu Ya'lâ «Müsned» inde ve
Taberânî de «El-Evsat» mda rivayet etmiştir. îsnadı basendir,» diyor.[129]
448/336-
«Enes
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki. Peygamber Sallallahü aleyhi ve
seZfom,cemaata imam olmak üzere, âmâ olduğu halde İbni Ümmü Mektum'u kendi
yerine halife bırakmıştır.»[130]
Bu hadîsi; İmam-ı
Ahmed ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Bunun bir benzerini de îbni Hibban,
Âîşe (R. anha)'daxı rivayet etmiştir.
Ebu Davud (202—275)'un
bir rivayetine göre, Hz. Peygamber SaUallahü aleyhi ve sellem Abdullah ibni
Ümmü Mektum'u iki defa kendi yerine bırakmıştır. Hadîs, Taberânî'nin «El-EvsaH
mda Hz. Aişe (R. anha) dan şu lâfızlarla rivayet ediliyor:
«Peygamber SaUallahü
aleyhi ve sellem İbnî Ümmü Mektum'u cemaate imam olmak İçin iki defa Medine'ye
halife bıraktı».
Bundan murâd: namaz ve
şâir husustaki hilâfettir.Filhakika hadîsi Taberânî (260—360). Namazda vesâirede» kaydıyla tahric
etmiştir., tsnâdı basendir. Resûlüllah
(S.A.V.)'in İbni Ümmü Mektum'u halîfe olarak kaç defa bıraktığı sayılmış, onüç
defaya baliğ olmuştur. Keyfiyyet, «El-Hülâsa» nâm eserde zikredilmiştir.
Hadîs-i şerif, kerâhetsiz olarak âmâ'nın imam olabileceğine delildir.[131]
450/337- İbnî
Ömer radıyaTtahii anhüma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
SaîlaUdhü aleyhi ve setlem :
— Lâ ilahe illallah
diyen üzerine (cenaze namazım) kılın! lâilâhe illallah diyenin arkasında da
namaz kılın», buyurdular.[132]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
zayıf bir isnadla rivayet etmiştir. El-Bedrü'l-Münîr» adlı eserde. «Bu hadîs
bütün tarîklerden sabit değildir» deniliyor.
Hadîs; kelime-İ
şehâdet'i getirenin saîr farzları edâ etmese bile, -üzerine cenaze namazının
kılınabileceğine delildir.
Ebu Hanîfe (80—150)
ile şâir ulemânın mezhebi budur. Yalnız tmam-ı Âzam yol kesici = bâğîleri
bundan müstesna tutmuş; onların cenazelerinin kılınamıyacağma kail olmuştur.
Yol kesici asıldıktan sonra, kendisine yapılacak muamele hususunda İmam-t
Şafiî'den çeşitli rivayetler vardır. Asıl olan: Kelime-i şehâdeti getiren,
müslüman-dır. ve müslüman haklarından istifade eder. Bu haklardan birj de cenaze
namazıdır.
intihar eden biri
hakkında Resûlüllah (S.A.V.)in;
«— Bana gelince: Ben
onun üzerine cenaze namazı kılmam» buyurarak ashâb-ı kiramı
kılmaktan men etmemesi de bu hakka delâlet eder. Bir de cenaze namazının
meşrûiyyetinden ehl-i şe-hâdet olanlardan hiç bir kimse tahsis edilemez. Yalnız
bir delîl bulunursa, o zaman bittabiî tahsis edilir. Kelime-i şehâdet
getirenin arkasında vakit namazları ile şâir namazların kılınabileceği
hususununda yukarda bahsi geçmiştir. Namazı sahih olanın imamlığı da sahihtir.[133]
451/338- «Ali
bin Ebi Talib radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
SaUaîlahü aleyhi ve selîem:
— Biriniz imamı
herhangi bir halde iken, namaza gelirse, imamın yaptığı gibi yapsın»
buyurdular.[134]
Bu hadîsi, Tİrmizl
zayıf bîr îsnadla rivayet etmiştir. Tirmizî (200—279), bu hadîsi Hz. Ali ve
Muaz (R. anhüma)'daxı tahric etmiştir. Hadîste zaaf ve inkıta vardır. Tirmizî :
«Bu hadîsi bu yoldan başka isnad eden kimse bulmuyoruz» demektedir. Hadîsi Ebu
Davud (202—275), Abdürrahmanü'bnü Ebi Leylâ (—83)'den tahric etmiştir. Bu
hadîste Muaz (R.A.)'ın «Ben onu hiç bir
halde görmüyorum ki, ben o halde olmayayım» dediği zikrediliyor. Şu halde bu
sözle inkıta kalkmış oluyor. Çünkü zahire göre Abdurrahman ibni Ebi Leyla'ya,
rivayet eden Muâz'dan başkasıdır. Hattâ sahabeden bir cemaattır. Halbuki inkıta
Muâz ile Abdurrahman arasında iddia edilmektedir. Yani Abdurrahmaıı Hz.
Muâz'dan işitmemiş; başka sahabeden işitmiştir. Ebu Davud'un rivâyetinde Abdurrahman «Bize arkadaşlarımız lattı»
demiştir. Bunlardan murâd, ashâh-E kîrâmdir.
Hadîs-i şerif, imama
yetişen bir kimsenin imamı namazın hangi cüz'ünde bulursa bulsun, hemen ona
uyması gerektiğine delildir. Şayet imam ayakta iken, yahut rükû halinde iken,
yetişirse o rek'âta yetişmiş sayılır. Otururken veya secdede iken yetişirse o
da imamla beraber oturursa da, bu oturuş bir rek'ât sayılmaz. Bunu te'yid eden
İbni Ebu Şey-be hadîsini yukarda görmüştük. İbni Huzeyme (223—311) dahî Ebu
Hüreyre (R. AJ'dan merfu olarak şu hadîsi tahric etmiştir:
Biz secdede iken,
gelirseniz, hemen secde edin. Ama onu hiçbir şey saymayın. Bir rek'âta yetişen
o namaza muhakkak yetişmiştir». Yine bu hususta Ebu Hüreyre'den merfu olarak şu
hadîsi tahric etmiştir :
«— Bir kimse imam
belini doğrultmadan, namazın bir rek'âtına yetişirse, o namaza muhakkak
yetişmiştir».
îbni Huzeyme bu
unvanla bir bâb ayırmıştır.
Hadîs-i şerifte geçen »
«İmamın yaptlğf gibi yapsın» tâbiri imama uyanın mutlaka iftitah tekbîri ile namaza
gireceği hususunda sarîh değildir. Lâkin iftitah tekbîrinin gerek imama,
gerekse yalnız kılana ayakta meşru olması, namazın bu tekbîr siz caiz
olmayacağını göstermeye kâfidir.
Fâide : Cemaatı terk
için özürleri bildiren bir kaç hadîs :
1— Buharı
(194—256) ile Müslim (204—261) ittifakla Hz. İbni Ömer (R.A.)'den şu hadîsi
tahric etmişlerdir:
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem'den rivayet edildiğine göre; münâdiye îlân etmesini emreder;
o da seferde İken soğuk gecede ve yağmurlu gecede, namazı konaklarınızda kılın; dîye nîdâ ederdi.»
2— Câbir (R
A 'dan Müslim, Ebu Davud ve Tirmiz'ı şu hadîsi rivayet etmişlerdir:
ResûlüHah Sallallahü aleyhi
ve sellem ile bir sefere çıktık ve yağmura tutulduk. Bunun üzerine:
— Sizden kim
isterse namazını menzilinde
kılsın» buyurdular.
Bu hadîsi, Tirmizî
(200—279) sahihlemiştir.
3— Buharı
ile Müslim aynı hadîsi İbni Abbas (R. A./cîan şu lâfızlarla tahric
etmişlerdir:
«İbni Abbas yağmurlu
bir günde müezzinine dedi ki
Eşhedüenns
Muhammeden-Resûlüllah» dediğin vakit- hayyal es'sa-lât» deme: evlerinizde kılın
de. «Râvi diyor ki, galiba cemaat bunu hoş karşılamadı. Bunun üzerine İbni
Abbas : Buna şaşıyormusunuz?
Bunu benden daha
hayırlı bir zât yaptı dedi». Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellemi kasd
ediyordu.
4— Müslim'de
:
«İbni Abbas'in
yağmurlu bir cum'a gününde müezzinine buna benzer bir şey emrettiği» rivayeti
vardır.
5— Bulıârl
İbni Ömer'den şu hadîsi tahric etmiştir: Omer Demiştir ki: ResûlüHah Sallallahü
aleyhi ve sellem:
— Biriniz sofrada
olursa, ondan hacetini bitirmeden acele etmesin. İsterse namaz kılınsın,
buyurdular.
6— lmam-ı
Ahmcd (lGd—241) ve Müslim Âîşe (R. anha)'daiî şu hadîsi tahric
etmişlerdir:
A'Şe radıyaVahü anlı
diîdi ki :
Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem, yemek hazir oldukta bir de hsr iki abdest bozma sıkıştırchği
vakiî namaz kılınmaz elekken işittim.»
7— Buharı
Ebü'd-Derdâ (R. A.ydan şunu tahric etmiştir:
«Ebu'd-Dardâ :
Kişinin kendi ihtiyacını
gidermeye bakması anlayışlı
olmasındandır. Tâki namazına kaîpie feveccüh edebilsin demiştir».[135]
452/339-
Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî:
Namaz ilk farz kılındığı
vakit, ikişer rek'ât olarak kılındı .derken sefer namazı olduğu gibi bırakıldı,
hazer namazı tamamlandı.»[136]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir.
Buhâri'nin rivayetinde
: «Sonra hicret etti ve dört rek'ât olarak farz kılındı. Sefer namazı ilk şekli
üzere bırakıldı» denilmiştir. Ahmed : «Yalnız akşam müstesna. Çünkü akşam
namazı gündüzün vitridir. Bir de sabah müstesna; çünkü sabah namazında kıraat
uzatılır» ibaresini ziyade etmiştir.
Anlaşılıyor ki, namaz
ilk defa farz kılınırken, akşam namazından maadaları, hazerde olsun, seferde
olsun, ikişer rek'ât farz olmuş; sonra Cenab-ı Hak sefer namazını olduğu gibi
bırakmış; hazer namazının rek'âtlarını dörde çıkarmıştır. Yalnız Sabah
namazında kıraat uzun olduğundan, onu yine iki rek'ât bırakmıştır.
/mâm-î Ahmed'in akşam
ve sabah namazları hakkındaki ziyadesi yine Hz. Âişe radıyollahü anha'mn
rivâyetindendir ve şöyledir :
«Akşam müstesna namaz
ilk farz kılındığı zaman ilâh...»
Hadîs-1 şerif, seferde
namazın Kasr edilmesinin, yani kısadan kese-rek iki rek'ât kılınmasının
vücûbuna delâlet ediyor. Çünkü vacip oldu manasınadır. Hanefilerle şâir bazı
ulemânın mezhebi budur. Onlara göre seferde namazın iki rek'ât kılınması
mecazen ruhsattır. Buna ruhsat-ı İska» derler. Şafİîîerle diğer bir takım
ulemâya göre ise hakikaten ruhsattır. Binaenaleyh seferde namazı iki rek'ât
kılmak caiz ise de, tamamlayarak dört kılmak onlara göre efdaldir. Hanbelilere
göre de Öyle olmakla beraber, iki rek'ât kılmak efdaldir. Mamafih dört rek'ât
kılmakta da hiçbir kerahet yoktur. Mâlikîlere göre iki rek'ât kılmak sünnet-İ
müekkededir. Hattâ cemaatla namaz kılmaktan daha kuvvetli bir sünnettir.
Şafİîlere göre; takdir
edildi manasınadır. Yahut iki rek'ât kılmak İsteyene iki rek'ât farz oldu
demektir. Delilleri «namazı kasr
ettiğinizden (kısalttığınızdan) dolayı
sîze bîr günah yoktur»[137]
âyet-i kerîmesi ve Peygamber (S.A.V.) ile sefer eden ashâb-ı kiramdan
bazılarının kasr edip, bazılarının tamam kılması ve biribirlerini
ayıplamamalarıdır. Ashâb-ı Kiramdan Hz. Osman (R. A.) ile Hz. Âîşe-İ sıddîka
(R. anha) tamam kılarlardı. Nitekim bunları İmâm-% Müslim (204—261) tahric
etmiştir.
Lâkin, Hanefîyye
tarafından bunlara cevap verilmiş ve:
— Bunlar sahabenin
fiilidir. Alelıtlak hüccet
olamazlar. Bir de Taberânî (260—360) «Es-Sagir» de ibni Ömer radıyallahü
anh'a mevkufen şu hadîsi rivayet etmişti :
— Sefer namazı gökten
inme iki rek'âttır. İsterseniz Onları reddedin» Heysemî :
«Bunun ricali
mutemettir» diyor. Bu hadîs, tevkifidir. Yani mutlaka Hz. Peygamberden
işitilmiştir. Çünkü mikdar hususunda içtihada imkân yoktur. Taberânî «El-Kebir»
de yine Ibnl Ömer (R. A./dan şu hadîsi de tahric etmiştir :
«Sefer namazı iki rek'âtdır.
Kim sünnete muhalefet ederse, kâfir olur.» Bu hadîsin dahi emleri mevsuktur.
«Sünnete muhalefet ederse» tâbirinden, bunun merfû olduğu anlaşılıra
denilmiştir.
tbniVl-Kutıymı
(691.—751) «El Hcdyü'n-Ncbcvî» adlı eserinde : «Peygamber S.A.V.) sefere
çıktığından Medine'ye dönünceye kadar dört rek'âtlı namazları kasrederek iki
rek'ât kılıyordu. Onun seferde dört rek'âth namazı kıldığı asla sâbİf
olmamıştır» diyor.
Hadis-i şerifle;
«akşam müstesna» denildiğine göre, akşam namazının aslında üç rek'ât olarak
farz kılındığı ve sonra da değiştirilmediği anlaşılıyor. denilmesi : «gündüz namazları
hep çift rek'âth iken, bunların sonuncusu olan akşam namazının tek rek'âth
olmasındandır. Nitekim gecenin de vitri vardır. Vitir namazı, yerinde görüldüğü
veçhile Allah indinde mahbûb ve makbul bir namazdır. namazı müstesna» denilmesi
onun değiştirilmediğini ifade eder. Çünkü onda kıraati uzatmak meşru
olmuştur. Bundan dolayı
âyet-i kerîmede sabah
namazı mecazen sabahın Kur'anı»
tabiriyle ifâde buyuru lmuştur.
Hâsılı akşam namazı
ile sabah namazı istisna edildikten sonra, geriye kalan üç vakit, yani öğle,
ikindi ve yatsı namazlarının farzları seferde ikişer rek'ât kılınır.[138]
455/340- Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir ki: Peygamber Sallallahü aleyhi ve
seîlcm seferde hem namazı kasreder hem tamam kılarmiş ve hem oruç tutar, hem
tutmazmış.»[139]
Bu hadîsi Dâre Kutnî
rivayet etmiştir. Ravîleri mevsuktur. Şu kadar var ki hadîs maruldur. Mahfuz
olan Âişe'nin kendi yaptığıdır ve «bu tamam kılma bana zor gelmiyor» demiştir.
Eunu Beyhakî tahric etmiştir.
Bu hadîsi, İmâm-ı
Ahmed (164—241) münker saymıştır. Çünkü Urve'nin Hz. Âîşe'den rivayetine göre,
namazı tamam kılan Âişe (R. anha) kendisidir. Hz. Osman'ın te'vil ettiği gibi,
o da tev'vil etmiş tir. Bu tevil : kasrı da tamam kılmayı da meşru görmekten
ibarettir. Eğer Hz. Âİşe Peygamber (S.A.V.)'den bu bâbda bir şey işitmiş olsaydı,
Urve onun için Âişe te'vil etti demezdi. Halbuki Sahiheyn de bunun hilafı sabit
olmuştur.
Dâre Kutnî (306—385)
Aiâ'd&n. Beyhakî (384—458) de Âişe (R. anha) dan şu hadîsi tahric
etmişlerdir :
«Âişe radıyallahü anha
Peygamber SallaUahü aleyhi ve sellem ile Medine'den Mekke'ye umre yapmaya
gitmiş; Mekke'ye vardıkta:
— Yâ Resûlüllah, anam,
babam sana feda oİsunl Ben namazımı lamam kıldım; sen kasrettin. Ben oruç
tuimadsm; sen tuttun demiş; Resûlüllah da :
İyi yaptın yâ Âişe
buyurmuş ve onu ayıplamamıştır.»
Îbnü'l-Kayyim (691—751)
Diyor ki: «Bu hadîs «Peygamber Sdllallahü aleyhi ve sellem kasreder;
Âişe tamam kılardı.
Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellom oruç tut-mai, o tutardı» şeklinde. dahi
rivayet edilmiştir. îbni Teyr/ıAyye şöyle dedi: «bu hadîs bâtıldır. Zira
Ümmü'l-Mü'mlnin, Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve sellem ile bütün ashabına
muhalefet ederek, onların kıldığının hilâfına namaz kılacak değildir. Sahiheyn
de Hz. Âİşe'den şu hadîs rivayet ediliyor :
«Hiç şüphe yok ki,
Allah namazı ikişer ikişer farz kıldı. Resûîüllah Sallallahü aleyki ve sellem,
Medine'ye hicret edince ha-zer namazına ziyâde edildi, sefer namazı oiduğu gibi
bırakıldı». Şu halde bunlar meydanda iken nasıl olur da onun Peygamber
(S.A.V.)'in ve yanındaki bütün müslümanların namazı hilâfına namaz kıldığı zan
olunabilir.»
Maamaîih, Hz. Âişe
(R.anha) Resûîüllah (S.A.V.)'in vefatından sonra da seferi namazlarını tamam
kılmıştır. İbni Abbas ve başkaları: «Âİşe (R. anha) Hz. Osman gibi te'vil etti»
diyorlar. Hanefîlerden îmâm-ı Serûcî (637—710)'nin «Hîdâye şerhi» nde
zikrettiğine göre, Hz. Âİşe (R. anha) sefer esnasında te'vilde bulunur, ve
kendisi Ümmü'l-Mü'minîn olduğu için: «Ben evlâdlanmın evindeyim» diyerek
namazları tamam kılar. Hattâ sefere mahremsiz gidermiş. Hz. Osman'a gelince:
Bir defa hac ederken, Mina'da namazım tamam kılmış. Kendisini ayıplamışlar.
Bunun üzerine Resûlüîlah (S.A.V.)'den :
«Bir kimse bir yerden
evlenirse, orada namazını tam kılar» derken işittiği için böyle yaptığını
söylemiştir. Fakat Bey-Hakî (384—458): «Bu hadîs munkatıdır»[140]
diyor.
Babımız hadîsinin Hz.
Peygamber (S.A.V.)'e muttasıl olup olmadığı ihtilaflıdır. Zira bu hadîsi Hz.
Âişe'den Abdurrahman ibni Es ve d rivayet etmiştir. Dâre Kutnî (306—385): «Bu
zat Hz. Âİşe (R. anha) ya mürahik İken yetişmiştir» diyor.
Mürâhik : Hemen hemen
bulûğa ermek üzere olan çocuktur. Musannif da: «Evet, Dâre Kuinî'nm dediği
gibidir» demektedir. îmâm-% Buhâri'nin tarihinde ve daha başka yerlerde bunun
sâhidleri vardır. Ebu Hatim (195—277) şöyle diyor: Abdurrahman Hz. Âişe (R.anha)
nına yantna küçük İken götürülmüş; ondan hadis işitmemîştir.» Buna mukabil îbni
Ebi Şeyhe (—234) ile Tahavî (238—-321) işittiğini iddia ediyorlar. Dâre
Kutnî'mn bu hadîs hakkındaki sözleri birbirine uymamaktadır. «Sünen» de hadîsi
rivayet ettikten sonra :
«Bu hadîs meşhurdur,
bu isnadda sahihtir» demiş. «El-îleU de ise «mürsele daha çok benziyor»
tâbirinin kullanmıştır.
Bu hadîsin râvileri
arasında «Alâ ibni Züheyr de vardır Zehebî (673—748) «Mizanü'l-îtiddlinde şöyle
diyor : «Bu hadîsi İbni Matn tevsik etmiştir. Ibnİ Hİbban diyor ki : «Alâ ibni
Züheyr mevsuk zevattan, mevsukların hadîslerine benzemlyen şeyler rivayet
ederdi.»
Şu halde, mevsukların
hadîsine uymadığı yerde, onunla ihticâc etmek bâtıl olur. Ve busuretle îbni
Hazm (384—456)'in onun hakkındaki «meçhuldür» iddiası suya düşmüş olur.
îbni Kayyım, (691—751)
bu Hz. Âişe hadîsini rivayet ettikten sonra şöyle diyor: «Şeyhü'l-İslâmı»
«Hocası îbni Teymiyye» yi bu, Resû-füllah (S.A.V.)e iftiradır; derken işittim».İbni
Teymiyye bu sözleri ile âyetini kasdetrniştir. Yani namazı seferde iken bazan tamam, bazan
kasrederek kılmayı, Hz. Peygam-bep (S.A.V.)'e isnad etmek iftiradır; çünkü
hiçbir seferde dört rek'âth bir namaz! tamam kılmadığı sabit olmuştur» demek
istemiştir.[141]
456/341- «İbni
Ömer radıyallahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûîüllah
Saîlalîahü aleyhi ve sellem:
— Şüphesiz Allah Teâlâ
kendisine günah işlenmeyi kerih gördüğü gibi, ruhsatlarının yapılmasını da
sever» buyurdular.[142]
Bu hadîsi, Ahmed
rivayet etmiş ve İbni Huzeyme ile ibni Hibban sahihlemişlerdir. Bir rivayette :
«azimetlerinin yapılmasını sevdiği gibi» denilmiştir.
Allah'ın sevmesi;
rızası diye tefsir olunduğu gibi, kerih görmesi de razı olmamasıdır. Azimetle
ruhsatın mânâları yukarda geçmişti.
Burada ruhsattan murad
: Allah'ın kullarına kolaylık göstererek baş tıkışında bazı ibâdetleri
bağışlaması, bazı haram şeylere de mubah muamelesi yapmasıdır.
Hadis-i şerif,
ruhsatla amel etmenin azimetle amel etmekten daha faziletli olduğuna delalet
ediyor, denilmişse de, hakiUtta ikisinin Ur birine müsavi olduğunu göstermektedir.
Bu hadîs,
[143]«Allah
size kolaylığı murâd ediyor; size güçlük vermek istemiyor» âyet-i kerîmesine uygun
düşmüştür.[144]
457/342- «Enes
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: ResûlüUah Sallallakii
aleyhi ve sellem:
«Üç mil, yahut üç
fersah yere, sefere çıktım1 namazı iki rek'ât kılardı».[145]
Bu hadîsi; Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîsteki «sefere
çıktı mı» tâbirinden murâd, bittabi çıkmak istemektir. Yoksa bu uzun yolu
katedip, hedefine vardıktan sonra kasr yapardı demek değildir.
«Üç mil veya fersah»
tâbiri, râvi tarafından sektir. Binaenaleyh bunun mânâsı ister üç mil, isterse
üç fersah demek değildir. Yani burada muhayyerlik yoktur. Ilattâbl (—383):
«Burada şû'be şüpheye düş-müşîüs-.» diyor, M l'in ne kadar bir mesafe olduğu
çeşitli suretlerde tarif edilmiştir. Bazılarına göre mil: Düz bir yerden bakan
bir kimsenin karşıdan gelenin erkek mi, kadın, mı olduğunu tanıyacağı kadar
uzak mesafedir. Ncvcvî (631—676) : «Bir mil, 6000 arşındır. Bir arşın ysnya-na
dizilmiş ve birbirine müsavi yirmi dört parmaktır. Bir parmak birbirine müsavi
yan yana dizilmiş altı arpa miktarıdır.» diyor. Bazılarınca bir itsîI: «İnsan
ayağı ile, 12000 ayaktır.» Bir takımları «bir mil 4000 adimdir.» demişlerdir.
Bin deve adımı, üç bin Hâşîmî arşını ki bu arşın, 32 parmaktır diyenler de
olmuştur.
Fsrsaha gelince : Bu
kelime arapçaya farisîden geçmiştir. Bir fersah üç mü mssâfedir.
Ukmâ namazı kasretmeye
sebep olan mesafe hakkında ihtilâf etmişler ve ortaya yirmi kadar kavi
çıkmıştır. Bu kavilleri İbni Münzir .aralamıştır. Zahirîler bu hadîs ile
istidlal ederek, namazı kasr etmek için gidilmesi icap eden mesafe üç mildir,
derler. Fakat kendilerine :
«Bu hadîs şüphelidir,
üç mil olduğuna bununla istidlal edilemez» diye cevap verilmiştir. Evet bu
hadîs de zahirîler tarafından sefer mesafesinin üç fersah olduğuna istidlal
edilebilir. Çünkü üç mile, üç fersahda dahildir. Lâkin buna da, üç fersah
diyen bulunmamıştır.» tarzında cevap verilmiştir.
Bu bâbda Saİd b.
Mansur (—227)'un rivayet ettiği Ebu Said hadîsi vardır.Bu hadîste «Resû!ül!ah
Sallallahü aleyhi ve sellem bîr fersah yola gittikte namazı kassederdî»
denilmektedir ki, zahiriyyeye delil olabilir. Zira fersahın üç mil olduğunu az
evvel görmüştük. Sefer mesafesi hakkında söylenen en az miktar İbni Ebi Şeyhe (—234) 'nin İbni Ömer (R.
A./den mevkuf olarak tahric ettiği şu hadîstir:
«Bir mil, yola
çıktımmı namazı kasrederim; derdi».
Bu hadîsin isnadı
sahihtir. Bu hadîs, «El-Bahr» da da rivayet edilmiştir. Bazılarına göre namaz
bir Berid'lik veya daha fazla mesafede kasrolunur. Bir Berid; takriben on iki
mildir. Bunlar Ebu Hüreyre (R. A.yâan rivayet olunan şu merfu hadîsle istidlal
ederler».
«Bir Berid yola giden
bir kadına ancak beraberinde mahrem bulunmakla (sefer) helâl olur.» Bu hadîsi
Ebu Dâvud (202—275) tahric etmiştir.» Hadîste Resûlüllah (S.A.V.) bîr beridük
mesafeye sefer dedi.» diyorlarsa da, daha azma sefer denilmeyeceğine hadîste
delâlet yoktur. Hadîs, yalnız mahrem icap eden seferin mesafesini tahdid ediyor.
Namazı kasr mesâfesiyle, mahrem icap eden sefer arasında bazılarına göre
telâzüm yoktur. HaneMIere göre mesâfe-î sefer, üç günlük yoldur. Eu da 24
fersah eder.
Delilleri : Buhârl
(194—256)'nin İbni Ömer'den mevkuf ulnrak tahric ettiği su hadîstir :
«Allah'a ve son güne
iman eden bir kadına üç günden fazla bir yoia mahremsiz gitmek helâl değildir.»
Deve yürüyüşü ile
günde sekiz fersah yol alınır diyorlar. Şafiî'ye göre mesâfe-î sefer, dört
Beridlik yoldur. Doltli : İbni Abbas (R.
A./dan merfûan rivayet edilen şu hadîstir :
«Namazı dört Beridden
daha az da kasr etmeyin».
Bu hadîs, aşağıda
gelecektir. Bunu Beyhakî (384—458) sahih, bir senetle İbni Abbas ve İbni Ömer (R.A.ym
fiilleri olmak üzere tahric etmiştir. Şafiî (150—204)'nin bir delili de
Buhârî'nin Ibnİ Abbas hadîsini ta'likan cezm sıgasıyla rivayet etmiş
olmasıdır. Hadîs şudur :
«Kendisine Mekke'den
Arafat'a giderken namaz kasredilir mi diye soruldu?».
— Hayır! dedi. Lâkin
Usfane ve Cidde'ye ve Taife giderken edilir.»
Bu yerler ile Mekke
arasında ise en az dörder beridlik mesafe vardır.
Elhasıl mesâfe-i sefer
babında kaviller hem çok, hem bir birlerine muarızdır. îbni Kayyım (691—751)
«ZâdiVÎ-Meâd» nammdaki eserinde şöyle diyor: «Peygamber {S.A.V.) Ümmetine
namazı kasr v« İftar tçin mahdut bir mesafe bulmadı. Bilâkis bunları mutlak
surette sefer ve yolculuk İle mutlak olarak İfade etti. Nifekİm teyemmümü de
kendilerine her seferde mutlak olarak İfade etmiştir. Ama bir gün, tkf gün ve
üç gün diye tahditle gelen rivayetlerden Resûlüllah (S.A.V.)'den hîç bir şey
sabit olmamıştır.» Uzun seferde olsun, kısasında olsun, kasrı ve iki namazı bir
yere cem etmeyi caiz görenler de selef-i salibin arasında epeyce vardı.[146]
458/343- «Enes
radıyaîlahû anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Reıûİüllah Srillallahü
aleyhi ve settem İle Medine'den Mekke'ye yola çıktım. Namazları ikişer ikişer
kılıyordu. Tâ Medine'ye dönünceye kadar (bu hal böyle devam etti).[147]
Hadîs, Müttefekun
aleyh'dir. Lâfi Buhârî'nindir.
Bu seferin Mekke'nin
fethi için yahut Haccetü'l-Vedâ için olması ihtimal dahilindedir. Ancak Ebu
Davud'un rivayetinde hadîste şu ziyâde vardır:
«Ashab Enes'e ,orada
hiç kaldınız mı? diye sordular. Orada on gün kaldık, dedi», ilerde görüleceği
veçhile feth esnasında Mekke'de on beş günden fazla, yahut on beş gün
kalmışlardır, Ebu Davud'un rivayetinde bu onbeş günün fetih yılında olduğu da
tasrih edilmiştir. Görülüyor ki Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Mekke'de kalmasına
rağmen namazlarını yine tamam kılmamıştır. Nitekim bundan sonraki hadîsde de görülecektir.
Hadîs-i şerif, sefer
niyetiyle evinden çıkmanın, şehirden bir mil uzaklaşmadan da olsa, namazı kasr
icap ettiğine, dönüşte dahil şehre girinceye kadar kasra devam edileceğine
delildir.[148]
459/344- «İbni
Abbas radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir ki. Peygamber Sallallahü aleyhi
ve sellem, on dokuz gün kasr ederek oturdu. Bir rivayette (Mekke'de on dokuz)
gün denilmiştir.[149]
Bu hadîsi, Buhârî
rivayet etmiştir. Ebu Davud'un bir rivayetinde : «Onyedi gece», diğer bir
rivayetinde «onbeş gece» denilmiştir.
«Ebu Davud'un İmran
ibni Husayn (R.A.)'dan rivayetinde onsekiz gece» denilmiştir.
«Resûlüllah (S.A.V.)
ile birlikte fetihte bulundum. Mekke'de on sekiz gece yalnız iki rek'ât namaz
kılarak kaldılar. Ve :
Ey ehli belde, siz
dört kılın. Çünkü biz seferî bir kavimiz» diyordu.
«Yine onun Câbİr (R.
A./den rivayetinde : «Resûlüllah (S.A.V.) Tebükde yirmi gün namazı kasr ederek
kıldı» denilmiştir. Râvîleri m?vsuk ise de vashnda ihtilâf edilmiştir.
Câbİr rivayetini
Ma'mer Yahya b. Ebİ Kesir'den, o da Muhammed İbni Ahdurrahman'dan, o da
Sevbân'dan, o da Câbir'den işitmiş omlak üzere mevsulen rivayet etmişlerdir.
Ebu Dâvud (202—275) : «Ma'mer-den başkası bu hadîsi isnad etmemiştir.» diyor.
Aynı hadîsi Dâre Kutnî (306—385) «El-îlel-» inde mürsel ve münkatı olmakla
illetlendirmiştir. Hadîsi Ebu Dâvud dahi İbni Abbas (R. Ay'dan rivayet
etmiştir. Buftari'nin rivayetinde adedin
'ris, diye müzekker gelişi, arkasından zikredilen mümeyyizinin müzekker
olmasındandır. Ebu Davud'un rivayetlerinde ise, müennes gelmiştir. Çünkü
mümeyyizleri haz [edilmiştir. Bu mahzûf mümeyyizler diye müennes olarak takdir
edilmiştir. Ebu Davud'un İbni Abbas'dan ondokuz gün diye de rivayeti vardır.
Musannif merhum diyor
ki: «Bu hadîsi Beyhâkl Câbir'den lafzıyla
tahric etmitir. Ebu Dâvud bu babın hadîslerini «Misafir namazını ne zaman tamam kılar»
unvanlı müstakil bir
bâbda toplamıştır. İbni Abbas (R.A.)'m
şu sözü de bu hadîsler arasındadır:
«Kim onyedi gün
kalırsa, namazını kasreder, kim daha çok kalırsa, tamam kılar.»
Filhakika misafirin
vardığı yerde ne kadar kalmaya niyet ederse, namazını tamam kılacağı hususunda
ulemâ ihtilâf etmişler ve ortaya bireçk kaviller çıkmıştır. İbnî Abbas (R.
A.)'c göre, ikamet müddetinin en azı on gündür. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) «On
gün kaldın mı namazı tamam kıl.» buyurmuşlardır. Bu hadîsi, Müeyyed Billah
«Şerhü't-Tecrid» de rivayet etmiştir. Fakat râvileri arasında Dirar'übnü Surad
vardır. Bu zat hakkında Musannif «Et-T&lerib» de : «Mevsuk değildir»
diyor. Bazıları bu hadîs, mevkuftur demişlerdir.
Hanefîlere göre,
ikâmet müddeti onbeş gündür. Onlar
İbni Abbas (R.A.)'mn bir rivayeti ve İbni Ömer (R.A.)'m
«Bir yere misafir
olarak vardın mı, içinden onbeş gece kalmaya niyetli isen, namazı tamam
kıl.» sözüyle istidlal ederler. Nİ3İîki!erle
Şâfiîlere göre, en az ikâmet müddeti dört gündür. Bu müddet, Hz. Osman (R.
A./dan rivayet olunmuştur. Vardığı yere girdiği ve oradan çıktığı günler bu
sayıya dâhil değildirler. Eunlar Re-sûl-ü Ekrem (S.A.V.'in muhacirlerin hac
ibadetlerini tamamladıktan sonra Mekke'de üç günden fazla kalmalarına izin
vermemesiyle istidlal ederler. Ve «izin vermemesi dört gün kalmakla mukîm
olacağına delâlet eder» derler. Şâir kavillerin delili olmadığı için, zikrine lüzum görülmemiştir.
Buraya kadar
anlattıklarımız vardığı yerde kalmaya niyet edsn misafirler hakkında İdi.
Kalıp, kalmamakta tereddüt gösterip, niyet etmeyenlere gelince : Bu mes'ele
dahi ihtilaflıdır.Bazıları bir aya
kadar kasreder; diyorlar. Zira Hz. Ali
(R.A.):
«Şüphesiz ki7 bugün çıkarım;
yarın c i kan m diyen kimse namazı bir ay kasreder.» demiştir. lmâm-ı Âzam Ebu
Hanife (80—150) ile arkadaşları ve bir kavlinde îmârn-% Şafiî (150—204) vesair
bazı ulemâ ebediyyen kasreder diyorlar .Çünkü asıl olan, seferdir. İbni Ömer
(R.A.)'ın fiili de buna de-lîldir. Hz. Abdullah İbni Ömer Azerbeycan'da altı ay
kalmış; bu müddette namazları hep kasretmiştir. Enes İbnî Mâlik (R.A.)'m dahi
Nişa-bur'da bir veya iki sene kaldığı ve namazlarını boyunna kasrettiği rivâyet
olunur. Keza Ashâb-ı kiramdan bir cemaat Ram-Hürmüz* de dokuz ay kalmışlar.
Namazlarını hep kasretmişlerdir. İkâmet müddetini on beş, on yedi ve on sekiz
gün takdir edenler de vardır. Çünkü bu sayılar çeşitli rivayetlerde
zikredilmiştir. Bu müddet geçti mi artık misafir namazını tamam kılar
diyorlar. Fakat bu istidlal tamam değildir. Çünkü namazını kasrettiği müddetten
sonraki günlerinde artık kasr ede-miyeceğine bir delîl yoktur.
En iyisi, Hanelilerin
dediği gibi kasretmekte devam etmesidir. Nitekim Ashâb-ı Kîram da öyle
yapmışlardır. Zira, ha bugün gidiyorum, ha yarın diyerek, günlerce o yerde
kalmaya ikâmet denilmez. Bey-hakî (384—458)nin «Sünen» de İbni Abbas (R. A./dan
tahric ettiği şu hadîs de bu re'yi te'yid eder :
«Peygamber Saîldllahü
aleyhi ve seTlem, Tebük'te 40 gün namazı kasrederek kıldı.» Bundan sonra
Beyhakî : «Bu hadîsi Hüseyin ibn! A m mâ re» yalnız başına rivayet etmiştir.
Halbuki bu zat ile ihticac olunamaz.» demiştir. Fakat Şevkânî (1172—1250)'nin
«El-Muhtasar-» inda yaptığı tahkikat buna muhaliftir.[150]
462/345-
«Enes
radıyallahü anh'den rivâyef edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve seUem: Güneşin zevalinden önce yola çıkarsa, öğleyi ikindinin vaktine
geciktirir; sonra iner ve ikisini beraber kılardı. Şayet yola çıkmazdan önce
güneş zevale varmışsa, öğleyi kılar; sonra (hayvanına binerdi).[151]
Bu hadîs, müttefekun
aleyhdir.
Hâkim'in «El-Erbaûn»
undaki sahih isnadlı bir rivayete göre: «Öğle ile İkindiyi kıîar, sonra
(hayvanına) bînerdl.ı Müslim'm «Müstahre-ci-» ndeki Ebu Nuaym rivayetine göre :
Resûlüllah (S.A.V.)
bir seferde İken, güneş zevale varırsa, öğle ite ikindiyi toptan kılar; sonra
yola revân olurdu.»
Bu hadîs, yolcunun
te'hir suretiyle iki namazı bir arada kılabileceğine delildir. «öğleyi kılardı»
denilmesine bakılırsa, Öne almak suretiyle iki namazı bir arada kılmağa müsaade
yoktur. Zira olsa, bizzat Resûî-ü Ekrem (S.A.V.) ikindiyi de öğle ile beraber
kılardı.
İşte Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in bu fiili yukarda yerinde gördüğümüz vakit bildiren hadîsleri tahsis
etmektedir. Filvaki, ulemâ bu bâbda da ihtilâf etmişlerdir. Hz. îbnî Abbas,
İbni Ömer, ve Ashab-i Kîram'dan bir cemâat ile îmâm-ı Mâlik (93—179), îmâm-ı
Ahmed (164—241) ve İmâm-ı Şafiî (150—204) bu ve aşağıda gelecek takdim
hadîsiy-le istidlal ederek: yolcuya öne almak veya sona bırakmak suretiyle iki
namazı bir arada kılmak caizdir; demişlerdir. Evzâî'den. bir rivayete göre
yolcuya yalnız «cem-i te'hir» denilen sona bırakma suretiyle namazı bir arada
kılmak caizdir. «Cem-I takdim» caiz değildir.
Delili; bu hadîstir.
Eu kavi, îmâm-ı Mâlik üe îmâm-ı Ahmed'&en de rivayet olunur.
İbrahim Nehâî (11—95),
Ebu Hanife (80—150) ve diğer bazı ulemâya göre yolcuya hiçbir suretle iki
namazı bir arada kılmak caiz değildir. Onlar Resû!üllah (S.A.V.)'in kıldığına
dair rivayet edilen hadîsleri te'vil eder ve : «Resût-ü Ekrem (S.A.V.)'in iki
namazı bir arada kılması sûridir. Yani, öğleyi vaktinin sonunda, ikindiyi
vaktinin evvelinde kılmaktan ileri gelmiş bir toptancılıktır. Diğer namazları
bir aradakılması da hep böyledir» derler. Yerinde de görüleceği veçhile
Hanefîlere göre iki namazı bir arada kılmak, biri Arafat'da diğeri
Müz-delife'de olmak üzere yalnız iki yerde meşrudur. Bunların da bir takım
şartları vardır ki fıkıh kitaplarından öğrenilebilir. Vâkıâ babımız hadî-sinin
Hâkim (321—405) ile Ebu Nuaym (—430) rivayetlerinde, Resûlüllah (S.A.V.)'in
cem-i takdim yaptığı ifâde ediliyor. Cem-i takdim de ise, sûreten Cemi'
tasavvur olunamaz, ise de bu rivayetler itirazdan salim değildirler. Bazıları
bunlar hakkında sahihtir demiş; diğer bazıları sıhhat derecesinden aşağı
düşürmüş, hattâ mevzudur diyenler bile olmuştur.
îbni Kayyım-;
«Hâkim'in rivayetinde ihtilâf edilmiştir. Bazıları onu sahih bulmuş; bazıları
hasen kabul etmiş; bazıları da ta'n ederek mevzu saymıştır. Mevzu sayan
Hâkim'dir. Zira bizzat bu hadîsin mevzu olduğuna hükmetmiştir.» demiş, sonra
Hâkim'in bu hadîsin nasıl vaz' edildiğini beyan eden sözlerini nakletmiştir.
Maamafih netice itibarıyla îbni Kayyım, hadîsin mevzu olmadığını kabul eder.
Musannifin burada sükût ederek bir şey söylememesi ve hadîsin isnadının sahih
olduğuna cezm eylemesi, Hâkim'le hem fikir olmadığına delâlet eder. Aşağıdaki
hadîs de bu hadîsin sahih olduğunu te'yid eder.[152]
463/346- «Muaz
radıyallahü arih'dm rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve seUem ile Tebük gazasına çıktık. Öğle île İkindiyi toptan, akşam ile
yatsıyı da toptan kılıyordu.»[153]
Bu hadîsi; Müslim
rivayet etmiştir.
Şu kadar var ki,
hadîsin bu lâfızlarla ya sadece cem-î te'hire ihtimali vardır; yahut her iki
cem'e muhtemeldir. Hadîsi Tirmizî (200— 279) şu lâfızlarla rivayet etmiştir :
«Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve seUem; güneşin zevalinden önce yola çıkarsa, öğleyi ikindi ile
beraber kılmak üzere te'hİr eder ve ikisini toptan kılardı. Güneşin zevalinden
sonra yola çıkarsa ikindiyi acele, öğle ile beraber alır, ve öğle ile ikindiyi toptan kılardı.»
Tirmizî'nin bu hadîsi
adetâ mevzuu bahsimia Müslim hadîsini şerh ve tafsil ediyor. Ancak Tirmizî, onu
tahric ettikten sonra : «Bu hadîs hasen ve gariptir. Kuteybe bunu yalnız başına
rivayet etmiştir. Kuteybe'den başka onu Leys'den rivayet eden bilmiyoruz. Ehl-i
itim arasında malum olan Muaz hadîsidir. Bu hadîsi İbni Zübeyr Ebu Tuteyl' den,
o da Muaz'dan rivayet etmiştir. Lâfzı şudur:
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem
Tebük gazasında öğle
ile ikindiyi ve akşam i'e yatsıyı bir arada kılmıştır» demektedir.
Hâl böyle olunca,cem-î
takdim rivayetinin sübûtu söz götürür. Yalnız «El-Müstahrec» in rivayetine bir
diyecek yoktur. Zahirîlerden tbni Hazm (384—456) cem-i te'hirin caiz olduğuna
kail olmuş; cem-i takdim'e cevaz vermemiştir. Çünkü cem-î te'hır hakkındaki
rivayet sabit, cem-i takdim hakkındaki gayrı sabittir. Nehaî (11—95)'nin mezhebi
de budur.
Bu kavi, İmâm-ı Mâlik
ile Imâm-ı Afımed ibni Haribelden de birer rivayettir. Yolcu hakkında namazı
vaktinde kılmak mı yoksa toptan kılmak mı efdâl olacağı mes'elesi dahi
ihtilaflıdır. ŞafİÜer'e göre, namazları vaktinde kılarak cem etmemek efdâldir.
Mâlikîler'e göre, cem'-etmek mekruhtur. Hattâ bazı Mâlikîler'e göre; cem'i:
yalnız özrü olanlara caizdir. îbni Kayyim (691—751)'in «El-Eedyü'n-Nebevî»
adlı eserinde izah ettiğine göre; Peygamber (S.A.V.) yolculuğu esnasında birçok
kimselerin yaptığı gibi namazlarım cem'etmiyordu. Konakladığı zaman dahi
cem'etmezdi. O ancak, sefer pek aceleye geldiği zaman ve bir de namazdan sonra
hemen yola çıkacaksa, iki namazı bir arada kılıyordu. Nitekim Tebük
hadîslerinde de beyan edilmiştir. Seferi değilken, iki namazı bir arada
kıldığı, yalnız Arafat ile Müzdelife'de vâki olmuştur. Bunun da sebebi îmâm-ı
Şâfü (150—204) 'nin dediği gibi, oralardaki vakfelere bitişik olmasıdır. îmâm-ı
Âzam Ebû Hanıfe (80—150) burada cem'î hac ibâdetlerinin tamamından saymış,
menâsik-İ hac denilen bu ibâdetleri iki namazı bir arada kılmak için sebep
addet^ mistir. Diğer mezheb imamlarına göre ise, buralardaki cemî'Ierin sebebi
seferdir. Euraya kadar gördüklerimiz, seferde iki namazı bir arada kılmaya
dair idi.
Hazarda yani evinde,
yerinde olanların cem' edip edememesine gelince :
Ekser ulemâya göre;
hazarda cem'î caiz değildir. Çünkü namazların vakitlerini bildiren hadîsler
meydandadır. Resûlüllah (S.A.V.)'in aa-
Hattâ Ibnl Mes'ûd (R.
A.) maz vakitlerine gösterdiği dikkat ve ehemmiyet tevâtüren
sabittir.
«Peygamber (S.A.V.)'İ
hîç bir namazı vaktinin gayrisinde kılarken görmedim. Yalnız iki namaz
müstesna; Müzdelife'de akşam İle yatsıyı bir arada toptan kıldı. O gün, sabah
namazım da vaktinden evvel kıldı.»
demiştir.
Vakıa İmâm-ı Müslim
(204—261) Ibnİ Abbas fJ2. A./den şöyle bir hadîs rivayet etmiştir :
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem, Medînede hiç bir korku veya yağmur olmaksızın öğle ile
İkindiyi, akşam İle yatsıyı bir arada kıldı. İbnî Abbas hazretlerine: Peygamber
(S.A.V.) bununla ne yapmak istedi? diye sorulmuş. O da «Ümmetine güçlük çıkarmamayı
murad etîi» demiştir. Fakat bu hadîsle ihticac doğru değildir. Çünkü yapılan
cem'î te'hir mi, yoksa cem-İ takdim mi idi. Bilinmiyor. Bunlardan birini re'y
ile tâyine de imkân yoktur. Çünkü tehakküm olur. Şu halde bu hadîsle ameli
bırakıp, umûmî evkat hadîslerine müracaat etmek îcap eder.
Sahabe ve tabiînin
fiillerine gelince, bunlar bâzılarına göre hüccet olamazlar. Bazıları Ibnİ
Abbas hadîsini te'vil ederek : «Bundan murad; sûrî cem'dir.» demişlerdir.
Kurtubî bu tevili beğenmiş ve tercih etmiştir. İbni Mâcişûn[154] ile
Tahavî (-238—321) bunu cezmen kabul etmişlerdir, ibni Seyyidü'nnas da bunu
takviye etmiştir. Zira Buhârt ile Müslim Amru'bnü Dinar'dan, o da Ebu Şa'sa'dan
şu hadîsi tahric etmiştir:
«Dedim ki. Yâ Ebeş,
Şa'^a; zannederim
Öğleyi te'hlr etmîş,
İkindiyi acele kılmsş; akşamı te'hir etmiş; yatsıyı acele kılmıştır: Ben de
öyle sanıyorum» dedi. îbni Seyyidi'n-nos: «Hadîsin râvisi ondan murad ne
olduğunu herkesten iyi bilir. İsterse Ebu'ş-Şa'sa; cezmen söylememiş olsun»
diyor.
Maamafih buradaki,
râvinin bir zannından ibarettir. «Râvi rivayet ettiğini herkesten iyi bilir»
sözü, râvi tarafından bir tefsir yapıldığı zaman söylenir. Ve zâten söz
götürür bir dâvadır. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V.) in :
— Nice fıkıh
nakledenler vardır ki; kendilerinden daha fakîh olanlara rivayet ederler.»
hadîsi bu dâvanın umumîliğini reddeder.
Evet, îmâm-t Nesâî
(215—303)'nin ibni Abbas'dan rivayet ettiği asıl hadîste bu te'vil açıktır.
Hadîs şudur :
«ResûlUllah Sallallahü
aleyhi ve seîlem ile birlikte Medine'de sekîz defa namazı cem' suretiyle ve
yine başka bir defa da yedi defa namazı cemi suretiyle kıldım. Öğleyi
geciktirdi; ikindiyi acele kıldı ve akşam namazını geciktirdi; yatsıyı acele
kıldı.»
Nevevî (631—676) 'nin
rivayet edilen hadîsin metnini görmeyip, bu te'vili zayıf çıkarmaya çalışması
hakikaten şayan-ı hayrettir. Usul-ıt Fıkha göre; mutlak ile mukayyedin hüküm ve
hâdiseleri bir olur. Ve ıtlak takyid hükümde bulunursa, bilittifak mutlak,
mukayyed üzerine hamlolunur. Nitekim burada da Öyledir. Binaenaleyh mutlak
rivayet, mukayyed olan rivayete hamlolunur. Bazıları; İbni Abbas (R. A.)'m
Ümmetine güçlük çıkarmamayı murâd etti» demesi bu sûreten cem'î zayıflatır.
Çünkü bunda güçlük vardır demek istemişse de bu itiraz vârid değildir. Zîra
Sûreten cem, elbette namazları vaktinde kılmaktan daha kolaydır. Bunda iki
namaz için bir abdest, bir hazırlık ve camiye bir defa gitmek gibi kolaylıklar
vardır. Vaktinde kılman namazlarda bu kolaylık yoktur. Binaenaleyh elbette
kula daha hafif gelir.
Evinde yerinde
olanları yolcuya kıyas etmek ise, bir vehimden ibarettir. Çünkü asıl da; yani
yolcu hakkında illet meşakkat-i seferdir. Feri'de ise; bu yoktur. Bilhassa
cem-i takdimde büyük tehlike vardır.
Bunu yapanın hâli, şu
âyet-i kerîmede beyan
buyrulanların hâline benzer: «»[155]
«Halbuki onfar iyî bir İş yapıyoruz sanırlar.» Çünkü vaktinden evvel kılınacak
olan bu namaza delâlet edecek bir delil yoktur.[156]
464/347-
«İbni Abbas radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
SaMdttahü aleyhi ve sellem:
— Namazı dört Berid -
«Mekke'den Usfan'a kadardan daha azda kasr etmeyin» buyurdular.[157]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
zayıf bir isnadla rivayet etmiştir. Sahih olan: Onun mevkuf olmasıdır. İbni
Huzeyme de onu böyle tahric etmiştir.
Hadîsin zayıf olmasına
sebep, onu Abdülvehab b. Mücâhid'în rivayet etmiş olmasıdır. Bu zat,
metruktür. Sevrî (97—161) onu yalana msbet etmiştir. Ezdi de : «Ondan rivayet
etmek helâl değildir» diyor. Bu hadîs, aynı zamanda münkatıdır. Çünkü
Abdülvehab onu babasından işitmem iştir.
Sahih olan, onun İbni
Abbas (R.A.)'a mevkuf olmasıdır. îsnadı da sahihtir. Lâkin burada içtihada
meydan vardır. Binaenaleyh İbni Abbas (R.A.ym kendi içtihadı olması
muhtemeldir.[158]
465/348- «Câbîr
radıyallahû anh'd&n rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah SaMallahü
aleyhi ve sellern:
— Ümmetimin en
hayırlıları kötülük yaptıkları vakit, istiğfar edenlerle, sefere çıktıkları
vakit, kasr-ü iftar edenlerdir» buyurdular.[159]
Bu hadîsi, Taberânî
<:El-Evsat» da zayıf bir isnadla tahric etmiştir.
Bu hadîs,
BeyhâM'&e muhtasar olarak, Said ibni Müseyyib'in mürselindedir.
Hadîs, yolcular için
namazı kasr ve orucu iftar, yani tutmamak efdâl olduğuna delildir. Şâfiifer;
iki namazı bir vakitte kılmamak efdâl-dir derler. Buna kıyasen namazı da tamam
kılmak efdâldir, demeleri icap eder. Filhakika demişlerdir de. Onlar herhalde
bu hadîs zayıf olduğu için onunla amel etmemişlerdir. Musannif aşağıda İmran
ibni Hüsayn hadîsiyle Câbir hadîsim tekrarlamıştır.[160]
466/349- «İmran
İbri Hüsayn radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Bende
mayasıl vardı da. Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem'e namazı sordum:
Ayakta kıl,
yapamazsan, oturarak kıl (onu da) yapa-mazsan yan üstü kıl, buyurdular».[161]
Bu hadîsi; Buhârî
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif yukarda
geçmişti. Yalnız orada Musannif onu kimseye nisbet etmemişti. Orada Buhârî'den
gayrı onu rivayet edenleri ve hadîsteki ziyâdeyi beyân etmiştik.[162]
467/550- «Câbir
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Peygamber Sallalîahü
aleyhi ve sellem bîr hastayı ziyaret ettî ve onu bir yastık üzerinde namaz
kılarken gördü de yastığı hemen attı ve;
Eğer yapabilirsen yerde kıl; yoksa îmâ
ederek kıl. Hem sücûdunu rükûundan daha aiçak yap.» buyurdular.[163]
Bu hadîsi, Beyhâkî
rivayet etmiştir. Ebu Hatim vakfını sahihlemiştir.
Musannif merhum
yukardaki iki hadîsi secde-i sehv
babından (Birinci Cild. Sh. 383) az önce
(C. I. S. 379 - 381. Hadîs No: 347/259 ve 348/260) babının sonunda
zikretmişti. Şerhleri oradadır. Burada onun için şerhlerine girişmiyoruz,
Orada bu hadîsi, Bey-hakî (384—458)'nin kavı (kuvvetli) bir isnadla rivayet
ettiğini söylemişti.
Musannif merhum
aşağıda Hz. Âişe (R. anha) hadîsini de tekrarlarraştır. Halbuki bu hadîs, de
otuz dördüncü hadîs (Bak: C. I. Shf. 344) olarak zikredilmiş ve îzâhı da orada
yapılmıştı. Yalnız orada : «Bu hadîsi İbni Huzcyme sahihle mistir» demişti.
Burada ise: «Hâkim sahihlemiştir» diyor.[164]
468/551- «Hz.
Âişe rackyallakü anha'âsn rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Peygamber
Sallalîahü aleyhi ve sellemi bağdaş kurarak namaz kiSarken gördüm.[165]
Bu hadîsi, Nesâî
rivayet etmiştir. Hâkîm'de onu sahihlemiştir.
Bu hadis-i şerif hasta
namazına ait hadîslerdendir. Ve namaz kılanın özrü olup da ayakta duramryorsa,
nasıl oturacağını bildirmektedir. Nitekim yerinde görülmüştür.[166]
Cuma kelimesi
Lügatcılara göre; mimin sükunu ile;
Kurra ile fukahaya
göre; ise zammı ile okunur. Hümeze ve lümeze-kelimelerinde olduğu gibi, mimin
fethi ile okuyanlar olmuştur. îctimâ-dan alınma bir isimdir. Cahiîiyet devrinde
cuma'ya «Arûbe» derlerdi.
Kâhî diyor ki :
kelimeleri cuma'ya izafe edilmiş; sonra istimal çoğalarak muzaf
hafzolunmuştur». Mâamâüh yine muzaf olarak kullanıldığı vardır. denilir.
Burada cumadan murad :
Cuma namazıdır. Cuma namazı, kitap. Sünnet, Icmâ-ı Ümmet ve Kıyasla sabit
muhkem bir farz-ı ayındır. Binaenaleyh onu inkâr eden dinden çıkar.
Kemal ibni Hümam
(788—861) «Fethü'l-Kadîr» nâmmdaki eserinde : «Cuma, Kitab, Sünnet ve İcma'
ile sabit olmuş muhkem bir farizadır. Onu inkâr edenin küfrüne hükmolunur.»
dedikten sonra cuma namazının bütün delillerini sıralıyor ve sonra da şunları
ilâve ediyor : «Bu bâbda sözü bir gûnâ uzatmamız, bâzı cahillerin Hanefî
mezhebine cumanın farz olmadığını nisbet ettiklerini işittiğimiz içindir.
Bunların hatalarının menşei Kudûrî'nm ilerde gelecek olan şu sözüdür: «Bir
kimse cuma günü hiçbir özrü yok iken evinde öğleyi kılsa şu yaptığı kendisine
mekruh; fakat namazı caiz olur.» Kudûrî buradaki mekruh sözünden haram
mânâsını kasdetmiştir. Haram olması farzı terk ettiği içindir. Öğle namazının
sahih olmasını ileride göreceğiz. Filhakika ulemâmız cumanın öğleden daha
müekked bir farz olduğunu ve onu inkâr edenin küfrüne hükmolunacağını tasrîh
etmişlerdir.
Cuma namazının
kitâbdan delili;
[167]«Ey İman
edenler, cuma gününde namaz için eian okunduğu zaman hemen Allah'ın zikrine
şitab edin ve alış-verişi bırakın» âyct-i kelimesidir sidir.
Bu âyetteki zikirden
murad: Zahirine göre namazdır. Maamafih hutbe de olabilir. Ve her iki takdire
göre de cuma namazının farz olduğunu ifade eder. Tefsirde zikirden murad :
Namaz ile hutbedir denilmiştir ki, en doğrusu budur.
Sünnetten delili : Bu
bâbda görülecek hadîslerdir.
İcmâdan delili :
Ulemâ-ı ümmetin cuma
namazının farz olduğuna ittifak etmeleridir.
Kıyastan delili :
Biz cuma günü, öğle
namazını cuma kılmak için bırakmakla memur olduk. Halbuki öğle namazı,
kılınması lâbüd bir farzdır .Binaenaleyh onu terk etmek, yerine ancak cndan
daha kuvvetli bir farzı yapmak için caiz olabilir.
Cuma namazının şâir
namazlardan fazla olarak bir takım şartları vardır ki, bunlar; biri vücûbunun,
diğeri sıhhatinin şartları oîmak üzere iki kısımdır.
Vücûbunun şartları :
Hürriyet, erkeklik,
mukim olmak, sıhhat, ayakların ve gözlerin selâmeti gibi şeylerdir.
Sıhhatinin şartları
ise:
Cuma kılınacak yerin
şahir hükmünde olması, cemaat, hutbe, devlet reisi veya naibi, vakit, umumî
izin gibi şeylerdir. Şartlarının hepsi veya bazısı bulunmadığı zaman cuma
kılmak sahih olmaz. Nitekim bunlar mümkün olduğu kadar bu bâbda
görüleceklerdir.[168]
469/352-
«Abdullah
ibni Ömer ve Ebu Hüreyre radıyaüahü anhüm' den rivayet edilmiştir ki,
Resûlüllah Sattaltahü aleyhi ve seîlem'l min-1»rinin ağaçtan basamakları
üzerinde :
— Ya bir takım
kimseler cumaları terk etmekten vazgeçecekler; yahut mutlaka Allah onların
kalplerine mühür vuracak; bundan sonra artık gerçekten gafillerden Olacaklar.»
derken îşitmİşlerdir.[169]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerifte mevzuu
bahis olan minber, topraktan yapılan minberle, hurma kütüğünden yapılan
minberden başkadır. Bunu Hz. Peygamber (S.A.V.)'e hicretinin yedinci veya sekizinci
senesinde ensârdan bir kadının Maymun ismindeki kölesi yapmıştı. Bu zat
doğramacı uii. Ve minberi üç basamaklı yapmıştı. Bu şekli ile Hz. Muavîye
zamanıi;;» kii da t' devam etli. Hz. Muaviye zamanında Mervan ona alt kısmından
alt] basamak daha ilâve etti. Hz. Muaviye minberin Şam'a naklini istemiş ve bu
bâbda Mervan'a talimat yazmıştı. Mervan da bu talimata uyarak minneri sokmuştu.
Bu esnada Medine'de müthiş bir güneş tutulması olmuş; her taraf karanlık
içinde katmıştı. Bunun üzerine Mervan bir hutbe îrad ederek minberi kendi
re'yi ile değil, emirü'l-mü'minîn'in emri ile söktüğünü anlatmış; basamak
ilâvesini de cemaat çoğaldığı için yaptığını beyan ötmişti. Neticede minber
yine yerinde bırakıldı ve nihayet ( — 654) tarihinde Mescid-i Nebevi yandığı
zaman, o da birlikte yan-ftj.
Hadîs-i şerifde
buyruluyor. Hairn: Bir şeyin üzerine yüzüğü veya mührü vurmakla onu Örtmek ve
gizlemek; bu suretle ona. kimsenin muttaiî olamamasını temin etmektir. Burada
istiare vardır. Kalplerin hakkı kabulden imtina etmesi ve hakkın onlara nüfuz
etmemesi mühürlü olup da, içine bir şey girmeyen eşyaya benzetilmiştir. Bu
muamelede Allah'ın emrine imtisal etmeyip, cumaya gelmemelerinin cezasıdır.
Bundan sonra, artık kendilerine fayda verecek amelleri ya-pamıyacak ve zararlılarından
kaçınamıyacaklardır.
Bu hadîs-i şerif cuma
namazını kılmayanlara en büyük bir ihtar ve zecir olduğu gibi, onu terk etmenin
en büyük şaşkınlık sebeplerinden olduğuna da delildir. Cuma namazının mutlak
surette farz olduğuna icmâ-ı ümmet vardır. Ekser ulemâya göre farz-ı ayındır.
Farz-i kifaye-dir diyenler de olmuştur.[170]
470/353-
«Selemetü'bnü Ekva[171]
radıyallahü anh'den rîvâyet edilmiştir. Demiştir ki : Biz Resûlüllah
Salîallahü aleyhi ve seUem ile birlikte cuma namazını kılar, sonra duvarların
henüz gölgelenecek kadar gölgesi yokken namazdan dağılırdık.»[172]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Buhârî'nindir. Müslim'in bir lâfzında ise :
«Peygamber (S.A.V.)
ile birlikte cumayı güneş zevale erdiği vakit kılar; sonra gölgeyi takip
ederek, dönerdik.» denilmiştir.
Hadîsi, Imâm-ı Müslim
de Hz. Seleme'den rivayet etmiştir.
Bu hadîs, güneş zevale
erer ermez, cuma namazına gitmenin lüzumuna delildir. «duvarların gölgesi yokken» cümlesindeki
nefî, asıl gölgeyi değil, kaydî nefîydir. Yani hiç gölge yokken değil
gölgelenecek kadar gölge yokken namazdan dağılırdık demek-dir. Bu te'vil cuma
namazının vakti öğle vaktidir diyen cumhur ulemâ' ya göre muteberdir.
îmâm-i Ahmed İbni
Hanbel (164—241) iîe bazı ulemâ cuma namazının zevalden önce kılınabileceğine
kaildirler. Hanbelîlerce cumanın vakti, bayram namazının vaktinden başlar. Her
şeyin .gölgesi iki misline vardıkta biter. Ancak zevalden önce kılınması caiz,
sonraya kalırsa kılınması farzdır. Efdâl olan zevalden sonra kılmaktır.
Mâllkîler'e göre;
cumanın vakti öğlenin vaktinden başlar; güneş kavuşuncaya kadar devam eder
Yalnız güneş kavuşmadan cumanın hutbesiyle beraber bitmiş olması şarttır. Güneş
kavuşuncaya kadar, cuma namazı bitmiyecekse, o zaman yalnız öğle kılınır.
Maamafih, cumanın hutbesi zevalden evvel okunabilir. Cuma namazı kılınırken,
va-Idt çıksa, kılınan namazın hükmü de ihtilaflıdır.
Haneflîler'e göre,
cuma namazı tamam olmadan vakit çıkarsa namaz bâtıl olur.
Hanbelîler e göre,
cuma namazına öğlenin vaktinde başlarlar da, kılarken vakit çıkarsa, namazı
cuma olarak tamamlarlar.
Mallktler'e göre,
cumayı tam olarak kılacaklarını kestirerek niyetr lenmiş de, sonra
tamamlıyamadan güneş batmışsa, bakılır;
Eğer secdeleri ile
birlikte tam bir rek'ât kıldıktan sonra güneş batarsa, o namazı cuma olarak tamamlarlar.
Bir rek*ât tamamlanmadan, batarsa, namazı Öğle olarak tamamlarlar.
Şaflîlerce; Cuma
namazı kılmaya yetecek kadar bir vakit içinde namaza niyetlenirler de namazı
uzatarak vakit çıkarsa, namaz bâtıl olmaz. Onu öğle namazı olarak tamamlarlar.
Vakit çıktı mı artık imam gizli okur. Namazı bozarak yeniden öğleye
niyetlenmeleri haramdır. Fakat vakit daraldıktan sonra yetecek zannı ile
niyetlenirler de namaz da iken vakit çıkarsa, artık o namaz bâtıl olur; Öğleye
dönmez.
Imâm-ı Ahmedle MâHk
(93 — 179) Müslim ile İmâm-ı Ahmed'in tahric ettikleri Câblr hadîsi ile
istidlal ederler. Bu hadîste şöyle deniliyor :
«Peygamber SaüaTlahü aleyhi
ve sellem, cumayı kılar; sonra develerimizin, yani su çeken develerin yanına
gider; onlara güneş zevale erdiği vakit, istirahat verirdik.»
Dâre Kutnî
(30&-385) de Abdullah İbnİ Seyhan'dan şu hadîsi tahric etmiştir :
Şeybam» Demiştir ki:
Ebu Bekir'le beraber cumada bulundum; onun hulbesî ve namazı günün yarısından
evveldi. Sonra Ömerie beraber cumada bulundum. Onun da namazı İle hutbesi
gündüzün zevaline kadar diyeceğim, dsvaro Hasılı bunu tayîb ve İnkâr eden bir
kimse görmedim.
Bu hadîsi, îmâm,-ı
Ahmed'in oğlu Abdullah rivayet ettiği gibir İbni Mes'ud, Cabir, Sa'id ve
Muaviye gibi ashâb-ı kiramdan dahi zevalden önce kıldıkları rivayet
olunmuştur.
Hadîs-i şerif lmâm-%
Ahmed'in delilidir. Cumhur ulemânın te'viline : «Peygamber (S.A.V.)'in cumayı
sure-i cuma ve sure-i münafikîn ile kıldırması ve hutbe okuması muarızdır.
Çünkü bu namaz, zevalden sonra kılınmış olsaydı, namazdan dönerken, duvarların
bir parça gölgesi olmak icap ederdi» diyenler olmuştur.
Cuma vaktinin zeval
vakti olduğuna aşağıdaki hadîs de delâlet eder.[173]
471/354- «Sehl
ibni Sa'd[174] radtyallahü anhüma'dan
rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Biz ancak cumadan sonra kaylûîe yapar ve
yemek yerdik.»[175]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir. Bir rivayette «Resûlüllah (S.A.V.) zamanında»
denilmiştir.
Kaylûle ve «makiyi» :
Günün yarısındaki istirahattır. Uyku ile de olur, uykusuz da.
Bu hadîs dahi
yukardakinin delâlet ettiği hükme delâlet ediyor. Binaenaleyh bu da îmâm~ı
Ahmed'in delîllerindendir. Musannif mer-' humun «Resûlüllah (S.A.V.) zamanında»
rivayetini burada zikretmesi, birinci rivayette bu işi Hz. Peygamberin yaptığı
ve takrir buyurduğu tasrih edilmemiştir, diye itiraz olunmaması içindir. Artık
bu rivayeti zikir etmekle işin Peygamber (S.A.V.) devrinde olduğu ispat edilmiş
oluyor. Onun zamân-ı saadetinde ise, Medîne-i Münevvere'de kendilerinden başka
kimse cuma kıldırmazdı. Şu halde hadîs-i şerif, doğrudan doğruya Resûlüllah
(S.A.V.)'in namazım, haber veriyor demektir. Fakat bu hadîste cuma namazının
zeval vaktinden evvel kılınacağına delîl yoktur. Çünkü gerek Medine'de, gerekse
Mekke'de Kaylûle denilen istirahatla öğle yemeğinin vakti, öğle namazından
sonradır.
«öğleyin İstirahat Nitekim, îçin elbisenizi
çıkardığınız zaman» (1) âyet-i kerîmesi de aynı mânâyadır. Şu kadar var ki,
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) cuma namazını zeval vaktinin başında kılmak için sür'at
gösterir, öğleyi ise, zevalden biraz sonraya, yani cemaatın toplanacağı vakte
geciktirirdi.[176]
472/355- «Câbir
radıyaTlahü anh'den rivayet edilmiştir ki. Peygamber SaUaliahü aleyhi ve
seUem, ayakta hutbe okuyordu derken. Şamdan bir kervan geldi. Ve cemaat hemen
ona doğru sökün etti. Tâ ki on iki kişiden maâdâ kimse kalmadı.»[177]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Yüklü develer
manasınadır. Hadîs-i şerif
hutbeyi ayakta okumanın meşru olduğuna, hutbe için muayyen bir adet cemâat
şart olmadığına delâlet ediyor. Binaenaleyh cuma namazı en az «kırk» âkil bâlîğ
erkekle kılınır, diyen Şâfiîler ve Hanbelîler ile en az «onîkı» kişi İle
kılınır diyen Mâlikîlerin aleyhine delildir. Ebu Hanîfe (80—150 ye göre : Cuma
namazı imamdan maada en az üç kişilik bir cemaatla kılınır. Çünkü cuma zaten
cemaattan alınmıştır. Cemi sâhîh ise üçtür. îmameyn'e göre ise imamdan maâdâ
İki kişi cemâat cuma kılmak İçin kâfidir. Zira ikide de cemâat mânâsı vardır.
Bu hadîste mevzuu bahis olan kıssa «»[178]«Bîr
veya »ğlence gördüler mi ona doğru dağılırlar» âyet-i kerîmesinin nÜzûlüne
sebep olan kıssadır.
Kâ tyaz (476__544)
diyor ki: Ebu Davud'un mürsellerindeki rfvâyetine göre Peygambw (S.A.V.)'in o
dağıldıkları hutbesi Cuma namazından sonra idi. Cemâat bu hutbeyi terk etmekte
bir beîs yoktur zannı ile dağılmışlardı. Bu kıssadan evvel Hz. Peygamber cumayı
hutbeden evvel kılardı.» Kadı tyaz : «Bu, ashâb-ı Resûlülâh'in hâline en
muvafık olan bir şeydir. Onlardan
beklenen, Hz. Peygamber (S.A.V.) ile birlikte namaz kılmayı terk etmemeleridir.
Lâkin, namaz bittikten sonra artık kalkıp gitmenin caiz olduğunu sandılar.»
diyor.[179]
473/356- «İbnî
Ömer radıyallahü anhüma'ötın rivayet edilmiştir. Demiştir kî : Resûlülah
BaUalîahü aleyhi ve sellem:
— Eğer bir kimse Cuma
namazının veya başka bir namazın bir rek'âtına yetişirse, hemen ona bir rek'ât
daha katsın, namazt muhakkak tamam oldu demektir» buyurdular.[180]
Bu hadîsi, Mesâi, İbnî
Mâce ve Dâre Kutnî rivayet etmişlerdir. Lâfız Dâre Kutnî'nindir. îsnadı da
sahihtir. Lâkin, Ebu Hatim mürsel olduğunu kuvvetli bulmuştur.
Hadîs imamları, bu
hadîsi Bakiyye'den, o da Yunus ibni Yezid den, o da sâllm'den
[181], o
da babasından rivayet etmiştir. Ebu Dâ~ vud; (202—275) ile Dâre Kutnî,
(306—385): «Bu hadîsi Bakiyye tek başına Yunus'tan rivayet etmiştir» diyorlar.
îbni Ebi Hâtîm (247__327) «.El-îlel» de babasından rivayet ederek: «Bu hem
metinde, hem de isnadda hatâdır. Hadîs, ancak Zührî'den,
[182] o
da Ebu Seleme' den, o da Ebu
Hüreyre'den merfû olarak şöyle rivayet
edilmiştir :
«Kim namazın bir
rek'âtına yetişirse, muhakkak ona yetişmiştir.» «cuma namazı» kaydı vehimdir
demektedir.
Bu hadîs, Hz. Ebu
Hüreyre (R. A.J'den onüç tarikle, İbni Ömer (R. A./dan üç tarikle tahric
edilmiştir. Fakat hepsi hakkında söz edilmiştir.
Hadîsde cuma namazına
sonradan yetişenin, hutbenin hiçbir yerine yetişemezse bile, namazı sahih
olduğuna delâlet vardır. İmâm-ı Âzam Ebu Hanîfe, İmâm-ı Şafiî ve diğer bazı
ulemânın mezhebi de budur. Bazılarına göre ise hutbenin bir kısmına olsun
yetişemiyenin cuma namazı sahih değildir. Bu hadîs .onların aleyhine delildir.
Vâ-kıâ, hakkında söz edilmiş bir hadîs ise de birçok kollardan rivayet edilmiş
olması, bir birini takviye eder. Onu Hâkim (321—405) dahi üç yoldan rivayet
etmiştir. Bunlardan biri Ebu Hüreyre tarîkidir ki, bu tarîk hakkında Hâkim:
«Şeyheyn» in şartı üzeredir der. Maamafih asıl olan, aleyhine delîl
bulunmadıkça şartın mevcut olmamasıdır.[183]
474/357-
«Câbİr
İbnî Semüre radıyaBahü aniden rîvâyet edilmiştir ki. Peygamber SaUallahü aleyhi
ve seUem ayakta hutbe okur; sonra oturur; sonra kalkar da ayakta hutbe okurdu.
Binaenaleyh sana kim oturarak hutbe okuduğunu haber verdi ise, muhakkak hata
etmiştir».[184]
Hu hadîsi, Müslim
tahric etmiştir.
Hadîs-i şerif, her iki
hutbenin ayakta meşru olduğuna ve bunların aralarını oturmak suretiyle ayırmaya
delildir. Bu oturuş hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. îmâm-ı Âzam Ebu Hanîfe
(80—150) ye göre, ayakta durmak da oturmak da sünnettir. îmâm-ı Mâlik (93—179)
ayakta hutbe okumanın vacib olduğuna, oturmak her ne kadar hutbenin sıhhatına
dokunmazsa da, isaet teşkil ettiğine kâiî olmuştur. İmâm-ı Şafiî (150—204) ile
diğer bazı zcvât, iktidarı olanlar ir.tn hutbenin ancak ayakta caiz olduğuna,
oturarak okunmasının sa\ıh olmadığına zâhib olmişlardır. Bunların delili
Resûlüllah (S.A.V.)im böylece dsvam buyurmuş olmasıdır. Hattâ Câbîr (R. A.)
«Sana kîin oturarak hutbe okuduğunu haber verdi ise, muhakkak hata etmiştir.»
de-mistir. Rivayete nazaran ashâb-ı kiramdan Ka'b ibnî Ücra (R.A.)[185]
mescida girdiği zaman Abdurrahman ibni Ümmii Hakem oturduğu ycrden hutbs
okuyormuş.Kâ'b, bunu iyi karşilamiyarak [186]«seni
ayakta bıraktılar» âyetini okumuştur. Hattâ îbni Huzeymc (223 —311)'nin
rivayetine göre «Bugünkü gibi, müslüman imam olan hiç bîr İmamı oturduğu yerden
hutbe okurken görmedemiş; bunu iki defa tekrar'amışiır. tbni P1 Şr>ıi<
(—234) Tavus'dan: Resûlü!?ah (S.A.V.) Ebu Bekir, Ömer ve Osr. an jyakta hut-be
okudular; minberde ilk oturan Muavlye olmuştur.» dediğini rivayet ediyor. îbni
Ebi Scybe Şa'bf'den dahi: «Nljavlye'nin ancak iç yağının ve etinin çokluğundan
oturarak hutbe okuduğunu» rivayet öder.
Bu onun Özrünü
göstermektir ki, zâten özür bulunursa, ötûr-arak hutbe okumak ittifâken
caizdir. îmâm Buharı (194—25.v Ebür Safd'dcn şu hadîsi tahric etmiştir :
«Peygamber Saîlallahü
aleyhi ve sellem, bîr gün minberin üzerine oturdu. Bh de onun etrafına oturduk.»
Ancak îmâm-ı Şafiî bunun cuma hutben olmadığım beyân etmiştir.
E . aya kadar görülen
deliller hutbe esnasında ayakta durmanın ve oturnv nın meşru olduğuna delâlet
eder. Fakat, ayakta durmanın farz oldu1a Keza hutbenin sahih olması için ayakta
durmanm şart olduğuna 1 fzc:ı bir delâlet yoktur.
Resûlüllah (S.A.V.)'in
devam buyurdukları farzdır. Devam etmediği şeyler farz değildir. Binaenaleyh
eğer Hbu Saîd hadîsin f\» beyân olunan oturması cuma namazında ise sünnettir
diyenlerin kn\Ii daha kuvvetli; bu sabit olamıyorsa, ikinci kavil daha kuvvetli
.
Faide : Hatîb'in
minbere çıktığı zaman selâm vermesi hakkında Şn'fn den şu hadîs rivayet
edilmiştir:
«Resûîüiiah Saîlallahü
aleyhi ve sellem cuma günü minbare
çıktığı zaman cemaata karşı döner ve:
Es-selâmÜ aleyküm
derdi. İlâh.» Yalnız bu hadîs mürseldir. İbvA Adiy (279—365) de şu hadîsi
tahric etmiştir :
«Peygamber Salhzllahü
aleyhi ve seltem, minberine yaklsçîı mı onun yanındakilere selâm verir; sonra
minbere çıkardı. Cemâafa karşı yüzünü çevirdikte selâm verir; sonra otururdu».
Ancak bu h;ıdisİ de îbni Adiy, îsa bin Abdullah Ensarî'nin rivayet etmiş
olması sebebiyle zayıf addeder. Onu
îbni Hibbân da aynı zâtın rivayeti olduğu için zayıf saymıştır.[187]
475/358- «Câbir
îbni Abdullah radıyallahü anhüma'ûan rivayet edilmiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem, hutbe okuduğu zaman gözleri kızarır; sesi
yükselir ve gadabi şiddetlenirdi. Hattâ kendisi bir ordu kumandanı gibi olur;
— SİZİ sabahlattı; SİZİ akşamlattı der; ve
şöyle buyururdu:
— Bundan sonra hiç şüphe yok ki, sözün en
hayırlısı Allah'ın kitabı; yolun en hayırlısı Muhammed'in yoludur. İşlerin en
kötüsü de yeni çıkan modalardır. Her bid'at sapıklıktır.»[188]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayetinde : «Peygamber (S.A.V.)'in cuma günü
hutbesi (şöyle İdi). Allah'a hamdü sena eder; sonra bunun ardından sesi
yükselmiş olarak (şöyle) derdi.» buyrulmuş; Müslim'in (diğer) bir rivayetinde:
«Eğer bir kimseyi Allah hidâyete erdirirse artık onu sapıtacak yoktur. Bir
kimseyi de saptırırsa onu da hidâyete erdirecek yoktur»; denilmiştir. Nesâî'nin
rivayetinde: «Her dalâlet (sahibi)
cehennemdedir», cümlesi vardır.
Nevevî (631—676) bu
hadîste iki yerde geçen kelimesi için şöyle diyor: «Bu kelimeyi Müslim'de iki
yeide de hem nın zammı, ve'in fethi ile, hem de he'nin fethi ve dal'm sükûnu
ile zaptettik» yani bu kelimeve şekillerinde okunmuştur.kıraatine göre Herevî
(—401) bu kelimeyi (yol) diye tefsir etmiştir. kıraatine göre mânâsı: Delâlet
ve irşâd demektir ik, peygamberlere ve Kur'ân-ı Kerîm'e izafe edilen budur.
Kur'ân-ı Kerîmde :
«Muhakkak sen hidâyete
erdirirsin.[189] «Muhakkak bu Kur'ân
hidâyete erdirir»[190]
buyrulmuştur.
Bu kelime bazan lütuf
ve tevfîk mânâsında Allah'a da izafe edilir.
(1)«Şüphesiz ki sen
dilediğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allahdır ki kimi dilerse ona hidâyet
verir ve o, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir.» âyet-i kerîmesinde bu
mânâyadır.
Hadîs-i şerifde zikri geçen den.murâd: Allah veya Resulünün teşri' ve müsaadesiyle
sabit olmayan şeylerdir.
Bid'at : Geçmiş bir
örneği olmadan yapılan şeydir. Burada ondan maksad: Kitap veya sünnetten bir
meşrûiyyet delili olmaksızın yapılan şeydir. Şu halde bu iki kelime hemen
helmen aynı mânâya gelmektedir. Ulemâ, bid'at'ı beş kısma ayırırlar. Vacip,
mendup, mubah, mekruh ve haram olan bidatlar.
İlimleri kitap
şeklinde tedvin etmek ve delîl getirmek suretiyle dinsizlere red cevabı vermek,
vacip olan bid'atlardandır. Mektepler yapmak mendup, yiyip içmede fazla
çeşitler kullanmak, kıymetli elbiseler giymek mubah olan bid'atlardandır.
Mekruh ile haram olanları ise zaten bellidir. Şu halde hadîsteki «Her bid'at
sapıklıktır» sözü yukardaki şekillerle tahsis edilmiş bir âmm-ı mahsustur.
Lâkin bu taksimi
«Bülûğü'l-Merâm» sarihlerinden «Nûru'l~Ha-san beğenmiyor ve şöyle diyor : «Hak
şudur ki: Bu hadîste olsun, bu mânâdaki başka hadîslerde olsun zikri geçen yani
«her» kelimesi dâima hakîki mânâsında kullanılmıştır ve umum bildirir.
Bid'atı; mezkûru beş
kısma ayırmak; bir de bîd'at-ı hasene ve bîd'at-ı Seyyie kısımlarına taksim etmek
için ilmî bir delîl yoktur. «Nuru}l-Ha-san» bundan sonra ulemânın taksimini
birer birer ele almış ve bunların bid'at nev'ileri olmadığını isbâta
çalışmıştır. Nihayet San'ânî gibi o da alelıtlak «Her bid'at dalâlettir» sözünü
naklettikten sonra cûş-u hurûşa gelerek fukahâ-i kirâm'a şöyle çatmıştır:
«Allah aşkına şaşılacak şeydir ki, fukahâ denilen bir kavm, içinde «her»
kelimesi bulunan bu hadîsi ve bu mânâdaki birçok hadîsleri sahih ve Peygamber
(S.A.V.)e merfu ve mevsul olarak rivayet etmişler; sonra ortada Kur'andan sünnetten,
icmâ-i ümmet'ten ve şüphe götürmeyecek derecede aşikâr kıyastan Hr delîl
yokken, onları heva ve heveslerinin arzusuna göre zahirî mânâlarından
değiştirmişlerdir. Bu babın hadîsi bid'at'te taksime ve nevîlere kail olan
herkes aleyhine aydınlatıcı bir delildir. Kimin elinde taksime dâir kitap ve
sünnetten bir delîl ve burhan varsa, hemen bize göstermek lütfunda bulunsun».
Nuru'l-Hasan'm âdeta
yaylım ateşi saçan şu hücumuna burada âcizane (dur) demek mecburiyetindeyim.
Bid'at mes'elesinde San'ânî «Tetavvû» namazı bahsinin 17. hadîsinde bize bir
nümûne vermiş ve bid'attan neyi kasdettiğini bir parça göstermişti. Biz de
orada kendisine ehl-i sünnet'in bu bâbdaki delillerini birer birer göstererek
lâzım gelen cevabı vermiştik. İsteyenler tekrar oraya müracaat edebilirler.
Fakat, Nûru'î-Hasan'm bid'at'tan neyi kasdettiğini anlıyamıyoruz. Çünkü bize
bir bid'at örneği vermiyor. Üstelik ulemâ-ı Kiram tarafından nevîlere
ayrılarak gösterilen bid'at misâllerini de kabul etmiyor. Meselâ: İlimleri
kitaplarda tedvin etmeyi ulemâ bid'at saydığı halde, o bid'at saymıyor. Kitap
yazmayı Peygamber (S.A.V.) devrinde hurma yaprakları, kemik ve deri parçaları
üzerine yazılmış bulunan Kur'ân-ı Kerîm'in Hz. Ebu Bekir zamanında bir yere
toplanması ile bir tutuyor. Diğerlerine de bunun gibi bir kulp takıyor. Hal
böyle olunca hazretin bid'at telâkkisi bizce iki dereceli meçhuller hükmüne
girer. Ve haklı olarak bid'at'tan neyi kasdettiğini kendisine sorarız. Şayet
bid'at tarif edildiği veçhile geçmiş bir örneği olmadan yapılan şey ise
ulemânın çeşitli bid'atlara gösterdikleri misaller birer bid'attır. Çünkü hiç
biri Hz. Peygamber (S.A.V.) zamanında yoktu. Ancak dîne mugayir olduklarına
dâir elde bir delîl bulunmadığına bakarak ulemâ bunları makbul bîd'al
saymışlar, ve neticede bid'at kendiliğinden hasene ve seyyie olmak üzere iki
kısma ayrılmıştır. AUâme Nûru'l-Hasan[191] da
başka bir yoldan yürüyerek ulemânın bld'at-t Hasene dediği şeyleri dînen makbul
saymıştır. Şu halde aradaki nîza yalnız sözden ibaret olur ve ateş püskürmeye
asla lüzum kalmaz. Umûmî taksim mes'elesine gelince: Buna niçin sinirlendiğini
anîıyamadığımız gibi, ulemânın kendi hevâ ve heveslerine göre, mânâ verdikleri
hadîslerin ve bu hadîslere verilen mânâların neler olduğunu da bilmiyoruz.
Ulemâ-İ kirama meydan okuyarak delîl istediği umûmî taksim mes'elesine biz
delîl gösterelim. Hz. Ömer (R. A./in cemaatla teravih kılanları görünce «Ne
güzel bid'at bu.» demesi bid'at'in hasene ve seyyie diye iki kısma ayrıldığına
delildir. Hz. Ömer'in bu sözünün bir hadîs olduğu ise söz götürmez, bir
hakîkat-tır. Bid'at'ın beş kısma ayrılmasına gelince : Nûru'l-Iİasan bu bâbda
ulemâdan ayrı bir söz söylemiş değildir ki, sual sormaya hakkı olsun. «Ve benim
sözüm ve delilim bunlardır; hani sizin delillerinizi görelim» diyebilsin. Sonra
Nûru'l-Hasan burada büyük bir asıl teşkil eden bir hadîsi de unutmuş görünüyor.
Biz onu da hatırlatalım. Peygamber (S.A.V.) :
«Müslümanların güzel
gördüğü şey, Aliah indinde dahi güzeldir» buyurmuşlardır. Acaba bu hadîse istinâd
eden örf ve âdetlere ne buyuracaklar, ve acaba kendisi de dahil yüz milyonluk
Hint müslümanlarmın giyiniş tarzlarına ne diyecekler?...
Hadîs-i şerif hatibin
hutbeyi yüksek sesle okumasının müste-hab olduğuna; talâkat sahibi olarak gerek
imrendirme, gerekse iğrendirme hususunda cemiyetli sözler söylemesine
delildir. Hutbede asıl mevzua « jû' £
| » sözü ile başlanacaktır. Bunun
hakkında Buhârî (194—256) ayrıca bir bâb meydana getirmiş, ve müstehab
olduğunu gösteren hadîsleri orada zikretmiştir. Bu hadîsler 32 sahâbî
tarafından rivayet edilmiştir. Zahirine bakılırsa Resûlüllah (S. A.V.) bütün
hutbelerinde Allah'a hamdü senadan ve .şehâdetten sonra « -u/U » demiştir.
Nitekim îmâm-ı Müslim (204—261)'in Câbîr ibni Abdullah (R. anhüma)'da,n rivayet
ettiği hadîste buna işaret vardır, Bıı rivayette Hz Peygamberin sözünden tonra ne dediğini zikretmemesi
yukarıda zikredilen kısımdan bunun anlaşıldığına itimad ettiği içindir. Yani
rivayetin tamamı şöyle oluyor: «Peygamber (S.A.V.) in cuma günü hutbesi (şöyle
idi) Allah'a hamdü sena eder; sonra bunun ardından sesi yükselmiş olarak derdi.
Rivayette şehâdet de zikredilmemiştir. Bunun da sebebi başka yerde zikredildiği
için burada ihtisar yapılması istenmiştir.
Filvaki Resûiüllah
(S.A.V.) «içinde şehâdet getirilmeyen her hutbe kesilmiş el
gibidir.» buyurmuştur. Bcıjhakl (384—458) «Dcl-.iıliVnNübüvve» adlı eserinde
Ebu Hüreyre (R. A.)'c\an merfuan kudsi'yi rivayet eder:
«Ümmetine senin benim
kulum ve resulüm olduğuna şehâdet etmedikçe kendilerine hiç bir hutbe caiz
kiuiıa-dım.»
Hz. Peygamber (S.A.V.)
hutbesinde şehâdet getirirken karliîini alem yani ism-i h3sı ile zikir ederdi.
Müslim'in ikind
rivayeti de Hz. Câbir'dendir. Bu rivayetteki lâfızları dahi özünden sonra
söylerdi. Nesâî (215—303)'ntn rivayeti dahi ondandır. Bu cümle cümlesinden
son.na gelir. Musannif hadîsi ihtisar etmiştir. Ve zâten hadîsten muzaf h, fedilmiştir.
Yani her dalâlet sahibi cehennemdedir.
Resûiüllah (S.A.V.)
hutbelerinde ashâb-ı kframına İslâm'ın esaslarmı ve meşru olan ibâdetleri beyân
eder; cenneti cehennem'i zikir eyler; îcâbederse emir ve nehy etmekten de
çekinmezdi. Onlara Allah'a karşı ehl-i fakvâ olmalarını emreder; gada'bından
kendilerini sakındı-rırdi. Müslim'in hadîsinde Kur'ân okuduğu da rivayet
edilmiştir. Hadîs şudur :
«Resûiüllah (S.A.V.)'in iki hutbesi vardı.
Bunların arasında
oturur; Kur'ân okur; hem de cemaata hatırlatma ve sakındırmada bulunurdu.»
Zahirine bakılırsa Resûiüllah (S.A.V.) hutbelerinde hep böyle yapardı ve hadîs
bunun vücûbuna delâlet eder. Nitekim İmâm~ı Şafiî (150—204)'nin mezhebi budur.
îmâm-ı Âzam Ebu Hanife (80—150)Jye göre
« «fit j&J, < -fijıİ I» gibi bir zikir ile farz yerini bulur. Imâmeyn'e
göre ise, mutlaka uzun bir hutbe şarttır. İmâm-ı Mâlik (93—179) de aynı
reydedir. Basıları «her iki hutbede Allah'a hamdü sena ve Peygamber (S.A.V.)'e
salâtü selâmdan başka bir şey farz değildir» derler.[192]
476/359- «Ammar
ibnî Yâsİr radıyattdhü anhüma'dan rivayet edilmiştir.Demiştir ki:Resûiüllah
SaUaUahii aleyhi ve sellemi :
«Şüphesiz, kişinin
namazının uzunluğu ile, hutbesinin kısalığı fıkhına alâmettir» derken işittim.[193]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hutbenin kısalığının
fakîh olduğuna delâlet etmesi, fakîh olan yani islâm hukukunu bilen bir
kimsenin mânâların hakikatlarına nüfuz etmiş olması sebebiyle az sözle çok
mânâ ifâde edebilmesindendir. Bundan dolayıdır ki, hadîsin tamamında şöyle
buyrulmuştur :
«O halde siz de namazı
uzatın; hutbeyi kısaltın. Hiç şüphe yok
ki, beyânın sihir olanı vardır.» Burada kalplere tesir eden cazibeli sözler
sihr'e benzetilmiştir. Çünkü bu sözlerde cezâ-let, akıcılık, çok mânâ, teşvik
ve sakındırma gibi şeyler vardır ki, bunları ancak fakîh oîan söyleyebilir. Az
sözle çok mânâ ifâde etmeye ResûJ-ü Ekrem (S.A.V.)'in tabiriyle
«Cevâmiu'lKelim» derler ki, bu hâl onun hususîyetlerindendir.
Namazın uzunluğundan
murad : Yasak dereceye varmamak şartıyla uzun sûreler okumaktır. Resûlüllah
(S.A.V) cuma namazında, cuma ve münafikûn sûrelerini okurdu. Bunlar hutbesine
nazaran elbette uzundurlar. Fakat yasak derecede uzun değillerdir.[194]
477/360- «Ümmü
Hİşam binli Harise bin Numan radıyaMahü anhüma'dan[195]
rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Beni ancak
ResûÜillah Sttttdttohii aleyhi ve sellcvı'ln dilinden aldım. Onu her cuma cemaata hutbe îrad
ettiği zaman minberde okurdu.»[196]
Bu hadîsi; Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif, her
cuma günü hutbede «Kâf sûresi» ni okumanın meşru olduğuna delilidir. Ulemâya
göre Resûlüllah (S.A.V.)'in bu sûreyi ihtiyar etmesinin sebebi: İçinde, ölüm,
öldükten sonra dirilme, şiddetli vaazlar, sıkı yasaklar bulunduğundandır.
Hadîste hutbe esnasında Kur' ân-ı Kerîm'den bir miktar okumaya dahi delâlet
vardır. Fakat kâf sûresini okumanın vacip olmadığına icmâ vardır. Resûlüllah
(S.A.V,)'in onu okuması vaaz ve nasihatta daha güzel olduğunu ihtiyar ettiğindendir.[197]
478/361- İbni
Abbas radıyallahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
Salldllahü aleyhi ve sellem:
«Cuma günü imâm hutbe
okurken, kim konuşursa, o kimse kitaplar taşıyan eşek gibidir. Ona sus diyenin
de cuması yoktur.» buyurdular.[198]
Bu hadîsi, jmâm-ı
Ahmed zararsız bir isnadla rivayet etmiştir. Bu hadîs, Ebu Hüreyre (R.A.)'den
«sahîhheyn» de nıerfû olarak rivayet edilen: «Cuma günü imâm hutbe okurken,
arkadaşına sus dersen, muhakkak gevezelik etmiş olursun.» hadîsini tefsir der.
Hadîsin «Câmi-i
Hammad»[199] de mürsel, fakat kâvf
bir şahidi vardır.
tCuma günü»
denildiğine göre, cuma hutbesinden gayrı hutbeler onun gibi değildir.
Binaenaleyh o hutbelerde konuşmaktan nehy edile-Mlir. «İmam hutbe okurken»
cümlesi bazılarınca buradaki yasağın yalnız hutbe okunurken muteber olacağına
delildir. Şu halde ekonuşmak, imamın minbere çıkışından itibaren yasaktır»,
diyenler aleyhine red cevabı teşkil eder. Yine bunlara göre iki hutbe arasında
imam otururken konuşmaktan burada nehy yoktur. Diğer bazılarına göre ise, bu
oturuş pek az devam eder; ve adetâ nefes almak için susmaya benzer. Binaenaleyh
hutbe hükmündedir. Hutbe okunurken konuşanın kitap taşıyan eşeğe benzetilmesi,
kendisi için en faydalı olan şeyden istifadeyi elden kaçırdığı içindir. Halbuki
cuma namazına gidiyorum diye gücünü sarfetmiş; kendisini yormuştur. Bunca işini
,gücünü bırakarak ve birçok zahmetlere katlanarak cuma namazına gittikten sonra
ondan hiçbir istifâdesi olmayanın hali, gerçekten en faydalı kitapları taşıyarak
yorulduğu halde, onlardan hiçbir istifâdesi olmayan eşeğe benzer.
«Ona sus diyenin de
cuması yoktur» cümlesi her ne kadar, onun kıldığı namaz sahih değildir mânâsını
ifade ederse de bu namaz, bilittifak sahih ve kâfidir. Binaenaleyh hadîsin bu
cümlesi «Ona SUS diyenin de kâmil ve faziletli cuması yoktur.» şeklinde te'vil
olunur. Bu cümle Ebu Dâvud (202—275) ile îbni Huzeyme (223— 311)'in tafaric
ettikleri İbnü Ömer hadîsinde şu lâfızlarla ifâde olunmuştur: «Bir kimse
gevezelik eder ve cemâatin enselerine basarak geçerse, cuma onun için öğle
olur.» Hadîsin râvilerinden îbni Veheb diyor ki : «Bunun mânâsı, namaz ona
kâfidir. Fakat cemâat faziletinden mahrum kalır demektir.»
Hutbe okunurken
konuşmak tahrimen mekruhtur, diyen Hanefîlerle; tenzîhen mekruhtur diyen Şâfiîler
ve haramdır diyen Mâîikîler vesâir ulemâ bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Çünkü
hoşa gitmiyen bir şeye benzetmek ve benzerlik ciheti göz önüne getirilirse, bu
işin çirkin olduğu anlaşılır. Cumayı kılmakla «İde edilecek faziletin bununla
elden gitmesi dahi ayni neticeye ulaştırır. Zîra konuşan günaha girer ve günah
onun cumadan kazandığı sevabı giderir İmâm-ı Ahmsd İbni Hanbel (164—241) ile
diğer ba.zı ulemâ hutbeyi dinleyenle dinlemeyen arasında fark bulmuşlardır.
Bunlara göre hatibi işitenlere konuşmak haramdır; uzak olup işitemeyenlere
mubahtır. îbni Abdül-ber[200]
(368—463) tabiînden bazıları istisna edilirse cuma hutbesini işitenlerin
susmaları vacip olduğuna icma' bulunduğunu naklediyor.
«Arkadaşına sus
dersen, muhakkak gevezelik etmiş olursun» ifadesi konuşmaktan nehyi te'kid
içindir. Çünkü bu söz bir emr-i bÜma'rûf olduğu halde, boş boğazlık sayılırsa,
başka sözler ev-veliyette kalır. Şu halde îcâb ediyorsa, arkadaşını sözle
değil, işaretle susturacaktır. Susmak bazılarına göre insanlarla konuşmaktan
vazgeçmektir. Binaenaleyh Kur'ân okumak ve zikir etmek caizdir. Fak&t en
doğrusu her türlü konuşmaya şâmil olmasıdır. «Selâm almak, ve Peygamber
(S.A.V.) her anıldıkça saiâvet getirmek vaciptir» diyenlere göre buradaki
nehyin umûmu ile o emirlerin umûmu muâraza halindedir.
Ancak «hutbe hali
zaman itibarıyla tekerrür etse de daha hususî bir haldir. Binaenaleyh onunla
öteki emir hadîsleri tahsis olunur», denilmiştir.
tâbirinin mânâsında
ihtilâf olunmuştur. Kabule en yakını tbni Münir'in dediği gibi lağv' iyi
karşılanmıyan şeydir. Bazılarınca bunun mânâsı: Cuma namazı bozuldu ve öğle
namazına döndü demektir.[201]
480/362- «Câbİr
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Cuma günü Peygamber
SaUallahü aleyhi ve sellem, hutbe okurken bîr adam girdi. (Peygamber SaUallahü
aleyhi ve sellem, ona) :
— Namaz kıldın mı? dedi. O:
— Hayır diye cevap verdi. Resûl-ü Ekrem
SaJlallahü aleyhi ve sellem :
Kalk iki rek'ât namaz
kıl» buyurdular.[202]
Bu hadîs, Mütfefekun
aleyh'tir.
Gelen zât Sü!eyk
Gatafânî'dir. îsmi Müslim'in bir rivayetinde zikredilmiştir. Bîr başkası diyen
de olmuştur. Hadîsin buradaki rivayetinden hemze-i İstifham hazf edilmiştir.
Aslı dir. Nitekim Müslim'in rivayetinde öyle olduğu gibi, Buhâıİ'nin bazı
rivayetlerinde de öyledir. Mevzuu baha iki rek'ât namaz, Buhârî'de haiff iki
rek'ât diye tavsif edilmiştir. Hattâ Buharı (194—256) bunun için ayrıca bir bâb
tahsis etmiştir.
Hadîs-i şerif
tahiyye-i mescid denilen nafile namazın hutbe okunurken bile kılınacağına
delildir. Yalnız hutbeyi dinlemeye yetişebilmek için hafif kılınacaktır. Fuhakâ
ile hadîs imamlarından bazılarının mezhebi budur. Selef ile halefden bir
cemaata göre hutbe okunurken bu namaz meşru değildir. Bu hadîs, onların
aleyhine delildir. Fakat onlar hadîsi onbir vecihle te'vil etmişlerdir. Bu
vecihleri musannif «Fethü'l-Bârî» adlı eserinde reddiyeleri ile birlikte
zikretmiştir. Eir de «»[203] «Kur'ân
okunduğu zaman hemen onu dinleyin ve susun» âyet-i kerîmesiyle istidlal
ederler.
tSübülü's-Selâm»
sahibi : «Bu âyette onlara delîl yok. Çünkü âyet âmmdır; hutbe mes'elesi ise
hâstır.» diyorsa da hutbe esnasında namaz kılınmaz diyenlerden Hanefîlerin
«El-îhtiyar» adlı fıkıh kitabında «Müfessirîn bu âyetin hutbe hakkında nazil
olduğunu söylediler.» denilmektedir.
Kılınmaz diyenler,
yukarda geçen İbnî Abbas ve Ebu Hüreyre hadîsleri ile de istidlal ederler.
Bu bâbda Hanetiyye'den
Kemal bin. Hümâm[204]
(788—861) «.Fethü'l-Kadîr» adlı eserinin cuma bahsinde şöyle diyor: Altılar'm
Ebu Hüreyre (R. A./dan tahric ettikleri bir hadîste Resûiüllah SaUallahü aleyhi
ve sellem :
«Cuma günü imam hutbe
okurken, arkadaşına sus dersen, muhakkak gevezelik etmiş olursun» buyurmuştur.
Bu hadîs, delâlet tarikiyle namazın ve tahiyye-i mescid'in memnu olduğunu
gösterir. Çünkü emr-i bîlmâruf sünnetten ve fahiyye-i mescid' den daha yüksek
mertebede olduğu halde ondan men ederse, bunlardan men etmesi, evveliyette
kalır. Namazda iken imam minbere çıksa, namazı iki rek'âtta keser, eğer ibare
ile delâlet bir birlerine muâraza ederlerse ibare tercih olunur. Burada da Öyle
olmuştur. Şöyle ki : Peygamber (S.A.V.) hutbe okurken bir adam gelmiş;
Resûlüllah (S.A.V.) ona :
Namaz klldmmi,
ey fülan! demîş. Hayır; cevabını
vermiş:
İki rek'ât namaz kıl.
Ve caiz olacak miktarla iktifa et.» buyurmuşlardır denilirse, cevap şudur :
Bundan mutlaka muaraza
icap etmez. Çünkü olabilir ki, Resûlüllah (S.A.V.) o zat namazını bitirinceye
kadar hutbesini kesmiştir. Nitekim "böyle olduğunu Dâre Kutrii Sünen'iride
Übeyd ibni Muhammed Abdi' den rivayet etmiştir. Hanefîler îbni Ebî Şeybe (—234)'nin
«El-Mu-sannef» inde tahric ettiği «Ali, ibni Abhas ve ibnî Ömer (R. A.)'\n imam
minbere çıktıktan sonra namaz kılmayı ve konuşmayı kerih görürlerdi.»
hadîsiyle de istidlal ederler. Vakıa bu hadîs mevkuftur. Fakat sahabenin kavli
bize göre hüccettir, (delildir).
Mâlikîler
Medîne'lilerin fiili ile istidlal ederler. Medîne'liler öteden-beri hutbe
esnasında namaz kılmanın memnu olduğuna kaildirler. Bunlara ehl-î medîne'nin
icmâı hüccet olamaz, diye cevap verilmiştir. İcma' dâvası da tamam değildir. Çünkü
Tirmîzi (200—279) ile İbni e (223—315) şu hadîsi tahric etmişlerdir:
Ebu Saîd gelmiş.
Mervan hutbe okuyormuş; iki rek'ât namazı kılmış. Mervan'ın muhafızları onu menetmek
İstemişler. Razı olmamış ve bu iki rek'ât namazı kılmış. Bunu müteakip: «Ben
Resûlüllah (S.A.V.)'in emrettiğini işittikten sonra bu îki rek'âtı bırakacak
değiîim» demiştir.
Hutbe esnasında namaz
kılınmaz diyenlere Taberanî (260—360)'nin E7-Krbîr»inde İbni Ömer'den merfû
olarak rivayet ettiği şu hadîs de delil utabilir :
«Biriniz, imam hutbe
okurken mescide girerse, imam hutbeyi bitirinceye kadar namaz ve konuşmak
yoktur.» Ancak râvîleri arasında Eyyub îbni Nüheyk var-(hr ki, metruktür. Bir
cemâat onu zayıf bulmuşlardır. îbni Hibban ik,- onu mûtemed (itimad
edilir) râvîleri arasında zikretmiş
fakat hâ eder; demiştir.
Bazıları bu hadîste
»hatibin az bir konuşma ile hutbeyi kesebilece-;!:ıır doiâlct görmüşlerdir.
Fakat bunlara, Resûlüllah (S.A.V.)'in konuş hutbe müştemilâtından olduğu ileri
sürülerek, cevap verilmişnuı lir.
Hutbe okunmayan
vakitte harem-i şerife girene tavaf etmek meşru oriıiısîur. Zira harem-i
şerifin tahiyyesi budur. Yahut tavaf eden t'\^ıiy;ı iki rek'ât tavaf namazını
da kılmadan oturmaz. Eu onun ta-hiyys-c demektir. Bayram namazından Önce
kılınmasına gelince: Eğer Uı>!"s:n ovada kılımrsa, orada iahiyye-i
mescid yoktur. Mecsidde kı-kiîniirsa, bazılarına göre tahiyye de meşrudur.
Bunlara göre Resûlüllah m bayram namazından evvel tahiyye kılmaması mescide
girer girmez hanen bayram kılmakla meşgul olduğundandır. Zaten Hz. Peygamber
(S.A.V.) bayram namazlarını daima sahrada kılardı. Mescidinde yalnız bîr defa
bayram kılmıştır. Fakat dört mezhepten Mâlikî-ler'o göre tahiyye namazı sahrada
mekruhtur. Mescidde değildir. Han-belîler'e göre mutlak surette mekruhtur.
Şafiîler'e göre imama mekruh, cemaata değildir. Hanefîler'e göre bayram
namazından evvel mekruhtur. Sonra ise yalnız mescidde mekruhtur. Evde
kılmabilir.[205]
481/353- lbni
Abbas radıyaüahü onhüma'dan rtvâyet edilmiştir ki. Peygamber SaUaUahü aleyhi ve
seUem, cuma namazında cuma ve münafıkûn sûrelerini okurmuş.»[206]
Bu hadîsi, Müs'lm
rivayet etmiştir. Müslim'de Numan Ibıtl Beşîr (R. A ) dan şu rivayet vardır:
«Bayramlarda ve cumada» okurdu.
Yani ilk rek'âtta
fatihadan sonra cuma sûresini, ikincide münafı-kûn'u okurmuş. Çünkü Cum'a
sûresinde cuma namazına gitmeye teşvik ve Peygamber (S.A.V.)'in gönderilmesinin
faziletini beyân, Peygamber olarak gönderİlmeslndekİ dört hikmet ki :
a)
Allah'ın
âyetlerini onlara okuması,
b) Onlai ı
tezkiye etmesi,
c) Kitabı
öğretmesi,
d) Hikmeti
öğretmesfdlr. Ve zikrullâha teşvik vardır.
Münafıkûn sûresinde
dahi münafıkları zem ve tevbîh, (azarlama) kendilerini tevbe etmeye teşvik,
Peygamber (S.A.V.)'den af istemeye davet vardır. Çünkü cuma namazında
münafıklar çok bulunurdu. Bir de bu sûrenin sonunda va'zu nasihat ve sadaka
vermeye teşvîk vardır.
Numan rivayetine göre
Peygamber Saüaîlahü aleyhi ve ssUem, bayram namazları ile cuma namazlarının ilk
rek'âtında fatihadan sonra Sebbİh Sûresi» ni, ikincide «Hel Etâke Sûresi» ni
okurdu. Herhalde bazan İbnl Abbas (R. A.)'m zikrettiğini, bazan da Numan'm
rivayet ettiğini ok ur muş. Sebbİh ile Ğâşİye sûrelerinde bu namazlarda okunmalarını
münâsip kılacak âhiret ahvâli ile vaîd ve tehditler vardır. Bazı rivayetlerde
bayram namazlarında ve sûrelerini okuduğu beyan olunmuştur.[207]
483/364- Zeyd
İbnl Erkam radıyaUahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber
Sallaltahü aleyhi ve tteÜem, bayramı kıldı; sonra cuma (namazı) hakkında ruhsat
verdi; müteakiben; Kim kılmak isterse kılsın» buyurdular.[208]
Bu hadîsi, Tirmİzî
müstesna, Beşler rivayet etmiş, İbni Huzeyme de sahihlemiştir.
Ebu Dâvud, (202—275)
dahi Ebu Hüreyre (R. A ./den şu hadîsi tahric etmiştir :
«Peygamber SaUaUahü aleyhi ve sellem :
«Şu gününüzde iki
bayram bir araya gelmiştir. Binaenaleyh, dileyene bayram namazı, cumanın
yerine kâfî-dir. Biz şüphesiz cumayı kılacağız» buyurdular. Aynı hadîsi, İbni
Mâce (207—275) ile Hâkim (321—405) Ebu Sâlih'den tahric etmişlerdir. Fakat
isnadında (bakıyye) vardır. Dâre Kutnî (306—385) ve başkaları bu hadîsin
mürsel olduğunu sahihlemişlerdir. Bu-bâbda İbni Zü-beyr'den de bir rivayet
vardır. Bu rivayete,göre; Atâ bayram günü cuma namazını terk etmiş. Bu Mes'ele
İbni Abbas (R.A.)'a sorulunca : Sünnete İsabet etti; demiştir.
Hadîs-i şerif bayram
namazı kılındıktan sonra, o gün cuma ise, cuma namazına ruhsat olduğuna, yani
kılınsa da kılınmasa da olacağına delildir. Ancak bu ruhsat bayram namazını
kılanadır. Kılmayanlar bundan istifâde edemezler. Uelmâdan bu re'ye kail
olanlar bulunmuştur. Fakat Cumhur-u ulemâya göre, cuma namazı ruhsat olamaz.
£ünkü onun farz olduğunu bildiren delîl bütün cumalara âmm ve şâmildir. Bu
bâbdaki hadîs de onu tahsis edecek kuvvette değildir.Vakıa ibnl Zübeyr (R. A.)
cuma gününe tesadüf eden bir bayram namazını kıldırmış, sonra cumaya çıkmamış
ve ashâb yalnız başlarına namazlarını kılmışlar. İbni Abbas (R. A.) Tâlf'te
imiş. Geldiği zaman vak'ayı ona anlatmışlar. «Sünnete İsabet etmiştir»
demiştir. İbni Zübeyr hazretlerine göre p günün öğle namazı dahi sükût ediyor.
Yalnız ikindi kılınacaktır. Fakat bu da nihayet sahâbinin fiilidir. Kavli dahî
olca, yine cuma namazının farziyetinİ bildiren delili tahsis edemez.
Cuma gününde, cuma
namazının mı, yoksa öğlenin mi asıl olduğu ihtilaflıdır. Bu mes'ele Hanefî
İmamlarının arasında dahi inülathdk. îmâm-ı Âzam ile Ebu Yusuf e. (113—182)
göre o gün asıl olan öğle namazıdır. Lâkin kul cuma namazını kılmak suretiyle
bu farzı ödemeye memurdur. îmâm-% Muhammed'e (135—189) göre asıl olan cuma
namazıdır. Zîra emir olunan odur. Ancak kul, ruhsat yolu ile öğleyi kılarak
cumayı ıskat eder. İmâm-ı Mtıhammed'den bir rivayete göre ise o gün farz olan
lalettayin cuma namazı ile öğleden biridir. Tayin edâ etmekle olur; hangisini
edâ ederse, farz ödenmiş olur. îmâm-ı Züfer (110—150)'e göre asıl cumadır, öğle
namazı onun bedelidir.[209]
484/365- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki: Resûlüllah
Saîîaîîahü aleyhi ve sellem:
— Biriniz cumayı
kıldığı zaman, arkasından da dört rek'ât kılıversin; buyurdular».[210]
Bu hadîsi, Müslim rivayet
etmiştir.
Hadîs, cuma namazından
sonra dört rek'ât nafile kılmanın meşru olduğuna delildir. Bu husustaki emir,
herne kadar zahiren vücûb ifade etse de, îbni Sabbâh'm rivâyetindeki :
a U,jl J^'i «Kim cuma
namazından sonra namaz kılacaksa, dört rek'ât kılsın.» ifâdesi onu vücûba
delâlet etmekten çıkarmıştır. Bu rivayet de Müslim'dedir.
Dürt rek'ât kılmak,
iki kılmaktan efdâldir. Çünkü dört kılınması omir buyrulmuştur. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) ekseriya dört kılardı. îbni Kayyım (691—751) «El-Hedyü'n-Nebevî»>
adlı eserinde şunları yazıyor : «Peygamber (S.A.V.) cumayı kıldı mı evine
girer, İki rek'ât cumanın sünneiîni kılardı. Sünnet kılmak İsteyene cumadan
sonra dört rek'ât kılmasını emrederdi.» Îbni Teymiyye dedi ki : «Mescidde kılarsa
dört, evinde kılarsa iki rek'ât kılar.» Filvaki bu kavli te'yid eden hadîsler
vardır: Meselâ Ebu Dâvud (202—275)'un ibnl Ömer (R. A) dan tahric ettiği şu
hadîs onlardandır:
«Ibni Ömer mescidde
kılarsa dört; evinde kılarsa iki rek'ât kılardı.» Rufarri üe Müslim'de İbnî Ömer
(R.Â.)'4an, Peygamber (S.A.V.)in cumadan sonra evinde iki rek'ât namaz
kilardıgı rivayet olunmuştur. Hanefîyye ulemâsı bu bâbdaki hadîslerin hepsiyle amei
ed'.rek, eum<t-rlır\ scnra altı rek'ât sünnetin meşru okluğun;), bunların
ciördü hirden. ikifi ek- ahir zuhurdan sonra kılınacağına kail olmuşlardır.[211]
485/336- «Saib
b. Yezid mdujcÜahü anh'tien rivayet edildiğine göre Muavİye (R.A.)\ Cumayı
kıtdığsn vakit, onu konuluncaya veya mes-cidden çıkıncaya kadar bîr namaza
ekleme, çünkü, Resûlüllah Sallallahü tû(;)h\ ve selleri!, bize bunu (yani)
:<onuşuncaya, veya mescîdden çıkıncıya kadar hiç bir namaza eklemememizi
ümîr buyurdu; demiştir.»[212]
Bu hadîsi. Müslim
rivayet utmiştir.
Hadîs-i şerif, nafile
namazın farzdan ayrılmasına, yani ona eklenmemesine delildir. Bu mos'do sade
cıırna n.;m;r/ına mahsus delildir. Burum lıikmcîi farz, nafileye benzemesin
diy^uir. Ulemâ, nafile kılmak için farzın kılındığı yeri değiştirmenin müstehau
olduğuna kaildirler. Efdâl olan nafileyi evde kılmaktır. Faka) zamanımızda olduğu
,t-fibi, camiden çıkhKUın soni'c-ı unutularak hiç kılınmayacakaa, camide
kılınıp, ve yer değiştirilir. Yer değiştirmede surde yerlerini çoğaltmak
vardır. Ebu Dâvud, Ebu Hüreyre'den merfu olarak şu hadîsi tahric etmiştir :
«Biriniz namazda, yani
nafilede ilerlemekten veya gerilemekten veyahut sağma veya soluna çekilmekten
âciz mi kalıyor?»
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
(202—275) zayıf saymamıştır. Buhâri
(194—256) «sahihinde : «Ebu Hüreyre'den merfû olarak rivayet edildiğine göre,
İmâm yerinde nafile kılamaz.» diyor. Fakat bu bâbda nehy vârid olduğu
sahihlenmemiştir.[213]
486/367- Ebu
Hüreyre radıyattahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: ResûlüÜah
SaMaMahü aleyhi ve sellem:
— Bir kimse yıkanır
da, sonra cumaya gelir ve kendisine mukadder olan miktar (nafile) kılar;
müteakiben imam hutbesinden ayrılıncaya kadar susar; sonra da onunla birlikte
(cumayı) kılarsa, ona o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları ile üç günlük
ziyâdesi affolunur.» buyurdular.[214]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif, vaad
buyrulan ecrü sevabı kazanmak için mutlaka yıkanmanın lüzumuna delâlet ediyor.
Yalnız Müslim'in bir rivayetinde:
«Bir kimse abdest
alır, ve abdesti güzel
eyler de, sonra cumaya gelirse....»
buyrulmuştur.
Mevzûumuz olan hadîsten ecr kazanmak için yıkanmanın vâcib olmadığı, fakat
kılabildiği miktar nafile kılması îcab ettiği anlaşılıyor. Nâfîle'nin haddi
hududu tâyin edilmemiştir. Binaenaleyh tahiyye-i mescid kılmakla iktifa etse,
yine kendisine vaâd buyrulan ecru sevâb verilir. « ~£jâ \ » susmak demektir.
Dinlemek ae-ğildir. Dinlemek bir şeyi işitmek için kulak vermektir. Bundan
dolayıdır ki Teâlâ Hazretleri: «...»
[215] «Onu hemen
dinleyin ve susun»
buyurmuştur Susmanın vâcib olup olmadığı yukarıda görüldü. Hadîs-i şeriften,
konuşmanın yalnız hutbe esnasında yasak olduğu, hutbe bittikten sonra velev ki
namazdan evvel olsun, caiz olduğu da anlaşılmaktadır. Zira «'JÜ » kelimesi
gaye, yani nihayet bildirir. Burada konuşmanın sonu hutbenin bitmesidir. «O
cuma İle diğer cuma arası» ndan murâd: O cumanın hutbesiyle namazı arasından
başlayarak gelecek cumanın hutbesiyle namazı arasına kadar demektirki, ziyâde
ve noksansız tam yedi gün olur. Buna üç gün daha katıldığına göre tam on günün
günâhları avf olunur, demektir. Avf edilecek günâhların büyük günahlar mı,
yoksa küçük günâhlar mı olduğunda ihtilâf edilmişse de, Cumhûr-u ulemâya göre
küçük günâhlardır.[216]
487/368- «Yine
Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiş-tir ki. Peygamber SaUdllahü
aleyhi ve sellem, cuma gününü anmış, müteakiben :
— O günde bir saat
vardır. Eğer o saate müslüman bir kul erkâniyle namaz kılarak Allah Azze ve
Celleden bir şey isterken rastlarsa, mutlaka istediğini ona verir, buyurmuş ve
eliyle onun az olduğunu işaret eylemişti».[217]
Hadîs, Müttefekun
aleyh'tir.
Müslim'in bir rivayetinde
«o saat hafif bir andır.» cümlesi vardır.
cümlesi, hâl
cümlesidir. Burada mânâ da ona göre verilmiştir. Maamâfih kelimesine sıfat da
olabilir. Bu takdirde sıfatın mevsufuna bağlılığını te'kid için getirlmiş olur
cümlesi ikinci hâl; cümlesi de üçüncü
hâldir.
Müslim. rivâyetindeki
«o saat hafif bi/ andır.» cümlesi, birinci rivayette ki «Eliyle onun az
olduğunu işaret eylemiştir.» cümlesinin ifâettiğini anlatmaktadır. Bu hadîsde o
ânın ne zaman olduğu mübhcm bırakılmıştır. Fakat aşağıdaki hadiste zamanı tâyin
edilmektedir. nin mânâsı: Sâde ayakta kılarsa demek değil, şerâît ve erkân,
ile dosdoğru kılarsa, demektir. Bu cümleyi hadîs imamlarından bâzıları rivayet
etmiş; diğer bâzıları etmemiştir. Hattâ ulemâdan bâzılarının «bu cümleyi
hadîsten hazf et» diye t mir eitiği rivây-t olunur. Her halde bu namazın vakti
kendilerine müskil görünmüştür. Cûnkü kabul saatinin vakti eğer ikindiden
s-\nra ise, namaz için vaktidir. Hatibin
Minbere oturmasından namaz bhncejv kadar i:u- hüküm yine öyledir. Bundan dolayıdır
ki, bu ru-nh hm il odilr.ıiş vr hadîsteki «namaz kılarken» tâbirinden mur/ıd: demektir;
çünkü namazı beküyen; nitekim böyle olduğu hadîste sabit olmuşufr»
rinıilmisîir.
Eliyle işaret edenin
râvi değü de. Hz. Prygambcr (S.A.V.) olduğuna delîl, İmdm-ı M alık1 m (93—179) rivâvclindo «Peygamber S.Â.V.} işaret
buyurdu.» denilmiş nlma Mnamâfih işaret tden, râvîlerden biridir; diyenler de
vardır. İşâ-rain gelince; Fjırmağımn ucunu orta parmağının ve küçük parmağının
içine ko\rn.ıi. suretiyle o finin azlığını
göstermiştir.
Bu hadiste, Allah'îan
istenilen şey. mutlak bırakılmıştır. Başka hadislerde istek mukayeddir. Meselâ ibni Mâca
(207—275)'nin rivâyeıinde «Allah'tan günah bir şey istemedikçe» diye kayıtlanmış;
hnâm-ı Ahmed ibni Hanbcl (164__241)'in rivayetinde (Bir g veya akrabadan kat'ı
alâka istemedikçe» denilmiştir.[218]
488/369-
«Ebu Bürde[219]'nin babasından (şöyle)
dediğini (işittiği) rivayet edilmiştir. Resûlüllah SuTlallahû aleyhi ve
sellem'l «O saat, imamın (minbere) oturmasıyla
(namazın bitmesi) arasıdır» derken işittim.»[220]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir,
Dâre Kutnî ise onun
Ebu Bürde'nin ifâdesinden olduğunu tercih etmiştir, îbnü Mâce'deki Abdullah
İbni Selâm (R.A.) hadîsiyle «Ebu Dâımd ve NesâVdeki Câtyr rivayetinde: «Bu
saatin İkindi ile güneşin kavuşması arasında oîduğu (zikredilmiştir).».
Ulemâ bu saat hakkında
ihtilâf etmişlerdir. Filhakika Musannif «Fcthü'î - Bari» de bu bâbda ulemâdan
kırk üç kavil zikretmiştir. Hz. Ebu Mu sel Eş'ârî'den rivayet edilen bu kavil
de onlardan biridir. Beyhakî (384—458)'nin rivayetine nazaran Müslim (204—261)
bu kavil tercih etmiş ve: «Bu rivayet bu bâbda en güzel ve en sahih bir şeydir»
demiştir. Beyhakî ile tbnü*l-Arabi[221] (468—543)'nin
ve hadîs imamlarından bir cemaatın kavilleri de budur. Kurtubî : «İhtilâf
yerinde bu nassür; başkasına bakılmaz», diyor. Nevevî (631—676) dahi: «Sahih
olan hattâ doğrusu budur.» demiştir. Musannif merhum: «Bu saatin tâyin edilen
bütün vakti doldurması murâd değildir; o vakit içinde olacak demektir. Çünkü:
Az olduğunu işaret eylemiştir. O saat, hafif bir andır buyrulmuştur.» diyor.
Vakit zikir edilmesinin faydası bu saat o vaktin içinde yer değiştirdiği
içindir. Binaenaleyh kabul saatinin iptidası meselâ: Hutbenin başladığı an;
sonu da namazın nihayete erdiği zaman olabilir. Dâre Kutnî (306 —385)'nin bu
hadîsi Ebu Bürde (R. A.)'m kendi sözü olduğunu tercih etmesine cevap verilmiş
ve: «Bu hadîs ancak merfû olabilir; çünkü ibâdet vakitlerini tayin hususunda
içtihâd'a müsaade yoktur.» denilmiştir. Dâre Kutnî'nin bu hadîsi illetlendirdiği
de az aşağıda görülecektir.
Hadîs-i şerifin İbnî
Mâcedeki lâfzı şudur:
«Abdullah ibni
Selâm'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki:
Resûlüllah SaUalîahü aleyhi ve sellem, otururken, ben :
— Yâ Resûlâliah, biz Allah'ın kitabında yani
Tevrat'ta, cuma gününde bir saat olduğunu, o saata" müslüman bir kul
namaz kılar ve Allah Azze ve Celleden bir şey isterken rastlarsa, Allah onun hacetini görürdügünü buluyoruz, dedim.
Abdullah (R.A.)
demiştir ki: Bunun üzerine Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve sellem;
— Yahut bİr saatin bir azı diye işaret etti,
ben:
— Doğru buyurdun yâ Resûlüllah. Yahut bir
saatin birazıdır, o saat hangi saattir? dedim.
Gündüz saatlarının
sonuncusudur; buyurdular. Ben: O saat namaz saati değildir; dedim.
Şüphesiz, mü'min kul,
namaz kılar da sonra oturur; kendisini namazdan başka bir şey oturtmazsa, o kul
namazda demektir buyurdu.
Tirmİzî'nm rivayetine
göre Ahmed ibni Hanbel (164—241) bu icabet saatinin ikindi ile güneşin
kavuşması arasında olduğunu tercih etmiş ve: «hadislerin ekserisi buna delâlet
ediyor.» demiştir. İbni Abüd'î-Berr (368—463) de : «Bu hadîs bu bâbda en sabit
bir şeydir.» demektedir. Said ibni Mensur (—227) Ebu Seleme ibnî Ab-durrahman'a
varan sahih bir isnadla rivayet ediyor :
«Ashâb-ı Kiramdan bir
takim kimseler toplandılar ve cuma gününün (icabet) saatim müzakere ettiler.
Sonra dağıldılar. «Amma bu saatin cuma gününün son saati olduğunda ihtilâf
etmediler.»
îmâm-ı Şafiî
(150—204)'nin de nass'an böyle dediği rivayet olunuyor. Lâkin mes'ele
müşküldür. Çünkü bu, sahihte olmayanı sahihteki üzerine tercihtir. Halbuki
hadîs vesâir ilimlerden bilinen kaideye göre Buharı ile Müslim'deki, yahut
bunlardan birindeki hadîs, başkalarının rivayet ettiği hadîse tercih olunur.
Bunun cevabı şudur : «Evet. Amma Sahîheyn hadîsini, hadîs hafızlan tenkid etmemişlerse
öyledir. Tenkid etmişlerse başkalarının rivayet ettiği hadîs tercih edilebilir.
Müslim'in rivayet ettiği Ebu Musa hadîsi hem inkıta', hem de ızdırab ile
illetlendirilmiştir.. Yani bu hadîs, münkatı'dır. Çünkü onu
Mahremetü'bnü-Bükeyr rivayet etmiştir. Bu zat hadîsi babasından işitmediğini
açıklamıştır. Binaenaleyh Müslim'in şartı üzerine rivayet edilme:,riştir. Sonra
bu hadis, muztaribdir. Zira Kûfeliler onu Ebu Bürde'den merfu' olmayarak tahric
etmişlerdir. Ebu Bürde Kûfeli-dir. Hemşehrileri onun hadîsini Bükeyr'den daha
iyi bilirler. Bu hadîs, merfu' olsaydı, onu Ebü Bürde'ye mevkuf saymazlardı.
Bundan dolayıdır ki, Dâre Kutnî (306—385) mevkuf olduğunun doğruluğuna
cezmet-miştir. îbni Kayyım (691—751) Ebu Mûsâ hadîsiyle İbni Selâm hadîsinin
arasını bulmuş ve saat iki vakitten birine münhasırdır demiştir. Ondan evvel bu
işi, tmâvı-ı Ahmed ibni Hanbrl de yapmıştı.
Musannif merhum
yukarıda İşaret ettiğimiz veçhile cumanın esj ref saati hakkında kırktan fazla
kavi olduğunu söylemiştir. Hattdbt Ebu Si'ileymani'l-Büsîî (—388) evvelâ iki
kavli üzerine ihtilâf edildiğini yazıyor. Birinci kavle göre, bu saat
kaldırılmıştır. Bu kavle ashâb-ı kiramdan da taraftar olanlar \ardır. îkinci
kavle göre bakîdir. Fakat tâyini babında ihtilâf vardıı. Hnttâh'ı buradaki
ihtilâfları saymış, fakat musannifin bulduğu sdode çık aramamıştır. Musannif
burada iki kavi söylemekle iktifa etmiştir. Anlaşılan bunlar ona göre delil
olmak hususunda diğerlerine "müreccahtır. Hadîs-i şerifte cumanın
faziletini beyan da vardır. Çünkü böyle icabet saati sair günlerde yoktur.[222]
491/370- «Câbİr
ntılr-mîU/lni aıh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Sünnei her kirk ve;
,-iaha îazla kişiye cuma lâzım idiğîne hüküm cde-gelmişîîr.».[223]
Bu hîtdîsi, Dân Kuîrn
zayıf bir isnadhı mâycl rlmisijr.
Zayıf olması Abduhr.iz
iLhi Abdıırrahman Hvâ\vi ollJs;i içindir. Abdüîaziz hakkr.ıda hnûm-ı Alımcd :
..Bunun Çünkü \n]:n\ yahut uydurmadır'aıv>. iloinigtir.
(21: — H03) : «Sika
değildir.» diyor. dem:;,. ibn «.Bunumu ihticac ekiz değildir.;- nniloâlâsında
buhmmılnr. Hıı IjAIı-ji* bir takım tv. daha vardır. Fakat hiç binilin a^Iı
yoktur. Ahthd link : : A'\c\ babında hiçbir hadis sabit.
Ulama e,tına namazının
on az kaç kisi\lf kılıniihikHVffiud,i ftmişirnîit'. ömrr ibıii Abdühniz ile
lnıtr,n-ı Şafiî ve h»unn- cıınıa namazı
on az kırk kişi :!c kılınır, Inı/nnın hu ki .hU <l\-iıi: ıiİMpnimnması
hususunda .Şafiiİercı1 İki pftH Hanlfc (80—150) ile Ulemâdan bir cemaate göre
en az imamla birlikte üç kişiyle cuma kılınır. Bu adet tamam olmazsa cuma
kılınamaz.
Delilleri; «Allah'ın zikrine Şitâb edin.» (koşun) âyet-i
kerîmesidir. Zîra hitâb, cuma ezanı okunduktan sonra cemaatadır. Cumanın on
azı ise üçtür. Binaenaleyh ezan okunduktan sonra cemâatin cımuıvîi sa'y
etmesinin farz olduğuna delâlet eder. Ezanı okumak için de mutlaka bir müezzin
lâzımdır. Bu suretle imamdan maada üç kişi olmaları îcâb eder. Bu sayıdan fazla
olmasını şart kılacak bir delîl de yoktur, Eâzılar: «Bir şeyin bir ibâdette
şart olması için bir delîl olmak iktizâ eder. Burada adedi tâyin edecek bir
delîl yoktur. Binaenaleyh Tulan maada iki kişiyle de cuma kılınabilîr. Zîrâ,
cemâat babında cem'in en azı ikidir. Bu hususta
«iki kişi cemâattir» hadîsi vardır, derler. Imâmeyn bu kavli tercih
etmişlerdir, tmâm-ı Mâlîk'e göre imamdan maada en az oniki kişinin cemâat
olması şarttır. Bâzıları aded hakkındaki kavilleri saymış; ondör* de baliğ
olmuştur. Şüphesiz ki cuma namazında cemâat ne kadar çok olursa, şiâr-ı dînî o
kadar yerini bulur. Kâfir ve münafıklar gayzından çatlarken, mü'min ve
musaddıklar da sevinerek nefes alırlar. «Bülûgü'l-Merâm» sarihlerinden
Nûru'l-Hasan Sıddik Han burada bir hayli ileri giderek «cuma namazının hükmü
her hususta sair namazların hükmü gibidir. Onlardan ayrıldığı yer yalnız
hutbedir.» dedikten sonra şunları söylemektedir : «Bu namaz hakkında fukâhânın
zikrettikleri şartların hepsi, üzerine asla delîl bulunmayan şeylerdir.» Biz
bu cür'etkâr beyâna karşı sâdece cumanın bütün şartlarının delili olduğunu
hatırlatır; tafsilâtını öğrenmek istiyenlere fıkıh kitaplarına müracaat
buyurmalarını tavsiye ederiz.[224]
492/371- «Selemetü'bnü-Cündeb
radtyallahü anh'den rivayet edilmiştir ki. Peygamber Sallalîahü aleyhi ve
sellem, her cuma müminîn ve mü'mlnat için İstiğfar edermiş.»[225]
Bu hadîsi, Bezzâr
gevşek bir isnadla rivayet etmiştir.
Bezzâr : «Bu hadîsi
Peygamber (S.A.V.)'den ancak bu isnadla bi-hyoruz.» diyor. Bezzâr'm isnadında
ise Yusuf b. Hâlid Busu vardır kif zayıftır. Bu hadîsi Taberânî (260—360)
de*El-Kebîr» de rivayet etmiştir. Yalnız onda Müslim'in ve mif imâ fa da» ziyâdesi
vardır.
Hadîs-i şerif, bu
istiğfarın Hatibe de meşru olduğuna delâlet eder. Çünkü hutbe dua yeridir.
Bundan dolayı bâzıları: hatibin kendisi için ve mü'minîn ve mü'minât için duâ
etmesi vacibtir; demişlerdir. Bunlar herhalde Hz. Peygamber (S.A.V.)'in bu
istiğfara devam buyurduğu ka-nâatındadırîar. Diğer ulemâ, duâ etmenin hatibe
vâcib değil, mendup olduğunu kaildirler. Zîra vücûp ifâde edecek delîl yoktur.[226]
493/372-
Câbir
ibnî Semura radıyaUahü anhüma'dan rîvâyet edllmîjtir kî. Peygamber SaUallahü
aleyhi ve sellem, hutbede KuKândan btr takım âyetler okur, cemaata hatırlatma
yaparmış.»[227]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Aslı Müslim'dedir.
Galiba Musannif
bununla yukarıda geçen Ümmü Hîşam binfî Harise hadîsini kasdediyor. O hadîste Ümmü Hişam (R. AnhÜma) : «Ben, «ancak Resûlüllah
(S.A.V.)'İn dilinden aldım. Onu her cuma cemaata hutbe îrad ettiği zaman
minberde okurdu.» demişti.
Taberânî, dahi
«El-Evsât» da Hz. AH (R. A 'dan u hadîsi rivayet ediyor :
«Şüphesiz Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve seUem, minberde sûrelerini okurud» Yalnız bu hadîsin râvileri
arasında meçhul bir zât vardır. Geri kalan râvileri mevsuktur. Taberânî yine
aynı eserinde Hz. CâblKden şu hadîsi tahric etmiştir:
«Mes'ele şudur ki,
Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve seUem,
hutbe îrad etti de, hutbesinde zümer sûresinin sonunu okudu ve minber iki defa
hareket etti.»
Bu hadîsin râvîleri
arasında iki tane zayıf vardır.[228]
494/373- «Târik
b. Şİhâb[229] radıyaUahv anh'den
rîvâyet edilmiştir kî, ResûlüSlah SaUallahü aleyhi ve seîlem:
Cuma, her müslümana
cemaatla vacip olan bir haktır. Yalnız dört kişi müstesna. Köle, kadın, çocuk
ve hasta, buyurmuştur.»[230]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiş; Târik, Peygamber (S.A.V.)'den işitmemiştir demiştir. Hadîsi
Hâkim dahi adı geçen Tarık'ın rivâyetiyle Ebu Musa'dan tahric etmiştir.
Bu hadis, «Sünen-iEbî
Dâvud'» «Memlûk köle, yahut kadın; veya
çocuk yahut hasta» lâfızlanyladır. Musannif dahi «Et-Telhis% de bu şekilde
rivayet etmiştir. Ebu Dâvud diyor ki : «Târik (1) Peygamber (S.A.V.)'i
görmüştür. Kendisi Peygamber (S.A.V.)'in ashâbındandır. Amma ondan hiçbir şey
işitmemiştir.» Musannif merhum hadîsin Hâkim tarafından tahric edilen Ebu Musa
rivayetini burada zikrederek bu suretle onun mevsul olduğunu anlatmak
istemiştir. Eu Ma Temîm Dârİ'den, İbni
Ömer'den :
Târik İbni Şihab
(radıyallahü mıh) ve İbni Zübeyr'in koîes-ndca de rivayetler vardır. Fakat
Temim hadîsinde arka arkaya üür" Kine zayıf râvî olduğunu ibni Kattan (—628) söylemiştir.İbnİ Omer (R.A.) hadîsini Taberânî
(260—360) «Eh EvsâU da da «Misafire cuma yoktun- cehlimi etmiştir. Yine aynı
eserde Ebu Hüreyre (K. A.J'rian
msrfû l.rrak su hadîs rivayet
edilmiştir.
«Beş kimseye cuma
namazı yoktur* ksdîna; rvcooi köleye, çocuğa ve sahrada yaşıyana».[231]
495/374- «İbni
Ömer'den rivayet edilmiştir. Dern Reuiül!ah Satlaîlahü aleyhi ve seJlem :
Misafire cuma yoktur;
buyurdu.»[232]
Bu hadîsi zayıf bir
isnadla Taberânî rivayet etr-vsür. Musannif merhum «Et-Telhîs» de ne
zayıflayan, no de zayıflığının vechini bildirmiştir.
Bu cihet böylece
bilindikten sonra, şunu da arzetruck i^f.eriz ki, buraya kadar görülen
hadîslerden altı kimseye cuma namazı farz olmadığı anlaşılıyor. Şöyleki ;
1— Sabiye :
Bilittifak cuma namazı farz değildir.
2— Köleye : Kezâlik bilittifak cuma namazı farz dYalnız
Dâvud-u Zahiriye (202—270) göre farzdır. Çünkü «Ey[233]
mü'minler, cuma gününde namaz İçin ezan okundukta Allah'ın zikrine sitâb edin.»
Ayet-i kerîmesinin umûmuıuia ona göre köle de dâhildir. Zira usûl-ü fıkıh
ilminde kölelerin Allah'™, emirlerine muhatap olduğu takarrür etmiştir.
Dâvııd-u Zâhirî'ye cevaben denilir ki : «Bu âyetin umûmunu hadîsler tahsis
etmiştir. Vâkıâ bunlar hakkında söz edilmiştir. Fakat biribirlerini takviye
ederler.»
3— Kadına
bilittifak cuma namazı farz değildir. Yalnız îmûm-ı Şafiî (150—204) ihtiyar kadınlara cuma namazı kılmayı
kocalarının izniyle müstehâb görmüştür.
«El - Bahr->> nammdaki kitabın îmâm-ı Şafii'den rivayetine bakılırsa,
ihtiyar kadınlara cuma namazı kılmak vaciptir.
Fakat Şafiî kitaplarının beyanatı bunun hilâfi-nadır.
4—
Cuma
namazına gitmek zarar verecek derecede hasta olanlara cuma namazı farz
değildir.
5— Yolculara
cuma namazı farz değildir. Bu hususta izahat fıkıh kitaplarındadır. Yolculardan
bayram namazı da sakıttır. Bunun içindir
ki Resûlüllah (S.A.V.)'in veda haccında bayram kıldığı rivayet edilmemiştir, îbni
Hazm (384—458 vehme
kapılarak Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in veda haccında bayram namazı
kıldığını iddia etmişse de ulemâ kendisini tahtıe etmişlerdir, (hatalı
görmüşlerdir).
6— Kırda
yaşıyan göçebelere cuma namazı farz değildir. Bunlara eski tabiriyle
bâdiyc-nişînlcr derler ki, çadırlarda yaşıyanlardır. Köylerle kasabalar bâdiye
hükmünde değillerdir. Fakat «El-Umde» adlı eserin şerhinde köylülerle,
bâdiyc-ni-şînlerin bîr hükümde olduğu yazılıdır.[234]
496/375- «Abdullah
ibni Mes'ud radıyallahü anh'den rivayet edilmiş tir. Demiştir kî: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve seUem, minber üzerine yerleştiği zaman, biz yüzlerimizi
ona dönerdik.»[235]
Bu hadîsi, Tirmizî
zayıf bir isnadla rivayet etmiştir.
Çünkü râvîleri
arasında Muharrvmed b. Fadl ibni A'tiyye vardır. Bu zât, zayıftır. Aynı hadîsi
bu zâtın rivayet etmiş olması sebebîle Dârs Kutnî (306—385), İbni Adiyy
(279—365) ve başkaları da zayıf bulmuşlardır. Musannif bu hadîsin şahidi
olduğunu söylüyorsa da «Et-Telhîs-» adlı eserinde şâhid zikrettiği
görülememiştir,
Hadîs-i şerîf,
cemâatin yüzlerini hatibe karşı dönmelerine delâlet etmektedir. Şâfiîler'den
Ebu't-Tayyib bunun vâcib olduğuna kat'iyet-le kail olmuştur.[236]
498/376-
«Hakem ibni Ham[237]
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve seUem, ile birlikte cumada bulunduk. Bir sopaya, yahut, yay'a
dayanarak ayağa kalktılar.»[238]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir.
Hadîsin tamamı, «Sünen-i
Ebî Dâvud» da şöyledir :
«Derken Allah'a hafif,
güzel, mübarek birkaç kelime İle hamdüsenâ etti, sonra :
Ey cemâat, şüphesiz
siz emir olunduğunuz şeye asla takat getiremiyeceksiniz. Yahut asla
yapamıyacaksmız.
Lâkin doğrultunuz ve
kolaylaşırınız. Bir rivayette «ve müjdeleyin buyrulmuştur.»
Bu hadîsin isnadı
hasendir. İbni Seken (294—353) hadîsi sa-hîhlemiştir. Hadîsin Ebu Dâvud
(202—275)'un «Sünen» inde bir şahidi vardır.
Bera'in rivayet ettiği
bu şâhidde «Resûlüllah (S.A.V.) hutbe okuduğu zaman, bastonuna dayanıyordu»
denilmektedir.
Hadîs-i şerif, hatibin
hutbe esnasında kılıç gibi bir şeye dayanmasının mendûb olduğuna delâlet
ediyor. Bunun hikmeti:
Kalbi rabt zapta
almak, ellerini lüzumsuz şeylerle meşgul ok maktan korumaktır. Şayet dayanacak
bir şey bulamazsa ellerini yana salar. Yahut sağ eli sol elin üzerine veyahut
minberin kenarına koyar. Sözü te'sir etmeyince, cemâatin dikkatini çekmek için
kıhçla minbere vurmak mekruhtur. Zîra bicTât'tır. ibniV-Kayyım. iZâdü'l-Meâd»
adlı eserinde; «Peygamber (S.A.V.) minber yaptıktan sonra, ona kılıç ve yay
gibi bir şeyle çıktığı hıfzedilmemiştir. Bu sünnet olsa, terk etmezdi. Nitekim
minber yapmazdan evvel de kılıçla çıktığı bilinmiyor. Yalnız sopa veya yay'a
dayanırdı.» diyor.[239]
499/377-
Salih b. Kavvât[240]
mdıyallahü anh'den, Peygamber Süllallnhiî aleyhi Vb rrllcm ile beraber
Zâtı'r-Rİkâ' (gazası), günü korku namazını kılan bîr zâttan (şöyle duyduğu)
rivayet edilmiştir: Pey-gambcr Hailollahn aleyhi ve scllem'in ashabından bîr
taife onunla saf olmuş; bir taife de düşmanın karşısında kalmış. Peygamber
Sallallahii aleyhi ve sellem, beraberindekilerle bir rek'ât kılmış; sonra
ayakta sabit kalmış; o taife kendi kendilerine namaslanni tamamlamışlar. Bundan
sonra çekilip gitmişler. Ve düşmanın karşisında sâf olmuşlar. Öbür taife
gelmiş, Resûlüllah SaîlaUahih aleyhi ve sellem, onlara . kalan rek'âtı
kıldırmış; sonra oturarak sabit kalmış ;onlar da kendi kendilerine namazlarını
tamamlamışlar. Sonra onlarla selâm vermiştir.»[241]
Hadîs, Müttefekun Aleyh'dir.
Bu lâfız Müslim'indir. İbnî Mende'nin «El-Mârife» sinde Sâüh b. Havvât'dan, o
da babasından denilmiştir.
Müslim (204—261),
«Sahih» inde Salih b. Havvât ıbni Cübeyr'den, o da Sehl ibni Ebî Hasme'den
demiştir Şu halde hadîsin bir rivayetinde râvînin ismini açıklamış; bir
rivayetinde burada olduğu gibi. mübhem bırakmıştır. «Zatı-r-Rikâ'»; Nccid'de
Gatafân taraflarında bir yerin ismidir. Rikâ, : Rük'a'nın cem'idir. Rük'a :
Bez parçası, yama manasınadır. Zah'r-Rikâ'; yamalılar demektir. O yerde harp
edenlere bu ismin verilmesi, ayakları delinerek bez parçaları sardıkları
içindir. Nitekim «Sahîh-i Buharla de Ebu Musa (R. A./dan böylece rivayet
edii-miştir. Bu vak'a hicretin 4. yjlında olmuştur. Siyer âlimlerinden İbni
îshak ve başkalarının zikrettiği vak'a da budur. İbni Kayyım (691 —751) : «Bu
mes'ele cidden müşküldür. Çünkü sahîh rivayete göre müşrikler Resûlüllah
SaMallahü aleyhi vesettemi, Hendek harbinin olduğu gün öğle, ikindi, akşam ve
yatsıdan men etmişler de, bunları toptan kılmışt]. Bu vak'a korku namazı nazil
olmazdan Önce idi. Halbuki Hendek gazası Zatı'r-Rikâ*dan sonra beşinci yılda
yapılmıştır. Zahir oian Resûlüllah (S.A.V.)'in kıldığı ilk korku namazı
f/s/â»'dadir. Us-fân vak'âsının Hendek'ten sonra olduğunda ise ulemâ arasında
hilaf yoktur. Peygamber (S.A.V.)'in Zatı'r-Rikâ'da dahi korku namazı kıldığı
sahihtir. Binaenaleyh bu harbin Hendek ve Usfân'dan sonra, olduğu anlaşılıyor.
Bizce hakikaten ehl-i siyerin vehmi anlaşıldı.» diyor. Korku namazı Hendek
gazasından evvel meşru olmuştur diyenler: Bu namaz, hazarda, yani evinde
otururken kılınmaz; bundan dolayı Hendek gününde Hz. Peygamber (S.A.V.) onu
kılmamıştır; derler.
Korku namazı hadîs-i
şerifte gösterildiği şekilde kılınır. Ashâb-ı kiramdan birçokları ile sair
ulemânın mezhebi de budur. Yalnız İmâm-) Şafiî (150—204) düşmanın kıble
tarafında bulunmamasını şart koşmuştur.
Eğer namaz üç rek'âth
ise imam ilk oturuşta bekler. Taife üçüncü rek'âtı tamamlar. Korku namazı hazarda
dahi kılınır diyen Hanefîlarh- şâir bazı fukâhaya göre her taife imamla ikişer rek'ât kılar.
Kur'an-i Kcrîm'in zahiri de bu hadîsin delâlet ettiğine uygundur. Zira:
«»[242] «Namaz
kılmamı; olan diğer tâîfo gelsinler ve seninle kılsınlar» buyrulmaktadır.
Namazın bu şekli mûtada en uygun olanıdır. Çünkü namaza münâfî ameller en az bu
şekilde; imama uymakda en muvafık bu şekilde tecellî etmektedir.[243]
500/378- «Ibni
Ömer radıyallahh anhün.a'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
Sctllallcıhü aleyhi ve sellem İle birlikte Necd taraflarında gaza ettim. Düşmanla
karşılaştık ve hemen onlara karşı saf olduk. Bunun üzerine Resûlüllah SallaUahü
aleyhi ve sellem kalk-iı ve bize namaz kıldırdı. Artık bir tâits onunla
(namaza) durdu. Bir fâîfe de düşmanı önledi. Resûliiflah SallaHahü aleyhi ve
sellem beraberindekilerle bir rüku Îİe İki secdo yaptı. Sonra onlar namaz
kılmayan Hîfüfîİn yerine çekildiler. Bu sefer Ötekiler geldiler. Onlarla da bir
rükû h:î secde yaptı. Sonra selâm verdi Bunu müteakip (cemaattan) her bîri
kalkarak kendi kendine bîr rükv ve iki secde yaptı.»[244]
Bu hadis. IVIüîtefekun
Aleyh'dir. Bu lâfız Buhârî'nindir.
Buharının «Meuazk
simi- İhı namazın ikindi namazı olduğu
beyân edilmiştir. Yine Buhâri'mw rivayetinde yerine denilmiştir. şeklincio muzâri
sigâsıyla rivayeti dahi vardır.
Musannif merhum: «İbnî
Ömer'den bu bâbdaki rivayet yolları değişmemiştir.» diyor. Cemâatin
namazlarını hep birden veyahut nöbet-leşerek kılmış olmaları ihtimal
dahilindedir." Hattâ nöbetleşerek kılmaları mânâ nbkta-i nazarından daha
tercih olunur. Aksi takdirde beklenen muhafızlığın zayi olması lâzım gelir.
Ebu Davud'un rivayet ettiği İbnİ Mes'ud hadîsi de bu ihtimali tercihe yardım
eder. Ibni Mes'ud hadisinde şöyle deniliyor :
«Sonra Peygamber
BallallaUU aleyhi ve sellem selâm verdi. Bunun üzerine berikiler yani ikinci
tane kalktılar ve kendi kendilerine bir rek'ât kıldılar. Sonra selâm verdiler
ve gittiler. Ötekiler de yerlerine döndüler ve kendi kendilerine bir rek7ât
kıldılar; sonra selâm verdiler.»
Taife: Aza da, çoğa da
ıtlak olunur. Hattâ bir kişiye de taife denebilir. Meselâ : Üç kişi olsalar.
İkisi cemâat teşkil ederek namaz kılar; birisi düşmanı bekler. Korku namazımı
en az miktarı budur. Hadîsin zahirine bakılırsa ikinci tâiîe namazın iki
rck'âtım arka arkaya kılmış; birinci tâife ondan, sonra gelmiştir, Korku
namazının her devirde kılınacağına İmâm-ı Âzam Ebu Hanıfe (80—150) ile,
Hane-fiyve'den İmâm-ı Muhammeâ (135—189) zâbib olmuşlardır. îmam-ı Ebu Yusuf
(113—182) bu namazın yalnız Resûlüllah (S.A.V.) devrinde meşru olduğuna, ondan
sonra caiz olmadığına kanidir. Çünkü ona göre bu namaz, Peygamber (S.A.V.)'in
arkasında cemâat olmanın sevabına binâen meşru olmuştu. RssûlÜHah'm vefatından
sonra ise bu sevap yoktur,
Kemal îbni Hümam
(788—861) diyor ki : «Korku namazını bu şekilde kılmak, cemâat imamın arkasında
kılmak İçin münazaa ve münakaşa ettikleri takdirdedir. Münakaşa etmezlerse
efdâl olan: İmam bir taifeye namazın tamamını kıldırır; Öteki taifeye de başkası
imam olur.»
Korku namazının
çeşitli suretleri vardır. Bunlar hilâîîyyat kitaplarında zikredilmiştir.
«El-Mücteba-» nam fıkıh kitabımızda : «Bunların hepsi caizdir. İhtilâf yalnız
evlâ olan hakkındadır» denilmektedir.[245]
501/379-
«Câbir radtyalfahv anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki: Resulü!lah
SaUallahii aleyhi ve sellcm ile beraber korku namazında bulundum. İki saf
olduk. Bir saf ResûliHlah SaüaUahü
aleyhi ve seîlcm'in arkasında, düşman da bizimle kıblenin arasında İdî.
Derken Peygamber Salîallahü aleyhi ve sellem tekbîr aldı. Biz de toptan
tekbir aldık. Sonra rükû etti. Biz de toptan rükû ettik. Sonra başınr rükûdan
kaldırdı. Biz de toptan kaldırdık. Sonra arkasındaki saf îîe birlikte secdeye
İndi. Gerikî saf düşmanın karşısmda
durdu. Secdeyi edâ edince, arkasındaki
saf kalktı.» ve hadîsi zikretti.
Bir rivayette ise:
«Sonra secde etti. Onunla birlikte ilk saf da secde etti. Kalktıkları vakît
ikinci saf secde ettî. Sonra ilk saf geriledi, ve ikîn-ci saf ilerledi» demiş
ve yukarıdaki hadîsin mislini zikretmiştir. Hadîsin sonlarında : «Sonra
Peygamber (S.A.V.) selâm verdî. Biz de toptan selâm verdik» demiştir.[246]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Ebu Dmmdda Ebu Ayyaş
ZürakVdcn (rivâyeten) bu Câbir rivayetinin misli vardır. Ebu Dâvucl bu namazın
usfan'da[247] kılındığını ziyâde
etmiştir.
Arrsârnin-Câbir
radıyalîahü anh'den başka bir vecihle rivayetine göre; Peygamber ('S.A.V.}
ashabından bir taifeye iki rck'ât namaz kıldırmış; sonra selâm vermiş; sonra
diğerlerine de iki rek'ât ksldırmış; sonra selâm vermiştir.
Bunun bir mislini de
Ebu Dâvud, Ebu Bekre'den rivayet etmiştir.
Yukarıki hadisin tamamı
şöyledir:
«Gerİki saf secdeye
İndî. Ve kalktılar. Sonra gerîkî saf ilerledi ve îlerîki saf geriledi. Sonra
Peygamber Sailallahü aleyhi ve scJJcm rükû etti. Biz de toptan rükû ettik.
Sonra başını rükûdan kaldırdı. Biz de toptan kaldırdık. Sonra secdeye indi.
Arkasındaki ilk rek'âtta geride kalan saf da secdeye indi. Geriki saf düşmanın
karşısına dikildi. Peygamber (S.A.V.) arkasındaki sâf île beraber secdeyi edâ
edince geriki sâf secdeye indi ve secdeyi yaptılar. Sonra Peygamber (S.A.V.)
selâm verdi. Biz de toptan selâm verdik. Câbir : Şu sizîn muhafızların kumandanlarına
yaptıkları gibi; demiştir.»
(Bir rivayette)
dediğim yine Müslim (204—261) Hz. Câbir'den rivayet etmiştir. Bu rivayette
harbcttikleri kavim tayin edilmektedir. Lâfzı şudur :
«Resûlüllah SaîlaUahü aleyhi
ve sellem'ın maiyyetînde Cüheyne kabilesinden bir takım adamlarla gaza ettik.
Bizimle şiddetli çarpıştılar. Öğleyi kıldığımız zaman müşrikler {kendi
aralarında) şunlann üzerine adamakıllı bir hücum etsek, kendilerini muhakkak
bozardık; demişler. Bunu hemen Cibril Re-sûlüilah (S.A.V.)'e haber vermiş;
Resûlüllah (S.A.V.) de bize anlattı. Buyurdular ki : Küffar şüphesiz mes'ele
şu, müslümanlara namaz vakti gelecek kî o namaz kendilerine harpten daha
makbuldür dediler. İkindi gelince ilâh....»
Hadis-i şerif, düşman
kıble tarafında olduğu zaman, hükmünün kısmen derişeceğine delâlet ediyor.
Çünkü bu takdirde bütün asker namaza niyetlenmekle beraber, yino düşmandan
korunmak mümkündür. Şöyle ki : Korunmak sadece secde zamanı icap eder. O halde
kı-yamd;;, rükûda toptan imama tâbi olurlar. Secdeye gelince, geriki saf, imama
tâbi olmayı bırakarak düşmana karşı dururlar. İlk saf secdeden kalktıktan
sonra, onlar da secdeyi1 varırlar. Fakat yer değiştirirler. Yânı geriki saf ön
safın yerini alır. ön saf geriye çekilir. Bu suretle son secdelerde imama tâbi
olurlar. Ve her iki sâf ikişer secdeyi imamla birlikte yapmış olur. Bu hadîs,
düşmandan korunmanın yalnız secde halinde lâzım geldiğine delâlet ediyor. Rükû
ve kıyam halinde lâzım değildir. Çünkü o hallerde düşmanın vaziyetini takip
mümkündür. Şu kadar var ki, bu şekil, korku namazını bildiren âyet-i kerîme
ile, Sâfih b. havvât (R.A.)'m rivayet ettiği ilk hadîse ve keza Ibni Ömer (R.
A.) hadîsine uymamaktadır. Buna da
Ahvale göre namazın şekilleri de değişir diye cevap verenler olmuştur.
Müslim (204—261) ile
Nesâl (215—303)'nin her ikisi de hadîsi Hz. Câbir'den rivayet etmekle beraber,
ayrı ayrı tarîklerden almışlardır. NesâV nın rivayetine göre Hz. Peygamber
(S.A.V.) taifenin birine farz; diğerine nafile kıldırmış oluyor. Hasan-ı Basrî
(21—110) hazretlerinin mezhebi de budur. Tahâvî (238—321) bunun mensuh
olduğunu iddia etmiştir. Çünkü ona ve bütün Hanefîyye imamlarına göre farz
kılan bir kimse nafile kıldıran imama uyamaz.
Ebu Dâvud : «Akşam namazında
da böyle yapılır. İmam altı rek'ât
kılar, cemâat üçer üçer kılarlar.» diyor.[248]
505/380- «Huzeyfe
radıyallahü anfc'den rivayet edilmiştir ki: Peygamber Sallalîahü aleyhi ve
sellem, korku namazını ötekilere bir rek'ât, berikilere bir rek'ât olarak
kıldırmış; kaza da etmemişlerdir.»[249]
Bu hadîsi. İmâm-ı
Ahmed, Ebu Dâvud ve Nesâî rivayet etmiş, Ibni Hibbân onu sahihi emiştir. Bir
misli de :
İbnî Abbas radıyallahü
anhüma'dan (rivâyeten) İbnİ Huzeymede-de'dir.
Bu şekildeki namazı
Taberistan'da Hz. Huzeyfe kıldırmıştır. Ordu kumandam Said İbni Âs idi. Askere
hitaben: «Korku namazını Resûlüllah (S.A.V.) iie hanginiz kıldınız?» diye
sordu: Hz. Huzeyfe (R.A.) : «Ben» dedi. Ve onlara bu namazı kıldırdı. Ebu Dâvud
(202—275); İbni Ömer ve Zeyd ibni Sabit (R. A./dan şu hadîsi tahric etmiştir ;
«Zeyd demiştir ki :
Böylece cemaata birer rek'ât. Peygamber Sallalîahü aleyhi ve sellem'e iki
rek'ât olmuştu.»
Ebu Dâvud, İbni Abbas
(R.A.)ıdan şu hadîsi tahric etmiştir:
«Ibni Abbas: Allah Teâiâ
namazı Peygamberimiz Sallalîahü aleyhi ve sellem"\n dilinden hazarda dört,
seferde iki, korku zamanında bir rek'ât olarak farz kıldı» demiştir. Tâbiîn-İ
Kîram'dan Atâ (35—115) Tavus (106—) ve Ha-san-i Basrî (21—110)hazeratımn
mezhebi de budur. Bu zevata göre şiddet zamanında bir rek'ât namaz kılınır; o
da îmâ ile olur. Hattâ Ishak (168—238) «Kılıç kılıca geldiğin vakit sana bir
rek'ât yeter. Onu da îmâ ile kılarsın. Eğer îmâ ile kılamazsan, bir secde yaparsın;
onu da yapamazsan bir tekbîr getirirsin. Çünkü tekbîr zikrul-lâhtır.» dermiş.[250]
507/381- «İbnİ
Ömer radıyallahû anhüma'öan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve selîem :
— Korku namazı ne
suretle oiursa olsun, bir rek'âttır» buyurdular.[251]
Ba hadisi, Bszzar
zayıf bir isnadla rivayet etmiştir.
İmâm-ı 2\csâî
(215—303) Peygamber Saîîalîahü aleyhi ve sel-lem'in bu namazı bu şekilde
zükared denilen yerde kıldığını tahric etmiştir. Musannif bu hadîsi İbni
Hibban (—354) ve başkalarının sa-hîhîediğini söylemektedir. İmâm-ı ŞâfÛ
(150—204) ise : «Sabit olamıyor» demiştir.
Bu hadis, korku
namazının imama da. cemaata da bir rek'ât olduğunu gösteriyor. Ashâb-ı
Kîram'dan Ebu Muse'l-Eş'ârî ve Ebu Hü-reyre hazerâlı ile Tâbîînd n Süfydn-ı
Scvrî (97-—161) ve ulemâdan bir cemâat buna kail olmuşlardır.
Musannif bu kitapta
korku namazı için beş şekil zikretmiştir. «.Sünen-i Ebî Dâvud-» da sekiz şekil
zikrolunmuştur. Bunlardan beşi musannifin zikrettikleridir. Musannif merhum
«FetkiVl-Bârî» de : «Korku namazı hakkında birçok şekiller rivayet edilmiştir.
İbni Abdi'l-Bprr bunlardan İbni Ömer hadîsini'tercih etmiştir. Çünkü isnadı
kuvvetli ve cemâatin narr.n?ı imamdan evvel tamam olamıyacağı bâ-bındaki usûle
muvafıktır.» diyor.
İbni Hazm (384—456) :
«Bu şekillerden ]4'ü sahihtir» demiştir. İbnü'l-Arabi (468—543) : Bu hususta
birçok rivayetler vardır, Esah olanları onalîıi çeşitli rivayettir.»
demektedir. Nevevl (631— 676) de Müslim şerhinde buna benzer bir şey söylemiş.
Fakat açıklamada bulunmamıştır. Maamâfih bunları Hafız Ebu'l-Fadl, Tirmizî
şerhinde beyân etmiş; sahîh olan şekillere bir şekil daha katarak korku namazı
şekillerini onyediye çıkarmıştır. Maamâfih bu şekiller tedahül edebilir. Yani
biribirinin içine girebilir. Îbnü'l-Kayyim 601-751) E1rHedyü>n-Nebmî» adlı
eserinde Peygamber (S.A.V )'in Korku namazını on defa kıldığım söyler, i^l-
AraU yirmi dört defa kdd.imı;.flaWabi (-383) iso muhtelif günlerde daha mtıyatl
İkü hangisi iÜ ona riâyet ederek muhtelif şekillerde küdıgım fakat Mİma
şekilleri muhtelif olsa da mânâ bir olduğunu kaydetmektedır-le ki bunların hepsinin
kâfi ve fî olduğunu yukarıda..m-Muc e-îl dan naklen arzetmiştik. <Neylal -
Bvtar* sanıb, Şcvlcan,[252]
(1172—1250) de aynı kanâattadır.[253]
508/383- «Bu
da ondan -radıyallehU anlı-'dan merfu' oiarak rivayet edilmiştir:
«Korku namazında sehv
yoktur.»[254]
Bu hadîsi, Dârc Kutnî
zayıf Vur isnnclla tahric etmiştir.
Aynı zamanda hadis,
mevkuftur. Ve u!em;idn hiçbiri hu hadîs'e kail o'mamiştır diyorlar. Bâzılarına
göre korku namazının Ur takım şartları vardır. Bu şartların birincisi seferdir.
Seferi olmak ıılomâdon bir cemaata göre şarttır.
Delilleri : « »[255] «Yeryüzünde
sefer ettiğiniz zurnan» âyot-i kerinusiylo Hz. Peygamber (S.A.V.)'in hazarda iken bu namazı
kılmamış olmasıdır.Hanefîİerk1 Şâfîilere vesâit' bazı zevata göre yolculuk şart
değildir. Bunların delili de ,»[256]
«Onların aralarında bulunduğun zamana âyeti kerîmesİdir. Bu âyet, yukarıdaki
â.velin üzerine atîediln^lır
Binaenaleyh seferle mukayyed değildir. Sefer şarttır diyenler herhalde
aralarında bulunmayı seferle takyîd ederek (kayıtlandırarak) «Onların arasında
seferi olarak bulunursan» mânâsına almaktadırlar.
Mes'ele tefsir
kitaplarında uzun uzadıya mevzuubahs edilmiştir.
İkincisi : Vaktin
sonunda kılınmaktır. Çünkü bu namaz emniyet halinde kılınan namazın bedelidir.
Şu halde mübdelün minh'den ümîd kesilmedikçe kılınamaz. Bu kavle sahip
çıkanların kaidesi budur. Bu kavle muhalif olanlar ise vakitleri bildiren,
delillerin umûmunda bu namaz da dahil olduğundan şâir namazlar gibi vaktin
başında dahi kılınabilir derler.
Üçüncüsü : Namazda
silâh taşımaktır. Dâvud-u Zahirî (202—270) ye göre bu şarttır. Binaenaleyh
silâhsız namaz caiz değildir. Silâh taşımak âyette de emir olunduğu için,
îmâm-ı Şafiî (150—204) ile Bâzı zevata göre vaciptir. Bunların silâh hakkında
mâruf tafsilâtı vardır.
Dördüncüsü: Harp ister
farz-ı ayın, isterse farz-ı kİfâye olsun haram kılınmış olmamalıdır.
Beşincisi : Namaz
kılan düşman tarafından takibe maruz olmalıdır. Kendisi düşmanı takip
ediyorsa, namazı tamam kılar. Yahut düşmanın hücum edeceğinden korkar halde
olmalıdır. Bu şartlar füru1 kitaplarında sayılmış, dökülmüştür. Maamâfih,
şartiyetde zahir değildirler.
Korku namazının meşru
olması, cemaatla namaz kılmanın- ne derece büyük bir iş olduğunun en büyük
delîllerindendir.[257]
Bayram namazları hicretin
birinci veya ikinci yılında meşru olmuştur. Bu namazların sıfatı İmâm-ı
Âzam'a. göre vacip, İmameyn ile Imâm-ı Şafiî ve Mâlik'e göre Sünnef-i Müekkede;
lmâm-ı Ahmed bin HanbeVe farz-ı kifâyedir. Tafsilât sırası geldikçe
verilecektir.[258]
509/383- «Âişe
radıyattahü anhâ'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem :
Fitre bayramı nâs'ın
iftar ettiği gündür. Kurbân bayramı da nâs'm kurban kestikleri gündür»
buyurdular.[259]
Bu hadîsi, Tİrmizî
rivayet etmiştir.
Tirmizı yukarıki
hadîsi rivayet ettikten sonrE,, «Bu ha sen gassp bir hadîstir» demiştir. Bazı
ulemâ bu hadîsi : «Fitre bayramı da erue tutmak da cemaatla ve insanların
çoğunluğu ile olacak diye tefsir etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf, fitre
bayramının sübûtu için cemaata muvafakat etmenin muteber olduğuna delildir.
Yalnız başına Şevval hilâlini gören bayram kılamayacak; namaz, iftar ve kurban
hususunda hep cemaata tabi olacaktır. Tirmizî (200—279) bu hadîsin benzerini
Ebu Hüreyre-(R. A./dan tahrie etmiş ve «hasendir» demiştir. İbnİ AbEıas (R. A.)
hadîsi de bu mânâdadır. Kendisine Küreyb : «Muhakkak Şam'lılar ve Muâviye cuma
günü Şam'da hilâli görerek oruç tuttular.» demiş. Küreyb bu sözleri jbni
Abbas'a ayın sonunda Medine'ye geldiği zaman söyle--miş. İbnİ Abbas «lâkin biz
onu cumartesi gecesi gördük.
Binaenaleyh. otuzu tamamlayıncaya, yahut hilâli görünceye kadar oruç
tutmaya de-mav edeceğiz» mukabelesinde bulunmuş. Küreyb : «Muâviye ve nâsın
görmesiyle iktifa etmiyurmusun?» deyince «hayır. Resûlüllah (S.A.V.) bize böyle
emretti» cevabını vermiştir.
Hadîsin zahirine
bakılırsa, Küreyb de hilâli görenlerdendir.. Ve İbnİ Abbas kendisine orucunu
tamamlamasını emretmiş; ona göre ya-kînen bayram olduğunu nazar-ı itibâra
almamıştır. Hanefîlerİn mezhebi de budur. Yani bir kimse bayram hilâlini
yalnız başına görürse, ihtiyaten iftar etmez. Fakat îmânım Âzam'a. göre bunun
mânâsı oruc'a niyet eder demek değildir. Yainız yiyip içmez, o kadar. Oruç'a
niyet etmez. Çünkü o gün bayram olduğunu yakinen biliyor. Maamâfih bayram
olduğunu yüzde yüz biliyorsa gizlice yiyip İçer diyenler de olmuştur. İftar
etmez diyenlere göre, o gün iftar etse, kaza eder. Ramazan hilâlini yalnız
basma gören ise. o gün oruç tutar. Çünkü oruçta ihtiyat, tutmaktadır.
Cumhur ulemâya göre :
«Eir kimseye yakînen bildiği ile amel etmek lâzımdır. Onlar bu hadîsi cr-mâata
muhalefet hakkında bir şey bilmediği zamana hamletmişierdir. Yani bir kimse
yalnız başına hilâli gördüğü halde, yine ne yapacağını bilmiyerek cemaatla
birlikte hareket etmişse, bu ibâdeti sahihtir» derler. İbni Abbas hadîsini
dahi te'vil etmişler ve: «İhtimal ki ihtilâf-ı metali denilen şeye, yani ay m
Hicaz ve Şam'da ayrı ayrı zamanlarda doğmasına bakarak Şamlıların görmesini
nazar-ı itibâra almamıştır. Yahut hâdiseyi haber veren muhbir bir kişi olduğundan
onun sözüyle amel etmemiştir. Zâten Küreyb'e mutlaka sen de oruç tutacaksın
diye emir de etmemiştir. Yalnız Medî-nc'lilerin bu haberle amel
edemiyeceklerini bildirmiştir.» derler.[260]
510/384- «Ebu
Umeyr[261] ibni Enes b. Mâlik
radıyallahü anhünıa' dan. Sahabeden oian amcaianndan şöyle duyduğu rîvâyeî
edilmiştir :
Bir kervan gelmiş ve
dün hilâli gördüklerine şahadet etmişler. Bunun üzerine Peygamber Sallalîahü
aleyhi ve sellem, İftar etmelerini ve sabahladıkları vakit namazgahlarına
gitmelerini emir buyurmuşlardır.»[262]
Bu hadîsi," Ahmed
ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Lâfız Ebu Davud'undur. İsnadı sahihtir.
Yukarıdaki hadîsi,
Nesâî (215—303) ile İbni Mâce (207—275) tah-ric etmişler, İbni Münzîr (—310),
İbni Seken (294—353) ve İbni Hazm (38—56) onu sahîhlemişlerdir. İbni
AbdiVi-Berr (368—463)'in: «Ebu Umeyr meçhuldür.» İddiası reddedilmiş ve
«hadîsini sahihliyenler onu bilmişlerdir.» denilmiştir.
Hadîs-i şerîf, bayram
olduğu, namaz vakti çıktıktan sonra anlaşılırsa, bayram nmzmın ikinci günü
kılınabileceğine delildir. Hadîs, namaz vaktine nazaran mutlaktır. Ve günün
evvelinden bilinmediği cihetle namazın vakti bakîdir. İmâm-ı Âzam Ebu Hanife
(80—150) ile diğer bazı zevatın mezhebi budur. Yalnız İmâm-ı Âzam'a, göre
hakikat hâli ancak namaz çıktıktan sonra öğrenmiş olmak şarttır. Bu takdirde
sâde ikinci gün bayram namazı cemaatla kaza olunur. Ve dünkü vaktinde kılınır.
Hadîsin zahirine göre
bu namaz, edadır. İmâm-ı Mâlik (93-479) bayram namazının asla kaza
olunamayacağına kaildir. Şafiî (150—204) den tafsilât rivayet olunur. Yani
bayram namazı kazaya kalırsa ne zaman istcnilsc kaza edilebilir. Yalnız
zevalden önce kıhmrsa, edâ, zevalden sonra kıhmrsa kaza olur. Hanbelîlere göre
ne zaman istenilirse kaza olunur.
Bu hadî.s-i şerîf,
fitre bayramı hakkındadır. Kurban bayramı da buna kıyas olunur.[263]
511/385- «Enes
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Sallalîahü
aleyhi ve sellem, fitre bayramı günü birkaç hurma yemeden sabahleyin
(namazgaha) çıkmazdı.»[264]
Bu hadîsi, Buhâri
tahric etmiştir. Muallâk bir rivayette -ki onu îmâm-ı Ahmed vasletmiştir- «O
hurmaları tek olarak yerdi.» denilmiştir.
Buharı muallâk
rivayeti de Enes (R. A.)'den talik etmiştir. Tu-karıki hadîsi Buharı tarihinde
tahric ettiği gibi, îbni Hİbban (—354) ile Hâkim (321—405) de onu
Utbetü'bnü Humeyd'den şu lâfızlarla tahric etmişlerdir:
«Üç veya beş, yahut
yedi, veyahut bundan daha az yahut daha
çok tek olarak hurma yemeden (çıkmazdı).»
Hadîs-i şerîf, Hz.
Peygamber (S.A.V.)'in buna devam ettiğini gösteriyor. Mühelleb diyor ki:
«Namazdan önce bir şey yemekteki hikmet, bayram namazı kılınıncaya kadar oruç
tutmak lâzım zân olunmasın diyedir. Galiba Resulü Ekrem (S.A.V.) bu yolu
kapamak istemiştir.» Bâzıları : «Orucun farziyetinden sonra iftarın vücûbu
meşru olunca, Allah'ın emrine imtisal için iftarın acele yapılması müstehap
görülmüştür» derler.
îbni Küdame:[265] «Bu
günde namazdan önce acele bir şey yemenin müstehap olduğu hususunda hilaf
bilmiyoruz.» demiştir.
Musannif
«Fethü'l-Bârî» de : «Hurma yemenin müstehap oluşunun hikmeti, tatlıda orucun
zayıflattığı gözü kuvvetlendirme hassası olduğundandır. Yahut tatlı îman'a
muvafıktır; rü'ya onunla tâbir olunur. Ve kalbi rikkate getirir de onun için
hurma yemek müstehaptır. Bundan dolayıdır ki, Tabiînden bâzısı mutlak surette
tatlı ile iftar etmeyi müstehap görmüştür.» diyor. Mühellib: «Hurmaların tek
oluşu Allah'ın birliğine işaret içindir. Peygamber (S.A.V.) bütün işlerinde
teberrüken böyle hareket ediyordu.» demiştir.[266]
512/386- «İbni
Büreyde radıyaUahü anh'den babası radıyallahü anh'm: Resulü!Lah SaUallahü
aleyhi ve sellem, fıtra bayramı günü yemeden çıkmazdı; kurban bayramı günü de
namaz kılmadan yemezdi, dediğini işittiği rivayet edilmiştir.»[267]
Bu hadîsi, Ahmed ile
Tirmîzî rivayet etmişlerdir, ibni Hibban onu sahîhlemiştir.
îmâm-ı Ahmed'İn
rivayetinde Müteakiben kurbanından yerdi» ziyâdesi vardır. Aynı hadîsi îbni
Mâce (207 —275), Dâre Kutnî (306—385), Hâkim (321—405) ve BeyhaH (384—458) dahi
rivayet etmişler; îbni Kattan (—628) onu sahîh-
îemiştir. BeyhaTcî'nin
rivayetinde:
«Döndüğü vakit
kurbanın kara ciğerinden yerdi» ziyâdesi vardır. Tirmizî : «Bu bâbda Hz. AIİ
ve Hz. Enes (R. Anhün)'den rivayetler vardır» diyor Tirmizî bu hadîsi İbni
Ömer (R. A.)'dan da rivayet etmiş ise de bu rivayette zaaf vardır.
Hadîs-i şerîf, Fıtra
bayramında namazdan Önce, Kurban bayramında namazdan sonra bir şey yemenin
meşru olduğuna delildir. Kurbanda yemeyi namazdan sonraya bırakmanın hikmeti :
Kurban kesmeyi meşru kılmak suretiyle Allahü Zülcelâl kullarına kerametini
gösterdiği cihetle, o gün namazdan sonra yapılacak en mühim iş Allah'ın nimetlerine
şükür için onun ziyafetinden yemeye başlamak olmuştur.[268]
513/387-
«Ümmü Aliyye[269] radıyallahü anha'dan
rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bekâr kszları ve hayızhüan bayramlarda ayrı
ve müs-îümanların davetini görmek için (namazgaha) çıkarmak için emir aldık.
Hayızhlar ise namazgahtan uzaklaşır.»[270]
Bu hadîsi, Müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerîfdc
sigâsmm meçhul getirilmesi emir edenin herkesçe malûm olmasındandır. Maâmafih
Buhârl'nin bir rivayetinde «kîze
Peygamberimiz emir etti» denilerek fail gösterilmistir. (Hayrı ve müslümanlann
davetini görmek) den murâd: Hayız-lı olmayanîarm bayram namazının faziletine
iştirak etmesidir. Buharı nin
rivayetinde bu hadîs şu lâfızladır:
«Kapah
bekâr kızları
çıkarmaya emir aldık.»
yahut «Bekâr kızlarla kapalıları çıkarmaya emir aldık. Hayızhiarsa,
namazgahtan uzaklaşırlar.» Müslim'in lâfzı şöyledir :
«Peygamber lalîahü aleyhi ve sellem'l
kasdederek, bize bekâr kızlarla kapalıları çıkarmamızı emretti. Hayızlılarin da müslürnanların
namazgâhından uzaklaşmalarını emretti.»
Şu halde musannifin
zikrettiği hâdis, ikisinin de lâfzına uymamaktadır. Hadîs-i şerif, bekâr
kızların namazgaha çıkarılmalarının lüzumuna delâlet ediyor. Burada üç kavil
vardır :
1—
Hz. Ebu
Bekir, Ömer ve Ali (R.anhüm)'e göre, bekâr kızları bayram sabahı namazgaha
çıkarmak vaciptir. Bunu Ibrti Mâce ile BeyhâkVrân tahric ettikleri İbni Abbas hadîsi
de te'yîd eder. Bu hadîs de :
«Resûlüllatı
Sallallahü aleyhi ve scllcm-, bayramlarda kadınlarını ve kızlarını çıkarırdı.»
denilmektedir ki, Hz. Peygamberin hu işe devam ettiğini gösterir. Hem gençlerle
yaşlılar hakkında sarihtir. Keza gösterişli olanlarla olmayanlara da âmm ve
şâmildir.
2— Ulemâdan
bir cemaata göre sünnettir.Çıkarma emri nedip içindir. Nitekim çıkarmayı hayrı
görsünler ve müslümanlann davetini müşahede etsinler diye ta'lîl etmesi mendup
olduğuna delildir. Eğer vacip olsaydı böyle demezdi. Ve çıkmaları emre imtisal ve borçlarını ödemek için
olurdu. Maâmafih San'ânı'ye göre bu ta'lîl söz götürür. Zîra bazan vacip de,
hâîz olduğu faziletle ta'lîl olunabilir, hnâm-ı Şdfiî'n'm «El-Ünvm» adlı
eserinde gösterişli kadınlarla, ihtiyar nineler arasında fark yapılmış ve Şafiî
(150—204) «İhtiyarlarla gösterişsiz kadınların namaza gelmelerini hoş
karşılarını. Hele bayramlara gelmelerini pek hoş görürüm.» demiştir.
3—
Mensuhtur. Tahavi (238—321): «Bu mes'ele sadr-ı
İslâm'da caizdi.Çünkü kadınların cemâati çok göstermek için mescide
çıkmalarına ihtiyaç vardı. Böylelikle düşmanı korkutma imkânı hâsıl olurdu.
Sonra nesh edildi» diyor. Fakat San'ânî'yç göre İbni Abbas'ın küçük iken
kadınların cemaata çıktığım görmesi bu iddiayı defediyor. Çünkü onun görmesi
Mekke'nin fethinden sonra idi. İslâmiyet kuvvet bulduğu için kadınların
çıkmasına hacet de kalmamıştı. Kczâîîk
Ümmü Atîyye'nin Peygamber S.A.V.)'in vefatından bir müddet sonra kadınların
cemaata çıkmasına fetva vermesi ve sahabeden bu fetvaya hiçbir muhalefet eden
bulunmaması dahi bu davayı defetmektedir.
Vakıa Hz. Âışe (R. Anha)'nm şöyle bir sözü vardır :
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem, kadınların neler ihdas et-Hğinî görse, onları mutlaka
mescİdlerden men ederdi.» demiştir.
Fakat «Sübülü's-Selâm»
sahibine göre bu söz kadınların cemaata çıkmalarının haram olduğuna delâlet
etmediği gibi, çıkma işinin nesh edildiğine de delâlet etmez. Bilâkis
kadınların çıkmaktan men edi-lemiyeceğine delâlet eder. Çünkü Peygamber
(S.A.V.) onları men etmemiş, aksine çıkmalarını emretmiştir. Onun emrettiğim
bizim men etmeye hakkımız yoktur. San'ânî'nin acâip istidlali burada bitti.
Fakat biz San'ânî
merhumun ruhunda af dileyerek arzedelim ki; bu fikirde değiliz. Bizden
maksadım, Hanefilerle diğer hak mezheplere sâlik olanlardır. Evvelâ Şeyh
San'ânîye sorarız. Ümmü'l-Mü' minin Hz. Âişe (R. Anha) ashaptan sayılmazmi idi
ki, Ümmü Atiyye' nin fetvasına karşı ashaptan bir kimse ses çıkarmadı diyorsun?
Bir sualimiz .daha var : Hz. Âişe validemizin yukarıda zikrettiğimiz sözü
için: «Bu söz bilâkis kadınların cemaata çıkmaktan men edilemiyeceğine delâlet
eder.» diyorsun. Binaenaleyh Hz. Âîşe (R. Anha)'mn bu sözü: buyurun kadınlar;
büyüğünüz, küçüğünüz, güzeliniz, çirkininiz yollara düşün, camilere gelin
demek midir? Âişe-i Sıddîka hazretlerinin ölüleri uyandıracak kudretteki
şu feryadını böyle
mi anlamak gerekir?
Sen bize akıl fikir ve intibahlar nasip et yâ Rabbi!
insaf buyrulsun, kadın
kadındır. Ona Fahr-i Kâinat (S.A.V.) efendimiz boş yere «Kadınlar akıl ve dîni
noksan kimselerdir» dememiştir. Baksanıza, daha Resûliil-lah (S.A.V.) dünyadan
gider gitmez bozulmaya yüz tutmuşlardır. Şimdi bir de bundan bin küsur sene
sonra San'ânî merhum zamanındaki hallerini ve nihayet bugünkü hâllerini
düşünelim! Acaba şu halleriyle yine Peygamber {S.A.V.) kadınları sokaklara dökülmeye,
camilere gitmeye davet eder miydi dersiniz? Biz sözü daha fazla uzatmadan
hakîkî ulemânın bu bâbdaki beyanatına geçeceğiz :
Hanefîlerin
uEl-Hidâye» nâmmdaki fıkıh kitabında kadınların cemaata devamları hakkında
aynen şöyle denilmektedir : «Kadınların cemaata gelmesi mekruhtur. Yani genç
kadınların gelmesi mekruhtur. Çünkü fitneden korkulur. Yaşlı kadınların, sabah,
akşam ve yatsıya çıkmasında bir beis yoktur. Bu Ebu Hanîfe'ye göre böyledir.
İmâmeyii: <îhtiyar kadınlar bütün namazlara çıkabilirler; zîra fitne yoktur;
çünkü onlara rağbet azdır. Binaenaleyh bayram namazlarında olduğu gibi, burada
da çıkmaları mekruh değildir» demişlerdir. Ebu Hanîfe (80— 150)'nin delili
şudur: «Fazla şehvet perestlik ihtiyar kadınlara da musallat olmaya sevkeder.
Binaenaleyh fitne melhuzdur. Şu kadar var ki fasıkların.sokaklara yayıldığı
zaman Öğle ile ikindi ve cuma vaktidir. Sabah ve yatsı zamanları onlar
uykudadır. Akşam namazı zamanında ise yemekle meşgul olurlar. Bayram namazı
için ova geniştir. Erkeklerden uzaklaşabilirler. Bundan dolayı çıkmaları
mekruh değildir.»
«Hidaye» şerhi
«Fethü'l-Kadîr» de şu satırları okuyoruz: «Bil ki. Peygamber (S.A.V.) in :
Allah'ın kadın
kullarını, Allah'ın mescidierine gitmekten men etmeyiniz.» buyurduğu ve keza:
«Birinizden karısı mescide gitmek için izin isterse onu men etmesin» hadîsi
sahihtir. Fakat ulemâ, bu işi nassla beyân edilen ve kıyasla bilinen bâzı
yerlere tahsis etmişlerdir. İşte Peygamber (S.A.V.)'in sahih bir hadîste:'
«Hangi kadın buhur
sürünmüş ise bizimle yatsıya gelmesin» ve keza Müslim'in, rivayet ettiği bir
hadîste : «Kadınları mescidlere çıkmaktan men etmeyin. Ancak geceleyin
müstesna» buyurmuş olması, birinci kısımdan (yani nassla beyân edilen kısımdan)
dır. ikincisi güzel giyinmek ve erkeklerle sıkışık vaziyette bulunmaktır.
Bugün kadınlar evde
kilitlenmedikçe boyuna sokağa çıkmaya uğraştıklarından mutlak surette
çıkmaktan men edilmişlerdir. Öyle ise bu iş ta'lîl yapmak suretiyle nesh olur
denilemez. Çünkü biz, bu takdirde çıkma yasağı, fitneye sebep olmaktan men
eden umûmî nasslarla sabit olur deriz. Yahut şartlı mutlak kabîlindendir. Şart
zail oldu mu, hüküm de zail olur. Nasıl ki illet nihayete erdikte, hüküm de
nihayete erer.
Müteahhirîn-İ ulemâ
genç ihtiyar bütün kadınların, bütün namazlara çıkmalarını men etmişlerdir.
Çünkü şâir vakitlerde fâşıklar galiptir.
İtimât edilen kavi :
Bütün kadınların bütün namazlara çıkmalarının memnu olmasıdır. Yalnız bana
kalırsa, pek ihtiyar nineler gelebilir. Fakat kırıtmasını bilen, gösterişli
yaşlılar gelemez.
«El-înâye-» adlı fıkıh
kitabımız şu malûmatı veriyor: «Eskiden kadınlara namaza çıkmaya müsaade edilirdi.
Sonraları bu, fitneye sebep olunca çıkmaktan men edildiler. Tefsirde mezkûrdur
ki :
«»[271] «Vallahi
sizden ileri gidenleri ve vallahi sîzden geri kalanları bildik.» âyet-i
celîlesi kadınlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü münafıklar kadınların avret
yerlerini görmek için geriye dururlarmış. Filhakika Hz. Ömer (R. A.)-kadınları
mescidlere çıkmaktan menetmiş. Onlar da Âişe (R. Anka) ya şikâyet eylemişlerdi.
Hz. Âişe : «Peygamber (S.A.V.), Ömer (R. A.) în bildiği -bugünkü ahvali- bilmiş
olsa, sizlere çıkmak için îzîn vermezdi.» demiştir.
İşte ulemâmız bununla
istidlal ederek ,genç kadınların mutlak surette namaza çıkmasını men
etmişlerdir.
Bugün fetva bütün
kadınların, bütün namazlara gelmelerinin mekruh olduğu merkezindedir. Çünkü
fesad zahirdir. «El-İhtiyâr» nâm kitapta : «Zamanımızda muhtar olan, zamanın
bozukluğu ve kötülüklerin zuhuru sebebiyle kadınların çıkmasının hiç caiz olmamasıdır.»
deniliyor. «El-Kâfi» de de şöyle denilmiştir : «Kadınların namaz için camiye
gelmeleri mekruh olunca, vaaz meclislerine gelmeleri, bahusus, ulemâ
kıyafetine giren su câhillerin meclislerine devam etmeleri evleviyetle mekruh
olur. Bunu Fahrü'l-îslâm[272]
(Pezdevl) zikretmiştir.»
İşte Hanefîlerin bütün
fıkıh kitapları bu gibi sarahatlerle doludur.
Diğer mezheplere
gelince :
Malikîlere göre:
Kadın, erkeklerin bakmayacağı kadar ihiiyar ise, cuma namazına gidebilir.
Bakılacak kılıkda ise gitmesi mekruhtur. Genç kadının mescide çıkmasından fitne
zuhur edecekse, çıkması haram; etmeyecekse mekruhtur.
Hanbleîlere göre :
Kadın çirkin ise, cuma namazına çıkması mubah; güzel ise mekruhtur.
Şâfiîlere göre :
Kadın, erkeklerin şehvetini celb edecek gibi ise cemaata gelmesi mekruhtur.
Şehveti celb etmiyen kadın süslenir veyp koku sürünürse onun da cemaata gelmesi
mekruh olur. Fakat çıkmakta gelişigüzel değil, velîsi izin vermek Karlıyladır.
Velîsinin izni olmadan çıkmak haramdır. Nitekim fitneye sebep olacak kadının
mescide çıkması da haramdır.
Görülüyor ki, ulemâ-İ
kiramdan hiçbiri kadının dışarı çıkmasından doğacak fitneyi bir an gözden uzak
tumamişlardır. Merhum Snn'ânî ye gereken de bu idi. Gelişi güzel bir ııass'm
zahirine saplanacağına maksadı nazar-ı itibâra alsa, elbette daha iyi olurdu.
Mecclle-i Ahkâm* Adliyıiemizin ikinci maddesi : «Bir işten maksad ne ise hüküm
ona göredir» der.[273]
514/388- «İbni
Ömer radıyallahü anh'âen rivâyeî edilmiştir. Demiştir kî: ResûlüIIah
Ballallahü aleyhi ve sellem ve Ebu Bekir'le Ömer, iki bayramı hutbeden Önce
kılarlardı.»[274]
Bu hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerif; Hz.
Peygamber (S.A.V.) ile iki halîfesinin devam üzere yaptıklarının bu olduğuna
delildir. Zahirine bakılırsa, namazın mutlaka hutbeden önce kılınması icap
eder. Fakat bayram namazlarında hutbe okumanın vacip olmadığına icmâ
naklederler. Bu icmâm senedi Ncsâi (215—303, İbni Mâce (207—275) ve Ebu Dâvud
(202—275). un tahric ettikleri Abdullah ibni Saîb hadîsidir ki lâfzı şudur :
«ResûlüIIah SaUdllahü
aleyhi ve sellem ile birlikle bayramda bulundum. Namazı edâ edince :
«Biz hutbe okuyacağız.
Kim hutbe (yi dinlemek) için oturmak isterse, otursun. Kim gitmek isterse
gitsin, buyurdular.» Bundan dolayı hutbe vacip olmamıştır. Hutbeyi namazdan
evvel okumak her ne kadar sünnetin
hilâfına ise de yeniden okunması meşru olmamıştır. Namazdan Önce evvelâ kimin
hutbe okuduğu ihtilaflıdır. Müslim'in rivayetinde Mervan'ın okuduğu bildiriliyor.
Bâzıları «daha evvel Hz. Osman okumuştu» derler. Nitekim böyle olduğunu îbni
Münzir (—310) sahîh senedle Hasan-ı BasrVden rivayet etmiştir. Hasan-ı Basrî
(21—110):
«Namazdan, yani bayram
namazından ön-ce ilk hutbe okuyan Osman'dır» demiştir.
Mervan'a gelince: Onun
hutbeyi namazdan önce okuması, namazdan sonra cemâat dağıldığı içindir.
Kendisine Ebu Said itirazda bulunulunca : «Namazdan sonra cemâat bizi dinlemek
için oturmazlar.» demiştir. Cemâatin hutbeyi dinlemesinin sebebi, bâzı
kimseleri ifrat derecede medh, bâzılarına hiç kabahatsiz soğup
saydıklarındandır; deniliyor. Filhakika Abdürrezzak (126—211), îbni Cüreyç
yoluyla Zühri'den şunu rivayet etmiştir.
«Bayramda namazdan
önce hutbe okumayı ilk îcad eden Muâviye'dir.» Her kim olursa olsun bu
Resûlüllah (S.A.V.)'in yoluna aykırı bir bid'attır. Hz. Osman (R. A.) için şu
yolda özür beyân ederler: Medine'de insanlar çoğalmış ve evler mescidden
uzaklaşmıştı. Bundan dolayı Hz. Osman cemâatin namaza yetişebilmeleri için
evvelâ hutbeyi okurdu.[275]
515/389- İbni
Abbas radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir kî. Peygamber SaMaMahih aleyhi
ve sellem, bayram günü iki rek'ât namaz kılmış, onlardan evvel ve sonra namaz
ki İmamıştır.»[276]
Bu hadîsi, Yediler
tahric etmiştir.
Bu hadîs, Bayram
namazının iki rek'ât olduğuna delildir ki, bayramı imamla birlikte ovada
kılanlar hakkında icmâ da budur. Fakat bayram namazına yetişemiyenler hakkında
mes'ele ihtilaflıdır. Ekseriyet bayramı kaza eder. Yine iki rek'ât olarak kaza
eder diyor. îmâm-t Ahmed ibni Banbel (164—241) ile Sevrî (97—162)'ye ve diğer
bâzı ulemâya göre dört rek'ât olarak kaza eder. Said ibni Mansur (—227) İbni
Mes'ûd'dan şu hadîsi tahric etmiştir :
«Kim bayram namazını
imamla kılmaya yetişmezse, onu dört rek'ât olarak kılsın.» Hadisin isnadı
sahihtir. Bâzılarına göre ovada kılarsa, iki rek'ât, evinde kılarsa dört rek'ât
kılacaktır. Ebu hanîfe (80—150)'ye göre, yalnız başına bayramı kaza etmek vâcib
değildir. Maâmafîh istiyen kaza edebilir. Ve zâid tekbîrleri almaksızın dört
rek'ât kılar. Şâfiîlere göre bayram namazı kaza'ya kaldığı şekilde yani iki
rek'ât olarak ve ne zaman olsa kılınır. Yalnız zevalden önce kıîınırsa edâ,
sonra kılınırsa kaza olur.
Hanbelîlere göre dahi
imamla kılamayan bayramı istediği vakitte kazaya kaldığı şekilde kılar.
Malikîlere göre bayram
namazım imamla kılamayan artık onu kaza edemez ise de, onu sonradan kaza olarak değil de mendub olarak kılar.
Bahsin başında da
işaret ettiğimiz veçhile bayram namazlarının sıfatı hakkında üç kavil vardır :
1— İmâm-ı
Âzam Ebu Hanîfe'ye göre vâcibtir. Buna Resûlüllah (S.A.V.) ile Hulefâ-i
Râşidîn'in devam etmiş olmaları delâlet ettiği gibi, Ashâb-ı Kirâm'a namazgaha
gitmelerini emir buyurması da delildir.
Zîra emir mutlak vücub
ifâde eder. Kitaptan delili ise,
[277]«O
halde Rabbin İçin namaz kıl ve kurban kes» âyet-i kerîmesi kurban bayramı için,
[278]«tezekki
edip, Rabbisinin ismini anan muhakkak
kurtulmuştun âyeti de Ramazan
bayramı için delildir.
Müfesshierin ekserileri bu âyetteki
« £ y » yi sadaka-I fıtır ile (zikir) i
de bayram namazı ile tefsir
etmişlerdir.
2— îmâm-ı
Ahmed îbni HaribeVe göre farz-ı kifâyedir. Çünkü seâîr-i dîniyye'dendir. Ve
cihâd gibi bâzılarının edâ etmesiyle diğerlerinden sakıt olur.
3— Sünnef-i
Müekkededir. Resûlüilah (S,A.V.)'in
devam buyurması sünnet-i müekkede olduğuna delildir. Ebu Hanîfe'den gayrı Hanefî imarrllanyla,
Şâfü ve Mâlik'in mezhebi budur. Bunlar «Beş namaz vardır. Allah bunları
kullarına farz kılmıştır.» Hadîsiyle de istidlal ederlerse de, kendilerine «bu
istidlal mefhum-u âdetle olduğundan, makbul değildir; bir de bu namazların
günlük beş vakit namaz oJmak ihtimâli vardır» diye cevap verilmiştir.
Mevzuu bahsimiz
hadîsde «İkî rek'âttan Önce ve sonra namaz kıl-mamışfır» denildiğine göre
bayram namazından evvel ve sonra nafile kılmak meşru olmamış demektir.
Aşağıdaki Ebu Saîd hadîsinde dahi bayram namazından önce nafile kılmazdığı beyân
ediliyorsa da, aynı hadîste namazdan sonra, evinde iki rek'ât nafile kılardığı
ifâde ediliyor. Şu halde buradaki «namazdan sonra nâfÜe ktlmamişfır» sözü namazgahta
iken kılmamıştır mânâsına alınır.[279]
516/390- (Yine)
İbni Abbas radıyatlahü anhüma'âan rîvâye edilgine göre : Peygamber SallaMahii
aleyhi ve sellem, Bayramı ezansız ve ikameîsİz kılmıştır.»[280]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
tahric etmiştir. Ash Buhârî'dedir. Hadîs-i şerîf, bayram namazlarında ezanla
ikametin me;;rû olmadığına delildir. Yapılırsa bid'atr, İbni Ebi Şeyhe (—234)
sahih bir isnadla İbni Müseyyeb'ten şunu rivayet etmiştir
«Şüphemiz kî bayram
namazı için ezanı ilk ihdas eden Muâviye'dir.» Bunun bir mislim de mutemed
râvilerden tmâm-ı Şâfü (150—204) rivayet etmiş ve şunu da eklemiştir.
«Haccae Medîne'ye emir
olduğu zaman bununla amel etmiştir.» İlmi Münzir (—310) Basra'da bu ezanı ilk
îcâd edenin Ziyâd olduğunu rivayet etmiştir Bâzılar» bunu ihdas edenin Mervan
olduğunu söylerler. Ibnı E in 'Habib'e Söre Abduliah ibni Zübeyr'di.. İbni
Zübevr aynı zamanda ikat de ettirmiştir. İmam-ı Şâfinm sıka râviler vasıtasıyla
Zuhrı (-.î24)-den rivayetine göre Peygamber (S.A.V. bayramda müezzine «Namaz
toplayiCîd.r». demesini emrederiniş.[281]
517/391- «Ebu
Saîd radıyalîahü anlı*den rivayet edilmiştir. Demiştir kh ResûSüliah
Sallallahü aleyhi ve seUem, bayramdan önce hiç bîr namaz kılmazdı. Evine;
döndüğü zaman iki rek'ât kılardı».[282]
En hadisi. İbni Wlâce
güzel bir isnadia rivayet etmiştir.
Bu hadisi, Hâkim
(321—405) ile Ahmcd ibni Hanbcl (164—241) d*% taline etmişlerdir, Tİrmizî
(200—279), İbni Ömer (R. A./dan fcu-iro.ii bonzc-riiü rivayet eu-niy ve
sahihlemiatir. Aynı hadîsi, lrr.'n;ı-< Ahhtcd ile Hâkim de rivayet
etmişlerdir. Hadîsin Taberânı (260--''BOVnin «EhEvsâ:» mda t aşka tarîki de
vardır. Lâkin bu tarîkte Câbir Cu'fi vardır. Bu zat metruktür.
Hadîs-i şerif, bayram
namazından sonra evde iki rek'ât nafile kılmanın meşru olduğuna delildir.
Fakat tmâm-ı Ahm-ed'in merfu olarak İbni Ömer (R, A./dan rivayet
ettiği şu hadis, buna muarızdır.
«Bayram günü (namazdan)
ne önce ne de sonra n^rnaz vardır.» Bu iki hadîsin em edilerek «bayram ovada kılmırsa yoktur»
denilir.[283]
518/392- «(Bu
da) Ebu Saîd raaUahü aniden Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve
sellem,ban bayramlarında namazgaha çıkar ve ilk başladığı şey namaz olurdu.
Sonra namazdan çıkar ve cemâat saflarında oldukları
halde, onların karşısında ayakta
durur kendilerine vaaz eder; emir verîrdi.[284]
Bu hadîs, Müftefekun
Aleyh'dir.
Hadîs-i şerifte
namazgaha çıkmanın meşru olduğuna delîl vardır. Hatıra gelen, namazgahın
Mescid-i Nebevî'den başka bir yer olmasıdır id, hakikatta da öyledir. Hz.
Peygamber (S.A.V.)'in namazgahı malûm bir yer olup, bununla mescidinin kapısı
arasında aşağı yukarı bin metrelik bir mesafe vardı. Bu hadîsde namazın hutbeden
evvel kılınacağına da delâlet vardır. Mes'ele yukarıda geçmişti. Bayram
namazından önce nafile kılınmazdiğı dahi bu hadîsten anlaşılan hükümlerdendir.
«Cemâatin karşısında ayakta durur» tâbirinden namazgahta minber olmadığı
anlaşılıyor. îbni Hİbban (—354)'m tahric ettiği bir rivayette,
«Bayram günü devesinin
üzerinde hutbe okudun denilmiştir. îmâm-ı Buharı (194—256) rivayetinin
sonunda, bayram namazgahına ilk minber kuranın Mervân olduğunu zikretmiştir.
Vakıa Ömer İbni Şebbe[285],
namazgahta cemaata minber üzerinde ilk hutbe okuyanın "Hz. Osman (B.A.)
olduğunu; bunu bir defa yapıp, sonra bıraktığını bir daha Mervan'm yaptığını
rivayet etmiştir. Ama/herhalde Ebu Saîd (R. A.) bunu duymamıştır.
Hadîs-i şerîf, bayram
hutbesinin meşru olduğuna ve bu hutbenin cuma hutbeleri gibi emir ve vaazı
ihtiva ettiğine de delâlet ediyor. Yalnız cumada olduğu gibi bayram hutbesinin
de iki tane olduğuna ve aralarında oturulduğuna bu hadîste delâlet yoktur.
îhtimal ki bu cihet Resûlüllah (S.A.V.)Men sabit olmamış; cumaya kıyasen
sonradan ilâve edilmiştir.[286]
519/393-
«Amr ibni Şuavb[287] dan
o da babasından, o da dedesinden Radıyaîlahü anhüm duymuş olmak üzere rivayet
edilmiştir. Demiş-tir ki: Allah'ın Peygamberi Sallallahü aleyhi ve seUem :
Ramazan bayramında
tekbîr; ilk rek'âtta yedi, diğerinde beştir. Kıraat onların ikisindende
sonradır» buyurdular.[288]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
tahric etmiş; Tirmîzî, Buhârî'den onu sahîhlediğmi nakleylemiştir.
Amr'ın babası Şuayb,
onun babası Muhammed, onun babası da Abdullahtır. Eğer kelimelerindeki zamirler
Amr'a râcı iseler mânâ: Babası Şuayb, dedesi Muhammed'den, o da Resulüllah'tan
işitmiş demektir. Bu takdirde hadîs mürseldir. Çünkü dedesi Muhammed Hz.
Peygamber (S.A.V.)'e yetişmemiştir. Şayet deki zamir Amr'a; deki de Şuayb'a râci ise, bu
takdirde Şuayb dedesi Abdullah'tan işitmiş oluyor. Halbuki Şuayb dedesi
Abdullah'a yetişmemiştir. İşte bu illetten dolayı Buhârî ile Müslim Amr'ın
hadîsini tahric etmemişlerdir. Fakat Zehebî (673—748): «Şuayb'in, Ceddi
Abdullah'tan hadîs dinlediği sabit olmuştur» diyor. Bundan dolayı kendisiyle
«Sünen» sahibi Dörtler ibni Huzeyme (223—311) İbni Hibban (—354) ve Hâkim
(321—£05) ihticac etmişlerdir.
Yukanki hadîsi îmâm-ı
Ahmed (164—241) ile İbni Medînî (161—1 de Lahric etmişler ve sahîhlemişlerdir.
Bu hadîs, Hz. Âîşe# Saad Kurazî, İbni Abbas, İbni Ömer ve Kesîr İbni Abdullah
(R. Anhüm)'d&Ti dahi rivayet olunmuştur. Lâkin hepsinde zayıf râviler
vardır. Hz. Ali ile İbni Abbas (R. AJ'dan mevkuf olarak da rivayet edilmiştir.
îbni RüŞd (514—595) : «Bu rnes'elede sahabenin kavilleri ile amel etmelerinin
sebebi Peygamber (S.A.V.)'den bir şey sabit olmadığındandır.» demiştir. Ukeylî
(—769) dahi Ahmed ibni Haribel'in «Bayram tekbirleri hakkında sahih hadîs
rivayet edilmiş değildir» dediğini naklediyor.
Hadîs-i şerif, bayram
namazının ilk rek'âtında yedi tekbîr alınacağına delâlet ediyor. Bunların
iftitah tekbîri olmaları ve keza zâid tekbîr olmaları ihtimalleri varsa da,
zâid tekbîr olmaları daha akla yakındır. Mes'ele ihtilaflıdır. îbnİ Kayyım
(691—751) «El-Hedyii'n-Nebevî» adlı eserinde iftitah tekbîrinin bunlardan
olduğunu söyler. Yine bu hadîs ikinci rek'âtta beş tekbîr alınacağına delildir.
Sahabe ve ulemâdan bir cemaatla Şâîîî'erin mezhebi budur. Bâzıları «ilk
rek'âtta beş, ikincide dört tekbîr alınır» demiş, Hanefîlerle bâzı uİemâ her
iki rek'âtta üçer tekbîr alınacağını; Mâlîkîlerle Hanbefîler de ilk rek'âtta
altı, ikincide beş tekbîr alınacağını ileri sürmüşlerdir. Tekbîrlerin yerleri
ve bayramların nasıl kıîınacağım öğrenmek için her mezhep sâlikleri kendi fıkıh
kitaplarına müracaat etmelidir.
Hadîs-i şerif, her iki
rek'âtta kıraatin tekbîrlerden sonra olacağına da delâlet ediyor. Nitekim
Eimme-i Selâse denilen Şafiî, Mâlik ve Ahmed'in. mezhepleri budur. Ebu
Hanîfe'ye göre ilk rekaâtta tekbîrler kirâattan evvel, ikinci rek'âtta
kırâattan sonra getirilir. Ve bu suretle iki rek'âtın kirâatları biribirlerine
eklenmiş olur.
San'ânî (1059—1182)
Musannifin «Tirmizî, Buhârî'den onu sahîhîediğmi nakl eylemiştir» sözü üzerinde
durarak, TirmizVmn «Sünen» inde böyle bir şey bulunmadığım, bunun yerine orada
Kesir ibni Abdullah hadisine tesadüf ettiğini ve Tirmizî'nin bu hadîs hakkında
: «Bu bâbda rivayet edilen en güzel şeydir» dediğini naklettikten sonra,
'BeyhaM (384—458)'nin de «Es-Sünenü'l-KÜbrâ» nam eserinde aynı vehme
kapıldığını uzun uzadıya anlatmış ve : «Bununla Musannifin Tirmizı'den nakl
hususunda hafız Beyhakî'yi taklîd ettiği anlaşılıyor» demiştir.
Halbuki TirmizVrân
hadîsi, Buhârî'ma sahîhlediğini nakletmesi vehim değil, hakikattir. Yalnız bu
nakil «Sünen» de değil, «ELÎleU de'dir. Nitekim Hafız Zeyneddin Irakî (—806)
Tirmizî'nin şerhinde şöyle demektedir : «Tirmizî, «El-îlelül-Müfred» de
BuharVmn, Amr ibni Şuayb hadîsi sahihtir dediğini kendisinden nakletmiştir.»
Binaenaleyh Amr İbni Şuayb hadîsi bu bâbda sadra şifâ veren bir hadîstir.
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) her iki tekbîr arasında hafifçe sükût buyururlardı.
Fakat tekbîr aralarında muayyen bir zikri olduğu rivayet edilmemiştir. Yalnız
İbni Mes'ud (R.A.)'dan bir rivayette hamd-ü sena ve Peygambere salâvat
getireceği söylenmiştir. Tdberânî (260—360) «El-Kebîr» de İbni Mes'ud
(R.A.)'dan şu hadîsi rivayet etmiştir:
«Her iki tekbîr
arasında iki kelime mikdarı sükût vardır.» Lâkin bu hadîs, mevkuftur. Ve
râvîleri arasında Süleyman b. Erkam vardır ki, bu zât zayıftır. İbni Ömer (R.
A.) tâbi olmak için boyuna Resût-ü Ekrem'in ne yaptığını araştırmakla beraber,
her tekbîrde ellerini kaldırırdı.[289]
520/394-
«Ebu Vâkid-i Leysî[290]
radtyallahü anh'dm rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber (S.A.V.) Fitre
ve Kurban bayramlarında sûrelerini okurdu.[291]
Bu hadîs!, Müslim
tahric etmiştir.
Tabiî, İd ilk rek'âtta
«Fatiha» dan sonra «Kâf» sûresini, ikincide de okurmuş.
Hadîs-i şerîf, bayram
namazlarında bu iki sûreyi okumanın sünnet olduğuna delâlet ediyor. Yukarıda
Resûlullah (S.A.V.)'in bayramlarda «Sebbİh» ve ng âsîye sûreleri» ni okuduğunu
görmüştük. Anlaşılan ba-zan onları, bazan da bunları okuyormuş. İmâm-% Şafiî
(150—204) İle Mâlik (93—179)'in mezhebi de budur.[292]
521/395- «Câbir
radıyallahü anh'den rîvâyel edilmiştir. Demiştir kî: ResûEüllah SaUaîîahü
aleyhi ve sellem, Bayram günü otdu mu yolu değiştirirdi.»[293]
Bu hadîsi, Buhârî
tahric etmiştir. Ebu Dâvud'da İbni Ömer'den (R. Anhüma) bunun benzeri vardır.
Yani, namazgahtan
dönerken başka yoldan döner; gittiği yoldan gelmez imiş. Tirmizî (200—279) :
«Bâzı ehl-i ilim buna kail olmuş; ve imamın böyle hareket etmesini müstehab
görmüştür. Şafiî de buna kaildir.» diyor. Yalnız tmâm-ı Şafiî değil, Ebu Hanîfe
ve diğer ulemânın ekserisi buna kail olmuşlardır. Bayram namazına değişik
yollardan gidip »gelmek hem imama, hem cemaata meşrudur.Ebu Dâvud rivayetinin
lâfzı şöyledir :
«İbnl Ömer'den rivayet
edildiğine göre ResûlülJah Sallaîlahü aleyhi ve sellem, bayram günü bir yoldan
gitmiş, sonra başka yoldan dönmüştür.»
Bu hadîs de yukarıki
Câbir hadîsinin delâlet ettiğine delâlet ediyor. Buradaki hikmetin ne
olacağında ihtilâf edilmiştir. Bâzılarına göre her iki yolun boyundakilere
selâm vermek içindir. Diğer bâzılarına göre, gidenin bereketinden her iki
yolun boyundakiler istifâde etsin diyedir. Bir takımları iki yolun
boyundakilerin ihtiyaçları varsa, gidermek içindir demiş; bir takımlari şâir
yollarda ve caddelerde Şeâir-i Dîniyyeyi göstersin diye meşru olmuştur
demişlerdir. Münafıklar İslâmiyetin kuvvet ve şevketini görsün de gayızlarından
patlasınlar diye; çok yerler şâhid olsun diye meşru olmuştur, diyenler de
vardır. Bunlar hiç şüphe yoktur ki camiye veya namazgaha giden kimsenin bir
adımı derecesini arttırır; öteki de günâhım bağışlatır. Bu hâl tâ evine
dönünceye kadar devam eder; diyorlar.
Nihayet bütün bu
sayılan hikmetlerden dolayı ayrı yollardan gidip gelmek meşru olmuştur diyen de
olmuştur ki en iyisi de budur. İbni Ömer (R. A.) evinden namazgaha kadar tekbîr
alarak giderdi.[294]
523/396- «Enes
radtyallahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah Sallalîahü
aleyhi ve sellem, Medine'ye geldiği zaman Medîne'IHerin iki günü vardı. Onlarda
oynarlardı. Bunun üzerine Peygember SaUaTlahü aleyhi ve sellem :
Allah; size bunların
yerine, bunlardan daha hayırlısını verdi. Kurban bayramı ile, Ramazan bayramı
gününü.» buyurdu.[295]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Nesâî sahîh bir isnâd île tahric etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf.
Peygamber Sallaîlahü aleyhi ve sellem'in bu sözleri Medine'ye gelişinin hemen
akabinde söylediğine delâlet ediyor. Nitekim tâkib edatı olan ile zikir
edilmesi de buna delâlet eder. Siyer kitaplarına bakılırsa tslâmda ilk meşru
olan bayram Ramazan bayramı olup, hicretin ikinci yılında vâki olmuştur.
Hadîste, bayram günlerinde sevinç izhar etmenin mendûp olduğuna delâlet vardır.
Çünkü câhiliy-yet devri, bayramını bu bayramlarla değiştirmek, o bayramda
yapılanın bunlarda da yapılabileceğine delâlet eder. Yalnız vakit hususunda
ehl-i câhiliyyete muhalefet vardır. Bununla beraber, bayramlarda ehl-i
câhilliyyetin her yaptığı bize de mubahtır denilemez. Bundan murâd : Elbette
dînen bir mahzur ve ibâdete bir mâni bulunmamakla mukayyed-dir. Amma çoluğa,
çocuğa karşı bayramlarda biraz daha cömert davranmak ve onları refaha
kavuşturmak gibi şeyler meşrudur.
Bâzı ulemâ bu hadîsten
müşriklerin bayramlarında sevinmenin ve onlara benzemenin kerahet ve
iğrençliğini istinbât etmişlerdir. Hattâ Hanefilerden AUâme Ebu Hafz Bustî :
«Bir kimse gününü tazim için bir müşrike bayramında bir yumurta verse, muhakkak
kâfir olur» demiştir. Şeyhii'l-îslâm îbni Teymiyye (661—728)'nin bu hususta
<<İktizâü's-Sırati'l-Müstakîmy adlı bir eseri vardır. Gayri müslîm-lerin
yılbaşı bayramını tosîd için onlardan kat kat fazla mübalâğalarla hazırlanan ve
evlerini yeşil çamlarla süslemek sevdasıyla çam katliâmı hususunda yarışa
girişen, hattâ çocuklarına gayrı müslim adı koymaya başhyan zamanımızın mecazi
müslümanlannın kulakları çınlasın!
Mamafih biz
kendilerine yine Cenâb-ı Feyyaz-ı mutfak hazretlerinden hidâyetler dileriz.
Gayr-ı müslîmlere benzemek hususundaki hadîs-i şerîf inşallah eserimizin
dördüncü cildinde gelecektir.[296]
524/397- «Ali
radıyallahü anh'öen rivayet edilmiştir.
Demiştir ki: Bayrama yürüyerek çıkmak sünnettendir.»[297]
Bu hadîsi, Tİrmîzî
rivayet etmiş ve hasen bulmuştur.
Hadîsin tamamı
Tirmizî'de şöyledir : «Çıkmazdan önce bîr şey yemek de sünnettendir.» Tir
(200—279) : «Ekser ulemâya göre bu hadîsle amel olunur. Onlar bayrama yürüyerek
çıkmayı ve çıkmazdan önce bir şey yemeyi müstehâb görürler. Özürsüz bir
vasıtaya binerek gidilmemesi müstehâbtır.» diyor.
San'ânî diyorki:
«Tirmizî'rân bu hadîse hasen dediğini bulamadım. Hasen diyeceğini de
zannetmiyorum. Çünkü hadîsi kendisi Haris b. Aver tarikiyle rivayet etmiştir.
Hadîs âlimlerinin onun hakkında sözleri vardır. Zührî (—124) mürsel olarak şu
hadisi tahric etmiş.
amber SaMaMahü aleyhi
ve seüem, hiçbir bayram ve cenazede vasıtaya binmemiştir.» İbni Ömer (R.A.)
bayrama yürüyerek gider; yürüyerek dönerdi. Yemeyi çıkmazdan önce diye takyid
etmenin vechi yukarıda Abdullah ibnî Büreyde hadîsinde görülmüştür. îbni Mâce
(207— 275) dahi Ebu Râfi' ve başkalarından şu hadîsi rivayet etmiştir :
«Peygamber Sallallahü aleyhi ve seUem, bayrama yürüyerek gider; yürüyerek
dönerdi,» Lâkin Buhârî (194—256) «Bayrama yaya ve binitti gitme babı» diye bir
bâb yapmış ve yürümekle binek gitmeyi birbirine müsavi tutmuştur. Herhalde
Buhârî bu bâbdaki hadîsi sahîh bulamıyarak, kolaylık, hususundaki asıl kaideye
dönmüştür.[298]
525/398- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anfc'den rivayet edildiğine göre kendilerini bir bayram
günü yağmur tutmuş; bunun üzerine Peygamber SaUaUahü aleyhi ve sellem, bayram
namazını mescidde kıldırmıştır.»[299]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
gevşek bir isnadla rivayet etmiştir. Çünkü, isnadında meçhul bir adam vardır.
Aynı hadîsi îbni Mâce ile Hâkim de zayıf bir isnadla rivayet etmişlerdir.
Bayram namazını ovada mı, yoksa mescidde mi kılmak efdâl olduğu ihtilaflıdır.
Imâm-ı Şâ/i'ye göre mescid geniş ise, mescidde kılmak efdâldir. Onun sözünden
anlaşılıyor ki, ovaya çıkmanın illeti cemâati toplamaktır. Bu iş mescidde de
hasıl oluyorsa o zaman mescidde kılmak efdâl olur. Mekke'lilerin mescidi geniş,
etrafı bilâkis dar olduğundan onlar sahraya çıkmazlar. Ulemâdan bir cemaata
göre bayram namazını mescidde kılmak efdâldir. Hanefîterle Mâlîkîlere göre mescid
geniş bile olsa ovaya çıkmak efdâldir. Delilleri Resûliillah (S.A.V.)'in
bayramları bir özür bulunmadıkça dâima sahrada kılmış olmasıdır. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) elbette efdali tercih ederdi. Hz. Ali (B. A.) dahi bayram namazı
kılmak üzere sahraya çıkmış, ve «Bu sünnet olmasaydı mescidde kılardım.»
demiş. Sonra cemâatin zayıf takımına bayram namazı kıldırmak için mescidde bir
vekil bırakmıştır. Amma sahrada üstü açık bir mescid varsa, bayramı o mescîdde
kılmak efdâldir. Tavanlı ise mes'ele yine ihtilaflıdır.
Fâide : Bayram
günlerinde en güzel şekilde giyinmek, en güzel kokuları sürünmek, ve kurban
bayramında bulabildiği en semiz hayvanı kurban etmek müstehâbtır. Bu bâbda
Hâkim (321—405) Hasan' dan şu hadîsi tahric etmiştir ;
«Imâm-ı Hasan demiştir
ki : Bize Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve seîlem, bayramlarda bulduğumuzun en
güzelini giymemizi; bulduğumuzun en güzeliyle kokulanmamızı ;bulduğumuzun en
semizini kurban etmemizi, sığın yedi kişi, deveyi on kişi için kesmemizi,
tekbîri, sükûnet ve vakarı aşikâr etmemizi emir buyurdular.»
Hâkim bu hadîsi,
İshale b. Berzah tarîkinden tahric ettikten sonra : «Şu İshak'uı meçhul
kalması olmasaydı, bu hadîse sahîh diye hükmederdim.» demiştir. Mâmâfîh îshak
meçhul değildir. Çünkü onu Ezdi zayıf bulmuş, İbni Hİbbân (—354) mutemed
saymıştır. Bu suretle o meçhul kalmaktan kurtulmuştur. Teşrik tekbîrleri
hakkında vazıh bir hadîs yoktur. Bu sebeble onları zikredemiyoruz.[300]
526/399-
«Muğîretü'bnü
Şu'be radıyaîîahü anh*öen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
SallaUahü aleyhi ve setlem, zamanında (oğlu) Ibrahİmîn vefat ettiği gün güneş
tutuldu. Derken Öteki, beriki «güneş İbrahim'in ölümü için tutuldu» dediler.
Bunu üzerine Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve sellem :
Şüphesiz ki güneş ve
ay Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Onlar hiç bir kimsenin ölümü ve hayatı
için tutulmazlar. Onları (tutulmuş) gördünüz mü hemen Allah'a duâ edin ve tâ.
açılıncaya kadar namaz kılın, buyurdular».[301]
Hadîs, Müttefekun
Aleyh'dir. Buhârî'nin bir rivayetinde : «Mün-celi oluncaya kadar» tâbiri
kullanılmıştır.
«Buhârî'dekİ Ebu Bekre
hadîsinde : «Şu halde SİZ başinizdaki
açılıncaya kadar namaz kılın ve duâ edin.» buyruimuştur.
«Resûlüllah SaUallahü
aleyhi ve seMem'in oğlu ibrahim hicretin onuncu yılında ,bir rivayette «onaltı»
aylık diğer bir rivayette «onsekiz» aylık iken Rebîülevvel ayının onuncu veya
dördüncü çarşamba günü vefat etmiş; cenazesini bizzat Hz. Peygamber SaîlaUahü
aleyhi ve settem' kıldırarak Medine'nin meşhur kabristanı «Baki» a defn
etmişlerdir. O gün tesadüfen güneş tutulmuş. Bunu gören halk: «Bu güneş İbrahim'in
ölümü için tutuldu» demişlerdi. Çünkü güneş, mû'tad olmayan bir zamanda
tutulmuştu. Arapîarca ayın onunda veya dördünde güneş tutulması hemen hemen
görülmüş şey değildi. Bundan dolayı onun tutulmasını bu hazin hâdiseye atfetmek
istemişlerdi. Fakat Resûlüllah (S.A.V.)
bunu reddetti. Ve güneş ile ayın Allahü
Teâlâ'mn birliğine, kudretine, onun şiddet ve azabından kullarını korkutmaya
delâlet eden iki alâmet olduğunu beyân buyurdular. Hadîs-i şerif ma'nen:
[302]«Biz
âyetleri korkutmaktan başka bir şey îçîn göndermeyiz» âyet-i kerîmesinden
alınmıştır.
Araplar güneş
tutulmasına «Küsûf» ay tutulmasına da «Hüsûf» derler. Küsûf kelimesi
masdardır. Fiil olarak kullanıldığı vakit, kef'in fethasıyla derler. Nadiren
kef'in zammı ile eklinde meçhul de okunduğu gibi, fiîl-i mazinin ziyâden"
bâblarından «infial» babına nakledilerek
dahi denilir. «Hüsûf» kelimesinin
kullanışı da aynen bunun gibidir. Ve
bu şekillerin hepsinde mânâ : «Güneş
tutuldu. Ay tutuldu» demektir.
Bu iki lâfzın hem
güneş, hem ay tutulması hakkında kullanılıp, kulla mîamıyacağı ulemâ arasında
ihtilaflı bir mes'eledir. Kur'ân-ı Kerîmde hüsûf ay tutulması mânâsında
kullanılmıştır. Fakat aynı kelime hadîste güneş tutulması mânâsında
kullanılmış buyrulmuştur. Nitekim Küsûf kelimesi de hem güneş, hem ay tutulması
mânâlarında kullanılmıştır, Araplar derler. «Ayla güneş küsûf hüsûf olurlar. Yani
tutulurlar» demektir. Yalnız hadîste
ay tutulması hakkında küsûf kelimesi kullanılmamıştır.
îşte ulemâ-i kiram
buna bakarak küsûf kelimesini yalnız güneş tutulmasında, hüsûfu da ay
tutulmasında kullanmışlardır. Lügat âlimîe-lerinden Sa'Jeb (—291) bunu ihtiyar
etmiş; Cevheri de bunun içmı «daha fasihtir» demiştir.
Asıl lûgatta küsûf :
Siyaha çalar; karamsı demektir. Hüsûf iser noksanlıktır. Mamafih bu kelimelerin
mânâları hakkında başka kaviller de vardır. Bir kimsenin hayatı hakkında güneş
tutulacağı bahis mevzuu olmadığı halde, hadîs-i şerifte «hayatı için»
buyrulması bu hususta hayât ile memat arasında bir fark olmadığını anlatmak
içindir. Yani nasıl ki siz bir kimsenin hayatı için ay ile güneşin tutulacağına
kail olmuyorsanız, tıpkı onun gibi, onlar bir kimsenin ölümü için de tutulmazlar,
demektir.
Burada mevzu'u bahs
olan yalnız güneşin tutulması olduğu halde, Resûlüllah (S.A.V.)'in ayı da
zikretmesi ifâdeyi zenginleştirmek ve ay ile güneşin, bir hükümde olduğunu
anlatmak içindir. Buna edebiyatta «Üslûb-u hakîm» derler. Bundan sonra Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.) böyle korku ve heyecan veren bir hâdise karşısında ümmetine
meşru olan şeyin namaz kılmak ve dua etmek olduğunu beyân eylemiştir. Namazın
keyfiyeti aşağıda gelecektir. Buradaki emri; vücûb mânâsına alan olmuşsa da
cumhur ulemâya göre nedib manasınadır. Ve küsûf namazı sünnet-i müekkededir.
Kemal İbni Hümâm «Fethü'l-Kadîr» de: «Küsûf namazı Cumhur'a göre hilâfsız
sünnettir. Yahut bir kavilciğe göre vaciptir» der. Ebu Avâne (—316) sahihinde
bu namazın vâcib olduğunu tasrih etmiştir. Hattâ vücûbu îmâm-ı Âzam'â&n
bile rivayet olunur.
Resûlüllah (S.A.V.)
küsûf namazı ile duanın güneş açılıncaya kadar devam edeceğini bildirmiştir.
Binaenaleyh güneş açıldı mı, namaz da sona erecektir. Bunun mânâsı namaz
kılarken açılıverse, namazı tamamlamaya lüzum kalmadan kıldığı ile iktifa
ederek, namazdan çıkmak ise de Müslim (204—261)'in rivayetinde selâm verdiği
zikredilmiştir. Şu halde namaz behemehal tamamlanacaktır. Bu namazı şâir
namazlara kıyas etmek de aynı neticeyi verir.
Hadîs-i şerif küsûf
namazının .sebebi bulunduğu zaman kılınacağına delâlet eder. Bu namazın sebebi
güneşin tutulması olduğuna göre, güneş her ne zaman tutulursa, namaz da o zaman
kılınacak demektir. Cumhur ulemânın mezhebi de budur. lmâm-ı Âzam (80— 150) ile
îmâm-% Ahmed ibni Hanbel (164—241) sair namazlar gibi bunun da kerahet
vakiterinde kıîmamıyacağma kail olmuşlardır.
Hadîs-i şerifin
buradaki rivayetinin sonunda denilmiştir. Bu rivayet Müslim'indir, Buhâri'de
bunun yerine « UC £^ » denilmişse de mânâ birdir.
Bu hadîs, Küsûf bâbmda
Buhâri'nin rivayet ettiği ilk hadîstir ve görüldüğü gibi tabiriyle rivayet
edilmiştir.
Bundan murâd, başınıza
gelen güneş veya ay tutulması açılıncaya kadar demektir.[303]
528/400- «Âîşe
radıyaliahü anhâ'dan rivayet edilmiştir ki; Peygamber Sallaîlahil aleyhi ve
sellem, küsûf namazında kıraatim aşikâr eylemiş ve iki rek'âtta dört rükû,
dört de secde yapmıştır.»[304]
Hadis, müttefekun
aleyh'dir. Bu lâfız, Müslim'indir.
«Müslim'in Âişe'den» bir rivayetinde namaz toplayıcıdır. Diye nida
edecek bir kâhya dahi gönderdi.» denilmiştir.
Hadîs-i şerîf, küsûf
namazında kıraatin aşikâr olabileceğine delildir. Buradaki küsûftan murâd :
Güneş tutulmasıdır. Çünkü İmâm- Ahmed ibni Hanbel hadîsi «Güneş tutuldu» ve
«Sonra okudu ve kıraati aşikâr eyledi» lâfızlarıyla tahric etmiştir. Aşikâr
okuma mes'elesini Tirmizî (200—279) Ta-havi (23&—321) ve Dâre Kutnî
(306—385) de tahric ettikleri gibi îbni Huzeyme (223—311) ve başkaları, küsûf
namazında Hz. Ali (R. A.)'in aşikâr okuduğunu merfu' olarak rivayet
etmişlerdir. Bu Hususta dört kavi vardır.
a— Hanefİlerden
îmândı Ebu Yusuf (113—182) ile îmâm- Muhammed'e (135—189) ve diğer mezhep
imamlarından İmâm-% Ahmed îbni Haribel'e göre hüsûf ve küsûf namazlarında
kıraat mutlak surette aşikâr olur. Delilleri, sadedinde bulunduğumuz hadîstir.
Vakıa bu hadîs, yalnız güneş tutulması hakkında vârid olmuşsa da
— 203 y tutulması da
ondan farksızdır. Zaten Resûlüllah (S.A.V.) bundan dolayı ikisini hükmen bir
tutmuş.
«Onları tutulmuş
gördünüz mü hemen namaz kılın ve dua edin» buyurmuştur. Namaz ve duâ hususunda
asıl olan, ikisinin de bir olmalarıdır. Hadîs ulemâsından îshak b. Rahuveyh
(168—238) îbni Huzeyme, İbnü'l-Münzir (—310) ve sâirenin mez-lıebi de budur.
b— Mutlak
surette gizli okunur. Bu kavi Hanefîlerden îmâm-ı Âzam] Ebu Hanîfe (80—150) ile
sair mezâhib imamlarından îmâm-% $âfiî (150—204) ve İmâm-ı Mâlik (93—179)
hazerâtmm mezhebidir.
Delilleri : İbni Abbas
(R. A.) hadîsidir. Bu hadîste :
«Peygamber SaUaîlahü
aleyhi ve sellem, Bakara Sûresini (okuyacak) kadar uzun zaman ayakta kaldı»
denilmektedir. Şayet aşikâr oku-saydı; Bakara Sûresini okuyacak kadar diyerek
takdir etmezdi.
Filhakika Buhârî
(194—256) talik suretiyle İbnî Abbas (R.A.)dan şu hadîsi rivayet etmiştir :
«İbni Abbas
radıyaliahü anh küsûf namazında Peygamber Sdtlallahü aleyhi ve sellem'm yanı
başına durmuş. Fakat ondan bir harf bile işitmemiştir.» Aynı hadîsi, Beyhâkî
(384—458) üç yoldan mevsul olarak da rivayet etmişse de bunların hepsi de
gevşektir. Şu kadar var ki, bunlarla «İbni Abbss (R. A.) Peygamber (S.A.V.)'den
uzak bulunduğu için onun aşikâr okuduğunu işitmemiştir.» şeklindeki itiraz
defedilmiş olur.
c— Bâzılarına
göre küsûf namazı kılan kıraat mes'elesinde serbesttir, îsterso gizli okur;
dilerse aşikâr eder. Bunlar yukarıki kavillerin delilleriyle amel ederler. Ve
«Resûlüliah (S.A.V.) iki şekilde de kılmıştır» derler.
d— Güneş
tutulduğu zaman gizli okur. Ay tutulduğunda ise aşikâr eder» diyenler de
vardır. Bunlar İbni Abbas (R. A.) hadîsiyle amel eder ve bu namazları günlük
beş vaktin namazlarına kıyas ederler.
Bu hadîste küsûf
namazının iki rek'ât olduğu ve her rek'âtta ikişer rükû ile ikişer secde
yapılacağı beyân edilmiştir. Lâkin aşağıdaki hadîsin şerhinde bu hususta
ihtilâf olduğu görülecektir.
îmâm-ı Müslim'in Hz.
Âişe (R. Anha)'Az,n rivayet ettiği
cümlesini nahv itibarıyla bir kaç çeşit okumak raüm-kündür. Birinci
ihtimâle göre sözü mahfuz bir fiilin mef'ûlüdür. ise o mef'ûlün hâlidir.
Binaenaleyh ikisi de mansub okunur ve cümle
«Namaza,.toplayıcı olduğu halde gelin.» mânâsını ifâde eder. İkinci
ihtimâle göre bu cümle mübtedâ ile haberden meydana gelmiş bir isim cümlesidir.
Nitekim kitabımizdaki hareke ve mânâ ona göre verilmiştir. Daha başka
takdirler de vardır.
Bu rivayet, namaza
toplanmak için bu lâfızla davet yapmanın meşru olduğuna delâlet eder.
Resûlüllah (S.A.V.)'den bu lâfızla bir emir başka namazlar hakkında vârid
olmamıştır.[305]
529/401- lbni
Abbas radıyaTlahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah
SaUaUahü aleyhi ve setlem, zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine namaz kıldı.
Ve Bakara sûresini okuyacak kadar uzun zaman ayakta kaldı. Sonra uzun bir rükû
yaptı. Sonra başını kaldırdı. Ve ilk kıyamdan daha az olmak üzere uzun uzadiya
bîr kıyam yaptı. Sonra birinci rükûdan daha az olmak üzere uzun bir rükû yaptı.
Sonra secde etti. Sonra birinci kıyamdan daha az olmak üzere uzun uzadı ya bir
kıyam yaptı. Sonra birinci rükûdan daha az olmak üzere uzun bir rükû yaptı.
Sonra başını kaldırdı. Ve birinci kıyamdan daha az olmak üzere uzun uzadıya
bir kıyam yaptı. Sonra birinci rükûdan daha az olmak üzere uzun bir rükû yaptı.
Sonra başını kaldırdı. Sonra secde etti. Sonra güneş açılmış olarak namazdan
çıktı. Ve halka hutbe okudu.»[306]
Bu hadîs, Müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Buhârî'nindir. Müslim'in {Ibnî Abbas'dan) bir rivayetinde :
«Güneş tutulduğu zaman dört secde İle sekiz rükû yaparak, iki rek'ât namaz
kıldı.» denilmiştir. Alî (R. A.) dan bunun bir misli rivayet olunmuştur.
Müslim'in Câbîr'den
rivayet ettiği hadîste : «Dört secde ile altı rükû (lu bir namaz) kıldı.»
denilmiştir.
Ebu Davud'un Übey ibnî
Kâ'b (R. A.)'dan rivayetine göre : «Peygamber (S.A.V.) namaz kılmış ve beş
rükû ile iki secde yapmış; ikinci rek'âtta dahî bunun gibi yapmıştır.»
Küsûf namazının Cumhur
ulemâya göre sünnet-i müekkede olduğunu yukarıda görmüştük. Bu namazın ne
şekilde kılınacağı hakkında birçok vecihler vardır ki bunları Buharı (194—256)
ile Müslim (204—261), Ebu Dâvvd (202—275) ve saire zikretmişlerdir. Cemaatla
kılınması dört mezhebin imamları ile sair bâzı imamların mezhebidir. Ancak
Haneftlere göre kıldıran imamın cuma hatibi olması şarttır. O olmazsa devlet
tarafından kendisine izin verilmiş bir kimse dahi kıldırabilir. O da bulunmazsa
herkes evinde yalnız başına kılar.
Şekline gelince :
Küsüf namazının nasıl kılınacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Hanefİlere göre şâir
nafile namazlar gibi, yani her rek'âtta bir rükû ve iki secde ile iki rek'ât
olarak kılınır.
Cumhur'a göre de iki
rek'ât kılmırsa da her rek'âtta iki kıyam; iki kıraat iki rükû ve iki secde
yapılır. Maâmâfîh bu şekilde kılınması şart değildir. Hanefilerin dediği gibi
sair nafile namazlar şeklinde dahi kıhnabilir. Hanefllerden maada mezhep
İmamları da buna kail olmuşlardır, (bakara sûresini okuyacak kadar)
denildiğine göre, küsûf namazında Kur'ân okunacak demektir. Nevevî (631—676)
diyor ki :rek'âtm ilk kıyamında fatiha okunacağına ulemâ ittifak etmişe ikinci
kıyam hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. İmâm-ı Mâlik ile bizim mezhebimize göre
fâtihasız namaz caiz değildir.»
Hadîs-i şerîf rükû'un
uzun yapılacağına da delildir. Musannif merhum: «hiçbir tarîkta Resûlüllah
(S.A.V.)'in bu bâbda neler beyân ettiğini görmedim. Yalnız rükûda Kur'ân
okunamıyacağma ulemâ ittifak etmişlerdir. Rükûda meşru olan, sadece zikir,
teşbih ve tekbîr gibi şey lerdir» diyor. Hadîs-i şerifte «birinciden az»
denilmesi ikinci kıyamın birinciden daha kısa olacağına delâlet eder. îmâm-ı Müslim'in
Câbir (R. A./dan rivayetinde burada her ne kadar «Sonra rükû e*tfc Ve uzattı. Sonra başını rükûdan
kaldırdı ve uzun uza di ya durdu.» demliyorsa da Nevevî bunun için İki şekilde
cevap vermekte. Ve : «Bu rivayet evvelâ şazdır. Ekseriyetin rivayetine
muhaliftir. Binaenaleyh onunla amel edilmez. İkincisi, buradaki uzatmadan murâd
tâdil-î erkânı bir parça uzatmaktır. Yoksa rükû gibi kıyamı da uzatmak
değildir» demektedir.
Bu rivayette secdenin
uzunluğundan bahs yoktur. Fakat onu da uzun yaptığı Buhârî'nin rivayet ettiği
Ebu Musa hadîsiylc, Müslim'in rivayet ettiği Ibni Ömer (R. A.) hadîsinde
zikredilmiştir. Nevevî: «Ulemâmız muhakkikleri ile, îmâm-ı Şafiî'nin nassan
beyânına göre secde dahi uzatılacaktır. Çünkü bu bâbda sahîh hadîsler vardır.»
diyor. Ebu Dâvud ile Nesâî (215—303) Hz.
Semura (R. A./dan şu hadîsi tahric etmişlerdir. «Her hangi bir namazdaki
secdesinden mutlaka uzundu.» Imâm-ı
Müslim'in Hz. Câbir (R. A./dan rivayet ettiği hadîste «Secdesi de rükûunun misli
idi.» buyrulmuştur. Bundan dolayı hadîs-imamları secdenin uzun yapılacağına
cezm etmişlerdir. Her rükûdan sonra denilir.
Ve iki secde arasındaki oturuş uzunca tutulur. Filhakika Müslim'deki Câbir
hadisinde iki secde arasında tâdil-î erkanın uzun tutulacağı zikredilmiştir.
Fakat musannif : «Bu hadîsten maada hiçbir tarîkta buna muttali olamadım» diyor. Gâzâlî, bilâkis iki
secde arasındaki tâdil-i erkânın uzatılmayacağını nakletmiş ise de bu rivayet
merduttur. Sonra «birinci kıyamdan daha az olmak üzere uzun uzadıya bîr kıyam
yaptı» ifâdesi, ikinci rek'âtta ayakta durmanın uzun tutulacağına fakat yine de
birinci rek'ât-taki kadar uzatılmayacağına delildir. Ebu Davud'un. Urve'den bir
rivayetinde «Âl-i İmrân sûresini okuduğu» bildiriliyor. Ibni Battal (—444) :
«îlk rek'âtın kıyamı ile rükûuyla ikinci rek'âttan daha uzun olacağmda hilaf
yoktur. Yalnız ikinci rek'âtın birinci kıyam ile rükûu acaba ilk rek'âtın
ikinci kıyamı ile rükûundan daha kısa mıdır, yoksa birbirine müsâvî midir? Bu
cihet ihtilaflıdır.» diyor. Bu ihtilâfın sebebi hadîsteki «Birinci kıyamdan
daha az olmak üzere» cümlesinin başka başka anlaşılmasıdır. Bunu bâzıları :
ikinci rek'âtın birinci kıyamı, ilk rek'âtm ikinci kıyamından daha kısadır,
mânâsına almış; diğerleri hayır, her kıyam kendinden önceki kıyamdan daha kısa
olur; demişlerdir. «Halka hutbe okudu» cümlesi, küsûf namazından sonra hutbe
okumanın müstehâb olduğuna delâlet eder. tmâm-ı Şafiî (150—240) ile ekser
hadîs imamlarının mezhebi de budur. Hanefîlere göre küsûf namazında hutbe
yoktur. Çünkü nakledilme mistir. Olsa idi nakledilirdi.
Burada San'ân%
Hanefilerin bu istidlalini çürütmek için şöyle ida-re-i kelâm ediyor :
«Hanefîlerin bu sözü üzerine hemen hutbeyi sarahaten gösteren hadîslerle cevap
verilmiştir. Hanefîlerin «Resûîüllah (S. A.V.) o günkü konuşmasıyla hutbeyi
kasdetmemiştir; güneş tutulmasının birinin ölümü sebebiyle olduğuna inananlara
bir red cevabı vermek
istemiştir.» Sözüne
karşı da : Buhârî'nin rivayetinde
«Allah'a hamdü sena erti». Hattâ bir rivayette kendisinin Allah'ın kulu
ve resulü olduğuna şehâdet de etti» Buhârî'nin diğer bir rivayetinde «Cennet,
Cehennem vesaire ah-
vâlini zikretti.»
hadîsleri gösterilir. Bunlar ise zaten hutbeden maksad olan şeylerdir.
Müslim'in Fâtıma (R. Anha)'âa.n rivayet ettiği Esma hadîsinde şöyle deniliyor :
«Esma radıyaüahü anha
demiştir kî : Resûlüllah SdUallahü aleyhi ve sellem, cemaata hutbe okudu ve
Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi :
Bundan sonra (Malûm
olsun kî) bana gösterilmemiş bulunan hiçbir şey yoktur ki, şurada yerimde
gösterilmemiş olsun. Hattâ cennet i!e cehennem bile. Gerçekten şan şudur ki,
bana sizin yakında kabirlerde fitneye dûçâr edileceğiniz (yahut) Mesih
DeccâFin fitnesi gibi bir fitneye mâruz bırakılacağınız —bunlardan hangisini
dediğini bilmiyorum— bildirildi.Esma demiştir ki :
«Sizden biriniz
getirilecek ve:
«Şu adam hakkında
malûmatın nedir?» denilecek. Mümin İse; (yahut) rrtûkîn İse —hangisini
dediğini bilmiyorum— Esma demiştir ki :
«O Allah'ın Resulü
Muhammed'dir. Bize hüccetleri ve hidâyeti getirdi. Biz de icabet ve itaat
ettik» diye üç defa
tekrarhyacak. Sonra
kendisine :
«Uyu. Biz Zâten senin
O'na imân ettiğini bilirdik; Binaenaleyh hakkınla beraber uyu» denilecek.
San'ânVidn. istidlali
burada nihayete eriyor.
Ben derim ki : San'ânî'ma.
istidlal ettiği hadîslere Hanefiyye ulemâsından hiçbirinin bir şey dediği
yoktur. Binaenaleyh hepsi doğrudur. Fakat bunların doğru olması mutlaka küsûf
namazında hutbe okunacağına delîl olamaz; fıkbi kaidemize göre: «Bir îşden
maksad ne ise, hüküm ona göredir» Hz. Peygamber (S.A.V.) o günkü hutbesini
küsûf namazı hutbesiz olmaz diye okumamıştır. Bilâkis o hutbe her zamanki hutbeler
tarzında okumuş da olsa arızî bir sebeble îrâd edilmiştir. Ve o sebep de bu
hutbeden sonra zail olmuştur. Bir şeyin illet ve sebebi nihayete erdi mi o şey
de bittabi sona erer. Binaenaleyh o gün için güneş tutulması birinin Ölümünden
ileri geliyor zannolunurken, Resûlüllah (S. A.V.J'in hutbesinden sonra hakikat
anlaşılmış ve bir daha böyle yanlış bir zanna kapılan olmamıştır. Şu halde
böyle bir hutbeye de lüzum kalmamıştır.
İşte Hanefîlerin
dâvası bundan ibarettir. Zahiri yy e ulemâsının bir nassın zahirine saplanıp
kalma hususunda gösterdikleri anûdâne titizlik karşısında benim de âcizane
kendilerine §öyle bir sual sormak hatırıma geliyor : Resûlüllah (S.A.V.) sahîh,
hattâ manen mütevâtir olan bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuşlar :
«Ameller ancak niyetlere
göredir.» Bu hadîs-i şerîfin zahirine ne buyurursunuz?
tmâm-% Müslim
(204—261) 'in ibnî Abbas (R.A.)'dan rivayet ettiği kısımda «Dört secdede sekiz
rükû kıldı.» deniliyor. Bundan murâd iki rek'ât namazdır. Zîrâ her rek'âtta
ikişer secde vardır. Bu iki rek'ât-lı namazda sekiz tane rükû olduğuna göre,
her rek'âtta dörder rükû yaptığı anlaşılıyor. Küsûf namazının bu şekilde
kılınacağına kâü olanlar da vardır.
Müslim'in Câbir ibni
Abdullah radıyallahü anft'den rivayet ettiği yukarıdaki hadîste, Hz. Peygamber
SdllaUahü aleyhi ve sellem'in iki rek'âtlı bir namazda dört secde ile altı rükû
yaptığı ifâde olunmuştur ki, her rek'âtta iki secde ile üç rükû yaptığı
anlaşılmaktadır.
Buraya kadar görülen
rivayetlerden anlaşılıyor ki, küsûf namazı bilittifak iki rek'âttır. Yalnız
rükûları hakkında ihtilâf vardır. Musannif merhumun kaydettiği rivayetlerden
dört suret meydana geliyor :
a— Küsûf
namazı iki rek'âttır. Ve her rek'âtta ikişer rükû vardır. îmâm-ı Şafiî
(150—204), îmâm-% Mâlik (93—179), Ahmed ibni Han-bel (164—241) ve diğer bâzı
zevatın mezhebleri budur.
Delilleri : Hz. Âİşe,
İbni Abbas ve İbni Ömer (R. Anhüm) haze-râtmn ırivâyet ettikleri hadîsdir. tbni
Abdü-Ber (368—463) : «Bu hadîs bu bâbda en sahîh bir şeydir. Geriye kalan
rivayetler muallel ve zayıftır» demiştir.
b—
İki
rek'âttır. Ve her rek'âtta dörder rükû vardır. Müslim'in Ibnİ Abbas ile Hz. Ali
(R'Anhümâ)1 dan rivayet ettiği hadîs bunu ifâde etmektedir.
c— îki
rek'âttır. Her rek'âtta üçer rükû vardır. Câbir hadîsi buna delildir.
d—
İki
rek'âttır. Her rek'âtta beşer rükû vardır.
Rivayetler böyle
muhtelif olunca ulemâ da ihtilâf etmişlerdir. Cumhur ve Eimme-i Selâse birinci
kavle zâhib olmuşlardır. Nevevî (631—676)
Müslim şerhinde «Her
nevi'e bazı sahabe kail olmuştur» diyor. Muhakkikinden bir cemaata göre küsûf
namazı kılacak kimse bu nevilerden birini seçmek hususunda muhayyerdir.
Hangisini yapsa olur. Bu kavi, küsûf namazının müteaddit zamanlarda muhtelif
suretlerde kimi o, kimi bu şekilde kılındığına göredir. Lâkin bu bâbda yapılan
tahkik, bütün rivayetlerin aynı vak'ayı anlattığını ve bu vak'anın da
Resûlüllah (S.A.V.)'in oğlu İbrahim'in vefatı günü küsûf namazı kılmasından
ibaret olduğunu göstermektedir. Bundan dolayıdır ki şâir ulemâ, küsûf
namazının üç ayrı surette kılınacağını bildiren hadîsleri il-letlendirmekten
vazgeçmişlerdir. *îbnü}l - Kayyım (691—751) : «/mâm-ı Ahmed, Buharı, ve Şafiî
gibi büyük imamlar vak'anın mü-teaddid olduğunu sahîh bulmuyor; onu hatâ
görüyorlar» demiştir. Hanefîlere göre küsûf namazının şâir nafileler gibi iki
rek'ât kılındığım yukarıda görmüştük.[307]
533/402- «İbni
Abbas radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir. Şöyle demiştir: Hiç rüzgâr
csmemiştîr ki Peygamber SalîaUahü aleyhi ve sellem dizleri üzerine çökerek :
Allah'ım bunu bize
rahmet kıl; azap kılma; demiş olmasın.»[308]
Bu hadîsi, İmâm-ı
Şafiî ile Taberânî rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerifte zikri
geçen diz üstü çökme korkudan
müteveîlid oturuştur ki bunu ekseriyetle korkanlar yapar. rüzgâr demektir. Bu kelime ism-i cins olup
rahmetle gelene de, azabla gelene de şâmildir. Nitekim Ebu Hüreyre (R.A.)'dan
merfû olarak rivayet edilen bir hadîste şöyle buyrulmuştur :
«Rüzgâr Allah'ın
ruhundanchr. Kimi rahmet kimi de azab getirir, Şu halde ona söğmeyin.»
Ibnl Abbas hadîsinin
tamamı şöyledir:
«Allah'ım bunu çok
rüzgârlar yap; bir rüzgâr yapma» :
Hadîsin bu kısmı kelimesinin
müfred kullanıldığı zaman azaba; cemi kullanıldığında ise rahmete mahsus
olduğuna delâlet eder.
İbni Abbas (R. A.) diyor
ki: «Allah'ın kitabında[309] «Ben Azimüşşan onlara şiddetli bîr rüzgâr
gönderdim»
[310]«Hani onlara şiddetli rüzgârı göndermiştik.»
[311]«Biz,
rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik»,
[312]«On"n
âyetlerinden biri de rüzgarları müjdeci olarak göndermestdir» buyrulmuştur.
Hadîsi, îmâm-% Şafiî
«Et-Daavâtü}l-Kebîry de rivayet etmiştir.
Bu hadîs; kelimesinin
cem'i kullanıldığından rahmet mânâsına geldiğini, müfred kullanılırsa azab
mânâsını ifâde ettiğini gösteriyor. Yalnız bu sefer babımızın hadîsinde Hz.
Peygamber (S.A.V.) in o rüzgârın rahmet olmasını istemesi müşkül kalıyorsa da
«Bundan maksad, bizi bu rüzgârla öldürme demektir. Zira bu rüzgârlar öldürülmüş
olsalar, üzerlerine başka rüzgâr esmez. Bu suretle rüzgârlar değil, bir tek
rüzgâr olur.» şeklinde cevab verilmiştir.[313]
334/403- «(Yine)
İbni Abbas radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir ki, kendisi bir zelzelede
altı rükû ve dört secde (li İki rek'ât) namaz kılmış ve âyât namazı böyle olur
demiştir».[314]
Bu hadîsi, Beyhakî
rivayet etmiştir. Şafiî de Hz. Ali'den onun bir mislini, son kısmının hazfiyle
rivayet etmiştir.
Rivayet edilmeyen son
kısımdan murâd cümlesidir. Yukanki hadîsi Beyhâkî (384—458), Abdullah
îbni'l-Hâris yolundan tahrîc etmiştir. Buna göre vak'â Basra'da bir zelzelede
olmuştur.
Aynı hadîsi îbni Ebi
Şeybe (—234) de kısaltma yaparak aynı yoldan rivayet etmiştir. Lâfzı Şudur :
«İbni Abbas
kendilerine bir zelzelede dört secde İle (iki rek'ât) namaz kıldırmış; bu
namazda altı rükû yapmıştır.» Lâfzın zahiri, cemaatla kıldıklarını gösteriyor.
Fâide : Ay tutulduğu
zamanda, tıpkı güneş tutlduğu zamanki gibi iki rek'ât namaz kılmak meşrudur.
Hanefİlere göre bunda cemâat yoktur. Ayrı ayrı herkesin evinde kılması
mendubdur. Mâlİkîlere göre de öyle ise de evde cemaatla kılmakta bir beis
yoktur. Camide cemaatla kılınması mekruhtur. Şâtiîlerle Hanbelîlere göre az
farkla küsûf namazı da hüsûf namazı gibidir ve hükümleri birdir. Bu namazlardan
mâada, zelzele, yıldırım, şiddetli karanlık, şiddetli rüzgâr veya veba gibi hastalıklar
zuhurunda iki rek'ât namaz kılmak mendubtur. Çünkü bunların her biri Allahü
Zülcelâl'ın birer âyeti olup, isyan deryasına dalmış bulunan kullarını hak
yoluna dönsünler diye bunlarla korkutur. Binaenaleyh böyle bir hâl vukuunda
ibâdet yolu ile Allah'a rücû etmek lâzımdır. Nitekim Fahr-İ Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde :
«Bu korkulardan bir
şey gördünüz mü hemen namaza İltica edin» buyurarak korku anlarında namaza
iltica etmemizi emir buyurmuştur.
Korku namazlarının edâ
tarzı mutlak nafileler gibidir. Ayrı hususiyetleri yoktur. Onları evlerde ayrı
ayrı kılmak efdâldir. Cemâat ve hutbe gibi şeyler onlarda meşru olmamıştır.
Korku namazlarına Şâfiî-lerle Hanbelîler kail olmamışlarsa da, zelzeleler devam
edip giderse, Hanbelîlere göre de iki
rek'ât namaz kılmak mendub olur.[315]
İstiskâ : Yağmur
duâsıdır. Bir yerde o yer halkına, hayvanlarına ve ekinlerine yetecek kadar
nehir ve dere suyu yoksa, yahut varken bitti veya azalarak yetmez oldu ise, o
yer halkına yağmur duasına çıkmak ve iki rek'ât istiskâ, namazı kılmak meşru
bîmuştur. Meşrûiyyeti Kitab ve Sünnetle sabittir.
Kitabtan delili:
[316]«Rabbinîzden mağfiret dileyin. Çünkü o pek mağfiretcîdir. Sizin
üzerinize semâyı bol yağmur halinde
gönderir» âyet-i kerîmesidir.
Rivayete göre Nuh
Aleyhisselâm kavmini senelerce hak yola davet ettikten sonra, kavmi yine küfür
ve inadiarmda ısrar edince Cenabı Hak, onlardan yağmufu kesmiş; kadınları
doğurmaz olmuşlar, bu hâl, (kırk) yahut (yetmiş) yıl devam etmiş. Nihayet îmân
etmek şartıyla kendilerine bol rızk verileceği ve hallerinin düzeltileceği
Ce-nâb-ı Hak tarafından bildirilmiştir. Bu âyetle istidlalin vechi şudur :
Bizdon önceki kavimlerin şeriatları, bize de şeriattır. Elverir ki, onları bize
Allah veya Resulü inkâr etmeksizin kıssa etmiş bulunsun.
İşte burada da
öyledir. Hz. Nûh Aleyhisselâmm şeriatını bizzat Ce-nâb-i Hak Kur'ân-ı Kerîm'de
kıssa buyuruyor, inkâr da etmiyor.
Yağmur duası;
îslâmiyetten evvel araplarda da vardı. îbni Asâkir (499—571) §u rivayeti tahric
etmiştir : «Mekke'liiere kıtlık isabet etmiş. Kureyş (Ebu Tâlib'e): Yâ Eba
Tâlib, bu vadiye kıtlık gel-di.Çoluk çocuk kurağa tutuldu, gel bir yağmur duası
yapıver! demişler. Bunun üzerine Ebu Tâlib beraberinde, üzerinden siyah bir
bulut açılmış, güneş gibi bir çocuk, (yani Âhir zaman Peygamberi Muhammed
Mustafa (S.A.V.) onun etrafında da bir takım çocuklar olduğu halde, duaya
çıkmış. Çocuğu alarak sırtını Kabe'ye dayamış ve parmağı ile çocuğa dayanmış.
Semâda bir pare bulut bile yokmuş. Derken öteden beriden bulutlar peyda olmuş
ve gittikçe çoğalarak öyle bol bir yağmur yağmış ki, vâdî dolmuş taşmış ve her
taraf bolluk içinde kalmış. Sabî-i masum hakkında Ebu Tâlîb, şu beyti
söylemiştir:
«Hem beyazdır. Yüzü
suyu hürmetine buluttan yağmur dilenir. Yetimlerin halaskarı, dul kadınların
ismetidir,» Sünnetten delili : Aşağıdaki hadîslerdir.[317]
—/404- İbni
Abbas radıyallahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber
SaUdllahü aleyhi ve sell&m, (Medine'den) mü-ievâzî, her günlük elbise
giymiş, bitkin, ağır ağır yürür; nİyazkâr bir halde çıktı ve bayram kılar gibi
iki rek'ât namaz kıldı. Sizin şu hutbenizi okumadı.»[318]
Bu hadîsi, beşler
rivayet etmiştir. Tirmİ2Î/ Ebu Avâne ve ibni Hib-
ban onu sahîhlemişlerdir.
Bâzı kelimelerin îzâhı
: «.İdi » Her günlük elbisesini giyen demektir. Burada maksad, tevazu
göstermek ve muhtaç olduğunu anlat-mak için. Ziyneti ve giyinip, kuşanmayı terk
etmektir. « Uiptu » nuşu göstererek demektir.ağır alarak, acele etmiyerek demektir.tezellül
ve istekte mübalağa göstererek yani niyaz ederek demektir.
Ebu Dâvûd (202—275)'in
rivayetinde denilmiş, yani kelimelerin
yerleri değiştirilmiştir. Aynı rivayette
tSîzin şu hutbenizi okumadı»
cümlesinden sonra «Lâkin duâ#
nlyâz ve tekbîr getirmekte devam ettt.
Sonra bayramda kıldığı
gibi iki rek'ât namaz kıldı» denilerek buradaki namazın duadan sonra kılındığı
beyân edilmiştir.
Musannif merhumun,
rivayetinde bu cihet sarih değildir. Bu hadîsi; zikredilenlerden mâada, Hâkim
(321—405), Beyhâkî (384— 458) ve Dâre Kutnî; (306—385) de tahric etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf, yağmur
duasında namaz kılmanın meşru olduğuna delildir. Bu hususta mezheb imamları
arasında ihtilâf yok ise de sıfatı hakkında ihtilâf edilmişb'ı1. Hanefîlerden
îmâm-ı Âzam'a, (80— 150) göre asıl istiska' duâ, istiğfar, ve hamdü senadan
ibarettir. Ma-mâfîh mendub olmak üzere yalnız başına herkes iki rek'ât namaz
kılabilir. Bu namazda hutbe falan yoktur. İmameyn ile şâir mezâhib imamlarına
göre yağmur duasında bayramlarda olduğu gibi, cemaatla kılmak, aşikâr okumak,
ve sonunda hutbe îrâd etmek suretiyle iki rek'ât namaz kılmak sünnet-i
müekkededir. Yalnız buradaki hutbede tekbîrler Hanefîlerle Mâlikîlere göre
istiğfara tebdil edilir. Şâfîîlerle Hanbelîlere göre tebdil edilmez. Burada da
tekbîr alınır İmameyn ile Mâlikîlerin delili, Buharı (194—256)'nin rivayet
ettiği Abbâd b. Temim hadîsidir.
Bu hadîste «Resûlüllah
Sattallahü aleyhi ve settem, onlara İki rek'ât namaz kıldırdı» denilmektedir.
Nitekim aşağıda gelen Hz. Âİşe hadîsi de aynı mânâyı ifâde ediyor. Bunlar «Ibnİ
Abbas hadîsini te'vil ederek, bu hadîsten maksad, namazın sıfatını, yani nasü
kılınacağını değil, rek'ât sayısını bayram namazına benzetmektir» demişlerdir.
Mamafih Dâre Kutnî
(306—385)'nin İbni Abbâs (R. A./dan tahric ettiği şu rivayet bu te'vile
muarızdır :
«O namazda bayramlarda
olduğu gibi, yedi ve beş tekbîr alır, ve okur.» Vakıa bu rivayetin isnadı
hakkında söz-
edilmiş ise de
sadedinde bulunduğumuz hadîs de onu te'yid etmektedir. îmâm-ı Âzam ise Ebu.Dâvud,
(202—275) ile Tirmizî (200—279) nin tahric ettikleri şu hadîsle istidlal
etmiştir :
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve seTlem, denilen yerde duâ ederek, yağmur diledi.»Ebu Avâne (—316) de
sahihinde şu hadîsi tahric etmiştir:
«Peygamber SaUallahü
aleyhi ve settem'e, bir kavım kıtlıktan şikâyet etti. Bunun üzerine :
Dizler (iniz) in
üzerine çökerek: yâ Rab yâ Rab deyin;: buyurdular».
Hz. İmam'ın bu
istidlaline karşı denilse denilse, şöyle denilebilir : Evet Resûlüllah
(S.A.V.)'in yağmur duasında iki rek'ât namaz kıldığı da sübût bulmuştur; bazen
kılmadığı da olmuştur. Bunu her ikisi de caiz olduğunu göstermek için böyle
yapmıştır.
Îbnü'l-Kayyim
(691—751) «El-Hedyü'n-Nebevv» adlı eserinde-Resûlüllah (S.A.V.)'in kaç çeşit
yağmur duası yaptığım saymış; altıya çıkarmıştır :
a—
Musallaya
çıkmış; orada hem namaz kılmış, hem de hutbe okumuştur.
b—
Cuma günü
minberde hutbe okuduğu sırada yağmur duasında bulunmuştur.
c—
Cuma'dan
başka bir günde Medîne-İ Münevvere'nin minberi üzerinde yalnız yağmur duasında
bulunmuştur. Bu rivayette namaz. kıldığı bildirilmemiştir.
d— Mescidde
otururken yağmur duası yapmış; ve ellerini kaldırarak AHahü Zülcelâl'e niyazda
bulunmuştur.
e— Mescidin
kapısı dışında «Zevrâ» denilen yere yakın bulunan da yağmur duası yapmıştır.
f— Gazalarından
birinde müşrikler müslümanlardan evvel suyu zaptettikleri zaman yağmur duasında
bulunmuştur.
Fahri Kâinat (S.A.V.)
Efendimizin yaptığı yağmur dualarının hepsinde yağmur yağmıştır. Yukarıda da
arzettiğimiz gibi, yağmur duasında hutbe okumanın meşrûiyyeti ihtilaflıdır.
Okunmaz diyenler, İbni Abbas (R. A./in «Hutbe okumadı» sözüyle istidlal
ederler. Okunur diyenler aşağıdaki Hz. Âişe ve İbnî Abbas hadîsleriyle
istidlal ederler. Hutbenin namazdan evvel veya sonra okunacağı dahi
ihtilaflıdır. Ha-nefîlerden İmameyn ile diğer mezheb imamlarına göre namazdan
sonra okunur. Bu hutbe îmam-ı Ahmed İbni Hanbel (164—241) ile Han-nefîlerden
îmam-ı Ebu Yusuf & (113—182) göre bir tek hutbeden ibarettir. Ve
Hanefîlerle Mâlikîlere göre yerde okunur, Imâm-ı Mu-hammed (135—189) ile îmâm-ı
Mâlik'e (93—179) göre hutbe bayram hutbesi gibidir. Ulemâdan bakılan hutbenin
namazdan evvel okunacağına kail olmuşlardır. Bunlar İbni Abbas hadîsiyle
istidlal ederler. Namazdan sonra okunur diyenlerse, îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel,
İbni Mâce (207—275), Ebu Avâne (—316) ve Beyhakî (384—458) :nin tahric
ettikleri Ebu Hüreyre hadîsiyle istidlal ederler. Bu hadîste ; «Peygamber
SallaMahü aleyhi ve sellem, yağmur duasına çıktı ve iki rek'ât namaz kıldı.
Sonra hutbe okudu.» deniliyor. Bu iki hadîsin arasını bulmak için :
«Resûlüllah (S.A.V.)'in başladığı duadır; amma burada duaya hutbe denilmiş ve
bundan sonra ayrıca hutbe okunduğu rivayet olunmamıştır. Namazın hutbeden önce
kılındığını rivayet eden de sadece o kadarla iktifa etmiş; namazdan evvel duâ
okuyup, okumadığını beyân etmemiştir» deniliyor. Duâ için Hz. Peygamber
(S.A.V.)'den rivayet edilmiş lâfızlar aranır. Resûlüllah (S.A.V.)'in hangi
lâfızlarla duâ ettiğini aşağıdaki hadîs gösteriyor.[319]
—/405- «Âişe
radıyaMahü ariha'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Halk Resûlüllah SaUallahü
aleyhi ve sellem'e yağmurun yağmamasından şikâyet ettiler. Bunun üzerine bir
minber kurulmasına emir buyurdu. Ve kendisine musallaya bir minber kuruldu.
Halka (yağmur duasına) çıkacakları bir gün de tayin etti. (O gün) kendisi
güneşin ziyası vurduğu zaman çıktı; ve minberin üzerine oturdu. Bunu müteakip
tekbîr aldı ve Allah'a hamd etti. Sonra (şöyle) buyurdu :
Hakikaten siz
beldenizin kuraklığından şikâyet ettiniz (amma) hakikaten Ailah da size
kendisine duâ etmenizi emir etti. Duanızı kabul buyuracağını da vaad eyledi.
Bundan sonra :
Hamd âlemlerin Rabbi,
Rahman ve Rahim; kıyamet gününün sahibi Allah'a mahsustur. Allah'dan başka Allah
yoktur. Dilediğini yapar. Allah'ım, Allah sensin. Senden başka ilâh yoktur.
Ganî sensin; biz fukarayız; bize rahmetini indir; indirdiğini de bir zamana
kadar kuvvet ve kifayet kil. dedi. Sonra ellerini kaldırdı ve fa koltuklarının
bey ar yeri görününceye kadar (el kaldırmakta) devam ettt. Sonra cemaata sırtım
çevirdi ve ellerini kaldırdığı halde cübbesinl çevirdi. Sonra cemaata yüzünü
döndü ve (minberden) inerek iki rek'at namaz kıldı. Derken Allah bir bulut
halketti. Gök gürle meye, şimşek çakmaya başladı. Sonra yağmur yağdı. »[320]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiş; ve : «Gariptir. İsnadı iyidir.» demiştir.
Elbise çevirme
mes'elesi SaMh-i Buhân'de Abdullah Ibni Zeyd'den rivayet edilmiştir. Bu hadîste
: «Müteakiben duâ ederek kıbleye döndü; sonra ik! rek'ât namaz kıldı. Bu
rek'âtlarda kıraati aşikâr yaptı» denilmektedir.
Dâre Kutnî'nin Ebu
Cafer Bâkır'dan mürsel olarak rivayetinde: «Kuraklık değişsin diye cübbesini
çevirdi» cümlesi vardır.
Hadîs-i şerifin tamamı
«Sünen-i Ebi Dâvud» da şöyledir :
«Sonra Allah'ın izniyle yağmur yağdı. Resûlüllah
Saîlallahü aleyhi ve seUem, mescidinin kapısına gelir gelmez seller aktı.
Halkın sipere koştuklarını görünce avurt dişleri meydana çıkıncaya kadar güldü.
Ve :
Şehâdet ederim ki
Allah her şeye kadirdir. Ben de onun kulu ve Resulüyüm; dedi».
Hadîs-i şerifteki: «Ve
minberin üzerine oturdu» cümlesi için îbnü'1-Kayyım, (691—751) : «Şayet doğru
ise,» tâbirini kullanıyor. Ve sözüne devamla «aksi takdirde gönülde bundan bir
§ey var.» diyor. Yani şüpheli olduğunu ihsas ediyor. Resûlüllah (S.A.V.) :
«Hakikaten Allah da
size kendisine duâ etmenizi emretti. Duanızı kabul buyuracağını vaad
eyledi» demekle
[321]«Bana
duâ edin; size kabul edeyim.âyet-i kerîmesine ve keza
[322]«Kullarım
sana beni sorarsa şüphesiz ki ben yakınım. Beni çağıranın dâvetine icabet
ederim» âyet-i celîlesine işaret buyurmuştur. «Bunu müteâkib tekbîr aldı. Ve
Allah'a hamd etti.»
demesine bakılırsa,
hutbeye Besmele ile değil, hamd-ü sena ile başlamıştır. Filhakika Rcsûl-ü
Ekrem (S.A.V.)'in hutbelerine hamdden başka bir sözle başladığı hiç bir
rivayette zikredilmemiştir.
Ebu Dâvud (202—275)
yukarıdaki hadîs için : «İsnadı iyidir.»
dedikten sonra
«Medîneliler» okurlar; bu hadîs onlara hüccettir.» der. «Halka birgün tâyin
etti,» denildiğine göre yağmur duasına çıkacakları günü halka birkaç gün evvelinden
bildirmek yerinde olur. Tâki hazırlansınlar. Biribirlerine hakları geçenler
helâllaşarak tevbe etsinler. Hanefilerin fıkıh kitaplarında: «Yağmur duasına
çıkmazdan üç gün evvel imamın halka üç gün oruç tutmalarını ve mümkün mertebe
sadaka vermelerini hak, hukuk mes'-elelerinden kurtulmalarını, günahlardan
tevbe etmelerini emretmesinin müstehâb olduğu» beyân edilmiştir. O gün
Resûlüllah (S.A.V.) evvelâ tertemiz yıkanarak her günlük elbiseler içinde
Allah'a kemâl-i tevâzuy-la boyun bükmüşdür. Evvelâ ihtiyarlar, sonra çocuklar sahraya
çıkarlar. Hayvanları çıkarmak bile müstehâptır.
Benî İsrail'e ait
nakillerde «Bir cemâatin yağmur duasına çıktığı, fakat içlerinde bir tek âsî
bulunduğu için kendilerine Allah tarafından yağmur haram kılındığı» rivayet
olunur. Hadîsteki « ^- |j » tâbiri
«insanlar» demektir
ki, müslim ve gayri müslim bütün insanlara âmm ve şâmildir. Şu halde gayrı
müsumleri de yağmur duasına çıkarmanın meşru olduğuna delâlet ederse de mes'ele
ihtilaflıdır. Bâzılarına göre kendi kiliselerine veyahut sahraya çıkarlarsa men
edilmezler. Diğer bâzılarına göre hiçbir vecihle yağmur duasına çıkmalarına
müsaade edilmez. Zira bu duâ rahmet insin diye yapılır. Küffâra ise rahmet
değil, lanet iner. Kemal ibni Hümâm (788—861) «Fethü'l-Kadîr» adlı eserinin
İstiska Babında : «Gayrı müslimlerin yalnız başına yağmur duası yapmalarına
müsâade edilemez. Çünkü onların duâsıyla yağmur yağmak muhtemeldir. Bu
takdirde avamın zayıf imanlı olanları fitneye düçâr olur demektedir.»
Hadîs-i şerîf, duâ
ederken el kaldırma, yağmur duasında ise başının hizasına kaldırarak mübalağa
göstermeye delâlet ediyor. Duâ ederken el kaldırmak bir çok hadîslerle
sabittir. Hattâ el-Münzirı (—656) bu
hususta bir cüz tutan bir eser tasnif etmiştir. Nevevî (631—676) : «Bu bâbda
sahihinde yahut bunlardan birinden otuz
kadar hadîs topladım»
diyor.Bunu Eî-Mühezzeb» şerhinde in sonunda zikretmektedir. Vakıa Hr. Enes'den
rivayet edilen bir hadîste yağmur duasından maada hiç bir yerde el
kaldırılma-yacağı beyân ediliyorsa da bundan murâd, hiç kaldırmamak değil, kaldırmakta
mübalâğa göstermemektir.
Elbisenin çevrilmesine
gelince : Elbisesinin sağ tarafını sol omuzuna, sol tarafım da sağ omuzuna
koymakla olur. Nitekim Bu-hâri (194—256) ile îbni Mâce (207—275) 'nin ve îbni
Hüzeyme (223—311)'nin rivayetlerinden de bu anlaşılıyor. Ebu Dâvud, (202—275)
'un rivayetinde şöyle denilmiştir :
«Sağ yakasını sol
omuzuna; sol yakasını da sağ omuzuna koydu»
İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel (164—241)'in tahric ettiği bir hadîste «Cemâat da
Resûlüflah Sallattahü aleyhi ve seîlem ile birlikte elbiselerini çevirdiler»
denildiğine göre imamla birlikte cemâatin da elbise çevirmesi meşru olmak
gerekirse, de mes'ele ihtilaflıdır. Hanefîlere göre cemâat, elbiselerini
çevirmezler. Zîra kendilerine «Siz de çevirin» diye emir buyurduğu nakil edilmemiştir.
Binaenaleyh bu iş imama mahsustur.
Şâir mezheblere göre
cemâat da elbiselerini çevirirler. Elbiselerin çevrilmesi kıbleye karşı
döndükleri zamandır. Zîra Müslim'in (204—261) rivayetinde :
«Resûlüllah Sallaîlahü
aleyhi ve seîleın, duâ etmek istedikte kıbleye karşı döndü ve abasını çevirdi.»
denilmektedir. Buhâ-rîde de bunun gibi bir rivayet vardır.
Hadîs-i şerif istiskâ
namazının iki rek'ât olduğuna da delildir ki; Cumhur ulemânın mezhebi budur.
İkişer rek'âtta selâm vermek şartıyla dört rek'âttir diyenler de vardır. Fakat
bu kavi zayıftır. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V.)'den sabit olan iki rek'âttır.
Tahvil kıssasında adı
geçen Abdullah, Abdullah İbni Zeyd El-Mâzî-nîdir, bâzıları vehmederek onu
ezanın râvîsi olan Abdullah sanmışlardır. Halbuki o başka, bu başkadır.
Hadîsteki den sonra
BühârVde cübbesîni çevirdi». Diğer bir rivayette denilmiştir.
Mânâ aynıdır.
Buharı şöyle diyor:
«Süfyan dedi ki, bana da Mes'udi haber verdi. Ebu Bekir'den duymuş; sağı sol
üzerine koymuş dedi.» îbni Huzeyme nin rivayetinde de » «Solu da sağ üzerine
ziyâdesi vardır. Elbise çevirmenin hikmetini tâyin hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
Musannif merhum
aşağıdaki hadîsi rivayet etmekle bu ihtilâfa işaret etmiştir. Hadîs-i şerif
istiska' namazında kıraatin aşikâr olacağına delildir. Aşikâr okuma mes'elesi
BuhârVnin bazı rivayetlerinde vardır. îbni Battal (—444) bu hususta icmâ
olduğunu nakleder. Bâzıları bundan, istiska' namazının yalnız gündüz
kılınacağı mânâsını çıkarırlar. Ve «Gece kılınacak olsaydı gündüz kılındığı
zaman gizli, gece kılındıkta sesli okunurdu» derler.
Cübbe çevirme hakkında
tbnü'l-Ârâbl (468—543) : «Bu cübbe çevirmesi Peygamber (S.A.V.) ile Rabbîsi
arasında bir emaredir. Kendisine : «Hâlin değişmek için cübbeni çevir»
denilmiştir; diyor. Fakat buna itiraz edenler: «Böyle denildiği nakle
muhtaçtır.» diyorlar. İbnii'J-Ârâbî «Elbise çevirmek tefeül içindir; diyenlere:
«Falın şartı, ona niyet etmemektir» diye itirazda bulunmuştur. Musannif merhum
: Tefe'ül hakkında râvileri mutemed bir hadîs vârid olmuştur.» der.
«Fethü'l-Bârî» de bu hadîsi Dâre Kutnî (306—385) ile Hâkim (321 —405)'in Cafer
ibni Muhammea"'den, o da babasından, o da Câbir'den işitmiş olmak üzere
tahric ettiklerini söyler. Şu halde hadîs mevsuldur. Zîra Muhammed ibni Ali Hz.
Câbir'le buluşmuş ve ondan hadîs rivayet etmiştir. Yalnız Musannif: «Dâre Kutni
bu hadîsin mürsel olduğunu tercih etmiştir.» dedikten sonra «Zan ile söz
söylemektense, bu hadîsle amel etmek herhalde evlâdır» diyor.[323]
—/406- «Enes
radıyallahü anft'den rivayet edilmiştir ki: Bir adam, •cuma günü. Peygamber
SaUaUahü aleyhi ve seîlem ayakta hutbe okurken mescide girmiş ve : Yâ
Resûlellah, mallar helak oldu. Yollar kesildi (ne olursun) Allah Azze ve
Celfe'ye duâ ediver; bize yağmur ihsan etsin; dedi. Bunun üzerine Saîlallahü
aleyhi ve selîem ellerini kaldırdı: Sonra :
Allah'ım bize yağmur
ver. Allah'ım bize yağmur ver; dedi ve hadis (in geri kalan kısmın) i zikretti. Bu hadiste yağmurun bindirilmesi
için duâ da vardır.»[324]
Hadîs, müftefekun
aleyh'tir. Sahihi Müslim'de hadîsin tamamı şöyledir:
«Enes demiştir ki :
Vallahi gök yüzünde ne bir bulut, ne de bulut parçası görüyorduk. Seli' ile
aramızda da bir ev veya arsa yoktu, demistir kî: Hemen onun arkasından kalkan
gibi bir bulut belirdi (bu bulut) semânın ortasına geldiği vakit yayıldı.
Sonra yağmur boşandı. Enes demiştir ki : Vallahi bîr hafta güneşi görmedik.
Nihayet ertesi cuma günü Rcsûlüllah (S.A.V.) ayakta hutbe okurken o kapıdan bîr
adam girdi ve :
Yâ Resûlallah bütün
mallar helak oldu. Yollar kesildi. İmdi Allah'a duâ et de şu yağmuru bizden
kessin dedi. Enes demiştir ki :
Bunun üzerine
Resûlülfah Sallalîahü aleyhi ve sellem ellerini kaldırdı, sonra :
Yâ Rab, üzerimize
değil, etrafımıza.... Yâ Rab dağlara, tepelere, vadi içlerine ve ormanlara,
dedi. Enes demiştir ki: Derhal yağmur dindi ve biz de güneşte yürümeye çıktık.
Şerik demiştir ki : Enes ibni Mâlik'e o adam ilk gelen mi İdi, diye sordum;
bilmiyorum dedi.»
Musannif: «Bu gelen
zatın ismine Enes hadîsinde müttalî olamadım» diyor.
Bâzılarına göre bu
zat, Kâ'b ibni Mürre'dİr. Harice İbni Hısn b. Huzeyfe el-Fezarî'dir diyenler de
olmuştur, Buhâri'rnn rivayetinde
cümlesinden sonra «cemâat da ellerini kaldırdılar» denildiği gibi, yerine
tâbiri vârid olmuştur. Mânâ hep birdir.
Malların helaki,
hayvanlarla tarlalara ânım ve şâmildir. Yolların kesilmesi ya sellerin
mütemadiyen akmasından, yahut develer yiyecek bulamadığı için zayıf düşerek
yola gidemediğinden veya halkın elindeki yiyecek tükendiği için pazarlara
götürecek bir şey kalmadığındandır.
Hadîs-i şerîf, yağmur
çok yağdığı zaman dinmesi için duâ edilebileceğine de delâlet ediyor. Buharı
(194—256) buna ayrıca bir bât> tahsis etmiş ve bu hadîsi oraya dercetmiştir.
îmâm-% Şafiî (150—204) «Miisned» inde Muttalib b. Hantab'dan mürsel olarak şu
hadîsi tahrîc etmiştir:
«Peygamber SaTlaJlahü
aleyhi ve sellem, yağmur yağarken :
Allah'ım rahmet
yağmuru ver; azap, belâ ve yıkıp batırma yağmuru değil, Allah'ım, dağlara ve
ormanlara... Allah'ım! Üzerimize, değil, etrafımıza...» derdi.[325]
539/407- «Enes
radnjaUalıü a??7ı'den rivayet edildiğine göre Ömer radnjallahû anlı, yağmursuz
kaldıkları vakit Abbas ibnî Abdülmuttalİb (i vesile ittihaz etmek suretİy) le
yağmur duası yapar ve: Allah'ım senden peygamberimiz hürmetine yağmur
dilerdik; derhal verirdin. Şimdi de senden peygamberimizin amcası hürmetine
yağmur istiyoruz; bize yağmur ihsan et!
der. Hemen kendilerine yağmur
gönderilirdi.»[326]
Bu hadisi, Buhârî
rivayet etmiştir.
Abbas (R. A.) da şöyle
demiştir:
«Yâ Rab, şüphesiz gökten hiç bir belâ inmemiştir
ki, bir günahtan dolayı olmasın, ve (bu belâ) tevbeden başka bîr şeyle
defolmamıştır. Filhakika şu kavm, peygamberine yakınlığım dolayısıyla benim
(vasıtam) île sana teveccüh etti. işte günahkâr ellerimiz... ve işte sana
tevbekâr alınlarımız: İmdi bîze yağmuru ihsan et!; Bunun üzerine semâ dağlar
gibi boşandı; tâ ki yeri bereketlendirdi.»
Bu hadîsi, Zübeyr îbni
Bekkâr «El-Ensâb-» da tahric etmiştir. Bu zât aynı hadîsi Ibnî Ömer (R.
A.)'dari da tahric eylemiş ve Ömer (R.A.)'m Ramâde yılında Abbas (R. A.)'ı
vesile ittihâz ederek yağmur duası yaptığını anlatmıştır. Ramâde : Soğuktan
helak olmak demektir. Hicretin 18. yılında şiddetli kuraklık olmuş ve yeryüzü
yağmur-suzîuktan âdeta toz toprak hâline geldiği için o seneye Ramâde yılı denilmiştir.
Bu kıssada hayr ve
salâh sahibi insanlar vesilesiyle şefaat dileme nin caiz olduğuna Hz. Abbas (R.
A.)'\n faziletine, Ömer (R. A.)ın tevâzuûuna delîl vardır.[327]
—/408- «Enes
radıyallahü anh'öen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bîz Peygamber SaTlallahü
aleyhi ve settem ile beraber olduğumuz halde yağmura tutulduk. Resûlüllah
Salîallahü aleyhi ve settem, hemen elbisesini açtı Hattâ elbisesine yağmur
isabet etti. Ve :
O, Rabbinden yeni
geliyor; buyurdular».[328]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Buhârî (194—256) buna
dâir bir bâb yapmış ve Enes hadîsini orada zikretmiştir. ibaresinden murâd:
Yağmurdur:
«O Allah'ın yeni halk
ettiği bir şeydir. Binaenaleyh
kendisiyle teberrük etmeye değer.» demektir.
Hadîs-i şerîf,
yağmurla teberrük etmenin müstehâp olduğuna delildir.[329]
—/409- «Âişe
radıyallahü anhâ'dan rivayet edildiğine göre : Resûlüllah Salîallahü aleyhi ve
setlem, yağmuru gördükte :
«Allah'ım! Bardaktan
boşanırcasına fâideli (yağdır)» derdi.[330]
Bu hadîsi Şeyheyn
tarîc etmiştilerdir.
Musannif burada âdeti
hilâfına hareket etmiştir. Zîra böyle yerlerim de mütfefekun aleyh derdi.
Hadîsteki kelimesi nin sıfatıdır. Ve
ihtirazı bîr kayıttır.Bununla zararlı yağıştan ihtiraz olunmuştur.[331]
—/410- «Sa'd
radıyallahü a-nft'den rivayet edildiğine göre: Peygamber Sallallahü aleyhi ve
sellem, yağmur isterken :
Allah'ım, bize kesif,
pek gürültülü, bardaktan boşa-nırcasına inen, şimşekli bir bulut kaplat. Ondan
bize irili ufaklı yağmur tanelerini
aralıksız yağdır! Ey Celâl ve İkram
sahibi! diye duâ etmiştir.»[332]
Bu hadîsi, Ebu Avâne[333]
sahihinde rivayet etmiştir. Kıtkıt : Yağmurun en ufak damlasıdır. Onun büyüğüne
rüzaz; onun büyüğüne de taş derler. tâbirleri Kur'ân-ı Kerîm'de de vardır.
Bu kelimeler
sıfattırlar. Bâzıları bunları : Başkalarına mutlak: sûrrette muhtaç olmayan ve
fadl-ı tam sahibi diye tefsir ederler. Bâzı müfessir-ler de : Samîmi ve muhlis
kullarına ta'zim ve ikram eden AHah diye tefsir etmişlerdir.
Ne olursa olsun Celâl
ve ikram Allahü Teâlâ'nın en büyük sıfatlarındandır. Bundan dolayıdır ki Resulü
Ekrem (S.A.V.) «Yâ Zel celâi-i ve'l-ikram; demeye devam edin» buyurmuştur.
Rivayete nazaran Hz. Peygamber (S.A.V.) namaz kılarken diyen bir zâtm yanından
geçmiş ve ona «Muhakkak namazın kabul edildi»
demiştir.[334]
—/411- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anft'den rivayet edildiğine göre: Resûfüllah Sallalîahü
aleyhi ve seTlem, şöyle buyurmuşlardır:
Süleyman (A. S.)
yağmur duasına çıktı ve sırtüstü yatarak ayaklarını semâya kaldırmış bîr
karınca gördü. Karınca: Yâ râbî Biz senin mahlûkâtından bir takım mahlûklarız.
Senin suyundan müstağni değiliz; diyordu. Bunun üzerine Hz. Süleyman
(yanındakilere) dönün muhakkak sizden başkasının duası sebebiyle sulandınız,
dedi».[335]
Bu hadîsi, İmam Ahmed
rivayet etmiş, Hâkim de onu sahîhlemiştir.
Hadîs, yağmur duasının
eskiden meşru olduğuna delildir. Bundan hayvanların da yağmur duasına
çıkarılmasının müstehâp olduğu, onların da Allah'ı bilecek ve zikredecek,
ondan hacet dileyecek kadar idrakleri bulunduğu anlaşılmaktadır.
Hadîs-i şerîf : «Hiç
bir şey yoktur ki, Rabbîsinin hamdiyle teşbih etmesin .Lâkin siz onların teşbihini
anlamazsınız» âyet-i kerîmesine muvafıktır.[336]
—/412- «Enes
radıyallahü anh'den rivayet edildiğine göre: Pey gamber Salîallahü aleyhi ve
seÜem, yağmur duası yapmış ve avuçle nnın sırtı ile semâya işaret etmiştir.»[337]
Bu hadîsi, Müslim
tahric etmiştir.
Bu hadîs-i şerîf, duâ
ile belânın giderilmesi istenildiği zaman avuçların sırtı semâya çevrilerek;
bir şeyin vücûd bulması veya verilmesi istenildikte ise, avuçların içi semâya
çevrilerek el kaldırılacağına delildi. Nitekim bu husus Haîtab b. Es'Saîb'in
babasından rivayet ettiği şu hadîste açıktır:
«Peygamber Sallallahü aleyhi ve settem, bir şey
istediği zaman avuçlarının İçini; bir şeyden (Allah'a) sığındığı zaman ise
avuçlarının dışını semâya çevirirdi.»İbni Abbas (R.A.yûan:
a li^kj «AMah'dan avuçlarınızın içiyle dileyin; dışı
ile İstemeyin.» dediği rivayet olunuyor. Vakıa bu hadîs zayıftır. Amma yine de
Enes hadisiyle aralan bulunmuş ve : «İbni Abbas hadîsi istek haline mahsustur»
denilmiştir.
«Rağbet ve korku
hallerinde bize dua ederler» âyet-i kerîmesi dahi, rağbette avuçların içi;
rehîbde avuçların dışı semâya kaldırılır diye tefsir edilmiştir.[338]
—/413- «Ebu
Amîri'l-Eş'âri[339]
radıyallah anft'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah SaUatlalıü
aleyhi ve sellem :
Muhakkak ümmetimden
bir takım kavimler gelecek, zina ile ipeği helâl sayacaklar; buyurdu».[340]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Aslı Buhârî'dedir. Buharı (194—256) bu hadîsi talik suretiyle
tahric etmiştir. Hadîs-i şerîf ipek elbise giymenin haram olduğuna delildir.
Çünkü nın mânâsı, haramı helâl sayarlar demektir. îkinci hadîste bu bâbda
sarahat olduğu görülecektir. Yine bu hadîste haram olan bir şeye mubah
muamelesi yapmanın insanı ümmet olmaktan çıkarmayacağına delâlet vardır.
Maamâfîh San'ânî (1059—1182) bu kavli zayıf bulmakta ve: «Eğer bir kimse bîr
haramı istihlâl eder, yani onun helâl olduğunu itikat eylerse, şüphesiz ki o
şeyin haram olduğunu haber veren Peygamber (S,A.V.)'i yalanlamış olur. Ve o
şeye helâl demesi Peygamber (S.A.V.)'in sözünü red ve tekzip olur. Peygamberi
tekzip ise küfürdür.»
Ebu Amir El Eşarî (R. A.: îsmi ihtilaflıdır.Bazılarına
gör e Ab- bdllh h Vhbdir Binaenaleyh
hadîsi te'vil etmek ve böyle bir kimseye ümmet demesi haramı helâl îtikâd
etmezden Öncedir. îtikâddan sonra ümmet olmaktan çıkar; demek icâp eder.
Burada ümmet sözünden, ümmeti daveti kasdetmek de sahih olamaz. Çünkü
böyleler! yalnız zina ile ipeği değil, Hz. Peygamber (S.A.V.)'in haram kıldığı
her şeyi helâl sayarlar demektedir.»
(İstihfaf) i helâl
îtikâd etmek mânâsına alırsak, San'ânt'nm dedikleri doğrudur. Zîra haramı
helâl îtikâd eden kimsenin kâfir olacağında ihtilâf yoktur. Fakat bu kelimeyi
helâl îtikâd etmek değil de, bir şeye helâl muamelesi yapmak, onu helâlmış
gibi tutmak mânâsına alırsak, kâfir olmak icap etmez. Çünkü haramı helâl
îtikâd etmek değildir. Burada bu mânânın kasdedildiği anlaşılmaktadır.
kelimesini Hümeydî ile
Îbnü'l-Esir[341] (544—606) şeklinde
rivayet etmişlerdir. Haz, ibrişimden yapılma bir nevi elbisedir.
Onu noktasız ve ile
şeklinde zapteden Ebu Musa'dır. Îbnü'l-Esîr «En-Nihâye-» nâm eserinde : «Bu
hadîsde tarîklerinin muhtelif olmasına rağmen meşhur olan birinci kıraattir»
der. Yanı (haz) okunacak demek ister.
Eğer hadîsten murâd bu
mânâ ise o zaman harîr kelimesini har üzerine atfetmek âmmı has üzerine atıf
kabilinden olur. Zîra haz ipeğin bir nevidir. Bazan ipekle yün karıştırılarak
dokunan kumaşlara da haz derler. Fakat burada murâd o kumaş değildir. Çünkü o
kumaşları giymek helâldir. Ebu Dâvud (202—275)'un Abdullah ibni Sa'd'dan
tah-ric ettiği şu hadîsi bu mânâya almak icap eder :
«Abdullah ibni Sa'd
dediki Buhârâ'da beyaz bir kafir üzerinde siyah ipekli sarık sarmış bir adam
gördüm. Bunu bana Resûlüllah (5.A.V.) giydirdi; dedi».
Aynı hadîsi Nesâî (215—303)
de tahric etmiş; Buharı sâde zikrederek geçmiştir. Hâlis ipek olmayan
kumaşların hangisinin giyi-lebiîeceği aşağıdaki üçüncü hadîste görülecektir.[342]
—/414- «Hüzeyfe
radıyaUdhü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah Satlallahü
aleyhi ve sellem, altın ve gümüş kaptan yiyip içmemizi ve ipekli ile kalın
ipekli giymemizi ve üzerine oturmamızı yasak etti.»[343]
Bu hadîsi, Buhârî
rivayet etmiştir.
Hazreti Hüzeyfe îbni
Yeman (R. A.)'dan rivayet edilen bu hadîs, kitabımızın birinci cildinde (kaplar babı) nda şu lâfızlarla geçmişti
«Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve seîlem :
Altın ve gümüş
kaplardan içmeyin; onların sahanlarında yemek yemeyin. Zîra o kaplar dünyada
müşriklerin, ahirette sizindir, buyurdular».
Binaenaleyh, burada
«Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, yasak etti» demekle aynı hadîsi
kasdetmiştir.
Bir şeyden nehy, yani
yasak etmenin hükmü, o şeyin haram olmasıdır. Filhakika altın ve gümüş
kapların hükmü yukarıda (kaplar) babında geçmişti. îpeğe gelince :
Cumhur ulemâya göre,
ipek elbise giymek kadınlara mübâh, erkeklere haramdır. Kadı îyâz (476—544)
bâzı kimselerin ipeği mubah gördüğünü hikâye etmiştir. Mâmâfîh sonraları haram
olduğuna icmâ vâki olduğu söyleniyor. Lâkin Musannif merhum «Fethü'l-Bâri-» de
şöyle diyor : «Ashabı kiramdan bir cemaatla daha başkalarının ipek giydikleri
rivayet edilmiştir.» Ebu Dâvud diyor ki: «İpeği sahabeden yirmiden fazlası
giymiştir. Bunu onlardan bir cemaattan îbni Ebi Şeybe rivayet etmiştir.
Filvaki îbni Ebi Şeybe Ammar ibni Ebi Ammar tarikiyle şu hadîsi tahric etmiştir
:
«Dedi kî, Mervan ibni
Hakem'e haz'den yapılmış bir takım cübbeler geldi ve onları Resûlüllah
(S.A.V.)'in ashabına giydîrîverdİ.» Bundan sonra musannif : «En doğrusu haz
kelimesini erişi ipek, arkacı başka şeyden olan elbisedir; diye tefsir
etmektir» diyor. Bâzılarına göre ipekle yün karıştırılarak dokunan şeye (haz)
derler. Bir takımları : «Haz bir hayvandır. Onun yününden yapılan elbise
yumuşak olduğu için elbiseye de haz adı verilmiş. Sonra ipekle karıştırılana
da haz denilmiştir.» diyorlar. Elhasıl : Ebu Davud'un rivayet ettiği hadîste
zikri geçen sahâbe-î Kiramın giydikleri ipek, cübbelerin hâlis ipek değil,
böyle karışık dokuma olmaları muhtemeldir.
Bir de sözü geçmektedir
ki, bunun için Râfiî (—627) : «tmamlarca ipekten ma'duttur.» der. Bundan dolayı
onu erkeklere haram kılmışlardır. Maamâfîh Ibnü-z-Zübeyr (R. A.)'â&n Müslim
(204 -—2^1)'in tahrîc ettiği bir hadîste şöyle denilmektedir :
«Ibnü'z-Zübeyr hutbe
okumuş ve demiş ki : Kadınlarınıza ipek giy Girmeyiniz. Çünkü ben Ömer ibnî
Hattab'ı : Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve sellem, ipeği giymeyiniz buyurdular;
derken İşittim».
Anlaşılıyor ki,
İbnü'z-Zübeyr hadîsin umûmu ile amel etmiştir. Şu kadar var ki, sonraları
kadınlara ipek elbise giymenin helâl olduğuna İcma-ı ümmet vuku bulmuştur.
Erkek çocuklara gelince :
Ulemânın ekserisi: «Ümmetimin erkeklerine haramdır.» hadîs-i
şerifi mucibince onlara da ipek ^giydirmek haramdır derler. Hanefîlerden İmâm-ı
Muhammed (135— 189) ile Şâfiîlerden bâzılarına göre çocuklara bayram günlerinde
ipekli giydirmek caizdir. Çünkü çocuklar mükellef değildirler. Bayramlardan
gayrı zamanlarda giydirilip giydirilmemesi hususunda üç vecih rivayet olunur
ki, bunların essâhı yine caiz olmaktır.
Dîbâç : İpeğin
kalınına derler. Binaenaleyh dîbâcı harîrin üzerine atfetmek, hassı ânım
üzerine atf kabilindendir. Hadîs-i şerîf ipek üzerine oturmaktan da
nehyediyor. Ancak Musannif «Fethü'l-BâH» de : «Buhârî ile Müslim Hüzeyfe hadîsini bu yoldan başka bir tarîk ile de tahrîc
etmişlerdir ki, o rivayette yâni «üzerine oturmaktan yasak etti, ziyâdesi
yoktur.» dedikten sonra sözüne devamla : «Bu hadîs, ipek üzerine oturmak
memnudur diyen Cumhur'a kuvvet-îi bir delildir» diyor.
îpek elbise giymek
dört mezhebe göre şöyle hülâsa edilebilir :
1—
Hanefîlere
göre: Erkeklere ipek elbise giymek haramdır. Yalnız dört parmak genişliğinde
ipekle, erişi ipek, arkacı başka ipektert dokumaları giyebilirler. Harplerde
ise İmameyn'e, göre halis ipek giymek caizdir. İpekli döşek yaygı ve saire
üzerine oturmak ve dayanmak; ipekten perde yapmak caizdir.
2— Şâfiere
göre: Erkeklere ipek elbise giymek haram olduğu gibi, ipek üzerine oturmak ve
dayanmak da haramdır.Ancak ipeğin» üzerine pamuk vesâireden yapılan bir perde
konulursa, oturmak ve dayanmak caiz olabilir. Hattâ giyim eşyasında ipeğin
üzerine başka bir şeyden yapılma astar dikiimezse giymek caiz değildir. Bu
bâbda hâlis ipekle ekserisi ipek olan kumaş arasında bir fark yoktur. Yalnız
zarurette îpek giymek caiz olur.
3— Hanbelîlerden
rivayet edilen meşhur kavle göre : İpek üzerinde uyumak, oturmak ve ipeğe
dayanmak, ,cndan perde vesaire yapmak, haramdır. Yalnız kâbeyi ipekle kaplamak
helâldir.
4— Mâlikîlere
göre : Bir eziyetten veya hastalıktan dolayı bile olsa ipekli giymek, üzerine
oturmak, dayanmak hattâ üzerine başka bir şey yaymak suretiyle de olsa caiz
değildir. Yalnız bâzılarına göre üzerine oturmak ve dayanmak mübahdır. Pencere
perdesi yapmak bilitti-fak caizdir. Kadınlara ise giymesi helâl olunca,
üzerinde oturmak vesaire evleviyetle ve her mezhebe göre helâldir.
îpeğin niçin haram
kılındığı hususunda iki kavi vardır :
a—
Büyüklenme
ve böbürlenmeye sebep olduğu için;
b— Ziynet ve
refah elbisesi olduğu için haram kılınmıştır. Halbuki ziynet kadınlara yaraşır.
Erkeğe yaraşan merd ve cesur olmaktır.[344]
—/415- «Ömer
radıydllahü tmfe'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellern, ipek giymeyi yasak etti. Yalnız ikî parmak, yahut üç veya
dört parmak miktarı müstesna.»[345]
Bu hadîs, müttefekun
aleytı'dir. Lâfız Müslim'indir.
Musannif merhum
hadîs-i şerifte geçen kelimesinin tahyir ve tenv'i için olduğunu söylemektedir. Bu hadîsi İbni Ebi Şeybe (—234) yine bu yoldan şu
lâfızlarla tahrîc etmiştir:
«Şüphesiz ki ipek ya
şöyle, ya öyle olmaktan başka işe yaramaz.» yani iki parmak, yahut üç veya dört
parmak demek istemiştir. Bâzıları, maksad her bir (yen) de ikişer parmak
olabilir demektir, demişlerse de bu te'vili Nesâî (215-303) nin rivayeti
reddeder:
«Kalın ipeklide bir yerde
dört parmak miktarından başkasına ruhsat vermedi.»
İşte Cumhur ulemâ'nın
mezhebi de budur. îmârn- Mâlik'ten bir rivayete göre bu dört parmak miktarı
dokunulmuş da olabilir, o yere yapıştırılırsa da olabilir. Bâzıları ruhsatı üç
parmak miktarı ile, tahdid ve takdir etmişlerse de sadedinde bulunduğumuz hadîs
dört parmak miktarında nasstır.[346]
—/416- «Enes
radıyatlahü anft'den rivayet edilmiştir ki: Peygamber Sallallahü aleyhi ve
seTtem, Abdurrahman ibni Avf İle Zübeyr'e kendilerinde bulunan bir kaşıntıdan
dolayı îpek gömlek ile sefer etmeleri için ruhsat vermiştir.»[347]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'tir.
bir nevi uyuzdur.
Fakat burada zikir edilmesi kayıt olarak değil, misâl olmak üzeredir. Hadîsin
bir rivayetinde Hz. Abdurrahman ile Zübeyr (R. A.) Peygamber (S.A.V.)'e bitten
şikâyet etmişler; kendilerine ipek gömlek içinde harp etmek için ruhsat
vermiştir.
Musannif
«Fethü'l-Bârî» de : «Bu rivayetlerin arasını cem etmek için kaşıntı bitten
hâsıl olmuştur denilebilir. Ve bu suretle illet kimi sebebe kimi de sebebin
sebebine nisbet edilebilir.» diyor. Kaşıntı ve emsali özürler sebebiyle ipek
elbise giymenin-caiz olup olmayacağı ihtilaflı bir meseledir. Taberî (224—310)
: «Kaşıntıdan dolayı giyilmesine ruhsat verilmesi, ondan daha büyük bir
eziyeti, meselâ : Silâhı karşılamak gibi bir şeyi kasdettiği zaman da giymenin
caiz olacağını gösterir.» diyor. Caiz görenler, yalnız sefer halinde-değil, her
yerde tecviz etmişlerdir. Şâfiîlerden bâzıları yalnız sefer haline mahsus
olmak üzere cevaz vermişlerdir.
Kurtubî : «Bu hadîs
caiz değildir diyenlerin aleyhine delildir. Ancak meselenin Zübeyr ile
Abdurranman'a has olduğu iddia edirilse o başka. Fakat bu iddia sahih değildir»
demiştir.
îmmn-% Mâlik (93—179)
ile Ebu Hanîfe (80—150) ipek giymenin mutlak surette caiz olmadığını
kaildirler. Kaşıntıdan dolayı ipekli giymenin hikmeti, bazılarınca ipeğin
soğukluğudur. Fakat bâzıları buna itiraz etmiş; ipek soğuk değil, sıcaktır.
Doğrusu buradaki hikmet ipekteki bir hassadır demişlerdir.[348]
—/417- «Ali
radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Peygamber SaUaîlahü
aleyhi ve selîem, Bana ipekli bir hülle giydirdi. Ben de onunla (sokağa)
çıktım. Ve Peygamber SaUaîlahü aleyhi ve seUem/în yüzündeki gadabı gördüm de
hemen onu kadınlarımın arasında paylaştırdım.»[349]
Bu hadîs müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir.
Çizgili yahut ipekli
elbisedir tmâm-ı Halil'e göre arapçada vezninde siyerâ, hıvelâ ve ineba gibi
birkaç kelimeden başka kelime yoktur. Burada siyerâ, hülleye sıfat yapılmıştır.
Başka rivayetlerde hülle kelimesi siyerâ'ya muzaf olarak okunmuştur ki daha
güzeldir. Hülle : Entari ve kaftandır. Ibnü'l-Esîr'e (544—606) göre bîr cinsten
olmaları da şarttır. Bazılarınca hülle ipekli çizgili cübbelerdir. Bir
takımlarına göre ise hâlis ipekten yapılan cübbedir ki burada akla en yakını
budur. Müslim'in, bir rivayetinde cümlesinden sonra :
«Bunun üzerine :
Ben onu sana giyesin
diye göndermedim. Ancak ve ancak kadınlarının arasında baş örtüsü olarak
paylaştırasin dİye gönderdim: dedi. Bundan dolayı ben de onu Fat'malar arasında
baş örtüsü olarak paylaştırdım.» ibaresi ziyâde edilmiştir.
Hımar'ın cemidir. Hımar
: Kadının baş örtüşüdür. Fât'malardan murâd : Fât'ma bînti Muhammed (S.A.V.)
yani Ali (R.A.)'ın zevcesi, Fât'ma bînti Esed yani annesi, Fât'ma bînti Hamza
ve Ukeyl ibni Ebî Tâlîb'in zevcesi Fât'ma'dır.
Bu hadîs-i şerif ile
bir usul-ü fıkıh meselesi olan beyânın hitap vaktinden tehir edilmesinin caiz
olduğuna istidlal ederler. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) hülleyi Hz. AH (R.
A.)'a. göndermişti. O da aslında giymek için yapılmış olan bu elbiseyi giymek
suretiyle ondan istifâdeye kalkmıştı. Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V.) giymenin
kendisine mübâh olmadığını beyân buyurdular.[350]
—/418- «Ebu
Musa radıyallahü anh'âen rivayet edilmiştir ki : Peygamber SaUaîlahü aleyhi
ve seüem:
Altın ile ipek
ümmetimin kadınlarına helâl; erkeklerine haram kılınmıştır, buyurmuşlardır.»[351]
Bu hadîsi, Imâm-ı
Ahmed, Nesâî ve Tîrmîzî rivayet etmişlerdir. Tîrmizî onu sahîhlemiştir.
Ancak aynı hadîsi
îmâm-ı Tirmizî (200—279) Saîd ibni EH Hind'den, o da Ebu Musa'dan rivayet
etmiştir. ' Ebu Hatim (195— 277) bunu malûl bulmuştur. Zira Saîd Ebu Musa ile
görüşmemiştir. îbni Hibbân (—354) dahi sahihinde bu hadîs için: «Saîd ibni Ebi
Hind* in Ebu Musa'dan rivayeti malûldür; sahîh değildir» demiştir. Fakat îbni
Huzeyme (223—311) onu sahîh bulmuştur. Bu hadîs bu tarîkten maada sahabeden
sekiz tarîkten rivayet edilmiştir. Bu tarîklerin hiç biri itiraz ve ta'ndan
hâlî değilse de hepsi biribirini te'yid etmektedir.
Hadîs-i şerîf,
erkeklerin altın ve ipek kullanmasının haram, kadınların kullanmasının helâl
olduğuna delildir.[352]
—/419- «İmran
ibni Hüsayn radıyaîlahü anhüma'dan rivayet edii-mîştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem:
Şüphesiz Allah kuluna
bir nimet verdiği zaman, nimetinin eserini onun üzerinde görmek ister,
buyurmuşlardır».[353]
Bu hadîsi, Beyhakî rivayet
etmiştir.
-îmâm-ı Nesâî
(215-—303) Ebu'l-Ahvas''dan, Tirmizî (200—279) ile Hâkim (321—405) de Ibnî Ömer
(R. A./dan şu hadîsi tahrîc etmişlerdir :
«Şüphesiz Allah kuluna
verdiği nimetinin eserini görmek ister.» Nesâî'nin Ebu'l- Ahvas'da.n rivayet ettiği
hadîste :
«Allah sana bir mal
verdiği zaman sana olan nimet ve ikramının eserini üzerinde görmelidir»
denilmektedir.
Bu hadîsler, Allah
kuluna yiyecek veya giyecek gibi bir nimet verdiği zaman, kulun o nîmeti açığa
vurmasının yerinde bir iş olduğuna ve bunu Allah'ın sevdiğine delâlet eder.
Zira Allah'ın nimetim meydana koymak ona fiilen şükretmektir. Muhtaç olanlar
onu güzel giyinmiş görürse sadaka almak için kendisine müracaat ederler.
Halbuki pejmürde giyinmek lisân-ı hâl ile dilenmek ve fakirliğini anlatmaktır.
Bunun içindir ki şâir :
«Vallahi senin
iyiliğine karşı fasih olarak teşekkür etsem de lisân-ı hâlim şikâyeti daha çok
ifâde ediyor» demiştir.[354]
552/420-
«Ali radıyaîlahü anh'öen rivayet olunduğuna göre : Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem, Kas kumaşları ile usfurlu (elbise) giymeyi yasak etmiştir.»[355]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
(Kas) kelimesini hadîs
ulemâsı kafin esresiyle (kissî) okumuş. Mısır ulemâsı ise kafi üstün
okumuşlardır. Kas bir yerin ismidir. Orada çizgili ve ipekli kumaşlar
dokunurmuş. (Kissî) o yere mensup demektir.
(Muasfer) : Usfur
denilen sarı boya ile boyanmış demektir. Kass kumaşının ipeği fazla ise,
kullanılması haramdır. Değilse mekruhtur. Sarıya boyanmış elbise giymek
bâzılarına göre caiz değilse de, ashâb-ı kiram ile tâbin hazaratımn ekserisine
göre caizdir. îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel (164—241)'den maada bütün mezhep
imamları da caiz olduğuna kaildirler. Çünkü Sahîheyn'in ittifakla rivayet
ettikleri İbni Ömer hadîsinde:
«Resûlüllah SaUaUahü
aleyhi ve seHem'i sarı boya kullanırken gördüm» denilmektedir. Bâzıları sarıya
boyanmış elbise giymeyi tenzi-hen mekruh görmüşlerdir. Resûlüllah (S.A.V.)'in
kırmızı bir hülle giydiği dahi rivayet olunursa da, Îbnü'l-Kayyim (691—751)
bunun hâlis kırmızı olduğunu kabul etmiyor ve : Kırmızı hülle, kırmızı çizgilerle
dokunmuş iki siyah Yemen kumaşıdır. Bunların bu adla tanınması, üzerlerindeki
kırmızı çizgilerden dolayıdır. Hâlis kırmızı şiddetle yasak edilmiştir.
Sahîheyn'de şu hadîs vardır.
«Peygamber Salldllahü
aleyhi ve sellem, kırmızı ipekleri yasak etmiştir» diyor.
Fakat Kadı Şevkâni
(1172—1250) bu iddiayı reddetmiş ve : «O hülle hâlis kırmızı idi.» demiştir.[356]
553/421- «Abdullahü'bnü
Amr radıyaîlahü anhüma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki ; Peygamber
SaTldlîahü aleyhi ve sellem, benim üzerimde sarıya boyanmış iki elbise gördü de
:
Bunu sana annen mi
emir etti? dedi.»[357]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîf sarı
boyalı elbise giymenin, erkeklere yasak olduğuna delildir. Ve bundan evvelki
hadîste geçen yasağı te'yid etmektedir. Hadîsin tamamı şudur: «Onları yıkayayım
Yâ Resûlüllah dedim:
Hayır yak onları!
Buyurdular.» Bir rivayette «Şüphesiz ki bunlar kâfirlerin elbisesindendir.
Binaenaleyh sen onları giyme; buyruimustur.
Aynı hadisi Ebu Dâvud,
(202—275) ile Nesâî (215—303) de tah-rîc etmişlerdir. «Annen mi emir etti»
buyurması bunların k.-uiın elbisesi, kadın ziyneti âdeti olduğunu bildirmek
içindir.
Hadîs-i şerîf, mal
itlafı suretiyle ceza vermeye de delâlet ediyor. Zîra Resûlüllah (S.A.V.)
Abdullah İbnü Amr (R. A.)'a o elbiseyi yakmasını emretmiştir. Halbuki birkaç
hadîs yukarıda gördüğümüz Hz. Ali hadîsinde böyle elbiselerin kadınlar arasında
paylaştırılması emrolun-muştu. Şu halde bu hadîs ile Hz. AH (R. A.) hadîsi
arasında muâraza olduğu anlaşılıyor. Böyle hallerde yapılacak iş; iki hadîsin
arasını bulmaktır. Yalnız Ebu Davud'un «Sw«en» inde Abdullah ibni Amr'dan şu
hadîs rivayet edilmiştir:
«Peygamber Sdllallahü
aleyhi ve sellem, Abdullah'ın üzerinde us-furla boyanmış bir çarşaf görmüş ve :
BU Üzerindeki çarşaf
nedir? buyurmuş. Abdullah demiştir kî: Resûlüllah (S.A.V.)'in hoşlanmadığını
hemen anladım. Ve evdekile-rîn yanına geldim. Tandırlarını kızdırıyorlardı.
Çarşafı onun içine atı-verdim. Sonra ertesi gün Resûiüllah (S.A.V.)'in yanına
gittim.
Yâ Abdullah çarşafı ne
yaptın? dedi. Ben de kendisine anlattım. Bunun üzerine:
Onu ailenden birine
giydirseydin ya! Çünkü onu kadınların giymesinde bir beis yoktur» buyurdular.
Bu hadîsten
anlaşılıyor ki, Hz Abdullah çarşafı Peygamber (S.A.V.) in emri olmaksızın
yakmıştır. Bu rivayet sahîh ise Abdullah hadîsi ile Hz. Ali hadîsi arasında
muaraza kalmaz. Fakat bu sefer de Abduüah Ibnî Amr'ın iki rivayeti biribirine
muâraza eder. Bu muârazayı (çatışmayı) bâzıları şöyle hallederler : Hz.
Peygamber (S.A.V.)'in yak emri nedip içindir. Nitekim yaktığını öğrendiği zaman
(kadınlarından birine giydirseydin ya)
buyurması bunu gösterir.
Demek oluyor ki,
çarşafı yakacağına kadına giydirmesi kâfi gelecekmiş. Fakat Kadı İyâz
(476—544) Müslim şerhinde Hz. Peygamber (S.A.V.)'in yak emrinin tağliz, tekdir
ve ceza için olduğunu söylemiştir ki, bu kavi daha zahirdir.[358]
554/422- «Esma
binti Ebî Bekir radıyaTlahü anîıâ'öan rivayet edilmiştir ki; kendisi Resûlüüah
Sdllallahü aleyhi ve sellem'ın cübbesini çıkarmış; cübbenin cebi ile yenleri ve
yakaları dîbac ile geçilmiş halde İmiş.»[359]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Aslı Müslim'dedir. Müslim: «Cübbe vefatına kadar Âİşe'nin
yanında îdi. Müteakiben onu ben aldım. Peygamber (S.A.V.) bu cübbeyi giyerdi.
Biz de onu hastalar için yıkıyoruz. Onunla şiîâ dileniliyor.» cümlesini ziyâde
etmiştir. Buhârî dahi «El-cdebül-Müfred» ele : «Resûlüllah (S.A.V.) onu (gelen)
he/etlerle cuma (namazı) için giyerdi» ziyâdesini ilâve etmiştir.Hadîs-i
şerifte geçen bâzı kelimelerin izahı :
Cepleri ipekten, eteği ile yenleri ipekle geçilmiş elbisedir.
Nevevî (631—676) Müslim şerhinde bu kelimeyi izah ederken : «mekfüfe,
kenarları ipekle geçilerek bükülen elbisedir. Bu iş etek ile yakalarda ve
yenlerde olur.» diyor.
İpeklinin kabasıdır.Buhârî
ile Müslim'in rivayet ettikleri ziyâdeler de Hz. Esmâ'mn rivâyetindendir.
Bu hadîsin bir sebebi
vardır ki, şudur :
Hi. Esma (R.Anha)
Abdullah ibni Ömer'e: «Elbisedeki alemi, yani üç parmak genişliğindeki ipek
yolların haram olduğunu söylediğini duydum. Bunun aslı var mı» diye haber
göndermiş. O da : «Babam Ömer (R. A./dan Resûlüllah SdUallahü aleyhi ve
settem'î :
«İpeği ancak
nasipsizler giyer» derken işittim hadîsin! duydum da alemin ipek giymek
sayılacağından korktum.» cevabını vermişti. Bunun üzerine Esma (R. Anka)
cübbeyi çıkarmıştır. Cübbenin kenarlanndaki ipeklinin üç dört parmak
genişliğimle olduğu kabul edilmektedir.
Hadîs-i şerîf bu
miktar ipeğin, elbiseye katılabileceğine ve böyle bir cübbenin kerahetsiz
giyilebileceğine delildir. Ayni zamanda Resûlüllah (S.A.V.) eserleri ve onun
mübarek vücuduna temas eden elbisesiyle şifâ dilemenin caiz olduğunu; gelen
misafire ve ziyaretçiye güzel giyinerek çıkmanın müstehâp bir iş sayıldığını
gösteriyor. Maâmâfîh «bu bir sahâbiyyenin kendi sözüdür; delîl teşkil etmez»
diyenler de olmuştur, ipek, ipekli elbise dikmek, teşbih dizmek, musaf torbası
vesaire yapmak gibi şeylere nehyin şümulü olmadığından bunların
kullanılmasında bir beis görülmemektedir. Elbise giymenin de bir takım adabı
vardır. Meselâ : Gömleğin yenlerini fazla uzun yapmamak, günün modasına uyarak
pantolonun paçalarını fazla geniş veya fazla dar tutmamak bunlardandır.
Ebu Dâvu&un
(202—275) Hz. Esmâ'dan rivayet ettiği bir hadîs «Peygamber (S. A.V.J'in yen'i
bileğine kadar idi.» deniliyor. îbni Abdİ's-selâm : «Elbiseyi ve yen'leri
geniş tutmakta ifrata gitmek, bid'ât ve israftır» demiştir.[360]
Cenaîz 'jîelimesi
cenazenin cemidir. Cenaze : Cim'in fethi ile de kesri ile Jde okunabilir.
«Kamus» ta şöyle deniliyor : Cenaze cim'in. fethi île ölen insan demektir.
Yahut cim'in kesriyle Ölen insan; fet-hiyle okunursa tabuttur. Yahut bunun
aksidir. Yani cim'in kesriyle, tabut, fethiyle ölen insan demek olur. Yahut
cim'in kesriyle ölen insanla birlikte tabut mânâsına gelir. Umumumiyetle
Hanefîler'in fıkıh kitaplarında bu kelime cim'in fethiyle ölmüş insan mânâsında
kullanıl-mşıtır. Cim'in kesriyle tabut manasınadır. Meşhur nahiv üstadı Esma-i[361] den cim'in fethiyle okunamiyacağma dâir
rivayet vardır.[362]
555/423- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlülîah
SaUaîlahü aleyhi ve seUem :
Bütün lezzet (ve zevk)
|eri târ-ü mâr eden şeyi, ölümü, ÇOk zikredin» buyurdular.[363]
Bu hadîsi, Tirmiiî ile
Nesâî rivayet etmiş, İbni Hibbân sahîhlemiştir.
Hadîs-i şerifi Hâkim
(321—405), İbnü's-Seken (294—353) ve İbni Tâhir dahi sahîhlemişlerdir. Dâre
Kutnî (306—385) ise mürsel olmakla ületlendirmiştir. Bu bâbda Hz. Ömer ile Enes
(R. Anhüma) dan da rivayetler varsa da bunlar hakkında dahi söz edilmiştir. Musannif
Süheylî[364]'den naklen şöyle diyor:
«Hazım kelimesi zâl-i muceme (noktalı dâl) ile rivayet edilirse, (kesen)
manasınadır. Zâ-i mühmele (noktalı râ) ile ise bir şeyi gidermek mânâsına gelir
ki burada bu mânâ murâd değildir.» Maamâfîh yine Musannif merhum : «nefyin
üzerinde durmanın lüzumu aşikârdır» diyerek kelimenin noktalı dâl ile dahi
sahîh bir mânâ ifâde ettiğini anlatmak istemiştir. Zîrâ ölüm bütün zevk ve
lezzetleri kestiği gibi, aynı zamanda onları giderir de. Ancak hadîste îtimâd
rivayetedir. Rivayet ise zâl iledir.
Bu hadîs, insanın, en
büyük bir ibret ve serencam olan ölümü hatırlatmaktan gaflet etmemesi lüzumuna
delildir. Ölümü hatırlamanın fâidesini Peygamber (S.A.V.) hadîsin sonunda şu
lâfızlarla beyân buyuruyor :
«Zîrâ siz onu çoğun
içinde (zengin iken) zikir edersiniz, Allah o çoğu azaltır; azın içinde zikir
ederseniz onu çoğaltır.» DeylemVnin Ebu Hüreyre (R, A.J'dan rivayetinde hadîs
şöyledir :
«Ölümü çok zikredin;
eğer bir kul Ölümü çok zikrederse Allah onun kalbini ihya eder. Ve Ölümünü
kolaylaştırır.» İbni ffibban (—354) üe beyhahî (384—458)'nin «Şua'bü'l-îmân^
ındaki lâfızları şöyledir:
«Lezzetleri tarumar
eden (ölüm'ü) çok zikredin; zîrâ onu hiçbir kul baş sıkısında zikir etmemiştir
ki Allah onun başını çözmesin; vakti hali yerinde iken zikir etmemiştir ki o
hali daraltmasın.» Aynı hadîsi İbni Lal[365]
«mekarim-i Ahlâk» ta Hz. Enes (R. A.)'âan şu lâfızlarla rivayet eder :
«Ölümü çok zikredin; Çünkü o günahlardan temizlemek ve
dünyadan uzaklaştırmakdır.»
lâfızları şöyledir:
«Lezzetleri keseni çok
zikredin; zira onu geçim hususunda başı darda olan hiç bir kimse zikretmemiştir
ki Allah maişetini genişletmesin. Varlık zamanında da zikir etmemistir ki; o
varlığı ona darlık etmesin.» ibni ebid-Dünyâ[366]
(208-281) da şu lâfızlarla tahrîc etmiştir:
«Ölümü çok zikredin. Zîrâ
o, günahları yok eder; dünyadan soğutur. Eğer onu zenginlik ânında anarsanız
onu yıkar; fakirlediğiniz zaman anarsanız sizi geçiminizden razı kılar.»[367]
556/424- «Enes radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki :
Resûlüllah SallaMahü aleyhi ve sellem
Sakın sizden biriniz
başına gelen bir belâdan dolayı ölümü istemesin. Eğer behemehal isteyecekse,
bari : Allah'ım hayat benim için
daha hayırlı ise, bana hayat ver;
hakkımda ölüm daha hayırlı ise beni öldür, desin.» buyurdular.[368]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerif, bir
belâ, mihnet veya düşman korkusu ile yahut hastalık veya fakr-ü zaruret gibi
bir dünya meşakkati sebebiyle ölümü istemenin memnu olduğuna delildir. Çünkü
Ölüm istemekte, halinden sızlanmak; Allah'ın kazasına sabr etmemek, ona razı
olmamak vardır. «Başına gelen bir belâdan dolayı» buyrulmasına bakılırsa, belâ
sayılmayan hususatta meselâ : Din bâbındaki fitneler hususunda ölümün
istenilmesi caiz olmak lâzım gelir. Nitekim duâ hadîsi de caiz olduğuna delâlet
eder. O hadîste :
«Kullarına bir belâ
vermek dilersen, bir fitne dûçâr olmaksızın ruhumu sana kabzeyle.» buyrulmaktadır.
Şefaîd olmak arzusuyla
ölümü istemek de caizdir. Filvaki selef-i salîhînden Hz. Abdullah ibnî Revaha
ile başkaları şehît olmayı dilemişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de (1) Hz. Meryem'in:
«Keşkî bundan önce ölmüş olsaydım» dediği hikâye buyruluyor. Hz. Meryem, o
korkunç işe yani kavminden bâzılarının küfür etmesine, bâzılarının da şakî ve
âsî olmasına kendisi sebep olduğu için ölümü temenni etmiştir.
«Eğer behemehal
isteyecekse», tâbirinden murâd : Başı pek sıkılırda sabır ve tahammülü
kalmazsa, şu duayı okuyabilir; fakat böyle bir şey yoksa bu duayı dahi
okumaması evlâdır; demektir.[369]
557/425- «Büreyde radtyallahü anA'den rivayet
edildiğine göre Peygamber Saîlalîahü aleyhi ve sellem :
— MÜ'mİn alin teri İle Ölür.» buyurmuşlardır.[370]
Bu hadîsi, Üçler
rivayet etmiş, İbni Hİbban da sahîhlemiştir.
Hadîs-i şerifi İmâm-ı
Ahmed (164—241) ile tbni Mâce (207— 257) ve hadîs ulemâsından bir cemâat da
tahrîc etmişlerdir. Taberâ-nî (260—360) aynı hadîsi İbnî Mes'ûd (R. A.)
rivayetinden tahrîc etmiştir.
Alın teriyle ölmek İki
suretle tevcih ve îzah edilebilir :
1— Bundan
murâd : Ölen kimsenin hâlet-i nezi' denilen can çekişme zamanında çektiği
zahmet ve meşakkattir ki, o halde hakikaten alın terler.
2— Mü'minin
helâl kazanç uğrunda katlandığı zahmetten kinayedir. Bir de mü'min namaz ve
oruç gibi ibâdetlerle Allah'ına kavuşuncaya kadar nefsini tazyikte bulunur. Bu
takdirde hadîste, câr ve mecrûr, mahallen mansûb hâl olur. Birinci takdire göre
mânâ : Ölüm ve ruh teslimi hali mü'mine
şiddetli gelir; demek olur ki, «Alın
teri» ölümün sıfatıdır.
ikinci takdire göre
mânâ : Mü'mine ölüm, alnını terleten bu şiddetli halde gelir, demektir. Yani
«Alın teri» bu tevcihe göre hâl'in sıfatıdır.[371]
558/426- «Ebu
Saîd ile Ebu Hüreyre radıyaîîahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demişlerdir ki
: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem: ölülerinize telkin edin.» buyurdular.[372]
Bu hadîsi, Müslim ile
Dörtler tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin buradaki lâfzı
Müslim'indir. Hadîsi tbni Hİbban (—354) de aynı lâfızlarla tahric etmiş ve
sonunda: «Eğer bir kimsenin son sözü Lâ İlahe illlâllah olursa günün birinde
cennete girer. Velevki bundan önce azap görmüş olsun.» cümlesini ziyâde
etmiştir.
Hadîs-i şerifi
Şeyheyn'e veya Buhârî'ye nisbet eden olmuşsa da bu hatâdır. İbni Ebi'd-Dünya
(208—281) bu hadîsi Huzeyfe (R. A.) dan şu lâfızlarla tahrîc etmiştir :
«Ölülerinize Lâ ilahe
illâllah'i telkin edin; çünkü kelime-r tevhîcl ondan önceki günahları yok
eder.»
Bu bâb'da daha başka
sahîh hadîsler de vardır. Mevtadan murâd : ölmek üzere olan kimsedir. Telkin
dahi bu haldeki müslümana kel i m e-I tevhîd'i hatırlatmaktır. Tâ ki ölen
mü'minin son sözü kelime-i tevhîd olsun. Ve bu sebeple cennet'e girsin.
Hadîsteki telkin emri Ölüm halindeki her müslümana âmm ve şâmildir. Fakat
buradaki emir nedip içindir. Ulemâ-i Kiram, telkinin çok ve devamlı yapılmasını
mekruh görmüşlerdir. Zîrâ ısrarla telkine devam edilirse ölen kimse ihtimal bıkar;
sıkılır ve o anda çektiği ölüm acısı daha da şiddet kesbederek kelime-i
tevhîd'i söylemek istemeyebilir. Onun için bir defa söyledi mi: «yine tekrarla»
diye emir edilmez de, tariz suretiyle yani kelîme-î tevhîd yanında söylenerek
hatırlatılır ve böylelikle son sözünün kelime-i tev-
hîd olmasına
çalışılır. Bir de kelime-i tevhîd'den murâd:
«ANah'darv başka Allah
yoktur. Muhammed Allah'ın e I çişidir.» demektir. Zîrâ bu iki cümleden birini
söyleyip, diğerini söylememek bir fayda vermez.
Hadîsteki «ölüleriniz»
tâbirinden de anlaşılacağı veçhile telkin müsîümanlara yapılır; Müslüman
olmayanlara ise İslâmiyet arzolunur. Nitekim, Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz
amcası Ebu Tâlib ölürken kendisine îslâmiyeti arzetmiş ve keza vaktiyle
hizmetinde bulunan bir gayri müslimi ziyaret ederek ona da îslâmiyeti
arzetmişti. Gayri müslim Hz. Fahri Kâinaf (S.A.V.) efendimizin bu irşadı ile
müslüman olarak ölmüştü. Hadîste müslümanlarm ölülerini tahsis buyurması
telkini onlar kabul ettiği içindir. Şu da var ki müslümanlar ekseriyetle
yalnız müslüman Ölülerini ziyaret ederler.
Fâîde, : Hastanın
yanında Allah'ın rahmeti, lütuf ve ihsanı zikredilmelidir. Böyle hareket
edilirse, Allah'a hüsn-ü zan eder. Nitekim bu bâbda tmâm-ı Müslim (204—261)
Hz. Câbîr (R. A.J'âan şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve sellem'î vefatından önce
:
Sakın biriniz Allah'a
hüsn-ü zan'dan başka bir halde Ölmesin; derken işittim.» «Sahiheyn» de Ebu Hüreyre (R.A)'dan merfu' olarak şu
hadîs rivayet olunmaktadır:
«Peygamber SallaUahü
aleyhi ve sellem, şöyle buyurdular :
Allah; ben kulumun
bana olan zannına göre muamele ederim buyurdu.»
Ulemâdan bâzıları :
«Ümit verici kırk tane hadîs topluyarak hastanın yanında okumak, hastanın
Allah'a olan hüsn-ü zan'nım kuvvetlendirir. Allahü Teâlâ ise kuluna karşı
kendisine gösterdiği zan mucibince muamele eder» diyorlar.
Ölürken bir kimsenin
Allah korkusu ile afv ümidinin bir araya gelmesi iyi bir şeydir. Bunu îmâm-ı
Tirmizî (200—279) güzel bir isnad ile Enes (R. A./dan tahrîc etmiştir. O hadîse
göre : Resûlüllah (S.A.V) ölüm döşeğinde bulunan bir gencin yanına girmiş ve :
Kendini nasıl
buluyorsun?» dtye sormuştu. Genc'in : Allah'dan afv ümit ediyorum;
günahımdan da korkuyorum» demesi üzerine Peygamber (S.A.V.) :
ümid böyle bir yerde
bir kulun kalbinde toplanırlarsa Allah ona dilediğini verir; korktuğundan emin
kılar» buyurmuşlardır.
Diğer Fâide : Son
nefeste bulunan hastayı kıbleye çevirmek gerekir. Bu bâbda Hâkim'in (321—405)
Ebu Katâde (R. A./dan tahrîc ederek sahîhlediği bir hadîs-i şerife göre :
«Peygamber SaTlaUahü aleyhi ve sellem, Medine'ye geldiği zaman, Bera ibnî
Ma'rûr'u sormuş. Ashap: «O öldü yâ Resûlüllah. Hem malının üçte bîrini sana
vasiyet etti. Ölürken kıbleye karşı çevrilmesini de vasiyet etti» demişlerdir. O zaman y Resûl-Ü Ekrem (S.A.V.) :
«Sünnete isabet etmiş.
Ben de onun (bana vasiyet ettiği) Üçte
birini çocuklarına İade ettim» buyurarak cenaze namazı s «Allah'ım nı
kılmış ve onu mağfiret buyur ve onu cennetine koy, sen bunu zaten yaptın.»
demiştir. Hâkim : «Ölen kimsenin kıbleye çevrileceği hakkında bundan başka bir
hadîs bilmiyorum» diyor.[373]
559/427- «Mâ
ki I İbnî Yesâr[374]
radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber Salîallahü aleyhi ve
sellem:Ölenleriniz üzerine yâsîn okuyun.» buyurmuştur.[375]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Nesâî rivayet etmiş; Hâkim sahîhlerniştir.
îbni Hibban'm beyânına
göre hadîs-i şeriften murâd : ölmek üzere olan kimselerdir. Fakat lâfız, âmm
olduğu için ulemâdan bâzıları : «Ölmüşlere de okunur» diyorlar.
Aynı hadîsi îmâm-ı
Ahmed ibni Hanbel (164—241) ile îbni Mâ-ce (207—275), Süleyman Et-Teymî
tarikiyle Mâkİl ibni Yesâr'dan rivayet etmişlerdir. Îbnü'l-Kattân (120—198) ise
onu muztarib ve mevkuf olmakla jiletlendirmiş; râvîlerden Ebu Osman ile babasının
hâllerini meçhul saymıştır. Dâre Kutnî (306—385)'nin dahi «Bu hadîsin isnadı
muztarip, metni meghûldür, sahîh değildir» dediği rivayet olunur. İmârımı
Ahmed tbni Haribel Müsnedin'de : «Bize Safvân tahdis ederek dedi ki : Ölürken
yâsîn okunursa, ulemâ, onun sebebiyle ölenin azabı hafifletilir; derler.»
demektedir.
Bu sözü «El-Firdevs»
sahibi, Ebu'd-Derda ile Ebu Zer (R. anhüma)'da.n müsned olarak rivayet ediyor
ki, metni şudur :
«Resûlüllah SaîîdUahü
aleyhi ve sellem :
ölen hiç bir kimse
yoktur ki, yanında yâsîn okunsun da Allah ona, azabını hafifletmesin.»
buyurdular. Bu iki rivayet İbni Hibban'm sözünü te'yid etmektedir. Hattâ
bunlar onun istidlal ettiği delilden daha da açıktırlar.
Ölen kimsenin yanında
sûre-İ Ra'd ve bir rivayette sûre-i Bakara okumanın müstehâb olduğu bâzı
eserlerde Ebu' Şa'sâ'dan, bâzılarında ise Şu'bi'den rivayet edilmiştir.[376]
560/428- «Ümmü
Seleme radıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
Salîallahü aleyhi ve sellem, Ebu Sefeme'nîn yanına girdi (ölmüş de) gözleri açık
kalmıştı. Hemen onun gözlerini yumdurdu. Sonra buyurdu ki :
Muhakkak ruh alındığı
zaman göz onu takip eder.
Bunun üzerine Ebu
Seleme ailesinden bâzı kimseler vaveyla ko-kopardılar. Resûlülfah Sallatlahü
aleyhi ve sellem :
Nefislerinize hayırdan
başka bir şeyle dua etmeyin. Zîrâ meleklerin sizin söylediklerinize «âmin»
derler; dedikten sonra :
«Allah'ım, Ebu
Seleme'ye mağfiret eyle; derecesini hidâyete erenler arasına yükselt. Kabrini
kendisine genişlet. Orada ona nur ver ve arkasından onun yerini tutacak kimse
halkeyle.» buyurdular.[377]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Ölüm ânında bir kimse
gözünü bir noktaya diker de oradan ayırmazsa araplar ona : «gözü dikildi»
derler. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in Ebu Seleme (R. Anha)'nm. gözlerini yumdurması
bu işin müstehâb olduğuna, delildir. Mesele bütün müslümanlarca ittifâkî-dir.
Gözlerin açık kalmasının sebebini Hz. Fahr-î Kâinat (S.A.V.) «Çünkü ruhu takip
eder» diye beyân etmiştir.
Bu hadîs, «Ruhlar
lâtîf bir takım cisimlerdir. Onların bedenlere girmesiyle hayat vücûd bulur.
Bedenlerden çıkmasıyla da hayat nihayete erer» diyenlerin delîllerindendir.
Bir takımları ise «Ruhlar, arazdır» derler. Mesele kelâm kitaplarında münâkaşa
edilmiştir. Yine ha-dîs-i şerifte ölen kimseye ve ailesi efradına duâ
edilebileceğine ve keza ölünün kabrinde ya nîmet veya azap göreceğine delâlet
vardır.[378]
561/429- «Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet edildiğine göre, Resû-Jüllah Sallallahil aleyhi ve
seUem vefat ettiği zaman çizgili bir çarşafla örtülmüştür.»[379]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Hibere: Çizgili
kumaştır. Bu nevi kumaşlar Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) in en sevdiği elbiseliklerdi.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) hazretlerinin bu çarşafla örtülmesi yıkanmazdan önce
idi. Nevevî (631—676) Müslim şerhinde bunun ittifakı olduğunu söyler. Hikmeti de
cenazeyi açılmaktan korumak; onun değişen suretini görünmekten gizlemektir.
Cenazenin örtülmesi, içinde vefat ettiği elbise çıkarıldıktan sonra olacaktır.
Elbisenin çıkarılması ise bu elbise sebebiyle; bedeni değişmesin, diyedir.[380]
562/430- «(yine)
ondan (radîyallahü anha) rivayet edildiğine göre: Ebu Bekir Sıddîk radtyatlahü
ank, Peygamber Sdüdüahü aleyhi ve 8eUem}\ vefatından sonra Öpmüştür.»[381]
Bu hadîsi, Buhâri
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîf, bir
Idmse öldükten sonra cenazesinin öpülebileceğine ve cenazeyi Örtmenin müstehâb
olduğuna delildir. Vakıa rivayet edilen fiiller hep sahabenin fiilleri olup,
bunlar bâzı ulemâya göre, delîl teşkil etmezse de bu fiiller hem aslî ibâhaye
göre caiz; hem de hadîs olarak ResûlülUh (S.A.V.)'dcn rivayet edilmiştir. Nitekim
tmâm-ı Tirmizî (200—279)'nin Hazreti Âişe (R. An/ta/dan tahrîc ettiği şu hadıs-ı
şeriften sarahaten anlaşılmaktadır:
«Peygamber (S.A.V.)
Osman ibnî Mez'un'u ölmüş olduğu halde ağ-lıyarak, yahut gözleri yaşararak öptü
dedi.»
İmâm-ı Tirmizî bu
hadîs hakkında: «Âişe hadîsi hasen ve sahihtir» diyor.[382]
563/431- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den Peygamber Sallallahü aleyhi ve seUem'den duymuş olarak
rivayet edilmiştir kî, Resûlüİlah Sallallahü aleyhi ve sellem :
Mü'minin ruhu, borcu
ödeninceye kadar borcuna muallak kalır.» buyurmuşlardır.[383]
Bu hadîsi, Ahmed ile
Tirmizî rivayet etmiş; Tirmizî onu-hasen bulmuştur.
Filhakika borç
hususunda Peygamber (S.A.V.) pek ziyâde dikkat ve şiddet gösterirlerdi. Hattâ
bir defa borçlu olarak vefat eden bir sa-hâbînin cenazesini kılmamış; sahâbe-î
kîrâm'dan biri o borcu üzerine aldıktan sonra kılmıştı.
Yine Fahr-i Kâinat
(S.A.V.) efendimiz: şehidin kanı yere damlar damlamaz, bütün günahlarının
affolunacağını, bundan yalnız borç müstesna olduğunu; haber vermişlerdir.
Bu hadîs-i şerîf dahi
borçlu ölen kimsenin ölümünden sonra bile borcu ile meşgul olduğunu bildiren
delillerdendir. Bunda ölmezden evvel borçtan kurtulmaya çalışmak için teşvik
olduğu gibi, borc'un en mühim haklardan biri olduğuna da delâlet vardır.
Sahibinin rızası ile alınan borç hakkında hâl böyle olunca gasp, yağma ve
soygunculuk gibi meşru olmayan sebeplerle alman borçlara ne denilir, bilemeyiz.[384]
564/432- «İbni
Abbas radtyallahü anh*den Peygamber Sallallahü aleyhi ve seîlem'den duymuş
olarak rivayet edilmiştir ki, ResûtüHah Sallallahü aleyhi ve sellem,
hayvanından düşerek Ölen sahâbî hakkında :
Onu su. ve sidr[385] ile
yıkayın, da iki elbise içinde kefenleyin.» buyurmuşlardır.[386]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Hadîsin tamamı
şöyledir: «Onu kokulamayın. Başını da sarmayın.» Bundan sonra dahi Buhârî'de şu
cümle vardır
kıyamet gününde
telbiye ederken diriltilecektir.»
Buharî'nin rivayetine
göre, hâdise hac esnasında Arafat'da vakfe yaparken vuku bulmuş ;hayvam
üzerinde vakfe yapmakta olan O zât, düşerek Ölmüştür.
Eu hadîs-i şerîf
cenazeyi yıkamanın farz olduğuna delildir. îmâm-% Nevevî : «Cenazeyi yıkamanın
farz-ı kifâye olduğuna icmâ vardır» der ise de Musannif «El-Feth» de bunu
rivayet ettikten sonra şöyle demektedir: «Bu icmâ dâvası şiddetli bir zühuldür.
Zîrâ bu bâbdaki MâHkiyyenin hilafı meşhurdur. Hattâ Kurtubî, Müslim şerhinde
cenaze yıkamanın sünnet olduğunu tercih etmiştir.»
Maamafîh Cumhur
ufemâ'ya göre cenaze yıkamak farz-ı kifâye olduğu gibi Hanefîlerin Fıkıh
kitaplarında dahi cenaze yıkamanın farz-ı kifâye olduğuna icmâ-ı ümmet
bulunduğu nakledilmektedir. Mâlikîler-den Ebu Bekir ibni Arabî (468—543) cenaze
yıkamanın farz olduğuna kail olmayanların sözünü reddetmiş ve : «Bunun vücûbu
bâbm-da hem kavlî hem amelî hadîsler vârid olmuş; temiz, pâk olan Resûlüllah
(S.A.V.)'in yıkandığı rivayet edilmiş iken, başkalarına ne kalır?» demiştir.
Cenazenin kaç defa
yıkanacağı az ilerde gelecek Um mü Atiyye hadîsinde görülecektir. «Su ve sidr»
î'e buyrulması, hor defasında suya sidr karıştırılacağım gösteriyor. Bundan
dolayı bâzı ulemâ : «Cenaze yıkamak taharet için değil, sadece nezâfet
içindir, çünkü; içine başka şey katılan su ile taharet olmaz.» demişlerdir.
Bâzıları ise; «îh-timal sidr suyun vasfını değiştirmez de onun için karışmış
sayılmaz» derler. Bu da her defasında yıkanacak yeri evvelâ sidr iîe oğuşturup
sonra su ile yıkamakla olur. KurtubVye göre; evvelâ bir kapta su ile sidr
karıştırılarak köpüğü çıkıncaya kadar çalkalanır ve onunla cenazenin bedeni
oğuşturulur. Sonra üzerine hâlis su dökülür. Bu bir defa yıkama sayılır.
Bâzıları : «Sidr suya katılmaz; çünkü katılırsa mutlak suyun vasfını
değiştirir» derler.
Hadîsin zahiri ile
istidlal eden Şâfiîlerle bâzı Mâlikîlere göre, cenazeyi yıkamak nezâfet
içindir. Binaenaleyh, içersine gül suyu gibi bir şey karışan su ile cenaze
yıkanabilirsc de israf olacağı için mekruhtur. Cumhur ulemâya göre meşhur olan
: Cenaze yıkamanın teabbüdî olmasıdır. Binaenaleyh şâir vacip ve mendûp
Gusüllcrde şart olan onda da şarttır.
Hadîs-i şerifte
cenazeyi kokulamak yasak ediliyorsa da «zîrâ kıyamet gününde telbiye yaparken
diriltilecektir» diye tâin buyrulması, nehy'in illetinin, ihramh olarak ölmesi
olduğunu gösteriyor. Binaenaleyh «mâni zail oldukta memnu avdet eder.»
kâîdesince ihramdan çıktıktan sonra ölürse kokulamak yasak olmaz. Anlaşılıyor
ki, cenazeyi kokulamak müslümanlar arasında mukarrer bir şeymiş. Başını
örtmekle sarmayı yasak etmesi dahi ihramdan dolayıdır. îhram-h olmayan
cenazelerin başlarını örtmek dahi memnu değildir.
Hanefîlerle bâzı
Mâlîkîlere göre ihramın hükmü ölümle biter, «Onu İki elbise içinde kefenleyin.»
buyurması, cenazeyi kefenlemenin vacip olduğuna delâlet eder. Bu takdirde
kefenin tek adetlerle olması şart değil demektir. Bâzılarına göre iki elbise
ile kefenlcnmesi onların içinde hac denilen mübarek ibâdeti yaparken Öldüğü
içindir. Maamafîh başka kefen yapacak elbise bulamamış olması da ihtimâl
dahilindedir.
Hadîs-i şerîf kefen'in
re's-î maldan olacağına da delildir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) kefenlenmoyi
emir etmiş; ölen zâtın bütün malını ihata eden borcu var mı idi yok mu idi
sormamıştır.
Hadîsin buradaki
rivayetinde «iki elbise» mutlak olarak zik-redilmişse de BuhârVnin bir
rivayetinde «iki elbisenin içinde» denilmiş; Nesâî (215—303)'nin rivayetinde
ise daha ziyâde îzah cihetine gidilerek «içinde ihrama girdiği iki elbisesiyle
kefenleyin» buyrulmuştur. Musannif diyor ki: «Bundan cenazenin ihram
elbisesiyle kefenlenmesinin müstehâb olduğu ve ölen zâtın ihramının baki
kaldığı; cenazenin dikişli elbise ile kefenlenmiyeceği anlaşılmaktadır.» «Telbiye
ederken diriltilecektir» ibaresinden anlaşıldığına göre : Bir kimse bir
ibâdete başlar da tamamla-yamadan ölürse, âhirette Cenâb-ı Hak'kın o kimseyi o
ibâdeti yapmış gibi tutacağı ümid olunur.[387]
565/433- «Âişe
radıyaUahü anha'öan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Peygamber Salîalîahü
aleyhi ve sellem'i yıkamak istedikleri vakit: «Vallahi bilmiyoruz: Resûlüllah
Salîalîahü aleyhi ve seUem'ı (diğer) cenazelerimizi soyduğumuz gibi soyalım mı,
soymayalım mı?... ilâh.» dediler.»[388]
Bu hadîsi Ahmed ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir.
Hadîsin Ebu Davud'un
Sünen'inde tamamı şöyledir :
«Ashâb-ı Kiram
ihtilâfa düşünce, Allah onların uykularım o*îtirdf. Hattâ hiçbiri kalmamıştı ki
çenesi göğsüne değmesin. Sonra beyt tarafından kim olduğunu bilmedikleri
birisi onlara : «ResûlüNah (S.A.V.)'l elbisesi üzerinde iken yıkayın.» dîye söz
etti. Bunun üzerine o hazret! gömleği üzerinde yıkadılar. Suyu gömleği
üzerinder döküyor; onu elleriyle değil de gömlek île oğuşturuyorlardı.»
Hz. Âişe (R. Anka) :
«Arkada bıraktığım vukuat bir daha karşıma çıksa Resûlüllah (S.A.V.)'Î
kadınlarından başka kimse yıkıyamazdı» derdi, tbni Hibban'm bir rivayetinde :
«Hz. Peygamber Salîalîahü aleyhi ve sellem'i kucağında oturtan AM b. Ebi Tâlib
idi.» deniliyor. Hâkim'in. Rivayetinde:
«Peygamber Salîalîahü
aleyhi ve sellem'i Ali (R. A.) yıkadı. Ali'nin elinde bir çaput vardı. O
hazreti yıkadı ve elini gömleğin altına soktu, onu gömlek üzerinde iken yıkadı»
denilmektedir.
Bu hadîsi, îmâm-ı
Şafiî (150—204) dahi Mâlik'ten, o da Cafer ibni Mtihammed'den, o da babasından
işitmiş olmak üzere rivayet etmiştir. Bu kıssadan Resûlüîlah (S.A.V.)'in sair
cenazeler gibi olmadığı anlaşılmaktadır.[389]
566/434- «Ümmii
Atiyye t adıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Biz (vefat eden)
kızını yıkarken yanımıza Peygamber Salîalîahü aleyhi ve settem girdi de :
Onu su ve sidr ile üç
defa veya beş defa, yahut lüzum görürseniz daha fazla yıkayın; sonuncu
defasında suya kâfûr'da koyun. Yahut bir parça kâfur koyun; buyurdular.[390]
İşi bitirdikten sonra kendüerino haber verdik.Hemen bize gömleğim
verdi ve:
Onu buna sarın;
buyurdu.»
Hadîs mütlefekun
altyh'dir. Şeyheyn'in Ümmü Atlyye'don bir rivayetinde «sağ taraflarından,
abdest yerlerinden başlayın» buyrulmuştur. BuhârVnin bir rivayetinde : «Bunun
üzerine saçlarını üç belik örerek arkasına koyduk» denilmiştir.
BuhârVnin
rivayetlerinde Hz. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)în vefât eden kızının ismi zikir
edilmemişse de meşhur rivayete göre Zeyneb (R.Anka)dır Hı. Zeyneb (R.Anha),
Ebu'l-Âs (R.A.) ile evli idi. Hicretin 8. yılı başlarında vefât etti. Bâzı
rivayetlerde vefât edenin Ümmü Gülsüm (R. Anha) olduğu zikredilmektedir.
Buhari'de îbni Sirm'dcn : «Kızlarının hangisi olduğunu bilmiyorum» rivayeti de
vardır.
Hadîste göçen «Kâfur
da koyun, yahut bir parça kâfur koyun» cümlesindeki şek ve şüphe râvîdendir.
«Yani ya Öyle dedi
yahut böyle.» demek
istemiştir. BuhârVûe «İşi bitirdikten sonra kendilerine haber verdik» cümlesinden
önce «İşi bitirdiğiniz zaman bana haber verin»
ibaresi vardır. yerine dahi BuhârVde tâbiri vardır. Maamâfîh mânâ hep birdir.aslında
elbisenin düğme ve iplik ve iplik yeri demek ise de burada mahalli zikir hali
kast kabilinden mecâz-ı mürsel olarak gömlek mânâsında kullanılmıştır.
«Üç defa yıkayın»
emrinin zahiri bu sayının farz olduğunu gösteriyorsa da burada emir nedip
mânâsına hamlolunmuştur. Zîrâ bir defa yıkamak icmâ'en caizdir. Bâzıları «üç
defa yıkamak farzdır» derler, «yahut beş defa» tâbiri tahyir (muhayyerlik)
ifade eder. Yani ce-nâzoyi yıkayan üç ile beş defa yıkamak arasında
muhayyerdir, «yahut daha fazla» cümlesi bir rivayette «yedi defa» denilmek
suretiyle açıklanmıştır. Nitekim îmâm-ı Akmcd îbni HanbeVin mezhebi budur.
Yediden fazla yıkamak mekruh sayılmıştır. îbni Abdü'l-Bcrr (368—463) : «Yediden
fazla yıkanır diyen bir kimse bilmiyorum» demektedir. Ancak Ebu Davud'un
rivayetinde : «Ya yedi, yahut bundan daha fazla yıka» denildiğine göre,
icâbında yediden fazla yıkamak da câia olmak gerektir. Cenazeyi su ve sidr ile
yıkamanın keyfiyeti yukarıda görülmüştü.
Ulemâ : «Bundaki
hikmet cenazenin bedenini yumuşatmasıdır» derler. Suya kâfur katmanın hikmeti
ise, cenazenin yanında bulunan meleklerle insanlara güzel kokması içindir.
Kâfûr'un daha bir çok hassaları olduğunu söylerler ki, bunlar kurutmak,
soğutmak içeriye işlemek, cenazeyi katılaştırmak, sinekleri defetmek,
bozulmaktan korumak gibi şeylerdir.
Hâsılı kâfur; bu
hususatta güzel kokuların en keskinidir. Cenazenin son defa yıkanacağı suya
kâfur katılmasının sırrı budur.
Hadîs-i şerifte,
cenaze yıkarken sağ taraflardan başlamaya da delâlet vardır. Bundan maksad sağ
tarafın uzuvlarıdır. «Abdest yerlerinden» denilmesi sağ taraflarından
başlamaya münafi değildir. Çünkü hem sağdan, hem de abdest yerlerinden başlamak
mümkündür. Bâzıları bunu «abdest a'zâsı olmayan yerlerde sağdan başlıyarak yıkayın;
abdest a'zâsı olan yerlerde abdest a'zâsından başlayın» diye tef-sîr
etmişlerdir. Cenazeye abdest aldırma emrinin hikmeti; gurre ve tahcil'in eseri
belli olmak için mü'minin alâmetini yenilemektir.
Mazmaza ile İstinşak
cenaze için abdest fiillerinden değildir. Hadîs-i şerîf, cenazenin saçlarının
örülmesine kail olanların delilidir. Bâzılarına göre kadının saçları Örülmeden
dağınık bir şekilde yüzüne ve arkasına salınır. Kurtubî diyor ki : «Galiba
buradaki hilafın sebebi Ümmü Atiyye'nin fiili Hz. Peygamber (S.A.V.)'in emri
olmaksızın yapılmış olmasındandır.»
Lâkin Musannif bu mes'eleyi :
«Said ibni
Mansur şu lâfızlarla
rivayet etmiş» diyor :
«Ümmü Atiyye dedî ki :
Resûlüllah SalîaUahü aleyhi ve sellem :
Onu tek (sayı île)
yıkayın, saçlarını da belik
yapın» buyurdular. îbni Hibban'm sahihinde:
«Onu üç defa, yahut
beş veya yedi defa yıkayın ve kendisine üç belik yapın» denilmiştir, «üç belik»
tâbiri tağlibtir. Bu hadîsler «kadının saçı örülmez» diyenlerin aleyhine delîl
sayılmaktadır.[391]
567/435- «Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Resûlüllah SaUdlkthü
aleyhi ve seîlem, pamuktan (mâmûl) üç beyaz suhul esvabı içine kefenlendi;
(bu) üçün içinde gömlek ve sarık yoktu.»[392]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'tir.
«Tabakât-ı İbni Saad»
da Şa'bî'den rivâyeten tasrih edildiğine göre bu üç elbise : İzar, rida' ve
lifâfe (yani; gömlek, rida ve sargı) dır.
Hadîs-i şerîf,
cenazeyi üç parça beyaz elbise ile kefenlemenin efdâl olduğuna delildir. Zîrâ
Teâlâ hazretleri. Peygamberine ancak efdâl olanı ihtiyar eder. Filvaki sünen
sahipleri İbnî Abbas (R. A.)'dan şu hadîsi rivayet ederler:
«Beyaz elbiseler giyin. Zîrâ onlar daha güzel
ve daha temizdirler. Ölülerinizi de onlarla kefenleyin.» Ibni Abbas (R.A.)'ıti
bu hadîsim İmâm-ı Tirmizî ile Hâkim sahihlemiştir. Aynı hadîsin Semüra (R.
A.J'dan sahîh senetle rivayet edilen bir de şahidi vardır. Peygamber
(S.A.V.)'in çizgili ve kıymetli bir Yemen kumaşı ile örtüldüğünü ifâde eden Hz.
Âişe (R. an-ha) hadîsini yukarıda görmüştük. Fakat bu hadîs ona muarız değildir.
Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) o kumaşla kefenlenmemiş; sâdece üzerine örtmüşler;
sonra da almışlardı. Nitekim Sahîh-i Müslim'de dahi hu vak'a böyle ifâde
olunmuştur. Zâten zâhîr hâle bakılırsa Fahr-Î Kâinat (S.A.V.) efendimizi o çarşafla
yıkamazdan önce örtmüşlerdi.
İmûm-ı Tirmizî
(200—279) diyor ki : «Resûlüllah (S.A.V.)'in üç parça beyaz esvap İle
kefenlenmiş olması, onun kefeni babında gelen en sahîh rivayettir.»
Vakıa Peygamber
(S.A.V.)'in yedi esvapla kefenlendiğine dâir îmâm-ı Ahmed ibni 3anbel (164—241)
ile îbni Ebi Şeyhe (—234) nin ve Bczzctr'm Ali (R. A J'dan tahrîc ettikleri bir
hadîs varsa da bunun râvîleri arasında Abdullah ibni Muhammed b. Ukayl bulunmaktadır
ki, bu zâtın belleyişi iyi değildir. Hadîsi, mütâbeâtta işe yarar. Fakat yalnız
başına rivayet ettiği hadîsi iyi ve makbul değildir. Bilhassa burada olduğu
gibi rivayeti diğer sahîh rivayetlere-muhalif olursa, hadîsi hiç kabul
edilemez. Maamâfîh Hâkim (321— 405)'in rivayet ettiği Eyyup hadîsi -ki bu
hadîsi Nâfî, ibni Ömer (R. A.) dan dinlemiştir- ibni Ukayl hadîsini takviye
etmektedir. Eğer bu hadîs sabit olursa o zaman Hz. Âişe (R. anha) hadîsiyle
araları bulunur ve : «Hz. Âîşe (R. anha) üç parça esvap içine kefenlendiğini
duymuş; onu rivayet etmiş diğerleri de duyduklarını rivayet etmişlerdir»
denilir.
Kefenin bütün vücûdu
örtmesi îcâp eder. Şayet bütün vücûdu örtmezse evvelâ avret mahalli Örtülür.
Ondan bir şey artarsa baş tarafı örtülür. Ayakları üzerine kuru ot konur. Çünkü
Peygamber (S.A.V.) amcası Hamza (R. A.) ile Mus'ab b. Ümeyr (R.A.)'ı bu şekilde
örtmüştür. Bir parçadan fazla kefen kullanmak istenilirse, tek adet olması
mendûptur. Maamâfîh iki parçadan yapmak da caizdir. Nitekim, ihramlı iken
vefat eden sahâbî'nin hadîsinde görmüştük. Kefen üç parçadan yapıldığı takdirde
: İzâr, ridâ' ve lifâfe'den ibaret olacağını dahi Şâ'&i'nin rivayetinde
gördük. Kefen hakkında başka kaviller de vardır. Hanefîler kefeni, kefen-i
zaruret, kefen-i kifayet ve kefen-i sünnet olmak üzere üç kısma ayırırlar. Şâir
mezheplerde bu. bâbda çeşitli îzâhât vardır. Tafsilât fıkıh kitaplarmdandır.[393]
568/436- «İbni
Ömer radıyallahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki, Abdullah ibni
Übeyy vefat ettikte oğlu ResûFüllah Saîlallahü aleyhi ve sellem'e gelerek :
Gömleğini bana ver de
onunla babamı kefenleyeyim; dedi. Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve sellem, hemen
gömleği ona verdi.»[394]
Hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Bu hadîs-i şerîf
gömlekten kefen yapmanın meşru olduğuna delildir. Rivayetin zahirine bakılınca
Hz. İbni Übey'in Resûlüllah (S.A.V.)'den o gömleği cenazeyi kefenlemezden Önce
istemiş olması îcâp ederse de, Buhârî'nin rivayet ettiği Câbir hadîsi buna muarızdır. Câbir hadîsi şudur :
«Peygamber SaBaZZaJm
aleyhi ve seUem, Abdullah fbnl Übeyy defnedildikten sonra yanına geldi. Ve onu
(mezarından) çıkararak tükürüğünden ona üfürdü. Gömleğini de ona giydirdi.»
Bu hadîs, gömleğini
çıkarıp ona giydirmesinin definden sonra olduğunu sarahaten ifâde ediyor.
Halbuki İbni Ömer hadîs'i buna muarızdır, iki hadîsin arası şöyle bulunmuştur:
İbni Ömer hadîsindeki (verdi) tâbirinden maksad. «evet» diyerek vaad etmektir.
Verme işinin yüzde yüz olacağına bakarak vaad etmek yerinde m2câzen vermek
fiili kullanılmıştır. Câbîr (R. A.) hadîsindeki «defnedildikten sonra» tâbiri
de böyledir. Yani mezarının içine indirildikten sonra demektir. Câbîr hadisinden
şöyle bir mânâ da çıkabilir :
Übeyy'i kabrinden
çıkardıktan sonra yapılan iş sadece ona tükürmek olmuştur. Gömleği zaten
evvelden giydirilmiştir. Bununla beraber üfürmekle, gömlek giydirmek beraber
zikredildi diye mutlaka ikisinin birden vâki olmaları lâzım gelmez. Zîrâ bu iki
şey birbiri üzerine (vav) ile atfedilmişlerdir (vav) ise tertip ve beraberliğe
delâlet etmez. O mutlak surette cem içindir. Binaenaleyh tertip kasdetmeksizin
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in bâzı ikramlarını murâd etmiş olmak da caizdir. Bâzıları
«Peygamber (S.A.V.) ona evvelâ iki gömleğinden birini vermiş; defnedildikten
sonra da oğlunun İsteği üzerine ikincisini vermiştir» derler. Hâttim'in
«El-îklîl» adlı eserinde bu tevcihi te'yid eder rivayet vardır.
Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in Abdullah b. Abdullah'a gömleğini vermesi, onun sâlih bir zât
olmasındandır. Şu da var ki, Hz. Abdullah bu gömleği' istemiştir. ResûlüHah
(S.A.V.) ise hiç bir hacet sahibini boş el ile çevirmezdi. Yoksa onun kendisine
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) hazretlerinin gömleğini giydirdiği babası en büyük münafıklardan
biri idi. Ve münafık olarak ölmüştü. Hattâ :
«Onlardan Ölenlerin
hiç biri üzerine ebediyyen cenaze namazı kılma »âyet-i Kerîmesi onun hakkında
nazil olmuştu. Bâzıları : «Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellcm'in ona
gömleğini giydirmesi, Übey, Bedir gazasında Hz. Abbas (R. A.)'ı giydirdiği
içindir. Resûlüllah (S.A.V.) amcasına yaptığı iyiliğe mükâfat olmak üzere ona
gömleğini giydirmiştir» derler.[395]
569/437- «İbnl
Abbas radıyallahü anhüma'd&n rivayet edildiğine göre. Peygamber SaUallahü
aleyhi ve seUem :
Elbisenizin
beyazlarını giyin; çünkü onlar sizin en hayırlı elbisenizdir. Cenazelerinizi
de onlarla kefenleyin» buyurmuşlardır.[396]
Bu hadîsi, Nesâî
müstesna, Beşler rivayet etmiş; Tirmizî onu sahîhlemiştir.
Buhâri'nin Hz, Aişe
(R. Anta/dan rivayet ettiği hadîste Peygamber (S.A.V.)'in üç parça beyaz esvap
ile kefenlendiğini yukarıda görmüştük. Hâl böyle olunca, emrin vücûp için
olması asıldır, diyerek beyaz giymenin ve cenazeleri beyaz elbise ile
kefenlemenin vücûbuna kail olmak lâzım gelirse de Fahr-I Kâinat (S.A.V.)
efendimizin beyazdan başka elbise giydiği sabit olduğundan emir vücûp için
değildir. Zaten her zaman beyaz elbise bulmak mümkün değildir. Nitekim Uhud
şehitleri için beyaz elbise bulunamamış, Resûlüllah (S.A.V.) onlardan bir
cemâati çizgili alaca bir çarşafla kefenlemiştir. Binaenaleyh zarurette beyaz
olmayan bir kumaştan da kefen yapılabilir. Resûlüllah (S. A.V.)'in kırmızı bir
Kadife ile kefenlendiğini ifade eden bir hadîsi İbni Adiyy (279—365) Hz. İbni
Abbas (R. A.J'dan rivayet etmiştir. Lâkin bu hadîs zayıftır. Çünkü râvîleri
arasında Kays b. Er-Rübeyyi' vardır ki bu zât zayıftır. Herhalde îbni Adiyy
Resûlüllah (S.A.V.)'in kabrine kırmızı bir Kadife örtüldüğünü ifâde eden
hadîsle bu zayıf hadîsi biribiri-ne karıştırmış olacaktır. Çizgili bir Yemen
kumaşı ile kefenlendiğine dâir söylenti de bu kabildendir. Yukarıda bu kumaşla
Hz. Peygamber Sallalîahü aleyhi ve seMem'in sadece örtüldüğünü, sonra kumaşın
alındığını görmüştük.[397]
570/438- «Câbir
radıyaîlahü anh'dzn rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûiüllah Sdllaîlahü
aleyhi ve sellem:
Biriniz kardeşini
kefenlediği vakit, onun kefenini güzel yapsın» buyurdular.[398]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerifi Tirmizî
de Ebu Katade (R. A./den rivayet etmiş ve hasen ve garip'tir demiştir. Kefenin
güzel yapılması emri bizzat kefenliğin güzel olmasını icâp ettiği gibi,
kefenliğin sıfatının ve cenazeyi onunla sarmanın güzel ve iyi yapılmasını da
iktizâ eder. Binaenaleyh kefenlik mümkün mertebe güzel ve beyaz kumaştan
seçilmeli, fakat bu hususta pek pahalıya merak etmemelidir. Zîrâ İlerde
görüleceği vecihle kefenliğin pahalısından nehycdilmiştir. Kefenliğin sıfatını
bundan önceki İbni Abbas (R. A.) hadîsi beyân etmiştir.
Kefenin cenazeye güzel
giydirilip, sarılmasını ise yukarda geçen hadîsler ifâde etmişlerdir. Filhakika
kefenin güzel olması hakkında bir çok hadîsler vârid olmuştur. Bunların
bâzılarında bu işin illeti de zikredilmiştir. O hadîslerin bir kaçı şunlardır
:
1— Deylemî
Hz. Câbir (R. A.) den merfu' olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Cenazelerinizin
kefenini güzel yapın: Zîrâ onlar birbirlerine onunla iftihar ederler ve
kabirlerinde birbirlerini onunla ziyaret ederler.»
2— Deylemî
Ümmü seleme (R. Anha)'d2.n da şu
hadîsi rivayet etmektedir:
Kefeni güzel yapın; vâveylâ,
tezkiye vasiyeti geciktirmek, yardımı terk etmek gibi şeylerle Ölülerinize
eziyet etmeyin; Ölenin borcunu ödemeye şitâb edin; kötü komşulardan yüz çevirin,
kabir kazarken onu derinleştirin, genişletin.»
3— Imâm-ı
Ahmed ibni HanbeVin Hz. Âişe (R. Anha)'da.n tahrîc ettiği şu hadîs de ölen bir
kimseye iyi muamele edilmesi bâbmdadır :
«Kim bir cenaze yıkar
da onun hakkında emniyetli hareket eder ve o anda cenazeden sâdır olan şeyleri
ifşa etmezse günahlarından anasının doğurduğu gün gibi çıkar.»
4— Buhârî
ile Müslim Hz. İbni Ömer (R. AJ'dan şu hadîsi tahrîc etmişlerdir :
«Resûiüllah Sallallahü
aleyhi ve seîlem :
Kim bir müslümanın
günahını gizlerse, Allah da kıyamet gününde onun günahını gizler» buyurdu.
5—
Abdullah
ibni Ahmed Übeyy b. Kâb (R. A.)dan şu
hadîsi tahrîc etmiştir:
«Şüphesiz Âdem
Aleyhİsselâmın ruhunu melekler kabzetti ve onu yıkadılar, kefenlediler,
kokuladılar; onun için mezar kazarak kendisini defnettiler; cenaze namazını
kıldılar; kabrine girdiler ve üzerine kerpiç koydular. Sonra kabirden
çıktılar; sonra üzerine toprak çektiler; sonra: Ey Adem oğulları! işte yolunuz
budur, dediler.»[399]
571/439- (Bu
da) ondan (radıyaîlahü anh) rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Peygamber
Sallallahü aleyhi ve sellem, Uhud şehîdlerîn-den İki kişiyi bir elbise içinde bîr yere getiriyor, sonra :
Bunların hangisi daha
çok Kur'ân bilir?; diyor; ve kabre evvelâ onu indiriyordu. Uhud şehtdlerî
yıkanmadılar; üzerlerine ce-nâie namazı da kılınmadı.»[400]
Bu hadîsi, Buhârî
rivayet etmiştir.
Lâhd : Kabrin bir
tarafında açılan yarıktır. Bu suretle kabrin ortasından yana dugru bir mey]
hasıl olur. Zâten İlhâd : Meyletmek demektir.
Hmiis-i şerif bir
takım hükümlere delâlet ediyor:
1— Zaruret
ânında iki cenazeyi bir elbise ile kefenlemek caizdir. Ve iki ihtimalden biri
budur.
İkinci ihtimale göre :
Bir elbise iki kişiye pay edilerek, yarıdan kesilir. Ve her cenaze ayrı ayrı
kefenlenir. Ekseriyetle ulemâ'nm kavli budur. Hattâ birinci ihtimâle kail olan
bulunmamıştır; zîrâ o ihtimâle göre iki cenazenin tenleri birbirilerine temas
eder diyenler olmuştur.
2— Kur'ân-ı
Kerîm'i daha çok bilenler başkalarına tercih edilirler. Çünkü Kur'ân-ı
Kerîm'in fazileti her şeyden üstündür. Buna kıyâ-sen başka tercih sebepleri
bulunursa defn hususunda tercihe yararlar.
3— Zarurette
bir cemâat bir kabre defn edilebilir. Bukârî (194—-256): «İki üç kişiyi bir
kabre defn babı» nâmı altında ayrı bir bâb yapmış ve buradaki Câbir hadîsim o
baba kaydetmiştir. Vâkıâ Câbir (R. A.) hazretlerinin hadîsi iki kişi hakkında
ise de Abdürrezzak'm rivayetinde üç kişi de zikredilmiş ve «Resûlüllah
(S.A.V.) İki üç kişiyi bir kabre defnederdi» denilmiştir.
Sünen sahiplerinin
Hişam ibni Âmirü'l-Ensârî'den tahrîc ettikleri şu hadîsde dahi üç kişi kaydı
vardır:
«Uhud harbî günü ensâr
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem't gelerek :
«Bİze yaralanma ve
meşakkat isabet etti» dediler. Bunun
üzerine Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :
Mezar kazın ve geniş
tutun da iki üç kişiyi bir kabre defnedin.» buyurdular.
Bu hadîsi, Imâm-t
Tirmizî sahîhlemigtir. Bu hususta erkek ile kadın arasında bir fark yoktur.
Binaenaleyh zarurette iki üç kadın da bir kabre defnedilebilir. Erkek ile
kadının bir kabre defnine gelince : Zarurette bunun da eâiz olacağına dair
Abdürrezzak'dan bir rivayet vardır. Bu rivayete göre Vâsiletü'bnü'1-Eskâ' bunu
yaparmış ve evvelâ erkeği defneder, arkasına da kadını yerleştirirmiş. Elhâsıl
zarurette bir kaç kişinin bir kabre defnedilebileceği mezhepler arasında
it-tifâkî bir mes'eledir. Ve efdâl olan hangisi ise kıble tarafına o yatırılır.
Diğeri onun arkasına konulur. Sonra sıra ile büyük önce, küçük sonra, erkek
evvel, kadın sonra defnedilerek araları toprakla ayrılır. Yalnız kefenle aralarını
ayırmak kâfi gelmez. Fakat zaruret yokken bir kaç kişiyi bir kabre defnetmek
Hanefîlere göre mekruh, diğer mezheplere göre haramdır.
4— Şehîd
yıkanmaz. Cumhur ulemânın mezhebi budur. Saîd ibni Müseyyeb, Hasan-ı Basri,
İbnü Şüreyh gibi tabiîn hazaratından şe-hîdi yıkamak vaciptir, dedikleri
rivayet olunur. Hadîsimiz onların aleyhine delildir. îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel'in tahrîc ettiği
Câbir hadîsi dahi onların aleyhine delildir. Bu hadîste
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem, Uhud şehtdlerl hakkında :
Onları yıkamayın;
çünkü her yara yahut her kan kıyamet gününde misk saçacak; buyurdular»
denilerek yıkamamanın hikmeti beyân edilmektedir,
5— Şehidin
üzerine namaz kılınmaz. Fakat mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Dört mezhep
ulemâsı şehîdleri kısımlara ayırmışlardır. Bunların arasında hüküm itibarıyla
az çok farklar vardır.
Hanefîlere göre her
nevî şehîdlerin cenaze namazı kılınır.
Diğer üç mezhep
imamlarına göre hakîki şehîdlerin cenaze namazı kılınmaz. Hakîki şehîdlerin
yıkanmaması ise dört mezhep imamları arasında ittifakı bir mes'eledir.
«Şehidin namazı
kılınır» diyenler, cenaze namazı hakkındaki delillerin umûmu ile amel
ettikleri gibi, Hz. Peygamber (S.A.V.)'in Uhud şehîdlerin üzerine cenaze namazı
kıldığım ve Hamza (R. A.)'m üzerine yetmiş defa tekbîr aldığını ifâde eden
hadîs ile ve keza îmâm-ı Buhârî nin Ukbetü'bnü Amir (R. A.J'dan rivayet ettiği
hadîs-i şerif ile istidlal ederler.
Kılınmaz diyenler ise,
buradaki Hz. Câbîr hadîsiyîe istidlal ederler. Hattâ lmâm-ı Şafiî (150—204) :
«Peygamber (S.A.V.)'in Uhud şehîdleri üzerine cenaze namazı kılmadığına dâir
mütevâtir yollardan gözle görmüşeesine âgikâr haberler gelmiştir» der. Hz.
Şafiî yetmiş tekbîr hadîsi için «sahih değildir» demektedir. Ukbe hadîsine de
ta'n ve itiraz ederek : Bizzat Ukbe hadîsinde Resûlüllah (S.A.V.)'in Uhud
şehîdlerinin namazını kılması, vak'adan sekiz sene sonra olduğu zikir ediliyor.
Ölümünden sekiz sene sonra bir kimsenin cenaze namazının kılınmasına bu
hadîsle istidlal edenler de kail değildir. Binaenaleyh bu hadîsle istidlal
edilemez. Herhalde Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) onlara sâdece duâ etmiş olsa
gerektir. Bu hâdise sabit bir hükmü ncsh etmeye delîl olamaz, ilâh...» diyor.
Ukbe (R.A.) hadîsinin lâfzı Buhârî'de şöyledir :.
... »
«Peygamber SaUalîahü
aleyhi ve sellem ;Uhud şehîdlerinin cenaze namazını sekiz sene sonra kıldı.»
İbni Hibban şu cümleyi de ziyâde ediyor:
«AHahü Teâlâ ruhunu
kabzedinceye kadar evinden de çıkmadı.»
Maamâfîh Hanefîyye
ulemâsından Kemal İbni Hümâm «Fethü'l-Kâdîr[401]»
adlı eserinde muarızlara lâzım gelen cevabı vermiş ve Hanefîlerin delillerinden
hiç birinin «hasen» dereceden aşağı düşmediğini isbât etmiştir.[402]
572/440- «Ali
radıyaUahü anh'den rivayet olunmuştur. Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'î
kefen hususunda:
Pahacılık yapmayın; çünkü o çabuk soyulur»derken işittim;
demiştir.[403]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Ebu Dâvud bunu Şâ'bî tarikiyle Hz. Ali (R. A./dan rivayet
ediyor İd isnadında Amr ibnî Hişam elcemî vardır. Bu zât muhtelefün fîhtir.
Sonra §â'bî ile Alî (R. A.) arasında inkitâ da vardır. Çünkü Dâre Kutnî'nin
beyânına göre Şâ'bî Hz. Ali (R.A.)'dan bir hadîsten başka hadîs işitmemiştir.
Hadîs-i şerîf, pahalı
kefen satın almanın memnu olduğuna deiîldir. «Çabuk soyulur» buyrulması kefenin
gabuk çürüyüp, biteceğine işarettir. Nitekim Buhârî'nin Hz. Âişe (R. Anha)'dsLn
muhtasar olarak rivayet ettiği §u hadîs de bu mânâyadır :
«Ebu Bekir kendi
üzerinde bulunan, hasta iken giydiği za'ferandan lekeli bîr elbiseye bakarak :
«Şu elbisemi yıkayın
ve ona iki elbise daha katın da beni onlarla kefenleyin.» Dedi. Ben :
«O eskidir» dedim:
«Şüphesiz yeniyi
giymeye diri; Ölüden daha lâyıktır. O (kefen) ancak mühlet içindir; dedi.»
Mühlet : Bedenden akan
irin ve sarı sudur.[404]
573/441- «Hz.
Âişe radıyallahü anha'dan rivayet edildiğine göre. Peygamber Sallallahü aleyhi
ve settem, kendisine :
Benden önce ölmüş
olsan seni yıkardım... Hâh.» buyurmuştur.[405]
Bu hadîsi, Ahmed ile
İbni Mâce rivayet etmiş ve İbni Hîbban sahîhlemiştir.
Hadîs-i şerîf erkeğin
karısını yıkayabileceğine delildir. Cumhur'un kavli de budur. Hanefîlere göre
bilâkis erkek karısını yıkayamaz. Fakat kadın kocasını yıkayabilir. Çünkü
nikâh kalmamıştır. Erkek iddet de beklemediği için karısına karşı tamâmiyle
ecnebi olmuştur. Kadın iddet beklediğinden talâk-ı ric'i iddeti içinde kocasını
yıkayabilir. Fakat talâk-ı baîn iddeti içinde yıkayamaz. Bu mes'elede îmâm-ı
Ahmed ibni Hanbel de Hanefîlerle beraberdir. Karı-koca hakkında hüküm budur.
Biribirine ecnebî sayılanlara gelince :
Bunların su bulamıyanlar hükmünde
olduğunu Ebu Davud'un mürseller
arasında tahrîc ettiği şu hadisten anlıyoruz:
«Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem :
Kadın erkeklerle bir
arada iken ölür; aralarında başka kadın bulunmazsa, erkek de kadınlar ile bir
arada iken ölür, yanlarında başka erkek bulunmazsa, bunlara teyemmüm
ettirilerek defnolunurlar. Bunlar suyu bula-mıyan hükmündedirier.» buyurdu.
Bu hadîsi, Ebu Bekir b. Ayyaş, Muhammed ibni
Sehil'den, o da Mekhûl'den rivayet etmiştir. Muhammed ibni Sehİl'i İbnî Hibban
mûtcmet râvîler arasında zikreder. Buhârî ise : «Onun hadîsinde tâbi olunmaz»
der.[406]
574/442-
«Esma binti Umeys[407]
radıyallahü anha'âan rivayet edildiğine göre Fâtima radîydllahü anha kendisini
Ali radıyaUahü. ann in yıkamasını vasiyet etmiştir.»[408]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
rivayet etmiştir.
Bu hadîs dahi, bundan
önceki Hz. Âişe hadîsinin delâlet ettiği hükmü bildirmektedir. Kadının
kocasını yıkayabileceğine delîl ise Ebu Davud'un Hz. Âişe (R. Anka)1 dan tahrîc
ettiği şu hadîstir :
«Arkada bıraktığım
vukuat bir daha
karşıma çıksa Resûlüllah SaîldUahü
aleyhi ve sellem'l kadınlarından başka
kimse yıkayamazdı.»
Bu hadîsi, Hâkim
sahîhlemiştir. Hz. Âişe ve Fâtıma (R. Anhüma) hadîsleri her ne kadar birer
sahâbîyye sözü de olsalar. Resûlüllah (S.A.V.) zamanında ma'ruf ve ma'lûm olan
bir şeyi anlatmaktadırlar. Bu hususu Beyhahî (384—458) 'nin rivayet ettiği şu
kıssa da te'yid ediyor : «Ebu Bekir (R. A.) öldükten sonra kendisini karısı
Esma bînîî Ümeys'in yıkamasını vasiyet etmişti. Hz. Esma (R. Anha) vücutça
zayıf olduğundan bu İş İçin Abdurrahman ibni Avf'tan yardım istedi.» Hz.
Esmâ'nın hu fiilini inkâr eden bulunmamıştır. Cumhur'un kavli de budur.[409]
575/443- «Büreyde
radıyallahü anh'den Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem'in zinadan dolayı
recminî emir ettiği Gamİtli kadın hakkında rivayet edilmiştir. Demiştir ki :
Sonra o kadın hakkında
emir buyurdular da cenaze namazı kılınarak defnedildi.»[410]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif, şer'î
bir hadd ile öldürülen kimsenin cenazesi kılınabileceğine delildir. O kadının
cenazesini bizzat Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kıldırmış olduğuna dâir hadîste bir
kayıt yoktur. îmâm-ı Mâlik (93—179) : «Hâd ile öldürülen kimsenin cenaze
namazını müslü-manların imamı kılamaz; zîrâ ulemâ fasıkları men etmiş olmak
için onların namazını kılmazlar» diyor. Maamâfîh bu GamH'li kadın hakkında
Peygamber (S.A.V.):
«Bu kadın öyle bir tevbe etmiştir ki, o tevbe
Medîne'liler arasında taksim edilse hepsine yeterdi.» buyurmuş; yahut buna
yakın, bir şey söylemiştir.
Fâsıkiların, hadd ile
öldürülenlerin, veled-i zinaların cenaze namazı hakkında ulemâ ihtilâf
etmişlerdir. Âsîlerle yol kesicilerin cenaze namazı dahi ihtilaflıdır.
Hanefîlere göre fâsıkların, hadden öldürülenlerin ve veled-i zinaların
cenazesi kılınırsa da âsîlerle yol kesenlerin namazı kılınmaz. Şâfiîlere göre
hepsinin namazı kılınır. MâÜkîlerolcn îbnü'l'Ardbî (468—543) böyleleri hakkında
: «Bütün ulemânın mezhebi: Her müslümanın yani hadd vurularak Öldürülenin,
recm olunanın, intihar edenin, veled-i zinâ'nm cenaze namazı kılınacağı merkezindedir»
diyor, intihar edenin hükmü aşağıda hadîste görülecektir.[411]
576/444- «Câbir
ibnî Semûra'dan rivayet olunmuştur. Demiştir kî : Peygamber Saîlallahü aleyhi
ve sellem'e kendini geniş bîr demirle öldüren bir adam getirdiler de onun
cenaze namazını kılmadı.»[412]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hattâbî[413]
(319—388) diyor ki : «Böylesinin cenaze namazı kılmmaması ona ceza ve
başkalarını onun gibi yapmaktan men etmek içindir.» Fukahâ bu mes'elede dahi
ihtilâf etmişlerdir. Halîfe Ömer ibnî Abdülaziz intihar edenin cenaze namazını
kılmaya cevaz vermiyordu. Evzaî (88—157)'nih mezhebi de budur. Fukahâ'nın ekserisine
göre kılınır. Kasden kendini öldüren kimsenin cenaze namazı Hanefİyye ulemâsı
arasında ihtilaflıdır. «Kılınır» diyenler olduğu gibi, «kılınmaz» diyenler de
vardır. Mes'eleyi Imâm-ı Âzam ve Muhammed ile îmâm-ı Ebu Yusuf arasında
ihtilaflı görenler bile mevcuttur. Bu rivayete göre : tmâ/m-% Âzam'lo.
Muhammed «kılınır» demişler; îmâm-% Ebu Yusuf; Böylesini zâlim ve bağî
hükmünde tutarak, cenazesinin kılınamıyacağma kail olmuştur. Hadîsimiz Ebu
Yusuf'a, delildir.
«İntihar edenin namazı
kılınır» diyenler : Bu hadîs karşısında : «O zâtın namazını Peygamber (S.A.V.)
kılmasa da ashâb-ı kiram kıldılar. Bu mes'ele Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in borçlu
Ölen zâtın cenazesini kıl-mayıp sonradan ashabına kılma emri vermesine benzer.»
diyorlar. Bâzıları bu re'yi pek beğenmiyerek : «intihar edenin cenazesini
kılmak için Resûlüllah (S.A.V.)'in ashabına emir verdiği kat'i olarak sabit
ise, mes'eîeye bir diyecek yoktur. Fakat sabit değilse, Hz. Ömer ibnî
Abdül-aziz'in re'yi daha muvafıktır» diyorlarsa da, NesâVnin rivayetinde :
«Bana gelince ben onun
cenaze namazını kılmam» buyrulduğuna göre, başkasının kılabileceği bun-âan
anlaşılmış olsa gerektir.[414]
577/445- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den, mescidi süpüren kadının kıssası hakkında rivayet
edilmiştir, (demiştir ki): Peygamber Sdlîallahü aleyhi ve sellem, o kadını
sordu. Ashâb :
O öldü; dediler. Resûl-ü Ekrem Sallaîlahü
aleyhi ve sellem:
«Bana haber vermemeli
mi idiniz?» buyurdular. -Galiba ashâb o kadının şanını küçümsemişlerdi- Bunun
üzerine Resûlüllah Sallallahii aleyhi ve sellem :
«Onun kabrini bana
gösterin;» dedi ve gösterdiler. Hemen onun cenaze namazını kıldı.»[415]
Hadîs, müttefekıın
aleyh'dir.
Müslim «Sonra
Peygamber (S.A.V.) :
Şüphesiz ki bu
kabirler, içinde yatanlar için karanlıkla doludur, ve şüphesiz ki Allah onlara
benim cenaze namazı kılmam sebebiyle kabirlerini nurlandırır.» buyurdular;
cümlesini ziyâde etmiştir.
Müslim'in bu ziyâdesi
yine Hz. Ebu Hüreyre (R. A.)'m rivâyetin-dendir. BııhârVnin aynı ziyâdeyi
tahrîc etmemesi, îmâm-ı Ahmed İbni Haribel (164—241) ıin de dediği gibi Sabifin
mürsellerinden müdrec olduğu içindir.
Musannif, bu kıssanın
bir kadına âit olduğuna kat'iyetle cez-metmiştir. BuhârV&e ise râvîsi
Sabifin şekki ile «bir siyah adam, yahut bir siyah kadın» denilmiştir. Lâkin
yine BuhârVnin bir rivayetinde Sabifin «Onun ancak kadın olduğunu sanıyorum»
dedi£ zikrolunmuştur. îbni Hüzeyme (223—311) dahi Ebu Hüreyre (R. A.) dan başka
bir tarîk ile gelen bir rivayette kıssanın kadına ait olduğuna cezmen
hükmetmiş ve «bir siyah kadın» demiştir.
Hadîsi, Bt.itkakl
(384—458) güzel bir isnadla tahrîc etmiş ve kadının Ümmii Mthccn ilmini
taşıdığını; bu kıssa da Peygamber (S.A. V.) cevap verenin Hz. î=bu Bekir (R.
A.) olduğunu ifâde etmiştir.
Hadîs-i şerîf cenaze
defnedildikten sonra mutlak surette (yani evvelce namazı kılınsın,
kılınmasın.) kabrinin üzerine cenaze namazı kılınabileceğine delildir. îmâm-ı
Şafiî (150—204)'nin mezhebi de budur. Peygamber (S.A.V.)'in Bera ibni Ma'rûr
(R. A./ın vefatından bir ay sonra cenaze namazını kabrinin üzerine kılması ve
keza Buhârî'nin rivayetine göre geceleyin ResûlüJlah (S.A.V.)'in haberi
olmadan defnedilen, ensâr-ı Kirâm'dan bir çocuğun namazını kabrinin üzerine
kılması da aynı hükme delâlet ederler. Bu bâbda dokuz sahabeden hadîs rivayet
olunmuştur. Bâzı zâhîriler'e göre; kabir üzerine cenaze namazı kılmak caiz
değildir.
Kabir üzerine cenaze
namazım caiz görenler bunun ne zamana kadar caiz olacağı hakkında ihtilâf
etmişlerdir. îmâm-ı Şam'dan bir rivayete göre üç güne kadar kılınır. Bâzıları
«defnedildikten bir aya kadar» demiş. Diğer bâzıları cenaze kabrinde
çürüyünceye kadar caiz görmüş; çürüdükten sonra ise üzerine namaz kılacak bir
şey kalmadığından artık kılınamıyacağına kail olmuş; hattâ cenaze namazından
mak-sad duâ olduğunu, duânm ise her zaman yapılabileceğini ileri sürerek bu
işin her zaman yapılabileceğini iddia edenler bile olmuştur. Bâzıları kabir
üzerine namaz kılmak Hi. Peygamber (S.A.V.)'in hasâisindendir derler.[416]
578/446- «Hüzeyfe
radıyallahü anh'den rivayet edildiğine göre. Peygamber Saîldllahü aleyhi ve
seîlem, Ölümü ilân etmekten nehy buyururdu.»[417]
Bu hadîsi, Ahmed ile
Tîrmîzî rivayet etmiş, Tirmîzî onu hasen bulmuştur.
Nehy'in sigası
herhalde İmâm-ı Tirmizî (200—279)'nin tahrîc ettiği şu hadîsten alınmıştır :
«Sakın Ölümü ilân
etmeyin; zîrâ ölüm ilânı câhilîyet devri âdetidir.»
Tahiir (yani
sakındırma) sigası nehy mânâsmdadır. Tîrmizî'nin tahrîc ettiği Huzeyfe
hadîsinde Nz. Huzeyfe (R. A.ym, yanında bulunanlara :
Ben vakit kimse ilânda bulunmasın, zîrâ ben bunun
ölüm İlânı olacağından korkarım. Gerçekten ben Resûlüllah (S.A.V.)'i ölüm
ilânından nehy ederken gördüm.» dediği rivayet olunuyor. Tirmizî bu hadîs için
«ha-sen» dememiştir. Bundan sonra îmâm-ı Tirmizî nâ'yı îzah etmiş ve bunun :
«Halk cenazeye gelsinler diye kalabalık içinde : Filân ölmüştür, şeklinde
seslenmek» ten ibaret olduğunu bildirmiştir.
Hanefîlerle şâir bâzı
fukâhâya göre ölüm haberini hısım ve akrabaya, eşe, dosta bildirmek caizdir.
Vâkıâ bunu cahıliyef âdetine benzeterek «mekruhtur» diyenler olmuşsa da, esah
kavle göre mekruh değildir. Bâzıları : «cahîliyet devrinde olduğu gibi ölüm
ilânı yapmak haramdır» derler. Cahlliyetde çarşı ve pazarlara, sokaklara,
evlere adam göndererek bir kimsenin öldüğünü ilân ederlerdi. «En-Nihâye» nâm
eserde şöyle deniliyor : «Araplar arasında meşhur olduğuna göre: Şerefli
birisi öldü veya öldürüldü mü, kabilelere bir atlı gönderilir, o da öleni ilân
ederek « çyj c£ » filânın ölüm haberini bildir: «filân helak olmuştur». Yahut
«Filânın ölümü ile araplar helak olmuştur» diye nida ederdi.» Ibnü'l-Arabl
(468—543) diyor ki «Hadîslerin mecmuundan
üç hâl elde edilir:
1— Hısım ve
akrabaya; eşe dosta ve sâlih kimselere
bildirmek. Bu sünnettir.
2—
Övünmek
için kalabalık çağırmak. Bu mekruhtur.
3—
Yascı
tutmak gibi başka bir nevi ilân. Bu da haramdır.» îbnül-Arabi'nin birinci hâle
«sünnettir» demesi, cenazeyi tutup kapmak,, yıkamak, namazını kılmak ve
defnetmek ile mükellef bir cemâatin mutlaka bulunması îcâp ettiğindendir.
Resûlüllah (S.A.V.)'in: «Bana haber verseydiniz ya» gibi sözleri de buna
delâlet eder.[418]
579/447- «Ebu
Hüreyre radıyallahü onfe'den rivayet edildiğine göre. Peygamber BallaTlahü
aleyhi ve sellem, Necâşî'nin vefat haberini öldüğü gün vermiş; ashabı
namazgaha çıkararak saf bağlatmış ve dört defa tekbîr almıştır.»[419]
Bu hadîs, Müttefekun
aleyhdir.
Necâşî : Habeş
imparatoru demektir. Bu zâtın ismi Ashama idi. Taberî'ye göre vefatı hicretin
dokuzuncu yılındadır. «Feth-i Mekke'den önce idi» diyenler de vardır.
Musalladan murâd : Ya
bayram namazlarını kıldığı yahut cenaze namazı için tahsis buyurduğu yerdir.
Hadîs-i şerîf de
na'y'in ölüm haberini bildiren bir isim olduğuna ve bunun sırf İlân için
yapılabileceğine delâlet olduğu gibi, gaibin üzerine cenaze namazı kılmanın
meşru olduğuna da delâlet vardır. Ulemâ bu hususta ihtilâf etmiş ve ortaya bir
kaç kavi çıkmıştır. Bu kaviller şunlardır :
1—
Gaibin
cenaze namazını kılmak mutîak surette caiz ve meşrudur, îmâm-î §âfü ile îmâm-ı
Ahmed İbni HaribeTin ve diğer bâzı zevâtın mezhebi budur.
2—
Gaibin
cenaze namazını kılmak mutlak
surette memnudur. Hanefîlerle
Mâlikîferİn ve diğer bâzı zevatın mezhepleri de budur.
3—
Öldüğü
gün veya ona yakın günlerde
kılınabilir. Fakat ara uzarsa kılınmaz.
4— Gâib
kıble tarafında ise namazı kılınır; değilse kılınamaz. Bu iki kavlin vechi,
Necâşî kıssası üzerinde durarak ona bağlanmaktır. Gaibin cenazesi kılınamaz
diyenler: «Necâşî'nin cenaze namazı Resûlüllah (S.A.V.)'e mahsustur» derler.
5— Necâşî
gibi vefat ettiği yerde cenaze
namazı kılınmayanlar için
gâibâne cenaze namazı kılmak caizdir. Zîrâ JVecâşî'nin memleketi ahalisi henüz
müslüman olmamışlardı. Şeyhü'l-tslâm İbni Teymiyye bu kavli ihtiyar ediyor.
Musannif
«Fethü'l-Bâri» de bu kavli Hattâbî (319—388)'den nakleder. Rûyânî (415—502)
dahi bunu beğenmiş ve sonra şöyle demiştir : «Bu muhtemeldir. Şu var ki, ben
haberlerin hiç birinde Necâşî'nin memleketinde kendisine bir kimsenin cenaze
namazı kılmadığına vâkıf olamadım.»
Bu hadîsle cami içinde
cenaze namazı kılmanın mekruh olduğuna kail olan Hanefîlerle Mâlikîler istidlal
ederler. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bu iş için dışarıya, hattâ, tâ namazgaha
çıkmıştır. Vâkıâ Ha-nefîlerden bâzıları : «Cenaze dışarda ise, cami içindekiler
onun namazını kılabilir» demişlerse de «El- Hülâsa» nâm kitaptan naklen «Fet~
hü'l-Kadîr» de bunun mutlak surette, yani ister cenaze ile cemâatin ikisi de
cami içinde olsun; ister cenaze dışarda cemâat içerde olsun; yahut imamla
cemaatın bir kısmı dışarda, geri kalanlar içerde olsunlar veya imamla cemâat
dışarda cenaze içerde bulunsun, fark etmeksizin mekruh olduğu
kaydedilmektedir.[420]
Hadîs-i şerif de
cenaze namazında saf teşkil etmenin meşru olduğuna da delil vardır. îmâm-ı
Buharı (İ94—256) bu kıssa hak-ktnda Hz. Câbir (R. A./dan bir hadîs tahrîc
etmiştir ki mezkûr hadîse göre, Câbir (R. A.)'m ikinci veya üçüncü safta olduğu
anlaşılıyor. Hattâ Buhârî : «Cenaze namazında imamın arkasında ikî veya üç saf
teşkil edenler bâb'ı» nâmı altında bu hususa dâir bir bâb ayırmıştır.
Yine bu hadîs-i
şerifte Peygamber (S.A.V.)'in nübüvvetine şehâ-det eden bir de mucize vardır
ki, o da Medîne-î Münevvere ile Habeşistan arasında binlerce kilometre mesafe
bulunmasına rağmen Hz. Fahri Kâinat efendimizin günü gününe NecâşVnin vefatını
haber vermesidir.[421]
580/448- «İbni
Abbas radıyaUahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem'i :
«Eğer bir müslüman
kimse Ölür de cenazesinde, Allah'a hiç bir şey şerîk koşmayan kırk kişi
bulunursa Allah o kimseleri ona şefaatçi kılar» derken işittim.[422]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif, cenaze
namazı kılacak cemâatin kalabalık olmasının faziletine ve mü'minin şefaatinin
Allah indinde makbul olacağına delîldir. Hadîsin bir rivayeti şöyledir:
«Eğer bir müslümanın
cenaze namazını müsfümanlardan, mecmuu yüze varan bir cemâat kılar da o kimse
hakkında şefaat etmek isterlerse kendilerine şefaat hakkı verilir,»
Sünen sahibelerinin
bir rivayetinde : «Üç saf» denilmiştir. Bâzılarına göre bu hadisler birer
suâle cevap olarak şeref vârid olmuşlar ve herkese suâline göre cevap
verilmiştir. Maamâfîh Resûlüllah (S.A.V.)'in hadîslerle gösterilen sayılarda
kimselerin şefaatinin kabul edileceğini haber vermiş olması da ihtimal
dahilindedir. Hadîsler arasında münâfât yoktur. Çünkü mefhum-u adet zâten
birçok usul-culara göre sahîh delîl değildir. Onu delîl kabul edenlerce dahi
nâs olduğu yerde mefhum-u adede itibar yoktur. Binaenaleyh hadîslerin hepsiyle
amel olunur.[423]
581/449- «Semüratü'bnü
Cündeb radıyallahü anhilma'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Peygamber
Sallallahü aleyhi ve seüem'ın arkasında nifas halinde ölen bir kadının cenaze
namazını kıldım. Onun ortast hizasına durdu.»[424]
Hadîs, mütfefekun
aleyh'dir.
Bu hadîs-i şerîf
kadının cenazesini kılarken ortasına doğru durmanın meşru olduğuna delildir.
Bu menduptur. Vacip olan, cenaze erkek olsun, kadın olsun cnun tir cüz'üne
karşı namaza durmaktır. Ulemâ bu bâbda ihtilâf etmişlerdir.
Hanefîlere göre :
Cenaze namazında erkek, kadın, büyük ve küçük arasında fark yoktur. îmam cenazenin
göğsü hizasına durur. îmâm- Âzam'dan bir rivayete göre erkeğin başı, kailinin
ortası hizasına durur.. Ve cemaat üç saf olur. Bunlar namazın
mendublarındandir.
Şâfiîlere göre :
îmamın olsun, yalnız kılanın olsun; erkek cenazenin bası hizasına, kadın ile
hünsa'nın ayak ucuna doğru durmaları, mümkünse üç saf teşkil edilmesi
sünnettir.
Mâlikîlere göre : îmam
ve yalnız kılan erkek cenazenin ortası hi^ zâsına, kadının omuzları hizasına
durur. Onlara göre cenaze namazının sünnetleri yoktur. Binaenaleyh bu fiiller
mendubtur.
Hanbetîlere göre :
îmam ile yalnız kılanın, ölen erkekse göğsü hizasına, kadınsa ortası hizasına
durmaları sünnettir.[425]
582/450- «Hz.
Âişe radıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Vallahi gerçekten
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, Bey-zâ'mn iki oğlunun cenaze
namazlarını mescidde kıldı.»[426]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerifte ismi
geçen Beyzâ, Da'd isminde bir kadındır. Oğulları da Sehl ve Süheyl'dir.
Babaları Vehb b. Rabîa'dır.
Hz. Âişe (R.Anha) bu
hadîsi, Saad ibni Ebî Vakkas, (R.A.)'m cenazesini mescid içinde kıldığı vakit
kendisine itiraz edenlere söylemiştir.
Hadîs-i şerif, cami
içinde cenaze namazı kılmanın mekruh olmadığına delildir. Hanefîlerle Mâiikîlerin
bu bâbda ki kavillerini az yukarıda görmüştük. Onlar buradaki Hz. Âîşe
hadîsini te'vil ederek: «Bundan murâd, Peygamber (S.A.V.)'in mescidde, Beyzâ
oğullarının cenazelerini ise, dışarıda bulunmalarıdır» derler.[427]
583/451- «Abdurrahman
ibni Ebi Leylâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:, Zeyd ibni Erkam bizim
cenazelerimiz üzerine dört tekbîr alıyordu. Bir cenazede beş tekbîr aldı.
Bunun üzerine kendisine sordum: Resûlüllah SnUaUahü aleyhi ve sellem., bu beş
tekbiri alıyordu; dedi.»[428]
Bu hadîsi, Müslim ile
Dörtler rivayet etmişlerdir.
Yukarda geçen Ebu
Hüreyre hadîsinde Peygamber (S.A.V.)'in Necâşi'ye kıldığı cenaze namazında dört
tekbîr aldığını görmüştük. Dört tekbîr aldığı, İbnİ Mes'ud, Ebu Hüreyre,
Ukbetü'bnü Amir, Berâ İbni Âzib ve Zeyd ibni Sabit (R. Anhüm) hazarâtından da
rivayet olunmuştur. Sahiheyn'de İbni Abbas (R.A.)'dan rivayet edilen bir hadîste
: «Bir kabrin üzerine namaz kıldı ve dört defa tekbîr aldı» denilmektedir.
İbni Mâce (207—275)'in
Ebu Hüreyre radıyatlahü anh'den tah-rîc ettiği bir hadîste dahi «Peygamber
(S.A.V.) bîr cenaze namazında dört tekbîr aldı» deniliyor. İbni Ebi Dâvud
(230—316) : «Bu bâbda bundan daha sahîh bir şey yoktur» diyor. Cenaze
namazındaki tekbîrlerin dört olduğuna selef ve halef ulemâsının cumhuru ile
dört mezhep imamları kail olmuşlardır. Bâzıları Hz. AH (R. A./ın Fâtıma (R.
Anha) üzerine beş tekbîr aldığına ve keza Hasan (R. A./ın babasının cenaze
namazında beş defa tekbîr aldığına bakarak, «cenaze namazında beş tekbîr
vardır» derler. Bunlar dört tekbîr rivayetini «ÎEtitah tekbîrinden maada
dörttür» şeklinde te'vil ederler. Bittabi bu te'vil makbul değildir.[429]
584/452-
«Ali radıyallahü anh'den rivayet edildiğine göre, kendisi Sehl İbnİ Huneyf'in
cenaze namazında altı tekbîr almış ve :
Gerçekten o Bedirlidİr;
demiştir.»[430]
Bu hadîsi, Saîd ibni
Mansur rivayet etmiştir. Aslı Buhârî'dedir.
«Bedîrlîdîr» sözünden
murâd: Hz. Peygamber (S.A.V.) ile birlikte Bedir gazasına iştirak
edenlerdendir, demektir. Hadîsin BuhârVdeki metni şudur :
«Ali, Sehl îbnl Huneyf
üzerine tekbîr «Imıştır» «altı» tâbirini Bürkânî «müstahrec* inde ziyâde
etmiştir. Bııhârî bunu tarihinde zikreder.
Cenaze namazının
müteaddid tekbîrleri hakkında çeşitli rivayetler vardır : Meselâ : Beyhahî
(384—458) Saîd ibni Müseyyeb'den Hz. Ömer (R. AJ'm ; ^Bunların hepsi (yani)
dört ve beş (tekbir) var idî. Biz dört tekbîr üzerine ittifak ettik» dediğini
rivayet eder. tbnü'l-Münzir Hz. Ömer (R. A./in sözünü başka bir yoldan rivayet
ettiği gibi, yine Beyhakî Ebu Vâil'in şu sözlerini nakleder : «Resûlüllah (S.
A.V.) devrinde cenaze namazlarında dört, beş, altı ve yedi tekbîr alırlardı.
Şu hâl karşısında Ömer (R.A.) Resûlüllah (S.A.V.)'in ashabını topladı.
Bunlardan her biri gördüğünü haber verdi. Bunun üzerine Ömer (R. A.) onları
dört tekbîr üzerine topladı». îbnü-Abdil~Ber (368— 463) «El - îztizkâr» adlı
eserinde isnadı ile birlikte §u haberi rivayet etmektedir : «Peygamber
(S.A.V.) cenaze namazlarında dört, beş, altı, yedi ve sekiz tekbîr alırdı. Bu
hal, tâ NecâşVnin ölümüne kadar devam etti. Onun Ölümü münasebetiyle namazgaha
çıktı ve cemâati saf yaptı.»
îbni Âbdü'l-Berr şunu
da ziyâde ediyor: «NecâşVnm cenaze namazında dört tekbîr aldı. Bundan sonra
Peygamber (S.A.V.) dört tekbîr almakta sebat etmiştir.» Binaenaleyh önceki
rivayetler bununla nesh edilmiştir. Nitekim «dört tekbîr alınır» diyenlerin
kavli budur. Hz. Ömer (R. A.) île beraberindeki ashâb-ı kira m'm neshi duymadıkları
anlaşılıyor. Çünkü Resûlütlah (S.A.V.)'in cenaze namazlarında dört tekbîr
almaya kararlı olduğunu ve artık hep bu şekilde hareket ettiğini bilseler;
toplanarak bu hususta müşavereye lüzum görmezlerdi.[431]
585/453- «Câbir
radıyallahü anh'dcn rivayet olunmuştur. Demiştir kî : Resûlüllah SaUaîîahü
aleyhi ve sellem, bizim cenazelerimiz üzerine dört tekbîr alır ve ilk tekbîrde
fâtiha-i kitâb'ı okurdu.»[432]
Bu hadîsi Şafiî zayıf
bir isnadla rivayet etmiştir.
Musannif bu hadîs
hakkında «Fethü'l-Bârî» de : «Şeyhim Tirmû zî şerh'inde bunun senedinin zayıf
olduğunu ifâde etmiştir» demiş; «Telhis» de ise bu hadîsi İmâm-ı Şafiî'nin
İbrahim b. Muhammed den, onun da Muhammed ibni Abdullah b. Ukayl'den onun da
Câbîr (R. A./dan rivayet ettiğini kaydetmiştir. Hadîs imamları ibni UkayVı
zayıf bulmuşlardır.
Cenaze namazında
fatiha okunması ulemâ arasında ihtilaflıdır. Îbnü'l-Münzir, hazreti İbni Mes'ud
(R. A.) ile Hasan ibni Ali ve îbni Zübeyr hazarâtından bunun meşru olduğunu
rivayet etmiştir. İmâm-ı Şafiî ile Ahmed ibni HanbeVin mezhebi budur. Ebu
Hüreyre ile İbni Ömer (R. Anhümayda.n cenaze namazında kıraat olmadığı
nakledilmiştir. Hanefîlerle Mâlikîlerin mezhebi de budur. «Fatiha okunur
»diyenler Câbir (R. A.) hadîsiyle istidlal ederler.
Bu hadis zayıf ise de
aşağıdaki hadîs ona şâhiddir.[433]
586/454- «Talha
b. Abdullah b. Avf[434]
radıyattahü anhüm'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : İbni Ab bas'in
arkasında bir cenazenin namazını kıldım. cFâtlha-i ki t ab» ı okudu, ve :
Bunun sünnet olduğunu
bilmeniz İçin (okudum), dedi.»[435]
Bu hadîsi, Buhar!
rivayet etmiştir.
Hadîsi ibni Uüzeyme
(223—311) ile Nesâî (215—303) şu lâfızlarla tahrîc etmişlerdir:
«Hemen elinden tuttum
ve kendisine bunu sordum: Evet
birâder-zâdem. Bu haktır ve sünnettir;
dedi.» Yine Nesâî başka bir tarîkten bu
hadîsi şu lâfızlarla tahrîe etmiştir :
«Fâtİha-i kitâb ile
bir sûre okudu. Bunları bize işittirecek kadar aşikâr okudu. Namazı bitirdiği
vakit elinden tuttum ve kendisine sordum : Sünnet ve haktır; dedi.»
Filhakika Tirmizl (200—279)
İbni Abbas (R. A .)dan şu hadîsi nvâyet eder;
«Peygamber (S.A.V.)
cenaze namazında fâtiha-İ kltâb» ı okudu.». Fakat bu hadîs için Tirmizl «aahîh
değildir. İbnî Ab-bas'dan gelen sahîh rivayet (sünnettendir) sözüdür» der.
Hâkim (321 —405) diyor ki : «Sahâbînin (sünnettendir) demesinin müsned hadîs sayılacağına
bütün hadîs imamları ittifak etmişlerdir.» Musannif ise : «tcmâ' böyle
nakloîunmuştur. Halbuki hadîstiler ve usulcular arasında hilaf meşhurdur.»
diyor.
Hadîs-i şerîf cenaze
namazında fatiha okumanın vacip olduğuna delîildir. Çünkü burada geçen (sünnet)
tâbiri farzın karşılığı olan sünnet mânâsına değil, Hz. Peygamber (S.A.V.)'in
malûm olan yolu mânâsınınadir. «Haktır» tâbiri de bu vücûbu te'kid eder. Zîrâ «haktır» demek «sabittir» manasınadır. Filhakika
İbni Mâce, Ümmü Şerik'den :
«Resûlüllah (S.A.V.)
bize cenaze namazında «fâtih a-i kitabı ı okumamızı emretti.» hadîsini rivayet
etmiştir. Bunun isnadında az zayıflık varsa da onu da İbni Abbas (R.A.) hadîsi
gidermektedir. Emir, vücûp delîl-lerindendir. Binaenaleyh fatiha okumak îmâm-ı
Şafiî ile Ahmed ibni Haribel'e ve başkalarına göre vaciptir.
Diğer ulemâ cenaze
namazında fatiha okumanın meşru olmadığına kaildirler. Delilleri :
İbni Mes'ud (R.A.ym :
«Resûlüllah (S.A.V.) bize cenaze namazında bir kıraat tayin etmedi. Bilâkis :
«İmam tekbîr aldı mı
sen de al ve sözün en güzellerinden dilediğini seç; buyurdular» sözüdür.
Bâzıları «cenaze
namazında fatiha okumak sünnettir» derler. Bunlar hadîste geçen sünnet
tâbirinden farza mukabil olan sünneti yani, ıstılâh-ı Örfiyyi anlamışlardır.
«Fatihayı okumak vaciptir» diyenler şöylede istidlal ederler: «Cenaze namazı
bilittifak namazdır. Namazın ise fatiha okumadan sahih olamıyacağı şu hadîsle
sabittir :
«Fâtihasız hiçbir
namaz yoktur.»
Binaenaleyh cenaze
namazı da bu umumda dâhildir. Onu bu umumdan çıkarmak ancak bir delîl ile
olur. Böyle bir delil de yoktur.
«Fatiha okumak
lâzımdır» diyenlerce bunun yeri ilk tekbîrden sonradır. Ondan sonra tekbîr
alınarak Peygamber (S.A.V.)'e salâvat okunur. Sonra tekbîr alınarak ölen zâta
duâ edilir. Duanın keyfiyetini aşağıdaki hadîs bildiriyor.[436]
587/455- «Avf
ibni Mâlik radıyallahü anVden rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
Sallalîahü aleyhi ve sellem, bir cenazenin namazını kıldı. Ben de onun okuduğu
duadan şunu ezberledim:
Allah'ım! Ona mağfiret
eyle; ona acı, ona afiyet ver, onu affet ve onu güzel güzel ağırla; yerini
genişlet; onu su ile, karla ve dolu ile yıka; onu günahlardan, beyaz elbiseyi
kirden pakladığın gibi pakla. Ona dünyadaki yurduna bedel daha hayırlı bir
yurd; dünyadaki aile efradından daha hayırlı bir aile ihsan et; onu cennete
koy; onu kabrin fitnesinden ve cehennemin azabından koru.»[437]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Râvinin bu duayı
ezberlemesi iki ihtimalden biriyle olmuştur: Yâ Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) duayı
aşikâr okumuştur da ondan işiterek bellemiştir, yahut Resûlüllah (S.A.V.)
gizli okumuştur. Fakat namazdan sonra râvi ona hangi duayı okuduğunu sormuş ve
ondan dinliyerek ezberlemiştir.
Fukahâ hazarâtı duanın
gizli okunmasını mendûp sayarlar. Maamâfîh : «Duâ okuyan aşikâr okumakla, gizli
okumak arasında muhayyerdir» diyenler olduğu gibi: «gündüz okunan duaları
gizli, gece dualarını aşikâr okumalı» diyenler de vardır.
Cenâze'ye okunan duâ
halisane ve samîmâne olmalıdır. Zîrâ Fahr-i Kâinat (S.A.V.): «Onun için
halisane duâ edin» buyurmuşlardır. Resûlüllah (S.A.V.)'den rivayeti sabit olan
duayı okumak elbette daha iyidir. Bu hususta vârid olan hadîslerin en sahihi bu
hadîstir. Aşağıdaki hadîs de öyledir.[438]
588/456- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur : Demiştir ki : Resûlüllah
Sallaîlahü aleyhi ve sellem, cenaze namazı kılarken şöyle derdi :
Allah'ım! Bizim
dirimize, ölümüze, burada bulunanımıza, bulunmayanımıza, büyüğümüze,
küçüğümüze, erkeğimize ve kadınımıza mağfiret buyur. Allah'ım! Bizden kimi
yaşatırsan, müslüman olarak yaşat; öldürdüğünü de îmân ile öldür. Yâ Rabbî!
bizi bu meyyitin ecrinden mahrum etme ve onun ardından bizi sapıtma!»[439]
Bu hadîsi, Müslim ile
Dörtler rivayet etmişlerdir.
Küçükler ibâdetlerle
mükellef olmadıklarına göre, onların günahı da olmayacağı tabiî ise de burada
onlar için mağfiret istenmesi mükellef olacakları zamana nisbetledir. Maksad :
Âkil, baliğ olduktan sonra onların hayırlı işlerde devam ve sebatlarını
dilemektir. Vefat eden bir din kardeşine edilecek duâ hakkında hadîsler çoktur.
Biz bir iki tanesini zikr etmekle iktifa edeceğiz:
1—
Ebu Dâvud
(202—275) «Sünen» inde Ebu Hüreyre (R. A.) dan Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in cenaze
namazında şu duayı okuduğunu rivayet eder :
«Allah'ım, bunun Rabbi
sensin; bunu sen yarattın; kendisine islâmiyet yolunu sen gösterdin; ruhunu da
sen kabzettin. Bunun gizlisini, aşikârını sen bilirsin. Bizler ona şefaat
etmeye geldik. İmdi onun günahını bağışlayı-ver.»
2— İbni Mâce
(207—275) Vâileîbnü'l-Eska' (R. Anfca/dan şu hadîsi tahrîc etmiştir : Vâile'e
demiştir ki, Resûlüllah (S.A.V.) bize müslümanlardan birinin cenaze namazım
kıldırdı. Onu şöyle derken işittim :
Rabbi, şüphesiz ki filân oğlu filân senin himayende ve civâr-ı vuslatındadır. Sen vefa ile hamde ehilsin. Şu halde onu
kabrin fitnesinden ve cehennemin azabından koru. Yâ Rab; onu mağfiret buyur ve
ona acı. Çünkü gafur, rahîm ancak sensin.»
Rivayetlerin çeşitli
olması .yapılacak duanın mutlaka muayyen ve bir şekle münhasır olmadığını,
isteyenin bu dualardan herhangi birini okuyabileceğini gösterir. Nitekim İmâm-ı
Şâfü / (150—2ÖA)-ile diğer bâzı zevat daha başka dualar ihtiyar etmişlrdirv
Burada dikkat edilecek cihet yapılan duanın içten gelmesidir.1 Zîrâ cenaze
namazı ancak bunun için meşru olmuştur. Aşağıdaki hadîs dahi duada gösterilecek
ihlâs ve samimiyet hakkındadır.[440]
589/457- «{yine
ondan) radıyallahü anh' rivayet edildiğine
göre Peygamber Sallaîlahü aleyhi ve seîlem :
«Cenazenin namazını
kıldığınız vakit ona halisane duâ edin.» buyurmuşlardır.[441]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiş ve İbni Hİbbân sahîhlemişür. Çünkü cenazenin namazını kılanlar,
onun şefâatçiîarıdır. Şefaatçi ise
aracılık ettiği hususun kabulü için mübalağa gösterir.Taberânî (260—360)'nin
rivayetine göre îbni Ömer (R.A.) bir
cenaze gördü mü :
«İşte Allah ve
Resulünün btze vaad ettiği budur. Allah
da Resûfü de doğru söyler. Allah'ım
bizim îmân ve teslimiyetimizi arttır.» derdi.
Taberânî bundan sonra
şu hadîsi Resûlüllah (S.A.V.)'e müsned olarak rivayet etmiştir :
«Peygamber Sallattahü
aleyhi ve selîem :
Bir kimse bir cenaze
görür de; Allah en büyüktür; Allah ve Resulü doğru söyler, işte Allah ve
Resûlü'nün vaad ettiği budur. Allah'ım, bizim îmân ve teslimiyetimizi arttır;
derse kendisine yirmi sevap yazılır.» buyurdular.[442]
590/458- «Ebu
Hüreyre radıyallahü ank'den, Peygamber SaMaMa-hü aleyhi ve sellem'den şunu
duyduğu rivayet edilmiştir.Peygamber Saîlaîlahü aleyhi ve setlem :
Cenazeyi çabuk
götürün. Eğe cenaze iyi ise o iş hayırdır. Cenazeyi hayra götürürsünüz. Cenaze
iyiden başka bir şey ise iş kötüdür. Onu boynunuzdan atarsınız.»[443]
Hadis, müftefekun
aleyh'dir.
îbnu Kvdâme'nin
rivayetine göre cenazeyi çabuk görtürme emrinin nedip için olduğu ulemâ
arasında hilâfsızdır. Bu mes'ele Ibni Hazm Zâhiri'ye sorulmuş : «Vaciptir»
demiştir.
Çabuk götürmekten
maksad : Şiddetli yürümektir. Selef-İ Sâühînden bâzısı sür'at emrini buna
hamletmişlerdir. îmâm-ı Şafiî (150—204) ile Cumhur ulemâ'ya göre sür'attan
murâd : Mûtad yürüyüşten biraz fazlaca hızla yürümektir. Şiddetle sür'atli
gitmek mekruhtur. Hâsılı cenazeyi çabuk götürmek müstehabtır. Fakat bu
çabukluk cenazenin tabuttan düşmesi gibi bir zarara mueddî veya taşıyanlara
meşakkat verecek bir dereceye varmamalıdır. Kurtubî : «Hadîsten murâd :
cenazeyi pek ağır tutmamak ve defni geciktirmemekdir» diyor. Bir de ağır davranmak
ekseriya iftihar ve böbürlenmekle neticelenir.
Bu îzâhât sür'at
emrinin cenazeyi taşımaya âit olduğuna göredir. Bâzıları bu emrin cenazeyi
techîz ve tekfîne dâir olduğunu söylerler. Ve bu kavi birinci kavilden
eamm'dır. Fakat Nevevî (631 —676) : «Bu kavi bâtıldır. Hadîste geçen «Onu
boynunuzdan atarsınız» tabiriyle reddolunur.» diyor.
Musannif «Fethü'l-Bârh
de : «Bunu İbnî Ömer (R.A.) hadîsi te'yid eder demektedir.» İbnî Ömer hadîsi
şudur :
Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve settem:
Biriniz öldü mü onu
hapsetmeyin, sür'atie kabrine götürün; derken işittim».
Bu hadîsi, Taberânî
güzel bir isnadla tahrîc etmiştir. Ebu Dâvud (202—275) 'in merfû olarak rivayet
ettiği bir hadîste şöyle buyruimaktadır :
«Bir müslümanın cenazesinin
ailesi arasında kalması lâyık
değildir.»
Hadîs-i şerif
cenazenin, teçhiz ve defninde sür'at göstermeye delildir. Fakat bu acele,
felçli ve emsali hastalar hakkında doğru değildir. Onların ölüp ölmediği iyice
anlaşılmak için teenni ile hareket etmek îcâp eder.[444]
591/459- «Ebu
Hüreyre radtyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
SaUallahü aleyhi ve sellem:
Kim cenazenin yanında
namazı kılınıncaya kadar bulunursa ona bir kırat (sevap), kim defnedîlinceye kadar
bulunursa Ona İki
kırat verilir», buyurdular. «Bu iki k.ral nedir?» diye soruldu:
«İki büyük dağ gibidir» buyurdular.[445]
Müslim'in Ebu
Hüreyre'den rivayetinde : «Mezara konulun-Caya kadar» denilmektedir. BuhârVnm
yine Ebu Hüreyre'den rivayetinde : «Bir kimse bir müslümanın cenazesini îmân
ve hesapla takip eder de namazı kılınıp, defn işi bitinceye kadar o cenaze ile
beraber bulunursa, muhakkak o kimse her bin Uhud ayarında iki kırat
tst>.*sp) ile döner.
Ebu Avâne (—316) : iki
kırat'm ne olduğunu soranın Hz. Ebu Hüreyre (R. A.) olduğunu tasrîh etmiştir.
Görülüyor ki, Buhârî (194 —256) ile Müslim (204—261) hadîsin baş tarafını ittifakla
rivayet etmiş, sonradan ayrılmışlardır.
Bu hadîs-i şerıf'i
oniki sahâbe-İ celîl rivayet etmişlerdir. «îmân ve hesapla» buyrulması böyle
yerlerde lâbüt bir kayıttır. Çünkü yapılan işe sevap teredtüp etmek için o işin
mutlaka niyet ile yapılması iktizâ eder. Binaenaleyh cenazeye sırf mükafat veya
dostluk için iştirak etmenin sevap olmadığını musannif «Fethü'l-BârU de
zikretmiştir. Burada sevabın miktarı «Uhud gibi» denilerek ifâde edilmiş;
Nesâî'nin rivayetinde :
«Ona herbiri Uhud'dan
daha büyük iki kırat ecri vardır» buyrulmuş; Müslim'in bir rivayetinde :
«Küçüğü Uhud gibi»
denilmiş; îbni Adiyy (279—365)'in Vasile (R. A./dan tahrîc ettiği rivayette :
«Ona öyle iki kırat
ecir yazılır ki, bunların hafif olanı kıyamet gününde, mizanında Uhud dağından
daha ağır gelir» tarzında ifâde olunmuştur.
Anlaşılıyor ki, bu
sevabı hak etmek, daha cenaze evinden çıkarken yanında bulunmakla elde
edilecektir. Nitekim Müslim'in bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur :
«Bir kimse cenaze ile
beraber onun evinden çıkar da sonra onu defnedilinceye kadar takip ederse o
kimseye her biri Uhud gibi iki kırat ecir verilir. Kim cenazenin namazını kılar
da dönerse ona bir kırat verilir.»
Bu husustaki
rivayetler birleştirilince, bu sevaba, ancak cenazenin namazını kılarak onunla
beraber kabrine kadar gidenin nail olacağı anlaşılır.
Musannif merhum diyor
ki : «Benim anladığıma göre bu sevap cenazenin arkasından gitmese bile
namazını kılana verilecektir. Çünkü cenazeyi takip etmek, onun namazını kılmaya
vesiledir.» Lâkin sadece namazı kılanın kıratı, namazını kılıp, cenazeyi
götürenin kıratından az olacaktır. Saîd îbni Mensur (—227) Urve tarikiyle
Zeyd îbni Sabit(R. A./dan şu hadîsi tahrîc etmiştir:
ÂSs «jU>- «Bir
cenazenin namazını kıldığın vakit, borcunu Ödemiş olursun.» Aynı
hadîsi îbni (—234) bâza lâfız farkıyla rivayet etmiştir.Bu mânâda birçok merfû
hadîsler rivayet edilmiş ise de bunların hepsi zayıftır.
Âhirette amellerin
nasıl tartılacağını şimdiden bilmeye imkân yoktur. Bunun hakikatim yalnız
Allah bilir. Hattâ bize bunu anlatmak için teşbihten başka çâre yoktur.
Binaenaleyh bilmediğimiz âhiret tartısı bildiğimiz dünya tartılarına
benzetilerek cenaze teşyîinden hâsıl olan sevap kırat ile ifâde olunmuş, yani
mâkûlât'tan olan bir şey mahsûsa t suretinde gösterilmiştir. Fakat kırat
denilince bizce malûm olan az bir miktar hatıra geleceğinden buradaki kıratın
miktarına da tenbih olunmuş; bunun «Medîne-i Münevvere'deki ma'ruf Uhud dağı
kadar büyük» olduğunu ifâde buyrulmuştur.
Hadîs-i şerîf,
cenazenin yanında bulunarak namazını kılmaya, hizmetinde bulunmaya ve kabre
kadar arkasından giderek teşyi1 ve defnine iştirak etmeye terğib ve teşvik
etmektedir. Yine bu hadîste Allah' in fadlü kereminin büyüklüğüne ve ölen bir
mü'mine karşı son derece sevap ikramında bulunduğuna delâlet vardır.
Tenbih : Cenazenin
taşınması hakkında Ebu Bekir-i BeyhaM (384—458) «Es-Sünenü'l-Kübra» adlı
eserinde Abdullah Îbni Mes'ud (R. A./dan merfu olarak şu hadîsi tahrîc
etmiştir:
«Demiştir kî :
Bîriniz cenazenin
arkasından giderse, tabutun dört tarafından da futsun. Sonra gönüllü olarak
taşımaya devam etsin, yahut vazgeçsin. Zîrâ böyle yapması sünnettendir.
«Beyhakî, Hz. Osman îbni Affan (R.A.ym iki ağaçtan kolun arasında annesinin
tabutunu taşıdığını ve yerine indirinceye kadar ondan ayrılmadığını, senediyle
tahrîc ettiği gibi, Hz. Ebu Hüreyre (R.A)'ın yine aynı şekilde Saîd îbnî Ebi
Vakkas (R. A. /in tabutuyla taşındığını keza ibnî Zübeyr (R.A.ym, Misver b.
Mahreme'nin şeriri 1le taşıdığını rivayet etmektedir.[446]
593/460- «Salim
radıyallahü anh'den, babasından (radıyatlahü anh) işitmiş olarak rivayet
olunmuştur ki. Dahası Peygamber SaUaUahü aleyhi ve seMem'ı Ebu Bekir'i ve
Ömer'i cenazenin önünde yürürlerken görmüştür.»[447]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmiş ve İbnî Hîbbân sahîhlemiştir. Nesâî ile bir taife onu mürsel
olmakla illetlendirmişlerdir.
Hadîsi şerifin mevsul
veya mürsel olduğu ihtilaflıdır. îmâm-t Ahmed ibni Hanbel (164—241) : «Bu
hadîs, Zührî'den ancak mürsel olarak rivayet edilmiştir. Salim'in hadîsi dahi
İbnî Ömer'e mevkuftur, îbni Üyeyne hadîsi ise vehimdir» diyor.
Tirmizî (200—279):
«Ehli hadîs mürsel oluşunu esah görüyorlar» demiştir. Mezkûr hadîsi ibni Hibbân
(—354) sahihinde Zührî'den, o da Sâlîm b. Abdullah b. Ömer'den şu lâfızlarla
tahrîc etmiştir :
«Abdullah îbni Ömer, Ebu Bekir, Ömer ve Osman
cenazenin önünde yürürlerdi.» Zührî; «Sünnet böyledir.» Bu İbni Üyeyne
hadîsinden daha sahihtir» demiştir.
Dâre Kutnî
(30&—385) «El-îlel» adlı eserinde bu hadîsin Zührî' den rivayetinde pek çok
ihtilâf olduğunu kaydettikten sonra «Sahih olan Zührî'den, o da Sâlim'den, o da
babasından rivâyeten : (yürürdü) diyenin sözüdür. Filhakika Resûlüllah
Salîaîlahü aleyhi ve seîlem Ebu Bekir ve Ömer (R. Anhüma) cenazenin önünde
yürümüşlerdir. Bu hadîs mürseldir» demektedir. Beyhakî: «mevsul olması daha
müreccahtır; çünkü hadîsi îbni Üyeyne rivayet etmiştir ki, bu zât sıka ve
hafızdır» diyor. Ali b. Medinî (161—234)'den şöyle bir rivayet vardır: «îbni
Vyeyne'ye dedim ki : Yâ Ebâ Muhammed, bu hadîs hususunda nâs sana muhalefet
ettiler; inanın, dedi. Zührî, bunu bana defalarca tahdis etmiştir. Kaç olduğunu
sayamam. Onu bana tekrarlıyor ve izah ediyordu.
Bu hadîsi, «Salim»
den, o da «babasından» derken ağzından işittim».
Musannif merhum :
«Böyle demesi vehmi defetmez. Çünkü İbni Üyeyne hadîsi Zührî'nin ağzından
işittiğini, Zührî'nin (Sâlim'den, o da babasından) dediğini ifâde ediyor. Bu doğrudur.
Fakat hadîste idraç[448]
vardır. Onu Zührî sahîhlemiştir; ibni Üyeyne de tahdîs etmiştir. Hadîs,
ihtilaflı olduğu için, ulemâ da ihtilâf
etmiş ve bu ihtilâftan beş kavi hâsıl olmuştur:
1— Cenazenin
önünde yürümek daha faziletlidir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) ve Hulefâ-i
Râşidîn yürümüşlerdir. Cumhur ulemâ
ile Şafiî'nin mezhebi budur.
2— Cenazenin
arkasından yürümek efdâldir. Hanefilerle diğer bâzı fukâhânm mezhebi de budur.
Delilileri: îbni Tavus'un babasından
rivayet ettiği şu hadîstir :
«Resûlüllah SdUaUahü
aleyhi ve sellem vefatına kadar ancak cenazenin arkasında yürürdü.» «Sâid ibni
Mansûr (—227)'un rivayet ettiği Hz. Ali (R. A.) hadîsi de Hanefîlerin delîllerindendir.
Bu hadîsin lâfzı da şudur :
«Cenazenin ardından
yürümek önünde yürümekten efdâldir. Cemaatla kılınan namazın yalnız kılınan
namaza üstünlüğü gibi.»
Bu hadîsin isnadı
hasendir. Hadîs mevkuf da olsa, merfu hükmündedir. Yalnız isnadı üzerinde
îmâm-ı Ahmed ibni HanbeVin söz ettiği rivayet olunur.
3— Cenazenin
önünde, arkasında, sağında ve solunda yürümek caizdir. Bu hükmü Buharı, Hz.
Enes (R. A J'dan talik suretiyle rivayet ediyor. İbni EM Şeybe, (—234) ile
Abdürr-Rezzâk (126—211) onun mevsul olarak rivayet etmişlerdir. Cenaze
götürenlere bu kavi hayli müsaittir.
4— Yaya
giden nereden isterse yürür. Binek giden mutlaka arkasından gider. Bu kavi,
Sevrî (97—I61)'nindir. Deîîli: Sünen sahiplerinin Muğire (R. A.)'âan merfû
olarak tahrîc ettikleri ve İbni Hibban ile Hâkim'in sahîhlediği şu hadîstir:
«Binek giden cenazenin
arkasından gider; yaya giden neresinden dilerse oradan yürür.»
5— Cenaze
ile beraber kadınlar varsa, erkekler
önünden yürür; 'kadın yoksa arkasından giderler. Bu kavil İbrahim
Nehat'nindir.[449]
594/461- «Ümmii
Atîyye radıydttahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Biz cenazenin
arkasından gitmekten nehy olunduk. Fakat bize haram kılınmadı.»[450]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Usülcülerle hadîs
imamlarının cumhuruna göre, sahâbînin «bize emir olundu» veya «bize nehy
olundun demesi merfû' hadîs hükmündedir. Zîrâ bu sözün zahiri emir veya nehy
edenin Peygamber (S.A.V.) olduğunu gösterir.
Bu hadise gelince :
Bunun merfu' olduğu sabittir. Buhâri (194 —256) onu Hayz babında Ümmii Aiîyye'den
şu lâfızlarla tahrîc etmiştir:
«Resûlüllah SaUallahü
aleyhi ve seUem, bizi nehyettl...» Yalnız mürseldir. Çünkü Ümmii Atiyye (R.
Anha) onu Resûlüllah (S.A.V.)'den işitmemiştir. Bunu Tdberânî (260—360)'nin
Ümmü Atiyye (R.Anhayd&n tahrîc ettiği şu hadîsten anlıyoruz:
«Ümmü Atiyye demiştir
ki : Peygamber SaTldUahü aleyhi ve seltem, Medine'ye girdiğinde kadınları bir
eve topladı. Sonra bize Ömer'i gönderdi. Ömer dedi ki : Gerçekten Resûlüllah
SallaUahü aleyhi ve sellem, benî size çalmıya-cağınıza dâir sîzinle blât
yapmaya gönderdi... ilâh..
Aynı hadîste « » BİZÎ
cenâzeVc çıkmaktan nehyetti.» cümlesi de vardır.
Hadîs-i şerifteki nehy
keraâhet manasınadır. Bunu Ümmii Atîyy* (U. Anha) karine ile anlamış olacaktır.
Çünkü sîga tahrim ifâde ederdi. Cumhur ulemaya göre de buradaki nehy kerahet
içindir. îbni Ebi Şeybe'nuı Hz. Ebu Hüreyre (R.A.)'dan tahrîc ettiği şu hadîs
de kerahet mânâsını te'yid eder :
«Peygamber SaîlaUahü
aleyhi ve seMenı, bir cenazede bulunuyordu. Ömer bîr kadın görerek ona seslendi:
Bunun üzerine Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve seUem : Bırak şunu Yâ Örner,
buyurdular., ilâh...»
Bu hadîsi, Nesâî ile
îbni Mâce başka yoldan tahrîc etmişlerdir. Râvileri sıkadır.[451]
595/462- «Ebu
Sâid radtyaîîahü anh'den rivayet olunmuştur ki, Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve
sellem :
Cenazeyi gördünüz mü
hemen kalkın. Onun ardından giden de cenaze
yere konuluncaya kadar
oturmasın.»
buyurmuşlardır.[452]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Emîrin zahirî vücûp
ifâde ediyor. Binaenaleyh zahire bakılırsa, bir mükelleflerin yanından bir
cenaze geçerse, onu teşyî'e niyeti olsun olmasın ve keza cenaze mü'min olsun
gayri müslim olsun kalkmak îcâp eder. Hattâ Buhâri'mn rivayet ettiği bir
hadîste Ressûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in bir yahûdî cenazesi geçerken ayağa kalktığı
rivayet ediliyor. Kalkınmanın çeşitli suretle talîl buyrulduğu rivayet
olunmuştur. Bir rivayette ölüm korkunçtur diye ta'lîl etmiş; Hâkim'in tahrîc
ettiği diğer bir rivayette:
«Biz ancak melekler geçiyor
diye kalktık» demiş; tmâm-ı Ahmed ibni Haribel ile Hâizim (321 —405)'in ve îbni
Hibban (—354)'in rivayetlerinde «Biz ancak
ruhları kabzedeni ta'zîm için kalkıyoruz.» buyurmuşlardır. îbni Hib
rivayetinde:
«Allah'ı ta'zîm için
kalkıyoruz.» buyrulmuştur.
Maamâfîh bu iki ta'iîl
arasında münâfât yoktur. Yalnız bu hadîs ile Müslim'in rivayet ettiği Hz.
Alî (R. A.) hadîsi arasında muaraza
vardır. Hz. AM (R. A.) hadîsi şudur:
«Peygamber (S.A.V.)
Cenaze geçerken kalkti, sonra oturdu.» Bâzıları bu hadîsi te'vîl ederek:
«ihtimal cenaze geçerken kalkmış da uzaklaştıktan sonra oturmuştur,» demek
isterlerse de bu te'vîl merduttur. Çünkü Hz. Ali (R. A.) yanındakilere evvelâ
oturmalarım işaret etmiş; sonra bu hadîsi rivayette bulunmuştur. Böylece iki
hadîs biribirine muarız olunca ulemâ da ihtilâf etmişlerdir. İmâm-t Şafiî'ye
göre : Hz. Ali (R. A.) hadîsi Ebu Sâid (R. A.) hadîsini neshetmiştir.
Maamâfîh ŞâHîIere göre
cenazeyi görünce ayağa kalkmak yine de müstehâb'tır. Bâzıları Hz. Şafiî'ye
cevaben : «Hz. AH (R. A.) hadîsi nesh hususunda nass değildir, olabilir ki
Peygamber (S.A.V.)'in oturması onun da caiz olduğunu beyân içindir» demişler;
hattâ Nevevt (631—676): «Muhtar olan, oturmanın müstehâb olmasıdır» demiştir.
Bu bâbda îmâm-ı Ahmed
ibni Hanbel (164—241) ile ekser sünen sahiplerinin Hz. Ubâdetü'bnü Sâmiit (R,
A./dan tahrîc ettikleri §u hadîs dikkate şayandır :
«Peygamber SallaUahü aleyhi
ve sellem, cenaze geçerken kalkıyordu. Bîr defa yanından yahudi bilginlerinden
bîri (nîn cenazesi) geçiyordu. Resûlüllah (S.A.V.) :
BİZ böyle yaparız,
diyerek (oturdu) ve hemen (yanındakilere):
Oturun da onlara
muhalefet edin.» buyurdular.
Vakıa bu hadîs,
zayıftır. Çünkü râvisi Beşir ibni Rafi'dir. Bezzar;
«Bu hadîsi yalnız
Beşir rivayet etmiştir. Halbuki kendisi hadîsi gevşek olan bir râvidir»
demiştir.[453]
«Cenaze yere konuluncaya
kadar oturmasın» ifâdesinden «kabrin içine konuncaya kadar» mânâsı da
anlaşılabilir. Filhakika hadîs bu iki mânâda da rivayet edilmiştir. Ancak
Buhârî (194— 256) ve başkaları «yere koymak» mânâsını tercih etmişlerdir.
Se-lef-i sâlihin'den bâzıları cenaze yere konuncaya kadar ayakta durmanın vacip
olduğuna kail olmuşlardır .Bunların delili: Nesâî (215—303) nin Ebu Hüryere ve
Ebu Sâid (R. AnhÜ7na)'ds.ıı rivayet ettiği şu hadistir :
«Biz Resûlüllah
Sallattakü aleyhi ve seîlem'ın bîr cenazeye iştirak «dip de yere konuluncaya
kadar oturduğunu hiç görmedik».
Cumhur ulemâya göre
ayakta durmak vacip değil, müstehâbtır. BeyhakVnin Ebu Hüreyre (R. A.) ile
başkalarından rivayet ettiği şu hadîs, onlara delil olabilir :
«Ayakta duran ecru mükâfatta
cenazeyi taşıyan gibidir.»[454]
596/463-
«Ebu İshak[455] radıyallakü cmVden
rivayet olunduğuna göre, Abdullah îbnl Yezid cenazeyi kabrin ayak ucu
tarafından koymuş ve :
Bu sünnettendir;
demiştir.»[456]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
tahrîc etmiştir.
Hz. Alî (R. A./dan
rivayet edildiğine göre: «Peygamber SallaJlahü aleyhi ve seUem, AbdülmuttaNp
oğullarından bir adamtn cenazesin! kılmış; ve nâşm getirilmesini emir buyurmuş.
Getirmişler ve lâhd'in ayak ucu tarafına koymuşlar; sonra emir buyurmuş;
yavaşça lâhd'e konulmuştur.»Bu mes'elede üç kavi vardır.
1— Cenaze
ayak ucu tarafından kabre indirilir. îmâm-% Şafiî ile Ahmed îbni HanbeVin ve
diğer bâzı zevatın mezhebi budur.
2— Baş ucu
tarafından indirilir. Buna kail olanların delili: îmâm-% Şafiî'nin mûtemed
râviler vasıtasıyla merfu' olarak Ibnî Abbas (R. A.) dan rivayet ettiği şu
hadîstir :
«Peygamber
(S.A.V.) bir cenazeyi baş ucu tarafından
kabre indirdi.» îmâm-ı Şafiî'nin bir kavli de budur.
3— Kıble
tarafından indirilir. Çünkü bu daha kolaydır. Hanefîlerin kavli budur. Zâten
böyle yapılması için nass vârid olmuştur. Nitekim ilerde cenaze bahsinin sonuna
doğru gelecek. -Geceleyin cenaze defni hakkındaki Câbir hadîsi'nin şerhinde
görülecektir.
îmâm-% Tirmizî
(200—279) cenazeyi kabrin kıblesinden indirme hakkında nass olan bu hadîsi İbn!
Abbas (R. A./dan tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîs basendir.
Fâîde : Cenaze kabre
indirilirken kabrin üzeri örtülüp örtülmiyece-ği ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Bâzıları : «Defnedilen kadın olsun, erkek olsun kabrin üzeri örtülür» derler.
Delilleri : BeyhakVnin tahrîc: ettiği İbni Abbas (R. A.) hadîsidir. Bu hadîste
Hz. İbnî Abbas (R. A.):
«Resûlüllah (S.A.V.)
Saad'ın kabrini elbisesiyle örttü.» demiştir.
Beyhahî (384—458) :
«Ben bu hadîsi ancak Yahya &. Ukbe b. Ebil îzâr'âan bellemiş bulunuyorum.
Yahya ise zayıftır» diyor. Bir takımları : «Kabri örtmek kadınlara mahsustur»
demişlerdir. Bunların delilleri : Yine BeyhakVnin rivayet ettiği Ebu İshak
hadîsidir.
Mezkûr hadîse göre:
Ebu İshak,. El-Hars İbnİ Aver'in cenazesinde bulunmuş; kabrinin üzerine elbise
örtecek olmuşlar. Abdullah b. Zeyd buna razı olmamış ve «o erkektir» demiştir.
Beyhdkî diyor ki : «Bu hadis mevkuf da olsa isnadı iyidir.» Yine BeyhakVmn
Kûfelilerden bir zâttan rivayet ettiği şu hadîs dahi aynı hükmü ifâde
etmektedir :
«Ali İbnİ Ebî Talip
onların yanına eenâze def Hederlerken varmış. Kabrin üzerine bir elbise
yayılmış imiş. Ali (R.A.) hemen bu elbiseyF kabirden çekmiş ve : Bu ancak
kadınlara yapılır» demiş.[457]
597/464- «İbni
Ömer radıyattahü anhüma'fan, Peygamber Saîlal-lah'j aleyhi ve sellem'âen
işitmiş olarak rivayet edilmiştir. Resûlüilsh Saîlallahü aleyhi ve seltem
buyurmuşlardır ki :
Ölenlerinizi kabirlere
koyduğunuz sırada (Allah'ın İsrmyle ve Resûlüllah'ın dini üzere) deyin.»[458]
Bu hadîsi, Ahmed, Ebu
Dâvud ve Nesâî tahrîc etmişlerdir. Ibnİ Hibban onu sahîhlemiştir. Dâre Kufnî
ise mevkuf olmakla illetlendir-miştir.
Nesâî (215—303) dahi
Ibni Ömer (R. A.)'a mevkuf olduğunu tercih etmiştir. Ancak bu hadîsin merfu'
şâhidleri olduğunu yine tmâm-ı Nesâî şerhide zikretmiştir.
Hâkim (321—405) ile
BeyhaM zayıf bir senedle gu hadîsi rivayet ediyorlar :
«Peygamber SdllaUahü
aleyhi ve seîlem'în kızı Ümmü Gülsüm kabre konulduğu zaman Resûlüllah SallaUahü
aleyhi ve sellem :
«Sizi o topraktan
yarattık. Ve sizi ancak yine oraya iade edeceğiz. Başka defa yine ancak oradan
çıkaracağız» âyetini okumuş :
Allah'ın adıyla,
Allah'ın yolunda ve Resûlüllah'ın dîni Üzere» demiştir.
îmâm- Şafiî
(150—204)'nin beğendiği başka bir duası vardır: Şafiî'nin sözünden
anlaşıldığına göre, cenazeyi defneden, istediği duayı okumakta serbesttir.[459]
598/465- «Hz.
Âişe radıyallahü anha'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah SallaUahü aleyhi
ve sellem:
Ölünün kemiğini
kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.» buyurmuşlardır.[460]
Bu hadîsi, Müslim'in
şartı üzere bir isnadla Ebu Dâvud rivayet etmiş; İbni Mâce (yine bu hadîs'in)
Ümmü Seleme rivayetinde : (günah hususunda) ifâdesini ziyâde etmiştir.
Hadîs-i şerifte diriye
hürmet edildiği gibi, Ölüye de hürmet lâzım geldiğine ve dirinin elem duyduğu
gibi, ölünün de elem duyduğuna delâlet vardır. Nitekim bu hususta hadîs de
vardır. Ölünün kemiğini kırmak ona eziyet verdiği için memnu olduğuna göre,
cesedini parçalamak evleviyetle memnudur. Zîrâ onda eziyet daha çoktur.
Bâtıl inançları
iktizâsı ölüye en ziyâde eziyet edenler, Hind mecûsî: feridir. Bunlar ölülerin
cesedlerini yakarak, küllerini mukaddes bildikleri bir nehre atarlar.[461]
600/466-
«Sa'd ibni Ebi Vakkas[462]
radıyallahü anh'den rivayet edildiğine göre kendisi: Bana bir lâhd yapın;
üzerime kerpici dikine, Resûlüllah Ballallahü aleyhi ve sellem'e yapıldığı
gibi dizin; demiştir.»[463]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Beyhakı, Câbİr
radıyallahü anh'den bunun benzerini rivayet etmiş ve (kabrini yerden bir karış
kadar kaldırdı) cümlesini ziyâde etmiştir.
Bu hadîsi, Ibnİ Htbban
sahîhlemiştir.
«Müslim'in (yine)
Câblr (R. A./dan rivayetine göre : Resûlül-lâh Sdtlallahü aleyhi ve sellem,
kabrin kireçle badana edilmesini; üze-rtne oturulmasını ve üzerine bina
yapılmasını nehyetmistir.»
Hz. Sa'd radıycUlahü
mıh bu sözü, kendisine: «sana tahtadan sanduka gibi bir şey yapmıyalam mı?»
dedikleri zaman söylemiş, ve: «Yapın» diyerek bunu zikretmiştir.
Lâhd : Kabrin kıble
tarafını yandan kazarak altını cenaze girecek kadar oymaktır.
Şak : Kabrin dibini
dere gibi oymaktır.
Hadis-i şerif,
Resûlüllah (S.A.V.) e lâhd yapıldığına delâlet ediyor. Filhakika Jmâm-ı Ahmed
%bni Hanbel ile îbni Mâce'nin hasen bir isnadla tahrîc ettikleri bir hadîste
şöyle denilmektedir :
Medine'de İki adam
vardı. Bunlardan biri lâhd yapıyor; diğeri şak kazıyordu. Ashâb, bunları aramak için adam gönderdiler. Ve :
Hangisi gelirse
Resûlüllah (S.A.V.)'e kendi ısan'atı olan» İsi yapacak; dediler. Bunun üzerine
lâhdcî geldi ve Resûlüllah (S.A.V.)'e lâhd yaptı.»
Bu hadîsin bir
benzerini İmâm-ı Ahmed İbni Hanbel ile Tirmizi rivayet etmişlerdir. Onların
rivayetlerinde lâhdci'nin Ebu Talha fel En-sârî olduğu beyân edilmektedir.
Ancak o hadîsin isnadında zaaf vardır. Bu hadîs, lâhd yapmanın efdâl olduğuna
da delâlet ediyor.
Câbîr hadîsini Beyhakî
ile îbni Hibban, Cafer ibni Muhammed'-den, o da babasından o da Câblr (R.
A.)'d&n rivayet etmişlerdir. Bu bâbda El-Kaasım b> Muhammed'den şu hadîs
rivayet olunmuştur:
«Hz. Âİşe'nin yanına
girdim de dedim ki: Anneciğim, bana Resûlüllah (S.A.V.) İle İki arkadaşının
kabrini göster; Hz. Alşe hemen ona. ne yüksek nede kızıl arsanın zemini ile
dümdüz olacak derecede alçak üç kabir göstermiştir.»
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Hâkim tahrîc etmişlerdir. Hâkim şu ziyâdeyi de rivayet ediyor :
«Resûlüllah SaUallahü
aleyhi ve seUeml başta gördüm. Ebu Bekir'in başı Resûlüllah Sallallahü aleyhi
ve seîlem'in omuzları arasında, Ömer'in başı Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve
sellem/în ayakları yanında idi.»
Ebu Dâvud (202—275)
«El-MerâsiU adlı eserinde Salih ibni Ebi Salîh'den şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem}\n kabrini bir karış, yahut bir kanşa yakın (yüksek bir halde)
gördüm.» Yalnız Buhârî (194—256) nin Süfyân-ı Temmar'dan tahrîc ettiği şu hadîs
buna muarızdır. «Süfyan Peygamber SaUallahü aleyhi ve sellem'în kabrini hörgüçlü
görmüştür.» Yani, hörgüç şeklinde yüksek görmüştür. Beyhakî (384—458) bu iki hadîsin
arasını cem ederek: «Evvelâ düz idi. Sonra Velid ibni AbdüV melik zamanında
duvar yıkılınca kabir ıslâh edildi ve yükseltildi.» demiştir.
Müslim'in rivayet
ettiği Câblr hadîsi : Kabri kireçle badana etmenin, üzerine oturmanın ve bina
yapmanın memnu hattâ haram olduğuna delâlet ediyor. Nitekim zahirîlerin
mezhebi budur. Fakat Cumhur ulemâ bu kanâatta değillerdir. Onlara göre buradaki
nehy fahrim için değil, kerahet içindir. Mezhep imamlarının kavillerini ise,
aşağıya dercediyoruz.
1—
Hanefîlere
göre : Kabirleri sıvamak, badana etmek, üzerif tine oturmak veya bina etmek
gibi şeylerin hepsi mekruhtur. Yalnız kah rin üzerinde oturmak ve uyumak gibi
şeyler tenzîhen mekruh; büyük ve küçük abdest bozmak gibileri tahrimen
mekruhtur. Yani onlarca sünnetten sayılmayan her şey mekruhtur. Bu bâbda
sünnet yalnız ayakta durarak kabirleri ziyaret ile içinde yatanlara dua
etmektir. Çünkü Fahri Kâinat (S.A.V.) efendimiz (E)baki') denilen Medîne-İ Münm
kabristanına ziyarete gider ve ayakta duâ ederdi. Hattâ kabrin başında kur'ân
okumak veya okutmak İçin oturmak Hanefîyye ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Ve
muhtar olan kavle göre caizdir. Kabrin eseri unutulmasın diye üzerine adını
yazmak da caizdir.
2—
Şâfüiere
göre : Yukarda zikri geçen şeyleri yapmak mekruhtur. Yalnız kabri seçebilmek
için başına taş dikmek sünnet; âlîm veya sâlih bir zâtın mezar taşma onu
bildirmek maksadıyla adını yazmak
mendûbdur.
3— MâMkîİere
göre : Kabirleri kireç ile badana etmek mekruh olduğu gibi. toprak ve emsali
ile sıvamak da mekruhtur. . Kabir
taşına Kur^ân-î Kerîm'den bir âyet veya sûre yazmak haramdır. Ölenin ismini
,veya ölüm tarihini yazmak ise mekruhtur. Kabir üzerinde oturmak ve uyumak
caizdir. Fakat abdest bozmak haramdır. Kabir üzerine bina, mescid, ve saire
yapmak mekruhtur.
4— Hanbeİîlerp
göre : Kabirlerin üzerine, bina, mescid ,duvar gibi şeyler yapmak, kabir taşına
yazı yazmak mutlak surette mekruhtur.
Vakıf kabristan ile
sahibi belli olmayan eski mezarlıklara ise bina yapmak dört mezhep imamları'nm
ittifakıyla haramdır.
Filhakika kabir
üzerine bina yapmaktan, yazı yazmaktan, mum yakmaktan, üzerine basmaktan
nehyeden birçok hadîs-i şerifler vardır ki bâzılarını aşağıya dercediyoruz.
1—
Ebu Dâvud.
Tirmizî ve Nesâî Hz. İbni Mes'ûd (R. A.)'dan nıerf u olarak şu hadîsi tahrie
etmişlerdir :
«Allah kabirleri
ziyaret eden kadınlarla, oniarın üzerine
mescid yapanlara ve mum yakanîara İânet etsin.»
2—
Nesâî'nin
bir rivayetinde ;
«Kabrin üzerine bina
kurulmasını yahui kabre ilâve yapılmasını veya kireçie badana edilmesini yahut
üzerine yazı yazılmasını yasak etti.» denilmiştir.
3—
Buharı
Hz. Âîşe radıyallahü an/ta'dan şu hadîsi rivayet ediyor:
dResûIüllah (S.A.V.)
Kurtulup kalkamadığı hastalığında: Allah yahCidîierle hıristiyanlara lanet etsin; peygamberlerinin kabirlerini
mescid yaptılar.» buyurdu.
4— Buharı ile
Müslim ittifâken Ebu Hüreyre (R. A./den su hadîsi tahrîc
etmişlerdir :
«Allah yahûdîlerle
hıristiyanlara iânet etsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescid yaptılar.»
Bugün maalesef bazı
câhillerin türbe duvarlarına veya pencerelerinin parmaklıklarına yapışarak
onlara yüzlerini, gözlerini sürdükleri, onları öptükleri, hattâ bâzı büyüklerin
kabirlerine secde ettikleri görülmektedir. Bu hâl eski putperest mîiietlerin
ibâdetlerini andıran ve netice itibariyle küfre varan pek çirkin bir şeydir.
Fâide: «El-Muvatta» da
beyân edildiğine göre. Peygamber (S.A.V.) in vefatı Rabiül'-evvel ayının 12.
pazartesi günü vuku bulmuş; sah günü defnedilmiştir. Ebu Davud'un. Sa'bVden
tabrîc ettiği bir rivayette Resûlüllah (S.A.V.)'in gasli ile defnini Ali, El-Abbas
ve Usâme (R. An-huni) hazâratımn İfâ ettikleri kaydedilmektedir. Bâzı
rivayetlerde bunlarla birlikte Eî-Fadl b. Abbas ile Sâlİh ve daha başkaları da
zik-ledİlmiştir. fûaamâfHı bu rivayetlerin arası da cem'ediimiş ve : «İlk
üç-zât\ zikredenler; yıkanmaya başlandığı an gördüklerini söyîemişlcr: fazla
isim zikredenler ise işin Konuna doğru gördüklerini anîatmışiar-. denilmiştir.[464]
603/467- «Âmir
ibni Rabîa radıyalUüni anh'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber Şallallahü
aleyhi re sellcm, Osman ibni Maz'unun cenazesini k.irmş ve kabre gelerek
üzerine ayakta olduğu halde, üç avuç toprak atmıştır.»[465]
Bu hadisi. Dâre Kuînî
rivayet etmiştir.
Onu Bezzdr dahi tahrîc
etmiş ve «ayakta olduğu halde» tâbirinden sonra :
«Başı ucunda» ve buyurdu
da üzerine su serpil.» ini ziyâlr almıştır.
Bu bâbda Hz. Ebu
Hüreyye (R. A./dan merfu' olarak şu hadis rivayet olunmuştur :
«Kim sevabını hesaba
katarak bir müslümanın kabri üzerine bir avuç toprak atarsa, her toprak tanesi
mukabilinde kendisine bir sevap yazılır.»
Ancak bu hadîsin
isnadı zayıftır. Yine Ebu Hüreyre (R. A./den İbni Mâce (207—275) şu hadîsi
rivayet etmiştir :
«Peygamber Sallallalıü
aleyhi ve sellem, kabrin baş tarafından iiç avuç toprak atmıştır» lâkin Ebu
Hatim (195—277) : «Bu hadîs bâtıldır» demektedir. Beykâkî (384—458) Muhammed
İbni Ziyâd tarikiyle Ebu Ümâme (R. AJ'den şu hadîsi rivayet ediyor.
«Bir adam vefat
etmiş; kendisine bir kabrin üzerine
attığı üç avuç topraktan maada hiç bir sevap isabet etmemiş de bu toprak
sebebiyle günahları affoiunmuştur.»
Bu hadîsler zayıf da
olsalar, birbirlerine şahittirler. Hadîsimiz, kabrin üzerine üç avuç toprak
atmanın meşru olduğuna delildir. Bu iş iki el ile birden yapılacaktır. Çünkü
Âmir İbni Rabîa hadîsinde «İki eli île avuçladı» denilmiştir. Şâfiîyye ulemâsı
o anda :
âyet-i kerîmesinin
okunmasını müstehâb görmüşlerdir.[466]
604/468- «Osman
radıyaUahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah SaUalldhü
aleyhi ve sellera, cenazenin defnini bitirdi mi, onun başına durur ve :
Kardeşiniz için
mağfiret niyaz edin, ona sebat dileyin. Çünkü o şimdi sorguya çekiliyor» derdi.[467]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir.Hâkim onu
sahîhlemiştir.Hadîs-i şerîf, dirinin ölü için yaptığı istiğfardan Ölünün
faydalanacağına delâlet etmektedir: «Ey Rabbİmiz! Bizi ve İmân hususunda bizden
Önce geçen din[468] kardeşlerimizi
mağfiret eyie.» Ve keza:
«Hem kendi günâhın,
hem de kadın ve erkek mü'minlerîn günâhları Içîn mağfiret dile» gibi âyetler
dahi bu mânaya delâlet ederler.
Hadîs, kabirde soru
sual olduğuna da delildir. Bu bâbda birçok sahîh hadîsler vârid olmuştur kî
Buhârî ile Müslim'in Enes (R. A.) dan ittifakla tahrîc ettikleri şu hadîs
onlardandır :
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve seüem, buyurdular ki :
Şüphesiz, cenaze
kabrine konarak eşi dostu kendisinden ayrıldığı zaman onların ayakkabılarının
seslerini işitir.» Müslim, (204—261) şunu da ziyâde etmiştir :
«Eşi - Dostu
gittikleri vakit ona iki melek gelir.» îbniHibban (—354) ile Tirmizî
(200—279)'nin Ebu Hüreyre (R. A./dan rivayet ettikleri hadîste :
«iki boz siyah melek
gelir. Bunlardan birine Münker, diğerini Nekîr denilir.» ziyâdesi vardır.
Taberânî
(260—360) «El-Evsat» nâm eserinde :
«Gözleri bakır
tencereler gibi, azı dişleri sığır boynuzlan
kadar, sesleri de gök gürültüsü gibi» ibaresini ziyâde etmiş;
Abdü'l-Rezzak (126—211) :
«Azı dişleri ile
kazarlar; saçlarının üstüne basarlar. Beraberlerinde öyle bir tokmak vardır
ki, bütün Minalılar bir araya gelse onu kaldıramazlar.» ziyâdesini nakletmiş;
Buhârî, (194-256) Berâ (R. A./dan tahrîc ettiği
hadîste :
«Ve ruhu bedenine
iade olunur» cümlesini rivayet
eylemiştir.
Hâsılı bu bâbda
hadîsler bir yere toplanınca görülüyor ki : Bu iki meiek ölene sual sorarlar ve
: «Neye tapardın,» derler. Eğer Allah'ın hidâyet, lütfettiği kullarından ise :
«Allah'a tapardım.» cevabını verir. Peygamber (S.Â.V.)'i kasdederek : «Bu zât
hakkında ne derdin?» diye sorarlar. Ölen mü'min ise : «Allah'ın kulu ve resulü
olduğuna şehâdet ederdim.» Yahut -bir rivayete göre,- «Aiiah» dan başka Hân
olmadığına ve Muhammed'ln onun kulu ve resulü olduğuna şehâdef ederdim» der.
Bunun üzerine
kendisine : «Doğru söyledin» derler. Ve artık kendisine başka bir şey
sorulmaz. Bundan sonra ona: «Yakînen îmanlı idin. ö îmânla öîdün, o İmânla
diriltilirsin İnşallah» derler. Bir rivayette :
«Gökyüzünden bir
münâdî (dellâi) kulum doğru söyledi. İmdi siz ona cennetten yer hazırlayın ve
kendisine cennete bakan bir kapı açın; ona cennetten elbise giydirin» diye
nida eder. -buyurdular kî-: «Ona cennetin rahmeti ile güzel kokuları gelir.
Mekânı gözünün görebildiği yere kadar genişletilir. Kendisine : Cehennemdeki
yerine bak! Onun yerine Allah sana cennetten bir yer verdi; denilir. Ve
bunların ikisini birden görür. Bunun üzerine: Bırakın beni de gideyim. Aileme
müjdeleyeyim; der. Kendisine: Sus; denilir. Artık kabri ona yetmiş arşın genişletilir
ve kıyamete kadar yeşillik ile doldurulur.» buyrul-muştur.
Diğer bir rivayette :
«Ona, uyu denilir.
Bunu müteakip kendisini en sevgili ehlinden başka kimsenin
uyandıramıyacağı güveyi uykusuna dalar.
Kâfir ve münâfık'a
gelince : Melekler ona «Rabbin kim?» diyecekler. O : «Haah haah, bilmiyorum»
diyecek: «Oin'in nedir?» diyecekler : «Haah haah, bilmiyorum» diyecek : «Size
gönderilmiş bulunan şu zât kimdir?»
^yecekier : «Haah haah, bilmiyorum» diyecek.
Şu halde kendisine :
«Ne bildin, ne de tabî oldun» denilecek V3 demirden topuzlarla Öyle bir darbe
vurulacak ki, bu darbe bir dağ'a vurulsa, dağ toz olur. O da bir feryâd
koparacak ki, bu feryâd'ı insanlarla cinlerden maada bütün mahlûkat işitecek»
deniliyor.
Kabirde sualin yalnız
ümmet-i Muhammed (S.A.V.)'e mahsus olduğunu gösteren hadîsler de vardır.
Ulemâ, bundaki sırrı şöyle izah ederler :
Eski ümmetlere
Peygamberler gelirdi. Onlar bu zevata itaat ederlerse ederler; etmezlerse
Peygamberler onların semtinden çekilir ve Cenâb-ı Allah hemen âsîlerin
tepelerine müstehâk oldukları azabı indirirdi. Peygamber (S.A.V.)'i bütün
âlemlere rahmet olarak gönderince bu gûna azabı onun ümmetinden kaldırdı. Ve
samimî olsun olmasın, «ben müslümamm» diyenin zahiren müslümanlığmı kabul etti.
Fakat kendilerine kabirde sual soracak melekler halk buyurdu. işte bu vâsıta
ile bu ümmetin sırlarını açığa vurur ve iyi ile kötüyü biribirinden ayırır.[469]
605/469- «Tabiînden
biri olan Damre ibnl Habîb'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki :. Ashab-ı
kîrâm, cenazenin üzerine kabri düzeltilerek cemâat ondan ayrıldıktan sonra,
kabrinin başında üç defa : «Ey fülân Allah'dan başka ilâh yokdur de. Ey fülân,
Rabbîm Allah, dinim İslâm ve Peygamber'İm Muhammed'dİr de; cümlelerinin
söylenmesini iyi görüyorlardı.»[470]
Buhadîsi, Saîd ibni
Mansur mevkuf olarak rivayet .etmiştir. Tabe-rânî'de Ebu Ümame'den merfû olarak
rivayet edilen buna benzer uzun bir hadîs vardır.
Ebu Ümâme hadîsinin
lâfzı şudur :
«Ben öldüğüm vakit
bana, Resûlüllah Saîldllahü aleyhi ve sellem' bize ölenlerimize ne yapmamızı
emir etti ise onu yapın,» dedi. Resûlüllah Saîlallahü aleyhi ve sellem bize
emir etti de buyurdular kî:
Din kardeşlerinizden
biri Öldüğü zaman, kabrinin üzerine toprağı düzelttiniz mi, hemen biriniz
kabrinin başına dikilsin. Sonra: Ey fülânenin oğlu fülân; desin. Çünkü meyit o
sözü işitir de cevap vermez. Sonra: Ey fülânenin oğlu fülân; desin. Çünkü o (bizi
irşâd et Allah rahmet buyursun) der. Lâkin siz duymazsınız, (ona): Dünyada
iken üzerinde bulunduğun yolu -ki Allah'dan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in
onun kulu ve resulü olduğuna; Rab olarak Allah'a, din olarak islâm'a, Peygamber
olarak Muhammed'e imâm olarak da Kur'ân'a razı olduğuna şe-hâdet etmekten
ibarettir- hatırla; desin. Zîrâ hiç şüphe yok ki münker İle nekirden her biri
arkadaşının elinden tutar da: Haydi gidelim hücceti kendisine telkin edilen bir
kimsenin yanında ne duralım; der.
Bir adam : Yâ
Resûlüllah! Yâ annesinin adını bilmezse (ne yapacak), dedi?
Onu annesi Havva'ya
nisbet eder; ey Havva oğlu fülân der; buyurdular.»
Musannif «bu hadîsin
isnadı elverişlidir» diyor. Maamâfîh bu hadîs hakkında birçok söz
edilmiştir.Heysemî[471]
(735—807) diyor ki: «Bunu Taberânî «El-Kebîr» inde tahrîc etmiştir; isnadında
benim tanımadığım bir cemâat vardır. Hamişinde : Bunun râvileri arasında Asım
b. Abdullah var. Bu zât zayıftır diyor. Sonra, Eb» Ümâme'den rivayet eden
Saîd-i Ezdi için Ebu Hatim bir şey dememiştir. Esrem de şöyle diyor : «Ahmed
ibni Hanbel'e : Şu yaptığnız nedir. Cenaze defnedildikten sonra birisi kalkarak
fülân b. fiilâna deniyor; dedim: «Bunu Şamlıların Ebu Muğzre vefat ettiği zaman
yaptıklarından başka hiçbir kimsenin yaptığını bilmiyorum; dedi.» Elhâsıl,
hadîs imamîarınca bu hadîs zayıftır. Hattâ içlerinden bâzıları bunun için
mevzudur, demişlerdir.
Îbnü'l-Kayyim
(691—751) de «El-Hedyü'n-Nebevî» adlı eserinde telkin hadîsini mevzu addetmiş;
fakat «Kitabür-Ruh» unda onu, meyyitin dirilerin sözünü işiteceğine delil
getirmiş ve telkin hadîsiy-le Ötedenberi amel edile gelip, onu kimsenin inkâr
etmemiş olmasını bu hadîsle amel için kâfi görmüştür. Maamâfîh, yine de ona
sa-hîh dememiş; bilâkis zayıf olduğuna hüküm etmiştir.
Bu sebeple Hanefîler,
kabrin başındaki telkin için bir şey dememişler. Onlarca telkin ne emir
-edilir, ne de nehy olunur. Hattâ zahir rivâyet yasak olmasını iktiza eder.
Mâükîlere göre defn zamanındaki telkin mekruh, ölüm anındaki ise menduptur. Şâflllere
göre, telkin mustehabtır.[472]
607/470- «Büreyde
ibnî Husayb el-Eslemî radıyaîlahü anh'den rivâyet edilmiştir. Demiştir ki :
Resûliillah Saîlallahü aleyhi ve seîlem :
Ben sizi kabirleri ziyaretten nehyetmiştim. Artık onları ziyaret edin;
buyurdular.»[473]
Bu hadîsi, Müslîm
rivayet etmiştir. Tirmizî (Büreyde rivayetine) : «Çünkü bu ziyaret âhireti
hatırlatır.» cümlesini ziyâde etmiştir. İbni Mâce : «Hadîsin îbni Mes'ud
rivayetinde : (dünyadan da soğutur) ibaresini ziyâde eylemiştir.
Bu bâbda İmâm-ı
Mvjslim, Ebu Hüreyre (R. A./dan îbni Mâce ile Hâkim, İbni Mes'ûd (R.A.y&an
Ahmed ibni Hanbel ile Hâkim Ebu Saîd (R. A./dan îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel, Kz.
Ali (R. A./dan; yine îbni Mâce Hz. Âişe (R. Anha)'dan hadîs rivayet
etmişlerdir.
Bunların hepsi kabir
ziyaretinin meşru olduğuna delildirler. Bir zamanlar kabir ziyareti yine emr-i
peygamberi ile yasak edilmişti. Bu hadîs, o hadîsin hükmünü neshetmektedir.
Zaten usul-ü fıkıh kitaplarında bu hadîs sünnetin sünnetle neshine misal
gösterilir. Kabir ziyareti men edilmiş iken tekrar meşru olmasının hikmeti :
İbret verici ve âhireti hatırlatıcı olmasıdır. Nitekim İbni Mes'ûd (R. A.J'ın
rivayetinde:
«Zîrâ kabir ziyareti
bir ibret; âhireti hatırlatma ve dünyadan uzaklaştırmadır» buyrulmuştur.
Bunlardan hâli oldu-mu şer'an bir kıymeti kalmaz.
Hadîsteki «ziyaret
edin» emri bilittifak nedip içindir. Bilhassa anne, baba kabirleri hakkında
başka delillerde olduğundan, onları ziyaret kuvvetle menduptur. Kabirleri ziyaret
eden kimsenin oraya vardığmda nasıl duâ edeceği, birkaç hadîs sonra gelecek
Müslim hadîsinde görülecektir.[474]
609/471- «Ebu
Hüreyre radtyaîlahü anh'en rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Salîaîlahü
aleyhi ve seMem, kabirleri ilyaret eden kadınlara lanet okumuştur.»[475]
Bu hadîsi, Tirmizî
tahrîc etmiştir. İbnî Hibban onu sahîhlemiştir.
îmâm-ı Tirmizî
(200—279) bu hadîsi tahrîc ettikten sonra : «Bu hadîs hasendir» demiştir. Bu
bâbda İbnİ Abbas ile Hassan (R. Anhüma)'dan da rivayetler vardır. Ulemâdan
bâzıları: «Kadınlar hak-kmdak'i nehy, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kabir ziyaretine
ruhsat vermezden önce idi. Ruhsat sâdır olunca kadın, erkek herkese kabir
ziyareti mubah olmuştur.» derler.
Bir takımları ise :
«Kadınlar hakkında nehy bakîdir. Onların kabirleri ziyarete gitmeleri
mekruhtur. Bunun sebebi de kadınların sabrı az, feryâd ve figânı çok
olmalarıdır» derler.
Dört mezhep
"ulemâsından Hanefîlerle Mâİîkiler genç ile ihtiyar arasında fark
görürler. Şâfiilerle Hanbelîfer'e göre genç ihtiyar bütün kadınların kabir
ziyaretine gitmeleri mutlak surette mekruhtur. Fitneye sebeb olacaksa o zaman
bu ziyaret bütün mezheplere göre haram olur. Şeyhü'l-İslâm îbni Teymiyye
(661—728)'ye göre hiç bir sû-retle kadınların kabir ziyaretine çıkması caiz
değildir.
îmâm-ı Müslim'in Hz.
Âişe (R. Anha)'da,n tahrîc ettiği şu hadîs, ziyaret edebilir diyenlere
delildir.
«Aîşe; Yâ Resûlâilah,
Kabirleri ziyaret ettiğim vakit ne diyeyim? diye sordu. Resûlüllah SaUalîuhü
aleyhi ve sellem :
— Selâm bu diyarın
sâhibleri müslümanlara, mü'min-lere. Allah bizim geçmişlerimize,
geleceklerimize rahmet eylesin. Bizde inşallah size katılacağız; de;
buyurdular.»
Hx. Falıma (R.
Anha)'mn amcası Hamza (R. A.) m kabrini her cuma ziyaret ederek iki rek'ât
namaz kılar, ve onun yanında ağlardığını dahi Hâkim (321—405) Hz. Ali b.
Hüseyin'den rivayet etmiştir. Yalnız bu hadîs mürseldir. Zira Ali b. Hüseyin
Hz. Fâtıma (R. Anha)'ya yetişmemiştir.[476]
610/472- «Ebu
Saîd-i Hudrt radıyattahû anVden rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüllah
Saîlallahü aleyhi ve seîlem: Nâiha ile (onu) dinleyen kadına lânef buyurdu.»[477]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiştir.
Nâİha : Yüksek sesle
ölünün iyiliklerini sayıp dökerek bir nevi yas eden kadındır. Hadîs-i şerif bunun
haram olduğuna delildir.[478]
Mes'ele ittifakıdır.[479]
611/473- «Ümmü
Atiyye radıyalldhü anha'dan
rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve sellem : Ölüye vaveyla
etmtyeceğimİze dair bizden ahd-ü peymân aldı.[480]
Hadîs, mü t tef ek un
aleyh'dir.
Bu ahd-ü peyman,
kadınların Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'e İslâmiyet üzerine biat ettikleri sırada
olmuştur.
Her iki hadîs ölünün
arkasından yas etmenin ve edilen yas'ı dinlemenin haram olduğuna delildir.
Çünkü lanet ancak haram olan bir şey irtikâp edildiği vakit yapılır. Buhârî
(194—256) ile Müslim (204— 261) bu bâbda Ibni Mes'ûd (R. Ay'dan şu hadîsi
rivayet etmişlerdir:
İbnî Mes'ûd demiştir
kî : Resûlüllah Saîlaîlahü aleyhi ve sellem :
«Yanaklarını döğen
yakalarını yırtan ve câhiliyet dâvasında bulunan bizden değildir» buyurdular.
Yine Buharı ile Müslim, Ebu Musa (R. AJ'dan şu hadîsi tahrîe
etmişlerdir:«Resûlüllah (S.A.V.) ;
Ben boynunu döğen ile,
tenini tırmalayan ve elbisesini yırtan kimseden beriyim.» buyurdular.
Bu bâbda daha başka
hadîsler de vardır. Vakıa înıâm-ı Ahmed ibni Hanbel (164—241) ile İbni Mâce
(207—275)'nin Hazret! İbni Ömer*(R. A.yds.n tahrîe ettikleri, Hâkim'in de sahîh
bulduğu bir hadîste: Uhud günü için yas edip, ağlayan ibni Abdi Eşhel
kadınJarı-nın hazret! Hamza (R. A.ya yas edip ağlamaları tavsiye edilmiş ise
de, bu yas hadîs-i şerifin sonundaki : «Artık bugünden sonra hiçbir Ölene yas
etmeyin.» cümlesiyle nesh edilmiştir.
Yalnız ağlamak yasak
değildir. Nitekim NesâVmn Ebu Hüreyre (R. Ay'dan tahrîe ettiği şu hadîs buna
delâlet eder :
«Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem'ın evlâdından birisi vefat etH. Ve kadınlar ona ağlamak için
toplandılar. Bunun üzerine Ömer onları nehyetmek ve koğmak üzere ayağa kalktı.
Resûlüllah (S.A.V.) kendisine :
Bırak onları Yâ Ömer,
zîrâ göz yaşarır; kalp dertli, vak'a yakın» buyurdular.
lmâm-ı ibni Hanbeî'in
İbnî Abbas (R. A./dan tahrîe ettiği bir hadîste sarahaten beyân olunduğuna
göre, o gün vefat eden Resûlüllah (S.A.V.)'in kerîmeleri Zeyneb (R.Anha) imiş.
İbni Abbas (R.A.) hadîsinde Hz. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) kadınlara şöyle
buyurmuşlardır:
«Şeytan avazından sakının!
Zîrâ ağlamak, gözden ve kalpten gelirse, ANarT-dandır ve rahmettir. Elden ve
dilden gelirse şeytandandır.»
Bu hadîs, ağlamanın
caiz olduğuna delâlet ediyor. Yasak edilen yalnız bağırıp, çağırmaktır. Fahr-i
Kâinat (S.A.V.) efendimiz, Hz. İbrahim vefat ettiği vakit :
Göz yaşarır; kalb
mahzun olur; amma biz Allah'ın razı olacağı sözden başka bir şey söylemeyiz.»
buyurmuşlardı, îmâm-ı Buharı, İbni Ömer (R.A.ydan şu hadîsi tahrîe etmiştir :
«Şüphesiz ki Allah
gözün yaşarması ve kalbin mahzun olmasından dolayı azap etmez. Lâkin şundan
dolayı azap veya rahmet eyler; buyurmuş ve diline işaret etmiştir.
Buhârî ile Müslim'in
müttefikan rivayet ettikleri Hz. Âîşe (R.Anha) hadîsinde Resûlüllah (S.A.V.)'in
Cafer ibni Ebi Talip (R.A.) için ağlamaya toplanan kadınları men etmek maksadıyla gönderdiği zâta : «Onların yüzüne toprak saç» buyurduğu
zikrediliyorsa da bu, onların yas ederek sesle ağladıklarına hamlolunuyor.
Yani; ağızlarına toprak atmak pahasına bile olsa, onları mutlaka bu işten
vazgeçir, demek istemişlerdir.[481]
612/474-
lbni
Ömer radıyallahih anhüma'dan, Peygamber Sallal-îahü aleyhi ve selîem'den
İşitmiş olarak rivayet edilmiştir ki : Peygam-feer Sallattahü aleyhi ve sellem
:
Meyyit, kendisine
edilen yas sebebiyle kabrinde azap Olunur; buyurmuştur.»[482]
Hadîs, mütfefekun
aleyhdir. Buhârî ile Müslim'de Muğîretü'bnü
Şti'be'den bunun benzeri vardır.
Bu bâbda hadîsler
çoktur. Ve hepsi Ölünün kendisine bağıra çağıra yas edilmesinin ona azap
vereceğine delâlet ederler. Fakat mes'ele müşküldür. Zîrâ başkasının fiilinden
dolayı bir kimseyi azap etmek ne de olsa garip görülmektedir. Bu sebeple
mes'eleye muhtelif cevaplar verilmiştir. Meselâ : H2. Âîşe (R. Anha) bu hadîsi,
Hz. Ömer (R, A.) ile oğlu Abdullah'a red ve inkâr etmiş; böyle bir şeyin
olamıyacağma :
« »[483] Hİç
bir nefis başkasının günâhını yüklenmez» âyet-i kerîmesiyle istidlal etmiştir.
Ashâb-ı Kirâm'dan Ebu Hü-reyre (R.'A.) da aynı kanaâttadır. Kurtubî (—276) Hz.
Âişe (R. An-fıaynva. inkârına mahal görmemiş. «Bu hadisi birçok ashâb-f kîrâm
rivayet etmiş olduğundan, onu inkâra imkân yoktur. Bununla beraber te'vili de
mümkündür» demiştir. Kurtubî ta'zib hadîsiyîe bu âyet-i kerîmenin aralarını
bulmuş ve: «Berzah[484], hâli
dünya hâline mülhaktır. Dünyada ise başkasının suçundan dolayı bir kimseyi
ta'zîp etmek vâki olmuştur. NiteKim :
«Öğle bir fitneden
sakının ki, asla sizden sadece zulmedenlere isabet etmez.»[485].
Âyet-i kerîmesi buna işaret eder. Şu halde ta'zip hadîsi Hz Âişe (R. Anha) 'nm
istidlal ettiği âyet-i kerimeye muaraza etmez. Çünkü âyetten murâd: Âhiret
hâlidir.» demiştir. Ta'zip hadîsini ekser ulemâ aşağıdaki vecihlerle te'vil
etmişlerdir:
1— Buhârî'ye
göre; Ölünün hâli hayatında, âdeti böyle mâtem-cilik olup, ailesi de onu bu
hâlden men etmezlerse, öldükten sonra cenazesinin arkasından yapılan feryad-ü
figândan o kimse azap görür. Âdeti mâtemcilik etmek değilse, başkasının matemi
sebebiyle azap olunmaz. Elhâsıl, kul başkasının fiiline sebebiyet vermişse,
onun füli ile azap olunur.
2—
«BenJHdükten sonra arkamdan vasiyet etmişse azap olunur. Eskide." Araplar
arasında böyle vasiyetler olurdu. Nitekim CâhlHyet devrinin en meşhur şâirlerinden biri olan Tarefe öldükten sonra kendisine lâyık bir
surette matem tutulmasını şu mısralarla vasiyet eder :
«Ben öldüğüm vakit
bana yaraşır bir surette ağla! Benim için yakalarını yırt ey Ümmü Mâbed.» Vasiyet
bulunduğu takdirde, meyyit'in aile efradı o vasiyete binâen matem tutsun,
tutmasın, mücerret vasiyet ettiği için ölü azap olunur.
3—
Böyle
başkasının tuttuğu matemden dolayı azap görmek kâfirlere mahsustur. Mü'minler,
başkasının suçundan dolayı azap görmezler. Fakat bu kavi ihtimalden uzaktır.
4—
Bu
ta'zîbin mânâsı : Meleklerin ölüye sitem etmesidir. Nitekim Imâm-t Ahmed ibni
Hanbel'in Ebu Musa (R. A.J'dan merfûan rivayet ettiği şu hadîsten de bu mânâ
anlaşılmaktadır :
«Dirinin ağlaması
sebebiyle ölüye azap olunur. Yascı kadın «vah benim kolum, vah yardımcım, vah
beni giydiren efendim» dediği vakit, melek Ölüye dayak vurur ve: Onun kolu
sen, yardımcısı sen giydireni sensin ha?; der.»
Bu mânâda bir hadîsi
de İbni Mâce (207—275) ile Tirmizî (200 —279) tahrîc etmişlerdir.
5—
Ta'zîb'in
mânâsı: Ailesi efradı ile başkalarının feryâd-ü figânından meyyitin elem
duymasıdır. Çünkü meyyit onlara acır. Kadı lyaz (47fr—544) bu kavli
diğerlerinden evlâ bulmaktadır. Bu kavle zâhip olanlar, oğlu vefat eden bir kadını
Peygamber (S.A.V.)'in ağlamaktan men ettiğini' bildiren hadîsle istidlal ederler.
O hadîste şöyle buyrulmaktadır :
«Şüphesiz ki sizden
biriniz ağladığı vakit yavrucuğu ondan mahzun olur, Ey Allah'ın kullan din kardeşinize azap etmeyin.»
Kulların yaptıklarının ölülerine gösterileceğini ifâde eden hadîs dahi
sahihtir. Binaenaleyh o da bunlara delîl olabilir.[486]
614/475- «Enes
radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüilah SaUalîahü
aleyhi ve selTem'în, bir kızı defnolurken orada bulundum. Resûlüilah
Salîallahü aleyhi ve sellem kabrin yanrnda olurmuş halde idi. Gözlerini
yaşarırken gördüm.»[487]
Bu hadîsi, Buhâri
rivayet etmiştir.
Vâkidî (130—207) ile
bâzı tarihçilerin beyânına göre Peygamber SaUaMahü aleyhi ve selîem'in o gün
vefat eden kerîmeleri Hz. Ümmü Gülsüm idi. Bir takımları Rûkiyye olduğunu
söylemişse de Buharı (194—256) bu iddiayı reddetmiş. Ve: «Resûlüilah (S.A.V.)
Bedir'de olduğu için Rûkîyye'nin cenazesinde bulunamamıştır.» demiştir.
Hadîs-i şerîf,
cenazeye ağlamanın meşru olduğuna delildir. Buna delâlet eden îzâhât, yukarda
dahi geçmişti. Şu kadar var ki, bu hadîs:
«Öldüğüm zaman sakın
ağlayıp kalma.» hadîsiyle muâraza halindedir. Maamâfîh iki hadîsin aralarını
bularak «ağlamaktan murâd, sesle feryâd etmektir. Yahut buradaki yasak,
kadınlara mahsustur; günkü onların ağlaması çok defa feryâd-ü figâna varır. Bu
sebeple Sedd-t Zeria kabilinden ağlamaktan menedilrhişlerdir.» diyenler
olmuştur.[488]
615/476- «Câbir
radıyaîlahü aniden rivayet olunduğuna göre. Peygamber SaUalîahü aleyhi ve
sellem :
Cenazelerinizi
geceleyin, defnetmeyin. Ancak mecbur kalırsanız O başka» buyurmuşlardır.[489]
Bu hadîsi, lbni Mâce
tahrîc etmiştir. Aslı Müslim'dedir. Lâkin ; «(Câbİr) kişinin üzerine cenaze
namazı kılınmadan, geceleyin defnedilmesini yasak etti; dedi» şeklindedir.
Hadîs-i şerîf, zaruret
olmadıkça geceleyin cenaze defnetmenin memnu olduğuna delildir. Bu memnûiyyetin
sebebini bâzı ulemâ : «Gündüz melekleri gece meleklerinden daha şefkatli
olduğundandır» şeklinde beyân etmişlerdir.
Hadîsin Müslim'deki
lâfzı şudur :
cPeygamber SaUaUahü
aleyhi ve sellem, bir gün Hutbe okudu da ashabından vefat eden ve işe yaramaz
bir kefene sarılarak geceleyin defnolunan bir zâttan bahsetti. (Bu münâsebetle)
bir kimsenin üzerine cenaze namazı kılınmadan geceleyin defnolunmasını yasak
etti. Ancak insanın buna mecbur kalması müstesnadır.»
Bu hadîsten
anlaşılıyor ki, yasak etmesi, cenaze hakkında namazı küınamamak, tekfinini
güzel yapamamak gibi bir kusurda bulunmak ihtimâline mebnîdir. Cenazeyi ertesi
güne te'hir etmekle namazına çok kimselerin veya dualarının kabulü me'mul
zevatın iştirak edeceği ümîd olunursa, te'hiri iyi ve yerinde bir iş olur.
Hattâ böyle bir ümitten dolayı cenaze gündüzün bile bir parça bekletilebilir.
Hz. Ali (R. A.), Fâtıma (R. Anhayyı ve keza ashâb-ı kiram (R. Anhüm) Hz. Ebu
Bekir (R. A.)\ geceleyin defn etmişlerdir. Tirmizî'nin rivayet ettiği ve :
«hasendir» dediği bir hadîste, Peygamber (S.A.V.)'in geceleyin bir kabre
girdiği, kendisine bir kandil yakılarak, cenazeyi kıble tarafından kabre indirdiği
beyân olunmaktadır. Filhakika ulemâdan birçokları hıyn-i hacette geceleyin
cenaze defnine bile ruhsat vermişlerdir, lbni Bazm Zahiri (384—458)'ye göre
mustar ve mecbur kalmadıkça geceleyin cenaze defnolunmaz; «Geceleyin
defnolundukları rivayet edilen ashâb-ı kiram için mutlaka bir zaruret
varmıştır. Onlar hakkında bunun aksini düşünmek kimseye helâl değildir» diyor.
Musannif merhum «namaz
vakitleri» babında zikir ettiği Ukbetü'bntİ Âmir hadîsini asıl buraya dere
etmeliydi. Zîrâ o hadîste : Üç vardır
kî, Resûiüllah (S.A.V.) bizi onlarda namaz kılmaktan ve cenazelerimiz!
gömmekten nehy ediyordu... ilâh...» denilmektedir.[490]
616/477-
«Abdullah
ibni Cafer radıyallahil anhüma'dan[491]
rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Cafer katledildiği zaman, ölüm haberi geldikte
Peygamber SaUaîlahü aleyhi ve sellem :
Cafer ailesine yemek
yapın. Çünkü onların başına kendilerini meşgul edecek şey gelmiştir»
buyurdular.[492]
Bu hadîsi, Nesâî
müstesna Beşler tahrîc etmiştir.
Hadîs-i şerîf,
evlerinden cenaze çıkan aile efradına yemek vermek suretiyle onları görüp
gözetmenin meşru olduğuna delildir. Çünkü o aile ölüm sebebiyle hüzün ve elem
içindedirler. Yemek hazırlamaya elleri varmaz.
Vâkıâ îmâm-ı Ahmed
ibni Hanbel (164—241) Cerîr îbni Abdullah Becelİ (R, A./dan : «Biz cenaze defnedildikten
sonra ailesinin başına toplanarak yemek yapmayı matemden sayardık,» dediğini
rivayet ediyorsa da bundan murâd : Yemeği cenaze sahiplerinin yapmış olmasıdır.
Zîrâ bâzı yerlerde bu âdet hâlâ mevcuttur. Ve cenazenin ailesi, ka-bircilere ve
cenazeye fiilen iştirak edenlere yemek verir. Bunun aksine olarak komşuların
cenaze sahiplerine yemek vermesinde hiçbir beis yoktur. Abdullah Ibnİ Cafer
hadîsi de bunu ifâde etmektedir.
Memnu olan fiillerden
biri de kabrin başında hayvan kesmektir. Bu bâbda Ahmed ibni Hanbel ile Ebu
Dâvud (202—275) Hz. Enes (R.A.)'den §u hadîsi tahrîc etmişlerdir :
«Peygamber SaUaîlahü
aleyhi ve sellem : İslâmda mezar başında hayvan kesmek yoktur; buyurdular».
Abdü'r-Rezzak
(126—211) diyor ki : «Araplar kabrin başında bir sığır veya koyun keserlerdi.»
Hattâbî (319—388) şöyle diyor : «Câhiliyet devrinin halkı iyi bir adamın
kabrinin başında deve boğazlar ve : «Biz onun fiiline karşılık kendisini
mükâfatlandırıyoruz. Çünkü hayatında kendisi deve keser; onu misafirlere
yedirirdi. Biz de kabrinin başında deve kesiyoruz. Varsın bunu da kurtlar,
kuşlar yesin ve hayatında yedirdiği gibi vefatından sonra da yedirmiş olsun»
derlerdi. İçlerinden bâzılarının itikadına göre ölen kimsenin kabri başında sağlığında
bindiği hayvanı kesilirse, o kimse kıyamet gününde binekli olarak haşrolunur.
Kesilmezse yaya kalırdı.
Bu onların, öldükten
sonra dirilmeye inancı olanlarının mezhebine göredir ve bittabi haram olan bir
câhiliyet işidir.»[493]
617/478-
«Süleyman İbni Büreyde[494]
radıyallahü anh'den babasından İşitmiş olarak rivayet edilmiştir. (Babası)
demiştir ki: ResûlüKah Sallallahü aleyhi ve sellem ashabına, kabristana
çıktıkları vakit :
Bu diyarın müslim ve
mü'min olan ehline selâm olsun. Bizler dahi inşallah sizlere katılacağız.
Allah'dan bize ve
size afiyetler dilerim;
demelerini Öğretirdi.»[495]
Bu hadîsi,. Müslim
rivayet etmiştir. îmâm-ı Müslim (204—261): Bu hadîsi Hz. Âişe (R. Anha)'dan da
rivayet ediyor. Hz. Âişe hadîsinde:
«Allah bizim
geçmişlerimize de geleceklerimize de rahmet eylesin» ziyâdesi vardır.
Hadîs-i şerîf
kabirleri ziyaretin ve orada yatanlara selâm vermenin meşru olduğuna delildir.
Bu selâm, aynen dirilere verilen selâmdır. Hattâbî : «Kabirlere diyar
denilebilir. Zîrâ lûgatta dar kelimesi meskûn yerlere de, harâbezâr'e de ıtlak
edilir» diyor. «İnşallah» cümlesinin hadîste kullanılması hem teberrük, hem de
:
«Hiçbir şey için bunu
muhakkak ben yarın yaparım deme. Ancak inşâallah dersen o başka[496]».
Âyet-i kerîmesine imtisal içindir. Bâzılarına göre buradaki inşâallah sözü o
kabristana aittir, yani «inşâallah biz de bu kabristana, sizin yanınıza
defnoluruz» demektir.
Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in afiyet dilemesi, onun istenilen şeylerin en mühimi ve şereflisi
olduğuna delildir. Ölünün afiyeti, kendisinin azaptan ve hesap münakaşasından
âzâde oluşudur.
Kabristan ziyaretinden
m aksa d : Orada yatanlara duâ etmek, Kur'ân okumak suretiyle onlara ihsanda
bulunmak ve âhireti hatırlamaktır.[497]
618/479- «ibni
Abbas radıyallahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: ResulÜHah
Sallallahü aleyhi ve sellem, Medine'nin kabristanına uğradı ve hemen yüzünü
kabirlere çevirerek :
Selâm size ey
kabristanlılar! Allah size ve bize mağfiret buyurursun. Siz bizim
selefimizsiniz. Biz de izinizde-yİZ.» buyurdular.[498]
Bu hadîsi, Tirmîzî
rivayet etmiş ve: «hasendir» demiştir.
Hadîs-i şerîf, ziyaret
maksadı ile bile olamasa, kabristana uğrayarak orada yatanlara selâm
verilebileceğine delildir. Aynı zamanda ehl-i kuburun ziyaretçilerini
tanıyacaklarına verdikleri selâmı alacaklanna-da işaret ediyor. Aksi takdirde
bu selâm abesle iştigâl olmak lâzım gelir.
Kabir ziyareti cuma
günü de, şâir günlerde de yapılabilir. Fakat cuma günü yapılması daha kuvvetle
mendûbtur. Şâfiîlerle Mâlİkîlerin müraccah kavline göre kabir ziyareti perşembe
gününün ikindisinden başlıyarak cumartesi günü güneş doğuncaya kadar bitte'kid
mendub-tur. Hanbelîlere göre ise kabir ziyareti için günler arasında bir fark
yoktur.
Yukarda geçen iki
hadîste bir kimseye duâ veya istiğfar edileceği zaman, evvelâ kendinden başlamaya delîl vardır.Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de
de dualar bu tertip üzere vârid olmuş. «Ey Rabbîmiz, bizi ve din kardeşlerimizi
mağfiret buyur.»[499]
«Hem kendi günâhın, hem de mü'minler için istiğfar., ilâh..»[500]
buyrulmuştur.»
Hadîs-i şerîf, okunan
dualarla yapılan istiğfarların meyyite fayda Gereceğine de delâlet etmektedir.
Bu cihet ulemâ arasında ittifakı bir mes'eledir. Fakat okunan Kur'ânların
meyyite vâsıl olup olmadığı ihtilaflıdır. «Vâsıl olur» diyenler olduğu gibi
«vâsıl olmaz» diyenler de bulunmuştur.
Ehl-i sünnet
ulemâsından bir cemâat ile Hanefîler'e göre : Bir insan kendi amelinin
sevabını başkasına bağışhyabilir. Yapılan amelin namaz, oruç, hac, sadaka gibi
ibâdetlerden biri olmasıyla Kur'ân-ı Kerîm okumak, zikirde bulunmak yahut
herhangi ibâdet sayılacak bir işi yapmak arasında fark yoktur. Delîl nokta-i
nazarından en müreccah kavil de budur.
Dâre Kutnî
(306—385)'nin tahrîc ettiği bir rivayete göre :
Bir adam Peygamber
Saîlallahü aleyhi ve sellem'e, annesiyle babasına, vefatlarından sonra nasıl
iyilik edeceğini sormuş : ResûlüHah (S.A.V.) cevaben; Kendi namazıyla beraber
onlara namaz kılmasını, orucuyla beraber onlara da oruç tutmasını tavsiye
buyurmuştur.
Ebu Dâvud, Mâkil b.
Yesar (R. A./dan şu hadîsi tahrîc etmiştir: «Ölülerinize Yasin sûresini okuyun.»
Bu hadîs, ölüye sevap
bağışlanması hususunda nasstır. Keza Buharı ile Müslim'in, tahrîc ettikleri bir
hadîste, Peygamber (S.A.V.) in kendisi için bir koç, ümmeti için de bir koç
kurban eder idiği, beyân olunuyor ki bu da bir kimseye başkasının amelinin
fayda vereceğine işarettir.[501]
619/480- «Hz.
Âişe radıyallahü anha'dan rivayet
olunmuştur. Demiştir ki : Resûlüllah Saîlallahü aleyhi ve sellem:
Ölülere soğmeyin; çünkü onlar gönderdikleri (amellere)
vardılar» buyurdu.[502]
Bu hadîsi, üuhârî
rivayet etmiştir. Tîrmizî dahi Muğîre'den bunun benzerini rivayet etmiş, lâkin
(gönderdikleri amellere vardılar) yerine «dirilere eziyet verirsiniz»
demiştir.
Hadîs-i şerîf, ölülere
söğmenin haram olduğuna delildir. Zahirîne bakılırsa bu hürmet müslim ve gayrı
müslim bütün ölülere âmm ve şâmil olmak gerekir. Maamâfîh «Kâfir bundan tahsis
olunmak iktizâ eder. Zîrâ Teâlâ hazretleri, Kitâb-ı Kerîminde Âd, Semûd ve
emsali kâfirleri zem etmiştir.» diyenler olduğu gibi «Hayır, kâfirlerin
Ölülerine de söğmek caiz değildir. Çünkü: «Onlar gönderdikleri amellere
Vardılar» buyrulmuştur. Bu söz her iki fırkaya şâmildir. Mânâsı : Mademki
herkes ameline göre ceza görecektir. O halde kâfir cezasını bulmuş demektir.
Artık ona söğüp saymaktan bir fâide hâsıl olacağı yoktur, evet Teâlâ hazretleri
geçmiş ümmetleri küfür ve dalâletlerinden dolayı zem etmiştir. Fakat bundan
maksad onlara söğüp saymak değil, bu ümmeti o gibi kötü fiillerden
sakındırmaktır. Zâten bir maksada mebnî fâcir ve sapık bir kimseyi yaptığı kötü
işle anmak caizdir. Yasak olan söğmek bu değildir. Binaenaleyh kâfirlerin
ölüleri hadîsin umumunda dahildir. Onlara da söğmek caiz değildir.» diyenler
de vardır.
Ancak bunlar sadedinde
bulunduğumuz hadîsin bazı mü'minlerle tahsis olunduğuna kaildirler. Delilleri
şudur :
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
bir cenazenin yanından geçerken ashâb-ı kiram onun hakkında koîü sözler
sarfetmişlcr; Peygamber (S.A.V.) onları takrir buyurmuş; hatla (cehennemi hak
etti) demiş; sonra:
«Siz Allah'ın
sahicilerisiniz» buyurmuştu.
Binaenaleyh: «Bâzı
günahkâr mü'minlere şetm etmek caizdir.» diyorlar. Fakat Kurtubî (—276) ashabın
o cenaze hâdisesine cevap vermig ve : «Olabilir ki o adam yaptığı kötülükleri
aşikâr yapar-mıştir. Hâl böyle olunca «fâsıkın gıybeti olmaz» kaidesince onu
zemmetmek mubahtır. Yahut ölülere söğmekten nehy buyurulmasi cenazeler
defnedildikten sonraya hamlolunur.» demiştir ki, hadîsteki ta'lîle münâsip olan
da budur. Zîrâ ölüler gönderdikleri amellere ancak defn edildikten sonra
ulaşırlar.
îbni Rüşt (514—595) :
«Kâfirin ölüsüne şetm edildiği zaman •diri olan müslüman eziyet görürse o
kâfire söğmek haramdır. Eziyet görmezse helâldir. Müslümanm ölüsüne söğmek ise
haramdır. Ancak zaruret varsa o başka... ilâh... diyor.[503]
Zekât : Lûgatta
temizlemek ve artmak mânâlarınadır. Teâlâ hazretleri : «
[504]» «O
nefsi temizleyen, muhakkak felah buldu, demektir.[505].»
buyurmuştur. Araplar: derler ki «mal arttık demektir.
Şer'an : Mal-ı mahsûsu
şerait-i mahsusa ile müstehakkına temlik etmektir. Mal-ı mahsustan murâd :
Zekât olarak verilen maldır. Zekât manen mahn temizliği demektir. Aynı zamanda
üreyip, artan mallardan verilir. Binaenaleyh şer'i mânâsının içinde lügat
mânâsı da mevcuttur. Hattâ verilen zekât kalan malın üremesine sebep olur
[506].
Nitekim:sîz şükrederseniz. »[507]
eğer siz şükrederseniz, Ben Ailmüş-şan da behemehal sîze daha fazla vereceğim.»
âyet-i kerîmesi buna işaret etmektedir.
Zekâtın meşru olmasına
sebep teşkil eden hikmetler çoktur. Biz yalnız bir İkisini zikredeceğiz:
1— Zekât,
mal nimetine şükür için meşru olmuştur. Ve ehli hakî-katın beyânına göre Allah tarafından
kulları bir imtihandır. Çünkü müslüman, Allah'ın her emrettiğini yapacağına,
her men ettiğinden kaçınacağına ve yalnız ona inanacağına söz veren insandır.
îşte zekât bunlardan hassaten Allah'a inanma hususunda sâdık olup olmadığını
denemek içindir. Zekâtını veren zengin Allah'ına verdiği sözde durduğunu ispat
etmiş ve imtihanı kazanmıştır. Vermiyenler ise vaadlerinde yalancı olduklarını
göstermiş; Allah'dan başka bir de mala taptıklarını meydana çıkarmak suretiyle
dünya ve âhiretlerini harap etmişlerdir.
2— Zekât, zenginin
malına karışmış fukara hakkıdır.Nitekim : «Onların mallarında dilenci
ile mahrumun hakkı vardır»[508]
âyet-i kerîmesi bu hakikati nâtıktır. Bir zenginin sürüsüne karışan fakir
koyunu, hükmen ne ise, zenginin cebindeki paranın içinde bulunan fakir hakkı,
yani zekât da odur. Zenginin sürüsüne karışmakla koyun asla o zenginin maîı
olamiyacağı gibi, cepteki para da zenginin malı olamaz. Her ikisi muvakkat
birer emânettir. Binaenaleyh sürüye karışan koyunu benim-siyerek sahibine iade
etmemek ne kadar çirkin bir şey ise, cebindeki fukara hakkını vermemek de o
kadar çirkindir.
Hülâsa bir fakirin
boğazını sıkarak zorla elinde olan malı almak ile, zekâtı vermemek arasında
hüküm 'itibarıyla hiç bir fark yoktur. Çünkü bunların ikisi de haramdır.
Zekâtını vermiyenler İyi bilmelidir ki: Yaptıkları düpedüz gasıplık,
dolandırıcılık ve hırsızlıktır.
Buna mukabil hergün
boynunu bükerek zenginden hakkını vermesini bekleyen fakir ve yoksullar günün
birinde mutlaka inkisâr-ı hayâle uğrayacak ve içlerinde zenginlere karşı bir
infial ve reaksiyon uyanacak, onlara kin bağlayacaklardır. Bunun da neticesi
bugün dünyanın başına kıpkızıl bir belâ kesilen komünizmdir.
Bugün biri çıksa da
komünizm, zenginlerin zekâtlarını vermemesinden doğmuştur dese, iddiasını îîk
tastik edenlerden biri ben olurum.
Halbuki zekât, niçin
meşru olmuştu? O, zenginle fakiri birbirlerine en metin mânevi bağlarla
bağhyan, onları birbirlerine kaynaştıran, ısındıran ve adetâ birbirlerine
nisbetle, oğul ile baba eden en mühim vasıta değilmiydi? Evet zengin tıpkı bir
baba gibi kesesini açarak fakirin ihtiyacını görecek, binaenaleyh bir muhtacın
hacetini gördüğü için sonsuz bir gönül ve vicdan huzuruna kavuşacak; öte yandan
onun zekâtını alan muhtaç da sevincinden parıl parıl yanan gözleri, bir evlâd
mahcubiyetiyle kızaran yüzü ve bükük boynu ile adetâ canlı bir teşekkür
kesilecekti. Artık bu iki şahsın arasında ebedî minnet, muhabbet ve
birbirlerine bağlılıktan başka bir şey tasavvur olunabilir mi? işte
İslâmiyet'in istediği de bu idi.
İslâmiyet geçmişte
bugünleri yaşamıştır. Neticenin ne kadar şâhâne ve göz kamaştırıcı olduğunu
bugün tarihlerden öğreniyoruz. Fakat heyhât! Bugün İslâm'ın her Rüknü gibi bu
rükn-ü rekini de hemen hemen tamamiyle ihmâle uğramıştır. Allah cümlemize intibalar
nasîp eylesin.
3—
Zekât
sayesinde dilencilerin sayısı azalır. Bu suretle vukuat da azalır. Zîrâ karnı
aç olan bir insan her cürmü irtikâp edebilir. Fakat karnı doydu mu, bunları
yahut bunların ekserisini yapamaz.
4—
Zekât
bugün komünizm'den sakınmanın en büyük vasıtalarından biridir.
5—
Zekât'ta
İslâmiyet'i neşir ve Kelimetullâh'ı ilâ vardır. Bu hususta fakir canı ile,
zengin de malı ile cihâda iştirak etmiş olurlar.
6— Zekât
zenginleri cimrilik hastalığından korur.
Böylece onlar da felah bulanlardan olurlar.
Zekât ibâdetlerin en
büyüklerinden, İslâmın beş temelinden biridir. Namaz, bedenen yapıldığı gibi,
zekât da mâlen yapılan bir ibadettir. Ve adetâ namazın ikiz kardeşi gibidir.
Kur'ân-ı Kerîmde tam seksen iki yerde namaz ile zekât beraber zikredilmişlerdir.
Zekâtın sebebi : Mal-ı
mahsus yani hakikaten veya takdiren üreyen maldır.
Şartları : Zekâtın
beşi mal sahibinde, üçü de malda olmak üzere sekiz şartı vardır. Mal sahibinde
aranan şartlar: Hür, âkil, baliğ, müs-lüman ve borçsuz olmasıdır.
Malda aranan şartlar:
Nisab-ı kâmil, malın üreyici olması ve üzerinden tam bir yıl geçmesidir.
Zekât hicretin ikinci
yılında Ramazandan evvel farz kılınmıştır. Ve zarurât-ı diniyyeden ma'dûd,
muhkem bir farizadır. Farziyeti, kitap, sünnet, ve icmâ-ı ümmetle sabittir.
Binaenaleyh inkârı küfürdür.
Kitabtan Delîti: «Zekâtı
verin.»
«onların mallarından
kendilerini temiz ve pâk edeceğin bir sadaka al.»
«Onların mallarında
dilenci ile yoksul için malûm bir hak vardır.» gibi âyet-i kerîmedir.
Zekâtın farzıyetine ve
İslâm'ın rükünlarmdan birisi olduğuna îcmâ-ı ümmet vardır.
Sünnetten delili ise :
İslâmiyet'in beş şey üzerine kurulduğunu bildiren hadîs ile aşağıda görülecek
hadîslerdir.[509]
621/481- «Ibni
Abbas radıyallahü anA'den rivayet olunduğuna göre Peygamber Sallallahil aleyhi
ve sellem, Muaz'ı yemen'e göndermiş. İbnİ Abbas hadîsi zikretmiştir-
Hadîste şu da vardır:
Şüphesiz ki Allah
onlara kendi mallarından bir sadaka farz kılmıştır ki, bu sadaka
zenginlerinden alınır da fakirlerine verilir.»[510]
Hadîs, müftefekun
aleyh'dir. Lâfız Buhârî'nindir.
Hz. Peygamber
{S.A.V.J'in Muâz (R.A.)\ Yemen'e göndermesi onuncu yılda idi. Nitekim Buharı
(194—256) «Megâzî» nin sonunda böylece zikretmiştir. Bâzıları dokuzuncu yılda
Tebük gazasından ayrılırken gönderdiğini, diğer bir takımları da Mekke'nin
fethinden sonra sekizinci yılda gönderdiğini; ve Hz. Muâz'm orada Ebu Bekîr
(R.A.) in hilâfetine kadar kaldığım söylerler.
Hadîs-i şerif «Sahîh-i
Buhârî» dedir. Ve İbni Abbas (R.A.)'den rivayet edilmiş olup, lâfzı şudur:
«Peygamber SdllaMahü
aleyhi ve sellem, Muaz'e Yemen'e
gönderdiği zaman ona dedi ki :
— Şüphesiz sen ehl-i
kitap bir kavmin yanına gidi-yorsun. Binaenaleyh onları ilk davet edeceğin şey
Allah'a ibadet olsun. Allah'ı tanıdılar mı, hemen kendilerine haber ver ki,
Allah onlara bir günle bir gecede beş vakit na maz farz kılmıştır. Bunu
yaparlarsa, Allah'ın kendilerine mallarından zekâtı farz kıldığını haber ver.
Zenginlerinden alınacak, fakirlerine verilecektir. Eğer sana itaat ederlerse,
onlardan al. Hem âlemin kıymetli mallarını almaktan sakın.»
«Zenginlerinden
alınacak» tabiriyle ulemâ, zekâtı devlet reisinin alacağına ve yerine o sarf
edeceğine bu işi velev vekilleri vasıtasıyla olsun, onun yapması lâzım
geldiğine, zekâtını iyilikle vermiyen-lerden, zorla alması icap ettiğine
istidlal etmişlerdir. Filhakika Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) maksadın bu olduğunu,
zekât memurları göndermek suretiyle beyân buyurmuştur.
Bâzıları «fakirlerine
verilecektir» ifadesinden, zekâtı yalnız bir sınıf muhtaçlara vermenin kâfi geleceğine
istidlal ederler. Bâzıları da: «îhtimal fakirleri zikretmesi ekseriyetle zekât
onlara verildiğinden-dir. Binaenaleyh hadîste zekâtın yalnız onlara
verilmesinin kâfi geleceğine bir delîl yoktur. Caiz ki, fakir tâbirinden,
kendisine zekât verilebilecek herkes kasdedilmîş ola. Böylece miskin de bu.
sözde dahil olmuş olur.» derler.[511]
622/482- «Enes'ten
rivayet olunduğuna göre, Ebu Bekir-i Sıddîk radıyallahü arih, kendisine
(Bahreyn valisi bulunduğu sırada) şunu yazdırmıştır:
Bu, Resûlüllah
Sallaîlahü aleyhi ve seîlem'ln müslümanlara farz kıldığı, Allah'ın da Resulüne
emir buyurduğu zekât farizası (nüshası) dır.
Deveden her yirmi dört
başta ve daha azında zekât koyundur. Her beş deve için bir koyun verilecektir.
Develer yirmibeşe baliğ oldukta (yirmibeşten) ofuzbeşe kadar bir yaşını
tamamlamış bîr dişi deve yavrusu; böylesi bulunmazsa bir yaşını tamamlamış
erkek bîr deve yavrusu verilecektir. Develerin sayısı (36'ya vardıkta) (45'e)
kadar İki yaşını tamamlamış dişi bir deve yavrusu (46)'ya baliğ olduğu zaman
(60)'a kadar üç yaşım tamamlamış boğa - altı bir deve düvesi; (61) oldular mı
(75)'e kadar dört yaşını bitirmiş bir deve düvesi; (76)'ya bâ-llğ oldular mı
(90)'a kadar İki tane iki yaşını bitirmiş deve yavrusu; (91)'e vardıkta
(120)'ye kadar iki tane üç yaşını bitirmiş boğa - altı devesi verilecektir.
Develerin sayısı
(120)'yi geçtimi artık her (40) devede iki yaşını bitirmiş bir dişi yavru; her
ellide üç yaşını bitirmiş bir yavru verilecektir.
Sadece dört devesi
olana o dört deve İçin zekât yoktur. Ancak sahibi dilerse o başka.
Koyunun mer'a İle
beslenenlerinde Zekât; (40)'dan (120) koyuna kadar bir koyun; (120)'den ziyâde
olursa (200)'e kadar iki koyun, (200)'den ziyâde olursa; (300)'e kadar üç
koyun; {300)'den ziyâde olursa artık her yüzde bir koyun verilecektir. Bİr
adamın mer'a ile beslenen koyunları kırk koyundan bir koyun noksan olsa, o
koyunlara zekât yoktur. Ancak sahipleri arzu ederlerse o başka. Zekât
endişesiyle ayrı hayvanlar bir yere toplanmaz. Toplu olanları da ayrılmaz.
Malları ortak olanlar kendî aralarında farkı müsavat üzere birbirlerinden
alırlar.
Dişleri düşmüş yaşlı
hayvan ile gözü sakat olandan ve tekeden zekât olmaz; ancak zekât veren arzu
ederse o başka.
Hâlis gümüşten; (200)
dirhemde onda birin dörtte biri verilecektir. Gümüş; sadece (190) dirhem olursa
ona zekât yoktur. Ancak sahibi arzu ederse o başka.
Bir kimsenin develeri
dört yaşını tamamlamış, bir deve düvest İcâp edecek sayıyı bulsa da bu adamın
mülkünde öylesi bulunmayıp; üç yaşını tamamlayanı bulunsa, o kabul edilir. Ve
mümkünse beraberinde iki köyün veya yirmi dirhem de ver\r.
Bîr kimsenin zekâtı üç
yaşında bir deve yavrusu îcâp edecek kadar olur da mülkünde üç yaştnda yavru
bulunmayıp ,dört yaşında olanı bulunsa, (zekât olarak) dört yaşındaki kabul
edilir. Ve zekât memuru kendisine iki koyun yahut yirmi dirhem iade eder.»[512]
Bu hadîsi Bubâri
rivayet etmiştir.
Buhârî*â& bu zekât
nüshasının başında besmele vardır. Hadîs-i şerifte zekâta sadaka
denilebileceğine delâlet vardır. Zîrâ zekât yerine daima sadaka kelimesi
kullanılmıştır. Bâzıları zekâta sadaka deni-lemiyeceğinî İddia etmişlerdir.
«Resûlüllah Sallattahü
aleyhi ve «eZZemln farz kıldığı» ifâdesinden bu hadîsin merfû' olduğu
anlaşılmaktadır. Farz kılmaktan murâd: Onu takdir etmesidir. Çünkü asıl
farziyyeti nassı Kur'ân'la sabittir. Nitekim «Allah'ın da Resulüne emir
buyurduğu» cümlesiyle buna işaret olunmuştur. Yanı: Allahü Teâlâ zekâtı farz
kılmış; onun nev'ilerini, cinslerini verilecek miktarını beyân etmesini
Peygamber-i zîşânına emir buyurmuştur. «Her beş deve için bir koyun»
ifadesiyle burada koyun verileceği tayin edilmektedir. Nitekim mezhep
imamlarının kavli de budur. Bâzıları «koyun yerine deve verilebilir, esasen
zekât, malın cinsinden olur. Burada mal sahibine merhameten bu kaidenin
haricine çıkılmış ve koyun kâfi görülmüştür. Mal sahibi kendi ihtiyarı ile
esâsa dönerse, ona bir şey denilemez» diyorlar.
bir yaşını bitirerek
ikiye basmış olan deve yavrusuna derler. Asıl gebelik çağına eren devedir.böyle
bir devenin dişi yavrusu demektir. Lâfzın terkibinden yavrunun dişi olduğu
anlaşıldığı halde, hadîs-i şerîfde ayrıca bir de yani dişi sıfatının ziyâde edilmesi te'kid
içindir. Hadîs yirmibeş deveden (35) deveye kadar bir yaşını bitirmiş de ikiye
basmış bir dişi deve yavrusunun zekât verileceğini ifâde ediyor ki cumhur
ulemâ'nın mezhebi de budur. Vâkıâ Hz. Ali (R. A.)'dan (25) deveye beş koyun
(26) deveye bir yaşını bitirmiş bir dişi deve yavrusu verileceğine dâir biri
merfu* diğeri mevkuf iki hadîs rivayet edilmişse de bu hadîslerin merfu' olanı
zayıf, mevkuf olanı da hüccet olarak kabul edilmediğinden, cumhur ulemâ
bunlarla amel etmemişlerdir. Hattâ Süfyan-ı Sevrî (97—161): «Bu söz Hz. Ali'den
rivayet edenlerin yaptığı bir hatâdır. Alt ise böyle bir sözü söylemekten çok
daha fakîh bir zâttır» demiştir.
iki yaşını bitirip üçe
basan erkek yavrudur. Dişisine derler. tâbirinin asıl mânâsı : «Sütlünün oğlu»
demektir. Annesi henüz sütlü olduğu için yavruya bu isim verilmiştir. Bu
tâbirden yavrunun erkek olduğu anlaşıldığı halde, yanma bir de «erkek» sıfatının
ilâve edilmesi yukarda olduğu gibi, yine te'kid içindir.
üç yaşını tamamlıyarak
dörde basmış olan dişi devedir.
Erkeğine derler. Yaş
itibarıyla binilmeyi ve çiftleşmeyi hak ettiği için kendisine bu isim
verilmiştir. Zaten (boğa altı) denilerek bunun artık boğaya gelme çağında
olduğuna işaret edilmiştir.
dört yaşını
tamamlayarak beşe basmış olan devedir. «Develerin sayısı 12Kyi geçti mi»
tâbirinden murâd : 120'den bir veya daha fazlar olursa demektir. Nitekim
Cumhur ulemâ'nm kavli de budur. Delilleri: Hz. Ömer (R.A.)'ın yazdığı zekât
nüshasında «Develer 121 otursa onların zekâtı 129'a kadar üç tane bint-i
îebündür» demiş olmasidir.
Hanefîlere göre : Deve
sayısı 120'yi geçtimi zekât hesabı yeniden koyun ile başlar. Ve (125) devede
iki hıkka ile bir koyun, (130)'da iki koyun ilâh., verilir.Delilleri:
Resûlüllah (S.A.V.)'in Amr ibni Hazm (R.A.) ile'Yemenlilere gönderdiği mektupta
: «Develerin sayısı (120) y! geçtiği zaman her ellide bir hıkka, her kırkta bîr
bînt-î lebun verilecek» ifâdesinden sonra «bundan daha az olurlarsa ,her beş
baş İçin bir koyun verilecek» ibaresinin ziyâde edilmiş olmasıdır.
Hanefîler hadisin şâir
kısımları ile amel ettikden maada bu ziyâde ile de amel ederler. Ashâb-ı
Kiramdan Hz. Ali ile İbnİ Mes'ûd (R. Avhüma)'nm mezhebi de budur. Diğer üç
mezheb imamlarına göre ise deve sayısı (121) oldukta üç tane bint-i lebun
vermek icâp eder. Develer (130) oldu mu artık vacip değişir ve her (40) devede
bir bint-i lebun; her (50) de bir hıkka vermek lâzım olur1.
Hadîsimizin birkaç
yerinde görülen «ancak sahibi dilerse o başka» şeklindeki istisnalar, istisnâ-i
münkatı'dırlar. Bunlar üst taraflarında geçen «sadaka yoktur» sözünden, mutlak
surette sadaka yoktur; yani nafile de verilemez mânâsı tevehhüm olunmasın diye
yapılmışlardır. O halde mânâ şöyle olur: Evet bu miktara zekât farz değildir.
Lâkin mal sahibi dilerse nafile sadaka verebilir.
Hadîsimizin zahirî,
mezkûr hayvanların kendilerini vermeyi îcap ediyorsa da biraz ilerde görüleceği
veçhile aynını bulamayanlar için bedelini vermek caizdir. Sonra gerek devede,
gerekse koyun ve keçide zekât farz olmak için bunların sâime olmaları da
şarttır. Koyunda sâ-ime olmanın şartını sadedinde bulunduğumuz hadîs-i şerif
ifâde ediyor.
Devede ise ilerde gelecek
Behz b. Behram hadîsindeki «develerin bütün sâime olanlarında» kaydından
anlıyoruz.
Sâime'nin tarifi
hususunda mezhepler arasında tafsilât vardır. Şöyle ki:
Hanefîlere göre sâime
: Sahibi tarafından kasten mer'aya götürülerek sütü, yavrusu ve yağı için
orada senenin çoğunu otlamakla geçiren hayvanlardır. Eti için yahut binmek
veya çift sürmek maksadıyla mer'ada güdülen yahut kendiliğinden mer'aya giderek
otlayan hayvan sâime değildir. Binaenaleyh o hayvana zekât lâzım gelmez. Fakat
ticâret için otlatılırsa zekât lâzımdır. Senenin yarısını, yahut yandan fazlasını
yem ve alaf ile geçiren hayvana dahi zekât lâzım değildir.
Hanbelîlere göre de:
Sâime'nin tarifi hemen hemen bu ise de, onlara göre hayvanın mer'aya sahibi
tarafından kasden götürülmesi şart değildir. Binaenaleyh hayvan kendiliğinden
senenin ekserisini kırda otla-yarak geçirse yine zekât lâzımdır.
Şâfiîlere göre :
Sâime, sahibi tarafından kendi malı olduğunu bile bile mubah olan mer'ada bütün
sene otlatılan yahut çobana güttürülen develerdir. Eu şartlardan biri
bulunmazsa hayvan sâime sayılmaz.
Mâlikîlere göre :
Zekât farz olmak için hayvanın sâime olması şart değildir.
Sığır ve manda için
hadiselerde «sâime» kaydı yoksa da onlar da deve ile koyun kıyas olunmuşlardır.
«Üç yüzden ziyâde
olursa artık her yüzde bir koyun verilecektir» {Hâresinden anlaşıldığına göre
dördüncü koyun (400) tamamlanmadan veril miyecektir. Nitekim Cumhur ulemâ'nın
mezhebi de budur. Fakat bir rivayette îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel (164—241) ile
bazı Küfe ulemâsına göre koyunların sayısı (301)'i buldu mu, dördüncü koyunu
vermek farz olur.
Hadîste, «zekât
endişesiyle ayrı hayvanlar bir yere toplanmaz; toplu olanları da ayrılmaz»
demliyor.
Toplama'nın mânâsı
şudur : Üç kişinin ayrı ayrı kırkar koyunu olsa bunların her birine bir koyun
zekât vermek îcâp eder. Eusuretlc üç koyun vermek lâzım gelirken, koyunlarım
bir yere tepiayarak hepsi bir kişinin malıymış gibi gösterirlerse zekât
memuruna bir koyun venn k-Ie zahiren vaziyeti kurtarırlar. Fakat onu aldatmış
ve fukaranın hakkını yemiş olurlar. Onun için bu hile yasak edilmiştir.
Toplu olanları ayırmak
da öyledir. Meselâ: İki kişiden her birinin müşterek bir sürüde (101)'er koyunu
olsa, mecmuu (202) koyun eder ki, bunların üç tanesini zekât olarak vermek îcâp
eder. Fakat açık gözlük eder de zekât memuru gelirken koyunlarını ayırırlarsa,
her biri bir koyun vermekle işin içinden çıkarlar. Arada fukaranın hakkından bir
koyun yemiş olurlar. Binaenaleyh toplu olanları ayırmak da yasak edilmiştir.
Îbnü'l-Esîr (544—606)
: «Bu bâbda işittiğim budur» demektedir. Hattâbî de göyle diyor : «Şâfîi,
buradaki hitabın hem zekât toplayan memura hem de mal sahibine olduğunu
söylemiş ve: Endişe de ikidir. Bir zekât malı az olacak diye zekât memurunun
endişesi; biri de malım azalacak diye mal sahibinin endişesidir. Binaenaleyh
bunların ikisine de zekât endişesiyle malın üzerinde toplama ve dağıtma gibi
bir tasarruf da bulunmamaları emrolunmuştur; demiştir.»
Malları ortak
olanların farkı biribirlerinden müsavat üzere almalarına gelince: Bu mesele de
şöyledir: Bir yerde karışık hayvan besliyen iki ortaktan birinin (40),
diğerinin (30) sığırı olsa, zekât memuru (40) sığır için üç yaşına girmiş bir
dana, (30) sığır için de iki yaşma basmış bir dana alacaktır. Fakat verilen bu
hayvanlar üzerinde her iki ortağın şayi' hisseleri vardır. Ve o mal bir kişinin
mülkü gibidir. Binaenaleyh üç yaşında danayı veren, arkadaşından onun
kıymetinin yedide üçünü alır, iki yaşındaki danayı veren de arkadaşından
dananın kıymetinin yedide dördünü alır.
«Müsavat» kaydı,
şeriklerin kâr ve zararda ortak olduklarına delâlet eder. Ulemâ : ibaresinde kelimesinin
nasıl okunacağı hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Ekseriyet bu kelimeyi (mussaddık) şeklinde
okumuşlardır. Bu takdirde aslı olup, tefa'ül babında ism-i faildir. Ve
kelimenin te' si sâd'e kalbolunmuş ; sonra iki sad biribirine idğam edilmiştir.
Bundan murâd : Mal sahibidir. Ve istisna zekât olarak verüemiyen hayvanların
sonuncusu olan tekeye aittir. Yani teke keçileri aşmak için tahsis edilmişse,
kıymetli mallardan sayılır. Mal sahibi dilerse, kıymetli malını zekât olarak
verebilir. Maamâfîh, istisna zekât olarak verilemiyen hayvanların hepsine ait
de olabilir. Ve bu hayvanların kıymetleri ortadan yukarı derecede oldukları
vakit mal sahibinin bunlardan her birini verebileceğini ifâde eder.
Bâzıları kelimeyi
(musaddık) şeklinde yani şadı, şeddesiz okumuşlardır.. Bu takdire göre mânâsı
: Zekât memuru demek olur. Ve fukaranın menfaatini tâyin hususunda içtihad
edebileceğine, onun âdeta fukaranın vekili mesabesinde olduğuna delâlet eder.
îstisna dahi zekât olamayan hayvanların hepsine aittir.
Bu izahat, koyunlarla
keçilerin muhtelif yani kimisi sağlam, kimisi sakat ve keza bâzısı keçi, bâzısı
teke olduğuna göredir. Şayet koyunların hepsi sakat, yahut keçilerin hepsi
teke olursa, içlerinden birini zekât olarak vermek kâfidir. Yalnız
Mâlikîlerden bir rivayete göre, zekât malı olabilecek gibi bir koyun satın
alınır da o verilir.
Bu hadîste, koyun,
deve, ve gümüşün zekâtları beyân edilmiştir. Sığır ile altının vesâirenin
zekâtı ilerde görülecektir.
«Gümüş sadece (190)
dirhem olursa ona zekât yoktur» ifâdesinden (191) veya (200)'e varıncaya kadar
ondan yukarıki sayılarda zekât vardır zannı hasıl olabilirse de, yersizdir.
Çünkü (190) adedi burada yüzden evvelki son ondalık olduğu için
zikredilmiştir. Mefhum-u muhalifin maksûd değildir.
Dört yaşında bir deve
vermek lâzım iken öylesi bulunmayıp, üç yaşındaki bir yavru verilse, onunla
birlikte iki koyun yahut onlar da bulunmazsa yirmi dirhem verilmesi o
hayvanların arasındaki farkı doldurmak içindir. Şâir yaşlar arasındaki farkın
ne ile ödeneceği ihtilaflıdır.
İmâm-ı Şâfü
(150—204)'ye göre fark, dört ile üç yaş arasmdakinin aynıdır. Bâzılarına göre
ziyâde veya noksana kıymet biçilir. Buna işaret eden Buhârî hadîsi ileride
gelecektir.[513]
623/483- «Muâz
ibni Cebel radıyalîahü anJvâen rivayet olunduğuna flöre. Peygamber Sallallahü
aleyhi ve seUenı, kendisini Yemen'e göndermiş ve (Yemenlilerden) her oluz
sığırda, bir yaşında erkek veya dişi bir dana; her kırkta, iki yaşında bîr dana
zekât; ve her akil bâ-llğ (gayri müslim)'den bir dinar veya onun misli muMİr[514]
kumaşı (cizye) almasını emretmiştir.»[515]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmişlerdir. Lâfız Ahmed.indir. Onu, Tir-mizî hasen bulmuş, ve vaslı
hususundaki ihtilâfa işaret eylemiştir. Ibni Hibban ile Hâkim ise sahîhlemişlerdir.
İmâm-ı Tirmizî
(200—279) bu hadîsi tahrîc ettikten sonra, şöy-3e demektedir: «Bâzıları bu
hadîsi A'meş[516]'den o da Ebu Vail'den,
da Mesruk'd&n işitmiş olarak, Peygamber (S.A.V.)'in Muâz'ı Ye-ıtîgn'e
gönderdiğini ve kendisine «şöyle şöyle zekât» almasını emir buyurduğunu
rivayet ettiler. En sahihi de budur» yani hadîsin Mesruk ta-rîkiyle Hz. Muâz
(R. A.)'dan rivayeti en sahîh bir rivayettir. Tirmizî bu hadîsin mürsel olan
rivayetini tercih etmiştir. Çünkü mevsul olan rivayetine itiraz vâkî olmuş ve:
«Mesruk Muâz (R. A.)\ görmemiştir» denilmiştir. Maamâfîh bu itiraza cevap
verilmiş ve: «Mesruk nesep iıibâriylp Hemdânİ olup, Yemen'lidir. Hz. Muaz'ın
Yemen'de bulunduğu sırada o da Yemende idi. Binaenaleyh görüşmüş olmaları
mümkündür» denilerek hadîsin muttasıl olduğuna hükmedilmiştir. Cumhur ulemânın
re'yi budur. Râvînin kendisinden hadîs rivayet ettiği zatla görüşmesi
mes'elesinde TirmizVmn de îmâm-ı Buhârî (194:—256) gibi görüşmenin yüzde yüz
tahakkukunu aradığı anlaşılıyor.
Hadîs-i şerîf sığır
için zekât vermenin farz olduğuna ve nisabının miktarına delildir ki, bu iki
husus ulemâ arasında ittifâkidir. İbni Abdül'-Berr (368—463) : «Sığırın zekâtı hakkında sünnet nıiktarın
Muaz hadîsinde beyân edilmiş miktar olduğuna ve müttefekım aleyh nisâb bu idiğine ulemâ
arasında hilaf yoktur» demiştir.
Hadîste otuzdan
aşağısı için zekât olmadığına da delâlet vardır. Burada yalnız Zührî (—124)
muhalefet etmiş ve: «deveye kıyâsen her beş baş sığır için bir koyun zekât
verilir» demiştir. Fakat nisap kıyasla sabit olamaz. Çünkü ger'î bir miktardır.
Bir de:«sığırın otuzdan aşağısına bir şey yoktur.»hadîsi buna muhaliftir.
Bu hadîs, her ne kadar
meçhulü'Hsnad da olsa, Muâz hadîsinin mefhûm-u muhalifi onu te'yid etmektedir.
Bu sebeple Cumhur ulemâ Zührî'mn re'ymi kabul etmemişlerdir.[517]
624/484- «Amr
İbni Şuayb'tan, o da babasından,o da dedpsinden (radıyallahü anhüm) işitmiş
olarak rivayet edilmişti. Demiştir ki: Resûlüllah SdllaJlahü aleyhi ve sellem :
— Müslümanların
zekâtları su başlarında alınır; buyurdular».[518]
Bu hadîsi, İmâm-ı
Ahmed rivayet etmiştir. Ebu Davud'un rivayetinde dahi : «Müslümanların
zekâtları evlerinden başka bir yerde alınmaz» buyrulmuştur.
Ebu Dâvud (202—275)'un
rivayeti de Amr ibni Şuayb'tandır. Nesâî (215—303) ile Ebu Davud'un yine Hz. Amr
ibni Şuayb'dan rivâyet ettikleri bir hadîste :
«Celeb[519]
yok, ceneb[520] yok; zekâtları da yalnız
evlerinde alınır» buyurulmustur. Yani zekât olarak ayrılan hayvanlar zekât
memurunun ayağına götürülmeyecek; uzaklara memur aramaya gidilmeyecek, bilâkis
zekât memuru mal sahibinin ayağına gelecektir. Bu bâbdaki hadîsler hep bu
mânâya delâlet etmektedirler. îrnâm-ı Ahmed'in rivayeti yalnız hayvanlara
mahsus ise de Ebu Davud'un ki her türlü zekâta âmm ve şâmildir. Yine Ebu Dâvud,
Câbir ibni Atîk'den merfu* olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Size efkârlı bir
kafile gelecek. Bunlar sîze geldimi, hemen kendilerine hoş-beş edin. Ve
diledikleri şeylerle kendilerini başbaşa bırakın. Eğer adalet gösteririerse,
kendilerinedir. Zuim ederlerse onun da cezasını kendileri çekerler. Siz onları
razı edin. Zîrâ zekâtınızın tamamı onların rızâsı ile olur.»
Bu hadîs dahi, zekât
tahsildarlarının mal sahiplerine geleceklerine, tahsildarlar mal sahiplerine
zulüm bile etseler mal sahiplerinin onları razı etmeleri lüzumuna delâlet
ediyor, tmâm-ı Ahmed İbni Haribel Hz. Enes ibni Mâlik (R. A.)'dan şu hadîsi rivayet
eder :
«Enes demiştir kî:
Ben-i Temîm kabilesinden bir adam geldi ve: Yâ Resûlâllah : Ben zekâtımı senin
memuruna verdiğim vakit, Allah'a ve Resulüne karşı ondan beriyim değil
mi? dedi. Resûlültah Sattdltahü aleyhi
ve sellem
— Evet, ecri de senindir.
Ancak onu değiştiren mes'Uİdur; buyurdular.»
îmâm-ı Müslim
(204—261)'in Hz. Câbir (R. A.)1 dan merfû'an tah-, rîc ettiği bir hadîs-i
şerifte de; Çölde yaşıyan araplardan bir cemaatın Resûlüllah (S.A.V.)e gelerek : «Zekât tahsildarlarından bâzıları bize gelip
zulüm ediyorlar» diye şikâyet ettikleri, Hz. Peygamber (S.A.V.)'în onlara:
«Zekât memurunuzu razı edin.» buyurduğu
zikrediliyor. Yalnız Sahîh-i Buhârî'de :
«Borcundan fazlasını
istiyen memura, mal sahibi fazla bir şey vermez» deniliyor. Binaenaleyh bu son
hadîste yukarıdakiler arasında muâraza olduğu meydana çıkıyorsa da hadîslerin
araları bulunur. Ve : «Fazla istese de, vermek îcâp eden hadîsler, zekât
tahsildarının te'vil etmek suretiyle isteğine hamlolunur. Bu suretde tahsildar
her ne kadar mal sahibinin nazarında zâlim de olsa, onun istediğini vermekle
memurdur. Buhârî'de (fazlayı vermez) denilmesi zekât memurunun hiçbir te'vil
yapmadan istediği zamana mahsustur.» denilir.[521]
625/485- «Ebu
Hüreyre radtyallahü anft'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah
SdllaUahü aleyhi ve selîem:
— Müslümana kölesi ile
atı için zekât yoktur; buyurdular.»[522]
Bu hadîsi, Buhârî
rivayet etmiştir.
Müslim'in rivayetinde
: «köleden dolayı sadaka-i fıtırdan başka sadaka yoktur» buyrulmuştur.
Müslim'in rivayeti de
Ebu Hüreyre (R. A./dandır.
Hadîs-i şerîf,
kölelerle atlar için zekât verilmeyeceğine delildir ki, bu bâbda icmâ-î ümmet
dahi vardır. Ancak bu icmâ' hizmet için alman kölelerle, binmek için beslenen
atlar hakkındadır. Mer'a ile beslenen damızlık atlar için Hanefîlerden îmâm-ı
Âzam ve Züfer'e göre zekât Verilir.Delilileri :
«Mer'a ile beslenen
her at için bir dinar, yahut on dirhem verilir»hadîsidir.
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
(306—385) ile Beyhakî (384—458) tahrîc etmişlerse de zayıf bulmuşlardır. Bâzıları
bu hadîs zayıf olduğu için «at'a zekât yoktur» diyen sahih hadîse muâaraza
edemez de-mişlerse de mes'ele halife Mervan zamanında mevzubahis edilmiş;
Mervan onu halletmek için sahâbe-i kiram ile müşaverede bulunmuştur. Bu
müşavere neticesinde Ebu Hüreyre (R.A.) «Bir kimseye kölesi İle ati İçin zekât
yoktur» hadîsini rivayet etmiş. Fakat Marvan orada bulunan Zeyd ibni Sabit (R.
A.)'a dönerek: «Ne dersin yâ Ebâ Sâ-id?» demiş. Bunun üzerine Hz. Ebu
Hüreyre'nin canı sıkılmış ve: «Şaşarım Mervan'a! Ben kendisine Resûliillah
(S.A.V.)'in hadîsini rivayet ediyorum. O: ne dersin Yâ Ebu Saîd diyor.»
tarzında söylenmiş. Zeyd İse: «Resûlüllah (S.A.V.) doğru söylemiştir. Fakat O,
at deyince gazinin atını kasdetmiştir Afi üretmek isfiyen tüccara elbet o at
için zekât lâzımdır.» demiş. Mervan : «Ne kadar ne verecek » deyince: «Her at
için bir dinar, yahut on dirhem» cevabını vermiştir.
Zahirîlere göre
ticâret için dahi olsa, ata zekât yoktur. Bunlara : «Ticâret malından zekât
vermek bilicmâ' farzdır.» diye cevap verilmiştir.[523]
626/486- «Behz
b. Hakim[524] radıyallahü anhüma'âan,
o da babasından, o da dedesinden işitmiş olarak rivayet olunmuştur. Demiştir
ki: Resûlüllah Sattallahü aleyhi ve sellem :
— Her otlamakla
beslenen devenin kırkında, bir adet iki yaşını bitirmiş deve yavrusu verilir,
(ortak) Develer, he- sabi kesilerek ayrılmazlar. Kim bu yavruyu sevap kas-diyle
verirse ecri kendisinindir. Kim vermezse, biz hem onu, hem de malının bir
kısmını Rabbimizin ciddîbir hakkı olarak çatır çatır alırız. Âl-i Muhammed
için ondan hiç bir şey helâl değildir» buyurdular.[525]
Bu hadîsi İmâm-ı
Ahmed, Ebu Davûd ve Nesâî rivayet etmiş; Hâkim sahîhlemiş; Şafiî ise onunla
amel etmeyi sübut bulmasına talik eylemiştir.
Babımızın Enes (R.
A./dan rivayet olunan ikinci hadîsinde deve sayısı (36) oldumu tâ kirkbeşe
kadar bunların zekâtının bir bint-i lebûn (iki yaşını bitirmiş yavru) olduğunu
görmüştük. Aynı hadîsten develer kırk olduğu zaman dahi bir bint-i lebûn
verileceğini anlamak pek âlâ mümkündür. Maamâfîh buradaki hadîsin mefhum adedi,
onu delil kabul edenlerce bile itibardan sakıttır. Çünkü Enes hadîsi mantûktur.[526]
Mantûkun karşısında mefhum'a[527]
itibâr yoktur.
İmâm-ı Şafiî
(150—204): «Bu hadîsi, ilm-i hadîsin ehli olanlar sabit görüyorlar. Sabit olsa
biz de onunla amel ederdik» demişür. îbni Hibban (—354) hadîsimizin râvîsi Behz
hakkında : «Çok hatâ eder, eğer bu hadîs olmasaydı, ben kendisini mûtemed
ravîler arasına alacaktım. Bu zât, hakkında Allah'a istihare ettiğim kimselerdendir» diyor.
Hadîs-i şerif, hükümet
reisinin zekâtı vermiyenlerden onu zorla alabileceğine delildir. Nitekim bu
bâbda Hz. Ebu Bekir ile ashâb-ı kirâm'ın zekât vermiyenlerle mukâtele
etmelerine bakarak icmâ' olduğu da rivâyet edilir. Böyle zorla alınan malın
zekât yerine geçeceği, sahibinin zekât için niyeti olmasa bile hükümet reisinin
niyeti bu bâbda kâfi geleceği, yalnız mal sahibi sevaptan mahrum kalacağı
dahi, hadîsin delâlet ettiği ahkâmdandır.
Zekâtını kendi
arzusuyla vermiyenden zekâtı cebren alındıktan maada malının bir kısmının da
alınması ceza içindir. Maamâfîh bu ziyâdenin mensuh olduğunu iddia edenler
bulunduğu gibi, hadîste geçen «şatr» kelimesinin masdar değil, meçhul bir
fiil-i mâzî olduğunu söyleyenler de vardır. Bunlardan biri de musannif
merhumdur, ve şöyle demektedir: «Behz, hadîsinde mal ile ceza verilebileceğine
bir delil yoktur. Zîrâ : rivayeti şm'm zammı ile okunacak meçhul bir fiil-i
mâzîdir. Yani o kimsenin malı ikiye, bölünür. Zekât tahsildarı muhayyer
bırakılır. O da zekâtım vermediğine bir ceza olsun dîye, zekâtı iki parçanın en
iyisinden alır.» «En-Nihaye» de şöyle der: Harbî dedi ki: râvi rivayetin
lâfzında hatâ etmiştir. Rivayet Yan', malı İkiye bölünür... ilâh... dır». Fakat
bâzılarına göre hadîsin bu rivayeti dahi mal cezasına delâlet etmektedir.
Çünkü zekât, malın en iyisinden değil, ortasından alınır. Burada iki parçanın
en iyisinden alması, sahibine ceza içindir. Hattâ îmâm-t Nevevl (631— 676):
«Bu hadîs mal cezasına delâlet etmez» diyenlere şu yolda cevap vermiştir :
«Madem ki zekât tahsildarı muhayyerdir; iki parçanın en iyisinden alacaktır. O
halde farz olandan ziyâde aldı demektir. Bu ise, mal cezasıdır». Zaten, «Bu
hadîste mal cezası verilebileceğine delîl yoktur» diyen musannif merhum bile
aynı dâvayı ispata çalışırken «zekâtını vermediğine bir ceza olsun diye»
tâbirini kullanmak suretile bunun zımnen bir mâlî ceza olduğunu itiraf etmiştir.
«Âl-i Muhammed için ondan hiçbir şey helâl değildir»'ifâdesi hakkında söz
ilerde gelecektir.[528]
627/487- «Ali
radıyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüliah SaUaUahü aleyhi
ve seUem :
— İki yüz dirhemin
olur da üzerinden sene geçerse bunlar için beş dirhem (zekât) vardır. Yirmi
dinarın olup da üzerinden sene geçmedikçe (altından) sana hiç birşey vermek
lâzım gelmez. Bu miktarda ise, yarım dinar vermek İcâp eder. Artık daha
ziyâdesi bu hesaba göredir. Üzerinden sene geçmedikçe hiç bir mala zekât
yoktur.» buyurmuşlardır.[529]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Hadîs, hasendir. Merfu olup olmadığında ihtilâf edilmiştir.
Tirmizî'nin İbni Ömer
(R. A./dan tahrîc ettiği bir rivayette : «Bir kimse bir mal elde ederse,
üzerinden sene geçmedikçe O mala zekât yoktur» buyrulmuştur. Bu hadîsin mevkuf
olması tercih edilmiştir.
Yukardaki Hz. Alî (R.
A.) hadîsini îmâm-ı Ahmed ibni Hanbeî ile Nesâî de rivayet etmişlerdir. Hadîs
Hz. Ali (R. A./dan iki tarîk ile rivayet olunmuştur. Bunlardan biri Âsim b.
Zamre, diğeri El -Eârisû'l-Aver tarîkidir. İmâm-t Buhâri (194—256) bunlar
hakkında : «Bence ikisi de sahihtir» der. Ebu Dâvud (202—275) bu hadîsi
Eî-Hârisü'l-Aver'den merfu' olarak rivayet etmiştir. Yalnız bu rivâyette Kaydı
yoktur. Bu kayıt için Ebu Dâvud «Bunu Ali mi söylüyor; yoksa Peygamber
(S.A.V.)'e mi ref ediyor;bilmiyorum» demektedir. Yine bu rivayette : kaydı da
vardır. Böylece Ebu Dâvud bu hadîsin bütününün merfu' olup olmadığında ihtilâf
bulunduğunu ifâde etmiştir. Musannif dahi «Et-Telhis* de onun malûl olduğuna
tenbih etmiş ve illetini de göstermiştir. Lâkin Dâre Kutnî (306—385) hadîs'in
son. cümlesini İbnî Ömer (R.A.)'âan merfu' olarak tahrîc etmiştir ki; lâfzı
şudur : «Üze rinden sene geçmedikçe bir
kimsenin malında zekât yoktur.» Yine Dâre Kııtni, Hz. Âîşe (R. Anha)'dsn.
merfu' olarak şu rivayeti tahrîc etmiştir:
«Üzerinden sene
geçmedikçe malda zekât yoktur.» Aynı hadîsin Hz. Âİşe (R. Anha)'dajı başka
tarîkleri de yardır.
Hadîs-i şerîf gümüşün
nisabının ikiyüz dirhem, altının ise yirmi dinar olduğuna delildir. Bu cihet
ittifakı ise de ulemâ dirhemin miktarında ihtilâf etmişlerdir. Çünkü Hz.
Rcsûlüllah (S.A.V.) devrinde üç çeşit dirhem kullanılmıştır. Bunlardan birinci
nevî : On dirhem; on miskal ağırlığında olanıdır. Yani bir dirhem bir miskal
ağırlığındadır. İkinci nevî: On mirhemi altı miskal ağırlığında olandır. Üçüncü
nevî: On dirhemi beş miskal ağırlığındadır. Miskal ise: Hicaz Örfüne göre yirmi
kırat ağırlığındaki tartıdır. Bir kırat beş arpa tanesi ağırlığı olduğuna göre,
bir miskal yüz arpa ağırlığıdır.
[530]
Görülüyor İd birinci
nevi dirhemle, üçüncü nevi arasında yarı yarıya fark vardır. Bu sebebledir ki:
Hz. Ömer (R. A.) haraç denilen arazi vergisini birinci nev'i dirhem üzerinden
almak isteyince mükellefler bunu ağır bularak hafifletilmesini rica
etmişlerdi. Hz. Ömer (R. A.) da zamanının hesap âlimlerini toplayarak bu dirhem
işini yoluna koydu. Ve üç nev'i miskal adedini toplatarak üçe bölünce yedi
miskal ağırlığındaki on dirhemlik meydana geldi. Artık o gün bugün yalnız bu
dirheme itibar olundu. Vezin itibarıyla dinar ile miskal arasında fark yoktur.
îkisİ de yüz arpa ağırlığı tartılardır. Ve biribirinin müteradifidirler. Ancak
Kemal ibni Hümam «Fethü'l-Kadîr-» de[531]
miskal için ölçülen miktar demiş, dinarın ise aynı miktardaki altın olduğunu
beyân etmiştir.
Semerkand ulemâsına
göre, miskal 96 arpa ağırlığında gelirse de îtibar Hicaz'ın miskaîinedir.
«Bugünün tartıları ile : Bir dirhem = 3,207 gram; miskal = 4,81 gram; Kırat =
0,2004 gram; batman = 7,697 kilo gram; okka = 1,282 kilogramdır.
Uzunluk ölçülerinden :
Merhale = 45480 metre; fersah = 5685 metre; kulaç = 1,89 metre; arşın = 0,68
metre; endaze = 0,65 metredir».
Hadîs-i şerîf 200
dirhem gümüşün zekâtını, onda birin dörtte biri olarak göstermektedir ki, icmâ'
da budur. «Artık daha ziyâdesi bu hesaba göredir» ifâdesinden maksad: Ziyâdenin
de onda birinin, dörtte biri zekât olarak alınır demektir. Nitekim
Hanefîlerden I mâ m ey n denilen Ebu Yusuf'la, Muhammedi'm, ve mezhep imamlarından
Şafiî'nin kavli bu olduğu gibi, Hz. Ali ile İbni Ömer (R. Anhüm') ün mezhebi de
budur. Bu zevat, ilerde gelecek Câbir (R. A.) hadîsindeki:
«Beş okiyyeden daha az gü-müş için zekât
yoktur» ifâdesini herhalde yalnız bu miktar bulumursa mânâsına almışîardrr.
Yoksa yanında altun veya gümüşten nisap miktarı bulunursa, bunun da ona
katılacağında müttefiktir-ler.
Hadîsin, «yirmi
dinarın olup da, üzerinden sene geçme-di'îca (altından dofeyı) sana bir şey vermek
lâzım gelmez.» cümlesi, altunun nisabını bildirmektedir. Eu miktar al t una
yarım dinar zekât verileceğine göre hesap yine onda birinin dörtte biri demektir.
Bu hadîs, madrup paralarla, külçe halinde bulunan altun ve gümüşlerin hepsine
ânım ve şâmildir. Dâre Kutnî (306—385)'nin Ebu Saîd (R.A.)'dan tahrîc ettiği
bir hadîste şöyle buyruluyor :
okiyyeyi bulmadıkça
gümüşlere zekât helâl değildir.» Yine Dâre Kutnî Hz. Câbir (R. A./dan merfu'
olarak şu
hadîsi tahrîc etmiştir :
«Gümüşün beş okiyyeden
azında zekât yoktur.»
Altun hakkında ise,
yalnız sadedinde bulunduğumuz Hz. Ali (R. A.) hadîsi vardır. Bu hususta îmâm-ı
Şafiî (150—204) şöyle demiştir: «Resûliiflah Sallallahü aleyhi ve seîlem, gümüş
için bir zekât takdir buyurmuş; bunun üzerine müslümanlar altundan da zekât
almaya başlamışlardır. Bu, ya bize ulaşmıyan bir haberle, yahut kıyasla
olmuştur.» İbni AbdiVl-Berr (368—463): «Altun hakkında haber-i vâhid rivayet
eden mutemet râviler tarafından Peygamber (S.A.V.J'den hiç bir şey naklolunnaamıştir»
demiş ve Ebu Dâvud {202—275) ile Dâre KutnVnin tahrîc ettikleri buradaki hadîsi
zikretmiştir. Lâkin:
[532]Altün ile gümüşü biriktirerek onları Allah yolunda
harcamayanlar.»
âyet-i kerîmesi
altında da Allah'ın hakkı yani zekât olduğuna tenbîh buyurduğu gibi, Buharı
(194—256), Ebu Dâvud, İbnii'l-Münzir, İlmi Ebi Hatim (247—327) ve İbni
Merduyc'nm Hz. Ebu Hüreyre (R. A.) dan tahrîc ettikleri şu hadîs de altından
zekât verileceğine delâlet eder :
Peygamber (S.A.V.) :
— Haklarını ödemediği
altunla gümüşü olan hiç bir kimse yoktur ki, bu mallar kıyamet gününde tabaklar
haline getirilerek o kimse dağlanmasın; buyurdular». Bittâbî altun ve gümüşün
hakkı zekâtı demektir. Bu bâbda daha birçok hadîsler vardır. Bunlar
birbirlerini takviye ederler.
Bâzılarına göre zekât,
farz olabilmek için altunla gümüşün halis olmaları şart ise de muteber olan
kavle göre, karışık olan altunla gümüşte hüküm eksere göredir. Meselâ : Bakır
ile karışık altunun bakırı daha çoksa, o maden bakır hükmünde; altunu daha
çoksa altun hükmündedir. Başka mâdenle karışık bulunan altın ve gümüş o mâdene
müsavi olursa mes'ele ihtilaflıdır.
Bâzılarına göre
ihtiyaten zekât vermek îcâp eder. Diğer bazılarınca zekât îâzım değildir.
Hattâ «bu takdirde (2,5) dirhem zekât verilir.» diyenler bile olmuştur.
Hububata gelince : Beş
vesk'ten[533] fazlasına zekât lâzım
geldiğine İcmâ'-ı ümmet vâki olduğunu İmâm-% Nevevî (630—676) «.Müslim»
şerhinde beyân etmiştir. İlerde gelecek Ebu Saîd hadîsi beş veskten az olan
hurma ve hububata zekât olmadığım ifâde ederse de, bu hadîs te'vil edilmiş ve :
«Bu az miktarda yalnız başına olursa zekât yoktur; beş vesk'e munzam olursa
vardır» denilmiştir ki, bu te'vil de altın ve gümüş hakkındaki Hz. Alî ile İbni
Ömer (R. Anhüm)'ün mezhebini takviye eder.
Hadîs-i şerîf
üzerinden sene geçmedikçe mala zekât olmadığına da delâlet ediyor ki, cumhur
ulemâ'mn kavli de budur. Ashâb-ı kirâm'dan ve tabiîn hazâratmdan bâzıları ile
Dâvud-u Zahiri*ye göre sene geçmek şart değildir. Bunlar «Hâlis gümüşte onda
birin dörtte birini vermek lâzımdır» hadîsinin mutlak olmasıyla istidlal
ederlerse de kendilerine : «Bu hadîs sadedinde bulunduğumuz hadîsle
mukayyettir» diye cevap verilmiştir.
Vâkıâ Tirmizî'nin
merfu' olarak rivayet ettiği, kısım hakkında : «Mevkuf olması müraccahtir»
denilmişse de, bu bâbda içtihada mesağ olmadığından, rivayet yine de merfu'
hükmündedir.
Hulefâ-î Râşîdîn
hazâratmdan rivayet edilen sahîh eserler dahi bunu te'yid etmektedir.
Binaenaleyh bir malın üzerinden sene geçti mi, efdâl olan hemen zekâtını
vermektir. Filvaki lmâm-ı Şafiî ile Buhârî Hz. Âişe (R. Anha)'da.n merfu'
olarak şu hadîsi tahrîc etmişlerdir : JÂI
V|[M VU "lî'oLlI oülili
» «Eğer bir mala sadaka karışırsa, onu helak eder.»
Bu hadîs hakkında İbni
Teymiyye (661—728) «El- Münteka» adlı eserinde: «Bununla zekâtın ayn'a (eşyaya)
taallûk ettiğine kail olanlar istidlal etmişlerdir» demektedir.[534]
629/488- «Alî
radıyatlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: — Koşulan sığırlara zekât
yoktur.»[535]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Dâre Kutnî rivayet etmişlerdir. Müreccah olan bunun dahi mevkuf olmasıdır.
Beyhakî (384—458) :
«Bu hadîsi Nüfeylî Züheyr'den. merfu' veya mevkuf olduğu şüpheli olarak
rivayet etmiş» demişse de, musannif aynı hadîsi şu lâfızlarla rivayet
etmiştir:
«Koşulan sığırlar için
bir şey yoktur.»
Yine bu hadîsi
Musannif kitabımızdaki lafzıyla İbnî Abbas (R.A.) dan rivayet etmiş ve onu Dâre
Kutnî'nin tahrîc ettiğini söylemiştir. Fakat bu rivayetinde metruk bir râvî
vardır. Dâre Kutnî (306—385) onu Hz. AIİ ve Câbir (R. Anhüma)'da.n da rivayet
etmiştir.Yalnız lâfzı şöyledir : «Çift süren sığrrlar İçin sadaka yoktur.» Beyhakî bunun isnadını zayıf bulmuştur.
Hadîs-i şerîf, koşulan
sığırlar için zekât verilmiyeceğine delîldir. Hadîsin zahiri mutlak olduğundan,
mer'ada otlamakla geçinen sığırlarla, evde yem ve a'Iâf ile beslenenlerin
hepsine şâmil görünüyorsa da, koyun ve develerin yalnız otlamakla
beslenenlerinden zekât alınacağı hadîslerde beyân olunmuş; sığırların hükmü de
onlara kıyasla anlaşılmıştır.[536]
630/489- «Amr
ibnî Şuayb'dan, o da babasından, o da dedesi Abdullah îbnî Amr'dan
(radıyattahü anhüm) işittiğine göre Resûlüllah SaTlaUahü aleyhi ve sellem :
— Her kim malı olan
bîr yetime velî olursa, onun için ticâret yapsın. O malı sadakanın yemesine
meydan Vermesin; buyurdular.»[537]
Bu hadîsi, Ttrmizî ile
Dâre Kufnî rivayet etmişlerdir. îsnadı zayıftır. Hadîsin Şafiî nezdinde mürsel
bir şahidi de vardır.
isnadının zayıf
olmasına sebep : Tirmizî'nm rivayetinde râviler arasında El - Müsrnna b.
Es'Sabbah'm, Dâre KutnVnm rivayetinde de, Mündel b. Ali'nin bulunmasıdır. Bu
zâtların ikisi de zayıfdjr. Bundan maada Dâre Kutnı'nin rivayetinde El-Azremî
de vardır ki, metruktür. Ancak Amr hadîsi'nin mürsel olan, bir şahidini îmâm-
Şafiî (150—204)
rivayet etmiştir. Bu hadîsin lâfzı şudur:
«Yetimlerin maMan hakkında
onları zekâtın yememesini isteyin.»
Bu hadîsi, Hz. Şafiî,
îbni Güreye rivayetinden mürsel olarak tahrîc etmiş ve onu te'kid eylemiştir.
Zîrâ mutlak surette zekâtı icâp eden hadîsler sahîh olup, âmdırlar. Amr ibni
Şuayb hadîsinin bir misli de Hz. Enes, ibni Ömer ve Ali (R. A ./dan mevkuf
olarak rivayet olunmuşdur.
Dâre Kutnî Ebu Râfî'
(R. A./dan şu hadîsi tahrîc etmiştir : «Demiştir ki : Ebu Râfi' oğullarının
Hz. Ali nezdinde malları vardı. Ali bu malları kendilerine verdiği zaman,
onları azalmış buldular. Bir de onları zekâtları ile beraber hesap edince
baktılar kî mallar tamdır. Bunun üzerine Ali'ye geldiler. A'i onlara : «Sîz
benim yanımda zekâtını vermiyeceğîm mal olacağını mı zannederdiniz? dedi.»
lmâm-ı Mâlik
(93—179)'in «El-Muvatta?, da Hz. Âişe (R.Anha) dan tahrîc ettiği bir hadîste,
Hz. Âişe (R. Anfta/nın baktığı yetimlerin zekâtlarını verirdiği
zikredilmektedir. Bütün bu hadîsler sabinin malından zekât verileceğini
gösteriyor. Yalnız sabi henüz malından tasarruf edemediği için, zekâtım onun malından
velisi verir. Cumhur ulemâ'nın re'yi budur.
İbni Mes'ûd
(R.A.)'(lan bir rivayete göre, sabinin çocukluk zamanındaki zekâtını kendisi,
âkil baliğ olduktan sonra verir. İbnî Abbas (B. A.) ile ulemâdan bâzılarına
göre, sabinin malından yalnız öşür verilir. Şâir zekâtlar verilmez. Hanefîlere
göre de sabinin malından zekât vez'ilmez. Yalnız mehr ve nafaka gibi kul
hakları ile öşür ve sadaka-i fıtr verilir. Çünkü bunlarda nafaka mânâsı vardır.
Bu sebeple kul hakkı hükmündedirler .Zekât ise mahz-ı ibâdettir. Sabilerle
deliler böyle hâlis ibâdetlerle mükellef değillerdir.[538]
631/490- «Abdullah
ibni Ebi Evfâ radıyallahit anhüma'âan rivayet edilmiştir. DemişîîrJti:
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, kendisine bir kavm zekâtlarını
getirdiği zaman :
— Allah'ım bunlara
salât eyle; derdi.»[539]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Resû!-ü Ekrem (S.A.V.)
efendimiz bu duayı Teâlâ hazretlerinin :
«Onlarm mallarından. kendilerini temiz pak edeceğin
bir sadaka al[540]...» âyet-i kerîmesine
imtisâlen yapmıştır. Zîrâ bu âyet-i kerîmenin devamında «onlara salât da eyle»
buyruluyor.
Hz. Fahr-i Kâinat
(S.A.V.) de emri aynı lâfızla îfa etmiş ve:
«Yâ Râb, fülân oğullarına salât eyle» demiştir. Bâzı rivayetlerde onlara
bereket duasında bulunduğu zikrolunur. Nitekim Nesâî'nin tahrîc ettiği bir
hadîste, ResûlülJah (S.A.V.)'in zekâtını
gönderen bir adam hakkında: «Yâ Rabbi buna ve ehline bereket ver» buyurduğu
zikrolunuyor. Zahirilerden bâzıları bunun îmâmü'I-Müslîmine vacip olduğuna
kaildirler. Onlar vücûbu âyetten çıkarmak isterlerse de kendilerine cevaben:
«vacip olsa, Hz. Peygamber (S.A.V.) onu zekât tahsildarlarına öğretirdi.
Öğrettiği nakl ve rivayet edilmediğine göre, buradaki emir Resûlüllah
(S.A.V.)'e mahsus olduğuna hamledilir» denilir. Bu hadîsle bâzıları
Peygamberlerden başkasına da Salât-ü selâm edilebileceğine de istidlal
ederler. Fakat tmâm-ı Mâlik bunu mekruh addetmiştir. Hattâbî (319—388) der ki:
«Salât, aslen duâ demektir. Ancak kendisine duâ edilen şahsa göre değişir.
Meselâ: Peygamber (S.A.V.)'in ümmetine salâtı, onlara afv-ı mağfiret duâ
etmesidir. Ümmetinin ona salâtı, onun Allahü Zülcelâl'e daha yakın olmasına
duadır. Binaenaleyh başkasına bu duayı yapmak lâyık değildir».[541]
632/491- «Ali radıydllahü anhJden rivayet edildiğine göre, Abbas radıyaUahü
anh, Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem'e, zekâtını farz olmazdan önce verip
veremîyeceğini sormuş; Resûlüllah Saîlalldhü aleyhi ve seîlem, kendisine bu
hususta ruhsat vermiştir.»[542]
Bu hadîsi Tirmîzî ile
Hâkim rivayet etmişlerdir.
Aynı hadîsi, Eshâb-i
Sünen, lmâm-ı Ahmed ibni Haribel ve Bey-haki de rivayet etmişlerdir, lmâm-ı
Tirmizi (200—279) : «Bu bâbda İbni Abbas'dan da rivayet vardır.» dedikten sonra
şu malûmatı veriyor: «Ehî-i ilim zekât farz olmazdan Önce verilebilir mi,
verilemez mi meselesinde ihtilâf etmişlerdir. Ulemâdan bâzıları
verilemiyeceğine kaildirler ki, Süfyan'm mezhebi budur. Ekser ulemâ ise: zekâtı
farz olmazdan önce vermek caizdir; derler.»
Beyhdfâ diyor ki :
«Şafiî : Peygamber (S.A.V.)'in farz olmazdan önce Abbas'm zekâtını ödünç olarak
aldığı rivayet olunuyor. Fakat bu, sâbitmi'dir, değil mi'dir, bilmiyorum;
dedi». Yine BeyhaM ŞâfiVnia bu sözü ile Hz. Ali (R. A.) hadîsini kasdettiğini
söylüyor. BuhtûrVma. Hz. Ali (R. A J'dan tahrîc ettiği şu hadîs de babımızın
hadîsini takviye etmektedir :
Resûlüllah SallaUahü
aleyhi ve seUem ;
— Gerçekten
ihtiyacımız oldu da, Abbas'dan iki senenin zekâtını peşin aldık; buyurdular».
Bu hadîsin râvileri sıkadır. Yalnız münkatı'dır.
Hadîs-i şerif çeşitli
tarîklerden muhtelif lâfızlarla rivayet olunmuştur. Bunların hepsi Peygamber
(S.A.V.)'in Abbas (R.A.)'dan iki senelik zekâtını peşinen aldığına delâlet
ederler. Yalnız bunu zekât olarak mı, peşin aldı, yoksa ödünç mü aldı? Bu bâbda
rivayetler muhteliftir. İhtimal her ikisi de birden vâki olmuştur.
Bu hadîs, zekâtı farz
olmadan vermenin caiz olduğuna delildir. Ve ekser ulemânın kavli de budur.
Lâkin bunu yalnız mal sahibine mahsus görüyorlar. Vasi, veya velînin peşin
zekât vermeye hakkı yoktur.
îmâm-ı Mâlik (93—179)
farz olmazdan Önce mutlak surette zekât verilemiyecegine kaildir. Verilemez
diyenlerin delîli :
«Sene geçmedikçe zekât
yoktur» hadîsidir. Nitekim şimdiye kadar görülen hadîsler de aynı mânâya delâlet
ederler. Verilemez diyenlere cevaben : «Evet üzerinden sene geçmedikçe bir
malda zekât farz olmaz. Fakat bu onun peşinen verilmesine mâni değildir»
denilmiştir. Bu zevat zekâtı namaza kıyas ederek: «Vaktinden evvel bir namazı
kılmak nasıl caiz değilse, vakti gelmeden zekâtı vermek de öyledir.» demişlerse
de buna da : «Nassm karşısında kıyasa îtibâr yoktur» diye cevap verilmiştir.[543]
633/492- «Câbîr
radıyallahü anh'âen Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve seTtem'den işitmiş olarak
rivayet edilmiştir kî. Peygamber SalUü-Jahü aleyhi ve seJlem :
— Gümüşün beş
okiyyeden aşağısında zekât yokturv Devenin beş baştan aşağısına zekât yoktur.
Yemişin de beş veskden aşağısında zekât yoktur; buyurmuşlardır.»[544]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir. Müslim'in Ebu Saîd (R. A.)'âan olan rivayetinde : «Hurma ile
hububatın beş veskden aşağısında zekât yoktur» buyrulmuştur. Ebu Saîd
hadîsinin aslı müt-tefekun aleyh'dir.
Bu hadîs-i şerîf
şimdiye kadar mefhum adet şeklinde görülen bâzı nisabları mantûka çevirmektir.
Zâten devenin nisabının beş, gümüşün ikiyüz dirhem olduğunu yukarıda
görmüştük. İkiyüz dirhem, beş-okiyye demektir. Yenilen şeylerin nisabı hakkında
mantûk olarak bir şey geçmemiştir. Hüküm buradaki mefhum adetten anlaşılıyor.
Zîrâ «beş veskden daha aşağısında zekât yoktur» buyrulduğuna göre beş veskde
zekât olacağı mefhum nefîden anlaşılıyor. Hurma hakkında ise mefhum veya mantûk
hiç bir şey geçmemiştir. îşte buradaki Ebu Saîd hadîsinden onun da hükmü
anlaşılıyor.
Evsâk : Vesk'in
cem'idir. Bir. vesk : 60 sa'dır. Bir sa' da dört müd'dür. Şu halde beş vesk :
Ügyüz sa' eder. Müd hakkında Davudi şöyle diyor : «Bunun değişmiyen ölçüsü,
avuçları pek büyük veya pek küçük olmayan bir adam avucuyla dört avuçtur».
«Kâmusiy sahibi bu sözü hikâye ettikten sonra : «Ben bunu tecrübe ettim ve
sahîh buldum» diyor.
Hadîs-i şerîf, gümüş,
deve, hurma ve meyvalar beyân edilen miktarı bulmadıkça Allah'dan kullarına
bir lütf-ü kerem ve bir tahfif olmak üzere onlardan zekât alınmayacağına
delildir. Gümüş ile deve hakkında mes'ele ittif âkîdir.
Meyvalar hakkında ise
aşağıdaki hadîsin muarazası sebebi ile ihtilâf olunmuştur.[545]
635/493- «Salim
b. Abdullah'tan,[546] o da babası (İbnî Ömer) radıyallahii
anhüma'dan, o da Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem'den işitmiş olarak
rivayet edilmiştir ki; Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Semânın ve derelerin
suladığı yahut kökleri suyu bulan (mahsulât) da öşür vardır. Âletlerle
sulananlarda öşrün yarısı vardır; buyurmuşlardır.»[547]
Ebu Davud'un (yine
Sâlim'den) rivayetinde : «Kökleri suyu bulan» yerine «kökleri ile suyu emen
hurmada öşür; hayvanla veya başka bir âletle sulananlarda öşrün yarısı vardır»
buyrulmuştur.
Hattâ (319—388)'nin
beyânına göre damarları ve kökleri ile suyu içen nebattır. Kökleri suyu bulduğu
için böyle yeryüzüne yakın su üzerine dikilen nebatlara bu isim verilmiştir.
Öşür : Onda bir
demektir. Araziden çıkan mahsulün zekâtı budur.
Nadh : Aslında suyu
serpmektir. Burada mecazen suyu serpmeye âlet ve vasıta olan deve, sığır ve
insana ıtlak olunmuştur.
Ba'l yahut beul :
Sulanmadan yetişen hurma, ağaç vesâir nebatlar yahut sadece semadan yağan
sularla ıslanan hurmalardır.
Sevânî : Saniyenin
cem'idir. Su taşıyan hayvan ve insanlardır. Nadh'ın müteradifi ise de burada
nadh bu kelimenin üzerine atfedildiğine göre aralarında mânâca fark yar
demektir. Ve sevâni'den murâd: Hayvanlardır nadh ise dolap vesaire gihi âletler
veya insanlardır. Fakat bunların hepsinden maksad : Sulanması emek ve meşakkat
istiyen nebatattır.
Hadîs-i şerif emek
vererek sulanan nebatlar ile yağmur tarafından sulananların hüküm itibariyle
birbirinden farklı olduğuna delildir. Bunun hikmeti meydandadır. Yani emek karşılığı
olmak üzere Cenâb-ı Hak kullarına lütuf ve inayette bulunmuş ve bunlardan
alınacak zekâtı emeksizce büyüyen nebatlardan alınanın yarısına indirmiştir.
Yerden çıkan mahsulün azına ve çoğuna zekât îcâp edeceği de bu hadîsin delâlet
ettiği hükümler cümlesindendir. Hadîsimiz yukarda geçen Câbir ve Ebu Saîd (R.
A.) hadîslerine muarızdır. Bu sebeple ulemâ hüküm hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Cumhur ulemâ'ya göre Câbîr ve Ebu Saîd hadîsleri bunu tahsis
etmişlerdir.
Binaenaleyh mahsul beş
vesk olmadıkça ona zekât, yoktur. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (80—150) ile diğer
bâzı ulemâya göre hadîsler arasında tahsis yoktur. Bilâkis hadîsin umûmu ile
amel olunur ve yerden çıkan mahsulün azma da çoğuna da zekât vermek îcâp eder.
«Sübülü's-Selâm»
sahibi Sananı burada îmâm-ı Âzam'ı haksız bularak şu mütâlâayı serdediyor :
Diyor ki : «Hak birinci kavle zâhip olanlarladır. Çünkü Evsak hadîsi sahih bir
hadîs olup. zekâtın ne miktarda farz olacağını beyân için vârid olmuştur.
Nitekim 200 dirhem hadîsi de aynı mânâ için vâriddir. Halbuki «gümüşte onda
birin dörtte biri vardır» buyrulmuştur. Gümüşün azında da çoğunda da zekât
vardır diyen bulunmamıştır. Hilaf yukarda gördüğümüz vecihle ancak gümüş az
olup da nisab miktarını bulursa zekât lâzım olup olmadığı hususun-dadır. Çünkü
«gümüşte onda birin dörtte biri vardır» hadîsi ancak bu cinste zekât farz
olduğunu beyân için varid olmuştur. Fakat ne miktar olursa zekât îcâp edeceği
200 dirhem hadîsinin beyânına havale edilmiştir. Buradaki «semânın suladığı
şeylerde Öşür vardır» hadîsi de öyledir. Yani bu cinste Öşür vermek îcâp eder
demektir. Ne miktarda îcâp edeceği ise (Evsak) hadîsine havale edilir. Hadîsteki
«beş vesktan aşağısında zekât yoktur» kaydı bunu daha da îzah ediyor. Sanki bu
kayıt yalnız «semânın suladığı şeylerde onda birin dörtte biri vardır»
hadîsini umumu tevehhüm olunmasın diye vârid olmuştur. Sonra âmm ile hass
tearuz ederlerse burada olduğu gibi
tarih bilinmediği takdirde hass ile amel edilir. Zira usulü fıkıh'daki akvalin
en güzeli budur...» SanânVrân sözü burada sona erdi.
Mevzuu bahs mes'elede
îmâm-ı Ebu Yusuf (113—182) ilo îmâm-ı Muhammed (135—189) de Cumhur ulemâ
tarafınrladırlar. Bunlar taarruz karşısında hâss ile amel etmişler. îmâm-ı Âzam
isp âmm ile amel etmiştir. Fakat unutmamalı ki, bu mes'elede de ihtiyat îmâm-ı
Âzava. tarafındadır.[548]
636/494- «Ebu
Musa el-Eş'ârî ile Muaz radıyallahü anhüma'dan rivayet olunduğuna göre
Peygamber Sallollahü aleyhi ve seUem kendilerine :
— Sadakayı şu dört
sınıftan : Buğday, arpa, kuru üzüm ve hurmadan başka bir şeyden almayın;
buyurmuşlardır.»[549]
Bu hadîsi, Taberânî ve
Hâkim rivayet etmişlerdir. Dâre Kufnî'nin Muaz (R. A.)'Ğan rivayetinde Muaz :
«Acur, karpuz, nar ve kamışa gelince bunları ResûlüIIah (S.A.V.) afv buyurdu»
demiştir.
Hadîsin isnadı
zayıftır.
Yukardaki talimatı Hz.
Peygamber (S.A.V.) Ebu Musa ile Muar (R. Anhüm) hazarâtını Yemen'e muallim
olarak gönderdiği vakit vermiştir.
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
(306—385) de rivayet etmiştir. Beyhâkî (384—458): «Bunun râvileri sıkadır;
hadîs muttasıldır.» der. Taberânî (260—360) Musa b. Talha tarikiyle Hz. Ömer
(R. A./dan: «ResûlüIIah Salîallahü aleyhi ve seTlem : Zekâtı ancak şu dört
şeyde mes-nûn kılmıştır» diyerek o dört şeyi saydığını rivayet ediyor. Onun
için Ebu Zer'a (—264) : «bu hadîs
mürseldir» demektedir.
Hadîsimiz yenilen
şeylerin yalnız bu dördünde zekât olduğuna sairlerinde olmadığına delildir.
Ulemâdan Hasan-ı Basri (21—110) * Sevrî (97—161) Şa'bî (26—104), îbni Şîrîn
(—110) ve bir rivayette îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel (164—241) hazarâtmın mezhebi
budur. Bunlara göre mısır ve sâirede de zekât yoktur. Bu bâbda birde Amr ibni
Şuayb hadîsi vardır ki, onda bu dört şeyden maada ibni Mâce nin rivayetinde
mısır da zikredilmiştir. Fakat Dâre Kutnî'nın rivayetinde mısır kaydı yoktur.
Musanmf bu Amr hadîsi
hakkında : «Bu hadîs hiçtir» demiştir. Bu bâbda bir takım mürsel hadîsler de
vardır. Bunlarda mısır kaydı vardır. Onun için Beyhakî : «Bu hadîsler
birbirini takviye ediyor» demiştir. Maamâfîh mezkûr hadîsler herhalde
kitabımız hadîsine muaraza edecek kuvvette olmadığından, îmâm-ı Şafiî (150—204)
mısır'ı kıyas yolu ile zikri geçen dört şeye katmıştır. îmâm-ı TirmU zî
(200—279) : «Bu bâbda yani sebzeler babında Peygamber (S.A.V.) den hiç bir şey
sahîh olmuyor» demiştir.
Muhakkikîn-i ulemâdan
Ebu Bekir ibnü'l-Arabî (468—543)
:
[550]» «Hasad zamanı onun hakkını verin» âyet-i kerîmesini
tefsir ederken şöyle diyor : «Filhakika bu âyet-i kerîme Allah'ın zikrettiği
şeylerde zekâtın vacip olduğunu ifâde etmektedir. Ulemâ bu hususta gerek
eskiden, gerekse şimdi birbirine mübâyin ihtilâflar halindedir. Meselâ: îmâm-ı
Mâlik'in: zekât yalnız azık olacak şeylerdedir; dediği rivayet olunur. Bundan
ba§ka kavli yoktur. Şafiî'nin kavli de budur.
Ebu Hanîfe : «Yerden
biten ve azık; yemiş, sebze olarak yenilen her şeyde zekât vardır» demiştir ki,
yalnız meyvalar hakkında Ab-dülmelik İbnü'l-Mâcişun'un mezhebi de budur. îmâm-ı
Ahmed'in müteaddit kavilleri vardır. Bunların içinde en zahir olanı ölçülen
şeylerde Ebu Hanîfe'nin kavli gibidir.
Ebu Hanîfe bu âyeti
kendisine ayna ittihâz etmiş ve hakkı görerek: «Allah yenilen her şeyde -azık
olsun olmasın- zekâtı vacip kılmıştır[551].»
demiştir.«Semânın suladığı her şeyde öşür vardır» hadîs-i şerifinin umumu dahi
EbuHanî-fe'nin delîllerindendir.. Bundan yalnız odun ve koru ot gibi şeyler müstesnadır
ki, bunlar da hadîs ve kıyas ile beyân olunmuşlardır: «Ebu Musa ile Muâz
hadîsinin beyân ettiği dört sınıftan başka hiç bir şeyde zekât yoktur.»
diyenler, hadîsteki inhisarı hiç bir umum ve kıyasın bozamayacağına
kaildirler. «El-Menâr» nam eserde şöyle deniliyor : «Bu dört sınıftan geriye
kalan şeyler alıp almama hususunda ihtiyat yeridir. Kavî olan vech dörtten
maadasından zekât alınmamaktır.» San'ânî de aynı fikirdedir: ve «Beraet-i
zimmet asıldır» kaidesi mucibince hareketi muvafık görmektedir.
Dâre Kutnî'nm Hz.
Muaz'dan rivayet ettiği hadîsin isnad itibarıyla zayıf olması, râvileri
arasında Muhammed ibni Abdullah el-AzramV-nin bulunduğundandır. Bu cihet
Bülûğ'ül-Î.lerâm haşiyesinde töyle mukayyet ise de Dâre Kutnî'deki hadîs, Amr
ibni Şuayb'öazı, o da babasından, o da dedesinden işitmiş olarak rivayet
olunmaktadır.
Ceddi şöyle demiştir :
«Abdullah İbni Am.-'a Toprağın ye*iştirdiğî bakla, acur, ve hıyar gibî şeyler
soruldu. O da: bakliyatta zekât yoktur; dedi.» İşte Muhammed ibni Abdullah El-Azramî'nin
rivayeti budur. Hz. Muaz'm kitabımızdaki rivayeti için ise Musannif merhum :
«Bu rivayette zaaf ve inkıta vardır.» diyor. Ancak bunun mânâsını ilk
hadîsin dört sınıf
hakkındaki hasr ve kasrı ifâde ettiği gibi :
«Sebzeler de sadaka
yoktur» hadîsi de anlatmaktadır. Sebze hadîsini Dâre Kutnî Musa b. Talhâ ile Muâz (R. A.)
'tarîkinden nıerfu' olarak tahrîc etmiştir.
tmâm-ı Tirmizî, İsa b.
Talha tarikiyle Hz. Muaz (R. A./dan şu
hadîsi tahrîc etmiştir :
Hz- Muâz Peygamber
SaUah lahü aleyhi ve sellem'e mektup yazarak sebzeler -kî bakliyattır- hakkındaki
hükmü sordu. Resûlüllah (S.A.V.) : Onlara bir şey yoktur; buyurdular.» Tirmizî
«Bu hadîsin isnadı sahih değildir. Bu bâbda hiç bir şey sahih olmuyor. Bu ancak
Musa b. Talhâ tarikiyle Peygamber Sallallahil aleyhi ve sellem'den mürsel
olarak rivayet olunuyor» demişse de Tirm.hi : Musa b. Talhâ âdil bir tabiîdir.
Binâenaleyh mürselleri kabul edenler onun irsalini de kabul etmelidir. Sonra bu
hadîs Hz. Ali ve Ömer (R. Anhümayda,n mevkuf olarak sabit olmuştur, ve merfu'
hükmündedir» diyerek itiraz olunmuştur. Hazrâvât : Kile ile ölçülmeyen ve azık
olmayan şeyler, yani sebzelerdir.[552]
638/495-
«Sehl
ibni Ebî Hamse[553] radıyattahü
anh'öen rivayet edilmiştir. Demiştir ki :
Bize Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Hurmayı tahmin
ettiniz mi hemen alın ve üçte birini sahibine bırakın. Eğer üçte birini
bırakmazsanız dörtte birini bırakınız; buyurdular.»[554]
Bu hadîsi, İbni Mâce
müstesna Beşler rivayet etmiştir. İbni Hibban ile Hâkim onu sahînlcmişlerdir.
İbnü'l-Rattân
(120—198)'nin beyânına göre hadîsin isnadında hâli meçhul bir râvi vardır.
Lâkin Hâizim (321—405) : «Bu hadîsin sahih olduğuna müîteîekun aleyh şahid
vardır ki, Ömer bunu emretmiştir.» diyerek Hz. Ömer (R.A.)'m bu bâbdaki emrine
işaret etmek istemiştir. Filhakika Abdv/r-Rezzak (126—211), İbni Ebi Şeybe
(—234) ve Ebu Ubeyd Hz. Ömer (R.A.)'m hurmayı tahmin edene «yiyecekleri
kadarını ve yere düşanlerini kendilerine bırak» dediğini rivayet etmişlerdir.
îbni Abdül-Ber (368—^-463) dahi Hz. Câbir (R. A./dan merfu' olarak gu hadîsi
tahrîc etmiştir :
«Tahmin işini hafif
tutun. Zîrâ yenilmişi, ezilmişi ve yenilecek gibisi vardır».
Hadîs-i şerifin mânâsı
hususunda iki kavi vardır : Birinci kavle göre, öşrün üçte biri, veyahut dörtte
biri sahibine bırakılacak yani ona îade edilecektir. îkinciye göre ise: Bu
miktar, öşrü alınmazdan Önce sahibine bırakılacak sonra Öşrü alınacaktır.
îmâm-ı Şafiî (150—204) : «Bunun mânâsı, alınacak öşrün üçte biri veyahut dörtte
biri sahibine terk edilir. Bu miktarı akraba ve komşularına o dağıtır
demektir.» diyor.
Bâzılarına göre mal
sahibine kendinin ve ailesinin yiyeceği kadar bırakılır; bu miktar zaten tahmin
edilmez; bakisi tahmin olunur. Bâzıları da : «En doğrusu Câbir hazretlerinin
rivayetinde beyân olunanı yapmaktır.
Yani ağacın üzerinde ne kadar meyva
olduğunu tahmin ederken, işi biraz hafif tutmak ve öşrün dörtte biri
veyahut üçte bir miktarını terk etmektir. Çünkü o miktar bazan hasad vaktine
kadar yok olup gider de öşür lâzım gelmez» derler.
îbni Teymiyye (661—728)
şöyle diyor : «Şüphesiz ki bu hadîs şeriat kaidelerine muafık olarak cereyan
etmiş ve bundaki münâsip haller Peygamber (S.A.V.)'in «sebzelerde sadaka
yoktur» hadîsine uygun düşmüştür. Zîrâ âdettir. Mal meydana gelince ondan mal
rsahibi ve çoluğu çocuğu yerler. Ve biriktirerek uzun zaman bekletilmesi
mümkün olmayan olgun yemişlerden konuya komşuya da yedirirler. İşte âdeten
yenilen ve yedirilen meyvalar, biriktirilemiyen sebzeler mesabesinde
tutulmuştur id, kişinin meyvasından yemesinin kaçınılmaz bir örf ve âdet olması
da bu hakikati îzah eder. Çünkü yaş yemişlerden mutlaka insanın canı çeker ve
onlardan mutlaka yer. Yememek nefsine güç gelir.»[555]
639/496-
Atfa b b. Üseyd[556]
radıyallahü tmh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Resûlüllah SaUdlîahü aleyhi
ve seîîem; Hurma nasıl tahmin ediliyorsa, üzümün de öyle tahmin olunmasını ve
zekâtının kuru üzüm olarak alınmasını emir buyurdu.»[557]
Bu hadîsi Beşler
rivayet etmiştir. Hadîste inkıta vardır. Zîrâ Saîd îbnî Müseyyeb onu Attab'dan
rivayet etmiştir. Halbuki, Ebu Dâvud :
«Saîd ondan
işitmemiştir» diyor. Ebu Hatim (195 — 277) de : «Saîd İbnî Müseyyeb den
sahih rivayete göre
Peygamber (S.A.V.) Attab'a emretmiştir» demektedir. Binaenaleyh
mürseldir. Fakat Imâm-ı Nevevî ( 631 — 676) : «Bu hadîs mürsel de olsa
imamların kavilleri ile kuvvet bulmaktadır» demiştir.
Hadîs-i şerif, meyva
ve üzümün de tahmin suretiyle ölçülmesinin vücûbuna delildir. Çünkü râvinin
«Resûlüllah (S.A.V.) emretti» demesi Peygamber (S.A.V.)'in mutlaka emir ifade
eden bir sîga kullandığını gösterir .Emirde asıl olan vücûptur. Nitekim îmâm-ı
Şafiî'nin mezhebi budur. Bâzıları buradaki emrin nedip için olduğuna kaildirler,
îmâm-ı Âzam Ebu Hanîfe'ye göre tahminen meyva Ölçmek caiz değildir. Ağaçtaki
meyvanm tahmini; göz kararı ile ondan ne kadar hurma ve üzüm çıkacağını, bu
hurma ve üzümler kurursa ne miktar kalacağını kestirmektir. Meyvayı tahmin için
âdil bir kişi kâfidir. Zîrâ fâsıkın haberi kabul değildir. Bittabi bu işten
anlaması şarttır. Çünkü bir şey hakkında bilgisi olmayanın o şey hakkında
ictihad suretiyle rey beyânına selâhiyeti yoktur. Halbuki tahmin eden zât
hâkim mesabesindedir. Kendi içtihadı ile amel edecektir. Peygamber (S.A.V.)
Hayberiler'in hurmalarını tahmin için yalnız başına Abdullah ibni Revahâ (R.
A.)\ gönderiyordu. Çünkü Hz. Abdullah bu bâbda selâhiyettar ve ehl-i
içtihattan idi.
Ağacın üzerindeki
meyve tahmin olunduktan sonra bir âfet gelse sahibine ödettirilmez. îbni
Abdü'l-Berr (368—463) şöyle diyor: «Kendilerinden ilim bellenen ulemâ tahmin
edilen meyvaya devşiril-mezden önce bir âfet gelirse, sahibine
ödettirilmiyeceğine ittifak etmişlerdir.» Ağacın üzerindeki meyvanm ne kadar
olduğunu tahmin etmek, mal sahibi tarafından bir hıyanet yapılmasın diyedir.
Bundan dolayıdır ki, meyve tahmin olunduktan sonra azalsa, noksanlığı ispat
için mal sahibinin beyyine getirmesi îcâp eder. Ancak beyyine getirebilecek bir
sebep iddia ederse beyyine getirir. Aksi takdirde yeminle tasdik olunur.
Fukaranın hakkını
muhafaza etmek, zekât tahsildarının yapılan tahmine göre öşür istemesi
sahibinin o maldan yemek suretiyle istifade etmesi gibi şeylerde tahminin
faydalanndandır. Tahmin mes'elesinde nass yalnız hurma ile üzüm hakkındadır.
Bâzıları : «şâir meyvalar da bunlara kıyas olunur» demiş; bir takımları da :
«hayır tahmin, yalnız nassan sabit olanlarda yapılır; diğer meyva-larda
yapılmaz.» mütâlâasında bulunmuşlardır.[558]
640/497- Amr
îbni Şuayb'tan, o da babasından, o da dedesinden (radıyallahü anhüm) İşitmiş
olarak rivayet edilmiştir kî: Peygamber SaUaUahü aleyhi ve sellemJe bir kadın
gelmiş; beraberinde kızı da varmış ve kızının kolunda altından iki tane bilezik
de bulunuyormuş. Derken Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve -seMem kadına :
— Bunun zekâtını veriyormusun?; dîye sormuş.
Kadın :
— Hayır; cevabını verince :
— Bunlara
karşılık kıyamet gününde Allah'ın
sana ateşten iki tane bilezik takmasına memnun kaiırmısın?; buyurmuşlar.
Bunun üzerine kadın : Derhal bilezikleri
atmıştır.»[559]
Bu hadîsi Üçler
rivayet etmişlerdir. İsnadı kavîdir. Hâkim onu Âîşe'den rivayet ederek
sahîhlemiştir.
Peygamber SaUaUahü
aleyhi ve seîlem'e gelen kadın Esma bintî Yezîd ibnî Seken'dir. Bu hadîsi Ebu
Dâvud, Hüseynü'l-MuaUim'&en. rivayet ediyor ki, sikadandır. Ebu Davud'un bu
rivayetinde «kadının bilezikleri çıkararak Resûlüillah (S.A.V.)'e verdiği ve :
Bunlar Allah ve Resulünün olsun» dediği beyân ediliyor. Esma binti Yezld
hadîsini îmâm- Ahmed îbni Hanbel de rivayet etmiştir. Vâkıâ Tirmizî hadîs
hakkında : «îbni Lüheya tarîkinden başka rivayeti bilinmiyor» demişse de
doğrusu sahîh olmasıdır. Hâkim'in ve başkalarının tahrîc ettikleri Âişe
hadîsinin lâfzı şudur :
«Atşe, Resûlüllah
SalUUahü aleyhi ve sellem'ln yanına girdi. Re-sûl-Ü Ekrem, onun elinde gümüşten
ma'mul bir takım halkalar gördü ve:
— Bu ne yâ Âişe? dedi. Âişe :
— Bunları sana ziynetlerleyim dîye yaptırdım yâ
Resûlüllah; dedi. Bunun üzerine :
— Onların zekâtını
veriyormusun?; dîye sordu:
— Hayır; cevabını verince :
— Ateş namına bunlar sana
yeter; buyurdular.»
Bu hadîs, için Hâkim :
«İsnadı Şeyheyn'in şartı üzeredir» der.
Hadîs-i şerif,
kadınların ziynetlerine zekât lâzım geldiğine delildir. Hattâ Zâhirîn'e
bakılırsa, nisab bile aranmıyacağı zannolunur. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.),
gördüğü bileziklerin zekâtını emrediyor. Hâlbuki ekseriyetle bu kadar büezik
beş okiyye etmez. Bu mes'ele-de dört kavi vardır:
1—
Bu
hadîsle amel edenler bilumum altun ve gümüş ziynetlerde zekât vardır derler.Ve
bittabi nisabı doldurması şarttır.
Hanefîlerle selef-i sâlihîn'den bir cemâatin ve bir kavlinde îmâm-ı
Şafiî'nin mezhebi budur.
2—
Kadın
ziynetlerinde zekât yoktur. îmânım Mâlik ile Ahmcd îbni Hanbel'in ve bir
kavlinde îmâm-ı Şafiî'nin mezhebi budur. Bunlar ziynetlere zekât
verilmiyeceğini ifâde eden selef eserleri ile istidlal ederler.
3— Ziynetlerin
zekâtı, onları emânet vermektir. Nitekim Dâre Kutnî'nin, Hz, Enes ve £smâ binti
Ebİ Bekir'den bu bâbda rivayetleri vardır.
4— Ziynetlerde
bir defa için zekât vardır. Bunu
Beyhakî Hz. Enes radıyallahü anh'âen rivayet etmiştir.
Bu kavillerin içinde
delil itibarıyla en kuvvetlisi birincisidir. Çünkü zekâtın ziynetlerde de farz
olduğunu bildiren bu hadîs sahihtir.
Ziynetlerin nisabı aynen altın ve gümüşün nisabı
gibidir.[560]
641/498- «Ümmü
Seleme r&dıydllahü anha'ûan rivayet edildiğine göre, kendisi altundan
ziynetler takınırmış. (Hz. Ümmü Seleme diyor ki): Yâ Resûlüllah : Bu defîne
(hükmünde) midîr? dedim:
— Zekâtını verirsen defîne
değildir; buyurdular.»[561]
Bu hadîsi Ebu
Dâvud ile Dâre Kutnî rivayet
etmişlerdir. Hâkim onu sahıhlemiştir. Hz. Ümmü Seleme (R. Anha)'mn «Bu defîne
(hükmünde) midir»
diye sorması acaba
tehdit âyetine bunlar da dahil midir diye anlamak içindir. Tehdit âyeti şudur :
[562]
«Altunla gümüşü biriktirip, Allah
yolunda İnfak etmiyenleri elim bîr azapla müjdeleı.
Bu hadîs dahi bundan
önceki gibi ziynetlere zekât lâzım olduğuna ve zekâtı verilen ziynetlerin
defîne sayılmayacağına, binaenaleyh âyetteki tehdidin onlara şâmil olmadığına
delildir.[563]
642/499- «Semüratii'bnÜ
Cündeb radıyallahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah
SallaUahü aleyhi ve sellem : Bîze zekâtı, satmak için tasarladığımız maldan
çıkarmamızı emrederdi.»[564]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. İsnadı leyyindir.
Çünkü Süleyman b.
Semüra'mn rivayetidir. Bu zât, meçhuldür. Hadîsi Dâre Kutnî ile Bezzar dahi bu
Süleyman'dan tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf, ticâret
malında zekât vacip olduğuna delildir. Buna Teâlâ hazretlerinin:
«Kazandıklarınızın helâlinden sarf edîn» âyet-i kerîmesiyle de istidlal
ederler. Mücâhîd bu âyetin ticâret hakkında olduğunu söylemiştir. Hâkim'in
tahrîc ettiği şu hadîs dahi aynı hükme delildir:
«Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem :
— Devede, devenin
zekâtı, sığırda, sığırın zekâtı, bezde bezin zekâtı vardır; buyurdular.»
Bez'den murâd: Manifaturacıların sattığı basmalardır. Beyhdkî ile Dâre
KutnVnin zaptından, anlaşılan budur. tbnü'VMunzir : «Ticâret malında zekât farz
olduğuna icmâ' vardır» diyor. Filvaki mezhep imamlarının bâzılarına göre
şartlı, bâzılarına göre şartsız olmak üzere hepsine göre ticâret malında zekât
farz olduğu gibi, fukahâ-I seb'a'ya ve cumhur ulemâ'ya göre de farzdır.
Maamâfîh farz değildir; diyenler de bulunmuştur. Bunlardan biri de
«BiUûğü'l-Merâm*» şârihi Hind'li Nûrü'l-Hasen Han'dır. Bu zat hadîsimiz
hakkında : «İsnadında meçhul râvi vardır. Binaenaleyh istidlale elverişli
değildir. Şâir deliller dahi kendileriyle vücûp için istidlal olunacak
vaziyette değildirler. îemâ iddiasının da söz götürdüğü aşikârdır. Mesele
eht-i ilim arasında ihtilaflıdır» dedikten, sonra bu mes'eleyi
«El-Ravzatü'n-Nedîyye» adlı eserde tahkik ettiğini ve orada ticâret mallarına
zekât verilmeyeceğini söylediğini yazıyor. Bizce bu sözler islâm'ın ruhunu
anlayamamaktan ileri gelmiş kuru iddialardır. Evet, hadîsimizin isnadında
meçhul bir râvi vardır. Fakat bu zât hakkında hadîsi tahrîc eden îmam Ebu Dâvud
ile El-Münzirî sükût etmişlerdir. Bunların sükûtu ise kendi îzahlan veçhile
beğendiklerine alâmettir. Üstelik aynı hadîsin isnadı için îbni Abâil'l -Berr
hasendir demiştir. Binaenaleyh istidlale pek âlâ yarar. Hâkim' in sahîhlediği
hadîs dahi merfu'dur.[565]
643/505- «Ebu
Hüreyre radıyaJlahü emVden rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem :
— Rikâzda beşte bir
vardır; buyurmuştur.»[566]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Rikai'm hakikatini
tâyin babında ulemânın iki kavli vardır.
1— Hîcaz'hlara
göre : Rîkâz, cahiliyet zamanında, yani eskiden küffâr tarafından
yere gömülen maldır.
2—
Irak'lılara göre : Rikâz mâdenler
demektir. İmâm-ı Şafiî, Mâlik ve Ahmed
îbni Hanbel birinci kavli tercih ederler.
Onlarca mâden ile rikâz arasında fark vardır, ve mâden; Allah'ın yer
içinde yarattığı bir cinsden olmayan altun, gümüş gibi şeylerdir. Rikâz ise
cahiliyet devrinden kalmar-defînelerdir.
Hanefîler'e göre :
mâden ile rîkâz birdir. Yani yeraltından çıkarılan mâdenlerle, küffar
tarafından gömülmüş paralar arasında hükmen bir fark yoktur. Fakat mâdenlerle
rikaz'dan alınan sadaka hakikî zekât değildir. Binaenaleyh, beşte bir olarak
alınır. Tafsilât fıkıh kitaplarm-dadır.
Birinci kavli teyid
eden delillerden biri îmâm-ı Buhân'nin Hz. Ebu Hüreyre (R. A./dan rivayet
ettiği şu hadîstir :
«Hayvanın yaptığı
zarar hederdir (ödettirilmez). Kuyunun hederdir; mâdeninki de hederdir.
Rikâzda ise beşte bir vardır.» Bu kavle zâhip olanlar: «Mâden ile Rikaz bir
olsa idi hükümleri de bir olurdu» diyorlar. Ancak îmâm-ı Şafiî (150—204) mâden
sözünden yalnız altınla gümüşü kasdeder. Delili : Beyhâkî-nin tahrîe ettiği gu
hadîstir :
«A$hab-ı Klrâm : Rikâz nedîr yâ Resûlüllah? dediler.
Resûlüllah SaUaîlahü aleyhi ve seüem :
— Yer yaratıldığı gün
onun içinde yaratılan altın ile gümüştür; buyurdular.»
Yalnız bu tefsiri
zayıf bir rivayet sayarlar. Eîmme-i selâse denilen Imam-ı Şafiî, Mâlik ve Ahmed
İbni Hanbel hazarâtı «Beş okiyye-öen aşağısında zekât yoktur» hadîsiyle
istidlal ederek altın ve gümüşte nisabı nazar-ı itibâra almışlar ve bunun onda
birin* dörtte biri olacağına kail olmuşlardır. Zâten gümüş hakkındaki «gümüşte
onda birin dorte biri vardır» hadîsi buna delildir.
Rikâzda ise onlara
göre beşte bir vardır. Nisabta muteber değildir. Bu iki sınıf mâden arasındaki
hüküm farkının hikmeti : Rikâz'ın me-şakkatsızca elde edilmesi, mâdenin ise
ancak meşakkatla çıkarılmasıdır.[567]
644/501- «Amr
ibni Şuayb'dan, o da babasından, o da dedesinden (radıyallahü anhüm) işitmiş
olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve seUem, bîr adamın
bir harabede bulduğu define ti ak kında :
— Onu meskûn bir yerde
buldu isen îlân et; meskûn olmayan bir yerde buldu isen onda ve rikâzda beşte
bir
Vardır; buyurmuştur.»[568]
Bu hadîsi, İbni Mâce
güzel bir isnadla tahrîe etmiştir.
Yukarıki hadîsi îmâm-ı
Şafiî, Ebu Dâvud, Hâkim ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. «Onda ve rikâzda
beşte bir vardır» buyurulması gösteriyor ki bulunan şey bulanın mülkü olmuştur
ve artık onun beşte birini vermek kendisine vaciptir. Köyde bulunana Hz. Sâri'
Rîkâz dememiştir. Çünkü onu yerden çıkarmamış, sokakta giderken bulmuş olduğu
anlaşılıyor. îmâm-ı Şafiî (150—204) ile ona tâbi olanlar Rikâzda iki şeyin şart
olduğunu söylerler. Bunların birincisi cahilîyet devrinden kalmış olması,
ikincisi kırda; bayırda bulunmasıdır. Şayet sokakta veya mescidde bulunursa
Rikâz değil, lükata olur. Lükata : Yeryüzünde rastgele bulunan maldır. Ahkâmı,
fıkıh kitaplarında îzah edilmiştir.
Bir kimsenin mülkünde
bulunan mal o kimsenindir. Fakat : «Benim değildir» derse, bittabi onun değil
,o mülkü kimden aldı ise onundur. Böylece sahibi çıkıncaya kadar ondan ötekine
mürâcât edilir durulur, îmâm-ı Şafiî'nin deîîli : Kendisinin Amr ibni Şuayb
(R. A J'dan tahrîe ettiği bir hadîstir. Bu hadîsin ifâde ettiğine göre, bir
adamın bir harâbezârda bulduğu define hakkında Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) şöyle
buyurmuşlardır :
«Onu meskûn bir yerde
veya sapa bir yolda bulduysan îlân et. Yok câhiliyet devrinden kalma bir
harabede veya meskûn olmayan bir yerde bulduysan bu sefer onda ve Rikâzda beşte
bir vardır.»[569]
645/502-
«Bilâl ibni Haris[570]
radıydUahü anh'den rtvâyet olunduğuna göre, Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve
seUem; Kabeliyye mâdeninden zekât almıştır.»[571]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir.
El-Münzirî : «Bu hadîs
mürseldir. Onu Mâlik de «El-Muvatta» da mürsel olarak rivayet etmiştir» diyor.
İbni Abdül-Berr dahi: «El-Muvatta» da da böyle bütün râvilerce mürseldir;
demiştir. îmâm-ı Şafiî : «Bu hadîs, hadîscilerin ispat ettiği hadîslerden
değildir. İspat etmiş bile olsalar, Resûlüllah (S.A.V.)'den onda yalnız
mâdenleri çalıştırmaya vermesi vardır. Mâdenlerin beşte birine değil de,
zekâtına âit bir şey onda Peygamber (S.A.V.)'den rivayet edilmemiştir» demektedir.
«El-Muvatta» da Rabia tarikiyle ulemâdan birçok râvilerden rivayet olduğuna göre
: «Peygamber (S.A.V.): Bilâl İbni Haris'e Ka-belİyye mâdenlerim çalıştırmaya
vermiş ondan beşte bir almamış sade zekât almıştır» Beyhakî : «Mes'ele
Şafiî'nin dediği gibidir» der.
Hadîs-i şerîf,
mâdenlerde zekât farz olduğuna delildir. Fakat buradaki sadaka lâfzından beşte
bir kasdedilmiş olmak da mümkündür. Birinci kavle îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel ve
diğer bazı ulemâ zâhip olmuş; başkaları ikinci kavli tercih etmişlerdir ki, bu
kavi beşte bir vermenin vücûbudur.[572]
Fıtır, iftar demektir.Sadakanın
fıtra izafe edilmesi, fıtır onun sebebi olduğundandır. Sadaka-Î fıtır, orucun
farz kılındığı sene vacip olmuştur.[573]
646/503- «Ibnİ
Ömer radtyaUahü anhilma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûliiilah
SaUaîlahü aleyhi ve seîlem; fıtır sadakasını kuru hurmadan veya arpadan
müslümanların kölesinin hürünün er-keğlnln, kadınının, büyüğünün, küçüğünün
üzerine bir sa' olarak farz kıldı, ve bunun cemâat namaza çıkmazdan evvel
verilmesini emir etti.»[574]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
îbni Adiyy ile Dâre
Kutnî'nin başka bir vecihten zayıf bir is-nadla tahrîc ettikleri bir rivayette
:
— Bugünde onları
dolaşmaktan müstağni kılın; buyrulmuştur.
Hadîs-i gerîf,
sadaka-i fıtınn vücûbuna delildir. Ulemâdan /s-hak b. Râhûye (168—238) :
Sadaka-i fıtır bilicmâ1 vaciptir» demiştir. Maamâfîh Şâfiîyyeden bâzıları ile
Dâvud-u Zahiri (202—270) 'ye göre sünnettir. Onlar hadîsteki «farz kıldı»
ifâdesini «takdir etti» mânâsına te'vil ederler. Fakat umumiyetle Şâfiîyye
ulemâsına göre şadaîîa-i fıtırın iptidâ-i İslâm'da farz olup, sonra zekâtla
neshedildiğini iddia ederler. Bunların delîli Kays ibni Ubade (R. A.)'âan
rivayet olunan şu hadîstir :
«Resûlüllah SdUattahü aleyhi
ve seMem, bize zekât âyeti inmezden önce sadaka-İ fıtır vermemizi emretti.
Zekât nâzif olunca artık bize emir veya nehyde bulunmadı». Lâkin bu iddâ doğru
değildir. Zîrâ evvelâ hadîs makbul değildir. Çünkü râvîleri arasında meçhul bir
râvi vardır. Saniyen: Hadîs sahîh kabul edilse bile, nesh'e yine delâlet etmez.
Çünkü Hz. Peygamber (S. A.V.)'in emretmemesi nesh edildiğini göstermez. Yani
yeniden emretmemesi eski emrin hükmünü kaldırmaz.
Hadîs-i şerif,
sadaka-i fıtırın zengin, fakir, büyük, küçük, kadın erkek, hür, köle bütün
müslümanlara vacip olduğuna delildir. Bu bâbda Beyhâkî (384-458) Abdullah İbni
Ebİ Salebe'den[575] yahut
Sa'Iabetübnu Abdullah'dan merfu'
olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Erkek veya kadın,
küçük veya büyük, zengin veya fakir, yahut köle olan her insan için buğdaydan
bir sa' verin, eğer (sadaka-î fıtri verilen kimse) zenginse Allah onu temizleyecektir.
Fakirse, Allah kendisine, verdiğinden daha çoğunu İade edecektir.» Fakat
Münzirî «Muhtasarü's- Sünen» inde: «Bu hadîsin isnadında Numan İbni Râşid
vardır. Onun hadisiyle ihticac olunmaz» diyor. «Köle hiç bir geye mâlik değildir»
diyenlerce kölenin sadaka-i fıtrmı efendisinin vermesi vaciptir. «Köle de mâlik
olabilir» diyenlere, göre ise, sadakasını kendisinin vermesi îcâpeder. Keza
karısının sadakasını kocası, hizmetkârının sadakasını efendisi, fakir akrabanın
nafakasını, yakın akrabası verecektir. Çünkü Dâre Kutnî ile BeyhaH'nin zayıf
bir isnadla tahrîc ettikleri bir hadîste şöyle buyrulmaktadır:
«Nafakasını verdiğiniz
kimselerin sadaka-i fıtrini verin.» Bundan dolayıdır ki mes'elede ihtilâf
edilmiştir. Hanefîler'den îmâm-ı Asam (80—150) ile, Ebu Yusuf (113—182) ve
Cumhur ufemâ'ya göre küçük çocuğun fıtri kendi malından verilir. Malı yoksa o
zaman nafakası kime aitse o verir. îmâm-t Muhammed'le diğer ulemâ'ya göre malı
olsun, olmasın küçüğün nafakasını velîsi verir. Bâzılarına göre küçükler için
asla sadaka-i fıtır lâzım değildir. 2îrâ bu sadaka oruçluyu kötü sözlerinden
temizlemek ve fukaraya yemek olmak üzere meşru olmuştur. Küçüklere ise henüz
oruç farz değildir. Fakat bunlara cevaben H. Ömer (R. A.) hadîsinde sadaka-İ fıtr'ın
küçüklere de vacip olduğu bildirilmektedir. Binaenaleyh bu sarahat karşısında
o delâlete itibâr yoktur denilir.
Hadîs-i şerifteki
«müslümanlann» kaydı hadîs imamlarını bir hayli uğraştırmıştır. Çünkü bu ziyâde
râvilerce müttefekun aleyha değildir. Şu varki, âdil bir râvinin ziyadesiyle
amel olunur. Hadîsimiz, sadaka-i fıtır vacip olmak için müslüman olmanın
şartiyyetini de bildiriyor. Binaenaleyh kâfir kendi nefsi için sadaka vermekle
mükellef detir :
ğüdir; acaba müslüman
6ir kimse kâfir olan kölesi için sadaka-î fıtır verecek midir? Bu cihet
ihtilaflıdır. Cumhur'a göre vermiyecektir. Ha-nefîlerle diğer bâzı ulemâya
göre ise verecektir. Delilleri
şu hadîs:
«Kölesin-den dolayı
müslümana sadaka-i fıtır d an maada hiçbir sadaka yoktur.» hadîsteki «Bunu
cemâat namaza çıkmazdan evvel verilmesini emretti» cümlesi sadaka-İ fıtır'ı
bayram namazından önce vermenin lüzumuna delildir. Binaenaleyh bayram
namazından sonra verilirse, bu sadaka fıtır sadaka-sı olmaktan çıkar; şâir
nafile sadakalar gibi olur. Bunu îbni Adiyy'in rivayeti de te'yid ediyor. Bu
rivayet yine Hz. Abdullah ibni Ömer (R. Anhüma)'dan olmakla beraber isnadca
zayıftır. Çünkü râvileri arasında Muhammed b. Öme-re'l-Vâkıdî vardır ki bu zât
hakkında îmâm-ı Buharı : «Metruktür» demiş. İmâm-ı Ahmed ibni Haribel İse onu
yalancılıkla itham etmiştir! îbni Adiyy'in rivayetinde: «Fakirleri bugünde
(yani bayramda) sokaklarda dolaştırıp, yiyecek aratmayın» buy-ruluyor ki,
onları bu halden kurtarmak ancak kendilerine namazdan önce sadakayı fıtri vermekle
olur.[576]
648/504- «Ebu
Saîd radıyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. De-mîştir ki: Biz Peygamber
Salîalîahü aleyhi ve sellem, zamanında sadaka-i fıfırı ya yiyecekten bir sa',
yahut kuru hurmadan bir sa', veya arpadan bir sa' veyahut kuru üzümden bir sa'
olarak verirdik».[577]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Bir rivayette : «Yahut
kuru sütten bir sa'» denilmiştir. Ebu Saîd; «Bana gelince ben onu hâlâ
Resûlüllah (S.A.V.) zamanında çıkarıp verdiğim gibi vermekteyim; dedi.» Ebu
Davud'un rivayetinde: «Onu ebediyen bîr sa'dan başka vermem» demiştir.
Ekıt ; Kurutulmuş süt
demektir. Ahterî'ye göre Keş denilen şeydir ki, kurutulmuş yoğurttur.
«LSübiMü's-Selâm» sahibi burada şunları söyler : «Zikrolunan şeylerden bir sa'
vermenin vacip olduğunda ihtilâf yoktur. Hilaf ancak buğdaydadır. Zîrâ îbni
Huzeyme (223—311)'nin Süfyan tarikiyle İbni Ömer'den rivayet ettiğine göre
Mu-avîye halîfe olunca nâs yarım sa' buğdayı bir sa' arpaya denk tutmaya
başladılar. Çünkü buğday hakkında bir sa' verilir diye bir nass yoktur.»
«Ebu Saîd taamdan
buğdayı kasdetmiştir» diyenlerin sözünü ise Musannif «Fethü'l-Bârî-» de tahkik
etmiş ve sahîh bulmamıştır. îbnü'h Münsir: «Buğday hakkında Peygamber
(S.A.V.)'den sabit ve mûtemed bir haber bilmiyoruz.» diyor. «O zaman Medîne-T
Münevvere'de buğday az bulunurdu. Sahabe zamanında buğday çoğalınca buğdaydan
yarım sa'm bir sa' arpa yerini tutacağı kanâatına vardılar. Onlar
müctehid-dirler. Binaenaleyh onların kavli bırakılıp da başka bir kavle ancak
kavi onlara denk bir zâtın ise, o zaman gidilir. Şüphesiz ki Ebu Saîd onlara
muhalefet etmiştir» diyerek hadîsteki Hz. Ebu Said'in sözünü gösteriyor. Bundan
sonra da Ebu Saîd kıssasına geçiyor. Kıssa şudur: Hâkim'in beyânına göre: «Ebu
Saîd (R. A./in yanında Ramazan sadakası zikredilmiş. Ebu Saîd demiş kî : Ben
ancak Resûlüllah (S.A.V.) devrinde vermiş olduğum hurmadan bir sa', yahut
buğdaydan bir sa', yahut arpadan bîr sa' veya Keş'ten bir sa' olan sadakayı
veririm». Bunun üzerine cemaattan biri kendisine : «Yahut buğdaydan iki M üt
(yarım sa' yani 520 dirhem) değil mi? demiş. Ebu Saîd (R.A.): «Hayır. Bu
Muaviyye nîn yaptığı bir iştir. Ben onu kabul edemem, ve onunla amel eyfeyemem;
demiştir.» Lâkin îbni Huzeyme : «Ebu Saîd kıssasmdaki buğday zikri mahfuz
olmayan bir şeydir. Bu vehmi kimin yaptığını bilmiyorum» demektedir. Nevevî
(631—676): «Sadaka-i fıtır buğdaydan iki Mut'tur diyenler Muaviye'nin kavli
ile amel etmiştir» diyor.
Yine «Sübülü's-Selâm-»
sahibi 8<m*âni burada itiraza mecal görerek şunları söylüyor: «Burası söz
götürür. Çünkü Muaviye'nin işi bir fiil-i sahâbîdir. Halbuki kendisine bu
mes'elede Ebu* Saîd ile sohbeti Muaviye'nin sohbetinden daha uzun,
Resûlüllah'ın hâlini ondan daha iyi bilen sahâbe-i Kiram muhalefet
etmişlerdir.» Bizzat Muavîye burtu böyle gördüğünü Peygamber (S.A.V.)'den
işitmediğini tasrih etmiştir. Nitekim Beyhakî'nin «Es-Sünen-» de tahrîc ettiği
şu Ebu Saîd hadîsinden de anlaşılır: «Muaviye hacc veya ömre için gelmişti.
Cemaata minberden bir konuşma yaptı. Onlara söylediklerinin arasında şu da
vardı: «Ben Şam buğdayından iki Mut'un bir sa' hurmaya muadil olacağı
fikrindeyim.» Bunun üzerine bu kaville amel etliler» Ebu Saîd ise:
«Bana gelince ben
sadakayı Peygamber zamanında verdiğim... İlâh...»
elemiştir. Bu ise bu
fikrin Muaviye'nin re'yi olduğunu ifâdede sarihtir. BeyhaM bu bâbdaki hadîsleri
serdettikten sonra şöyle der : «Peygamber (S.A.V.)'den «sadaka-î fıtır» için
buğdaydan bir sa' verileceğine dair haberler varid olduğu gibi, yarım sa'
verileceğine dair de haberler vârid olmuştur. Ama bundan hiç bir şey sabit
olmuyor»
Biz deriz ki,
buğdaydan yarım sa' verilir diyenler Hanefîler'dir. Diğer mezhep imamlarına
göre buğdaydan da bir sa' verilir. Fakat bu hususta hakiki neticeye varmak için
Hanefîler'den Kemal ibni Hü-mam'm «Fethü'l Kadîr»[578]
adlı eserine müracaat etmelidir. Çünkü orada bu bâbdaki bütün hadîsler ele
alınmış ve büyük bir bitaraflık ve maharetle tenkidler yapılmıştır. Kemal ibni
Hümavı'ın beyânına göre Ebu Saîd hadîsindeki «buğdaydan bir sa*» ziyâdesi tbnî
Huzeyme'nin dediği gibi gayrı mahfuz ve bir vehim kabul edilirse, hadîsin geri
kalan kısmı Hanefîler'e delildir. Yarım sağ' buğdaydan sadaka.İ fıtır,
verilmesi, San'ânî'nin dediği gibi yalnız Hz. Muaviye'nin fiili değildir.
Bilâkis Hülefâ-i Râşİdîn denilen Ebu Bekir, Ömer, Osm ar* ve Ali (R. Anhüm) hazarâtı
ile ashab-ı kirâm'dan pek çoklarının mezhebi budur. Hattâ Tahavî : «Sahabe ve
tabiînden tek bir kimse bilmiyoruz ki, kendisinden bunun hilafı rivayet
edilmiş olsun» diyor.
San'ânî'idn Muaviye'ye
muhalefet ettiler dediği, Ashâb-ı Kiram kimlerdir? Zikr edilmemiştir.
Hz Ebu Saîd (R. A.)
hadîsinin Hanefîler'e delîl olan cihetine gelince : Nefs-i hadîsten
anlaşılıyor ki, orada bulunan sahabe ve tabiînden mürekkep cemâat Hz.
Muaviye'ye muvafakat etmişlerdir. Eğer buğdaydan Resûliillah (S.A.V.)'in bir sa'
verdiğini bilseler asla susmazlar ve Muaviye'ye itimad etmezlerdi. Çünkü
Mevrid-i nâsda içtihada mesağ yoktur. Hz Ebu Saîd'in bir sa' vermesi, yarım
sa'dan sadaka-î fıtır caiz1 olduğunu bilmediğine, yahut biliyormuş, fakat
ziyâdeyi nafile olmak üzere vermiş olduğuna, hamledilir.[579]
649/505- «İbni
Abbas radıyallahü anhüma'öan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
ScOlaMahü aleyhi ve sellem; Fıtır zekâtını oruçluyu çirkin ve kötü sözlerden
temizlemek ve fakirleri doyurmak içîn farz kıldı. Binaenaleyh onu kim namazdan
önce edâ ederse, makbul bîr zekât olur. Kim namazdan sonra edâ ederse
sadakalardan bir sadaka olur».[580]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
ile İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahîhlemiştir.
Hadîsi, Dâre Kutnî de
rivayet etmiştir. İbni Mâce müstesna hadîs ulemâsından bir cemâat İbni Ömer
(R. A.ydan şu hadîsi rivayet etmişlerdir :
«Resûlüllah SdUatlahü
aleyhi ve sellem; Sadaka-i fitr'ın cemâat namaza çıkmazdan önce verilmesini emretti.»
Hadîsler sadaka-i
fıtr'ın vücûbuna delildirler. Sadakaların günahlara kefaret olduğu, bu
sadakanın verme zamanının bayram namazından öncesi idiği ve sadakanın
muvakkaten vacip olduğu da hadîsimizin delâleti cümle sindendir.
Bâzılarına göre
sadaka-i fıtır Şevvâl'in İlk günü fecr zamanı vacip olur. Delili : «Onları bugün dolaşmaktan müstağni kılın»
hadîsidir. Bir
takımlarına göre Ramazanın son günü güneş batarken vacip olur. Bunların delili
de hadîsimizde geçen «oruçluyu temizlemek için» cümlesidir. Bâzıları iki delil
ile de amel etmiş olmak için; «İki vakitde de vacip olur» derler.
Sadaka-î fıtr'ın
vaktinden evvel verilip, verilemiyeceği babında bir kaç kavil vardır :
Bâzılarına göre bu
sadaka zekâta mülhaktır. Binaenaleyh iki sene evvel vermek bile caizdir.
Bâzıları: «Yalnız Ramazan'da vaktinden evvel verilebilir, daha önce verilmez;
zîrâ sadaka-i fıtır'ın biri oruç diğeri îfiar olmak üzere iki sebebi vardır.
Binaenaleyh nisab ile havelân-ı havle (sene geçmek) benzerler. Bu iki sebepten
evvel verilemez» derler. Bâzıları da : «Vücûbundan ancak bir iki gün evvel
verilebilir» demektedirler.
Hadîsimizdeki
«fakirleri doyurmak için» kaydı bu sadakanın yalnız fakirlerin hakkı olduğuna
delîldir. Nitekim buna kail olanlar da vardır. Diğer ulemâ ise; zekâtta olduğu
gibi sekiz sınıfa verilebileceğine hâildirler. Zîra bâzı sınıflara verileceğini
tansis etmek onun yalnız o sınıflara verilebileceğini ifâde etmez. Nitekim
zekâtta vâkî olmuş, fa-Tîat kimse, zekât yalnız bu sınıfa mahsustur,
dememiştir. Hazret! Muaz hadîsinde :
«Onu zenginlerinizden
alarak fakirlerinize iade etme ye memur oldum.» denilmektedir.[581]
650/506- «Ebu
Hüreyre mdıyattahü onfe'den Peygamber SaMalîahü aleyhi ve. sellem'âen işitmiş
olarak rivayet edilmiştir. Peygamber SaUdlîahü aleyhi ve seUem, şöyle
buyurmuşlardır :
— Yedi sınıf insan
vardır ki, Allah onları kendi gölgesinden başka gölge bulunmadığı günde kendi
gölgesinde gölgelendirir...» Müteakiben Ebu Hüreyre hadîsi zikretmiştir.[582]
Bu hadîste «bir sadaka
verip de onu sağ elinin ne verdiğini sol eli bilmeyecek derecede gizleyen adam»
cümlesi de vardır. Bu hadîs Müttefekun aleyh'dir.
Hadîste işaret edilen
yedi kişi şunlardır :
Âdil imam; Rabbî'nin
ibâdeti içinde büyüyüp yetişen genç; kalbi mescidlere bağlı olan adam; Al!ah
için birbirini seven, onun için bir yere toplanıp onun için ayrılan i&i
adam; kendisini mevki sahibi güzel bir kadın davet edip de: «Ben AMah'dan
korkarım» diyen adam ve boş kaldıkta Allah'ı zikrederek gözleri yaşaran adam.
Yedincisi de hadîsi-mizdeki sadaka veren zât'tır.
Zil : Gölge demekse de
burada ondan murâd himâye'dir. «Fülân fülânın gölge sindedir» derler; onun
himayesinde dir demektir. Burada Allah'ın gölgesinden maksad: Arş'ının
gölgesidir. Saîd ibni Mansur (-227)'un Hi. Setman (R. A./dan tahrîc ettiği şu
hadîs de buna delâlet eder : « \t.y.
jjj J( «ûıl ^î% "ajüL » «Yedi kişi
vardır
Allah onları arş'ının
gölgesinde gölgelendirecektir.»
Kurtubî de buna
cezmetmiştir.
«Sağ elinin ne
verdiğini, sol eli bilmeyecek derecede» ifâdesi gizlemekte mübalâğa ve sadakayı
riya şaibesinden uzaklaştır* mak içindir. Maamâfîh hazf takdir etmek de ihtimal
dahilindedir. Bu takdirde mânâ şöyle olur : «Sağ elinin verdiği şey, sol el
tarafından görülmez.»
Hadîs-i şerif sadakayı
verirken gizlemenin faziletine delildir. Ancak aşikâra verdiği zaman
başkalarına numune olabilecek ve kendisine uyanlar bulunacaksa, o zamanlar
aşikâr vermek efdâl olur. Riyadan korunmak da hadîsimizin delâleti
cümlesindendir. Hadîsteki «sadaka» lâfzı farz ve nafile sadakalara âmm ve
şâmildir. Binaenaleyh musannifin onu burada nafile sadaka babında zikretmesine
bakarak, râfile sadakaya mahsus zannetmemelidir. Hadîste geçen adam lâfzının da
mefhumu muteber değildir. Binaenaleyh sadakayı kadın da verse yine sevabı
aynıdır. Ancak İmamet bahsi'nde erkek lâfzının mefhumu muteberdir. Sonra
buradaki yedi adedinin de mefhumu muhalifi muteber değildir.
Allah'ın arş
gölgesinde gölgelenmeyi iktizâ eden daha bir nice hasletler vârid olmuştur.
Bunları Musannif «.Fethü'hBân-» de yirmi sekîz'e çıkarmıştır. Hafız Suyûtî
(—911) ise daha ziyâde ederek yetmîş'e iblâ etmiştir. Suyutî bunları ayn bir
te'lif halinde toplamış ;sonra bir mecmua halinde kisaltmiştir. Bu mecmuanın
ismi «.Buzûgü'î-Hilâl fî}l~Hisâli}l-Mucıbet-i liz'Zilâl-».[583]
651/507- «Ukbetü'bünü
Âmir radtyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah SalldUahü
aleyhi ve seMem'i :
— (Kıyamet gününde)
herkes tâ insanlar arasındaki muhakeme hallüfasl edilinceye kadar sadakasının
gölgesinde olacaktır; derken işittim.»[584]
Buradaki sadaka lâfzı
da farz ve nafile sadakalara âmm ve şâmildir.
Hadîs-i şerîf, sadaka
vermeye teşvik etmektedir. Sadakanın gölgesinde olmak hakikate de mecâze
ihtimallidir. Hakikat olduğuna göre, sadakaların kendileri verenlerin karşısına
gelecek ve ondan güneşin şiddetli sıcağını defedecektir. Mecaz olduğuna göre bu
sözden murâd :
Herkes verdiği
sadakanın himayesinde olacak; demektir. Nafile sadaka vermenin faydalarından
biri de şâir nafile ibâdetlerde olduğu gibi, kıyamet gününde farz sadakalar
noksan çıkarsa onları tamamlamaktır. Nitekim Hâkim'in Ibni Ömer (R. A.)'dan
tahrîc ettiği şu hadîsde tasrih olunmuştur :
«Kulumun zekâtına
bakın, eğer ondan bir şey zâyİ ettiyse noksan olan zekâtı tamamlamak için
kulumun sadaka nâmına bir nafilesini bulabilecekmisiniz? Bir bakın.» demek
oluyor ki, nafile sadaka ile farz sadakaların noksanı tamamlanacaktır. Bu da
Allah'ın bir rahmeti ve adaletidir.[585]
652/508- «Ebu
Saİd-i Hudr! radıyallahü anh'den Peygamber Sal-lallahü aleyhi ve selle m'den
işitmiş olarak rivayet edilmiştir ki, Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Hangi müslüman çıplak
olan bir müslümana bir elbise giydirirse Allah ona cennetin yeşil hüllelerinden
giydirecek; hangi müslüman aç olan bir müslümana yemek yedirirse Allah ona
cennet meyvalarından yedirecek ve hangi müslüman susayan bir müslümana su verirse
Allah onu mühürlü hâlis şarapla sulayacak; buyurmuşlardır».[586]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. İsnadında gevşeklik vardır.
Rahîk : İçinde karışık
nesne bulunmayan hâlis cnnnet şarabıdır.
Mahtûm : Mühürlü
demektir. Bundan maksad son derece nefis olduğunu göstermektir. Münzirî'nin
«Muhtasarü's-Sünen-» inde : Bu hadîsin râvileri arasında Dâlânî diye ma'ruf Ebu
Halid Yezid ibni Abdurrahman vardır. Bu zât hakkında bir çok kimseler senâ'da
bulunmuş, bir çok kimseler de onun hakkında ileri geri söz etmiştir» deniliyor.
Hadîs-i şerifte,
iyiliklerin envâına teşvik ve onları muhtaç olanlara vermeye tergîb olduğu
gibi, yapılan iyiliklerin karşılığının o iyilikler cinsinden olacağına işaret
de vardır.[587]
653/509- «Hâkim
İbnî Hizam radıyaîlahü anh'den Peygamber Sallaîlahü aleyhi ve sellem'den
işitmiş olarak rivayet olunmuştur k! : Re-sûlüllah SaUdUahü aleyhi ve selle m;
şöyle buyurmuşlardır:
— Yüksek el. alçak
elden daha hayırlıdır. Geçindirdiklerinden başla sadakanın en hayırlısı fazla
maldan verilenidir. Kim iffetli olmak isterse Allah onu afif kılar. Kim de
kanaatkar olursa Allah onu ganî eyler.»[588]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Buhârî'nindir.
Ekser ulemâya göre,
yed-İ ulyâ : Verenin eli, yed-i süflâ : Dilenenin elidir. Bazılarınca yed-I
ulyâ : İffetlinin eli demektir, isterse veren kimse elini uzattıktan sonra
olsun, böyle bir elin yüksekliği manevîdir. Bir takımları : «Yed-i ulyâ:
İstemeden alanın elidir» demiş; diğerleri de : «yed-i ulyâ : Veren; yed-i süfSâ
: Vermeyendir» mütalâasında bulunmuşlardır. Hattâ mutasavvıfâdan bâzıları bu
cümleyi «alan el veren elden daha hayırlıdır» şeklinde tefsir etmişse de İbni
Kuteybe (—266): Böylelerine çatarak bunları ancak dilenciliği hoş gören bir
kavm olarak görüyor. Bunlar alçaklığa hüccet getiriyorlar» demiş; Sanânî de bu
sözü beğenmiştir.
Hz. Fahr-î Kâinat
(S.A.V.) Yed-i ulyâ'yı : «Veren fakat almayan el» ch'ye tefsir buyurmuşlardır.
Bu bâbdaki hadîsi îshâk «Mms-ned» inde Hâkim İbni Hizam (R. A,)dan rivayet
etmiştir.
Hadîsimizde infak
meselesine kendinden ve çoluk çocuğundan başlamaya delîl vardır. Zira bunlar
daha mühimdir. Keza bu hadîste sadakanın en hayırlısının kendi ailesi
efradının nafakalarını çıkardıktan sonra artanından vermek olduğuna delâlet
vardır, Zaten efdâlin mânâsı budur. Çünkü bütün malını tasadduk eden bir adam,
ekseriya pişman olur.' Ve muhtaç kalınca «keşke vermeseydim» der. Binaenaleyh
böyle bir sadaka efdâl olmaz. Bütün malını sadaka olarak vermeyi Kadı lyaz'm
(476 — 544) beyânına göre ulemâ caiz görmüşlerdir. Fakat Taberânî (260—360)
bunu doğru bulmamakta ve : «Caiz olmakla beraber müstehâb olan yine de bunu
yapmamak, malının üçte birini vermektir» demektedir.
Evlâ olan şudur
denilebilir : Bütün malını sadaka olarak veren kimse fakr-ü hâle sabr
edebiliyor ve çoluğu çocuğu da yoksa yahut var da onlar da sabırlı iseler,
yapılan işin iyi olduğunda söz yoktur. Buna Teâlâ hazretlerî'nin :
[589]» «Kendilerinin ihtiyacı olsa da başkalarını kendi
nefislerine tercih ederler» kavl-i kerîm'i ile :
[590]» «Yiyeceğe bunca ihtiyaçları varken, onu yine de bir
yoksula, yetime ve esire yedîrirler» âyet-i kerîmesi delildir. Fakat bu
derecede olmayanların bütün malını tasadduk etmesi mekruh olur.
Hadîste geçen «kim
İffetli olmak isterse» tâbirinden nıurâd: Dilenmekten iffetli olur da dilenmezse
«Allah onu afîf kılar» ani ona iffet babında yardım eder, demektir. «Kim de kanâatkâr
olursa» Yani elindeki az bile olsa onunla iktifa ederse «Allah onu ganî eyler»
yan kalbine kanâat verir, demektir.[591]
654/510-
«Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet
olunmuştur. Demiştir ki :
— Yâ
Resûlallah! Sadakanın hangisi
daha hayırlıdır; denildi :
— Fakirin candan vermesidir. Hem
geçindirdiklerinden başla ; buyurdular.»[592]
Bu hadîsi, Ahmed ile
Ebu Dâvud tahrîc etmişlerdir. İbnî Huzeyme, Hâkim ve İbni Hibban da onu
sahîhlemişlerdir.
Cühd: Güç ve takat
demektir. Cehd ise meşakkattir. Bâzıları: «mübalâğa ve gayedir» demişlerdir.
Bir takımları : «Cühd ile cehd aynı mânâya gelen iki lügattir» derler.
EnNİhaye-> de: «Yani az mahn taşıyabileceği miktar» deniliyor.
Bu hadîs, îrrtâm-
Nesâî'nin Ebu Zer (R. A.)'d&n; İbni Ribban ile Hâkim'in Ebu Hüreyre (R. A.)'dan
tahrîc ettikleri şu hadîsle bir mânâyadır :
«Bir dirhem yüz bin
dirhemi geçer bir adamın iki dirhemi
vardır. Bunlardan birini alıp da tasadduk eder. Bir adamın da çok malı vardır.
Bunlardan yüz bin dirhem alır da tasadduk eder.» Hadîsimiz az malı olan
kimsenin azdan sadaka vermesinin efdâl olduğuna delildir. Halbuki bundan
evvelki Hâkim bin Hizam hadîsi, sadakayı artan maldan vermenin daha efdâl
olduğunu ifâde etmişti. îki hadîsin aralarını Beyhokî (384—458) şöyle bulmuştur
: «Bu mes'ele insanların fakr-ü zarurete karşı gösterdikleri sabr ve az'la
iktifa hususundaki hâllerine göre değişir». Bundan sonra Beyhakî bu mânâya
delâlet eden bâzı hadîsleri rivayet etmiştir.[593]
655/511- «(Bu
da ondan) rivayet olunmuştur. Demiştir ki:
Resulül-lah Sallallahü aleyhi ve seîlem :
— Sadaka verin;
buyurdular. O anda bir adam :
— Yâ Resûlallah bende
bir alfun var; dedi. Resûlüllah
SaîlaUahü aleyhi ve seîlem :
— Onu kendine tasadduk
et; buyurdular Adam :
— Bende bir daha var; dedi. Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Onu çocuklarına tasadduk eyle: buyurdular.
Adam :
— Bende bir daha vardı; dedi. Resûlüllah
Salldllahü aleyhi ve sellem :
— Onu hizmetçine
tasadduk et; buyurdular. Adam :
— Bende bir daha var; deyince, Resûlüllah SaîlaUahü aleyhi ve sellem
:
— Onu (ne yapacağını)
sen daha İyi bilirsin; buyurdular.»[594]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Nesâî rivayet etmişlerdir. İbni Hîbban ile Hâkim onu sahîhlemişlerdir.
Bu hadîste karısına
tasadduk zikredilmemiştir. Halbuki sahîh-i Müslim'de çocuklarından evvel karısı
zikredilmiştir.
HadîS'i şerîf,
nafakanın sadaka yerine geçeceğine delildir. Bu bâbda evvelâ kendinden
başlıyarak, artarsa karısına, artarsa çocuklarına, hizmetkârlarına verecektir.
Bundan sonra yine artarsa artık onu dilediğine verir. Nafakanın kimlere ait
olduğu inşallah nafaka bahsinde görülecektir.[595]
656/512- «Hz.
Âişe radıyallahü anha'dan rivayet olunmuşiuf. Demiştir ki : Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve seîlem
— Kadın evinin yiyeceğine
zarar vermiyecek şekilde infâk ederse, infâk ettiğinden dolayı ecri onun olur.
Kocasının da kazandığından dolayı ecri kendinin olur. Hizmetçi için de bunun
bir misli vardır. Birbirlerinin ecrinden hiçbir şey azaltmazlar; buyurdular».[596]
Hadîs, Müttefekun
akyh'dir.
Hadîs-i şerîf, kadının
kocasının evinden tasaddukta bulunabileceğine delildir. Murâd : Kocasının
malından tasarrufa hakkı olanlardan ta-
— 392 —
sadduk etmesidir.
Fakat kocasının malına zarar vermemesi, ,onun aile efradının nafakalarını ihlâl
etmemesi şarttır. Îbnü'l-Ardbî şöyle diyor: «Bu hususta selef ihtilaf
etmişlerdir. Bâzıları: «Noksanlığı belli olmayacak derecede az bir şey
tasadduk edebilir» deteıiş; bir kısmı da bu tasadduk işini kocasının, velevki
icmâlen olsun izin verdiği zamana hamletmişlerdir. Bunlara göre izni olmadan
onun malında hiç bir gûna tasarrufta bulunamaz.»
îmâm-ı Buhârî
(194—256) bu kavli tercih etmiştir. îmâm-ı Tir-mizî (200—279)'nin Ebi Ümâme
(R.A.)'dan. tahrîc ettiği şu hadîs de bu kavlin delilidir :
«Ebu Ümame demiştir ki
: Resûlüllah SalîaUahü aleyhi ve settem;
— Kadın kocasının evinden onun izni olmaksızın
in-fâkta bulunmasın; buyurdular.
— Yiyeceği de mi yâ Resûlâllah? : denildi.
— (elbette) Bu bizim mallarımızın en iyisidir;
buyurdular.» Şu kadar var ki bu hadîs Buhâri'nin Ebu Hüreyre (R. ÂJ'dan tahrîc
ettiği başka bir hadîse muarızdır. O hadîsin lâfzı şudur :
«Kadın kocasının
kazancından onun emri olmaksızın infâk ederse, ona kocasının ecrinin yarısı
vardır.»
Bu iki hadîsin araları
şöyle bulunabilir:
Kadının kocasının
malından onun izniyle infâk etmesi; bütün ecri, izinsiz infâkta bulunması;
yarım ecri îcâp eder. Sonra kocası fakir veya cimri ise o zaman kadının
izinsiz olarak onun malından infâk etmesi memnudur. Aksi takdirde yani kocası
fakir veya bahîl değilse izinsiz de onun malından infâk edebilir ve sevap da
kazanır.
Ulemâdan bâzıları :
«Hadîste geçen kadının, köle ve hizmetçinin infâkından murâd mal sahibi olan
kocasının geçindirdiği efrada, onun hesabına sarfetmektir.» demişlerse de bu
te'vil hadîsin lâfzına uzakür. Bâzıları da infâk babında kadın ile hizmetçi
arasında fark görürler ve: «Kadının kocasının malında tasarrufa hakkı vardır.
Binaenaleyh ona kocasının malından tasadduk caizdir. Fakat hizmetçi öyle değildir.
Onun efendisinin malında tasarrufa hakla olmadığından, izinsiz tasaddukta
bulunamaz» derler.[597]
657/513- «Ebu
Saîd radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî: İbni Mes'ud'un karısı Zeyneb geldi, ve:
— Yâ
Resûlâllah, Sen bugün sadaka vermeyi emir buyurdun. Benim de
ziynetlerim vardı. Onları tasadduk etmek isterdim. Fakat Ibnî Mes'ûd kendisinin ve çocuklarının
kendilerine bunları tasadduk etmem gereken en lâyık kimseler olduklarını iddia
etti; dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem
:
— İbni Mes'ûd doğru söylemiş (evet); kocan ve
çocukların kendilerine bu ziynetleri tasadduk edeceğin en lâyık kimselerdir;
buyurdular».[598]
Bu hadîsi, Buharı
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif
sadakanın yakın akrabaya verilmesinin efdâl ve evlâ olduğuna delildir. Zahirine
bakılırsa hakkında söz edilen sadaka, vacip sadaka gibi görülüyorsa da nafile
sadaka olmak ihtimâli de vardır. Nitekim Hanefîler nafile sadaka olduğunu
iddia ederler. Hadîsin Buhârî' de yine İbni Mes'ûd (R. A._)'m zevcesi
Zeyneb'ten şöyle bir rivayeti daha vardır :
«Zeyneb demiş ki : Yâ
Resûlâllah! Sadakamızı fakir bir zevç île terbiyemiz altında bulunan kardeş
oğlu yetimlere vermek bize kâfimidir? Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve sellem;
kendisine :
— Sana hem sadakanın
ecri hem de sılanın ecri vardır; buyurmuşlardır».
Bu hadîsi Müslim dahi
tahrîc etmiştir. Ve bâzılarına göre sadakadan muradın yâcip olan sadaka
olduğunu daha da kuvvetle ifâde etmektedir. Zîrâ sadaka mendup olsaydı, kadın
«bu bize kâfi gelir nü?» diye sormazdı. Resûlüllah (S.A.V.)'in sadaka ve sıla
kelimelerini kullanması da aynı mânâya delâlet eder. Zîrâ sadaka denilince
hâtıra gelen, vacip olanıdır. Bundan dolayıdır ki, bâzıları buradaki sadaka-,
dan muradın vacip sadaka olduğuna cezmetmişlerdir, diyorlar.
Hadîs-i şerîf,'zekâtı kadının
kocasına verebileceğine de delâlet etmektedir ki, Cumhur ulemâ'nın kavli
budur. îmâm- Âzam Ebu Hanîfe ile îmâm-% Ahmed ibni Hanbel'e göre kadın
kocasına, kocası karısına zekât veremez. Zîrâ hayatları müşterektir. Zâten
kocanın karısına zekât vermemesi ittifâkîdir. Çünkü kadının nafakası kocasına
vaciptir. Onunla zekât almaktan müstağni olur. Hadîs-i şerifte zikri geçen
çocukların annelerinin zekâtını almaya lâyık görülmeleri annenin evlâdına zekât
verebileceğine delâlet ederse de buna kail olan yoktur. tbnü'l-Münzir evlâda
zekât verilemiyeceğine icma-ı ümmet olduğunu iddia etmiştir. Şu halde ulemâ bu
hadîsi farz olmayan sadakaya hamletmişler, yahut : «Sadakayı kadın kocasına
vermiştir. O da çocuklarına infâk ettiğinden «Çocukların, kendilerine ta-sadduk
edeceğin en lâyık kimselerdir» denilmiştir; yahud da bu çocuklar kadının değil,
Hz. İbni Mes'ûd (R.A.)'m. başka karısından olan çocukları imiştir» şeklinde
te'vü etmişlerdir.
Nitekim Buhârî'nin
ikinci rivayeti de bunu te'yid etmektedir. Zîrâ o rivayette : «Fakir bir zevç
İle terbiyemiz altında bulunan kardeş oğlu yetimlere vermek bize kâfi midir?»
deniliyor ki, bu yetimler Hz. İbni Mes'ûd (R.A.)'ın anneleri vefat etmiş,
oğullan olabilir. Bunlara anneleri olmadığına bakarak yetim demek caizdir.[599]
658/514-
«Ibnü Ömer radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî : Resûlüllah
SaUaîlahü aleyhi ve sellem :
— İnsan[600] tâ
kıyamet günü yüzünde bir parça et dahi kalmamış olarak gelinceye kadar âlemden dilenip durur; buyurdular.»[601]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerîf, çok çok
dilenmenin çirkin olduğuna ve dilenci her istedikçe yüzünden bir parça et
gittiğine, bu suretle günün birinde yüzünde etten eser kalmayacağına delildir.
«Nass» sözü devlet reisi ile tahsis olunmuştur. Nitekim aşağıda görülecektir.
Bu hadîs, mutlak surette dilenmenin çirkin olduğunu gösteriyor. Buhârî ise bu
çirkinliği malını çoğaltmak maksadıyla yani zengin olduğu halde dilenmekle kayıtlamış,
hattâ buna bir bâb tahsis etmiştir. Bu takdirde ihtiyacından dolayı dilenmek
mubah olur.
Dilenmeye mâni
zenginliğin neden ibaret olduğu az ilerde görülecektir.
«Yüzünde bir parça et
dahi kalmamış olarak» ifâdesi hakkında HattâH (319—388) şu îzâhâtı veriyor: «Bu
sözden dilencinin düşük, kıymet ve itibarı kalmamış mânâsı kasdedilmiş olması
yahut dilenmek suretiyle yüzünü zelîl ve hakîr kıldığı için kendisine bir ceza
olmak üzere, cinayet yeri olan yüzünün, tâ etleri dökülünceye kadar azap
olunması yahut da kendisini tanıtan bir alâmeti olmak üzere yüzü sade kemikten
ibaret hasredilmesi ihtimal dahilindedir». Bu bâbda başka kaviller de vardır.[602]
659/515- «Ebu
Hüreyre radıyaîlahü anVden rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
SaUaîlahü aleyhi ve setlem :
— Kim malını çoğaltmak
için âlemin mallarını isterse, ancak ve ancak kor istiyor demektir. İster az
istesin, İster çok; buyurdular.»[603]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
tbnü'î-AraU «Ancak ve
ancak kor istiyor» cümlesi hakkında şöyle demiştir: «Bunun mânâsı dilenci
ateşle azap olunacak demektir. Fakat haMkat olmak ihtimâli de vardır. Yani
aldığı şeyler kor olurda onunla dağlanır. Nitekim zekâtına vermiyenler böyle
azap göreceklerdir «İster az, istesin, ister çok» cümleleri tehekküm ve istihza içindir.
Tehdit için vârid olmalan da ihtimal' dir.
Hadîs-i şerîf malını
çoğaltmak için dilenmenin haram olduğuna delildir.[604]
660/516- «Zübeyr
tbni Avvâm radtyaUahü anh'âen Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem'den
(işitmiş olarak) rivayet edilmiştir. Resul-ü Ekrem Salîdlîahü aleyhi ve sellem
buyurmuşlardır ki :
— Birinizin, ipini
alarak, sırtında bir yük odun getirmesi, müteakiben onu satarak onunla yüzünün
akını koruması, versinler vermesinler âlemden dilenmekten herhalde kendisi
için daha hayırlıdır.»[605]
Bu hadîsi, Buhârî
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîf bundan
evvelkiler gibi dilenmenin çirkinliğine delildir. Fazla olarak bunda çalışıp
kazanmaya teşvik vardır. Zîrâ dilencilik sebebiyle dilencinin nefsi zelîî ve
hakîr olur, izzet-i nefsi kalmaz. İstediği verilmediği takdirde reddedilmek
mezellet ve hakaretine dûçâr olur. Veren dahi her istiyeni boş çevirmiyecek
olursa, malı azalır; başı dara düşer. Binaenaleyh nefse meşakkatli bile gelse
çalışmak lâzımdır. Çalışıp kazanmaya kudreti olan bir kimse hakkında
Şâfiîler'in iki kavli vardır:
Birincisi : Dilenmenin
haram olmasıdır ki, esah olan da budur.
İkincisi : Mekruhtur.
Fakat mekruh derecesinde kalabilmek için üç şart vardır:
1—
Dilenci
kendi kendini hakîr ve zelîl düşürmeyecek.
2—
Israrla
istemiyecek.
3— Dilendiği
kimseye eziyet vermiyecek'tir.
Eğer bu şartlardan
biri bulunmazsa dilenmek bilittifak haram olur.[606]
661/517- «Semüratü'bnü
Cündeb radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki; Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Dilenmek bir
tırmalamadır. Onunla kişi kendi yüzünü tırmalar. Ancak bir kimsenin devlet reisinden,
yahut kaçınılmaz bir şey hakkında dilenmesi müstesna; buyurdular».[607]
Bu hadîsi, Tirmîzî
rivayet etmiş ve sahîhlemiştir.
Ebu Dâvvd ile NesâVmn
rivayetlerinde : «. jo » yerine « ^ S »
denilmiştir. Mânâsı : Yaralar demektir.
Hadîs-i şerîf, kimlerin
dilenmesinin mubah olduğunu göstermektedir. Devlet reisinden istemek mubahtır.
Çünkü Beytü'l-Mal'ın mütevellisi odur. Binaenaleyh ondan istemek
Beytü'l-Mal'dan istemektir. Bey-tül Mal'da ise her fakirin hakkı vardır. Sonra
bu işte devlet reisinin dilenciye bir minnet ve ihsanı da yoktur. Çünkü onun
vekili mesabesindedir. Bir kimse vekilinden kendi hakkını her zaman
isteyebilir. Hadîsin zahiri devlet reisinden ihtiyacı yokken sırf malını
çoğaltmak maksadı ile bile, istese yine günah olmayacağını gösteriyor.
Kaçınılmaz geyin ne olduğunu îmâm-ı Müslim'in Kubeysa (R. A.)'dan rivayet
ettiği bir hadîs îzâh ediyor. Az ilerde görülecek olan bu hadîste : «Dilenmek
ancak üç kişiden birine helâldir» deniliyor ve bunların :
1—
Başkasına
kefil.
2— Felâketzede.
3— Fakir'den
ibaret olduklarını îzâh buyuruyor.[608]
662/518- Ebu
Saîd-i Hudrî radıyaJlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir kh Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Beş nev'i zenginden
başka hiç bir zengine sadaka helâl değildir: Zekât tahsildarına, yahut sadakayı
malı ile satın alana, veya borçluya, yahut Allah yolunda gaza edene, yahut da
sadaka bir fakire verilip de fakirin o sadakadan kendisine hediye ettiği
zengine; buyurdular.»[609]
Bu hadîsi, İmâm-i Ah m
e d, Ebu Dâvud ve Ibni Mâce rivayet etmişlerdir. Hâkim'de onu sahîhlemiş fakat
mürsel olmakla illetlendirmiştir.
Zâhir'e göre
illetlendirmeyi bütün sayılan muharriçler yapmış görünüyorsa da hakîkatta
mürsel olarak Uletlendirilen rivayet yalnız Hâkim'in sahih diye hükmettiği
rivayettir. Sadaka almayı haram kılan, zenginliğin tarif ve tahdidi babında
ulemânın kavilleri çeşitlidir. Biz bu kavilleri buraya almıyoruz. Dilenmeyi
haram kılan zenginliğin hududunu çizen bir takım hadîsler vârid olmuştur ki,
bâzılarını agağıya dercediyoruz:
1— Nesâî
(215—303) Hx. Ebu Sald (R.A.)'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Bir okiyye malı
varken dilenen muhakkak ısrarla istedi demektir.
2— Ebu Dâvud
(202—275) şu hadîsi rivayet ediyor :
«Sizden biriniz bir okiyyesi
veya onun dengi malı varken (yine) dilenirse muhakkak ısrarla istedi
demektir.»
3— Yine Ebu
Dâvud şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Kendisini
geçindirecek malı varken, dilenen kimse ancak ateşi (nî) çoğaltır; Ashâb;
— Onu ne miktar mal
geçindirir?; dediler : Resûl-ü Ekrem :
— Akşam ve sabah yemeğine yetecek kadar;
buyurdular.»
Bu hadîsi, Ibnİ Hibban
(—354) sahîhlemiştir. îşte dilenmeyi haram kılan zenginlik bundan ibarettir.
Zekât almayı haram kılan zenginlik ise,
üzerinden zekât vermek farz olan zenginlikdir. Hadîs-i şerifte :
«Ben o sadakayı sizin
zenginlerinizden alarak fakirlerinizde iade etmekle emrolundum» buyurulmuş ve
zengin ile fakir mukayese edilerek, zenginin zekât vermek kendisine farz olan;
fakirin ise kendisine zekât verilen kimseler olduğu anlatılmıştır.
Hadîs-i şerif, zekât
tahsildarının zengin bile olsa zekât alabileceğini ifâde ediyor. Çünkü
tahsildar aldığını fakir olduğu için değil, emeğinin mukabil olarak alır.
Zekâtı bir kimsenin kendi malı ile satın alması da böyledir. Çünkü evvelâ o
zekât fakire verilmiş ve yerini bulmuştur.. Artık fakir onu satarken zekât malı
değii, kendi mülkü olarak satar.
Keza borçlu ile gâzî
zengin bile olsalar kendilerine zekât verilebilir. Bâzı ulemâya göre, kadı,
müftü ve müderris gibi müslümanların umûmî mesâlihi ile meşgul olan zevat
zengin bile olsalar kendilerine zekât verilebilir. Hattâ Buîıârtihir babında
buna işaret ederek : «Hâkim İle zekât tahsildarının rızkı babı» demiştir.
Buhârî buradaki rızktan, devlet reîsinin beytü'l-mal'dan kendisine maaş verdiği
kadı ve müftü gibi zevatı kasdetmigtir. Taberî (224—310) diyor ki : Cumhur ulemâ,
kadının hâkimlik ücreti almasının caiz olduğuna kaildir.Çünkü hâkimliği
kendisini hususî işlerini görmekten alıkoyar. Şu kadar var ki seleften bir
takımları bunu mekruh görmüş, fakat haram dememişlerdir.»
Bâzılarına göre şayet
kadının aldığı ücret helâl cihetten ise, alması bilicmâ caizdir. Almayan
ver'a-takvasmdan dolayı almaz. Ama alınan ücrette şüphe bulunursa evlâ olan
onu almamaktır. Beytü'l-mal'dan haksız olarak alınan ücret haramdır. Davacı ile
dâvâlıdan ücret alınmasına gelince: Bunun caiz olup olmadığı ihtilaflıdır.
Caiz görenler dahi ortaya bir takım şartlar koymuşlardır. Meselâ kaza bahsinde
görülecektir.[610]
663/519- «Ubeydullah
ibni Adiyy b. El-Hıyar[611]
radıyaîlahü anlı' den rivayet edildiğine göre, iki adam Resûlüllah Salîallahü
aleyhi ve sellem'e sadaka istemeye geldiklerini; Resûlüllah SaMallahü aleyhi ve
sellem'ln kendilerini süzdükten sonra onları güçlü kuvvetli görerek :
— Dilerseniz size
veririm. Fakat bu sadakada ne bir zengine, ne de kazanan güç kuvvet sahibine
hisse vardır; buyurduğunu kendisine anlatmışlardır.[612]
Bu hadîsi, İmâm-ı
Ahmed rivayet etmiş ve onu Ebu Dâvud ile Ne-sâî kavı bulmuşlardır.
Bu hadîs hakkında
îmâm~ı Ahmed ibni Haribel (164—241) : «Ne güzel hadîs» demiştir. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'in : «Dilerseniz size veririm» buyurmaktan muradı ; Sadaka almanın bir
meziyet değil, mezellet olduğunu anlatmaktır. Ve eğer böyle olmakla beraber
yine de kabul ederseniz veririm, demek istemişlerdir. Yahut; sadaka gücü kuvveti yerinde olana haramdır.Eğer
haram yemek isterseniz veririm, diyerek onları azarlamak ve ayıplamak
istemiştir.
Hadîs-i şerîf,
sadakanın zengine, ve gücü kuvveti yerinde olup çalışabilene haram olduğuna
delildir. Zîrâ bir iş veya san'at sahibi olmak onu zengin- hükmüne katar.
Böylelerine sadaka almayı caiz görenler de vardır. Bunlar hadîs-i şerifi
te'vil ederler.[613]
664/520-
«Kufaayselü'bnü Muhârîk Hilâlî[614]
radıyaîlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Resûlüllah Saîlaîlahü
aleyhi ve seUem :
— Şüphesiz dilenmek
ancak üç kişiden birine helâl olur :
1—
Bir
kefaleti üzerine alan adama. Buna kefil olduğu malı buluncaya kadar dilenmek helâldir. Sonra vazgeçer.
2—
Başına
felâket gelip, malını helak eden adama.
Buna da bir geçim nizâmı sağlayıncaya kadar dilenmek helâldir.
3— Kavminden
aklı başında üç kişinin kalkıp : «fü-lâna hakikaten fakr-ü zaruret isabet
etmiştir» diyecekleri (derecede) başına fakrü zaruret gelen adama. Buna da bir
geçim yolu buluncaya kadar dilenmek helâldir.
Bunlardan gayrı
dilencilikler yâ Kubeysa haramdır. O sadakaları (yiyen) haram olarak yer;
buyurdular»[615]
Bu hadîsi, Müslim, Ebu
Dâvud, İbni Huzeyme ve Ibnİ Hibban rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerif üç sınıf
insan müstesna olmak üzere dilenmenin haram olduğuna delildir.
Birinci sınıf :
başkasına kefil olarak onun borcunu veya diyetini üzerine alan ve o ödemezse
ben ödeyeceğim diyenlerdir. Böylelerine ödemek îcâp ettiği vakit dilenmek
helâldir.
İkinci sınıf : Malına
dolu veya sel veyahut yangın gibi âfetler isabet ederek elinde maişetini
temine yarayacak bir şey kalmayanlardır. Bunlara da dilenmek helâldir.
Üçüncü sınıf : Fakir
düşenlerdir. Lâkin böylelerine dilenmek helâl olabilmek için hemşehrilerinin
şehâdeti şarttır. Çünkü bunların hâlini en iyi bilen komşularıdır. Binaenaleyh
aklı başında olanlardan üç kişinin bu gibilerin fakir olduklarına şehâdet
etmesi dilenmeyi kendilerine mübâh kılmak için kâfidir.
Şâfiîler bu husustaki
şâhidlerin üç kişiden az olamıyacağma kaildirler. Delilleri bahsimizin
hadîsidir. Diğer mezhep imamları ise şâir şehâdet nisablarına kıyasen burada
da iki şahidin kâfî geleceğine zâhip olmuşlar ve bu hadîsi nedip mânâsına
hamletmişlerdir.
Bu hüküm, zengin,
olarak tanınmış birisinin sonradan fakir düşmesine göredir. Hâl bunun aksine
olursa, şehâdeti lüzum kalmadan dilenmek caizdir.
İbni Ebi Leylâ
dilenmenin haram olduğuna ve adaleti iskat edeceğine kaildir.[616]
665/521- «Abdulmuttalip
ibni Rabîatü'bnü El-Hâris[617]
radıyaMahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah SaMaMahü aleyhi
ve sellem:
— Şüphesiz sadaka
Muhammed'in sülâlesine yakışmaz. O ancak ve ancak nâssın kirleridir. Bir
rivayette de «O ne Muhammed'e ne de Muhammed'in sülâlesine helâl olur; Buyurdular».[618]
Bu hadîsi, .Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîsteki «yakışmaz»
tâbiri ile «helâl olmaz» mânâsı kasdedil-miştir. Binaenaleyh bu tâbir de tahrim
ifâde eder. Hz. İbnî Rabîa'nın bu hadîsten maada Kütüb-ü Sitte'de hadîsi
yoktur.
Hadîs-i şerîf, Hz.
Fahr-İ Kâinat (S.A.V.) ile onun sülâle-î tâhiresine zekât almanın haram
olduğuna delildir. Resûlüllah (S.A.V.)'e zekât almanın haram olduğu icmâ' ile
sabittir. Sülâle-i tâhiresine de haram olduğuna icmâ' bulunduğunu İbni Küdâme
ve Ebu Tâlib gibi ulemâ iddia
etmişlerdir.
İmâm-ı Âzam Ebu
Hanîfe'den Ebu'l-İsme Nuh b. Meryem'in rivayetine göre sülâle-i tâhire'ye
zekât almak mubahtır. Hz. tmam bunlar için : «Resûlüllah (S.A.V.) devrinde
almaları caiz değildi. Fakat şimdi bu zamanda caizdir» demiştir. Benî Hâşim'in
birbirlerine zekât vermeleri ise Ebu Hanîfe ve Ebu Yusuf'a, göre caizdir.
Lâkin zahir rivayete[619]
göre Hanefîyye imamlarının ittifakı ile Benî Hâşîm'e zekât verilmez. Nafile
sadakaya gelince :
Hanefîler'in
«En-Nihaye-» gibi bâzı fıkıh kitaplarında «Benî H âsim'e nafile sadaka vermek
bilicmâ caizdir» denilirse de hadîslerin umûmâtı karşısında hak olan: Bu
sadakayı onlara hibe diye vermeli ve ehl-i beyt-î Resûlüllah'a karşı son derece
edep ve terbiyeye riâyet etmelidir. Sülâle-i tâhire'ye zekât almadıklarına
mukabil «humsü'i-Humus» yani ganimetlerin beşte birinin beşte biri
verilmiştir. Bâzı ulemâya göre kendilerine bu «humsü'J-Humus» verilmezse o
zaman zekât almaları helâl olur. Maamâfîh umumiyetle hadîslerin delâlet ettiği
mânâ haram olmasıdır. Aksini iddia edenler hadîsleri te'vil yoluna giderler.
Halbuki buna lüzum yoktur.
«Sadaka ancak ve ancak
nâsın kirleridir» diye ta'lil buyrulması,
onlara yalnız zekâtın haram olmasını îcâp eder. Zîrâ sahibini temizleyen
sadaka farz olan zekâttır. Nitekim
Teâîâ Hazretleri :
«Onların mallarından
kendilerini temiz ve pâk edeceğin bir sadaka al.»[620]
buyurmuşlardır Ancak tefsir kitaplarında beyân edildiğine göre, bu âyet-i
Kerîme nafile sadaka hakkında nazil olmuştur. Bundan dolayı bir çok ulemâ
sülâle-l tahîre'ye nafile sadaka almanın da haram olduğuna kaildirler. Hadîste
geçen «âl» lâfzından muradın ne olduğunu tâyin hususunda ulemâ arasında
ihtilâf vardır. Akla en yakın olan tefsir, râvi Zeyd ibni Erkam hazretlerinin
yaptığıdır. Bu tefsire göre : Âl-i Muhammed (S.A.V.) şunlardır : Âl-İ Alî, Âl-İ
Abbas, Âi-İ Cafer, Â1-İ Âkîl ve Âl-i Haris ibnî Abdül Muttalip.
Râvinin tefsiri
elbette başkalarının tefsirine müraccahtir. Hanefî-ler'Ie diğer bâzı ulemâ Âl-i
Muhammed'i «Benî Hâşimdir» diye tefsir etmişlerse de maksatları yine Zeyd ibni
Erkam hazretlerinin tefsiridir. Çünkü Benî Hâşîm'den murâd bütün Benî Hâşim
değil, Peygamber (S.A.V.)'e yardım edenleridir. Bu yardımlarına bir ikram
olmak üzere Teâlâ hazretleri kendilerine sadaka almayı haram kılmıştır. Binaenaleyh
Ebu Leheb gibi Peygamber (S.A.V.)'e ezâ cefâ etmek için ömrü boyunca fırsat
kollayanları bu ikramı asla hak edememişlerdir. O gibilerin sülâlesinden
müslüman olanlar sadaka alabilirler.
Kendilerine zekât
almak haram olanlardan biri de Ben! Muttaüb'tir. Bunu aşağıdaki hadîslerden
anlıyoruz.[621]
666/522-
«Cübeyr ibnt Mut'im[622]
radıydllahü anh/den rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Ben ve Osman ibni Affan
Peygamber SaUallahü aleyhi ve seMem'e gittik ve :
— Yâ Resûlallah El-Muttalip oğullarına Hayber
(ganimetin) in beşle birinden (hisse) verdin; bizi bıraktın. Halbuki bîz hep
bir mertebedeyiz; dedik. Bunun üzerine Resûlüllah Salîalîahü aleyhi ve seîlem
:
— El-Muttalip oğulları ile Hâşim oğulları ancak ve ancak bir şeydir;
buyurdular».[623]
Bu hadîsi, Buhârî
rivayet etmiştir.
Benî Hâşim'den muradın
kimler olduğunu ve Ebu Lehep sülâlesinin bunlarda dahil olmadığını yukarda
gördük. Bâzıları : Ebu Lehep oğullarından Utbe ile Muattîb, Peygamber
SaUallahü aleyhi ve setlem'in asr-ı saadetlerinde müslüman olmuş ve onunla
beraber Hayber'in fethinde bulunmuşlardır. Binaenaleyh Âl-i Muhammed
(S.A.V.)'de bunlar da dahildir derler.
Hadîs-i şerîf, Benî
Muftalib'in ganimetlerden akraba hissesi almakta ve kendilerine zekât almak
caiz olmamakta, Benî Hâşİm'e iştirak ettiklerine delildir. Fakat diğerleri
nesep itibarıyla müsavi de olsalar, onlara iştirak edemezler. Zîrâ Resûl-ü
Ekrem (S.A.V.) :
( «Onlar câhiliyette ve islâm'da bizden ayrılmamışlar.
Binaenaleyh, ahkâm hususunda bir şey gibi olmuşlardır» buyurarak âlemin kirleri
mesâbesindeki zekât kendilerine haram kılınmak ve onun yerine ganimetlerin
humsü'l-humus verilmek suretiyle niçin ikram olunduklarını beyân etmiştir.
Şu halde Âl-i Muhammed
kendilerine hâs olan bu ikramı hak etmişlerdir. îmâm~ı Şafiî'nin mezhebi de
budur. Cumhur ulemâ'ya göre ise Peygamber (S.A.V.)'in akrabasına hamsü'l-Humus
vermesi İstihkak ci-hetiyle değil, sırf bir ikram ve tefaddüldür.
Benî Mutfalîb :
El-Muttalîb b. Abdi Men'af'ın oğullarıdır. Hz. Cübeyr b. Mut'im, Nevfel b.
Abdi Men'af oğullarındandır. Osman İbni Affan (R. A.) ise Abdüş-Şems b. Abdil
Men'af oğullarındandır Binaenaleyh Benî Mutfalîb, ile Benî Abdi Şems ve Benî
Nevfel amca oğulları olup derece itibarıyla birbirlerine müsavidirler. Bundan
dolayıdır ki Hz. Osman (R. A.) ile Cübeyr İbni Mut'îm (R. A.) Peygamber
(S.A.V.)'e kendilerinin Benî Muttalib ile bir derecede olduklarını
söylemişlerdir.[624]
667/523- Ebu
Râfi[625]
radıyaUahü anh'den rivayet edildiğine göre Peygamber Sttllalîahü aleyhi ve
seMem; Sadaka toplamak için Beni Mahzum'den bir adam göndermişti. Bu adam Ebu
Rafî'a :
— Bana
arkadaş ol; zîrâ sen sadakayı toplarsın; dedi.
Ebu Rafı de : «Peygamber
Saîlallahü aleyhi ve sellem'e gideyim
de bir sorayım» dedi. Ve o (hazrefe) gelerek sordu. Resûtüllah Saîlallahü aleyhi ve sellem :
— Bir kavmin azadlısı kenclilerinclendir. Şu muhakkak ki bize
sadaka helâl değildir; Buyurdular».[626]
Bu hadîsi Ahmed ile
Üçler, İbni Huzeyme ve Ibnî Hibban rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf Âl-i
Muhammed (S.A.V.)'in azadh kölelerinin de aynen kendileri hükmünde olduğuna
delildir. Yani Âl-i Muhammed (S.A.V.)'e zekât almak nasıl haram ise,
azadlilarma da öylece haramdır. İbni Abdü'l-Berr (368—463) «Et-TemhM» adlı
eserinde : «Müslümanlar arasında Peygamber (S.A.V.)'e ve Benî Hâşim ile onların
azadlılarına sadaka helâl olmayacağı hususunda hilaf yoktur» diyor.
Maamâfîh bâzıları
nesep itibarıyla Benî Hâşîm'le azadlıları arasında iştirak olmadığına bakarak,
«azadlılara zekât almak haram değildir. Zâten bunlara ganimetten karabet payı
da yoktur» derlerse de kendilerine kısaca: «Mevrid-i nâsda içtihada mesâğ
yoktur» diye cevap verilir.
Zekât tahsildarlığı
süfâle-î tâhire'nin azadh kölelerine haram olunca kendilerine bilevlâ
haramdır. Hz. Ebu Râfi'a arkadaşlık teklif eden zâtın ismi Erkam idi. Şayet
Erkam (R. A.) Ebu Râfi'a kendi aldığı ücretten verse caizdi. Çünkü o
kendilerine sadaka helâl olan beş sınıfa dâhildir. Ve sadakayı aldıktan sonra
onu başkasına hediye eden gibidir.[627]
668/524- «Salim
b. Abdullah b. Ömer'den, o da babasından (radıyal-lahü anhüm) duymuş olarak
rivayet etmiştir ki : Resûlüllah Saîlallahü aleyhi ve sellem, Ömer
ibnü'l-Hattab'a ücretini verir; o da (bunu benden daha fakire ver) derdi. Bunun
üzerine Peygamber Saîlallahü aleyhi ve seUem:
— Al da ya kendine mal
et, yahut tasadduk eyle; gözün olmadığı ve istemediğin halde bu maldan sana
geleni al. Böyle olmayan için hiç gönül yorma; buyururlardı.»[628]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Nevevî'rân beyânına
göre muşrîf : Harîs demektir.
Hadîs-i şerîf zekât
tahsildarının kendisine verilen ücreti alması gerektiğini ifâde ediyor. Çünkü
ücret hakkında vârid olduğu MiisZim'-in bir rivayetinde tasrih edilmiştir.
Ekser ulemâ «al» emrini nedip mânâsına almışlardır. Maamâfîh : «Vücûp ifâde
eder» diyenler de olmuştur. Ulemâ : «hadîste zikri geçen iki şartla, verilen
her atiyyeyi kabul etmek menduptur» diyorlar. Fakat bunun için verilen malın helâl
olması da şarttır. Malına helâl ile haram karışan zâlim ve fâsıkların verdiği
hediyelere gelince : Îbnü'l-Münzir: «Bunları almak caizdir» demiştir. Filvaki
Resûlüllah (S.A.V.) zırhını bir yahudi'ye rehin etmişti. Ve keza onlardan cizye
alıyordu. Halbuki hıristiyanlar'ın ekseriyetle kazançlarının domuz ve şaraptan
olduğunu ve yahûdilerin haram yediklerini ve şâir bâtıl muamelelerini pek âlâ
biliyordu.
«El-Camiü'l-Kâfî» nâm
eserde şöyle deniliyor : «Zâlim bir sultanın hediyesi reddedilmez. Çünkü
hediyeyi alan bunu bir müslüman m malı olduğunu bilirse, onu alarak sahibine
teslim etmek vaciptir. Kimin olduğu belli değilse zulümdür. Onu müstehakkına
verir. Eğer mal bu zâlim sultanın kendisininse, onun kabulü ile bâtılını
azaltmış ve ma'siyet peşinde sarfedeceği malı elinden almış olur.» Bu söz
güzeldir. Fakat böyle birinden hediye kabul etmek için verene muhabbet bağlamaktan
emin olmak şarttır. Zîrâ insanda kendisine ihsan edenlere karşı minnet,
muhabbet ve şükran hisleri fıtrî olarak mevcuttur, «insan ihsanın kuludur»
derler. Binaenaleyh bu hislerin mağlûbu olan kimse, hediyeyi almakla
başkalarına o zâlimi hak yolunda imiş gibi gösterir.[629]
Kelime-! fevhîd'den
sonra İslâm'ın üçüncü rüknü oruç'tur. Oruç hicretin ikinci senesi farz
olmuştur. Teâlâ Hazretleri bu büyük ibâdeti pek büyük hikmetlere mebnî farz
kılmıştır. Bu hikmetlerin en büyüğü ise, nefs-i emmâre'nin hiddet ve şiddetini
kırarak onu sükûnete kavuş-turmasıdır. Zâten usûl-ü fıkıh ilminin beyânına göre
oruç hadd-i zâtında insanı aç ve susuz bırakmak suretiyle Allah'ın ihsan
ettiği nimetlerden mahrum kılmak olduğundan, güzel bir şey bile sayılamazken,
nefs-i emmâre'yi terbiyeye vesile olması itibariyle güzel olmuş, hem de hükmen
bizzat güzel şeyler meyânına yükselmiştir. Mezkûr ilimde bu mânâda ona «Hasen
îizâtihi hükmen» denilir. Evet, şüphe yoktur ki, insanda nefis denilen bir
kuvvet vardır. Bu kuvvet hayra da şerre de yararsa da tabiatı icâbı daha ziyâde
şerre meyyaldir. Ve adetâ ateşe benzer. Ateş nasıl hayra, şerre yarar. Fakat
tabiatı icâbı daha ziyâde şerre elverir. Yani temas ettiği her şeyi yakmak
isterse, nefs-i emmâre denilen kuvvet de öyledir, Öyle olduğu içindir ki: Hz.
Yusuf (A.S.) gibi bir Pey-gamber-i zîşân : «Ben nefsimi tebrie edemem. Çünkü
nefs pek ziyâde fenalığı emir eder. Ancak Rabbimin rahmet buyurarak
korudukları müstesna[630]»
diyerek ondan Allah'ına sığınmıştır. Ateşi zararsız hale getirmek için üzerinde
bâzı tasarrufatta bulunmak zaruri olduğu gibi, nefs-i emmâreyi dahi zararsız
hâle getirmek için üzerinde durarak onu terbiye etmek îcâp eder. işte onun en
büyük mürebbîsi oruç'tur. Onun için : «Oruç âzâyı acıktırır. Fakat nefsi
doyurur. Âzâ doydu mu, bu sefer de nefs acıkır» derler.
Oruç, insana:
fakirlere, yoksullara karşı merhamet hissi aşılar. Çünkü açlık ile susuzluk
acısını birkaç zaman tatmış olan bir adam, senenin oniki ayında aynı acı ve
ıztırap içinde çırpınan bîçârelerin hâlini mutlaka hatırlar ve onlara acır;
yardımlarına koşar. Orucun daha nice hikmetleri vardır. Biz onlardan bahsedecek
değiliz. Yalnız şunu kaydetmek isteriz ki orucu hikmetleri olduğu için değil,
Allah'ımızın emri olduğundan dolayı tutmalıyız. Zaten her ibâdet hususunda
nazar-ı itibara alınacak cihet budur.
Oruç mânâsına gelen
savm lûgatta : Mutlak surette imsak, yani yiyip içmeden, konuşmaktan,
vesâireden nefsi menetmektir. Şer'an : Niyet ederek tan yerinin ağırmasından,
güneş kavuşuncaya kadar yiyip içmekten ve cinsî münasebette bulunmaktan riefsi
men etmektir.
Orucun rüknü : İşte bu
imsaktir.
Sebebi : Muhteliftir. Çünkü
oruçlar muhtelif olup, farz, vacip, mes-nun, mendup, nafile, kerâhet-i
tenzîhiye ile mekruh, ve kerâhet-i tahri-mîye ile mekruh kısımlarına
ayrılırlar.: Meselâ Ramazan orucunun edâ ve kazası, zıhar, kat'il, yemin
kefaretleri, haçta av cezası, ihramlı iken ezâ fidyesi farz oruçlardır. Zîrâ
hepsi kafi delîl ile sabittirler. Nezir orucu vacip, muharremin dokuzuncu günü
ile birlikte aşure orucu sünnet, her ayın ortasında üç gün oruç tutmak mendub,
bunlardan maada keraheti sabit olmayan bütün oruçlar nafile, muharremin
dokuzuncu gününü bırakıp, sâdece onuncu günü aşure orucu tutmak kerâhet-i
tenzîhiy-ye ile mekruh, teşrik günleri ile bayram günlerinde oruç tutmak
tahrî-men mekruhtur.
Şu halde : Edâ ve kaza
olmak üzere Ramazan orucunun sebebi : Ramazan ayının bir cüz'üne erişmektir. Ve
her gün, o günde edâ edilecek orucun sebebidir. Zîrâ her günün orucu ayrı ayrı
ibâdetlerdir.
Kefaret oruçlarının
sebebleri : Bu kefaretlerin sebebleri olan yeminden dönme, öldürme vesairedir.
Menzûr oruçların sebepleri de nezirlerdir.
Orucun vücûbunun şartı
: Müslüman, âkil ve baliğ olmaktır.
Vücûb-u edasının şartı
: Hasta olmamak ve mukim yani evinde yerinde bulunmaktır.
Sıhhatinin şartı : Niyet etmek, hayz ile nifastan temiz
olmaktır.
Orucun hükmü : Vacibin
sukutu yani borcun Ödenmesi ve sevap kazanmaktır. Oruç, muhkem bir farizadır.
Farziyeti, kitap, icmâ ve sünnetle sabittir. Binaenaleyh onu inkâr, yahut
onunla alay eden kâfir olur. Tutmayana ise fâsık denilir.
«Kîfabdan delîli :
«
[631]»
«Sizden kim bu aya 5. ilişirse, onun orucunu tutsun.» Ve([632] )
«Sizin üzerinize oruç
farz kılındı» âyet-i kerîmeleri'dir Orucun farz olduğuna icmâ'-i ümmet münâkid
olmuştur.
Sünnetten delîli :
Meşhur îmân hadîsiyle aşağıdaki
hadîslerdir.[633]
669/525- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir kî : Resûlüllah
SalldUahü aleyhi ve selîem :
— Ramazandan Önce bir
ve iki gün oruç tutmayın. Yalnız devamlı oruç tutan adam müstesna. O bu orucu da tutsun; buyurdular.»[634]
Hadîs, Müttefekun
aleyhdir.
Hadîs-î şerîfte
(ramazan) lâfzı yalnız zikir edildiğine göte oruç ayına Ramazan denilebilecek
demektir. Halbuki İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel'in Hz. Ebu Hüreyre (R. A.) ile
başkalarından merfu' olarak rivayet ettiği bir hadîste şöyle buyrulmuştur :
«Ramazan geldi demeyin. Çünkü ramazan Allah'ın
İsimlerinden bir isimdir. Lâkin ramazan ayı geldi deyin.» Ancak bu hadîs
zayıftır.Buhârî'de sabit olan böyle bir hadîse muaraza edemez.Lâfzı
«Bülûğü'l-Merâm» nüshalarında böyle merfu'dur. Ve muhtar olan budur. Zîrâ
nefiy'den sonra gelmiştir. Bedel olmak üzere ref'edilir. Müslim'de « %*. j Vl »
şeklindedir» ki arapçanin kaideleri îcâbı bu da caizdir. Yani istisna olmak
üzere nasb da edilebilir. Buhârî'de istisna : seklindedir. Bu takdirde cümledeki : fiili tam olarak kullanılmıştır.
Hadîs-i gerîf. Ramazandan
bir veya iki gün önce oruç tutmanın memnu olduğuna delildir. Bu hadîsi, İmâm-ı
Tirmizî (200—279)'de rivayet etmiş ve : «Ehl-i ilim bununla amel etmektedir.
Ramazan girmezden önce bir kimsenin oruç tutmasını Ramazanın mânâsından dolayı
kerih gördüler» demiştir. Resûlüllah (S.A.V.)'nı ramazandan önce oruç tutmayı
yasak etmesi, Teâlâ Hazretleri'nin Ramazan orucuna başlamayı. Ramazan ayının
görülmesine ta'lîk ettiğindendir. Binaenaleyh ramazan ayını görmezden evvel
oruç tutan, Allah'ın emrine nehy'ine muhalif hareket etmiş olur. Hadîs-i şerîf,
Bâtıniyye fırkasının bu bâbdaki âdetini iptal etmektedir. Onlar, Ramazan
hilâlini görmezden bir iki gün evvel oruç tutarlar ve bunu hadîs-i şerifte ki
(lâm) dan çıkarmak isterler. Ulemâdan bâzıları : «Oruçtan nehy, şabanın
yarısından, yani onaltısından sonradır» derler. Bunların delîli Hz. Ebu
Hüreyre (B. .A./dan merfu' olarak rivayet edilen §u hadîstir :
«Şaban yan oldu mu
artık oruç tutmayın» Bu hadîsi Sünen sahipleri ile diğer hadîs imamları tahrîc
etmişlerdir. Bâzıları : «Şabanın yansından sonra oruç tutmak mekruh, ramazana
bir veya iki gün kala tutmak ise haramdır» demişler. Bir takımları da :
«Şabanın yarısından sonra oruç tutmak caizdir. Yalnız Ramazandan bir ve iki
gün evvel tutmak haramdır» mütalâasında bulunmuşlardır.
Mâlikîler'e göre,
ramazandan bir veya iki gün evvel oruç tutmak mekruh değildir. Zîrâ Hz. Ebu
Hüreyre hadîsi zayıftır. Hattâ îmâm-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) ile îbni Main
(—233) onun hakkında : «Bu hadîs münkerdir» demişlerdir. Binaenaleyh şabanın
yarısından sonra oruç tutulmaması babında delîl olamaz.[635]
670/526- «Ammar
ibnî Yasİr radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Hakkında
şüphe edilen günde kîm oruç tutarsa, muhakkak Ebü'l-Kasım Sallallahü aleyhi ve
sellem'e isyan etmiştir.»[636]
Bu hadîsi Buhârî
ta'lîk suretiyle zikretmiş, onu Beşler mevsul olarak rivayet etmişler, İbni
Hüzeyme ile İbni Hibban ise sahîhlemişlerdir.
Hadîsi Beşler de Ht.
Ammar (R. A.)'& vasleylemişlerdir. Musannif merhum «Fethü'l-BârU de bunlara
Hâkim'i de katmıştır. Hadîsi vasleden bu zevat, onu Amr b. Kays'dan. o da Ebu
İshak'tan. rivayet ediyorlar. Onlardaki lâfzı şudur :
«Ammar ibnl Yasir'in
yanında İdik. Derken kızartılmış bir koyun getirerek «yeyinU dedi.
Oradakilerden biri hemen bir tarafa çekildi ve: Ben oruçluyum; dedi. Bunun
üzerine Ammar : «Hakkında şüphe edilen günde kim oruç tutarsa... ilâh... dedi.
îbni Abdü'l'Berr
(368—463): «Bu hadîs onlarca nıüsnettir. Bunun hakkında ihtilâf etmezler»
demiştir.
Hadîs, lâfzen mevkuf,
hükmen merfu'dur. Mânâsı : Ramazandan az önce oruçtan nehyeden hadîslerle,
hilâli gördükten sonra oruç tutmayı emreden hadîslerden alınmadır. Yevmi şek :
Şüpheli gün demektir. Hanefîler'e göre, şabanın son günü olup, havanın bulutlu
olması sebebiyle şabanın son günü mü yoksa ramazanın ilk günü mü olduğu
kestirilemiyen gündür. Eîmme-i selâse'ye göre yevm-i şek: Şabanın otuzuncu
günüdür. Ve yine hilâl görülememek sebebiyle şabandan mı, ramazandan mı
bilinememek kaydıyla mukayyettir.
Şâfiîler'e göre : O
günde oruç tutmak kimi mekruh, kimi mendup, kimi de bâtıl olur. Şöyle ki:
Ramazandandır diye kestirerek tutarsa ke-rahet-i tahrîmiye ile mekruh olur.
Farzla vacip arasında tereddüt ederek : «Yarın Ramazan ise ona, değilse başka
bir farza niyet ettim» derse, kerâhet-i tenzîhîyye ile mekruhtur. Oruç
tuttuğun günlere rastlarsa mendubtur. Oruç tutmakla tutmamak arasında
mütereddit bulunur ve: «Yarın ramazansa oruçluyum, değilse değilim.» derse
bâtıldır.
Şâfiîler'e göre :
Şayet ondan evvelki gece halk arasında hilâlin görüldüğü haberi yayılmış fakat
isbât edilememişse o gün oruç tutmak haramdır.
Böyle bir şey
konuşulmamışsa kat'i olarak şabandandır. Ramazandan olduğuna âdil bir kişi
şehadet ederse, cezmen ramazandandır.
Mâlikîler'e göre :
Tetavvu olarak tutulur, yahut oruç tutmayı âdet edindiği günlere rastlarsa, o
gün oruç tutmak mendup olur. O gün kaza, kefâret-i yemin gibi bir borcunu
ödemek için oruca niyet eder, yahut nezrettiği oruç günü o güne tesadüf eder,
yevm-i şekk'in Ramazandan olduğu da anlaşılmazsa niyet ettiği orucu sahîh olur;
fakat razaman-dan olduğu anlaşılırsa, tuttuğu oruç ikisine de yaramaz. Her
ikisi için birer gün kaza eder. O gün ihtiyaten oruca niyet ederse mekruh olur.
Bu takdirde ramazan
günü olduğu anlaşılırsa ramazan orucu yerine geçmez. Bir gün kaza eder.
Hanbelîler'e göre :
Yevm-i sekte tetavvu yani nafile oruca niyet etmek mekruhtur. Ancak oruç
tuttuğu günlere rastlar veya ondan evvel bir iki gün tutmuş ise mekruh
değildir. Sonra o günün ramazandan olduğu anlaşılırsa tuttuğu oruç ramazan orucu
yerine geçmez. Bir gün kaza etmek icâp eder. O gün başka bir vacibe niyet etse,
Mâlikîler gibi bunlara göre de günün şabandan olduğu anlaşılırsa, niyet ettiği
orucu sahîh olur. Fakat ramazandan olduğu anlaşılırsa, tuttuğu oruç ikisinden
de sayılmaz, sonra kaza eder. Niyet ederken, yarın ramazandan ise, ramazan
orucuna niyet ettim derse, ramazandan olduğu meydana çıksa bile yine ramazandan
sayılmaz, kaza lâzım gelir. Ramazandan olduğu anlaşılmazsa orucu sahîh bile
olmaz.
Yevm-i şek hakkında
ashâb-ı kiram da ihtilâf etmişler; bâzıları o gün oruc'un caiz olduğuna kail
olmuş; diğerleri ise o gün oruç tutmayı Resûlüllah (S.A.V.)'e isyan
saymışlardır. Vâkıâ îmâm-% Şafiî (150—204) nin Fâtıma bîntî Hüseyin'den tahrîc
ettiği bir hadîste Hz. Alî (R. A./ın: «Şabandan bir gün oruç tutmam, benim için
ramazandan bîr gün oruç terk etmemden daha hayırlıdır» dediği göze çarpıyorsa
da buna itiraz edenler : «Bu bir eserdir; münkatıdır. Sonra mücerret yevm-i şek
hakkında da değildir. Bilâkis yanında birisi hilâl'i gördüğüne şehâdet etmiş
de Hz. Ali (R. A.) da oruç tutmuş ve nâs'a da oruç tutmalarını emir etmiş.
Ondan sonra bu sözleri söylemiş» diyorlar. Yevm-i şek hakkındaki nasslardan
biri de Ibnî Abbas (R. A.) hazretlerinin şu hadîsidir:
«Eğer hilâl ile
aranıza buiut girerse, ozaman şabanı otuz gün olarak tamamlayıverin. Amma o ayı
(oruçla) karşılamayın!».
Bu hadîsi, îmâm-t
Ahmed ibni Haribel ile Sünen sahipleri, îbni Büzeyme ve Ebu Yala tahrîc
etmişlerdir. Tayalisi onu şu lâfızlarla
rivayet ediyor: «Ramazanı şabandan bir gün ile karşılamayın». Aynı hadîsi Dâre
Kutnî de tahrîc etmiş ve ibni Hüzeyme sahîh'inde onu sahîh olduğunu beyân
etmiştir. Ebu Dâvud (202—275) Hz. Âişe (R. cmftaj'dan şu hadîsi rivayet ediyor
:
Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve seUem, şabandan korunduğu gibi, başka hiç bir aydan korunmazdı.
Hilâl! görür, yani Ramazan hilâlini görürse oruç tutar; eğer hava bulutlu
olursa otuz günü sayar, sonra oruç tutardı.» Bu bâbda yavm-i şek orucunu men
eden daha nice hadîsler vardır. Eunlardan bîri de aşağıdaki hadîstir.[637]
671/527- «İbnî
Ömer radıyallakü anhüma'dan rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüiiah
BallaUdhü aleyhi ve sellem'i :
— Hilâli gördünüz mü
hemen oruç tutun; ve onu gördünüz mü hemen iftar edin. Eğer üzerinize hava
bulutlu olursa, o ay için tam sayıyı takdir edin; derken işittim.»[638]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
MiteMm'in rivayetinde
: «Üzerinize bulut çökerse o ay için otuzu takdir edin» buyrulmuştur.
Buhârî'nin rivayetinde : «Sayıyı otuz olarak tamamlayın» denilmiştir.
Buhârî'nin Ebu Hüreyre'den rivayetinde ise : «Şabanın sayısını otuz olarak tamamlayın.»
buyrulmuştur.
Hadîs-i şerîf, ramazan
orucunun Ramazan hilâlini görmekle farz olacağına ramazan bayramının da şevval
hilâlini görmekle kılınacağına delildir. Zâhîrî her ne kadar herkesin hilâli
görmesini şart kılar gibi ise de bunun şart olmadığına icmâ' vardır.
Binaenaleyh görmekten murâd: Hükm-ü şeri'yi ispat edebilen haber-i vahid yani
âdil bir veya iki Idşinin görmesidir. Şu halde «Hilâli gördünüz mü» ifâdesinin
mânâsı: İçinizden gören olursa demektir. Maamâfîh mes'ele yine de ihtilaflıdır.
Hanefîler'e göre : Gökyüzünde bulut filân yoksa hilâli kalabalık bir cemâatin
görmesi lâzımdır. Bu cemâatin ne kadar olacağı îmâm-ı Müslimînin reyine
bırakılmıştır. Muayyen bir adet şart değildir. Yalnız şâhidler hilâli
gördüklerini isbât ederken «eşhedü» lâfzını kullanacaklardır. Şayet gökyüzünde
hilâli görmeye bir mâni varsa, o zaman bir kişinin görmesiyle de iktifa olunur.
Ancak bu bir kişinin müslüman, âdil, âkil ve baliğ olması şarttır. Bu halde «eşhedü»
lâfzı şart değildir.
Hilâli görenin
şehâdetini hâkim kabul etmese bile yine oruç tutması îcâp eder. Hilâli göreni
tasdik eden kimse dahi aynı hükümdedir.
Şâfiîler'e göre :
Gökyüzü açık olsun, bulutlu olsun âdil bir müslü-manın -velev mesturü'1-hâl olsun-[639]
hilâli görmesiyle ramazan sabit olur. îsbât için «eşhedü» lâfzı şarttır. Hilâli
görenle onu tasdik edenlere oruç tutmak lâzım olur.
Hanbelîler'e göre :
Ramazan hilâli mutlak surette âdil olan bir mükellefin görmesiyle sabit olur.
Bu hususta erkek, kadın hür ve köle müsavi ise de sabinin ve mestürü'1-hâl olan
kimsenin görmesiyle hilâl sabit olamaz. îsbât için «eşhedü» lâfzı şart
değildir. Hilâli görene ve ona inananlara oruç tutmak lâzım olur. Velev ki
hâkim onun bu haberini kabul etmesin.
Mâlikîler : Hilâli
görmeyi üç kısma ayırırlar :
1—
İki âdil
kimsenin görmesi.
2— Büyük bir
cemâatin görmesi. Bu iki surette ramazan sabit olur.
3—
Bir
kişinin görmesi. Bu surette ramazan yalnız hilâli gören ile onu tasdik eden
hakkında sabittir. Fakat göreni tasdik edenin hilâli görmekle
vazifelendirilmiş olmaması şarttır. Vazifeli ise, onun hakkında ramazan sabit
olamaz. Tafsilât fıkıh kitaplarındadır.
Hilâli bütün
müşlümanların görmesi şart olmadığına göre, bir beldede hilâl görüldü mü şâir
beldeler ahâlisine de oruç tutmak lâzım olur. Buna fukâha husûsî tabiriyle
dhtilâf-i metâlfa itibar yoktur» derler. Yani ay'm bazı beldelerde evvel,
bâzılarında daha sonra doğmasına bakılmaz demektir. Bu dahi ulemâ arasında
ihtilaflıdır.
Hanefîler'den Kadı Han
ve Şemsü'l-Eimme Serahsî gibi bir takım zevata göre «ihtilâf-i metâli'a
itibar yoktur zahir rivayet de budur»
diyorlar. Fakat bâzılarına göre ihtilâf-i metâli'a itibar var-dir. Fetâvâ-i
hüsâmîyye de şöyle deniliyor : «Bir şehir ahâlisi ay'ı görerek otuz gün tutsalar;
diğer bir şehir ahâlisi de ay'ı görerek yirmi dokuz gün tutsalar ve iki şehir
arası yakın olup, her ikisinde hilâl aynı zamanda doğsa, yirmi dokuz gün
tutanlara bir gün oruç kaza etmek lâzım gelir. Fakat şehirler birbirlerine uzak
olup hilâl her ikisinde ayrı ayrı zamanlarda doğuyorsa, bir şehrin hükmü, diğerine
lâzım gelmez. Hz. Âişe (R.anha)'nın : «Her beldenin fıtır bayramı o belde
ahâlisinin bayram ettiği gündür. Her beldenin kurban bayramı da o belde
ahâlîsinin kurban kestiği gündür» dediği rivayet olunuyor ki, bu da ihtilâf-i
metâli'a itibâr olunacağını gösterir İmâm-ı Şâfu'nin mezhebi de budur. Hs.
Şafiî (150—204): İki belde arasındaki yakınlığı yirmi dört fersahtan az
olmakla tahdid etmektedir. Zîrâ bu miktardan fazlada artık hilâl iki belde'de
aynı zamanda doğmaz.
Ramazan hilâlini tek
başına gören kimseye oruç tutmak ulemânın ittifakıyla lâzım ise de şevval
hilâlini yalnız başına görenin iftar edip edememesi ihtilaflıdır. Ekser
ulemâya göre ihtiyaten oruca devam eder. tmâm-ı Şafiî ile Hanefîler'den
bâzılarına göre o gün oruç tutmaz, fakat gizler. Çünkü aşikâre yerse, hakikati
bilmeyenler kendisine sui zan eder ve günâha girerler.
Hadîs-i şerifin
sonundaki Müslim ile BuhârVmn. rivayetleri de Hz. Abdullah ibni Ömer'dendir. Ve
Müslim'in rivâyetindeki «otuzu takdir edin» ifâdesini Buhân'nin rivâyetindeki
«sayıyı Otuz olarak tamamlayın» cümlesi tefsir etmiştir. Bundan maksad
bâzılarına göre: Şabanın otuzuncu günü iftar edin ve ay'ın tamam olduğunu
hesaplayın demektir. Diğer bâzılarına göre ise Şaban'ı otuz gün olarak
tamamlayın demektir. İbni Battal (—444) diyor ki: «Hadîs-i şerîf'de
müneccimlerin sözüne itibar etmeyi def vardır. İtimad edilecek olan ancak
hilâlleri görmektir. Biz tekellüften nehy olunduk.» Müneccimler ve diğer,
hesapla hilâlin yenilendiğini bilenler için «Bu hesaplara itimad ederek oruç
tutabilirler, bayram yaparlar» diyenlerin sözünü ulemâdan El-Bâci reddetmiş:
Ve «Selefin icmâ'ı bunların aleyhine delildir» demiştir. Böylelerine en güzel
cevabı Imâm-ı Buhâri'nin, Hz. İbni Ömer (R. A./dan tahrîc ettiği şu hadîs
veriyor :
ResûlüIlah Sallallahü
aleyhi ve sellem :
— Biz yazı yazmayı,
hesap yapmayı bilmez ümmî bir ümmetiz. Ay şöyle ve şöyledir. Yani
kimi yirmi dokuz
kimi OtUZ çeker;
buyurmuştur.»
Elhâsıl bu hadîsler
hilâli görmeden yahut ay'ı tamamlamadan oruç tutulamıyacağına ve bayram
yapüamıyacağına nass olarak delildirler.[640]
673/528- İbnİ
Ömer radıyaîlahü anhüma'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Cemâat hilâli
görmeye çalıştılar. Ben Peygamber Sallallahü aleyhi ve settem'e onu gördüm
diye haber verdim. Bunun üierİne oruç tuttu ve nâs'a da o ayın orucunu
tutmalarını emir buyurdu.»[641]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Onu İbni Hibban ile Hâkim sahîhlemişlerdir.
Hadîs-i şerîf oruç
tutmak için haber-İ vâhid'le amel edilebileceğine delildir. Birçok ulemânın
mezhebi de budur. Bunlar yalnız adaleti şart koşarlar. Diğer bâzıları mutlaka
iki kişinin şart olduğuna kaildirler. Çünkü bu bir şehâdettir. Hukukta
şehâdetin nisabı iki erkek yahut bir erkek ile iki kadındır. Bunların delili :
NesâVnin Abdurrahman ibni Zeyd ibni Hattâb'ta.n rivayet ettiği şu hadîstir :
«Resûlüllah SallaUahü
aleyhi ve seUem'm ashâbıyla birlikte oturdum ve kendilerine sordum. Bana
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'in :
— Ay'ı görün oruç
tutun; ve ay'ı görün iftar edin. Eğer size hava bulutlu olursa şabanın sayısını
otuz gün olarak tamamlayın. Ancak iki kişi şehâdet ederse o başka; dediğini
anlattılar.»
Bu hadîsin mefhûm-u
muhalifi, bir kişinin kâfi gelmiyeceğine delâlet ederse de sadedinde
bulunduğumuz İbni Ömer hadîsiyle ilerde gelecek Arabî hadîsi birer mantuk olup,
bir kişinin haberinin kabul edigelecek Â'rabî hadîsi birer mantuk olup, bir
kişinin haberinin kabul edileceğine delâlet ederler. Mantûkun karşısında ise
mefhûma itibâr yoktur. Binaenaleyh, bir kişinin kadın veya köle bile olsa
haberi kabul edilir. Bayram hakkında bir kişinin haberinin kâfi gelip
gelmiyeceği ihtilaflıdır. Bâzı Hanefîler'le Mâlikîler'e göre şevval hilâlini
isbât için iki âdil kimsenin şehâdeti lâzımdır. Ancak Hanefîler'e göre iki
kişinin biri erkek, ikisi kadın olabilir. Şâfiîler'e göre âdil bir kişinin
şehâdeti de kâfidir. Şâhidlerin bu hilâli isbat için «eşhedü» demeleri
Mâlİkîler'le Han-belîler e göre lâzım değilse de Hanefîler'le Şâfiîler'e göre
lâzımdır. İbni Abbas ile İbnl Ömer (R. anhüma)'nm rivayet ettikleri şu hadîs
Mâlikîler'e delildir :
«Peygamber SaUaUahü
aleyhi ve selîem; Ramazan hilâli için btr kişinin haberini kabul etti. İftar
için ise İki erkeğin şehâdetînden başkasını kabul etmezdi.» Yalnız Dâre Kutnî bu
hadîsi zayıf bulmuş ve : «Bunu Hafs b. Ömer, yalnız başına rivayet etmiştir.
Halbuki bu zât zayıftır» demiştir.[642]
674/529- «İbni
Abbas radıyallahü anhüma3dan rivayet olunduğuna göre: A'râbinin bîri Peygamber
SaUaUahü aleyhi ve seUem'e gelerek :
— Ben hilâli
gördüm; Demiş. Resûl-ü Ekrem SaUaUahü aleyhi ve seUem :
— Aliah'dan başka
ilâh olmadığına şehâdet ediyor-musun? demiş. Adam :
— Evet; cevabını vermiş Resûlüllah SdllaUahü
aleyhi ve sellem :
— Muhammed'in Allah'ın
resulü olduğuna şehâdet edîyormusun? demiş. Adam :
— Evet; demiş. Resûl-ü Ekrem SaUaUahü aleyhi ve
sellem :
— O halde insanlara
yarın oruç tutmalarını haber ver yâ Bilâl; buyurmuşlardır».[643]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmişler; İbni Hüzeyme ile İbni Hibban sahîhlemişlerdir. Nesâî ise
mürsel olduğunu tercih etmiştir.
Hadîs-i şerîf yukarda
geçenler gibi ramazanın isbâtı için bir kişinin haberi kabul edileceğine ve
keza müslümanlar arasında aslın adalet olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü
Resûlüllah (S.A.V.) Â'rabîden yalnız keüme-i şehâdet istemiştir. Hilâl
hakkındaki sözleri şehâdet değil, haber kabilinden olduğu ve îmân için iki
kelime-i şehâdet'i ikrar kâfi geldiği, başka dinlerden teberri etmeye lüzum
olmadığı da bu hadîsin işaretinden anlaşılan ahkâmdandır.[644]
475/536- «Ümmü'l-Mü'minin
Hafsa radıyallahü <mha'4an rivayet luıtdttğuna göre. Peygamber SaUaUahü
aleyhi ve settem; şöyle buyurmuşlardır :
— Kim oruca fecirden
önce niyetlenmezse onun orucu yoktur.»[645]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmişlerdir. Tîrmİzî ile Nesâî (Hafsa'ya) mevkuf olduğunu tercihe
meyletmişlerdir. İbni Hüzeyme ile İbni Hibban ise onu merfu' olarak
sahîhlemişlerdir. Dâre Kutnî'nin (Hafsa'dan) rivayetinde «Geceden oruca
nîyetienmiyenin orucu yoktur» Duyurulmuştur.
Hadîs-i şerifin mevkuf
mu yoksa merfu! mu olduğu hadîs imamları arasında ihtilaflıdır. îbni Hazm
(384—'156): «Bu hadîs hakkındaki ihtilâf, haberin kuvvetini arttırmaktadır,
çünkü onu merfu' olarak rivayet eden mevkuf olarak da rivayet etmiştir» diyor.
Hadisi Ta-berâni (260—360) başka bir yoldan tahrîc etmiş ve : .RicâSi sikadırlar»
demiştir.
Hadîs-i şerîf, orucun
ancak gecedeu niyetlenmekle caiz olacağına delâlet ediyor. Geceden ni^tuenrnek,
gecenin her cüz'üne şâmil oiup, tâ güneşin kavuşmasından sonra başlar. Çünkü
oruç bir âmeldir. Ameller ise niyetlere göredir. Gündüzle gecenin arasında
onları birbirinden ayıracak hissî bir fasıla olmadığından geceden muştur. Tâ ki günün hiçbir cüz'ü niyetsiz
kalmasın. Orucun bütününe sebep Ramazan ayına yetişmektir. Hergünün orucuna ise
o gün sebeptir. Binaenaleyh ulemâdan bâzıları her günün orucuna ayrı ayrı
niyet etmek şarttır demiş; bâzıları da bütün ayın sebeb-i vücûbu'nun ramazan
ayına yetişmek olduğuna bakarak ayın başında oruca niyet etmek bütün oruç
günleri için kâfidir demişlerdir. Çünkü bu itibarla bütün ramazan bir ibâdet
mesabesindedir.
Hadîs-i şerîf, farz,
nafile, nezir vesaireye âmm ve şâmildir. Fakat bu çeşitli oruçlara niyet
hususunda ihtilâf vardır.
Hanefîler'e göre :
Ramazanın edası, nezr-i muayyen ve nafile oruçlarına güneşin kavuşmasından itibaren
tâ kaba kuşluğa kadar niyet etmek caizdir. Fakat kaza, kefaret ve nezr-i
mutlak oruçlarına ancak geceden niyetlenilir.
Şâfîîler'e göre :
Nafileden maada bütün oruçlara geceden niyetlenmek lâzımdır. Nafile oruca ise
gündüzün istediği vakit niyet etmek caizdir. Çünkü nafile oruç onlara göre
tecezzi (parçalanma) kabul eder.
Mâlİkîler'e göre : Her
nev'i oruca geceden niyetlenmek îcâb eder. tmâm-ı Ahmed îbni HanbeVden iki
rivayet vardır. Bir rivayete göre her gün için ayrı ayrı geceden niyetlenmek
lâzımdır, ikinci rivayete göre, bütün ramazan için ay'ın başında bir defa niyet
etmek kâfidir. Nafile oruçta geceden niyet şart değildir diyenler Buhâri'nin şu
hadîsi ile istidlal ederler :
«Peygamber SaJlaUahü
aleyhi ve seUem; aşure günü nâssın arasında : «Kim yedi ise tamamlasın veya
oruç tutsun; kim yemedi ise artık yemesin; dîye seslenmek üzere bir adam göndermiştir.»
Ve derler ki «Aşure orucu da vaktiyle farz idi. Sonra ramazan orucu ile
neshedildi; fakat vücûbunun neshedilmesi şâir hükümleri kaldırmaz.» Bunlar
aşağıdaki Hz. Âişe hadîsiyle de istidlal ederler.[646]
676/531- «Hz.
Âlçe radıyallahü anha'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bir gün yanıma
Peygamber SdllaUdhü aleyhi ve seUem girdi ve:
— Nezdinizde bir şey var mı? dedi. «Hayır»
dedik.
— O halde ben
oruçluyum; buyurdular. Sonra
başka bir gün yine bize geldi, «bize hurma yemeği hediye olundu» dedik.
— Göster onu bana. Vallahi oruçlu sabahladım;
dedi ve yedi.»[647]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîf nafile
oruca gündüzün niyetlenilebileceğine delildir, Niyetlenmenin hududu bâzılarına
göre kaba kuşluk yani günün yarısından biraz önceki zamandır. Bazılarınca
günün yarısına kadar niyet edilebilir. Fakat dikkat etmeli ki, gündüzün oruca
niyet caiz olabilmek için tanyeri ağarmaya başlamazdan itibaren bir şey yiyip
içmemek, oruca münâfi bir şey yapmamak şarttır. Nitekim hadîsin sonundaki
«Oruçlu sabahladım» cümlesi ile buna işaret buyrulmuştur. Bu cümlede orucun
hakikat veya mecaz mânâlannının kasdedilmiş olması ihtimal dahilindedir.
Hakikat kasdedildiğine göre, Hz. Peygamber (S.A.V.) nafile oruca niyet ederek
sabahlamış; sonra onu bozmuştur. Bittabi nafilede bu caizdir. Mecaz
kasdedilmişse orucu bozmuştur demeye lüzum kalmaz. Kelimeyi lügat mânâsında
kullanmış demektir. Bu takdirde mânâ şöyle olur : «Yiyip içmeden sabahladım».
Elhâsıl görülüyor ki
ihtilâf olmakla beraber bâzı oruçlara gündüz niyet etmek caizdir. Maamâfîh
bütün oruçlara geceden niyetlenmenin efdâl olduğu şüphesizdir.[648]
677/532- «Sehl
ibni Sa'd radıyallahü anhüma'dun rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Sallattahü
aleyhi ve sellem:
— Nâs iftar'ı acele
ettikleri müddetçe hayırda dâimdirler; Buyurmuştur.»[649]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Tirmizî'deki Ebu
Hüreyre (R. A,) hadîsinde Peygamber (S.A.V.) in şöyle buyurdukları rivayet
olunuyor :
«—Allah AzzeveCelle;
Kullarımın benim indimde en makbulü en acele iftar edenlerdir; buyurdu.»
Bu hadîsi, îmâm-ı
Ahmed îbni Hanbel (164—241) ile Ebu
Dâvud (202—275) da rivayet etmişlerdir. İmâm-ı Ahmed'in rivâyetinde : «Sahuru
tehir ettikleri müddetçe» ziyâdesi vardır. O zaman hadîsin tamamı §öyle olur :
«Nâs iftarı acele, sahuru tehir ettikleri müddetçe hayırda dâimdirler.»
Ebu Davud'un rivayetinde
de şu ziyâde vardır:
«Çünkü yahudilerle
hıristiyanlar iftarı, yıldızların göründüğü zamana tehir ederler» «El-Mesâbih»
şerhinde bu ziyâdeyi müteakip : «Sonra bizim dinimizde bid'atçıların şiarı ve
alâmeti olmuştur.» deniliyor.
Hadîs-i şerîf iftarı
acele etmenin müstehüfe olduğuna delildir. Bunun için bittabi güneşin
kavuştuğunu görmek yahut sözüne itimad caiz olan birinin haber vermiş olması
şarttır. İftarı acele yapmanın illeti yahudilerle hıristiyanlara muhalefettir.
Bâzılarına göre bunun hikmeti gündüze geceden zaman katmamakdır. Şüphesiz
oruçluya daha münâsip olan da budur. İmâm-ı Şafiî : «İftarı acele yapmak
müstehabtır; fakat tehiri de mekruh değildir. Ancak kasden tehir ederek
fazileti bunda görmek müstesnadır» demiştir. İftarı aceîe etmenin müsteâb olduğunda
mezhep imamları müttefiktirler.
Vâkıâ bâzı hadîslerde,
nefsin şehvetini kırmak maksadıyla iftarın bir parça geciktirilmesinin mekruh
olmayacağına işaret varsa da hadîsimizin İmâm-ı Tirmizî'nin Ebu Hüreyre (R. A
./dan rivayet ettiği kısmındaki (hadfs-İ kudsî) cümlesi iftarın mutlak surette
acele yapılmasının Allah indinde daha makbul olacağına delâlet etmektedir.
Bittabi sarahat mukabilinde işarete itibar yoktur.
Peygamber (S.A.V.)'e
gelince : O bu hadîsin umumundan hâriçtir. ZSrâ ilerde görüleceği veçhile
ashâb-ı kirâm'ına kendisinin onlar gibi olmadığını tasrih buyurmuştur. Binaenaleyh
o iftarı acele yapmasa bile yine Allah indinde oruç tutanların en makbulüdür.
Ve yine ilerde görüleceği veçhile kendisine visal orucu için irin verilmiştir.[650]
679/533- «Enes
ihni Mâlik radıyatlahü anfe'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûfüllah
SallaJlahü aleyhi ve sellem :
— Sahur yeyiniz. Çünkü
sahurda bereket vardır; buyurdular».[651]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Bu hadîsi îmâm-ı
Ahmed, îbni Hanbel, Hz. Ebu Said'den rivayet ediyor. Onun rivayetinde şu ziyâde
de vardır:
«Onu bırakmayın. Velevki
biriniz (sadece) bîr yudum su yudumtamış olsun. Çünkü Allah ile melekleri sahur
yiyenlere salât
eylerler.»
Emrin zahiri sahur
yemenin vücûbunu ifâde ediyorsa da, gerek Peygamber (S.A.V.)'in gerek ashâb-ı
kirâm'ının visal orucu tutmaları burada onu nedip mânâsına değiştirmiştir.
İmâm-ı Nevevî
(631—676): «Bu hadîste sahura teşvik vardır. Ulemâ bunun vacip değil, müstehâb
olduğuna icmâ' etmişlerdir. Sahurda ki bereket ise meydandadır. Çünkü oruç
tutmak için insana kuvvet ve neşât verir. Sahur yiyene orucun meşakkati
azaldığından onun sebebiyle çok oruç tutmaya rağbet hâsıl olur» diyor.
Jbnü'lrMünzir dahi
sahur yemenin mendub olduğuna icmâ' nak-letmiştir. Sahur yemekte sünnet'e
ittiba ve ehl-i kitab'a muhalefet vardır. Bunun delîli İmâm-ı Müslim'in merfu'
olarak rivayet ettiği şu hadîstir :
«Bizim orucumuzla ehl-i kitab'ın
orucu arasındaki hudud sahur
yemektir».[652]
680/534- «Süleyman
b. Amir Dabbİ radıyaîlahü anh'âen Peygamber SaUattahü aleyhi ve seüem'ln şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir :
— Biriniz iftar etti
mi hurma ile etsin. Bulamazsa su ile iftar etsin. Çünkü su temizdir.»[653]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmiştir. İbni Hüzeyme, İbni Hibban ve Hâkim onu sahîhlemişlerdir.
Hadîs-i şerîf, Ümran
ibni Husayn tarikiyle de rivayet olunmuştur. Fakat bu tarîkta zaaf vardır.
Aynı hadîsi Tirmizî ile Hâkim Enes (R. A.)'den rivayet etmişlerdir. Hâkim onu
sahîh bulmuştur. Tirmizî, Nesâî ve başkaları ise yine Hz. Enes'den fiil-î Resul
olmak üzere rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîste Hz. Enes şöyle demiştir: «Re-sûlüllah
SallaUahü aleyhi ve selîem akşam namazını kılmazdan önce bîr kaç yaş hurma ile
iftar ederdi. Yaş hurma bulunmazsa birkaç kuru hurma ile iftar eder, o da
bulunmazsa birkaç yudum su içerdi.»
Bâzı rivayetlerde
hurmaların üç adet olacağı tasrih edilmiştir. Bu mânâda daha başka rivayetler
de vardır. Bunların hepsi hurma ve su ile iftar etmenin sünnet olduğuna delâlet
ederler. Îbnü'l-Kayyim (691—751) diyor ki «Bu, Peygamber (S.A.V.)'in ümmetine
olan kemâl-i şefkatin-dendir. Zîrâ boş mideye tatlı bir şey vermek daha ziyâde
kabule karin ve insanlardaki kuvvetlerin bahusus görme kuvvetinin kuvvet bulmasına
sebep olur.»
Suya gelince : Oruç
sebebiyle karaciğerde bir nevi kuruma hâsıl olur. Su ile ıslatılırsa, ondan
sonra alacağı gıdadan istifâdesi daha ziyâde mükemmelîeşir.
Bununla beraber kalbin
ıslâhı hususunda hurma ile suda daha nice hassalar vardır ki, bunları yalnız
kalb doktorları bilir.[654]
681/535-
Ebu
Hüreyre radıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
SallaUahü aleyhi ve sellem; Visalden nehyettl. Bunun üzerine müslumanlardan bir
adam kalkarak :
— Amma sen visal yapıyorsun ya Resûlellah?; dedi.
Resûlüllah SaMaJİahü aleyhi ve seUem:
— Hanginiz benim gibi olabilir. Şüphesiz ki ben, Rabbim beni
doyurup, sulayarak geceliyorum.» buyurdular.
Ashâb visalden
vazgeçmekten İmtina edince, Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve sellem kendileri İle
bir gün visal yaptı; sonra bir gün daha yaptı. Sonra hilâli gördüler. Bunu
müteakip Hz. Peygamber (S.A.V.) -vazgeçmekten imtina ettikleri için, kendilerine
bir ders-i ibret verircesine :
— Eğer hilâl
gecikseycli size daha ziyâdesini yapardım; buyurdular.»[655]
Bu hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Hadîsi, Buharı ile
Müslim, Ebu Hüreyre, İbni Ömer, Âişe ve Enes (R. A hazaratından rivayet
etmişlerdir. Ayrıca İmâm-t Müslim (204—261) onu Ebu Said (R. A./dan da tahrîc
etmiştir.
Hadîs-i şerîf, visalin
memnu olduğuna delildir. Maamâfîh sahura kadar izin verilmiştir.
Visal : Oruç günlerini
birbirlerine eklemekdir. Yani iftar etmemek ve sahur yememek suretiyle gece,
gündüz birkaç gün oruç tutmaktır. Buna ancak kalbi Allah'ına karşı muhabbet
sadakatıyla, vuslat kuvvetiyle mâl-â-mâl olan Peygamber (S.A.V.) takat
getirebilir. Çünkü Allah-ü Zülcelâl onu ilâhî maârif ile doyurur. Kalbine şevk
ve münâcât lezzeti verir ki bunlar kalbin devası ve ruhun gıdasıdır.
Binaenaleyh bir müddet için cismin gıdası yerini tutarlar. Yoksa «Rabbim beni
do-yurup sulayarak geceliyorum» demek yiyip içiyorum mânâsına değildir. Bu
mânâya alınırsa zâten oruçlu sayılmaz. Bununla beraber Cenâb-ı Allah onu cennet
taamı ile doyuruyordu. Bu taamın hükmü dünya taamına benzemez ve oruçla
mükellef olmasına münâfî değildir, diyenler de vardır.
Sahura kadar visale
izin verildiğini Hz. Ebu Said (R.A.ym rivayet ettiği şu hadîsten anlıyoruz :
«Hanginiz visal tutmak
isterse sahura kadar visal yapsın».
Ebu Said (R. A.)'ın bu
hadîsi gecenin bir kısmında yapılan imsak'in visal sayılacağına delildir. Bu
hadîs, «Sübülüs-Selâm» sahibine göre: «Gece oruca mahal değildir.
Binaenaleyh geceleyin orug
tutmaya niyet edilse bile bu niyet ve oruç sahih olamaz.» diyenlere reddiyedir
.
Lâkin bizce bu fikir
hatâdır. Çünkü gece hakikaten oruca mahal değildir. Teâlâ Hazretleri :
[656]«Ta kara iplikten ak ipliği seçinceye kadar yeyin
İçin» buyuruyorlar. Kara iplikle ak iplikten murâd: Gece ile gündüzdür. Şu
halde geceleyin sabaha kadar yemek içmek mubah, fakat sabahleyin artık
haramdır. Oruç için de : «
[657]»
«Sonra orucu geceye kadar tamamlayın» buyruluyor.
Binaenaleyh açıkça
anlaşılıyor ki, orucun zamanı gündüz; yeyip içmenin zamanı da gecedir. Bu
suretle orucun vakti nassı kitapla gündüze mahsus kılındıktan sonra nasıl olur
da haber-i vâhid olan bir Hadîs nass-ı kitabı reddeder ve gece yine de oruca
mahal olabilir? Kaldı ki visal orucu ile geceleyin oruç tutmak başka başka
şeylerdir. Visal orucu gündüzün tutulan orucun geceleyin devamıdır. Ve aslen
memnu olmakla beraber, müsaade edildiği yerler de vardır. Geceleyin oruç tutmak
ise güneş kavuşurken niyetlenip, fecir doğarken iftarı tasavvur edilen oruçtur
ki, burada münakaşasını yaptığımız budur. Buna, «Sübiüü's-Selâm» sahibinden
başka kail olan yoktur. Gecenin oruca mahal olmadığında ulemâ müttefiktirler.
Hadîs-i şerifte
visalin Hz. Peygamber (S.A.V.)'în hasâisinden olduğuna delâlet vardır. Ümmeti
hakkında caiz olup olmadığı ihtilaflıdır.
tmâm-ı Mâlik (93—179)
ile diğer bâzı ulemâ mutlak surette haram olduğuna kaildirler. Delilileri
mevzuu bahsimiz Ebu Hüreyre hadîsidir. Bâzıları «kime meşakkat verirse ona
visal orucu haram; kime meşakkat vermezse mubahtır» demişlerdir.
Mâlik'ten maada mezhep
imamlarına göre visal orucu mekruhtur. Haram değildir diyenler, Peygamber
(S.A.V.)'in ashabı ile birlikte visal yapmış olmasıyla istidlal ederler ve:
«Buradaki nehiy tahrim için olsa, ResûlüNah (S.A.V.) ashabını bu fiil üzerine
takrir buyurmazdı. Takrir buyurması nehyin tahrim için değil, ashâb-ı ki
ramına bir tahfif olmak üzere kerahet için geldiğine karinedir» derler. Bunlar
aşağıdaki hadîslerle de istidlal ederler:
1— Ebu Dâvud
sahabeden bir zâttan şu hadîsi tahrîc
etmiştir :
«Resûlüllah Salîallahü
aleyhi ve sellem, hacamet ile muvasele-(orucun) dan nehiy elti. Ama onları
ashabına (meşru olarak bırakmış olmak için) haram kılmadı». Bu hadîsin isnadı
sahihtir.
2— Bezzâr
ile Taberânî, Semüra (R. A.J'dan şu hadîsi tahrîc etmişlerdir :
«Peygamber SaUallahü
aleyhi ve sellem, visal orucundan nehiy etti. Fakat kat'i olarak değil.»
3— Îbnü's-Seken
merfu' olarak şu hadîsi rivayet ediyor :
«Şüphesiz Allah
geceleyin orucu farz kılmamıştır. Binaenaleyh istiyen bana tâbi olsun, ama
kendisine hiç bir ecir yoktur.»
4— İbni Ebi
Şeybe, İbni Zübeyr'in onbeş gün visal orucu tuttuğunu sahîh bir isnadla
rivayet ettikten sonra bunu başkalarının yaptığını da zikretmiştir.
«Ashâb-ı kiram
nehiyden tahrim mânâsı anlasalar, bilfiil kendileri visal yapmazlardı»
diyorlar. Visal orucu haramdır diyenler, Resûlüllah (S.A.V.)'in bizzat visal
orucu tutmasına, ashabını zecir ve kendilerine bir ibret dersi vermek içindir
derler. «Hanginiz benim gibi olabilir» sözü de istifhâm-ı inkârıdır. Sabaha
kadar olan visale Resûlüllah (S.A.V.) müsaade buyurmuşlardır. Netekim
Buhârî'nin Ebu Sald (R. A./den tahrîc ettiği şu hadîsten de anlaşılmaktadır :
«Ebu Said,
Peygamber (S.A.V.)'! :
— Visal orucu
tutmayın. Hanginiz visal yapmak isterse
sahura kadar yapıversin; derken tsltmîştfr.[658]
682/536- «(Bu
da) Ebu Hiireyre radıyaUahü ank'dtn rivayet olunmuştur. Demiştir ki;
Resûlüilah SaüaMahü aleyhi ve seîlem:
— Kim yalan söylemeyi,
onunla amel etmeyi ve cehli bırakmazsa Allah'ın da onun yiyip içmesini
bırakmasına bir ihtiyacı yoktur; buyurdular.[659]
Bu hadîsi, Buhârî ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Lâfız Ebu Davud'undur.
Cehİl'den murâd :
Sefâhettir.
Hadîs-i şerîf, yalanın
ve yalanla iş görmenin ve keza sefâhetin oruçluya haram olduğuna delildir.
Bunlar oruçlu olmayanlara da haram ise, de oruçlu hakkında te'kiden
haramdırlar. Nasıl ki zînâ herkese haram, böbürlenmek herkese çirkindir, fakat
ihtiyarın zînâ etmesi, fakirin böbürlenmesi daha da te'kidle haram ve
çirkindir.
«Allanın ihtiyacı
yoktur» demek, «irâde etmez» demektir. Bu cümle zikri geçen şeyleri irtikâp
etmenin ne derece büyük birer suç olduğunu ve bunları irtikâp edenlerin
tutttugu orucun hiç tutulmamış mesabesinde bulunduğunu beyân ediyor. Hadîsteki
mefhum-u muhalife -onu delîl kabul edenlerce dahi,- itibar yoktur. Yani
yalancılıktan ve sefahatten vazgeçenin yiyip içmeyi bırakmasına AHahü
Züİcelâl'in ihtiyacı olacak değildir. Çünkü onun hiç bir kimseye ihtiyacı
yoktur. O bütün âlemlerden ganidir. Bâzıları : «Bu cümle kabul etmemekten kinayedir»
derler. Bazılarınca da «Bunun mânası, tutulan orucun sevabı, mezkur
kötülüklerin sebep olacağı cezaya mukavemet edemez» demektir.
Bu bâbda şöyle de bir
hadîs vardır :
«Eğer kendisine bir kimse söver sayarsa, ben oruçluyum deyiversin.» Yani
peşinen kendisi söğmedigi gibi ona başkası söğerse dahi cevaben söğmesin.[660]
683/537- «Hz.
Âişe radıyaUahü <mA4'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber
SaUaUahü aleyhi ve seltem, oruçlu İken Öper; oruçlu İken mübaşeret ederdi.Lâkin
nefsine en mâlik olanınız idi.»[661]
Hadîs, mütfefekun
aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir. Müslim bir rivayette (ramazanda) kaydını ziyâde
etmiştir.
Irb : Nefsin ihtiyacı
demektir. Musannif merhuma göre bunun mânâsı cuzvuna malik idi» demektir.
Mübaşeret : Ellemek,
sıkmak ve tenini tenine değdirmektir.
Ulemâ-! kiram şöyle
diyorlar : «Bu hadisin mânâsı, size oruçlu iken kadınlarınızı öpmekten kaçınmak
gerekir. Kendinizi Resûlüilah (S.A.V.) ile bir tutmayın. Çünkü o nefsine mâlik
idi. Öpmekten inzal vâki olmayacağına emin idi. Siz emin değilsiniz. Şu halde
size bundan kaçınmak düşer» demektir.
îmâm-ı Nesâî (215—303)
«El-Esved» tarikiyle şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Âişe'ye :
— Oruçlu olan mübaşeret edebilir mî? diye
sordum:
— Hayır; dedi:
— Resûlüilah
(S.A.V.) oruçlu iken mübaşeret
ediyor değilmiydl? dedim.
— Şüphesiz o nefsine en mâlik olanınız İdi;
dedi.»
Bu hadîsin zahiri, Hz.
Âişe (R. anfca/nın mübaşeret işini Peygamber (S.A.V.)'e mahsus olduğu
kanâatında bulunduğunu gösteriyor. KurtvM: «Bu Hz. Âişe'nin bir içtihadıdır»
diyor. Bâzıları : «Herhalde Hz. Âişe (R. ariha) Peygamber (S.A.V.)'den
başkasına, öpmeyi kerfi-het-i tenzîhiye ile mekruh görürmüş. Nitekim : «O
nefsine en mâlik olanınızda demesi de buna delâlet eder.» demişlerdir.
Hadîsin zahiri,
oruçluya öpmek ve mübaşeret gibi şeylerin caiz olduğunu gösteriyor. Çünkü
Resûlüllah (S.A.V.) bunları yapmıştır. Maamâ-fîh mes'ele ulemâ arasında
ihtilaflıdır.
1—
Hanefîlere
göre : Nefsinden emin olanlara oruçlu iken öpmek ve mübaşeret gibi şeyler
caizdir. Fakat meni gelmesinden veya cimâ'-dan emin olmayanlara mekruhdur.
2—
ŞâfİHer'e
göre : Öpmek ve mübaşeret gibi cimâ'ya (cinsi münâsebete) mukaddime sayılan
şeyler şehveti tahrik etmezse mekruh,
ederse haramdır.
3—
Mâlİkîler'e
göre : Cimâ'ın mukaddimeleri ile mezi ve meninin inmiyeceği malûm olursa,
mekruh, şüpheli olur veya ineceği bilinirse haramdır.
4—
Hanbelîler'e
göre : Cimâ'm mukaddimeleri şehveti tahrik ederse, mekruh; tahrik etmezse
caizdir. Fakat menî'nin inmesinden korku-lursa bunlar haram olur.
5—
Bâzılarına
göre : Cimâ'ın mukaddimeleri haramdır. Çünkü Teâlâ hazretleri mübaşereti
gündüzün haram kılmıştır. Fakat bu kavle zâhip olanlara : «âyet'teki
mübaşeretten murâd cimâ'dır. Eunu Re-sûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in fiili beyân
etmiştir. Nitekim babımızın hadisi de aynı hakikati beyân etmektedir» diye
cevap verilir.
6—
Zâhirller'e
göre : Cimâ'ın mukaddimeleri mubahtır. Hattâ bâzılarına göre müstehâbtır.
7— Bâzılarına
göre : Cimâ'ın mukaddimeleri
gençlere mekruh, ihtiyarlara
mubahtır. Bu kavi İbni Abbas radıyaîîahü anh'den rivayet olunmuştur. Delili : Ebu Davud'un tahrîc ettiği
bir hadîstir. Bu hadîse göre :
Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem'e
bir adam gelerek oruçlunun mübaşerette bulunmasını sormuş; Resûlüllah
SaîlaMa-hü aleyhi ve sellem kendisine ruhsat vermiş. Diğer biri gelerek aynı
mes'eleyi sormuş; Hz. Peygamber onu nehiy etmiş. Bir de bakmışlar ki ruhsat>
verilen ihtiyar, nehiy olunan gençmiş.
Bu kavillerin içinde en kuvvetlisi Hanefîler'in kavlidir. Delilileri:
Babımızın hadisi ile îmâm-t Ahmed ibni Haribel ve Ebu Davud'un tahrîc ettikleri
Ömer ibni Hat-tab hadîsidir. Hz. Ömer (R. A.) hadîsi şudur :
«Ömer demiştir ki: Bir
gün keyfe gelerek oruçlu olduğum halde (ehlimi) öptüm. Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.)'e geldim ve:
— Bugün ben büyük bir iş yaptım; oruçlu iken
öptüm; dedim. Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdular kî :
— Oruçlu iken su ile mazmaza yapmış olsan hüküm
ne olur dersin?
— Bunda bir şey yoktur; dedim:
— (O halde ötekinde) neden olsunmuş;
buyurdular.» Oruçlu bir kimsenin öpmek, bakmak veya mübaşeret gibi cimâ'ın,
mukaddimelerinden biri
sebebiyle mezi veya menisi inse orucunu kaza edip etmiyeceği hususunda dahi
ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
Hanefîler'le
Şâfiîler'e göre : Mezînin gelmesi orucu bozmaz. Bakmak suretiyle meni'nin
gelmesi dahi aynı hükümdedir. Öpmek ve mübaşeret suretiyle meni inerse yalnız
kaza lâzım gelir. Hanbelîler'e göre de öyle ise de bakmakla menî indiği
takdirde kaza lâzım olur.
Mâlikîler'e göre :
Mezi gelirse oruç bozulur. Kazası
lâzım gelir. Fakat menî inerse, bakmak sureti dahî dâhil olmak üzere
bütün cima mukaddimelerin Ramazan orucunun hem kazası, hem kefareti lâzım
olur.
Tenbih : Hz. Âişe
(R.anha)'nm Peygamber (S.A.V.) hakkında : «Oruçlu iken» demesi, kendisinin de o
anda oruçlu olmasını iktizâ etmez. Bu bâbda zahiren biri birinden zıd gibi
görünen iki hadîs rivayet olunur. Bunları îbni Hİbban sahihinde Hz. Âişe (R.
anha)'d&n tahrîc etmiştir. Birinci hadîste : «Resûlüllah (S.A.V.) farz ve
nafile oruçlarda zevcelerinden bazılarını öperdi» deniliyor. İkincide :
«Peygamber (S.A.V.) o kadın oruçlu iken yüzüne dokunmazdı» denilmektedir. Fakat
îbni Hibban (—354) şöyle diyor: «Bu iki haber arasında zıddiyet yoktur. Çünkü
Peygamber (S.A.V.) nefsine mâlikti. Ve bu fiili île hâli kendisi gibi olanlara
bu işi yapmanın caiz olduğuna tenbih etmiş; kadınların böyle hallerdeki
zaafını bildiği için kadın oruçlu iken, kendisine dokunmamıştir».[662]
684/538- «İbni
Abbas radıyaUahü anhüma'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber SdUdUahü aleyhi
ve seUem, İhramlı iken kan aldırmış; oruçlu İken de kan aldırmıştı.»[663]
Bu hadîsi, Buhar!
rivayet etmiştir.
Bu hadîs hakkında
ulemâdan bâzıları şu mütalâayı ileri sürüyorlar: «Resûlüllah (S.A.V.) galiba
ayrı ayrı zamanlarda hem ihramlı iken kan aldırmış; hem de oruçlu iken kan
aldırmıştır. Fakat bu iki işi bir zamanda yapmamıştır. Çünkü ihramlı olmaktan
haccetü'l-vedâ'daki hâli kasdedilirse, orada oruçlu değildi. Zîrâ
Haccetü'i-Vedâ ramazanda değildi. Mekke'nin fethi ramazanda olmuşsa da, o
seferde Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ihramlı değildi. Vakıa nafile oruca niyet etmiş
olması ihtimâl dâhilinde ise de niyetli olduğunu biien yoktur».
Bu hadis hakkında
çeşitli rivayetler vardır. îmâm-ı Ahmed İbni Haribel (164—241) : «İbni Abbas'ın
arkadaşları oruç zikretmiyorlar» diyor. Ebu Hatim (195—277) : «Bu hadîste Şerik
hatâ etmiştir. Resûlüllah (S.A.V.) yalnız kan aldırmış ve haccamın ücretini
vermiştir. Şerik bunu ezberinden söylemiştir. Halbuki hafızası bozulmuştur» demektedir.
Îbnü'l-Kayyim (691-751) «Zadü'l-maad» adlı eserinde: Resûlüllah (S.A.V.)'in
oruçlu iken kan aldırdığı kendisinden rivâyeten sahîh olmamıştır» demiştir.
îmâm-ı Ahmed'e bu hadîs sorulduğunda: «Sahîh değildir» demiştir.
Elhâsıl Resûlüllah
(S.A.V.)'in oruçlu iken kan aldırdığı rivayeti sahîh değildir. Sahîh olan
sadece kan aldırmasıdır. Binaenaleyh bâzı ulemânın mütalâaları veçhile hadîsin
her cümlesi ayrı ayrı ifâdeler olabilir. Yani bir defa ihramlı iken kan
aldırmış; sonra başka bir defa da oruçlu iken kan aldırmış olabilir. Buna
karine, hem ihramlı, hem oruçlu iken bir defa kan aldırmadığının bilinmesidir.
Sonra Şerike ağır hücumlar yapılacağına, onun rivayetini de sahîh kabul ederek
te'vîle gitmek ve «ayrı ayrı zamanlarda olmuştur» demek daha iyidir.
Oruçlu iken kan
aldırmanın hükmü ihtilaflıdır. Ekser-i ulemâya göre kan aldırmak orucu bozmaz.
Bunlar aşağıdaki Şeddat hadîsi"nin, bu hadîsle neshedilmiş olduğuna
kaildirler.
Şâfiîler'e göre :
Oruçlunun ihtiyaç yokken kan aldırması mekruhtur. İhtiyaç varsa mekruh
değildir.
Hanefîler'e göre :
Kasder. kan aldırır da kan çıkarsa oruç bozulur. Kan çıkmazsa bozulmaz.[664]
685/539- Şeddet
îbni Evs radıyaTlahü anh'âen rivayet olunduğuna göre; Peygamber Sdllallahü
aleyhi ve sellem, Baki'de, ramazanda kan aldıran bir adamın yanına gelmiş ve :
— Kanı. alan da
aldıran da iftar etti; buyurmuşlardır.»[665]
Bu hadîsi, Tİrmiiî
müstesna Beşler tahrîc etmişlerdir.Ahmed, İbni Huzeyme ve İbni Hibban da onu
sahîhlemişlerdir.
Hadîs-i şerifi Buhârî
ve başkaları da sahîhlemişler; diğer hadîs imamları onu onaltı sahabeden tahrîc
eylemişlerdir. Suyûtî (849— 911) «El-Camiü's-Sagîr» adlı eserinde : «Bu hadîs
mütevâtirdir» diyor.
Hadîs, kan aldırmanın,
alanın da aldıranın da orucunu bozduğuna delîldir. Ulemâdan az bir taife'nin
mezhebi budur. İmâm-ı Ahmed ibni HanbeVm de bâzı kayıt ve şartlarla kavli
budur. Diğer bir takım ulemâ alanın değil, yalnız aldıranın orucunun
bozulduğuna kaildirler. Delilleri Şeddat hadîsidir. Fakat bunların niçin
hadîsin bir kısmıyla amel edip, bir kısmıyla amel etmedikleri
bilinememektedir. Cumhur ulemâ'ya g°re kan aldırmak mutlak surette orucu
bozmaz. Onlar, Şeddat hadîsinin İbni
Abbas hadîsi ile neshedilmiş olduğuna zâhip olmuşlardır. Çünkü İbni Abbas
(R.A.) hadîsi tarih itibarıyla Şeddat hadîsinden sonradır. İbnî Abbas (R.
A.)'m sahâbi oluşu Peygamber (S.A.V.)'in hac yılında, halbuki Şeddat'm sohbeti
Mekke'nin fethi esnasındadır. Bu cihet îmâm-ı Şafiî'den rivayet olunmuştur. Hz.
Şafiî : «İhtiyaten kan aldırmaktan
kaçınmak benim için daha makbuldür»
demiştir. Aşağıdaki Enes hadîsi de neshi teyid eder. İbni Hazm (384—456) diyor ki : «Kan alan, ve
aldıran iftar etti» hadîsi şüphesiz sabittir. Lâkin biz başka bir hadîste
Peygamber (S.A.V.)'in oruçluya kan aldırmayı ve visal yapmayı yasak ettiğini,
fakat bunları ashabına meşru bırakmış olmak için haram kılmadığını gördük.
Hadîsin isnadı da sahihtir.» îbni Ebi
Şeybe'mn Ebu Saîd'den tahrîc ettiği şu hadîs de bunu teyid ediyor :
«Peygamber SaîlaUahü
aleyhi ve seUem, oruçluya kan aldırmak içîn müsaade buyurdular.» ruhsat ancak
azimetten sonra bulunabilir. Şu halde evvelce azimet olarak kan alanın ve
aldıranın orucu bozulur-muş da sonra neshedilmiş demektir.
Bâzıları : «Şeddat
hadîsi kerahete delâlet eder. Nitekim aşağıdaki Enes hadisi de öyledir»
diyorlar. Diğer bâzıları ise : «Peygamber Sât-lalkthü aleyhi ve sellem, Şeddat hadîsini husûsi bir hâdise sebebiyle îrâd
buyurmuşlardır. Binaenaleyh hüküm o zevata mahsustur» derler. Hâdise şudur:
«Peygamber (S.Â.V.) oradan geçerken kan almakla meşgul olan o iki kişi
başkalarını zem m ediyorlarmış. Bundan dolayı : «Kanı alan da aldıran da iftar
etti; buyurmuşlar.» Fakat îbni Huzeyme (223—311) bu te'vili pek garip bularak:
«Bu şaşılacak bir şeydir. Zîrâ bunu söyleyen de gıybetin orucu bozduğuna kail
değildir» demiştir.
îmâm-ı Ahmed ibni
Hanbeî : «Gıybetten kimin kurtulduğu var ki? Gıybet orucu bozarsa bizim
orucumuz yoktur» diyor.
Imâm-z Şafiî gıybetin
orucu bozmasını, orucun sevabını gidermesine hamletmiştir. Şafii bunu, Hz.
Peygamber (S.A.V.)'in cuma günü hatip hutbe okurken konuşan için «onun cuması
yoktur» buyurmasına kıyâs etmiş ve o adama cumayı yeniden kıldırmamasını,
cuma'-nın sahih olduğuna, yalnız sevabının kalmadığına delil tutmuştur. Bu
takdirde mes'elede şaşılacak cihet kalmaz.
Beğavî (426—516)
demiştir ki : «Bunların iftarından murâd: Kendilerini iftara maruz
bırakmalarıdır. Çünkü kan alan onu ağzıyla emer. Binaenaleyh kanı içine
gitmiyeceğinden emin değildir. Kanı aldıran dahi, kan kaybetmekle zayıf düşerek
netice itibarıyla orucunu bozmaktan emin değildir.»
Fakat îbni Teymiyye
(661—728) bu te'vili reddederek : «Peygamber (S.A.V.)'in «kan alan da alınan
da iftar etti» buyurması onların oruçlarının bozulduğuna nasstır. Artık
Peygamber (S.A. V.) onların oruçlarının bozulduğunu haber verirken bahusus
hadîsin zahiri murâd olmadığını bildiren bir karine de yokken, oruçlarının
bozulmadığına inanmak caiz değildir. Eğer bozulmanın hakikati değil de,
bozulmaya yakın olması mânâsı kasdedilmiş olsa, o zaman hadîs, hükmü, beyâna
değil, karıştırmaya yaramış olurdu.» diyor.[666]
686/540- «Enes
b. Mâlik radıyalîahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Oruçluya kan
aldırmanın ilk defa kerih görülmesi Cafer ibni Ebi Tâlib'in oruçlu İken kan
aldırmasıyla başlar. Peygamber (S.A.V.) (o halde) onun yanına uğradı :
— Bunların İkİSİ de
İftar etti; buyurdular. Neden sonra Peygamber Saîlallahil aleyhi ve seîlem,
oruçluya kan aldtrmaya ruhsat verdiler. Artık Enes oruçlu İken kan
aldırıyordu.»[667]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
rivayet etmiş ve onu kuvvetli bulmuştur.
Dâre Kutnî (306—385) :
«Bu hadîsin ricali sikadırlar. Hadîsin hiçbir illeti bilinmemektedir» demiştir.
Hadîs-i şerif, Şeddat
hadîsini nesheden delillerdendir. Nitekim yukarda görmüştük.[668]
687/541- «Hz.
Âişe radıyalîahü anha'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber Sallaîlahü aleyhi
ve mllem, Ramazanda oruçlu İken, sürme çekinmiştir.»[669]
Bu hadîsi İbni Mâce
zayıf bir isnadla rivayet etmiştir. Tirmizî ise bu bâbda hiçbir şey sahîh
olmuyor; demiştir.
Bundan sonra Tirmizî :
«Oruçlunun sürme çekinmesi hakkında ehl-i ilim ihtilâf etmiş; bâzıları onu
mekruh saymıştır. Süfyan, îbni Mübarek, Ahmed ve İshale bunlardandır. Diğer
bâzıları ona ruhsat vermiştir. Şafii'nin kavli de budur.» demiştir.
Fakat sürme çekinmek
Şafiî'ye göre yine de hilâf-ı evlâdır. Hanefîler'e göre sürme orucu bozmaz.
Mâlikİler'e göre : Gündüzün çekinir, ve boğazında tadını duyarsa bozar. Geceden
çekinir de tadını sabahleyin duyarsa bozmaz.
Hanbelîler'e göre :
Sürme'nin tadını duyarsa oruç bozulur. îbni Şubrume ile îbni Ebi Leylâ (74—148)
Jya göre de sürme orucu bozar. Bunların delili
: Şu hadîstir :
«Oruç çıkandan değil,
giren şeyden bozulur.» Sürme orucu bozar diyenlerce : Oruçlu bir şeyin tadını
duydu mu o şey içeriye dâhil oldu demektir. Fakat ulemâ bu reyi kabul etmemiş
ve : «Biz sürmenin içeriye girdiğini teslim etmiyoruz. Çünkü sürme göz'e
çekilir. Halbuki göz, menfez değildir. İçeriye işliyen sürme olsa olsa, mesamat
vasıtasıyla girer ki, bu da orucu bozmaz.» diye cevap vermişterdir, istidlal
ettikleri hadîsi ise Buhârî, Ibnl Abbas'a ta'lik etmiş; îbni Ebi Şeybe yine
İbnî Abbas'dan mevsul olarak rivayet etmiştir. Bu bâbda Ebu Davud'un tahrîc
ettiği bir hadîste Peygamber (S.A.V./in sürme taşı hakkında : «Oruçlu ondan
sakınsın» dediği göze çarparsa da mezkûr hadîs hakkında Ebu Dâvud (202—275) :
«Bana Yahya b. Maîn bu hadîsin münker olduğunu söyledi» demektedir.
Ashâb-ı Kirâm'rîan Hz.
Enes (R. A./in oruçlu iken sürme çekinir-diğini yine Ebu Dâvud rivayet
etmiştir. îmâm-ı AJme§ (60—148): «Arkadaşlarımızdan hiçbirinin oruçluya sürme
çekinmeyi mekruh saydığını görmedim» demiştir.[670]
688/542- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'dan rivayet olunmuştur. Demiştir kî : Resûlüllah
SdUaUahü aleyhi ve sellem:
— Bir kimse oruçlu
iken unutur da yer içerse, orucunu tamamlayıversin. Zîrâ onu ancak Allah
doyurmuş ve SUİamiştir; buyurdular».[671]
Bu hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Hâkim'in rivayetinde :
«Bir kimse ramazanda unutarak iftar ederse onun üzerine kaza ve kefaret yoktur»
buyrul-muştur ki bu sahihtir.
Hadîsi Hâkim de Ebu
Hüreyre (R. A..) dan rivayetetmiştir.Tirmizî'nin
rivayetinde:«O ancak AllarTın kendisine ihsan ettiği bir rızıktır»
buyrulmuştur. Hâkim'in rivâyetindeki : «iftar ederse» ifâdesi münâsebet-i
cinsîy-ye'ye de şâmildir. Bu hadîste hassaten yiyip içmenin zikredilmesi
ekseriyetle onlar unutulduğundandır.
Hadîs-i şerif,
unutarak yiyip içmenin ve cima' etmenin orucu bozmadığına delîldir. Çünkü «orucunu
tamamlayıversin» buy-rulması, o kimsenin hakikaten oruçlu olduğunu gösterir.
Cumhur ule-mâ'nın mezhebi de budur. Burada mezhep imamlarından yalnız îmâm-ı Mâlik
muhalefet etmig ve unutarak yiyip içmek ile cimâ'ın orucu bozacağına kail
olmuştur. Maamâfîh bozulan oruç ramazanın edası bile olsa, yine sâdece kaza
lâzım gelir. Kefaret îcâp etmez.
Ulemâ'dan bâzıları
lmâm- Mâlik'e muvafakat etmişlerdir. Bunlar «Orucu bozan şeylerden kaçınmak,
orucun rüknüdür. Binaenaleyh unutarak namaz rükûnlarından birini terk etmenin
hükmü ne ise bunun hükmü de odur» diyerek kıyas yaparlar. Filhakika namazda bir
rüknü unutarak terk etmek namazı bozar ve oruç namaza kıyas edilince onun da
bozulması lâzım gelirse de burada kıyas istihsanın karşısında terk edilmiş ve
istihsanla amel olunmuştur. îstihsan ise, sadedinde bulunduğu muz hadîstir.
Bahusus hadîsin bir rivayetinde : «Onun Üzerine kaza Ve kefaret yoktur»
buyrulması, unutarak iftar eden kimsenin oruçlu olduğunu, kendisine kaza lâzım
gelmiyeceğini en sarih bir şekilde ifâde etmektedir.
«Bozar» diyenler
hadîsteki, «orucunu tamamlayıversin» cümlesini : «Orucu bozulmakla beraber o
gün yine oruçlu imiş gibi dursun; orucu bozan şeylerden sakınsın; demektir.»
Şeklinde te'vil ederlerse de, «onun üzerine kaza ve kefaret yoktur» ifâdesi, bu
te'viie mânidir. Ashâb-ı kira m dan : Alî, Zeyd ibni Sâbİt, Ebu Hüreyre ve İbnt
Ömer (R. anhüm) hazarâtı ile tabiînden bir çokları dahi unutarak yapılan
iftarın orucu bozmayacağına kaildirler. Bittabî oruç bozulmayınca kaza da
lâzım gelmiyecektir. Bu bâbda birçok hadîsler vardır. Ve hepsi hiribirini
takviye ederler. Biz bunlardan bir tanesi ile iktifa edeceğiz. îmâm-ı Ahmed
İbnİ Haribel bir sahâbîyyenin azadlı cariyesinden şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Câriye Peygamber
Saîldllahü aleyhi ve aettem'to nezdinde idi. Bir kap tirit getirdiler. Kadın da
ondan yedi .Sonra oruçlu olduğunu hatırladı. Zülyedeyn (namındaki sahâbî)
kadına :
— Doyduktan sonra
şimdi mi hatırına gelf'yor7 dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahü aleyhi ve
sellem kadın. :
__Sen orucunu
tamamla. Çünkü bu ancak Allah'in sana
ihsan ettiği bir rızrktır.buıyurdular.[672]
690/543- «Ebu
Hüreyre radıyallahü onft'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî : Resûliillah
Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Bir kimse kusmuğunu
zaptedemiyerek kusarsa, onun üzerine kaza yoktur. Fakat kim kendi arzusuyla
kusarsa ona kaza vardır; buyurdular.»[673]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmişlerdir. Onu Ahmed illetlendirmiş, Dâre Kutnl ise kuvvetli
bulmuştur..
îmâm-ı Buhârî
(194—256) : «Ben bu hadîsi mahfuz
zannetmiyorum» demiştir. Hadîs isnadsız olarak ve isnadı sahîh olmayacak
şekilde rivayet edilmiştir. Onu îmâm-ı Ahmed (164—241)dahî inkâr etmiş ve :
«Bundan (hadîsten) bir şey değil» demiştir. Hattâbî (319—388) : «îmâm-ı Ahmed bu sözüyle hadîsin mahfuz
olmadığını kasdediyor. Bu hadîsin Şcyheyn'in şartları üzere sahîh olduğu söyleniyor»
diyor. Tirmizî bu hadîs hakkında
«hasen-i garip» demiş; Hâkim ile
îbni Hibban onu Şeyhcyn'in şartı üzere sahîhlemişlerdir. Dâre Kutnl :
«Râvilerinin hepsi sıkadır.» diyor. îmâm-ı Mâlik onu «El-Muvatta» da İbnİ
Ömer'e mevkuf olarak; Nesâî de Ebu Hüreyre (R. A.)'& mevkuf olarak rivayet
etmişlerdir.
Hadîs-i şerif,
kendiliğinden gelip zaptedilemiyen, kusmuğun orucu bozmadığına; isteyerek
kusmanın orucu bozduğuna delildir. Zîrâ: «Onun Üzerine kaza yoktur» demek,
oruc'un sahîh olmasını iktiza eder. Îbnü'l-Münzir, kasden kusmanın orucu
bozduğuna icmâ' olduğunu nakleder. Lâkin bâzı zevattan kusmanın mutlak surette
orucu bozmadığı ,yalnız bir kısmı tekrar içeriye dönerse bozduğu rivayet olunur.
Bu zevatın delilleri, Tirmizî (200—279) ile Beyhâkî (384—458)'nin zayıf bir
isnadla rivayet ettikleri şu hadîstir :
«Üç şey vardır; orucu
bozmazlar: Kusmak, kan aldırmak, ve ihtilâm». Fakat delillerin arasını cem
etmek için buradaki kusmak, kusacağı gelerek kusmaya hamlolunur.[674]
691/544- «Câbir
îbni Abdullah radıyallahü anhüma'dan rivayet edildiğine göre; Resûliillah
Sallallahü aleyhi ve sellem, fetih yıhnda Mekke'ye (müteveccihen yola) çıkmış
ve oruç tutarak tâ Küraü'l gamim vadisine varmış, ashâb da oruç tutmuşlar.
Sonra Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, bir bardak su istemiş ve onu
kaldırmış, tâ ki herkes gördükten sonra içmiş. Neden sonra kendilerine : Bâzı
kimseler hâlâ oruçlu demişler:
— Onlar âsîlerdir;
onlar âsîlerdir; buyurmuşlardır.»[675]
Bir rivayette: «Nâsa
muhakkak oruç zor geldi; ancak senin ne yapacağını gözetliyorlar denilmiş.
Bunun üzerine ikindiden sonra bir bardak su istiyerek hemen içmiştir.»
Bu hadisi, Müslim
rivayet etmiştir.
Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'üı bu seferî, hicretin sekizinci yılı ramazanında idi. İbnİ İshâk ve
başkalarının beyânına göre, Ramazan'm onuncu günü yola çıkmışlardı. Hz. Ömer
ibnî Haftab (R.A.) : «Biz Resûlüllah (S.A.V.) ile ramazanda iki gaza yaptık :
Bedir ve feth-i Mekke gazalarını. Bunların ikisinde de İftar ettik» demiştir.
Hadîs-i şerif,
yolcuların isterlerse oruç tutup, istemezlerse tutmayacaklarına, h;.îtâ
dilerlerse, günün ekserisini oruçlu olarak geçirdikten sonra, güneş kavuşmadan
orucu bozabileceklerine delildir. Dâvud-u Zahirî (202—270) ile İmâmîyye
taifesine göre yolcunun tuttuğu oruç, ramazan orucunun yerini tutamaz.
Delilleri :
«Sizden kim hasta olur
veya yolda bulunursa, onun orucu, sayısınca başka günlerdendir.» âyet-i
kerîmesiyle hadîs-i şerifte geçen «Onlar âsîlerdir» cümlesi ve: «Yolculukta
oruç tutmak tâattan ma'dûd değildir.» hadîs-i şerifidir.
Cumhur ulemâ'ya göre
ise, Ramazanda yolcunun orucu, ramazan orucu yerini tutar. Çünkü Peygamber
(S.A.V.) tutmuştur. Âyet-i kerîmede bu orucun kâfi gelmiyeceğine bir
dehTyoktur, «Onlar âsîlerdir» buyurması, iftar etmeleri için verilen emr-i
Resûl'e itaat etmedikleri içindir. Vâkıâ iftar edin diye emir buyurmamıştır.
Fakat bilfiil suyu İçerek orucu bozması kendisine ittibâ' için kâfidir.
Yolculuk hadîsini ise, oruç kendilerine güç gelenler hakkında îrâd
buyurmuşlardır. Evet, oruç kendilerine pek ziyâde meşakkat vererek takat
getiremiyecekleri için bu delillerle istidlal edilebilir. Çünkü Resûl-ü Zîşân
(S.A.V.) ancak ashâb-ı kirâmına oruç zor geldiği için iftar etmiştir. Bundan
sonra oruç tutanları da «âsîlerdir» diye tavsif buyurmuştur.
Günün ekserisini
oruçlu olarak geçirdikten sonra iftar etmenin cevazı Cumhur ulemâ'nın
kavlidir. îmâm-ı Şafiî (150—204) bu hadîs hakkında bir şey diyebilmek için sözü
hadîsin sahîh olmasına ta'Iîk etmiştir. Bütün bunlar seferde iken oruca niyet
edenler hakkındadır.
Mukim iken, ramazan
orucuna niyet ettikten sonra sefere çıkanlara gelince : Cumhur ulemâ'ya göre
bunların iftar etmesi caiz değildir. îmâm-ı Ahmed ile bâzı ulemâya göre
caizdir. Yolcuya oruç tutmak meşakkat vermezse Hanefîler'le Şâfiîler'e göre
ramazanda oruç tutması evlâdır. Meşakkat verirse tutmaması efdâldir. İmâm-ı
Ahmed ibni Haribel ile diğer bâzılarına göre mutlak surette oruç tutmaması
efdâldir. Bunlar Zâhiriler'in istidlal ettiği delillerle istidlal ederler.
Derler ki: «Bu hadîsler her ne kadar yolcunun oruç tutmaktan memnu olduğuna
delâlet ederse de, aşağıdaki Hamzatü'bnü Amr hadîsi oruç tutmanın haram değil,
zararsız olduğunu gösteriyor. Çünkü «günah yok» demek, günahta değil, efdâl de
değil, zararı yok demektir.»
«Oruç tutmak efdâldir»
diyenler Resûî-ü Ekrem Saîldlîahü aleyhi ve seZZem'in yolculuğu esnasında
ekseriyetle oruç tutmasıyla istidlal ederler. Bunlar «yolcuya oruç tutmak
memnudur» diyenlerin delillerini te'vil ederek : «Bu deliller oruç kendilerine
meşakkat verenler hakkındadır.» derler. Ulemâdan bir takımları iki tarafın
hadîslerini birbirine denk görerek yolcuya oruç tutmakla tutmamak müsavidir
derler. Hz. Enes (R.A.)'ın rivayet ettiği şu hadîs bunların delîllerindendir :
Enes demiştir k! :
Peygamber SaUaJlahü aleyhi ve sellem,
ile birlikte sefer ettik. Ne oruçsuzun karşısında oruçluyu ayıpladı. Nede
oruçlunun.karşısında oruçsuzu».[676]
693/545-
«Hamzat'übnü Amr Eslemt[677]
radtydllahü anlı den rivayet olunduğuna göre, kendisi :
— Yâ Resûlüllah, seferde oruç tutmaya kendimde kuvvet
buluyorum. Bana bir günah var mı? demiş. Resûlüllah SaUdlîahü aleyhi ve sellem
de :
— O, Allah'dan bir ruhsattır. Kim onunla amel
ederse, ne alâ, kim oruç tutmak isterse ona da bir günah yoktur;
buyurmuşlardır».[678]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir. Hz. Âişe'den müftefekun aleyh olarak rivayet edilen aslı,
Hamzatü'bnü Amr'ın sormuş olmasıdır. Müslim'in bir lâfzında :
«Ben orucu devam üzere
futan bir adamtm. Seferde orucu tutayım mı (demiş) Resûlüllah SaTlaUahü aleyhi
ve sellem de :
— Dilersen oruç tut
dilersen iftar et; buyurmuşlardır.»
Hadîs-i şerîf, seferde
oruç tutmakla tutmamanın müsavi olduğuna delildir. Bu bâbda yukarda izahat
verildi. Ömrü boyunca oruç tutmakta beis görmeyenler dahi bu hadîsle istidlal
ederler. Zîrâ Hz. Hamza (R.A.) orucu devam üzere tuttuğunu haber vermiş;
Resûl-ü Zîşân (S.A.V.,) hazretleri inkâr etmiyerek takrir buyurmuşlardır.
Seferde caiz olunca, hazarda bilevlâ caizdir. Ancak bu orucun insanı
zayıflatarak başka farzları edaya mâni olmaması, yahut başkasının hakkının zayi olmasına sebebiyyet vermemesi
bayram ve teşrik günlerinde tutulmaması şarttır; Bunlar şöyle diyorlar:
«Peygamber (S.A.V.)'in Ibn! Amr'a ömrü boyunca oruç tutmak için sarahaten izin
vermemesi bu hadîse muarız değildir. Çünkü İbnî Amr'ın o oruçtan zaafa
düşeceğini bilmişti. Nitekim öyle de oldu. İbni Amr, ömrü boyunca oruç tuttu.
Fakat son ömründe zayıfladı ve: «Ah keşke Resûlüllah (S.A.V.)'in ruhsatını
kabul etseydim» derdi. Resûlüllah (S.A.V.) daimi yapılan ameli az da olsa,
sever; ona teşvikte bulunurdu.»[679]
694/546- İbni
Abbas radıyallahü anhüma1'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Geçkin ihtiyara
oruç tutmayıp, her gün için bîr fakir doyurmasına ruhsat verildi. Onun üzerine
kaza da yoktur.»[680]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
ile Hâkim rivayet etmiş ve sahîhlemişlerdir.
Ulemâ :
[681]» «Oruca
takat getiremeyenlere ('bir günlük) fakir taamı fidye vardır» âyet-i kerîmesi
hakkında ihtilâf etmişlerdir. Meşhur olan kavle göre bu âyet-i kerîme
mensuhtur. Bu kavle zâhip olanların reyine göre oruç ilk farz kılındığı zaman
müslümanlar muhayyer idiler. İsteyen oruç tutar, isteyen bir fakir doyurur ve
oruç tutmazdı. Sonra bu hüküm bir kavle göre :
[682]»
«Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır âyet-i kerîmesiyle diğer kavle göre :
«sizden kim o ay'a
yetişirse onun orucunu tutsun» âyetiyle neshedilmîştir.
Bâzılarına göre âyet-i
kerîme neshedilmemiştir. Bu zevatın başında Sultanü'l-Müfessirîn İbni Abbas
hazretleri gelir. İbnî Abbas (R.A.) bu âyet-i kerîme'nin mensuh olmadığına,
onun şeyh-i fânî denilen pek ziyâde kocamış ihtiyarlar hakkında ruhsat olduğuna
kaildi. Dâre Kutnî'nm sünen'inde İbni Abbas (R. A.)'dan bu bâbda sahîh isnadla tahrîc
edilmiş hadîsler vardır.. Bunlardan birinde Hz. İbni Abbas'ın : «Bu bâbda
ruhsat, ancak oruca takat getiremiyen ihtiyara veya şifâ bulmayan hastaya
veriliyor» dediği rivayet edilmektedir. Hattâ bir rivayette bir fakir taamının
buğdaydan yarım sa' (520 dirhem) olacağı tâyin" edilmiştir. Âyet'in nesh
edilip edilmediği hususunda merhum Elmolilı Mehmed Hnmdi Yazır'm «Hak dini
Kur'ân Dili-» adlı tefsirinin birinci ciltinde (630—640 sayfalar) da pek güzel
izahat vardır. İbnî Abbas (R.A.ym kavli ashâb-ı kîrâm'dan Ali b. Ebu Talip,
İbni Ömer ve başkalarından da rivayet olunur.
Bu bâbda sahabeden
hiçbir hilaf rivayet olunmamıştır.
Hâmile ve emzikli
kadınlar hakkında yine İbni Abbas ve İbni Ömer (R.anhüm) hazarâtından rivayet
edilen bir habere göre bu kadınlar iftar eder; sonra kaza da etmezler. Ashâb-ı
kirâm'dan bir cemâatin reyine göre böyleleri hergün bir fakir doyururlar. Yine
Dâre Kutnî'nm tahrîc ettiği bir habere göre Hz. Enes, İbni Mâlik (R. A.) bir
sene oruç tutmaktan bîtâb düşerek büyük bir tas tirit yaptırmış ve otuz fakir
çağırarak onları doyurmuştur.
Mes'ele selef arasında
ihtilaflıdır. Cumhur'a göre fakir doyurmak yalnız şeyh-i fânî denilen ihtiyar
erkek ve kadınlara mahsustur. Diğerleri hakkında mensuhtur. Selef-i
sâlihîn'den bir cemâat'a göre ise, fakir doyurmak mes'elesi tamamiyle
mensuhtur. Binaenaleyh şeyh-i fânî'ye de meşru değildir.
Imâm-ı Mâlik ile
Tahâvî bu kavli tercih ederler. Onlarca fidye vermek sadece müstahâbtır. Diğer
mezhep imamlarına göre, fidye vermek vaciptir. Ancak şeyh-i fânî fidyeyi
verdikten sonra günün birinde oruç tutmaya kadir olursa, yine oruç tutmakla mükelleftir.
Verdiği fidye sadaka olur.
İbni Abbas
hazretlerinin bu hadîs mevkuf gibi görülüyorsa da Peygamber (S.A.V.)'in şeyh-i
fânîye verdiği ruhsatı işitmiş de sonra sîgayı değiştirmiş olması ihtimal
dahilindedir. Çünkü nakil bilmânâ caizdir. Yani râvi bir hadîsin mânâsını
belliyerek onu kendi lâfızlanyla rivayet edebilir. İbni Abbas hazretleri bu
ciheti bildiği için kendi lâfızlanyla rivayet etmiş olabilir. Zîrâ ruhsat
vermek ancak işitmekle olur. Yahut İbnİ Abbas (R. A.) bu hükmü âyet'ten
anlamıştır.[683]
695/547- «Ebu
Hüreyre radıyaUahü anh'den rîvâyet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber SaUaUahü
aleyhi ve seUem't bir adam gelerek :
— Helak oldum yâ Resûlüllah! dedi. Resûl-ü
Ekrem SaUdllahü aleyhi ve
sellem:
— Seni Helak eden
nedir? diye sordular.
— Ramazanda karıma yakınlık ettim; dedi.
Resûlüllah SaUdllahü aleyhi ve sellem:
— Azâd edecek bir köle
bulabiliyormusun? dedi. Adam :
— Hayır; cevabını verdi. Peygamber SaUaUahü
aleyhi ve seîlem:
— öyle ise iki ay arka
arkaya oruç tutabiliyormusun? dedi. (yine):
— Hayır; cevabını verdi. Resûl-ü Ekrem SaUdllahü aleyhi ve sellem:
— O halde altmış
fakiri doyuracak şey bulabiliyormusun? dedi. Adam :
— Hayır; cevabını verdi. Bundan sonra oturdu.
Nihayet Peygamber Sallallahü aleyhi ve setlem'e içinde hurma olan bir zembil
getirdiler. Resûlüllah SaUaUatıü aleyhi ve sellem (adama,) :
— Bunu tasadduk et! buyurdular. Adam :
— Bizden daha fakirine mi? Bu şehrin iki
taşlığı arasında, buna bizden daha muhtaç bir aile yoktur; dedi. Bunun üzerine
Peygamber SaUaUahü aleyhi ve sellem güldü, hattâ azı dişleri göründü.
Sonra :
— Git bunu çoluğuna
çocuğuna yedir; buyurdular».[684]
Bu hadîsi Yediler
rivayet etmişlerdir. Lâfız Müslim'indir.
Gelen zât Seleme yahut
Selman b. Sahr idi. Bir rivayette zenbilin içinde onbeş; diğer bir rivayette
yirmi sa' hurma bulunuyormuş.
Hadîs-i şerif, ramazan
gününde kasten münâsebet-i cinsîyye'de bulunana kefaret lâzım geldiğine
delildir.
İmâm-t Nevevi
(631—676) zengin olsun, fakir olsun böylesine kefaret icâp ettiğine icmâ' olduğunu
söyler. Şâfitler'e göre kefaret fakirin zimmetinde sabit olur. Fakat Hz.
Şd/iî'nin bir kavline göre fakirin zimmetinde bir şey kalmaz. Çünkü Peygamber
(S.A.V.) bu ciheti beyân etmemiştir.
Köle hakkında da
ihtilâf edilmiştir. Çünkü burada mutlak zikir edilmiştir. Acaba mutlak ıtlakı
üzerine mi bırakılacak, yoksa mukayyed'e mi hamledilecek?
«Mutlak mukayyed»
bahsi usul-ü fıkıh ilminde Şâfiîler'le Hanefîler arasında ihtilaflı bir
mes'eledir. Şafİîler'e göre biri mutlak diğeri mukayyed iki delîl bir hükme
ait olurlarsa, artık hâdise dahi bir olsun olmasın ve keza ıtlak takyid hükmde
veya sebep ve şartta olsun, herhalde mutlak mukayyed'e hamlolunur. Yani
mukayyed'in hükmü ne ise mutlakın da o olur. Şâfİîler buna «natık sâkitten
evlâ» delili derler.
Hanefîler'ce mutlak
mukayyede yalnız iki yerde hamledilir :
1— îki
delilin hükümleri muhtelif olup, biri birinin takyidini gerektirirlerse,
[685].
2— Hüküm ile
hâdise bir olup, ıtlak takyid hükmde
olursa. Meselâ : Kefâret-i yemin'de köie azadına gücü yetmeyenler üç gün oruç
tutacaklardır. Bu üç gün mutlaktır. Lâkin aynı hükmü, ifâde eden İbni Mes'ud
kırâatında bu üç günün arka arkaya
muttasıl olacağı bildirilmiştir. Hükümler, ikisinde de oruç tutmanın
lüzumudur. Hâdise dahi kefâret-i yemin hadisesidir. îşte burada iki delîl
arasında hükümler bir, hâdise de birdir. Itlak ve takyîd ise nefs-i hüküm'de
yani üç gündedir. Binaenaleyh burada Hanefîler de mutlakı mukayyed üzerine
hamlederler.
Şâfiîler'e göre mevzuu
bahsimiz olan meselede mutlak zikredilen köle mukayyed'e hamledilir. Çünkü
katil kefaletinde de bir köle azadı lâzımdır. Fakat mû'min olmakla
mukayyed'tir. Binaenaleyh buradaki mutlak, o mukayyede hamledilir ve
bahsimizdeki köle dahî mü'min olmak icâp eder,
Hanefîler'e göre :
Buradaki mutlakı mukayyed üzerine hamletmek için bir sebep yoktur. Binaenaleyh
mutlak ıtlakı üzere bırakılır ve azâd edilecek köle, müsîim gayrı müslim,
erkek, kadın büyük ve küçük olabilir. Sonra hadîsin zahiri tertip ifâde ediyor. Yani Ramazan'da cima' suçunu işleyen evvelâ bir
köle azâd etmekle mükelleftir. Buna iktidarı varken oruç tutmakla bu kefareti
ödeyemez. Keza köle azadına iktidarı olmayan oruç tutacaktır. Buna iktidarı
varken fakir doyurmaya geçemez. Zührî (—124) tertibin lüzumunu otuz veya daha
ziyâde kimselerden rivayet etmiştir. îmâm-ı Şafiî (150—204) tertibe lüzum
görmüyor ve kefareti veren muhayyerdir diyorsa da, Sahi~ heyn'in rivayeti
tertip ifâde eder. Sahiheyn'm rivayeti karşısında başkalarına itibar yoktur.[686] Bu
kefarete benziyen zıhar kefaretinde dahi aynı tertibe riâyet edilmesi,
tertibin lüzumunu, teyid eder.
Hadîste geçen «altmış
fakir» tâbirine bakarak bâzıları «doyuru-lanlar altmış adet olmazsa caiz
değildir» derler ve Hanefîler'in «bir fakiri altmış gün doyurmak da kâfidir»
demelerine adetâ şaşmak isterlerse de az bir teemmülle anlaşılır ki, altmış
gün doyrulan bir fakirle bir gün doyrulan altmış fakir arasında hiçbir fark
yoktur. Zîrâ ikisinde de altmış fakir mevcuttur. Fakat «altmış fakirin
yiyeceğini bir günde bir fakire vermek caizdir» diyen yoktur.
«Git bunu çoluğuna
çocuğuna yedir» ifâdesi hakkında ule-mâ'mn muhtelif kavilleri vardır.
1—
Çoluğuna
çocuğuna yedirmek bir kefarettir. Vâkıâ kefaretlerde kaide, kendi nefsi
hükmünde olanlara verilmemektir. Ama Resû!üllah (S.A.V.) bunu o zâta mahsus olarak
kabul etmiştir.
2— Fakir
olduğu için kefaret sakıttır. Ebu Davud'un beyânına göre Zührî : «Bu iş o zevata mahsus bir ruhsat idi. Bunu
bir adam bugün yapsa kendisine kefaretten başka çıkar yol yoktur» demiştir.
Cumhur ulemâ'mn kavli de budur. Hanefîler'in «El-Hidâye» nâmında-ki fıkıh
kitabında hadîsin sonunda :
«Sana kâfidir. Ama senden
sonra hiç bir kimseye kâfi gelmez» ibaresi de vardır. Fakat bu ibare, hadîsin
diğer rivayetlerinde sabit olmamıştır. Dâre KutnVnin rivayet ettiği Hz. AH (R.
A.) hadîsinde:
«Onu sen çoluk çocuğun
ile beraber ye.Zîrâ senin yerine Aliah kefaret verdi» buyrulmustur. Yalnız bu
hadîs zayıftır.
3— Kefaret o
zâtın zimmetinde bakîdir. Resûlüllah
(S.A.V.) ona vacip olanı bildirmiştir. Ancak o anda fakir; oruç tutmaya da muktedir
olmadığı için borcu zenginleyeceği zamana kadar tehir edilmiştir. Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in ona verdiği hurma ise,
kendisine ve çoluk çocuğuna sadakadır. Az evvel söylediğimiz vecihle
îmâm-ı Şâfü ile bazı ulemânın kavli budur.
4— Kefaret
neshedilmiştir. Binaenaleyh zengine de fakire de lâzım değildir. Said ibni
Cübeyr ile bâzı ulemânın mezhebi budur. Onlara göre hadîsin sonundaki «onu sen
çoluk çocuğun ile beraber ye» sözü, kefareti neshetmiştir. Şu halde Ramazanda
hangi sebeple olursa olsun, orucunu bozana kefaret lâzım gelmez. Bittabi bu
istidlal fasittir. Çünkü hadîs-i şerîfte baştan sona siyâk-ı kelâm, ramazanda
orucu kasden bozan kimseye verilecek ceza hakkındadır. Kefaret sözünden murâd
bu ceza olup, hadîste : Köle azadı, iki ay müte-tabi oruç, ve altmış fakiri bir
gün doyurmak diye sıralanmıştır.. Bunların hiç birine iktidarı olmayan o zâta
nihayet «al şu bir zenbil hurmayı da kefaretini ver» denilmiş. Lâkin Medine'de
o zâttan daha fakir kimse bulunmayınca ona mahsus olmak üzere kendi kefaretini,
kendisinin almasına müsaade buyrulmuştur. Yahut o zâta mahsus olmak üzere
kefaret sakıt olmuştur. Bundan artık bütün
kefaretler nesh olundu mânâsı mı anlaşılır?.
Hadîsin bu rivayetinde
Resûlüllah (S.A.V.) o zâta cima' ettiği günün kazasını emir etmemişse de Ebu
Dâvud (202—275) 'un Hz. Ebu Hiireyre'den tahrîc ettiği bir rivayette kaza emri
vardır. Rivayet şudur :
«Onu sen çoluk
çocuğunla ye, bir gün de oruç tut. Hem Allah'a istiğfar et.»
Hanefîler'le diğer
mezhep imamlarına ve bir kavlinde Şafiî'ye göre kaza vaciptir. Çünkü :
«Böylesînîn orucu sayısınca diğer günlerdendir[687]
âyet-i kerimesi her türlü kaza orucuna âmm ve şâmildir. §â/iî'nin diğer kavüne
göre kaza lâzım değildir. Zîrâ Peygamber (S.A.V.) kefaretten başka bir şey
emretmemiştir.
Buraya kadar görülen
îzâhat erkeğe ait hükümlerdir. Cima' eden
kadına gelince:
Evzaî (88 — 157)'ye ve
§â/iî'nin iki kavlinden esah olanına göre kadına kefaret lâzım değildir. Çünkü
cinayete mübaşeret eden kocasıdır .
Hadîs-i şerifte de
kadına kefaret zikredilmemiştir. Cumhur ulemâ'-ya göre ise, erkeğe lâzım
geldiği gibi kadınada kefaret lâzımdır. Resû-lüllah (S.A.V.)'in onu
zikretmemesi, suçunu itiraf etmediğindendir. Kocasının itirafı ise onu ilzam
edemez. Yahut kadın hayzından sabahleyin temizlenmiş de oruca niyet edememiş ve
cima' o esnada vuku bulmuştur. Yahut erkeğin hükmünü beyân, etmek kadın
hakkındaki hükmün, de beyânı sayılır da onun için kadını ayrıca zikretmemiştir.
ihtimallerin en kuvvetlisi bu sonuncusudur ve erkek hakkında hüküm, hadîsin ibaresiyle;
kadın hakkında da delaletiyle sabittir. Bu hadîs usul-u fıkh'ın delâlet
bahsinde müsâvi-i celi ve müsâvi-i hafi'ye misal gösterilir. Hadîs-i şerifin
ihtiva ettiği faydalar çoktur.
Musannif merhum
«Fethiı'l-Bâri-» de: «Şeyhlerimize yetişen bâzı müteehhirîn bu hadîsle meşgul
olmuş ve bunun üzerine iki cüz eser yazarak bin bir fayda toplamıştır» diyor.[688]
696/548- Hz.
Âişe ve Ümmü Seleme radıyaTtahü anhüma'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber
SaMdttahü aleyhi ve aettem, münase-bet-I clnsîyyede bulundukta cünüp olarak
sabahlayıp, sonra yıkanıp, oruç tutuyordu.»[689]
Bu hadîs müttefekun
aleyh'dir.
Müslim; Ümmü Seleme
hadîsinde tkazâ etmiyordu» ziyâdesini rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîf,
cimâ'dan sonra cünüp olarak sabahlayan ve sabahleyin yıkanan kimsenin orucunun
sahîh olduğuna delâlet ediyor ki cumhur ulemâ mn mezhebi de budur. Hattâ Nevevî
(631—676) bu hususta icma olduğunu iddia eder. Fakat İmâm-t Ahmed ibni Haribel
(164 —241) ile İbni Ribban (—354)'in rivayet ettikleri Ebu Hüreyre hadîsi buna
muarızdır. 0 hadîste Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır :
«Sizden biriniz cünüp
iken sabah namazı için ezan okunursa artık o gününü oruç turnasın».
Ancak Cumhur ulemâ'ya
göre bu hadîs men şuhtur. Hazret! Ebu Hüreyre (R. A.) A işe ve Ümmü Seleme (R.
anhüma) hadîsi kendisine rivayet olunduğu vakit bu hadîsle amel etmekten
vazgeçmiş A İşe ve Ümmü Seleme (R. anhüma) hadîsiyle fetva vermiştir. îmâm-ı
Müslim'in, İbni Hibban'va. ve İbni Hüzeyme'nin Hz. Âişe (R. anhâ)'-dan tahrîc
ettikleri şu hadîs dahi neshe delâlet eder :
«Bir adam Peygamber
SaîlaUahü aleyhi ve seMem'e fetva almaya gelmişti. Hz. Aişe de perde arkasından
işitiyordu. Adam :
— Yâ Resûlellâh bana namaz, yani sabah namazı
vakti cünüp olduğum halde geliyor; dedi. Peygamber SaUallahü aleyhi ve seîlem
:
— Bana da namaz vakti
cünüp olduğum halde geliyor.
Ama ben oruç
tutuyorum; buyurdular. Adam :
— Sen bizim gibi değilsin yâ Resûlellâh. Allah
senin gelmiş geçmiş (bütün) günâhlarını muhakkak affetmİştir; dedi. Bunun üzerine Resûlüllah SaUallahü
aleyhi ve seUem:
— Vallahi
ben sizin Ailah'dan en korkanınız ve korunduğum şeyi
en iyi bileniniz olmayı candan
dilerim;
buyurdular.»
Îbnü'l-Münzir Hattâbî
ve diğer bâzı ulemâ da neshe kail olmuşlardır. Bâzıları cünüp iken sabahlama
işini Peygamber (S.A.V.)'e mahsustur derlerse de bu hadîs onların sözünü
reddetmektedir.
Imâm-ı Buhârî
(194—256) Hz. Âişe (R.anha) hadîsini senet itibarıyla daha kuvvetli bulmuş ve
Ebu Hüreyre hadîsini reddetmiştir. Hattâ îbni Abdü'l-Berr (368—463) Hz. Âişe
hadîsi hakkında : «Şüphesiz sahih ve mütevâtirdir» demiştir. Ebu Hüreyre (R.
A) hadîsi ise, ekseriyetle kendi fiiline mevkuf yani «fetva verirdi» şeklinde
rivayet edilmiştir. Merfu' rivayetleri azdır. Bittabi iki hadîs muâraza ederlerse,
tercih, rivayet yolunun kuvvetine göre yapılır.[690]
697/549- «Hz.
Âişe radıyallahü anha'âan rivayet olunduğuna görePeygamber SollaMahü aleyhi ve
sellem:
— Bir kimse üzerinde
oruç (borcu) varken ölürse onun yerine velisi oruç tutar; buyurmuşlardır.»[691]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerîf, ölen
bir kimsenin kalan orucunu velisinin tutabileceğine delildir. Çünkü ihbar
sigasi yani (tutar) demek emir mânâsına gelir ve : «Onuri yerine velisi oruç
tutsun» demiş gibi olur. Bu sigada ise, asıl olan vücûp ifade etmektir. Şu
kadar var ki, buradaki emrin nedip mânâsına geldiğine icmâ' vardır diyorlar.
Veli'den maksad :
ölenin yakınlarıdır. Bazılarınca sadece mirasçı olan akrabasıdır. Diğer bâzılarına
göre ise asabesidir.[692]
Ölenin yerine onun
orucunu velisinin tutup tutamayacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hadîs
âlimlerinden Ebu Sevr (—240), îmâm-t Şafiî ve bir cemâat'a göre ölenin kalmış
oruçlarını velisi tutar. Delilleri bu hadîstir.
îmâm-ı Âzam Ebu
Hanîfe, Mâlik (93—179) ve bir cemâat'a göre ölen için başkası oruç tutamaz.
Burada vacip olan yalnız kefarettir. Bunların delilleri : Tirmizî'nin. İbni
Ömer (R. A./dan merfu* olarak tahrîc ettiği şu hadîstir
«Üzerinde oruç borcu
olan bir kimse ölürse onun yerine hergün için bir fakir doyrulur». Yalnız
Tirmızî bu hadîsi tahrîc ettikten sonra onun hakkında : «Gariptir. Bunu yalnız
bu vecihten biliyoruz» demiştir. Sahih olan, İbnî Ömer'e mevkuf olmasıdır.
Çünkü ulemâ: «İbni Abbas ile Hz. Âişe'den doyurmak hususunda fetva verdikleri
rivayet olunmuştur» diyorlar. Diğer ibâdetlere muvafık olan da budur. Zîrâ
hac'tan maada hiçbir ibâdeti kimse başkasının yerine yapamaz.
Mâlikîler'e göre :
Medîneliler'in ameli de hüccettir. Medîneliler'den ise başkasının yerine oruç
tutmak rivayet olunmamıştır. Hanefîler bir de râvinin rivayet ettiği hadîsin hilâfına
fetva vermiş olmasıyla istidlal ederler.
«Başkasının yerine
oruç tutulur» diyenler bunun yalnız ölenin velisine vacip olup olmadığında
ihtilâf etmişlerdir.
Eâzıları : «Bunu
yalnız veli yapar» diyor. Diğer bâzıları ise: «Veliye mahsus değildir. Hiç bir
emir olmaksızın ecnebi birisi dahi yapabi-
lir» derler. Bunların
delili : Peygamber (S.A.V.)'in :
«Allah borcu Ödenmeye daha lâyıktır» hadîsidir:
«Borcu ödemek nasıl akrabaya mahsus değilse, oruç da öyledir» diyorlar.[693]
698/550- «Ebu
Katadete'l-Ensârî radıyaUahü anfe'den rivayet edil-diğine göre,
ResûlûHahSallattahü aleyhi ve sellem' arefe gününün orucu soruldu:
— O geçen sene ile gelecek senenin günâhlarına
kefaret olur; dedi. Aşure gününün orucu soruldu:
— O geçen senenin günâhlarına kefaret olur;
dedi. Pazartesi gününün orucu soruldu:
— Bu benim doğduğum, peygamber olarak gönderildiğim
ve bana Kur'ân indirilen gündür; buyurdular».[694]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Gelecek sene henüz
gelmemiş ve içerisinde günâh işlenmemiş olduğu halde, nasıl olup da bir sene
evvel tutulan orucun o günâhlara kefaret olacağını müşkül görenler olmuş.
Fakat bunlara cevaben : «Gelecek senenin günâhlarının kefaretinden murâd: O
sene günâh işlememek için o kula muvaffakiyet vermektir. Şu halde günâh
işlememeye kefaret denilmiş oluyor ki, geçen seneki günâhlar münâsebetiyle bu
ıtlak caizdir. Yahut gelecek sene günâh işlerse, kefaret vermek de kendisine
nasip olacaktır» denilmiştir.
Musannif merhumun
«Fetfıü'l-Cevâd» adlı eserinde şu beyanat vardır: «Arefe günü oruç tutmak
sünnettir. Arefe, zilhiccenin dokuzuncu günüdür. Bu oruç Müslim'deki bir
habere göre, o günden bir se-
ne evvelki ve bir sene
sonraki günâhlara kefaret olur. Kefareti verilen günahlar ise insan hakkı
taallûk etmiyen küçük günâhlardır. Çünkü büyük günâhlara ancak sahîh bir tevbe
kefaret olabildiği gibi, kul hakları da sahibinin rızasına bağlıdır. Eğer oruç
tutan kulun küçük günâhı yoksa, sevapları arttırılır. Yahut o iki sene
zarfında günâh işlemekten muhafaza buyrulur. Kefaret iğinin iki seneye
çıkarılması arefe orucu biz müslümanların hasaisinden olduğu içindir. Fakat
aşure orucu böyle değildir. Arefeden önce zilhicce'nin sekiz gününün de oruç
tutmak bittekid sünnettir. Bu sekiz gün hacılara da hacı olmayanlara da sünnet
ise de, Arefe gününün orucu yalnız hacı olmayanlara sünnettir. Hacılara o gün
oruçsuz bulunmak sünnettir. Tâ ki duâ etmeye güç ve kuvvetleri olsun.
Arefe günü hacıların
oruç tutup tutmaması, mezhepler arasında az çok ihtilaflıdır:
1—
Hanbelîler'e
göre : Hacı Arafat'ta vakfeye gece
duracaksa, oruç tutması mendûb, gündüz duracaksa mekruhtur.
2— Hanefîler'e
göre: Eğer zayıf düşmesine sebep olacaksa, arefe ve terviye (sekiz zilhicce)
günü oruç tutumak mekruhtur.
3—
Mâlİkîler'e
göre : Terviye ve arefe günleri hacılara oruç tutmak mekruhtur.
4—
Şâfİîler'e
göre: Hacı Mekke'de oturuyor da gündüzün Arafat'a gitmişse ,arefe günü oruç
tutması evlânın hilâfına bir hareket olur. Geceleyin
giderse, oruç tutması caizdir. Fakat hacı, Mekke li değil de misafir olursa,
ona .oruç tutmamak sünnettir.
Aşure orucuna gelince
: Bu oruç Cumhur ulemâ'ya göre muharrem'-in onuncu günü tutulan oruçtur.
Ramazan orucu farz kılınmazdan önce aşure orucu farzdı. Ramazan orucu farz
kılındıktan sonra muharremin dokuzuncu günü ile beraber tutulmak şartıyla
Hanefîler'e göre sünnet, diğer mezheplere göre mendûb olarak kaldı.
Hadîs-i şerîf, arefe
orucunun aşure orucundan efdâl olduğunu gösteriyor. Peygamber (S.A.V.),
pazartesi günü oruç tutmanın sebep ve illetini kendilerinin o günde saha-İ
c'ihan'a teşrif buyurmaları, o günde Peygamber gönderilmeleri ve KuKân-ı
Kerîm'in o günde nazil olmaya başlamasıyla îzâh etmiştir.
Hadîste, Allahü
Zülcelâl'in kuluna nimet verdiği günü oruç tutmakla tâ'zim etmek gerektiğine de
işaret vardır. Vâkıâ Hz. Usâme hadîsinde Peygamber (S.A.V.) pazartesi ve
perşembe günleri niçin oruç tuttuğunu ta'lü ederken : «O gün amellerin Allah'a
arzolunduğu gündür; dilerim benim amelim, ben oruçlu iken arzolunsun»
buyurmuşsa da iki ta'lil arasında münafât ve zıddiyet yoktur.[695]
699/551-
«Ebu
Eyyube'î-Ensârî radıyallahü anh'den rîvâyef olunduğuna göre Resûlüllah
(S.A.V.) :
— Bir kimse ramazan
orucunu tutar da, sonra ona şevvalden altı gün daha katarsa, bütün senenin
orucu gibi olur; buyurmuşlardır.»[696]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif, şevval
ayındaft altı gün oruç tutmanın müstehâb olduğuna delildir. îmâm-ı Mâlvk'ten
maada mezhep imamlarıyla ulemâ'dan bir cemâatin mezhebi budur. îmâm-ı Mâlik
(93—179) bu orucu bâzı şartlarla mekruh görmüştür. Meselâ : Bu orucu tutan
kendisine uyulan bir zat olursa; yahut tutanın bu orucu farz olmuş sanmasından
korkulursa, bayram gününe ekliyerek tutarsa, hergü-nü aralıksız biri biri
ardına tutarsa, orucunu başkalarına belli ederse orucu mekruhtur. Bunlar
olmazsa oruç tutmasında bir kerahet yoktur.
İbni Abdi'1-Berr :
«fmâm-t Mâlik'e bu Müslim hadîsi vâsıl olmamıştır» der.
Hanefîlcr'e göre bu
orucun haftada iki gün olmak suretiyle dağınık tutulması müstehâbtır. Maamâfîh
bâzılarına göre dağınık da tutsa, toptan da tutsa, bayram gününe muttasıl da
olsa, ondan ayrı da olsa, sevabı' hep bîrdir. Tirmizî'nin «sünen» inde îbni
Mübarek (—181) in iıltı günleri şevvalin başından seçtiği kaydolunur. Fakat
yine İbni Mübârek'in : «Bir kimse şevvalden dağınık bir surette altı gün on iç
tutarsa caizdir» dediği rivayet olunur.
Bu günleri de
kattıktan sonra, Resûlüllah (S.A.V.)'in ramazan orucunu bütün sene orucuna
benzetmesi .yapılan bir taat'e on misli ecir verileceği Kur'ân-ı KerîrrTde vaâd
buyrulduğund^ndır. Bu hesaba göre ramazanın otuz günü (üçyüz gün); şevvalin
altı günü de (altmış gün) eder ki; bir senede de zâten üçyüz altmış küsur gün
vardır. Maamâfîh bu hadîste ömür boyunca oruç tutmaya delîl yoktur. Bu oruç
hakkında îzâhat babımızın sonunda gelecektir.
Sttbfcî'nin beyânına
göre i «Beyinsizin biri TirmfeVnin «bu ha-dîs hasendir» gözüne aldanarak hadîse
ta'n etmiştir. Aldanmanın vechi, onun gördüğü nüshada herhalde «sahîh»
kelimesinin bulunmamasıdır. Yoksa «sünen-i Tirmizî* niû diğer nüshalarında :
«Ebu Eyyüb hadîsi hasen-i sahîh bir hadîstir» denilmektedir. Vâkıâ hadîsin bir
tarîkinde râviler arasında Sa'd ibni Said vardır. Bu zât hakkında bâzı hadîs
âlimleri hafız olmazdan önce söz etmişlerdir. Meselâ : îmâm-ı Ahmed ibni Hanbeî
: «Sa'd ibni Said'in hadîsi zayıftır» demiş. Nesâî onun hadîsinin ka'vi
olmadığını söylemiş, Ebu Hatim : «Sâ'dibni Said hadîsiyle meşgul olmak caiz
değildir» iddiasında bulunmuştur. Fakat Sübkî diyor ki : «Şeyhimiz Ebu
Mu-hammed Dimyatı bu hadîsin bütün tarîklerini merakla ele almış ve onu
ekserisi sika hafız olan yirmi küsur kimsenin Sa'd İbni Said'den müsned olarak
rivayet etmiş olduğunu tespit eylemiştir ki, iki Sü/-yan da bunlar
arasındadır».
Sa'd'den onu kardeşi
Yahya ile başkaları da rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi, Peygamber (S.A.V.)'den
Sevbiln, Ebu Hu rey re, Câbîr, ibni Abbas, Bera ibni Azlb ve Âlşe (R. anhüm)
hazarâtı dahi rivayet etmişlerdir. Sevbân rivayetinin lâfzı şudur :
«Kim ramazan orucunu
tutarsa, onun bir ayı on ker-re, (fazla) dır. Kim fıtır bayramından sonra altı
gün oruç tutarsa artık bu, senenin orucudur.» Bu hadîsi Ahmed ve Nesâî rivayet
etmişerdir[697]
700/552- «Ebu
Said-i Hudrî radıyallahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demİztir ki: Resûlüllah
SaUallahü aleyhi ve sellem :
— Eğer bir kul, Allah
yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah o gün sebebiyle onun yüzünden ateşi yetmiş
yıl uzaklaştırır; buyurdular».[698]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir. «Allah yolu» ile cihâdı kasdederler.
Hadîs-i şerîf, cihâd
ederken oruç tutmanın faziletine delildir. Fakat bu onu zayıf düşürerek
düşmanla harp etmekten âciz bırakmamakla meşruttur. Bu derece fazilete sebep,
iki cihâdı; yani hem düşmanla hem de yiyip içmeyi terk etmek suretiyle nefsiyle
cihâdı bir arada yaptığı içindir. Böyle bir kimsenin yüzünden yetmiş yıl ateşin
uzak olması, cehennem azabından kurtulacağından kinayedir.[699]
701/553- «Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet olunmuştur. De m İşti rkikİ: Resûlüllah SaUallahü
aleyhi ve sellem (bazan), bizler: «İftar et-mlyecek (galiba)» deyinceye kadar
oruç tutar; bazan da: «oruç tutmayacak (galiba)» deyinceye kadar oruçsuz
dururdu. Ben Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve sellem'tn ramazandan maada hiç bir
ay'i (oruçla) tekmillediğini görmedim. Şabandan daha fazla oruç tuttuğu bir ay
da görmedim.»[700]
Bu hadîs, Müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir.
Hadîsi şerîf,
Peygamber (S.A.V.)'in nafile oruç tutmak için kendisine bir ay tahsis
etmediğine, bazan biribiri ardınca oruç tutup, bâ-zan da biri biri ardınca
günlerce oruç tutmaz idiğine delildir. Bundan Hz. Fahr-i Kâinat (S.A.V.)'in iktiza-i
hâle göre hareket ettiği anlaşılıyor. Hadîs-i şerîf, Resûlüllah (S.A.V.)'in
şâir aylardan daha fazla şaban ayında oruç tuttuğuna da delâlet ediyor. Bunun
sebebini Hz. Aîşe (R. anha) hadisinden anlıyoruz.
Taberanî (260—360)
'nin rivayet ettiği bu hadîsin lâfa şudur :
«Peyflamber
Sal-lallahü aleyhi ve sellem her aydan üç gün oruç tutardı. Çok defa bu orucu
geciktirir de senenin orucu toplanır ve Şaban ayında oruç tutardı.»
Bu hadîsin râvileri
arasında îbni EH Leylâ vardır. Bu zât zayıftır. Bâzıları: «Şaban ayında oruç
tutması Ramazanı ta'zim içindi.» diyorlar. Nitekim bu bâbda Tirmizî (200—279)
Hz. Enes (R. A.) ile başkalarından şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Peygamber SaUaUahü
aleyhi ve seîlem'eı Hangi oruç daha faziletlidir? diye soruldu da:
— Ramazanı ta'zim için
şabandır; buyurdular.»
Tirmizî : «Bunun da
râvileri arasında Sadakatü'bnü Musa vardır» diyor. Bu zât, hadîs ulenıâsınca
kavi bir râvi değildir. Bâzıları Resûlüllah (S.A.V.)'în şaban ayında oruç
tutmasını recep ile Ramazan arasında herkesin kendisinden gafil olduğu bir ay
olmasına atfederler. Nitekim bu mânâda bir hadîsi, Nesâî (215—303) ile Ebu
Dâvud Üsametü'bnü Zeyd'den tahrîc etmişler; aynı hadîsi îbni Hüzeyme (223—311)
de sahîhlemiştir. Bu hadîsin lâfzı şudur :
«Demiştir ki :
— Yâ Resûlellah senin
aylardan hiç bir ayda şabandaki kadar oruç tuttuğunu görmedim; dedim :
— Bu ay, recep ile ramazan arasında nâs'ın
kendisinden gafil oldukları bir aydır. Halbuki o, içerisinde amellerin
Rabbi'l - Âlemin hazretlerine
arzolunduğu bir aydır. Binaenaleyh ben de amelimin onda oruçlu
olduğu-ğum halde arzolunmasını dilerim; buyurdular.»
Bu bâbda şöyle bir
hadîs-i şerîf de vardır:
«Şüphesiz şaban orucu
ramazandan sonra en fazîletli oruçtur.» Bu hadîs Müslim'in Ebu Hüreyre (R. A ./den merfu' olarak
tahrîc ettiği şu hadîse muarızdır:
«Ramazandan sonra
orucun en faziletlisi muharrem orucudur.» Fakat buna şöyle mukabele olunmuştur:
«Eğer muharrem'in fazileti daha çok olsa idi, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) daha
fazla onda oruç tutmaya çalışırdı. Hz. Âİşe hadîsi dahi, Resûlüllah (S.A.V.)'in
en ziyâde şabanda oruç tuttuğunu gösteriyor.» Bâzıları buna da şöyle cevap
vermişlerdir: «Muharrem orucunun faziletli olmasa haram aylara nisbetledir.
Şabanın fazîleti ise, mutlaktır. Resûlüllah (S.A.V.)'in muharrem ayında çok
oruç tutmamasının sebebini beyân hakkında Nevevî (631—676): «Çünkü bunu âhir
ömründe öğrenmiştir» demiştir.[701]
702/554- «Ebu
Zer radıyallahü aniden rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah SaUaUahü
aleyhi ve seUem bize ayın üç gününde; On-üç, ondörf ve onbeşlnde oruç tutmamızı
emretti.»[702]
Bu hadîsi Nesâî ile
Tirmizî rivayet etmiş; Ibnî Hibban da sahîhlemiştir.Hadîs-i şerîf, Ebu Hüreyre
(R. A./dan da bir çok tarîklerle vârid
olmuştur. Lâfzı şudur: «Eğer oruç; tutacaksan, gurrede, yani beyaz günlerde
tut.» Bu hadîsi, îmâm- Ahmed ibni Haribel, Nesâî ve îbni Hibban tahrîc etmişlerdir.
Nesâî'nin rivayetinde hadîsin bir kısmı şöyledir :
«Eğer oruç tutacaksan
beyaz günlerde, ayın on üç, on
dört ve onbeşinde tut» Sünen sahipleri Katade b. Mllhan'dan şu hadîsi tahrîc
etmişlerdir :
«Resûlüllah (S.A.V.)
bize beyaz günlerde: Ayın, onüç, ondöri ve onbeşinde oruç tutmamızı emir eder,
ve :
— Bu günler sene
gibidir; derdi». Nesâî Cerir (R.A.)'dan merfu' olarak §u hadîsi tahrîc etmiştir
:
«Her aydan üç gün oruç
tutmak bütün sene orucu gibidir., î'âh» Bu hadîsin isnadı sahihtir. Görülüyor
ki her ayın onüç ondort ve onbeşinci günlerine eyyâm-ı bîyz yani «beyaz günler»
derler. Her ayın üç gününde oruç tutmak hususunda gerek mutlak olarak, gerekse
sözü geçen eyyâm-ı bîyz'den maada günlerde olduğu beyân edilerek birçok
hadîsler varid olmuştur. Bunlardan da birkaçını görelim:
Sünen sahipleri İbni
Mes'ud radıyalîahü anh'den şu hadîsi tahtîc etmişlerdir :
«Peygamber SaUaUahü
aleyhi ve seîlem; Her aydan birçok üç günler oruç tutardı.»
Bu hadîsi îbni Husyeme
sahîhlemiştir. îmâm-t Müslim (204— 261) Hz. Âişe (R, anha)'da.n şu hadîsi
rivayet etmiştir :
«ResûlüHah SallaUahü aleyhi ve sellem hangi ayda
tuttuğuna aldırış etmiyerek her aydan üç gün oruç -tutardı».
Eyyâm-ı bîyz'den başka
günlerden, hangi üç günde tutulacağını beyân eden hadîslerden dahi misal
alalım :
Ebu Dâvud ile Nesâî
Hz. Haf sa (R. anha)'daa. şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:
«Resûlüllah SaUaîîahü
aleyhi ve selîem; her aydan üç gün oruç tutardı; pazartesi, perşembe ve gelen
haftanın pazartesi gününde».
Bu hadîslerin arasında
muâraza yoktur. Çünkü hepsi nafile orucun mendûb olduğuna delâlet ediyorlar. Ve
her râvi bellediğini rivayet etmiştir. Yalnız Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz
hangisine teşvikte bulunmuşlar; tutulmasını emir ve tavsiye buyur muşlar sa, o
oruçlar evlâ ve efdâldirler. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bu hadîslerde eyyâm-ı
bîyz'in hangi günler olduğunu tayin buyumuşlardır.
Her ayın hangi üç
gününde oruç tutmanın mendûb olacağını tayin babında ulemâ'mn muhtelif
kavilleri vardır. Fakat yukarıdaki tasrihler karşısında bunların burada
tekrarlanmasına lüzum görülmemiştir.[703]
703/555- «Ebu
Hüreyre jadıyaîlahü anh'den rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah Saîlaîlahü
aleyhi ve selîem:
— Kocası yanında iken
kadının oruç tutması helâl değildir. Ancak izni olursa o başka;
buyurmuşlardır».[704]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Buhârî'nindir. Ebu Dâvud : «Ramazandan gayri» kaydını ziyâde
etmiştir.
Hadîs-i şerîf, evli
bir kadın için kocasının hakkım îfâ etmenin nafile oruç tutmaktan daha evlâ
olduğuna delildir. Hattâ kocasının izni olmadan nafile oruç tutması şer'an
mekruhtur. Haram diyenler de vardır. Fakat ramazan orucu farz olduğundan
bittabi böyle değildir. Onu kocası razı olmasa da tutmakla mükelleftir. Şâir farz
oruçlar da ramazan orucu gibidir.[705]
704/556- «Ebu
Said-i Hudrî radıyallahü anh}âen rivayet edildiğine göre, Resûlüllah SallaUahü
aleyhi ve selîem; İki günde oruç tutmaktan nehİy etmiştir. Ramazan bayramı
günü İle Kurban bayramı gününde».[706]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerîf bu iki
günde oruç tutmanın haram olduğuna delildir. Çünkü nehy'in aslı tahrim içindir.
Cumhur ulemâ'nın kavli de budur. Hattâ bir kimse bugünlerde oruç tutmak için
nezr etse, nezri münâkid olmamak icâp eder.
Fakat Hanefîler'e göre
bayram günlerinde oruç tutmak kerâhet-i tahrimîyye ile mekruhtur. îmâm-ı Züfer
(110—150) müstesna, diğer Hanefîyye imamlarına göre bir kimse meselâ: Kurban
bayramı günü oruç tutmaya nezir etse, bu nezir münâkid olur. Lâkin oruç tutmaz
da sonra onu kaza eder. Çünkü yapılan nezir aslında meşru olan bir oruçtur.
Nehy başka sebepledir. Yani bayram günü Allah'ın kullarına ziyafet günüdür.
Oruç tutan kimse, bu davete icabet etmemiş olacağından dolayı günahkâr olur.
Bununla beraber nezrini îfâ etmiş olmak için o gün yine de oruç tutsa borcunu
ödemiş olur.[707]
705/557- «Nübeyşetü'l-Huzelî[708]
radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah Saîlaîlahü
aleyhi ve selîem:
— Teşrik günleri yiyip
içme ve Allah Azze ve Celleyi anma günleridir; buyurdular».[709]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîsi yine Müslim,
Ka'b ibni Mâlik (R. A./dan, îbni Hibban (—354) Ebu Hüreyre fB.A./dan; Nesâî
(215—303) Bişr ibni Su-haym (R. A./dan sünen» sahipleri Ukbetü'bnü Âmir
radıyallahü anh'ûen Bezzar, İbni Ömer (R. A./dan şu lâfızlarla tahrîc etmişlerdi:
«Teşrik günleri yiyip
içme ve namaz kılma günleridir. Binaenaleyh onlarda kimse oruç tutmaz».
Teşrik günleri :
Kurban bayramı gününden sonraki üç gün, bâzılarına göre iki gündür. Ebu
Davud'un Hz. Ömer'den rivayet ettiği bir hadîste Ömer (R. A.) Resûlüllah
(S.A.V.)'in o günlerde iftar etmelerini kendilerine emir, oruç tutmaktan da
nehiy ederdiğini söylemiştir. Dâre Kutnî (306—385) Abdullah ibni Huzafe Es-Sehmî (R. A./dan.
şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Teşrik günleri yiyip
içme ve cima' günleridir.»
Hadîs-i şerîf ve o
mânâdaki diğer hadîsler, teşrik günlerinde oruç tutmanın memnu olduğuna
delildir. Yalnız yukarıki hadîsin şerhinde de işaret ettiğimiz vecihle : Ulemâ
bu nehy'in tahrim veya tenzih için olduğunda ihtilâf etmişlerdir.
Hanefîler'e göre
nehy,kerâhet-i tahrimîyye içindir. Binaenaleyh o günlerde oruç tutmak kerâhet-i
tahrimîyye ile mekruh ise de hac'ta olanlara mekruh değildir.
Seleften bir cemâat
ile îmâm-ı Şafiî'ye göre nehy mutlak surette tahrim içindir. O halde teşrik
günlerinde oruç tutmak hac'ta olan lara dahi haramdır. Vâkıâ :«Hacc'ta üç gün» âyet-i
kerîmesi âmmdır ve kurban bayramı gününden Önce de sonra da, oruç
tutabileceğini gösterirse de buradaki hadîs, teşrik günlerine hastır.
Binaenaleyh onun hususu tercih edilir. Zîrâ o günlerin oruç tutmak için mahal
olmadığına nassan delâlet etmektedir.
Bir takımları :
«temettu'a[710] niyet eden şayet hedy
denilen kurbanı bulamazsa o günlerde oruç tutar. Nitekim bu Hz. Alî (R. A./dan
da rivayet edilmiştir. Lâkin kıran'a niyet etmiş olan hacı ile muhsar, hediy
bulamasalar bile o günlerde oruç tutamazlar» derler.
îmâm-ı Mâlik, Ahmed
ibni Hanbel ve diğer bâzı ulemâ ise : «Hacc-ı temettu'a niyet edenler ile
Kıran'a niyet etmiş olanlar ve muh-sarlar hedy bulamadıkları takdirde teşrik
günlerinde oruç tutarlar» diyorlar. Bunlar âyet'in umumu ile istidlal ederler.
Aşağıdaki hadîs dahi onların delîllerindendir.[711]
706/558-
«Âîşe
île İbni Ömer radîyallahü anhüma'dan rivayet olunmuştur. Demişlerdir ki:
Teşrik günlerinde oruç tutmaya ruhsat verilmedi.. Ancak hedy'i bulamayanlar
müstesna.»[712]
Bu hadîsi, Buhâri
rivayet etmiştir.
Filhakika hadîsi
şerîf, teşrik günlerinde hediy bulamayan hacılara, ve muhsarlara oruç tutmanın
caiz olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü mutlaktır. Ruhsat veren ResûlülSah
(S.A.V.) olduğuna göre, aynı zamanda merfu'dur. Nitekim Dâre Kutnî ile Tahavî
(238—321)'nin rivayetlerinde fail tasrih edilmiştir. Bu rivayetin lâfzı şudur :
«Resûlüllah SalldUahü
aleyhi ve selîenır hedyi bulamadığı zaman mütemetti'a teşrik günlerinde oruç
tutmaya ruhsat verdi.» Yalnız bu hadîsin isnadı zayıftır. Bir de hadîste yalnız
mutemetti' tahsis olunmuştur. Binaenaleyh îmâm-î Mâlik ve arkadaşlarına tam
delîl olamaz. Maamâfîh îmâm- Mâlik'm kavli Hz. Âlşe (R. anha) ile Ebu Bekir (R.
A./in fiilleri; Hz. Ali (R. A.)'m fetvası olmak üzere kendilerinden rivayet
olunmuştur. Bâzıları : «Teşrik günlerinde oruç tutmaktan nehy tenzîh içindir.
Binaenaleyh o günlerde herkes oruç tutabilir» demişlerdir.[713]
707/559- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anft'den. Peygamber SaUaUahiİ-aleyhi ve sellem'in şöyle
buyurduğu rivayet olunur:
— Geceler arasından
ibâdet için cuma gecesini tahsis etmeyin; gündüzler arasından da oruç tutmak
için cuma gününü tahsis etmeyiniz. Ancak sizden birinizin tutmakta olduğu
oruca tesadüf ederse o başka.»[714]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîf, cuma
gecesiyle cuma gününün nafile ibâdete tahsis edilmesinin memnu olduğuna
delildir. Ancak hakkında nâss vârid olan ibâdetler müstesnadır. Onları yapmak
memnu değildir. Meselâ: Hassaten tşln cuma geceleri sûremi Kehf'in Yasin ve
diğer bâzı sûrelerini okunması hadîslerle tegvik edilmiştir. Onlar elbette
okunacaktır. Îbnü'l-Münzrr : «Bayram günü oruç tutmaktan nehy nasü sabit
olduysa, cuma günü oruç tutmaktan da Öylece sabit olmuştur» diyor. Fakat Ebu
Cajeri't-Taberi bayram ile cuma arasında fark bularak şöyle demiştir: «Bayramla
cuma arasında fark vardır. Çünkü bayram günü oruç tutmanın haram olduğuna
icmâ' münâkid olmuştur. Velev ki o günden evvel veya sonra oruç tutmuş olsun.»
Cumhur ulemâ'ya göre,
cuma gününü oruç tutmaya tahsis etmekten nehy, tenzih içindir. Binaenaleyh
kerahet ifâde eder. Delilleri : Tirmizî'nin tahrîc ederek hasen bulduğu İbn!
Mes'ud hadîsidir. Bu hadîsin lâfzı şudur :
«ResûlüHah SaUaUahü
aleyhi ve sellem, her aydan üçgün oruç tutardı, cuma günü oruçsuz
kaldığı da pek az olurdu.» Bunlar : «Resûlüflah SaUaUahü aleyhi ve seUerrCin
fiili, nehy'in tahrim için olmadığına karinedir» derler. Fakat: «Cuma gününden
bir gün evvel veya bir gün sonra oruç tutmuş olması da muhtemel olduğundan bu
ihtimalle beraber istidlal tamam olamaz» diye kendiîerine itirazda bulunanlar
olmuştur. Hasseten cuma günü oruç tutmanın niçin men' edildiğine ihtilâf
olunmuş; ve bu hususta ortaya birçok kaviller çıkmıştır. Bunların içinde en
kabule şâyân olanı o günün bayram olmasıdır. Nitekim Ebu Hüreyre (R. A.)Jdan merfu' olarak şu hadîs
rivayet edilmişti : «Cumagünü bayram gününüzdür» îbni EU Şybe (—234) Hz. AH
(R.A.)'dan güzel bir ısnadla şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Ali demiştir ki :
— Sizden kim ayın bâzı
günlerinde nafile oruç tuta-caksa perşembe günü tutsun; cuma günü tutmasın;
zîrâ o gün yeme içme ve zikir günüdür.
Bu hadîs dahî o gün
oruç tutmayı men eden delillerdendir. Maamâ-fîh, cuma gününün her hususta
bayram gibi olması lâzım gelmez.[715]
708/560- «Bu
da ondan rivayet edilmiştir (Radıyallahü anh) demiştir ki : Resûlüllah
Sallallahü ateyhi ve sellem:
— Sakın biriniz cuma
günü oruç tutmasın. Ancak ondan bir gün evvel veya bir gün sonra oruç tutarsa o
başka; buyurdular».[716]
Hadîs, müttetekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerîf, bundan
evvelki gibi cuma günü oruç tutmanın memnu olduğuna, fakat ondan birgün evvel
veya bir gün sonra oruç tutulursa bu memnûiyetin bilmediğimiz bir hikmetten
dolayı kaldırılacağına delildir. Eğer yalnız cuma günü oruç tutulursa, iftar
etmek icâp eder. Nitekim îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel ile Buhârî'nin ve Ebu
Dâ-vûd'un Hz. Cüveyriye (R. Anha)'nm tahrîc ettiği şu hadîsten de güzelce
anlaşılmaktadır :
«Bir cuma günü
Peygamber SaUaUahü aleyhi ve sellem Hz. Cüvey-rîye'nin yanına girmiş. Cüveyriye
oruçlu imiş. Ona :
— Dün oruç tuttun mu? diye sormuş. Cüveyriye :
— Hayır; demiş. ResûlüHah SaUaUahü aleyhi ve
sellem :
— Yarın tutacakmısın?
d'ye sormuş.
— Hayır; cevabını almış.
— O halde hemen iftar et; buyurmuşlardır».[717]
709/561- Yine
Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah SaUaUahü
aleyhi ve sellem:
— Şaban yarı oldu mu
artık oruç tutmayın; buyurmuşlardır.[718]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmiş, Ahmed onu münker bulmuştur.
Hadîsi İbni Hibbanve
başkaları sahîhlemişlerdir. tmâm-ı Ahmed İbni HanbeVin onu münker addetmesi
»râvileri araısnda eî-Âîa b. Abdurrahman bulunmasmdandır. Halbuki bu zât,
Müslim'in ricâlin-dendir. Musannif «Et-Takrib% de onun için «doğru söyler. Ama
çok defa vehmeder» demiştir.
Hadîs-i şerif, §aban
ayı yanlandıktan sonra oruç tutmanın memnu olduğuna delildir. Fakat tutmakta
olduğu oruca tesadüf etmemek şartıyla memnudur; aksi takdirde oruç tutmakta
beis yoktur. Ulema bu hususta ihtilaf etmiştir. Şâflîler'den birçokları bu
hadîse is-tinâd ederek şabanın yansından sonra oruç tutmanın haram olduğuna
kail olmuşlardır. Ancak bütün şabanı oruçla geçirene mubahtır. Bâzılarına göre
haram değil, mekruhtur. Ancak ramazandan bir veya iki gün tutulursa haramdır.
Bâzıları: «Bu oruç hiçbir surette mekruh değildir» derleı-. Hattâ: «Bu oruç
mendûbtur» diyenler olmuştur. Bunlara göre hadîs, müevveldir. Yani memnûiyyet
herkese değil ,oruç kendilerini zayıf düşürecek olanlaradır. Bunlar herhalde
Resûlüllah (S.A.V.)'in şaban orucunu ramazana bitiştirdiğini ifâde eden hadîsle
istidlal ederler.[719]
710/562-
«Sammâ7 bintİ Büsr[720]
radıyallahü anJm'dan rivayet olunduğuna göre; Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve
sellem:
— Cumartesi günü oruç
tutmayın; ancak size farz kılınan (gün) !er arasında olursa müstesna. Sizden
biriniz üzüm kabuğundan yahut ağaç filizinden başka bir şey bulamazsa onu
(îftar için) çiğnesin buyurmuşlardır.»[721]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmişlerdir. Râvileri sıkadır. Şu kadar var ki hadîs, müztariptir.
Mâlik cnu inkâr etmiştir. Ebu Dâvud ise : «Bu hadîs mensuhtur» demiştir.
Hadîsin muztarip
olması onu Abdullah b. Büsr'ün, kızkardeşi Samma'dan rivayet etmesindendir.
Bâzıları rivayet ederken, Abdullah'tan demiş. Kızkardeşini zikr etmemiş tir.
Fakat bu o kadar zararlı bir illet sayılmamıştır. Zîrâ Abdullah sahâbîdir.
Bâzıları : «Bu hadîsi, Abdullah babasından rivayet etmiştir» demiş, bir
takımları onu Sam m a in hazret! Âîşe'den rivayet ettiği iddiasında
bulunmuşlardır.
Nesâî (215—303): «Bu
hadîs müztariptir» demiştir. Musannif merhum da şunları söylüyor: «İhtimal ki
Abdullah İbni Büsr bu hadîsi hem babasından, hem kızkardeşinden işitmiş.
Kızkardeşi ise vâsıta ile rivayet etmiştir.» Maamâfîh bu vasıtalı tarîk de
sahihtir. Bâzıları birinci tarîki, yani Abdullah tarîkini tercih etmiştir. Bunlardan
biri de Dâre KutnVöiv. Lâkin hadîsin muharrici aynı zât iken, bir isnadla
rivayet edilen bir hadîste görülen bu renk değiştirme rivayeti zayıflatıyor;
zabıtsızhğa delâlet ediyor. Ancak çok hadîs rivayet eden mâruf hafızlardan olursa
o zaman zabıtsızhğa delâlet etmez. Halbuki mes'ele burada öyle değildir.
Bilâkis Abdullah İbni Büsr'den rivayet eden râvi üzerinde dahi ihtilâf vardır.
tmâm-t Mâlik'in inkârına
gelince: Ebu Dâvud, îmâm Mâlik'in: «Bu hadis yalandır» dediğini nakletmiştir.
Ebu Dâvud (202—275): «Bu hadis mensuhtur» demekle ihtimâl aşağıdaki hadîsi
kasdetmiştir.[722]
711/563- «Ümmii
Seleme radıyallahü attfta'dan rivayet olunduğuna göre; Resûlüllah SaîlaUahü
aleyhi ve sellem"\n en ziyâde oruç tuttuğu günler cumartesi ile pazar günü
idi ve:
— Bunlar, müşriklerin
bayram günüdür. Ben de onlara muhalefet etmek isterim; derdi».[723]
Bu hadîsi. Nesâî
tahrîc etmiştir. İbnİ Hüzeyme de onu sahîhlemiş-tir, lâfız onundur.
Şu halde, bugünlerde
oruç tutmaktan ilk zamanlarda neyhetmiş demektir. Çünkü o zamanlar Hz.
Peygamber (S.A.V.) ehl-i kitab'a muvafakat etmeyi severdi. Son zamanlarda
onlara muhalefet eder oldu. Nitekim hadîs-i şerîf'de bu ciheti tasrih
etmiştir. Müslümanların gayri müslimlerle olan muamelâtına ait hadîslerde
muhalefet ciheti daima kendini göstermektedir.
Bâzıları : «Nehy
mezkûr günlerde münferiden oruç tutmaya aittir. Birgün evvel veya sonra
tutulursa, onlarda oruç tutmak yasak değildir» derler. îmâm-ı Tirmizî
(200—279) Hz. Âişe (B. anfta/dan şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Âişe demiştir ki:
Resûlüllah SaUallahü aleyhi ve sellem bir aydan cumartesi ile pazar ve
pazartesi günlerinde. Öteki aydan da sah, çarşamba ve perşembe günlerinde oruç
tutardı.» Babımızın hadîsi ehl-i kitaba muhalefet için cumartesi ve pazar
günleri oruç tutmanın müstehâb olduğuna delildir. Zahirine bakılırsa cumartesi
ile pazarı beraber tutmak da ayrı ayrı tutmak da caizdir.[724]
712/564- «Ebu
Hüreyre radıyaUahü anh'den rivayet olunduğuna göre. Peygamber Cattdttahü aleyhi
ve sellem; Arefe gününün orucunu Arafat'ta tutmaktan nehyetmiştir.»[725]
Bu hadîsi Tirmizî'den
gayri Beşler rivayet etmiştir. İbni Hüzeyme ile Hâkim onu sahîhlemişler, Ukaylî
ise onu münker bulmuştur.
Çünkü isnadında
Mehdî-i Hecrî vardır. Bu zâtı Ukaylî zayıf bul-mug ve: «Ona tâbi olunmaz.
Kendisinden rivayet eden râvi hakkında da ihtilâf vardır» demiştir. «Ehhidâsa»
nâm eserde îbni Mam'in «Bu zâtı tanımam» dediği zikrolunmuştur. Hâkim ise onun
hadîsini aahîh bulmuş, Zehebî (673—748) «Muhtasarü'l-Müstedrek» de bunu
ikrarla onu zayıflardan saymamıştır.
Menden rivayet edene
gelince : Bu zât Hoşeb h. AbdiVâiv. Musannif «Et-Takrib» de onun için «sıkadır»
demektedir.
Hadîs-i şerif, arefe
orucunun Arafat'ta tutulmasının memnu olduğuna delildir. Bâzıları bunun haram
olduğuna kail olmuşlarsa da Cum-hur'a göre o gün Arafat'ta oruçsuz bulunmak
müstahâbtır. «Vucud za'-fına sebep olmazsa tutulmasında beis yoktur» diyenler
de vardır. Peygamber (S.A.V.)'in Arafat'ta arefe günü oruçsuz bulunduğu sâbıt
olmuştur. Fakat bu oruç tutmanın haram olduğuna delâlet etmez. İftarın efdâl
olduğunu gösterir. Zîrâ Peygamber (S.A.V.) daima efdâl olanı yapardı. Yalnız
caiz olduğunu göstermek için bazan efdâlin hilafını yaptığı da olmuştur.
Bittabi tebliğ vazifesini ifâ etmiş olmakla bu dahi onun hakkında efdâldir.[726]
713/565- «Abdullah
İbni Ömer radıyallahü anhüma'öan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
SaUallahü aleyhi ve sellem:
— Ebedî oruç tutan,
oruç tutmamıştır; buyurdular».[727]
Hadîs, mütfefekun
aleyh'dir.
Müslim'in Ebû
Katâde'den rivayeti: «Ne oruçtutmuş, ne de iftar etmiştir» lâfzıyladır.
Bu hadîsin mânâsı
hususunda ihtilâf vardır. «El-Mesâbih» adlı eserin sarihi şöyle diyor: «Bu
hadîs iki türlü tefsir olunmuştur. Birinci tefsire göre, oruç tutanı
yaptığından vazgeçirmek için hadîs ona bedduadır. İkinci tefsire göre
ihbardır». Yani bu adam her-gün oruç tuta tuta artık açlık ve susuzluk elemi
duymaz olmuştur. Binaenaleyh onun için sabır ve tahammüle hacet yoktur. Halbuki
orucun sevabı bu itibarladır. Şu halde hiç oruç tutmamış gibi oruç faziletinden
mahrum olur. Bilhassa Müslim'in Ebu Katâde'den rivayet ettiği son kısım,
hadîsin ihbar için olduğunu te'yid ediyor. TirmizV-nin Ebu Katâde'den tahrîc
ettiği şu hadîs de ihbarı te'yid etmektedir:
«Ne oruç tutmuştur,
nede tutmamıştır».
Hadîs-i şerîf hakkında
İhnil'l-Â'raU (468 — 543) : «Eğer beddua ise vay Peygamber (S.A.V.)'in
bedduasını alanın hâline!... Eğer bu hadîsin mânâsı haber ise vay Peygamber
(S.A.V.)'in oruç tutmamıştır diye haber verdiği kimsenin hâline! Şer'an oruç tutmamışsa ona nasıl sevap
yazılır?» diyor.
Ulemâ, ömür boyunca
tutulan oruç hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bir takımları bu oruç haramdır demişlerdir.
îbni Huzeyme (223—311) 'nin kavli budur. Bâzıları cevazına kail olmuşlardır.
îbnü'l-Münzir'in rey'i de budur. Bunlar bu bâbdaki hadîsleri te'vil ederek:
«Nehyedilen ebedî oruç bayram ve teşrik gibi memnu günlerle birlikte
tutulandır» derler. Fakat Peygamber (S.A.V.)'in Ibnl Ömer (R.A.)'a. ebedî orucu
nehyetmesi, ve: «Senin üzerinde nefsinin, ailenin ve misafirinin hakkı vardır»
buyurarak nehyin illet ve sebebini de beyân etmesi, bu te'vili reddetmektedir.
Şu hadîs-î şe-rîf de böyledir :
«Bana gelince: Ben
kimi oruç tutarım, kimi tutmam. Artık kim benim sünnetimden yüz çevirirse
benden değildir».
Ban'ânî (1059—1182)
delîl itibarıyla ebedî oruca haram demenin daha doğru olacağı'kanâatmdadır.
Cumhur ulemâ'ya göre oruç kendisini bîtâb düşürmeyecek kimselere ömür boyunca
oruç tutmak müs-tahâbtır. Mezhep imamlarına göre ise mekruhtur. Çünkü bedeni
zayıflatır. Cumhur ulemâ nehy hadîslerini te'vil etmişler, ve Peygamber
SaîldUahü aleyhi ve sellem'in altı günlük şevval orucu ile ramazanı ve keza her
ay tutulan üç gün orucu bütün senenin orucuna benzetmesini kendilerine delîl
ittihaz eylemişlerdir.
Bu oruçları tutanlar :
«sevaba müstehâp olmasa, Hx. Peygamber ber (S.A.V.) sene orucuna benzetmezdi»
derler. Şu hadîs dahi Cumhur'un delîllerindendir :
«Eğer bir kimse bütün
sene oruç tutarsa muhakkak kendini Allah Azze ve Celle'ye hibe etmiştir» bu
hadîsi Îbnü's-Sünnî, Hz. Ebu Hüreyre (R. AJ'dan merfu' olarak rivayet etmiştir.
Ancak hadîsin sıhhat derecesi bilinememektedir.[728]
İtîkâf lûgatta : Bir
şeye nefs'i hapsetmek, ona devam etmektir.
Şer'an İse : Hususî
bir şahsın ibâdet için, hususî bir şekilde mescid-de durmasıdır. Ne kadar
duracağı ihtilaflıdır. Bâzılarına göre en az bir lâhza, diğer bâzılarına göre
bir gün ile bir gecedir.
Kıyâm-ı Ramazan :
Ramazan gecelerini, namaz kılmak ve Kur'ân-ı Kerîm okumakla ihya etmektir.
İmamdı Nevevî
(631—676): «Kıyam-ı Ramazan teravih namazını kılmakla hâsıl olur» diyor ki, bu
söz bütün geceyi ibâdetle doldurmanın şart olmadığına işarettir.[729]
715/556- «Ebu
Hüreyre radıyaTUthü anh'den rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah SaUallahü
aleyhi ve seUem :
— Kim ramazanı îmân
etmek ve Allah'ın rızâsını dilemek için ihya ederse onun geçmiş günâhları kendisine
affolunur; buyurmuşlardır.[730]
Hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerifteki
«İman» ve «İhtisât» kelimeleri mefûl-ü liecÜhi olmak üzere mensubturlar. Burada
imandan murâd : Allah'ın sevap vaadini tasdik etmektir.
Ihtİsâb : Allah'ın
rızasını ve sevabım istemektir. I'tidât kelimesi adetten alındığı gibi, ihtisâb
da haseb'den alınmıştır ve saymak demektir. Yaptığı ibâdetle Allah'ın rızâsını
niyet edene «ihtisâb etti» denilir. Çünkü o anda ibâdetini sayabilir. Binaenaleyh
fiile başlarken onu saymış gibi tutulur.
Hadîsten bütün ramazan
gecelerinin ihya edilmesi kasdedilmiş olabilir. Bu takdirde bâzı gecelerini
tâat'la ihya edenlere zikredilen mağfiret yoktur. «Günâh» kelimesi mutlak
olarak zikredildiği için büyük ve küçük günâhların hepsine şâmildir. Fakat
Nevevî : «Ma'ruf olan, bu kelimenin küçük günâhlara mahsus olmasıdır» demiştir.
ŞâflIleK-den îmamüJî-Haremeyn (419 — 478) dahi buna kaildir. Bu sözü Kadı îyâz
(476—544) Ehl-i sünnete nisbet eder. Zîrâ onlarca, büyük günâhlar tevbe ile
affolunur, tmâmı Nesâî (215—303), rivayetitinin sonuna: «Gelmiş ve gelecek»
kaydını ziyâde etmiştir. Bahsimizin hadîsini îmâm-% Ahmed ibni Haribel
(164—241) de tahrîc ettiği gibi, îmâm-ı Mâlik tarikiyle dahi tahrîc olunmuştur.
Gelecek günâhlardan ne kasdedildiğini yukarıda görmüştük.
Bu hadîs-i şerîf,
ramazanı ihya etmenin faziletine delildir ve anlaşıldığına göre, ihya mes'elesi
de teravih namazını kılmakla hâsıl olur.[731]
716/567- «Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlöllah SdllaUahü
aleyhi ve sellem, on yani ramazanın son on (gün)ü girdi mi derlenir, toplanır,
gecesini ihya eder; ailesi efradını uyandırırdı.»[732]
Bu hadîs müttefekun
aleyh'dir.
«Yani ramazanın son
onu» ifâdesi râvi tarafından müdrectir.«Kaftanını toplardı» demektir. Bu sözden
murâd : Kadınlardan uzaklaşmaktır. Bâzıları : «Bunun mânâsı ibâdet için
hazırlanmaktır» demişlerdir. Diğer bâzılarına göre mânâ : «Kaftanını toplar ve
artık onu çözmez, kadınlardan uzaklaşır; ibâdet için hazırlanırdı» demek
olursa da, Hz. Ali (R.A.)'m rivayeti bu mânâyı ihtimalden uzaklaştırır. O
rivayetin lâfzı şudur :
İli Kaftanını
bağladı. Ve kadınlardan uzaklaştı» «kadınlardan uzaklaştı» cümlesi yukarıkinin
üzerine atfedilmiştir. Atf ise iki cümlenin biribirine mugayir olmasını iktizâ
eder.
Geceyi ihya etmek,
mecâz-i aklîdir. Zîrâ, gece nefs-i ihyâ'nın zamanıdır. Bundan murâd : Uyumamak
ve ibâdet etmektir. Ehlini uyandırması dahi, ibâdet içindir. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.)'in bu işe ramazan sonunu tahsis etmesinin sebebi, ibâdet zamanının
çıkması yaklaştığın-dandır. Ameller sonlarına göre muamele gördüğünden, o da
son amelinin fazla ibâdet olmasına çalışırdı.[733]
717/568-
«(Yine)
Âişe radıyaîlahü anha'dan rivayet edildiğine göre. Peygamber Saîldllahü aleyhi
ve sellem, tâ Allah ruhunu kabzedinceye kadar, hep ramazanın son on gülerinde
i'tikâf yapıyordu. Ondan sonra zevceleri i'tikâf yapmaya başladılar.»[734]
Hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Bu hadîs, i'tikâf in
Resûlüllah (S.A.V.) ile ondan sonra ezvâc-ı tâhiraf m devam ettikleri bir
sünnet olduğuna delildir. Ebu Dâvud, îmâm-î Ahmed'den naklen : «t'tikâfın
sünnet olduğu hususunda ulemâdan hiçbirinin muhalefetini bilmiyorum» demiştir.
Yalnız mezhep imamlarından îmâm-ı Mâlik «î'tikâf müstahâbtır» der. l'tikâf'dan
maksad: Hâlî bir yerde, hâlî bir mide ile Allah'a kalbini rabtetmek, onun
zikriyle mütelezziz olarak mâsivâdan elçekmektir.[735]
718/569- «Yine
Âİşe radıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber SaUallahü
aleyhi ve sellem, i'fikâfa girmek istedi mi (evvelâ) sabah namazını kılar;
sonra i'tikâf yerine girerdi.»[736]
Hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Bu hadîs, i'tikâf'ın
evvel vaktinin sabah namazından sonra olduğuna delildir. Bâzıları buna
muhalefet ederek: «Eğer gündüz i'tikafa gi-recekse fecir doğmazdan önce; gece
girecekse güneş kavuştuktan sonra girer»
derler. Bunlar hadîsi te'viî ederek:
«Fecir Peygamber (S.A.V.) mesddde iken doğardı. Sabah namazını kıldılar mı Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
efendimiz i'tikâf için hazırladığı yerde yalnız başına kalırdı» diyorlar.[737]
719/570- «(yine)
Âİşe radıyaîlahü an&a'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
SatlaUahü aleyhi ve seUem, kendileri mesctd-dft oldukları halde başını bana
uiatırlar, ben de onu tarardım, l'tlkâfta olduğu zaman eve ancak hacet görmek
için girerdi.»[738]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Buhârî'nindir.
Hadîs-i şerîf
i'tikâf'ta olan kimsenin bütün vücûdunu mescidden çı-karamıyacağına, bir
kısmını çıkarmanın ise zarar vermiyeceğine delildir, l'tikâfcı'mn temizlenmiş,
tıraş olmuş, gusletmiş ve zîynetlenmiş olmasının meşru olduğu, insana mahsus
ufak tefek fiillerin mescid içinde yapılabileceği, erkeğin zevcesinden yardım
görebileceği de hadisin işareti cümlesindendir. «Eve ancak hacet görmek için
girerdi» denilmesi, İ'tikâfcı'nın mescidden ancak zarurî bir ihtiyâcı için
çıkabileceğine delâlet eder. ihtiyâcı, Zührî (—124) büyük ve küçük abdest
bozmakla tefsir etmiştir. Bu hususta ihtilâf yoktur. Kan aldırma mes'elesi de
abdest bozma hükmündedir. Fakat yiyip içme gibi şâir hacetler için çıkıp
çıkamıyacağı ihtilaflıdır.[739]
720/571- «(yine)
Âişe radıyaîlahü anfta'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: İ'tlkâfcı'ya
sünnet olan: Hasta dolaşmamak, cenazeye gitmemek, kadına dokunmamak, mübaşeret
etmemek ve kaçınılması mümkün olmayan şeyler müstesna hiç bir hacet için
(dışarıya) çıkmamakfır. Oruçsuz l'tlkaf yoktur. Büyük meicİdden başka yerde de
İ'tlkaff yoktur.»[740]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. Kavileri zararsızdır. Şu kadar ki müraccah olan sonunun
mevkuf olmasıdır.
Hadîsin mevkuf olan
yeri: «Oruçsuz i'tikâf yoktur» cümlesinden itibaren sonuna kadardır. Musannif
«Fethü'l-BârU de §öyle demişti : «Dâre Kutni, cÂişe» hadîsinin «Hiç bir hacet
için dışarı çıkmamaktır». Cümlesine kadar olduğuna, maadasının başkası
tarafından rivayet edildiğine kesin olarak hükmetmiştir». Burada ise : «Hadisin
sonu mevkuftur» diyor. Ebu Dâvud, hadîsin başındaki : «Âişe demiştir ki» tâbiri
için: «Abdurrahman b. /sTrafc'tan başka bunu diyen yoktur» demiştir. Hadîs-i
şerîf i'tikâfcı'nın bu rivayette tayin ve tespit edilenlerden hiç birini
yapamıyacağına, hattâ cuma namazına gidemi-yeceğine, giderse i'tikâfı'nın bâtıl
olacağına delildir. Mes'ele ihtilaflıdır.
Hanefîler'le
Hanbelller'e göre i'tikâfcı cumaya gidebilir; Şâflîler'le Mallkiler'e göre
gidemez.
î'tikâfta oruç tutmanın
şart olup olmadığı dahi ihtilaflıdır. Bu hadîs, şart olduğuna delâlet ediyor*
Mâlİkîler'e göre, i'tikâfta oruç mutlak surette şarttır. Hanefîler'e göe ise,
vacip olan i'tikâfta oruç şart; nafilede şart değildir.
Oruç hakkında birçok
hadîsler olup, bir takımı şart olduğuna bir takımı da şart olmadığına delâlet
ederler. Ancak bu hadîslerin ekserisi, hüccet olacak kuvvette değillerse de
Resûlüllah (S.A.V.)'m bütün ı'tikâflarının oruçlu yapıldığı malûmdur.
Anlaşıldığına göre, şevvâl'in ilk on gününde yaptığı i'tikâfta, oruç tutmuş ve
i'tikâfı ikinci günü yapmıştır. Çünkü bir şevvalde namazgaha çıkmak, bayram
namazı kılmak ve hutbe okumakla meşgul olmuştur.
Ulemâdan bâzıları
müstesna, ekserisine göre i'tikâfın mescjdde yapılması şarttır. Hattâ Ebu
Hanîfe (80—150, ile Ahmed İbni Hanbel (164—241)'e göre cami olması, yani içinde
beş vakit namaz kılınması da şarttır. Cumhur'a göre ise her mescidde caizdir.
Yalnız kendilerine cuma namazı farz olanlara îmâm- Şafiî (150—204) 'cami'i
müstahâb görmüştür .Aşağıdaki hadîs i'tikâfta orucun şart olmadığına delâlet
eder.[741]
721/572-
lbni
Abbas radtyallahü anhüma'dan rivayet
olunduğuna göre Peygamber SaUaUahü aleyhi ve seüem:
— Ptikâfçıya oruç
yoktur. Ancak kendine vacip kılarsa O başka; buyurmuşlardır».[742]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
ile Hâkim rivayet etmişlerdir. Müraccah olan bunun dahi mevkuf olmasıdır.
Hadîs-i şerîf, Ibni
Abbas (R. A.) hazretlerine mevkuftur. Beyha-fcî; (384—458): «Sahîh olan bunu
mevkuf olmasıdır; merfu' olması vehimdir» demiştir. Beyhakî, bu hadîsi tahrîc
ettikten sonra : «Remli bunu yalnız başına rivayet etmiştir» demiş ve sözüne
şöyle devam etmiştir : «Bu hadîsi Ebu Bekir Humeydi, Abdülaziz ibnî
Muhammed'den, o da Ebu Süheyl ibni Mâlik'ten rivayet ediyor. Ebu Süheyl diyor
ki: «Ben ve ibni Şihab, Ömer ibni Abdülaziz'in yanında buluştuk. Ömer'in
karısının mescid-i harâm'a nezrettiği bir i'tikâf borcu varmış Jbni Şihâb :
«i'tikâf ancak oruçla olur» dedi. Ömer ibni Abdülaziz: «(bufetva) ResûlüMah
(S.A.V.)'den mi?» diye sordu. «Hayır» deyince: «öyle ise Ebu Bekir'den mi?»
dedi. Yine «Hayır» deyince: «Şu halde Ömer'den mi?» diye sordu. Ve «hayır»
cevabını aldı». Ebu Süheyl diyor ki: «Ben hemen gittim. Tavus ile Ata'yı buldum
ve mes'eleyi kendilerine sordum. Tavus : «İbni Abbas (R. A.) i'tikâf-cıya orucu
lüzumlu görmüyordu. Ancak i'tikâfcı kendine vacip kılarsa o başka» dedi.
Ata'da.: «Bu doğru bir fikirdir», dedi».
Şayet Hz. İbni Abbas
rodıyaMdhü arih, hadîsi merfu' rivayet etse Tavus da rivayette kusur etmez. Onu
ref'ederdi. Ata' dahi : «Bu doğru bir fikirdir» demezdi. Bundan dolayıdır ki
Beyhakî: «merfu olması vehimdir» demiştir. Sonra râvileri arasında Abdullah
ibni Muhammed Remli vardır ki, bu zât meçhuldür. Onun için diğer râvileri
hadîsi ref* etmeyip, hep İbni Abbas (R, A.)'a mevkuf bırakmışlardır. Maamâfîh
mevkuf olması da muarazâdan kurtulmuş değildir. Çünkü Beyhâkî'mn bir
rivayetinde İbni Abbas ile İbni Ömer (R. A.) «İ'tikâfa giren oruç tutar»
demişlerdir. Binaenaleyh İbni Abbas (R.A.) dan gelen rivayetler biri birine
muarızdır.
Bu bâbda fazla ma'lûmat
istiyenler «Fethü'l-Kâdir-» e müracaat[743] etmelidirler.
Şâfİîler'ie Hanbelîler'e göre i'tikâfta oruç tutmak yoktur.[744]
722/573- «İbni
Ömer radtyallahü anhüma'dan rivayet olunduğuna göre. Peygamber Sollallahü
aleyhi ve sellem'in ashabından bir takım zevata kadir gecesi, rüyada ramazanın
son yed! günleri (n) de gösterilmiş.
ResûlüMah Sallallahü
aleyhi ve sellem de:
— Görüyorum ki'rüyanız
hep son yedi günlerde biri-birini
tutuyor. Şu halde onu kim
arayacaksa, son yedi
günlerde arasın;
buyurmuşlardır.»[745]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
«Son yedi günler» den
murâd: Ayın yirmi üçüdür. Zîrâ ondan sonra ay'm bitmesine yedi gün kalır.
Maamâfîh yirmiyedisi olmak ihtimâli de vardır.
İmâm-ı Müslim
(204—261) Hz. İbni Ömer'den mevkuf olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Onu son on
günlerde arayın; eğer biriniz zayıf
düşer veya âciz olursa sakın ramazandan kalan yedi günleri aşmasın.» İmâm-ı
Ahmed'ia rivayetine göre, bir adam kadîr gecesini ayın yirmi yedisinde veya
filân gecesinde görmüş; onun üzerine Peygamber (S.A.V.) «Onu kalan on günlerin
tek olanlarında arayın.» buyurmuştur.
Muhtelif rivayetlerin
araları şöyle bulunur: «On günde arama ihtiyat içindir. Yedi ile dokuz da
öyledir. Zîrâ o gecelerde olması en ziyâde me'muldur.»
Hadîa-i şerîf rüyanın
sânının büyüklüğüne ve rüyaya istinâd etmenin caiz olduğuna delildir. Fakat
şeriat'ın kaidelerine muhalif olmaması şarttır.[746]
723/574- «Muavlyefü'bnü
Ebl Süfyan radıyallahü anhüma'dan Peygamber SdRaUahü aleyhi ve sellem'den
işitmiş olarak rivayet e d 11 m İçtir ki: Resûlüllah Sallaîl-ahü aleyhi ve
seTlem; Kadir gecesi hakkında:
— Yirmiyedinci
gecedir; buyurmuşlardır».[747]
Bu hadîsi Ebu Dâvud
merfu' olarak rivayet etmiştir. Müraccah olan mevkuf olmasıdır. Filvaki kadîr
gecesinin tayini hakkında kırk kavi üzerine ihtilâf edilmiştir. Ben onları
«Fethü'l-Bân» de naklettim.
Bu kavilleri burada
sayıp dökmeye hacet yoktur. Zîrâ içlerinde müstakil bir kavi olarak kabule
değmiyenleri vardır. Meselâ : «Bu gece kaldırılmıştır; şimdi yoktur» diyenler
olduğu gibi: «Böyle bir gece aslında mevcut değildir» diyenler de bulunmuştur.
Musannif bunları da birer kavi diye saymıştır. En kabule şâyân kaviller kadîr
gecesinin ramazanların son yedi günlerinde olduğunu ifâde edenlerdir. Musannif
«Fethü'î-BâH» de bütün kavilleri saydıktan sonra : «Bunların hepsinin en
müraccah olanı, kadîr gecesinin son on günün tek gecelerinde olduğu ve bu
gecenin yer değiştirmesidir.» demektedir. Bu geceler içinde Şâfiiler'ce en ümid
bahş olanı yirmi bir veya yirmi üçüncü gecedir. Cumhur ulemâ'ya göre ise yirmiyedince
gecedir. îmâm-t Âzam Ebu Hanîfe (80—150)'den bir rivayete göre kadîr gecesi ramazandadır.
Fakat hangi gece olduğu bilinmez. Bazan evvel, bazan sonra gelir. Hattâ : «Sene
içinde döner dolaşır. Kimi ramazanda olur, kimi başka aylara tesadüf eder»
dediği kendisinden şöhret bulmuştur, îmâm-ı Ebu Yusuf (113 — 182) ile îmâm-ı
Muhammed (135 189)'e göre de Ramazanda ise de onlara göre yer değiştirmez:
«Kadîr gecesi ramazanın ilk gecesidir» diyenler bulunduğu gibi; on-yedinci, on
dokuzuncu, yirmi dördüncü ve yirmibeşinci gecelerinde olduğuna kail olanlar da
vardır.[748]
724/575- «Âİşe
radıyaUahü anka'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kt; Yâ ResûleNah: Kadîr
gecesinin hangi gece olduğunu bilîrsem onda ne okuyacağımı bana haber versene;
dedim:
— Allah'ım sen çok
affedicisin; affı seversin; beni de affet! de; buyurdular».[749]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
müstesna Beşler rivayet etmişlerdir. Tirmi-zi ile Hâkim de onu
sahîhlemişîerdir.
Deniliyor ki: Kadîr
gecesi'nin bir takım alâmetleri vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır :
O gece sakin olur.
Sıcak da değil, soğuk da değil, mutedildir. O gecenin farkına varan her şeyi
secdede görür. Bâzıları: «Her yerde hattâ karanlık mahallerde bile nur
parladığını görür» derler. Bâzılarına göre o gecenin alâmeti: «duaların
kabulüdür».
Tdberî (224—310):
«Bunlar lâzım değildir. Zîrâ hiç bir şey görmeden ve işitmeden dahi o gece
gelir geçer» diyor.
Acaba o geceye tesadüf
edip de hiçbir alâmet görmeyene de o gecenin sevabı verilir mi? Yoksa yalnız
onu keşfedenlere mi verilir? Bu bâbda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Taberî ile
tbnü'î-Arabî ve diğer bâzı ulemâ birinci şıkkı ihtiyar etmişlerdir. Yani :
«Alâmet görmeyenlere de o gecenin sevabı verilir» derler. Ekser ulemâ ise,
ikinci şık-ka zâhip olmuşlardır. İmâm-z Müslim'in hazret! Ebu Hüreyre'den rivayet
ettiği şu kelimelerle başhyan bir hadîs bunlara delil teşkil etmektedir :
«Bir kimse gecesini
ihya eder ve ona rastlarsa....» Nevevî (631—676) bu hadîsi : «Yani o gecenin
kadîr gecesi olduğunu bilirse...» diye tefsir etmiştir. Maamâfîh «bilmese bile
o geceye tesadüf ederse...» mânâsına da ihtimâl vardır. Hattâ Musannif merhum
bu ihtimâli tercih etmiştir.[750]
725/567- «Ebu
Said-i Hudrî radıyaMahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
SaîlaUahü aleyhi ve seUem:
— Semerler ancak üç mescide
gitmek için bağlanır; Mescid-i harama, benim şu mescidime ve mescid-i aksaya;
buyurdular.»[751]
Hadîs, müttefekun
aîeyh'dir.
Semer bağlamak
yolculuktan kinayedir. Hadîsteki nefi, nehîy manasınadır. Yani: «Ziyaret için
yalnız bu üç yer kasdedilebilir. Başkalarını kasdetmek meşru değildir» demiş
gibidir. Bu hadîsin i'tikâf bâ-bı'na alınması : «İ'tikâf yalnız bu üç mescidde
caiz olur.» diyenler bu-lunduğundandır.
Mescid-i harâm'dan
murâd : Bütün harem-İ şeriftir. Mescid-İ aksa' da beytü'l-Mukaddes'tir.
Hadîs-i şerîf, mezkûr
üç mescidin faziletine delildir. Mefhum-u muhalifine bakılırsa bu üç mescidden
maada ziyaret için hiç bir yere gidilemez. Nitekim bu fikire zâhip olanlar
vardır. Fakat Cumhur ulemâ' ya göre mezkûr üç mescidden maada takarrub için
sülâhamn kabirlerini ve teberrük için mübarek yerleri ziyaret etmek caiz,
hattâ mendub-tur. Meselâ: Resûlüllah (S.A.V.)'in kabr-i şerifini ziyaretten
sonra Me-dine-i Münevvere'nin «Bakî» denilen kabristanına giderek : El-Abbas,
El Hasan ibni Ali, Zeyne'l-Âbidin, Muhammed Bakır, Cafer-İ Sadık hazâratım,
sonra Hz. Osman (R. A.)'\, Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in necl-i necibi Hz.
İbrahim'i, Ümmehâtı mü'minîn hazâratım ve diğer ashâb-ı kiram ile tabiîn
hazâratım, bahusus İmâm-ı Mâlik ve Nâfi ha-zarâtım ziyaret etmek; perşembe günü
Uhud şehîdlerini ve hasseten seyyidüş-Şühedâ Hz. Hamza (R. A.)\ ziyaret ederek
onlara usûl-i dairesinde selâm verdikten sonra âyetü'I-Kürsü'yü ve ihlâs'ı
okumak müstâhabtır. Cumartesi günü Küba mescidine gitmeli* orada da dualarda
bulunmalıdır.
Hadîsimizde zikri
geçen üç mescidin faziletine Bezzâr'm güzel bir isnadla merfu' olarak tahrîc
ettiği şu Ebu'd-Derdâ hadîsi de delildir :
«Mescid-i haram'da bir
namaz yüz bin namaza muadildir. Benim mescidimde bir namaz bin namaza,
Bey-tü'l-Mukaddes'te bir namaz beşyüz namaza
muadildir»
bu mânâda daha birçok
hadîsler vardır.
Bu üç mescidde kılman
namazın yalnız farzlara mı yoksa nafilelere de şâmil mi olduğu dahi
ihtilaflıdır. Tahâvî ile diğer bazı ule-
mâ yalnız farzlara
mahsus olduğuna kaildirler. Delilleri «Namazın en faziletlisi kişinin evinde
kıldığı namazdır. Yalnız farz namaz müstesna»hadîsidir.
Maamâfîh salât lâfzı
âmmdır. Nafileye de şâmil olmak gerekir. Ancak : «Namaz deyince, hâtıra gelen
farzdır. Binaenaleyh nafileye şümulü yoktur» denilebilir.[752]
Hac ; Lûgatta muazzam
bir şeyi kasdetmektir. Bu kelimeyi hacc veya hıcc şeklinde okumak caizdir.
Şer'an : Dinin
erkânından bir rüknünü edâ etmek için Kâbe-i Muazzama'yi ziyaret kasdetmektir.
Hac, kelime-i şehâdet'ten sonra İslâm'ın rükünlerinin dördüncüsüdür. Kelime-i
şehâdet ile birlikte beşincisi, yani sonuncusu ise de fukaha kelime-i şehâdet
üzerinde söz etmediklerinden onların taksimine göre dördüncüdür. Ne zaman farz
kılındığı ihtilaflıdır. Cumhur'a göre altıncı; Îbnü'l-Kayyim»e göre dokuzuncu,
veya onuncu yılda farz kılınmıştır. Hacc'ın farz olmasına sebep Kâbe-i Muazzama'dır.
Hacc'ın hikmetleri
çoktur : Biz bunlardan da yalnız bir kaçını zikredeceğiz :
1— Hac,
Allah'ın ihsan ettiği mal, mülk, vücud
afiyeti gibi nice sayısız nimetlere şükür için meşru olmuştur.
2— Hac âdeta
yıllık bir islâm kongresidir. İslâmiyet
her ibâdette birliği hedef tutmuştur. Bu birlik daha mahalle mescidinde
teşekkül eden cemaatla kendini gösterir. Zîrâ müslüman erkekler beş defa oraya
giderek mahalle komşuları ile birlikte secde-i Rahman'a kapanır; birlikte
Allah-ü Zülcelâl'e arz-ı ubudiyyet ederler. Bu küçük toplantıların hem dinî,
hem dünyevî birçok muhassenâtı vardır. Ezcümle beraberce yapılan ibâdetler daha
sevaplı, onların kabulü daha ziyâde me'muldur. Cemâat bir birinin halinden
günde beş defa haberdar olur. Bunlar
bir harp, darp vukuunda hazır asker demektir. Cuma camileri ile bayram namazgahlarında
bu birlik bir kat daha kendini gösterir.Çünkü oralara yalnız bir mahallenin
değil, müteaddit mahallelerin erkekleri gelirler. Böylece kıldıkları namazlar
yüzlerce, hattâ binlerce samimi
müslümanın içten gelen «âmin» sedâlarıyla
bârigâh-i ehadîyet'e arzolunur. Bu namazlar vasıtasıyla binlerce kişi
hergün, her hafta ve her sene bir birlerinin hallerini öğrenir ve îcâbmca
hareket ederler. Nihayet zenginlere ömürde bir defaya mahsus olmak üzere
yeryüzünün kalbi mesâbesin-deki Mekke-i Mükerreme'ye giderek orada her sene
in'ikad eden cemaatlar cemaatına, Ulamın yıllık kongresi demek olan hacca
iştirak etmek farz olmuştur. Burada bir mahallenin veya bir kasabanın değil,
bir şehrin veya bir memleketin de değil, bütün dünya müslümanlannın
mümessilleri toplanmıştır. Yüz milyonlarca müslümanın hülâsasını teşkil eden bu
bahtiyarlar ordusu âdeta bir tek vücûd haline inkılâp etmiş; yüzbinlerce
kişinin kalbgâhından kopup gelen niyazlar tek ses halinde arş-i âlâ'ya doğru
yükselir... Lebbeyke Allahümme lebbeyk.
3— Hac,
hakikî din kardeşliğinin ve müsâvat-ı taamme'nin tecellî ettiği yerdir. Orada
zengin ile fakirin, hâkan'la
hakir'in nefer'Ie, emir'in,
arasında hiç bir fark yoktur. Çünkü her biri dünyadan ve dünya ziynetinden
tecerrüd ederek ,birer beyaz kefene bürünmüştür. Fakat âlem-i mahşer'i andıran
bu yezdân ordusu haşa ölüler değil, bilâkis her biri kükremiş birer aslan
kesilmiş dirilerdir. Onlar bunu zaman zaman arş-ı âlâ'y1 titreten yekpare
telbiyeleriyle ispat ederler. Lebbeyk Allahümme Lebbeyk... Bu müstesna merâdm
esnasında muhtelif milletlere mensup hacılar biri birleriyle tanışır dertleşir
ve binnetice yardim-laşırlar. îşte İslâmiyet'in dilediği de budur.
4—
Hac,
günâhlara kefaret, kullara Aflah tarafından rahmettir. Şartları : İki kısımdır:
1— Vücûbunun
şartları : Hür, âkil, baliğ ve müslüman olmaktır. Binaenaleyh kölelere
delilere, baliğ olmamış çocuklara ve müslüman olmayanlara farz değildir. Hattâ
bir kimse müslüman olmazdan Önce zengin iken müslüman olduktan sonra fakirlese,
haccetmesi farz değildir. Fakat müslüman iken zengin olup, üzerine hac farz
olduktan sonra gitmese, sonradan fakir düşmekle üzerinden hac borcu sakıt olmaz.
Çünkü bu ibâdet usul-u fıkıh ilminde beyân olunduğuna göre kud-ret-i mümekkine
ile farz olmuştur. Böyle bir kudretle farz olan bir ibâdet, o kudret elden
gitse dahi zimmette sabittir. Fakat zekât kudret-i m üye ss i re denilen bir
derece daha müsamahalı bir kudretle farz kılınmıştır. Binâenaleyh kendisine
zekât farz olmuşken, vermeyip sonradan fakir düşen bir kimseden zekât sakıt
olur. Zîrâ kudret-i müyessire ile farz olan bir ibâdette, o kudretin devamı şarttır.
Kudret kalmadı mı ibâdet de sakıt olur. İstiaa ile vakit dahi haccın vücûbunun
şartla-rındandır. Binaenaleyh henüz vakti gelmeden hac farz olmadığı gibi,
vakti hâîi yerinde olmayanlara da farz değildir, İstitaa güç yetmek demektir.
Bunun mezhep imamlarına göre çeşitli tarifleri vardır. Bahsimizde veri
geldikçe görülecektir.
2—
Edasının
şartları ; îsîâm. ihram, zaman ve mekân-ı mahsus gibi şeylerdir.
Rükünleri : Mezhepler
arasında ihtilaflı olmakla beraber tavâf-ı ziyaret, Arafat'ta vakfe gibi şeylerdir.
İbâdetler üç kısımdır:
1— Namaz ve
oruç gibi sırf bedenî,
2—
Zekât
gibi sırf malî,
3— Hac gibi
hem bedenî, hem malî olanlar. Zîrâ haçta tavaf, sa'y gibi amellerle Allah'a
taât da vardır, para harcamak da. Hac. Ömürde bir defa farz olan bir ibâdettir.
«Acaba farz olduğu sene hemen gitmek lâzım mıdır ,yoksa birkaç sene sonraya
geciktirmek câizmidir». Bu ciheti iyi anlamak için bir parça usul-ü fıkıh
ilmine müracaat etmek lâzım gelir.
Usul-ü Fıkıh'da
ibâdetlere nazaran vakit, üç kısma ayrılır: Müves-sa', mudayyak, meşkûk.
1— Müvessa'
; Genişletilmiş demektir. Yani, içinde yapılacak ibâdete vakit yeter de artar
da. Buna, «zarf» da derler Namaza msbetle vakit böyledir. Zîrâ vakit, o vaktin
farzına yettikten maada, birçok farzlar kılınacak kadar artar da.. Onun için
böyle ibâdetlerde niyeti tayin etmek behemehal lâzımdır.
2— Mudayyak:Daraltılmış
demektir. Yani; vakit, ancak içinde
yapılan ibâdete yetecek kadardır. Fazlası, noksanı yoktur. Adetâ ibâdetin bir
ölçeği mesabesinde olduğundan, buna, miyar da derler. Oruca nisbetle vakit
böyledir. Bir güne ancak bir oruç sığar. Binaenaleyh Ramazanda niyetin tayini
şart değildir, Alelıtlak oruca niyet kâfidir.
3— Meşkûk :
Şüpheli demektir. Yani; vaktin ibâdete yetip artması veya sımsıkı gelmesi
şüphelidir. Hac gibi ki, bir senede yalnız bir hac yapılabildiğine bakılırsa,
miyara benzer. Fakat hac filleri bütün hac zamanı doldurmamasına bakılırsa,
zarfa benzemektedir. İşte bu cihete nazaran mes'ele imamlar arasında ihtilâfa
sebep olmuştur. Maamâfîh hiç biri onun, tek taraflı bir ibâdet olduğuna kail
olamamıştır. Meselâ Hane-fîyye imamlarından lmâm-% Muhammed (135—189) zahir hale bakarak onun zarf olduğunu tercih
etmişse de, miyar'a benzeyişini de inkâr etmemiştir. Binaenaleyh ilk farz
olduğu yıldan geriye bırakarak
vefat edenin günahkâr
olduğuna kail olmuştur, lmâm-% Ebu Yusuf (113—182 hacc'ın mi'yariyyet tarafını tercih ederek farz
olduğu seneden geriye bırakılmasına
cevaz vermemiş, fakat zarfiyet tarafını
da büsbütün men etmemiştir. Binaenaleyh ilk farz olduğu yıldan sonraya bırakanı
günahkâr addetmekle beraber, her ne zaman hacc edilse; yine eda saymışür.
tmâm-ı Âzam'da.n Ebu Yusu/'Ia beraber olduğuna delâlet eden bir rivayet vardır.
Anlaşılıyorki lmâm-ı Şâftt (150—204) müstesna, hemen bütün mezâhip imamla-nnca
hacc'ın hükmü fevrîdir. Yani imkân bulur bulmaz hemen edâ edilmesi lâzımdır.
Maamâfîh tehir ile günâha girmekle beraber, bütün ömrün hangi yılında olursa
olsun, îfâ edilmesi yine de edadır.
Hac, muhkem bir
farizadır. Farziyyeti kitap, sünnet ve icmâ'-ı ümmetle sabittir. Bundan dolayı
onu inkâr eden dinden çıkar.
Kitabtan delili :
..[753] Yol
itibarıyla gücü yetenlerin beyti haccetmeleri Allah İçin insanların boynunun
borcudur» âyet-i kerîmesidîr. Hacc'ın farz olduğuna icmâ'-ı ümmet münâkid
olmuştur.
Sünnetten delîli :
Meşhur îmân ve İslâm hadîsiyle aşağıdaki hadîslerdir.[754]
726/57- «Ebu
Hüreyre radıyallahü anh'ûcn Resûlüllah SaUaUahil aleyhi ve sellem'm şöyle
buyurduğu rivayet olunmuştur:
— Ömre, gelecek
omre'ye kadar ikisinin arasındaki (aünah) ların kefaretidir. Mebrur hacc'ın ise
cennetten başka bir mükâfatı yoktur.»[755]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Bâzılarına göre hacc-ı
mebrur: Kendisine günâh karışmıyan hac'tır. Nevevî bunu tercih etmiştir. Diğer
bazılarınca: Makbul olan hac'tır. Hattâ bir takımları : «Hacc-ı mebrur hâli
eskisine nazaran daha hayırlı ve salâha yüz tutmuş olmakla, semeresi sahibinin
üzerinde görülen hac'tır» demişlerdir.
îmâm-ı Ahmed ibni
Hanbel (164—241) ile Hâl mı'in Hz. Câbir (R. A ./den tahrîc ettikleri bir hadîste
şöyle deniliyor :
«Yâ Resûlellah hacc'ın
bîrr'i nedir? denildi:
— Yemeği yedirmek ve
selâmı vermektir; buyurdular».
Yalnız bu hadîsin
isnadında zaaf vardır.
Ömre : Lûgatta ziyaret
demektir. «Kasdetmektir» diyenler de vardır.
Şerhan : ihram, sa'y,
tavaf, tıraş veya saç kısaltmadan ibarettir. Bu hacc'a ömre denilmesinin sebebi
: Kendisiyle Kâbe-İ Muazzama ziyaret veya kasdedildiğindendir. «Ömre gelecek
omre'ye kadar ilâh...» buyrulmasi omre'nin tekrarına delil olduğu gibi, ömre
için bir vakit tahdidi bulunmadığına dahi delâlet eder.
Mâlikîîer'e göre bir
yılda bir omre'den fazlası mekruhtur. Delilleri: Resûi-ü Ekrem (S.A.V.)ıin onu
seneden seneye ancak bir defa yapmış olmasıdır. Onlarca fiil-i Resul vûcûb'a
veya nedib'e hamledilir. Fakat Mâlikîîer'e: «Resûlüllah (S.A.V.) bazan
ümmetinden meşakkati kaldırmak için müstehâb gördüğü şeyi de terk ederdi» diye
cevap verilmiştir.
Hadîsin zahiri
omre'nin her zaman meşru olduğunu gösteriyor. Cumhur ulemâ'nın kavli de budur.
Yalnız bundan Şâfiîler'le Mâlikîler başka bir hac ve omre'yi istisna ederler.
Hanefîler arefe,
bayram ve Teşrik günlerini ve Mekkeliler'den başkası için hac aylarını istisna
ederler.
Hanefîler'den gayrı
mezheplere göre, arefe, Teşrik ve bayram günlerinde ömre için ihrama girmek
mekruh değildir.
Bir de Hanefîler'le
Mâlikîîer'e göre ömre sünnet-i müekkede, Şâfî-ler'le Hanbelîler'e göre ise
farz-ı âyindir. Resû!-ü Ekrem (S.A.V.) müd-det-i hayatlarında dört defa ömre
yapmışlardır.[756]
727/578- «Âişe
radtyaîlahü anha'dan rivayet olunmuştur.Demiştir kî: Yâ Resûiellah kadınlara
cîhâd var mı? dedim.
— Evet onlara ,içinde
harp olmayan bir cihâd vardır:
Hac İle ömre: buyurdular».[757]
Bu hadîsi, Ahmed ile
İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Lâfız İbni MA-ee'nindir. îsnadı sahihtir. Aslı
sahihtedir.
Hac ile omreye cihâd
demek, her ikisinde de meşakkat olması dhe-tiyle, istiaredir. Hattâ «içinde
harp olmayan» kaydıyla maksat Szâh edildiğinden ifâde üslûb-u hâkim bile
olmuştur.
Hadisin-aslı sahîh-i
Buhârî'dedir. Musannif: «aslı sahihtedir» ibaresiyle ya Sahîh-i BuhârVyi yahut
da hassaten onun Hz. Aişe CR. Anha)'ds.n tahrîc ettiği şu hadîsi kasdetmiştir :
«Aise: Yâ resûlellah
biz cihâd-ı amellerin en faziletlisi görmekteyiz. Mücahede etmiyslim mi? demiş.
Resûlüllah Sallaîlahü aleyhi ve sel-lem :
— Hayır, Lâkin cihâdın
en faziletlisi hacc-ı mebrur-dur; buyurmuşlardır.»
Bu hadîs, îmâm-t
Ahmed'm mutlak olarak rivayet ettiği hac'cı, mebrur olmakla takyid etmekte ve
hac ile omrenin kadınlar hakkında cihâd yerine geçeceğini ifâde eylemektedir.[758]
728/579- «Câbir
ibni Abdullah radıyallahü anhüma'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki:
Peygamber SdUatlahü aleyhi ve sellem'e bir Ârâ-bl gelerek :
— Yâ Resûlellah bana omre'den haber ver. Vacip
midir o? dedi. Resûlüllah SaUaTlahü aleyhi ve sellem :
— Hayır. Ammaomra yapman senin için daha hayırlıdır;
buyurdular».[759]
Bu hadîsi Ahmed ile
TîrmiiS (merfu' olarak) rivayet etmişlerdir. Fakat müraccah olan mevkuf
oluşudur. Onu İbni Adlyy, Câblr (R. A.) dan merfu' olarak bir başka zayıf
vecihten «hac İle omra farzdırlar» şeklinde tahrîc etmişdir.
Arâbî, çölde yaşiyan
demektir. Arabî ise araplardan nesebi sabit olanıdır : «Ömre yapman senin için
daha hayırlıdır» buyrul-duğuna göre omreyi yapmakla yapmamak müsâvî değil
demektir. Bu cümle, ömre vacip olmayınca belki mubah olmakla metıdûb olmak arasında
mütereddit kalır zannolunmasın diye getirilmiştir. Ve omre'nin mendûb olduğuna
delâlet eder. Çünkü mubah olmak için onu yapmakla yapmamak müsavi olmalıdır.
Hadîs, Hz. Câbir (R.
A.)'e mevkuftur. Zira Ârâbî ona sormuştur. Hadîsin zayıf rivayetine gelince :
Bir tarifinde Ebu îsme vardır. Bu zâtı hadîs imamları yalancı telâkki ederler
.îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel ile Tirmizî'nin rivayetlerinde dahi, Haccac ibni
Ertat vardır. O da zayıftır. îbni Adiyy'm. Hz. Câbir (R. A./dan merfu' olarak
tahrîc ettiği rivayet Ata} tarikiyle olup, onun da senedinde İbni Lehiy'a
vardır. O da zayıftır. Vâkıâ Hz. Câbir'in hac ile omre'nin farz olduklarını
bildiren bu hadîsi için «Tirmizî onu sahih bulmuştur» derlerse de hatâdır.
Tirmisî onun hakkında bütün rivayetlerde «hasendir» demekden başka söz
söylememiştir. îbni Hazm ileri giderek «bu hadîs yalanlanmış; bâtıldır»
demiştir. Bu bâbdaki hadîsler hüccet olacak kuvvette değillerdir. İmâm-ı
Tirmizî (200—279) Şafiî'nin Ömre hakkında: «nafile olduğuna dair sabit bir şey
yoktur» dediğini rivayet eder. Atâ tarikiyle rivayet edilen Câbir hadîsi
hakkında îbni Adiyy : «Bu hadîs Aiâ'dan mahfuz değildir» demiştir. Aynı hadîsi
Dâre Kutnî (306—385) Zeyd ibni Sabit
rivayetinden tahrîc etmiştir. Bu rivayette : «Hangisinden başlasan sana zarar
etmez» cümlesi de vardır. Aynı zamanda iki tarîkinden birinde zaaf ve inkıta
vardır. Diğerini Beyhakî îbni Sîrine mevkuf olarak rivayet etmiştir. Bu
rivayetin isnadı daha sahihtir. Onu Hâkim de sahîhlemiştir.
Elhâsıl omre'nin vacip
olup olmadığı bâbmda deliller muhtelif olduğundan, ulemâ'nın selef ve halefi
dahi ihtilâf etmişlerdir. İbni Ömer (R. A.) ile bazı ulemâya göre ömre
vaciptir. Bunu ondan îmâm-ı Buhârî (194—256) ta'lik suretiyle rivayet eder .
îmâm-ı Şafiî (150 —204) ise aynı mânâdaki bir hadîsi İbnî Abbas (R. A./dan
rivayet etmiştir. îmâm-ı Buhârî vücûb için bir bâb tahsis etmiş; ona «omre'nin
vücûbu ve fazileti bâb:» demiştir. Bâzıları omra'nın vacip olduğuna: «babanın
yerine haccet ve ömre yap» hadîsiyle istidlal ederler. Bu hadîs sahihtir.
îmâm-ı Şafiî «Omre'nin vacip olduğuna dâir bundan daha iyisini bilmiyorum»
demiştir. Nitekim kendisi omre'nin farz-ı ayın olduğuna kaildir.
Buhara-hlar'dan Muhammed İbni FadTa. göre ömre farz-ı kifâyedir.[760]
729/580- «Enes
radıyollahü anh'öen rivayet olunmuştur. Demiştir kt: Yâ Resûlellah! Sebil
nedir? denildi :
— Zad ve râhiledir;
buyurdular.»[761]
Bu hadîsi, Dâre Kutnî
rivayet etmiştir, onu Hâkim sahîhlemiştir. Müraccah olan irsalidir. Onu Tîrmizî
de İbni Ömer'den tahrîc etmiştir. İsnadında zaaf vardır.
Bu hadîsi Beyhâkî dahi
Sâid ibni Ebi Arube ta::îkiyla Katade'den, o da Enes'den, O da Rosûlüllah
(S.A.V.)'den işitmiş olarak rivayet etmiştir. Fakat Beyhakî (384—458) hadîs
hakkında şöyle demiştir : «Doğrusu, Katade'nin Hasan'dan mürsel olarak
rivâyetidir». Musannif diyor ki : «Beyhakî bu sözüyle Dâre Kutnî'nin rivayetini
kasdedi-yor Onun senedi Hasan'a kadar sahihtir. Mevsul oluşunu vehim sanırım.»
Tirmizî hadîsi İbnî
Ömer'den tahrîc ettikten sonra : «Bu hadîs hasendir» demişse de hadîs yine de
zayıftır. Çünkü isnadında met-rukü'l-Hadîs bir râvi vardır. Bu hadîsin Ali,
İbnî Abbas, İbni Mes'ud ve Âîşe (R. anhüm) ile daha başkalarından rivayet
tarîkleri vardır. Lâkin hepsi zayıftır. İbnü'l-Münsîr bu bâbda : «Bu hadîs
müsned olarak sabit olmuyor. Sahîh olan Hasan'm mürsel rivayetidir» diyor.
Ulemâ'nın ekserisi
«sebil» i hadîs-i şerifte beyân edildiği vecih-le zât ve râhile mânâsına
almışlardır. Zâd : Azık, yiyinti demektir ve mutlak surette şarttır. Bundan
maksad, hacca gidip gelinceye kadar çoluk çocuğunun nafakasını temin ettikten
sonra, kendine yetecek kadarının da artmasıdır. Zîrâ Ebu Davud'un tahrîc ettiği
bir hadîste,
Resûlüllah (S.A.V.)
şöyle buyurmuşlardır:
«Kişiye geçindirdiği
kimseleri perişan etmesi günâh nokta-i nazarından kifayet eder».
Râhile : Binilecek
deve demektir. Burada maksad Mekke'ye götürecek vâsıtadır. Râhile Mekke'den
uzaklarda yaşıyanlar için şarttır. Bu uzaklık Hanefîler'e göre üç gün,
Şâfiîler'e göre iki konaktır. Binaenaleyh yakında yaşıyanlarla Mekkelîler için
râhile mevzubahis değildir. Onlar yürüyerek haccederler.
İbni ZÜbeyr ile
Tabiînden bir cemaata göre hac âyetindeki ıtstîtâa» dan murâd : Yalnız
sıhhattir. Bu zevat bir âyette «zâd» kelimesinin «takva» diye tefsir
buyrulmasını kendilerine delîl ittihâz ederler. Babımızın hadîsi : «Zâd»
kelimesinden hakîki mânâsının kasdedildiğîni gösteriyor. Bu *»dîs her ne kadar
zayıf da olsa, birçok tarîklerden rivayet edilmiş olması onu takviye etmiştir.
Haram para ile
haccetmek, îmâm- Ahmed İbni Hanbel'e göre caiz değildir. Ekser ulemâya göre
caizse de sahibi günahkâr olur. Bu hususta Hanefîyye fukâhasından Kemal ibni
Hümam (788 — 861) «Fethü'l-Kadîr» de §öyle demektedir : «Hacca gidecek olanın
helâl nafaka toplamaya çalışması gerekir. Zîrâ haram nafaka ile hac kabul
olunmaz. Bununla beraber haram nafaka ile farz yine sakıt olur; îster
gaspedilmiş olsun. Farzın sukutu ile kabul edilmemesi arasında münâfaat yoktur.
Kabul edilmediği için sevap verilmez. Ama haccı terk edenler gibi de âhiret
cezası görmez».[762]
730/581- «İbni
Abbas radıyaUahü anhüma'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber SallaUahü aleyhi
ve seüem, Ravhâ'da bir kafileye rastlamış ve :
— Kimsiniz? demiş:
— Müslümanlarız; demşller. Onlar dahi :
— Sen kimsin?
demişler. Peygamber SalldUahil aleyhi ve seUem:
— Resûlüllahım; cevabını vermiş. Bunun üzerine
bir kadın oac: Bir çocuk arzederek :
— Buna hac var mı? diye sormuş: Resûlüllah
SallaUahü aleyhi ve sellem :
— Evet; sana da ecir var.» buyurmuşlardır.
[763]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Kafile efradının
Peygamber SallaUahü aleyhi ve seUenCi tanımamaları ya gece karşılaştıklarından
yahut o ân'a kadar görmemiş olduk-larındandır. Ravhâ : Medine'ye yakın bir
yerdir. Suâl soran kadına ecir verilmesi ya çocuğu sırtında taşıyarak
haccettirdiğinden, yahut mes'ele-yi sorduğundandır. Her ikisi için de olabilir.
Hadîs-i şerîf, sabinin
haccetmesinin sahîh ve caiz olduğuna delildir. Bu hususta sabinin mümeyyiz
olup, olmaması müsavidir. Cumhur ule-ma'nın kavli bu ise de, bu hac farz olan
hac yerini tutmaz. Çünkü İbni Abbas (R. A.)'m rivayet ettiği bir hadîste şöyle
buyrulmuştur :
«Hangi çocuğa ailesi
haccetİrir de sonra bulûğa ererse, onun üzerine bir hac daha vardır.» Bu
hadîsi, Ziya4 Mdk-disî ile Hatib tahrîc etmişlerdir. Kâdıîyâz: «Ulemâ böyle bir
çocuğun haccinın baliğ olduktan sonra farz hac yerini tutmayacağına ittifak etmişlerdir.
Yalnız bir fırka şüzuz göstererek : «Kifayet eder» demişlerdir. Çünkü
Resûlüllah (S.A.V.) kadına «Evet» diye cevap vermiştir. Bu tasdikin zahiri,
çocuğun fiilinin hac olduğunu gösterir. Hac denilince de vacibi iskateden hac
hatıra gelir» diyor.
Lâkin ulemâ bunun
aksine kail olmuşlardır. Nevevî (631—676) şöyle diyor : «Sabi;-kâr'ı, zararı
seçemiyecek derecede küçük ise onun nâmına ihrama girecek olan, onun malına
nezâret eden velisidir ki, o da ya babası veya dedesi, yâhud da hâkim
tarafından tâyin edilen vâsidir. Anneye gelince, onun çocuk nâmına ihrama
girmesi sahîh olamaz. Ancak o da ya vâsi olur, yahut hâkim tarafından vâsi
tayin edilirse o zaman çocuğu nâmına ihramı sahîh olur.»
Banları : «Anne ile Asabe
olan akrabanın her ne kadar malda veli olmaya hakları yoksa da ,çocuk nâmına
ihrama girmeleri sahihtir» demişlerdir.
ibramın sıfatı :
Çocuğun velisinin kalben: «Bu çocuğu ihrama koydum» demesidir.[764]
732/582- «Bu
da ondan rivayet edilmiştir (Radtyallahü arih). Demiştir ki: Fadl îbni Abbas
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'ın terkisinde idi. Derken Has'arrs
Kabilesinden bir kadın geldi. Ve Fadl kadına, ve kadın da Fadl'a bakmaya
başladı. Peygamber Sallaîîahü aleyhi ve seJîcmde Fadl'ın yüzünü başka tarafa
çevirmeye başladı. Kadm :
— Yâ
Resûlellah, Allah'ın kullarına
hac bâbındakî farizası, babama,
hayvanın üzerinde duramaz yaşlı bîr ihtiyar İken yetişti. Binaenaleyh onun
yerine ben haccedeyim mî? dedi. Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Evet; buyurdular. Bu (mes'ele)
Haccetü'l-Vedâda oldu.»[765]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Buhârî'nindir.
Hâdise Mina'da
geçmiştir. Hadîsin bir rivayetinde:
«Onu bağlamış of sam,
(bîr hâl ocağından) korkarım» cümlesi
vardır.
Bu hadîsin başka
rivayetleri de vardır. Bunların bâzısında mes'eleyi soranın erkek olduğu ve
annesinin yerine haccedip edemi" yeceğini sorduğu zikredilmektedir. Şu
halde bu sual mes'elesi iki defa olmuş demektir. Hadîsi şerîf, bizzat hacca
gitmeye kudreti olmayan kimselerin yerlerine bedel göndermek suretiyle
haccedebilecek-lerine delâlet ediyor. Fakat bunun caiz olabilmesi için o
kimsenin hacca gitmekten tamamiyle âciz bulunması ve bu acz'in ölünceye kadar
geçeceğine de ümid kalmaması şarttır. Binaenaleyh, birkaç zaman için hasta
yatan kimsenin yahut düzeleceği ümid edilen delinin yerine bedel göndermek
sahîh olamaz.
îmâm-ı Mâlik'ten gayrı
mezhep imamlarına göre : Başkasının yerine haccetmek caizdir. Ancak bunun için
üzerine hac farz olan kimsenin ya ölmüş olması, yâhud da gitmeye kudreti
bulunmaması bilittifâk şarttır. Fakat nafile hac böyle değildir- Onu yapmak
için EbuHanîfe (80—150) ile îmâm-ı Ahmed İbnİ Hanbel (164—241)'e göre mutlak
surette bedel göndermek caizdir. îmâm-ı Mâlik (93— 179) ile bâzı ulemâ
başkasının yerine haccetmenin yalnız buradaki kıssa sahibine caiz olduğuna
kaildirler. Zîrâ hadîsin bâzı rivayetlerinde göyle bir cümle vardır: «Onun yerine
haccet, ama senden sonra kimseye müsaade yok.»
fakat bu ziyâde
zayıftır. Bâzıları bu işin evlâda mahsus olmak üzere cevazına kaildirler.
Bunlara cevaben: «Hadîs-i şerifin bir rivayetinde : «Allah borcu ödenmeye daha
lâyıktır» buyrulmuş-tur. Borcu kim olsa ödeyebilir. Mutlaka borçlunun Ödemesi
şart değildir. Binaenaleyh çocuğundan başkası da ödeyebilir. Bu cihet it-tifâkidir»
denilmiştir.
Bâzıları mevzubahsimiz
hadîsten şu hükmü çıkarırlar : «Bir kimse başkasının yerine gönüllü hacca
gitmek istese, artık gitmesi farz olur. Velevki yerine gitmek istediği kimseye
hac farz olmamış olsun». Bunların delili : Buradaki kıssada kadının, babasının
zat ve râhileye kudreti olup olmadığını beyân etmemesi, Peygamber (S.A.V.)'in
de uzun uzadıya sormamasıdır. Fakat bunlara cevaben : «Hadîste yalnız babasının
yerine hacca gitmesinin kifayet edeceği zikredilmiştir. Vücûp mes'elesine
dokunulmamıştır. İhtimal ki kadın, babasına hac farz olduğunu bilirdi:
«Allah'ın kullarına hac bâbındaki farizası» diye söze başlaması dahi bu
mes'elede malûmat sahibi olduğuna delildir.» denilmiştir.[766]
733/583- «(yine)
Ibni Abbas radtyaîlahü anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Çüheyne (kabilesin)
den bir kadın Peygamber Sallalİahü aleyhi ve sellem'e gelerek :
— Gerçekten annem haccetmeyi adadı, fakat
haccetmeden vefat etti. Onun yerine
ben haccedeyim mî? demiş.
Peygamber Sallallahii aleyhi ve
sellem:
— Evet, onun yerine haccet. Ne dersin, annenin
üzerinde borç olsa onu Ödermiydin? Allah'a olan borçlarınızı ödeyin. Çünkü
Allah, kendisine Ödemeye en lâyık olandır; buyurmuşlardır.»[767]
Bu hadîsi Buharı
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîf, bir
kimse hacca gitmeyi adar da gitmeden ölürse, onun yerine çocuklarının veya
diğer yakınlarının haccetmesinin kâfi geleceğine delildir. Velevki kendileri
için henüz haccetmemiş olsunlar. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kadına kendisi
için haccedip etmediğini sormamıştır. Bir de Peygamber (S.A.V.) bu işi borca
benzetmiştir. Bir adam kendi borcu dururken başkasının borcunu ödeyebilir.
Şu kadar var ki,
ilerde görülecek Şübrüme hadîsi henüz kendisi için haccetmiyenin başkasının
yerine haccetmesini caiz görmüyor. Borç mes'elesi dahi öyledir. Bir adamın
kendi borcu varken, başkasının borcunu ödemesi doğru değildir.
Hadîs-i şerifte kıyas
yapmanın meşru olduğuna, dinleyene daha ziyâde tesir etmek için darb-ı mes'ele
ve meçhulü, malûma benzetmenin cevazına işaret vardır. Çünkü Resûlüllah
(S.A.V.) başkasının yerine haccetmenin hükmünü, ashabın bildikleri borç ödeme
hükmüne benzetmiştir. Bu hadîs, ölen kimse vasiyet etsin, etmesin onun yerine
mutlaka birini göndererek, haccettirmenin vacip olduğuna dahi delâlet etmektedir.
Zîrâ borcun mutlaka ödenmesi îcâp eder. Kefaret vesâir mâlî hukuk da böyledir.
Ashâb-ı Kiramdan İbni Abbas, Zeyd ibni Sabit ve Ebu Hüreyre (R. A.) hazarâtınm
mezhebi bu olduğu gibi, îmâm-ı Mâlik'ten maada mezhep imamlarının mezhebi de
budur. Hattâ bâzıları bu borcu insan borcundan ileri tutarlar.[768]
734/584- «(yine) İbni Abbas radıyallahü anh'den rivayet
olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve seltem:
— Hangi çocuk hacceder
de, sonra günâh çağına erişirse, onun üzerine bir hac daha lâzımdır. Hangi
köle hacceder de sonra azâd olunursa, onun üzerine bîr hac daha lâzım olur;
buyurdular.»[769]
Bu hadîsi, İbni Ebl
Şey be ile Bey ha kî rivayet etmişlerdir. Hâvileri sıkadır. Yalnız hadîs'in
merfu1 olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Hatırlarda olan onun mevkuf
oluşudur.
Günâh çağına erişmek :
Âkil ve baliğ olmaktan kinayedir. Zîrâ günâhları o zaman yazılmaya başlar.
îbni Huzeyme : «Sahîh
olan bu hadîsin mevkuf oluşudur» demiştir. Bu hadîsin mevkuf veya merfu'
olduğu hadîs ulemâsı arasında çok münakaşa edilmiştir. Onu Muhammed ibni
K'âb-ı Kurazİ (R. A.) merfu' olarak rivayet etmiştir. Lâfzı şudur :
«Resûlüflah Sallallahü
aleyhi ve sellem :
— Ben mü'minlerin
kalplerinde şunu tazelemek isterim ki, hangi çocuğa anası, babası haccettirir
de ölürse, bu kifayet eder. Fakat yetişirse onun üzerine hac vardır;
buyurmuşlardır».
Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)
bunun bir mislini de köle hakkında îrâd buyurmuşlardır. Bunu Saîd ibni Mansur
ile Ebu Dâvud «Merasîh-inde rivayet etmiş; îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel onunla
istidlal etmiştir, îbni Teymiyye : «Mürsel ile sahabe amel etmişse, bilittifâk
hüccettir. Bu müttefekun aleyh bir şeydir» demiştir. Köle ibâdete ehildir.
Binaenaleyh haccı sahihtir. Fakat farz yerine geçmez. Çünkü henüz onunla
mükellef değilken yapmıştır.[770]
735/585- «(bu
da) İbni Abbas radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem'i hutbe îrâd ederek şöyle derken işittim :
— Sakın bir adam (ecnebi) bir kadınla başbaşa
kalmasın. Yanında nikâhı haram olan akrabasından biri olursa o başka. Kadın
ancak yakın akrabasıyla sefer edebilir;
Bunun üzerine bir adam
ayağa kalkarak :
— Yâ Resûlellah, gerçekten benim karım hacca
gitti. Ben de fülan ve fülan gazaya
yazıldtm; dedi. Resûl-ü Ekrem
Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Öyle ise git de karın ile birlikte haccet,
buyurdular.»[771]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Müslim'indir.
Hadîs-İ şerîf, ecnebî
bir kadın ile başbaşa kalmanın haram olduğuna delâlet etmektedir ki icmâ' da
budur. Bir hadîste:
«Zîrâ onların üçüncüsü
şeytandır.[772]» buyrulmuştur.
Acaba nikâhı haram
olmayan akrabadan birisinin bunların yanlarında bulunması bu halvetin yani iki
ikiye kalmanın mânâsını bozma hususunda yakın akraba yerini tutar mı? Başbaşa
kalmaktan nehyin mânâsı aralarına şeytan girip fitne çıkarmak olduğuna göre,
tutması lâzım gibi görülüyorsa da, ulemâdan bâzıları ile Kaffâl mutlaka mahrem
lâzımdır diyorlar. Delilleri: Sadedinde bulunduğumuz İbni Abbas hadîsidir. Bu
hadîs, kadının mahremsiz sefere gitmesinin haram olduğuna da delâlet eder ve
mutlaktır.
Seferin azına da
çoğuna da şâmildir. Fakat bu ıtlaki takyîd eden bir çok hadîsler vardır. Yalnız
bunların lâfızları muhteliftir. Kimisinde;
«kadın bir gecelik
yola ancak yakın akrabasıyia gidebilir» denilmiş; bâzısında seferin «üç günlük»
diğer bâzılarında «iki günlük» yol olduğu bildirilmiş; bir rivayette «üç mil»
diğerinde «bir konak» denilmiştir. îmâm-ı Nevevî (631—676): «Tahditten onun
zahiri murâd değildir. Bilâkis sefer adını taşıyan her şeyden kadın men
edilmiştir. Ancak mahremi ile gidebilir. Tahdîd sade bakî olan seferlerde
yapılmıştır. Binaenaleyh onun mefhumu ile amel olunmaz» demiştir.
Bu hususta ulemâ
tafsilât veriyorlar: Kadının dâr-ı harb'den (küf-far beldesinden) İslâm
diyarına hicret ederken, hayatı tehlikede olduğu zaman, borç ödemek lâzım
geldiği zaman ve kocasından kaçan kadın evine dönerken, yalnız basma sefer
etmesi ,câizdir. Bu ittifâkîdir» demişlerdir. Hac seferi hakkında ihtilâf
vardır.
Cumhur ulemâ ya göre,
mahremi veya kocası yamnda olmadıkça kadın haccedemez. Bu cihet dört mezhep
imamları arasında ittifâkîdir. Yalnız îmâm-ı Mdlîk'e göre, emin yol
arkadaşlarıyla da gidebildiği gibi, îmâm-ı Şafiî'ye göre de mûtemed kadınlarla
gidebilir. Fakat bu kadınların sayısı ikiden az olursa, hac farz değildir.
Maamâfîh farz olan haccı, bir kadınla, hattâ yolda emniyet bulunmak şartıyla
yalnız başına dahi yapabilir. Nafile hacca ise kadınlar çok- da olsa, mahremsiz
veya kocasız gitmek caiz değildir. Şâfiîler'den İbni Dakıkü'l-îyd (625—702
)şöyle diyor: «Şüphesiz ki hac âyeti erkek
ve kadınlara âmm ve
şâmildir. Resûlüllah (S.A.V.)'in:
«kadın yakın akrabası
yanında olmaksızın sefer edemez» hadîsi de âmmdir. Seferin bütün nevilerine
şâmildir. Binaenaleyh iki umum taaruz etmiştir. Yani ikisinin de hükmü
kalmamıştır» demek istiyor. Fakat kendisine «kadınların yakın ak-rabasız
haccedemiyeceklerini bildiren hadîsler, âyetin umumunu tahsis etmiştir» diye
cevap verilmiştir. Sonra bu hadîs, kadınların genç ve ihtiyar hepsine âmm ve
şâmildir. Bundan dolayı ulemâ'dan bir cemâat gençlerle yaşlılar arasında fark
görmüş ve: «Yaşlı kadınların mahremsiz de sefer etmeleri caizdir» diyerek
hadîsi tahsis etmişlerdir. Hanefî-ler'le diğer bâzı ulemâ ya göre: «Sefer
babında gençle ihtiyar kadın arasında fark yoktur ve hiçbiri mahremsiz olarak
mesâfe-i sefer olan üç günlük yola gidemez». Bu hüküm bu gün de değişmiş
değildir.
Bugün kadınların
yalnız başına memleket dâhilinde nice sefer mesafelerini aştıklarını, hattâ
bununla iktifa etmiyerek memleket dışına, Avrupa'ya, Amerika'ya taştıklarım ve
yalnız başına hacc'a sefer ettiklerini görüyorsak, bunu şer'i bir müsaadeye
değil, kadınlarımızın maalesef dinlerine karşı gösterdikleri lâubaliliğe
hamletmeliyiz.
Peygamber (S.A.V.)'in
hadîsdeki sahâbî'ye karısıyla beraber haccetmesini emir buyurmasından, îmâm-ı Ahmed
İbni Hanbel, kadınla, birlikte onu hacca götürecek yakın akrabası
bulunmayınca, kocasının götürmesi îeâp. ettiğine zâhip olmuştur. Diğer ulemâ'ya göre ise, buradaki emir,
vücûp için değil nedtp'e hamlolunur. Nedip için olduğuna karine: Başkası borcunu
ödesin diye bir kimseye kendi menâfi-i şahsiyyesini sarfetmenin dinimizde vacip
olmamasıdır.
Hadîs-i şerifte,
erkeğin hac farizasını edâ etmek istîyen karısını bu igten men edemiyeceğine
de işaret vardır. Çünkü bu iş kadına farz olmuş bir ibâdettir. Halbuki Hâlik'a
ma'siyet teşkil edecek bir işte mahlûk'a itaat yoktur. Hac mes'elesi fevrî de
olsa, omrî de olsa hükmünde fark yoktur. Zîrâ herkesin zimmet borcunu ödemeye
şitâb etmesi en tabii bir hakkıdır. Nitekim kadın namazını vakti girdiği anda
kılmak istese, kocasının mâni olmaya hakkı yoktur. Çünkü bu hak, şer'an kadına
verilmiştir. Vâkıâ Dâre Kutnî-nin IbnI Ömer (R.A.)'dan merfu'
olarak tahrîc ettiği bir
hadiste, «kadın zengin de olsa, kocası izin vermedikçe haccede-mez» deniliyorsa
da bu hadîs nafile hacca hamledilerek iki hadisin araları bulunur. Zaten
babımızın hadîsinde kadının kocasından izinsiz hacca gittiğine dair bir kayıt
yoktur.
ibni Teymiyye
(661—728): «Kadının mahremsiz hacca gitmesiyle kudreti olmayanların
haccetmeleri caizdir» demiştir. Bunun mânâsı şudur : Mahremsiz kadın ile;
fakir, hasta ve yolu kesilmiş olmak gibi, bir sebeple kendisine hac farz
olmayanlar haccetseler hacları sahihtir. Bunların bâzılarının haccına şer*an
hiçbir diyecek yoktur. Meselâ : Yürüyerek haccedenler böyledir. Bâzıları ise
günahkârdır. Dilenerek hacca gidenlerle, mahremsiz kadınların hükmü budur.
Zîrâ bunlarda ehliyet vardır. Günahkârlıkları ise, nefs-i maksutta değil, onun
vâsıtasmdadır.[773]
736/586- (yine)
İbnî Abbas radıyallahü anh'den rivayet edildiğim göre. Peygamber SaJlallahil
aleyhi ve seTlem, bir adamı Şubrume İçin «Lebbeyk» derken İşitti :
— ŞÜbrÜme kimdir?
buyurdular. Adam:
— Kardeşim, yahut akrabam; dedi. Bunun üzerine
Resûlüllah Saîîalîahü aleyhi ve sellem :
— Sen kendin için
haccettin mi? diye sordu adam:
— Hayır; dedi. Resûlüllah Sallaîlahü aleyhi ve
sellem:
— (evvelâ) kendin İçin haccet; sonra
Şübrüme'nin yerine hacca git; buyurdular».[774]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile İbni Mâce rivayet etmişlerdir. İbnî Hibban onu sahîhlemiştir. Ahmed'e göre
müraccah olan mevkuf oluşudur.
«Kardeşim, yahut
akrabam» sözü râvinin şekkidir. Beyhakî (384—458): «Bu hadîsin isnadı sahihtir.
Bu bâbda bundan daha sa-hîh hadîs yoktur» diyor, lmâm-% Ahmed ibni Hanbel (164—241)
ise: «Bu hadîsin merfu' olarak rivayet edilmesi hatâdır» demiştir.
Ibnü'l-Münzir de: «Bunun ref'i sabit olmuyor» demektedir. Dâre Kutnî (306—385):
«Mürsel oluşu en doğrudur» der. Musannif : «Bu hadîs Dâre Kutnî'nin dediği
gibidir. Lâkin merfu'û takviye eder. Çünkü başka râviler tarafından rivayet
olunmuştur» diyor. İbni Teymiyye de şu malûmatı vermiştir: îrnâm-ı Ahmed, oğlu
Salih'in kendisinden rivayetine göre : «Bu hadîs merfu'dur > demiştir. O halde
bu hadîsi merfu' olarak rivayet edenin sika olduğunu öğrenmiş demektir.
Filhakika bu hadîsi bir cemâat merfu' olarak rivayet etmiştir. Maamâfîh mevkuf
dahi olsa, hadîs hakkında İbni Abbas'a muhalif yoktur».
Hadîs-i şerîf, kendisi
haccetmemiş olan bir kimsenin başkasının yerine haccedemiyeceğine delildir.
Eöylesi başkasının yerine ihrama girse bile hac yine kendinin olacaktır. Çünkü
o zât, Şübrume için telbi-ye etmişti. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ise telbiyeyi
kendisi için yapmasını emir buyurdular. Şu halde Şübrume için yaptığı telbiye
sahîh olmamış demektir. Çünkü sahîh olsa, başkasını yapmasını emretmez, devam
etmesini söylerdi. Birçok ulemâ'mn kavli budur.
«Hadîs-i şerîf, haccın
fevrî olduğuna yani imkân hâsıl olur olmaz hemen o sene gidilmesi lüzumuna
işaret etmektedir. Şu halde bir kimse imkân buldu mu, evvelâ kendinden
başlıyacak demektir. Çünkü farz olnurjtur. Başkası nâmına gitmekse mendubtur.
Farz dururken nafileyi yapmak caiz değildir. Nasıl ki borcu olan bir adam
elindeki paraları nafile sadaka veremez» diyorlar. Ancak bu söz vakti olana
aittir. Hacca gitmeye vakti olmayan kimseye zâten hac farz değildir. Bu cihete
bakarak diğer bir takım ulemâ kendisi haccetmeden başkası n&mına hacca
gitmenin cevazına kail olmuşlardır. Hanefîler'in mezhebi budur.
Maamâflh îmâm-ı
Muhammenden bir rivayete göre caiz değildir. Yapılan hac, gönderen için değil,
giden için olmuş olur. Diğer me2hep imamlarından Şafiî ile Ahmed ibni HanbeVe
göre, kendisi haccetmemi olan kimse, başkasının nâmına hacca gidemez. îmâm-%
Mâlik ise zaten hac'ta bedel göndermeyi caiz görmüyor.[775]
737/587- «(bu
da) Ibnt Abbas radıyaUahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
(S.A.V.) bize hutbe okudu. Ve :
— Şüphesiz Allah sizin
üzerinize haca farz kıldı; buyurdular. Bunun üzerine, Akra b.
Habis ayağa kalkarak :
— Her sene mi yâ Resutüllah? dedi. Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve sellem :
— Bunu demiş olsam mutlaka vacip olur. Hacc bir
defa, (farz) dır. Ziyâdesi nafiledir; buyurdular».[776]
Bu hadîsi, TIrmIzt
müstesna Beşler tahrîc etmişlerdir. Aslı Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayet
ettiği hadîsten alınmadır.
Bir rivayette:
kelimesinden sonra şu ziyâde vardır :
«Vacip olsa, onu siz
yapmazsınız; yapmazsanız da azap olunursunuz.»
Hadîs-i şerîf, haccın
ömürde bir defa farz olduğuna delildir. Resûlüllah (S.A.v.)'in «bunu demiş
olsam, mutlaka vacip olur» cümlesinden ulemâ, ahkâmı şerh selâhiyetini Cenâb-ı
Hak'ın, Peyganv ber'ine havale buyurmasının caiz olduğunu istinbat etmişlerdir.
Mes'elenin yeri usul-ü
fıkıf'tır. Bu bâbda ihtilâf vardır.[777]
Mevâkit : Mikatın
cemidir. Mikat ise : İbâdet için tahdit olunan zaman ve mekândır. Tevkît :
Tahdit demektir. Bu bâbda sâri' hazretlerinin ihram için tahdid buyurduğu
yerler görülecektir. Bunların hâricine de hil denilir.[778]
739/588- «İbni
Abbas radıyaUahü anhüma'dan rivayet olunduğuna göre. Peygamber SaUaUahü aleyhi
ve sellem, Medîneliler İçin Zülhü-leyfe'yi, Şamlılar İçin El-Cühfe'yi,
Necid'liler için Karnü'l-Menazİl'I, Yemenliler için Yelemlem'i mikat tâyin
etmişlerdir. Bu mîkatlar mezkûr yerler halkı ile başka yerlerden hac ve omra
yapmak istiyerek buralara uğrayanların mikatıdır. Bunlardan daha yakında
bulunanlar oldukları yerden, hattâ Mekke'liler Mekke'den ihrama girerler.»[779]
Hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Zülhüleyfe : Medîne-i
münevvere'ye bir fersah uzaklıkta bulunan bir yerdir. Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
efendimiz burada ihrama girmişlerdir. Hâlâ bî'rî Ali diye anılan kuyu
oradadır. Mekke'ye en uzak mikat bu olup, on konak mesafededir.
Cühfe : Mekke-İ
Mükerreme'ye üç konak mesafededir. Hâlen ha-râb bir yer olduğu için şimdi ondan
önce gelen Râbiğ'da ihrama giriliyor. Çünkü Râbiğ'da gusül için su da vardır.
Karnü'l-Menâztl : Buna
Karnü's-Seâlip'de derler. Mekke'ye iki konak mesafededir.
Yelemlem : Bu da
Mekke'ye iki konak mesafede bir yerdir.
işte Resûlüllah
(S.A.V.)'in uzaklardan hacca gelenler için tâyin buyurduğu mikatlar bunlardır.
Hadîs-i şerifte gösterilen yerler halkından olmayıp da yolu onlardan birine
uğrayanların mikatı dahi uğradığı mikattır. Meselâ : Şam'lı bir hacı kendi
mikatı olan El-Cüfhe yolunu bırakarak Zül-Hüleyfe'den geçse orada ihrama
girmeye mecburdur. Hattâ girmez de Ciihfe'ye ihramsız giderse yolsuzluk etmiş
olur ve kendisine kurban kesmek lâzım gelir. Cumhur ulemâ'nın mezhebi budur.
Yalnız Mâlikîler'e
göre kendi mikatma kadar ihramsız gitmek caizdir. Maamâfîh onlara göre de evlâ
olan Zülhüleyfe'de ihrama girmektir, îbni Dakikü'l-tyd diyor ki : «Şamlılar
için El-Cühfe'dir» buyurması aslında Şam'lı olup da Zülhüleyfe'ye uğrayanlara
da uğramayanlara da şâmildir. «Başka yerlerden hac ve omra yapmak istiyerek
buralara uğrayanlar» buyrulması dahi, Zülhüleyfe ile diğerlerine uğrayan
Şam'lılara şâmildir.
Burada biribirine
muâraza eden iki umum vardır. Musannif merhum : «Muârazadan kurtulmak şöylece
mümkün olur» diyor. «Bu mikatlar bu yerler halkı içindir.» ifâdesi, meselâ :
«Medîne-liler için Zülhüleyfedir» ibaresini tefsir eder ve denilir ki :
«Medîneli'lerden murâd, Medine'de yaşıyanlarla onların makatının yolunda
giderek o mikata uğrayanlardır». Bu bâbda Hz. Urve'den şöyle bir hadîs rivayet
edilmiştir :
«Peygamber Sdllallahû
aleyhi ve sellem, Medînelİ'lere ve oraya uğrayanlara Zülhüleyfe'yi mikat tâyin
etti.»
Bundan anlaşıldığına
göre EJ-Cühfe, Medine'ye uğramamak şartıyla Şam'lılann mikatıdır.
Mikatlar Kâbe-î
Muazzama'yı uzaktan uzağa dört taraftan sarmışlardır. Binaenaleyh kim ne
taraftan gelirse o tarafın mikatmda ihrama girer. Mikatlarla Mekke arasında
yaşıyanlann mikatı ise, ihramlandık-ları yerdir. Bu da ya evi, yahut başka bir
yer olabilir. «Hattâ Mekke'-liler, Mekke'den ihrama giderler» ibaresi Mekke'Iilerin
mikatının Mekke olduğunu göstermektedir. Mekke'lilerden maksad, oralılarla
,orada bulunan misafirler ve mücavirlerdir.
Hac ve omra yapmak
İstiyerek ....» ta'bîrinden mefhum-u muhalifi ile bâzıları hac ve omra yapmak
maksadıyla gitmiyenlere ihramsız girmenin caiz olduğuna hükmederler. Ve :
Mekke'ye her girene ihram vacip olsa, hac ve omra ömürde bir defa farz olur»
diyenlerin iddiası hilâfına : «Müteâddid defalar vacip olmaları îcâp eder. İbni
Ömer (R.A.) Mekke'ye ihramsız olarak girmiştir» derler.
Hanef İlerle diğer
bâzı ulemâ'ya göre, makatları ihramsız geçmek caiz değildir. Ve bu bâbda hacca
niyet etmiş olmakla niyetsiz bulunmak arasında fark yoktur. Zîrâ ihramdan
maksad Beytullah'i ta'zimdir. Yalnız meşakkat olmamak için hacca niyet etmiyen
Mekke 'lilerle, mi-kat içinde yaşıyanlar ihtiyaçlarını görmek maksadıyla
ihramsız olarak Mekke'ye girip çıkabilirler.
Hanefîlerin delili :
îbni Ebi Şeybe'nin, Taberânî'nin, îmâm-ı Şafiî'nin ve diğer zevatın rivayet
ettikleri hadîslerdir. Bunların hepsi mantuktur. Mantuk ise mefhumdan evlâdır.
«Mekke'liler Mekke'den ihrama girerler» cümlesinden Sananı mutlaka zahiri mânâsının
mülâhaza edilmesine gayret sarfetmektedir. Hatta Muhibbi Ta-&er$'nin «Ömre
-için Mekke'yi mikat sayan tek bir kimse bilmiyorum» sözüne karşı: «tşte
Peygamber (S.A.V.) onu mikat tayin etmiştir» diye cevap vermekte ve bu bâbda
sözü bir hayli uzatmaktadır. Ezcümle İbni Abbasf ft. A. dan rivayet edilen
hadîsleri: «Bunları mevkuf dur. Merfu* hadîsin karşısına duramaz» diyerek
reddeder. Bu hadîsler şunlardır :
«Ibnİ Abbas : Ey Mekke'liler (sİzden kim om reyi yap-nuk
İsterse, kendisiyle Mekke arasına Batn-i Muhassir'i alsın.»
«Mekke'lilerden kim
omra yapmak İsterse, Ten'îm'e çıkar; ve harem! geçer.»
Yine omra yapmak için
Te'nim'e çıkmayı îcâp eden ve Buharı ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri
Hz. Âişe (R. anha) hadîsim dahi Sanânî: «Hz. Âİşe'nin gönlünü almak içindir»
şeklinde te'vil etmiş ve müddeasım isbat için Tavus'vaı : «Bilmiyorum.
Ten'im'den omra yapanlar me'cur mu, yoksa muazzeb mi olacaklar» dediğini ve
«niçin azap görecekler» diye sorulunca : «Çünkü Te'nim'e çıkan Beytullah'i ve
tavafı bırakarak dört mil giderken, dört mil de gelirken yürüyeceğine tavaf
etseydi, iki yüz tavaf yapmış olurdu. Ve her tavaf ettikçe ecri yürüyüş
ecrinden daha büyük olurdu» dediğini hikâye ediyor.
Bizce bu tekellüflere
lüzum yoktur. Mekke'lilerin mikatı hac için Harem-i şerîf. Omra için ise
HîPdir. Bunun için elimizde hem naklî hem de aklî delilimiz vardır. Naklî
delilimiz : Resûlüllah (S.A.V.)'in ashâb-ı kirâm'ına hac için Mekke'den ihrama
girmelerini emretmiş olması; omra için de Hz. Âişe (R. anha)'nm kardeşine
emrederek ona Te'nim'den omra yaptırmasıdır. Te'nîm, Hil'dedir.
Aklî delilimiz şudur:
Hacc'uı edası Arafat'ta olur. Arafat, Hil'dedir. Omra'mn edası ise Harem'de
olur. Binaenaleyh gerek haccın, gerekse omra'nm edasında birer gûnâ sefer
tahakkuk etsin diye omra için Hil'le çıkmak ve Te'nim'in efdâliyeti hakkında
eser vârid olduğu için ondan ihrama girmek îcâp etmiştir.
Hz. Tavusun sözüne
gelince, bu sefer, tavafın omradan efdal olduğunu anlatmak için
sevkedilnıiştir. îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel şöyle diyor: «Mekke'de omra yapmayı
bâzıları tavaftan efdâl görmüş, bâzıları da Mekke'de oturarak tavaf etmeyi tercih etmişlerdir.»[780]
740/589- «Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber Saîlollahü aleyhi ve
sellem, Irak'lılar İçin zât-ı Irk'ı inikat tâyin etmiştir.»[781]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Nesâî rivayet etmişlerdir. Câbir'den rivayet edilen aslı Müslim'dedir. Şu
kadar var ki, râvi bu hadîsin merfu' oîup olmadığında şek etmiştir. Buhârî'nin
sahihinde Zât-ı Irk'ı mikat tâyin edenin Ömer olduğu rivayet ediliyor. Ahmed,
Ebu Dâvud ve Tir-mizî'nin İbni Abbas (R. A./dan rivayetlerine göre : Peygamber
(S. A.V.) şarklılar için el-Akîk'i mikat tâyin buyurmuştur.
Zât-ı Irk dahi
Mekke'ye iki konak mesafede bir yerdir.
«râvi şek etmiştir»
denilmesi : Sahîh-i Müslim'de Ebu ZÜbeyr*den bu hadîsi Câblr İbnî Abdullah'ın
El-Mühelleb'e sorduğunu, onun da : «İşittim zannederim Peygamber (S.A.V.)'e
ref'ettİı diyerek ref'ettiğine
cezmetmediğini duyduğu
rivayet edildiğindendir.
Buhâri'nin rivayetine
göre, Zât-ı Irk'ı mikat tâyin eden Hz. Ömer (i£.4./dır. Şöyle ki Basra ile Küfe
fethedildikten sonra müsîümanlar Hz. Ömer'den kendilerine bir mikat tâyin
etmelerini istediler. O da onlara Zât-ı Irk'ı tâyin etti. Artık bunun üzerine
müslümanların icmâ'ı vâki oldu. îbni Teymiyye : «Zât-ı Irk'ın mikat tâyin
edilmesi bâbındaki nass kuvvetçe diğerleri gibi değildir. Sabit bile olsa,
Ömer'in nassa uygun olarak ictihâd etmiş olması ihtimalden uzak değildir»
diyor.
Şu halde bu hadîs, Hz.
Ömer (R. A./ın kulağına varmamışsa da ictihâd etmiş ve içtihadı nass-ı hadîse
uygun düşmüş demek oluyor.
Filhakika, hadîs,
şüpheden âzâde bir şekilde merfu' olarak rivayet edilmiştir. Onu İbni Mâce,
îbni Zübeyr yoluyla Hz. Câbîr (R. A./dan; îmâm-t Ahmed ibni Hanbel, merfu'
olarak Câbir İbni Abdullah ile İbni Ömer hazarâtından rivayet etmişlerdir.
Yalnız isnadında Haccac ibni Ertât vardır. Aynı hadîsi Ebu Dâvud, Nesâîj Dâre
Kutnî ve başkaları Hz. Âişe (R. anha)'dan şu lâfızlarla rivayet etmişlerdir:
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem,\rakfU\ar için Zât-ı Irk'ı mikat tâyin etti.» Âişe hadîsinin
isnadı iyidir. Bu hadîsi Hz. Âişe'der.
Abdullah ibni Ahmed
dahi rivayet ediyor.
Hadîs, Mekhul ile
Ata'dan mürsel olarak rivayet olunmuştur.
İbni Teymiyye
(661—728) : «Bu merfu' ceyyit ve hasen hadîsler bu kadar müteaddit ve kimisi
müsned, kimisi mürsel olarak çeşitli yollardan gelmiş olduğuna göre, böyle
hadîslerle amel etmek vacip olur» demiştir.
Hadîsimizin tmâm-ı
Ahmed ve arkadaşlarının rivayet ettikleri Meşrık'lıların mikatı hakkındaki
kısmına gelince : Bu kısım hakkında her ne kadar İmâm-ı Tirmizî «Hasen» dir
demişse de, bunun asıl râ-visi Yezid îbni Ebi Zeyyaf tır ki, hakkında hadîs
imamları hayli söz etmişlerdir. îbni Abdil'l-Berr (368—463) : «Ehl-i ilim,
Irak'lının ihramı Zâf-ı Irk'tan yapıldığı takdirde mikattan ihram sayılacağına
icmâ' etmişlerdir» demiştir. Maamâfîh El-Akîk de Zât-ı Irk'dan sayılır ve ondan
daha uzaktır. Bâzılarına göre, eğer bu İbnî Abbas hadîsinin aslı varsa,
mensuhtur. Çünkü Zât-ı lırk'ın mikat tâyin edilmesi Haccetü'l-Vedâ'da, Ailahii
Zülcelâl dînini tamamladığı zaman olmuştu.
Nitekim Haris b. Amr
Sehmi'nin tahrîc ettiği hadîs de buna delâlet eder. (hadîsin lâfzı şudur) :
«Haris demiştir ki:
Peygamber Saîlallahü aleyhi ve seUem'e Mina'-da, yahut Arafat'ta iken geldim.
Etrafını insanlar sarmıştı. Haris demiştir ki: Çöl sakinleri geliyordu; onun
yüzünü gördükleri zaman: «Bu mübarek bir yüz» dediler. Haris : «Resûl-ü Ekrem
Saîlallahü aleyhi -ve sellem, Zât-ı Irk'ı Irak'lılara mikat tâyin etti;
demiştir.»
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
ile Dâre Kutnî rivayet etmişlerdir.[782]
İnram'in vecihlerinden
murâd : ihramın taallûk ettiği nev'ilerdir ki, bunlar: Hac, omra, veya her
ikisidir.
Sıfattan maksad :
İhramın nasıl yapılacağıdır.[783]
744/590- «Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Veda haccı yılında
Resûlüllah SaUaîlahü aleyhi ve sellem ile birlikte çıktık. Kimimiz omra'ya
niyet etmiş; kimimiz hac İle omra'ya; kî-mİmîz de yalnız hac'ca niyetlenmiştik.
Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve sellem, yalnız hac'ca niyet etmişti. Omra'ya
niyet eden hemen İhramdan çıktı. Fakat hac'ca niyet edenler, yahut hac İle
omra'yı bir arada yapanlar, tâ kurban gününe kadar ihramdan çıkmadılar.»[784]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Mevzubahs, hac veda
hac'cıdır. Resûlüllah (S.A.V.)'in bu hac'cı hicretin onuncu yılında olmuştur.
Buna veda hac'cı denilmesi, ashâb-ı kirâm'ı ile bu hac'ta vedâlaşıp bir daha
haccetmeden irtihâl buyurmasındandır. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) efendimizin
Medîne-i Münevvere'den çıkışları yirmibeş Zilkade cumartesi gününe tesadüf
etmiştir. Evvelâ Medine'de öğle namazının farzını dört rek'ât olarak kılmışlar,
sonra cemaata bir hutbe îrâd ederek kendilerine ihramı, ihramın vaciplerini,
sünnetlerini öğretmişler, ondan sonra yola çıkmışlardı.
Omra ile hac'cm
ikisine birden niyet etmeye kıran ve bu hac'cı yapana «kaarîn» denildiği gibi,
yalnız haccetmeye îf rad, onu yapana müf rid. Evvelâ omra'yı yapıp, sonra o
sene haccetmeye temettü', bu hac'cı yapana da mutemetti' derler.
«Omra'ya niyet eden
hemen İhramdan çıktı» cümlesi muhtasar bir sözdür. Maksad : Mekke'ye vardığında
omra'ya ait yapılacak filleri yaptıktan sonra çıktığını anlatmaktır.
İhlâl : Sesi
kaldırmaktır. Burada ondan maksad, ihrama girerken telbiye ederek sesi
kaldırmaktır. Hz. Âlşe (R. anha)'nm bu hadîsi, ifâde ettiği hac nev'ilerinin
Resûİüllah (S.A.V.) ile birlikte bulunan bütün kafile efradı tarafından
yapıldığını gösteriyorsa da, yine Hz. Âişe (R. anhaj'dan buna muhalif
rivayetler de vardır. Bu rivayetlerin araları şöyle yatıştırılır:
Buradaki hadîsi
kaafile efradından hac'cın üç nev'ine de niyet edenler olduğunu gösteriyor.
Bunlardan hac'ca niyet edenler; hacc-ı ifrad'ı omra'ya niyet edenler,
temettu'u; hac ile omra'ya niyet edenler hacc-ı kıran'ı yapmışlardır.
Âlşe (R. anha) hadîsi
sade hacca niyet edip omra yapmıyanın bayram gününe kadar ihramdan
çıkamıyacağını da ifâde etmektedir ki, bu cihet Buhârî ile Müslim'in ve daha
başkalarının ondört sahâ-bî'den tahrîc ettikleri şu hadîse muhalifdir :
«Peygamber Sattdllahü aleyhi ve sellem,
yanında hedly kurbanı olmayana
hac'cını bozarak omra'ya tebdil etmesini emretti.»
Bu takdirde Hz. Âİşe
hadîsi : «Beraberinde hedly olup da hacc-ı İf-rad'a niyet eden» diye te'vil
olunur. Zîrâ böylesi, beraberinde hediy kurbanı götürüp de hac ile omra'ya
beraberce niyet eden gibidir.
Ulemâ ötedenberi haccı
bozarak omra yapmanın o hac'ta Peygem-ber Saîlaîlahü aleyhi ve seîlem'le
beraber bulunanlara mahsus olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Îbnü'l-Kayyim
(691—751) «Zadü'l-maad» adlı eserinde bunlar hakkında uzun uzadıya malûmat
vermiştir.
Haccetü'l-Vedâ'da
Resûİüllah (S.A.V.)'in neye niyet ettiği dahi ihtilaflıdır. Ekser ulemâya
göre, hac ile omra'ya niyet etmiştir. Binaenaleyh Kaarin'dir. Buradaki Âişe
(R. anha) hadîsi ise, haçc-ı ifrada niyet etmiş olduğunu gösteriyor. Fakat
hacc-ı kıran'a niyetlendiğini bildiren deliller pek çoktur. Hac nev'ilerinden
hangisinin efdâl olduğu da ihtilaflıdır. Dört mezhepten Hanefîler'e göre :
Temettü' ifart'tan, kıran ise hem temettü', hem ifrat'tan efdâldir.
Hanbelîler'e göre : Hacc-ı ifrat kıran'dan, temettü' ise her ikisinden
efdâîdir. Mâlikîler'e göre : Hacc^-ı kıran temettu'dan, ifrad kıran'dan efdâldir.
Şâfiîler'e göre :
Temettü' kıran'dan, ifrad da temettu'dan efdâldir..[785]
İhram lûgatta :
Hiirmete girmektir.
Şer'an ise : Hac'ca
veya omra'ya girmeye niyet etmektir.
Hanefîler'e göre ihram
: Hurumat-ı mahsûsâ'yı iltizâm etmek de mektir. Ve niyet ile telbiyeden
ibarettir. İhram haccın farzlanhdandır. Yalnız bâzı mezheplere göre rükün,
bâzılarına göre şarttır. İhrama girene muhrlm, girmeyene halâl denilir.
Âfâkîler'in yani
uzaklardan gelenlerin Beyfullah-ı Haram'a varmazdan önce ona hürmet ve ta'zim
için şer'an ihrama girmesi lâzımdır. Nitekim dünya büyüklerinden birini
karşılamak için atla çıkan bir adam, ona yaklaştığı zaman nasıl yere inmek
suretiyle ta'zim ve ihtiramda bulunursa, Beytullah-ı Haram-ı ziyarete gidenin
de onun huzuruna çıkmadan önce ihrama girerek hürmet ve ta'zimde bulunması
gerekir. İşte o beyaz renkli ihram elbiseleriyle adetâ kefenlere bürünmüş
Ölülere benzeyen hacılar; ilâhi vecdü istiğrak içinde ihtiyarları elden gitmiş,
Kâbetullah'ın azametini hayâl ettikçe kendilerinden geçmiş; tende canı unutarak
âlem-i emvate karışmış pejmürde halleriyle bu ta'zimi ifâ ederler.[786]
745/591- «Ibnl
Ömer radtyaUahü anhüma'âan rivayet olunmuştur. Demiştir k! : Resûİüllah
SaUoTlakü aleyhi ve sellem, ancak mescidin yanında ihrama girmiştir.»[787]
Hadîs, müttefekun
aleyhdir.
Mescidden murâd,
Zülhüleyfe mesciddir. Hazret! Ibni Ömer (R.A.) bunu: «Peygamber (S.A.V.)
Beyda'da ihramlanmıştır.» diyenlerin sözünü red için söylemiş ve : «Peygamber
(S.A.V.)'in üzerine yalan atarak burada ihrama girdi dediğiniz şu Beyda'ğınız
(ı başınıza çalın). Resûlüllah (S.A.V.) ancak mescidin yanında ihrama
girmiştin» demiştir. Bir rivayette : «Peygamber (S.A.V.) ağacın yanında hayvanı
ayağa kalktığı vakit tel biye yapmıştır» deniliyor. Bu ağaç da mescidin yanında
idi. Müslim'in rivayeti şöyledir :
«Peygamber Sallallahü
aleyhi ve setlem, Züfhüleyfede iki rek'âf namaz kıldı. Sonra hayvanı kendisini
Zülhüleyfe mescidinin yanında kaldırıp, doğrultfukta telbiye etti» Beyda'da
ihrama girdiğini ifâde eden hadîsle, Zülhüleyfe'de ihramlandığım bildiren
hadîsin araları «ikisinde de telbiye etmiştir» şeklinde cem edilir. Zîrâ her
râvi işittiğini rivayet etmişti. Filvâkî Ebu Dâvud ile Hâkim Ibni Abbas (R.
A.J'dan gu hadîsi rivayet ediyorlar :
«Peygamber SaTlaUahü
aleyhi ve sellem, Zülhüleyfe mescidinde İki rek'at namaz kıldıktan sonra
onlardan ayrıldığı an hac İçin telbiye etti.»
Bunu bâzıları
işitmişler ve bellemişlerdir. Sonra hayvanı kendisini kaldırınca, Resûlüllah
(S.A.V.) yine telbiye etmişdir. Bunu ilk defakini görmeyen bir kavim yetişmiş,
bu sefer onlar işitmiş ve: «Hayvanı yola çekildiği zaman telbiye etti»
demişler. Nihayet Beyda' düzüne tırmanınca yine telbiye etmiş. Bunu da
deminkilerden başkaları duymuş, onlarda işittikleri gibi nakletmişlerdir.
Hadîs-i şerîf, ihramın
mikatta yapılmasının mendûb olduğuna delildir. Mikat'tan evvel ihrama girenler
hakkında Îbnü'l-Mimzir şöyle demektedir : «Ehl-i ilim mikaftan evvel ihrama
girenin muhrim sayılacağına ittifak etmişlerdir.» Fakat bunun için mekruh
diyenler vardır. Bunlar şöyle diyorlar: «Çünkü sahâbe'nin : MedînelHer için Resûlüllah
(S.A.V.) Zülhüleyfe'yi mikat tayin etti; demeleri bu inikatlardan ihrama
girmeyi iktizâ eder. Binaenaleyh mikat'ın üzerine ziyâde demek olan, evvel
ihramlanma haram değilse bile mekruhtur. Eğer caiz olduğuna dâir icmâ' iddia
edilmeseydi, haram diyecektik. Çünkü mikat delilleri bunu iktizâ ediyor. Bir de
mikat üzerine izyâde (yani önceden ihrama girmek) tıpkı namaz rek'âtları
üzerine ziyade etmek gibi mukadderat-ı şer'iyye üzerine ziyâdedir. Binaenaleyh
noksanlık nasıl kabul edilmezse ziyâde de kabul edilmez.»
Halbuki sahâbe-î
kirâm'ın birçoklarının mikat'tan evvel ihramlan-dıkları rivayet olunmuştur.
Meselâ: İbni Ömer (R.A.) : Beytü'l-Mukad-des'ten, Hz. Enes (R.A.); El-Akîk'den,
İbni Abbas (R.A.); Şam'dan, Imran ibni Husayin; Basra'dan; Ibni Mes'ud (R.A,);
Kadisjye'den İhrama girmişlerdir: «
[788]»
âyetinin tefsirinde: «Buradaki tamamlamaktan maksad: Onlar için ailenin
evceğizinden ihramlan-mandır.» dedikleri Hz. Ali ile Ibnî Mes'ud (R. A.)'dan
rivayet olunmuştur.
Hassaten Beyt-i
Mukaddes'ten ihramlanma hususunda Ümmü
Seleme (R. anhaydsn şu hadîs rivayet olunmuştur:
«Resûlüllah Salîallahü
aleyhi ve sellem:
— Bir kimse mescicl-i
Aksa'dan omra veya hac içirr telbiye yaparsa o kimsenin geçmiş günâhları afv
olunur;
derken İşittim.»
Bu hadîsi İmâm Ahmed
rivayet etmiştir. Bir rivayette :
«Kim
Beytü'l-Mukaddes'ten ihrama girerse,
onun geçmiş günâhları afv olunur.» buyruhmıştur.
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
§u lâfızlarla rivayet eder
«Bir kimse hac veya
omra için Mescid-i Aksa'dan, Mescid-i Haram'a niyet ederse onun geçmiş ve
gelecek günâhları afvolunur. Yahut ona cennet vacip olur.»
Hadîste râvi şek
etmiştir. Aynı hadîsi İbni Mâce de şu lâfızlarla rivayet etmektedir :
«Bir kimse omra için
Beytül-Mukaddes'ten niyet ederse
bu niyet geçmiş günâhlarına kefaret olur.»[789]
476/592- «Hallâd
ibni Saib'ten, o da babası radıyatlahü anh'den duymuş olarak rivayet
olunmuştur ki; Resûlüllah Sallatlahü aleyhi ve sellem :
— Bana Cibril geldi
de, ashabıma telbiye yaparken, seslerini kaldırmalarını yöntermemi emretti;
buyurmuşlardır.»[790]
Bu hadîsi, Beşler
tahrîc etmişlerdir. Tirmîzî ile İbnî Hibban onu sahîhlemişlerdir.
İbni Mâce, (207—275)
şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Peygamber SaUaUahü
aleyhi ve sellem'e amellerin hangisi efdâldlr diye sorulmuş :
— Sesi yükseltmek, deveyi
boğazlamaktır; buyurmuşlardır.» Saib'in rivayetinde :
«Resûlüllah SaUaUahii
aleyhi ve sellem :
— Bana Cibril geldi de
: Gürültücü patırtıcı ol dedi; buyrulmuştur.» Bütün bunlar telbiye yaparken
sesi kaldırmanın müs-tehâb olduğuna delildir. îbni Ebi Şeybe ashâp'tan
Resûlüllah'ın telbiye yaparken tâ sesleri kasılıncaya kadar bağırdıklarını
rivayet eder. Cumhur ulemâ'nm kavli de budur. İmâm-ı Mâlik'ten bir rivayete
göre telbiye yaparken ses yalnız Mescid-i Haram'la Mina'nın mescidinde
yükseltilir.[791]
747/593- «Zeyd
ibni Sabit radıyaUahü anh'den rivayet olunduğuna göre; Resûlüllah SaUaUahü
aleyhi ve seTlem telbiyesinî yapmak İçin soyunmuş ve yıkanmıştır.»[792]
Bu hadîsi, Tirmİzî
rivayet etmiş ve hasen bulmuştur.
Ukaylî ise onu zayıf
ve garip addetmiştir. Bu hadîsi Dâre Kutnî, Beyhakî ve Taberânî de tahrîc
etmişlerdir. Hâkim ile Beyhakî onu Yakub b. Ata'd&n, o da babasından o da
İbni Abbas'dan işitmiş olarak şu lâfızlarla rivayet ederler :
«Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem, yıkandı; sonra elbisesini giydi, Zülhüleyfe'ye geldiği vakit
İki rek'ât namaz kıldı. Sonra devesinin üzerine oturdu. Hayvan kendisini çöle
doğrulttuğu zaman hacca ihram yaptı.» Fakat Yakup b. Ata zayıftır.
îbni Ömer (R. anhümaymn
: «İhrama ve Mekke'ye girmek istiye-nin yıkanması sünnettir.» dediği rivayet
olunur. îhrama girmezden evvel kokulanmak müstehâbtır. Çünkü Hz. Âişe (R.
anha) şöyle demiştir: «Ben Resûlüllah (S.A.VJ'i bulabildiğim kokunun en güzeli
île kokulardım.» Diğer bir rivayette : «Ben Resûlüllah (S.A.V.)'i ihrama girmezden
evvel bulabildiğim kokunun en güzeliyle kokulardım. Sonra İhrama girerdi»
demiştir.
Bu hadîsi, Şeyheyn
müttefîkan tahrîc etmişlerdir.[793]
743/594- «İbnî
Ömer radtyallahü anhüma'dan rivayet olduğuna göre, Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem'e ihramlı ne gibi elbise gîyecek diye sorulmuş; O da :
— Gömlekleri, sarıkları, donları, külahları ve
mestleri giyemez; yalnız bir kimse ayakkabı bulamazsa mestleri giyiversin ve
onları topuklardan aşağı kessin. Zağfe-ran veya vers[794]
sürülmüş elbiseden hiç bir şey giymeyin; buyurmuşlardır.»[795]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir. Lâfız Müslimindir.
«Ayakkabı bulamazsa»
tâbirinden murâd: Satılık ayakkabı bulamazsa yahut bulur da almaya yetecek
kadar parası yoksa, demektir.
Buhârî ile Müslim İbni
Abbas radtyatlahü anh'den §u hadîsi tahrîc etmişlerdir ;
«Resûlüllah Saîlallahü
aleyhi ve sellem'ı Arafat'ta hutbe okurken işittim:
— Kim gömlek bulamazsa don giysin; kim ayakkabı
bulamazsa mest giysin (diyordu).»
Bu hadîsin bir mislini
de îmâm-ı Ahmed tahrîc etmiştir. îbni Teymiyye'ye göre bu hadîs, mestlerin
konçlarını kesmeyi ifâde eden İbni Ömer hadîsini neshediyor.
Çünkü İbni Ömer hadîsi
Medine'de; bu ise Arafat'ta ihtiyaç zamanında şeref sadır olmuştur.
Ulemâ bu hadîsle haram
kılman şeylerin erkeklere mahsus olduğuna ittilâk etmişlerdir. Bu delillerde ihramlıya
haram edilen şeyler :
Mest, gömlek, sarık,
külah, don, zağferanlı veya versli elbise, koku ve münasebet-i cinsiyyedir.
Mest giymek zarurî olursa, mestler kesilerek giyilir. Gömlekten murâd : Bedeni
örten her şeydir. Sarıktan maksat da başı saran her şeydir. Başı örten diğer
eşya da sarık hükmündedir.Hattâbî (319—388) : «Külah ile sarığın bir arada
zikredilmesi başın mûtâd
sarıklarla örtülemiyeceği gibi
nadiren kullanılan serpuşlarla dahi örtülmesinin caiz olmadığını göstermek içindir»
diyor. Musannif merhum ihramlı kadına neler giymek haram olduğunu bildiren hadîsleri
burada zikretmemiştir.Maamâfîh kadının hükmüde hemen hemen erkeğin hükmü gibidir.
Ziyâde olarak peçe takınmak, yaşmak sarınmak gibi şeyler haramdır.Kadın yüzünü
baş örtüsü ve elbise gibi şeylerle örter. «Kadının yüzü avret değildir»
diyenlere göre yüzüne hiçbir şey örtmez. Eldiven ve zağferanh, versli elbiceler
giymek de haramdır. Bunlardan maada ziynet ve kokular mubahtır. Kadın, saçını
kısaltmak ve av meselelerinde de erkek gibidir. Fakat suya dalmak, başını
eliyle örtmek, uyurken yastığa koymak gibi şeylerin bir zararı yoktur. Mest
giymek zarurete msbni olursa, ekser ulemâ'ya göre giyildiği için fidye lâzım
değildir. Fakat Hanefîler'e göre fidye îcâp eder. Vers ve zağfaran isabet
etmiş, elbise giymeyi hadîsimiz men etmektedir. Bunun illetini tâyin hususunda
ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre kokusu, bâzılarına göre ziynet oluşudur. Cumhur
ulemâ'ya göre kokusundan dolayı men edilmişlerdir. Binaenaleyh elbise
yıkanarak kokusu giderilse onunla ihram yapılabilir. Usfurlu, versli elbise
giymek erkekiere hac'tan sonra da mubah değildir.[796]
749/595- «Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Ben Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem'i ihramı için ihrama girmezden evvel, (İhramdan) Hill'e
çıkması için de beyti tavaf etmez* den Önce kokulardım.»[797]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Bu hadîs-i şerif
ihrama girmek istenildikte, koku sürmenin müste-hâb olduğuna ve kokunun
ihramdan sonra dahi devam etmesinin zarar vermiyeceğine yani koku sürmenin
yalnız ihrama başlarken haram olduğuna delildir. Sahabe ve tabiîn hazarâtından
birçokları ile cumhur ulemâ'nm kavli budur. Ulemâdan diğer bir cemâat ise bunu
hilâfına zâhip olmuş, ve iddialarını isbât için : Peygamber SaîlaMahü aleyhi ve
seJlem koku sürünmüş, fakat sonra yıkandığı için kokudan eser kalmamıştır»
demişlerdir. Lâkin bu söz tam bir delîl değil, bir tekellüften ibaret telâkki
edilmiştir. Nevevî (631—676) Müslim şerhinde bunu zikrettikten sonra: «Doğrusu
Cumhur'un dediği gibi ihrama girmek için mutlak surette koku sürünmenin
müstehâb oluşudur» demiştir.
Bâzıları bunun Hz.
Peygamber (S.A.V.j'e mahsus olduğunu iddia ederler. Fakat bunların da
iddialarını ispata yarar bir delilleri yoktur. Bilâkis iddialarının aksine
delîl sabit olmuştur. Bu delîl Hz. Âişe (R. anhaymn şu hadîsidir :
«Biz ihrama girmezden
evvel yüzlerimize kokulu misk sürünürdük. Müteakiben terliyerek yüzlerimize
akardı. Fakai Resûlüllah (S.A.V.)'-in yanında olduğumuz halde (bundan) bizi
nehyetmezdİ,» Bu hadîsi Ebu Dâvud ile îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel şu lâfızlarla
rivayet ediyorlar :
«Biz Resûlüllah
Saîldllahü aleyhi ve sellcm île birlikte Mekke'ye (müteveccihen) yola çıkardık.
İhrama girerken yüzlerimize kokulu misk sürerdik. Birimiz terledi mi misk
yüzüne akar. Peygamber (S.A.V.) de onu görürdü. Fakat bizi (bundan)
nehyetmezdİ.»
«Bu kadınlara
mahsustur» da denilemez. Çünkü koku sürünme meselesinde erkeklerle kadınlar
arasında bilicmâ fark yoktur. Binaenaleyh koku sürünmek ihramdan evvel değil,
ihramdan sonra haramdır. Bu mesele nikâha benzer, zaten nikâhın
sebeplerindendir. îhramlı bir kimseye Hanefîler'den gayrı mezheplere göre
nikahlanmak memnudur. Fakat ihram, nikâhın devamına mâni değildir. Yani ihram
halinde nikâh memnudur. Ama evvelden nikâhlı bir kimseye ihrama girmek memnu
değildir, işte koku sürünmek de böyledir. îhram hâlinde sürünmek yasaktır.
Fakat ihramdan Önce sürünmek memnu değildir. Velevki kokunun eseri devam
etsin. Bir de koku sürünmek nezâfetten ma'duttur. Zîrâ pis kokuları defeder.
Bundan dolayı ihrama girmeden koku sürünmek, tırnak kesmek koltuk altlarında
vesair yerlerdeki kılları atmak müstehâbtır. Çünkü ihram halinde bunlar
yapılamaz.
Yalnız burada şöyle
bir sual vârid olur: İmâm-ı Müslim'in tah-rîc ettiği bir hadîste Peygamber
(S.A.V.)'e omra halinde iken, nasıl hareket etmesi îcâp ettiğini sormaya gelen
bir adamdan bahsediliyor. Bu zât kokuya bulanmış bir halde ihrama girmiş ve :
Yâ Resûlüllah, kokuya buJanrnış bîr cübbe İçinde cm raya ihramlanan bir adam
hakkında ne buyurursun? demiş; Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :
Üzerindeki kokuya
gelince : Onu üç defa yıka ilâh...» buyurmuşlardır.
Yukarıki soruya
cevaben : «Bu hadîs mensuhtur» denilmiştir. Çünkü mezkûr sual ve cevap
sekizinci yılın zilkadesinde Ci'rane'de vâki olmuştur. Halbuki Peygamber
(S.A.V.) onuncu yılda haccetmiş ve ihramdan evvel süründüğü kokuyu ihram
halinde devam ettirmiştir.
Maamâfîh Hanefîler'den
İmâm-% Muhammed'le Züfer'e göre, ihramdan sonra da aynı bakî kalan kokuları
sürünmek mekruhtur. Zîrâ ihramdan sonra koku sürünmüş gibi olur. îmâm-ı
Muhammed: «Ben bunda, evvelce bir beis görmezdim. Fakat bir kavmin pek çok koku
getirdiklerini ve yapılan fenalığı görünce kerahetine kail oldum» demiştir
.îmâm-% Şafii ile, JlfdKfc'in kavli de budur.
Hadîste geçen
«Ehramdan hÜl'e çıkması için de beyti tavaf etmezden önce kokulardım»
ifâdesindeki hül'den murâd: Her memnû'u helâl kılan hill'dir, ki bu hill
tavâf-ı ziyarettir. Bundan önceki şeytan taşlama ile koku sürünme vesaire gibi
bazı şeyler helâl olmuş ve memnu olarak yalnız kadınlarla münasebet-i cinsîyye
kalmıştır.[798]
750/596- «Osman
ibnî Afvan radıyallahü cmVden rivayet edildiğine göre; Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem:
— Ihramtı ne
evlenir, ne evlendirir, ne de dünürlük yapar; buyurmuşlardır.»[799]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
«Sübülü's-Selâm»
sahibi San'ânî : «Bu hadîs ihramda iken kendine olsun, başkasına olsun, nikâh
kıymanın ve dünürlük yapmanın haram olduğuna delildir» dedikten sonra sözüne
çöyle devam ediyor. : «İbni Abbas'ın rivayetine göre Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem, rlz. Msyrnûne ile ihramlı iken evlenmiştir» iddiası
merduttur. : Çünkü bilide : «Peygamber (S.A.V.) onunla ihramda değilken
evlendi.» rivayeti vardır ki o daha şayân-ı tercihtir. Eu rivayetin sahibi olan
Ebu Rafİ' o gün Peygamber (S.A.V.) ile Hz. Meymûne (R. anha) arasında elçi
idi. Srnra bu rivayet ekser ashabın rivayetidir. Kadı İyâz (476—544) : «Rssûlüllah
(S.A.V.)'in Meymûne (R.anha) ile ihramlı iken evlendiğini yalnız İbnî Abbes'tan
başka kimse rivayet etmemiştir. Hattâ Baid ibni Mussyyib : «Halası da olsa İbni
Abbas zühul etti. Re-sûlülah (S.A.V.) onu ancak ihramdan çıktıktan sonra
almıştır. Bunu Buharı zikr eder diyor.
Sonra : «Zahir olan,
hadîste zikri geçen üç şeyin haram olmasıdır. Ancak dünürlük babında nehy
tenzih içindir. Ve icmâ' budur» diyenler vardır. Eğer icmâ' sahih ise, bir
diyeceğimiz yoktur. Ama sahîh olduğunu zannetmiyorum. Şayet sahîh değilse,
zahir olan tah-rimdir. Neden sonra İbni Ukayl Hanbeîî'den naklen dünürlüğün dahi
haram olduğunu gördüm. îbni Teymiyye (661—728) : Çünkü Peygamber (S.A.V.) üç
şeyin hepsinden bir defa da nehyetmiş ve ayırma yapmamıştır. Nehyin mûcebi ise
tahrimdir. Buna muraza edecek bir eser veya nokta-i nazar da yoktur» demiştir.
San'ânVnin îzâhatı
burada bitti. Şimdi biraz da muhalifini din-liyelim : «Burada muhalif yani»
ihramlı evlenir; evlendirir ve dünürlükte yapar» diyenler yalnız
Hanefîler'dir. Ve hakikaten bu bâbda en kuvvetli delilleri San'ânî'nm
«merduttur» dediği İbni Abbas hadîsidir. Fakat mezkûr hadîs o kadar kuvvetle
sabittir ki, San'âni'nm reddetmesiyle merdût olmasına imkân yoktur. Çünkü bu
hadîs, tevatür derecesine yaklaşan meşhurlardandır. Onu yalnız Taberâni
(260—360) Hz. İbni Abbas'dan onbeş tarîkla rivayet etmiştir. Hattâ bir
rivayetinde her ikisinin ihramlı olduğu zikredilmiştir. Taberânî : «Sahîh olan
da budur» diyor. İbni Abbas (R. A.) hadîsini «Kütüb'ü Süte» diye mâruf olan
altı hadîs kitabının bütün imamları rivayet etmişlerdir. îmâm-ı Buharı
(194—256) sahihinde «Kitabü'l- Megazh nin Omratü'l-Kazâ babında şu ziyâdeyi'de
tahrîc etmiştir:
«Onunla ihramlı
değilken zifaf oldu. Mey-
mûne Şerifte vefat
etti.» Artık bu kadar kuvvetle sabit olan bu hadîsin karşısında San'ânî'nin
iddia ettiği Ebu Rafi' hadîsi şâyân-ı tercih olamaz. Çünkü Ebu Rafi' hadîsini
«Kütüb-ü Sitte-» şöyle dursun, Buharı ile Müslim'den biri dahi tahrîc
etmemiştir. Onu İbni Hibban (—354) sahihinde rivayet etmişdir lâkin hadîs
sıhhat derecesine bile çıkamamıştır. Bundan dolayı İmâm-ı Tirmizî (200—279)
onun hakkında «hasendir» demekten başka söz etmemiştir.
Binaenaleyh İbni Abbas
hadîsine muâraza bile edemez. Ona muâraza eden hadîsler vardır. Fakat bu
değildir. Muâraza hadîslerinin râvi-leri Yezîd ibni Esam ile Eban b. Osman b.
Affan hazarâtıdır. Bunlardan Yezid ibni Esam : «Peygamber (S.A.V.) Meymûne'yi
ihramda değilken aldı.» demiştir.
Bu hadîsi, İbni Abbas
hadîsi kadar kuvvetli değildir. Çünkü İbni Abbas hadîsini bütün «Kütüb-ü
Sitte» imamları tahrîc etmiş, bunu ise, Buharı ile Nesâî rivayet etmemişlerdir.
Kendisi de hıfz ve itkanca İbni Abbas'la ölçülemez. Eban hadîsi babımızın
hadîsidir. Bunu dahi Buharı rivayet etmemiştir.
Bu sebeble her
ikisinin üzerine İbni Abbas (R. A.) hadîsi tercih olunur. Şöyle ki :
1— Senet
itibarıyla tercihe müracaat edilirse, İbnî Abbas hazretlerinin hadîsini tercih
etmek icâp eder. Çünkü bu hadîsi Hz. Âişe (R. anha) 'dan naklolunan şu rivayet
takviye eder :
«Âişe Radıyallahü anha
: Resûlüllah (S.A.V.) kadınlarından birini ihramlı iken aldı, demiştir.» Hadîsi
Ebu Avane (—316) rivayet etmiş : «Bu hadîsin bütün râvileri sıkadır..
Rivayetleri ile ihticac olunur» demiştir. Ondan maada aynı hadîsi El-Bezzar da
tahrîc etmiştir. Süheyl'i : «Âişe (R, anha) ancak Meymûne'nin nikâhını
kasdetmiş fakat isim vermemiştir» demektedir.
2— Râvilerinin
zapt kuvveti ve fıkıh derecelerine göre ele alınsa, yine İbni Abbas (R.A.)
hadîsi tercih edilir. Zîrâ Hz. Osman'dan ve diğerlerinden rivayet eden râviler,
İbni Abbas'ın râvileri derecesinde değillerdir. İbni Abbas'ın râvileri Said ibni
Cübeyr, Tavus, Af a, Miicahid, îkrime ve Cabir ibni Zeyd hazarâti olup, hepsi
fıkıh ve zaptı ile tanınmış zevattır.
3— Hadîsler
bir birine muarızdır; diye onları hükümsüz bırakarak kıyasa baş vursak, kıyas
dahi Hanefîler'e yardım eder. Çünkü nikâh'ta şâir akitler gibi bir akittir. O
akitlerden hiç biri ihram sebebiyle haram olmuş değildir. Binaenaleyh nikâh da
haram değildir, haram olsa, nefs-i cima' yerine geçmiş olur ki bunun eseri
akdin bâtıl olmasında değil, haccın fesadında zahir olur. Eir de eğer
ihramlının nikâh edilmesi ihramdan dolayı caiz değilse, bütün nikâhlı hacıların
ihrama girer girmez nikâhlarının bâtıl olması icâp eder. Çünkü akde manî olan
bir şey iptida halinde nasıl mâni ise beka halinde de öylece mânidir.
Elhâsıl hangi
zaviyeden bakılsa, İbni Abbas hadîsi kuvvetlidir. Binaenaleyh : Yezid ibni
Esam İle Eban ibni Osman hadîslerindeki «nikâh» sözleri mecazen cima' mânâsına
kullanılmıştır; demekten başka çâre kalmaz.
Eu izahattan anlaşılır
ki, Kadı îyâz'm : «Resûiüllah (S.A.V.)'in Meymûne ile ihramlı iken evlendiğini
yalnız İbni Abbas'dan başka kimse rivayet etmemiştir» sözüyle İbni
Teymiyye'nin : «Nehyin mucebi ise tahrimdir. Buna muâaraza edecek bir eser veya
bir nokta-i nazar da yoktur» demesi doğru değildir. San'âm'nin : «Bu rivayet
ekser ashâb'ın rivayetidir» sözü dahi bizce îzâha muhtaçtır. Biz bu ekseriyetin
kimler olduğunu bilmek isterdik.[800]
751/597- «Ebu
Katadetü'l-Ensârî radıyaUahü anh'den ihramsız İken yaban eşeğini avlaması
kıssası hakkında rivayet edilmiştir. Demiştir kt : «Resûiüllah SallaTlahü
aleyhi ve sellem, ihramlı olan arkadaşlarına:
— Sizden buna
emreden veya bir şeyle işaret eder»
Oldu mu? edi. Ashâb :
— Hayır; dediler.
— O halde kalan etinden yeyin; buyurdular.»[801]
Bu hadîs, miittefekun
aleyh'dir.
Kıssa Hudeybiye
vak'âsmda geçmiştir. Hz. Ebu Katade'nin mi-katı geçtiği halde nasıl ihrama
girmediği müşkül görülmüş ve buna bir kaç türlü cevap verilmiştir. Şöyle ki:
1— Resûiüllah
(S.A.V.) onu arkadaşlarıyla birlikte sahildeki düşmanlarını keşfe göndermişti.
2— Ebu
Katade, Peygamber (S.A.V.) ile beraber sefere çıkmamıştı. Onu Medinoliler
göndermişti.
3—
O zaman
henüz mikatlar tayin edilmemişti.
Hadîs-i şerîf,
ihramlmm kara avından yiyebileceğine delildir. Bundan maksad, avı ihramlı
olmayan birisinin vurmuş olması ve ihramlının ona hiç bir suretle yardım
etmemiş bulunmasıdır. Cumhur ulemâ'-nın kavli budur. Hadîs de bu bâbda nasstır.
Bâzıları: «ihramlı yardım etmese bile o avdan yemek kendisine helâl değildir»
demişlerdir. Bu kavi, Hz. Ali, İbni Abbas ve İbni Ömer (R. arjıüm)'den rivayet
olunmuştur. Bunlar Teâlâ Hazretleri'nin [802]»
îhramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı; âyet-i kerîmesiyle
istidlal ederler. Avdan murâdları da, avlanan hayvandır. Fakat kendilerine :
«Âyetteki av tâbirinden murâd; avlanmaktır.» diye cevap verilmiştir.
Vâkıâ «av» kelimesi
her iki mânâya da ihtimalli ise de Ebu Katade hadîsi maksadın ne olduğunu beyân
etmiş; Câbîr ibni Abdullah hadîsi daha da îzâh etmiştir. Bu hadîsi «Sünen»
sahipleri ile, İbni Hüzeyme (223—311) İbni Hibban (—354) ve Hâkim (321—405)
rivayet etmişlerdir. Lâfzı şudur :
«Peygamber SdüaUahü
aleyhi ve sellem : — Kendiniz avlamadikça,
yahut sizin için avlanmış
olmadıkça kara avı size helâldir; buyurmuşlardır».
Yalnız bâzı tarîkları
hakkında söz edilmiştir. Âyetteki avdan muradın avlanan hayvan olduğunu
farzedersek avlamanın haram kılındığı başka âyetler ve hadîslerle sabit olmuş;
Câbir hadisiyle de beyân edilmiş olur. Çünkü Câbir hadîsi maksad hakkında
nasstır.
Mevzuubahsimiz hadîsin
ziyâdesi de vardır. Bu ziyâde şudur :
«Yanınızda onun
etinden bir şey var mi?» ir rivayette :
Yanınızda ondan bir
şey var mı?
dîye sormuş Ashab :
— Yanımızda onun
bacağı var; demişler; bunun üzerine Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve settem,
bacağı almış ve yemiştir.» Ancak Şeyheyn bu ziyâdeyi tahrîc etmemişlerdir.
îhramlının mutlak surette av eti yemiyeceğine kail olanlar aşağıdaki hadîsle
istidlal ederler.[803]
752/598- «Saâb
b. Cessametü'l-Leysî radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre, kendisi
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'e Eb-va'da yahut Veddan'da iken bir
yaban eşeği hediye etmiş, fakat Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem onu
hemen geri çevirmiş ve :
— Biz bunu sana iade
edecek değildik. Şu varki biz İhramliyiz; buyurmuşlardır.»[804]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Müslim'de bu hadîsin
çeşitli rivayetleri vardır. Bir rivayette :
«üzerinden kan damhyan
bir yaban eşeği» denilmiş. Diğer bir rivayette «Yaban eşeği eti» tâbiri
kullanılmış. Başka bir rivayette: eşeği
budu» diye ifâde edilmiş. Bir başka rivayette de «Av etinden bir kol»
buyrulmuştur.
Hâdise Haccetül
Vedâ'da vuku bulmuştur.
Hadîs-i şerif, ihramlı
bir kimseye av eti yemenin mutlak surette helâl olmadığına delildir. Çünkü Peygamber
(S.A.V.) eti iade etmeye sebep olarak ihramlı olmasını göstermiş; fakat o avı
kimin için vurduğunu sormamıştır. Yemesini caiz görenler bu hadîsi te'vil
ederek avı Peygamber (S.A.V.) için vurduğuna hamletmişlerdir. Böylelikle bu hadîsle
Ebu Katade hadîsinin arasını cem'etmişlerdir.Bittabi bir birine zıd hüküm ifâde
eden mutearız hadîslerin aralarını bulmak mümkün olursa, cem etmek bâzısıyla
ameli terk etmekten evlâdır. Buna Ebu Katade hadîsinin îmâm-ı Ahmed'le İbni
Mâce'nin güzel bir isnadla tahrîc ettikleri :
«Ber> bu avı ancak
onun için avlamıştım. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ashabına yemelerini emretti. Fakat
avı kendisi için avladığımı haber verince
kendileri ondan yemedîler» rivayeti delâlet etmektedir.
Hadîs-i şerifte
hediyenin kabulü îcâp ettiğine, şayet kabul edilmi-yecekse, ne sebeple kabul
edilmediğinin bildirilmesi lüzumuna işaret vardır.
Bu hadîsin lâfızları
çeşitli rivayet edilmiştir. îmâm-ı Şafiî (150— 294) diyor ki: Eğer Saâb
Peygamber (S.A.V.)'e yaban eşeğini diri olarak hediye ettiyse, ihramlı bir
kimse yaban eşeği kesemez. Şayet eşeğin etini hediye ettiyse, ihtimal ki
Peygamber (S.A.V.) onu kendisi için avladığını anlamıştır.»
Resûlüllah (S.A.V.)'in
o etten yediğine dâir bir rivayeti Beyhakî tahrîc etmişse de bu rivayeti
İbnü'l-Kayyim (691—751) zayıf bulmuş; bu rivayetlerin içinden «eşek eti»
rivayetini kuvvetli kabul etmiştir. Bunun sebebini anlatırken : «Çünkü bu
rivayet sadece (eşek) diyerek yapılan rivayete münâfi değildir» demiştir.
Çünkü küll'ü zikrederek cüz'ü kasdetmek mecâz-ı mürselin pek şayi bir
nev'idir. Rivayetlerin ekserisi eşek etinin bir parçası olduğunda müttefiktir.
İhtilâf yalnız bu parça hakkındadır. Bâzıları but olduğuna, diğer bâzıları
bacak olduğuna kail olmuşlardır. Maamâfîh rivayetler arasında münâfât ve zıddiyet
yoktur. Çünkü hediye edilen parçanın but ve bacağın bir yerde bulunduğu bir
parça olması mümkündür.[805]
753/599- «Âişe
radıyallahü anha'tian rivayet olunmuştur.Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem:
— Hayvanlardan beş
nev'i vardır. Bunların hepsi fâ-sıklardir. Hil'de de, haremde de öldürülürler.
Akrep, çaylak, karga, fare ve kuduz köpek; buyurdular.»[806]
Hadîs, müîtefekun
alcyh'dîr.
Buhârî'nin rivayetinde
yılan da zikredilerek fâsıkların sayısı altıya çikarlımiştır. Gerçekten hadîsi
altı lafzıyla Ebu Avâne tahrîc etmiştir. Ebu Dâvzıd (âdi yırtıcı) yi da ziyâde
etmiş; bu suretle sayı yediye yükselmiştir. îbni Buzeyme ile Îbnü'l-Münzir
(kurt ve kaplan) ı ziyâde etmişler. Böylece fasıklar dokuza çıkmıştır. Ancak
Zühlî'den rivayet edildiğine göre kurt ile kaplanı (kuduz köpek) in tefsirinde
zikretmiştir. Kurt lâfzı râvileri sıka olan bir mürsel hadîsde de geçer. îmâm-ı
Ahmed îbni Hanbel, ihramlı bir kimsenin kurdu öldürmesine ait emri merfu'
olarak tahrîc etmiştir. Yalnız hadîsin râvileri arasında zayıf râvi vardır.
Hadîste görülen
ziyâdeler, beş adedinden mefhum-u muhalifinin kasdedilmediğine delâlet
ederler. (Dabbe) yer yüzünde debeüyerek yürüyen hayvan demektir. Kuşa dahi
ıtlak edilebilir. Bâzılarına göre dabbe tâbiri kuşa şâmil değildir. Nitekim
Teâlâ hazretieri'nin şu âyet-i kerîmesinde buna işaret buyrulmuştur :
«Yeryüzünde hiç bir
hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki sizin gibi ümmetler
olmasınlar...» örf ve âdette dabbe sözü dört ayaklı hayvanlara mahsus
olmuştur. Hadîsteki hayvanlara fâsık denilmesine gelince: Fisk lûgatta, çıkmak
demektir. Âsîye fâsık denilmesi Rabbİ'ne itaattan çıktığı içindir. Buradaki
hayvanlara fâsık denilmesi başka hayvanların hükmünden çıkarak, ihramlı iken
öldürülmelerinin caiz olmasındandır. Çünkü sair hayvanları öldürmek ihramlı
olanlara yasaktır. Bâzılarına göre: Bunlara fâsık denilmesi etlerinin yenilmesi
hususunda diğer hayvanların hükmünden çıkarak yenilmediklerindendir. Nitekim.
KuKân-ı Kerîm'de :
«Üzerine Allah'ın adı
zikredilmeyen hayvandan yemeyin. Çünkü a fısktır» buyurularak eti yenilmeyen
hayvana fısk denilmiştir. Diğer bâzılarına göre: Bu hayvanlar eziyetçi ve
ifsatcı olup, kendilerinden istifâde edilmediği için başka hayvanların
hükmünden çıkarılmış ve kendilerine fâsık denilmiştir. Bu suretle ulemâ'mn
mezkûr hayvanların öldürülmesi babında istinbat ettikleri illetler üç olmuş ve
bittabi fetva da ona göre değişmiştir. Birinci kavle zâhip olanlar, ihramlı
olmayanlara haremde öldürülmesi caiz olan her hayvanın ihramlı tarafından da
Öldürülebileceğine kail olmuşlardır. İkinci kavli tercih edenler dahi eti
yenilmeyen her hayvanın burada zikri geçen beş hayvana ilhak etmiş ancak
öldürülmesi nehyedilen hayvanları istisna etmiştir. Üçüncü kavli benimseyenler
yalnız zararlı olanları hadîstekilere ilhak etmiştir. Fakat musannif merhum
«Fethü'l-Bârî» de bu illetleri beğenmemiş, onlara göre verilen hükümleri de
çürütmüştür. İhtiyat olan şâir hayvanların hükmünü buradakilere katmamaktır.
Nitekim Hanefîfer'in mezhebi budur. Yalnız onlarda yılanı ilhak etmişlerdir.
ÇünKü yılanın öldürülmesi hakkında hadîs vardır. Kurd'u HanGfîler köpek
hükmünde sayarlar. Şâir hayvanların saldıranlarını da buradaki beş hayvanın
hükmüne ilhak ederler.
Hadîste zikri geçen
beş nev'i hayvanı öldürmek ihramlıya caiz olunca, ihrama girmeyenlere
evleviyetle caizdir. Hattâ Müslim'in bir rivayetinde hill'de ve harem'de
öldürülebilecekleri, diğer bir rivayetinde : Muhrim bir kimsenin bunları
öldürmesinde bir beîs olmadığı beyân olunmuştur. Hadîs-i şerifte zikri geçen hayvanların
hükmü «öldürülürler» denilerek ihbar suretiyle bildirilmiştir. Başka
rivayetlerde emir sigasıyla vârid olduğu gibi, öldürene günâh yoktur; gibi
sığalarla da rivayet olunmuş; böylece
emrin ibaha mânâsına olduğu anlaşılmıştır.
Hadîsin buradaki rivayetinde
karga için «kurab» kelimesi mutlak zikredilmişse de Müolim'in Hz, Âişe (R.
anha)'â&n rivayet ettiği hadîste «gurab-i ebg'a» yani «alaca karga» diye
takyid olunmuştur. Bâzı hadîs imamları buna bakarak mutlakı da «alaca karga»
diye takyid etmişlerdir. Hadîsin bu ziyâdesine : «Şazdır; râvi tedlîs
yapmıştır.» diyerek ta'n edenler olmuş, fakat nazar-ı itibâra alınmamıştır.
Çünkü râvi hadîsi sema'an yani işiterek rivayet ettiğini tasrih eylemiştir.
Binaenaleyh tedlîs yoktur. Eir de bu ziyâde adli, sıka ve hafız olan râvinin
bir ziyâdesidir. Şu halde şüzûz da yoktur. Musannif hububat yiyen tohum
kargasının bu hükümden hâriç kaldığına ulemâ'mn ittifak ettiğini söylemektedir.
Bunun eti de yenilir. Şâir karga nev'ileri alaca karga hük-
nıündedirler.
Hadîste köpeğin kuduz
olmakla takyid edilmesi, kuduz olmayan ko-peğin öldürülemiyeceğine delildir.
Hz. Ebu Hüreyre (R.A.)'dan kuduz köpeğin arslan diye tefsiri rivayet olunduğu
gibi, Zeyd ibni Eslem.den, «yılan» diye, Süfyan'dan hassaten: «kurt'tur» diye tefsir
ve îzâhla-rı rivayet edilmiştir. îmâm-ı Mâlik (93—179): «İnsanlara hücum ederek
onları korkutan aslan, kaplan, pars ve kurt gibi hayvanların hepsi kuduz köpek
hükmündedir» diyor ki Cumhur'un kavli de budur. Hz. Mâlik'in bu husustaki
delili gu hadîstir.
«Allah'ım; bunun
üzerine köpeklerinden bir köpeği musallat et; Bu duâ üzerine onu arslan parçalamıştı».
Arslanın parçaladığı
şahıs utbetu'bnu Ebil Lehehdir hadîse yemen yolunda vukubulmuştur.
Bu hadîsi Hâkim tahrfc
etmiştir. Hadîs hasendir.[807]
754/600- İbnî
Abbas radıyaltahü anhünıa'dan rivayet olunduğuna göre, Peygember Stillallahü
aleyhi ve sellem, ihramh İken kan aldırmıştır.»[808]
Hadîs muttefek'un
aleyhdir.
Bu vak'a dahi
Haccetü'l-Vedâ'da olmuştur. Hadîs-i şerîf, ihramh hacıya kan aldırmanın caiz olduğuna
delildir. îhtiyac ânında gerek baştan, gerekse vücudun şâir yerlerinden kan
aldırmak bilittifak caizdir. Yalnız kan aldırırken saçlar çözülürse tıraş
olanlar gibi fidye vermek îcâp eder. Eğer kan baştan alınıyor ve bir özür de
yoksa, saçlar çözüldüğü takdirde bu iş haramdır. Vücûdun kılsız yerlerinden
aldırmak Cumhur ulemâ'ya göre caizdir, fidye lâzım değildir. Bâzıları bunu mekruh
addederler. Fidye lâzım geldiğine kail olanlar da vardır.
Hadîs-i şerîf, bir
kâide-î şer'iyye'ye işaret ediyor. Bu kaide şudur: İhram sebebiyle haram
kılman: Tıraş olmak, av vurmak ve emsali şeyler, ihtiyaçtan dolayı mübâh
olurlar. Fakat fidye vermek îcâp eder. Bir kimse başını tıraş ettirmeye yahut
sıcaktan veya soğuktan dolayı gömleğini giymeye muhtaç olursa .bunları yapar
ve kendisine fidye vermek, îcâp eder. Fidyenin ne olacağını aşağıdaki hadîs
tâyin ediyor.[809]
755/601-
«Kâ'b ibni Ücra[810]
radıyallahü anh'den rivâyot olunmuştur. Demiştir ki: Bitler yüzüme saçılır bîr
halde benî Resûlüllah Sal-laUahü aleyhi ve sellem'e götürdüler, (hâlimi
görünce) :
— Rahatsızlığının gördüğüm
dereceye varacağını tahmin
etmezdim. Bir koyun bulabiIirmisin?dedL
— Hayır dedim.
— O halde üç gün oruç
tut. Yahut her biri için yarım saf olmak üzere altı fakir doyur; buyurdular.»[811]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
BuhârVnin bir
rivayetinde de bu hadîs şöyledir :
«Resûlüllah SaUaîlahü
aleyhi ve seîlem, Hudeybiye'de benim yanıma uğradı. Başımdan bitler
dökülüyordu.
— Böceklerin sana eziyet veriyor mu? diye
sordu?
— Evet; dedim:
— O halde
hemen başını tıraş et...
ilâh..; buyurdular.»-Yine Buhâri'de
Hz. Kâ'bın :
«Eğer sizden biriniz
hasta olur, veya başından rahatsız bulunursa... ilâh..; âyet-i kerîmesi benîm
hakkımda nazil oldu» dediği zikrolunur. Bu hadîs çeşitli lâfızlarla rivayet
olunmuştur.
Fidye üç kısımdır :
Hayvan kesmek, oruç tutmak ve fakir doyurmak.
Hadîs-i şerifin zahir
olan mânâsı bulunursa hayvan kesmeyi diğer nevi'lere tercih etmenin lüzumunu
gösteriyor. Maamâfîh gerek bu âyetten gerekse birçok hadîs-i şerîfe'den fidye
verecek kimsenin üç nevi fidye arasında muhayyer olduğu anlaşılıyor. Bundan
dolayı Buhâri (194—256) «keffâret babı» nın başında : «Peygamber (S.A.V.) Kâ'bi
fidye hususunda muhayyer bırakmıştır» demektedir. Ebu Dâvud (202—275) Şa'bî
tarikiyle Kâ'b ibni Ücra (R.A.)'âan şu hadîsi tahrfc etmiştir :
«Peygamber Saîlaîlahü aleyhi
ve seMem:
— İstersen bir hayvan
kes, istersen üç gün oruç tut. İstersen fakir doyur; nah... buyurdular.»
Şâfiîler'e göre
vücûdun herhangi bir yerindeki kılları zaruretten dolayı gidermek fidye icâp
etmez.
Yarım sa' mes'elesi
ulemâ arasında ittifakı ise de îmâm-ı Âzam Ebu Hanîfe (80—150) ile Sevri
(97—161)'ye göre buğdaydan yarım sa', diğer yiyeceklerden bir sa' verilir.[812]
756/602- «Ebu
Hüreyre radıyalîahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Allah, Peygamberi
Sallallahü aleyhi ve sellem'e, Mekke fethettiği vakit# Resûlüllah Saîlaîlahü
aleyhi ve seMem, cemâatin içîn-de ayağa kalkarak, Allah'a hamd-ü sena ettî
sonra şöyle buyurdular:
— Şüphesiz Allah fili
Mekkeye girmekten men etmiş, ama ona Resulünü ve mü'minleri musallat
kılmıştır. Gerçekten Mekke benden önce hiç bir kimseye helâl olmuş değildir.
Bana dahi ancak günün bir saatinde helâl oldu. Benden sonra o hiçbir kimseye
helâl olmayacaktır. Binaenaleyh onun avı ürkütülmez; dikeni kesilmez, kayıb malı,
ancak sahibini arayıp, soran için helâldir. Her kimin bir yakını Öldürülürse,
o kimse iki nokta-i nazar arasında muhayyerdir; Abbas :
— Yalnız îzhir müstesna Yâ Resûlüllah, çünkü
biz onu kabirlerimize ve evlerimize koyuyoruz; dedi. Bunun üzerine Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem :
— (Evet)
yalnız İzhİr müstesna;
buyurdular.»[813]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Bu hutbe fethin ikinci
günü okunmuştu. Resûlüllah (S.A.V.)'in daha sözünün başında fil vak'asma
işaret buyurması Teâlâ Hazretleri'nîn mü'minlere olan minnet ve ihsanını
anlatmak içindir. Çünkü fü'lerin girmediği Mekke'ye mü'minler Allah'ın lutf-û
inâyetiyle bir hamlede girerek onu kahren fethetmişlerdi. ResûEüMah (S.A.V.)'e
Mekke'nin helâl olduğu saat onu fethederek içine girdiği saattir. Hadîsi
şerifte geçen «iki nokta-i nazar arasında muhayyerdir» cümlesinden murâd : Ya
diyetini almak, yahut kaatili öldürtmektir.
Bu hadîs, Mekke-î
Mükerreme'nin kahren
fethedildiğine delildir.
Çünkü «helâl olmuş
değildir, helâl olmayacaktır. Musallat kılmıştır» gibi tâbirler bunu
göstermektedir. Cumhur ulemâ'nm kavli budur. Yalnız îmâm-ı Şafiî (150—204)
sulhan fethedildiğine kail olmuştur. Zîrâ : «Kahren fethedilse Resûîüllah
(S.A.V.) onu gaziler arasında taksim ederdi. Nitekim Hayber'i taksim etmişti.
Halbuki Mekke'yi taksim etmemiştir» diyor. Hz. Şafiî'ye şöyle cevap verilmiştir
: «Peygamber (S.A.V.) Mekkeliler'e bir lütuf olmak için taksimden imtina
etmiş; Mekkeliler'i öldürmekten, kadınlarını esir ve mallarını ganimet olarak
paylaştırmaktan vazgeçerek kavm-ü kabilesine, akrabasına karşı görülmedik bir
fadl-ü kerem ve nezâket göstermiştir.
Mekke-i Mükerreme'de
Peygamber Sallallahü aleyhi ve seîlem'den sonra hiç bir kimsenin muharebe
etmesinin helâl olmayacağı da hadîsimizin delâleti cümlesindendir.
Mârudî şöyle diyor :
«Harem-i şerifin hassalarından biri de: orada yaşıyanîar ehl-i adalet olanlara
karşı âsî ve bagî bile olsalar, kendileriyle harp edilmemektir.»
Maamâfîh mes'ele
ihtilaflıdır. Mekkeliler'le harp etmenin cevazına kail olanlar da vardır.
Kurtubî : «Hadîsin zahiri orada harbin Peygamber (S.A.V.)'e mahsus olmasını
iktizâ eder. Çünkü Mekkelİler'in küfrü müslümanlar'ı mescid-i haram'dan men
etmeleri ve çeşitli zülüm ve hareketleri; harbi çoktan haketmiş olmalarına
rağmen kendileriyle harp etmemesi bunu gösterir.» demiştir. Ulemâ'dan bu rey'e
iştirak eden çoktur.
Hadîs-i şerîf,
Mekke'de av ürkütmenin haram olduğuna da delâlet ediyor. Bittabi ürkütmek haram
olunca, av vurmanın hürmeti evlevi-yette kalır. Keza Mekke'nin dikenini
kesmenin haram olduğunu ifâde ediyor. Faydasız dikeni kesmek haram olunca
faydalı ağaçlarını kesmek yine evleviyetle haramdır.
İmâm-ı Şafiî: Mekke'de
ağaçların dallarındaki dikenlerin kesilebileceğine kail olmuştur. Bunu
kendisinden Ebu Sevr (—240) nakl ve hikâye eder. Ulemâ'dan bir cemâatin mezhebi
de budur. Bunlar dikenleri zararlı hayvanlara kıyâs ederler. Halbuki bu
yaptıkları, kıyâsı nassa tercih etmektir ki caiz değildir. Mekke-i
Mükerreme'nin hüdâyına-bit ormanlarıyla, otlarını kesmek de haramdır. Fakat
kuru otların kesilmesinde beis yoktur. Bu cihet yine ittifakı ise de insan
emeğiyle yetiştirilen ağaç ve nebatların kesilmesi ihtilaflıdır. Cumhur'a göre
caizdir.
Hadîs, Mekke'de
bulunan bir malın bulana helâl olmadığına, ne kadar ilân ederse etsin, asla da
helâl olmayacağına ancak ilân etmek için elinde bulundurmanın helâl olduğuna
delâlet ediyor. Fakat diğer beldeler böyle değildir. Onlarda bulunan bir mal
,malûm bir müddet zarfın-da ilân edildikten sonra sahibi çıkmazsa, bulan ondan
istifâde edebilir. Bu mes'eledeki ihtilâf «tukata» babında, kati meselesi de
«cinayetler» babında görülecektir. İn-şâ'-Allah.
Hz. Abbas İzhir
hakkında : «Çünkü biz onu kabirlerimize ve evlerimize koyuyoruz» demişti.
Bundan maksad: îzhir güzel kokulu olduğu için onunla lâhid'in üzerine çekilen
taşların araları tıkandığını; evlerde dahi tavan tahtalarının arasına konduğunu
bildirmektedir. Hazretİ Abbas (R.A.ym sözü Resûlüllah (S.A.V.) huzurunda bir
şefaat dileğidir. Maamâfîh kendisinin bir içtihadı da olabilir. Âmm'm tahsis
kabul ettiğini bildiği için bunun tahsisini istemiştir. Zîrâ güçlük çıkarmamak
şe-riât'ın esaslanndandır. Binaenaleyh Peygamber {S.A.V.) onun sözünü ya
vahy'le, yahut ictihâd yoluyla takriı buyurmuşlardır.[814]
757/603- «Abdullah
İbni Zeyd b. Âsim radıyallahü anfe'den rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah
Sallalîahü aleyhi ve sellem:
— Şüphesiz İbrahim
Mekke'yi haram kıldı ve ehline duâ etti. ibrahim Mekke'yi nasıl haram kıldıysa,
ben de Medine'yi haram kıldım ve gerçekten onun sa'ına ve müddine ibrahim'in
Mekke'lilere yaptığı duanın iki misli duâ ettîm; buyurmuşlardır.»[815]
Bu hadîs, Müttefekun
aleyh'dir.
Hadîsin bir rivayetinde
Resûlüllah (S.A.V.):
«Şüphesiz Allah
Mekke'yi haram kıldı» buyurmuştur. Maamâfîh iki rivayet arasında münafaat
yoktur. Çünkü murâd: «Allah Mekke'nin haram olduğuna hükmetti. İbrahim'de bu
hükmü kullara bildirdi.» demektir. «Ehline duâ etti» demekle Hz. İbrahim'in
Kur'ân-ı Ke-rînVde zikrolunan :
[816]» «Yâ Râb, şu beldeyi emniyette kıl. Hem ehlini cümle
meyvalardan rızıklandır» âyet-i kerîmesiyle emsali kasdedilmiştir. Müdd ile
sa'ın birer nev'i ölçek olduğunu yerinde görmüştük. Burada onlardan murâd:
Kendileri değil, onlarla ölçülen şeylerdir.
Mekke'nin haram
kılınmasından maksad: Orada yaşıyanlann harpten oraya girenlerin her türlü
tecâvüzden masun bulundurulmalarıdır.
Nitekim Kur'ân-ı
Kerîm'de bu bâbda: «
[817]» «O
hareme giren emniyette olur» buyrulmuştur. Avının vurulmaması, ağacının
dikeninin, otunun kesilmemesi dahi onun haram kılınmasmdandır.
Medine'nin haram kılınmasına
gelince, bundan murâd dahi, avının vurulmaması, ağaçlarının kesilmemesi ve
orada bir hâdise çıkmamasıdır. Medine'nin haremini hudutlandırma hususunda
ihtilâf vardır. Çünkü hâdiselerde birçok lâfızlarla tahdid olunmuştur.
Bunların arasından:
«İki taşlığının arası»
ifâdesi tercih edilmiştir.Çünkü bu tâbir pek çok râvilerin rivayetlerinde
zikredilmiştir.[818]
758/604- «Ali
İbnî Ebi Talip radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah
Saîlaîlahü aleyhi ve settem:
— Medîne Ayr'dan,
Sevr'e kadar haremdir.»[819]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Ayr ve Sevr; Medîne-i
Münevvere'de birer dağ'dır. Kamus sahibi Sevr hakkında sahîh bir hadîs
bulunduğunu söylemiş ve yukarıki hadîsi rivayet etmiştir. Bundan sonra da
şunları söylemiştir: «Ebu Ubeyd Kasım b. Selâm ile diğer büyüklerin: Bu bir
tashiftir. Doğrusu uhud'a kadardır. Çünkü Sevr Mekke'dedir; demeleri iyi bir
şey değildir. Çünkü bana Şuca-i Sa'lebi şeyh Zâhid'in hafız Ebu Muhammed ib-ni
Abdü's-Selâm BacrVden rivayet ettiğine göre Uhud'un hizasında -arkaya doğru
ufak bir dağ bulunmaktadır. Buna Sevr derler. Bunu bu yeri bilen arap
taifelerine defalarca sordum: Hepsi o dağın isminin Sevr olduğunu söylediler.
Ve çünkü bana Şeyh Afifü}d-Din Matarî babası hafızdan, rivâyeten yazarak dedi
ki: «Filhakika Uhutfkm arkasında sol tarafına gelen ufak ve yuvarlak bir dağ
vardır. Ona Sevr derler. Onu Medîneliler babadan, dededen bilirler.»
Bu îzâhât «iki
taşlığının arasıdır» hadîsine münâfi değildir. Çünkü bunlar Medine'yi saran iki
taşlıktır. Ayr ile Sevr dahi Medine'yi ihâtâ ederler. Binaenaleyh ayr ve sevr
hadîsi «iki taşlığı» tefsir eder.[820]
Bundan maksad:
Menasik-i hac denilen hac ibâdetlerini beyân ve onların tertip üzere keyfiyet-i
edâsıdır. Aşağıdaki Câbir hadîsi bu bâb-da lâzım gelen malûmatı vermektedir.[821]
759/605- «Câbîr
ibni Abdullah radıyallahü anhüma'dan rivayet olunmuştur, (demiştir ki):
Resûlüllah Solîallahü aleyhi ve sellem, Hacca gitti. Biz de onunla beraber
(Medine'den) çıktık. Zülhüleyfe'ye vardığımı zaman Esma binti Umeys doğurdu.
Bunun üzerine Peygamber Saîlaîlahü aleyhi ve sellem (kendisine,) :
— Yıkan da bir elbiseden bağ yap ve ihramlan»
dedi. Ve Peygamber Sallallahü aleyhi ve seUem, namazı mescidde kıldı sonra (devesi)
Kasva'ya bindi. Hayvan kendisini Beyda' düzüne çıkarınca Peygamber
Sallallahü aleyhi ve sellem, tevhidi gürletti:
— Tekrar tekrar icabet sana Yâ Rabbiü tekrar
tekrar icabet sana... tekrar tekrar icabet sana. Senin için şerik yoktur.
Tekrar tekrar icabet sana... Şüphesiz hamd-ü ni'met senindir. Mülk de, (senin)
senin için şerik yoktur;
(böylece) beyte
vardığımızda rüknü istilâm etti. Müteakiben (beytullâh'-ın etrafında) üç defa
remel yaptı. Dört defa da yürüdü. Sonra Makam-ı ibrahim'e gelerek (tavaf) namaz
(mı) kıldı. Ve (tekrar )rükne dönerek onu istilâm etti. Sonra f ha rem) kapı
(sın) dan Safa'ya çıktı Safa'ya yaklaşınca «Şüphesiz kî Safa ile Merve Allah'ın
şeâirindendir.» (âyetin)i okudu :
— (sa'ye) Allah'ın başladığından başlıyorum;
(dedi) ve hemen Safa'ya çıktı. Beyti görünce kıbleye karşı döndü. Allah'ı
birledi ve fekbîr aldı ve:
— Bir Allah'dan başka ilâh yoktur. Vaadini
yerine getirdi. (Peygamber) kuluna
yardim etti, (Hendek harbinde) yal-nız başına hizipleri bozguna uğrattı; dedi.
Sonra bu arada üç defa dua etti. Sonra Safa'dan inerek Merve'ye gitti. Tâ ki
ayakları vadinin ortasında karar kılınca, (bu sefer sa' yaptı. Vâdi'nİn
ortasından) çıktığı zaman Merve'ye doğru yürüdü. Merve'de dahi Safa'da
yaptığını yaptı.» (Xâbir) müteakiben hadîsin geri kalanım zikretmiştir.
Bu hadîste (şu da
vardır) : «Terviye günü gelince ashâb Mina'ya yollandılar. Resûlüüah (S.A.V.)
de bindi (yürüdü,). Ve öğleyi, İkindiyi, akşamı, yatsıyı ve sabah namazını
orada kıldı. Sonra biraz eğlendi. Tâki güneş doğunca (Müzdelife'yi) geçerek
Arafat'a (yakın bir yere) geldi. Ve küçük çadırı kendisine Nemire'ye kurulmuş
buldu ve hemen oraya indî. Güneş devrildikten sonra Kasva'yı getirmelerini
emretti. Hayvanı semerlediler. Bunu müteakip, Batn-ı vâdîye geldi. Ve (orada)
nâs'a hutbe okudu. Sonra ezan okudu. Ve ikamet getirdi. Badehu öğleyi kıldı.
Sonra İkamet getirerek ikindiyi (Öğle vaktinde) kıldı. Aralarında başka namaz
kılmadı. Sonra (hayvanına) bindi ve vakfe yerine geldi.
Devesi kasvanın
karnını kayalara doğru çevirdi de, kumdaki yolunu önüne aldı ve kıbleye döndü.
Artık tâ güneş kavuşup biraz sarılığı gidinceye kadar (orada,) devamlı durdu.
Nihayet güneş kayboldu ve (hayvanı) sürdü. Kasva'nın yedeğini o derece
kasmıştı ki hayvanın başı (adetâ) semerinin Ön tarafındaki ayak yerine
dokunuyordu. Sağ eliyle de-fişâret ederek)
:
— Ey nâs! vekar ve
sekînetî muhafaza ediniz» diyordu.
Bir kum yığınına
geldikçe onun üzerine çıkıncaya kadar hayvanın yedeğini bîr parça
gevşetiyordu. Nihayet Müzdelife'yc geldi. Orada akşam namazı ile yatsıyı bir
ezan ve iki İkametle kıldı. Aralarında başka namaz kılmadı. Sonra fecir
doğuncaya kadar uzanıp yattı. Müteakiben sabah olduğu anlaşılır anlaşılmaz
sabah namazını bîr ezan ve ikametle kıldı. Sonra hayvanına binerek meş'ar-i
haram'a geldi' (yine) kıbleye karşı dönerek duâ etti. Tekbîr ve fehlîl getirdi.
Ve sabah iyice aydınn lanıncaya kadar (orada) durmakta devam efti. Badehu güneş
doğmadan önce (hayvanını) sürerek Batn-ı Muhassire geldi, (oradaj hayvanını
bir parça hızlandırdı. Bundan sonra Cemre-î Kübrâ'ya çıkan orta yolu tuttu.
Nihayet ağacın yanındaki cemreye geldi ve oraya yedi taş attı. Her taşı atarken
tekbîr getiriyordu. Her taş (bakla tanesi büyüklüğündeki) hazef taşı kadardı,
(taşları) vadinin dibinden attı. Sonra kurban yerine gitti, ve deve boğazladı.
Bundan sonra Resûlüllah-Sallaîlahü aleyhi ve sellem, (hayvanına binerek)
Beytullâh'a doğru akın etti. Ve Öğleyi Mekke'de kıldı.»[822]
Bu hadîsi uzun uzadıya
Müslim rivayet etmiştir.
Bâzı izâhât :: Esma
binti Umeys, Hz. Ebu Bekir (R. A.)'m karışıdır. Doğurduğu çocuk, Muhammed ibni
Ebi Bekir (R.A.)'âıv. iüesûlül-lah (S.A.V.)'in bu kadına «bağ yap» buyurmasının
mânâsı : «Beline bir kuşak sar, sonra geniş ve uzun bir bezi, akan nifas
kanının üzerine tıkamak şartıyla önden ve arkadan o kuşağı bağla» demektir.
Bundan sonra ihramlanmasım emretmesi, nifas'ın ihramlanmaya mâni olmadığını
gösterir. Doğum hâdisesinden sonra Peygamber (S.A.V.)'in mes-cidde kıldığı
namaz: Nevevî'nin Müslim şerhindeki beyânına göre sabah .namazıdır. Fakat İbni
Kayyim'in «El-Hedyü-n-Nebevî» adlı eserinde bu namazın öğle namazı olduğu
bildirilmektedir. Resûlüllah-(S.A.V.) Zülhüleyfe'de beş vakit namaz kılmış,
beşincisi öğle imiş. Ondan sonra yola çıkmışlar.
«Tekrar tekrar icabet
sana yâ Rabbi...» diye tercüme edilen telbiye Resûlüllah (S.A.V.)'in ondan
sonra da bugüne kadar müslü-man'ların telbiyesidir. Câhîliyet devrinde
araplar'ın telbiyesi şu idi :
«Tekrar tekrar icabet
sana yâ Rabbi ,tekrar tekrar icabet sana, tekrar tekrar icabet sana... Senin
için şerik yoktur. Ancak bir şerik vardır. O da sana mahsustur. Sen ona ve onun
mâlik olduğu her şeye mâliksin...»
Rükün» Kâbe-i
Muazzama'nm köşelerinden her biridir. Hacer-î Es-ved'in bulunduğu rükn'e,
rükn-ü esved veya rükn-ü yemânî derler.
«İstilâm» öpmek veya
elini sürmektir. Hadîsteki «rükn'ü istilâm etmek» ten murâd da hacer-i esved'i
öpmek veya ona elini sürmektir.
Esas itibarıyla tavaf
esnasında bu taşı Öpmek îcâp ederse de, kalabalıktan imkân bulamayanların hiç
olmazsa el sürmekle istilâm etmekleri lâzım gelir.
«Remel» yelemek, eşkin
yani hızlıca yürümektir. «Bu arada üç defa duâ eJti» ifâdesi zikri geçen duayı
tekrarladığına delâlet eder. «Tâkî ayakları vadinin ortasında karar kılınca»
cümlesinde Kadı İyâz (476-*— 544) şöyle diyor : «Burada mutlaka zikri lâzım
olan bir kelime düşürülmüştür ki, o da (remel yaptı) kelimesidir. Filhakika bu
kelime Müslim'in bir rivayetinde vardır.»
Hadîsi Câbir (R. A.)
tamamen zikretmiş, Musannif ise yalnız lâzım olan yerlerini almıştır. «Terviye
günü» Zilhicce ayının sekizinci günüdür.
Meş'ar-i Haram»
Müzdelife'de ma'ruf bir dağdır. Buna Kuzah dahi denilir.
«Batn-ı Muhassir»
Ebrehe ordusunun fillerinin geçmekten âciz kaldığı bir vadidir. Zaten bu isim o
münasebetle verilmiştir. «Hayvanını bîr parça hızlandırdı» bundan maksad bir
taş atımı yeri hızlıca geçmektir. «Orta yolu tuttu» bu yol Arafat'a gittiği
yoldan başka bir yoldur. «Ağacın yanındaki cemreye geldi. Burası Mina'nın
hudududur, ve oradan sayılmaz. «Cemre»1 ufak taşların atılarak toplandığı yer
demektir. Oraya bu isim verilmesi, hacıların toplanmasından dır. «Öğleyi Mekke'de
kıldı.» cümlesinde hazf vardır. Mânâ şudur : «Beyt-i şerife geldi ve evvelâ
tavâf-ı ifâza'yı yaptı. Sonra öğle namazını kıldı.» Fakat bu rivayet İbni Ömer
(R. A.) hadîsine muarızdır. Çünkü o hadîste Peygamber (S.A.V.)'in kurban
bayramı günü Öğleyi Mina'da kıldığı ifâde ediliyor, iki hadîsin arasını bulmak
için : «Resûlüllah (S.A.V.) o gün öğleyi Mekke'de kılmış; sonra ashabı onun
arkasında cemâat olrriak faziletinden mahrum kalmasınlar diye Mina'da imam
olarak tekrar kıldır-mıştır» denilir.
Bu hadîs-i şerifte
bâzı ziyâdeler de vardır. Musannif onları hazfederek yalnız lâzım olan
yerlerini almıştır. Hadîs-i şerif pek çok faydaları ve mühim kaideleri ihtiva
etmektedir. Kadı îyâz diyor ki: Ulemâ bu hadîsin ihtiva ettiği fıkıh üzerinde
söz etmiş ve ondan çok mesâil is-tihbât etmişlerdir. Hattâ tbni Münzir bu hadîs
hakkında büyük bir cüz kitap yazmış; bu kitapta yüzelli küsur nev'î fıkıh
mes'elesi tahrîc etmiştir. Daha incelense fazla da bulunabilir.»
Resûlüllah (S.A.V.)'in
mücmeli beyân eden fiilleri bilittifâk vücûp ifâde ettiği gibi «menâsİkİnİZİ
benden alin» hadîs-i şerifi de aynı mânâya delâlet eder. Binaenaleyh:
«Resûlüllah (S.A.V.)'in hac fiillerinin hiç biri vücûp ifâde etmez» diyenlere
dâvalarını ispat gerekir. Bu hadîsten ibare, işaret veya delâlet suretiyle
aşağıdaki hükümler çıkarılır:
1—
Hayzlı ve
nifaslı kadınlara ihrama girmek içnı yıkanmak sün-net'tir. Onlara sünnet olunca
başkalarına evleviyetle sünnet olur.
2— Hayzlı ve
infaslılar kuşak kullanırlar ve kanın geldiği yeri uzun ve genişçe bir bezle
kapayarak, bezin bir ucunu arkadan, diğer ucunu önden olmak üzere beldeki
kuşağa bağlarlar.
3— Hayzlı ve
nifaslı kadınlar ihrama girebilirler.
4—
İhram'a,
farz veya nafile bir namazın akabinde girilir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.)'in
sabah namazının iki rek'ât farzını kıldıktan sonra ihram'a girdiği rivayet
ediliyor.
5— îhram'a
giren yüksek sesle telbiye eder. Telbiyeyi Resûlüllah (S.A.V.)'in yaptığı
miktarda bırakmak müstâhab ise de, ziyâde edilmesinde de bir beis yoktur. Zîrâ
Hz. Ömer (R. A.) kendinden şunları ilâve ederdi :
«Tekrar tekrar İcabet
sana... Ey ni'met ve güzel fazilet sahibi. Senden korkarak ve sana can atarak
tekrar tekrar icabet sana...» İbni Ömer (R.A.) :
«Tekrar tekrar İcabet
sana. Tekrar tekrar is'âd sana... Hayır senin yed-i kudretinde,. Rağbet ve amel
sanadır.» cümlesini ilâve eder; Hz.Enes :
«Tekrar tekrar icabet sana... Hak olarak hak olarak kulluk ve kölelik
olarak...» derdi.
6— Hacının
evvelâ tavâf-ı kudum'ü yapmak için Mekke'ye gitmesi gerekir.
7—
Tavaftan
evvel hacer-i esved'i öpmesi; .sonra
tavaf ederek üç şavtında remel ile yürümesi lâzım gelir. Ondan sonra âdi
yürüyüşle yürür.
8— Tavafını bitirdikten sonra
makam-ı İbrahim'e gelerek : «
[823])»
«Makam-t İbrahim'i namazgah ittihaz
edin» âyet-i kerîmesini okur.
9— Sonra
Makam-ı İbrahim'i Beytullâh ile kendi
arasına alarak iki rek'ât namaz kılar. Buna tavaf namazı derler ki, ulemâ
arasına tavaftan sonra bu iki rek'âtın kılınması lüzumu hakkında ihtilâf
yoktur. İhtilâf ancak bu namazın sünnet veya vacipolmasındadır.Hanetîler'le
Mâlikîler'e göre tavaf namazı vaciptir. Şâfiîler'le Hanbelîler'e göre ise
sünnettir. Ulemâ'dan bâzıları bu namazı
tavafa tâbi sayarak «Tavaf vacip ise,
namaz da vacip, tavaf vacip değilse, iki rek'ât namaz sün-nettir» demişlerdir.
Bu namazın mutlaka
makam-ı İbrahim'de kılınıp kılınmaması dahi ihtilaflıdır. Mezhep imamlarına
göre : Makarn-ı İbrahim'de kılmak ef-dâl olmakla beraber, vacip değildir.
Binaenaleyh başka yerde de kılına-bîlir. Bâzılarına göre makam-ı İbrahim'de
kılmak vaciptir. Mezkûr tavaf namazında fâtiha'dan sonra ilk rek'âtta kâfirûn,
ikincide ihlâs sûresinin okunacağı Müslim'in rivayet ettiği bir hadîste beyân
buyrulmuştur.
10— Mescİd-i haram'a girerken olduğu gibi, çıkarken de
istilâm yapmak meşrudur. îstilâm'ın sünnet olduğunda ulemâ müttefiktir.
11— Tavaftan
sonra sa'y yapılır. Buna Safa'dan başlanır ve dağın üzerine çıkarak kıbleye
karşı durulur. Orada hadîsimizde geçen duâ üç kere tekrarlanır. Safa iLs Merve
arasındaki vadide Remel yani eşkin
yürüyüş yapılır. Buna iki mil arası derler.
12— Safa'ya
çıkıldığı gibi Merve'ye de çıkılır.
Orada da Safa'da olduğu gibi duâ edilir. Bu kadarla da omra tamam olur.
Eğer bundan sonra hacı tıraş olur, yahut saçını kısaltırsa, helâl yani, ihram'dan
çıkmış olur. Ashâb-i kiram dahi böyle yapmışlardır.
Haccı kıran yapanlar
ise, tıraş olmaz, saç kısaltmazlar, onlar ih-ram'da devam ederler. Omra'dan
çıkanlar haccetmek isterlerse (8 Zilhicce) terviye günü tekrar ihrama girerek
kıran haccını yapanlarla birlikte mina'ya çıkarlar. Nitekim Hz. Câbir de böyle
ifâde etmiştir. .
13—
Bu
yerlerde ve yollarda binek gitmek
yürümekten efdâldnv Maamâfîh mes'ele yine de ihtilaflıdır. Binek
gitmenin efdâliyeti Resû-lullah (S.A.V.)'in fiili ile sabittir.
14—
Sünnet
olan husus Mina'da beş vakit namaz kılmak ve dokuzuncu geceyi orada
geçirmektir.
15— Araîe
günü Mina'dan güneş doğduktan sonra çıkmak, sünnettir.
16— Arafat'a
güneş devrildikten sonra varmak sünnettir.
17— Arafat'ta
öğle ile ikindi birlikte kılınacaktır.
18—
Bu iki
namazın arasında başka namaz kılınmayacaktır.
19— îmam bu
iki namazdan önce hutbe okuyacaktır. Sünnet olan. hutbelerden biri budur.
Câbir hazretleri'nin
«sonra binerek durak yerine geldi...»
demesi bize bir takım sünnet ve adabı anlatıyor. Şöyle ki:
1— Cem-î
takdim denilen mezkûr iki namazdan sonra hemen vakfe yerine gidilir.
2— Hayvan
üzerinde vakfe efdâldir.
3— Cebelü-r-Rahme
denilen dağın eteğindeki yatkın kayaların üzerinde durmak daha iyidir.
Cebelü'r-Rahms Arafat'ın tam ortasında bir dağdır.
4—
Vakfe
zamanı kıbleye karşı dönmelidir.
5— Güneş
kavuşuncaya k^dar vakfe hâlinde kalmalıdır.
6— Vakfe
hâlinde duâ etmelidir. Zîrâ Peygamber (S.A.V.) hayvanın üzerinde ellerini
göğsüne kadar kaldırarak Allah'a duâ
etmiş ve ashabına da Arefe gününün duasının en hayırlı duâ olduğunu bildirmiştir.
7— Güneş
iyice kavuştuktan sonra kemâl-ı sükûnet ve vakarla yola revân olmalı; eğer
sözüne itaat olunur bir zât ise, yanındakilere vakarlı olmalarım tavsiye
etmelidir.
8—
Hızlı
yüremesin diye hayvanının yularını kasmalı;
ancak bir kum yığını geldi mi, onu kolaylıkla aşması için yedeğini bir
parça gevşetmelidir.
9— Müzdelife'ye
vardıkta oraya inmeli ve aksamla yatsıyı, yatsı zamanında bir ezan, iki
ikametle kılmalıdır. Burada iki namazın birden kılınacağında ihtilâf yoktur.
Yalnız sebebinde ihtilâf vardır. Bâzıları bu cem'in sebebi nüsük yani hac
ibâdetlerinden biri olmasıdır; demiş, diğer bâzıları ise seferi olmalarına
atfetmiştir.
10— iki
namaz arasında başka namaz kılınmaz.
«Sonra fecir doğuncaya
kadar uzanıp yattı.» cümlesinde dahi
bir takım sünnetler vardır:
1—
Müzdelİfe'de gecelemeli. Bunun nüsükten olduğunda ittifak vardır. İhtilâf
vacip olup olmadığındadır.
2— Sabah
namazını Müzdelİfe'de kılarak sonra oradan çekilmeli. Ve Meş'âril haram'a
gelerek orada vakfe yapmalı ve duâ
etmelidir. Orada durmak da menâsiktendir.
3— Sonra
oradan, hava iyice aydınlandıktan sonra çekilerek batn-ı Muhassir'e gelinir. Ve
orada yürüyüşe hız verilir. Çünkü orası Allah'ın ashâb-ı fil'e gazap ettiği
yerdir. Binaenaleyh orada durmak ve eğlenmek olmaz.
4— Cemretü'l-Akabe'ye geldikte vadinin içine inerek oraya yedi
taş atılır. Bunların her biri bakla tanesi büyüklüğünde olup, her birini
^atarken tekbîr getirilir. Buna şeytan taşlamak derler.
5— Bundan
sonra kurban kesilen yere gidilir. Deve kurban etmek istiyenler orada
boğazlarlar. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kendi eliyle (63) <3eve boğazlamıştır. Beraberinde
yüz deve vardı.
Bakisini Hz. AH (R. A.ya boğazlattı. Sonra hayvanına binerek Mekke'ye
gitti.. Ve tavaf-ı ifâza'yı yaptı. îşte tavâf-ı ziyaret dedikleri bu tavâfttr.
Bu tavaftan sonra artık hacılara ihram sebebiyle haram olan her şey helâl
olur. Takat cemre J akabe'de taşları attıktan sonra bu tavafı yapmayana kadın
hâla helâl olmamıştır.
İste hadîs-i şerifin
ifâde ettiği hac adâb ve sünnetlerinden bir nebzesi Resûlüllah {S.A.V.)'in
yukarda arzolunan fiilleri ile beyân olunmuştur. Hadîsin delâlet ettiği
hususâtm bir çoğunda ulemâ arasında ihtilâf vardır. Bunlar hakkında kimisi
vacip, kimisi sünnet veya müste-hâb demiştir. Ve binnetîce bu hususat terk
edilince bâzısı hayvan kesmekle ödeneceğine, diğerleri buna lüzum olmadığına
kail olmuşlardır.
Elhâsıl bu bâbda söz
uzundur. Burada hadîsin ifâdesine göre söz kısa kesilmiştir. Bu hadîsin şâmil
bulunduğu fiilleri yapanlar Peygamber (S.A.V.)'in : «MenâsİkİnİZİ benden alin»
emrine imtisal etmiş; onun kavi ve fiillerine uymuş sayılırlar.[824]
760/606- «Hüzeymetü'bnü
Sabit radıyallahü anh'âen rivayet edildiğine göre Peygamber Sallaîlahil aleyhi
ve sellem, hac'ta veya omra'da telbiyesindcn fârîğ olduğu vakit, Alfah'dan
ridvanını ve cenneti ister; cehennemden onun rahmetine sığınırdı.»[825]
Bu hadîsi zayıf bir
isnadla Şafiî rivayet etmiştir.
Zayıf olmasının vechi
: İsnadında Salih b. Muhammed b. Ebi Zaide vardır. Bu zât'ı hadîs imamları
zayıf saymışlardır.
Hadîs-i şerîf, ihramlı
bir kimsenin her telbiyeden sonra her zaman bu duayı veya bir benzerim
okumasının müstehâb olduğuna delildir. Maamâfîh telbiyeden fariğ olmaktan
murâd: Cemre-i akabe'de taş attıktan sonra artık telbiyenin meşru olduğu
vaktin sona ermesi de olabilir.[826]
761/607- «Câbir
radıyallahü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Salîalîahü
aleyhi ve sellem :
— Ben şurada kurban
kestim; Mina'nın her tarafı kurban kesecek yerdir. Binaenaleyh siz
konakladığınız yerde kurban kesin. Ben şurada vakfe yaptım. Arafat'ın her
tarafı vakfe yeridir. Şurada dahi vakfe yaptım. Cem'in her tarafı vakfe
yeridir; buyurdular.»[827]
Bu hadîsi Müslim
rivayet etmiştir.
Cem'den murâd :
Müzdelife'dir. Bu hadîs-i şerîf ile Peygamber (S.A.V.), hiç bir kimseye onun
kurban kestiği yerde kurban kesmek, Arafat'ta ve Müzdelife'de onun durduğu
yerde vakfe yapmak, vacip olmadığını ,bilâkis mezkûr yerlerin her tarafı
oradaki ibâdetler için kâfi geleceğini ifâde buyurmuşlardır.
Hadîslerdeki bu
ziyâdeler tahfif ifâde ederler.
Resûlüllah (S.A.V.) bu beyanatı mezkûr yerlerde onun durduğu yerde
durmaya imkân bu-lamıyan bir zât'a vermişti. Zîrâ onunla birlikte sayısız
kimseler hacc etmişlerdi. Resûlüllah (S.A.V.)'in durduğu yerler ise, bunca
insanın durmasına müsait değildi.
Mina'da kesilen
kurbanlar : Kıran, temettü, ihsar, ifsad ve nafile olarak
hedy kurbanlarıdır. Omra yapanların kurban yeri Mekke'dir. Şâir ceza
kurbanlarının yeri ise, Harem-İ şerîf tir. Fakat mes'ele ihtilaflıdır.
Tafsilât fıkıh
kitaplarından öğrenilebilir.[828]
762/608- «Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber Sallallahü aleyhi ve
sellem, Mekke'ye geldiği vakit, ona üst-tarafından girmiş ,alf tarafından
çıkmıştır.»[829]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs, Peygamber
{S.A.V.J'in feth-i Mekke esnasındaki girişini haber veriyor. Fahr-i Kâinat
(S.A.V.) efendimiz o zaman Mekke'ye Keda# denilen yoldan girmişlerdi. O yoldan
Mekke'nin meşhur kabristanı El-Muallat'a inilir. Bu kabristan evvelce sarp bir
yerde idi. Sonraları çeşitli zamanlarda Muaviye (R. A.) Abdülmelik, Mehdi, ve
Mısır sultanı El-Müeyyed tarafından yeri düzeltilerek çıkılması
kolaylaştırılmıştır.
Mekke'nin alt tarafı :
Küda' denilen bir sarp yoldur. Mekke'üler : «Meftuh oku gir. Mazmum oku, çık»
derler. Bununla «Mekke'ye girerken Keda' yolundan, çıkarken de Küda denilen
yoldan çıkılır» demek isterler. Resûlüllah (S.A.V.J'in yukariki yoldan
girmesinin sebebi şudur: Ebu Süfyan: «Atları Küda'dan çıkarken görmedikçe ben
müslüman olmam» demiş. Abbas :
«Ne o?» diye sormuş:
Ebu Süfyan : «Kalbime bir şey doğdu. Allah atları oradan ebediyyen
çıkarmıyacaktır» demişti. Abbas (R. A.) diyor ki: «Resûlüllah (S.A.V.) oradan
girdikten sonra bunu Ebu Siifyan'a andım.»
Mekke'ye Peygamber
(S.A.V.)'in girdiği yerden girmek ile oradan yine onun çıktığı yerden çıkmanın
müstehâb olup olmadığı ihtilaflıdır. Bâzılarına göre müstehâbtır. Hattâ yolu
oradan geçmiyenlerin yol değiştirerek oraya sapmaları gerekir. Diğer
bâzılarına göre ise müstehâb değildir. Çünkü Peygamber (S.A.V.)'în oradan
girmesi yolunun üzerinde olduğundandır. Binaenaleyh yolu oradan geçmiyenlerin
mutlaka yol değiştirerek oradan geçmesi îcâp etmez. İbni Teymiyye Resûlüllah
(S.A.V.)'in yukariki yoldan girişinin sebebini şöyle îzâh eder: «Vadiye ve
kabristanlara nazır olan yukariki yoldan giren adam şehrin ve Kabe'nin ön
tarafından girmiş ve Kabe'yi iyice karşısına almış olur. Alt tarafından giren
böyle değildir. Zîrâ şehre ve Kabe'ye arkasını döner. Bu sebeple şehrin üst
tarafından girmek daha münâsip görülmüş olsa gerektir.»[830]
763/609- «İbni
Ömer radıyallahü anhüma'âan rivayet olunduğuna göre kendisi sabaha kadar
Zü-tuva'da geceleyip yıkanmadıkça Mekke'ye girmezdi ve bunu Peygamber
SaUallahü aleyhi ve seZZem'den rivayet ederdi.»[831]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Zü-tuva; Mekke'ye
yakın bir yerdir.
Hadîs-i şerif,
Mekke'ye yaklaşınca geceyi Zü-tuva'da geçirerek Mekke'ye gündüz girmenin
müstehâb olduğuna delildir. Ekser Ulemâ'nın kavli budur. Fakat Selef-i
sâlihîn'den ve diğer ulemâ'dan bir cemaata göre Mekke'ye giriş hususunda gece
ile gündüz müsavidir. Peygamber (S.A.V.) Cî'rane omrasmda Mekke'ye geceleyin
girmiştir. Hadîs-i şerîf Mekke'ye girmek için yıkanmanın da müstehâb olduğuna
delâlet eder.[832]
764/610- «İbnİ
Abbas radıyallahü anhüma'âan rivayet olunduğuna göre, kendisi hacer-i esved'i
Öper ve üzerine secde edermiş.»[833]
Bu hadîsi, Hâkim
merfu'; Beyhakî mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.
Hâkim ile Beyhakî onu
Cafer İbni Abdullah Humeydi'den muttasıl isnadla İbni Abbas (R. A J'dan
rivayet etmişlerdir. Fakat Zehebî Ukayli'den rivâyeten: «Cafer İbni Abdullah
hadîsinde vehm ve ız-tırap vardır »demiştir. İmâm-ı Mâlik'ten hacer-i esved'in
üzerine secde, etmenin bid'at olduğu rivayet edilmiştir. Müttefekun aleyh olan
cihet, hacer-î esved'i öpmektir.
Hacer-İ esved : Kabe
duvarındaki meşhur taştır.
Hadîsi tmâm- Ahmed
(hasen) bulmuştur. Onu Ezrakî senediyle Muhammed ibni Abhad b. Cafer'den
rivayet eder. Bu zât : İbni Abbas'ın terviye günü geldiğini gördüm. Üzerinde
bir hülle vardı. Başını taramıştı. Derken hacer-İ esved'i öptü ve üzerine
secde etti. Sonra onu öptü ve üzerine üç defa secde etti» demiştir. Bu hadîsi
Ebu Ya'la senediyle Ebu Dâvud, Tayyalisî'den, o da Cafer ibni Osman
Mahzumî'-den rivayet etmiştir. Demiştir ki: «Muhammed ibni Abbad b. Cafer'in
hacer-İ esved'i Öptüpnü ve üzerine secde ettiğini gördüm.» Bir de şöyle
demiştir: «Dayım fbnl Abbas ı hacer-i esved'i Öperek üzerine secde ederken
gördüm.» Şöyle de demiştir : «Ömer'i hacer-i esved'i Öperek, üzerine secde
ederken gördüm.^ Hattâ: «Resülüllah (S.A.V.)'i bunu yaparken gördüm» de
demiştir. Hz. Ömer hadîsi Müslim 'in sahihinde şöyledir: «Ömer, hacer-i
esved'i öperek ona sarmaştı ve dedi ki: Resülüllah (S.A.V.)'İ sana pek ikram
ederken gördüm.» Bu hadîs, yukarıki rivayeti te'yid eder.
Hadîs, hacer-î esved'i
öpmenin ve üzerine secde etmenin meşru olduğuna delildir. Fakat secde hakkında
Kıvamüddin Kâki şöyle demiştir : «Bizce evlâ olan secde etmemektir. Çünkü bu
rivayet meşhur kitaplarda yoktur.» Maamâfîh bâzıları secdenin lüzumuna kail olmuşlardır.[834]
765/611- «(buda)
ondan rivayet olmuştur. Radıyallahü anh. Demîş-îlr ki : Peygamber
S&llalluhü aleyhi ve sellem, ashabına : (tavafta); Ikİ rüknün arasmda üç
şavtta remel yapmalarını, dört şavtta (âdi yürüyüşle) yürümelerini emretti.»[835]
Hadîs, mütfefekım
aleyh'dir.
Bu talimat, Mekke'de
cmratü'UKaza'da verilmiştir. Bu hadîsi Bu-ftân (194—256), hac ve megazi
bahislerinde şu lâfızlarla tahrîc etmiştir :
«ResûEüflab SaUaJlahü
aleyhi ve sellem, ashabına üç şavtta remel yapmalardı iki rükün arasında
da yürümelerini emretti.» Müslim'deki rivayeti dahi böyledir.
Binaenaleyh hadîsimizdeki lâfzı Bülûgü'l-Merâm nüshalarına yanlışlıkla geçmiş
olmalıdır.[836]
766/612- «İbni
Ömer radtyallahü anhüma'dan rivayet edildiğine göre beyt'i tavaf ederken, ük
tavafta üç defa remel yaparak gider, dört defada yürürmüş. Bir rivayette:
Resûlüllah Sallallahüaleyhi ve seîîem}\ hac'ta veya omra'da tavaf edeceği zaman
ilk geldiğinde beyt'i üç defa koşarcasına tavaf eder, dört defa da yürürken
gördüm; demiştir.»[837]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Tavaf m ilk üç
şavtında hızlı yürümenin asıl ve hikmetini İbni Abbas (R. A.) şöyle anlatır :
«Resûlüllâh Sallallahü
aleyhi ve sellem, ashâbıyla Mekke'ye geldi. Bunu gören müşrikler biri
birlerine: Sîze öyle bir cemâat geliyor ki, Medine'nin sıtması kendilerini
bitirmiş; dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) ashabına üç şavtta remel
yaparak gitmelerini, îkî rükün arasında yürümelerini emretti. O'na bütün
şavtlarda remel ile yürüyüş emretmekten ancak kendilerine yürüyüşü meşru
bırakmak istemesi manı oldu.»
Bu hadîsi, Buharı ile
Müslim tahrîc etmişlerdir. Müslim'in bir rivayetinde şöyle deniliyor :
«Müşrikler hacer-İ
esved'in arka tarafına oturmuşlardı. Mü'mlnle-Hn remel ile gittiklerini
görünce: Sıtma kendilerini bitirmiş sandığınız adamlar bunlar mı? Hiç şüphe yok
ki bunlar, şundan ve şundan daha metin; dediler.»
Müslim'den
başkalarının rivâvetinde: «Bunlar ancak ceylânlar gibi adamları» dedikleri
tespit olunmuştur.
İşte remel ile
yürümenin aslı budur .Bunun sebebi müşrikleri kızdırmak ve söyledikleri sözü
reddetmektir. Hâdise omratü'!-Kaza.'da olmuş; bir daha da sünnet olarak
kalmıştır. Hattâ Resû!-ü Ekrem (S.A.V) bu yürüyüşü hiç sebebi kalmamışken veda
haccında da yapmıştır. Halbuki o zaman Mekke-i Mükerreme'de müslüman olmayan
kalmamıştı.
İki rükün arasında
hızlı yürüyüş yapılmaması müşrikler öte yanda kaldıkları için
göremediklerindendir.
Hadîs-i şerîf, ibâdet
etmek suretiyle din düşmanlarını kızdırmak istemekte bir beis olmadığına, bunun
ibâdetin ihlâs ve samimiyetine dokunmak şöyle dursun, bilâkis ibâdet üstüne
ibâdet olduğuna delildir. Bu bâbda Teâlâ Hazretleri :
[838] «Eğer bir düşmandan bir şey ele geçirirlerse o şey
sebebiyle kendilerine bir amel-i sâlih yazılır» buyrulmuştur. Bu hususta
eserimizin birinci cildinde söz etmiştik.[839]
767/613- (Bu
da) ibni Abbas radıyallahü anh'fan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem"\ beyt-i şerîfîn İki yemâni rüknünden başka
bir yerini istilâm-ederken görmedim.»[840]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Beyt-i şerifin yani
Kâbe-i Muazzama'nın dört rüknü vardır. Hacer-f esved'in bulunduğu köşeye,
rükn-ü esved, ondan sonrakine rükn-ü ye-mânİ derler Fakat anne ile babaya ebeveyn, ay ile güneşe
kamereyn dedikleri gibi, taglib yoluyla bu iki rükne «yemânîyyân» da derler. Diğer
iki rükne, «şâmîyyân» denilir.
Rükn-U esved'de iki
fazilet vardır: Birincisi hâcer-I esved'in bu rükünde bulunması, ikincisi :
İbrahim aleyhisselâm'm temelleri üzerine kurulmuş olmasıdır. Rükn-ü yemânide
yalnız bir fazilet, yani Hi. İbrahim (A. S.)'in attığı temeller üzerine
kurulmuş olması farfieti vardır. Şâmî rükünlerde ise bu faziletler yoktur.
Bundan dolayı rükn-ü es-*ad öpülmek el yahut sopa ile istilâm olunmak suretiyle
iki sünnetle ihtisas kesbetmiştir. Rükn-ü yemânf ise yalnız el ile istilâm
edilir; öpülmez,ieti birdir, iki yemânî rüknün bu suretle istilâmlan-ııuı
müstehâb olduğunda ulemâ-i ümmet müttefiktirler. Şâmî rükünlerin istilâm
edilmiyeceğinde ise cumhur ulemâ kail olmuşlardır. Bu bâbda sahâbe-i kiram ile
tabiîn devirlerinde bâzı ihtilâflar olmuştur. Fakat bugün o ihtilâflar
kalmamış; binaenaleyh şâmî rükünlerin istilâm edilmemesi ittifakı bir mes'ele
haline gelmiştir. Babımızın hadîsi de buna delâlet ediyor.[841]
768/614- «Ömer
radıyallalıü anfe'den rivayet olunduğuna göre, ken-v. esved'? öpmüş ve : Ben
pek âlâ biliyorum ki, sen zarar ve vermez bir taşsın. Eğer Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem'ı, s<enî öperken garmüş olmasaydım seni
öpmezdim; demiştir.»[842]
Hadîs, müîtefekun
aleyh'dir.
îmâm-t Mitilim (204 — 261),
Süveyd ibni Gafîe'den şu hadîsi Süveyd demiştir kî : Ömer'i hacer-İ esved'î ksüt gördüm: Hem Resûlüllah (S.A.V.)1 a«na
pek ziyâe İkram ve ta'ıim ederken gördüm; dedi.»
Buharij Zubeyr ibni Arabi senediyle §u hadîsi rivayet
Zübeyr demiştir ki: Bir adam, İbni Ömer (R. anhümâ)rya hacer-i esved'î öpmenin hükmünü sordu: İbnİ Ömer:
— Peygamber SaîlaUahü aleyhi ve sellem'l onu
istilâm ederken ve öperken gördüm; dedi. Zübeyr diyor ki : Ben, (de kendisine)
:
— Ya bana kalabalık
mani oluyorsa ne dersin? Ya bana galebe çalarlarsa ne dersin? dedim :
— Nedersini bir tarafa bırak! Ben Resûlâllah
Sallallahü aleyhi ve seVem'l onu istilâm ederken ve öperken gördüm; dedi.»
Hz. Ömer radıydttahü
anh hadîsini Hâkim (321—405) ile Ezrakî de rivayet etmişlerdir. Onların
rivayetinden az farkla şu mealdeki ziyâde de vardır : «Ali ibni Ebu Talip (R.
A.) Hz. Ömer'e :
— Bil'akis yâ Emirü'l-Mü'minîn. Bu taş hem
zarar verir, hem fayda. Kİîâbullah'tan bunun te'vîlinİ bîr bilsen, sen de
benim gibi söylerdin. Teâlâ Hazretleri şöyle buyurdu :
«Hani Rabbin Âdem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış da
onları kendileri aleyhine şahidliğe davet ederek : Ben
sizin Rabbiniz değilmiyîm? demiş, onlar da
bilâkis Rabbimizsin demişlerdi.[843].
İşte (böylece) Âdemoğuliari ÂHah'ın Râb, ve kendilerinin kul olduklarını ikrar
edince, Cenâb- Hak onların bu ahd-ü peymânını bir sayfaya
yazarak şu taşa yutturdu. Bu taş kıyamet gününde İki gözü, dudakları ve dili
olduğu halde, diriltilecek ve kendisini ziyarete gelenlere şâhidilk edecektir.
Binaenaleyh o, şu mektub hakkında Allah-ü Teâlâ'nın eminidir; dedi. Bunun üzerine Ömer (R. A.) :
— Senin olmadığın
yerde Allah ben! bırakmasın. Ey Ebü'l-Hasan; dedi.»
Yalnız Hâkim bu hadîs
hakkında : «Şeyheyn'in şartları üzere değildir. Çünkü onlar Ebu Harüne'l-Abdî
ile ihticac etmediler.» demiştir. ZeheH dahi muhtasarında bu Abdi için : «O
sakıttır.» diycr.
Gariptir ki, îbniEbi
Şeyhe (—234) «Müsned-iEbi Bekir (R.A.)» in sonunda Peygamber Sallaîlahü aleyhi
ve sellem'i haccederken gormuş bir zâttan şu hadîsi rivayet etmiştir: «Hz.
Peygamber (S.A.V.) haeer-i esved'in yanında durarak :
— Ben pek âlâ biliyorum ki, sen zarar ve fayda
ver
mez bir taşsın; dedf:
Sonra taşı öptü; bilâhere Ebu Bekir (R.
A.) haccetti ve taşın yanında durarak :
— Ben pek âlâ biliyorum ki sen zarar ve fayda
vermez bir taşsın. Eğer Resûlüllah (S.A.V.)'İ seni öperken görmüş olmasaydım,
seni Hp-mezdim; dedİı.
Eğer bu hadîsin senedi
sahîh ise, o zaman Hâkim ve Ezrakî hadîslerinin bâtıl olduğuna hükmetmek îcâp
eder. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) bir taşa : «Sen zarar ve fayda vermezsin»
dedikten sonra Hz. Alt (R. A.)'m
«hayır, o hem zarar verir, hem fayda.ı demesi cidden ihtimalden uzaktır
ve Hz. Peygamber (S.A.V.)'in hadisine muarızdır.
Taberî, (224—310)
diyor ki : «Hz. Ömer'in bu sözü söylemesi, nâs putlara tapmaktan yeni
ayrıldıkları içindir. Ömer (R. A.) bu taşı öperse onların bâzı taşlara tazim ve
ibâdet câizmiş mânâsını anlayacaklarından korkmuştu. Nitekim câhiHyet devrinde
yaptıkları bu idi. Binaenaleyh Hz. Ömer (R. A.), bu taşı öpmeye sebep onun
zarar veya fayda verir bir şey olması değil, Peygamber (S.A.V.)'e tâbi olmak
idi-ğini anlatmak istemiştir.[844]
769/615- «Ebu't-Tufeyl
radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah Sallaîlahü
aleyhi ve seUem'l beyt'i tavaf ederken gördüm. Rüknü yanındaki baston ile
istilâm ediyor ve bastonu Öpüyordu.»[845]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hacer-I esved hakkında
Tirmizî (200—279) ve başkalarının tah-rîc ettikleri ve Tirmizî'nin (hasen)
gördüğü İbnl Abbas hadîsinde şöyle deniliyor :
«Resûlüllah Sallaîlahü
aleyhi ve sellem:
— Bu taş kıyamet
gününde gören iki göz ve kendisini hakkıyla istilâm edene şahadet edeceği ve
kendisiyle konuşacağı bir dil ile gelecektir; buyurdular.»
Ezrâkî sahîh bir isnadla
Ifani Abbas radıyaîlahü anh'den şu hadîsi rivayet eder :
«Hiç şüphe yoktur
ki,şu rükün yeryüzünde Allah'ın yeminidir[846].
Bununla Allah kullarına bir adamın kardeşiyle musâfahâsı gibi musâfahâ eder.»
İfnâm-% Ahmed ibni Haribel (164—241) dahi Ibnİ Abbas'dan şunu rivayet ediyor :
«Rükün, yeryüzünde
Allah'ın yeminidir.Onunla mah-lûkatına musâfahâ eder. İbni Abbas.m nefsi
kabaza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer o rüknün yanında
Allah'dan bir şey istiyen bulunursa o şeyi muhakkak ona verir» Ebu't-Tufeyl
hadîsi, rüknü el ile istilâm yerine sopa veya baston gibi âletle istilâm
etmenin de kâfi geleceğine delâlet ediyor. Onu eliyle istilâm eden elini,
âletle istilâm eden de âletin dokunduğu yeri öper. tmâm-ı Şafiî (150—204)'nin
rivayetine göre : «İbni Cüreyc, Atâ'ya : Resûlüllah (S.A.V.)'in ashabından
birini istilâm yaptıktan sonra, elini öperken gördün mü? diye sormuş. O da :
Evet. Câbir ibni Abdullah'ı, İbnî Ömer'i, Ebu Said'i ve Ebu Hüreyre'yi istilâm
yaptıkları vakit ellerini öperlerken gördüm» demiştir, Eğıçr kalabalıktan
dolayı istilâm mümkün olmazsa onun karşısına durarak el kaldırılır ve tekbîr
alınır. Çünkü Peygamber (S.A.V.) Hz. Ömer'e :
«Yâ Ömer! Sen
gerçekten kuvvetli bir adamsın. Başkalarını hacer-i esved için sıkıştırma;
zayıflara eziyet vermiş olursun. Eğer bir aralık bulursan onu istilâm ediver.
Bulamazsa tehlil ve tekbîr getir.» buyurmuşlardır.
Bu hadîsi îmâm-% Ahmed
ile Ezrâkî rivayet ediyorlar.
Eliyle hacer-i esved'e
işaret edip, ona temas edemiyen sadece tehlil ve tekbîr getirecek, elini
öpmeyecektir. Çünkü öpmek yalnız hacer-i esved ile ona dokunan şeye mahsustur.[847]
770/161- «Ya'lâ
b. Ümeyye radıydUahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demîştir ki: Resûlüllah
Salldllahü aleyhi ve sellem, yeşil bîr elbiseyi koltuğunun altından omuzuna
dolamış olarak tavaf etti.»[848]
Bu hadîsi, Nesâi
müstesna, Beşler rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu sahîhlemiştir.
tlztıba» : Koltuk
altına almak manasınadır. Burada elbisenin ortasını sağ koltuğunun altından
geçirerek iki tarafını ön ve arkadan sol omuzunun üzerine sarmaktır. Bu
takdirde sağ omuz açıkta kalır ve görünür. Bazılarınca omuzların ikisinin de
görünmesi lâzımdır. îztıba ilk defa omratü'l-kaza'da yapılmıştır. îztıba ile
remel müşriklerin gözüne çok kuvvetli görünmelerine sebep olmuştur. Bir daha
sünnet olarak devam edegelmislerdir. Îztıba tavaf şavtlarının hepsinde
yapılır. Tavaf bitti mi elbise düzeltilir. İki rek'ât kılınan tavaf namazına
iztıbasız durulur. Bâzılarına göre iztıba yalnız evvelki üç şavtta yapılır.[849]
771/617- «Enes
radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bizden ihlâl yapmak
İstîyen ihlâl yapar; ona inkârda bulunulmaz; tekbîr almak Istİyen tekbîr alır,
o'na da inkârda bulunan olmazdı.»[850]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Ihlâl'in teîbiye
ederek sesi yükseltmek mânâsına geldiğini yukarda görmüştük. Ihlâl'in vakti
ihramdan başlıyarak ondan çıkıncaya kadar devam eder. Hac'ta ihramdan Hill'e
çıkmak, cemre-I akabe'de şeytan taşlamaya başlamakla; omra'da ise tavafla
olur.
Hadîs-i şerîf, telbiye
yerine tekbîr getirmenin zarar etmiyeceğîne delâlet ediyor. Hz. Enes (R. A./ın
sözünden bunu yapardıkları anlaşılıyor ki; Resûlüllah (S.A.V.) aralarında
olduğuna göre, takrir buyurmuş oluyorlar .Binaenaleyh istiyenin tekbîr,
istiyenin telbiye yapması sünnet bile olmuş olur. Ancak hadîsimiz M i na'darı
Arafat'a nasıl geldiklerini beyân için sevk edilmiştir ve o bâbda nâsstır :
cArefe günü sabah namazından sonra telbiye kesilir» deyenlere bu hadîsde
cevâb-ı red vardır.[851]
772/618- «İ
bni Abbas radıydUahü anhüma'âan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber
Sallaîîahü aleyhi ve sellem, beni yol eşyatıyla -yahut «zayıflarla»-. Cem'iden
geceleyin gönderdi.»[852]
(Yahut zayıflarla)
tabiri râvinin şek ettiğini gösteriyor.
Cem': Müzdelife'dir.
Kelimenin asıl mânâsı bir yere toplamaktır. «En-Nihaye» nâm eserde beyân
olunduğuna göre Hz. Âdemle, Kavva cennetten çıktıktan sonra burada
buluştuklarından Müzdelife'ye cem denmiştir.
Müzdelîfe'de
geceliyerek sabah namazını da orada kıldıktan sonra Meş-ar-ı haram'a
gidileceğini; orada vakfe (duruş) yapılacağım ve iyice sabah aydınlanmadan
oradan yola çıkılmayacağını yukarıda görmüştük. Cahîliyet devrinde araplar
haccederlerken güneş doğmadan müzde-life'den yola çıkmazlarmış. Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) onlara muhalefet etmek istemiştir. Ancak Ibnl Abbas (R. A.)
hazretlerinin bu hadîsiyle benzerleri zayıflara orada gecelememek için ruhsat
verildiğine delildir. Kadınlar da zayıflar hükmündedir. Bunu Esma bînîi Ebi
Bekir (R. anha) nin bir hadîsinden anlıyoruz. Bu hadîste Peygamber (S.A.V.)'in
mihaffe içinde deve sırtında taşınan kadınlara ru^at verdiği beyân ediliyor.[853]
773/619- «Âişe
radıyallahü anha'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Şevde Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem'den Müzdelife gecesi, ondan evvel yola çıkması
hususunda izin İstedi, (çünkü) Sebt yani ağır bîr kadındı. Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem, ona izin verdi.»[854]
Bu hadîsle yukarıki
hadîs mütfefekun aleyh'dir.
Hadîs-i şerîf, sabah
olmadan Müzdelife'den çekilmenin caiz olduğuna delildir. Lâkin hu cevap
özürlülere mahsustur. Nitekim «Ağır bir kadındı» ifâdesinden de
anlaşılmaktadır. Cumhur ulemâ'ya göre Müzde-life'de gecelemek vaciptir. Terk
edilirse kurban îcâp eder. Hanefîler'le diğer bâzı ulemâ'ya göre sünnettir.
Binaenaleyh terkinden dolayı kurban kesmek îcâp etmez. Günâha girmiş olmaz.
Yalnız faziletten mahrum olur.
Bâzıları: «gecenin
ekserisini Müzdelife'de geçirmek kâfidir» demiş; diğer bâzıları bunu gece
yarısından bir saat sonraya kadar orada kalmakla tefsir etmişlerdir. Başka
kaviller de vardır. Fakat Resûlüllah (S.A.V.) sabah namazını kılıncaya kadar
orada kalmıştır: «Menâsi-kinizi benden alın» buyurması da cay-i dikkattir.[855]
744/620- «İbnİ
Abbas radıyallahü anhüma'âan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem bize :
— Güneş doğmadıkça
cemreyi atmayın; buyurdular.»[856]
Bu hadîsi Nesâî
müstesna Beşler rivayet etmiştir. Hadîste inkıta vardır.
Çünkü râvileri
arasında Hasan-ı Uranî Beceü, bulunuyor. Vakıa bu zât sıkadır. Kendisiyle
îmâm-t Müslim ihticac etmiş; Bühârî de onunla îstişhatta bulunmuştur. Ancak
İbnî Abbas (R.A.)'dan rivayet ettiği hadîsi, münkatıdır. tmâm- Ahmed ibni
Hanbel: «Hasan-% Urani, İbni Abbas'dan işitmemiştir» der.
Hadîs-i şerîf, cemre-î
akabe'nin güneş doğduktan sonra atılacağına delildir. Zâhirîn'e bakılırsa,
Müzdelife'de gecelememek için izin alarak evvelden Mani'ya gelmiş bile olsa,
yine cemre için güneşin doğmasını beklemek îcâp eder. Bu mes'elede dört kavi
vardır:
1—
Gece yarısından
sonra âciz veya kadir herkese cemreyi atmak caizdir. îmâm-i §âfiî ile Ahmed
ibni HanbeVm mezhebi budur.
2— Mutlak
surette fecir doğduktan sonra atılır.
Hanefîler'le Mâ-llkller'in kavli budur.
3— Kaadir
olanlara ancak fecir doğduktan sonra;
özürlülere ise gece yarısından sonra cemre-i akabe'yi atmak câîzdir.
Hadeviyye fırkasının kavli budur.
4— Kaadir
olanların güneş doğduktan sonra atması lâzımdır. Süfyân-ı Servi ile îbrahim-i
Nehaî'nin mezhebi budur.[857]
775/621- «Âişe
radıyatlahü anha'd&n rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber Sallallahü
aleyhi ve sellem, kurban bayramı gecesi Ummü Seleme'yi (Mina'ya) gönderdi de,
fecirden önce taşlarını attı. Sonra gitti tavâf-ı ifaza'yı yaptı.»[858]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
rivayet etmiştir. îsnadı Müslim'in şartı üzeredir.
Hadîs-i şerîf fecir
doğmazdan evvel taş atmanın caiz olduğuna delîldir. Resûlüllah (S.A.V.) bu
cevazı takrir suretiyle beyân buyurmuştur. Fakat İbni Abbas hadîsi bu hadîse
muarızdır. İki hadîsin araları şöyle bulunur: Özrü olanlara fecirden evvel taş
atmak caizdir. İbni Abbas (R. A.)ın özrü yoktu. Bu kavi yukarda da görüldüğü
vecihle Hadeviyye fırkasımndır. Diğer ahvâl yukarda görüldü.[859]
775/622- «Urvetü'bnü
Mudarris[860] radtyaîlahü anh'den
rivayet olunmuştur. Demiştir ki:
Resûlüllah gallallahü aleyhi ve selîem:
— Her kim bizim şu
namazımızda (yani Müzdelife'de) bulunur da bizimle vakfe yapar, nihayet yola
revân olursak, ve bundan evvel Arafat'ta gece veya gündüz vakfe yapmışsa, o
kimsenin haccı tamam olmuştur. Hac ibâdetlerini de İcra etmiştir.»
buyurmuşlardır.[861]
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmişlerdir. Tirmizî ile Ibnİ Hüzeyme onu sahîhlemi şlerdir.
Hadîs-i şerifin baş
tarafı şöyledir :
«Resûlüllah Sallalîahü
aleyhi ve seîlem'e Mevkif'ta yani Müzdelife'de İken geldim ve dedim ki: Vâ
Resûlallah! ben Cebel-i tay'dan geldim. Hayvanımı bîtâb düşürdüm; nefsimi
yordum vallahi üzerinde vakfe yapmadık bir dağ bırakmadım. Acaba haccım oldu
mu?». Bundan sonra hadîsin kitabımızdaki kısmını zikretmiştir.
Hadîs-i şerîf, hacc'm
ancak Müzdelife'de sabah narruızında bulunarak Îmâmü'l-Müslimîn yola revân
oluncaya kadar orada durmak ile tamam olacağına delildir. Fakat bundan önce
gece veya gündüz Arafat'ta vakfe'ye durmuş olması şarttır. Keza arefe günü
zevalden sonra, yahut kurban bayramı gecesi Arafat'ta durmanın vakfe için kâfi
geleceğine, bunu yaptıktan sonra artık tefes'ini icra etmiş sayılacağına delâlet
ediyor.
Tefes: Hac ibâdetleri
demektir. Bâzılarına göre ise, ihramdan çıktıktan sonra yapılan tırnak kesmek,
koltuk altlarından kıl yolmak, bıyık kesmek gibi işlerdir. Mefhumu şarta
bakılırsa, bunları yapmayamn haccı tamam olmaz. Arafat'ta vakfeyi terk edenin
haccı biüttifak tamam değildir. Müzdelife'dekini terk edenin haccı mezhep
imamları ile Cumhur'a göre tamamdır. Yalnız kurban lâzım gelir. İbni Abbas (R.
A.) ile seleften bir cemâat'a göre Arafat'taki gibi burada da vakfe rükündür. Delilleri
hadîsteki mefhumu şarttır. îmâm-ı Nesâî (215—303) 'nin rivayet ettiği şu hadîs
de onların delilidir:
«Kim müzdelife'ye
yetişemezse onun haccı yoktur.» Bunlar Resûlüllah (S.A.V.)'in fiili ve Teâlâ
hazretleri'nin şu kavl-i kerîmiylede istidlal ederler: «
[862]»
«Allah'ı meş'ar-ı haramda zikredin.»
Fakat Cumhur'a göre
Urve hadîsinde zikrolunan şeyleri yapanın haccınm tamam olmasından murâd :
Kâmil hac'tır. Buna tmâm-ı Ahmed'le sünen sahiplerinin ve İbni Hibban, Hâkim,
Dâre Kutni ve Beyhâkî'nin rivayet ettikleri şu hadîs delildir:
«Peygamber SattaTlahü
aleyhi ve sellem'e Arafatta vakfede İken, Necİdlilerden bîr takım insanlar
gaîcrek: Hac nasfl (tamam olacak) diye sordular. Resûlüllah (S.A.V.) de :
— Hac Arafat'tır. Kim
MüzdeÜfe gecesi sabah namazından evvel gelirse haccı tamam olmuştur;
buyurdular.»
Ebu Davud'un bir
rivayetinde :
«Fecir doğmazdan önce
kim Arafata yetişirse hacca yetişmiştir.» denilmiş; Dâre KutnVnin rivayetinde: ,
«Hac Arafattır; hac Araf attır»
buyruimuştur.
Cumhur : «Bilhassa
Dâre Kutnî'nin rivayeti iddiamızı ispat hususunda sarihtir» diyorlar, îbni
Abbas ile diğer ulemânın delillerine Cumhur cevap vermiş ve : «Kim
Müzdelife'ye yetişemezse onun haccı yoktur» hadîsi tevile ihtimallidir. Yani
kâmil hac demektir. Sonra bu ziyâde Ebu Cafer-i Ukayli'nin rivayetidir ki,
inkârı hususunda bir cüz kitap telif edilmiştir» demişler Âyet için de: «Bu
âyet yalnız meş'ar-ı haram'da zikri emrediyor. Onun rükün olduğuna delâleti
yoktur» mütâlâasında bulunmuşlardır.[863]
777/623- «Ömer
radıyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Gerçekten müşrikler
{Müzdelife'den) güneş doğuncaya kadar akın etmezler ve : Aydınla ey Sebîr;
derlerdi. Ve şüphesiz Peygamber Saîîallahü aleyhi ve sellem onlara muhalefet
etti de, güneş doğmazdan evvel akın etti.»[864]
Bu hadîsi, Buhârî
rivayet etmiştir.
Sebîr : «Müzdelîfe»de
bir dağdır. Mekke dağlarının en büyüğü budur. Buhârî'nin bir rivayetinde
hadîs:
«Aydınla ey Sebîr,
koşalım diye» ziyâdesini hâvidir. Bu
hadîsi îsmâiîî ve îbni Mâce tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerif,
ifazanın yani Müzdelife'den akın etmenin güneş doğmazdan evvel meşru olduğuna
delildir. Sabahın son derece aydınladığını bildiren Câbİr hadîsi yukarda
geçti.[865]
778/624- «Ibni
Abbas île Üsâme b. Zeyd radıyaTlahü anhüm'âen rî-vâyet edilmiştir. Demişlerdir
ki : Peygamber Salîalîahü aleyhi ve sellem cemre-i akabeyi afıncaya kadar,
telbiyeye devam etti.»[866]
Bu hadîsi Buhârî
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerîf, kurban
bayramı günü cemre-i akabe'yı atıncaya kadar telbiyeye devam etmenin meşru
olduğuna delildir. Telbîyenin ilk taşla birlikte mi, yoksa taş atma bittikten
sonra mı kesileceği ihtilaflıdır. Cumhur Ulemâ'ya göre ilk taşla birlikte
telbiye kesilir, İmâm-ı Ahmed'e göre ise, taş atma sona erdiği zaman kesilir.
NesâVnin rivayet ettiği şu hadîs, îmâm-% Ahmed'in delilidir :
cCemreyi atıncaya
kadar telbiyeye devam etti. Döndüğü zaman telbfyeyi kesti» îbni Hüzeyme'nin
Ibni Abbas'dan, onun da, Fadl'dcn rivayet ettiği şu hadîs de îmâm-ı Ahmed'in
delîllerindendir :
«Fadl demiştir ki:
Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem ile Ara-fattan döndüm. Ta cemre-i
akabe'yi atıncaya kadar telbiyeye devam etti. Her taşla birlikte tekbîr
alıyordu. Sonra son taşla beraber telbİyeyî kesti».
Bu hadîs için îbni
Hüzeyme : «Sahîh bir hadîstir» demiştir. Bu hadîs, Ibni Abbas hadîsini îzâh
ediyor ve anlaşılıyor ki hadîsteki: «cemre-i akabeyi atıncaya kadar»
ifâdesinden murâd : Taş atmayı bitirinceye kadar demek imiş. Telbiyenin ne
zaman kesileceği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefîler'e, Şâfiîler'e ve
Mâlikîlere göre ilk taşla birlikte kesilir.[867]
779/625- «Abdullah
ibni Mes'ud radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre, kendisi
(cemretü'l-akabe'yi atarken) beyt'i soluna, Mina'yı sağına alarak cemreyi yedi
ufak taş (dan İbaret) olarak atmış ve :
— Bu, kendisine Bakara
sûresi indirilenin makamıdır; demişti».[868]
Hadîs, müttefskun
aleyh'dir.
Bu keyfiyetin vacip
değil, müstehâb olduğunda ulemâ ittifak etmişlerdir. Bu sözü Ibni Mes'ud
radıydllahü anh : «Taşlar cemrenin üstünden atılır» diyenlere cevâb-ı red
olmak üzere söylemiştir. Sair cemre taşlarının, cemrenin üstünden atıldığı
müftefekun aleyh'dir, Sûre-1 bakara'nın tahsis-i biz-zikr edilmesi, ya «kseri
hac fiillerinin o sûrede zikredilmesinden, yahut da b usûre ekseriyetle
diyanet ve muamelâta şâmil olduğundandır. Ayrıca hadîsde mezkûr sûreye, sûre-f
bakara denilebileceğine işaret vardır. Bâzıları sûre-i bakara denilmesini
mekruh addetmişlerdir.[869]
780/626- «Câbİr
radıyallahü anft'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Resûlül.'ah SdUaUahü
aleyhi ve seUem, cemreyi bayram günü kuşluk zamanı; oncfan sonraki günlerde
ise, güneşin zevalinden sonra attı.»[870]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Cemre-i akafee'nin ne
vakit atılacağına dair yukarda söz geçmişti. Bu hadîs üç yerde atılan taşların
hep güneşin zevalinden sonra atılacağını bildiriyor. Cumhur ulemâ'nın kavli de
budur.[871]
781/627- lbnî
öm«r radtyaîUhü anhüma'âan rivâyef edildiğine gör«, kendisi aşağıdaki cemreyi
yedî taş olarak atar; her taşın arka-ctndan tekbîr alırmış. Sanra Herde düze
çıkar ve kıbleye ka?şt dönerek susun aeman ayakta kahr, tîuâ eder ve ellerin?
kaldırırmış. Bu-dan son-orSa cemreyi atar, scsru-a sö5u tutarak düz çıkar ve
kıbleye k-arş? ayakta dsiFur; sonra dyâ eder vs ellerini kaldırır; uzun zaman
ayaHa kalırmış. Bandan sonra zgft'E-Âkabe cemresini vadinin îdinden atar,
orada durmazmış. Sonra çejr gidsr ve: Resûiiillah SaUallahü aleyhi ve sellemi
böyle yaparken gördüm; dermiş.[872]
Bu hadîsi, Buh&r!
rivayet etmiştir.
Aşaği cemre; mescid-i
hayf'e yakındır. Kurban bayramjnın ikinci günü cemre taşı atmaya evvelâ buradan
başlanır.
Hadîs-i şerîf, yukarda
geçen bâzı hadîslerin delalet ettikleri: Har cemrede yedi taş atma, ve her taşı
atarken tekbîr alma mes'elelerine delâlet ediyor. Ziyâde olarak bunda iki
cemrede taglan attıktan sonra kıbleye dönerek uzun zaman ayakta dua
edileceğine delâlet vardır. Ayakta durmanın miktarını îbni Ebi geybe'mn sahih
bir isnad-la tahrîc etüği bir hadîs beyân etmiştir. Bu hadise göre ıbnf Ömer
(R. A.) hazretleri iki cemrede sûre-î bakara'yi okuyacak kadar durur, ve duâ
ederken ellerini kaldmrnuş. îbni Kudâme (—744) : «Bu bâb&a ihtilâf
bilmiyoruz. Yalnız Mâfflc'in duâ ederken eî kald?.rma3-dığı rivayet ediliyor»
demiştir. Buradaki !bni Ömer hadîsi îmâm-% Mâliktin aleyhine delildir.[873]
782/628- «{yine) İbn? Ömer radtyallahü anh'den rivayet
edildiğine göre; Resûlüllah SaUalîahü aleyhi ve sellem:
— Allah'ım, tıraş olanlara rahmet buyur; demiş. As
— Ya
saçîarını kssaltarUar (ne olacak)
Yâ ResûSüîlah? demişler:
— Saçlarını
kssaîtanlara da» buyurmuşlardır.»
[874]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Tiraf olanlardan
maksad: Hac veya omra'dan çıkanlardır. Musannif merhum «Fethitil-Bâri-» de :
«Resûlüllah Saîlallahü aleyhi ve settem'e sual soran ashabın kim olduklarını
bunca dikkatle araştırmama rağmen hadîsin hiç bir tarîkinde bulamadım.» diyor.
Hadîsin zahiri,
Resûlüllah (S.A.V.)'in tıraş olanlara iki defa duâ ettiğini, üçüncüde bunlara
atıf suretiyle saçlarını kısaltanları da kattığını gösteriyor. Bâzı
rivayetlerde tıraş olanlara üç defa duâ ettiği sonra bunların üzerine saçlarını
kısaltanları da atfeylediği zikrolunmuştur.
Resûlüllah (S.A.V.)'in
bu duâayı nerede yaptığı ihtilaflıdır. Bâzılarına göre Hudeybiye omra'sında,
diğer bâzılarına göre de haccetü'l-Vedâ'da yapmıştır. Imamü'l-Haremeyn
(419—478) Hudeybiye'de yaptığına cezmen kail olmuş; Nevevî (631—676) ise
Haccetü'l-Vedâ'da yapmış olduğunu kuvvetli bularak : «Sahîh ve meşhur olan
budur» demiştir. Kadı îyâz (476—544): «Her iki yerde duâ etmiştir.» diyor ,bu
söz için Nevevî «İhtimalden uzak değildir» demektedir. ibni Dakİkü'l-îyd (625—702)
dahi buna benzer bir mütalâa ileri sürmüştür. Musannif: «Müteayyin olan budur.
Çünkü bütün rivayetler bu hususta biri birini tutmaktadır» diyor.
Hadîs-i şerif, tıraş
olmakla saç kısaltmanın her ikisinin meş-rûiyyetine, fakat tıraş olmanın efdâl
olduğuna delildir, tmâm-ı Mâlik (93—179) ile Ahmed İbni Haribel ve diğer bâzı
zevata göre, bütün kafayı tıraş ettirmek vaciptir. Bâzılarına göre ,bütün
kafayı tıraş ettirmek vacip değil, efdâldir. Yoksa en az bir miktarı tıraş etmek
kâfidir. Hanefiler başın dörtte birinin, diğerleri yarısının tıraş edilmesi
lüzumuna kail olmuşlardır. Hattâ: «Üç kıl, bir kıl tıraş etmek kâfidir»
diyenler de bulunmuşlardır.
Elhâsıİ, her mezhep
imamına göre ,abdestte başa ne miktar meshe-dilecekse, tıraş için de o miktar
kâfidir.
Kısaltmanın miktarına
gelince, bâzılarına göre parmak ucu kadar olmalıdır; «Daha azı kâfidir»
diyenler de vardır. Bütün bunlar erkekler hakkındadır. Bir de tıraş olmayı saç
kısaltmaya tefdil ve tercih, hacc-ı ifrad ile omra yapanlara göredir. Temettü*
yapanları Peygamber (S.A.V.) tıraş olmakla, saç kısaltmak arasında muhayyer
bırakmıştır. Nitekim Buhârî'nin bir rivayetinde zikredilmiştir.
Kadınlar hakkında
meşru olan bilittifak saç kısaltmadır. Zîrâ Ebu Dâvud, İbni Abbas (R. A./dan şu
hadîsi tahrîc etmiştir :
«Kadınlara tıraş olmak
yoktur. Kadınlara ancak saç kısaltma
vardır.» îmâm-ı Tirmizî (200—279) Hz. Ali (R. A./dan:
Kadınm başını tıraş
etmesini yasak ettiğine dair bir hadîs rivayet eder. Bilfarz tıraş etse,
Şâfiîler'den bâzılarına göre, kâfi, lâkin mekruhtur.[875]
783/629- «Abdullah
ibnl Amr ibni As radıyallahü anhüma'dan rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah
Sallallahü aleyhi ve sellem, veda haccında (bayram günü öğleden sonra) hayvanın
üzerinde cemrede hutbe okuyarak) durmuş; ashap kendisine sual sormaya başlamışlar.
Bir adam :
— Bilemedim ve kurban kesmeden tıraş
oluverdim; demiş. Resûlüllah Saîlalîahü aleyhi ve sellem :
__ Kes günâh yoktur;
buyurmuşlar. Bİr başkası daha gelerek :
— Bilemedim ve cemre-i
akabe'de taşları atmadan deveyi boğaz-layıverdim; demiş. Resûlüllah Saîlallahü
aleyhi ve sellem (ona da):
__ At günâh
yok; buyurmuşlar (hâsılı) o gün (zamanından) evvel veya sonra
yapılmış neler sorulmuşsa hep — Yap
günâh yok; buyurmuşlardın.[876]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Musannif merhum
buradaki sual soranların dahi bunca araştırmalara rağmen isimlerini
bulamadığım söylüyor.
Hacılara kurban
bayramı günü yapılacak dört vazife vardır: Cemre-î akabe'de taş atmak, hedy
kurbanını kesmek, tıraş olmak veya saç kısaltmak, tavâf-ı ifaza. Meşru olan
tertip budur. Resûlüllah (S.A.V.) de haccında böyle yapmıştır. Sahîheyn'de şu
hadîs vardır :
«Peygamber Saîlallahü
aleyhi ve sellem smreye giderek taştan affı. Sonra Mina'dakİ menziline gelerek
deve beğasladı. Ve berbere :
— (sacımı) a!; dedi.»
Mutlak surette hac
için böyle yapılacağında >nizâf yoksa da, kıran hacet'm yapanlar için bâzı
fukahâ: «Tavaf etmeden tıraş olamaz» demişlerdir.
Hadîs-i şerif, zikri
geçen şeylerin biri birine takdim ve tehirinin câ iz olduğuna delildir. Fakat
uiemâ bu bâbda ihtilâf etmişlerdir. Hadîs ulemâsı ile l*nâm-t Şafiî ve diğer
bâzı uiemâ hadîste zikri geçen şey-lerm bîri birinden evvel veya sonra
yapılması caiz olup, terkinden dolayı kurban icap etmiyeceğine kail
olmuşlardır. Çünkü Peygamber (S.A.V.) sorana «p*ünâh yok» buyurmuşlardır. Bu
kelime hem günâ-hm, hem de fidyenin lâzım gelmiyeceğinde zahirdir.[877]
784/630-
Mîsver b. Mahreme[878]
radıyallahü anh'den rîvâyeJ olunduğuma gere; Resâlüllah SaUallahü aleyhi ve
seMem, tıraş olmazdan önce deve boğazlamış; ashabına da bunu emretmiştir»[879]
Bu hadîsi, Buharı
rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif, tıraş
olmadan kurban kesmenin caiz olduğuna delildir. Bu cihet bundan evvelki
hadîşde de görülmüştü. Bâzıları : «Misver hadîsi, Peygamber {S.A.V.)'in
Hudeyblye omrası esnasında muhasara edildiği zaman ,kurban keserek Htll'e
çıkmasını yani fîîl-î Resûf'ü haber veriyor.» derler. Buharı bunun için ayrıca
bir bâb tahsis etmiş; ona emuhasara esnasında tıraş olmadan kurban kesme babı»
demiştir. Butıârî bu tertibin muhasara zamanına mahsus olmak üzere vacip
olduğuna işaret ederek, hadisi «Kitâb-ü şurut» ta uzun uzadıya rivayet
etmiştir. Mezkûr hadîste RsûlüElah (S.A.V.)'in ashâb-i kirâm'ına :
«Kalkın develerinizi
boğazlayın; sonra tıraş olun» buyurduğu zikir olunur.
Musannifin bu hadîsi
«İhsâr babı» nda zikretmesi daha iyi olurdu.[880]
785/631- Âİşe
radıydUahü anha'âan rîvâyeî olunmuştur. Demişflir ki: Resûlüllah SaUallahü
aleyhi ve sellem:
— Taşları attınız ve
tıraş oldunuz mu artık sie güzel koku ve herşey helâl olmuştur. Yalnız
kadınlar müstesna; buyurdular».[881]
Bu hadîsi, Ahmed ile
Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. İsnadında zaaf vardır.
Çünkü râvîleri
arasında Haccac ibni Artat varan, imûlal. Haccac'dan olmak üzere başka
tarîkleri de vardır. Hadîs-i şerif, Hlll'e çıkmanın iki şeyle yani cemre-* afcabe'de
taş atmak ve bir de tıraş olmakla meydana geleceğine delildir. Bu iki şey
ihramlıya kadınlardan maada her şeyi helâl kılar. Cima* ise ancak tavaf-ı
ifazâ'dan sonra helâl olur.[882]
786/632- «!bnî
Abbas radıyaM&hü anhüma'dan rivayet-Eundufiuna göre; Peygamber SaUallahü
aleı/hi ve sellem:
— Kadınlara tıraş
olmak yoktur. Onlar ancak saç kısaltırlar; buyurmuştur.»[883]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
güzel bir isnadla rivayet etmiştir.
u hüküm az yukarda
İbni ûmnr hadisinin şcriarJ2 görüldü.[884]
787/633- İbnİ
Ömer radıyallahü anhüma'dan rivayet olunduğuna göre; Abbas ibni Abdülmuttalİp
radıyallahü anh sakalığı dolayısıyla Mİna gecelerinde Mekke'de gecelemek için
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve selîem'öen izin istemiş, Resûlüiiah Sallallahü
aleyhi ve seUem de kendisine İzîn vermiştir.»[885]
Hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Hazreti Abbas (R.A.)'m
sakalığı zemzem'de idi. Geceleri zemzem suyunu kuyudan çekerek havuzlara
doldurur, sebil yaparlardı.
Hadîs-i şerif, kurban
bayramının ikinci ve üçüncü gecelerini Mina'-da geçirmenin vacip olduğuna
delildir. Ancak özürlüler bundan müstesnadır, îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel'in bu
kavle zâhip olduğu rivayet edilir. Hanefîler'e göre Mina'da gecelemek
sünnettir. Bâzıları bu hükmün Hz. Abbas'a mahsus olduğuna, diğer bâzıları ise
hem Hz. Abbas'a, hem de diğer ihtiyâcı olan sakalara' şâmil olduğuna
kaildirler. îmâm-ı Şafiî'ye göre suya kıyâsen şâir yiyeceklerle, malını muhafaza,
hastasını tedavi gibi şeyler de bu hükümde dâhildir.[886]
788/634-
«Asım b. Adiyy[887]
radıyallahü anh'öen rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve
seîlem, deve çobanlarına Mina'da gecelememek İçin ruhsat vermiştir. Bunlar
bayram günü cemre-i aka be taşlarını atar, sonra üçüncü günü her iki gün İçin
taş atarlar. Sonra dördüncü gün taş atarlar.»
Bu hadîsi, Beşler rivayet
etmiştir. Tîrmîzî ile İbni Hibban onu sa-hîhlemişlerdir.
Hadîs-i şerîf,
özürlülere Mina'da gecelememek caiz olduğuna ve bu işin Abbas (R. A.) ile onun
sakalığına mahsus olmadığına delildir. Şu halde bir kimse sakalık yapsa zemzem
sakalarına caiz olan herşey ona da caiz olacak demektir. «Üçüncü günü her iki
gün İçin taş atarlar» cümlesinden murâd: İkinci gün gelmeyip, o günün taşlarını
da üçüncü gün atmaktır.[888]
789/635- «Ebu
Bekre radıyallahü ank'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüllah Sallallahü
aleyhi ve sellem, bize kurban bayramı günü hutbe okudu... ilâh.»[889]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerîf, bayram
hutbesinden başka bir hutbenin kurban bayramı günü meşru olduğuna delildir.
Çünkü Peygamber (S.A.V.) haccı esnasında bayram namazı kılmamış; bayram hutbesi
okumamıştı. Hac'ta meşru olan hutbeler HanefîSer'le Mâlikîler'e göre üçtür:
Bunların birincisi yedi zilhicce günü, ikincisi arefe günü, üçüncüsü de kurban
bayramının ikinci günüdür. îmâm-ı Şafiî (150—204) bayramın ikinci günü okunan
hutbeyi üçüncü güne nakletmiş, buna sebep olarak ikinci günün nefr yani dağılma
günü olmasını göstermiştir.
Şafiî'ye göre dördüncü
bir hutbe de kurban bayramı günü okunur. Fakat bunu Hanefîler'Ie Mâlikîler
hutbe değil, umumi tavsiyeler ve nasihatlar mâhiyetinde telâkki ederler. Çünkü
böyle tavsiyeler hac'ta meşrudur. Bu tavsiyeler meyâmnda şunlar da vardır :
«Fahrî Kâma*
Saîlaîîahü aleyhi ve sellem bize ;
— Bugünün hangi gün olduğunu bitirmişiniz? dedi,
Allah ve Resöiü daha İyi hlllr; dedik. Buıu.n üzerine sustu. O derece kî: O
güne adından başka bîr ad takacak zannettik. Müteakiben:
— Kurban bayramı günü çleğil mi?
— Evet Öyle; dedik.
— Bu ay hangi aydır? «tedi. Biz:
— AHah ve Resulü daha İyi bHIr dedik; derken
sustu. O derece d® ki, ona admdan başka bir ad tskasak zannettik. Sonra:
— Zilhicce değiî rni?
dedi. B\%:
— Evet öyle; dedik.
— Bu belde hangi beldedir? dedi. Bî*;
Allah ve Resulü daha
iyi bîür; dedik. Derken yine susiu, O deerce ki ona adından başka bir ad
takacak ^anneitîk. Nihayet:
— Belde-i haram değil rni? dedi.
— Evet, öyledir; dedsk. Sunun üzerine:
— Hiç şüphe yok ki
sizin kanlarınız, mallarınız, size şu beldenizde, şu ayınızda, şu
gününüzün hürmeti gibi Rabbinize
kavuşacağınız güne kadar haramdır.Dikkat edin. Tebliğ ettim mi? buyurdular.
Ashap:
— Eveî; diye cevap verdiler.
— Allah'ım şahid ol.
Burada olan olmayana tebliğ edi-versin. Z\râ nice tebliğ edüen vardsr ks,
işitenden daha belleyişiidsr. İmdi benden sonra bîri birinizin
boynunu vuran kâfirler olmaysn; buyurdular.»
Bu hadîsi, Buhârî
tahrîc etmiştir.
îbni Kayyım (691—751):
O günkü hutbe hakkında gunları söylüyor : «Sonra Mîna'ya dönmüş ve nâs£ beliğ
bîr hutbe okuyarak ken-ûllerlne kurban gününün hürmetini ve ind - Allah
faziletini; Mekke'nin bütün beldeler üzerine hürmetini bildirmiş; Allah'sn
kitabıyla kendilerin! îdâre edenlere karşı itaatkâr olmalarını ve keza ,hae
ibâdetlerini kendisinden Öğrenmelerini nâs'a emretmiş : «İhtimal ben bu yıldan
sonra haccedemem» demiş; muhacirlerle ensâra rütbelerini göstermiş; nâs'a
kendisinin irtihâlînden sonra birbirlerinin boynunu vtı* ran kâfirler
olmamalarını ;kendisinden İşitHenlerin başkalarına telilî-9İnî emretmiş, birçok
tebliğ edilenlerin işitenlerden daha Sarım haber vermiş ve : «Cani ancak kendine cinayet eder»
buyurmuştur. Aliah
nâs'ın kulaklarını Resûlüllah (S A.V.}' dinlemsye açmış hattâ bu hutbeyi
Mİna'da oturanlar evlerinde İşifmişferdir.d Zişân (S.A.V.) ashabına :
— Rabbinize ibâdet
edin; beş vaktinizi kılın, orucunuzu tutun; hükümdarlarınsza itaat edin ki,
Rabbinizih
cennetine gîresiniz»
buyurmuşlardır. Peygamber (S-A.V,) nâs'a o zaman veda ettiği için bu hacca,
Haccetü'E-Vedâ dediler.»
Babımızın hadîsi,
bside i haram denilen Mekke'yi, kurban bayramı gününü ve zilhicce ayını ta'zime
şâmil olduğu gibi, kan dökmeyi, baş-kasıran mahna göz dikmeyi, müslümanlar'm
biri birine tutmasını vesâi-reyi de yasak ediyor. Bayramın ikinci günü okunacak
hutbeden maksad da bunlardır.
Hâsüı, Fahr-î Kâinat
(S.A.V.) efendimizin haccetü'l- veda hutbeleri bugünkü İnsan haklan beyannamesî'ni
gölgede bırakacak kadar güzeldir.[890]
790/636- «Serra'1
biniî Nebhân radıyallahü anha'dsn rivayet ediimi$-*îr. Demiştir ki: Resûlüllah
BallaMahü aleyhi ve sellem, kurban bayra-mmın ikinci günü bîze hutbs «k»du. ve
:
— Bu, teşrik
günlerinin ortası değil mi? îfâh... büyürdular.[891]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud
hasen bir isnadla rivayet etmiştir. Bu hutbe Resûlüllah (S.A.V.)'in dördüncü
hutbesidir. «Yevm-i ruüsa kurban bayramının ikinci günüdür.
Hadîs-i şerif, bayram
gününün teşrik günlerinden olduğuna delildir. Teşrik günlerinin ortası, o
günlerin en faziletlisi olmak ihtimâlini haizdir. Serra' hadîsinin tamamı da
az farkla yukarda zikrettiğimiz Buharı hadîsi gibidir.[892]
791/637- «Âişe
radıyattahü anha'dan rivayet edildiğine göre. Peygamber Solldllahü aleyhi ve
sellem, kendisine :
— Beyt-i şerîf ile
Safa ve Merve arasındaki tavafın, haccm ve omran için sana yeter;
buyurmuşlardır.»[893]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Hac ile omra'ya birden
niyet etmeye kıran derler. Hadîs-i şerif, hacc-ı kırana niyet eden için bir
tavaf ve bir sa'y kifayet edeceğine delildir. Ashâb-ı kîrâm'dan bir cemâat ile
eimme-i selâse denilen üç mezhep imamlarının ve diğer bâzı ulemâ'nın mezhebi
budur. Haneîîler'le bâzı ulemâ'ya göre ise, kıran için behemahal iki tavaf ve
iki sa'y lâzımdır.
Delilleri: «Hac ve omrayı Allah için tamam layın» âyet-i
kerîmesidir. Bunlar Hz. Ali (R. A.) ile SaH b. Mabed'den rivayet edilen
hadîslerle ve ashâb-ı kirâm'm en büyüklerinden olan Ömer, Ali, ibni Mes'ud ve
İmran ibni Hüseyn (R.anhüm) hazarâtı-nm kavi ve fiilleriyle istidlal ederler.[894]
792/638- «İbni
Abbas radtydllahü anhüma'dan rivayet olunduğuna göre. Peygamber Sattollahü
aleyhi ve settem, tavâf-ı ifaza yaptığı yedî şavtta remel yapmamıştır.»[895]
Bu hadîsi, Tİrmizî
müstesna, Beşler rivayet etmiştir. Hâkim onu sahîhlemiştir.
Hadîs-i şerîf,
tavaâf-i ifazada remel ile yürümenin meşru olmadığına delildir .Cumhur
ulemâ'ya göre remel ile yürüyüş tavâf-ı kudüm'de meşrudur.[896]
793/639- «Enes
radıyallahü anh'âen rivayet edildiğine göre. Peygamber SallaUahü aleyhi ve
seMem, öğleyi, ikindiyi, akşamı ve yatsıyı kılmış, sonra Muhassab'da hafif bir
uyku çıkarmış, ondan sonra (hayvanına) binerek beyt-i şerife gitmiş ve onu
tavaf etmiştir.»[897]
Bu hadîsi, Buhar!
rivayet etmiştir.
Muhassab: Ebteha
bitişik bir yerdir. Hadîsteki tavaftan murâd: Tavâf-ı veda'dır. Bu tavaf
üçüncü teşrik gününde olmuştur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) ikinci gün öğleden
sonra taşlarını atmış ve öğle namazını Muhassab'a varıncaya kadar
geciktirmişti. Orada günün namazlarını hadîste zikredildiği veçhile kılmıştı.
Ulemâ tahsib'in yani Muhassab'da konaklamanın sünnet olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir. HaneHfer'le diğer bâzı ulemâya göre sünnettir. Bâzılarına göre
sünnet değildir. Orası sadece Peygamber (S.A.V.)'in konakladığı bir menzildir.
Bu işi ondan sonra ona uymuş olmak için hülefâ-İ Râşİdîn de yapmışlardır, ibni
Ab-bas'a göre Tahsib müstehap bir ibâdet değildir. Hz. Âişe (R. anhaynvn
mezhebi de budur. Nitekim aşağıdaki hadîste görülecektir.[898]
794/640- «Âişe
radıyallahü anha'dan rivayet olduğuna göre, kendisi bunu yani Ebtahfa
konaklamayı yapmaz; ve «Oraya Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, ancak ve
ancak (Mekke'den) çıkmasına en elverişli bir yer olduğu için indi» dermiş.»[899]
Bu hadîsi, Müslim
rivayet etmiştir.
Resûlüllah (S.A.V.)'in
oraya inmesi bâzılarına göre, dinini kuvvetlendirmek ve keli'mefuliah'ı
meydana çıkarmak suretiyle Allah'ın kendisine ihsan ettiği ni'metleri
göstermek içindir. Çünkü Kureyş vaktiyle Benî Hâşîm'e bu yerde boykot ilân
etmiş; onlarla alâkayı kesmek için birbirlerine yemin vermişler; boykot
ettiklerine dâir bîr de beyanname yazmışlardı. Resûlüllah (S.A.V.)'in oraya
inmesi bu hikmete mebnî ise, Allah'ın nimeti bütün müslümanlar'a âmm ve şâmil
olduğundan ümmetin hacılarının da kıyamete kadar o yerde konaklamaları münâsip
olur. Nitekim Hanefîler'e göre, tünnet'tîr. Hz. Ömer (E. A.)'dan da sünnet
olduğu rivayet olunmuştur.[900]
795/641-
ibnî
Abbas radvyaUakü anhvma'ûan rivayet olunmuştur. Demîşfîr kî: Nâs son
vazifelerinin beyt (i tavaf) olmasına emir aldılar. Şu kadar var ki, hayzlıya
tahfif olundu.»[901]
Bu hadîs, müttefekun
aleyh'dir.
Nâs'a olsun, hayzhlara
olsun emri veren Peygamber (S.A.V.)'dir. Yalnız fail malûm olduğu için, râvi
sigayı meçhule değiştirmiştir. Maa-mâfîh malûm sigasıyîa rivayeti de vardır.
îmâm-t MüsUm ile îmâm-% Ahmed ibni Hanbel onu İbni Abbas (R. A./dan malûm
sigasıyla tah-rîc etmişlerdir. Hadîsin lâfzı şudur :
her taraftan çeküâp
gidiyorlardı. Sunun üzerine Peygamber
(S.A.V,) :
— Son vazifesi beyt-i
tavaf olmadıkça hiç bir kimse gitmesin; buyurdular.»
Bu hadîsi tavâf-ı
vedâ'ın vacip olduğuna delildir. Cumhur ulemâ'-mn kavli de budur. İmâm-% Mâlik
ile diğer bâzı ulemâ'ya göre, tavâf-ı veda vacip değildir. Bunlar: «vacip olsa
hayzhdan sakıt olmazdı» diyorlar. Kendilerine şöyle cevap verilmiştir.» Tahfif
vacip olduğuna delildir. Çünkü vacip olmasaydı .tahfif kelimesini kullanmazdı.
Binaenaleyh: hayzîıya tahfif olundu; demek, ona vacip değildir, demektir.»
Hayzlı kadın, tuhrunun
(temizlik günlerinin )gelmesini beklemez. Tavâff-ı vedâ'ı terk ettiği için
kendisine kurban kesmek de îcâp etmez. Çünkü esasından sakıt olmuştur.
Tavâf-ı vedâ'ın zamanı
: Kurban bayramının üçüncü günüdür. Ulemâ bunda müttefik iseler de daha önce
ve sonra yapılmasında ihtilâf etmişlerdir. Bu tavaf, hac ibâdetlerinin en
sonuncusu olduğundan, daha önce yapılmaması yapılırsa caiz olmaması gerekir.
Daha sonra yapılması bâzılarına göre caiz değildir. Tekrar tavaf icâp eder.
îmâm-t Âzam Bbu Hanîfe (80—150) 'ye göre sonra yapmak caizdir. Tekrar tavafa
lüzum yoktur. Omra yapana tavâf-ı vedâ'ın meşru olup olmadığı dahi
ihtilaflıdır. Sevrî'ye göre : Omra yapana da meşrudur. Yapmazsa kurban kesmek
lâzım gelir.[902]
796/642-
«İbni
Zübeyr[903] radıyallakü anhüma'âsr-
rîviytf oSun-muştur. Demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyU ve selîem :
-Benim şu mescidimde
(kılman) bir namaz, başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha efdâldir.
Yalnız mescid-i haram müstesna. (Çünkü) mescid-i haramda kılınan bir namaz
benim şu mescidimde kılman namazdan yüz kere daha faziletlidir; buyurdular.»[904]
Bu hadîsi, Ahmed
rivayet etmişdir, İbni Hibban onu sahîhlemıştir.
îbniMâce (207—275) ile
İbni Asâkir (499—571)'in Hazret! Enes (R. A.den tahrîc ettikleri bir rivayette şöyle
buyrulmaktadır :
«Benim mescidimde bir namaz,
elli bin namaza muâdildir.» Fakat bu hadîsin isnadı zayıftır. îmâm Ahmed ibni
Hanbel'm İbni Ömer (R.A.y&en rivayetinde lâfzı şöyledir :
«Mescid-i haramda bir
namazda başkalarında kılınan yüzbin namazdan efdâldir.»
Hz. Câbir'den gelen
bir rivayette: «YÜZ bin» yerine «bin» denilmiştir. Tdberânî (260—360)'nin
Ebu'd-Derda (R.A.)'dan rivayet ettiği bir hadîste şöyle buyrulmuştur :
«Resûlüllah SaUdllahü
dleyM ve sellem : Mescid-i haramda kılınan bir namaz, yüz bin namaza, benim
mescidimde kılınan bir namaz, bin namaza, Beyt-i mukaddeste kılınan bir namaz,
beş yüz namaza muâdildir; buyurdular».
Bu hadîsi, İbni
Abdü'l-Berr (368—463) Bezzar tarikiyle rivayet etmiş; ve: «Bu güzel bir
isnaddır» demiştir. Ebu'd-Derda hadîsiyle Ibni Zübeyr hadîsi mânâca birdirler.
Çünkü bu hadîste mescid-i haram'da kılınan namazın yüzbin namaza muâdil olduğu
zikrediliyor. İbni Zübeyr hadîsinde de mescid-i haram'da kılman namazın
Peygamber (S.A.V.)'in mescidinde kılınandan yüz kere daha faziletli olduğu
bildiriliyor. O hadîste Resûlüllah'ın mescidinde kılınan bir namazın bin namaza
bedel olduğu beyân olunduğuna göre, mescid-İ haram'da kılınan bir namaz yine
yüz bin namaza muâdil olur.
îbni Hazm (38Jf—Jf56):
«Bu hadîsi İbni Zübeyr, Ömer ibni Hat-tap'tan, sıhhatca güneş gibi bir senedle
rivayet etmiştir. Sahâbe-i kî-râm'dan bu bâbda muhalif de bulunmadığından adetâ
icmâ hâsıl olmuştur. Hadîs, sahabeden bir cemâat tarafından bir çok lâfızlarla
rivayet edilmiştir. Benim muttali olabildiğime göre, sahabe râvilerin sayıları
onbeştir» diyor.
İbnî Zübeyr hadîsîyle
o mânâdaki diğer hadîsler mescid-i haram ile mescid-i Nebevi'nin bütün dünyâ
moscidlerinden efdâl olduklarına ve bu iki mescidin kendi aralarında da
faziletçe biri birinden farklı bulunduklarına delildir. Görüldüğü veçhile kat
sayıları muhteliftir. Bunların büyük olanı kendinden küçük olan sayının muteber
olmayacağına delildir. Çünkü nâss sarihtir.
Acaba Resûlüllah
(S.A.V.)'in efdâl olduğundan bahsedilen mescidinden murâd o günkü mescid
midir; yoksa sonradan genişletilen haline de şâmil midir? Bu cihet
ihtilaflıdır. Ve her iki şıkka kail olanlar vardır. Bilhassa mescid-i Nebevi
ne kadar genişletirilse genişletilsin, yine de mescid-i Resûlüllah (S.A.V.)
olmakta devam edeceğine dair birçok hadîsler rivayet edilmiştir. Bu hadîslere
göre, ziyâde edilen yerde de aynı eski mescid gibi fazilet vardır. Lâkin mezkûr
hadîslerin hiç biri delîl olacak kuvvette değildir. Bu sebeple onlardan
örnekler almadık.
Sonra Mekke ve Medine
mescidlerinde kılman hangi namaza hu sevabın verileceği de ihtilaflıdır.
Bâzılarına göre meselâ : Mesdd-İ Nebevi'de kılman namaz, farz da olsa, nafile
de olsa, vaâd edilen sevap verilir. Diğer bâzılarına göre büyük sevap yalnız
farzlara mahsustur. Bir takımları : «Nafileleri evde kılmak daha sevâplı ise de
mescid-i ha-ram'la, mescid-i Nebevî'de kılınan nafileler için sevaplar kat kat
verilir» demişlerdir.
Sevap katlaması,
yalnız namaza mahsus da değildir, tmâm-ı Gazali (450—505): «Medine'de yapılan
her amele bin kat sevap vardır» der. BeyhaM (384—458) Câbİr (R. A./dan şu
hadîsi tahrîc etmiştir:
«ResulüMah {S.A.V.) :
— Benim şu mescidimde
kılınan bir namaz, başka mescidlerde kılınan bin namazdan efdâldir. Yalnız mescid-i
haram müstesna. Benim şu mescidimde kılman cuma, başkalarındakılınan bin
cumadan efdâldir. Yalnız mescid-i haram müstesna ve benim şu mescidimde (geçirilen)
ramazan ayı başkalarında geçirilen bin ramazan ayından efdâldir. Yalnız
mescid-i haram müstesna; buyurmuşlardır.»
Buna benzer bir hadîs
Ibnî Ömer (R. A./dan rivayet edildiği gibi yine buna yakın bir hadîsi Taberânî
«El-Kebîr» inde Bilâl ibni Hars (R. A./dan rivayet etmiştir.[905]
Hasr: Menetmektir.
Ihsar: hastalık, acz ,korku ve benzeri bir şeyin haccı tamamlamaktan men
etmesidir. Bazılarınca haccı ikmal edememek düşman korkusundan ileri gelirse
ona hasr derler: «Hasr'la ihsar'-ın ikisi bir mânâyadır» diyenler de vardır.[906]
797/643- lbni
Abbss radıyattahü anküma'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki; Resûlüllah
Salîaîldhii aleyhi ve seUem, muhasara edildi de bâşıru fsraş etti; kadınlarıyla
cima'da bulu hedy kurbanını boğar-ladî.
Ve gelecek sene omra yaptı.»
Bu hadîsi, Buhârî
rivâvet etmiştir.
Ulemâ ihsar'm ne ile
olacağında ihtilâf etmişlerdir. Ekserisi düşman ve hastalık gibi hacca mâni
olan her şeyle olacağına kelidirler. Hattâ İbni Rfles'ud (R.A.) bir adamı zehirli
mahlûk ıssrsa, ona muh-sar denileceğine fetva vermiştir. Hanefîler'le diğer
birçok ulemâ'nın kavli budur. Onlarca ihsar, ihtiyarlık, korku vesâirede nâss
ile diğerlerinde kıyasla sabittir. Delilleri: «Eğer muhasara olunursanız^
âyet-i kerîmesidir. Bu âyetin sebeb-i nüzuhü Peygamber (S.A.V.)'in düşman
tarafından muhasara altına alınması ise de usul-i fikha göre âmnı sebebine
münhasır kalamaz, bu babta üç kavi daha vardır:
1— Hasr, Hz.
Peygamber £S-Â.V.)'e mahsustur. Ondan sonra hasr
2— Hasr, Mı.
Peygamber (S.A.V.)'in başına gelen muhasara gibi yerlerde olur. Binaenaleyh
kâfir bir düşmanın muhasarasından başka mâniler hasr'a ilhak edilemez.
3— Hasr,
kâfir olsun, mü'min olsun ancak düşman tarafından olur,
Hudey&îye
kıssasında Resûîüllah (S.A.V.) tıraş olmadan devesini boğazlamişü. Ulemâ
diyorlar ki : ibni Abbas hazretlerinin bu hadîsi tertip ifâde etmez. Zâten İbni
Aobas (R.A,) da ondan tertip kasdetme-miş; ûirf vak'â/ı anlatmak için rivayet
etmiştir.»
(Hedy kurbanını
boğazladı) demesi, orada Peygamber (S.A.V.)'in yanında hedy kurbanı olduğunu
haber vermek içindir. Binaenaleyh bu kurbanm vacip olduğuna de'âlet etmez.
Muhasarada kalan hacıya hedy kurbanı vacip olup olmadığı da ihtilaflı bir
mes'eledir. Ekser, ulemâ'ya göre vaciptir, fanâm-ı Mâlik (03—179): «Vacip
değildir» der. Bâzıları bu mes'eiede Hz. îmâm Mâlik'i haklı bulurlar. Hadîste
«ve gelecek sene omra yaptı» denilmesine bakarak bâzıları: «Muhasara altında
kalan kimse nafile hacca MJe gitse kendisine yine kaza lâzım gelir» diyorlar.
Niyet ettiği hac farz olursa, kazasının vacip olduğunda bütün ulemâ
müttefiktirler.
Bâzüarı da buradaki
\bm Abbas hadîsinde kazayı îcâp edecek bir söz görmüyorlar. Onlarca bu hadîs
sâdece gelecek sene Hz. Peygamber (S.Â.V.J'In omr? yaptığını haber veriyor:
«şüphesiz ki gelecek yıl Re-£Û!iî^@h (S.A.V.) omra yapmiştır. Fakat bu omra
geçen senesinin kazası değil, yeni r r omradır.» dedikten sonra şunu da ilâve
ediyorlar: Mâlik'n talırtc ettiği bîr tebliğe göre, ResûiüHsh {S.A.V.)
Hudeybfye'de ashabı ile birlikte ihramdan çıkmışlar, ve hedy kurbanlarını
keserek tıraş olmuşlar, beyt-l gerîf'i tavaf etmeden; hedy kur-b^nları henüz
.beyt-l çerK'e varmadan herşeyderı helâl olmuşlardı. Kundan sonra Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in yanındakiİerden birine haccı-ni kaza etmesini emir buyurduğu malûm
değildir.» İmâm-ı Şafiî (150 —204) : «Nerede muhasara olundu ise, orada
kurbanını keser ve ihramdan çıkar. Ona kaza da yoktur» diyor. Şafiî hasretleri
bundan sonra şunları söylemektedir: «Çünkü biz ashâfc'm hadîslerinin birbirini
tutmasından anladık ki, Resâİüllah'ın yamnda Hudeybiye yılında tanınmış
avaralar varmış. Bujılar sonra omrsı ka^â'yı yapmışlar. Ve bâzıları mal ve can
zarureti yokken, Medine'ce kalarak omraya iştirak etmemişler. Eğer bunda kaza
îâzım gelseydi, Resûlüllah {S.A.V.) kendisinden ayrılmamalarını onlara
emrederdi». Şafiî hazretleri bundan sonra da omrstu'j kaza'ya niçi"i kaza
denildiğini anlatıyor ve: «Bu omra'ya cmraiu'Skasâ denilmesi, Peygamber
(S.A.V.) ile Kurâyş arasında vuku bulan mukar.ât musâlaha'dan dolabıdır. Yoksa
o omra'nm kazası vacip olduğundan değildir» diyor.
İbnî Abbas (R. A.)
hazretlerinin : «Hedyİni boğazladı» sözü üzerinde de ulemâ ihtilâf-
etmişlerdir. Bâzıları onu, Hudeybiye günü ihramdan çıktıktan sonra
boğazladığına, diğerleri bu işi henüz ihramlı iken yıptı-ğına kail olmuşlardır.
Muhsar bir kimsenin hedy kurbanını nerede keseceği hususunda birkaç kavi
vardır:
1— Cumhur
ulemâ'ya göre bu kurbanı ihramdan çıktığı yerde keser.
2— Henefîler'e
göre, hedy kurbanı yalnız harem-i şerifte kesilir..
3—
İbnî
Abbas (R. A.) ile ulemâ'dan bir cemaata göre eğer hedy kurbanını harem-î
şerîf'e gönderebilirse, göndermesi vaciptir. Yerinde kurban etmedikçe ihramdan
çıkamaz. Fakat harem-i şerife göndere-miyorsa muhasara edildiği yerde keser.[907]
798/644- «Âİşe
radıyallahü anha'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Peygamber Sallallahü
aleyhi ve seüem, Dubaa binti Zübeyr b. Ab-dulmuttalİh'in yanına girdi. Dubaa:
— Yâ Rcsûlüllah ben gerçekten haccetmek
istiyorum. Amma hastayım (ne yapmalıyım) dedi. Peygamber Sallallahü aleyhi ve
seMem ona :
— Haccet ve ; İhramdan çıkmam (hastalığın sebebiyle) beni men
ettiğin yerde olacaktır; diye şart koş; buyurdular.»[908]
Hadîs, mütfcfckun
aleyh'dir.
Hadîs-i şerîf muhrim
ihramı hakkında şart koşar da sonra kendisine hastalık arız olursa, ihramdan
çıkabileceğine delildir. Sahabe ve tâbiîn'-den bir cemâat ile mezhep
imamlarından İmâm-ı Ahmed ve sahîh kavle göre Şafiî'nin mezhebi budur.
Hastalığı da ihsardan sayanlar hastanın muhsar olduğuna kaildirler. Bu hadîsin
zahiri hastanın muhsar olmadığına, yalnız hastalık sebebiyle ihramdan
çıkabileceğine, binaenaleyh muhsar*a lâzım gelen hedy ve şâire buna lâzım
gelmiyeceğine işaret ediyor. Pukâhadan bâzıları: «Iştirat sahîh değildir. Onun
hükmü yoktur.» demişlerdir. Onlara göre Dubaa kıssası muayyen bir vak'a olup,
mevkuftur. Bu hadîs için: «ya mensuhtur, yahut hadîs zayıftır» diyorlar. Fakat
müttefekun aleyh olduğuna göre hadîsin zayıf olmadığı meydandadır. Onu Ebu
Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve diğer büyük hadîs imamları çeşitli yollardan birçok
ashâb-ı kirâm'dan rivayet etmişlerdir.[909]
799/645-
«İkrime'den[910] Haccac İbni Amr Ensârİ
radıyaUahü anh?~ den işitmiş olarak rivayet edilmiştir. Haccac demiştir ki :
Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Bir kimse (n«n bir
yeri) kırılır ve topal Olursa (ihramdan) Hill'e çıkmıştır. Onun üzerine
gelecek sene hac lâzım gelir; buyurdular.»[911]
İkrime şöyle demiştir
: «Bunu İbni Abbas İle Ebu Hüreyre'ye sordum: Doğru söylemiş; dediler».
Bu hadîsi, Beşler
rivayet etmiştir. Tirmizî onu hasen bulmuştur.
Hadîs-i şerîf, ihramlı
bir kimseye bir yeri kırılmak veya hasta olmak gibi bir şey arız olursa derhal
ihramdan çıkmış sayılacağ-ra lîldir.
Görülüyor ki bu babın
üç hadîsi muhlimin üç sebepten biriyle ihramdan £ikacağmı ifâde ediyor. Bu
sebepler : îhsar, iştirat ve kınk-çi-kık gibi şeylerdir.
Buraya kadar
bahsedilen hükümler, ihsardan dolayı haccı kazaya kalanlar hakkındadır.
İhsardan başka bir sebeple hccı kaazâya kalanlara gelince : UEernâ bunlar
hakkında dahi ihtilâf halindedir. Bâzılarına göre hac için yaptığı niyet ve
ihramı omra'ya çevirir, zîrâ Beyhakî : El-Esved* den. şunu tahrîc etmiştir:
«Omra-î hac İçîn niye? edip de hacc-edemîyentn tı& Yapacağım Ömere sordum:
Omra'ya telbiye yapar: Ge-!eçt,k sene onun' isterine hac lâzım gefsr; deds^
sonra: Zeyd ibni SâMt'e rasfbdım. Ona da sordum. O da Ömer'in dediği gibi
söyledi» demiştir, diğer bâzılarına göre: Omra için telbiye yapar ve oncn için
ayrıca ihrama girer. Bir takımları böylesine: «haccı kazaya kaldığı için
hayvan kesmek dü îcâp ederr> derler. Hsnefîler'lc ŞâfîsSer'e göre hayvan
kesmek lazım değildir.[912]
[1] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/5-6.
[2] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/6-7.
[3] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/7.
[4] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/8.
[5] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/8-9.
[6] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/9.
[7] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/9-10.
[8] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/10.
[9] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/10-11.
[10] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/11.
[11] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/11-12.
[12] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/12.
[13] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/12.
[14] Abdullah Müzeni (R.A.) denAbdullah tbni Mugaffel-i
Müzeni: NUkatoft-iSahabedendir. Rıdvan bîatmda bulunmuş, Resûlüllah'm
irtihalinden sonra da Bas-rada ikamet etmiştir. Kendisinden kırk dört hadîs
rivayet edilir. Bahârl ile Müslim dört hadîsin rivayetinde ittifak etmiş, bir
hadîsi de münferiden rivayet etmişlerdir. Hicretin ellinci veya altmışıncı
senesinde vefat etmiştir.
[15] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/13.
[16] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/13-15.
[17] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/16.
[18] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/16.
[19] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/16.
[20] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/16.
[21] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/17.
[22] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/17.
[23] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/18.
[24] Bu ıstılahlar için bak. Selâmet Yollan G. t Sh. U.
V. ye.
[25] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/18.
[26] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/18-19.
[27] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/19-21.
[28] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/21.
[29] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/21-22.
[30] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/22-23.
[31] Birinci Cild Sahife 311'e Müracaat.
[32] Birinci Cild Sahife 329'a Müracaat.
[33] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/23-26.
[34] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/26.
[35] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/26.
[36] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/26.
[37] Sahabe o kimsedir ki; Peygamber fS.A.V.)
efendimizin sohbetlerine yetişmiş ve en az, kendisiyle bir defa sohbette
bulunmuş ola...
[38] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/26-33.
[39] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/33-34.
[40] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/34.
[41] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/34.
[42] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/35.
[43] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/35-36.
[44] Bak birinci Cilt Sahih olup olmayanlara göre hadîs-i
şerifler'in taksimi» bahsine.
[45] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/36-37.
[46] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/37.
[47] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/37.
[48] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/37-38.
[49] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/38.
[50] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/38.
[51] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/38.
[52] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/38-39.
[53] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/39.
[54] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/39.
[55] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/39-40.
[56] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/40.
[57] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/40.
[58] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/40-41.
[59] Muftvvaseteyn: Fel&k ve Nâs sûreleridir.
[60] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/41-42.
[61] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/42.
[62] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/42.
[63] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/42.
[64] Leff-ü Neşr: Bu ıstılah edebî bir tâbirdir ki:
Kur'an-ı Kerîm'de ve Hadîs-İ Şeriflerde çok defa vâkî olmugdur. Belagat Fennine
göre tarifi şöyledir : Leff-ü Neşr : Bir kaç isim yazıldıktan sonra bunların
her birine ait olan sıfat veya fiilleri ayrıca sıralama. Bunun İki nev'i vardır
:
1— Leff-ü Neşr-i
Müretteb : Yazılan bir kaç isimden sonra bunlara ait sıfat veya fiillerin aynı
tertible sıralanması. Kİtablarda Leff-ü Neşr-i Müret-tebe misâl olarak
gösterilen Kasas Sûresinin 73 üncü âyetinin meali:
«Rahmetinden o sizin
için hem geceyi hem gündüzü yaptı ki hem İçinde dinleneseniz ve hem çalışıp
fazlından isteyesiniz de gükredesiniz.
Allahü Teâlâ bu âyette,
önce, geceyle gündüzü Rahmetinden yarattığını bildirdi. Sonra, onları
yaratıgdaki sebebi bildirmek için; gecenin ve gündüzün ne ile mevsuf
olduklarını zikretti.
Böylece; başlangıçda
dürülü (= müleffef) olarak bildirdiği âyetini sonra neşrederek (açarak)
bildirdi. Bildirirken de âyetin başındaki gibi önce gecenin sıfatını, sonra
gündüzün sıfatını zikrederek, Leff-ü Negr-İ Müretteble hükmü beyân etti.
2—Leff-ü Neşr-i
Müşevveş veya Gayr-İ Müretteb : Yazılan bir kaç isimden sonra bunlara ait
sıfat veya fiillerin karışık olarak sıralanması.
Bu mevzuda en mühim eser olan Seyyid Şerif-i Cürcânl'nln «Kitâbü't
-Ta'rîfât» ından Leff-ü Negr hakkındaki yazı aşağıya alındı.
[65] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/43.
[66] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/44.
[67] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/44.
[68] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/44.
[69] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/44-45.
[70] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/45-46.
[71] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/46-47.
[72] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/47-48.
[73] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/48-49.
[74] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/49.
[75] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/49.
[76] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/50.
[77] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/50.
[78] Sûre-i Nisa; âyet : 102.
[79] El-îhtiyâr Cild,
1. Sahife 55, Cemaat bahsi.
[80] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/51.
[81] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/52.
[82] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/52-53.
[83] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/53.
[84] ZEYLAİ FAHRÜDDİN: Ebu Muhammed Osman tbni, Ali Hanefi
fukahasından olup kudretli bir âlimdir. Hicrî 705/M. 1305, tarihinde Kâhire'ye
giderek tedris (ders verme) ile, ifta (fetva verme) ile Hanefî fıkhını neşr
ile meggul olmuştur. Tebyînü'l-Hakaikalâkenzİ'd Dekaik» adindaki eseri, muteber
bir fıkıh kitabıdır.
Zeylâî merhum Hicrî,
743/Milâdî 1342 de vefat etmiştir. Mısır'da «Kare-fe-i Sugra» da medfundur.
Zeyl : Habeş denizi yanında bir beldedir.
[85] Attâbl : Ahmed bin Muhammed bin Ömerü'l - Attabi,
ZâhidÜddin adıyla meşhurdur. Buhara'lıdır. Hanefî fukahasındandır.
(Fakihlerindendir.) 586 yılında Irtihâl eylemiştir, «Tefsîr-i Attâbî» adıyla
bilinen Kur'an tefsiri yazmıştır. Ayrıca «Fetevây-t Attâbî» adıyla bilinen «Cevâimü'l-Fıkıh»
adlı kitabı da meşhurdur. İmam Muhanımed Şeyb&nî'nin Camiü'l-Kebir» ve
«Câmiü'z-Zahir» ziyftdatma zitâdesi vardır. «CevâmiU'l-Fıkıh» 4 büyük cild
halindedir.
(EsmâÜ'l-Müellİfin Cilt: I. Sayfa: 87).
[86] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/53-56.
[87] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/56.
[88] Sûre-i Nisa; Ayet: «142».
[89] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/56-57.
[90] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/57-58.
[91] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/58.
[92] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/59.
[93] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/59-60.
[94] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/60.
[95] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/61-62.
[96] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/62-63.
[97] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/63-67.
[98] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/67.
[99] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/67.
[100] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/67-68.
[101] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/68.
[102] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/69.
[103] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/69-70.
[104] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/71.
[105] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/71-72.
[106] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/72-73.
[107] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/73.
[108] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/73.
[109] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/73-74.
[110] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/74-75.
[111] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/75-78.
[112] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/78.
[113] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/78-81.
[114] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/81.
[115] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/81-83.
[116] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/84.
[117] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/84-85.
[118] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/85.
[119] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/85.
[120] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/85-86.
[121] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/86-87.
[122] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/87.
[123] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/87-89.
[124] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/89.
[125] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/89-92.
[126] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/92.
[127] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/92-94.
[128] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/94.
[129] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/94-95.
[130] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/95.
[131] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/95.
[132] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/95-96.
[133] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/96.
[134] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/96.
[135] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/96-99.
[136] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/100.
[137] Sûre-I Nisa; Ayet : «101».
[138] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/100-102.
[139] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/102.
[140] Bu ıstılah İçin bak; birinci etMdeki «hadislerin
İttisal ve İnkıtaa göre taksimlerine.
[141] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/103-105.
[142] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/105.
[143] Sûre-i Bakara; Âyet: «185».
[144] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/105-106.
[145] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/106.
[146] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/106-108.
[147] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/108-109.
[148] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/109.
[149] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/109.
[150] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/109-112.
[151] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/112.
[152] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/112-114.
[153] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/114.
[154] Macişün : Asıl ismi Ebu Yusnf Y&kûb ibni Ebi
Seleme olup, tabiînin meşhuriarındandir. Medînede ve Abdullah ibni Ömer ve şâir
zevatla görügmüg-tür. Ömer ibni AbdUtasİs Hazretleri Medînede vali bulunduğu
zaman daima M&cişûn'u yanında buluaâurmugtur. 164 tarihinde vefat etmiştir.
[155] Süre-i Kehf;
Âyet : 104.
[156] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/114-118.
[157] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/118.
[158] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/118.
[159] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/118-119.
[160] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/119.
[161] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/119.
[162] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/119.
[163] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/119-120.
[164] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/120.
[165] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/120.
[166] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/120.
[167] Sûrea Cuma; Ayet: 9.
[168] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/121-122.
[169] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/122-123.
[170] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/123.
[171] Hz.
Seîemetü'bnü Ekva : Muhaeirîndendir, hicretin 6. cı
senesinden tince islâmiyet! kabul etmiştir. Resûl-ü Ekrem'den sonra Hz. Ömer,
Hz. Osman ve Hz. Talha'dan bir çok hadîs rivayet etmiştir. Rivayet ettiği
hadîslerin yekûnu 77.'dir. Bunlardan 16'sı Müttefekun aleyh'dir. 5'i Buhârîde
9, tanesi Müs-limde Münferiddir. Hz. Osman'ın gehâdetinden sonra Medîneyl
bırakıp Rebeze'ye-yerleşti. Sonra tekrar Medîneye dönerek 64 tarihinde vefat
etti.
[172] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/124.
[173] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/124-126.
[174] Selh bin Sâid
(B.A.) Ebnl Abbas Selh bin Sâid
bin Mâlik Eıısârî.Hazrecidir, vaktiyle
ismi Hazm olup sonradan Resûlüllah (S.A.V.)'İn kendisine Sehl ismini verdiği
söylenir. Peygamber (SjV.V.)'1h irtih&llnde 15 yağında İdi. Medîne-İ
Münevverede 88 ve rivayette 91 tarihinde 96 yaşında vefat etmiştir. Medînede
vefat eden en son sahâbldir. Kendisinden, sah&bt ve bir çok kimseler, hadîs
rivayet etmigtir.
[175] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/126.
[176] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/126-127.
[177] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/127.
[178] SÛre-i Cuma; Âyet: «58».
[179] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/127-128.
[180] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/128.
[181] Hz. Salim Mevlâ Ebî Huzeyfe : Sâbikİn-i evvelden olup
Salim İbni EM Huzeyfe diye meşhurdur. Ana tarafından Ensardan, baba tarafından
da Muhacirinden olduğu sanılmaktadır. Hz. Ebu Huzeyfe onu oğul ittihaz etmiş
ve ona tam evlâd muamelesi yapmıştır.
Hz. Salim, kıraatta
imam olan ekâbir-i Ashâbdandır. Resulü Ekrem, Kur'-anm dört kişiden
öğrenilmesini emir buyurmuştur. Bunlar İbni Mes'ud, Hz. Sâllm, Übey ibni Kâ'b
ve Muaz ibni Cebel'dir. Hz. Salim Kıraatta yedi tûla sahih idi.
Hz. Salim vefatından önce bıraktığı servetinin üçte birini kölelerinin
azad edilmesi için vasiyet etmiş ve Hz. Ebu Bekir devrinde Peygamberlik
iddiasına kalkışan Müseylemeye karşı savaşırken sancaktar olduğu halde şehîd
olmuştur. Son anlarında şu âyet-i okuduğu duyulmuştur: (Meâlen) «Muhammed Resulden
başka bir şey değildir. Nice Peygamberler gelmiştir İd, onlarla birlikte AJlahı
seven adamlar maktul düşmüşlerdir.»
[182] Zührî i= ibni Şihâb : Ebu Bekir Muhammed ibni Müslim,
Kureyşin Zühre kabilesine mensub olan bu muhterem zat, tabiinden Muhaddis,
fakîh, zâhtd bir simadır. Bazan «Zühri», bazan da büyük dedesine nisbetle «tbni
Şihâb» diye yâd olunur. Medînelidir. Şam'da ikâmet etmişti. Ashâbdan on zâta
Mülâki olmuştur. Enes ibni Mâlik ve Rebia ibni İbâd gibi Sahâbe-i gûzinden ve
bir çok tabiînden hadîs ahzetmiştir. Kendisinden de Atâ, Ömer ibni Abdülaziz,
İmâm-ı Mâlik gibi bir çok meşhurlar rivayette bulunmuşlardır.
Zühri iki bin hadîs-i
şerif rivayet etmiştir.. Bunların bir çoğu «Kütüb-i aitte» ve «Muvatta» da
mezkûrdur.
Kur'an-ı Kerimi seksen gecede ezberliyecek kadar bir hafızaya mâlik olan
ZOhri 124 tarihinde Şegbeda'da vefat etmiştir.
[183] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/128-129.
[184] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/129-130.
[185] Ka'ab bin Ucre bin Ümeyye bin Adiyy bin Ubeyd ibni
Hâlid e! Belvî Sahabeyi Kirâm'dandır. Künyesi Ebu Muhammed ve Ebu îshak'tır.
Resûlüllah (S.A.V.) ile beraber bir çok gazalarda bulunan sahabedendir.
Iludeybiye müşahhasında ve Omre'sinde bulunup Resûlüllah ve ashâbıyla birlikte
Ömre hac. cim yaparken başındaki hastalıktan dolayı Resûlüllah, kendi: ire :
«Başını tıraş et muhrim olduğun halde bu işi yaptığından dolnyı di fidyesini
ver» buyurmakla Ümmet-İ Muhammediyye hakkında bu hrUe düşenlere ruhsat olmak
üzere fidye âyetinin nüzulüne sebep olmuştur. Kâ'ab bin Ucre Hazretleri âhir
ömrünü Kûfe'de geçirmişler, rivayete göre 52/53 H. senesinde Medîne-i
Münevverede irtihâl eylemişlerdir. Kendisinden oğulları, ve Hz. Abdullah ibni
Ömer, Câblr, îbni Abbas ve Tarık bin Şihâb ve Zeyd bin Vehb hadîs rivayet
etmişlerdir. El-tsâbe C. in. Sfthlfe 281. Ei-îstiâb C. III. Sâhife 275.
[186] Süre-İ Isrâ; Ayet: «I6».
[187] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/130-132.
[188] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/132.
[189] Sûre-i Kasas; Âyet:
«56».
[190] Sûre-i îsra; Âyet: «9».
[191] Nur-ul Hasan Sıddik Han : Ebu't Tayyîb Sıdtîîk Hasan
b. Ali el-Hü-seyin, el-Buharî, el-Kannûcî
değerli bir âlimdir. Aslen
Buhâra'hdır. 1248 de Kannuc'd.ı doğmuş
1307de HIndistanda vefat etmiştir. Delhi'de tahsil görmüş, genç yaşında
Behopel devletinin mülkiye memurluğuna girerek, vezir, Ce-mâleddin •Han'ın kızı
ile evlendi. Devletin idaresine iştirak etti. Arabca ve İslâm tetkiklerinin
geliştirilmesinde büyük rolü olmuş ve çok sayıda eser neşret-miştir. Kendisi
müceddidlerden sayılır. İbni Teymiyye'yi, îbni Kayyîm Cevzîy-yl müdafaa eder,
yazdıkları kitaplardan ilham alır, Kadı Beyzavî ve Zemah-§erî gibi dirayet
tarîkina fazla önem veren mufessirleri tenkîd eder.
Sıddiki Han, eserlerini
arabca,fars'ça ve ordu'ca yazmıştır, önemli eserleri şunlardır :
Ebced-ül Ulûm, Feth-ül
beyân fi makâsıdü Kur'an, Hüsnül'isve, îklilül -Kerâme fi. beyân-ı makâsıd-ıl
İmame, Husûlül-me'mûl mln-IIm-İl usûl, E!-ed-yân, Rıhle-tüs - Sadîk
ilel-beyt-İI-atîk v.s...
[192] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/132-137.
[193] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/137.
[194] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/137-138.
[195] Ümraü Hiş&m binti Harise bin Numan (R. Anha) :
Ensârdandır, Kendisinden Habib Abdurrahman hadîs rivayet etmiştir. Ahmed bin
Zuheyr «Babamı : Ümmtt H i sânı binti Harise, Biât-i Rıdvan'da biat etti)
derken ifit-tim demiştir. Bunu tbni Abdül-Berr «El-tstlAb» adlı eserinde zikr
etmia fakat ismini yazmamıştır. Musannif tbni Harorul-Askal&nl dahi
«Et-Takrfb» de zikr etmişse de o da adını söylememiştir. Yalnız «meşhur bir
SabAbİye» demigtir.
[196] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/138.
[197] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/138.
[198] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/139.
[199] «Camtü-Hammad» adli eser îmâm-ı Azam Ebu Hanîfe
(R.H.)'ın torunu İsmail bin Hammâd'm eseridir. Hafid-i Ebi Hanîfe diye tanınan
bu ftlim Bağdad'ta yaşamıştır. H. 212 de irtihal eylemiştir.
adlı eserleri bilinmektedir. R. Aleyh. Bak: Keşffüzzunun C. I - 575 shf.
EsmaM Müellifin C. 1-207 shf.
[200] Îbni Abdül-Berr: İslâm tarihinde AbdH-Berr adı ile
meşhur olmuş beg tane büyük âlim vardır. Hepsi ayrı ayrı yüzyıllarda İslâm
ülkesinin değişik bölgelerinde doğup büyümüşlerdir. Okuyucularımızın bu beş
büyük âlimin isim lerinden hâsıl olacak bir yanlış anlamaya düşmemeleri için
kısaca tam isim ve künyeleri ile doğum ve irtihal tarihlerini vermeyi uygun
bulduk.
1_ Ebu Ömer Yusuf b.
Abdullah b. Mtihammed b. Abdül-Berr b. Asım En-
nemrî. îrtihâli 463.
2— Îbni Abdil-Berr'in
oğlu vezir Ebu Muhammed Abdullah b. Yusuf.
3— Abdil Berr b.
Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Mahraud Îbni Şıhne Serîyüddin ebÜl berekât
Halebî ve Kâhirî. Doğumu 851. îrtihâli 921.
4— Abdiil-Berr b.
Abdülkâdir b. MaJımud b. Ahmed b. ZeynUddin Fey-yûmî. îrtihâli 1561 istanbul.
5— Abdül-Berr b.
Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Îbni Yusuf el Echûri. îrtihâli 1070. 3-4-5 No.'lu âlimlerin
kısa biygorafisi (Esnıâül
Müellifin C. I Shf. 498).
Burada hayatını
yazdığımız büyük hadîs imâmi Îbni Abdül-Berr'dir ki künyesi ve ismi tam olarak
(1 Numara'da) dır. Kendisi Endülüs'ün eâzım-i fu-kâha ve muhaddisîninden olup
ulûm-u şâire ve edebiyat'da dahi çok geniş bilgi sahibi idi. 368 tarihinde
Kurtuba'da doğup ilim tahsil etmek için bir müddet seyahat ettikten sonra
îşbon'a {Yani Lizbon'a) ve Şentrin kadılığına tâyin olunmuş ve Endülüs
meliklerinden Muzaffer b. Aftos nâmına (1) «Behçetül Mecâlis», (2)
«Ünsül Mecâlis» adlı eserleri yazmıştır. Diğer eserleri şunlardır:
(3) Et temhîd Limafil
muvatta min-el me'âni vel-esânid.
(4) El-îstizkâr ile
Mezahib-il' Eimmet-il Emsar ve fi ma tadammeneh-ul muvatta min-el meanî - vel
Asar.
(5) Ed dürer fi
ihtisar'il megâzi v-essiyer.
(6) Cemi-ü beyân-İl
ilmî ve fadlıhî ve ma yenbagi fi rivâyetihi ve hamlini.
(7) Adâb-il Um.
(8) El ecvibet-ül
mer'îyye ale-1 mesâil-il müstegrebeti
min sahîh-il Buhârî.
(9) El istiâb fi
mârifet-il ashâb.
(10) El insaf fi ma
beynel ulemü-i min-el ihtilâf.
(11) El beyân fi
tevilât-il Kur'ân.
(12) El intiha fi
fadâil-i selâset'il fukâha.
(13) El kasdu v'el-ümem
ilâ ensâb-il Arab-î Vel Acem.
(14) Kâfî (15 Cilt. Mâlikî mezhebi fıkhına aittir.).
Îbni Abdül-Berr Ebu
Muhammed Abdullah b. Yusuf : Yukarıda kısa biyog raf isini verdiğimiz büyük
hadîs imamı Abdül-Berr'in oğlu olup Zülvezâreteyn lakabıyla anılırdı. Endülüsün
meşhur ediblerinden biri olup nesir ve nazmı gayet beliğdir, Kurtuba ve
îşbiliyye hâkimi Mutadıt'm gazabına uğrayarak idamı takarrür etmiş iken
pederinin tavassutu ile kurtulabilmiştir. Vefatı 380 tarihindedir.
[201] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/139-142.
[202] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/142.
[203] A'raf Sûresi;
203.
[204] Kemâlüddin İbni HUnuun : Muhammed b. Abdttlvâhâb b.mîd b. Mes'ud
Kemâl tbnii Httmam. Babası Sivas'da Kadı ve müderris iken Kâ-hire'ye göçmüş
oradaki Türk Sultanı Baypars kendisine, Mısırda Hanefî mezhebinin baş kadılık
makamını vermiştir. Bu arada Mâliki mezhebinin baş kadısının kızı ile evlenmiş
bu evlilikten imam Kemâlüddîn Ibnl Hümam doğmuştur.
Evvelâ babasından ve
dedesinden gerekli ilmî tahsilini tamamlamış sonra Kâhire'ye giderek zamanının
büyük alimlerinden fzzüddin b. Abdüsselâm, Bisâ-tî, Şümunnî, El Celâltil
Hind'i, VelîvÜl Irak'ı, tzzüddin b. tbni Cemaâ'dan okumuştur. Sonra Kudüs'e
gitmiş, oradaki âlimlerden ve husûsen büyük hadîs imamı, îmam îbni Hâceril
AskaJânî'den îlim tahsil eylemiştir. Kendi zamanındaki âlimlerin sayılıları
arasına girmiş, hattâ o kadar ki, hakkında «Eğer bu zamanda din'in kaynaklarını
ve delillerini isteyen biri çıksa O'na ancak İbntt Hümam cevap verebilir»
denmiştir. O ince fikirli, derin düşünüşlii, her meseleyi enine boyuna ve
derinliğine anlayan ve anlatabilen ve dinleyenleri hayrette bırakan bî-nazîr
bir îslâm - Türk âlimi idi. Hattâ Yahya îbni Attar, O'nun simasının son derece
güzelliğinin, ahlâkının olgunluğunun, elinin açıklılığımn, sözünün güzelliğinin
dillerde darbımesel olduğunu söylemektedir. Zamanın hükümdarı Baypars
(Barsbay) O'na Seyhûnİyye medresesi müderrisliğini vermiş ve bir çok
hediyelerle kıymetli kürkler giydirmişti.
Bir müddet böyle okuyup
ve okutan üstâd bu sırada «FethÜl Kadir» adlı hidâye şerhini yazmıştır. Ayrıca
«Tahrir» adında çok kıymetli bir usûlü fıkıh kitabı ile «Müşavere» adında muhakkikâne
bir kelâm kitabı da vardır.
Ders hayatından ömrünün sonlarına doğru ayrılıp İnzivaya çekilmiş 861 H.
Senesinin 7 Ramazan Cuma günü âhirete göçmüştür. Rahmetullahı Aleyh. Cenaze
namazında bizzat Sultan Barsbay bulunmuş, ölümüne bütün Mısır ağlamıştır.
[205] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/142-145.
[206] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/145-146.
[207] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/146.
[208] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/146-147.
[209] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/147-148.
[210] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/148.
[211] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/148-149.
[212] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/149.
[213] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/149-150.
[214] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/150.
[215] Sûretül-A'râf; Ayet: «204».
[216] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/150-151.
[217] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/151.
[218] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/151-152.
[219] Ebu lîiirde (R. A.) : Amr bin Abdullah bin Kays'tır.
Abdullah ise, Ebu Musa el-Eş'ârî {B. A.)'dır. Ebu Bürde tabiînin
meşhurlarındandır. Babasından, îbni Ömer
(R.A.)'den ve başkalarından hadîs rivayet etmiştir.
[220] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/152-153.
[221] Ebu Bekr îbni'J-Arabi : Muhammed b. Abdillah b.
Muhamnıed b. AbdÜlah İbni'l-Arabî «el-Meâfirî» diye tanınırdı. (468) tarihinde
Endülüs'ün (tspanya) «îşbiliyye» şehrinde doğmuş, (543) senesinde Pas'ta vefat
etmiştir. Rahmetullâhi aleyh.
İbni'l-Arabî,
babasından, dayısından ve seyahat ettiği yerlerdeki bir çok büyük âlimlerden
îliin tahsil etmiştir.
Endülüs devleti
parçalanmaya yüz tuttuğu bir sırada babası ile Mısır'a Şam'a, iki defa
Bağdat'a, Hicaz'a gitmiş Iskenderiyye de bulundukları bir sırada babası
irtihâl etmişti.
İbni'l-Arabî,
İşbüiyye'de, Halep'de vesâir yerlerde kadı olarak bulunmuştur. Rivayete âit
ilimlerde büyük bir vukufa mâliktir. Zehebî merhum kendisini
«El-Hâfız'e'l-allâme» diye zikr ediyor. Fasih, edip. şâir, hoş sohbet,
tarihşi-nâs, hayırhah bir zât idi. Halka va'z etmekle, Öğretim ve eğitim ile
meşgul olmuş tefsir'e hadis'e fıkha usül'e, târih'e nahv'e dâir bir çok
kitaplar te'lif etmiştir. Tefsire dâir yazdığı mufassal eserîer maalesef
kütüphanelerimizde mevcut değildir. Elimizde, yalnız iki ciltten ibaret bir
tefsiri bulunmaktadır ki, bu Fas Sultanı Muhamnıed Ref AbiTl-Hâfiz tarafından
(133i) senesi Mısır'da tab' ettirilmiştir. Bu esei Ahkâm'ül Kur'ân âyetlerini
izah eden kıymetli bir tefsirdir. Ayrıca imam Ebu îsa et-Tirmizî'nin «Sünen»
ine yazmış, olduğu çok kıymetli, iîm.i fıkıh ve hadîs noktasından muhakkikâne
bir eser olan «An-zat'üj Ehvazi fi Şerh-i Sünen-i Tirroizi» adlı Şerhi'de Mısır'da
Matbaa-ı Misriyye'de 1350 H./1931 M. de basılmağa başlanmış 1934 de 13 cilt
hâlinde baskısı tamamlanmıştır.
İslâm milletleri, dedelerinin ve babalarının kendilerine bıraktığı ilim
mirasını kütüphanelerin tozlu raflarında bulup çıkardıkça bu büyük İmam'ın
adları ve nelerden bahsettikleri biîincn 50'ye yakın diğer eserlerini bulmaları
ve neşretmeleri beklenir. Bâzı eserlerinin kısaca isimleri : Ayantil Uyan, El
eme-«lül Aksa, bi Esmâillâhil hüsna ve SifâtiMl âlâ, El insaf fî mesâilil hilaf
En-vakiil tecrül münir fi't tefsir (30 cilt.) daha başka eserleri de vardır.
[222] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/153-156.
[223] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/156.
[224] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/156-157.
[225] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/157.
[226] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/157-158.
[227] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/158.
[228] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/158-159.
[229] Tnfc b. Şihab (B.A.) : Beceli Küfîdir. Peygamber
(S.A.V.) i görmüştür. Fakat ahdts katiplarında, Tank b. Şihab (B.A.)'ın hadis
rivayet etmediği »Oytoalr Hz. Ebn Bekr. tbni Ömer (K. A.) devirlerinde, 22
veya24 gazaya İfttrmk etmiftlr. Vefatı (85)
tarihindedir.
[230] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/159.
[231] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/159-160.
[232] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/160.
[233] Sûre-i Cuma: Âyet; «9».
[234] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/160-161.
[235] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/161.
[236] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/161-162.
[237] El' Hakem bin Hazıı-il Kiiletiyyi. (R. A.) : İbni
Abdil Berr'in beyânına göre Mekk'nin fethi yılında müslüman olmuştur. Yemâme
harbinde müslü-man oldu diyenler de vardır. Babası Hezn b. Ebî Veheb
Mahzunîdir.
[238] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/162.
[239] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/162-163.
[240] Salih b. ilmi
«tibuyr. Jbni Numan, îbni f nıeyye En-srt
: KünyRSİ, Kbıi Abdullah w Kim Sâlihtir.
«Tâbakat» sahibi Jbni îshak ve
IJtbe bin MfUa bunu
Btılirlilerrlen saymışur. F-aba.-^ ve kendisi do Sııhâbeden-dir.
TThud muharebesinde ve
ondan sonraki bütün gazalarda bulundu. Bedir harbinde ayasından yaralanmıştı.
Oğlu Salih b. Havvât,
babasından ve dedelerinden «Sarhoşluk veren $eyin azı da, çoğu da, haramdır»
hadîsini rivayet etmiştir. Yukarıda geçen korku namazına ait hadisi babasından
ve dedelerinden rivayet etmiştir. Baba-ogul Sa-habîlercîir. Salih'in babası
Havvât b. < tibeyr hakkında «Eşgalu min zat-in' nahyeyn» diye söylenen
mecbur bir darbımesel vardır ki, iki eli içle meşgul babını kaşıyacak vakti
olmayan kim.se hakkında söyienir. Havvât 74 yaşında Me-dinp dil vefat etmiştir.
12i Yukarıda klişesi bulunan hadîs metninin dördüncü satırındaki
jfe'sallu) kelimesi (Fe'saffu) olacaktır öylece tashihini rica ederiz.
[241] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/164-165.
[242] Sûretü'n-Nisâ;
Âyet.: «101».
[243] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/165-166.
[244] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/166.
[245] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/166-167.
[246] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/168.
[247] Usfân :
Mekke'ye iki konak mesafede bir
yerdir.
[248] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/168-171.
[249] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/171.
[250] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/171-172.
[251] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/172.
[252] Mııhammed Eş- Şevkâni : Muhantnı^d h. AH it.
MııhammtMİ b. Abdullah. 1172 Tarihinde Yemen'in «Hirrct-i Şevkans- ilenilen
niihiynsîtıUe üogııp. P:>n'arta yeti^nıifj, (1250) tarihinde. San'ada vefat
etmiştir. Kıraatte, tef.sınie, hadiste, «dob ilminde, tarihde büyük bir ihtisas
sahibi idi. Kt.-ndİHine Mtıhanı-medü's - Suirfmî, Mnhanıme4'ü!, Vcmânî de.
denir R. Aleyh. 114 yakın eseri vardır. Eserlerinden bâzıları:
Fpth-iiî K;ıdîr, Münt^k'il ahbar, El-Khndis-it Mevtine,
Tııhfeİ'uI -ZâUirtn, v. s...
[253] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/172-173.
[254] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/173.
[255] Sure-tü'n Nisa;
Âyet; «101».
[256] Sûretü'n-Nisâ; Ayet:
«102».
[257] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/173-174.
[258] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/175.
[259] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/175.
[260] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/175-176.
[261] Ebu lîmeyr ibni Eııcı b. Mâlik (R. A.): Ensârdandır.
isminin Abdui-hıh olduğu söylenir. Tabiînin kîiçilkierindendir. A.shâb-ı
Kîrâm'ın bir çoklarından hadis rivayet etmiştir. Babasından sonra uzu müddet
yaşamıştır.
[262] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/176-177.
[263] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/177.
[264] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/177.
[265] îbni Kudame :
Muvaffaküddin Abdullah İbni
Muhammedid dainış-
ki, pek kudretli bir
Hanbeli fakihidir. Bağdad'a gitmiş, bir çok Ulemâ ile görüşmüşdür.
Dimagk da «Muhtasar,
hırkî» yi hıfz etmiş, Sonra bu muhtasar üzerine El'muğnl adlı bir Şerh
yazmıştır. Bu şerhinde dört mezheb meselelerini ftlimane bir Usan ile kayd
etmiştir.
Muvaffaküddinin
«Efbürhan fi mesetetil* Kur'ân, zemmattevil,» gibi önemli eserleride vardır.
Doğumu (541), Vefatı İse (620) tarihine müsadiftir.
(2) îbni
Kudame: Abdurrahman îbni
Muhammed îbni Ahmed,
Hanbeli fukahasradan Dimaşklı yüksek bir âlimdir. Babası Ebu Ömer ile amcası
Muvaffaküddinden ilm ahzetmiş, Hanbelî fıkhından «Elmukni» üzerine «ŞMlî» adile
bir şerh yazmıştır.
Samda HanbeiHer için ilk kadılığa
tayin edilen bu zattır. (597) de
doğmuş, (682) senesinde vefat etmiştir.
[266] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/177-178.
[267] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/179.
[268] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/179.
[269] Ümmü Atiyye
(R. Anha) :
Ensâdandır. îami Nesîbp
biuti Harstır. «Nesibe binti Kâ.'bdır» diyenlerde olmuştur. ResUlüllah (S.A.V.)
ile beraber çok defalar gazaya çıkar yaralıları tedavi eder, hastalara bakardı.
Basralılardan sayılır.
Ashâb-ı Kiram ile Tabiîn ulemâsından müteşekkil bir cemâat Basra da kendisinden
cenaze yıkamanın usûlünü öğrenirlerdi. Çim-Icü tiz. tlmmü Atiyye Peygamber (S.A.V.)'in
kızı yıkanırken başında bulunmuş ve cenaze
yıkama işini pek güzel Öğrenmişti.
Cenaze yıkamada onun hadîsi asıldır.
tbni Büreyde
(B.A.) :
Abdullah bin Büreyde'tebnî Hesib Esleml'dİr. Mervezi de oranın kadısı
idi. Üçüncü dereceden L,ûgaviyynndan idi.
[270] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/179-180.
[271] Sûretii'l-Hıcr; Ayet: «34».
[272] Fahrti'l - İslâm fi Pezrîevi : Ali b. Muhammet! b. el
- Hüseyin b. Abdi'I - Kerim b. Mîısâ. Pek meşhur bir âlimdir. Takriben (400).
târihinde <io£-mıı,q (482) senisinde Keşş kasabasında vefat etmekle na'şı
Semerknnd'e nakledilmiştir. R. Aleyh.
Fahrü'l - İslâm,
Maverâü'n-Nehr'de yetişen en büyük Hanefî fukuhâsın-dandır. Tefsirde, usulde,
füru'da mütebahhir idi. Hanefî mezhebindeki pek gv-niş iktidarı darb-ı mesel
sırasına geçmiştir. Remarkand'de tedris ile moşcrul olmuş, pek kıymetli
kitaplar te'lîf etmiştir. Eserlerinden bazıları :
1-«Tofsîrü'I -
Kur'ân» (Keşfii'l-Estar) adındaki büyük tefsirin bir cilt1 i zamanımı;;,! kidir gelebilmiştir.
Es'ad efendi kütüphanesinde T45 numaradadır.
2-«El -sut» onMr cilttir.
Bu kitabı Abdü'l
Aziz Buhâri «Keşfii'l
-Esrar» nâmiylc şerh
etmiştir. Eser matbûdur. Bu kitaba daha birçok zevat, şcî h
ve haşiye yazmışlardır.
Bu zâtın kardeşi Ebül'yüsr ^îııhammerl Pezdevî dahi fukâhadan bir zâttır.
Vefatı (493) tarihindedir.
[273] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/180-185.
[274] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/185.
[275] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/185-186.
[276] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/186.
[277] Sûretü'l-Kevser, Ayet: «8».
[278] SuretÜ'l-A'ift; Ayet: «14, 15».
[279] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/186-188.
[280] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/188.
[281] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/188-189.
[282] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/189.
[283] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/189.
[284] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/189-190.
[285] Ömer İbni Şebbe : Ömer bin Şebbe bin TJbeyde bin
Reytate'l-Basrt'-dir. Kendisine; annesinin ninni söylerken okuduğu aşağıdaki
şiirdeki kelimesi alem olmuştur. Şiir Şudur :
Meşhur tarihçi ve
ediptir. H/173-M/ senesinde doğup H/262-M de Sa-marra'da irtihâl etmişdlr.
Aşağıdakiler mühim kitablarındandır :
«Ahbâr-u
Ümerâi'l-Mekke», «Ahbâr-u Ümerâil-Medîne», «Ahbâr-u Üme-r&i'I-Kûfe»,
«Ahbar-u Umerall-Basra», «Ahbâr-n Bent Nttmeyr», «Kitâlm'a-Snltan»,
«KltabÜ's-Şiir ve's-Şuarft», «Fezaltttl-Basra».
(Daha geniş bilgi için
bak:
Esmâü'l-MüeHifîn; C. 1.
s, 780, (îrgâdü'I-Erîb) Mu'cemü'l-Udebâ; C. 6. VI. s. 48).
[286] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/190-191.
[287] Amr übnü Şuayb (R.A.) : Ebu İbrahim Amr übnü Şuayb bin
Muhammed bin Abdullah b. Amr übnü As'dir.
Babasından Sâid bin
Müseyyeb'den ve Tâvus'dan hadîs dinlemiştir. Kendisinden Zühr! ile bir cemâat
rivayette bulunmuştur. Buhârî ile Müslim de hadisi yoktur.
Kendisiyle «Sünen» sahiplerinin dördü ve îbni Huzeyme, ibni Hİbban
ve-Hakim ihticac etmiştir.
[288] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/191.
[289] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/191-193.
[290] Eba Vâkİd-İ Leyst (B.A.) : İsmi Haris b. Avfa
Leysî'dlr. Eskiden müslüman olmug ve bir rivftyete göre Bedir gazasına îgürak
etmiştir. Bir rivfi-yete göre ise Mekke'nin fethi günü müslüman olmuştur. Fakat
birinci rivayet daha doğrudur. Hz. Eba Vfthidl Medîne'lilerden sayılır. Mekke-i
Mükerremede oturmuş. (68) tarihinde orada vefat etmigür.
[291] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/193.
[292] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/193-194.
[293] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/194.
[294] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/194-195.
[295] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/195.
[296] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/195-196.
[297] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/196.
[298] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/196-197.
[299] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/197.
[300] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/197-198.
[301] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/199.
[302] Süretü'l-îsrâ; Ayet: «59».
[303] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/199-202.
[304] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/202.
[305] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/202-204.
[306] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/204-205.
[307] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/205-210.
[308] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/210.
[309] Sûre-i Fussilet; Âyet: «16».
[310] Sûretü'z-Zâriyât;
Ayet: «41».
[311] Sûretü'I - Hıcr; Âyet: «22».
[312] Sûretü'r-Rûm; Ayet:
«46».
[313] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/210-211.
[314] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/212.
[315] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/212-213.
[316] Sûre-i Nûh; Ayet: «10-11».
[317] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/214-215.
[318] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/215.
[319] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/215-218.
[320] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/218-220.
[321] Sûretü'l-Mü'minûn; Âyet: «60».
[322] Sûretü'l - Bakare;
Ayet: «186».
[323] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/220-223.
[324] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/224.
[325] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/224-226.
[326] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/226.
[327] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/226-227.
[328] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/227.
[329] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/227.
[330] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/227.
[331] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/227.
[332] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/228.
[333] Ebu Avâne : Yakup b. tshak b. İbrahim b. Yezîd elNisâtourî
ve ts-ferânî Hadîs imamlarındandir. Eserinin adı «El-Müsned'üs Sahih'ül Mahreç
âlâ Kitabi Müslim ibnül Haccac» tır.
imam hafız Ebi Avâne
ilm-i hadîs'de kendi zamanının Horasan, İran, Irak, Suriye, Hicaz ve Mısır'daki
büyük imamlardan hadîs okumuştur. Hocaları arasında, Şam'da : Yezîd b. Muhammed
b. Abdüssâmed, ismail b. Muhammed b. Kıyrâd, Şuayb b. İshak. Mısır'da; Yunus b.
Abdülâlâ ve kardeşinin oğlu Ibni Vehb, imam Mü'zeni, imam Rebiî ve oğulları
Muhammed ve Saad. Irak'da: Sâdan b. Nasr, Hasen-iz Zâferânî, {aynı zamanda
büyük müverrih) Ömer b. Şebete ve diğer imamlar. Horasan'da ; imam Müslim'in
üstadı Muhammed bin Yahya el-Zehlî, İmam Müslim ibnül Haecac ve Muhammed b.
Recâ essındî. El-Cezire Musul ve civarında da : Ali İbnü Harb'den ilm-i hadîs
okumuştur. Kendisinden de Ebu Bekril Ismâilî, Ahmed b. Aliyül Râzî, Ebu Ahmed
Ali ve Süleyman'üt Taberânî hadîs rivayet etmiglerdir.
İmam Ebi Avâne 5 defa
haccetmiştir. İmam-ı Ebu Abdullah Hâkim hakkında diyor ki : «O, hadîs
âlimlerinin büyüklerinden ve hadîslerin tesbiti için İslâm dünyasını en çok
dolaşanlardandır»
316 H. senesinde irtihâl etmiştir. Kabri Isferâin'dedir. Kabrinin
yakınında Taüyük kelâm imamlarından Ebu îshak tsferâinî'nin de kabri vardır. En
büyük «seri olan «Müsned» i gayet kıymetli ve nâdir bulunur bir kitap İken
Haydarâ-bâd şehrinde kurulan Dâiretül Maarifül Osmaniyye adındaki İslâm
neşriyat -encümeni tarafından mevcut nüshaları karşılaştırılarak, doğru ve
tenkili bir "baskısı 1363 H. senesinde yapılmıştır. R. Aleyh.
[334] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/228-229.
[335] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/229.
[336] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/229-230.
[337] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/230.
[338] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/230.
[339] Ebu Amir El dullah b. Hâni, bazrtannea Abdullah h.
Vehebdir. nü§tir. Hazreti Eb» Amr Şam'da
yerle§mi§ ve AbdmmeUkbin tine kadar y^amı*r. H, Ebu Musa El-E^ri'nin amca, bu
zâ dkü o zât Kesülüllah (S.A.V.)'in sağlığında Hüneyn harbi gününde
gehîd migtir. îsmi Ubeyd bin Süleym'dir.
[340] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/231.
[341] İslâm dininin «hayırlı evlâd sadaka-i câriyedir»
hükmüne mazhar olanlardan bir de Îbnü'l-Esirlerin babasıdır. Üç oğlu da imam
derecesinde büyük âlim olmuştur. Ne mutlu böyle babaya. îşte o üç oğlundan bir
olan İmara hafız Mecdûddîn tbnU'1-Esîr": Ebu-üs, Sa'ddât Mübarek b.
Ebi'l-Kerem Muhammed b. Muhammed b. Abdülkerîm b. Abdülvâhîd Eş' Şeybânî
künyesi ile mâruf lbnü'1-Esîr Cezerî ve Mıısulî büyük İslâm âlimlerinden biridir.
Cezîre-i Ömer denilen Musul civarındaki Dicle nehrindeki adacıkta «544» H.
«1149» M. de doğmuştur, llm-î Nahv'i tbnî Dehhan'dan ve Mekki b. Reyyân'dan
okumuştur, îlm-i hadisi'de Yahya b. Sâdûn'ül Kurtubî ve Hatibtil Musul Ebtil
faal Ab-durrahman b. Ahmed'iid Tûsi'den ve Bağdat'ta bulunduğu zamanlar da tbni
Kelbî'den tahsil ve istîmâ eylemiştir. Kendisinden de Fahr bin el-Buhârî Allâme
Keşûdiddîn Muhammed b. Muhammed b. er Keşîd el- Kaşgarî ve Şihâb-ı Kuvsî hadîs
tahsil etmiş ve istîmâ eylemişlerdir.
En büyük ve tslâm âlemine hizmet eden eseri : «Câmi-Ül usûl fi ehâdîs-I
Resul» adındaki «Kütüb-û Sitte» ile imam Mâlik'in «Muvattâ» ını içine alan
kitabıdır. İkinci eseri «Kitâb'ül insaf fî'l Cem'i beyn-el Keşfi vel-Keşsâf»
dır. Bu kitap imam Ebûl Kasım Mahmuâ ez- Zimahşeri'nin ve tmâm-ı Sâlebî'nin tefsirlerinin
tertib tanzim ve tenkîhinden meydana gelmiş çok kıymetli bir tefsîr-dir. Üçüncü
eseri «En-Nihâye fî garîbül Hadîs» Hadîsle uğraşan her müdak-kik'İn başvurmadan
edemiyeeeği çok kıymetli bir hadîs ıstıhlâhları kitabıdır. Dördüncü eseri de
«Kitabu Şâfî'ül Ayy fî Şerh-i Müsned'il Şâfîîyy». İsmi mânâsına mutabık pek
kıymetli bir kitaptır. Beşinci eseri «Kitâb'ül Mustafa vel* muhtar fî ed'iyeti
vel'ezkâr» adlı imâm Nevevî'nin «Hisn'ül haşin» i vadisinde pek kıymetli bir
eserdir. Altıncı eseri hocası Ebi Muhammed Sâid bin el-Mti-b4rek b. Dehbân'm
«Fusûl» adındaki nahiv kitabına «EI-Bedî'» adı ile yazdığı şerhtir.
Bidâyet-i ömründe Musul
Atabekleri'nin hizmetinde bulunmuşken sonradan kendine nüzul isabet edip
hizmetten inzivaya çekilmiş eserlerini orada yazmıştır. H. «606» senesinin
Zilhiccesinin sonu perşembe günü «63» yaşmda olduğu halde irtihâl-i dâr-ı beka
eylemiş ve Derb-ü dirâc denilen mahallesindeki evine defnolunmugtur. Vasiyyeti
üzerine hanesi bâdenf& Bibât ve tekke olarak kullanılmıştır.
Mecdûddîn'in küçüğü
olan tbnü'1-Esîr Izzûddîn de «El-Kâmil» adındaki 10 ciltlik büyük islâm ve
dünya tarihinin müellifidir. Ayrıca hadîs tetkikatı bakımından çok kıymetli bir
kitap olan «Üsd-üJ gâbe fî temyîz is-Sahâbe»-adında Sahâbe-i kirâm'm hayatlarım
alfabetik sıra ile bir kamus hâlinde yazmıştır. Tarihi ise garb dillerine
çevrilmiş aslı ile birlikte basılmıştır. İbni Esîr tzzûddîn «555» H. «1160» M.
de dog-muş. «630» H. «1234» M. de Musul'da lrti-hâl eylemiştir. Üçüncü
kardeşleri olan Ziyâeddîn ise «558» H. «1163» M. de doğmuş «637» H. «1239» M.
Bağdat'ta irtihâl eylemiştir. Büyük îslâm hüküm- • dân Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin
kitabet hizmetinde buluumuştur. Resmî kitabet ve diplomasi'ye ait Münşeat
örneklerini gösteren «EI-Mesel-üs şâir ti adâb-fe kâtib-i veş-Şâir» adındaki
örnek kitabı pek meşhurdur.
[342] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/231-233.
[343] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/233-234.
[344] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/234-236.
[345] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/236.
[346] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/236-237.
[347] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/237.
[348] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/237-238.
[349] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/238.
[350] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/238-239.
[351] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/239.
[352] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/240.
[353] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/240.
[354] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/240-241.
[355] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/241.
[356] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/241-242.
[357] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/242.
[358] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/242-243.
[359] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/244.
[360] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/244-245.
[361] Esma-i : El-Esma-i, Ebu Said Abdül Melik b. Kurayb:
Meşhur Arap Lisan âlimidir. «Al - Asma-i» ismini ecdadı al aşma'dan almıştır.
Oldukça müşkil şartlar
içinde, devamlı bir şevkle kendini okumağa verdi, îmâm-ı Halil, Ebu Amr tsa b.
Omar Ebu Amr b. el - Âlâ gibi İmamlardan ders gördü.Az zaman sonra kendiside bu
şehrin meşhur hocalarından biri oldu. Üstün zekâsı sayesinde devrinin bütün
ilm şubelerini birden kavramış ve aynı zamanda Arapçayi katıksız ve fasih
şekliyle konuşan badiye halkı ara-smda dolaşarak, Şiirlerini Öğrenmiş ve
ezberlemiş İdi.
Şöhreti Harun Ür
Reşîd'e kadar ulaşmış, Harun Ür Reşîd kendisini oğlu El - Emin'e mürebbi tayin
ederek, Bağdad'a sarayına götürülmüştür.
Esma-i burada,
halifenin himayesinde inkişâf eden faal fikir hayatının herkesçe "kabul
edilmiş, bir rehberi oldu.
Halifenin iltifatına
mazhar olmuş ve ma'kul bir tasarruf sayesinde zengin olarak vatanı olan
Basra'ya çekilmiştir.
El - Esma-î'nin bir çok
eserleri bize kadar gelmiştir. Aralarında malûm eserlerden gayrı: Kitab ül
Feres, Kitab el - Eraeiz, Kİtab el Maysir. v.s.
El - Esma-! : 740 da Basra'da doğmuş ve aynı şehirde 828 tarihinde
irtihal etmiştir.
[362] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/246.
[363] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/246-247.
[364] Süheyl!:
«Abdurrahman ibni Hatib Abdullah b. Ahmed - Suheylî el Endülüs!»
Endülüs ulemâsından
olup Malkaya tabiî (sehil) nahiyesinden idi. Eserleri:
El'ly.'.ah vet'Tebyin
lima übhime mintefsir-il' Kitab.
Mübeyyin-üt' Tarif
vel'llâm fiyma übhime min-erEsmai
ve-1'A'lâm
Risaletün fi Rü'yet-i İlâhi Teâlâ fi-1'menam ve rü'yet-i resulihi
aleyhis'sa-lâtü ve'sellâm. Şerhu Cümel-il Kebîret-i fi-n Nahiv. Er"
Ravz-ül' Enf fi şerhi Garib-üs' Siyer. «Bu kitab Siyer kitablarının en
büyüklerindendir. Mısırda birçok defa basılmıştır. Esmaül'Müellifin. 1.520.
[365] İbni Lâl : Ahmed bin AH bin Ahmed bin Muhammed
Feree-ür Büd-râverî: Dördüncü hicret asrında yaşayan îslâm âlimlerinin
büyüklerindendir. 307 - H - de doğmuştur. Hemedana gitmiş orada yerleşmiştir.
Künyesi : Ebd Bekr-iş Şafii'dir. Hadîs ilmine hizmeti, geçmiş fatihlerdendir.
S98 de İrtihâl eylemiştir. Eserleri: 1 — Emâlî fl'l Hadîs, 2 — Es'Sttnen fl-P
Hadis, 3 — Ma'âtül' Kui^ân alâ tertîb-is Suver, 4 — MaLâ Yeseu-I' mükellef
eefalnhtt mln-eP İbadât 5 — Mu'eemu-s' Sahabe ... Bak: Esmau-P Müellfîn C. I.
Shf. 69. Kamusu) Âlâm. C. I, Shf. 660.
[366] İbni Ebîddünya : İmamların her bir bucaktan Bağdad'a
geldikleri o şanlı asırda doğup yaşayan Halîfe çocuklarını terbiye edecek kadar
yükselen büyük bir muallim ve Edebiyatçıdır. Halîfe El' Muktefi Billah'ın
hocasıdır. Soyu bakımından Kureyşî'dir. Ahlâkı güzelleştirmeyi gaye olarak alan
bir çok eser yazmışdır. Günümüze bir çoğu ulaşamamıştır.
Meşhur eserlerinden
biri : «Ferec ba'de - şiâde» — Zorluktan, sıkıntıdan sonra kurtuluş adını
taşır. îmam-ı ibn-i Ebiddünya Şafiî Mezhebinden son derece Zühdü takva sahibi
bir fazü zât İdi. Eserlerinin bir kısmı Mısır'da ve Hindistan'da basılmıştır.
Eserleri :
1. Kitâb-ül Eşraf,
2. Mekârim-ül ahlak,
3. Kitâb-ül Azama,
4. Fazâ'il ' asri
zi'1-hicca,
5. Kitâb-ül akl va-fazlihi,
6. Kitâb-ül Yakin,
7. Kitâb-üş Şükr,
8. KitAb-ül Haratif.
[367] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/247-249.
[368] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/249-250.
[369] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/250.
[370] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/250.
[371] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/250-251.
[372] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/251.
[373] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/251-254.
[374] Ma'kil b. Yesâr b. Abdullah (R. A.) : Künyesi : Ebû
Ali'dir. Ebu Abdullah veya Ebu Yesar'da derler.
Hudeyblye
musâlâhasından Önce İslâmiyet İle müşerref olmuştur, ve biftt-i Rıdvan'da
bulunmuştur. «Mesâbihi SUnne» sahibi tmam Begavî O'nun hakkında diyor ki:
«Mâ'kil b. Yesar, Basra
şehri yapılmadan evvel Hz. Ömer'in emri İle bir ark kazdl. Bu ark ondan sonra
O'nun ismi İle anıldı. Ö angın kıyısına bir ev yapıp oraya yerleşti. Ve Hz.
Muâviye zamanında orada âhirete göçtü» R. Aleyh.
«El - tsftbe» C. III. Shf. 427 Sahâbî No. : 844.
[375] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/254.
[376] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/254-255.
[377] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/255.
[378] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/255-256.
[379] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/256.
[380] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/256.
[381] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/256.
[382] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/256-257.
[383] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/257.
[384] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/257-258.
[385] Sidr : Nebk ağacıdır. Bu ağacın yapraklarını kurutup döğerler. Ve
yıkanırken sabun yerine kullanırlar.
[386] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/258.
[387] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/258-260.
[388] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/260.
[389] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/260-261.
[390] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/261.
[391] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/262-263.
[392] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/264.
[393] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/264-265.
[394] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/265.
[395] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/265-267.
[396] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/267.
[397] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/267.
[398] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/267-268.
[399] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/268-269.
[400] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/269-270.
[401] Fethü'l-Kadîr:
C. I - Bâbü'ş - Şehîd Shf. 475.
Bulak tab'ı 1315 H.
[402] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/270-272.
[403] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/272.
[404] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/272-273.
[405] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/273.
[406] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/273-274.
[407] Esma binti Umeys R. Anha : Sahabeden olup, önce Hz.
Cafer b. ebî Talibe varmış ve müşarünileyh ile beraber Habeş'e hicret etmiştir.
Hz. Cafer'in şehâdetinden sonra Hz. Ebubekr Sıddik'e ve Hz. Sıödîk'ın
ictihâlinde Hz. Ali'ye varmış İdi. Hz. Cafer'den Abdullah ve Muhammed ve Avn,
Hz. Ebubekir'den Muhammed, Ali'den dahi Yahya ve Muhammed isimleriyle altı
evlât dünyaya getirmişdir.
Ömer bin Hattâb, Ebu Musa Eşar'î, Abdullah b. Abbas ve oğlu Abdullah b.
Cafer vesair Ashab-ı Kiram sâhib-i Tercümeden Ehâdîs-i Şerîfe nakl ve rivayet
etmişlerdir. Esma binti TJmeysIn dokuz hemşiresi olup Ezvac-ı Tahirat-i
Peygamberiden (Meymune binti el-Hars) İle Hz. Abbas'ın zevcesi (ümmül fa2l>
bu cümleden idiler.
[408] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/274.
[409] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/274-275.
[410] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/275.
[411] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/275-276.
[412] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/276.
[413] Ahmed b. Muhammed b. İbrahim : El - Hattâbî Ebu
Süleyman. Hz. Ömer (R. A.)'in kardeşi Zeyd b. El - Hattab'ın soyundandır.
Sa'mani'nin kitabında (386) senesinin Reblülahîr ayının 13. cü cumartesi günü
Büst gehrinde Hİndümlnt suyunun kıyısındaki Bibat'ta irtihâl eylemiş olduğ^ı yazılıdır.
Hadîs ilmini tahsil
için Irak'a ve Hicaz'a gitmiştir. İmam Hattâbî ilm-i fıkh'ı İmam Ebu Bekir
Kaff&l-i Şaşî'den ve Eba Ali b. Ebu HÜreyre'den okumuştur. Edebiyat,
tefsir ve diğer ilimlerdeki üstadları : İsmail Saffâr, Ebu Amr-üz Zahit, Ebu
Abbas-Ul Asanım, Ahmed b. Süleyman-ül Neccâr, Eba Amr-üs' Semmâk ve Mukrîm-ül
Hfidî ve C&fer-ül Holdî'dir.
İmâm Hattâbî Horasını
ve Mâverâ-i ünnehir'i de gezmiştir. Seyahatleri esnasında ticâretle de uğraşmış
hem talebelerine hem de sâlih müslümanlara Allah yolunda para ve mal yardımında
bulunmuştur. Saalebî «Yetimet-üt tlehr» adlı kitabında diyor ki : «O (İmam
Hattâbî) bizim zamanımızda Ebu Übeyd Kasım İbni Sellâm'a benzeyen kişidir.»
Sa'mani de İmam Hattab için «Hüccettir. Saduktur» diyor, tmam Hattâb derin
tefekküre rakik kalbe mâlik bir âlimdi.
İmam Hattabi'nin talebeleri ve kendisinden ilm-i hadis okuyan büyük
âlimlerin, muhaddis'Ierin bâzıları şunlardır:
Abdullah b. Ahmed b.
Gufeyr-til Haremî, Ebu Mes'ud-ül Hasan b. Muham-ned-ur Kerabisiyy-Ül Büstî,
tmam Ebu Hâmid-il tsferâhî, Hâkimi
Nisâburl.
Eserleri :
1 — Meâlim-üs' Sünen fî Şerh-i Kitâb-Üs' Sünen
U Ebi Dâvud.
2 — Garîbül Haüis.
3 — Kitâb-ı tcfsîr-ül esâmir Râb Azze ve Celle.
4 — Şerh-ÜI ediyyet'il Me'sûre.
5 — î'lâm-ı Sünen (Sahîh-i Ituhârİ şerhi).
6 — Kitâb-ül U7.1et.
7 — Kitab-ül Islâh-ı gâlat'el muhaddisîn.
8 — Kitâb-ii] arus.
9 — Kitâb-Ül tlâmMil hadîs. JO — El - gunye
ân-il kelâm.
II — Şerh-Ül da'vüatH Ebi Huzeym. (Vakut : Mucem-ül Udebâ : C. VI/2 Shf. 81-86).
[414] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/276-277.
[415] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/278.
[416] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/278-279.
[417] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/279.
[418] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/279-280.
[419] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/280-281.
[420] Fethül Kadîr Cild I. Sahıfe 468-464 «Salfltü ala-'el
Mevt»
[421] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/281-282.
[422] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/282.
[423] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/282-283.
[424] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/283.
[425] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/283.
[426] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/284.
[427] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/284.
[428] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/284.
[429] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/284-285.
[430] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/285.
[431] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/285-286.
[432] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/286.
[433] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/286.
[434] Talhâ ibni Abdullah ibni Medine kadısı idi. Talha denmekle maruftur. Amcası Abdurruhntan
ibni Avf Osman, İbni Abb;vs'tan rivayeti vardır. Ziihrî ile Ebiizzinadda
kendisinden rivayet etmiştir, ibni Sa'd ÖT tarihinde vefat ettiğini
hildirmiştr. (Hulâsa 153) : (Tecrld-i
sarih tercümesi C. IV. Shf. 623).
[435] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/286-287.
[436] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/287-288.
[437] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/288-289.
[438] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/289.
[439] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/289-290.
[440] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/290-291.
[441] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/291.
[442] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/291.
[443] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/292.
[444] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/292-293.
[445] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/293.
[446] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/293-295.
[447] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/296.
[448] Bak: «Bulûg'ül - Meram. C. î. Shf. 219.
[449] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/296-298.
[450] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/298.
[451] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/298-299.
[452] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/299.
[453] Fakat kanâat-ı âcizânemce makama en münâsip olan hadîs
de bu hadîstir. Şunu unutmamalıdır ki, zayıf uydurma demek değildir. Onunla
İstidlal edilen yerler vardır. Varsın gayri müslimlerin cenazelerine ayağa
kalkma babında bizim de delîlimiz bu oluversin. Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
efendimizin bütün İşlerinde gayri müslimlere muhalif hareket etmek istediği
ma'lûmdur. Hattâ ekseriyetle cumartesi ve pazar günleri oruç tutarlar ve : «Bu günler
yahûd ve nasârânın bayramıdır. Ben onlara muhalefet etmek isterim» buyururlardı.
Bu hadîs ilerde nafile oruç babında gelecektir.
Bu cihet nazar-i
itibâra alınınca istidlal ettiğimiz zayıf hadîs manen derhal kuvvet bulur. Ve
binâenaleyh gayri müslim cenazelere ayağa kalkılmaz. Bâzıları K«sûl-ü Ekrem
(S.A.)'in herkese ve bu arada bittabi gayri müslim-lerede nâzik muamelede
bulunmasını onları severmiş; sayarmış mânâsına alırlar. Bu pek büyük bir
hatâdır. İslâm'ın Peygamber-i Zîşân'ı değil, muhlis bir ferdi bile bunu
yapamaz. Çünkü Kurân-ı Azîmüşşân müslümanların Allah' ve Resulüne düşman
olanları -babaları ve oğullar bile olsalar- asla sevemiyecek-îerini en beliğ
bir ifâde ile anlatmaktadır. (1). Böylelerine nezâketle sevgisinin bir
olmadığını hatırlatmak isteriz.
Bütün hayatında en
büyük vazifesi şirk ve küfürle mücadele olan Peygamber (S.A.V.) efendimizin
bir gayri müslimin cenazesine ayağa kalkmakta devam ettiğini —velev meleklere
ta'zim için olsun- biz kolay kolay kabul edemi-yeceğiz. Çünkü melekler için
bile kalkmış olsa, ölüye hürmet için kalktı sanılır veya öyle te'vil edilirdi,
ihtimâl Fahri Kâinat (S.A.V.) efendimiz sırf meîeklere ta'zimden ibaret olan bu
hareketi bu sû-i ihâm'dan dolayı terk etmiş ve kalkma hükmünü nesih
buyurmuştur.
Müslüman cenazelerine
gelince : Gayri müslim cenazelerini çıkardıktan sonra yukardaki hadîslerin
ahkâmı onlara mahsus kalır. Bizce bütün cenazelere ayağa kalkmak mensuhtur.
Bugünkü avrupaî cenaze selâmı, ta'zim duruşu, vesâirelerin ise mevzuu bahsimiz
hadîslerle bir alâkası yoktur. Çünkü bunlar sırf moda olmuş bid'atlardır.
Binaenaleyh bu fiilleri ayağa kalkma hadisleri'nin neshine kail olmayan ulemâ
dahi kabul edemezler.
[454] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/299-301.
[455] Ebu Ishak Sebi'î (B. A.) Adı: Amr Îbni Abdullah'dır.
Künyesi : Ebu îshak'dir. Nisbeti; Sebildir. Tabiînin meşhurlarından bir zât
olup bir çok hadîs rivayet etmiştir. Hûfeliâir. Hz. Osman <B. A.)'m
hilâfetinin İkinci yılında dogmugtur. Hz. Ali (R. A.) ile diğer bâzı ashâb-ı
kir&m'ı görmügdür. Veffitı (129) Hicrî tarihindedir.
Sebiîy, Emîr vezninde bir kelimedir. Lûgattâ, bir şeyin yedi bölüğünden
biridir. Arap kavimlerinden Sebiiy' bin Sebt, Hemedan kabilesinden bir kolun
adıdır. Küfede bir mahalle İsmidir. Bu yüzden Ebn İshak'a Sebil unvanı verilmiştir.
(Kamus tercümesi'C. n. Shf. 596).
[456] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/302.
[457] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/302-303.
[458] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/303.
[459] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/304.
[460] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/304.
[461] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/304-305.
[462] Sa'd. b. Ebi vakkas : (Sa'd, b. Malik b. vuhayb b. Abd
Manâf bin. Zuhra b. Kilâb b. Murra.)
Sahabenin ileri
gelenlerindendir. İslâm dinini ilk kabul edenlerden yedincisi olduğu rivayet
edilir. İslâm dinine girdiği zaman
kendisi «17» veya «19» yaşlarında bulunuyordu.
Hz. Peygamber
(S.A.V.)'in annesi Hz, Amine ile aynı kabileden olduğundan, Hz. Peygamber
(S.A.V.) kendisine karşı, büyük bir muhabbet beslerdi. Sa'd; Akabe biatlanndan
sonra, Meilineye ilk hicret eden müslümanlardandır. Sa'd çok mahir bir ok
atıcısı idi; Uhud savaşında düşman'a 1.000 den fazla ok attığından, Hz.
Peyg-amber (S.A.V.)'in teveccühüne mazhar olmuşdur. Kendisi hayatta iken
Cennetle müjdelenen on sahâbîden «Asjere-i Mübe^ere'den) biridir.
Aynı zamanda, İran ordusunu yıkan Kadisiye meydan muharebesi
kuman-danlarmdandır. (670 - 678) yıliarı arasında *70ij veya e80» yaşını
geçmiş, olarak irtihal etmiştir.
[463] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/305.
[464] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/306-309.
[465] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/309.
[466] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/309-310.
[467] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/310-311.
[468] Sûre;
59-âyet: 10.
[469] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/311-314.
[470] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/314.
[471] Heytemî (Heysem!) :«7S5» senesinde doğmug «801»
senesinde irti-hâl eylemiştir. İmam Hâfi2 Zeynüddin Irakî'nin arkadaşıdır.
«KÜtüb-tt sitte» ve «Müsned» lerdeki zevaidl toplayıp tertib etmekle maruf bir
imâm-ı mü-becceldir.
Heysemt on tane Zevâîd
yazmıştır:
1 — «El-Bahr'ül zehhâr
fi zev&İd-t b. mUsned'ül bezz&r» ki bunda «Mü ned-i Bezzâr» m zevâidini
yani Kütüb-i .sitte'de olmayan hadîslerin büyük bir cildde toplamıştır.
2— «Zerâid-i Ebû Ya'iâ
el-mevsilî» ki Ebu Ya'lâ «Miisned» inin Kütûb-i sitte'de olmayan zevâidini havî
bir eildlik kitaptır.
3— «Zevâid-i müsned-i Ahmed» ki Ahmed
ibn-i Hanbel «Miisned»
inin Kütûb-i sitte'de oimayan hadîslerini hâvî iki cilddir.
4— «EI-Bedr'UI Münir fi
zevâid'il mu'cem'ül kebîr» ki Taberânî «mu'cem-I kebîr» inde Kutûh-i Sitte hâricinde
kaimiş üç cildlik zevâiddir.
5— «Meenıe'ûl bahreyn
fi zevâid'Ûİ mu'cemeyn» ki Taberânî'nin «Mu1eem-i evsât» ile «Mu'cem-î sağir» inde
olup da Kütûb-i Sitte'de olmayan hadîslerdir ve iki cüddir.
6— «Mecma'ül zevâid ve
menbe'ül fevâîd» ki bu kitap'da bundan evvelki zevâidin beşini esânîdi hazf ve
her hadîsin Sahih, Hasen ve Zaîf olduğunu beyân ederek cem'etmiştir.
7— «Zevâd'iil hilye» ki
Ebu Nuaym-i îsfehânî'nin «Hilyet'ül evliya» smda olan zevâdi hâvi büyük bir
cilddir.
8— Zevâd-i fevâid-i teramam» ki Teramâm b. NeeSh'in «Fevâid» indekt zevâidi hâvidir.
9 — «Mevârldiz-zaman ilâ
zevâid'übnü Hibban» ki îbn-i
Hibban'ın «Sarhih» indeki zevâidi hâvidir. 10 — «Buğyet'ül bahs an
zevâid-i Miisned'll-hars» ki, Haris b. Ebi Üsâme'nin
«Mtisned» indeki cem'
eder.
(Süyûtî :
Hüsnü'ül-muhâdara. C. I. Shf. 153. Esmâ'ül müellifin. C. I. Shf. 727. Tecrİd-i sarih. Tercümesi (I. Shf.
223).
[472] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/314-317.
[473] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/317.
[474] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/317-318.
[475] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/318.
[476] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/318-319.
[477] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/319.
[478] Bu âdet Mısır'da pek yaygındır. Ölünün arkasından
parasıyla tutulmuş bir sürü kadın yürüyerek kalabalık yerlerden geçerken hep
birden vâvey-lâ koparır, yas ederler. Elleri yüzleri Xile denilen mavi bir boya
ile boyalı bulunan bu kadınlar ellerindeki eski bir bezle âdeta boyunlarını
kesermiş ğibJ yaparlar.
[479] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/319.
[480] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/319.
[481] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/319-321.
[482] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/321-322.
[483] Süre : 6-Âyet: 164 ve Sûre: 18, Âyet: 39.
[484] Berzah: Dünya ile âhiretin arası yani öldükten sonra
kıyamete kadar devam eden zamandır.
[485] Sûre-8. Âyet: 25.
[486] Ahmed
Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Sönmez
Yayınları: 2/322-324.
[487] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/324.
[488] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/324.
[489] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/324-325.
[490] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/325-326.
[491] Abdullah ibni Cafer (B.A.): Hz. Peygamber (S.A.V.)'in
amca-zâdesl Cafer tbni Ebu Talİb'In oğludur. Validesi Umeys kızı, Esmâ'dır.
Künyesi, Ebu Muhammed, daha meşhuru Ebu C&fer'dİr. Habeşistan'da ilk
müslüman çocuğu olmak üzere doğmuş. Ebeveyniyle birlikte Medine'ye gelmişti. O
sene Necfr-gînin'de bir oğlu olmuş onunda adını Abdullah koymuşlar. Annesi
Necâşî'nin oğlunu da emzirmiş, bu surette iki Abdullah arasında bir süt
kardeşliği husule gelmiştir.
Resûl-U Ekrem, Abdullah
b. Cafer'in başını okşamak, onu bindiği hayvana almak gibi bir çok iltifatlarda
bulunmuştur. Kendisininde «Resûl-ü Ekrem beni hayvanının arkasına bindirdi ve
bana bir sır tevdi ettiki o'nu kimseye söylemem» dediğini imam Müslim rivayet
ediyor.
Pederinin şahadetinden
sonra validesi Hz. Etmbekir (R. A.)'e onun vefatından sonra da Hz. Ali (R.
A.)'ye varmış olduğu cihetle bunların yüksek terbiyeleri altmda büyümüş, feyz
almıştır. Bizzat Resûl-ü Ekrem'den rivayeti olduğu gibi, ebeveyninden, Ebu
Bekir, Ali, Osman, Amraar b. Yâsir vâsıtası ile de rivayetleri vardır. Hz.
Peygamber (S.A.V.) efendimizin vefatında «10» yaşında bulunan Abdullah,
Hicretin «80» nci senesinde Medine'de vefat etmiştir. Vefatında yaşı «90» a
yaklaşmıştı. R. Aleyh.
Abdullah b. Cafer hem
vücutça, hem ahlâkça babasına çok benziyordu. Bilhassa şecaat ve cömertlikte
tam babası gibi idi. Suriye fütuhatında muharebelere iştirak etmiş, Sıffîn
vak'asında Hz. Ali fırkalarından birine kumanda etmişti. Fevkalâde
cömertliğinden dolayı kendisine «kutb'üs-Seha = Cömertlik kutbu» denilmişti.
Hz. Ali ile tanışmasına
aracılık etti diye kendisine 40.000 dirhem nakdî hediye gönderen bir İran
çiftlik ağasının bu hediyesini: «Biz yaptığımız iyiliği para ile satmayız»
diyerek reddetmiş. Medine'de şeker ihtikârı yapan bir tacirin malının
tamamını, hazinedarına aldırıp ahaliye tevzî ettirmişti.
Kendisine kaside sunan
siyah renkli bir şaire fazla ihsanda bulunmasını kınayan dostlarına söylediği
şu sözler ibret vericidir: «Onun yüzü kara ise de sözü gayet beyaz, söylediği
sözle aldığından fazlasına müstehak olmuştu. Biz ona eskiyecek ve nihayet yok
olacak şeylerden başka bir şey vermedik. O İse bizim için ilel'ebed bakî
kalacak sitayiş ve sena* vücnde getirdi.» (Tahir Ongun İslâm - Türk Ansiklopedisi.
C. II. Shf.: 222).
[492] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/326.
[493] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/326-327.
[494] Süleyman bhı Büreyde <R. A.) : Eslemîdir. Babasından ve Ömer ümi
Httseyn (R. A.) ile bir Cemaattan hadîs
rivayet etmişdir. Vefatı «11S» hicrî
tarihindedir. R. Aleyh.
[495] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/328.
[496] Sûre-İ Kehr : Ayet 23, 24.
[497] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/328-329.
[498] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/329.
[499] Sûre: 59. Ayet:
10.
[500] Sûre: 47. Ayet:
19.
[501] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/329-330.
[502] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/330.
[503] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/331.
[504] Sûre: 91. Âyet: 9.
[505] Sûre: 91. Âyet: 9.
[506] Ulemâ bunu bağ ve asmaların çubuklarını kesmekle
temsil ederler. Derler ki : «Bir asmanın
çubukları kesilmezse o sene haddinden fazla üzüm. yapar. Fakat bu üzümleri
besleyemez. Nihayet kurur gider. Kesilirse hem çok üzüm verir, hem de uzun
seneler kurumaz, devam eder. îşte tıpkı bunun gibi zekâtı verilmeyen mal
zahirde çok görülür. Fakat uzun sürmez bir âfetle yok: olur gider. Zekâtı
verilse dâîma çoğalır.»
[507] Sûre-i İbrahim Âyet: 7.
[508] Süre-i Meâriç: Âyet: 25.
[509] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/332-334.
[510] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/335.
[511] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/335-336.
[512] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/336-338.
[513] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/338-343.
[514] Mnâfir : Yemen'de bir kabiledir. Meşhur MuAftr
kumaşları bu kabileye nisbet olunur.
[515] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/343.
[516] A'meş : Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran El- Esedî
El-Kâhilî Mevlahıım El-Kûfî: Görme hassa'sı çok zayıf olduğa için A'meş lâkabı
ile tanınmıştır. Esed evlâdından Kâhil oğullarının azatlı kölesi idi. Hicretin
«67»
senesinin,
bir rivayete gröre İse «61» senesinin 10 Muharrem günü doğmuştur. Vefat tarihi
için H. «148» yılındadır denirse de bu da ihtilaflıdır.
Bu zât kıraat
imamlarından, yüksek muhaddîslerden ve küfe fakîhlerin-dendi. Yabya b. Said
el-Kattan O'nun hakkında «Allâmet'ül-lslâm» demiştir. Medine fakth!.->ı
inden Urve oğlu Huşeym ise: «Bütün Küfe'de kitâbullahi O'nun kadar iyi oiiuyşn
O'nun kadar güzel söz söyleyen, ftıha anlayışlı ve sorulan herşeye daha
sür'atle cevap veren bir kimse görmedim.» diyor.
A'nıeş'in rşvilcri:
Hasan b. Sa'id b. Cafer Fadl b. Şadan Eb-til-Abbas El-Mitvaî EI-Basrî Uç
Ebüî-Ferec Muhammed b. Ahnıed b. İbrahim Eşşenebûzî'dir.
Kendiside AshâMan olup,
Kûfe'de en son vefat eden Abdullah b. Ebi Leylâ (189 veya 911)'dan ve Basra'da
en son vefat eden Enes b. Mâlik'ten ve ayrıca Ebu Vâil (—82)'den, Zer (—82)
'den, İbrahim Nehâî (—95)'den, Zûhrî (—122) den Enes b, Mâlik'm ashabından 1300
kadar hadîs rivayet etmiştir.
A'imiş
Nükteperdazlıgıyle ve hazırcevaphğiyle de şöhret yapmıştı. îbn Tolun Eş-Şânıî
O'nun nüktelerinden ve fıkralarından müteşekkil bir eser yazmış ve bu esere
«Ez-Zehr'iîl, En'aş-fî nevâdir'il - A'meş» ismini vermiştir.
(İslâm-Türk Ansiklopedisi. C. I. Shf. 372).
[517] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/344-345.
[518] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/345.
[519] Celeb: Bir yerden başka bir yere celb edilen hayvan
vesairedir.
[520] Ceneb : Uzaklara
götürmektir.
[521] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/345-347.
[522] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/347.
[523] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/347-348.
[524] Behz b. Hâkim
(K. A.) : Ebu Muâviyeti'bni
Haydet'iil Kureyşî.
Tâbün'den olup
rivayetinin kabul edilip edilmediğinde Hâkim ihtilaflıdır. Ebu Hatim (195—277)
O'nun hakkında : «O hadîsi yanılıp da ihticac olunmayan bir şahıstır.» diyor.
îmâm-ı Şafiî (150—204) de : «Hüccet değildir.» demiştir. Zehebî (—748) ise «O'nu hiç bir âlim terk etmemiştir»
demektedir.
(Bak: El - îsâbe C. I. Shf. 349. Sahâbî No: l«05).
[525] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/348-349.
[526] Mantûk : Bir
söz'ün söylendiği yerde delâlet ettiği
peydir. Meselâ : «şu kitabı satın
aldım» denilse bu söz'ün «lâfzın»
mantûku o kitabın satın alınmış olmasıdır.
[527] Mefhum : Bir söz'ün söylendiği yerde olmaksızın
üzerine delâîet ettiği şeydir. Meselâ: «Şu kitabı sattım» denilse bu söz o
kitaptaki mâlikiyet hakkının o kimseden kalktığına delâlet eder ki bu bir
mefhumdur.
tslâm hukukunun
kaynaklarından hukukî hükümleri istinbât ile fıkıh mevzuatını tertip, tanzim
eden imâm ve müçtehitlerin te'lîf ettikleri usûl-ü fıkıh kitaplarında mefhûm'un
bir çok kısımları İ'zâh ve beyân olunmuştur ki yeni harflerle türkçe yazılmış
eser olarak emekli Diyanet İşleri Reisi Ömer Nasûhî Bilmen'in «Istilâhat-ı
fıkhîyye kamusu» C. I. Shf. 14 ile devamına ve emekli Temyiz dâire reislerinden
Ali Himmet Berki'nin «Hukuk mantığı ve tefsir»
adlı kitabının 54 ve müteakip sayfalarına bakınız.
Mefhûmların taksiminden
bâzıları şunlardır :
Mefhûm-i mutabakat, mefhûm-ı muhalefet, mefhûm-ı lâkah, mefhûm-ı sıfat,
mefhûm-ı şart, mefhûm-ı gaye, mefhüm-ı istisna, mefhûm-ı innema, mefhûm-ı
âdet, mefhûm-ı hasr.
[528] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/349-350.
[529] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/350-351.
[530] Kırat: Elmas ve Cevahir gibi kıymetli şeylerin tartısında
kullanılır, mis-kal'in dörtte birine- «denk», .dörde taksim edilen dengin
herbirine «Kırat», yine dörde ayrılan kirat'ın-beher kısmına «buğday», kezâlik
dörde ayrılan buğdayın herbirine «fetil», ayrılan fetil'in herbir kısmına
«nakir», yine ikiye bölünen nakir*in beherine «kıtmir», kezâlik ikiye ayrılan
kıtmir'in herbirine «zerre» denilirdi. Birbuçuk dirheme «misbal»,
dörtyüz'dirheme «okka», kırkdört okkaya «kantar», dört kantara «çeki» adı
verilir.
Kırat-i örfî : Bâzı
fukâha'nın beyânına göre dört, bâzısının beyânına göre de beş orta arpa
ağırlığı yerine kullanılır bir tâbirdir. Darphâne usulünce bir «kırat», dört
buğday İtibar edilmiştir. Bu dört buğday ise fukâha'nın beş arpa İtibar
ettikleri kırat-ı şer'îye ağırlıkça müsavi görülmüştür.
Kırat-ı şer'î : Beş
orta arpa ağırlığı yerinde kullanılır bir tâbirdir.
Miskal : Yirmi «kırat»
yani orta büyüklükte yüz arpa ağırlığına verilen addır. Bir «miskal» vezince
bir «dirhem» ile bir dirhem'in yedide üçüne müsavidir. Bu itibarla yedi
«miskal» on «dirhem-i şer'î» ağırlığındadır. Bir «dirhem» dört «denk» e, bir
denk dört «kırat» a, bir kırat dört «buğday» a müsavi sayılırdı. Bu halde bir
«miskal» doksanalti «buğday» a müsavi demektir.. Bu mikyaslar altın, gümüş ve
mücevher gibi kıymetli şeylerin tartılmasında kullanılırdı. Bugünkü ölçüye
göre dört buçuk gram mukabili demektir.
Dirhem : Bir «okka —
kıyye» dörtyüz'de biri, 3.148 gramlık veznin adı idi. Şer'an yetmiş tane orta
boy arpa'nın ağırlığından ibaretti. Dirhem, Sultan Orhan zamanında verilen bir
karar mucibince şer'î dirhemin dörtte biri olmuştu.
Dlrhem-i şer'î : 14
kırat gümüş hakkında kullanılır bir tâbirdir. Orta büyüklükte yetmiş arpa
tanesinin ağırlığı demekti. Zekâtta, mehirde, diyette, ni-sab-ı sirkatte
muteber olan bir dirhemdi. Hazret! Peygamber <S.A.V.) zamanında 20, 12, 10
kırat sikletinde üç türlü dirhem vardı. Halîfe Ömer (R. A.) zamanında bunlar
birleştirilerek vasatisi olan 14 kırat bir dirhem kabul olunmuştur. Başka bir
riâvete göre asr-ı saadet'te şu dört nev'i dirhem mevcuttu.
1 — Dirhem-i bagalî 8 danık
2 — Dirhem-i tabarî 4 danık
3 — Dirhem-i mağribî 3
danık
4 — Dirhem-1 yemenî 1 danık.
Hz. Ömer (R. A.), en
rayiç olan bagali dirhemi ile taberi dirhemini cemet-tirerek vasatisi olan 6
danığı bir dirhem olarak kabul eylemiştir.
Dirhem'in diğer
şekilleri :
Dirhem-i ceyyît,
dirhem-i halis, dirhem-i mağşuş, dirhem-l Örfî, dirhem-i rayiç, dirhem-i züyûf.
(Ek. Mehmet Zeki
Pakalnı «Osmanlı tarih sözlüğü» C. I. Shf. : 454. C. H. Shf. 269 ve 546). Daha
geniş tafsilât için bk: Tecrid-i sarih. C. V. Shf. 70 ve 498.
[531] Fethü'l-Kadîr, C. I. Shf. 522 «Bâb-ı Zekâtü'1-Mal».
[532] Süre - Tevbe; Âyet: 34.
[533] Bir vesk 60 sa#'; bir saf 4 men; bir men = 260
dirhemdir.
[534] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/351-356.
[535] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/356.
[536] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/356.
[537] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/357.
[538] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/357-358.
[539] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/358.
[540] Sûre: 9 Âyet 104.
[541] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/358-359.
[542] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/359.
[543] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/359-360.
[544] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/360-361.
[545] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/361.
[546] Salim b. Abdullah : Hz. Ömer (R. A.)'İn torunudur.
Babası Abdullah b. Ömer dahi bilindiği gibi ashâb'm büyüklerindendir. (Bak:
Abdullah b. Ömer «Btilûgül-merâm» C. I. Shf. 15). Salim hazretleri de tâbiî'nin
büyüklerindendir. Hattâ kendisini tâbiîn'in «Fukahâyı Seb'a» smdan biri
sayanlar vardır. {Bak: Fukahâyj Seb'a «Bülûğül-Merâm» C. I. Shf. 329).
Emevî meliklerinden
Ömer b. Abdülaziz ve Hişam b. Abdülmelîk'e bâzı nasihat-âmiz hitabeleri
meşhurdur.
Salim hazretleri «106» diğer bir rivayete göre ise «107» H. yılında irtihâl
eylemiş, cenaze namazını o sırada Medîne-i Münevvere'de bulunan Hişam b.
Abdülmelik kıldırmıştır. R. Aleyh.
[547] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/361-362.
[548] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/362-363.
[549] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/364.
[550] Sûre-i En'am; Âyet 141.
[551] Tefsirü'l - âyetü'l - Ahkâm C. I. 212.
[552] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/364-366.
[553] Sehl b. Ebi Haame b. Saİde (R. A.): Evs
kabîlesindendtr ve Ensârî'dir. Resûlüllah (S.A.V.)'İn irtüıallerinde 8-9
yaşında idiler. Resûlüllah'dan bir çok hadîs rivayet etmişlerdir. Keza Zeyd b.
Sabit, Mnbammed b. Seleme'den hadîs rivayet etmişlerdir. Kendindende oğlu
Muhammed ve kardeşinin oğlu Muhammed b. Süleyman b. Ebi Hasme ve Beşîr b.
Yesar ve Salih b. Havvâd ve Nafl b. Cfibeyr ve daha bunlar gibi birçok sahâbî
hadîs rivayet etmişlerdir.
Hz. Muâviye'nin
hilâfetinin başlangıcında irtihal eylemiştir. R. Aleyh.
(Bk: El-îs&be C. II.
Shf. 85. No:
3523. El Istiab C. H. Shf. 96).
[554] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/366-367.
[555] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/367-368.
[556] Attab b. Üseyd (R.A.): Attab b. Üseyd b. Ebi-llys b.
Ümeyye b. Abduşşems el-Kureyşî'lEmevî.
Sahabeden olup
Mekke'nin fethi günü İslâmiyet! kabul etmiş, fetihten sonra Hz. Peygamber
efendimiz tarafından Mekke valiliğine gönderilmişti. O sene, yani 8. nci salı
hicrî Hacc'ı bu zâtın rivayetinde icra olunmuştur. Bu sene Müşrikler dahi
âdetleri vechîle Hacc'i îfâ etmişlerdi.
Attab b. Üseyd (R. A.)
İslâmiyet ile müşerref olduğu zaman «20» yaşında İdi. Hz. Peyg-amber'in
irtihâlinden sonrada Mekke valiliğinde kalmış ve Hz. Ebubekr (R. A.)'m yanmda
dahi bulunarak Halîfe-İ müşârün-ileyh'in irtihâl ihaberi Mekke'ye vâsıl
olmazdan evvel vefat etmiş ve o gün defnolunmuştu.
(Kâmus-u a'Iâm. C. IV. Shf. 3122).
[557] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/368.
[558] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/368-369.
[559] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/370.
[560] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/370-371.
[561] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/371-372.
[562] Sûre-I Tevbe : Âyet: 35.
[563] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/372.
[564] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/372.
[565] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/372-373.
[566] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/373.
[567] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/373-374.
[568] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/374-375.
[569] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/375.
[570] Bilâl b. el-Hârîs (B.A.) : Mtizeyne kabîlesindendir.
Resûlüllah (S.A* V.)'in nezdine beşinci sene gelmiş ve Medine'de sakin
olmuştur. Mekke'nin fethi günü Müzeni sancaklarından birini taşıyordu.
Kendisinden oğlu el-HSrîs, hadîs rivayet etmiştir. «80» yaşında olduğu
haîde «60» tarihinde vefat eylemiştir. R. Aleyh.
[571] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/375-376.
[572] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/376.
[573] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/377.
[574] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/377.
[575] Abdnllah b. Salebe b. Snayr EI-Adevî, El-Azerî :
Sahâbe-i Kirâm'ın
tercüme-i hallerini
tesbit eden Tabakât müellifleri ve ilm-i hadîsin nakd'ür-Ricâl ilminin sayılı
âlimleri kendisinin Sahâbî olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.. Babası
Sa'lebe b. Suayr ise sahâbîdir. Başta İmâm Buhfiri, Dâre Kutnl, Hâkim, Ebu
Hatim, tbn'üs-Seken gibi hafız, muhaddisîn-i kiram Abdullah'ın ResûliUlah (S.A.V.)'* gördüğünü kabul ve tesbit
etmişlerdir.
Hadîs musannefâtında
bâzan Sa'lebe ile oğlu Abdullah arasında yer değiştirilerek Sa'lebe b.
Abdullah yâhud da Abdullah b. Sa'lebe diye tesbit olunduğundan bu karışık
durum meydana gelmiştir. Tabakat ilminin büyük âlimlerinden tbni Abd'il-Berr
«EH-lstiâb» inin C. II. Shf. 262'sinde, İmam İbni Hâ-cer'ül-Askalânî «El-Isâbe»
sinin C. II. Shf. 276'da Abdullah'ın hayatını, C. I. Shf. 201'de ise babası
Sa'Iebe'nin hayatım tesbit ve ikisinin hayatının tesbitin-de de bu karışık
durum bulunduğunu atıfla beyân etmiştir. Müelliflerin bu beyânları kargısında
meydana çıkan hakikat şudur ki Sa'tebe hem sahâbîdir, hem ResûlUllah
(S.A.V.)'den rivayeti vardır. Oğlu Abdullah ise ResÛlUUah (S.A.V.)'i görmüştür.
Resûlüllah (S.A.V.)'den rivayet ettiği hadîsler mürseldir,
Abdullah H. «83»
tarihinde irtihâl etmiştir. Kendisinin babası Sa'lebe b. ebi Suayr'dan, Hz.
Ömer (R. A.)'dan, Hz. Ali (R.A.)'den ve Hz. Saad (S. A.) dan ve diğer sahâbîden
rivayeti vardır. Kendisinden Abdullah b. Müslim ve Saad b. İbrahim rivayette
bulunmuştur. (Daha geniş bilgi için bak: «El-tsâbe» ve «El-îstiab» m
maddelerine.)
Abdullah'ın babası Salebe'nin, İmam AbdUrrezzak'ın «cMnsannef» İnde
se-ned-i sahîh ile rivayet ettiği Sadaka-i fıtır hadîsi Tecrid-i Sarih Shf.
493'de nakl edilmiştir. Ayrıca îmam Ebu Davud'un «Sünen» inde Nu'man tarikiyle
aynı hadîs'İn başka bir şahidi de vardır. B. Anhüraa.
[576] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/377-380.
[577] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/380.
[578] Fethü'l - Kadîr C. Shf. 36-3». Sadaka-i Fıtır babı.
[579] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/380-382.
[580] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/382-383.
[581] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/383-384.
[582] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/385.
[583] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/385-386.
[584] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/386.
[585] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/386-387.
[586] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/387.
[587] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/387-388.
[588] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/388.
[589] Sûre 59 : Âyet
: 9.
[590] Sûre : 76 : Âyet : 8.
[591] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/388-389.
[592] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/389.
[593] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/389-390.
[594] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/390-391.
[595] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/391.
[596] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/391.
[597] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/391-392.
[598] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/393.
[599] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/393-394.
[600] Hadisi şerifte Bacül yani (erkek) zikredilmişse de
kadın da aynı bükümde olduğundan, biz bu kelimeyi İnsan diye tercüme ettik.
[601] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/394-395.
[602] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/395.
[603] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/395.
[604] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/395-396.
[605] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/396.
[606] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/396.
[607] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/397.
[608] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/397.
[609] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/398.
[610] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/398-400.
[611] Ubeydullah b. Adiyy b. el-Hıyar (B. A.) : Hz. Muhammed
(S.A.V.) devrinde doğduğu söylenir. Tâbiîn'den sayılır. Hz. Ömer ile Osman (B.
A.)'den hadîs rivayet etmiştir.
Babasından rivayet ettiğine göre, ölürken O'na şöyle demiştir : «Oğlum!.
Benden sonra bana lâyık iğler işleyesin ki beni yaşatasın. Çünkü oğulların iğleri,
âhirete giden babalara her gün bildirilir.»
[612] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/400.
[613] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/400-401.
[614] Kubaysetü'bnü Muhârik Hilâl! (B. A.) : Basra'lılardan
sayılan bir Sahftbe-i Celü'dir. Peygamber (S.A.V.)'e elçi olarak gelmiştir.
Kendisinden oğlu Kut» ve başkaları hadîs rivayet etmişlerdir.
[615] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/401-402.
[616] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/402.
[617] Abdülmnttalip bin Rabîatü'bnü El-H&rls (R. A.) :
Abdülmnttalip bin Hfişim'in oğludur. Evvelâ Medine'de oturmuş sonra Hz. Ömer
devrinde Dımaşk'a göç etmiştir. ResûHillah (S.A.V.)'e giderek kendisini zekât
tahsildan buyurmasını istemiştir. Kendisinden rivayet olunan biricik hadîsini
Hz. Fahr-i Kainat (S.A.V.) bu işteki cevap olarak trâd buyurmuştur.
[618] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/402-403.
[619] Zahir rivayet : îmâin-ı Muhammedin El-Camiü's-Sagtr,
El-Camiül- Kebfr ve Siyer'Ieri gibi meşhur kitaplarında nakl ve rivayet olunan
meselelerdir. Bunun mukabili nevâdir'dir. Bunlar da Curcanİyat, keysaniyat,
haraniyat gibi meşhur olmayan kitaplarının rivayetleridir.
[620] Sûre 9 : Ayet : 104.
[621] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/403-404.
[622] Cübeyr ibni Mut'im (R. A.) : Nnfel b. Abdi Menâf
ogullarındandır. Mekke'nin fethinden evvel müslüman olmuş; sonra Medine'ye
yerleşmişti. Ensfib ilminde vukuf aâhibl idi. Medfne-i münevvere'de «54» veya
«57» tarihinde vefat eylemiştir. R. Aleyh.
[623] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/404.
[624] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/405.
[625] Ebu Râfi' (R. A.) : îsmi ihtilaflıdır. Bâzılarına göre
İbrahim, bâzılarına göre Hürmüz'dür. Hz. Ebu Râfi' Resûlüllab (S.A.V.)
efendimizin azad-lısıdır. Bâzılarına göre Hz. Abbas'ın kölesi idi. Sonra Hz.
Peygamber (S.A.V.)'e hibe etti. Abbas (R. A.) müslüman olunca Ebu R&fî'
Onun müslüman olduğunu Peygamber (S.A.V.)'e müjdelemiştir. O da kendisini azâd
eylemiştir. Ebu Râfî, Hz. Ali (R. A.)'in hilâfeti zamanında Medine'de vefat
etmiştir. Aslen Misır'U olduğu söylenir. Kendisinden zevcesi Selmâ ile oğulları
ve diğer bâzı zevat hadîs rivayet etmiştir.
[626] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/405-406.
[627] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/406.
[628] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/406-407.
[629] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/407.
[630] Sûre-i Yusuf
Âyet: 53.
[631] Sûre-i Bakara Ayet : 185
[632] »
» » : 183.
[633] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/408-410.
[634] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/410.
[635] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/410-411.
[636] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/411.
[637] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/411-414.
[638] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/414.
[639] Mestûrll'l-hâl
: Hâli kapalı. Yani : Âdilmİdir
değilmldir, belli olmayan kimsedir.
[640] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/414-417.
[641] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/417.
[642] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/417-418.
[643] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/418-419.
[644] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/419.
[645] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/419.
[646] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/419-420.
[647] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/420-421.
[648] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/421.
[649] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/421.
[650] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/421-422.
[651] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/423.
[652] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/423.
[653] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/423-424.
[654] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/424.
[655] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/424-425.
[656] Sûre : 2, Âyet : 187.
[657] Sûre : 2, Âyet: 187.
[658] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/425-427.
[659] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/428.
[660] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/428.
[661] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/429.
[662] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/429-431.
[663] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/431.
[664] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/431-432.
[665] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/432-433.
[666] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/433-434.
[667] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/434-435.
[668] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/435.
[669] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/435.
[670] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/435-436.
[671] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/436.
[672] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/436-437.
[673] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/438.
[674] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/438.
[675] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/439.
[676] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/439-441.
[677] Hamzat'tibnü Amr Eşlemi (R.A.)
: Künyesi Ebu Salih yâhud, Ebn
Muhaanmed'dir. Hicazhlar'dan sayılır.
Kendisinden oğlu Muhammed ile Hz-Aişe (B. Anhft) rivayet
etmiştir. «80» yağında olduğu halde «61» tarihinde vefât etmiştir.
[678] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/441.
[679] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/441-442.
[680] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/442.
[681] Sûre : 2, Âyet : 184.
[682] Sûre : 2, Âyet : 184 – 185.
[683] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/442-443.
[684] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/443-444.
[685] Meselâ : Birisi «benim paramdan bir talebe okutulsun»
dedikten sonra: «Benim paramdan müslüman olmayan talebe okutulmasın» dese, artık
mutlak olan ilk sözündeki talebe de muslÛman olmakla mukayyettir.
[686] Fakat, Hanefîler'in «En-NIhaye» adlı fıkıh kitabında
§u malûmat veriliyor : «îmâm-ı Şafii'nin kefaret meselesinde tahyîre kail
olması İle tmftm-ı M&IIk'in «oruçta tetabu' §art değildir» dediğinin aalı
yoktur. Bu bir hatadır. îmâm-ı Şafiî, Haneffler gibi tertibe kaildir. Meselede
tahyîre de, tetabüunün lüzumsuzluğuna da kail olan yalnız îbnl Ebi Leylâ'dır.»
[687] Sûre: 2, Ayet: 184-196.
[688] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/444-448.
[689] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/448.
[690] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/448-450.
[691] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/450.
[692] Asaba : Terekeden hak sahipleri; miraslarını aldıktan
sonra kalanını alan fakat kendinden başka mirasçı yoksa bütün terekeye mirasçı
olan kimselerdir.
[693] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/450-451.
[694] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/452.
[695] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/452-453.
[696] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/454.
[697] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/454-455.
[698] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/455.
[699] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/456.
[700] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/456.
[701] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/456-458.
[702] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/458.
[703] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/458-460.
[704] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/460.
[705] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/460.
[706] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/460.
[707] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/461.
[708] NÜbeyşetü'l-Hüzelî
(B.A.): NübeyşetüTmü Arar yahut Nübeygettitmtt Abdullahtır. Buna NiibeyşetÜ'1-Hayr
da derler.
[709] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/461.
[710] Temettü1, kıran, hedy ve muhsar gibi kelimelerin
mânâsını anlamak için kitabımızın hacc bahsine müracaat buyrula.
[711] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/461-462.
[712] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/462-463.
[713] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/463.
[714] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/463.
[715] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/463-465.
[716] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/465.
[717] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/465.
[718] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/465-466.
[719] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/466.
[720] Sanıma bintt Bttsr (B. anha) : tsml Behiyye'dİr.
«Behime» diyenlerde vardı. Abdullah b. Bttsr'ün kızkardegidir. Kendisinden
kardeşi Abdullah rivayet etmiştir.
[721] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/466-467.
[722] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/467.
[723] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/467.
[724] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/468.
[725] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/468.
[726] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/468-469.
[727] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/469.
[728] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/469-470.
[729] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/471.
[730] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/471.
[731] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/471-472.
[732] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/472.
[733] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/472-473.
[734] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/473.
[735] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/473.
[736] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/473.
[737] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/473-474.
[738] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/474.
[739] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/474.
[740] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/474-475.
[741] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/475.
[742] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/475-476.
[743] «Fethül - Kadir C. II. Shf. 107-108 BâbU'l-i'tikaf».
[744] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/476.
[745] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/477.
[746] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/477-478.
[747] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/478.
[748] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/478.
[749] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/479.
[750] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/479.
[751] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/480.
[752] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/480-481.
[753] Sûre; 3, Ayet; 97.
[754] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/482-485.
[755] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/485.
[756] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/485-486.
[757] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/486.
[758] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/486-487.
[759] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/487.
[760] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/487-489.
[761] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/489.
[762] «Fetfcü'l-Kadlr» C. 2. Shf. 119 Kitabü'I-Hace.
Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi ve Şerhi,
Sönmez Yayınları: 2/489-490.
[763] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/490-491.
[764] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/491.
[765] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/492.
[766] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/492-493.
[767] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/493-494.
[768] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/494.
[769] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/494-495.
[770] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/495.
[771] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/495-496.
[772] Bu gün âlemin karısı veya kızıyla dost olmak, onunla
başbaşa bir yerde kalmak, kırlarda, ormanlarda dolaşmak, salgın halini almış
bir moda hastalığıdır. Ne diyelim, Allah müslümanlara intibahlar nasip eylesin.
[773] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/496-498.
[774] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/498-499.
[775] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/499-500.
[776] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/500.
[777] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/500.
[778] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/501.
[779] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/501.
[780] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/501-504.
[781] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/504.
[782] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/504-506.
[783] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/507.
[784] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/507.
[785] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/507-508.
[786] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/509.
[787] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/509.
[788] Sûre
[789] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/509-512.
[790] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/512.
[791] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/512-513.
[792] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/513.
[793] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/513.
[794] Vers: Yemende yetişen güzel kokulu bir nebattır.
[795] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/514.
[796] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/514-515.
[797] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/515.
[798] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/515-517.
[799] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/517-518.
[800] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/518-520.
[801] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/520.
[802] Sûre-i : Maide; Ayet: 96.
[803] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/520-522.
[804] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/522.
[805] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/522-523.
[806] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/523-524.
[807] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/524-526.
[808] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/526.
[809] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/526.
[810] Kâ'b bin Ücra (R. A.): Ensâr-ı kîrâm'ın müttefiki Harp
yardımcısı olan bir Sahâbe-i Celîl'dtr. Kûfe'ye yerleşmişti. Medîne-i
Münevvere'de «51» tarihinde vefat etmiştir.
[811] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/526-527.
[812] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/527-528.
[813] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/528-529.
[814] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/529-530.
[815] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/530-531.
[816] El-Bakara Sûresi;
Âyet: 126.
[817] Sûre-i Âli
Imran, Âyet: 97.
[818] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/531-532.
[819] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/532.
[820] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/532.
[821] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/533.
[822] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/533-536.
[823] Sûre-i Bakara; Ayet:
126.
[824] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/536-541.
[825] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/541-542.
[826] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/542.
[827] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/542.
[828] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/542-543.
[829] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/543.
[830] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/543-544.
[831] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/544.
[832] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/544.
[833] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/544.
[834] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/544-545.
[835] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/545.
[836] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/545-546.
[837] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/546.
[838] Sûre i :
[839] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/546-547.
[840] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/547.
[841] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/547-548.
[842] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/548.
[843] SÛre-i ATaf; Ayet: 172.
[844] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/548-550.
[845] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/550.
[846] Yemin: Sag el demek ise de Allah'ın bizim gibi eli
olmadığından, bu kelime mttteşabih'tir. Mânâsım Allah bilir.
[847] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/550-552.
[848] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/552.
[849] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/552.
[850] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/552-553.
[851] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/553.
[852] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/553.
[853] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/553.
[854] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/554.
[855] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/554.
[856] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/554.
[857] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/554-555.
[858] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/555.
[859] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/555.
[860] Kııfeli'dir, haccetti! vedâ'da bulunmuştur.
[861] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/556.
[862] Sûre 2; Âyet: 198.
[863] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/556-558.
[864] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/558.
[865] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/558.
[866] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/558.
[867] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/558-559.
[868] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/559-560.
[869] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/560.
[870] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/560.
[871] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/560.
[872] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/560-561.
[873] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/561.
[874] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/561.
[875] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/561-563.
[876] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/563.
[877] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/563-564.
[878] Mihver hm Mahreme
(B. A.): Zühri ve
Kureyşî'dir. Resûlüllah (S.A.V«)Fîn irtihâUnâe «8» yaşında bir çocuk
idi, bununla beraber oüdan hadîs dinlemiş va belleirâ-ftir. Ha. Osman'ın
şahadetinden sonra Medine'den Mekke'ye gltiîî^ Y&sitâ'in askeri Mekke'yi
muhasara edinceye kadar orada kalmıştır. Namaz lalarken. Yezîd ordusunun
mancınıklarından gelen bir te$ kendisini gehîd etm^gti. Vefat tarihi «64»
yılıdır. Dindar ve ehl-i faziletten idi.
[879] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/564.
[880] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/564-565.
[881] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/565.
[882] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/565.
[883] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/565.
[884] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/565.
[885] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/566.
[886] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/566.
[887] Âsim bin Adîyy (B.A.): Ebu Abdullah yâhud Ömer veya
Amr'dır. Bedir gazasına ve ondan sonraki bütün gazalara iştirak etmişdir. Bâzıları
Bedir gazasına iştirak etmediğini söylerler. Onlara göre Hz. Asım Bedir'e
Peygamber (S.A.V.) ile beraber götürülmüş İse de hutbesinden işittiği bir şeyden
dolayı Hz. Peygamber (S.A.V.) kendisini Mescid-i dırar halkı araşma iade etmiş,
fakat ganimet hissesini ve mükâfatını verdiğinden gazaya iştirak etmiş gibi
olmuştur. Bir rivayette «45» tarihinde vefat etmiş, bir rivayette «120» yaşında
olduğu halde Yemâme vak'asmda şehîd edilmiştir.
[888] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/566-567.
[889] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/567.
[890] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/567-569.
[891] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/569.
[892] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/570.
[893] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/570.
[894] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/570.
[895] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/570.
[896] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/570-571.
[897] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/571.
[898] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/571.
[899] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/571.
[900] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/571-572.
[901] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/572.
[902] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/572-573.
[903] İbni Zübeyr mutlak zikredilince ondan Abdullah ibni
ZÜbeyr kasde-öllir.
[904] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/572.
[904] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/573.
[905] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/573-575.
[906] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/576.
[907] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/576-578.
[908] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/578.
[909] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/578-579.
[910] İkrime (R. A.): Ebu Abdullah İkrime. İbni
Abbas (R.A.)'m edilmiş kölesidir.
Aslı Berberedir, tbni Abbas, Aişe, Ebu Hüreyre, Ebu Sâid ve diğer ashâb-ı
kirâm'dan hadîs dinlemiştir, Tâbiîn'in meşhur fakihlerindendir.
ibni Abbas (R. A.)
tarafından Kur'ân-ı Kerîm, hadîs, v.s. ulûmu Islâmîyyo kendisine öğretilerek
zamanın en büyük fakih ve âlimlerinden olmuştur.' Hakkında «Hâriciler'in
fikirlerini tercih ve tecvîz edermiş» diye bir itiraz var İse de bir çok
ulemâ'ya göre bu da doğru değildir.
İkrime Hz. leri, Melike'i Mükerreme'de otururdu. Bir çok defalar seyahatlere
çıkmıştı. İbni Abbas'm vefatından sonra oğlu Ali, İkrime (B. A.)'yi dörtbin
dinara satmış, fakat İkrime (R. A.) : «Babanın ilmini dörtbin dinara mı
satı-torsun?...» diye itiraz edince satmaktan vazgeçerek. O'nu azâd etmiştir.
Daime-«107» tarihinde Medîne-i MUnevvere'de vefat etmiştir.
[911] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram Tercümesi
ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/579.
[912] Ahmed Davudoğlu, Selamet Yolları, Büluğ’ül-Meram
Tercümesi ve Şerhi, Sönmez Yayınları: 2/579-580.